GİRİŞ
Camiu’s-Sahih’in Tam Tercemesini Gerekli Kılan Sebepler
1-
Kitâb ve Neşriyat Bolluğu İçinde En Hayırlı Hidâyet Olması
2-
İslâm Son Dîn, Muhammed Son Peygamberdir
3-
Kur'ân Delîllere Tutunmayı Emreder
4-
Kur'ân Peygamber'e Uymayı Emreder
5-
Peygamber, Hadîslerinin Bellenip Tebliğ Edilmesini Emreder
6-
Dünyâda Kur'ân'dan Sonra En Sahîh Kitâb
7-
el-Câmi'u's-Sahîh'i Terceme Kararı
8-
Tercemede Ta'kîb Edilen Asıllar
9-
Tercemede ki Diğer Bâzı Hususlar
Dua
İmam Buhari’nin Hal Tercemesi
1-
Nesebi ve Nisbeti
2-
Doğumu ve Yetişmesi
3-
İlim Araması ve Seyahatleri
4-
Üstâdları ve Dereceleri
5-
Şeyhlerinin Tabakaları ve Mertebeleri
6-
Talebeler i ve Kendisind en Hadîs Alanlar
7-
Ezberleme Gücü ve Hafıza Kuvveti
8-
İlim ve İbâdetteki Gayret ve Çalışkanlığı
9-
Sîreti, Zühdü, Faziletle ri ve Cömertliği
10-
Atış ve Harb Âletleri Kullanmayı Bilmesi
11-
Şiirleri ve Nadide Sözleri
12-
Üstâdları ve Akranlarının Buhârî Hakkındaki Övgü ve Beyânları
13-
İmâm Müslim'in İmâm Buhârî'yi Takdîr Edip Büyütmesi
14-
Nişâbûr'da Üstadı ez-Zuhlî Tarafından Ma'rûz Kaldığı Fitne
15-
Buhara Emîri Hâlid İbn Ahmed ez-Zuhlî Tarafından Uğradığı Fitne
16-
Buhârî'nin Ölümü
17-
Te'lîf Ettiği Eserler
Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’i Üzerine Bir Araştırma
1-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Te'lîf Sebebi
2-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Konusu ve Maksadı
3-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Rivayet Yolları
4-
el-Câmi's-Sahîh'in Fazîletlerin
5-
Buhâri'nin Hadîsleri Çeşitli Bâblarda Tekrar Etmesinin Sebebleri
6-
el-Câmi'u's-Sahîh'te Sened ve Metinle Birden Fazla Yerde Tekrarlanmış Hadîsler
7-
Buhârî Hadîslerinin Sayısı
8-
Buhâri'nin Şartları
9-
Buhârî'nin Hadîsleri Parçalamasındaki yâhudi Yalnızca Metni Zikretmesindeki
Sebeb
10-
Buhâri'nin Hadîsi Bölümlere Ayırması, Kısaltması ve Tekrar Etmesinin Sebebim
11-
Buhârf nin Hadîsleri Muallak Getirmesinin Sebebleri
12-
Hafız Dârakutnî ve Diğerlerinin Tenkîd Ettikleri Buhârî Hadîsleri
13-
Haklarında Söz Edilen yâhud Ta'n Edilen Râ vîler ve Cerh Sebebleri
14-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Bâb İsimleri ve Muhtevalarının Özellikleri
15-
el-Câmi'u's-Sahîh Üzerine Meydana Getirilen Eserler
a)
Buhârî'nin Hâl Tercemesi Kitâbları
b)
el-Câmi'u's-Sahîh'e Şerh Yazanlar
c)
el-Câmi'u's-Sahîh'i Özetleyenler
ç)
Bâb Başlıkları Hakkında Eser Yazanlar
d)
Okunmasıyle ilgili Hususlar
e)
Şeyhleri ve Me'hazları Hakkında Eser Yazanlar
f)
Buhârî ile Müslim'in Ricali Hakkında Eser Yazanlar
g)
Sahîhayn'ın Müşkil
ğ)
Sahîhayn'ın Şartlarına Göre Müşterek Hadîslerini ve Eklerini Biraraya
Toplayanlar
h)
el-Câmius-Sahîh'in Baskıları
ı) Buhâri'nin Hayâtı ve Eserlerinden
Camiu’s-Sahih’in Tam Tercemesi ni Gerekli Kılan Sebepler
l-
Kitâb ve Neşriyat Bolluğu İçinde En Hayırlı Hidâyet Olması
Zamanımızda göze, kulağa, akla, hislere.. . hitâb eden yazılı, sesli, renkli
nevi'lerden sayısı pek çok teblîğ, hitabe, reklâm, propagand a, dergi, kitâb ve
diğer neşriyat kalabalığı vardır. Günlük hayâtımızda ister istemez duygu
organlarımıza ve zihnimize çarpan bu muazzam neşriyât yığını içinden en
iyisini, en güzelini seçip dinlemek ve ona tâbi' olmak ancak akıllı kişilerin
kârıdır. İşte bu seçimi iyi yapıp, akıllarını fıtrat kaanûnlarına ve ilâhî
ta'lîmlere göre kullanıp çalıştırabilenler, gerçekten akıllı kimselerd ir.
Kur'ân-ı Kerîm böylelerini hâlis akıllı sayıp övmektedir:
"Kullarımı müjdele! Onlar ki sözü dinlerler, sonra da onun en güzeline
tâbi' olurlar.[1] İşte onlar Allah 'in kendileri ne hidâyet verdiği kimselerd
ir, işte onlar, o temiz akıllılardır " (ez-Zumer:17-18).
Böyle kullar elbette övülmeye lâyık olan hakîkaten uyanık bahtiyarlardır.
Çünkü "Sözlerin hayırlısı Allah'ın kitabı, hidâyetin hayırlısı da
Muhammed'in hidâyetidir"[2].
O halde dünyâ ve âhiretle ilgili her işte önce başkalarınınki değil, Allah ve
Rasûlü'nün sözleri olduğu gibi görülmeli, herkesten ve her-şeyden evvel onlar
işitilip, dinlenilm elidir.
"Allah hakkı söyler ve ancak O doğru yolu gösterir" (el-Ahzâb: 33/4)
İşte bundan dolayı bütün müslüman okuyucula rın, Peygamber lerinin dosdoğru
hayât yoluna girmeleri, O'nun yüksek sünnetini sünnet edinmeler i ve İslâm
Ümmeti'nin ilk parlak sîretine dönüşmesi için bu kitabı emek çekip hakîkaten
elde etmeleri, bunu gerçekten çok okuyup iyice anlamaya çalışmaları lâzım
gelir.
Okuyucula r bu hadîslerde, insanlara her zaman ve her mekânda fayda verecek
olan medenî teşri' nevi'lerinin en yükseğini bulacakla rdır. Peygamber'in
sîretinde ahlâk ve âdâb hususlarında onun kâmil bir misâl olduğunu, insanların
işlerinden hiçbir şeyi terk etmeyip, muhakkak onların dînleri ve dünyâları
hususunda kendileri ne menfaat verecek şeylere delâlet eylemiş olduğunu ve onun
hakîkaten Azîz ve Celîl olan Rabbının kendi kitabında vasıflandırdığı gibi
olduğunu göreceklerdir.
"And olsun size kendinizd en öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız O'na çok ağır ve güç gelir. Üstünüze düşkündür. Mü’minlere çok
re'fetli, çok merhametl idir" (et-Tevbe: 9/128).
Yüce Allah'tan bizleri "sözü" işitip de "en güzeline" tâbi'
olanlardan kılmasını[3], dünyâ hayâtında da, âhirette de bizleri "sabit
kavl"de sebat ihsan eylemesin i[4] niyaz eyleriz.
"Selâm ve selâmet, doğruya tâbi' olanlaradır" (Tâhâ: 20/47).[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu "kavi" kelimesin deki "el" târîf harfi, bâzılarına
göre cins içindir. Bu takdirde, "Kur'ân, hadîs ve diğer bütün beşerî
yayınları, neşriyatı dinlerler ve bunlar içinden hakk ile bâtılı temyiz edip,
derece derece en efdal olanlarını tercih ederler, yâni güzel olanına tâbi'
olurlar" demek olur. Bu en güzel söz de şübhesiz Kur'ân ve hadîslerdir.
[2] Buhârî, Edeb, Fi'1-Hedyi's-Sâlih, rak:122; Müslim, Cumua, Tahfîfu's-Salât
ve'1-Hutbe, rak.43(867).
[3] ez-Zumer: 39/17-18.
[4] İbrâhîm: 14/27.
[5] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 23-24.
2- İslâm Son Dîn, Muhammed Son Peygamberdir
Peygamber, bütün insanlığa gerçek insanlığı ve gerçek medeniyeti öğretecek,
şahsında uygulayıp yaşayacak, bütün insaniyet i dünyâda ve ukbâda mutlu
kılacak, mükemmel ve mükemmil son dînle gönderilmiş son peygamber dir:
"De ki: Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülküne mâlik olan,
kendisind en başka hiçbir tanrı bulunmaya n, hem dirilten, hem öldüren Allah'ın
size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah'a ve O'nun ümmî nebî olan
Rasûlü'ne -ki kendisi de o Allah'a ve O'nun sözlerine îmân etmekte olandır-
îmân edin, O'na tâbi' olun. Tâ ki, doğru yolu bulmuş olasınız" (el-A'râf:
7/158).
"Biz seni âlemlere ancak rahmet için gönderdik" (el-Enbiyâ: 21/107).
"Biz seni müjdeci, haberci olarak bütün insanların peygamber i olmaktan
başka (bir sıfatla) göndermedik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler"
(Sebe: 34/28).
"Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın
Rasûlü ve peygamber lerin sonuncusu dur. Allah her şeyi hakkıyle bilendir"
(el-Ahzâb: 33/40).
"O Allah ki, Rasûlünü hidâyet kaanûnu ve hakk dîni ile, sırf o dîni bütün
dînlerin üzerine çıkarmak için gönderendir" (et-Tevbe: 9/33: el-Feth:
48/28; es-Saff: 61/9).
"Hiç şübhesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin" (el-Kalem: 68/4). [1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 24-25.
3- Kur'ân Delîllere Tutunmayı Emreder
Kur'ân-ı Kerîm mü'minlere ve bütün insanlara, dâima delillere dayanmalarını;
delilsiz, ilimsiz asla bir hüküm ve harekette bulunmamalarını emretmekt edir:
"De ki: Sizin ortaklarınızın içinden hakkı (doğru yolu) gösterecek bir kimse
var mıdır? De: Hakkı gösterecek ve ona iletecek Allah 'tır. O hâlde, hakka
hidâyet edecek Allah mı kendisine uyulmağa daha lâyıktır, yoksa (hayât ve)
hidâyet verilmedi kçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Ne oluyor size?
Nasıl hükmediyorsunuz? Onların çoğu (kupkuru bir) zanndan başkasına tâbi'
olmaz. Hakikatte zann ise haktan hiçbirşeyin yerini tutmaz. Şübhesiz ki Allah,
onlar ne işlerse kemâliyle bilendir " (Yûnus: 10/34-35).
"Tâ ki helak olan apaçık bir delilden sonra helâk olsun, diri kalan da
apaçık bir delilden sonra hayâtta kalsın. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle işitici,
kemâliyle bilicidir " (el-Enfâl:42).
"Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü
kulak, göz, kalb; bunların herbiri bundan sorumludu r" (el-İsrâ: 17/36).
"Rabb'ından apaçık bir burhan üzerinde bulunan kimse, o kötü ameli kendisine
süslü gösterilmiş, hevâlarına uymuş kimseler gibi midir?" (Muhammed:
47/14).
İnsanlığın dünyâ ve âhiret hayâtı için lüzumlu en kesin deliller ve ebedî
burhanlar, ancak Allah'ın kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm'de ve Rasûlü'nün
hadîslerinde mevcûddur. Dînin hâlisini, hiç eskimez ve ölmezini Kur'ân ile
hadîs takrir ve tesbît etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm hiç şübhesiz okunmuş ve
ebediyyen okunacak vahydir; "Vahyu Metluvv"dur. Hadîs de onun
tefsiri, beyânı ve tatbîkatı olan "Vahyu Gayrı Metluvv"dur. [1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 25-26.
4-
Kur'ân Peygamber'e Uymayı Emreder
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde Rasûl'ü Muhammed'e itâat etmeyi ve
sünnetine uymayı emretmiştir:
"De ki: Eğer Allah 'ı seviyorsa nız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve
suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicid
ir" (Âli İmrân: 3/31-32).
"Ey îmân edenler, sizi, size hayât verecek şeylere[1] da'vet ettiği zaman
Allah’a ve Rasülü’ne icabet edin. Bilin ki şübhesiz Allah kişi ile kalbi arasına
girer ve siz hakikaten yalnız O'na dönüp toplanaca ksınızdır " (el-Enfâl:
8/24).
"De ki; Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin. Yine yüz çevirip
dönerseniz O'nıın uhdesine düşen ancak O'na yükletilen(teblîğ vazîfesi)dir.
Sizin üstünüze düşen (vazife) de size yükletilen (itâat)dir. Eğer O 'na itaat
ederseniz doğru yolu bulursunu z. Rasûl'e âid olan (vazîfe) apaçık tebliğden
başkası değildir" (en-Nur: 24/54).
"And olsun ki mü 'minler daha evvel apaçık ve kat'î bir sapıklık içinde
bulunuyor larken Allah içlerinden ve kendileri nden (cinslerin den) onlara
–ayetlerin i okur, onları tertemiz yapar onlara kitâb ve hikmeti öğretir bir
Rasûl göndermiş olduğu için bir lûtufta bulunmuştur" (Âli İmrân: 3/164).
"Ey imân edenler, Allah 'a itaat edin, Rasûl'e ve sizden olan emir
sahihlerine de itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah 'a ve
Rasûl'e döndürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu hem hayırlı,
hem netice i'tibâriyle daha güzeldir" (en-Nisâ: 4/59).
"Rabb'ın hakkı için, onlar aralarında çekişdikleri şeylerde seni hakem yapıp
sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiye
tle boyun eğmedikçe îmân etmiş olmazlar." (en-Nisâ: 4/65).
"Kim Allah 'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendileri ne
ni'metler verdiği peygamber lerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi kimselerl e
beraberdi rler. Onlar ne iyi arkadaştırlar " (en-Nisâ: 4/69).
"Kim Rasûl'e itaat ederse muhakkak Allah 'a itaat etmiş olur, kim de yüz
çevirirse… zâten seni onların üzerine bekçi göndermedik ya" (en-Nisâ:
4/80).
"İnsanlara, kendileri ne ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da
Kur'ân'ı indirdik. Tâ ki onlar da iyice fikirleri ni kullansınlar"
(en-Nahl: 16/44).
"Bu kitabı sana ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatman
için ve îmân edecek herhangi bir kavme bir hidâyet ve rahmet olarak
gönderdik" (en-Nahl: 16/64)[2]
"Artık, onun emrinden uzaklaşıp gidenler kendileri ni (dünyâda) bir fitne
çarpmasından yâhud (âhirette) onlara pek acıklı bir azab çatmasından
çekinsinler" (en-Nûr: 24/63).
''And olsun muhakkak ki Allah'ın Rasûlü'nde sizin için Allah'ı ve âhiret gününü
umar olanlar ve Allah'ı çok ananlar için pek güzel bir örnek vardır"
(el-Ahzâb: 33/21).
"Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman gerek mü'min olan erkek, gerek
mü'min olan bir kadın için kendi işlerinde buna aykırı hareket etme muhayyerl
iği yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse muhakkak ki o apaçık bir
sapıklıkla yolunu sapıtmıştır" (el-Ahzâb: 33/36).
"Allah elçisi size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da
sakının, Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın azabı çetindir" (el-Haşr: 59/7).
"O Peygamber, mü 'minlere öz nefisleri nden daha yakındır, zevceleri de
mü'minlerini n analarıdır..." (el-Ahzâb: 33/6).
"Size (gelirler) gönlünüzü hoş etmek için Allah'a andederle r. Eğer bunlar
mü'minler iseler Allah'ı ve Rasûl'ünü râzî etmeleri daha doğrudur..."
(et-Tevbe: 9/62). [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Dînî bilgilere, zîrâ o kalbin hayâtıdır, cehl ise ölümüdür. Yâhud: Size
nâim-i dâimde ebedî hayât verecek akidelere, amellere (Beydâvî).
[2] Çünkü Peygamber'in sözleri ve fiilleri âyeti tefsîr ederek onun mücmelini
tafsîl, mutlakını takyîd, umumî lâfızlarını tahsîs, Kur'ân'ın belirtmed iği
ölçüleri, hadleri ve cüz'iyyâtı da ta'yîn eder. Kur'ân'ın açıkça bir hüküm
getirmedi gi yerlerde sünnet müstakil olarak kaanûn koyma selâhiyetini hâizdir.
Kur'ân'ın, tafsîl ve îzahını kendine bıraktığı hususları da tefsîr eder. (Hadîs
İlimleri ve Hadîs Istılâhları, s.253).
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 26-29.
5- Peygamber, Hadîslerinin Bellenip Tebliğ Edilmesini Emreder
Rasûlullah (S) hadîslerin ve sünnetin mü'minler tarafından bellenip müstakbel nesillere
tebliğ edilmesin i birçok vesîelerle emr ve tavsiye etmişdir:
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Ancak şu iki kişi hakkında gıbta edilir: Birisi Allah kendisine mâl verir
de o, bu mâlın hakk yolunda sarfedilm esine kaabiliye tli kılınır. ikincisi de,
Allah kendisine hikmet (Kur'ân ve sünnet ilmi) verir, o da onunla hükmeder ve
onu herkese öğretir"[1]
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Hiç biriniz ben kendisine babasından, evlâdından ve bütün insanlard an
daha sevgili olmadıkça tam îmân etmiş olmaz "[2]
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Nefsim yedinde olan Allah'a yemîn ederim ki, sizden hiçbiriniz ben
kendisine babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça (tam) îmân etmiş
olmaz"[3]
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir:
“Şübhesiz sözlerin en güzeli Allah'ın Kitabı, yolların en güzeli de
Muhammed'in yoludur.”[4]
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle dedi: Rasûlullah hutbe yaptığı zaman gözleri kızarır,
sesi yükselir ve hiddeti artardı.. Ve: "Bundan sonra (biliniz ki) sözün
hayırlısı Allah'ın Kitabı, hidâyetin hayırlısı da Muhammed'in hidâyetidir. Ve
işlerin en kötüsü (dînde) sonradan çıkarılan şeylerdir. (Dînde sonradan
çıkarılan) her bid'ât bir sapıklıktır" buyururdu [5].
Câbir ibn Abdillah (Rasûlullah'ın uzun veda haccı hutbeleri ni nakl ederek)
şöyle dedi: Sonra Arafat vadisinin ortasına geldi ve orada insanlara hitâb
ederek şunları söyledi: "... Ben sizlere sıkıca sarıldığınız takdirde
asla sapıtmayacağınız şeyler bırakıyorum: Allah 'in Kitabı (ve Rasûlü'nün
sünneti)”[6]
Mekke fethinin ertesi günü îrâd ettiği ve Ebû Şâh'ın isteği üzerine onun için
de yazılmasını emr eylediği uzun hutbesind e[7]; keza Veda Haccı'nda
(Arafât'da ve) Minâ'da yaptığı meşhur hutbeleri nde, konuşmalarının sonunda:
"Burada hâzır bulunanla r bu sözlerimi gaaib olanlara (yâni burada
bulunmaya nlara ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin. Zîrâ olabilir ki hâzır
olan kimse, bunu daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş bulunur"
buyurdu.[8]
Ebû Bekre'nin rivayet ettiği Minâ hutbesini de şu sözlerle bitirmiş ve aynı
emri tekrarlamıştı:
Rasûlullah (S) hitabesin in sonunda:
"(Size Allah'ın emirlerin i) Tebliğ ettim mi?" diye sordu. Hâzır
olan topluluk:
"Evet, tebliğ ettin " dediler. Rasûlullah:
"Şâhid ol yâ Rabb!" diye Allah'ı şâhid kıldıktan sonra:
"Hâzır olanlar gaaib olanlara tebliğ etsin. Bâzan kendisine tebliğ
ulaştırılan, bizzat işitenden daha iyi belleyici olur. Bundan sonra
biri-birinin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu [9]
Keza Peygamber Veda Haccı'nda büyük topluluğa karşı şöyle buyurmuştur:
"Benim sözümü işitip ezberleye nin, sonra işittiği gibi eda edenin Allah
yüzünü ak etsin. Zîrâ nice kimseler vardır ki, taşıdıkları fıkhı kendileri nden
daha fakîh olana ulaştırırlar"[10]
Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) buyurdu ki:
"İslâm garîb olarak başladı ve yine garîbliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık
o garîbler içindir (ne mutlu o garîblere)!"[11]
Bu hadîsin, Kesîr ibn Abdillah'ın dedesinde n yaptığı rivayetin de bundan sonra
şu ziyâde vardır:
“Yâ Rasûlallah! Bu garîbler kimlerdir?” Denildi. Rasûlullah:
"Benden sonra benim sünnetimi yaşatanlar ve onu Allah'ın kullarına
öğretenlerdir" buyurdu.[12]
Abdullah ibn Amr (R - şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Benim tarafımdan velev bir âyet olsun tebliğ ediniz (öğretiniz). İsrâil
Oğulları'ndan da (onların ibretli kıssalarından da) haber verebilirsiniz. Bu
haber vermekte be's yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şeyi söyledi
diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da ateşteki yerine
hazırlansın!"[13].
Buraya kadar zikrettiğimiz müteaddid nasslarda n, âyetleri, hadîsleri
bilenleri n bilmeyenl ere tebliğ edip-öğretmesinin vâcib olduğu hükmü sarîh
olarak anlaşılmıştır. Esasen kendileri ne ilim verilen ilim sahibleri nin nâil
oldukları ilmi gizlemeyi p, dâima tebliğ ve neşr etmeleri ilâhî taahhüde
bağlanmış bir vücûb idi.
"Allah bir zaman kendilerine kitâb verilenle rden: 'Onu muhakkak
insanlara açıklayıp anlatacak sınız, onu gizlemeye ceksiniz' diye te'mînât
almıştı" (Âli İmrân: 3/187). [14]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhari, İlim, el-Iğtibât fî'l-İlm ve'1-Hikme. Fadâil'de Abdullah ibn
Umer'den biraz farklı olarak gelmiştir.
[2] Buhârî, İmân, hubbu'r-Rasul mine'1-îmân, rak.7. Müslim, İmân, vucûbu
muhabbeti Rasûlillah -69-(44).
[3] Buhârî, İmân, hubbu'r-Rasul mine'1-îmân, rak.7. Müslim, İmân, hubbu'r-Rasul
mine'1-îmân .
[4] Buharı, Edeb, Bâb fî'1-Hedyi's-Sâlih, rak:122
[5] Müslim, Cumua, Bâb Tahfifi's-Salât ve'1-Hutbe, rak:43(867).
[6] Müslim, Hacc, Haccu'n-n-Nebiy (s), rak:147 (1218). Parantez içindeki son
fıkra diğer hadîs kitâblarındadır.
[7] Buharı, Mağaazî, Bâbu Menzili'n-Nebiy (s) Yevrne'1-Feth, rak:305.
[8] Buharı, İlim, Kavli'n-Nebiy: Rubbe mübelleğin ev'â min sâmiîn... rak: 9.
Buharı, İlim, Li-yubellığı'l-ilme's-şâhidu'l-Saaibe, rak: 46 Buhari, Hacc,
Hutbe Eyyâme Minâ, rak 320.
[9] Buharı, Hacc, Hutbe Eyyâme Minâ, rak:323.
[10] Bu hadîsi Şafiî, Beyhakî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Bezzâr, İbn Hıbbân...
çeşitli sahâbîlerden büyük lâfız farklarıyle rivayet etmişlerdir. Kastallânî bu
rivayetle rin çoğunu bir yere toplamıştır: İrşâdu's-Sârî I, 3-4. Peygamber'in
sözünü işittiği gibi eda etmek, işittiği lâfzı aynen iade etmekle olur. Sonra
bir fakîhın, kendisind en daha fakîh olan kimseye fıkhı nakl etmesi demek,
hadîsi râvîden alan zâtın, fatânet ziyâdeliği dolayısıyle râvînin istihraç
edemediği bâzı ma'nâları Peygamber lâfzının fâidelerinden istinbât edebilmes i
demektir (Tecrîd Tercemesi, s.445).
[11] Müslim, îmân, enne'l-İslâme bedee gariben, rak:232-(145).
[12] Şerefu Ashâbi'l-Hadîs, s.38.
[13] Buhârî, Enbiyâ, Bâbu mâ zukire an Benî İsrâîle, IV, 325, rak:254; Aynî,
Umdetü 'I-Kaari. VII, 458, Sünen, Akvâli'n-Nebeviyye, s. 243, rak: 2029; Tecrid
Tercemesi, IX, 223 (1411). el-Muzhirî: Yânî az bile olsa benden hadîslerimi
tebliğ ediniz demektir, demiştir. Kaadî Beydâvî de şöyle dedi: Bu hadîsde
âyetin tebliğini zikr edip, hadîsden sükût etmesi, âyet tebliği emrinden hadîsi
tebliğ etme emrinin evleviyet le anlaşılacağı içindir. Zîrâ âyetler bunca
yayılmaları ve lâfızlarının çokluğu ile beraber Allah onları ziyâ'dan ve
tahrîfden korumayı "Kur'ân'ı biz indirdik biz; onun koruyucul arı da
şübhesiz biziz" (el-Hıcr:9) kavliyle tekeffül etmiştir. Böyle iken
âyetlerin tebliği ve müslümânlardan bilenleri n bilmeyenl ere öğretmeleri vâcib
olunca, hadîsin teblîğ edilip öğretileceği evleviyet le sabit olur
(İrşâdü's-Sârî, I, 4). Ve hadîsdeki"belligû"(=teblîğ ediniz) emri
vücûba hami olunur. Diğer, yâni"haddisû an Benî İsrâîl ve la haraca"
emri ise, sonundaki "ve la haraca"(=zorluk yoktur) kaydından dolayı
ibâha içindir. Hadîsin son fıkrası farzıyette son derece açıktır.
[14] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 29-32.
6- Dünyâda Kur'ân'dan Sonra En Sahîh Kitâb
Müslümanlar arasında elden ele dolaşan ve i'tikaadî, amelî, ferdî, içtimaî her
türlü mes'elelerde en çok i'timâda lâyık merci' ve kaynak olan "Altı Hadîs
Kitâbı"(=el-Kütübu's-Sitte) içinde ehemmiyetçe birinci mertebeyi hâiz
olan, şübhesiz Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'i ile Müslim'in
el-Câmi'u's-Sahîh'idir. Bu iki kitâb, İslâm âlimlerinin ittifakıyle -Allah'ın
Kitâbı'ndan sonra- mutlak olarak dünyâdaki bütün kitâbların en sahihidir .
"Sahîhân"(= İki Sahîh) denilince kasdedile n bu ikisidir.
Bu iki kitâb Üçüncü Hicret Asrı'na kadarki hadîs âlimlerinin en sağlam ilmî
tenkîd usûlleri ve pek ağır sıhhat şartları ile tenkîd süzgecinden
geçirdikleri, böylece en sahih oldukları ümmetin icmâ'ıyle de kararlaşan
hadîslerin çoğunu bir araya toplamışlardır. Bunlardak i hadîslerin hepsi, Son
Peygamber Muhammed Mustafâ'nın insanlık için en doğru, en iyi ve hiç eskimeyec
ek ta'lîmleri ve hayât düstûrlarıdır. Yine şübhesiz ki, hadîs imamlarının
önderi, asrının yegânesi, büyük imâm Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmail
el-Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'i, hiç tereddüdsüz, İslâm'da te'lîf edilen
kitâbların en büyüğü ve en faydalısıdır. Cumhurun telâkkisine göre de Kur'ân-ı
Kerîm'den sonra müslümânların en büyük ve en mühim kitabı, Buhârî'nin bu
eseridir. Zîrâ bu kitâbda her ne varsa, cümlesinin sahih olduğu bütün ilim
dünyasınca ma'lûm ve müsellemdir.
"İşte bu Allah'in fadl u keremidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah
büyük fadl sahibidir"(el-Hadîd: 57/21, el-Cumua: 62/4).[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 32-33.
7-
el-Câmi'u's-Sahîh'i Terceme Kararı
Yukarıdan beri sıraladığımız maddelerd e ortaya konan sebeblerd en dolayı
el-Câmi'u's-Sahîh'in tam olarak terceme edilmesi lüzumu ortaya konuldu.
İslâm kitâbları içinde Kur'ân-ı Kerîm'den sonra birinci derecede sağlam
muhtevaya mâlik olan "İki Sahîh"den Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'inin
tam bir tercemesi, Allah'ın lütfü ile tarafımızdan gerçekleştirilmişti.
Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'ini de Müslim Sâhih'ini yaptığımız gibi tam
olarak hiçbir artırma ve eksiltme yapmadan aynen Türkçe'ye terceme etmek de
senelerde n beri gönlümüzün arzusu ve çalışmalarımızın hedefi olmuştu. Şimdiye
kadarki bilgileri mize göre, Buhârî Sahîh'inin sâdece birkaç muhtasarı
Türkçe'ye terceme edilmiştir.[1] Tamâmının tercemesi ne henüz muttali'
olamadık. Hâlbuki İslâm kitâblarının Kur'ân'dan sonra en azametlis i olan bu
kitabın da tam olarak tercemesi ve eskimez bilgilerl e dopdolu olan
muhtevasının Türk Dili'ni konuşup anlayan milyonlar tarafından da okunup
bellenmes inde sayılması uzun sürecek pek çok faydalar ve hayırlar vardır...
Sahîh-i Müslim ve Tercemesi'ni tamamladıktan sonra, çalışmalarımızı büyük bir
şevkle Sahîh-i Buharı Tercemesi'ne yönelttik. Üç yıl kadar devam eden hazırlık
çalışmaları ve denemeler den sonra terceme tasarısı kararlaştırılıp, tanzim
edilerek ortaya çıkarıldı. [2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] a. İbrahim Hasen el-Mevcî (...?...), Tercemetu Cüz'i'l-Evvel min
Sahihi'l-Buhâri (GAS, I, 115-128).
b. Ömer Ziyâeddîn Dağıstânî, Zübdetü'l-Buhâri Tercemesi, Trabzon 1341-1346, üç
cild hâlinde kendisini n tertîb ettiği Zübde'yi yine kendisi Türkçe'ye terceme
etmiş ve vefatından sonra Polathâneli Ömer Lûtfi tarafından basılıp
neşredilmiştir. Her üç cildde 1527 kadar hadîs metni ve tercemesi vardır,
mütercim tarafından bâzı hadîslere izahlar da yapılmıştır.
c. Zeynüddîn Ahmed ez-Zebîdî'nin Buhari Muhtasarı, Ahmed Naîm ve Kâmil Miras
tarafından terceme edilip, Diyanet İşleri Reîsliği'nce 1346/1928-1949'da ilk,
1957'den i'tibâren de ikinci baskısı yapılmıştır. Bunda 2189 hadîs ile tercemesi
ve uzunca şerhler vardır. Eser 12 cild hâlinde olup cidden kıymetlidir. Bu
tercememi zde ondan çok faydalanıp nakiller yapmışızdır.
ç. Konyalı Mehmed Vehbî, Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Muhtasarı, Bâbıâlide Sabah
Neşriyatı, 1966, Zeynüddîn ez-Zebîdî'nin eseri olduğu zikr edilen bu kitâb,
dört cild hâlinde basılmıştır.
[2] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 33-34.
8- Tercemede Ta'kîb Edilen Asıllar
l- el-Câmi'u's-Sahîh'in İstanbul Âmire Matbaası'nda l315 târihinde Mehmed Zihnî
merhumun tashîhiyle tamamlanmış olan dört cildlik baskısıyla, 1348 hicri
tarihinde Mısır'da İdâretu't-Tıbâati'l-Münîriyye tarafından beş cild hâlinde,
hadîsleri rakamlanmış olarak gerçekleştirilmiş bulunan baskısı esas alındı.
1862-1864’de Lei'den’de üstâd Ladolf Krehl'in tashihi ile kitâb ve bâbları
rakamlı olarak gerçekleştirilen baskıdan da tertîb yönünden faydalanıldı.
2- el-Câmi'u's-Sahîh'in bütün kitâblarını kaplamak üzere birinciden sonuncuya
kadar her kitaba sıra ile bir rakam verildi. Bundan sonra her bir kitâb
içindeki bâblara da yine birden başlayarak birer rakam verildi. Böylece
el-Câmı'u's-Sahîh'in bütün kitâbları bir rakam zincirine bağlandığı gibi, her
bir kitâb içindeki bâblar da yine sıra ile ve yalnız o kitâb içindekileri
kaplamak üzere bir rakam zincirine bağlanmış oldu. Hadîsler bâb başlıklarının
delilleri yerinde sevk edildiği, bâblarda ekseriyya bir, bazılarında birden
fazla hadîs olduğu ve bir de Buhari tarafından değişik isnâd ve küçük lafız
farklarıyla hadîslerin birden fazla yerde değişik meseleler e delîl olmak üzere
tekrarlan mış olmalarından dolayı hadîslere -Müslim'deki gibi baştan sona kadar
devam eden- ayrıca bir sıra rakkamı verilmedi . Kitâb ve bâbları rakamlama da
el-Mu'cemu'1-Mufehres li-Elfâzı Hadîsi'n-Nebevî ile Miftâhu Kunûzi's-Sünnet
isimli fihristle rdeki tertîblerden faydalanıldı.
3- el-Câmi'u's-Sahîh'in kitâb başlıkları, bâb başlıkları ve senedleri yle
beraber hadîsleri kendi harfleriy le aynen alındı. Müteakiben her kitâb ismi
olduğu gibi sırasıyle büyük harflerle, her kitâb altındaki bâblar ve muhtevala
rı ise terceme edilip küçük kapital harflerle yazıldı.
4- el-Câmi'u's-Sahîh'in ekseriya bâb başlıkları devamında bulunan çeşitli
bilgiler ve hükümlerle diğer tamamlayıcı kısımları da aynen verildikt en sonra
eksiksiz tercemele ri yazıldı. Bu kısımlarda ekseriya çok bulunan âyetlerin
Kurân'daki sûre ve âyet rakamları gösterildi, rivayetle rin kaynaklarına işaret
edildi.
5- Hadîsin rakkamı yazıldıktan sonra senedin tamamiyle veya kısmen terk
edildiğine delâlet etmek üzere noktalard an meydana gelen bir çizgi konularak
hadîsin tercemesi yazıldı.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 34-35.
9- Tercemede ki Diğer Bâzı Hususlar
Tercemeni n hemen üstündeki asılda sened ve metin aynen mevcûd olduğu ve senedi
tedkîk etmek istiyenle rin oradan daha kolaylıkla ta'kîb edebilmel eri mümkin
bulunduğu için senedleri n tercemesi yoluna gidilmedi . Zaten seneddeki
râvîlerin isimlerin i sâdece lâtin harfleriyle sıralamaktan öteye geçmeyecek
olan bir sened tercemesi nden beklenen fâide sağlanmayacaktı. Üstelik bazı eda
sîgalarının ve ta'bîrlerin tercemesi nde içinden çıkılmayacak güçlüklerle
karşılaşılacaktı. Zîra bilhassa "haddesenâ" ve "haddesenî"
ta'bîrlerini ihtiva eden bir isnadı bütün istılâhî manâlarına ve incelikle rine
sadâkat göstererek Türkçede güzel bir ta'bîr ile sevketmek cidden pek müşkil
bir iştir.[1]
Sonra bu kabil olsa bile sened tercemesi okuyucula rın çoğuna bir ma'nâ ifâde
etmeyeceği gibi hem kitaba hem okuyucuya fazladan bir yük ve kalabalık
olacaktı. Çünkü tabiî olarak okuyucu senedden ziyâde doğrudan doğruya
Rasûlullah'ın tebliğlerine,ondan nakloluna n hadîslere i'tibâr edecektir .
Zâten asi olan da onlardır, sened sâdece hadîsin mevsûkiyyetinin dayanağı ve
vesikasıdır. O da hemen tercemeni n üstünde aslı ile mevcûddur.
Bize sened tercemesi ni lüzumsuz kılan diğer bir sebeb de bu kitâbda ne varsa
hepsinin sahîh olduğu artık tamamiyle ve ittifakla ma'lûm ve müsellem bulunması
keyfiyyet idir.
l- İşte bu sebeplerd en dolayı umûmî olarak sened tercemesi nden vazgeçildi.
Fakat aşağıdaki hususlar da dikkate alındı:
a. el-Câmi'u's-Sahîh'in en başında bulunan "Vahy Bâbı"ndaki 6 hadîsle
"İmân Kitâbı"nın birinci hadîsinin senedleri, senedlerd eki râvîlerin
biribirle rinden hadîsi alma şekli ve nakletme ta'bîr ve ifâdelerine birer
örnek olmak üzere kısaltılmaksızın aynen terceme edildi.
b. Bazen içinde lüzumlu bilgiler ve faydalar bulunan ve okuyucuya fazla bir
yük teşkil etmeyecek olan senedler yine tam tercemele riyle verildi.
c. Senedin sevkinde hadîsin vürûd sebebi, takviyesi veya ittisali ile ilgili
delilleri n bulunduğu yerlerde bu bilgileri muhafaza etmek için sened bazen
tâbiundan olan râvîden veya daha berisinde ki râvîden i'tibaren terceme edildi.
d. Sahâbîye yakın olan râvîlerde tahvil yapılmış ve her isnâdda da ayrı ayrı
Rasûlullah'ın sözleri bulunmuşsa böyle yerlerde H tahvil işaretini koydukdan
sonra: (Yine fulândan) şeklinde terceme edilerek bunlara işaret olundu.
2- "An fulânın, an fulânın" zincirini n tercemesi nde "o da
fulândan o da fulândan" şeklinde araya bir "o da" kelimesin i
koymak terceme yönünden ve nakil zincirini n iyice belirmesi bakımından lüzumlu
görüldü.
3- Hadîsin rakkamını yazdıktan sonra senedin tamâmiyle veya kısmen terk
edildiği yerlerde terk edilen kısma işaret edecek noktalarl a bir çizgi
çekildiğini daha evvel söylemişdik. Bu çizgiden sonra ekseriya sahâbîden bazan
da tabiîlerden... olan râvîsinin ismi ve bunun hadîsi nisbet etme tarzı
gösterildi. Ancak burada Buhârî, sahâbî ismini hangi lafızlarla zikretmişse
ekseriya o lafızı muhafazay a dikkat edildi: Meselâ Buhârî bazan "an
Âişete"; bazan "an Aişete Zevcin-Nebiyy (S)"; bazan "an ibn
Abbâs"; bazan "an Abdillah ibn Abbâs" demişdir. Yine bunun gibi
bazan "an ibn Umer", bazan "an Abdillah ibn Umer", bazan
"kaale, kaale Rasûlullah (S)", bazan "enne'n-Nebiyye (S) kaale
keza keza" lafızlarıyla hadîsi sevk eylemişdir. İşte bu gibi lafızları
îrâd etmek hususunda da çok yerde Buhârî'ye tamamen uyuldu.
4- Râvînin hadîsi ref ve nisbet etme şekline gelince bu nisbet umumiyetle hep
cezm sîgası iledir. Bu cezim ifâdeleri Türkçede "buyurdu, buyurdu ki,
dedi, emretti, şöyle demişdir..." gibi ma'lûm fiiller kullanılarak veya
"dır" edatı ile te'mîn edilmeye çalışıldı. Meselâ "Ebû Hureyre
(R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur.." gibi. Çünkü
"rivayet olunmuş, buyurulmuş, söylenmiş, denilmiş gibi sâdece
"misli" ta'bîrlerin Türkçe'de bir gevşeklik ma'nâsını ifâdede
kullanılması gâlibdir. Nadiren de olsa gevşeklik anlatan bir sîga gelince o da
cezm (yânî kesinlik) göstermeyen ta'bîrle ifâdelendirilmeye çalışıldı.
5- Senedlerd e sahâbî isimlerin den sonra söylenen tardiyele r -yânî cinsiyet
ve kemmiyete göre radıyallahu anhu, anhâ, anhum, anhünne... şeklindeki dua
ta'bîrleri- (R) ile; Peygamber'e tasliye ve teslîmeler -yânî sallallah u aleyhi
ve selleme, aleyhi's-selâmu, aleyhime's-selâmu, aleyhimu's-selâmu ta'bîrleri-
de (S) ile remizlend irildi. Bu ta'bîrlerin bu şekilde sadece “Sâd” harfiyle
remizlend irildiği bazı eski yazmalard a görüldüğü gibi bir kısım basmalard a
da tatbîk edilmekte ve cidden yazıda ve kitâbda bir hafifletm e ve kolaylık sağlanmaktadır.[2]
6- İbn'ler umumiyetl e üç harf hâlinde ve nadiren makaamlarının gerektird iği
okuma tarzlarıyle yazıldı.
7- Özel isimlerle mensûbiyetlerdeki ta'rîf harfleri, okuma tarzının gerekli
kıldıkları hâriç umumiyetl e yazılmadı. Zira asılları tercemeni n üst tarafında
mevcûd olup karşılaştırılmaları dâima mümkin bulunmaktadır.
8- Umer, Usmân, Lukmân gibi hass isimlerde asıllarının telâffuzu esas alındı.
Zaten Arapçada "o, ö, ü" sesleri olmadığı gibi özel isimleri böyle
eserlerde değiştirmek de doğru görülmedi.
9- Sahîh-i Buhârî Tercemesi'nde geçen âyet maâlleri bazan aynen, bazan da küçük
tasarrufl arla Muhammed Hamdi Yazır (1941)'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili'nden veya
Hasan Basrî Çantay (1964)'ın Kur'ân-ı Hakim ve Meali Kerîm'inden alındı.
10- Terceme esnasında faydalanılan kaynakları, listesi ayrıca verilmekle
beraber bilhassa Kirmânî (786/1384)'nin, el-Kevkebu'd-Derârî fi
Şerhi'l-Buhâri'si, İbn Hacer el-Askalânî (852/1448)'nin Fethu'l-Bâri’si; Aynî
(855/1451)'nin, Umdetu'1-Kaarî’si, Kastallânî (923/1517)'nin İrşâdu's-Sârî’si
dâima yanımızdan ayırmadığımız ve en çok faydalandığımız eserlerdi r. Bunlar
el-Câmi'u's-Sahîh'e ölümsüz hizmet etmiş ve gerçekden çok kıymetli
çalışmalardır. Ekseriya bunlar sayesinde müşkilleri anlamak, incelikle re
nüfuz etmek kaabil olmuştur.
11- Tercemele rde aslına sadâkat vazgeçilmez bir esas kabul edildi. Metinlerd e
hiç bir arttırma veya eksiltme yapılmaksızın Sahîh'de bulundukları gibi aynen
ve sadâkatla tercemeye çalışıldı. Çünkü tercemede asla sadâkat bu işin ilk ve
son şartıdır. Bütün tercemele rde böyle olması gerekmekl e beraber bilhassa her
kayd ve ıtlâkı, bir takım dînî hükümlere kaynak, delîl ve dayanak olan böyle
ana eserlerde tercemeni n aslına uygunluğu çok ehemmiyet kazanır. Bunun için
gücümüz yettiği nisbette sadâkatla tercemeye dikkat gösterildi. Bazı yerlerde
metnin kolayca anlaşılmasını sağlamak için tercemeye tamamlayıcı lafızlar
ilâvesi gerektiğinde bunlar ekseriya iki kavis içinde yazıldı.
12- Bâb başlıklarına, muhtevala rına, hadîs sened ve metinleri ne gerektikçe
haşiyeler şeklinde rakam sırasına bağlanmış açıklamalar verildi. Fakat bu
açıklamaların aslı gölgelememesine dikkat edildi. Bu sebeple açıklamalarda can
sıkıcı ve ağır tafsilat terkedili p Peygamberden sabit olan bütün hakîkatların
hem hiçbir tarafı gizli bırakılmaksızın, hem de fazla söz söylemeksizin
anlatılmakla yetinildi . Peygamber de "Kolaylaştırın, güçleştirmeyin,
insanlara nefret vermeyin, müjdeleyin" buyurmuştur.[3]
Bu suretle Allah Rasûlunun hadîs ve sünnetleri mümkin mertebe olduğu gibi gözler
önüne konuldu. Bundan maksadımız, tercemele ri okuyan herkesin -müçtehidlik
taslaması değil- kendi irfan seviyesin e göre bu Nebevî irşadlardan nasibini
almasıdır. Çünkü hiç bir kimse Peygamber kadar öğretici olamayacağı gibi ne
derece hakîm ve derin âlim olursa olsun hiç bir şahsın sözü Peygamber'in
sözlerinden daha doğru, daha güzel ve daha te'sîrli olamaz. Zîrâ:
"Muhakkak sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolların en hayırlısı da
Muhammed'in yoludur"[4]
Bu uzunca Terceme Usûlü'müzün gayesi de İmâm Buhârî'nin şu çok kıymetli
tasnifini mümkin olduğu kadar bütün incelikle ri ve güzellikleriyle Türkçeye
aktarabil mek ve aynı zamanda bu çok değerli muhtevanın gözlere ve gönüllere
usanç vermeden okunmasına yardımcı olmaktır.
Yapılan bu tedkîk ve tercemeni n nihâî olduğu, eksiklerd en, kusurlardan beri
bulunduğu düşüncesi aklımızdan geçmez. Biz daha öncekilerin çalışmalarından
çok istifâdeler ettik. Allah Rasûlü'nün hadîslerini dosdoğru ve sâde bir
şekilde terceme etmek için aşkla, şevkle ve tam samimiyet le, aylar ve yıllar
harcadık. Bu yolda uhdemize düşen tebliğ vazîfemizi karınca kararınca yerine
getirmeye çalıştık. Esasen "Her bir ilim sahibinin üstünde daha iyi bir
bilen vardır." (Yûsuf: 12/76)
Bizden sonrakile rin bu vâdîde daha başarılı çalışmalar yapmaları ve bu yüzden
kat kat hayırlara nail olmaları en hâlis dileğimizdir. Şübhesiz bu nevi
çalışmalar, insanın ölümünden sonra da sevabı kesilmeyi p devam edeceği haber
verilen hakîkaten hayırlı işlerden biridir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"İnsan öldüğü zaman kendinden ameli kesilir, ancak üç şeyden kesilmez.
Akıp duran sadakadan, yâhud faydalanılan bir ilimden, yâhud da kendisi için
dua eden iyi çocuktan"[5]
Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Her kim bir hayıra delâlet ederse ona da hayrı işleyenin sevabı gibi
sevâb vardır"[6]
"Ey Rabb'imiz, bizlere ve daha önden îmân ile bizi geçmiş olan (dîn)
kardeşlerimize mağfiret buyur ve gönüllerimizde îmân etmiş olanlara karşı bir
kîn bırakma! "Ey Rabb'ımız, şübhe yok ki sen raûfsun, rahimsin"
(el-Haşr: 59/10). [7]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] "Haddesenâ" ta'bîri lügatte "bize söyledi" demek
olabilirs e de hadîs ıstılahında üstadın talebesin e veya hâzır bir meclise,
elindeki kaynaktan hadîsleri Peygamberden i'tibâren kimlerden aldıklarını,
alma tarz ve ifâdelerini aynen tekrar edip sıralayarak bizzat takrir edip
söylemesini, yânî "Bize fulan hadîs söyledi" demeyi ifâde eder.
Türkçe'de bunun tam karşılığı bulunmadığı ve hadîsin kuvvetini bildirmede
önemli bir ıstılah olduğu için "bize tahdîs etti" şeklinde muhafaza
edildi. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da Tefsîr'inde böyle kullanmıştır: Hakk
Dîni, VIII, 5881, 6123.
Bu ta'bîrler ve manâları hakkında özetlenmiş bir açıklama Sahîh-i Müslim ve Tercemesi,
Takdim, X-XI'deki haşiyede verilmiştir.
[2] Meselâ: İmâm el-Bııhâri. Hayru'l-Kelam fi'l-Kırâati hıalfe'l-İmâm,
en-Nâşir, eş-Şeyh Umer Yârkendî, Mısır, tarihsiz. A.J.Wensi nck, Miftâhu
Kunûzı's-Sünneh, Mütercim Muhammed Fuâd Abdu'l-Bâkî Mısır, 1934. Hamdî
el-A'zamî, el-Murşîd İlmi Usûli'l-Fıkhı ve Târihu'l-Fıkhı'l-İslâmî. Bağdad
1368/1949.
[3] Buharı, İlim, 12. Bâb, 11. Hadîs, Enes'ten.
[4] Müslim, Cumua, Tahfîfi's-Salât ve'l-Hutbe.
[5] Müslim, Vasiyye.
[6] Müslim, İmâre, Fadlu İâneti'l-Gaazî.
[7] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 35-38.
Dua
Bu tercemeni n yegâne gayemiz olan Yüce Allah'ın rızâsına ve Rasûlü Muhammed
(aleyhi's-selâm)'in muradına uygun olarak başarıyla tamamlanm asını, sonra da
bunun nâçiz mütercim için ve bunu okuyan mü'minler için dâima akıp duracak ve
hiç kesilmeye cek bir hayır ve sevâb kaynağı olmasını, "Kelimetu'llâh'ı en
yüksek kılma yolundaki" (Buharı, Cihâd; Müslim, İmâre) bütün bu çalışma
ve didinmele ri "Ticâreten len tebûr" (Fâtır: 35/29) sırrına mazhar
kılmasını Hakk Teâlâ'dan tadarru ve niyaz eylerim.
"Ben gücümün yettiği kadar ıslahdan başka birşey arzu etmem. Benim muvaffakiyetim
ancak Allah 'in yardımı iledir. Ben yalnız O'na güvenip dayandım ve yalnız
O'na dönerim" (Hûd: 11/88).
Rabbena âtinâ min ledünke rahmeten ve hey yi'lenâ min emrinâ raşeden.
"Ey Rabbımız! Bize tarafından bir rahmet ver! Ve işimizden bizim için bir
muvaffakıyyet hazırla!" (el-Kehf: 18/10)
Allah'ım, günâhımı, bilgisizl iğimi, her işimde olan israfımı ve benden daha
iyi bildiğin bütün kusurlarımı afveyle!
Allah'ım, latifemi ve ciddî hâlimi, kasıdsız ve kasıdlı her fiilimi afveyle;
i'tirâf ederim ki bunların hepsi bende vardır.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Deavât, Kavlu'n-Nebî: Allâhümmeğfir lî...; Müslim, Zikr ve'd-Duâ,
et-Taavvuz min şerri mâ amile...
Bu, Rasûlullah'ın kendi şahsında ümmetine öğrettiği dualardan biridir. Kendisi
her zaman ilâhî vahye mazhar bulunduğu için burada zikr edilen kusurlard an
beridir. Biz ise bunu kendi nefsimizi n bir i'tirâfı ve istiğfarı olarak buraya
koymuş bulunuyor uz.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 39.
İmam Buhari’nin Hal Tercemesi:
l- Nesebi ve Nisbeti[1]
O, Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmail ibn İbrahim ibn el-Muğîre ibn Berdizbeh
el-Cu'fî'dir.[2] Berdizbeh lâfzını Emir Ebû Nasr ibnu Mâkûlâ (487/1094)
Kitâbu'l-İkmâl'de bu şekilde kaydetti ve bu Buhâralılar'ın dilinde ziraatçı
ma'nâsınadır dedi.[3] Bu kelime bâzı rivayetle rde Bezizbih şeklinde de
zabtedilm iştir.
Berdizbeh, kavminin dîni üzere bulunan bir Farslı idi, ve o dîn üzere öldü.
Sonra bunun oğlu el-Muğîre, Buhara vâlîsi el-Yemân el-Cu'fî'nin eliyle müslümân
oldu. "Bir şahsın eliyle müslümân olan kimsenin velâsı, o şahsa âid
olur" kaaidesi uyarınca, velâ nisbeti olarak Muğîre, el-Yemân el-Cu'fî'ye
nisbet edildi. Yânî Muğîre, Buhara âmili el-Yemân el-Cu'fî tarafından müslümân
edilmiş ve bu sebebden kendisine, ma'nevî mevlâsına izafetle el-Cu'fî nisbeti
verilmiştir. İşte bundan dolayı Buhârî'ye de el-Cu'fî denilmiştir.
Bu Yemân ise Buhârî'nin üstadı olan muhaddis Abdullah ibn Muhammed ibn Ca'fer
ibn Yemân el-Cu'fî el-Musnidî (229/843)'nin dedesidir .
İbn Hacer; İbrâhîm ibnu'l-Muğîre'ye gelince onun haberleri nden herhangi bir
şeye vâkıf olamadık, dedi.
Muhammed el-Buhârî'nin babasına gelince, İbn Hıbbân'ın Kitâbu's-Sikaat'ında ona
âid bir terceme zikredilm iştir. Dördüncü tabakada şöyle dedi: Buhârî'nin
babası olan İsmail ibn İbrahim, Hammâd ibn Zeyd'den ve Mâlik'ten rivayet eder.
Ondan da Iraklılar rivayet etmişlerdir. Onu oğlu et-Târîhu'1-Kebîr'de zikr
edip, İsmail ibn İbrâhîm ibni'l-Muğîre, Mâlik'ten ve Hammâd ibn Zeyd'den hadîs
dinlemiş ve İbnu'l-Mubârek (181/797)'e arkadaşlık eylemiştir dedi.
Zehebî Târihu'l-İslâm'da şöyle dedi: Buhârî'nin babası takvâlı âlimlerden idi.
Ebû Muâviye'den ve bir cemâatten hadîs nakletti. Ondan da Ahmed ibn Ca'fer ile
Nasr ibnu'l-Huseyn hadîs rivayet ettiler. Ahmed ibn Hafs şöyle dedi: Ben ölümü
sırasında Ebû'l-Hüseyn İsmâîl ibn İbrahim'in yanına girdim. O: Malımın hepsi
içinde şübheli yoldan hâsıl olmuş bir dirhem bilmiyoru m dedi. Ahmed: O, bu
sözü söylediği zaman kendi nefsim bana küçük göründü dedi.
İsmâîl ibn İbrahim'in bu sözü, onun salâh ve takvasının delilidir . İşte onun
bu salâhı, şöhreti Şark ile Garb'ı doldurmuş bulunup, hâl tercemesi ni yazmakta
olduğumuz oğluna sirayet etmiştir.
Buhârî'nin bir ilim ve takva evinden meydana geldiği açıkça görülüyor,
çevrenin de ahlâk ve ameller üzerindeki te'sîri gizli olmaz. [4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî'nin burada yazılan hâl tercemesi İbn Hacer el-Askalânî'nin
Heydu's-Sârî li-Fethi'1-Bâri Mukaddîmeti Şerhi Sahîhi'l-Buhârî kitabının
sonunda birçok başlıklar altında toplanmıştır: s. 474-495. Bu hâl tercemesi
Kastallânî'nin İrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sabîhi'l-Buhârî'sinin mukaddimesinde de
yine böyle başlıklar altında toplanmıştır: I, 31-44.
[2] Cu'fî, kursî vezninde, Yemen'de bir kabîle pederinin ismidir ki, Cu'fi ibn
Sa'd el-Aşîre'dir; nisbetind e dahî Cu'fi denir; şeddeli yâ'yı hazf ve
takdirden sonra yerine nisbet yâ'sını ilhak ile ... (Kaamûs Ter., III, 535).
[3] İbn Mâkûla aynı kitabında bu ismi " Yezdizbeh" şeklinde de
rivayet etmiştir (Vefeyâtu'l-A'yân, III, 329-331).
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 43-44.
2-
Doğumu ve Yetişmesi
Muhammed el-Buhârî, Buhara şehrinde hicrî 194 yılı Şevval ayının on üçüncü
cumua günü, cumua namazından sonra doğmuştur (21 Temmuz 810). İbn Kesîr, 194
yılı Şevvâl'in on üçüncü cumua gecesi doğdu, dedi.
Buhara, Mâverâünnehr beldeleri nin en büyüklerinden olup, Semerkand'la arasında
sekiz günlük mesafe vardır.
Buhârî küçükken, babası İsmâîl vefat etti. Bu sebeble Buhârî annesinin
terbiyesi nde bir yetîm olarak büyüdü. Buhârî uzun ve kısa değil, orta boyda,
ince kurumda bir bünyeye sâhib idi.
Guncâr (412/1021)'ın Buhara Târihi'nde, el-Lâlekâî (418//1027)'nin de
Şerhu's-Sunen'in Kerâmâtu'l-Evliyâ babında rivayet ettikleri ne göre Muhammed'in
gözleri, küçüklüğünde görmez olmuş, annesi ru'yâsında İbrâhîm Halîl Peygamber'i
görmüş, İbrâhîm ona: Ey kadın, oğluna çok dua etmen sebebiyle Allah oğlunun
gözlerini geri verdi, demiş, sabah olunca hakîkaten Allah ona gözlerini geri
vermiş, o da görür olmuştur.
İşte Buhârî, bir fazîlet memesi emmiş olarak sütten kesilmiş, böyle fazilet
üzerinde olmuş, bir ilim çevresi içinde terbiye edilmiş ve büyümüştür.
Babasından büyük bir servete vâris olmuştur. İşte bu servet ona tabiî olarak
nefis şerefiyle, iffet ve imtinâı ile ilim taleb etmesine yardım edip
durmuştur. [1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 44-45.
3- İlim Araması ve Seyahatleri
İsmâîl, hanımı ile Ahmed ve Muhammed isimlerin deki iki çocuğuna mühim
mıkdarda mal bırakarak öldü. İkinci çocuğu Muhammed, babasının ölümü zamanında
henüz bebek idi. Hadîs sahasında önemli ve derin te'sîrler icra etmesi mukadder
olan bu küçük çocuk, bedenen zayıf olmasına rağmen yaradılıştan kendisine zihnî
melekeler bahşedilmişti. O, keskin ve unutmayan bir hafızaya, kuvvetli bir
zekâya ve sağlam gayeye sâhibdi. Ağır ve usulünce çalışmaya karşı tükenmeyen
bir enerji ve büyük bir kaabiliye t sahibi idi.
Muhammed el-Buhârî, tahsiline annesinin rehberliği altında memleketi Buhârâ'da
başladı. Daha küçücük bir çocuk iken Kur'ân'ı ezberledi, ilk tahsilini
bitirdi, Arabca'yı kuvvetlic e öğrendi.[1]
Daha mektebde iken kendisine hadîs işitme sevgisi düşürüldü. Müteakiben beş
altı sene içinde, yânî bulûğu yaklaşırken onbinlerc e hadîsi ezberledi,
memleketi nin bütün hadîscilerinin bilgileri ne hâkim oldu.
Firabrî şöyle dedi: Buhârî'nin kâtibi olan Ebû Ca'fer ibnu Ebî Hâtim'den
işittim, o şöyle diyordu: Ben Buhârî'ye: Senin işin nasıl başladı? Diye
sordum. Buhârî şöyle dedi: Ben on yaşında, yâhûd biraz daha küçükken mektebde
kalbime hadîs ezberleme k ilham olundu. Bundan sonra mektebi bitirip çıktım. On
yaşından sonra da ed-Dâhîlî'ye ve ondan başka üstâdlara gidip gelmeye başladım.
Bir defasında ed-Dâhilî, insanlara karşı okumakta olduğu hadîslerden birinde:
Sufyân, Ebu'z-Zubeyr'den, o da İbrahim'den senedini söyledi. Bunun üzerine ben
ona: Ebu’z-Zubeyr, İbrahim'den rivayet etmedi, deyiverdim. Bu i'tirâzımdan
dolayı beni azarladı. Ben de kendisine: Eğer yanında mevcûd ise asıl nüshaya
müracaat et de bak, dedim. Hemen odasına gidip asıl nüshaya baktı. Sonra bizim
yanımıza döndü ve bana hitaben: Ey çocuk o, sened nasıldır? dedi. Ben: O
sened, ez-Zubeyr ibnu'l-Adıyy, İbrahim'den şeklindedir, dedim. Bunun üzerine
benden kalemi aldı, kitabını düzeltti ve: Sen doğru söyledin, dedi.
Buhârî'nin arkadaşlarından biri: Sen o zaman kaç yaşında idin? diye sordu.
Buhârî: On bir yaşında bulunuyor dum, dedi.
Buhârî kendisi şöyle anlatmıştır: On altı yaşına girdiğim zaman Abdullah
ibnu'l-Mubârek (181/797) ile Vekî' ubnu'l-Cerrâh (197/812)'ın kitâblarını
ezberlemiş ve ashâbu re'y nâmını alan Irak müctehidlerinin kavilleri ni,
re'ylerini öğrenmiştim. Bundan sonra hacc etmek ve ilim taleb etmek için
kardeşim Ahmed ve annem ile birlikte Mekke'ye gittim. Hacc ettikten sonra
kardeşim Buhara'ya döndü ve orada öldü.[2]
Buhârî hadîs tahsili için Mekke'de kaldı. Bu, 210 yılı idi. Eğer Buhârî ilk
hadîs tahsiline başladığı zaman Hicaz'a gelseydi, akranının erişip de kendisini
n erişemediği yüksek tabakaya muhakkak erişecekti. Bununla beraber o, Yezîd ibn
Harun (212/827) ve Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (203/813) gibi yüksek tabakaya yakın
olanlara yetişmiştir. Abdurrezzâk (211/826)'a erişmiş ve Yemen'e onun yanına
gitmek istemiştir. Bu kendine mümkün de oluyordu. Derken ona, Abdurrezzâk öldü,
denildi; bundan dolayı Yemen'e onun yanına gitmekten geri kaldı. Sonra
Abdurrezzâk'ın ölmediği, hayâtta olduğu meydana çıktı. Artık Buhârî ondan bir vâsıta
ile rivayet eder oldu.
Yine Buhârî şöyle dedi: "Ben on sekiz yaşıma girdiğim zaman Kitâbu
Kadâyâ's-Sahâbe ve't-Tâbiîn (Sahâbe ve Tâbi'lerin Hüküm Suretleri Kitabı)
isimli eseri tasnif ettim. Sonra Medine'de Peygamber'in kabrinin yanıbaşında
et-Târîhu'1-Kebîr'i tasnif ettim. Ben onu mehtâblı gecelerde yazıyordum.
Târihim içinde az isim vardır ki o ismin sahibi hakkında ayrıca bende bir iki
kıssa mevcûd olmasın, lâkin ben kitabın uzamasını istemediğim için bunları
oraya katmadım.[3]
Sonra Şam'a ve Mısır'a gittim.[4] Cezire'ye iki defa, Basra'ya dört defa
gittim. Hicaz'da altı sene ikaamet ettim. Küfe ve Bağdâd'a kaç defa girip
çıktığımı saymıyorum "[5]
Ebû Bekr ibn Ebî Ayyaş el-A'yen: Biz, kendisi henüz tüysüz bir genç olduğu
hâlde Muhammed ibn İsmail'den, Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî (212/827)'nin
kapısı önünde hadîs yazdık, demiştir. Feryâbî'nin 212/827'de vefat etmiş olduğu
gizli değildir. Buhârî'nin yaşı o zaman 18 civarında idi. [6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Matbûâtu'l-Arabiyye l, 534-537.
[2] Hedyu's-Sâri, S.478-479, "Zikru nesebihî ve mevlidihî ve menşeihî ve
mebdei tale-bihî li'l-hadîs". İrşâdu's-Sârî, s.31 vd.,
"el-Faslu'l-hâmis fi zikri nesebi'l-Buhârî ve nesebihî ve mevlidihî ve
mebdei emrihî ve neş'etihî ve talebihî li'l-ilm..."
[3] Bu kitâb, hadîs râvîleri hakkında eser yazmış olanların hepsi için en
kıymetli kaynaklardan biri oldu. Bunun hakkında Keşfu 'z-Zunün, I, s.287'de ve
İslâm Ansiklopedisi, c.II, s.771-772'de bilgiler vardır.
[4] Buhârî, et-Târîhu'1-Kebîr'inde (I, 2, 5) 217 yılında Mısır'da bulunduğunu
kaydediyor (Buhârî'nin Kaynakları, s. 122). Buhârî hadîs araştırma seyahatle
rine Mekke'den başladı. Seyahatle ri onu İslâm Dünyâsı'nın büyük kısmına
götürdü. Her yerde hadîs araştırmasının îcâb ettirdiği kadar uzun müddet kaldı,
hadîscilerle buluşup, onların rivayet ettikleri bütün hadîsleri öğrendi. Kendi
bilgisini de onlara aktararak bütün önemli ilim merkezler ini ziyaret etti. O
aynı yerde yıllarca kalmakta tereddüd etmedi, ilmî araştırması için lüzumlu ise
aynı yere birden fazla seyahat etmekten de kaçınmadı.Basra'da dört veya beş
sene, Hicaz'da altı sene kaldı. Mısır'a iki defa, Küfe ve Bağdâd'a sayısız
seyahatle r yaptı (Mukaddımetu Fethi'1-Bâri, s.464).
[5] Buhârî Bağdâd'a sekiz defa girmiştir. Bunlardan her girişinde İmâm Ahmed'le
buluşmuştur. Ahmed de onu Bağdâd'da ikaamete teşvik etmiş, Horasan'da
ikaametin i yermiştir. Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Buhârî'den
işittim, şöyle diyordu: Ben Bağdâd'a sekiz kerre gittim. Her gidişimde Ahmed
ibn Hanbel ile ilim meclisind e oturduk. Kendisine son defa vedâa gittiğimde
bana: "Yâ Ebâ Abdillah, ilmi ve talibi olan insanları terk ediyorsun da
Horasan'a gidiyorsu n! dedi. Ben hâlâ Ahmed ibn Hanhel'in bu sözünü
hatırlamaktayım (Tabakaatu'ş-Şafiiyye II, 5).
[6] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 45-47.
4- Üstâdları ve Dereceleri[1]
el-Hâkim Ebû Abdillah Târîhu Nîşâbûr'da Buhârî'nin kendileri nden hadîs
işittiği üstâdlannı şöyle sıralamıştır:
Mekke'de: Ebû'l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrâkî (233/837), Abdullah ibn
Yezîd el-Mukrî (213/828), İsmâîl ibn Salim es-Sâiğ el-Bağdâdî, Ebû Bekr
Abdullah ibnu'z-Zubeyr el-Humeydî (219/834) ve akranları.
Medine'de: İbrahim ibnu'l-Munzir el-Hızâmî (236/850), Mutarraf ibn Abdillah
(220/835), İbrahim ibn Hamze (230/844), Ebû Sabit Muhammed ibn Ubeydilla h,
Abdulazîz ibn Abdillah el-Uveysî (311/923), Yahya ibn Kaza'a (237/851) ve
onların yakınları.
Şam'da: Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî (212/827), Ebû Nasr Ishâk ibn İbrahim,
Âdem ibn Ebî İyâs (229/843), Ebû'l-Yemân el-Hakem ibn Nâfi' (222/836), Hayve
ibn Şurayh ibn Yezîd el-Hadramî Ebu'l-Abbâs el-Hımsî (224/838). Hâlid'ibn
Haliyy (Hıms kaadısı) el-Kelâ'î Ebu'l-Kaasım el-Hımsî, Hattab ibn Usmân Ebû Amr
(236/850), Ebu'l-Mugîre Abdu'l-Kuddûs (212/827), Süleyman ibn Abdirrahmân ibn
binti Şurahbîl (232/846) ve bunların yakınları.
Buhârâ'da: Muhammed ibn Sellâm el-Biykendi (227/841), Abdullah ibn Muhammed
el-Musnidî (229/843), Harun ibnu'l-Eş'as el-Buhârî Ebû İmrân,
Abdetu'bnu'l-Hakem, Muhammed ibn Yahya ibn Abdilazîz el-Yeşkurî Ebû Alî es-Sâiğ
el-Mervezî (252/866), Hıbbân ibn Musa (247/861) ve bunların akranları.
Merv'de: Aliyy ibnu'l-Hasen ibn Şakıyk (215/830), Abdan ibn Usmân ibn Cebele
(220/835), Usmân ibn Salih (219/834), Muhammed ibn Mukaatıl el-Mervezî
(226/840) ve akranları.
Belh'de: Mekkî ibn İbrahim (215/830), Yahya ibn Bişr (231/845), Muhammed ibn
Ebân ibn Vezîr el-Belhî (244/858), el-Hasen ibn Şuca' ibn Recâ el-Belhî Ebû Alî
(241/855), Yahya ibn Musa (240/854), Kuteybe (240/854) ve onların akranları.
Bunlardan rivayeti çoktur.
Reyy'de: İbrahim ibn Musa ibn Yezîd et-Temîmî Ebû İshâk; 220/835'de hayâtta
idi.
Bağdâd'da: Muhammed ibn îsâ et-Tabbâ' (224/838), Muhammed ibn Saik, Surayc ibnu'n-Nu'mân
ibn Mervân el-Cevherî Ebu'l-Huseyn el-Bağdâdî (217/830), Ahmed ibn Hanbel
(241/855), Ebû Müslim Abdurrahmân ibn Ebî Yûnus el-Müstemlî, İsmâîl
ibnu'l-Halîl (225/839) ve akranları.
Vasıt'ta: Hassan ibn Hassan el-Vâsıtî (213/828), Hassan ibn Abdillah el-Vâsıtî
(222/836), Saîd ibn Abdillah ibn Süleyman ve akranları.
Basra'da: Ebû Âsım en-Nebîl (212/827), Safvân ibn îsâ ez-Zuhrî Ebû Muhammed
el-Basrî (220/835), Bedel ibnu'l-Muhabbir (215/830), Harami ibn Ammâre, Affân
ibn Müslim (220/835), Muhammed ibn Ar'are (213/828), Süleyman ibn Harb el-Ezdî
(224/838), Ebû'l-Velîd et-Tayâlisî (227/841), Muhammed ibnu'l-Fadl es-Sedûsî
el-Ma'rûf bi-Arîm (223/837), Muhammed ibn Sinan el-Bâhılî (226/840), Ebû
Huzeyfe Musa ibn Mes'ûd en-Nehdî (220/835) ve akranları.
Kûfe'de: Ubeydulla h ibn Musa el-Absî (213/838), Ebû Nuaym (219/834), Ahmed ibn
Yâkûb (213/828), İsmâîl ibn Ebbân (216/831), el-Hasen ibnu'r-Rabî' (259/872),
Hâlid ibn Mahlid (213/828), Saîd ibn Hafs ibn Amr ibn Nufeyl el-Huzelî
el-Nufeylî Ebû Amr el-Harrânî (237/851), Talk ibn Ganâm (211/826), Umer ibn
Hafs ibn Gıyâs el-Kûfî (225/836), Ferve ibn Ebî'l-Mağrâ (225/839), Kabiysa ibn
Ukbe ibn Muhammed es-Suvâî (213/828), Ebû Ğassân Muhammed ibn Mutarraf ve
akranları.
Cezire'de: Ahmed ibn Abdilmeli k el-Harrânî (222/836), Ahmed ibn Yezîd ibn
İbrahim el-Harrânî Ebu'l-Hasen ibn el-Vertenîs, Amr ibn Halef, İsmâîl ibn
Abdillah ibn Hâlid el-Abdî el-Kuraşî Ebu'l-Hasen er-Rakkıyy el-Ma'rûf
bi's-Sukkerî Kaadî Dımaşk (240/854) ve akranları.
Mısır'da: Usmân ibn Salih (219/834), Saîd ibn Ebî Meryem (223/837), Abdullah
ibn Salih (Aynı isimde iki zât var: 211/826;223/837), Ahmed ibn Salih
(248/862), Ahmed ibn Şebîb (229/843), Esbağ ibn Ebi'l-Ferec (225/839), Saîd ibn
îsâ ibn Telîd el-Kıtbânî er-Ruaynî Ebû Usmân el-Mısrî (219/834), Saîd ibn
Kuseyyir ibn Ufeyr (228/842), Yahya ibn Abdillah ibn Bukeyr (226/840) ve
akranları.
Herât'ta: Ahmed ibn Abdillah ibn Eyyûb el-Hanefî Ebu'l-Velîd (232/846).
Nîşâbûr'da: Yahya ibn Yahya et-Temîmî (226/840), Bişr ibnu'l-Hakem (238/852),
İshâk ibn İbrâhîm el-Hanzalî (253/867), Muhammed ibn Rafı' (214/829), Ahmed ibn
Hafs ibn Abdillah. .. Ebû Alî en-Nîşâbûrî Kaadî (258/871), Muhammed ibn Yahya
ez-Zuhlî (252/866) ve Akranları[2]
el-Hâkim Ebû Abdillah şöyle dedi: Buhârî ilim talebi uğruna zikr edilen bütün
bu beldelere gitmiş ve bunlardan her bir şehirde o belde üstâdlarının yanında
ikaamet etmiştir. Burada Buhârî'nin âlî isnadına istidlal edebilsin diye ancak
her bir mıntakadaki eski âlimlerden birer cemâatin isimleri söylenmiştir.
Ca'fer ibn Muhammed el-Kattân'dan, şöyle demiştir: Ben Buhârî'den işittim,
şöyle diyordu: "Ben binden fazla âlimden hadîs yazdım. Yanımda isnadını
zikr edemeyeceğim hiçbir hadîs mevcûd değildir".[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyü's-Sârî, s.479, "Zikru merâtibi meşâyıhıhî....";
İrşâdü's-Sari, s.32, "Ve emmâ rıhletuhu li talebi'l-hadis..."
[2] Buhâri'nin el-Câmi'u's-Sahîh'inin hadîslerini bizzat kendileri nden aldığı
üstâdlarının sayısı 289 kadardır. Bunların harf sırasına göre güzel bir
listesini İbn Hacer Hedyu's-Sârî'de vermiştir, s.380-465,479. Bu liste
Buhârî'nin Kaynakları, Dördüncü Kısım'da (s.200-303) da harf sırası tertibiyl
e verilmiştir.
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 47-49.
5- Şeyhlerinin Tabakaları ve Mertebeleri[1]
Muhammed ibn Ebî Hatim, Buhârî'den şunu rivayet etti: Buharı: Ben 1080 tane
nefisten hadîs yazdım; bunların hepsi muhakkak hadîs sahibidir (âlimidir),
demiştir. Ve yine Buhârî: Ben ancak îmân, kavl ve fiildir diyenlerd en hadîs
yazdım, demiştir.
Hafız ibn Hacer, Buhârî'nin bütün şeyhlerini beş tabaka içinde toplamıştır:
Birinci Tabaka: Bunlar Buhârî'ye tabiîlerden alıp tahdîs edenlerdir. Muhammed
ibn Abdillah el-Ensâr (214/829) gibi ki, bu zât Buhârî'ye Humeyd'den tahdîs
etti. Mekkî ibn İbrâhîm (215/830), bu zât Buhârî'ye Yezîd ibn Ebî Ubeyd'den
tahdîs etti.Ebû Âsım ed-Dahhâk ibn Mahlîd en-Nebîl (212/827), bu zât Buhârî'ye
Yezîd bin Ebî Ubeyd'den tahdîs etti. Abdullah ibn Musa el-Absî (213/828), bu
zât Buhârî'ye İsmâîl ibn Ebî Hâlid ve Hişâm ibn Urve'den tahdîs etmiştir. Bu
son ikisi tabiîdirler. O, Buhârî'ye Ma'rûf'dan, o da Alî ibn Ebî Tâlib'den
tahdîs etti. Ebû Nuaym Fadl ibn Dukayn (219/834) ki bu, Buhârî'ye el-A'meş'den
tahdîs etti. Hallâd ibn Yahya (217/832), ki bu, Buhârî'ye Îsâ ibn Tahmân'dan
tahdîs etti. Alî ibn Ayyaş (217/832) ile İsâm ibn Hâlid el-Hadramî (211 ?,215/
826?830), ki bunların ikisi de Buhârî'ye tabiî olan Cerîr ibn Usmân'dan, o da
sahâbî olan Büsr ibn Abdillah'dan tahdîs etmişlerdir. Bunların hepsinin
şeyhleri tabiîlerdendir.
İkinci Tabaka: Bunlar birinci tabakadak ilerin asrında bulunanla r, lâkin
tabiîlerin sikalarından işitmeyenlerdir:
Âdem ibn Ebî İyâs (229/843), Ebû Mushir Abdu'l-A'lâ ibnu Mushir el-Gassânî
ed-Dımaşkî (218/835), Saîd ibnu'l-Hakem ibn Ebî Meryem (223/837), Eyyûb ibn
Süleyman (224/838) ve emsalleri gibiler.
Üçüncü Tabaka: Bu, Buhârî'nin şeyhlerinden orta tabakadır. Bunlar tabiîlere
kavuşmayan, fakat tebeu't-tâbiîn'in büyüklerinden hadîs alanlardır: Süleyman
ibn Harb el-Ezdî (244/838), Kuteybe ibn Saîd (240/854), Nuaym ibn Hammâd
el-Huzâî Alî ibnu'l-Medînî (234/848), Yahya ibn Maîn (233/847), Ahmed ibn
Hanbel (241/855), İshâk ibn Râhûye (238/852)[2], Ebû Bekr ibnu Ebî Şeybe
(235/849), Usmân ibnu Ebî Şeybe (239/853) ve bunların benzerler i gibi.
İşte bu tabaka, kendileri nden hadîs almakta Müslim'in Buhârî'ye ortak olduğu
kimselerd ir.
Dördüncü Tabaka: Bunlar hadîs talebinde Buhârî'nin refikleri ve kendisind en
biraz önce işitmiş olanlardır: Ebû Hatim er-Râzî (277/890), Muhammed ibn
Abdirrahîm (Saika) (255/868), Abd ibn Humeyd (249/863), Muhammed ibn Yahya
ez-Zuhlî (252/866), Ahmed yâhud Muhammed ibnu'n-Nadr Ebû Bekr ibn Hâşim
ibni'l-Kaasım el-Bağdâdî (245/859) ve bunlara benzerler den bir cemaat. Buhârî,
bunlardan ancak şeyhlerinden işitme fırsatını kaçırdığı hadîsleri yâhud da
bunlardan gayrileri yanında bulamadığı hadîsleri tahrîc eder.
Beşinci Tabaka: Bunlar yaşta ve isnâdda kendi talebeler i sırasında bulunan
bir toplulukt ur. Buhârî bunlardan bir fâideden dolayı hadîs işitmiştir:
Abdullah ibn Hammâd el-Âmulî (273/886), Abdullah ibn Ebi'l-Âs el-Havârizmî,
Huseyn ibn Muhammed el-Kabbânî (289/901), Ebû îsâ et-Tirmizî (279/892) ve
diğerleri gibi...
Buhârî bunlardan az şey rivayet etmiştir. Ve onlardan rivayet etmekte Usmân
ibn Ebî Şeybe'nin Vekî'den rivayet ettiği şu sözle amel etmiştir: Vekî': Kişi
'kendi fevkinde ve kendinin aşağısında olanlarda n hadîs söylemedikçe âlim
olmaz, demiştir. Buhârî de: Muhaddis, kendi fevkinde olanlarda n da, kendi
misli olanlarda n da, kendi dûnunda olanlardan da hadîs yazmadıkça tam
muhaddis olamaz, demiştir. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.479-480, "Zikru raerâtibi meşâyıhi'llezîne ketebe
anhum ve haddese anhum"; Umdetu'l-Kaarî, l, 10, "Cümletu men haddese
anhu'l-Buhârî fi sahihini hamsu tabakatın"; İrşâdu's-Sârî, I, s.32-33,
"Ve zikru ba'zı şuyûhihî ve men ahaze anhu...".
[2] Böyle (veyh) ile nihâyetlenen alemler nahivcile r mezhebinc e -ki hakikatte
de böyle telâffuz olunmuştur- vav'ın fethi ve yâ'nın sükûnu iledir. Bu
takdirce "Râhaveyh" demek lâzım gelirdi. Lâkin hadîsciler (Veyh)
lâfzındaki nekâretten hoşlanmadıkları için hâ'nın dammı ve vav'ın sükûnuyle
okurlar. Buna göre "Râhûye" demek lâzım gelir. Bu kitâb da bir hadîs
kitabı olduğundan, hadîscilerin mesleki tercih olundu (Tecrîd Ter.,s. 49).
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 50-51.
6- Talebeler i ve Kendisind en Hadîs Alanlar[1]
Buhârî'den hadîs alanlara gelince, bunların sayısı pek çoktur. Firabrî: el
-Cami'u's-Sahîh kitabını Buhârî'den doksan bin kişi işitti. Bu gün onlardan
benden başka kimse kalmadı. Buhârî'nin meclisind e yirmi binden fazla kişi
hâzır bulunur ve kendisind en hadîs alırlardı, demiştir.
Üstâdlaından: Üstâdlarından birçokları da Buhârî'den hadîs rivayet etmişlerdir:
Abdullah ibn Muhammed el-Musnidî (229/843), Abdullah ibn Munîr (243/857), İshâk
ibn Ahmed es-Sermâvî (?), Muhammed ibn Halef ibn Kuteybe (?) ve diğerleri
bunlardan dır.
Akranlarından: Ebû Zur'a er-Râzî (264/877), Ebû Hatim er-Râzî (277/890),
İbrâhîm el-Harbî (285/898), Ebû Bekr ibn Ebî Âsım (293/905), Musa ibn Harun
el-Cemmâl (?), Muhammed ibn Abdillah ibn Süleyman Mutayyen el-Hadramî Ebû
Ca'fer (297/909), İshâk ibn Ahmed ibn Zîrek el-Fârisî (?), Muhammed ibn Kuteybe
el-Buhârî (Muhammed ibn İsmail'in yakını), Ebû Bekr Muhammed ibn Ca'fer ibn
A'yen el-Bağdâdî (293/905).
Kendisind en Hadîs Alan Diğer Büyük Hafızlar: Salih ibn Muhammed el-Mulakkab
bi-Cezere (293/905), Müslim ibnu'l-Haccâc el-Kuşeyrî (Sahîh sahibi; 261/874),
Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Seleme el-Bezzâr (286/899). Ebû Bekr ibn İshâk ibn Huzeyme
(311/932), Muhammed ibn Nasr el-Mervezî (293/905). İmâm en-Nesa'î (303/915).
Ebû îsâ et-Tirmîzî (279/892; Buhârî'ye çok i'timâd etmiştir). Umer ibn Muhammed
el-Bahîrî, Ebû Bekr ibn Ebi'd-Dünyâ (281/894), Ebû Bekr el-Bezzâr (292/904),
Huseyn ibn Muhammed el-Kabbânî (289/901), Ya'kûb ibn Yûsuf ibnu el-Ahrem
(344/955), Ebû Muhammed Abdullah ibn Muhammed ibnu Naciye (301/913), Sehl ibn
Şâzûye el-Buhârî, Ubeydulla h ibn Vâsıl, el-Kaasım ibn Zekeriyya el-Bağdâdî Ebû
Bekr el-Mıtraz (305/917), Ebû Kureyş Muhammed ibn Cem'a, Muhammed ibn Muhammed
ibn Süleyman el-Bâğandî (312/924), İbrâhîm ibn Musa el-Cuveyrî, Alî
ibnu'l-Abbâs et-Tâbiî, Ebû Hâmid el-A'meş, Ebû Bekr Ahmed ibn Muhammed ibn
Sadaka el-Bağdâdî, İshâk ibn Dâvûd es-Savvâf, Hâşid ibn İsmâîl el-Buhârî,
Muhammed ibn Abdillah el-Cuneyd, Muhammed ibn Musa... Ebû Abdillah el-Ma'rûf
bi'n-Nehrtîrî el-Bağdâdî (289/901), Ca'fer ibn Muhammed en-Nîşâbûrî, Ebû Bekr
ibn Dâvûd, Ebû Kaasım el-Bağavî (310/922), Ebû Muhammed ibn Sâid (316/928),
Muhammed ibn Harun el-Hadramî el-Bağrânî Ebû Hâmid (321/933), Huseyn ibn İsmâîl
el-Mehâmilî el-Bağdâdî (330/941); bu zât Bağdâd'da Buhârî'den tahdîs edenlerin
sonuncusu dur. İbrâhîm ibn Ma'kıl en-Nesefî (295/907), Muhayyeb ibn Suleym,
Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî (320/932), Muhammed ibn Ahmed Dellûbe, Abdullah
ibn Muhammed el-Aşkar, Ebû Alî Husayn ibn Muhammed ed-Dârakî, Ahmed ibn Hamdûn
el-A'meş, Muhammed ibn Mahmûd... Ebû Amr el-Mervezî ve en-Nesevî, Ca'fer ibn
Muhammed ibni'l-Huseyn el-Cezerî, Ebû Hâmid ibnu'ş-Şarkî (325/936) ve kardeşi,
Ebû Muhammed Abdullah eş-Şarkî, Muhammed ibn Süleyman ibn Fâris, Muhammed
ibnu'l-Museyyeb el-Erğınânî, Muhammed ibn Harun er-Rûyânî (307/919) ve diğer
birçok halk.[2]
el-Câmi'u's-Sahîh'i Buhârî'den rivayet edenlerin sonuncusu Mansûr ibn Muhammed
el-Bezdevî (329/940)'dir. Buhârî'den hadîs işittiğini söyleyenlerin en son
vefat edeni ise Ebû Zahir Abdullah ibn Fâris el-Belhî (346/957)'dir.[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.492-494, "Zikru tasânîfıhî ve'r-ravât anhu";
İrşâdu's-Sâri, s.33-36.
[2] Hedyu's-Sârî, s.492-494; 'İrşâdu's-Sârî, 1,32-33.
[3] Kastallânî Mukaddime si, 32-33.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 51-53.
7- Ezberleme Gücü ve Hafıza Kuvveti
Buhârî'nin kâtibi Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Hâşid ibn İsmâîl ile
bir başkasından işittim, şöyle diyorlardı: Buhârî tüysüz bir genç iken
bizlerle beraber Basra üstâdlarından hadîs işitmeye gidip geliyordu . Herkes
işittiklerini yazıyordu. Buhârî yazmıyordu. Böylece birçok günler geçti.
Nihayet onaltı gün sonra biz onun yazmamasından dolayı serzeniş ettik. Bunun
üzerine o: Bana karşı çok konuştunuz, haydi yazdıklarınızı ortaya koyunuz,
dedi. Biz de ona onbeşbinden ziyâde hadîs çıkardık. O bunların hepsini ezberden
okudu. Nihayet biz kitâblarımızı Onun ezberledi klerinden tashih edip düzelttik.
Sonra Buhârî: Görüyor musunuz, ben boşuna mı gidip geliyorum; günlerimi zayi'
mi ediyorum? dedi. Biz de onun önüne kimsenin geçemiyeceğini anladık.
Muhammed ibn Hamdûye şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, o: Ben yüzbin sahîh
hadîsi ezbere biliyorum, ikiyüzbin de gayri sahîh hadîsi ezbere biliyorum,
diyordu.[1]
İbn Adiyy şöyle dedi: Ben birçok üstâdlardan işittim, onlar şöyle hikâye
ediyorlar dı: Buhârî Bağdâd'a geldiğinde hadîs âlimleri toplandılar, yüz
hadîsin metinleri ni ve isnâdlarını alt üst ettiler. Şu isnadın metnini şu
isnada, şu metnin isnadını şu metne uydurdula r. Bu maklûb hadîsleri mecliste
Buhârî'ye yöneltmeleri için her bir kimseye onar tane verdiler. Sonra insanlar
toplandı. O kendisine bozulmuş hadîs verilenlerden biri ortaya çıkıp dikilerek
Buhârî'ye bu on hadîsden birini sordu. Buhârî: Ben böyle bir hadîs bilmiyoru m,
dedi. O zât diğer hadîsden sordu. Buhârî yine: Ben bunu tanımıyorum, dedi.
Böylece o şahıs on hadîsi sormayı bitirdi. Fakîhler biribirle rine yöneliyor
ve bu adam mes'eleyi anladı, kim bilmezse ona acizlikle hükm olunur, diyorlardı.
Bundan sonra diğer bir kimse ortaya çıktı ve birinci kimsenin yaptığı gibi
yaptı. Buhârî ise on hadîs bitinceye kadar sâdece "Ben onu
tanımıyorum" diyordu. Böylece on kişi kendileri ndeki hadîsleri sorup
bitirdile r. Buhârî soranlara "Ben bu hadîsi tanımıyorum" sözünden
başka birşey söylemiyordu. Nihayet sorucuların sormayı bitirdikl erini
öğrenince, onların birincisi ne yöneldi ve:
- Senin ilk hadîsine gelince, onun isnadı şöyle şöyledir. İkinci hadîsin
isnadı şöyle şöyledir. Üçüncü hadîsin isnadı şöyle şöyledir diyerek, on
hadîsin hepsinin metin ve isnâdlarım düzeltti, her bir metni kendi isnadına
döndürdü. Bundan sonra ikinci sorucunun hadîslerini de bu şekilde yaparak
hepsini düzgünce rivayet etti. On kişinin sorduğu hadîslerin hepsini bu
şekilde düzeltip yerli yerine koyma işini bitirince, oradaki âlimler
Buhârî'nin hafıza kuvvetini ikrar ve i'tirâf ettiler.[2]
Yûsuf ibn Musa el-Mervezî şöyle dedi: Ben Basra Câmii'nde bulunuyordum. Derken
birinin: Ey ilim sahihleri, Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî gelmiştir, diye nida
ettiğini işittim. Halk hemen Buhârî'ye doğru davrandılar. Ben de Buhârî'nin
yanına gidenleri n içinde idim. Buhârî'yi genç bir adam gördüm, üstüvanenin
arkasında namaz kılıyordu. Namazı bitirince halk onun etrafını çepçevre
kuşattı ve ondan kendileri için bir imlâ meclisi akdetmesi ni ricâ ettiler.
Buhârî onların isteğini kabul etti. Ertesi gün olunca şu kadar bin kişi
toplandı. Buhârî oturdu ve şöyle dedi:
- Ey Basra ahâlîsi! Ben genç bir kimseyim. Sizler benden size hadîs tahdîs
etmemi istediniz . Ben de size kendi şehrinizin ahâlîsinden gelen bir takım
hadîsler tahdîs edeceğim ki, sizler bunların hepsinden istifâde edeceksin iz:
Bize yanınızda olan Abdullah ibn Usmân tahdîs etti. Bize babam tahdîs etti.
Bize Şu'be, Mansûr'dan ve gayrısından, o da Salim ibni'l-Ca'd'dan, o da Enes
ibn Mâlik'ten olmak üzere tahdîs etti. Bir bedevi şöyle dedi: Yâ Rasûlallah,
kişi bir kavmi sever...(Buhârî, Edeb, Bâbu alâmeti hubbillâhi azze ve celle
li-kavlihi...) Buhârî hadîsin tamâmını söyledi, sonra: Bu sizin yanınızda
mevcûd değildir. Sizin yanınızda Mansûr'dan başkasından gelen hadîs vardır,
dedi. Ve o meclise bu uslûb üzere hadîsler imlâ ettirdi.[3]
Ebû Bekr el-Kûzânî şöyle dedi: Ben Muhammed ibn İsmâîl gibisini görmedim. O
bir ilim kitabını alır ve ona öyle bir göz gezdirir ki, bir defada ondaki
hadîslerin bütün taraflarını ezber ediverird i.
Ebu'l-Ezher şöyle dedi: Semerkand'da dört yüz muhaddis vardı. Toplandılar ve
Muhammed ibn İsmail'i yanıltmak istediler . Bunun için Şam isnâdlarını Irak
isnâdlarına, Irak isnâdlarını Şam isnâdlarına, Harem'in isnâdlarını da Yemen
isnâdları içine kattılar. Neticede bütün bu çalışmalarına rağmen Buhârî'den
bir yanılma bulmaya muktedir olamadılar.
Buhara vâlîsi Ahyed ibn. Ebî Ca'fer şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl bir gün
bana: Bâzı hadîs var ki ben onu Basra'da işitmiş, Şam'da yazmışımdır. Bâzı
hadîsi de Şam'da işitmiş, Mısır'da yazmışımdır, dedi. Ben de ona: Yâ Ebâ
Abdillah, tamâmını mı? diye sordum. Buhârî sükût etti.
Suleym ibn Mucâhid de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn selâm el-Beykendî'nin
yanında idim. Bana: Biraz önce gelmiş olaydın yetmiş bin hadîsi ezbere bilen
bir çocuk görecektin, dedi. Bu söz üzerine ben hemen dışarıya çıkıp ona
kavuştum ve:
- Yetmiş bin hadîsi ezbere bilen sen misin? dedim.
Buhârî:
- Evet, daha çoğunu da biliyorum . Sahâbîler'den ve tabiîlerden sana herhangi
bir hadîs getirirse m, muhakkak ben onların çoğunun doğum yıllarını, vefat
yıllarını ve sakin oldukları yerleri bilmişimdir, dedi.
Alî ibnu'l-Huseyn ibn Âsim el-Beykendî de şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl bizim
yanımıza gelmişti. Arkadaşlarımızdan biri ona:
- Ben İshâk ibn Râhûye'den işittim; o, kitabımdan yetmiş bin hadîs gözümün
önünde gibidir diyordu, dedi. Bunun üzerine Muhammed ibn İsmail ona:
- Sen bu sözden taaccüb mü ediyorsun? Belki bu zamanda iki yüz tane bin kerre
bin (yânî iki milyon) hadîsi kitabından bakan kimse vardır, dedi ve o bununla
ancak kendini kasdetmek teydi.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Dün gece tasnifler
imin içine kaç hadîs kattığımı sayıp hesâb edinceye kadar uyumadım. Bir de
baktım ki iki yüz bin kadar hadîs. Yine Buharı dedi ki: Şayet bana temennî et
denilseyd i hâsseten namaz hakkında on bin hadîs rivayet etmedikçe yerimden
kalkmazdım.
Yine kâtibi dedi ki: Bana onun balâzûr şerbeti içtiği haberi ulaşmıştı. Ben
bir defa ona yalnızken: Ezber etmenin ilâcı var mı? diye sordum.
- Bilmiyoru m, dedi, sonra döndü de: Ezber etmek için kişinin ittihâm edilmesin
den ve bir de devamlı nazardan (düşünme ve tefekkürden) daha menfaatlı birşey
bilmiyoru m, dedi.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'ye:
- Tasnif ettiğin kitâbların içine koyduğun hadîslerin hepsini ezbere biliyor
musun? diye sordum.
- Onların içindekilerin hepsi bana gizli olmuyor, dedi.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Gayri sahîh, asılsız ve yalan rivayet demek değildir. Bu, sahîh nâmını alan
rivayetler kuvvetini hâiz olmıyan demektir.
[2] Hedyu's-Sârî, s.487, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhideti li-seati
hıfzıhî ve seyelâni zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ileli..."; İrşâdu's-Sârî,
I, s.33-35, "Ve seati hıfzıhî ve seyelâni zihnihî...".
[3] Hâkim'in Nîşâbûr Târihi'nde Ebû Amr İsmail'den şu rivayet vardır: O şöyle
demiştir: Bize Ebû Abdillah Muhammed ibn Alî tahdîs edip şöyle dedi: Ben
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben Basra'da beş yıl
ikaamet ettim. Kitâblarım yanımda idi. Ben tasnif ediyor ve her sene hacca
gidiyor ve Mekke'den tekrar Basra'ya dönüyordum. Ben Yüce Allah'ın, bu tasnif
edilen kitâblarda müslümânlara bereketle r vereceğini ümîd ediyorum.
(Umdetu'I-Kaarî, I, 8 )
[4] Hedyu 's-Sârî, s. 486-489, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhide
li-seati hıfzıhî ve seyelâni zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ıleli sıva mâ
tekaddeme", İrşâdu's-Sâri, I, s.32-39.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 53-56.
8- İlim ve İbâdetteki Gayret ve Çalışkanlığı
Kâtib Muhammed ibn Ebî Yahya söyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî ile beraber bir
seferde bulunduğumuz zaman, yaz ayları müstesna, bir oda içinde bulunurdu k.
Ben dâima onu bir gece içinde on beş defadan yirmi defaya kadar kalkıyor
görürdüm. O bu kalkışların her birinde çakmağı alır, eliyle ateşi ve kandili
tutuşturur, bir çok hadîsler çıkarır, onların üzerlerine alâmetler koyar,
sonra başını koyup yatardı. Bir defasında ben ona:
- Sen bunların hepsini nefsine yüklüyorsun da beni uyandırmıyorsun, dedim.
- Sen gençsin, ben senin uykunu bozmak istemem, dedi.
Ey muhâtab! Uykunun ona ilim çalışmaktan nasıl mâni' olmayışını, uykunun
lezzetini ilimleri tahsil etmekte buluşunu, amelindek i ıhlâsı ve ihvanına
şefkatından dolayı tilmizini n ve hizmetçisinin rahatsız olmasına râzî
olmayışını düşün!
Yine Buhârî'nin yukarıda ismi geçen kâtibi söyle dedi: Biz Firabr'da
Kitâbu't-Tefsîr'in tasnifind e çalışırken Buhârî'yi arkası üstü yatmış gördüm.
Buhârî o gün tahrîc hususunda kendini yormuştu. Ona:
- Ben senden işittim ki, sen ilimsiz olarak hiçbir şey yapmadım diyordun,
binâenaleyh bu sırt üstü yatmaktak i fâide nedir? dedim.
- Bu gün kendimi yordum. Burası ise düşman ağzı olan bir hudûddur. Düşman
işinden bir hâdise meydana gelmesind en endişelendim de istirahat etmeyi ve bir
hazırlık kazanmayı arzu ettim. Eğer düşman bizi ansızın bastırırsa böylece
bizde de bir hareket olur, dedi.
Ben derim ki, işte onlar bu çalışma ile o yüksek mertebeye ulaşmışlardır. Hiç
şübhesiz Buhârî yorgun hâlde bile kendisind en bir vaktin zayi' olmasını
istememiştir. İçinde te'lîf gibi sâlih bir amele muktedir olacağı bir zaman, o
işi yapmıyarak kendisind en kaçıp gitmesin diye sırt üstü yattığı hâlde bile
te'lîf ediyordu.
Muhammed ibn Yûsuf şöyle dedi: Bir gece Ebû Abdillah el-Buhârî'nin evinde, onun
yanında bulunuyor dum. Onun bir gece içinde birçok şeyleri hatırlamak için on
sekiz defa kalkıp kandili yaktığını ve astığını saydım.
Miksem ibn Saîd de şöyle dedi: Ramazan'ın birinci gecesi olduğu zaman Muhammed
ibn İsmail'in yanına ashabı toplanırlar, o da onlara her rek'atta yirmi âyet
okuyarak namaz kıldırırdı. Kur'ân'ı hatm edinceye kadar böyle devam ederdi.
Seherde yarı ile üçte bir arası kadar Kur'ân okur ve her üç gecede bir seher
sırasında hatim yapardı. Her gün içinde gündüzleyin de bir nevi hatim yapar ve
bu hatmi her gece iftar sırasında olurdu.
Kâtibi şöyle dedi: Buhârî seher vaktında on üç rek'at namaz kılar ve bunlardan
bir teki ile vitir yapardı.
Ebû Bekr ibn Munîr şöyle dedi: Bir gün Muhammed ibn İsmail el-Buhârî namaz
kıldırırken onu on yedi defa eşek arısı soktu. Namazı bitirdiği zaman: Bakın
bakalım, şu bana namazımın içinde eza eden şey nedir? dedi. Baktılar ki, bir
eşek arısı! On yedi yer kabarmış olduğu hâlde o namazını bozmamıştı. Kâtibi
Muhammed ibn Ebî Hâtim'den, Buhârî'nin o namazın sonunda: Bir âyet içinde
bulunuyor dum, onu tamamlamak istemiştim, dediği rivayet edilmiştir.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sâri, s.480-482, "Zikru sîretihî ve zuhdihî ve fadâilihî"
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 56-57.
9- Sîreti, Zühdü, Faziletle ri ve Cömertliği[1]
Kâtibi şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah'dan işittim, o: İçinde dünyâ zikri bulunan
bir kelâm etmek istediğimde muhakkak Allah'a hamd ve sena ile başlamışımdır,
diyordu.
Yine kâtibi şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî'nin babasından vâris olduğu
büyük malı vardı. Kendisi bu malı mudârebe ortaklığına verirdi.[2] Bir
defasında alacaklısı Buhârî'nin zararına büyük bir mal kesip almıştı. Firabr'de
iken Buhârî'ye o alacaklısının Âmul'e gelmiş olduğu haberi ulaştı. Biz
kendisine: Âmul'e geçmen ve malını ondan alman gerekir, dedik. Buharı: O
alacaklıyı korkutmamız bize yakışacak iş değildir, dedi. Sonra alacaklısına
haber ulaştı ve o alacaklı zât Havârizm'e doğru çıktı. Biz yine Buhârî'ye: Âmul
şehrinin vâlîsi Ebû Seleme el-Keşşânî'ye, onun mektûb yazması için söylemen
lâzım gelir, dedik. Buhârî: Eğer ben onlardan bir mektûb alırsam, onlar bu
kitâb hususunda benden tamâa düşerler. Ben ise dînimi dünyâm mukaabili nde
satacak değilim, dedi. Biz gayret ettik, çalıştık; fakat o hiçbir şey almadı.
Nihayet biz, Buhârî'nin emri olmaksızın sultân ile konuştuk. Sultân Havârizm
valisine mektûb yazdı. Bizim bu teşebbüsümüz Ebû Abdillah'a ulaştığı zaman, o
şiddetli bir gücenişle gücendi ve: Bana karşı kendi nefsimden daha şefkatli
olmayınız, dedi. Ve birkaç mektûb yazdı, bu mektûbların yanına başka mektûblar
koydu. Havârizm'deki bâzı arkadaşlarına da alacaklısı olan o adama taarruz
edilmemes ini yazdı. Sonra alacaklısı oradan dönüp Merv tarafına yöneldi.
Tüccarlar toplandılar, sultân'a haber verildi. Sultân borçlu olan o kimse
üzerinde şiddet tedbîri kullanmak istedi. Ebû Abdillah bu tedbîri çirkin görüp
istemedi. Bizzat kendisi alacaklısı ile, her sene alacaklısının kendisine az
bir şeyden ibaret olan on dirhem vermesi şartı üzerine sulh anlaşması yaptı.
Hâlbuki alacağı olan mal yirmi bin dirhem idi. Buhârî bu maldan bir dirheme ve
daha çoğuna da ulaşamadı.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben asla herhangi
bir şeyi satın alma işini üzerime almadım, muhakkak bu işi bir insana emrederdi
m de o insan benim için satın alırdı. Buhârî'ye, niçin böyle yapardın? diye
soruldu. Buhârî: Çünkü bu işte artırma, eksiltme ve karıştırma vardır, dedi.
Bekr ibn Munîr zikr etti ki, kendisi Buhârî'ye ticâret için hazırlanmış bir
mal taşımış, o malı kendisine oğlu Ahmed göndermişti. Nihayet o mal sebebiyle
bâzı tüccarlar toplandılar ve o malı Buhârî'den beş bin dirhem kazanç mukaabili
nde istediler ..Buhârî onlara: Bu gece beni serbest bırakın, yanımdan gidin,
dedi. Ertesi günü başka tüccarlar geldiler ve ticâret malını on bin dirhem kâr
mukaabili nde istediler. Buhârî bu ikinci gelen tacirler grubuna: Ben bu malı
dün gece bana gelmiş olan tacirlere satmaya niyyet ettim; o niyyetimi bozmak
istemem, dedi.
Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Buhârî şöyle diyordu:
Bir defasında Âdem ibn Ebî İyâs'a doğru çıktım. O sırada nafakamın yanî paramın
bana ulaşması gecikmişti. Ben harçlıksız olduğum için kuru otları yemeğe
başlamıştım. Bu hâlimi de kimseye haber vermiyordum. Üçüncü gün olunca bana
tanımadığım birisi geldi, bir çıkın dînâr uzattı ve: Bunu kendi nefsine harca,
dedi.
Yine Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'den işittim:
Bir müslümâna, duâ edildiği zaman icabet olunmayac ak bir hâletde bulunması
yakışmaz, diyordu.
Yine kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben bir ayda beş
yüz dirhem kazanç alıyordum. Bu kazancı ilim arama yolunda harcıyordum.
"Allah nezdinde olan ise hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır"
(el-Kasas:60; eş-Şûrâ: 36).
Yine kâtibi şöyle dedi: Biz Firabr'de idik. Ebû Abdillah el-Buhârî, Buhârâ'ya
yakın olan bir yerde bir ribât yaptırıyordu.[3] Pek çok halk toplandı, bu iş
üzerinde ona yardım ediyorlar dı. Kendisi de bizzat tuğla taşıyordu. Ben ona:
Yâ Ebâ Abdillah, sen bununla yetin, derdim de, o: İşte bu iş bana fayda verecek
olandır, derdi. Râvî dedi ki: Buhârî oradakile r için bir sığır kesmişti.
Tencerele re yetişip pişdikleri zaman insanları yemeğe çağırdı. Beraberin de
yüz kişi yâhud daha fazlası vardı. Kendisi bu toplanan halk kadar insan
toplanacağını bilememişti. Biz onunla beraber Firabr'den üç dirhem mukaabili nde
ekmek çıkarmıştık. O zaman ekmek beş batmanı, bir dirhem mukaabili nde idi.[4]
Biz bu ekmeği oradakile rin önüne koyduk, hâzır bulunanla rın hepsi yedi ve
epey ekmek artmıştı.
Yine kâtibi şöyle dedi: Buhârî yemesi çok az, talebeler e ihsanı çok, cömertliği
aşırı bir kimse idi.
Abdullah ibn Muhammed es-Sayârifî şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'nin
evinde, onun yanında bulunuyor dum. Cariyesi geldi ve eve girmek istedi. Bu
sırada cariyenin ayağı sürçüp tökezledi de Buhârî'nin önündeki mürekkeb hokkası
ve divitinin üzerine kapandı. Buhârî cariyeye:
- Nasıl yürüyorsun? dedi. Câriye de:
- Yol mevcûd olmadığı zaman ben nasıl yürürüm? deyiverdi . Bunun üzerine Buhârî
ellerini uzattı da:
- Git, ben seni âzâd ettim, dedi.
Buhârî'ye:Yâ Ebâ Abdillâh! Bu câriye seni öfkelendirdi mi? denildi. Buharı: Ben
yaptığım bu hürriyet verme işimle nefsimi râzî kılmışımdır, dedi.[5]
Umer ibn Hafs el-Aşkar da şöyle dedi: Biz Basra'da Ebû Abdillah Muhammed ibn
İsmâîl ile beraber bir topluluk idik, hadîs yazıyorduk. Biz onu birkaç gün
yanımızdan kaybettik . Sonra onu bir evin içinde çıplak hâlde bulduk. Yanında
bulunan eşyasını kaybetmiş. Biz hemen onun için bir mıkdâr dirhem topladık ve
onu giydirdik .
Kâtibi dedi ki: Ben Buhârî'den işittim, kendisine bir hadîsin haberi
sorulmuştu da o şöyle diyordu: Yâ Ebâ Fulân! Sen benim tedlîs yapıyor olduğumu
düşünüyorsun. Hâlbuki ben, hakkında nazar olan bir adamdan dolayı on bin hadîs
terk etmişimdir. Ve yine ben bunun kadarını yâhud bundan çoğunu hakkında benim
için bir nazar, bir görüş olan diğer sebebden dolayı terk ettim.
Hafız Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Alî es-Süleymânî şöyle dedi: Ben Alî ibn Muhammed
ibn Mansûr'dan işittim, şöyle diyordu: Ben babamdan işittim, şöyle diyordu: Biz
Ebû Abdillah el-Buhârî'nin meclisind e idik. Bir insan onun sakalından bir çöp
alıp kaldırdı ve o çöpü yere attı. O ânda Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi
gözetledim. Buhârî o atılan çöpe ve insanlara bakıyordu, insanlar ona bakmayı
bıraktıkları zaman Buhârî'ye baktım ki, o elini uzattı, o çöpü yerden kaldırdı
ve yeninin içine koydu. Mescidden çıktığında ona yine baktım ki, yenine koyduğu
o çöpü çıkardı da yere attı. Sanki o bu hareketiy le sakalının korunmuş olduğu
çöpten mescidi de korumuş oluyordu.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den şöyle derken işittim: Kör olan Ebû Ma'şer'e:
- Yâ Ebâ Ma'şer, bana hakkını halâl et, dedi. Ebû Ma'şer:
- Hangi şeyden halâl edeyim? dedi. Buhârî şöyle anlattı:
- Ben bir gün bir hadîs rivayetim de sana baktım. Sen o hadîsden hoşlanmıştın
da başını ve ellerini hareket ettiriyor dun ve bu hoşlanmandan dolayı
gülümsüyordun, dedi. Ebû Ma'şer:
- Yâ Ebâ Abdillah, sana halâl olsun, Allah sana merhameti ni dâim eylesin,
dedi.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim ki o: Ben Rabb'ımdan iki kerre
istekte bulundum, derhâl benim isteğime icabet buyurdu. Artık bundan sonra
istekte bulunmayı arzu etmiyeceğim. Zîrâ belki böyle istekte bulunup da icabet
buyurması, benim hasenatımı eksiltir, diyordu.
Kâtibi şöyle dedi: Ben Buhârî'den işittim, o: Âhiret'te benim için bir hasım
olmıyacaktır, diyordu. Ben de: Bâzı insanlar senin et-Târîh kitabından
hoşlanmıyorlar ve "Onda insanlara gıybet etme suçu vardır" diyorlar,
dedim. Buhârî:
- Biz onu rivayet olarak nakletmişizdir; biz onu kendi nefsimizden nakletmem
işizdir. Peygamber (S) de "Bi'se ahu'l-aşîre = Aşiretin ne kötü
kardeşi"[6] tâbirini söylemiştir, dedi.
Râvîsi dedi ki: Ben yine Buhârî'den işittim ki, o: Ben gıybetin haram olduğunu
bildiğimden beri hiçbir kimseyi asla gıybet etmedim, diyordu.
Bekr ibn Munîr şöyle diyordu: Ben Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmâîl
el-Buhârî'den işittim, o: Ben bir kimseyi gıybet etmiş olmamdan dolayı beni
hesaba çekmiyerek Allah'a kavuşacağımı kuvvetle ümîd etmekteyi m, diyordu.
Hafız ibn Hacer şöyle dedi: Buhârî'nin hadîs ricali aleyhine olan kelâmında
ziyâde bir sakınma ve olgun bir araştırma vardır. Bu husus el-cerh ve't-ta'dîl
hakkındaki kelâmını teemmül edenlere zahir olacaktır. Çünkü o en çok
"Seketû anhu: Ondan sükût ettiler", "Fîhi nazar: Onun hakkında
düşünmek vardır", "Terekûhu: Onu terk ettiler" ve bunlara benzer
tâbirleri söylemektedir. "Kezzâb: Çok yalancı" yâhud "Vaddâ':
Hadîs uydurucu" tâbirlerini söylemesi azdır. O ancak "Kezzebehû
fulânun: Fulân ona yalancılık isnâd etti" ta'bîrini söyler[7].
Ebu'l-Hasen Yûsuf ibn Ebî Zerr el-Buhârî şöyle hikâye etti: Ebû Abdillah
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî hastalandı. Suyunu tabîblere gösterdiler.
Tabîbler: Bu su, bâzı perhizkâr Hristiyan papazlarının suyuna benzemekt edir.
Çünkü bu papazlar ekmekleri katığa bulayıp yemezler, dâima katıksız ekmek
yerler, dediler[8]. Buhârî de, ben kırk yıldan beri bolca katıklı ekmek
yemedim, diyerek tabîblerin sözlerini doğruladı. Buhârî'nin yanında bulunanla r
tabîblere bu hastalığın ilâcını sordular da, tabîbler: Bunun ilâcı katıktır,
dediler. Buhârî katık yemekten çekindi; nihayet üstâdları ve ilim sahihleri
ısrar ettiler de Buhârî ekmekle şeker yemeğe kadar onlara icabet etti.[9]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sâri, s.480 vd. "Zikru sîretihî ve şemâilihî ve zuhdihî ve
fadâilihî". İrşâdu's-Sâri, I, 33 vd., "Zuhdihî ve verâihî ve
ibâdetihi..."
[2] Mudârebe: Bir kimseden ticâret için mal alıp kazandıktan sonra kârına ortak
eylemek mânâsında kullanılır... Ve mukaarada mudârebe manasınadır ki, karz maddesinde
sureti açıklanmıştır. İşbu mudârebe rızk talebi için seyr ve sefer mânâsına
olan darb'dan alınmıştır (Kaamûs Ter).
Mukaarada: Ve mudârebe veçhile olan muameleye ıtlak olunur ki, bir kimseye
ticâret eylemek için bir mıkdâr sermâye verip, aralarında şart eyledikle ri
vech üzere ve zarar ve hüsran sermâyeye âid olmak üzere fâidesine ortak
olmaktan ibarettir . Mudârebe, arzda yürüyüp çalışmak (Seyr ve sa'y fî'l-ard)
mânâsından alınmış olduğu gibi, mukaaraza dahî güya ki mesafe kat' eylemek
ma'nâsından alınmıştır (Kaamûs Ter.).
[3] er-Ribât: Kitâb vezninde bir nesne bağlanacak şeye denir ki bağ tâbir
olunur... ve kervansar aya, tekyeye ve imarete ıtlak olunur ki, musâfirler için
binâ kılınır, onda davarları bağlandığı için...
[4] Metinde zikr olunan Menn, bir ölçü veyâ tartıdır ki şer'an 180 mıskal,
örfen 280 miskal gelir, cem'i "emnân" dır. Ve menn bir türlü keyl
yâhud mîzân, alâ kavlin iki rıtl mıkdâra denir ki, lisânımızda batman tâbir
olunur (Kaamûs Ter.).
[5] Hedyu's-Sârî, s.480, "Zikru sîretihî...." İmâm Buhârî'nin Hâl
Tercemesi/61
[6] Buhârî, VII, 5-30 Edeb, Bâbu mâ yecûzu min iğtiyâbi ehli'l-fesâdi
ve'r-riyebi; Buhârî, VII, 58, Edeb, Bâbu'l-mudârât maannâsi; Ömer Ziyâeddîn
Dağıstânî, Sünenü'1-Akvâli'n-Nebeviyye, rak:3399, 3458.
[7] Hedyu's-Sâri, s.481 vd., "Zikru sîretihî...."
[8] Metindeki "Uskuff" kelimesi hakkında şu îzâh verilmiştir:
el-Uskuff: Urdunn vezninde, ve'1-uskuf, kutrub vezninde, ve's-sukf, kufi
vezninde nasârâ taifesini n dîn ve âyinleri babında olan reislerin e denir ki
papaz tâbir olunur. Bir kavle göre mahvet ve haşmet üzere olmayıp tevazu' ve
âdâb ve tehâşû" üzere yürür olan krallarına denir, yâhud âlimlerine denir.
Bâzıları indinde uskuff, rütbede "kıssîs" dedikleri nden yukarı ve
"mıtrân" dedikleri nden aşağı olan keşişlerdir. Cem'i esâkife ve
esâkıf gelir... (Kaamûs Ter., III, 618).
[9] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları; 57-61.
10- Atış ve Harb Âletleri Kullanmayı Bilmesi
Ebû Abdillah el-Buhârî ziyâde olan ilmi, geniş cömertliği ve büyük takvâsıyle
beraber harb işlerini sağlam yapıyor ve cihâd âletlerini güzelleştirmeyi iyi
biliyordu . Harb âletlerini kullanmak ta en meşakkatli iş atmak olduğu gizli
değildir. Buhârî atışta başkaları üzerinde seçkin derecede idi. Çünkü birçok
defalar üstüste atış yaptığında hedefi isabette hiç hatâ yapmıyordu.
Buhârî'nin kâtibi şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî çok defalar bineğine binip
atışa giderdi. Ben onunla beraber bulunup ona arkadaşlık yaptığım uzun müddet
içinde iki kerrecik müstesna, onun okunun hedefe isabet etmediğini gördüğümü
bilmiyoru m. Onun attığı ok her defasında hedefine isabet eder, boşa gitmezdi.
Biz Firabr'de iken bir gün binekleri mize binip atışa gittik; nehir kıyısındaki
iskele gibi gediğe ulaştıran büyük sokağa doğru çıktık. Nihayet orada atış yapmağa
başladık. Ebû Abdillah el-Buhârî'nin oku, nehir üzerinde bulunan köprünün
kazığına isabet etti ve kazık yarıldı. Buhârî bunu görünce hayvanından indi de
kazıktan o oku çıkardı ve (o gün için) atışı bıraktı. Bize: Artık geriye dönün,
dedi. Bunun üzerine biz geriye döndük. Bu sırada bana:
- Yâ Ebâ Ca'fer, benim sana bir ihtiyâcım var, dedi. Kendisi bir sıkıntıdan
müteessir, içini çekip uzun uzadıya soluk almaktaydı. Ben: Evet, buyur, dedim.
- Şu köprünün sahibine gideceksi n, ona biz senin köprünün kazığını bozduk,
binâenaleyh onun yerine yeni bir kazık dikmek hususunda bize izin vermeni,
yâhud da onun bedelini almanı ve tarafımızdan olan bu ziyandan dolayı bize
hakkını halâl etmeni arzu ediyoruz diyeceksin, dedi. Köprünün sahibi Humeyd
ibnu'l-Ahdar idi. O zât bana:
- Ebû Abdillah'a benim selâmımı teblîğ et ve: "Senin tarafından olan
ziyandan dolayı ben sana hakkımı helâl ettim, zîrâ benim bütün mülküm sana feda
olsun" deyiver, dedi.
Ben bu elçiliği Buhârî'ye ulaştırdım. Bunun üzerine yüzü gülüp çok sevindi.
Artık o gün yabancılara beş yüz hadîs okuyup, üç yüz dirhem sadaka verdi.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.480-481, "Zikru sîretihî ve şemâilihî ve zuhdihî ve
fadâlihî".
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 61-62.
11- Şiirleri ve Nadide Sözleri
Buhârî'nin nazımdaki fesahati, nesirdeki fesahatin den az değildir. O, iki
fenni de iyi yapardı. Şu kadar ki, bu husûsda ondan bize pek az şey ulaşmıştır.
O da üstâdlarının üstadı İmâm Şafiî'nin şiir hususunda gittiği yola mı gitti,
bilmiyoru z. Şafiî:
"Eğer şiir âlimlere ayıblılık ve eksiklik getirir olmayaydı, ben bugün
muhakkak şâir Lebîd'den daha güzel şiir söyleyici olurdum" demişti.
İşte bu sebebden Buhârî de az nazm söylemiştir. Biz de ona, az şiir söyleyen
şâirlerdendi, diyoruz. Yâhud da o çok nazm etmiştir de günlerin geçmesiyle
zayi' olmuştur. O asrın, şiir nazm etmenin muhaddis için bir eksiklik sayıldığı
bir asır olması da muhtemeld ir ki, Buhârî anlaşmaya ve ilim neşr etmeye olan
sevgisind en dolayı bu büyük içtimaî temayül dalgası ile beraber yürümeye
mecbur olmuştur.
Buhârî'nin nazmından bâzıları şunlardır: el-Hâkim Ebû Abdillah Târîh'inde şöyle
dedi: Ben Ebû Alî el-Mustemlî'nin el yazısı ile okudum; Buhârî şu beyti inşâd
etmiştir:
"Müsâid zaman elde iken rükû ve sucûd fazlından istifâdeye çalış. Belki
ölümün ansızın olur da kaçırdığın ibâdetleri telâfiye imkân bulamazsın. Nice
sıhhatli kimseler görmüşsündür ki bir hastalık olmaksızın sapasağlam iken canı
çıkıp gitmiştir."
Râvî şunu da Buhârî'nin inşâd ettiğini söyledi:
"İnsanlara geniş bir huy ile güzel muamele edip hoşça geçinmeye çalış.
Sakın insanlara karşı ürüp haykıran bir köpek olma"[1]
Râvî: Ebû Abdillah el-Buhârî şu beyti de inşâd etti, dedi:
"O hayvanlar gibi ki, boğazlanacak yerlere sevk olunup boğazlanıncaya
kadar ecellerin in gelişini görmezler"[2]
Râvî: Ebû Abdillah Buhârî, Ebû Muhammed ed-Dârimî'nin ölüm haberi üzerine şu
beyti inşâd etti, dedi:
"Eğer uzun müddet hayâtta kalırsan, bütün dostlarına kaybolup gitmelerinden
dolayı acınır durursun. Hâlbuki kendi nefsinin zevali ise, ey bîçâre insan,
daha acınacak bir haldir.[3]
İşte Buhârî'nin şiirleri hep böyle vakit zayi' etmemenin lüzumuna, bilhassa
vaktin ibâdetle doldurulm ası gereğine ve müslümân kişinin güzel ahlâk sahibi
olmasına, serr ve zararından insanları selâmette kılmasına da'vet etmektedi
r.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] el-Herru: Bir adamın yüzüne köpek gibi haykırmak.
el-Heriru: Köpek kısmı soğuğa tahammül edememekt en nâşi ürümekten aşağıca
seslenmek manasınadır ki, sızlamak ve sinlenmek ve kağırdanmak tâbir olunur,
herre'l-kelbu yehirru herîren denilir, ikinci bâbdandır (Kaamûs Ter.).
[2] Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, ll, 5:ll, 16
[3] Bu beyit şu lâfızla da zabt ve rivayet edilmiştir:
"Eğer uzun müddet yaşarsan, bütün dostlarına kaybolup gitmeleri nden
dolayı acınır durursun. Hâlbuki ey babasız, senin hayâtta kalman, daha
acınacak bir hâldir." (Hedyu's-Sârî, s.482; İrşâdu's-Sârî mukaddime si,
s.36)
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 62-64.
12- Üstâdları ve Akranlarının Buhârî Hakkındaki Övgü ve Beyânları
Hatîb el-Bağdâdî, İmâm Ahmed ibn Hanbel'e varan senedi ile rivayet etti ki,
Ahmed ibn Hanbel: Horasan ülkesi Muhammed ibn İsmâîl gibisini çıkarmadı,
demiştir. Ahmed ibn Hanbel'in oğlu Abdullah, babasına hadîs hafızlarını sordu.
Ahmed ibn Hanbel: Horasan'dan bir çok gençlerdir, dedi ve onlar içinde
Buhârî'yi saydı; saymağa da Buhârî ile başladı.
Yine Hatîb, İmâm Ahmed'den rivayet etti. İmâm Ahmed: Horasan, Ebû Zur'a,
Muhammed ibn İsmail el-Buhârî, Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî ve Hasen ibn
Suca' el-Belhî'nin benzerler ini çıkarmadı, demiştir.
Salih Gezere: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'den daha anlayışlı hiçbir Horasanlı
görmedim, demiş; sonra da: Horâsânlılar'ın hadîsde en bilgilisi el-Buhârî'dir,
en çok ezberleyi cisi ve en çok hadîs ihata edeni Ebû Zur'a'dır, diye ilâve
etmiştir.
Muhammed ibn Beşşâr: Dünyânın hafızları dörttür: Reyy'de Ebû Zur'a, Nîşâbûr'da
Müslim ibnu'l-Haccâc, Semerkand'da Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî,
Buhârâ'da da Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir, demiştir.
Yine Muhammed ibn Beşşâr: Bizim yanımıza daha Buhârî gibi gelmedi, demiştir.
Yine o; Buhârî Basra'ya girdiği zaman: Bu gün Basra'ya fakîhlerin seyyidi
girdi, demiştir. Yine bu Muhammed ibn Beşşâr, Buhârî Basra'ya geldiği zaman,
ona doğru ayağa kalkıp elini tutmuş ve onunla boyun boyuna sarmaşarak:
Kendisiyl e senelerde n beri iftihar etmekte olduğum zât, hoş geldin,
demiştir.
Muhammed ibn Abdillah ibn Numeyr ile Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe: Biz Muhammed ibn
İsmâîl el-Buhârî gibisini görmüş değiliz, demişlerdir. Abdan da eliyle
Buhârî'ye işaret ederek: Biz bundan daha basiretli bir genç görmedik,
demiştir.
İshâk ibn Ahmed ibn Halef şöyle dedi: Ben Buhârî'den birkaç kerre işittim: Ben
kendimi hiçbir kimse yanında küçük görmedim, yalnız Alî ibnu'l-Medînî'nin
yanında küçüktendim, diyordu. Müteakiben Buhârî'nin bu sözü Alî
ibnu'l-Medînî'ye söylendi. İbnu'l-Medînî: Onun sözünü bırakın, asıl o kendi
gibisini görmemiştir, dedi[1].
Buhârî'nin üstâdlarından biri olan Süleyman ibn Harb bir gün Buhârî'ye baktı,
baktı da: Bunun ileride güzel zikri ve şöhretli bir nâmı olacaktır, dedi. Bunun
benzeri bir sözü, Ahmed ibn Hafs da söylemişti.
Buhârî şöyle dedi: Ben Süleyman ibn Harb'ın yanına girdiğim zaman o: Şu'be'nin
galatını bize beyân et, diyordu.
Muhammed ibn Kuteybe el-Buhârî şöyle dedi: Ben Ebû Asım en-Nebîl'in yanında
idim. Onun yanında bir genç gördüm ve ona: Sen neredensin? dedim.
Buhârâ'danım, dedi. Kimin oğlusun? diye sordum. İsmail'in oğluyum, dedi. Ben de
ona: Sen benim yakınımdan, yânî hısımımdansın, dedim. Ebû Asım'ın huzurunda
bulunan bir adam bana: Bu genç koçlarla tokuşuyor, yânî üstâdlara mukaaveme t
ediyor, dedi.
İbrahim ibn Muhammed ibn Selâm da şöyle dedi: Saîd ibn Ebî Meryem, Haccâc ibn
Minhâl, İsmâîl ibn Ebî Uveys, el-Humeydî, Nuaym ibn Hammâd, Muhammed ibn Yahya
ibn Umer el-Adenî, el-Halâl el-Huseyn ibn Alî el-Hulvânî, Muhammed ibn Meymûn
el-Hayyât, İbrâhîm ibnu'l-Munzir, Ebû Kurayb Muhammed ibnu'1-Alâ, Ebû Saîd Abdullah
ibn Saîd el-Eşecc, İbrâhîm ibn Musa el-Ferrâ ve benzerler i gibi hadîs
sahihleri nden olan büyük üstâdlar, tefekkür ve ma'rifette Muhammed ibn
İsmail'in kendileri nden üstün olduğuna hükmediyorlardı.
İmâm Ebû Muhammed Abdullah ibn Abdirrahmân ed-Dârimî şöyle demişti: Ben
Harameyn'de, Hicaz'da, Şam'da ve Irak'da birçok âlimler gördüm, fakat onların
içinde Ebû Abdillah el-Buhârî'den daha cem'iyyetlisi ni, yânî daha çok hadîs
toplayanını görmedim.
Ebû Sehl Mahmûd ibnu'n-Nadr şöyle dedi: Ben Basra'ya, Şam'a, Hicaz'a, Küfe'ye
girdim ve bu şehirlerin âlimlerini gördüm. Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin
zikri her geçtikçe, onlar Buhârî'yi kendilerinden üstün tutarlardı.
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Ben İshâk ibn Râhaveyh'i sediri üzerinde
otururken gördüm, Muhammed ibn İsmâîl de beraberin de idi. Muhammed ibn İsmâîl
ona karşı bir şeyi redd etti. Bunun üzerine İshâk, Muhammed ibn İsmail'in
görüşüne döndü. İshâk: Ey hadîsciler topluluğu, sizler bu gençten hadîs yazın.
Zîrâ o şâyed el-Hasen el-Basrî zamanında mevcûd olaydı, hadîs ile ilgili
bilgisi ve fıkhından dolayı insanlar muhakkak ona muhtaç olurlardı, dedi.
es-Sünen sahibi Ebû İsâ et-Tirmizî: Ben ne Irak'da, ne de Horasan'da illetleri
n ma'nâsı, târîh ve isnâdları tanıma hususlarında Muhammed ibn İsmail'den daha
bilgilisi ni görmedim, demiştir.
Muhammed ibn Yûsuf el-Hemedânî şöyle dedi: Biz Kuteybe ibn Saîd'in yanında
idik. Derken oraya Ebû Ya'kûb denilen Şa'rânlı bir adam geldi ve Kuteybe'ye,
Muhammed ibn İsmail'i sordu. Kuteybe: Ey buradakil er! Ben hadîs hakkında
inceleme yaptım. Fakîhler, zâhidler ve âbidlerin meclisler inde oturdum.
Aklımın erdiği günden beri Muhammed ibn İsmail el-Buhârî'nin benzerini
görmedim, dedi. Yine bu Kuteybe ibn Saîd: Ben fakîhler, zâhidler ve âbidlerle
beraber oturdum. Akıl ettiğim günden beri Muhammed ibn İsmail'in benzerini
görmedim. O kendi zamanında, sahâbîler içinde Umer'in durumunda idi. Eğer
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî sahâbîler devrinde bulunsaydı, muhakkak bir
alâmet olurdu, dedi.
Muhammed ibn Yûsuf el-Hemedânî şöyle dedi: Kuteybe ibn Saîd'e, sarhoş kimsenin
kadın boşamasının hükmü sorulmuştu. Bu sırada içeriye Muhammed ibn İsmâîl
girdi. Bunun üzerine Kuteybe o suâli soran kimseye: İşte Ahmed ibn Hanbel,
İshâk ibn Râhûye ve Alî ibnu'l-Medînî! Allah onları Buhârî'nin şahsında sana
gönderdi, dedi de eliyle Buhârî'yi gösterdi.
Ebû Amr el-Kirmânî şöyle dedi: Ben Basra'da Mıhyâr'a Kuteybe ibn Saîd'in: Yemîn
olsun benim yanıma Arz'ın doğusundan ve batısından gelenler oldu, fakat benim
yanıma Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin benzeri gelmedi, dediğini hikâye
ettim. Bunun üzerine Mıhyâr: Kuteybe doğru söylemiştir. Ben de Kuteybe'yi Yahya
ibn Maîn'in beraberin de gördüm. İkisi, Muhammed ibn İsmail'in yanına gidip
geliyorla rdı. İşte o vakit bilgi hususunda Yahya'nın Saîd'e itaat etmekte
olduğunu görmüştüm, dedi.
Ya'kûb ibn İbrâhîm ile Nuaym ibn Hammâd el-Huzâî: Şübhesiz Muhammed ibn İsmâîl
el-Buhârî bu ümmetin fakîhidir, dediler.
Bundâr Muhammed ibn Beşşâr da, Buhârî'yi kasdedere k: O bizim zamanımızda
Allah'ın halkının en fakîhidir, demiştir.
Firabrî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Ebî Hâtim'den işittim, şöyle diyordu:
Ben Hâşid ibn İsmail'den işittim, şöyle diyordu: Ben Basra'da idim. Derken
Muhammed ibn İsmail'in gelişini işittim. Buhârî geldiği zaman Muhammed ibn
Beşşâr: Bu gün fakîhlerin seyyidi geldi, dedi.
Muhammed ibn İbrâhîm el-Bûşencî de şöyle dedi: Ben 228/930 senesinde
Bundâr'dan işittim, o: Bizim üzerimize Muhammed ibn İsmail'in benzeri gelmedi,
diyordu. Ve yine bu Bundâr: Ben senelerde n beri onunla iftihar edip duruyorum,
dedi.
Buhârî şöyle dedi: Ben on sekiz yaşında iken el-Humeydî'nin yanına girdim. O
esnada Humeydî ile diğer bir kimse arasında bir hadîs hususunda bir ihtilâf
meydana gelmiş. Humeydî bana bakınca: İşte aramızda hüküm verecek kimse geldi,
dedi. Akabinde husûmeti bana arzettile r. Ben de Humeydî lehine hükmettim. Zîrâ
hakk onunla beraberdi .
Buhârî şöyle dedi: İshâk ibn Râhûye, benim tasnif etmiş olduğum Târîh kitabını
aldı, onu emîr olan Abdullah ibn Tâhir'in yanına götürüp: Ey Emîr, sana bir
sihr (yânî çok güzel bir kitâb) göstereyim mi? Dedi.
Musa ibn Kureyş şöyle dedi: Abdullah ibn Yûsuf et-Tenîsî, Buhârî'ye hitaben: Yâ
Ebâ Abdillah! Benim kitâblarıma bak da içlerinde düşük ve hatâ nev'inden birşey
varsa bana haber ver, dedi. Buhârî de: Pekî, diyerek ona icabet etti.
Buhârî şöyle dedi: Muhammed ibn Selâm el-Beykendî bana: Kitâblarıma bak da
içlerinde hatâ nev'inden her ne bulursan üzerine çarpı işareti koy, dedi.
Muhammed ibn Selâm'ın ashabından biri ona: Bu genç kimdir? diye sordu da,
Beykendî benim için: Bu, benzeri olmıyan kişidir, dedi. İşte bu adı geçen
Muhammed ibn Selâm: Muhammed ibn İsmâîl benim yanıma her girdikçe hayrete
düşer ve ondan endîşe eder dururdum, derdi. Yânî onun yanında hatâ yapmaktan
korkardı.
Ebû Bekr el-Medînî şöyle dedi: Bizler bir gün İshâk ibn Râhûye'nin yanındaydık.
Muhammed ibn İsmâîl de orada hâzır bulunuyor du. İshâk sahâbîsinin berisinde
Ata el-Kencârânî (nisbeti) bulunan bir hadîse uğradı. Bunun üzerine İshâk,
Buhârî'ye hitaben:
- Yâ Ebâ Abdillah! Bu Kencârân nedir? dedi. Buhârî:
- Yemen'de bir karyedir. Muâviye, sahâbî'den olan şu zâtı Yemen'e gönderdi.
İşte bu Ata o sahâbî'den iki hadîs işitti, dedi. İshâk da ona:
- Yâ Ebâ Abdillah, sen bunu onların yanında hâzır bulunmuş gibi bilmektes in,
dedi.[2]
Yine Buhârî şöyle dedi: Alî ibnu'l-Medînî bana Horasan'ın üstâdlarını soruyordu
. Ben de ona Muhammed ibn Selâm el-Beykendî'yi zikr ediyordum . Kendisi onu
tanımıyordu. Nihayet kendisi bir gün bana:
- Yâ Ebâ Abdillah! Senin övdüğün herkes artık bizim yanımızda makbuldür, dedi.
Ebu'1-Fadl Ahmed ibn Seleme en-Nîşâbûrî şöyle dedi: Bana Feth ibn Nuh
en-Nîşâbûrî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Alî ibnu'l-Medînî'ye geldim. Muhammed
ibn İsmâîl el-Buhârî'yi de onun sağ tarafında oturmuş hâlde gördüm. Alî
ibnu'l-Medînî her hadîsi tahdîs edince, azamet ve celâletinden sakınarak
Buhârî'ye döner dururdu.
Buhârî şöyle dedi: Amr ibn Alî el-Fellâs'ın ashabı benimle bir hadîsi müzâkere
ettiler. Ben, o hadîsi tanımıyorum, dedim. Onlar benim bu cevâbımdan dolayı
sevindile r. Ve akabinde Amr ibn Alî'ye gittiler. Biri Amr ibn Alî'ye: Biz
Muhammed ibn İsmâîl ile bir hadîsi müzâkere ettik. O, bu hadîsi tanımadı,
dedi. Bunun üzerine Amr ibn Alî: Muhammed ibn İsmail'in tanımadığı bir hadîs,
hadîs değildir, demiştir.
Ebû Amr el-Kirmânî şöyle dedi: Ben Amr ibn Alî el-Fellâs (249/863)'dan işittim;
o: Benim sâdık arkadaşım, Ebû Abdillah Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir;
Horasan'da onun benzeri yoktur, diyordu.
Ebû îsâ et-Tirmizî şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl, Abdullah ibn Munîr'in
yanında idi. Buhârî onun yanından kalktığı zaman, Abdullah ibn Munîr ona karşı:
Yâ Ebâ Abdillah! Allah seni bu ümmetin zîneti kılsın, dedi.
Hafız Recâ ibn Recâ: Muhammed ibn İsmail'in bütün âlimler üzerindeki fazileti,
erkekleri n kadınlar üzerindeki fazlı gibidir, dedi.
Abdullah ibn Muhammed ibn Saîd ibn Ca'fer şöyle dedi: Ahmed ibn Harb
en-Nişâbûrî vefat ettiği zaman İshâk ibn Râhûye ile Muhammed ibn İsmâîl
binekleri ne bindiler de onun cenazesin i teşyî' ediyorlardı. Ben de giderken
ilim ehli olan kimseleri dinliyord um. Onlar bu ikisine bakıyorlar ve: Muhammed
ibn İsmâîl, İshâk'dan daha fakîhtir, diyorlardı.
Ahmed ibn İshâk es-Sermâvî: Her kim hakkıyle ve bütün sadâkatıyle fakîh olan
bir kimseye bakmak isterse, Muhammed ibn İsmail'e baksın, dedi.
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Ben Amr ibn Zürâre ile Muhammed ibn Râfi'i, Muhammed
ibn İsmail'in yanında gördüm. Bu ikisi Buhârî'den hadîs illetleri ni soruyorla
rdı. Buhârî yanlarından kalkıp gidince, bu iki zât mecliste hâzır olanlara:
Buhârî'den aldanmayın, gaflet etmeyin. Çünkü bizden daha fakîh, daha âlim ve
daha basiretli dir, dediler.
Yine Hâşid şöyle dedi: Biz bir gün Amr ibn Zürâre de beraber olarak İshâk ibn
Râhûye'nin yanında idik. İshâk, Ebû Abdillah'ın önünde hadîs imlâ ettiriyor
du. Hadîs sahihleri de ondan hadîs yazıyorlardı. Bu esnada İshâk ibn Râhûye: O
benden daha basiretli dir, diyordu. Ebû Abdillah el-Buhârî o zaman bir genç
idi. Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe de Buhârî'yi Bâzil (yânî kâmil) diye isimlendi
rirdi.
Muhammed ibn Ebî Hatim el-Varrak şöyle dedi: Ben Yahya ibn Ca'fer
el-Beykendî'den işittim; o şöyle diyordu: Şayet kendi ömrümden alıp da Muhammed
ibn İsmail'in ömründe artırma yapmağa kaadir olaydım, muhakkak bu artırma
işini yapardım. Çünkü benim ölümüm, bir tek adamın ölümü olurdu; hâlbuki
Muhammed ibn İsmail'in ölümüne gelince, onda ilmin gitmesi vardır.
Yine Buhârî'nin varrâkı yânî kâtibi şöyle dedi: Ben yine Yahya ibn Ca'fer
el-Beykendî'den işittim, o Buhârî'ye hitaben: Eğer sen olmayaydın ben Buhârâ'da
yaşamayı hoş bulmazdım, diyordu.
Abdullah ibn Muhammed el-Musnidî şöyle dedi: Sübhesiz Muhammed ibn İsmâîl
el-Buhârî bir imamdır. Her kim onu imam tanımazsa, ben o şahsı ittihâm ederim.
İmamların imâmı olan Ebû Bekr Muhammed ibn İshâk ibn Huzeyme: Semânın bütünü
altında hadîste Muhammed ibn İsmail'den daha âlim kimse yoktur, dedi.
el-Hâfız Muhammed ibn Ya'kûb da şöyle dedi: Ben Müslim ibnu'l-Haccâc'ı,
Buhârî'nin önünde, çocuğun muallime suâl soruşu gibi suâl sorarken gördüm. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ca'fer ibn Muhammed el-Mustağfiri, Târihu Nesef'de Buhârî'yi zikr etti de:
Eğer benim için caiz olaydı, ben muhakkak Buhârî'yi, onun mülâki olduğu
Üstâdları üzerine tafdîl eder ve muhakkak o kendi gibisine kavuşmamıştır
derdim, demiştir. (Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II, 8).
[2] Hedyu's-Sârî. s.484 vd., "Zikru senâi'n-nâsi aleyhi ve ta'zîmihim
lehu"; İrşâdu's-Sârî, I, 33-37, "Ve senâu'n-nâsi aleyhi bi
fehmihi."
[3] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 64-69.
13- İmâm Müslim'in İmâm Buhârî'yi Takdîr Edip Büyütmesi
Hafız Ebû Hâmid el-A'meş şöyle dedi: Biz Nîşâbûr'da Buhârî'nin yanında idik.
Müslim ibnu'l-Haccâc geldi ve Buhârî'ye şu hadîsi sordu:
Ubeydulla h ibn Amr, Ebu'z-Zuheyr'den, o da Câbir'den; dedi ki: Resûlullah (S)
bizleri bir seriyye içinde gönderdi, berâberimizde Ebû Ubeyde vardı... (Hadîs
uzunca devam ediyor).
Buhârî şöyle dedi: Bize İbnu Ebî Uveys tahdîs etti. Bana kardeşim Süleyman ibn
Bilâl'den, o da Ubeydulla h'dan... diyerek hadîsi tamâmiyle zikretti. Bunun
akabinde bir insan da Buhârî'nin huzurunda: "Haccâc ibn Curayc Musa ibn
Ukbe'den, o da Süheyl ibn Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hureyre'den,
o da Peygamber (S)den. Buyurdu ki: "Bir kulun dedikodul u bir meclisten
kalktığı zaman Sübhâneke 'llâhümme ve bi-hamdike eşhedu en la ilahe illâ ente.
Estağfiruke ve etûbu ileyke demesi, meclise iştirak ettiğinin
keffâretidir" hadîsini okudu ve Buhârî'ye bu isnâd ve hadîs hakkındaki
fikrini sordu. O mecliste hâzır bulunan Müslim hemen atılarak: Dünyâda bundan
sağlam isnâd da olur mu imiş? İbn Curayc, Musa ibn Ukbe'den, o da Süheyl ibn
Ebî Salih'ten rivayet etmiş. Dünyâda bu kadar kuvvetli isnâd ile hiç bir hadîs
bilinir mi? dedi.
Müslim'in bu sözleri üzerine Muhammed ibn İsmâîl: Evet amma ma'lûldur, dedi.
Müslim'i bir titreme alıp: La ilahe ille'llah, illeti neresinde ise bana haber
ver, dedi. Buhârî, başka tarîklardan da yine Haccâc ibn Muhammed' den olmak
üzere kendisine bu hadîsin baliğ olduğunu senedleri yle zikr ederek, yalnız:
Allah'ın örttüğünü sen de ört; bu, insanların Haccâc ibn Muhammed'den, onun da
ibn Curayc'dan rivayet ettikleri celîl bir hadîstir, demekle yetindi ve illeti
beyân etmek istemedi. Müslim ısrar etti, başını öptü, ağlamaklı oldu.
Buhârî, Müslim'den bu kadar ısrar görünce: Öyleyse yaz:
"Bize Musa ibn İsmâîl tahdîs etti. Bize Vuhayb tahdîs etti. Bize Musa ibn
Ukbe, Avn ibn Abdillah'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:... isnâdıyle hadîsi rivayet etti. Bunun üzerine Müslim: Sana hasedcide
n başkası buğz etmez. Dünyâda senin bir benzerin daha olmadığına şehâdet
ederim, dedi.
Bu hikâyeye göre, her iki hadîsin metni birdir. Lâkin hadîs birinci sened ile
ma'lûl, ikinci sened ile sahîhdir. Dikkat edilmiş ise anlaşılır ki, Buhârî'nin
ma'lûl dediği rivayet hep an'ane ile rivayet edilmiş ve sonunda merfû' olarak
serd edilmiştir. Hâlbuki diğer rivayette sened -tabiî olan- Avn ibn Abdillah
ibn Utbe'ye kadar hep "haddesenâ" lâfzı ile sevk edildikte n sonra,
Ebû Hureyre'nin ismi zikr edilmeksi zin irsal edilmiştir. Meğer merfû' olarak
rivayet ediledura n hadîs, mürsel imiş.
Bu kıssayı el-Beyhâkî el-Medhâl'de, el-Hâkim Ebû Abdillah'dan diğer bir
siyakla rivayet etmiştir: Dedi ki: Ben Ebû Nasr Ahmed ibn Muhammed
el-Varrâk'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Ahmed ibn Hamdûn el-Kassâr'dan -ki o
Ebû Hâmid el-A'meş'dir- işittim, şöyle diyordu: Ben Müslim ibnu'l-Haccâc'dan
işittim: Kendisi Muhammed ibn İsmail'in yanına geldi, onun iki gözünün arasını
öptü ve: Bırak beni ayağını da öpeyim ey üstâdların üstadı, muhaddisl erin
seyyidi, hadîs illetleri nin tabîbi, dedi.
Buhârî burada da iki senedle hadîsi rivayet ettikten sonra, birinci sened
hakkında: Bu güzeldir, hem dünyâda bunun kadar sağlam başka bir isnâd da
bilmiyoru m, lâkin ma'lûldür. Benim haber verdiğim isnâd daha iyidir. Zîrâ Musa
ibn Ukbe'nin Süheyl'den müsneden bir hadîs rivayet ettiğini hiçkimse haber
vermemiştir, diyerek, ikinci bir illet daha göstermiştir[1]...
Hâşid ibn İsmâîl şöyle dedi: Basra halkından ilim ehli olan kimseler hadîs
talebi için Buhârî'nin arkasından koşarlardı. Hâlbuki o zaman Buhârî bir
gençti. Nihayet onu isti'lâ ederler ve onu yolun bir yerinde oturturla r da
başına binlerce kişi toplanırdı. Ki, o toplananl arın çoğu kendileri nden
hadîs yazılan kimselerd endi. O zaman Buhârî, henüz yüzünde tüy çıkmamış bir
genç idi.
Ebû Hatim er-Râzî: Horasan asla Muhammed ibn İsmail'den daha hafız bir kimse
çıkarmadı, ve oradan Irak'a ondan daha âlimi de gelmedi, dedi.
el-Aclî de şöyle dedi: Ben Ebû Zur'a'yı ve Ebû Hâtim'i gördüm; bu ikisi
Buhârî'den hadîs işitiyorlardı. Hâsılı Buhârî her şeyi güzel yapan, dîn ve
faziletçe üstün ümmetlerden bir ümmet idi.
ed-Dârimî'ye bir hadîsten soruldu ve kendisine Buhârî'nin bu hadîs sahihtir
dediği söylendi. Bunun üzerine ed-Dârimî: Muhammed ibn İsmâîl, Dârimî'den daha
basiretli dir. O, Allah'ın kendi kitabı içinde ve Peygamber'inin diliyle emr
ettiği ve nehy eylediği şeyleri Allah'a yakışacak şekilde yerine getiren
kullarının en zekîsidir. Muhammed ibn İsmâîl, Kur'ân'ı okuduğu zaman kalbini,
gözünü ve kulağını onunla tamâmiyle meşgul eder, kitabın mes'elelerind e
tefekkür edip, onun halâlını, haramını iyice tanır, dedi.
Ebû Sehl Mahmûd ibnu'n-Nadr şöyle dedi: Ben Mısır âlimlerinden otuzdan
fazlasını dinledim ki onlar: Dünyâda Muhammed ibn İsmail'e bakmak bizim
ihtiyâcımızdır, diyorlardı.
Ebu't-Tayyib Hatim ibn Mansûr da: Muhammed ibn İsmâîl, basireti ve ilme nüfuz
edişi hususlarında Allah'ın âyetlerinden bir âyet idi, dedi.
Abdullah ibn Muhammed el-Eylî: Vallâhî ben, Muhammed ibn İsmail'in bedeninde
bir kıl olaydım diye temenni etmişimdir, dedi.
Suleym ibn Mucâhid: Ben altmış yıldan beri Muhammed ibn İsmail'den daha fakîh
ve daha takvâlı kimse görmedim, demiştir.
Ahmed ibn Seyyar, Merv Târîhi'nde şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl, ilim taleb
etti, âlim insanlarl a ilim meclisler inde bulundu, hadîs uğrunda seyahatle r
etti ve hadîste maharet kazanıp en basiretli dereceye yükseldi. O, bilgisi ve
ezberleme si çok güzel bir zât idi, bununla beraber fakîhlik de yapıyordu.
Amr ibnu'l-Haffâf şöyle dedi: Yahya ibn Muhammed ibn Sâid, Buhârî'yi zikr
ettiği zaman: O el-kebşu'n-nattâh'dır (yânî çok vurucu koçtur), derdi.
el-Hâfız Ebu'l-Abbâs, el-Fadl ibnu'l-Abbâs er-Râzî es-Sâığ'a: Hangisi daha
hafızdır; Muhammed ibn İsmâîl mi, yâhud Ebû Zur'a mı? diye soruldu. Ebu'l-Abbâs
şöyle dedi: Ben Muuhammed ibn İsmâîl ile karşılaşmış değildim. Nihayet Hulvân
ile Bağdâd arasında önümden geldi, karşılaştık. Yolumdan bir merhale kadar
geriye doğru onunla yürüdüm ve bu esnada ona kendisini n tanımadığı bir hadîs
getirmeye çok gayret ettim.. Fakat bu bana mümkün olmadı. Ve işte ben buyum.
Ebû Zur'a'nın başının saçı sayısınca garîb hadîs sayabilir im.
Muhammed ibn Abdirrahmân ed-Dagûlî şöyle dedi: Bağdâd ahâlîsi Muhammed ibn
İsmail'e, içinde şu beyt bulunan bir mektûb yazdılar:
"Sen kendileri için hayâtta bakî olduğun müddetçe, müslümânlar bir hayr
içindedirler. Kaybedild iğin zaman senden sonra artık hayr yoktur"[2]
el-Hâfız Ebu'l-Abbâs Ahmed ibn Muhammed ibn Saîd ibn Ukde: Şayet bir kimse otuz
bin hadîs yazmış olsa Muhammed ibn İsmail'in Târîh'inden müstağni olmaz,
demiştir. el-Hâkim Ebû Ahmed de el-Kûnâ (Künyeler) kitabında: Buhârî hadîs
bilgisi ve toplaması hususlarında imamların yegânesi idi. Eğer ben, hiç
kimsenin tasnifini güzellik ve olgunlukt a Buhârî'nin tasnifine benzer
görmedim deseydim, muhakkak böyle yapmış olurdum, demiştir. Ben Buhârî asrından
sonra gelen âlimlerin ona yaptıkları övgülere bir bâb açsaydım, muhakkak
sahîfeler biter, nefesler tükenirdi. Hulâsa, o sahili olmayan bir denizdir. Ben
ancak İbnu Ukde ile Ebû Ahmed'in sözlerini buna bir unvan olarak yazdım. Zâten
büyük üstâdlarının ona yaptıkları övgülerin ardından, daha sonrakile rin
hikâyelerine muhtaç olunmaz. Çünkü devrinin üstâdları onu, müşahede ettikleri
yle övmüşler, bildikler iyle vasfetmişlerdir. Kendileri nden sonra gelenleri n
medihleri ise böyle değildir. Çünkü bu sonrakile rin övmeleri ve vasıfları,
kendileri ne nakl edilmiş bilgilere i'timâd üzerine kurulmuştur. Bu iki makaam
arasında ise açık bir fark vardır: "Leyse'l-ıyânu ke'1-haberi-Gözle
görmek haber gibi değildir"[3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s.487-489, "Zikru cumelin mine'l-ahbâri'ş-şâhide H seati
hıfzını veseyelânı zihnihî ve ıttılâıhî ale'l-ileli sivâ mâ tekaddeme";
İrşâdu's-Sârî, I, 35-36; bâzı tasarrufl a TecrîdTer., I,173-174. Diğer
kaynaklar: Târîhu Bağdâd, II, 29 (XIII, 100-104); İbn Kesîr, el-Bidâye
ve'n-Nihâye, XI, 33-34; Ebu'1-Fidâ, el-Muhtasar min Ahbâri'l-Beşer, II, 54.
[2] el-Bidâye ve'n-Nihâye, XI, 24-28; İrşâdu's-Sâri, I, 37.
[3] Hedyu's-Sâri, s.481-486, "Zikru senâi'n-nâsi aleyhi ve ta'zîmihim
lehu"; "Zikru tarafın min senâi akrânihi ve tâifetin min etbâıhi
aleyhi tenbîhen bi'1-ba'z ale'l-kulli".
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 69-72.
İmâm Buhârî'nin Tercihlerinden Bâzıları Şunlardır:
* İki sünnet yerinin inzal olmaksızın birbirine sâdece dokunmasından
yıkanmanın vâcib olmıyacağı, ancak yıkanmanın daha ihtiyatlı olduğu.
* Hamamda Kur'ân okumakta be's olmıyacağı.
* Meninin yıkanmasının da, el ile sürtülüp ovalanmasının da caiz olması.
* Suyun içine murdar düşmekle değil de, ancak tağayyur (yâni başkalaşma) ile
murdar olacağı.
* Fil ve benzeri ölü hayvan kemikleri yle taranmanın, onların yağlarım yağ
sürmekte kullanmanın ve onlarla ticâret yapmanın cevazı.
* İçine fare ve benzeri bir hayvan düştüğü zaman, sıvı olsun donuk olsun, o
hayvan ve etrafının atılması suretiyle yağın temiz sayılacağı.
* Namaz kılarken üstüne pislik atılan kimsenin namazının bozulmıyacağı.
* (Namaz içinde iken) Elbisesin de kan gören kimsenin o kanı atacağı, namazını
tamamlaya cağı ve namazı yeni baştan kılmıyacağı.
* Ayetin Mushaftan okunmasında be's olmadığı.
* Cünüb olan kimsenin (ezberden) Kur'ân okumasında be's olmadığı.
* Kadının üç hayzının bir ayda tamamlanmıyacağı, kadın dindarlığından hoşnûd
olunacak yakın arkadaşlarından bir şâhid getirir, o şâhid de kendisini n bir ay
içinde üç defa hayz olduğuna şehâdet ederse kadının tasdik olunacağı ve
iddetinin biteceği.
* Teyemmümün yüze ve ellere âid olduğu.
* Abdesti bozacak bir hades vâki' olmadığı müddetçe, iki ve daha çok farz
namazın bir tek teyemmüm ile kılınmasının cevazı.
* Cünüb olan kimsenin, soğuk sudan hasta olmaktan korktuğu zaman teyemmüm edip
namaz kılabileceği.
* Murdar şeyle boyanan kumaşları giymenin cevazı.
* Uyluğun avret olmadığı.
* Gemi içinde namaz kılan kimsenin gemi ile beraber geminin döndüğü cihete
dönebileceği.
* İnsanın kendi elbisesi ve yaygısı üzerinde secde etmesinin cevazı.
* Ayakkabıları ile namaz kılmanın cevazı.
* Umre yapmanın vâcib olduğu.
* Buhârî, alış veriş işlerinin insanların kendi aralarında tanıyageldikleri
âdet ve esâslara göre döndürüleceği görüşündedir.
* Buhârî, kadının gerek kendi mülkü olsun, gerek başkasının mülkü olsun müsavi
olarak, erkek köleden perde arkasına çekilmiyeceği hususunda ki Âişe mezhebini
tercîh etti.
* Buhârî, kör kimsenin ve maske takınmış kadının sesi tanındığı zaman şâhidlik
yapmasının cevazını tercîh etti.
* Şübhe ve fesâd ehli olan kimseleri gıybet etmenin cevazı.
* Kitâb ehli olan kişinin Kur'ân öğretmesinin cevazı (Nitekim bu Ebû Hanîfe'nin
mezhebidi r); Kur'ân' dan başka ilimlerde öğretmenlik yapmasının evleviyet le
cevazı.
* Kadının gelin bile olsa, erkeklere hizmet etmesi ve onların karşılarında
dikilip işlerini görmesinin cevazı; nitekim köylerdeki ve sah-râlardaki
kadınlar kendi fıtratlarıyle bu nizâm üzeredirler.
* Talâkın niyetle ve boşama kasdıyle vuku' bulacağı, mutlak bir sözle talâk
vâki' olmıyacağı hususunda ki İbn Abbâs mezhebini tercîh etti.
* Buhârî, bir yıllık müddet âyeti (el-Bakara: 2/228, 234: et-Talâk: 65/1-4) hakkında,
bu âyetin mensûh olmayıp, muhkem bulunduğu hususunda Mucâhid ve Atâ'nın
mezhebler ini tercîh etti. Bu da, kadın bir yıllık suknâ vasıyyetini kabul
ettiği takdirded ir.
* Kadınların erkeklere hasta ziyareti yapmalarının cevazı; nitekim köyler ve
sahralar halkı kendi fıtratları ile bu gelenek üzeredirler.[1]
* Hıdır'ın şimdi diri olmadığı.
* Müşrike ibtidâen künye vermenin ve künyelendiği isimle nida etmenin cevazı.
* Üvey kızın ve üvey oğulun kızları haram kılınmakta üvey kız gibidir. Nitekim
oğulların çocuklarının karıları da, oğulların kadınları gibidir. Üvey kız,
üvey babasının terbiyesi nde ve himayesin de bulunmamış olsa da, yine haram
kılınır.
* Buhârî: “Yahûdî olanlarda n kimi kelimeler i konuldukl arı yerlerind en
tahrif ederler.. " (en-Nisâ; 4/46) âyetinin tefsiri hakkında şöyle dedi:
Yuharrifûne, yuzîlûne demektir. Hâlbuki Azîz ve Celîl olan Allah'ın
kitâblarmdan bir kitabın lâfzını izâle edecek hiç kimse yoktur. Lâkin onlar onu
tahrif ediyorlar, yânî te'vîlinden başka bir te'vîl ile te'vîl ediyorlar . İbn
Hacer Fethu'l-Bârî'de bu bahs üzerine geniş îzâh yaptı. Çünkü bu çok mühim bir
konudur.
* Buhârî, hâkimin kendi âmillerine, kaadînın diğer kaadîya yazdığı mektûb ile
-o mektûb üzerine şâhid ve beyyine olmadan da- amel etmeyi caiz kıldı.
* Kadın tanıyıp bildi ise, perde arkasından kadın üzerine şâhidliği caiz gördü.
* Hâkimin hükmünün hiçbir haramı helâl ve hiçbir helâlı haram kılamıyacağı.
* Hâkim, cevr ve zulm ile yânî adaletsiz ce hüküm verir yâhud ilim ehlinin
hilâfına hüküm verirse, o hükmün merdûd olacağı.
* Buhârî, tamamen kâfir olsa bile bir insanın hâkim için tercemânlık yapmasını
caiz gördü.
* Buhârî'nin evlenmek istenilen kadına bakmaya istidlali: Buhârî, evlenmek
üzere istenmekt e olan kadına veya kıza bakmaya, Peygamber'in Âişe'ye hitaben
söylediği şu hadîsi ile istidlal etti: "Ben seni ru 'yâmda gördüm. Senin
resmini bir ipek parçası üzerinde olarak melek getiriyor du da bana: Bu kız
senin karındır, diyordu. Ben senin yüzünden perdeyi açtığımda baktım ki, o
ru'yâmda gördüğüm, sensin."[2]
el-Vâlid, Minhâc Şerhi'nde şöyle dedi: Bu güzel bir istidlald ir. Çünkü
Peygamber'in fiili, uykuda olsun uyanıkken olsun, müsavidir. Peygamber
Âişe'nin yüzünü açmış, bakmıştır...[3]
Şübhe yok ki, insaflı olan kimse buradaki tercihler i gördüğü zaman muhakkak
Buhârî'nin mutlak bir müctehid olduğuna kesin kaanî olacaktır. Çünkü bu
kaviller mezheb imamları arasında dağıtılmışlardır. Buhârî onlardan hiçbir
mezhebi ayniyle tutmamıştır. Merhum üstadın bir araya getirmiş olduğu bu
tercihler el-Câmi 'u's-Sahıh'in içindekilerden ancak bir parçadır. Yoksa
şübhesiz Buhârî'ye aid daha pekçok tercihler ve görüşler vardır ki, kitabında
bu görüşlerden birinin zikr edilmediği bir bâb hemen hemen yoktur. Zikr edilen
bu mıkdâr da yetecekti r. Ve Allah en bilendir. [4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İslâm dîni fıtrat dînidir. Fıtratın gerektird iği nizâmı en güzel ve en
ma'kûl ölçüler içinde gerçekleştirmiştir. Kadın-erkek ilişkilerini ifrat ve
tefritten uzak, her asır ve her yerde tatbiki kaabil en medenî düstûrlarla
nizamlamıştır. Bizleri böyle yüce bir dînin sâliklerinden kıldığı için Allah'a
sayısız hamd u senalar olsun.
[2] Buhari, Nikah, Babu’n-nazar ile’l-mer’e kable’t-tezvic, rak: 58.
[3] Yalnız son mesele: Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II, 18.
[4] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 75-77.
14- Nişâbûr'da Üstadı ez-Zuhlî Tarafından Ma'rûz Kaldığı Fitne
Hatim ibn Ahmed ibn Muhammed şöyle dedi: Ben Müslim ibnu'l-Haccac'dan işittim,
söyle diyordu: Muhammed ibn İsmail Nîşâbûr'a geldiği zaman, Nîşâbûr halkının
ona yaptığı karşılamayı hiçbir vâlîye ve hiçbir alime yaptıklarını görmedim.
Buhârî'yi şehirden iki yâhud üç merhale uzakla karşıladılar. Muhammed ibn Yahya
ez-Zuhlî kendi meclisind e: Her kim yarın Muhammed ibn İsmâlîl’i karşılamak
isterse onu karşılasın, şübhesiz ben de onu karşılamaya gideceğim, dedi.
Müteakiben Muhammed ibn Yahya ve Nîşâbûr âlimlerinin çoğu onu karşıladılar.
Buhârî şehre girdi ve Buhâriler'in konağına indi.
Muhammed ibn Yahya bizlere: Buhârî'ye kelâm ilminden herhangi bir şey sormayın.
Çünkü o eğer bizim üzerinde bulunduğumuz görüş hilâfına cevâb verirse, onunla
aramızda ayrılık vâkı’ olur ve Buhârâ’daki Nâsibî, Rafızî, Cehmî ve
Murciîler'in herbiri bizlerdek i bu ayrılıktan sevinirle r, dedi.
İnsanlar Muhammed ibn İsmail'in üzerine çok kalabalık edip sıkıştılar; o kadar
ki, bulunduğu konak ve dam üstleri dolup taştı. Gelişinin ikinci yâhud üçüncü
günü olunca, bir kimse Buhârî'ye doğru kalktı da "el-Lâfz
bi'l-Kur'ân"dan yâni Kur'ân'ı telâffuz etmekten sordu. Buhârî: Fiillerim
iz yaratılmıştır, lâfızlarımız da fiillerim izdendir, dedi. Bu cevâbdan dolayı
insanlar arasında bir ihtilâf vâki' oldu. Şöyle ki: Bâzı kimseler: Buhârî,
"Lâfzı bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiştir, dediler. Bâzıları da, öyle
demedi, dediler. Aralarında bu hususta ihtilâf vâki' oldu. Hattâ bâzısı
bâzısına doğru vuruşmaya kalkıştı. Bunun üzerine o konağın sahihleri
toplandılar da kavgacıları dışarıya çıkardılar.[1]
Ebû Ahmed ibn Adiyy de şöyle dedi: Üstâdlardan bir cemâat bana şöyle zikretti:
Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî Nîşâbûr'a geldiği zaman huzuruna çok insan
toplandı. O vaktin üstâdlarından biri ona hased etti ve hadîsciler topluluğuna
hitaben: Muhammed ibn İsmail "Lâfzî bi'1-Kur'âni mahlûkun" demektedi
r, dedi. Buhârî meclise geldiği zaman bir adam ona doğru ayağa kalktı ve:
"Yâ Ebâ Abdillah! Lâfzî bi'1-Kur'ân hakkında ne dersin; o mahlûk mudur, yoksa
gayri mahlûk mudur?" diye sordu. Buhârî o zâttan yüz çevirdi ve üç kerre
ona cevâb vermedi. O kimse suâlinde ısrar etti. Bunun üzerine Buhârî: Kur'ân
Allah'ın kelâmıdır, mahlûk değildir. Kulların fiilleri ise mahlûkdur. Bu
mes'elenin hakîkatine muttali' olmak için aşırı gitmek (yânı bu mes'eleyi
derinleştirmek veya bununla insanları imtihan etmek) bid'attır, dedi. Bu söz
üzerine o adam: Buhârî "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiştir,
diyerek, insanlar arasında şerr ve fitne peyda edip tahrik etti.
Ebû Hâmid ibnu'ş-Şarkî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî'den
işittim, o şöyle diyordu: Kur'ân Allah'ın kelâmıdır; mahlûk değildir. Kim
"Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" iddiasında bulunursa, o bir
bid'atçıdır; onunla bir mecliste oturulmaz ve onunla konuşulmaz. Her kim
Muhammed ibn İsmail'e giderse onu ittihâm ediniz. Çünkü onun meclisind e, onun
mezhebind e olanlarda n başkası hâzır olmaz.
el-Hâkim de şöyle dedi: Bu lâfz mes'elesinde Buhârî ile ez-Zuhlî arasındaki
hâdise vâki' olunca, insanlar Buhârî'den kesildile r. Yalnız Müslim
ibnu'l-Haccâc ile Ahmed İbn Seleme, Buhârî'den kesilmedi ler. ez-Zuhlî: Dikkat
edin, her kim lâfza kaail olduysa.a rtık ona bizim meclisimize gelmesi helâl
olmaz, dedi. Onun bu sözü üzerine Müslim ridâsını başlığının üstüne aldı ve
insanların gözleri önünde kalkıp gitti. Akabinde Zuhlî'den yazmış olduğu
hadîslerin hepsini bir hammâlın sırtına yükleyip, Zuhlî'ye gönderdi. Onun için
Sâhih'inde Buhâri'nin ve Zuhlî'nin isimleri hiç yoktur ve Sâhih'inde onlardan
hiçbiri hadîs rivayet etmemiştir. Buhârî'ye gelince o, Zuhlî'den birçok
hadîsler rivayet etmiştir. Lâkin o bu rivayetle rini: "Ahbâranî Muhammed
=Bana Muhammed haber verdi" lâfzıyle veya Zuhlî'yi dedesine nisbet ederek:
"Bize Muhammed ibn Hâlid tahdîs etti"[2] lâfzıyle rivayet eder. Zikr
edilen nefretleşmenin meydana gelişinden dolayı Zuhlî'yi tanınacağı ma'rûf
ismiyle zikr etmez.
Yine el-Hâkim Ebû Abdillah şöyle dedi: Ben Muhammed ibn Hennâî'den işittim,
şöyle diyordu: Ben Ahmed ibn Seleme en-Nîşâbûrî'den işittim, söyle diyordu: Ben
el-Buhâri'nin yanına girdim de: Yâ Ebâ Abdillah! Şu Zuhlî, Horasan'da bilhassa
bu şehirde makbul bir zâttır. Bununla beraber şu mes'eleye dalmış, inâd ve
husûmet etmiştir. Bundan dolayı bizden hiç kimse o mes'ele hakkında ona bir
kelâm etmeye muktedir olamıyor. Binâenaleyh sen ne dersin? dedim. Buhârî avucu
ile sakalının üzerinden tuttu da şunları söyledi:
“Ben işimi Allah 'a ısmarlıyorum. Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir"
(el-Mu'min: 40/44) Yâ Allah, şübhesiz Sen bilmektes in ki, ben Nîşâbûr'da
ferahlanm ak, aşırılık ve taşkınlık için ikaamet etmek istemedim, başbuğ olmak
isteğiyle de oturmadım. Ancak muhaliflerin galebesin den dolayıdır ki, gönlüm
vatana dönmek istememiştir. Hâl böyle iken şu adam bana karşı başka birşey için
değil, sırf Allah'ın bana vermiş olduğunu hased için kasdetmiştir.
Bundan sonra Buhârî: Yâ Ahmed, ben yarın buradan çıkıp gideceğim. Sizler de
elbet bu zâtın benim için olan sözlerinden kurtulaca ksınız, dedi.
Yine el-Hâkim dedi ki: Hafız Ebû Abdillah ibnu'l-Ahrem şöyle demiştir: Müslim
ibnu'l-Haccâc ile Ahmed ibn Seleme, Buhârî'ye bağlılıkları sebebiyle Muhammed
ibn Yahya ez-Zuhlî'nin meclisind en kalktıkları zaman, ez-Zuhlî, Buhârî'yi
kasdedere k: O adam bu şehirde sakin olamaz, dedi. İşte Buhârî bu sözden ötürü
endişelendi de oradan başka yere gitti.
Ebû Abdullah Muhammed ibn Ahmed İbn Muhammed el-Ma'rûf bi-Ğuncâr el-Buhârî
(412/1021) de Buhara Târîhi'nde şöyle dedi: Bize Halef ibn Muhammed tahdîs edip
şöyle dedi: Ben Nîşâbûr'da Ebû Emr Ahmed ibn Nasr en-Nişâbûrî el-Haff'âf’tan
işittim, şöyle diyordu: Biz bir gün Ebû İshâk el-Kuraşî'nin yanında idik.
Beraberim izde Muhammed ibn Nasr el-Mervezî de vardı. Derken aramızda Muhammed
ibn İsmail’in zikri geçti. Bunun üzerine Muhammed ibn Nasr söyle dedi: Ben
Buhârî'den işittim, o şöyle diyordu: Her kim benim "Lâfzî bi'l-Kur'ânı
mahlûkun" dediğimi iddia ederse o bir yalancıdır. Çünkü ben o sözü
söylemedim.
Bunun üzerine o, Buhârî'ye hitaben: Yâ Ebâ Abdillah! İnsanlar bu mes'eleye
dalmışlar ve çok söz etmişlerdir, dedi. Buhârî de. Sana söylemekte olduğum
sözden başka bir sözüm yoktur, dedi.
Ebû Amr şöyle dedi: Ben Buhârî'ye geldim de onunla hadîsten bir şeyi müzâkere
ettim. Nihayet Buhârî'nin gönlü hoş oldu. Ben: Yâ Ebâ Abdillah, işte şurada bir
kimse var ki, o senden, senin "Lâfzî bi'l-Kur'ânı mahlukun" demekte
olduğunu hikâye ediyor, dedim. Bunun üzerine Buhârî: Yâ Ebâ Amr, benden şunu
ezber et: Nîşâbûr ahâlîsinden -bu arada daha birçok belde isimleri sayarak- ve
diğerlerinden her kim benim "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" demiş
olduğumu iddia ederse, o bir yalancıdır. Zîrâ ben o sözü söylemiş değilim. Ben
sâdece "Kulların fiilleri mahlûkdur" demişimdir, dedi.
Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî de şöyle dedi: Ben Muhammed ibn İsmail'den
işittim, şöyle diyordu: Kulların fiillerin e gelince, o mahlûkdur. Bize Alî
ibn Abdillah tahdîs etti. Bize Mervân ibn Muâviye tahdîs etti. Bize Ebû Mâlik,
Rabî'den; o da Huzeyfe'den olmak üzere tahdîs etti. Huzeyfe şöyle demiştir:
Peygamber (S): "Allah Taâlâ her san'atkârı ve san'atını halk eder"
buyurdu. Buhârî sonra şöyle ilâve etti: İnsanların hareketle ri, sesleri,
kazanmaları ve yazmaları mahlûkdur. Amma okunan, Mushaflar da tesbît olunan,
satırlara dizilip yazılan, kalblerde hıfz edilen Kur'ân'a gelince, o Allah kelâmıdır,
mahlûk değildir. Allah Taâlâ: "Hayır, O (Kur' ân) kendileri ne ilim
verilmiş insanların sinelerinde apaçık âyetlerdir..." '(el-Ankebût:
29/49) buyurdu. Fulan güzel kırâatli, fulan çirkin okuyuşlu denir, fakat güzel
Kur'ânlı, çirkin Kur'anlı denmez. Kullara ancak kıraat nisbet edilir. Çünkü
Kur'ân, Rabbın kelâmıdır. Kıraat ise kulun fiilidir. Hiçbir kula Allah'ın
emrinde ilimsiz şeriat koymak hakkı yoktur[3]...
es-Subkî Tabakaat'ında, ez-Zuhlî'nin: "Dikkat edin! Kim onun (yânî
Buhârî'nin) meclisine giderse, artık bize gelmesin. Çünkü Bağdâdlılar bize: O,
lâfz hakkında kelâm etti, biz kendisini bundan nehyettik, fakat o vazgeçmedi
diye mektûb yazdılar. Binâenaleyh sîzler ona yakın olmayın" sözlerine
cevâb olarak, şöyle dedi:
Ben derim ki: Buhârî, rivayet olunan haberlere ve bizim de hikâye edecekler
imize göre, "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun" diyenlerd endir. Muhammed
ibn Yahya ez-Zuhlî de: Kim "Lâfzî bi'1-Kur'ânı mahlûkun:
Kur'ân'ı telâffuz edişim mahlûkdur, yânî yaradılmıştır" iddiasında bulunursa,
o, beraber oturulmıyacak ve konuşulmıyacak bir bid'atçıdır. Her kim Kur'ân
mahlûkdur iddiasında bulunursa kâfir olmuştur, demiştir. Allah bilir ki,
Muhammed ibn Yahya ancak Ahmed ibn Hanbel'in irâde ettiği şeyi, yânî bu
mes'eleye dalmaktan nehyi irâde etmiştir. -Nitekim biz el-Kerâbîsî
(245/859)'nin hâl tercemesi nde, Ahmed İbn Hanbel'in de bu mes'eleye dalmaktan
nehyettiğini daha önce yazmıştık.- Buhârî'ye muhalefet etmeyi kasd etmemiştir.
Şayet Buhârî'ye muhalefet etti ve yaradılmış olan iki dudağı arasından çıkan
lâfzının kadîm olduğunu iddia ettiyse büyük bir günâh yüklenmiştir. Bunu
zannetmek ise bunun hilafıdır. Zuhlî, Ahmed ve diğer imamlar ancak kelâm
mes'elelerine dalmaktan nehyi murâd etmişlerdir. Çünkü ihtiyâç sırasında kelâm
ilmi hakkında kelâm etmek vâcib, ihtiyaç olmadığı zaman ise bundan sükût etmek
sünnettir. Binâenaleyh ey muhâtab, sen bunu iyi anla da, tarihçilerin hurafeler
ini bırak ve sapıkların yaldızlamalarından yüz çevir. Onlar kendileri ni
muhaddisl er ve sünnete vâkıf kimseler zannetmek tedirler. Buhârî'nin mu'tezile
görüşlerinden birine sapacağı nasıl düşünülebilir? Firabrî ve diğerlerinin
rivayet ettikleri şeyler içinde Buhârî'nin: Cehmiyyey i küfre nisbet etmiyeni
ben elbette câhil sayacağım, dediği sabit olmuştur. İnsaflı kimse, Muhammed
ibn Yahya'nın ismet ehlinden başkasının salim kalamadığı hasedcili k âfetine
tutulduğu hususunda şübhe etmez.
Biz ise -bâzılarının da dediği gibi- şöyle deriz: Belki zarfların istisnaî bir
takım hâlleri vardı da o hâller bu nizâı meydana getirmiştir. Kötü anlayış ve
fesâdçıların müdâhalelerinin de Buhâri'nin Nîşâbûr'dan çıkarı imasına sebeb
olan bu fitnede büyük dahli bulunması caizdir.
el-Hâkim de şöyle dedi: Ben Ebu'l-Velîd Hassan ibn Muhammed el-Fakîh'ten
işittim, şöyle diyordu: Ben Muhammed ibn Nuaym'dan işittim, şöyle diyordu: Ben
kendisi hakkında vâki' olanlar vâki' olduğu zaman Muhammed ibn İsmail'e îmânın
mâhiyetinden sordum. Buhârî: îmân, kavi ve ameldir, artar ve eksilir.. Kur'ân
Allah'ın kelâmıdır. Allah'ın kelâmı mahlûk değildir. Rasûlullah'ın
sahabîlerinin en faziletli si Ebû Bekr'dir, ondan sonra Umer'dir, ondan sonra
Usmân'dır, ondan sonra Alî'dir. İşte ben ancak bu inanç üzere yaşadım ve ancak
bunun üzerinde ölürüm ve inşâallah ancak bu îmân üzere diriltili rim, dedi.[4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hedyu's-Sârî, s. 491-492, "Zikru mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fî
mes'eleti'l-lâfz..."; İrşâdu's-Sâri, l, 37-38," Ve mâ zukire min
mihnetihî..."
[2] III, 35; VII, 132; IX, 148; IX, 66.
[3] Tabakaatu'ş-Şafiiyyeti'l-Kübrâ. II, 2-19; Hedyu's-Sâri, s. 491-492,
"Zikru mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fı'1-meseleti'l-lâfz...”;
İrşâdu's-Sârî, s. 38.
[4] Hedyu's-Sârî, s. 491-492, "Zikru mâ vakaa beynehu ve beyne'z-Zuhlî fi
mes'eleti'l-lâfz ve ma hasala lehu mine'l-mıhneti bi-sebebi zâlike ve berâetihi
mimmâ nusibe ileyhi min zâlike."
Buhârî'nin bu sözleri Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İsa'nın bebek iken annesini tazyik
eden muhalifle re karşı yaptığı konuşmanın son fıkrasını hatırlatmaktadır:
“İsâ dedi ki; Ben hakikat Allah'ın kuluyum, O bana kitâb verdi. Beni Peygamber
yaptı. Beni her nerede bulunursa m mübarek kıldı. Bana, ben hayâtta oldukça
namazı, zekâtı emretti. Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir
bedbaht olarak yaratmadı. Dünyâya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir
diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim
üzerimedir." (Meryem: 19/30-33).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 77-81.
15- Buhara Emîri Hâlid İbn Ahmed ez-Zuhlî Tarafından Uğradığı Fitne
Ahmed ibn Mansûr eş-Şîrâzî şöyle dedi Ebû Abdillah el-Buhârî, Buhârâ'ya döndüğü
zaman, şehirden bir fersah uzaklığa onun için birçok çadırlar dikildi. Şehir
ahâlîsinin çoğu onu karşılamağa çıktı, hattâ şehirde zikre değer kimse
kalmadı. Buhârî'nin üstüne altın ve gümüş paralar saçıldı. Bir müddet bu sevgi
devam etti. Sonra onun tâlii bulandı ve hava aleyhine döndü. İşte büyük
adamların sânı böyledir. Buhâri ile Buhara Emîri Hâlid ibn Ahmed ez-Zuhlî arasında
dargınlık meydana geldi. Nihayet vâlî, Buhârî'nin şehirden çıkıp gitmesini emretti.
Bu emir de Buhârâ'daki re'y sahibi büyük fakîhlerden olan Hureys ibn
Ebi'l-Verkaa'nın Buhârî'nin mezhebi hakkında ileri geri konuşmasından sonra
oldu. Buhara halkından daha başkaları da onun aleyhinde konuştu. Buhari ile
vâlî arasındaki bu zıdlaşmayı gerektiren sebeb hakkında ayrı ayrı görüşler
ileri sürdüler:
Guncâr (412/1021), kendi Târîh'inde şöyle dedi: Ben Ahmed ibn Muhammed ibn
Umer'den işittim, şöyle diyordu: Ben Bekr ibn Münir'den işittim, şöyle
diyordu: Buhara Valisi Hâlid ibn Ahmed ez-Zuhlî, Muhammed ibn İsmail'e:
el-Câmi'u's-Sahîh'i ve Târih'i benim yanıma getir de, onları senden işiteyim,
diye haberci yolladı. Muhammed ibn İsmail de gelen elçiye şöyle dedi:
"Vâlî'ye şunu söyle ki, ben ilmi alçaltmam, ve onu sultânların kapılarına
taşımam. Eğer onun ilimden herhangi bir şeye ihtiyâcı varsa, mescidimd e yâhud
evimde benim yanıma gelip, meclisimd e hâzır bulunsun. Eğer sana gönderdiğim bu
cevâbım senin hoşuna gitmezse, sen bir valisin, binâenaleyh sen beni ders
meclisind e ders vermekten men' et ki, bu men' kıyamet gününde Allah huzurunda
benim kendiliğimden ilmi ketm etmediğime dâir lehime bir özür olsun."[1]
Guncâr: İşte Buhârî ile Vâlî arasındaki kırgınlığın sebebi bu oldu, dedi.
Hâkim de şöyle dedi: Ben Muhammed ibnu'l-Abbâs ed-Dabbî'den işittim, şöyle
diyordu: Ben Ebû Bekr ibn Ebî Umer'den işittim, şöyle diyordu: Ebû Abdillah'ın
Buhara şehrinden ayrılmasının sebebi şudur: Abbasî Halîfesi İbn Tâhir'in vâlîsi
Hâlid ibn Ahmed, Buhârî'den konağına gelmesini, el-Câmi'u 's-Sahîh ile
et-Târih'i çocuklarına okutmasını istedi. Buhârî buna yanaşmadı ve: Benim
diğer toplulukl arı bırakıp da ders işittirmeyi husûsî olarak bir topluluğa
tahsis etmem, yapamıyacağım bir iştir, dedi. Bundan sonra vâlî Hâlid, Buhara
halkından Hureys ibn Ebi'l-Verkaa ve diğerlerinden yardım istedi. Onlar
Buhârî'nin mezhebi hakkında konuştular. Vâlî bu dedikodul arı fırsat bilerek,
Buhârî'yi şehirden sürgün etti. Buhârî de onlar aleyhine: Yâ Allah, onların
beni kasd ettikleri şeyi kendi nefisleri ne, çocuklarına ve ailelerin e
ulaştır, diye beddua etti. Müteakiben vâlî Hâlid üzerinden ancak bir aydan az
zaman geçmişti ki, Zâhirîler'in, onun aleyhine nida edilip toplanılması emri
geldi. Vâlî aleyhine nida olundu. Onun hâli şöyle idi: Kendisi bir dişi eşek
üzerinde idi, palanın üstünde gözlerini şaşkın şaşkın belertmişti. Sonra
işinin sonu zillete ve habs edilmeye vardı. Hureys ibn Ebi'l-Verkaa'ya gelince,
o da ailesi hakkında belâya uğradı, ailesinde vasf edilemiye cek şeyler gördü.
Fulan kimseye gelince, o da çocukları hususunda belâya çarpıldı. Hulâsa, Allah
birer birer muhaliflerinin uğradıkları belâları Buhârî'ye gösterdi.[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Husûsî olarak Vâli’ye ve çocuklarına ders vermeyi böyle reddetti. Çünkü
Peygamber (S)’in şu kavli vardır:
"Kendisine bir ilim sorulup da o ilmi gizleyen ateşten bir gem ile
gemlenece ktir." (Târîhu Bağdâd, l, 33). el-Bakara: 159, 174 âyetleri de
müsteneddir.
[2] Hedyu's-Sâri, s. 494, "Zikru rucûihi ilâ Buhara ve mâ vakaa beynehu ve
beyne Emîrihâ ve mâ ittisala bi-zâlike min vefâtihi"; İrşâdu's-Sâri, l,
38.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 82-83.
16-
Buhârî'nin Ölümü
İbn Adiyy şöyle dedi: Ben Abdulkuddûs ibn Abdilcebbâr'dan işittim, şöyle
diyordu: Buhara Vâlîsi Hâlid ibn Ahmed, Muhammed ibn İsmail el-Buhârî'nin
Buhârâ'dan çıkmasını emr ettiği zaman Buhârî, Semerkand köylerinden bir köy
olan ve Semerkand'dan iki fersah kadar uzaklıkta bulunan Hartenk'e çıkıp
gitti. Orada Buhârî'nin akrabaları vardı; onların yanına indi. Râvî dedi ki:
Ben Buhârî'den işittim, gecelerde n bir gece namazı bitirmiş olduğu hâlde
duasında şöyle diyordu: Yâ Allah! Bunca genişliğine rağmen Arz bana dar geldi,
artık beni kabz edip kendine al![1]
Bu duasından sonra bir ay tamamlanm adan Allah onun ruhunu aldı.
Buhârî'nin kâtibi Muhammed ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ben Gaalib ibn Cibril'den
işittim -ki bu zât Hartenk'te Buhârî'nin yanına inip konuk olduğu kimsedir-,
şöyle diyordu: Buhârî birçok günler ikaamet etti, sonra hastalandı. Nihayet
kendisine Semerkand ahâlîsi tarafından bir elçi yollandı. Semerkand lılar
ondan Semerkand'a gelmesini istiyorlardı. Buhârî bu isteği kabul etti.
Yolculuk için hazırlandı, ayakkabılarını giydi, başlığını sarındı. Ben
pazûsundan tutuyordu m, diğer bir kimse de onun bineceği hayvanı yediyordu .
Buhari bu vaziyette yirmi adım kadar yürüyünce: Beni salıverin, bana bir
zaîflik geldi, dedi. Biz de kendisini bıraktık, kendisi bâzı dualar okudu.
Bundan sonra uzanıp yattı ve kendinden geçti. Sonra ondan çok ter aktı.
Ebu'l-Hasen el-Kirmânî de: Buhari yalnız başına bir evde idi. Sabah olduğu
zaman biz onu ölmüş olarak bulduk, dedi.
Buharı bize: Beni üç bez içinde kefenleyi n. Kefenimde gömlek ve başlık
bulunmasın, demişti. Nihayet onu kefenleri içine koyduk, üzerine cenaze namazı
kıldık ve çukuru içine yerleştirdik. Kabrinin toprağından etrafa misk gibi
güzel bir koku yayıldı. Ve bu güzel koku yayılması günlerce devam etti.
insanlar da günlerce onun kabrine gidip gelmeye ve toprağından almaya
başladılar. Hattâ kabir meydana çıktı. Biz onun kabrini bekçilerle muhafaza
etmeye kaadir olamıyorduk. Kabrinden toprak alanlar bize galebe ediyorlar dı.
Nihayet biz, hiçkimse kabre ulaşmaya kaadir olamasın diye, kabir üzerine,
parçaları birbirine geçirilip sokuşturulmuş ağaçtan bir kafes diktik.
Buhârî'nin vefatından sonraki bu hâli, muhalifle ri yanında da zikr olunca,
onlardan bâzısı Buhârî'nin kabrine kadar gidip, tevbe ve pişmanlık izhâr
etmişlerdir.
Yine kâtibi: Bu Gaalib ibn Cibril de Buhârî'nin ardından ancak az bir müddet
yaşadı. O da Buhârî'nin yanına gömüldü, dedi.
Mehyeb ibn Süleym de şöyle dedi: Buhârî'nin vefatı 256 senesinin Ramazan Bayramı
gecesi olan cumartesi gecesinde oldu.
el-Hasen ibnu'l-Huseyn el-Bezzâr da Buhârî'nin vefatı hakkında böyle söyledi:
Ebu'l-Huseyn ibnu Kaanı', Ebu'l-Huseyn ibnu'l-Munâdî, Ebû Süleyman ibn Zeber ve
diğerleri de onun vefatını bu târih içinde tesbît ettiler. el-Hasen
ibnu'l-Huseyn şöyle dedi: Buhârî'nin ömür müddeti 62 seneden on üç gün eksik
olmuştur, Allah onu rahmetini n deryasına daldırsın, âmîn. Yine el-Hasen
ibnu'l-Huseyn el-Bezzâr: Ben Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi, uzun da değil
kısa da değil, orta boylu, ince bedenli olarak gördüm, dedi. Allah Buhârî'ye,
bizlere ve bütün müslümânlara rahmet eylesin, âmîn.[2]
Bana Ebu'l-Velîd ed-Derbendî haber verip şöyle dedi: Bize Muhammed ibn Ahmed
ibn Muhammed ibn Süleyman haber verip şöyle dedi:
Bize Ebû Nasr Ahmed ibn Sehl ibn Hamdûye haber verip şöyle dedi: Bize
Ebu'l-Abbâs el-Fadl ibn Bisâm haber verip şöyle dedi: Ben İbrâhîm ibn
Muhammed'den işittim, şöyle diyordu: Muhammed ibn İsmâîl, Hartenk'te öldüğü
zaman, onun defnini ben üzerime aldım. Onu Semerkand'a taşımak ve orada gömmek
istedim. Fakat bir arkadaşımız bizi bu işe bırakmadı, artık Buhârî'yi
Hartenk'te gömdük. Onun defnini bitirip de kalmakta olduğum menzile döndüğümde,
konağın sahibi bana şunları söyledi:
Dün Buhârî'den sorup şöyle dedim:
- Yâ Ebâ Abdillah! Kur'ân hakkında ne dersin?
- Kur'ân Allah kelâmıdır, gayrı mahlûktur, dedi. Ben tekrar ona:
- İnsanlar senin: Mushaf’larda Kur'ân yoktur, insanların göğüslerinde Kur'ân
yoktur, demekte olduğunu iddia ediyorlar, dedim. Buhari:
- Benden söylerken işitmediğin bir şeyi benim aleyhimde şehâdet etmenden dolayı
Allah'tan mağfiret dilerim. Ben Allah'ın buyurduğu gibi “Andolsun Tûr'a,
neşredilmiş kâğıtlar içinde yazılı Kitâb'a...” diyorum ve: Mushaf’larda Kur'ân
vardır, insanların göğüslerinde Kur'ân vardır, diyorum. Kim bunun gayrisini
söylerse tevbe etmesi istenir. Tevbe ederse iyi, yoksa onun yolu kâfirlik
yoludur.[3]
Abdu'l-Vâhid ibn Adem et-Tavâvîsi şöyle dedi: "Ben ru'yâmda Peygamber
(S)'i gördüm, beraberin de sahâbîlerinden bir cemâat olduğu hâlde -zikrettiği-
bir yerde durmuştu. Ben kendisine selâm verdim. Selâmı aldı. Yâ Rasûlallah,
seni durduran nedir? dedim. Muhammed ibn İsmail'i bekliyoru m, buyurdu. Birkaç
gün geçtikten sonra Buhârî'nin ölüm haberi bana ulaştı. Hesâb ettik, baktık ki
Buhari, benim Peygamber'i ru'yâmda gördüğüm saat içinde vefat etmiş!"[4]
Doğum târihi (194); vefat târihi (256)'dır.[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hadîste "Yâ Rabb! Bir kavme fitne irâde ettiğin zaman bizleri fitneye
uğratılmamışlar olarak vefat ettirip kendine al!" duası gelmiştir.
İşte Buhâri bu duasının ardından hastalandı. Vefatı da Ramazân Bayramı gecesi
Cumartesi gecesi-yatsı namazı sırasında vukua geldi. Bayram günü öğleden sonra
cenaze namazı kılındı...
Buhari -rahimehullah- arkasında bütün müslümânlar için faydalı muazzam bir ilim
bırakmıştır. Onun ilmi kesilmedi, bilakis o ilim, hayâtta kendisini n pek güzel
tatbik etmiş olduğu bütün iyi işlerle irtibatlıdır. Rasûlullah da: "İnsan
öldüğü zaman ondan ameli kesilir, ancak üç şeyden kesilmez: Faydalanılan
ilimden, yahut akıp duran sadakadan, yahut kendisine dua eden iyi
çocuktan." buyurmuştur.
Müslim, Vasiyye, Babu ma yelhaku’l-insane. (el-Bidaye ve’n-Nihaye, XI, 24-28)
[2] Hedyu's-Sârî, s. 495,"Zikru rucîihî ilâ Buhara ve mâ vakaa..."
İmâm Buhârî'nin hayât hikâyesinin buraya kadar olan kısmı, 1348 Hicrî târihinde
Mısır'da İdâretu't-Tıbaâtı'l-Munîriyye tarafından basılan Sahîhu'l-Buhârî
nüshasının baş tarafına konulan hayât yazısından -ilâve ve çıkarma şeklindeki
bâzı tasarrufl a- terceme edilmiştir. Tarafımızdan yapılan bu tercemede,
buradaki bilgiler ve rivayetle r asıl kaynaklar dakilerle karşılaştırılmış,
tahkikler yapılmış, bâzı paragraf ve rivayetlerin o kaynaklar daki yerlerine
müteselsil rakamlı haşiyelerle atıflar yapılmıştır. Buhârî'nin hayâtı ve
eserleri, bilhassa şu ana kaynaklar da tafsilâtlı olarak, senedli rivayetle r
hâlinde tesbît olumnuştur-.Târîhu Bağdâd, II, 4-34; Tabakaatu'ş-Şâfiiyye, II,
2-19; Hedyu's-Sârî, s.478-495; Îrşâdu's-Sârî, I, Mukaddime, s.19-46, dördüncü
ve beşinci fasıllar.
[3] Târihu Bağdâd, I, 32.
[4] Tarihu Bağdâd, I, 34; Şezerât, G, 135; Hedyu's-Sârî, s.495.
[5] Tecrid Ter., 488; Haşiyede Buhârî'nin hâl tercemesi .
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 83-85.
17- Te'lîf Ettiği Eserler[1]
1) el-Câmi'u's-Sahîh. Bu te'lîflerin en azametlis idir; ayrıca tanıtılacaktır.
2) el-Edebu'1-Müfred. Bunu Buhârî'den Ahmed ibn Muhammed el-Celîl el-Bezzâr
rivayet eder.
3) Birru'l-Vâlideyn. Bunu Buhârî'den kâtibi Muhammed ibn Dellûye rivayet eder.
4) et-Tarîhu'1-Kebîr. Peygamber'in kabri yanında mehtâblı gecelerde te'lîf
etti, Bunu Ebû Ahmed Muhammed ibn Süleyman ibn Fâris ile Ebu'l-Hasen Muhammed
ibn Sehl en-Nesevî ve diğerleri rivayet ederler,
5) et-Târîhu'1-Evsât. Bunu Buhârî'den Abdullah ibn Ahmed ibn Abdisselâm
el-Haffâf ile Zencûye ibn Muhammed el-Lebdâd rivayet eder.
6) et-Târîhu's-Sağîr. Bunu Buhârî'den Abdullah ibn Muhammed ibn Abdirrâhman
el-Eşkar rivayet eder.
7) Halku Efâli'l-İbâd. Bunu kendisi ile ez-Zuhlî arasında vâki' olan niza
sebebiyle tasnif etmiştir. Bu kitabını kendisind en Yûsuf ibn Reyhan ibn
Abdissame d ile el Firabrî rivayet ederler.
8) Kitâbu'd-Duâfâ. Bunu kendisind en Ebû Bişr Muhammed ibn Ahmed ibn Hammâd
ed-Dûlâbî, Ebû Ca'fer Musebbih ibn Saîd ve Âdem ibn Musa el-Hıvârî rivayet
ederler.
9) el-Câmi'u'1-Kebîr. Bunu İbn Tâhir zikretti.
10) el-Musnedu'1-Kebîr
11) et-Tefsîru'1-Kebîr. Bu sonuncuyu el-Firabrî zikretti.
12) Kitâbu'l-Eşribe. Bunu ed-Dârakutnî, el-Mu'telif ve'1-Muhtelif kitabı
içinde zikretti.
13) Kitâbu'l-Hibe. Bunu varrâkı, yânı kâtibi zikretti.
14) Esâmi'u's-Sahâbe. Bunu Ebu'l-Kaasım ibn Mende zikredip, Buhârî'den İbn
Fâris tarikiyle rivayet eder. Ebu'l-Kaasım el-Bağavî, Mu'cemu's-Sahâbe
kitabında; îbn Mende de el-Ma'rife'de bundan çok şeyler nakletmis lerdir.
15) Kitâbu'l-Vuhdân. Bu sahâbîlerden ancak bir tek hadîsi bulunanları
toplamakt adır.
16) Kitâbu'I-Mebsût. Bunu el-Halîl, el-İrşâd kitabında zikretti. Mehyeb ibn
Suleym de bunu Buhârî'den Kitâbu'l-îlel içinde rivayet etti. Bunu Ebu'l-Kaasım
ibn Mende de zikretti. Ibn Mende bunu Muhammed ibn Abdillah ibn Hamdûn'dan, o
da Ebû Muhammed Abdullah ibni'ş-Şarkî'den olmak üzere Buhârî'den rivayet eder.
17) Kitâbu'1-Künâ, Bunu el-Hâkim Ebû Ahmed zikredip, bundan nakilde bulunur.
18) Kitâbu'l-Fevâid. Bunu et-Tirmizî, el-Câmi'i içindeki
"Kitâbu'l-Menâkıb" esnasında zikretti,
19) Refu'l-Yedeyn fî's-Salât.
20) Kitâbu'l-Kırâa Halfe'I-İmâm (Hayru'lKelâm ft'1-Kırâa Halfe'l-İmâm). Mısır'da
basılmıştır.
21) Sulâsiyyât. Peygamber'den üç râvî ile gelen 22 hadîslik bir risaledir.[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu kitablar listesi Fihristu ibn Nedîm, s.335-336; Heydu's-Sârî, s.493;
İrşâdu's-Sârî, I, 36; Keşfu'z-Zunûn, I, II, çeşitli sahîfelerden toplanıp
sıralanmıştır. Bunlardan basılmış olanlar: Mu'cemu'I-Matbûat, I, 534-537'de
gösterilmiştir. Bu eserlerin Keşfu'z-Zunûn'da zikredild ikleri yerlerde kısa
tavsifler i yapılmıştır.
[2] Târihu Bağdâd, II, 4-35; Tabakâatu'ş-Şârıiyye, II, 2-l9:Hedyu's-Sârî,
I-195; İrşâdu's-Sârî, I, 19-46; Keşfu'z-Zunûn, I, 541-555 ve II, birçok
sahîfelerde. Brockelma nn, GAL I, 157, Supp. I, 260-265; Fuad Sezgin GAS, I,
126-128; Mu'cemu'l-Matbûât, I. 534-537.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 85-86.
Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’i Üzerine Bir Araştırma:
1-
el-Câmi'u's-Sahîh'in Te'lîf Sebebi
İbn Hacer, bu te'lîf sebebleri ni şöyle özetlemiştir: Allah beni ve seni
öğretsin, iyi bil ki Peygamber (S)'in sünnet ve hadîsleri sahâbîler ve
tabiîlerin ilk tabakası devrinde el-Câmi' adı verilen kitâblarda iki sebebden
dolayı tedvin edilip, tertîbli olarak tasnîf edilmemişti. Sebebin biri, onlar
işin başlangıcında Müslim Sahîh'inde sabit olduğu gibi[1], bunun bir kısmı
Kur'ân-ı Azîm ile karışır endişesiyle bu işten nehy olunmuşlardı. İkincisi,
hafızalarının genişliği ve zihinleri nin açıklığından ötürü idi. Bir de onların
çoğu yazı yazmasını bilmiyorl ardı. Müteakiben tâbiûn devrinin sonlarına doğru
hadîs ve sünnetin tedvîni, haberleri n bâblara göre tevzii işi başladı.[2] Artık
hadîs âlimleri muhtelif ülkelere yayılmış, Haricîler, Râfızîler ve kaderi inkâr
edenler tarafından bid'atçılık çoğalmıştı.
Hadîsleri ilk toplayıp tasnîf edenler, er-Rabî'ubnu Subayh (160/776), Saîd ibn
Arûbe (156/772) ve diğerleridir. Bunlar her babı biribirin den ayrı olarak
tasnîf ediyorlar dı. Nihayet ikinci tabaka ehlinin[3] büyükleri kalkıp
hükümleri tasnif ettiler. İmâm Mâlik (179/795), Hicaz halkının i'timâda lâyık
olan kuvvetli hadîslerini toplamayı gaye edinip, bunlara sahâbîlerin sözleri,
tabiîlerin ve daha sonrakile rin fetvalarını da katarak, el-Muvatta'ı tasnif
etti. Ebû Muhammed ibnu Abdilmeli k ibn Abdilazîz ibnu Curayc (150/767)
Mekke'de, Ebû Amr Abdurrahmân ibn Amr el-Evzâî (157/773) Şam'da, Ebû Abdillah
Sufyân ibn Saîd es-Sevrî (161/777) Kûfe'de, Ebû Seleme Hammâd ibn Seleme ibn
Dînâr (168/784) Basra'da "Musannaf' kitâblar meydana getirdile r. Sonra
bunları kendi çağdaşları halkından birçok kimseler hadîs dizmede onların
uslûbları üzere hareket ettiler. Nihayet Üçüncü Asr'ın eşiğinde hadîs
imamlarından bâzıları hâsseten Peygamber(S)'in hadîslerini diğerlerinden
ayırmayı düşündüler.
Ubeydulla h ibn Musa el-Absî el-Kûfi (213/828), Musedded ibn Muserhed el-Bısrî
(228/842), Esed ibn Musa el-Urmevî (212/827), Mısır'da ikaamet eden Nuaym ibn
Hammâd el-Huzâî (228/842) birer "Müsned" meydana getirdile r. Sonra
bunun ardından hemen hemen bütün hafız imamlar, bunların eserlerin e uyup
hadîslerini Müsned'lere göre tasnif ettiler. Meselâ İmâm Ahmed ibn Hanbel
(241/855), İshâk ibn Râhûye (238/852), Usmân ibn Ebî Şeybe (241/855) ve diğer
birçok büyük âlimler böyle yaptılar. Bunlardan bir kısmı, meselâ Ebû Bekr ibn
Ebî Şeybe (235/849)'nin yaptığı gibi, aldıkları müsned hadîsleri beraberce hem
bâblara, hem de müsnedlere göre tasnif ediyorlar dı.
İşte Buhârî (R) bu Musannafl arı görüp, rivayetle rini aldıktan ve onlarla
iyiden iyiye haşır neşir olduktan ve durumlarına göre canlılarını seçip
ayırdıktan sonra, sahîh ve hasen kılınacak hadîsleri topladıklarını ve
bunlardan çoğunun zaîf addedilec ek şeyleri de ihtiva ettikleri ni müşahede
edince, himmetini hiçbir emîn kimsenin şübhe etmiyeceği sahîh hadîsleri
toplamaya yöneltip harekete geçirdi. Onun sırf sahîh hadîsleri toplama işi
üzerindeki bu azmini, hadîste ve fıkıhta Emûru'l-Mü'minîn plan ve İbn Râhaveyh
diye tanınan üstadı İshâk ibn İbrahim'den işittiği söz daha ziyâde kuvvetlen
dirdi. O söz bize sahîh senedlerl e rivayet edildiğine göre şudur: Ebû Abdillah
Muhammed ibn İsmâîl şöyle demiştir: Bizler İshâk ibn Râhûye'nin yanında idik.
Bize: Resululla h'ın sahîh hadîslerini ihtiva eden muhtasar bir kitâb toplayıp
meydana getirseni z! dedi. İşte onun bu sözü kalbime te'sîr etti ve akabinde
el-Câmi'u's-Sahîh'i toplamaya başladım.
Yine bize Muhammed ibn Süleyman ibn Faris'ten sabit isnâdla rivayet edildi ki,
şöyle demiştir: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'i
ru'yâmda gördüm. Elimde bir yelpaze olduğu hâlde önünde durmuştum da, bu yelpaze
ile kendisind en sinekleri def edip kovuyordu m. Bu ruyamı ta'bîrcilerden
birine sordum. Bana: Sen Peygamber'den yalanı def edeceksin, dedi. İşte beni
el-Câmi'u's-Sahîh'i ortaya çıkarmaya sevk eden sebeb budur.[4]
Ebû Alî Gassânî şöyle dedi: Buhârî'den: Ben el-Câmi'u's-Sahîh'i altı yüz bin
hadîsten çıkarıp seçtim, dediği rivayet edilmiştir.
İsmâîlî de Buhârî'nin: Ben bu kitaba sahîh olandan başkasını yazmadım, sahîh
olup da terk ettiğim hadîsler çoktur, dediğini rivayet etti ve kendisi şunları
söyledi: Zîrâ şayet Buhârî kendisinc e sahîh olan her hadîsi tahrîc etmiş
olaydı, elbette bir bâb içinde sahâbîlerden bir topluluğun hadîslerini bir yere
toplayaca ktı ve sahîh oldukları takdirde onlardan her birinin tarîklerini de
zikr edecekti. Ve bu yüzden de eser çok büyük bir kitâb olup çıkacaktı.
Ahmed ibn Adiyy de şöyle dedi: .Ben el-Hasen ibni'l-Huseyn el-Bezzâr'dan
işittim, şöyle diyordu: Ben İbrahim ibn Ma'kıl en-Nesefî'den işittim, şöyle
diyordu: Ben Buhârî'den işittim, şöyle diyordu: Ben el-Câmi'u's-Sahîh kitabıma
sahîh olandan başkasını koymadım; kitâb uzun olmasın diye sahîh hadîslerden de
terk ettim.
Firabrî (320/932) de şöyle dedi: Ben Buhârâlı kâtib Muhammed ibn Ebî Hâtim'den
işittim, şöyle diyordu: Ben ru'yâda Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'yi, Peygamber
(S)'in arkasında yürürken gördüm. Peygamber de yürüyordu. Peygamber ayağını
yerden her kaldırışında Buhârî de ayağını bu yere koyuyordu (yânî onun
arkasından izine basa basa yürüyordu).
Hafız Ebû Ahmed ibn Adiyy şöyle dedi: Ben Firabrî'den işittim, şöyle diyordu:
Ben anlayış ehlinden bir zât olan Necm ibnu Fudayl'dan işittim, o da yukarıda
zikr edilen ru'yânın benzerini gördüğünü söylüyordu:
Ebû Ca'fer Mahmûd ibn Amr el-Ukaylî şöyle dedi: Buhârî el-Câmi'u's-Sahîh'i
te'lîf ettiği zaman o bunu Ahmed ibn Hanbel (241/855), Yahya ibn Maîn
(233/847), Alî ibnu'l-Medînî (235/849) ve diğer âlimlere gösterdi. Onların
hepsi bu kitabı güzel görüp beğendiler ve dört hadîs müstesna, muhtevasının
sahîh olduğuna şehâdet ettiler. el-Ukaylî: Bu dört hadîste de söz
Buhârî'nindir, o dört hadîs de sahihtir dedi.[5]
el-Câmi'u's-Sahîh'in te'lîf edilme yeri hususunda ayrı ayrı görüşler ileri
sürdüler. Buhara'da, Mekke'de, Medine'de, Basra'da te'lîf edildi dediler. Bu
görüşlerin hepsinin sahîh olmasına bir mania yoktur. Çünkü Buhârî kitabını bu
beldeleri n her birinde tasnif ediyordu. Zîrâ bunun tasnifi on altı sene devam
etmiştir.[6]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Rikaak, et-Tesebbut fî'1-hadîs ve hükmü kitâbeti'1-ilm, 72-3004.
[2] Bâzı sahâbîlerin Peygamber devrinde bâzı hadîs sahîfelerine sâhib oldukları
ve binâenaleyh münferid olarak hadîsleri yazdıkları, tabiîler devrinde hadîs
yazımının daha da çoğaldığı ve nihayet Halîfe Umer ibn Abdilazîz (99-101)'in
Medine'deki ve diğer merkezler deki bütün valilerin e hadîslerin yazılıp
tesbît edilmesiy le ilgili meşhur emrinden sonra ise, bu iş resmen de başlamış
ve büyük hadîs dîvânlarının meydana getirilmiş olduğunda şübhe yoktur. İbn
Hacer'in burada söylediği bu tedvîn ve toplanma safhası değil, tasnîf safhası
olduğu unutulmam alıdır. Umer ibn Abdilazîz'in Medine valisi Ebû Bekr ibn Hazm
(120/738)'a yazdığı resmî emir şöyledir:
"Yanında yânî Medine'de bulunan sünnet yâhud hadîs nev'inden ne varsa bak,
araştır ve yaz. Çünkü ben ilmin silinmesi nden ve âlimlerin ölüp gitmelerinden
korktum. Peygamber'in hadîsinden başkasını kabul etme. Âlimler ilmi açıklayıp
yaysınlar ve ilim meclisler inde oturup ilmi tedris etsinler de bilmeyenl er
bilir olsunlar. Zîrâ ilim gizlenmed ikçe helak olmaz " (Buharı, İlm, Babu
keyfe yukbadu'1-ilm; İrşâdu's-Sârî, l, 6-7, "el-Fasl es-sânî fi zikri
evveli men devvene'l-hadîse ve's-sünnete..."; er-Risâletu'I-Mûstadrafe,
s.3-5).
[3] Matbu nushada “Üçüncü tabaka ehli..” tarzındadır. Muhammed İbn Ca’fer
el-Kettani (1345/1926)’nin er-Risaletu’l-Mustadrafe (Karaçi 11379/1960
baskısı)’nın mukaddime sindeki iktibası ise yukarıya aldığımız gibidir. Biz
elimizdek i matbu nushaya değil de, o iktibasa i’tibar ettik.
[4] İşte bu el-Cami’s-Sahih isminin kitaba bizzat müellifi tarafından verilmiş
olduğunun senedi delilleri dir.
[5] İbn Hacer, Hedyu’-Sari, s. 4-5. “Birinci Fasıl, Ebu Abdillah el-Buhari’yi
el Cami’s-Sahih’ini tasnif etmeye sevk sebebi beyan ve bu husustaki niyetini
güzelliğini belli etme hakkındadır.”: Tedribu’r-Ravi, s.24: Buhari’nin
Kaynakları, s. 44-45 kısmen.
[6] Kastallan i, İrşadu’s-Sari l,29.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 89-91.
2- el-Câmi'u's-Sahîh'in Konusu ve Maksadı
İbn Hacer kitabın konusunu ve müellifin bundan
maksadını şöyle belirtir:
"Buhârî'nin bu kitâbda ayıbsızlık ve
noksansızlığa yâni sahîhlik ve sağlamlığa sıkı sıkı yapıştığı, bundan asla
ayrılmadığı; burada sa-hîh hadîsten başkasını getirmiyor olduğu sabit olmuştur,
İşte konusunun aslı budur. Bu da kitabına el-Câmi'u's-Sahîhu'1-Musnedu min
Hadîsi Rasûli'Uâhi (S) ve Sunenihi ve Eyyâmihi ismini vermesinden sarîh olarak
anlaşılıp alınmıştır 7^. Biz bu ismi kendisinden olmak üzere imamların
rivayetinden naklettik. Sonra hadîs kitabını fıkhı fâide-lerden, hikemî
nüktelerden boş bırakmamayı düşündü de, derin anlayışı ile metinlerden bir çok
ma'nâlar çıkardı ve bunları uygunluklarına göre kitabının bâblarma dağıttı.
Bunda ahkâm âyetlerine de i'-tinâ gösterdi ve bunlardan bedî' delâletler
çıkardı, tefsirlerine işarette geniş yollara girdi..." 80
Nevevî de Buhârî Şerhi'nde kitabın maksadını şöyle
belirtmiştir: "Bundan sonra şunu da bil ki, Buhârî'nin bu kitâbdaki
maksadı sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs metinlerini çoğaltmak değildir. Fakat
onun muradı, aynı zamanda hadîslerden hükümler çıkarmak; usûl, furû', zühd,
âdâb, emsal ve diğer fenlerde istediği bâblar için deliller
getirmektir..." 81
3- el-Câmi'u's-Sahîh'in Rivayet Yolları
el-Câmi'u's-Sahîh'i müellifinden doksan bin kişinin
dinlediği rivayet edilmiştir (Hedyu's-Sârî, s.492). Kitabın nail olduğu
rağbetin bir ifâdesi olan bu sayı ile şübhesiz metni, sahîh bir şekilde
rivayete muktedir olan râvîler kasd edilmemektedir. Nitekim müellifi tâkîb
eden asır, bunların arasından râvî olarak kabul edilen bin kişiden
(Meşânku'l-Envâr, I, 6) ancak beş kişinin ismini muhafaza edebilmiştir
(İrşâdu's-Sârî, I, 38-39). el-Câmi'u's-Sahîh'i Buhârî'den1 rivayetle meşhur
olan bu "beş" râvî şunlardır: 'el-Firabrî (320/932), en-Nesefî
(294/906), en-Nesâvî (290/902), el-Bezdevî (329/940) ve el-Mahâmilî (330/941).
Firabrî rivayeti dokuz râvî tarafından rivayet edilmiş ve böylece büyük bir
yayılma ve şöhrete nail olmuştur. Diğerleri ise ancak bir iki koldan yayılıp
rivayet edilebilmişlerdir.
79 Bu isim küçük bir farkla hep böyle tesbît ve
rivayet edilmiştir: el-Câmi'u 7-Musnedu's-Sahîhu'l-Muhtasar min Umûri
Rasûlillâhi (S) ve Sunenihi ve Eyyâmihi; Nvwvi,Şerhu Sahihi'IBuhâri'(Kılıç Alî
Paşa Ktp. rak:243), 6b-7a; Ebû Alî el-Huseyn el-Gassânî, Takyîdu'I-Muhmel
(Bâyezîd Ktp. 1211), 13b; Suyûti, Ta'lîkaatu's-Suyûtî ale'l-Buhârî (Topkapı
Sarayı Ktp. Medine Kısmı, rak:472), 2a; Aynî, Umdetu'l-Kaarî, I, 8.
80 Hedyu's-Sârî, s.5-6 "el-Faslu's-sânî fi beyânı
mevdûıhi ve'1-keşf an mağzâhu.." Irşâdu's-Sârî, s.23, "Ve emmâ beyânu
mevdûıhi ve teferruduhi bi-mecmuihi".
81 Nevevî, Şerhu'l-Buhâri, 9. a-b.
İbn Hacer Fethu'1-Bârî' nin girişinde
el-Câmi'u's-Sahîh'in rivayetlerini, bunların feri'lerini ve bu rivayet
kollarının kendisine ulaşma yollarını şöylece bildiriyor 82.
"... Ben bu kitaba Fethu'1-Bârî bi-Şerhi'1-Buhârî
adını verdim. Şerh'e de el-Câmi'u's-Sahîh'in aslına semâ yâhud icazetle varan
isnâd zincirlerimle başlamayı ve bunları benzeri geçmemiş bir uslûb üzere sevk
eylemeyi düşündüm. Çünkü ben faziletli âlimlerin bâzısından is-nâdlar
kitâbîarın nesebleridir derken işitmişimdir. Bunun için şu is-nâdları nesebler
yerine sevk etmeyi arzu ettim ve işte söylüyorum: Muvaffakiyet Allah iledir.
''Bize el-Câmi'u's-Sahîh'in Buhârî'den rivayeti şu
yollardan ulaştı:
"1- Ebû Abdillah Muhammed ibn Yûsuf ibn Matar ibn
Salih ibn Bişr el-Firabrî yolundan. Onun vefatı 320/932 yılındadır. es-Sahîh'i
işitmesi, biri 248'de Firabr'de, biri de 252'de Buhârâ'da olmak üzere, iki
defa vâki' olmuştur.
"2- İbrahim ibn Ma'kıl ibni'l-Haccâc en-Nesefî
yolundan. Bu zât birçok tasnifleri bulunan hadîs hâfızlarmdandır. Vefatı
229/940 yılındadır. el-Câmi'u's-Sahîh'den küçük bir bölümü Buhârî'den
işitememiş, bu bölümü Buhârî'den icazetle rivayet etmiştir. Bu hususu Ebû Alî
el-Ceyyânî (498/1104) Takyîdu'I-Muhmel adlı eserinde tenbîh etmiştir.
"3- Hammâd ibn Şâkir en-Nesevî yolundan. Bu zâtın
290/902 hududunda vefat ettiğini zannediyorum. Bunun da kendi rivayet ettiği
nüshada Buhârî'den işitemediği bir kısım vardır.
"4- Ebû Talha Mansûr ibn Muhammed ibn Alî ibn
Karine el-Bezdevî yolundan. Bunun vefatı 329/940 yılındadır. İbn Mâkûlâ
(486/1095) ve diğerlerinin kat'iyyetle bildirdiklerine göre el-Câmi'u's-Sahîh'i
Buhârî'den tahdîs edenlerin sonuncusu bu zâttır.
"5- el-Kaadî el-Huseyn ibn İsmâîl el-Mahâmilî
(330/941), Buhârî'den Bağdâd'da hadîs işitmişlerden olup, Bezdevî'den sonra da
yaşamıştır. Lâkin bunun yanında el-Câmi'u's-Sahîh yoktu. O ancak Buhârî'nin
Bağdâd'a en son gelişinde akdettiği imlâ meclislerinde Buhârî'yi dinlemiştir.
Bu sebeble el-Câmi'u's-Sahîh'i el-Mahâmilî yolundan rivayet eden isabet
etmemiştir..." 83
82 Asıl, üstadın kendine has olan kitabıdır. Fer',
asıldan istinsah edilmiş, yâhud asıF-la mukaabele edilmiş kitâb demektir.
83 Fethu'1-Bârî, I, s.5-6; İrşâdu's-Sârî, I, 39-41.
İbni Hacer bundan sonra Firabrî rivayetinin dokuz
koîu'nun râvîlerini şöyle sıralamıştır:
"Firabrî rivayetine gelince, o bize şu yollardan
ulaşmıştır:
1. el-Hâfız Ebû Alî Said ibn Usmân ibn es-Seken
(353/964) tarî-kından.
2. el-Hâfız Ebû İshâk İbrahim ibn Ahmed el-Musteralî
(376/986) ta-rîkmdan.
3. Ebû Nasr Ahmed ibn Muhammed ibn Ahmed el-Ahsıketî
tarî-kindan.
4. el-Fakîh Ebû Zeyd Muhammed ibn Ahmed el-Mervezî
(371/981) tankından.
5. Ebû Alî Muhammed ibn Umer ibn Şebbûye tarîkından.
6. Ebû Ahmed Muhammed ibn Muhammed el-Curcânî
(373/983) tankından.
7. Ebû Muhammed Abdullah ibn Ahmed es-Serahsî
(el-Hamavî) (381/991) tarîkından.
8. Ebu'l-Heysem Muhammed ibn Mekkî el-Kuşmeyhenî tarîkından.
9. Ebû Alî îsmâîl ibn Muhammed ibn Ahmed ibn Hâcib
el-Keşşânî (391/1000) tarîkından. Dokuzuncu, el-Câmi'u's-Sahîh'i Firabrî'den
tah-dîs edenlerin sonuncusudur" 84-
İbn Hacer müteakiben bu dokuz kolun on bir fer'ini
arka arkaya sıralamış, sonra açtığı bir fasıl altında da bu on bir fer'i
kendisine ulaştıran rivayet zincirlerini tafsilâtlı olarak bildirmiştir.Bunun
ardından açtığı bir fasılda da el-Câmi'u's-Sahîh'in Firabrî rivayeti dışındaki
diğer rivayetlerinin, kendine kadar uzanan rivayet zincirlerini sıralamış,
akabinde de "Buhârî şöyle dedi" diyerek hadîsleri şerhe başlamıştır
85.
el-Cimi'u's-Sahîh'e şerh yazan bütün âlimler ekseriya
Buhârî'den kendilerine kadar ulaşan rivayet zincirlerini eserlerinin başında
zikr etmişlerdir. Meselâ Kaadî Iyâd, Nevevî, Kirmanı, Zebîdî, Aynî ve
Kas-tallânî hep böyle yapmışlardır. Bunlardan bâzılarının Buhârî'ye kadar
ulaşan rivayet zincirlerini şemalar hâlinde bu araştırmanın sonunda
gösteriyoruz.
İbn Hacer, şerhi için Ha m av î (Serahsî), Kuşmeyhenî,
Mustemlî kollarını cem' etmiş olan Ebû Zerr rivayetini esâs almıştır
(Fethu'1-Bârî, s.5). Kastallânî ise birçok kolları karşılaştırarak tenkîdli bir
nüsha ortaya koymuş ve çok yayılıp meşhur olmuş bulunan Yûnînî (701/1301)
nüshasını kendi şerhi için esas almıştır 86.
84 Mu'cemu'l-Baldan, VII, 253;
Fethu'1-Bârî, I, 6.
85 Fethu'l-Bâri, I, 6-8.
el-Câmi'u's-Sahîh'in Yûnînî Nüshası
el-Câmi'u's-Sahîh'in bugün tanınmış olan metni Alî
el-Yûnînî (701/1301) tarafından meydana getirilmiştir. el-Yûnînî, kendi nüshasını
676/1277 senesinde nahiv imamlarından Cemâluddîn ibn Mâlik (672/1273)'in
yardımı ile, el-Hâfız Ebû Zerr el-Herevî (434/1042). el-Asîîî (392/1001), Şamlı
târîhçi İbn Asâkîr (571/1175) ve Ebu'1-Vakt (553/1158)'ten dinlenilen nüshalar
ile mukaabele ederek, kitabın sa-hîh bir metnini meydana getirmiştir.
el-Yûnînî'nin bu ihtimam ve i'-tinâsından dolayı herkes tarafından istinsah
edilen bu nüsha âlimler arasında i'tibâr kazanmıştır (İslâm Ansiklopedisi, II, 771-772).
Yûnînî nüshasının aslı şudur: Şeyhu'l-islâm Cemâluddîn
Muhammed ibnu Mâlik (672/1273) Endelüs'ten hicret edip Dımaşk'ta sakin olduğu
zaman, muhaddislerin ve hafızların büyükleri kendisinden Sahîh-i Buhârî
rivayetlerinin lâfızlarının müşkillerini kendileri için tavzîh ve tashih
etmesini taleb ettiler. O da onların bu isteklerine icabet edip, yetmiş
oturumda onlara bu rivayetlerin müşkillerini tavzîh ve tashîh etti. Ve onlar
için Şevâhidu't-Tavzîh ve't-Tashîh li-Müşkilâti'l-Câmi'i's-Sahîh adlı risaleyi
te'lîf etti. Tashîh'in tamamlanması sırasında yukarıda zikr edilen Yûnînî
nüshasının son cüz'ünün ilk varakası üzerine şunları yazdı:
"Buhârî Sahîh'inden bu cildin tazammun ettiği
şeyleri, el-Hâfız el-Mutkııı Şerefuddin Ebu'l-Huseyn Alî ibn Ahmed
el-Yûnînî'nin-Allah ondan ve selefinden râzî olsun- okumasıyle işittim. Bu
işitme, i'timâd edilen birçok nüshaları gözleriyle ta'kîb etmekte olan bir
âlimler cemâatinin huzurunda oldu. Onlara müşkilli lâfız uğradıkça, o hususta
doğru olanı beyân ettim ve Arabça ilminin gerektirdiği şekil üzere zabt olundu.
Geniş îzâhât ve delil getirmeye muhtâc olan şeylere gelince, onların işini bir
cüz'e bıraktım ki, onda faydanın umûmî ve beyânın tam olması için misâl ve
şâhid nev'inden ihtiyâç duyulacak sözleri inşâallah tastamam yazacağım. Bunları
Muhammed ibn Abdil-lah ibn Mâlik -Yüce Allah'a hamd ederek- yazdı."
el-Hâfız el-Yûnînî de bu cildin son varakasının
sırtına şunları yazdı: "Şeyhimiz Şeyhu'l-islâm, Huccetu'1-Arab, edebiyat
mihnetinin Mâliki allâme Ebû Abdillah ibn Mâlik et-Tâ'î el-Ceyyânî nin -Allah
örnrünü uzatsın- önünde mukaabele, tashih ve işittirme olarak yetmiş birinci
oturuma baliğ oldum. Kendisi benim kıraatimi güdüyor, telâffuz ve nutkuma
dikkat ediyordu. İhtiyar ettiği, tercih ettiği ve düzeltmesini emr ettiği şeyi
hemen düzeltip ona göre tashih eyledim.
Irşâdu's-Sârî, I, 40, "Birçok defalar zikr
edilmiş olan bu Yûnîni nüshası, denildiğine göre onun, kendi aslından hiçbir
şeyi terk etmemiş olması sebebiyledir ki, ben bu şerhimde Buhârî metnini
yazmakta ona i'timâd ettim. Bütün hadîslerin isnâd ve metin olarak şekil ve
zabtında, ondaki bütün rivayetleri ve hâşiyelerindeki fâi-deli mühimmeleri zikr
ederek ona rucıV ettim".
Hakkında iki yâhud üç i'râb caiz olacağını söylediği
şeylerde, üzerlerine bu i'râbları beraberce yazdım. Bunları emr ettiği ve
tercih eyledi-ği üzere amel ettirdim. Ben aynı zamanda el-Hâfız Ebû
Zerr(434/1042)'in, el-Hâfız EbûMuhammed el-Asîlî(392/1001)'nin,el-Hâfiz
Ebu'l-Kaasım ed-Dımaşkî (571/1175)'nin asıllarıyle mukaabele ediyordum. Bu
mukaabeleden ancak on üçüncü ve otuz üçüncü cüz'ler müstesnadır. Çünkü bu iki
cüz' mevcûd değildi. Keza ben Ebu'1-Vakt(553/1158)'in huzurunda el-Hâfız Ebû
Mansûr es-Sem'ânî (Ebû Muzaffer es-Sem'ânî?; 650-489?/1252-1096?)'nin ve
diğerlerinin kırâatıyle derlenmiş olan asıl ile de mukaabele ediyordum. Bu
nüsha Sumeysâtî Hânkaahmda vakf edilmişti. Ebû Zerr'e muvafık olduğum yerlere
(he), Asîlî'ye (sâd), Dımaşkî'ye (şîn), Ebu'l-Vakt'e (ti) alâmeti koydum. Bu
iyice bilinsin. Bunları Alî ibn Muhammed el-Hâşimî el-Yûnînî yazdı. Allah ondan
afvetsin 87
4- el-Câmi's-Sahîh'in Fazîletlerin
Ebu'l-Heysem el-Kuşmeyhenî şöyle dedi: Ben
el-Firabrî'den işittim şöyle diyordu: Ben Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'den
işittim: Kitâbu's-Sahîh'in içine önce yıkanıp iki rek'at namaz kılmadıkça hiçbir
hadîs koymadım, diyordu. Yine Buhârî: Ben el-Câmi'u's-Sahîh'i altı yüzbin hadîs
içinden seçip on altı senede tasnif ettim ve bunu kendim ile Allah arasında bir
hüccet kıldım, demiştir.
Yine Buhârî: el-Câmi'u's-Sahîh kitabına, sahîh
olduğunu gerçekten bildikten sonra iki rek'at namaz kılıp, bir de Allah'a
istihare etmedikçe hiçbir hadîs koymadım, demiştir. Yine kendisi:
el-Câmi'u's-Sahîh kitabına sırf sahîh olan hadîsleri koydum, sahîh hadîslerden
bir kısmını da kitâb uzamasın diye terk ettim, demiştir.
Ebû Abdirrahmân en-Nesâî, el-Alâ ve Süheyl'den soruldu
da, o: Bunların her ikisi de Fulayh'den hayırlıdır. Bununla beraber bütün bu
kitâblarm içinde Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'nin kitabından daha güzeli
yoktur, dedi 89.
87 Kastailânî, Îrşâdu's-Sârî, 1,41;
el-Câmi'u's-Sahîh'in 1311 Bulak, el-Matbaatu'l-Emîrıyye'de basılan bu Yûnînî
nüshasının baş tarafında bu bilgiler yer almaktadır. Buhârî'nin Kaynaklan,
s.l80-183'de de bu nüsha hakkında özetlenmiş bilgiler vardır.
88 İrşâdu's-Sârî, I, 28-29, "Ve emmâ
fadîletu'l-Câmi'i's-Sahîh..."
89 Hedyu's-Sârî, s.4-5; keza s.490-491, "Zikru
fadâilj'l-Câmi'i's-Sahih...", eî-Câmi'u's-Sahîh'in evvelki fasıllarda
geçenlerden başka faziletlerinin zikri".
İsmâîlî de şöyle dedi: Ben Ebû Abdillah el-Buhârî'nin
te'lîf etmiş olduğu el-Câmi'u's-Sahîh kitabına bakıp inceledim; neticede onu
isimlendirdiği gibi sahîh sünnetlerin çoğunu toplayıcı ve istinbat edilmiş
birçok güzel ma'nâlara delâlet edici buldum. Bütün bunları hadîs ve hadîs
nakilleri bilgisi ile rivayetler ve illetleri ilimlerine,.lisan ve fıkıh
ilimlerini de ilâve eden ve bunların hepsinde çok muktedir olup, adetâ
deryâlaşan kimselerden başkası ikmâl edemez 90.
Ebû Ca'fer el-Ukaylî de şöyle dedi: el-Buhârî
el-Câmi'u's-Sahîh kitabını tasnîf ettiği zaman bunu Alî ibnu'l-Medînî
(235/849), Ahmed ibn Hanbel (241/855), Yahya ibn Maîn (233/847) ve diğerlerine
arz etti. Onlar kitabı güzel bulup beğendiler ve dört hadîs müstesna, bütün
muhtevasının sahîh olduğuna şehâdet ettiler. Ukaylî, bu dört hadîste de söz,
Buhârî'nin dediğidir, yânî onlar da sahihtirler, dedi 91.
Ebû Ahmed el-Hâkim şöyle dedi: Muhammed ibn İsmâîl tam
imamdır. Çünkü bütün aslî hadîsleri te'lîf edip insanlara beyân eden odur.
Ondan sonra bu konuda çalışıp eser meydana getiren herkes, yaptığını onun
kitabından almıştır. Meselâ İmâm Müslim, Buhârî'ye nisbet etmeksizin onun
kitabının çoğunu kendi kitabı içinde dağıtmış ve bu hususta hakkıyle dirayet ve
kuvvet göstermiştir.
el-Hâfız Ebu'l-Hasen ed-Dârakutnî de şöyle demiştir:
Buhârî mevcûd olmayaydı Müslim yetişip gelmezdi. Müslim, Buhârî'nin kitabını
almış, bir müstahric olarak onda çalışmış ve ona bir hayli hadîs ziyâde
etmiştir.
en-Nevevî Tehzîbu'1-Esmâ ve'î-Luğât'ta şöyle dedi:
BuhârîSahîhf-nin durumuna gelince, âlimler: O sırf sahîh hususunda tasnîf
edilmiş ilk musannaftır, dediler, ve âlimler tasnîf edilmiş kitâblarm en sahihi
Buhârî ile Müslim'in Sahîh'leri olduğunda ittifak etmişlerdir. Cumhur,
sıhhatçe Buhârî'ninkinin daha üstün ve fâidelerinin de daha çok olduğunda
ittifak etmişlerdir.
el-Hâfız Ebû Alî en-Nişâbûrî ile Mağrib âlimlerinden
bâzısı, Müs-lim'inki daha sahihtir demişlerse de, âlimler bu sözü reddedip,
doğru olan Buhârî SahîhVnin üstün tutulmasıdır, demişlerdir. el-Imâm el-Hâfız
Ebû Bekrel-îsmâîlî Kİfâbu 7-MedAa/'inde BııAârf Sahf/ıi'nin Mös-lim Sahihi
üzerine tercih edilişini takrîr etmiş ve delillerini zikr eylemiştir.
en-Nesâî de: Bu kitâblarm en güzeli Buhârî'nin
kitabıdır, dedi. Bâzısı da bu husustaki nizâı, şu söz içinde toplamıştır:
90 Hedyu's-Sârî, s.8-9.
91 Hedyu's-Sârî, s.4-5; Tehzîbu't-Tehzîb, IX, 54.
98/Sahîh-i Buharı ve Tercemesi
"Bir cemâat benim yanımda Buhârî'nin Sahihi ile
Müslim'in Sahihi hakkında münâkaşa ettiler; bu ikisinden hangisi öne geçirilir,
dediler. Ben de, san'at güzelliği bakımından Müslim üstün olduğu gibi, sıhhat
i'tibâriyle de şübhesiz Buhârî üstün olmuştur, dedim."
en-Nevevî: Ümmet bu iki kitabın şahinliği ve
bunlardaki hadîslerle amel etmenin vücûbu üzerinde icmâ' etmiştir, dedi
(Hedyu's-Sârî, s.
8-9) 92.
5- Buhârf nin Hadîsleri Çeşitli Bâblarda Tekrar Etmesinin Sebebleri
en-Nevevî, Buhârî'nin Sahih 'i üzerine yazdığı
şerhinde şöyle dedi 93:
Bil ki Buhârî -Allah ona rahmet eylesin- muhtelif
ilimlerde son derece muktedir idi. Hadîs incelikleri ve hadîsten lâtîfeler
istinbatma gelince, bu hususlarda ona yaklaşabilecek kimse hemen hemen yoktu.
Kendi üstâdlarından ve diğerlerinden olan hadîs âlimlerinden nakletmiş
olduğumuz bilgiler bu söylediğimize delâlet eder. Kitabına iyice baktığın zaman
hiç şübhesiz bunu sen de kesin olarak kabul edeceksin. Bundan sonra şunu da
bil ki, Buhârî'nin bu kitâbdaki maksadı sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs
metinlerini çoğaltmak değildir. Fakat onun muradı aynı zamanda hadîslerden
hükümler istinbat etmek ve usûl, furû', zühd, âdâb, emsal ve diğer fenlerden
istediği bâblar için istidlal edip, delîller getirmektir. Bu maksadla birçok
bâblan hadîs isnadından boş bıraktı da, oralarda sâdece "Fulân sahâbî
Peygamber'den" yâhud "bu hususta fulânm hadîsi vardır" yâhud da
buna benzer ta'bîrlerle iktifa etmiştir. Bazen hadîsin metnini isnâdsız
92 İmâm Buhârî'ninel-Câmi'u's-Sahîh'ini bütün
cebheleriyle ele alıp, çok mükemmel olan incelemesini 500 sahîfelik bir kitâb
hâlinde ortaya koyan, îbn Hacer el-Askalânî olmuştur. Hedyu's-Sârîli
Fethi'1-BârîMukaddimeti Şerhi Sahîhi'î-Buhârî adındaki bu değerli kitabında on
fasıl içinde el-Câmi'u's-Sahîh''in cidden şaheser olduğunu göstermiş, bütün
incelik ve özelliklerini pek mükemmel şekilde ortaya koymuştur. Bu eser
el-Câmi'u's-Sahîh üzerindeki bütün çalışma ve araştırmalarda birinci kaynak
eserdir.
Hatîb el-Kastallânî (923/1517) de İrşâdu's-Sârîilâ
Şerhi Sahîhi'î-Buhârî adlı şerhinin mukaddimesinde el-Câmi'u's-Sahîh
hakkındaki bir kısım bilgileri Ibn Hacerin eserinden Özetleyip, şu başlıklar
altında verilmiştir:
Buhârî ile Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'lerinin mukaayeaesi,
Hedyu's-Sârî, s.4-14, 344-470, 490; Îrşâdu's-Sârî, I, 23, 29; Sahîh-i Müslim ve
Tercemesi, Giriş, s.45-53.
93 Nevevî, Şerhu'l-Bahârî, 9 a-b.
olarak zikreder. Bazen de isnadın evvelinden bir yâhud
daha çok râvî-yi hazf eder. İşte bu iki nevi', ta'lîk diye isimlendirilir.
Nitekim bu nev'i inşâallah zikr edeceğim. O, bunu ancak başlık yaptığı
mes'eleye hüccet getirmek istediği için yapar. Ve bu durumda hadîsi yâhud
isnadını zikrden sarf-ı nazar eder de, hadîs ma'lûm olduğu için sâdece ona işaret
ediverir. Bazen o hadîs ileride, bazen de yakında geçmiş olur. Buhârî,
bâbların isimlerinde Kur'ân'dan pek çok âyetler zikr etmiştir. Bazen bu
bâbların bir kısmında sâdece âyetlerle yetinir de, onların yanında başka
birşey zikretmez. Yine bâzı bâb unvanlarında sahabe, tabiî ve etbâu't-tâbiî
fetvalarından pekçok şeyler zikr eder. İşte bütün bunlar sana söylediğimizi
apaçık göstermeye yeter. Buhârî'nin maksadının bu zikr ettiğimiz şey olduğu
bilinince, gerekli birçok yerlerde hadîsin tekrar edilmesinde bir mâni' yoktur.
Fakîhlerden ve diğerlerinden birçok âlimler hep blı yol üzere yürüyüp, gelen
hadîsi çeşit çeşit birçok bâblarda hüccet yapmışlardı 94.
el-Hâfız Ebu'1-Fadl el-Makdisî'nin şöyle dediği bize
rivayet olundu: Buhârî, hadîsi birçok yerlerde zikr eder; güzel istinbatı ve
geniş fıkhı ile o hadîsten babın gerektirdiği ma'nâyı çıkarır. Bir hadîsi bir
tek isnâd ve aynı lâfızla iki yerde getirmesi pek azdır. Fakat o, bir hadîsi
başka bir sahâbî yâhud tabiî yolundan yâhud başkasından getirir; tarîklerinin
çokluğu ile hadîsi kuvvetlendirir, yâhud da lâfız ihtilafıyla getirir, yâhud
mevsûlluğu hususunda rivayet muhtelif olur, yâhud isnâdda bir râvî ziyâde veya
eksik olur; yâhud birinci isnâdda semâ lâfzını zikr etmeyen bir müdellis yâhud
başkası bulunur da Buhârî, içinde semâ tasrîhi bulunan bir tarîk ile hadîsi
tekrar getirir. Yâhud da burada geçmeyen bir sebebden ötürü hadîsi tekrar eder
95.
Tarihçi Kaadî İbn Haldun da târihinin mukaddimesinde
hadîs ilimleri bölümünde şöyle dedi: "Nihayet asrında hadîscilerin imâmı
ola*n Muhammed ibn Ismâîl el-Buhârî geldi ve sünnetin hadîslerini es-Sahîh
dediği müsnedinde bâblarma göre Hicâzlılar'a, Iraklılar'a, Şamlılarda âid olan
tarîklerin hepsi ile tahrîc etti. Bunu * ^parken hakkında hadîscilerin ihtilâf
ettiklerine değil, sahîhliğinde ittifak ettikleri hadîslere i'timâd etti.
Hadîsleri her bir bâbda, hadîsin tazammun ettiği babın ma'nâsıyle sevk ederek
tekrarladı. Böylece hadîsleri tekerrür etti. Tarikleri ve isnâdlan her bâbda
ayrı olarak manâlarına göre dağıttı" [96]
6- el-Câmi'u's-Sahîh'te Sened ve Metinle Birden Fazla Yerde Tekrarlanmış
Hadîsler
Buhârî'nin aynı sened ve metinle birden fazla yerde
tekrarladığı hadîslerin sayısı 23 kadardır. Kendisi bu hususta şöyle demiştir:
"...
94 Nevevî, Şerhu'l-Buhârî, 9 a-b.
95 Hedyu's-Sârî, s.13; İrşâdu's-Sârî, I,s.25.
96 İbn Haldun, el-Mukaddime, a.442; "el,
Faslu's-Sâdis fi Ulûmi'l-Hadîs", s.440-445.
• Lâkin bu kitabın içine tekrar edilmiş hiçbir hadîs
koymak istemem. :(.■ İçinde şayet tekrarı îhâm eder birşey görürsen -iyice dikkat edersen \ anlarsın ki- gerek isnada ve gerek -mühmeli
takyîd, mübhemi tefsir p eder bir ziyâdeyi ihtiva gibi- metne âid bir fâide
için yazılmıştır. Bu dediğim şeylerden hâlî olarak bir tekrar vâki' olmuşsa,
kasdım olmaksızın olmuştur. Hem de böylesi nadiren vuku' bulmuştur." 97.
'•' Kastallânî şöyle dedi: Ben Hafız ibn Hacer'in el yazısıyle ta'lîkan
yazılmış bir varak gördüm ki, onu bana arkadaşımız allâme muhad-dis Bedr
el-Meşhedî getirdi. Nassı şudur: . ,
Buhârî'nin Sened ve Metin Olarak İki Yerde
Zikrettiği Hadîsler Zümresi:
1. Abdullah ibn Mugaffel'in: (^ 0 ^iJ~ SnJj J>j)
hadîsi, Hums'un sonunda, Sayd'da ve'z-Zebâıh'da.
" 2. Haccda bedeneler nahr etmek hususunda Sehl
ibn Bekkâr'dan, o da Vehb'den gelen hadîs. Buhârî bunu biribirine yakın iki
yerde zikretti.
3. Enes'in (& Jjıiî tfjü 4-^ ) hadîsi, Bedr
gazvesi ve Rikaak'ta.
4. d^iÇu jl. u4^j \pt'J~ J&J öl) hadîsi,
"Bâbu'l-mesâcid"de ve "Bâbu inşikaakı'l-Kamer"de.
5. Ebû Bekre'nin (^upiü jâ\ fy) hadîsi,
Kitâbu'l-îmân'da " Ve in tâife-tâni... (ei-Hucurât:9)" babında;
Kitâbu'd-Diyât'ta.
6. Ebû Cuhayfe'nin: ( îjj. fcjl* Ji tj* JJ u.) hadîsi,
"Bâbu'l-mukaatele"-de ve "Bâbun lâ yuktel müslimun
bi-kâfirin"de.
7. Huzeyfe'nin ( l-i-^-î ^oi ıi:^ )
hadîsi,Rikaak,"Bâbu ref i'l-emâne"de
ve Fiten'de ( üiî4- Jl; ıy ^)'de.
8. Ebû Hureyre'nin: Bâdiye ehlinden bir adamın
"(^Jj11 -^M^ ^-J) sözü hakkındaki hadîsi, Kitâbu'l-Hars'ta ve Tevhîd'de
Rabb'm meleklerle kelâmı'nda.
9. Umer'in: (^ j jıp öJir) hadîsi, Cihâd'da
"Babu'l-mıcenn"de ve Tefsîr'de. '
10. Ebû Hureyre'nin: "<U'> J-^; ±,'j C )
hadîsi, Ehâdisu'l-Enbiyâ'da ve Tevhîd'de.
11- ( u£"jj r-^) hadîsi, Hums'da ve öncesi
Cihâd'da.
12. Abdullah ibn Umer'in(u*iiJ js S*)hadîsi, Cizye'de
ve "Bâbu men kaatele muâhiden'-'de ve Diyât'ta "Bâbu men kaatele
zımmiy-yen"de.
13. Ebû Saîd'in: ( ^ ^ J\ fi& J^ 1İ1 ) hadîsi,
Salât'ta ve İblîs'in sı-fatı'nda (Bed'ul'1-Halk, Sıfâtu İblîs ve cunûdîhî).
97 İrşâdu's-Sârî, 1,25; Tecrîd Ter., I, 489.
14. Ebû Hureyre'nin (>^j jiT5 -%^, a^i ) hadîsi,
Vekâle'de "İzâ vek-kele raculun raçulen..."de ve Bed'ul'1-Halk,
"Sıfâtu İblîs ve cunû-dihf'de, Fadâilu'l-Kur'ân; Fadlu
Sureti'1-Bakarati'de.
15. Adiyy ibn Hâtim'in: (5£â >J^- t»tâ $*£■! İM-) hadîsi, Sadaka'da red-den önce ve Alâmâtu'n-Nübüvve'de.
16. Enes'in: (^ f>- lr&s f^O hadîsi, Uhud
gazvesinde, Cihâd' da ve Talha'nın menâkıbmda.
17. Ebû Musa'nın: ( & ^ ^ J\ &* üt >Uı Jj
s^ J ^j ) hadîsi, Alâmâtu'n-Nübüvve'de, Mağâzî'de ve Tefsîr'de.
18. İbn Abbâs'm: ( Ji> iÜ ) hadîsi, Bedr gazvesinde
ve Uhud gazvesinde.
19. Câbir'in^^^l J* ^* ^ U*P ) hadîsi, Hacc'da ve
Mağâzî'de Alî'nin gönder ilme sinde.
20. Âişe'nin (İ^Jı Jiı £># tâ) hadîsi, Tahâret'te
ve İ'tisâm'da.
Ve işte bu, Hafız ibn Hacer'in yazısından bulduğumun
sonuncusudur. Ve ben Buhârî'de Ebû Hureyre'nin: iiı^Jl îı^Jâı ij>; ^\g}\
J;î Sır /^.Vi Ji\ İ>j\ liîj^Jîj hadîsini Kitâbu'l-İ'tisâm'da, "Ehl-i
Kitâb'a Bir Şeyden Sormayın" babında, Tefsîr'de "Sûretu'l-Bakara'nın
Tefsiri" babında ve Kitâbu't-Tevhîd'de ı\jp ^Jî '# \£& vU 'da buldum
98...
98 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26
Nevevî (676/1277) şöyle dedi: Buhârî'nin SaMfa'inde
bulunan müs-ned hadîsler mükerrerlerle birlikte 7275'tir; mükerrerlerin
hazfıyle 4000 kadardır. Kitabın bâbları için fihrist gibi olması ve talebelere
hadîslerin bulunma yerlerini tanımak kolaylaşsın diye, bunların hepsini
mufassal olarak zikretmeyi düşündüm. el-Hamavî (381/991)'den sahîh olan
isnadımla bize rivayet edildi ki, o şöyle demiştir: Buhârî
Sahîh 'inin hadîslerinin sayısı şöyledir......(Nevevî
burada eî-Câmi'u's-
Sahîh'in başından sonuna kadar ayrı ayrı her kitâb
ismini ve ihtiva ettiği hadîs sayıların! bir sahîfeden fazla tutan bir liste
hâlinde sıralamış, bu neticeleri aldıktan sonra da:) Bu sayım neticeleri bize
yine el-Hamavî'den olan isnâdıyle el-Hâfız Muhammed ibnu't-Tâhir el-Makdisî
(505/1113) tarafından rivayet edildi, demiştir.
Firabrî (320/932) kolunun dokuz râvîsinden birisi olan
Hamavî (381/991)'ye âid olup, târihî kıdemi bakımından da ehemmiyeti bulunan bu
kitâblar ve hadîs sayıları listesini -bâzı sayı farklılıklarına rağmen- aynen
zikr edelim:
Bunları el-Hâfız Ebu'I-Fadl Muhammed ibn Tâhir
el-Makdisî (505/1113), Ebû Muhammed Abdullah ibn Ahmed Hamdûye es-Serahsî
(381/991)'den gelen isnâdıyle mufassalan zikr edilip şöyle dedi:
Buhârî hadîslerinin sayısı şöyledir:
Bed'ul'1-Vahy 7, îmân 50, İlim 75, Vudû' 109,
Guslu'l-Cenâbeti 43, Hayz 37, Teyemmüm 15, Farzu's-Salât 2, Salât fî's-Siyâb
39, Kıble 13, Mesâcid 76, Sütretu'l-Musallî 30, Meyâkîtu's-Salât 75, Ezan 28,
Fad-lu Salâti'l-Cemâati ve İkaametihâ 40, İmamet 40, İkaametu's-Sufûf 18,
İftitâhu's:Salât 28, Kıraat 30, Rükû', Sucûd ve Teşehhüd 52, İnkizâu's-Salât
17, İctinâbu Ekli's-Sûm 15, Salâtu'n-Nisâ ve's-Sıbyân 15, Cumua 65,
Salâtu'1-Havf 6, Iydeyn 40, Vitr 15, İstiskaa 35, Kusûf 25, Sucûdu'l-Kur'ân 14,
Kasr 36, İstihare 8, Tahrîd alâ Kıyâmi'1-Leyl 41, Nevâfil
18, Salât bi-Mescidi Mekke 9, Amel fî's-Salât 26, Sehv
14, Cenâiz 154, Zekât 113, Sadakatu'1-Fitr 10, Hacc 240, Umre 42, îhsâr 40,
Cezâu's-Sayd 40, İhram ve Tevâbi'uhu 32, Fadlu'l-Medîne 24, Savm 66, Leyletu'1-Kadr
10, Kıyâmu Ramadân 6, İ'tikâf 20, Buyu' 191, Selem
19, Şuf a 3, İcâre 24, Havale 30, Kefalet 8, Vekâle
17, Muzâraa ve Şirb 29, istikraz ve Edâu'd-Duyûn 25, İşhâs 13, Mülâzeme 2,
Lukata 15, Mazâlim ve'1-Gadab 41, Şerike 23, Rehn 9, Itk 34, Mukâtebe 6, Hibe
69, Şehâdât 58, Sulh 22, Şurût 24, Vasâyâ ve'1-Vakf 41, Cihâd ve Siyer 255,
Bakıyyetu'l-Cihâd 42, Farzu'1-Hums 58, Cizye ve Muvâdaa 63, Bed'u'1-Halk 202,
Enbiyâ ve'I-Mağâzî 428, Cezâu Âhır ba'de'l-Mağâzî 138, Tefsîr 540,
Fadâilu'l-Kur'ân 81, Nikâh ve Talâk 244, Nafakaat 22, Et'ime 70, Akîka 11,
Sayd, Zebâıh ve Gayruhu 90, (Zebâıh ve) Edâ-hî 30, eşribe 65, Tıbb 79, Libâs
120, Marda 41, Libâs eydan 100, Edeb 256, İstîzân 77, Daavât 76, Daavât eydan
30, Rakaaık (Rıkaak) 100, Havz 16, Cennet ve Nâr 57, Kader 28, Eymân ve Nuzur
31, Keffâretu'l-Yemîn 15, Ferâiz 45, Hudûd 30, Muhâribûn 52, Diyât 54,
İstitâbetu'l-Mürteddîn 20, İkrah 13, Terku'l-Hıyel 23, Ta'bîr 60, Fiten 80,
Ahkâm 82, Emânî (Temenni) 22, İcâzetu Haberi'1-Vâhid 19, İ'tisâm 96, Tev-hîd ve
Azametu'r-Rabb Sübhânehu ve Teâlâ ve gayru zelike İlâ âhiri'l-kitâb 190
(Hedyu's-Sârî, s. 465-470; Umdetu'l-Kaarî, I, 9-10) ".
Hafız ibn Hacer (852/1448) de Hedyu's-Sârî isimli
mukaddimesinde onuncu faslı bu sayım mes'elesine tahsis edip, şöyle demiştir:
Ta-kıyyuddîn ibnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs kitabında, kendisinden bize rivayet
edilen ibaresinde şöyle dedi: Buhârî Sahîh 'inin hadîslerinin sayısı,
mükerrerlerle birlikte 7275'tir. Mükerrerlerin düşürülmesiyle 4000 kadardır,
denildi. İşte İbnu's-Salâh böyle mutlak söyledi. Muh-yiddîn en-Nevevî de
Muhtasar'mda bu sayıya tâbi' oldu....
99 Bu iki yerde verilen listede bâzı küçük
farklılıklar bulunmaktadır: Bed'u'1-Vahy 5-7, İlim 55-75, Mesâcid 36-76,
İctinâbu Ekli's-Sûm 5-15, İhram ve Tevâbiuhu 32, Fadlu'l-Medine 24, Şerike
72-23, Itk 21-34, Farzu'1-Hums 55-58, Cezâu'I-Âhir (yâni Cüz"ü'l-Âhîr)
ba'de'l-Mağâzî 138-108, Tevhîd ve Azametu'r-Rabb... 170-190.
Bundan sonra Hafız ibn Hacer, aded aded Nevevî'nin
naklettiklerini araştırdı; farkı, farklılaşmayı ve muhalefet derecelerini
beyân etti.
Buhârî hadîsleri muhtelif sayımlara göre bir takım
farklılıklar gösterir. Bununla beraber bu 7275 sayısı umumiyetle doğru kabul
edilmiştir. Ebû Abdillah ibn Abdilmelik el-Endelusî Fevâid'inde, Ebu'l-Huseyn
er-Ruaynî'den; o da Ebû Abdillah ibn Abdilhakk'm olmak üzere, bu 7275 sayısını
tesbît eden şu beyitleri inşâd etmiştir:
"Buhârî'nin rivayet ettiği hadîslerin toplamı
beş, sonra yetmiş, ve yedi bin, bunlar geçen sayılarla beraber iki yüze ilâve
edilir (7275). Bunu hesâbdan nasîbli olan saydı." (Hedyu's-Sârî,
s.465-470)
îbn Abdilhakk bu sayımı nazm hâline getirmekle,
hakîkaten güzel yapmıştır.Çünkü bu sayıyı tashîf ve tahrif ihtimâlinden
muhafaza etmiştir ve Allah en bilendir.
ibn Hacer, buradaki uzunca izahlarından sonra, şöyle
dedi: "Benim yazdığım ve sağlam yaptığım sayıma göre, muallaklar ve
mutâ-baalar hâriç, mükerrerlerle birlikte Buhârî hadîslerinin toplamı 7397
hadîstir. Bu, daha evvelkilerin zikrettikleri sayı üzerine 122 hadîs ziyâde
olmuştur. Şu kadar ki, ben de yanılmazlık ve yanlışlıktan selâmet iddia
etmiyorum. Bu, daha fazla cehdi olmayanın cehdidir. Muvaffak kılıcı da ancak
Allah'tır."
Bundan sonra İbn Hacer el-Câmi'u's-Sahîh'in evvelinden
âhirine kadar Buhârî'nin ta'lîklerini ve mutâbaalarını zikretti ve şöyle dedi:
"Kitâbda ta'lîk nev'inden mevcûd olanların hepsi
1341 hadîstir. Bunların çoğu mükerrerdir, metinlerinin asılları kitâbda
senedleriy-le tahrîc edilmiştir. Bunlar içinde kitâbda velev doğru bir tarîkden
tah-rîc edilmemiş olan metinler sâdece 160 tanedir. Ben bu 160 muallak metni,
kendisinden ta'lîk edilen kimselere varan muttasıl senedlerle güzel, müstakili
bir kitâbda yazdım. el-Câmi'u's-Sahîh içinde, rivayet ihtilâflarına göre
mutâbaa ve tenbîh nev'inden ise 341 hadîs vardır. Buna göre, mükerrerlerle
birlikte kitâbdakilerin toplamı 9082 hadîstir. Bu sayı, sahâbîler üzerine
mevkuf olanlardan ve tabiîlerden ve daha sonrakilerden maktu' olanlardan
hâriçtir. Ben Ta'lîku't-Ta'lîk adlı kitâbda bunların hepsinin mevsûlluğunu
tesbît edip toplamışımdır. Ve işte bu, Buhârî Sahîh 'indeki hadîslerin sayısı
olarak benim yazmış olduğum nihâî bir yazıştır. Bunu Allah feth eyledi. Bunu
benden evvel yapan kimse bilmiyorum. Bununla beraber ben sehivden ve hatâdan
ma'sûnı olmadığımı i'tirâf ediyorum. Kendisinden yardım istenecek ise ancak
Allah'tır100.
100 Hedyu's-Sârî, s. 465-470; Îrşâdu's-Sârî, I, 28-29,
"Ve emmâ adedu ehâdîsi'l-Câmi"i's-Sahîh".
Kastallânî de bu sayımla ilgili bilgileri şöyle
özetlemiştir: el-Câmi'u'sSahîh''in hadîslerinin sayısına gelince, Îbnu's-Salâh
mükerrer hadîslerle birlikte 7275 hadîstir, dedi. Nevevî de İbnu's-Salâh'a
tâbi' olup bunları mufassal olarak zikretti. Hafız ibn Hacer ise bunları
yeniden bâb bâb araştırıp sayarak, şqyle demiştir: el-Câmi'u's-Sahîh'm
hadîslerinin toplamı, doğru olarak araştırmama ve tesbîtime göre muallaklar ve
mutâbaalar hâriç, mükerrerlerle birlikte 7397 hadîstir. Bundan, tekrârsız
olarak süzülen hâlis hadîs ise 2602'dir. Bu 2602 sayısına merfû' olan muallak
metinler -ki onlar 159 hadîstir- ilâve edildiğinde hâlis hadîslerin toplamı
2761 olur.
el-Câmi'u's-Sahîh''teki ta'lîklerin toplamı 1341
hadîstir.Bunların çoğu mükerrerdir. Kitabın diğer yerinde başka bir tarîk ile
tahrîc edilmemiş metinler ise 160 hadîstir. Kitâbdaki mutâbaalar ve
tenbîhle-rin toplamı ise, rivayet ihtilâflarına göre 344 hadîstir. Sahâbîler
üzerine mevkuf olanlarla birlikte, kitâbdaki hadîslerin toplamı ise 9082 hadîstir
101.
Kitâblarının sayısı 100'den biraz fazladır. Bâbları
küçük bir ihtilâfla beraber 3450 kadardır. Sahîh'de kendilerinden hadîs tahrîc
ettiği üstâdlarının sayısı 289'dur. Müslim'den ayrı olarak kendilerinden hadîs
rivayet etmekte teferrüd ettiği kimselerin sayısı 134'tür... Bu-hârî'nin
kitabında üç râvîli 22 hadîs vardır.
Bu kitabın faziletine gelince, yukarıda da geçtiği
üzere, o, İslâm kitâblarının Allah'ın Kitâbı'ndansonra en büyüğü ve en
fazîletlisidir. İsnâdları bakımından en yüksek derecededir. Buhârî'nin
çağdaşları onun semâmın (işitmesinin) yüksekliği ile öğünürler I02..,
Ebu'1-Fadl el-Makdişî (507/1113)
Şurûtu'l-Eimmeti's-Sitte isimli kitabında şöyle dedi: İyi bil ki, Buhârî,
Müslim ve onlardan sonra zikrettiklerimizin hiçbirinden: "Ben bu
kitabımda fulân şart üzere olanları tahrîc etmeyi şart kıldım" dediği
nakledilmemiştir.Bu ancak onların kitâblarını iyice tedkîk etmekle tanınır. Bu
suretle onlardan her birinin şartı bilinir 103.
Hafız el-Askalânî, Mukaddimesinde şöyle dedi: Şimdi
Buhârî'nin el'Câmi'u's-Sahîh''deki şartını tahkike ve onun Peygamber'in hadîsleri
hususunda tasnif edilmiş olan kitâblarm en sahîhi oluşunu takrire başlayalım:
101 İrşâdu's-Sârî, I, 28, "Ve emmâ adedu
ehâdisi'1-Câmi' ..."; Keşfu'z-Zunûn, I, 541-545.
102 İrşâdu's-Sârî, I, 28, Keşfu'z-Zunûn, I, s.541-545.
103 İrşâdu's-Sârî, Mukaddime, s.19-20.
Hafız Ebu'1-Fadl ibnu Tâhir (507/1113) şöyle dedi:
Sika olan Ebu'l-Ferec ibnu İmâd'm huzurunda okuduğuma göre, ona Yûnus ibn
İbrâ-hîm ibn Abdilkavî, Ebu'l-Hasen ibnu'l-Mukayyir'den, o da Ebu'l-1 Ma'mer
el-Mubârek ibn Ahmed'den şöyle haber vermiştir: Buhârî'nin şartı, sikalar ve
sebtler arasında ihtilâf olmaksızın meşhur sahâbîye varıncaya kadar
nâkillerinin sikalığı üzerinde ittifak edilen hadîsi tahrîc etmektir. Hadîsin
isnadı da kesiksiz olarak muttasıl olacaktır. Eğer sahâbînin iki yâhud daha
fazla râvîsi varsa bu güzeldir;ancak bir tek râvî olur da ona varan tarîk sahih
olursa, bu da kâfidir.
İbn Hacer şöyle dedi: Ebû Abdillah Hâkim (405/1014)'in
ileri sürdüğü: Buhârî ve Müslim'in şartı sahâbî için iki râvî veya daha fazla
râvî olmak, sonra meşhur tabiî için sika iki râvî olmak ilâ.... şeklindeki
sözü i04, Buhârî ile Müslim'in bir tek râvîleri bulunan bir sahabe topluluğunun
hadîslerini tahrîc etmeleriyle çözülmüştür. Hâkim'in zikrettiği şart,
kendilerinden hadîs alman bâzı sahâbîler hakkında bozulmuşsa da, bu söz
sahâbîlerden sonrakiler hakkında mu'teberdir. Çünkü kitâbda yalnız tek râvîsi
olan kimselerin rivayetinden gelme bir tane hadîs yoktur (Hedyu's-Sârî,s.l).
Hafız Ebû Bekr el-Hâzimî (584/1188) de
Şurûtu'hEimmeti'l-Hamse kitabında şöyle dedi: "Hâkim'in söylemiş olduğu bu
söz, es-Sahîh 'in inceliklerine dalmaya iyice çalışıp bilememiş kimsenin
sözüdür. Eğer kitabı gereği gibi hakkıyle araştırmış olaydı, muhakkak kitâbdan
kendi da'vâsmı çürütüçü bir grup şey bulacaktı." Hâzımî bundan sonra
Özetle şöyle dedi: Sahîh'in şartı, isnadı muttasıl, aklı bozuk olmayan, adalet
sıfatlarıyle muttasıf, dâbıt, mütehaffız, salim zihinli, vehmi az, salim
i'tikaadlı olmaktır. Sonra bil ki, bu imamların, hadîs mahreçlerini istinbât
etmek keyfiyyetinde birer yolu vardır. Biz bu yolları kısaca işaret edelim:
Sahîh tahrîc edecek kimsenin yolu, âdil olan râvînin, -hepsi sikalar oldukları
hâlde- âdil üstâdları arasındaki hâlini ve kendilerinden rivayette bulunmuş
olan kimseler arasındaki hâlini i'tibâ-ra almaktır. Zîrâ bu âdil râvîlerden
kiminin kendi şeyhlerinden rivayetleri sahihtir,'sabittir, böylesinin hadîsini
tahrîc etmek lâzım gelir. Kiminin de hadîsi medhûl olup, ayıblı bulunur;
böylesinin tahrîci elverişli olmaz. Böylesi ancak şevâhid ve mutâbaalarda
tahrîc edilir. İşte bu, âdil üstâdların hadîslerinin medhûl olup olmaması
mes'elesi kendisinde mübhemlik ve anlaşılması güçlük olan bir bölümdür. Bunun
yolu, aslın râvîsjnden rivayet eden râvîlerin tabakalarını ve her-birinin hangi
mertebeye varabileceğini bilmektir. Biz bunu bir misâl ile tavzîh edelim
(Hâziiîıî burada aslın râvîlerinden Zuhrî ile temsîl ederek, mes'eleyi şöyle
îzâh ediyor): O da şunu bilmemizdir: Meselâ Zuhrî'nin ashabı beş tabaka
üzeredir. Bunlardan her bir tabakanın, kendinden sonra gelen tabaka üstüne bir
meziyyet ve farklılaşması vardır. Birinci tabaka Mâlik ibn Enes, Sufyân ibn
Uyeyne, Şuayb ibn Ebî
104 HâkimSahîhayn'ınbuşartlarım Ulûmu'l-Hadîs
ileel-Medhalilâ Kitâbi'l-Iklîl adh eserlerinde ileri sürmüştür. Tecrîd Ter.,
201, 231-233. sahîfelerde de nakledilmiştir.
Hamze, Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, Akîl ibn Hâlid el-Eylî
ve benzerleridir. Bunların rivayetleri sahîhliğin en yüksek derecesine varır.
Buhâ-rî'nin aradıkları işte bunlardır.
İkinci tabaka, tesebbüt hususunda birinci tabaka
ricali gibi iseler de, birinci tabaka ezberleme ve itkanlarıyle beraber
Zuhrî'ye mülâze-metlerinin uzunluğuyle de tanınmışlardır. Meselâ Leys ibn Sa'd
ile Ev-zâî, Nu'mân ibn Râşid, Abdurrahmân ibn Hâlid ibn Musâfîr, İbnu Ebî Zi'b
gibileri Zuhrî'ye seferde de, hazarda da mülâzemet ettikleri hâlde, ikinci
tabakadan Ca'fer ibn Burkaan, Sufyân ibn Huseyn Sulemî, Zem'atu'bnu Salih
el-Mekkî gibi hafız ve mutkm zâtların -Zuhrî'ye az mülâzemet dolayısıyle-
Zuhrî'nin hadîsleri hakkında mümâreseleri evvelkiler derecesinde değildir. Müslim
bu iki tabaka ricalinin her birinden kayıtsız şartsız hadîs tahrîc eder.
Buhârî ise ikinci tabakadan yalnız diğer karineler ile kendisine evvelkilerin
kuvvetinde sahîh görünenleri alır 105.
Üçüncü tabaka, Muâviyetu'bnu Yahya es-Sadafî, İshâk
ibn Yahya el-Kelbî, Müsennâ ibnu's-Sabbâh gibi Zuhrî'ye birinci tabakadakiler
kadar mülâzamet etmiş olmakla beraber, cerh gailelerinden selâmet
bulamayanlardır ki, onları kimi kabul, kimi reddeder. Ebû Dâvûd ile Nesâî bu
tabaka râvîlerinden de rivayet ederlerse de Müslim, bunlardan yalnız diğer
karinelerle kendisine sahîh görünenleri alır. Buhârî ise bunları büsbütün
terkeder.
Dördüncü tabaka, cerh ve ta'dîî babında üçüncü tabaka
ricali gibi olmakla beraber, Zuhrî'ye mülâzemetleri az olmak dolayısiyle, onun
hadîsleriyle mümâresetleri de az olanlardır ki, Tirmizî, bunların da
hadîslerini kabul eder.
Beşinci tabaka, Bahr ibnu Kesîr es-Sakkaa',
Abdulkuddûs ibn Ha-bîb, Hakem ibnu Abdillah el-Eylî, Muhammed ibn Saîd
el-Maslûb gibi zaîfler ve meçhullerden bâzı kimselerdir ki, bâblara göre hadîs
tahrîc edenler için bunların hadîslerini almak caiz olmaz. Yalnız Ebû Dâvûd ile
onun dûnundaki musannıflar bu gibi hadîsleri i'tibâr ve istişhâd kasdıyle
zikrederler. Sahîhayn 'da ise son iki tabakadan rivayet edilen hadîs yoktur.
Buhârî, ikinci tabakadan olan hadîsleri ekseriya
ta'lîkan zikreder. Üçüncü tabakadan da bâzı ta'lîkleri vardır 106.
105 Buhârî'nin bir şartı da şudur: Buhârî her râvînin
kendi şeyhinden işitmiş olduğunun sabit olmasını şart addeder. Ve râvî ile
merviyy-anh'm yalnız çağdaş olmalarını kâfi görmeyip bir de görüşmüş
olduklarının subûtû şarttır, der... Müslim ise mudellis olmayan râvînin
"an fulâmn" demesini görüşmeye hami ettiklerine bakarak buluşmanın
ayrıca subûtunu şart addetmez. Hattâ Buhârî ile Alî ibnu'l-Medînî râvînin şeyhi
ile uzun sohbetini de şart koşarlar... (Tecrid Ter. 199-200).
106 Hedyu's-Sâri, s.7 vd.; İrşâdu's-Sârî, I, 19-29;
Tecrîd Ter., I, 201, 232-233.
9- Buhârî'nin Hadîsleri Parçalamasındaki yâhudi Yalnızca Metni
Zikretmesindeki Sebeb [107]
Buhârî, muhaddislerin önderi olmasına ilâveten,
fıkıh'ta ulu bir imâm idi. Bu iki sıfatın bir tek şahısta toplandığı pek azdır.
Bunun için Buhârî hükümler çıkarma keyfiyyeti ile fıkhı, kitâb ve sünnete
tatbik bilgisinden Muhammed ümmetinin mahrum olmamasını istedi. İşte bunun
için hadîsten bâb'a münâsib olan kısmını zikreder. Bazen de hadîs meşhur
olduğu için, yalnızca metni zikreder. Zîrâ o hadîs ma'lûmdur; hadîs ma'lûm
olunca dînî hükmü zikretmek suretiyle ondan istifâde keyfiyyetinden başka
birşey kalmamış olur... Nevevî'nin Buhârî Şerhi'nde: "Buhârî'nin bu
kitâbdaki maksadı, sırf hadîslerle yetinmek ve hadîs metinlerini çoğaltmak
olmayıp, aynı zamanda hadîslerden hükümler istinbât etmek ve usûl, furû',
zühd, âdâb, emsal ve diğer fenlerden istediği bâblar için deliller
getirmektir..." şeklinde geçmiş olan izahları burada tekrarlandıktan
sonra, İbn Hacer şöyle devam ediyor:
Buhârî'nin îrâd ettiği bâbların unvanları çeşitli
şekiller üzerinedir: Eğer gizli şekilde de olsa bu bâb'a münâsib olacak bir
hadîs bulur ve bu da şartına uyarsa, o hadîsi bu bâbda, kitabının konusu için
ıstj-lâh kılmış olduğu "haddesenâ "ve bunun yerine geçen sîgaile
veyâkendi şartına göre an'ane ile getirir. Eğer o bâb hususunda hüccetliğe elverişli
olmakla beraber kendi şartına uymayan bir hadîsten başkasını bulamadıysa, o
hadîsi bâb'a sevk edegeldiği sîğaya mugayir olarak yazar; o kendi şartından
değildir. İşte bundan dolayıdır ki, ta'lîkleri getirmiştir. Buhârî bâbda ne
kendi şartı üzere, ne de başkalarının şartı üzere sahîh olan bir hadîs bulamaz
da ünsiyet edilip dikkatle nazar kılınacak ve bir cemâatin onu kıyâs üzerine
takdim edeceği bir hadîs nev'inden olursa, bu hadîsin lâfzını yâhud da
ma'nâsını bâb unvanı olarak kullanır. Sonra burada ya Allah'ın Kitâbı'ndan ona
şehâdet edecek bir âyet getirir, yâhud da bu haberin delâlet ettiğinin umûmunu
te'yîd edecek bir hadîs getirir. İşte bundan dolayı oradaki hadîsler üç kısım
üzeredir. İnşâallah bunun tafsilleri açıklanmış olarak yakında gelecektir I08.
107 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26, "Emmâ taktîuhu
lil-hadîsi ve ihtisâruhu.."
108 Hedyu'sSârî, s.6-7; İrşâdu's-Sârî, I, 25.
10- Buhâr'nin Hadîsi Bölümlere Ayırması, Kısaltması ve Tekrar Etmesinin
Sebebim
İbn Hacer Mukaddime'de şöyle dedi: Hafız Ebu'1-Fadl
Muhammed ibn Tâhir el-Makdisî (507/1113), kendisinden bize rivayet edilen
Cevâbu'l-Muteannit ismini verdiği risalede şöyle dedi: Ey muhâtab, iyi bil ki
Buhârî -Allah ona rahmet eylesin- hadîsi kitabının birçok yerlerinde zikr eder
ve onunla herbir bâbda başka bir isnâdla istidlal eyler, ve ondan güzel
istinbâtı ve geniş fıkhı ile yazmış olduğu bâbm gerektireceği ma'nâyı çıkarır.
Bir hadîsi iki yerde aynı isnâd veya aynı lâfızla getirmesi çok azdır. O,
hadîsi, ancak zikredeceğimiz bir takım ma'nâlar sebebiyle diğer tarîkden
getirir. Bunlardan murâdını en iyi bilen Allah'tır.
Bu ma'nâları şöyle sıralayabiliriz:
1- Buhârî hadîsi bir sahâbîden tahrîc eder, sonra aynı
hadîsi bir başka sahâbîden getirir. Bundan maksad hadisi garîblik hududundan
dışarı çıkarmaktır. İkinci, üçüncü tabaka râvîlerinde ve üstâdlarına gelinceye
kadar diğer râvî tabakalarında da böyle yapar. Hadîs san^a-tı ehlinden olmayan
kimse bunu tekrardır zanneder. Hâlbuki tekrar değildir. Bu ziyâde bir fâideyi müştemil
olduğu için böyle yapılmıştır.
2- Buhârî bu kaaideye göre birçok hadîslerin
şahinliğini isbât etmiş olur. Bunlardan herbir hadîs, biribirinden ayrı birçok
ma'nâları müştemil olur. İşte bundan dolayı Buhârî o hadîsi her bir bâbda, ilk
tarîkin gayrı olan bir tarîkden olmak üzere îrâd eder.
3- Bir takım hadîsler vardır ki, bâzı râvîler onları
tam rivayet ederler, bâzıları da bunları muhtasar olarak rivayet ederler. İşte
Buhârî bu hadîsleri geldikleri gibi getirir. Bundan maksad, hadîslerin
râvîle-ri cihetinden doğabilecek olan şübheyi gidermektir.
4- Râvîler bâzan ibarelerde ihtilâf etmişlerdir.
Meselâ bir râvî bir hadîsi tahdîs eder, bunda bir ma'nâyı muhtemil olan bir
kelime vardır. Bu hadîsi bir başkası tahdîs eder ve kelimeyi ayniyle diğer bir
ma'nâyı muhtemil olan başka bir ibare ile ta'bîr eyler. İşte Buhârî, kendi
şartına göre sahîh olduğu zaman bu hadîsi bütün tarîkleriyle îrâd eder ve
herbir lâfız için müstakili bir bâb ayırır.
5- Bir takım hadîsler vardır ki, bunlarda mevsûlluk ve
mürsellik biribiriyle karşılaşır. Buhârî katında mevsûlluk üstünlük kazanır ve
i'timâd eyler ve irsalin kendi nazarında mevsûllukta hiçbir te'sîri olmadığını
tenbîh edici olarak o mürseli de getirir.
109 İrşâdu's-Sârî, I, 25-26, "Emmâ taktiuhu
lil-hadîs ve ihtisâruhu ve iâdetuhu lehu fi'1-ebvâbi ve tekrâruhû", Tecrîd
Ter., s.488-489.
6- Bir takım hadîsler de vardır ki, bunlarda
mevkûfluk, merfu'luk biribiriyle karşılaşır. Bunlardaki hüküm de yukarıki
gibidir.
7- Bir takım hadîsler vardır ki, bunlarda bâzı râvîler
isnâdda bir kimse ziyâde etmişlerdir; bâzı râvîler de bir kişiyi
eksiltmişlerdir. Buhârî bu hadîsleri iki vech üzere getirir. Çünkü kendi
katında râvînin o hadîsi, kendisine başka bir üstâddan işittiği, sonra diğer
üstâdla buluştuğu ve aynı hadîsi ona da tahdîs ettiği sahîh ve sabit olur.
Böylece hadîsi iki vech üzere rivayet eder olmuştur n0.
Buhârî'nin hadîsi bazen çeşitli bâblara bölmesine,
bazen de hadîsi bâzı kısımları üzere kısaltmasına gelince, bu da hadîs iki
yâhud daha fazla hükmü müştemil olduğu hâlde metin kısa olduğu yâhud bir kısmı
diğer kısmiyle irtibatlı olduğunda yapılmaktadır. Bu takdirde Buhârî bunlara
göre hadîsi tekrar eder. Bunu da hadîsi, hadîse âid bir fâideden boşaltmamaya
dikkat göstererek yapar. O da, hadîsi daha önce tahrîc etmiş olan üstâddan
başka olan bir üstâddan getirmesidir. Böylece bu hadîse âid olan tarîkleri
çoğaltma fâidesi hâsıl olur. Bazen de hadîsin sâdece bir tek tarîki olması
sebebiyle mahreci Buhârî'ye dar olur. Bu takdîrde Buhârî hadîste değişik
tasarruflarda bulunur. Artık onu biryerde mevsûl olarak getirir, diğer bir
yerde muallak olarak getirir, bazen tam olarak bazen de bu bâbda muhtâc
olacağı tarafı üzerine kısaltılmış olarak getirir nı...
11- Buhârf nin Hadîsleri Muallak Getirmesinin Sebebleri
Ta'lîk -yukarıda da geçtiği gibi- isnadın baş
tarafından bir veya arka arkaya daha fazla râvî ismini hazf ile hadîsi
hazfedilenlerin üst tarafındaki râvîye cezm sîgalarından biri ile isnâd
etmektir. Böyle olan hadîs muallaktır (Tecrîd Ter., 153).
Buhârî'de 1341 hadîs ta'lîk edilmiştir. Bunların 160
tanesinden mâadası kitabın başka yerlerinde mevsûlen rivayet edilmiştir. Bu
160 hadîsi de Hafız ibn Hacer el-Askalânî et-Tevfîk ismindeki güzel bir
te'lîfinde birer birer isnâdlarmı bulup vasi etmiştir. İbn Hacer, Buhârî'nin
bütün ta'lîkleri, mutâbaaları ve mevkufları hakkında da Ta'lîku't-Ta'lîk
nâmıyle müsned olarak bir kitâb daha yazmıştır; bilâhare onu da et-Teşvîk ilâ
Vasli'l-Mühimm mine't-Ta'lîk ünvânıyle is-nâdsız olarak özetlemiştir (Tecrîd
Ter., 126).
Buhârî muttasıl sened ile kitabın başlıca yerlerinde
sevk ettiği 1181 hadîsi ancak kısa yazmak maksadı ile tekrardan çekinmek
düşüncesiyle ta'lîk etmiştir. Bunların şartınca sahîh olduklarında şübhe yoktur.
Kalan 160 muallak hadîsten de -kaale, zekere, reva, yezkuru, yervî gibi- cezm
sîgalarıyle rivayet olunmuşları her kime izafe edilmişlerse o kimselere âid
olmaları sahihtir, diye hükmedilebilir. Zîrâ bu rivayetlerin o kimselere âid
oluşu Buhârî'ce sahîh olmasaydı, onlara cez-men nisbet etmezdi. Lâkin yine o
cezm etmiştir diyerek, bu hadîslerin sıhhatlerine mutlak olarak hükmetmemişler
ve bunların ricaline bakılıp hükmedilmek gerekir demişlerdir. Tedkîkten sonra
anlaşılmıştır ki, cezm sîgasıyle ta'lîk edilenler dört kısımdır:
110 Hedyu's-Sârî, s.12-13; Îrşâdü's-Sâri; I, 25.
111 Hedyu's-Sârî, s.13; İrşâdu's-Sârî, I, 25.
1- Bâzıları kendi şartına katılmış iken ya kısaltarak,
ya o hadîsi şeyhinden işitmemiş, yâhud işitmiş ise, tahdîsen değil, müzâkereten
işitmiş olduğu için, vasi etmemiştir. Kitâbu'l-Vekâle'de:
"Usmânu'bnu'l-Heysem şöyle dedi: Bize Avn tahdîs
etti. Bize Muham-med ibn Şîrîn, Ebû Hureyre'den tahdîs etti; o söyle
demiştir" isnâdıy-le rivayet ettiği " ..oUaİj jlTjj J§£ i»ı j_^J jk'5
= Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını korumaya tevkil etti..."hadîsi gibi
ki, bütün ricali kendi şartınca oldukları hâlde senedi kaç yerde tekrar etmiş
ise hep ÖUJ£ jû = Usmân şöyle dedi" demekle yetinip, hiçbir yerde "
oUİc- \2jJ- = Bize Usmân tahdîs etti" dememiştir. Buhârî bu hadîsi
"Fadâili'l-Kur'ân" ile "İblîs'in Zikri" bölümlerinde
getirmiştir. Anlaşılan Usmân'dan işitmeyi tahdîs ile dinlememiş de onun için
bu ta'bî-ri kullanmamıştır.
2- Bâzıları kendi şartınca olmamakla beraber,
başkalarının şartınca sahihtir. Meselâ "Kitâbu't-Tahâre"de "
&A*. cJÛ = Âişe şöyle dedi" isnâdıyle ta'lîkan rivayet ettiği
"u^-i jr J£ :&\ '/\ ^jj£ J^ı Ö& = Peygamber (S)her hâlinde Allah
'ı zikreder idi" hadîsini Müslim Sahî-Ai'nde (Hayz, Bâbu zikrillah fî
hâli'l- cenabeti ve gayrihâ) tahrîc etmiştir.
3- Bâzıları sahîh olmamakla beraber hüccet olmağa
elverişli bir ha-sen hadîstir: "Kitâbu'1-Gusl, Bâbu men ığtesele
uryânen..."de Behzu'bnu Hakem babasından, o da dedesinden olmak üzere
şöyle dedi: " ^\ ^ it- UA£LJ âı jiî &\ = Allah kendisinden haya
olunmaya, insanlardan daha haklıdır" hadîsi gibi ki, bu Sünen sahihlerinin
hep tahrîc ettikleri meşhur bir hasen hadîstir.
4- Bâzıları ricalin kusurlu sayılmış olmasından değil,
isnadında azıcık kesiklik bulunduğundan dolayı zaîftir. Bunları da kendince
sikalardan olan râvînin hadîsleri olmak üzere meşhur oldukları hâlde, bu küçük
za'fa işaret olsun diye bu tarzda zikretmiştir. "Kitâbu'z-Zekât,
Bâbu'1-arz fî'z-zekât"taki:
"Yemen İmâmı Tâvûs şöyle dedi: Muâz ibn Cebel
Yemen halkına şöyle demiştir: Ey Yemenliler! Elbise, hamîs, lebîs denilen
metâı, arpa ve hububat yerine zekât olarak getiriniz! Bu mübadele, size
kolaylık, Medine'deki Peygamber sahâbîleri için de hayırlıdır" (Munîriyye
baskısı, 11,235) hadîsi gibi ki, kendisi ile Tâvûs arasındaki rical, Tâvûs da
dâhil olmak üzere, hep sikalardan iken, Muâz'm bu sözünü Tâvûs ondan bizzat
işitmemiş olduğu için, isnadı ta'lîk etmiştir.
Buhârî'nin "yurvâ, yuzkeru..." gibi temrîd
sîgasıyle ta'lîk ettiği hadîslere gelince, bunlar kimlere izafe edilmişlerse o
kimselere aidiyetlerinin sahîh olduğuna hükmedilmezse de, yine Sahîh nâmıyle
yazdığı bir kitaba katmış olduğundan dolayı büsbütün çürük ve düşük rivayetler
değildir. Buhârî'nin temrîd sîgâsı ile rivayet ettiklerinin kimi kitabın başka
yerinde mevsûl ve lâfzıyle rivayet edilmiş iken, o mahalde ma'nâsıyle rivayet
edilmiştir; kimi meselâ Müslim'in sahîh hadîslerinden iken, kendi şartınca
olmadığı için ta'lîk edilmiştir; kimi sahîh rivayet üzerine ziyâde bir lâfzı
ihtiva ettiği için senedini kesmiştir; kimi de kendi başına kalsa zaîf
sayılacaksa da birçok tarîklerden âdıdları(=kuvvetlendirici sebebleri) olduğu
için hasen li-gayrihi'dir.
Hulâsa, Buhârî'nin ta'lîkleri içinde sırf zaîf
denilecek hiçbir hadîs yoktur. Onun aşağı kuvvet derecesinde olan hadîsleri ile
benzerleri, diğer sünen kitâblarında çok kerreler asıl olmak üzere rivayet
edilmiştir »2.
12- Hafız Dârakutnî ve Diğerlerinin Tenkîd Ettikleri Buhârî Hadîsleri [113]
Hafız ibn Hacer şöyle dedi: Buhârî'nin kitabı içinde
tenkîd edilen hadîslerin toplamı -ki bunların bâzısında Müslim de Buhârî'ye
ortak olmuştur-110 hadîstir. Bunlardan 32 tanesinin tahrîcinde Müslim Buhârî'ye
muvafakat etmiştir. Bunlardan Buhârî'nin yalnızca tahrîc ettikleri 78
hadîstir. Hulâsa olarak, bunlar hakkındaki cevâb sözümüz şudur:
Buhârî'nin, sonra da Müslim'in sahîh ve illetli
hadîsleri tanımakta, asırlarmdaki ve daha sonraki hadîs imamlarından önde
tutulacakları hususunda hiç şübhe yoktur. Çünkü bu imamların hepsi, Alî
ibnu'l-Medînî (234/848)'nin, kendi akranları arasında hadîs illetlerini en iyi
bilen kimse olduğuna ihtilâf etmezler. İşte Buhârî bu hadîsleri onun
tasvibinden geçirmiştir. Hattâ Buhârî: Ben hiçbir kimse yanında kendimi küçük
hissetmedim, ancak Alî ibnu'l-Medînî yanında kendimi küçük hissettim, derdi.
Bununla beraber Alî ibnu'l-Medînî de Buhârî'nin bu sözü kendine ulaştığı zaman:
Sizler Buhârî'nin bu sözünü bırakın; asıl o kendi benzerini görmedi, derdi.
Muhammed ibn Yahya ez-Zuhlî (252/866) de Zuhrî hadîslerinin illetlerini
bilmekte as-rmdaki insanların en âlimi idi. Buharı ile Müslim, bu hadîsleri
beraberce ondan istifâde edip almışlardır.
112 el-Askalânî.Hedyu's-Sârı, s. 14-15; el-Kastallânî,
jrşâdu's-Sârî, 1,26-28, "Ve emmâ ıyrâduhu lil-ehâdîsi'1-muallakate
merfuaten ve mevkûfeten..."; Ahmed Naîm Bey buradan özetlemiştir: Tecrîd
Ter., I, 226-228.
113 Hedyu's-Sârî, s.344-380, "el-Faslu's-sâmin fî
siyakı ehâdîs elleti intekade aleyhâ Hâ-fızu asrıhi Ebu'İ-Hasen
ed-Dârakutnî..."
Firabrî Buhârî'den rivayet etti ki, o:
Benel-Câmi'u's-Sahîh'e koyduğum her bir hadîsi, ancak sahîhliğine iyice kanâat
getirdikten ve Yüce Allah'a istihare ettikten sonra koymuşumdur, demiştir.
Mekkî ibn Abdillah da şöyle dedi: Ben Müslim
ibnu'l-Haccâc'dan işittim: Ben de el-Câmi'u's-Sahîh kitabımı Ebû Zur'a'ya arz
ettim. Onun illetli olduğuna işaret ettiği her hadîsi terk eyledim, diyordu
114.
Binâenaleyh bu iki imâmın kendi kitâblarma ancak
illetsiz veya, kendileri ve onları süzgeçten geçirenlerin takdirleri ile de
sahîhliğe te'sîri (müessir) olmayacak derecede ehemmiyetsiz illeti olan sahih
hadîsleri aldıkları bilinip takarrür edince, daha sonraki tenkîdeilerin sözü,
bu iki imâmın sahîh demelerine karşı olmuş olur. Hâlbuki o hususta bu iki
imâmın sözlerinin diğerlerinin sözlerinden önde tutulacağı hususunda hiçbir
şübhe yoktur. Böylece vâki' olan i'tirâz toptan bertaraf olur. Tafsil
cihetinden def etmeye gelince, o da şöyledir:
Buhârî ile Müslim aleyhine tenkîd edilmiş olan
hadîsler birçok kısımlara ayrılır. Sonra bunlar için altı kısım zikredilir:
Birincisi, râvîlerin isnâd ricalinde ziyâde ve
eksiltme suretiyle ihtilâf etmeleri.
ikincisi, râvîlerin isnâd ricalinin bâzısında tağyîr
etmek suretiyle ihtilâf eylemeleri.
Üçüncüsü, râvîlerin bâzısının kendilerinden daha
zabtedici olan kimseye karşılık hadîsteki bir ziyâdede yalnız kalması.
Dördüncüsü, rivayetle yalnız kalmış olan zaîftir; bu
nevi'den Bu-hârî'de sâdece iki hadîs vardır.
Beşincisi, râvîleri aleyhine vehm ile hükmedilmiş
olandır.
Altıncısı, meydana gelmiş bir tağyîr sebebiyle metni
ihtilaflı olandır (Müteakiben İbn Hacer, bunların her birine teker teker cevâb
vermiştir).
Nevevî'ye gelince, onun görüşü değişik oldu. Müslim
Şerhi'nin mukaddimesinde şöyle dedi: Fasl: Bir cemâat Buhârî ile Müslim aleyhine
bir takım hadîsleri, kendi şartlarından mahrumdurlar ve taahhüd ettikleri
dereceden iniktirler diye zeyl yapmışlardır. ed-Dârakutnî bu hususta bir te'lîf
meydana getirmiştir. Ebû Mes'ûd ed-Dımaşkî'nin de yine Buhârî ile Müslim
üzerine bir hatâ zeyli vardır. Ebû Alî el-
114 Îrşâdu's-Sâri, s.21-22.
Gassânî'nin Takyîdu'î-MuhmeVİn illetler cüz'ünde
Buhârî ile Müslim üzerine bir i'tirâz zeyli vardır. Fakat bu i'tirâzların
hepsine veya çoğuna gerekli cevabi ar verilmiştir.
Yine Nevevî, Buhârî Şerhi'nin mukaddimesinde şöyle
demiştir: "Fasl. Dârakutnî, Buhârî ile Müslim aleyhine, bir takım
hadîslerini ele alıp, bunların bâzılarını ta'n eylemiştir. Bu ta'n, bâzı
hadîseilerin kaaidelerinebinâ edilmiştir; çok zaîftir.Fakîh, usûlcü ve diğer
âlimler cumhurunun üzerinde bulundukları kaaidelere muhâliftir.Binâenaleyh
Buhârî veMüslim'e yapılan bu i'tirâzlarla aldanma!"
İbn Hacer, Nevevî'nin bu sözüne şöyle bir ta'lîk
yaptı: "Doğru olan, Nevevî'nin Müslim Şerhfnde bu i'tirâzların ekserisi
hakkında verdiği cevâbtır. Çünkü oradaki cevâbları çelişik değildir" 1I5.
Gizli değildir ki, ta'n 110 hadîs hakkındadır. Bu 110
sayısının ise mevkuf ve maktû'lar hâriç, mecmuu 9082 adedine ulaşan sahîh hadîslere
nisbeti, zikredilmeye hakk kazanmıyacak bir nisbettir. Çünkü el-Câmi'u's-Sahîh
öyle azametli bir kitâbdır ki, onu büyük bir insan grubu toplamış ve o insanların
herbiri illetli râvîlerden sakınmak ve yalnız adalet, zabt, rivayet sağlamlığı,
güzel alış ve edâ ile ma'rûf olanlarını seçmek için bütün tâkatlarını sarf
etmişlerdir. Evet, o da Yüce Allah'ın: Oj& liS^l *j tjJU-jJ û\ p- & ^
aiT jîj ) "Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbet içinde
biribirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı. " (en-Nisâ: 82) kavlinden
sonra azdır. Zîrâ: "Peygamber kendinden konuşmaz- O'nun her söylediği
kendisine ilkaa edilegelen bir vahyden başkası değildir" (en-Necm-3)olduğu,
binâenaleyh emâneti, kendisine vahy edildiği gibi edâ ve tebliğ ettiği
hususunda hiçbir niza' yoktur. Allah O'nu ümmetinden dolayı mükâfatlandırdığı
herhangi bir peygamberin en üstün mükâfâtıyle mükâfatlasın!
Şu kadar var ki, Buhâri'nin asrı olan Üçüncü Hicret
Asrı öyle bir asırdır ki, onda mezhebler kalabalık olup, biribirini
sıkıştırmış, müs-lümânlar fırka fırka şubelere ayrılmış, sözler (görüşler,
i'tikaadlar), rivayetler fazlalaşmıştır. İşte İmâm Buhârî'nin bu dînî hizmete
cesaretle girişmesi,pek azı müstesna -ki onların da birçok cevâbları ve başka
tarîkleri vardır- i'tirâz edilmemiş olan hadîsleri seçmesi, sünnet ve hadîs
kitâbları içinde birinci dereceye oturtulmaya ehil olduğuna delildir.
13- Haklarında Söz Edilen yâhud Ta'n Edilen Râ vîler ve Cerh Sebebleri