SÖZLER ve NOTLAR - 21
Her Şey Sevgi İle Kâimdir
İki Türlü Hayat:
“Hayat ikidir: Ulvî hayat, süflî hayat.
Ulvî hayatı yaşayanlar öyle kimselerdir ki, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür, karınları açtır. Fakat gönül cennetinde yaşarlar. Yaşadıkları hayatı hiç kimse bilmez ve bu ulvî hayatı hiçbir hayata değişmezler. Dışarıdan gören onlara acır, onlar da dışarıdakilere acır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulur:
“Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman; Hakk’ı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Derler ki: Rabb’imiz! Biz iman ettik, bizi de şâhit olanlarla beraber yaz!” (Mâide: 83)
Bu ulvî hayatı yaşayanlar dünyada gönül cennetinde oldukları gibi, ahirette de Allah-u Teâlâ’nın lütfuna ihsanına mazhar olmaya en layık olan kimselerdir.
Süflî hayata gelince; bu hayatı yaşayanların gayesi yeme-içme, giyme-gezme, mukarenet ve buna benzer dünyevî zevklerdir. Bu hayat da kabre kadar gider, kabirden sonrasını Mevlâ bilir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler.” (Furkân: 44)” (3. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Bölüm İnsan:
“Bir eve üç misafir gelir. Ev sahibi der ki: ‘Komşunun mevlid-i şerifi var siz de dâvetlisiniz.’ Onlar da giderler ve gelirler. Her birini ayrı odalarda misafir eder. Birisine sorar. ‘Oğlum! Mevlid-i şerif nasıl oldu?’, ‘Çok güzel oldu der, mevlid dediğin böyle olacak. Pilâvın altında bir parmak yağ vardı.’ İkincisine sorar. O da: ‘Çok güzel okudular, okuyanların sesleri çok güzeldi.’ diye cevap verir. Üçüncüsüne sorar. O da der ki: ‘Çok duygulandım. Hele hafız efendi: ‘Doğdu ol sedeften ol dürdânesi.’ derken kendimden geçtim.’
Bu mevlid-i şerifi dinleyenler gibi biz de şimdi üç bölüme ayrıldık.
Bir kısım insanlar dünyaya geliş sebebini yeme-içme, giyme-gezme... sandı. Süfli hayata daldı, ömrünü safahat yolunda geçirdi.
Diğer bir kısmı sese kulak verdi, hakikati arayan ilim araştırıcısı oldu.
Öyle kimseler de vardır ki, ilim-irfan mektebine dehalet etti. Fenâfişşeyh, Fenâfirresul ve Fenâfillâh’a ulaştı. Gayesine, maksadına nâil oldu.” (3. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Büyük Lütuf:
“Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulu üzerinde en büyük lütufları nelerdir?
Birincisi; Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulunun üzerinde en büyük lütfu ‘Kulum’ demesidir. Bir insanın ‘Ben kulum’ demesi kıymet ifade etmez, Yaratan’ın ona: ‘Kulum’ demesi kıymet ifade eder. Asıl maksat da budur. Bunun için fakir her fırsatta der ki: ‘Ben hâlâ: ‘Allah’ımın kulu, Habib’inin ümmetiyim.’ diyemedim. ‘Allah’ım ne olur, zâtına kul Habib’ine ümmet et!’ diye niyaz ediyorum, yalvarıyorum.’
Yaratan’ın mahlûkuna: ‘Kulum’ demesinin yanında İbrahim Aleyhisselâm’a lütfettiği gibi: ‘Halilim’ demesi, Muhammed Aleyhisselâm’a lütfettiği gibi: ‘Habibim’ demesi, ‘Sevgilim’ demesi vardır. Bu beyan devam eder efendiler, kıyamete kadar devam eder. Bu lütuf da yine Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetinedir.
İkincisi; Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulunun üzerindeki en büyük lütuflardan birisi de kuluna ‘Selâm etmesi’dir.
Meselâ: ‘Veselâmün alel-mürselin = Peygamberlere selâm olsun!’ Bilen için anlayan için bu ne büyük bir ihsandır. Allah-u Teâlâ hiç ummadığınız bir kula selâm eder. Bütün bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın yüzü suyu hürmetine, onun vârislerine bahşedilen gizli lütuflardır. Çünkü üzerindeki emanet Resulullah Aleyhisselâm’ın emaneti olduğu için, o sevgilinin nurunun üzerinde olduğu için, Allah-u Teâlâ onu bu gizli sırlara mazhar eder. Bir mahlûk için bu, tasavvura sığmayan lütuflardan birisidir. Ve bu lütuf kıyamete kadar devam eder.
Üçüncüsü; Bir mahlûkuna en üstün lütuflardan üçüncüsü de, cemâl-i bâkemâli ile müşerref etmesidir.
Diyeceksiniz ki buna imkân var mı? Var efendim. Çünkü Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-: ‘Ben Allah-u Teâlâ’yı gördüm, başka bir şey görmedim.’ buyurdu.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-in yolunda olanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetine, Allah-u Teâlâ lütfuyla kime dilerse ona gösterir.
Bir mahlûk gerçek mânâda Hazret-i Allah ve Resul’ünde fâni olursa, Allah-u Teâlâ dilediği şekilde tecellî eder. Aslında O’ndan başka hiçbir şey yok zaten.
Hakikatimi gördüğüm zaman, itimad edin kendimi zerre kadar değersiz bir mahlûk olarak görüyorum. Gözümle görüyorum, anlatma ile değil.” (7. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Mühim Noktada:
“1. Fenâfillâh’a ulaşmış bir mürşid-i kâmil müridi yürütür, yürü demez.
Binâenaleyh bir müridin ezelde böyle bir mürşid-i kâmilde nasibi varsa; Emmâreyi ve Levvâmeyi geçip Mülhime’ye geldiği zaman Fenâfişşeyh olur ve Fenâfirresul kalesine alınır, tahsile başlar. Bundan haberi bile olmaz, icabederse duyururlar, icabetmezse duyurmazlar. Kimisini açık kimisini kapalı götürürler.
2. Fenâfillâh’a çıkmamış bir mürşid ise müridi yürütemez, ders verir yürü der. O da fenâfirresule kadar gelir, önüne koca bir kale çıkar ve burada durur. Onu içeriye alacak bir fert olmadığı için öteye geçemez. İlim, amel ve ihlâsı nisbetinde ibadetine taatına devam eder ve Allah-u Teâlâ’nın sevgilisi olabilir.
3. Bu ikinci sınıfta olan kimselerin bazıları da o kalenin önünde bocalar. Bocalayınca şeytan zaten onun peşindedir, hemen yuları ona takar. Evden eve, bayırdan bayıra, dağdan dağa dolaşır. Şeytan onu bu güç noktalara sokunca, bu sefer küfretmeye başlar. Şeytan bu hâli ona sevdirdiği için, mârifet yapıyormuş gibi hoşuna gider. İhlâsı da elinden alınır. Artık onun orada tutunması Mevlâ’ya kalmış. Kimisi de en aşağı dereceye kadar düşer. Allah’ımız cümlemizi muhafaza buyursun!” (4. Vakıf Sohbeti’nden)
Her Şey Sevgi İle Kâimdir:
“Bir kulun Hakk’a ulaşması, Hakk’ın o kulunu kendi tarafına çekmesi ile mümkündür. Hiçbir kimse kendi kendiliğiyle Hakk’a ulaşamaz.
Cezbe irfan ehlinin kalplerini tahrik eder; âşıkların gıdası, Hakk yolcularının zevk ve safasıdır. Şüphesiz bu da muhabbet ile kaimdir. Çünkü her şey sevgi ile mümkün olur. Aşk öyle bir lütuftur ki, ifadeye sığmaz. Hakk’tan geldiği için Hakk’a ulaştırır.
Mahviyyet de öyle bir lütfu ihsandır ki Hazret-i Allah’a kavuşturur, zira bunlar kime verilmişse, Hâlik ile mahlûk arasındaki perdeleri kaldırır, bütün sıfatları, dilekleri kül eder.
Aşk ateştir, aşk lezzettir, Hakk’a ulaşmak için güç kaynağıdır.
Mevlânâ Câmi-kuddise sırruh-Hazretleri buyurur ki;
‘Mecâzi de olsa aşk ve sevgiden yüz çevirme, vaz geçme, zira o hakiki aşka ulaştırmak için bir vasıtadır, köprüdür.’
Âşık olanın elem ve mihnete alışması lâzımdır. Çünkü sevilen, sevenin başkası ile meşgul olmasını istemez.
Sevdiği kulunun kalbini başka bir yere çevirmesini istemez. Sevilen her ne kadar ezâ-cefâ ederse de sevgisinde samimi olan âşık bunları hoş karşılamalıdır.
‘Sevgilinin yaptığı her şey sevimlidir.’
Aşıka en tatlı gelen şey, sevgilisi için yanmaktır. Mânen gıdalanmak elbette aşkullah ve muhabbetullaha bağlıdır. Aşk ve muhabbetin kemaline erenler, Mahbub-u hakiki ile olmaktan ve O’na hizmetten başka hiçbir şey düşünmezler.
Müminlerin kalp gözlerini açarak, onları marifetin nuru ile Rızây-ı Bâri’sine eriştiren Hazret-i Allah’a sonsuz şükürler olsun.” (9. Vakıf Sohbeti’nden)
Her Şey Sevgi İle Kâimdir
İki Türlü Hayat:
“Hayat ikidir: Ulvî hayat, süflî hayat.
Ulvî hayatı yaşayanlar öyle kimselerdir ki, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür, karınları açtır. Fakat gönül cennetinde yaşarlar. Yaşadıkları hayatı hiç kimse bilmez ve bu ulvî hayatı hiçbir hayata değişmezler. Dışarıdan gören onlara acır, onlar da dışarıdakilere acır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulur:
“Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman; Hakk’ı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Derler ki: Rabb’imiz! Biz iman ettik, bizi de şâhit olanlarla beraber yaz!” (Mâide: 83)
Bu ulvî hayatı yaşayanlar dünyada gönül cennetinde oldukları gibi, ahirette de Allah-u Teâlâ’nın lütfuna ihsanına mazhar olmaya en layık olan kimselerdir.
Süflî hayata gelince; bu hayatı yaşayanların gayesi yeme-içme, giyme-gezme, mukarenet ve buna benzer dünyevî zevklerdir. Bu hayat da kabre kadar gider, kabirden sonrasını Mevlâ bilir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler.” (Furkân: 44)” (3. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Bölüm İnsan:
“Bir eve üç misafir gelir. Ev sahibi der ki: ‘Komşunun mevlid-i şerifi var siz de dâvetlisiniz.’ Onlar da giderler ve gelirler. Her birini ayrı odalarda misafir eder. Birisine sorar. ‘Oğlum! Mevlid-i şerif nasıl oldu?’, ‘Çok güzel oldu der, mevlid dediğin böyle olacak. Pilâvın altında bir parmak yağ vardı.’ İkincisine sorar. O da: ‘Çok güzel okudular, okuyanların sesleri çok güzeldi.’ diye cevap verir. Üçüncüsüne sorar. O da der ki: ‘Çok duygulandım. Hele hafız efendi: ‘Doğdu ol sedeften ol dürdânesi.’ derken kendimden geçtim.’
Bu mevlid-i şerifi dinleyenler gibi biz de şimdi üç bölüme ayrıldık.
Bir kısım insanlar dünyaya geliş sebebini yeme-içme, giyme-gezme... sandı. Süfli hayata daldı, ömrünü safahat yolunda geçirdi.
Diğer bir kısmı sese kulak verdi, hakikati arayan ilim araştırıcısı oldu.
Öyle kimseler de vardır ki, ilim-irfan mektebine dehalet etti. Fenâfişşeyh, Fenâfirresul ve Fenâfillâh’a ulaştı. Gayesine, maksadına nâil oldu.” (3. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Büyük Lütuf:
“Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulu üzerinde en büyük lütufları nelerdir?
Birincisi; Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulunun üzerinde en büyük lütfu ‘Kulum’ demesidir. Bir insanın ‘Ben kulum’ demesi kıymet ifade etmez, Yaratan’ın ona: ‘Kulum’ demesi kıymet ifade eder. Asıl maksat da budur. Bunun için fakir her fırsatta der ki: ‘Ben hâlâ: ‘Allah’ımın kulu, Habib’inin ümmetiyim.’ diyemedim. ‘Allah’ım ne olur, zâtına kul Habib’ine ümmet et!’ diye niyaz ediyorum, yalvarıyorum.’
Yaratan’ın mahlûkuna: ‘Kulum’ demesinin yanında İbrahim Aleyhisselâm’a lütfettiği gibi: ‘Halilim’ demesi, Muhammed Aleyhisselâm’a lütfettiği gibi: ‘Habibim’ demesi, ‘Sevgilim’ demesi vardır. Bu beyan devam eder efendiler, kıyamete kadar devam eder. Bu lütuf da yine Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetinedir.
İkincisi; Allah-u Teâlâ’nın sevdiği kulunun üzerindeki en büyük lütuflardan birisi de kuluna ‘Selâm etmesi’dir.
Meselâ: ‘Veselâmün alel-mürselin = Peygamberlere selâm olsun!’ Bilen için anlayan için bu ne büyük bir ihsandır. Allah-u Teâlâ hiç ummadığınız bir kula selâm eder. Bütün bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın yüzü suyu hürmetine, onun vârislerine bahşedilen gizli lütuflardır. Çünkü üzerindeki emanet Resulullah Aleyhisselâm’ın emaneti olduğu için, o sevgilinin nurunun üzerinde olduğu için, Allah-u Teâlâ onu bu gizli sırlara mazhar eder. Bir mahlûk için bu, tasavvura sığmayan lütuflardan birisidir. Ve bu lütuf kıyamete kadar devam eder.
Üçüncüsü; Bir mahlûkuna en üstün lütuflardan üçüncüsü de, cemâl-i bâkemâli ile müşerref etmesidir.
Diyeceksiniz ki buna imkân var mı? Var efendim. Çünkü Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-: ‘Ben Allah-u Teâlâ’yı gördüm, başka bir şey görmedim.’ buyurdu.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-in yolunda olanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in yüzü suyu hürmetine, Allah-u Teâlâ lütfuyla kime dilerse ona gösterir.
Bir mahlûk gerçek mânâda Hazret-i Allah ve Resul’ünde fâni olursa, Allah-u Teâlâ dilediği şekilde tecellî eder. Aslında O’ndan başka hiçbir şey yok zaten.
Hakikatimi gördüğüm zaman, itimad edin kendimi zerre kadar değersiz bir mahlûk olarak görüyorum. Gözümle görüyorum, anlatma ile değil.” (7. Vakıf Sohbeti’nden)
Üç Mühim Noktada:
“1. Fenâfillâh’a ulaşmış bir mürşid-i kâmil müridi yürütür, yürü demez.
Binâenaleyh bir müridin ezelde böyle bir mürşid-i kâmilde nasibi varsa; Emmâreyi ve Levvâmeyi geçip Mülhime’ye geldiği zaman Fenâfişşeyh olur ve Fenâfirresul kalesine alınır, tahsile başlar. Bundan haberi bile olmaz, icabederse duyururlar, icabetmezse duyurmazlar. Kimisini açık kimisini kapalı götürürler.
2. Fenâfillâh’a çıkmamış bir mürşid ise müridi yürütemez, ders verir yürü der. O da fenâfirresule kadar gelir, önüne koca bir kale çıkar ve burada durur. Onu içeriye alacak bir fert olmadığı için öteye geçemez. İlim, amel ve ihlâsı nisbetinde ibadetine taatına devam eder ve Allah-u Teâlâ’nın sevgilisi olabilir.
3. Bu ikinci sınıfta olan kimselerin bazıları da o kalenin önünde bocalar. Bocalayınca şeytan zaten onun peşindedir, hemen yuları ona takar. Evden eve, bayırdan bayıra, dağdan dağa dolaşır. Şeytan onu bu güç noktalara sokunca, bu sefer küfretmeye başlar. Şeytan bu hâli ona sevdirdiği için, mârifet yapıyormuş gibi hoşuna gider. İhlâsı da elinden alınır. Artık onun orada tutunması Mevlâ’ya kalmış. Kimisi de en aşağı dereceye kadar düşer. Allah’ımız cümlemizi muhafaza buyursun!” (4. Vakıf Sohbeti’nden)
Her Şey Sevgi İle Kâimdir:
“Bir kulun Hakk’a ulaşması, Hakk’ın o kulunu kendi tarafına çekmesi ile mümkündür. Hiçbir kimse kendi kendiliğiyle Hakk’a ulaşamaz.
Cezbe irfan ehlinin kalplerini tahrik eder; âşıkların gıdası, Hakk yolcularının zevk ve safasıdır. Şüphesiz bu da muhabbet ile kaimdir. Çünkü her şey sevgi ile mümkün olur. Aşk öyle bir lütuftur ki, ifadeye sığmaz. Hakk’tan geldiği için Hakk’a ulaştırır.
Mahviyyet de öyle bir lütfu ihsandır ki Hazret-i Allah’a kavuşturur, zira bunlar kime verilmişse, Hâlik ile mahlûk arasındaki perdeleri kaldırır, bütün sıfatları, dilekleri kül eder.
Aşk ateştir, aşk lezzettir, Hakk’a ulaşmak için güç kaynağıdır.
Mevlânâ Câmi-kuddise sırruh-Hazretleri buyurur ki;
‘Mecâzi de olsa aşk ve sevgiden yüz çevirme, vaz geçme, zira o hakiki aşka ulaştırmak için bir vasıtadır, köprüdür.’
Âşık olanın elem ve mihnete alışması lâzımdır. Çünkü sevilen, sevenin başkası ile meşgul olmasını istemez.
Sevdiği kulunun kalbini başka bir yere çevirmesini istemez. Sevilen her ne kadar ezâ-cefâ ederse de sevgisinde samimi olan âşık bunları hoş karşılamalıdır.
‘Sevgilinin yaptığı her şey sevimlidir.’
Aşıka en tatlı gelen şey, sevgilisi için yanmaktır. Mânen gıdalanmak elbette aşkullah ve muhabbetullaha bağlıdır. Aşk ve muhabbetin kemaline erenler, Mahbub-u hakiki ile olmaktan ve O’na hizmetten başka hiçbir şey düşünmezler.
Müminlerin kalp gözlerini açarak, onları marifetin nuru ile Rızây-ı Bâri’sine eriştiren Hazret-i Allah’a sonsuz şükürler olsun.” (9. Vakıf Sohbeti’nden)