MUTAFFİFİN SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Otuz altı Âyet-i kerime, yüz altmış dokuz kelime ve yedi yüz otuz harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen "Mutaffifîn" kelimesinden alır.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de, umumiyetle insanların zihinlerine ahiret düşüncesinin yerleştirilmesi mevzu edilmektedir.
Yedinci Âyet-i kerime'ye kadar ölçü ve tartıda hile yapanların ne büyük bir suç işledikleri anlatılmakta, bunları yapanların kötü âkıbetleri beyan edilmektedir.
On sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar kötülerin amel defterlerinin durumu ve ahirette karşılaşacakları cezâlar gözler önüne serilmektedir.
Yirmi dokuzuncu Âyet-i kerime'ye kadar, iyilerin amel defterlerinin durumu ve ahirette kendilerini bekleyen mükâfatlar tasvir edilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, bugün inananları hor ve hakir görenlerin yarın da ahirette hor ve hakir görülecekleri, müminlerin onların bu hazin âkıbetlerini gördükçe gülecekleri beşeriyete ilân edilmektedir.
Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar:
İslâm dininde ölçü ve tartıyı tam tutmak farzdır, doğru terazi ile tutmak ilâhî bir emirdir.
Aldatma, haksızlık, yalan gibi kötü davranışlar yasaklanmış ve böylece alış-verişin dinî ve ahlâkî temelleri ortaya konulmuştur.
Ticaretin temeli doğruluk ve iyiliktir. Alıcı ve satıcının gönül rızâları, fiyat hususunda insaf ve itidalden ayrılmamaları, karaborsacılık yapılmaması, haram ve helâl hudutlarına riâyet olunması; fâizcilikten, ölçü ve tartıda hile yapmaktan, aldatmaktan, yalan söylemekten, yemin etmekten, haddinden fazla pahalıya satmaktan kaçınılması... gibi kaideler, ticaret hayatının mühim şartlarındandır.
Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı meşru kâr, az da olsa çok da olsa elbette daha hayırlı ve feyizlidir.
Ticari hayatta, aynı zamanda kul hakkı da bahis mevzuudur. Bu ise şirkten sonra günahların en ağırı, ödenmediği taktirde affedilmeyenidir.
Helâl kazanç temin etmek için çalışıp kazanmak farz olduğu gibi, alışverişle uğraşan her müslümanın ticâri muamelelerle alâkalı lüzumlu bilgileri de öğrenmesi farzdır.
Allah-u Teâlâ ölçü ve tartıda hile yapanların ahirette şiddetli azap göreceklerini Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline!" (Mutaffifîn: 1)
Yazıklar olsun onlara, defalarca yazıklar olsun! Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar!
"Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar." (Mutaffifîn: 2)
Alırken daha çok kendi menfatlerini düşünürler, hile yaparak malı fazlasıyla alırlar.
"Kendileri, onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar." (Mutaffifîn: 3)
Alıcı oldukları zaman tam aldıkları gibi, satıcı olduklarında ise noksanına vererek, haksız kazanç elde ederler.
Fazla kâr elde etmek için alırken fazla almak, satarken ölçü ve tartıda eksik ölçüp tartmak, haram kazanç yollarındandır ve bir nevi hırsızlıktır.
"Onlar, büyük bir günde tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı?" (Mutaffifîn: 1-5)
Yaptıklarından dolayı insanların hesaba çekileceği o "Büyük gün"ün ve o gündeki korkuların büyüklüğünü ve dehşetini tasavvur etmek mümkün değildir. Onlar, orada hardal tanesi, hatta zerre kadar olan şeylerden bile hesaba çekileceklerdir.
"O gün insanlar, âlemlerin Rabb'inin huzurunda divan dururlar." (Mutaffifîn: 6)
O gün suçlular için çok sıkıcı ve sıkıntılı bir gündür. Artık gaflet perdesi ile kapanmış olan gözler açılmış, gizli kalan hakikatler zuhur etmiş, bütün açıklığı ile ortaya dökülmüş, bütün anlaşmazlıklar çözümlenip karara bağlanmıştır.
Hiçbir kimsenin kaçacak bir yeri yoktur ve hiçbir fert unutulmaz.
Öyle bir gün ki; inananla inanmayanı, itaatkârla isyankârı, şükredenle nankörü, zulmedenle zulme uğrayanı orada ayıracak, iyileri mükâfatlandırıp kötüleri cezalandıracak, dilediğini de bağışlayacaktır.
Kötülerin Amel Defterleri:
Amel defterlerinin önemini ifade etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Gerçek şu ki, kötülük yapanların yazısı Siccîn'dedir." (Mutaffifîn: 7)
Aşağıların aşağısında, kötülerin amel divanında kayıtlıdır. Yaptıkları kötülüklerin cezâsı olarak buna müstehak olmuşlardır.
"Siccîn'in ne olduğunu bilir misin?" (Mutaffifîn: 8)
Siccîn'in ne olduğunu bir kimsenin tam kavraması mümkün değildir. Şu kadar var ki; bu kitabı görenler, onda hiçbir hayır olmadığını, sahibinin de büyük bir felâkete uğrayacağını anlarlar.
"O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır." (Mutaffifîn: 9)
Hiçbir şey unutulmaz, hiçbir şey noksan bırakılmaz.
"O gün yalanlayanların vay hâline!" (Mutaffifîn: 10)
Onlar ne korkunç azaplara maruz kalacaklardır.
"Onlar, din gününü yalanlarlar." (Mutaffifîn: 11)
İmansızlıklarından ve yaptıkları kötülüklerden dolayı hiçbir ceza görmeyeceklerini sanırlar.
"Onu ancak haddi aşan (hükümleri çiğneyen) ve günaha dalan kimseler yalanlar." (Mutaffifîn: 12)
Şehvetlerine ve keyiflerine düşkün olmalarından dolayı cezaya ve ceza gününe inanmak hoşlarına gitmez.
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: 'Eskilerin masalları!' der." (Mutaffifîn: 13)
Böyle câhilce bir iddiâya cüret gösterir. Çünkü o, nefsini ilâh edinmiştir ve dizginleri de şeytanın elindedir.
"Hayır! Onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırıp körletmiştir." (Mutaffifîn: 14)
Yaptıkları isyan ve azgınlıklar, aynayı kaplayan pas gibi kalplerini karartmıştır.
Nitekim bu hususta Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul bir hata işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tevbe ve istiğfar edip vazgeçerse kalbi cilâlanır. Şayet günahı artırırsa siyah nokta da artar ve bütün kalbi kaplar.
İşte bu Âyet'teki paslanma budur." (Tirmizî)
Günah sebebiyle kalplerin üzerine bir perde çekilir. Günahlarda ısrar edildikçe bu perde kalınlaşır ve kalbin her tarafını kaplar, kalp giderek hassasiyetini kaybeder; iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ayırdedemez hale gelir.
Cehennemlikler için en acı şey cennet saâdetinden ve Allah-u Teâlâ'yı görmekten mahrum kalmaktır.
"Hayır! Muhakkak ki onlar, o gün Rabb'lerini görmekten mahrum kalacaklardır." (Mutaffifîn:15)
Dünyada marifetullahtan mahrum kaldıkları gibi, ahirette de Cemâlullah'tan mahrum olmakla da kalmazlar, cehennem azabı ile cezalandırılırlar.
Allah-u Teâlâ onları cemâlinden mahrum bıraktığı gibi, onlarla lütufla konuşmayacak, rahmet nazarı ile bakmayacak, hiçbir şekilde iltifat etmeyecek. Onların rahmet-i ilâhiden payları ve kısmetleri yoktur.
"Sonra onlar, muhakkak cehenneme gireceklerdir." (Mutaffifîn: 16)
O ateşe girmekle kalmayıp, onun elem verici azabını tadacaklardır. Artık kurtuluş bulmalarına imkân ve ihtimal kalmaz.
"Sonra da onlara: 'İşte yalanlayıp durduğunuz şey budur!' denilecektir." (Mutaffifîn: 17)
Siz dünyada bu azabı yalanlıyor ve onun meydana gelmesini inkâr ediyordunuz.
__________________________________________________________________________
MUTAFFİFİN SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İyilerin Amel Defterleri:
Dereceler katetmiş sâlih müminlerin amel defterlerine gelince;
"Şüphesiz ki, iyilerin yazısı İlliyyîn'dedir." (Mütaffifîn: 18)
Onların iyi amellerinin kayda geçirildiği sayfalar, en şerefli makamda, en yüce divanda kayıtlıdır.
"İlliyyîn'in ne olduğunu bilir misin?" (Mütaffifîn: 19)
Siccîn'in ne olduğunu bir kimsenin tam kavraması mümkün olmadığı gibi, İlliyyîn'in ne olduğunu da bir kimsenin tam kavraması mümkün değildir. Şu kadar var ki, bu kitabı görenler onda çok büyük bir hayır olduğunu, sahibinin büyük bir saâdete ereceğini anlarlar.
"O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır." (Mütaffifîn: 20)
Tescil edilmiştir, apaçıktır ve nettir.
"Mukarrebler (Allah'a yakın olanlar) ona şâhit olurlar." (Mütaffifîn: 21)
Mukarreb melekler onu müşâhede ederler ve koruma altında tutarlar.
"Şüphesiz ki iyiler nimet cennetindedirler." (Mutaffifîn: 22)
Cennetlerdeki nimetler, orada bulunan herkesi doyasıya ihata eden nimetlerdir. Her şey Allah-u Teâlâ'nın kudret eliyle hazırlanmıştır. Bunların vasıflarını bütünüyle anlamamız veya kavramamız imkânsızdır. Allah-u Teâlâ kullarının anlamalarına kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini anarak haber vermektedir.
"Koltuklar üzerinde etrafı seyrederler." (Mutaffifîn: 23)
Huzur ve emniyet içinde oturacakları yüksekçe tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir.
Diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler. Taraf-ı ilâhîden kendilerine ikram ve ihsan olunan güzelliklere zevkle baktıkları gibi, oturdukları yerden kâfirlerin nasıl azap ve işkence gördüklerini de seyrederler. Çünkü o azaplardan kurtulduklarını görmek, sevinçlerini daha da artırır.
"Yüzlerinde nimetin ve mutluluğun sevincini görürsün." (Mutaffifîn: 24)
Cennetin göz ve gönül dolduran nimetleri karşısında hayran kalırlar. Ruhen ve cismen nurlanırlar. Yüzlerindeki beşaşeti, onlara bakan herkes görür.
Tesnim Karışımlı Cennet Şarabı:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde "Ebrâr" adı verilen müminlere bahşedilecek ikram ve ihsanları arzederken şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü, saf bir içki içirilir. Sonunda misk kokusu bırakır." (Mutaffifîn: 25-26)
Onun içine hiçbir şey karışmamıştır, tortusu yoktur. Allah-u Teâlâ onlara o içkiyi öyle güzelleştirmiştir ki, sonunda misk gibi olur. Mühürlü olması, içecek olanların şerefini artırmak içindir. Bu mühürleri ancak kendileri açabileceklerdir. Bu ise ona ihtimam gösterildiğini belirtir.
Çünkü onlar, dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih ettiler, yalnız O'na ihtimam gösterdiler. Allah-u Teâlâ da bunu bildiği için bu ikramı yalnız onlara yapıyor.
Böyle pek nefis bir nimete nâil olanlara elbette imrenmek gerekir.
"Yarışanlar bunun için yarışsınlar, imrenenler buna imrensinler." (Mutaffifîn: 26)
Asıl imrenmenin dünyada iken olması gerekir. Ebrâr'ın Allah-u Teâlâ'ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine bağlılığına imren ki, bu lütuf ve ihsana nâil ve mazhar olasın.
Âyet-i kerime'de geçen saf içkinin bir vasfı da:
"Onun karışımı Tesnîm'dendir." (Mutaffifîn: 27)
"Tesnîm"; cennet içkilerinin en güzeli, en üstünü ve en değerlisidir. Cennetin gayet yüksek yerlerinden geldiği için Tesnîm denilmiştir.
"Ebrâr" olanlara o saf içkiden içirileceği zaman, içine Tesnîm'den de bir miktar karıştırılır. Katık olarak verilir. Bu da onlar için büyük bir lütuftur.
Tesnîm'i katıksız olarak içmek Allah-u Teâlâ'ya yaklaştırılmış olan "Mukarreb"lere mahsustur.
Mukarrebler ve Tesnîm:
Cennet şaraplarının en güzeli ve değerlisi olan Tesnîm'den "Mukarreb"ler saf olarak aynen içerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bu öyle bir pınardır ki, ondan sadece Allah'a yakın olan Mukarrebler içer." (Mutaffifîn: 28)
Çünkü onlar dünyada iken saftı, temizdi ve güzeldi. Çünkü onlar güzel ile idiler, kalplerinde yalnız O'nun muhabbetini yaşatırlardı.
Bu mânevî kurbiyete mazhar olamayanlar o pek güzide pınarın suyundan içmek şerefine nâil olamazlar.
Tesnîm adı verilen bu pınar 25. Âyet-i kerime'de geçen "Ağzı mühürlü saf içki"den daha üstün ve daha güzeldir.
Bu doğrudan doğruya âlemlerin Rabb'i tarafından içirilen, hiçbir katkı katılmamış, mutlak bir şekilde saf, tertemiz bir içkidir. Bu Cemâlullah'a kavuşma neşesidir.
Dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih edip, yalnız O'na rağbet edip, O'nunla beraber olmak istedikleri gibi; Allah-u Teâlâ da şimdi onları tercih etmiş, onlarla beraber olmak istiyor.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurur:
"Muhakkak ki Ebrâr'ın benimle mülâki olmaya iştiyakları çoğalmıştır. Halbuki benim onlarla mülâki olmaya iştiyakım daha kuvvetlidir."
Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ'nın onların üzerinde ne kadar sevgisi var?
Çünkü o, dünyada iken başka yerlerden lezzet alıyordu. Bunlar ise yalnız Allah-u Teâlâ'dan lezzet alanlardır.
Onlar nasıl ki has olarak Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a yönelmişlerse, Allah-u Teâlâ da en hasını onlara bahşeder. Bu onlara bir ikram-ı ilâhîdir.
"Siz saf ve temiz bir kalp ile beni seçmiştiniz, ben de en saf ve en temizini size ikram ediyorum."
Mukarrebler Huzur-u İlâhî'de bütün mertebelerin ilerisinde bulunan öncülerdir.
Tesnîm onların şarabıdır. Onlar Tesnîm ile kanar, onunla lezzet alırlar.
Tesnîm, cennet pınarlarının en üstünü olduğu gibi, Mukarrebler de cennetliklerin en üstünüdür.
Ruhânî cennette Tesnîm, mârifetullah ve O'nun Cemâl-i bâkemâli'ne nazar lezzetidir. Mukarrebler Tesnîm'den başkasını içmezler, yani ancak Allah-u Teâlâ ile meşgul olurlar.
Gülme Sırası Kimde?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Buyurarak inananlarla inanmayanları ayırmıştır.
Âdem Aleyhisselâm'dan beri gelip geçen bütün insanlar iki zümreye ayrılmışlar; Hakk'tan yana olanlar Hakk'ı hakikati savunmuşlar, bâtıldan yana olanlar Hakk'ı ve hakikati reddedip küfrü savunmuşlardır.
İnananlar, onların hep iyiliklerini istedikleri halde, her vesile ile Hakk'a dâvet edip sapıklıktan kurtarmak, hidayetlerine vesile olmak istedikleri halde; onlar, inananların inançlarıyla, ibadetleriyle, örtüleriyle hep alay etmişler, eğlenceye almışlardı.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Suçlular, inananlara gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine göz kırparlardı." (Mutaffifîn: 29-30)
Kaş ve göz işaretleriyle müminleri birbirlerine göstermek isterlerdi.
"Kendi taraftarlarının yanına döndükleri zaman da inananlarla alay etmenin zevkini tadarlardı." (Mutaffifîn: 31)
Müminlerle alay etmiş olmaları hoşlarına gider, onlara karşı yaptıkları maskaralıkları anlatarak zevklenirlerdi.
"İnananları gördüklerinde: 'Bunlar sapık insanlar!' derlerdi." (Mutaffifîn: 32)
Hakaret kastıyla onları sapıklıkla suçlarlardı.
"Oysa kendileri, inananlara gözcü olarak gönderilmemişlerdi." (Mutaffifîn: 33)
Aksine kendi nefislerini düzeltmekle emrolunmuşlardı.
Ahirette ise durum tam tersine dönecek, gülme sırası müminlere gelecek.
"İşte bugün de inananlar kâfirlere gülerler." (Mutaffifîn: 34)
Çünkü kâfirler ahirette çok gülünç durumlara düşecekler, onları görenler gülmekten kendilerini alamayacaklar.
Şöyle ki;
Cehennem kapıları açılır, cehennemliklere: "Çıkın!" denilir. Kapıların açıldığını görünce çıkmak için kapılara hücum ederler. Kapılara geldiklerinde kapılar yüzlerine kapatılır. Koltuklarına oturmuş bir halde onları seyreden müminler ise onlara gülerler.
"Tahtlar üzerinde kâfirlerin yaptıkları şeylerin karşılığının nasıl verildiğini seyrederler." (Mutaffifîn: 35-36)
Allah-u Teâlâ'nın intikamının azametini gözleriyle bizzat görürler.
Müminler kâfirlerin azaplarını gördükçe câhil ve gururlu kimselerin gülüşü gibi değil de; muvaffak olmuş, büyük zahmetlere katlandıktan sonra kurtuluşa ermiş insanın gülüşü ile gülerler.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Otuz altı Âyet-i kerime, yüz altmış dokuz kelime ve yedi yüz otuz harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen "Mutaffifîn" kelimesinden alır.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de, umumiyetle insanların zihinlerine ahiret düşüncesinin yerleştirilmesi mevzu edilmektedir.
Yedinci Âyet-i kerime'ye kadar ölçü ve tartıda hile yapanların ne büyük bir suç işledikleri anlatılmakta, bunları yapanların kötü âkıbetleri beyan edilmektedir.
On sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar kötülerin amel defterlerinin durumu ve ahirette karşılaşacakları cezâlar gözler önüne serilmektedir.
Yirmi dokuzuncu Âyet-i kerime'ye kadar, iyilerin amel defterlerinin durumu ve ahirette kendilerini bekleyen mükâfatlar tasvir edilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, bugün inananları hor ve hakir görenlerin yarın da ahirette hor ve hakir görülecekleri, müminlerin onların bu hazin âkıbetlerini gördükçe gülecekleri beşeriyete ilân edilmektedir.
Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar:
İslâm dininde ölçü ve tartıyı tam tutmak farzdır, doğru terazi ile tutmak ilâhî bir emirdir.
Aldatma, haksızlık, yalan gibi kötü davranışlar yasaklanmış ve böylece alış-verişin dinî ve ahlâkî temelleri ortaya konulmuştur.
Ticaretin temeli doğruluk ve iyiliktir. Alıcı ve satıcının gönül rızâları, fiyat hususunda insaf ve itidalden ayrılmamaları, karaborsacılık yapılmaması, haram ve helâl hudutlarına riâyet olunması; fâizcilikten, ölçü ve tartıda hile yapmaktan, aldatmaktan, yalan söylemekten, yemin etmekten, haddinden fazla pahalıya satmaktan kaçınılması... gibi kaideler, ticaret hayatının mühim şartlarındandır.
Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı meşru kâr, az da olsa çok da olsa elbette daha hayırlı ve feyizlidir.
Ticari hayatta, aynı zamanda kul hakkı da bahis mevzuudur. Bu ise şirkten sonra günahların en ağırı, ödenmediği taktirde affedilmeyenidir.
Helâl kazanç temin etmek için çalışıp kazanmak farz olduğu gibi, alışverişle uğraşan her müslümanın ticâri muamelelerle alâkalı lüzumlu bilgileri de öğrenmesi farzdır.
Allah-u Teâlâ ölçü ve tartıda hile yapanların ahirette şiddetli azap göreceklerini Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline!" (Mutaffifîn: 1)
Yazıklar olsun onlara, defalarca yazıklar olsun! Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar!
"Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar." (Mutaffifîn: 2)
Alırken daha çok kendi menfatlerini düşünürler, hile yaparak malı fazlasıyla alırlar.
"Kendileri, onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar." (Mutaffifîn: 3)
Alıcı oldukları zaman tam aldıkları gibi, satıcı olduklarında ise noksanına vererek, haksız kazanç elde ederler.
Fazla kâr elde etmek için alırken fazla almak, satarken ölçü ve tartıda eksik ölçüp tartmak, haram kazanç yollarındandır ve bir nevi hırsızlıktır.
"Onlar, büyük bir günde tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı?" (Mutaffifîn: 1-5)
Yaptıklarından dolayı insanların hesaba çekileceği o "Büyük gün"ün ve o gündeki korkuların büyüklüğünü ve dehşetini tasavvur etmek mümkün değildir. Onlar, orada hardal tanesi, hatta zerre kadar olan şeylerden bile hesaba çekileceklerdir.
"O gün insanlar, âlemlerin Rabb'inin huzurunda divan dururlar." (Mutaffifîn: 6)
O gün suçlular için çok sıkıcı ve sıkıntılı bir gündür. Artık gaflet perdesi ile kapanmış olan gözler açılmış, gizli kalan hakikatler zuhur etmiş, bütün açıklığı ile ortaya dökülmüş, bütün anlaşmazlıklar çözümlenip karara bağlanmıştır.
Hiçbir kimsenin kaçacak bir yeri yoktur ve hiçbir fert unutulmaz.
Öyle bir gün ki; inananla inanmayanı, itaatkârla isyankârı, şükredenle nankörü, zulmedenle zulme uğrayanı orada ayıracak, iyileri mükâfatlandırıp kötüleri cezalandıracak, dilediğini de bağışlayacaktır.
Kötülerin Amel Defterleri:
Amel defterlerinin önemini ifade etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Gerçek şu ki, kötülük yapanların yazısı Siccîn'dedir." (Mutaffifîn: 7)
Aşağıların aşağısında, kötülerin amel divanında kayıtlıdır. Yaptıkları kötülüklerin cezâsı olarak buna müstehak olmuşlardır.
"Siccîn'in ne olduğunu bilir misin?" (Mutaffifîn: 8)
Siccîn'in ne olduğunu bir kimsenin tam kavraması mümkün değildir. Şu kadar var ki; bu kitabı görenler, onda hiçbir hayır olmadığını, sahibinin de büyük bir felâkete uğrayacağını anlarlar.
"O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır." (Mutaffifîn: 9)
Hiçbir şey unutulmaz, hiçbir şey noksan bırakılmaz.
"O gün yalanlayanların vay hâline!" (Mutaffifîn: 10)
Onlar ne korkunç azaplara maruz kalacaklardır.
"Onlar, din gününü yalanlarlar." (Mutaffifîn: 11)
İmansızlıklarından ve yaptıkları kötülüklerden dolayı hiçbir ceza görmeyeceklerini sanırlar.
"Onu ancak haddi aşan (hükümleri çiğneyen) ve günaha dalan kimseler yalanlar." (Mutaffifîn: 12)
Şehvetlerine ve keyiflerine düşkün olmalarından dolayı cezaya ve ceza gününe inanmak hoşlarına gitmez.
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: 'Eskilerin masalları!' der." (Mutaffifîn: 13)
Böyle câhilce bir iddiâya cüret gösterir. Çünkü o, nefsini ilâh edinmiştir ve dizginleri de şeytanın elindedir.
"Hayır! Onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırıp körletmiştir." (Mutaffifîn: 14)
Yaptıkları isyan ve azgınlıklar, aynayı kaplayan pas gibi kalplerini karartmıştır.
Nitekim bu hususta Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul bir hata işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tevbe ve istiğfar edip vazgeçerse kalbi cilâlanır. Şayet günahı artırırsa siyah nokta da artar ve bütün kalbi kaplar.
İşte bu Âyet'teki paslanma budur." (Tirmizî)
Günah sebebiyle kalplerin üzerine bir perde çekilir. Günahlarda ısrar edildikçe bu perde kalınlaşır ve kalbin her tarafını kaplar, kalp giderek hassasiyetini kaybeder; iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ayırdedemez hale gelir.
Cehennemlikler için en acı şey cennet saâdetinden ve Allah-u Teâlâ'yı görmekten mahrum kalmaktır.
"Hayır! Muhakkak ki onlar, o gün Rabb'lerini görmekten mahrum kalacaklardır." (Mutaffifîn:15)
Dünyada marifetullahtan mahrum kaldıkları gibi, ahirette de Cemâlullah'tan mahrum olmakla da kalmazlar, cehennem azabı ile cezalandırılırlar.
Allah-u Teâlâ onları cemâlinden mahrum bıraktığı gibi, onlarla lütufla konuşmayacak, rahmet nazarı ile bakmayacak, hiçbir şekilde iltifat etmeyecek. Onların rahmet-i ilâhiden payları ve kısmetleri yoktur.
"Sonra onlar, muhakkak cehenneme gireceklerdir." (Mutaffifîn: 16)
O ateşe girmekle kalmayıp, onun elem verici azabını tadacaklardır. Artık kurtuluş bulmalarına imkân ve ihtimal kalmaz.
"Sonra da onlara: 'İşte yalanlayıp durduğunuz şey budur!' denilecektir." (Mutaffifîn: 17)
Siz dünyada bu azabı yalanlıyor ve onun meydana gelmesini inkâr ediyordunuz.
__________________________________________________________________________
MUTAFFİFİN SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İyilerin Amel Defterleri:
Dereceler katetmiş sâlih müminlerin amel defterlerine gelince;
"Şüphesiz ki, iyilerin yazısı İlliyyîn'dedir." (Mütaffifîn: 18)
Onların iyi amellerinin kayda geçirildiği sayfalar, en şerefli makamda, en yüce divanda kayıtlıdır.
"İlliyyîn'in ne olduğunu bilir misin?" (Mütaffifîn: 19)
Siccîn'in ne olduğunu bir kimsenin tam kavraması mümkün olmadığı gibi, İlliyyîn'in ne olduğunu da bir kimsenin tam kavraması mümkün değildir. Şu kadar var ki, bu kitabı görenler onda çok büyük bir hayır olduğunu, sahibinin büyük bir saâdete ereceğini anlarlar.
"O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır." (Mütaffifîn: 20)
Tescil edilmiştir, apaçıktır ve nettir.
"Mukarrebler (Allah'a yakın olanlar) ona şâhit olurlar." (Mütaffifîn: 21)
Mukarreb melekler onu müşâhede ederler ve koruma altında tutarlar.
"Şüphesiz ki iyiler nimet cennetindedirler." (Mutaffifîn: 22)
Cennetlerdeki nimetler, orada bulunan herkesi doyasıya ihata eden nimetlerdir. Her şey Allah-u Teâlâ'nın kudret eliyle hazırlanmıştır. Bunların vasıflarını bütünüyle anlamamız veya kavramamız imkânsızdır. Allah-u Teâlâ kullarının anlamalarına kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini anarak haber vermektedir.
"Koltuklar üzerinde etrafı seyrederler." (Mutaffifîn: 23)
Huzur ve emniyet içinde oturacakları yüksekçe tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir.
Diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler. Taraf-ı ilâhîden kendilerine ikram ve ihsan olunan güzelliklere zevkle baktıkları gibi, oturdukları yerden kâfirlerin nasıl azap ve işkence gördüklerini de seyrederler. Çünkü o azaplardan kurtulduklarını görmek, sevinçlerini daha da artırır.
"Yüzlerinde nimetin ve mutluluğun sevincini görürsün." (Mutaffifîn: 24)
Cennetin göz ve gönül dolduran nimetleri karşısında hayran kalırlar. Ruhen ve cismen nurlanırlar. Yüzlerindeki beşaşeti, onlara bakan herkes görür.
Tesnim Karışımlı Cennet Şarabı:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde "Ebrâr" adı verilen müminlere bahşedilecek ikram ve ihsanları arzederken şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü, saf bir içki içirilir. Sonunda misk kokusu bırakır." (Mutaffifîn: 25-26)
Onun içine hiçbir şey karışmamıştır, tortusu yoktur. Allah-u Teâlâ onlara o içkiyi öyle güzelleştirmiştir ki, sonunda misk gibi olur. Mühürlü olması, içecek olanların şerefini artırmak içindir. Bu mühürleri ancak kendileri açabileceklerdir. Bu ise ona ihtimam gösterildiğini belirtir.
Çünkü onlar, dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih ettiler, yalnız O'na ihtimam gösterdiler. Allah-u Teâlâ da bunu bildiği için bu ikramı yalnız onlara yapıyor.
Böyle pek nefis bir nimete nâil olanlara elbette imrenmek gerekir.
"Yarışanlar bunun için yarışsınlar, imrenenler buna imrensinler." (Mutaffifîn: 26)
Asıl imrenmenin dünyada iken olması gerekir. Ebrâr'ın Allah-u Teâlâ'ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine bağlılığına imren ki, bu lütuf ve ihsana nâil ve mazhar olasın.
Âyet-i kerime'de geçen saf içkinin bir vasfı da:
"Onun karışımı Tesnîm'dendir." (Mutaffifîn: 27)
"Tesnîm"; cennet içkilerinin en güzeli, en üstünü ve en değerlisidir. Cennetin gayet yüksek yerlerinden geldiği için Tesnîm denilmiştir.
"Ebrâr" olanlara o saf içkiden içirileceği zaman, içine Tesnîm'den de bir miktar karıştırılır. Katık olarak verilir. Bu da onlar için büyük bir lütuftur.
Tesnîm'i katıksız olarak içmek Allah-u Teâlâ'ya yaklaştırılmış olan "Mukarreb"lere mahsustur.
Mukarrebler ve Tesnîm:
Cennet şaraplarının en güzeli ve değerlisi olan Tesnîm'den "Mukarreb"ler saf olarak aynen içerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bu öyle bir pınardır ki, ondan sadece Allah'a yakın olan Mukarrebler içer." (Mutaffifîn: 28)
Çünkü onlar dünyada iken saftı, temizdi ve güzeldi. Çünkü onlar güzel ile idiler, kalplerinde yalnız O'nun muhabbetini yaşatırlardı.
Bu mânevî kurbiyete mazhar olamayanlar o pek güzide pınarın suyundan içmek şerefine nâil olamazlar.
Tesnîm adı verilen bu pınar 25. Âyet-i kerime'de geçen "Ağzı mühürlü saf içki"den daha üstün ve daha güzeldir.
Bu doğrudan doğruya âlemlerin Rabb'i tarafından içirilen, hiçbir katkı katılmamış, mutlak bir şekilde saf, tertemiz bir içkidir. Bu Cemâlullah'a kavuşma neşesidir.
Dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih edip, yalnız O'na rağbet edip, O'nunla beraber olmak istedikleri gibi; Allah-u Teâlâ da şimdi onları tercih etmiş, onlarla beraber olmak istiyor.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurur:
"Muhakkak ki Ebrâr'ın benimle mülâki olmaya iştiyakları çoğalmıştır. Halbuki benim onlarla mülâki olmaya iştiyakım daha kuvvetlidir."
Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ'nın onların üzerinde ne kadar sevgisi var?
Çünkü o, dünyada iken başka yerlerden lezzet alıyordu. Bunlar ise yalnız Allah-u Teâlâ'dan lezzet alanlardır.
Onlar nasıl ki has olarak Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a yönelmişlerse, Allah-u Teâlâ da en hasını onlara bahşeder. Bu onlara bir ikram-ı ilâhîdir.
"Siz saf ve temiz bir kalp ile beni seçmiştiniz, ben de en saf ve en temizini size ikram ediyorum."
Mukarrebler Huzur-u İlâhî'de bütün mertebelerin ilerisinde bulunan öncülerdir.
Tesnîm onların şarabıdır. Onlar Tesnîm ile kanar, onunla lezzet alırlar.
Tesnîm, cennet pınarlarının en üstünü olduğu gibi, Mukarrebler de cennetliklerin en üstünüdür.
Ruhânî cennette Tesnîm, mârifetullah ve O'nun Cemâl-i bâkemâli'ne nazar lezzetidir. Mukarrebler Tesnîm'den başkasını içmezler, yani ancak Allah-u Teâlâ ile meşgul olurlar.
Gülme Sırası Kimde?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Buyurarak inananlarla inanmayanları ayırmıştır.
Âdem Aleyhisselâm'dan beri gelip geçen bütün insanlar iki zümreye ayrılmışlar; Hakk'tan yana olanlar Hakk'ı hakikati savunmuşlar, bâtıldan yana olanlar Hakk'ı ve hakikati reddedip küfrü savunmuşlardır.
İnananlar, onların hep iyiliklerini istedikleri halde, her vesile ile Hakk'a dâvet edip sapıklıktan kurtarmak, hidayetlerine vesile olmak istedikleri halde; onlar, inananların inançlarıyla, ibadetleriyle, örtüleriyle hep alay etmişler, eğlenceye almışlardı.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Suçlular, inananlara gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine göz kırparlardı." (Mutaffifîn: 29-30)
Kaş ve göz işaretleriyle müminleri birbirlerine göstermek isterlerdi.
"Kendi taraftarlarının yanına döndükleri zaman da inananlarla alay etmenin zevkini tadarlardı." (Mutaffifîn: 31)
Müminlerle alay etmiş olmaları hoşlarına gider, onlara karşı yaptıkları maskaralıkları anlatarak zevklenirlerdi.
"İnananları gördüklerinde: 'Bunlar sapık insanlar!' derlerdi." (Mutaffifîn: 32)
Hakaret kastıyla onları sapıklıkla suçlarlardı.
"Oysa kendileri, inananlara gözcü olarak gönderilmemişlerdi." (Mutaffifîn: 33)
Aksine kendi nefislerini düzeltmekle emrolunmuşlardı.
Ahirette ise durum tam tersine dönecek, gülme sırası müminlere gelecek.
"İşte bugün de inananlar kâfirlere gülerler." (Mutaffifîn: 34)
Çünkü kâfirler ahirette çok gülünç durumlara düşecekler, onları görenler gülmekten kendilerini alamayacaklar.
Şöyle ki;
Cehennem kapıları açılır, cehennemliklere: "Çıkın!" denilir. Kapıların açıldığını görünce çıkmak için kapılara hücum ederler. Kapılara geldiklerinde kapılar yüzlerine kapatılır. Koltuklarına oturmuş bir halde onları seyreden müminler ise onlara gülerler.
"Tahtlar üzerinde kâfirlerin yaptıkları şeylerin karşılığının nasıl verildiğini seyrederler." (Mutaffifîn: 35-36)
Allah-u Teâlâ'nın intikamının azametini gözleriyle bizzat görürler.
Müminler kâfirlerin azaplarını gördükçe câhil ve gururlu kimselerin gülüşü gibi değil de; muvaffak olmuş, büyük zahmetlere katlandıktan sonra kurtuluşa ermiş insanın gülüşü ile gülerler.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh