Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (43)
Cennet Bahçesi
Mayıs 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i öğrendin!
Neyi öğrendin?
Onu yalnız Hazret-i Allah'ın bilebileceğini öğrendin. Başka hiçbir ferdin onu bilemeyeceğini öğrendin. Tabi bunların hepsinde gizli gizli manalar vardır.
Yalnız onu Yaratan bilir, yalnız O bilir. Çünkü onu yarattı, o nurdan mükevvenatı donattı. Mükevvenatı donatırken her zerreye ondan hayat verdi. Bunu kim bilecek? Her zerreye ondan hayat verdi.
Âyet-i kerime'ye dikkat ettiğiniz zaman bunu insan görür, bulur ama bu Âyet-i kerime'yi kim tetkik edecek?
"Resul'üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)
O rahmet hayattır, her zerreye, her kürreye, arşa da hayat verdi, kürsiye de hayat verdi, kaleme de hayat verdi. O nurun hayatı ona hayat verdi. Kim bilecek bunu? Herkes Abdullah oğlu Muhammed olarak biliyor... Ama bu kadar biliyor işte!..
•
"Geçmiş ve geleceklerin ilmini özünde toplayan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün gayp âleminin hazinesi oldu. Hep bilerek ve görerek konuşuyordu. Ashâb-ı kiram'dan kimlerin şehit olacaklarını, gidecekleri yeri bile görüyordu.
Ümmetinin kıyamete kadar nelerle karşılaşacaklarını bilip, bir bir haber veriyordu. Ahiretteki durumlarını, kabir, mahşer, mizan, sırat, cennet ve cehennem ahvalini de haber veriyordu.
Huzeyfe bin Esid -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Akşamleyin şu odanın yanında ümmetim bana gösterildi. Öyle ki ümmetimden her bir kişiyi birinizin arkadaşınızı tanıdığından daha fazla tanırım."
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyor:
"Rabb'im bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omuzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti."
Yani; "Allah-u Teâlâ'nın göstermesiyle ve bildirmesiyle her şeyi biliyorum; ümmetimi de tek tek tanıyorum, ne yapacaklarını da biliyorum!" buyuruyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Biliniz ki Resulullah aranızdadır." (Hucurat: 7)
Değil Resulullah Aleyhisselam, onun vekili dahi böyledir.
Zira Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-Hafâ)
Niçin? Onun vekili olduğu için...
O ölmüş amma, ruhu ve ruhâniyeti ölmemiştir, askerleri de ölmemiştir. On kişi, yirmi kişi, kırk kişi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nın izniyle muradlarına erdirir.
Çünkü ölmediler. "İstimdat et, yardım edecek, cevap verecek sana." buyuruyor. Niçin? Ölmediği için. Elbise öldü, amma ruhâniyet ölmedi.
Kabir ehlinden nasıl istimdat edilir? Ruhu alınmış, kabre konmuş, böyle bir kimseden nasıl yardım istenir? Ruh alınmış amma, diğer insanlarda bulunmayan yalnız onda bulunan iki ruh vardır. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nın takviye ettiği ruhâniyet kaldı. Kudsî ruh bu işi yapıyor. İstimdat edenlere yetişen işte bu ruhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardım isteyenlerin yardımına yetişir.
•
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
"Cennet bahçesine uğradığınız zaman meyvelerinden yiyiniz.
– Yâ Resulellah! Cennet bahçesinden murad nedir?
Zikrullah için teşkil edilen halkadır." (Tirmizî)
Yani; "Siz cennet bahçesine uğradığınız zaman oturmamazlık yapmayın!" buyuruyorlar.
Şimdi bu Hadis-i şerif'i düşünmeden söylemek güzel ama manası çok derin. Sırf Allah için toplanmış, gerçek manada Hazret-i Allah'ı birlemek, sevmek, övmek niyetiyle "Lâ ilâhe illallâh" demek; yaratılanlar "Lâ"dan ibaret Yaratan'a sonsuz şükürler olsun demektir. O zaman "Lâ"lar yok olup, Var olan husule geldiği zaman sen O'nunla berabersin. İşte cennet-i alâ'dasın be yahu!
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır." buyurmuştur.
Mârifetullah ehli cenneti alâ'ya muhtaç değildir. Niçin? Hakk ile olanın cennet ile ne işi var?
Binaanaleyh Yunus Emre Hazretleri buraya değinmiş:
"Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle, birkaç huri,
İsteyene ver sen anı,
Bana seni gerek seni."
Demek ki Yunus Emre Hazretleri'nin de cennet ile değil de Cemâlullah ile işi varmış. Bunun için; insan Hakk'a kavuşmak için sevdiklerini atmazsa buna nail olamaz. Ama Allah-u Teâlâ Zât'ını hissettirirse, kalbinin kilidini açar, muhabbetini ve nurunu akıtırsa, O'nunla beraber olursan; dünyada da, kabirde de, ahirete de, cennet-i alâ'da da O'nunla olursun. O'nunla olmak ne büyük bir şereftir. Allah'ım bu şerefin en üstününe nail etsin."
•
– "Efendim! Rüyâmda Kur'an-ı kerim Âyetleri'nin nurdan yazılı olarak bir çember şeklinde gökyüzünde fırıl fırıl döndüğünü gördüm."
– Size diyorlar ki: "Hazret-i Kur'an'ın hudutları içinde kalın, onun içinde dönün, onun ahkâmı dışına çıkmayın!"
•
– "Efendim! Veysel Karanî Hazretleri'nin bilinen on adet kabri var, acaba aslı hangisi?"
– Efendim onlar onun makamlarıdır. Bakın şöyle izah edelim:
Bir veli dünyada iken aynı anda birkaç yerde görülebiliyor. Hayatta bu böyle olursa ölümden sonra ruh birçok makamlarda bulunabilir.
•
– Efendim! Notlar'da bir beyanınız var:
"Bu dünyanın şekerini de ahiretin balını da uzaklaştıralım kendimizden. Bu sevginin içine menfaat girmeyecek." buyuruyorsunuz.
– Bu dünyada şeker gibi gözüken maddî ve mânevî bazı menfaatleri kabul etmemeliyiz. Yaptığımız rızâ-i Bârî için olmalıdır. Cennet için veya dünya malı sevgisi için olmamalıdır.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde:
"Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız." buyuruyor. (Kaff: 16)
Bu böyle olduğu halde biz bunu görüyor muyuz? Hayır! Niçin? Çünkü benlik var. Benlik zerreye kadar erimedikçe bu Âyet-i kerime'nin sırrı çözülmez, hakikati bilinmez.
•
"Emr-i bil'ma'rûf nehy-i anil'münker" cihadın efdalidir. Bir kimse kötülüğü kaldırmaya muktedir olduğu halde mâni olmazsa, ona ortak olur. Bir gıybet duyup müdafaa etmezse, gıybete iştirak etmiş olur. Bütün ahkâm-ı İlâhî böyledir.
Hırsız ile emin, doğru ile yalancı, mütekkebbir ile mütevâzî, iffetli ile zâni, cimri ile cömert, zâlim ile âdil, âlim ile câhil, gaddar ile merhametli, sâlih ile fâsık, mümin ile kâfir arasında fark olacaktır.
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (43)
Cennet Bahçesi
Mayıs 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i öğrendin!
Neyi öğrendin?
Onu yalnız Hazret-i Allah'ın bilebileceğini öğrendin. Başka hiçbir ferdin onu bilemeyeceğini öğrendin. Tabi bunların hepsinde gizli gizli manalar vardır.
Yalnız onu Yaratan bilir, yalnız O bilir. Çünkü onu yarattı, o nurdan mükevvenatı donattı. Mükevvenatı donatırken her zerreye ondan hayat verdi. Bunu kim bilecek? Her zerreye ondan hayat verdi.
Âyet-i kerime'ye dikkat ettiğiniz zaman bunu insan görür, bulur ama bu Âyet-i kerime'yi kim tetkik edecek?
"Resul'üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)
O rahmet hayattır, her zerreye, her kürreye, arşa da hayat verdi, kürsiye de hayat verdi, kaleme de hayat verdi. O nurun hayatı ona hayat verdi. Kim bilecek bunu? Herkes Abdullah oğlu Muhammed olarak biliyor... Ama bu kadar biliyor işte!..
•
"Geçmiş ve geleceklerin ilmini özünde toplayan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün gayp âleminin hazinesi oldu. Hep bilerek ve görerek konuşuyordu. Ashâb-ı kiram'dan kimlerin şehit olacaklarını, gidecekleri yeri bile görüyordu.
Ümmetinin kıyamete kadar nelerle karşılaşacaklarını bilip, bir bir haber veriyordu. Ahiretteki durumlarını, kabir, mahşer, mizan, sırat, cennet ve cehennem ahvalini de haber veriyordu.
Huzeyfe bin Esid -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Akşamleyin şu odanın yanında ümmetim bana gösterildi. Öyle ki ümmetimden her bir kişiyi birinizin arkadaşınızı tanıdığından daha fazla tanırım."
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyor:
"Rabb'im bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omuzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı. Ayrıca bana çeşitli ilimleri de öğretti."
Yani; "Allah-u Teâlâ'nın göstermesiyle ve bildirmesiyle her şeyi biliyorum; ümmetimi de tek tek tanıyorum, ne yapacaklarını da biliyorum!" buyuruyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Biliniz ki Resulullah aranızdadır." (Hucurat: 7)
Değil Resulullah Aleyhisselam, onun vekili dahi böyledir.
Zira Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfül-Hafâ)
Niçin? Onun vekili olduğu için...
O ölmüş amma, ruhu ve ruhâniyeti ölmemiştir, askerleri de ölmemiştir. On kişi, yirmi kişi, kırk kişi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nın izniyle muradlarına erdirir.
Çünkü ölmediler. "İstimdat et, yardım edecek, cevap verecek sana." buyuruyor. Niçin? Ölmediği için. Elbise öldü, amma ruhâniyet ölmedi.
Kabir ehlinden nasıl istimdat edilir? Ruhu alınmış, kabre konmuş, böyle bir kimseden nasıl yardım istenir? Ruh alınmış amma, diğer insanlarda bulunmayan yalnız onda bulunan iki ruh vardır. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nın takviye ettiği ruhâniyet kaldı. Kudsî ruh bu işi yapıyor. İstimdat edenlere yetişen işte bu ruhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardım isteyenlerin yardımına yetişir.
•
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
"Cennet bahçesine uğradığınız zaman meyvelerinden yiyiniz.
– Yâ Resulellah! Cennet bahçesinden murad nedir?
Zikrullah için teşkil edilen halkadır." (Tirmizî)
Yani; "Siz cennet bahçesine uğradığınız zaman oturmamazlık yapmayın!" buyuruyorlar.
Şimdi bu Hadis-i şerif'i düşünmeden söylemek güzel ama manası çok derin. Sırf Allah için toplanmış, gerçek manada Hazret-i Allah'ı birlemek, sevmek, övmek niyetiyle "Lâ ilâhe illallâh" demek; yaratılanlar "Lâ"dan ibaret Yaratan'a sonsuz şükürler olsun demektir. O zaman "Lâ"lar yok olup, Var olan husule geldiği zaman sen O'nunla berabersin. İşte cennet-i alâ'dasın be yahu!
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır." buyurmuştur.
Mârifetullah ehli cenneti alâ'ya muhtaç değildir. Niçin? Hakk ile olanın cennet ile ne işi var?
Binaanaleyh Yunus Emre Hazretleri buraya değinmiş:
"Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle, birkaç huri,
İsteyene ver sen anı,
Bana seni gerek seni."
Demek ki Yunus Emre Hazretleri'nin de cennet ile değil de Cemâlullah ile işi varmış. Bunun için; insan Hakk'a kavuşmak için sevdiklerini atmazsa buna nail olamaz. Ama Allah-u Teâlâ Zât'ını hissettirirse, kalbinin kilidini açar, muhabbetini ve nurunu akıtırsa, O'nunla beraber olursan; dünyada da, kabirde de, ahirete de, cennet-i alâ'da da O'nunla olursun. O'nunla olmak ne büyük bir şereftir. Allah'ım bu şerefin en üstününe nail etsin."
•
– "Efendim! Rüyâmda Kur'an-ı kerim Âyetleri'nin nurdan yazılı olarak bir çember şeklinde gökyüzünde fırıl fırıl döndüğünü gördüm."
– Size diyorlar ki: "Hazret-i Kur'an'ın hudutları içinde kalın, onun içinde dönün, onun ahkâmı dışına çıkmayın!"
•
– "Efendim! Veysel Karanî Hazretleri'nin bilinen on adet kabri var, acaba aslı hangisi?"
– Efendim onlar onun makamlarıdır. Bakın şöyle izah edelim:
Bir veli dünyada iken aynı anda birkaç yerde görülebiliyor. Hayatta bu böyle olursa ölümden sonra ruh birçok makamlarda bulunabilir.
•
– Efendim! Notlar'da bir beyanınız var:
"Bu dünyanın şekerini de ahiretin balını da uzaklaştıralım kendimizden. Bu sevginin içine menfaat girmeyecek." buyuruyorsunuz.
– Bu dünyada şeker gibi gözüken maddî ve mânevî bazı menfaatleri kabul etmemeliyiz. Yaptığımız rızâ-i Bârî için olmalıdır. Cennet için veya dünya malı sevgisi için olmamalıdır.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde:
"Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız." buyuruyor. (Kaff: 16)
Bu böyle olduğu halde biz bunu görüyor muyuz? Hayır! Niçin? Çünkü benlik var. Benlik zerreye kadar erimedikçe bu Âyet-i kerime'nin sırrı çözülmez, hakikati bilinmez.
•
"Emr-i bil'ma'rûf nehy-i anil'münker" cihadın efdalidir. Bir kimse kötülüğü kaldırmaya muktedir olduğu halde mâni olmazsa, ona ortak olur. Bir gıybet duyup müdafaa etmezse, gıybete iştirak etmiş olur. Bütün ahkâm-ı İlâhî böyledir.
Hırsız ile emin, doğru ile yalancı, mütekkebbir ile mütevâzî, iffetli ile zâni, cimri ile cömert, zâlim ile âdil, âlim ile câhil, gaddar ile merhametli, sâlih ile fâsık, mümin ile kâfir arasında fark olacaktır.