Zilzâl Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Medine-i münevvere döneminde nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, Otuz beş kelime ve Yüz kırk dokuz harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de geçen ve "Zelzele" mânâsına gelen "Zilzâl" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre, bir kimse Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek: "Bana özlü bir sûre öğret!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm da ona Zilzâl sûresini öğretti.
O kimse dedi ki: "Seni Hakk din ile gönderen Zât'a yemin ederim ki, buradaki ameller bana yeter! Buna aslâ başka amel ilâve etmeyeceğim!"
O kimse ayrılır ayrılmaz Resulullah Aleyhisselâm:
"Adamcağız kurtuldu!" buyurdu ve bu sözü iki defa tekrar etti. (Ebû Dâvud)
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"İzâ zülzilet sûresi Kur'an'ın dörtte birine denktir." (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de insanın ölümünden sonra dirilişi ve amel defterlerinin kendisine gösterileceği beyan edilmektedir.
İlk beş Âyet-i kerime'de yeniden dirilişin nasıl gerçekleşeceği, o gün yeryüzünün ölüleri dışarıya atacağı, üzerinde ne iyilik ve kötülük olarak yapılmışsa bir bir anlatacağı anlatılmaktadır.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, ahiret gününde insanların gruplar hâlinde hesaba çekileceği, en küçük bile olsa işlenen her iyilik ve kötülüğün mutlaka karşılığı görüleceği belirtilmektedir.
Sur'un Zelzelesi:
Kıyametin kopması insanın hayal bile edemeyeceği kadar şiddetli olacaktır.
Kıyametin numunesi zelzelelerdir. İnsanoğlu zelzeleye karşı koyacak güce sahip değildir, insan böyle bir zamanda aczini idrâk eder. Zelzele hiç bir zaman: "Ben geliyorum!" demez, bir anda ortalığı harabeye çevirir. Gelmesi ile gitmesi bir olur.
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir. İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
"Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!" (Zilzal: 1)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalâde bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, birkaç saniye de olsa şâhit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Allah-u Teâlâ onun gerçekleşmesini murad ettiğinde, önleyecek hiçbir engel olmadığı gibi; onun meydana gelişini yalanlayan, bugünkü yalancılar gibi bir tek yalancı bulunmaz. Azabı açık açık görecekleri için inanırlar.
"Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman." (Zilzâl: 2)
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri, hazineleri, defineleri ve madenleri açığa çıkarır, tamamen boşalır, hiçbir şey gizli kalmaz.
"İnsanın: 'Buna ne oluyor?' dediği zaman." (Zilzâl: 3)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan; imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır. O gün akıl erdiremediği, hesaba katmadığı o korkunç durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır. Bilmiyor ki kıyamet kopmuştur.
"İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir." (Zilzâl: 4)
O topraktan seni yaratıyor, yiyeceğini çıkarıyor ve seni tekrar toprağa yutturuyor. Seni toprakta yürütüyordu, yediriyordu, toprak bu sefer de seni yiyor, eritiyor.
"Çünkü Rabb"in ona konuşmasını emretmiştir." (Zilzâl: 5)
Allah-u Teâlâ'nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
O bütün bu kötülükleri; içki içtiğini, zina yaptığını, hırsızlık yaptığını kimsenin bilmediğini zanneder. Oysa ondan iman alınır, İslâm'dan çıkarılıp atılır. Sıfatı değiştirilip hayvan sıfatına çevirilir, domuz, tilki, köpek... gibi Allah-u Teâlâ dilediği her türlü sıfata koyar. O zanneder ki bu işleri kimse bilmez. Bu işleri yaparken Allah-u Teâlâ'nın da onun kalbini mühürlediğini kimse bilmez.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ına: "Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz?" diye sordu. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
"Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şâhitlik etmesidir. 'Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!' demesidir." (Tirmizî. Kıyâmet, 7)
Hani sen onu toprak olarak görüyordun, ölü zannediyordun? Sen kendin ölü olduğun için öyle zannediyordun. Demek ki yer, yer değilmiş, nur imiş. Amma onu öyle göstermiş. Sen ölüsün ki yer olarak görüyorsun. Ruhu ölenler zaten bilmez, ruhu tekâmül edemeyenler zaten görmez.
Onun aslı nurdu, her şeyden haberdar olduğu gibi, sana o gün bütün yaptığın işleri bir bir haber verecek.
Toprağın her işi emirle yaptığını ancak diri olanlar görürler.
________________________________________________________________________
Zilzâl Sûre-i Şerif'i (2)
İlâhî Divan:
Kıyamet koptuktan sonra insanlar mahşerde toplanırlar ve amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahları ölçtürmek için mizana gelirler. Mizan; amellerin tartılması, iyilerinin kötülerinin belirlenmesi için Allah-u Teâlâ'nın mahşer meydanında ortaya koyacağı terazidir. Orada her şeyin kıymeti, her işin değeri, her sevabın ağırlığı ve her günahın derecesi ölçülür. Her şahıs kendi sevap ve günahının miktarına, mahiyetine vâkıf olur.
"O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar." (Zilzâl: 6)
Herkes ameline göre bölük bölük olur. İman ehli ayrı gruplar, küfür ehli ayrı gruplar hâlinde sevkedilirler, muhasebeye tabi tutulurlar.
Kimisi yüz aklığıyla kimisi yüz karasıyla, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi sevinç, kimisi korku ve dehşet içinde, kimisi mesud, kimisi bedbaht...
Mizan gözle görülen iki gözlü bir terazi olup, bir zerre ile ağır basacak kadar hassastır. Sevapların konacağı sağ kefe pırıl pırıl ve nurludur. Günahların konacağı sol kefe karanlıktır.
Müminin terazi kefesinde öncelikle imanının ağırlığı olacak, bunun yanı sıra sâlih ameller de ağırlık yapacaktır. Kâfirlerin hiçbir iyiliği kötülük kefesini kaldırmayacaktır. Çünkü küfür, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür.
Allah-u Teâlâ'nın adaleti tecellî edecek, ihsan ve ikram ettiği nimetlerin hesabını zerresine varıncaya kadar soracak, herkes bu ilâhî adaletin icabı olarak ya mükâfat veya mücâzat görecektir.
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür." (Zilzâl: 7)
Orada herkes yaptığı büyük ve küçük her türlü iyiliğin karşılığını kat kat görecektir.
Zerre kadar bile olsa gerek her küçük iyiliğin, gerekse her küçük kötülüğün bir ağırlığı ve değeri vardır. Onun içindir ki insan küçük büyük demeyip hiçbir iyiliği terketmemeli, küçük ve büyük her kötülükten şiddetle kaçırmalıdır.
"Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 8)
Yaptığı zerre kadar bir şeyden bile soracak. Kişi inkâra kalktığında ise ağzına mühür vuracak, bütün organları yaptığına bir bir şâhitlik edecekler. Aynı zamanda Kirâmen kâtibin melekleri ağızdan çıkan her sözü, işlenen iyi ve kötü her ameli yazıyorlar, her yapılanın fotoğrafı çekiliyor. Bu yazılan defterler canlı kanlı çıkarak konuşacaklar, kıyamet gününde sahiplerine teslim edilecekler.
Bir mümin bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görecektir. Kötülük yapmışsa ondan da haberdar edilecektir. İyilikleri kötülüklerinden çok ise ilâhî bir lütuf olarak o kötülükleri affa uğrayabilir veya onun cezâsını dünyada iken görmüş bulunur.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- bir defasında Resulullah Aleyhisselâm'la yemek yiyorlardı. O esnâda bu Âyet-i kerime nâzil oldu. Yemekten hemen el çekti ve: "Yâ Resulallah! Ben, benden sâdır olan zerre kadar kötülüğün de karşılığını görecek miyim?" diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Ey Ebu Bekir! Dünyada hoşunuza gitmeyen hadiselerle karşı karşıya geliyorsunuz. Onlar senden sâdır olan küçük kötülüklere cezâdır. Sizin zerre kadar iyiliğiniz ahirete saklanır." (Taberânî)
Bir kafir ise iyilik yaparsa, o iyiliği iman dahilinde olmadığı için Allah katında makbul değildir, ona ahirette hiçbir mükâfat verilmeyecektir. Kendisini hiçbir zaman azaptan kurtaramaz. O iyiliğin mükâfatını dünyada görmüş olur. Kâfir olduğu halde ahirete giden her kişi ebedî olarak cehennem azabına uğrayıp duracaktır.
Allah-u Teâlâ'nın her şeyi bildiğini, her şeyi gördüğünü, O'nunla olduğunu, O'nunla kâim olduğunu, O'nunla var olduğunu, O'nun her şeyden haberdar olduğunu o zaman herkes anlayacak ve fakat o zamanki anlayış hiçbir fayda vermeyecek.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Medine-i münevvere döneminde nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, Otuz beş kelime ve Yüz kırk dokuz harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de geçen ve "Zelzele" mânâsına gelen "Zilzâl" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre, bir kimse Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek: "Bana özlü bir sûre öğret!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm da ona Zilzâl sûresini öğretti.
O kimse dedi ki: "Seni Hakk din ile gönderen Zât'a yemin ederim ki, buradaki ameller bana yeter! Buna aslâ başka amel ilâve etmeyeceğim!"
O kimse ayrılır ayrılmaz Resulullah Aleyhisselâm:
"Adamcağız kurtuldu!" buyurdu ve bu sözü iki defa tekrar etti. (Ebû Dâvud)
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"İzâ zülzilet sûresi Kur'an'ın dörtte birine denktir." (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de insanın ölümünden sonra dirilişi ve amel defterlerinin kendisine gösterileceği beyan edilmektedir.
İlk beş Âyet-i kerime'de yeniden dirilişin nasıl gerçekleşeceği, o gün yeryüzünün ölüleri dışarıya atacağı, üzerinde ne iyilik ve kötülük olarak yapılmışsa bir bir anlatacağı anlatılmaktadır.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, ahiret gününde insanların gruplar hâlinde hesaba çekileceği, en küçük bile olsa işlenen her iyilik ve kötülüğün mutlaka karşılığı görüleceği belirtilmektedir.
Sur'un Zelzelesi:
Kıyametin kopması insanın hayal bile edemeyeceği kadar şiddetli olacaktır.
Kıyametin numunesi zelzelelerdir. İnsanoğlu zelzeleye karşı koyacak güce sahip değildir, insan böyle bir zamanda aczini idrâk eder. Zelzele hiç bir zaman: "Ben geliyorum!" demez, bir anda ortalığı harabeye çevirir. Gelmesi ile gitmesi bir olur.
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir. İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
"Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!" (Zilzal: 1)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalâde bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, birkaç saniye de olsa şâhit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Allah-u Teâlâ onun gerçekleşmesini murad ettiğinde, önleyecek hiçbir engel olmadığı gibi; onun meydana gelişini yalanlayan, bugünkü yalancılar gibi bir tek yalancı bulunmaz. Azabı açık açık görecekleri için inanırlar.
"Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman." (Zilzâl: 2)
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri, hazineleri, defineleri ve madenleri açığa çıkarır, tamamen boşalır, hiçbir şey gizli kalmaz.
"İnsanın: 'Buna ne oluyor?' dediği zaman." (Zilzâl: 3)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan; imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır. O gün akıl erdiremediği, hesaba katmadığı o korkunç durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır. Bilmiyor ki kıyamet kopmuştur.
"İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir." (Zilzâl: 4)
O topraktan seni yaratıyor, yiyeceğini çıkarıyor ve seni tekrar toprağa yutturuyor. Seni toprakta yürütüyordu, yediriyordu, toprak bu sefer de seni yiyor, eritiyor.
"Çünkü Rabb"in ona konuşmasını emretmiştir." (Zilzâl: 5)
Allah-u Teâlâ'nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
O bütün bu kötülükleri; içki içtiğini, zina yaptığını, hırsızlık yaptığını kimsenin bilmediğini zanneder. Oysa ondan iman alınır, İslâm'dan çıkarılıp atılır. Sıfatı değiştirilip hayvan sıfatına çevirilir, domuz, tilki, köpek... gibi Allah-u Teâlâ dilediği her türlü sıfata koyar. O zanneder ki bu işleri kimse bilmez. Bu işleri yaparken Allah-u Teâlâ'nın da onun kalbini mühürlediğini kimse bilmez.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ına: "Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz?" diye sordu. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
"Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şâhitlik etmesidir. 'Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!' demesidir." (Tirmizî. Kıyâmet, 7)
Hani sen onu toprak olarak görüyordun, ölü zannediyordun? Sen kendin ölü olduğun için öyle zannediyordun. Demek ki yer, yer değilmiş, nur imiş. Amma onu öyle göstermiş. Sen ölüsün ki yer olarak görüyorsun. Ruhu ölenler zaten bilmez, ruhu tekâmül edemeyenler zaten görmez.
Onun aslı nurdu, her şeyden haberdar olduğu gibi, sana o gün bütün yaptığın işleri bir bir haber verecek.
Toprağın her işi emirle yaptığını ancak diri olanlar görürler.
________________________________________________________________________
Zilzâl Sûre-i Şerif'i (2)
İlâhî Divan:
Kıyamet koptuktan sonra insanlar mahşerde toplanırlar ve amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahları ölçtürmek için mizana gelirler. Mizan; amellerin tartılması, iyilerinin kötülerinin belirlenmesi için Allah-u Teâlâ'nın mahşer meydanında ortaya koyacağı terazidir. Orada her şeyin kıymeti, her işin değeri, her sevabın ağırlığı ve her günahın derecesi ölçülür. Her şahıs kendi sevap ve günahının miktarına, mahiyetine vâkıf olur.
"O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar." (Zilzâl: 6)
Herkes ameline göre bölük bölük olur. İman ehli ayrı gruplar, küfür ehli ayrı gruplar hâlinde sevkedilirler, muhasebeye tabi tutulurlar.
Kimisi yüz aklığıyla kimisi yüz karasıyla, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi sevinç, kimisi korku ve dehşet içinde, kimisi mesud, kimisi bedbaht...
Mizan gözle görülen iki gözlü bir terazi olup, bir zerre ile ağır basacak kadar hassastır. Sevapların konacağı sağ kefe pırıl pırıl ve nurludur. Günahların konacağı sol kefe karanlıktır.
Müminin terazi kefesinde öncelikle imanının ağırlığı olacak, bunun yanı sıra sâlih ameller de ağırlık yapacaktır. Kâfirlerin hiçbir iyiliği kötülük kefesini kaldırmayacaktır. Çünkü küfür, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür.
Allah-u Teâlâ'nın adaleti tecellî edecek, ihsan ve ikram ettiği nimetlerin hesabını zerresine varıncaya kadar soracak, herkes bu ilâhî adaletin icabı olarak ya mükâfat veya mücâzat görecektir.
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür." (Zilzâl: 7)
Orada herkes yaptığı büyük ve küçük her türlü iyiliğin karşılığını kat kat görecektir.
Zerre kadar bile olsa gerek her küçük iyiliğin, gerekse her küçük kötülüğün bir ağırlığı ve değeri vardır. Onun içindir ki insan küçük büyük demeyip hiçbir iyiliği terketmemeli, küçük ve büyük her kötülükten şiddetle kaçırmalıdır.
"Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 8)
Yaptığı zerre kadar bir şeyden bile soracak. Kişi inkâra kalktığında ise ağzına mühür vuracak, bütün organları yaptığına bir bir şâhitlik edecekler. Aynı zamanda Kirâmen kâtibin melekleri ağızdan çıkan her sözü, işlenen iyi ve kötü her ameli yazıyorlar, her yapılanın fotoğrafı çekiliyor. Bu yazılan defterler canlı kanlı çıkarak konuşacaklar, kıyamet gününde sahiplerine teslim edilecekler.
Bir mümin bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görecektir. Kötülük yapmışsa ondan da haberdar edilecektir. İyilikleri kötülüklerinden çok ise ilâhî bir lütuf olarak o kötülükleri affa uğrayabilir veya onun cezâsını dünyada iken görmüş bulunur.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- bir defasında Resulullah Aleyhisselâm'la yemek yiyorlardı. O esnâda bu Âyet-i kerime nâzil oldu. Yemekten hemen el çekti ve: "Yâ Resulallah! Ben, benden sâdır olan zerre kadar kötülüğün de karşılığını görecek miyim?" diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Ey Ebu Bekir! Dünyada hoşunuza gitmeyen hadiselerle karşı karşıya geliyorsunuz. Onlar senden sâdır olan küçük kötülüklere cezâdır. Sizin zerre kadar iyiliğiniz ahirete saklanır." (Taberânî)
Bir kafir ise iyilik yaparsa, o iyiliği iman dahilinde olmadığı için Allah katında makbul değildir, ona ahirette hiçbir mükâfat verilmeyecektir. Kendisini hiçbir zaman azaptan kurtaramaz. O iyiliğin mükâfatını dünyada görmüş olur. Kâfir olduğu halde ahirete giden her kişi ebedî olarak cehennem azabına uğrayıp duracaktır.
Allah-u Teâlâ'nın her şeyi bildiğini, her şeyi gördüğünü, O'nunla olduğunu, O'nunla kâim olduğunu, O'nunla var olduğunu, O'nun her şeyden haberdar olduğunu o zaman herkes anlayacak ve fakat o zamanki anlayış hiçbir fayda vermeyecek.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh