Kâria Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i Mükerreme döneminde Kureyş sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. On bir Âyet-i kerime, yirmi sekiz kelime ve yüz yirmi harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de geçen ve "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. Bu kelime aynı zamanda kıyamet gününün isimlerinden birisi olarak kabul edilir.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle, kıyamet gününün dehşetten yürekleri yerinden oynatan Âyet-i kerime'lerle başlar.
İlk beş Âyet-i kerime'de kıyametin korkunç safhasında insanın ve dağların durumu anlatılmaktadır.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, ahiret gününde tartıları ağır gelen bahtiyar müminlerin mutlu bir hayata erecekleri; tartıları hafif gelenlerin de kızgın bir ateş uçurumuna atılacakları haber verilmektedir.
Çarpacak Olan Felâket:
Kur'an-ı kerim'de kıyametin kopma hadisesi, sergileyeceği görüntülere ve taşıyacağı özelliğe göre "Kıyamet", "Saat", "Zilzâl"... gibi isimlerle anlatılmıştır. "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" da bu cümledendir.
"Çarpacak olan felâket! Nedir o çarpacak olan felâket? O çarpacak olan felâketin ne olduğunu bilir misin?" (Kâria: 1-2-3)
Kıyametin korkunç ve tüyler ürpertici bir şiddetle ses çıkartıp, gök gürlemesinden daha kuvvetli bir gürültü ve yıldırım hızından da daha hızlı bir şekilde ansızın kopacağı tasvir edilirken "Kâria" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin üç defa açıkça tekrarlanması, o korkutmayı desteklemek, dehşetini pekiştirmek içindir.
İnsanların başına, tarifi mümkün olmayacak kadar korkunç bir felâket inmiş olacak. O felâketin korkunçluğu hayal bile edilemez, ayne'l-yakîn görülmedikçe şiddet ve dehşetinin büyüklüğünü hiçbir akıl kavrayamaz.
"O gün insanlar ateşe çarpıp dökülen pervaneler gibi olur." (Kâria: 4)
Dehşet içinde bocalayan insanlar o günde ne tarafa gideceklerini bilemeyip, görülmedik sıkıntılarla şaşkın bir hâlde birbirine karışırlar, pervane diye bilinen küçük kelebekler gibi her biri bir tarafa gider gelirler.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalayacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatır, herkes kendi derdine düşer. Dünya hayatının sonu işte budur!
"Dağlar atılmış renkli yün gibi olur." (Kâria: 5)
Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar.
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.
O günü inkâr edenler, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk'a yanaşmaz ve Hakk'ı kabul etmezler.
___________________________________________________________________________
Kâria Sûre-i Şerif'i (2)
Tartıları Ağır Gelenler:
Allah-u Teâlâ'nın kudretinin, adaletinin bir büyük tecellîsi olmak üzere, o gün insanların amelleri tartılırken, dereceleri ve mahiyetleri umuma karşı meydana çıkarılırken; imanı ve sâlih amelleri sebebiyle tartıları ağır gelenler, gazab-ı ilâhîye uğramayacaklar, her türlü korku ve azaplardan emin olacaklar, nâmütenahi sevaplara nâil olacaklar.
"Tartıları ağır gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır." (Kâria: 6-7)
Ki, bu çok büyük bir mutluluk alâmetidir.
Tartılan ameller her ne kadar cisim değilse de, Allah-u Teâlâ onları cisim hâline getirir. İyilikler nurânî, kötülükler zulmânî birer cisim suretinde tartılırlar. Hak ağırdır, bâtıl ise hafiftir.
İmanlarının sadakat ve kemâlinden, amellerinin güzellik ve cemâlinden, ihlâs ve samimiyetlerinden dolayı müminlerin tartıları ağır gelmiş, neticeler belli olmuş, umuma ilân edilmiş, cennete girecekleri kesinleşmiş, gözler parıl parıl parlıyor.
Tartıları Hafif Gelenler:
Kötülerin hesaba çekilmeleri çok zor olacaktır.
Ulvi hayata yönelmeyip sufli bir hayat süren, dâvete kulak asmayan, emir-yasak dinlemeyen kimselerin yaptığı yanına kâr kalmayacak, herkes amelinin cezasını görecek ve hak yerini bulacaktır.
"Tartıları hafif gelenler ise, onların anası (varacakları yer) Hâviye'dir." (Kâria: 8-9)
Cennet nasıl ki sâlih amelleri ağır gelenlerin ana yurdu ve ana kucağı ise, cehennem de kötülükleri ağır gelenlerin ana kucağı mesabesindedir.
Bir çocuk anasının kucağına sığınıp korunduğu gibi, suçlular için de ahirette cehennemden başka bir kucak olmayacaktır. Anne çocuğuna kucak açtığı gibi, cehennem de onlara kucak açacaktır.
Tepetakla, kafa üstü cehennem uçurumuna düşüp yuvarlanırlar. Sığınıp barınacakları en şefkatli anası Hâviye'den ibarettir. Orada: "Anacığım anacığım!" der durururlar.
"Hâviye'nin ne olduğunu sen bilir misin? O kızgın bir ateştir!" (Kâria: 10-11)
Ateş zaten kızgın demek olduğu halde "Nâr" denildikten sonra Allah-u Teâlâ'nın bir de kızgın mânâsına gelen "Hâviye" kelimesi ile vasıflandırması "Hâviye"nin çok şiddetli olduğuna o hararetin cehennemin diğer tabakalarında bulunmaz bir derecede yakıcı olduğuna işaret etmektedir.
Yüzleri dağlayan, ciltleri kavuran kızgınlıkta öyle bir ateş ki, bilinen sıcaklık sınırını aşmıştır. Diğer ateşler onun yanında pek hafif kalır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i Mükerreme döneminde Kureyş sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. On bir Âyet-i kerime, yirmi sekiz kelime ve yüz yirmi harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de geçen ve "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. Bu kelime aynı zamanda kıyamet gününün isimlerinden birisi olarak kabul edilir.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle, kıyamet gününün dehşetten yürekleri yerinden oynatan Âyet-i kerime'lerle başlar.
İlk beş Âyet-i kerime'de kıyametin korkunç safhasında insanın ve dağların durumu anlatılmaktadır.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, ahiret gününde tartıları ağır gelen bahtiyar müminlerin mutlu bir hayata erecekleri; tartıları hafif gelenlerin de kızgın bir ateş uçurumuna atılacakları haber verilmektedir.
Çarpacak Olan Felâket:
Kur'an-ı kerim'de kıyametin kopma hadisesi, sergileyeceği görüntülere ve taşıyacağı özelliğe göre "Kıyamet", "Saat", "Zilzâl"... gibi isimlerle anlatılmıştır. "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" da bu cümledendir.
"Çarpacak olan felâket! Nedir o çarpacak olan felâket? O çarpacak olan felâketin ne olduğunu bilir misin?" (Kâria: 1-2-3)
Kıyametin korkunç ve tüyler ürpertici bir şiddetle ses çıkartıp, gök gürlemesinden daha kuvvetli bir gürültü ve yıldırım hızından da daha hızlı bir şekilde ansızın kopacağı tasvir edilirken "Kâria" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin üç defa açıkça tekrarlanması, o korkutmayı desteklemek, dehşetini pekiştirmek içindir.
İnsanların başına, tarifi mümkün olmayacak kadar korkunç bir felâket inmiş olacak. O felâketin korkunçluğu hayal bile edilemez, ayne'l-yakîn görülmedikçe şiddet ve dehşetinin büyüklüğünü hiçbir akıl kavrayamaz.
"O gün insanlar ateşe çarpıp dökülen pervaneler gibi olur." (Kâria: 4)
Dehşet içinde bocalayan insanlar o günde ne tarafa gideceklerini bilemeyip, görülmedik sıkıntılarla şaşkın bir hâlde birbirine karışırlar, pervane diye bilinen küçük kelebekler gibi her biri bir tarafa gider gelirler.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalayacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatır, herkes kendi derdine düşer. Dünya hayatının sonu işte budur!
"Dağlar atılmış renkli yün gibi olur." (Kâria: 5)
Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar.
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.
O günü inkâr edenler, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk'a yanaşmaz ve Hakk'ı kabul etmezler.
___________________________________________________________________________
Kâria Sûre-i Şerif'i (2)
Tartıları Ağır Gelenler:
Allah-u Teâlâ'nın kudretinin, adaletinin bir büyük tecellîsi olmak üzere, o gün insanların amelleri tartılırken, dereceleri ve mahiyetleri umuma karşı meydana çıkarılırken; imanı ve sâlih amelleri sebebiyle tartıları ağır gelenler, gazab-ı ilâhîye uğramayacaklar, her türlü korku ve azaplardan emin olacaklar, nâmütenahi sevaplara nâil olacaklar.
"Tartıları ağır gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır." (Kâria: 6-7)
Ki, bu çok büyük bir mutluluk alâmetidir.
Tartılan ameller her ne kadar cisim değilse de, Allah-u Teâlâ onları cisim hâline getirir. İyilikler nurânî, kötülükler zulmânî birer cisim suretinde tartılırlar. Hak ağırdır, bâtıl ise hafiftir.
İmanlarının sadakat ve kemâlinden, amellerinin güzellik ve cemâlinden, ihlâs ve samimiyetlerinden dolayı müminlerin tartıları ağır gelmiş, neticeler belli olmuş, umuma ilân edilmiş, cennete girecekleri kesinleşmiş, gözler parıl parıl parlıyor.
Tartıları Hafif Gelenler:
Kötülerin hesaba çekilmeleri çok zor olacaktır.
Ulvi hayata yönelmeyip sufli bir hayat süren, dâvete kulak asmayan, emir-yasak dinlemeyen kimselerin yaptığı yanına kâr kalmayacak, herkes amelinin cezasını görecek ve hak yerini bulacaktır.
"Tartıları hafif gelenler ise, onların anası (varacakları yer) Hâviye'dir." (Kâria: 8-9)
Cennet nasıl ki sâlih amelleri ağır gelenlerin ana yurdu ve ana kucağı ise, cehennem de kötülükleri ağır gelenlerin ana kucağı mesabesindedir.
Bir çocuk anasının kucağına sığınıp korunduğu gibi, suçlular için de ahirette cehennemden başka bir kucak olmayacaktır. Anne çocuğuna kucak açtığı gibi, cehennem de onlara kucak açacaktır.
Tepetakla, kafa üstü cehennem uçurumuna düşüp yuvarlanırlar. Sığınıp barınacakları en şefkatli anası Hâviye'den ibarettir. Orada: "Anacığım anacığım!" der durururlar.
"Hâviye'nin ne olduğunu sen bilir misin? O kızgın bir ateştir!" (Kâria: 10-11)
Ateş zaten kızgın demek olduğu halde "Nâr" denildikten sonra Allah-u Teâlâ'nın bir de kızgın mânâsına gelen "Hâviye" kelimesi ile vasıflandırması "Hâviye"nin çok şiddetli olduğuna o hararetin cehennemin diğer tabakalarında bulunmaz bir derecede yakıcı olduğuna işaret etmektedir.
Yüzleri dağlayan, ciltleri kavuran kızgınlıkta öyle bir ateş ki, bilinen sıcaklık sınırını aşmıştır. Diğer ateşler onun yanında pek hafif kalır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh