
Ömer Öngüt Kimdir?
"Yarattıklarımızdan
Öyle Bir Topluluk da Vardır ki, Onlar Hakk'a İletirler ve Hak İle Hüküm
Verirler."
(A'râf:
181)
"İyi
Bilin ki, Allah'ın Veli Kulları İçin Hiçbir Korku Yoktur, Onlar Mahzun da
Olmayacaklar."
(Yunus:
62)
"Velilerimden
Birisine Düşmanlık Eden Kimseye Ben Harp İlân Ederim."
(Hadis-i
Kudsî)
"Ümmetimden
Bir Tâife, Kıyamet Gününe Kadar Hakk İçin Muzaffer Bir Şekilde Mücadeleye Devam
Edecektir."
(Hadis-i
Şerif)
"Ömer Öngüt Kimdir?"
Muhterem Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın Sevip Seçtiği, Vazifedar Kıldığı Bir Allah Dostudur.
"Ömer Öngüt'ün Gayesi Nedir?"
Muhterem Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri'nin Gayesi "İman ve Vatan"dır.
"Ömer Öngüt Kimin Adamı?"
Muhterem Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri Yalnız Allah ve Resul'üne Bağlıydı. Başka Hiçbir Kimse Onu Yönetemez.
ÖMER ÖNGÜT -KUDDİSE SIRRUH- HAZRETLERİ'NİN MÜCADELESİ DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE ESERLERİYLE DEVAM EDİYOR!
"Görüldüğü üzere hakikatleri neşrettiğimiz için bir taraftan dini hükümlere karşı olanlar, diğer taraftan dini kendi menfaat ve zanlarına göre kullanmak isteyen münafıklar aleyhimizde tertipler yapıyor, bizi karalamaya çalışıyorlar. Bu iftira ve yalanı yapanlar en büyük zararı kendilerine yapıyorlar. Zira bizim şahsımıza saldırdıklarını zannediyorlar, ancak bu saldırıyı hükm-ü ilâhi'yi neşrettiğimizden yaptıkları için aslında bu düşmanlıkları hükm-ü ilâhi'ye, Allah-u Teâlâ'yadır. Bu sebeple bunların ikinci en büyük zararı müslüman halkımıza ve bu milletedir. Çünkü hak ve hakikat susturulmaya, yalan ve sahtekârlık yükseltilmeye çalışılıyor. Bir millet için bundan büyük bir zarar düşünülemez. Üstelik bu duruma bir müdahale gelmediği için bu da Cenâb-ı Hakk'ın gadabını celbediyor. Biz vazifemizi yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Ama hayatta ama vefatta. Gerçek ve son hesap ise ilâhi divan kurulduğunda görülecek. İşte o gün vay yalancıların haline!
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır."(Fâtır: 10)"
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah dostu büyük bir mutasavvıf idi. Ömrünü Allah yoluna adadı. Bütün ömrü irşadla, nasihatle geçti, eserler neşretti. Allah için, Resulullah için mücadele ve mücahede etti.
Sohbetlerinde, eserlerinde İslâm'ı, imanı, Allah ve Resul'ünü, tasavvufu, Nûr-i Muhammedî'yi anlattı.
Allah-u Teâlâ'nın emirlerine ve Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine gönülden teslim olmuştu. İki cihan serveri Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e en derin bir muhabbetle ve büyük bir saygıyla bağlıydı. Onun izine basa basa gitmekte büyük bir azim sahibiydi. İlâhî hükümlerin ve Sünnet-i seniyye'nin ihyası için gayret gösterirdi.
Hayat-ı saadetleri; Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a; "İlâhi Görüş Birliği"ne dâvetle geçti.
Gaye ve hedefleri; Allah ve Resul'ünü sevdirmek, müslümanları Allah ve Resul'ünde birleştirmek, Nûr-i Muhammedî'nin yayılması, kalpleri Hakk'tan gayrı her şeyden kurtarmak ve arındırmaya çalışmaktı. Bu uğurda hiç kimseden bir şey istemedi, canıyla malıyla cihad etti.
Din-i İslâm'ı aslından çıkarmak isteyenlere ise hiç müsamahası yoktu.
Müslümanlar arasında senlik-benlik davası güdenleri, dinde ve vatanda bölücülük yapanları önce ikaz etti, sonra ifşa etti, haklarında kitaplar yazdı, dergilerimizde makaleler neşretti. İlâhî hükümleri geçersiz kılmaya çalışıp kendi zan ve hükmünü onun yerine koymaya çalışan FETÖ ve benzerlerinin dinden çıktıklarını, küfre kaydıklarını ilân etti. İslâm'ı ve imanı bozmaya çalışan, sapkın fikirlerini Allah-u Teâlâ'nın hükümlerinin yerine koymaya çalışan kişi ve gruplara karşı tek başına, hiç kimsenin kınamasından çekinmeden mücadele ettiler. Bu, çok büyük bir mücadeleydi.
Bu mücadeleye "İman kurtarma cihadı" derlerdi. Zira imanlar yanıyor, ebedî hayatlar gidiyor. Bu duruma çok üzülürler, hak ve hakikati duyurmak için beşer takatinin kaldıramayacağı büyük bir azim ve gayret gösterirlerdi. Bir keresinde; "İtimad edin, dünyada kalmak için tek bir arzum Allah yolunda bu cihad içindir. Beni tek tutan cihaddır. Gitmeye çok meyyalim, bu cihad olmasa yaşamanın âlemi ne!.." buyurmuştu.
Bu büyük mücadelenin gayesi; "Dini, imanı ve vatanı korumak"tı. "Biz öteden beri hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz. Bunu, İslâm dini böyle emrettiği için yapıyoruz. Bizim iki gayemiz var: İman ve vatan." buyurmuşlardı.
İç düşmanın daha tehlikeli olduğunu söylediler, "Dış düşmanın cephesi var, iç düşmanın cephesi yok.", "Bunlar dış düşmandan daha tehlikeli." buyurarak iç düşmanın tehlikesine işaret ettiler ve bu din ve vatan düşmanları ile mücâdele ettiler. İnsanların ebedî hayatının kurtulması için, imanları kurtarmak için; ifsatlarını, çıkarttıkları fitne ateşini söndürmeye çalıştılar. Dünyevî maksatlarla ortaya çıkan, din istismarı yapan bu iç düşmanları; önlerine Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri koyarak halka duyurdular.
Şöyle buyurmuşlardı:
"Bizim bütün gayemiz iman kurtarmaktır.
Vatanımı, bayrağımı çok ama çok seviyorum. Dinime ve vatanıma düşmanlık edenlerin de karşısındayım. Hem dinimizi, hem de vatanımızı muhafaza ve müdafaa için bu cihadı yapıyoruz.
Devletin ittifaktan, devletsizliğin nifaktan olduğunu belirtiyoruz. Zira devletsiz olunca dinini yaşayamıyorsun.
Dinimizde, devletimizde bir ve beraber olalım. Her tarafımızı düşman kaplamış, ittifaksızlık sebebiyle devleti kaybedersek, küffârın idaresinin altına girersek durum ne olur? Allah'ımız muhafaza buyursun."
O günlerde birçokları bu Zât-ı âli'yi anlayamadı. Bu Zât-ı âli'nin bir taraftan "Din ve vatan" buyurması, "Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan!" buyurması; diğer taraftan dinde ve vatanda bölücülük yapanların dinden çıktıklarını ilân edip onlarla mücadele etmesi halk tarafından hakkıyla anlaşılamadı. Zira halk bu bölücü ve parçalayıcılara "Bunlar da müslüman" nazarı ile bakıyordu. Ve fakat bu Zât-ı âli'nin her beyanı Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le idi. İtiraza imkân yoktu.
Bu Zât-ı âli özetle; "Din" dedi, "İslâm" dedi, "İman" dedi, "Vatan" dedi. "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." dedi.
"Ben size imanı, Allah'a ve Resul'üne bağlılığı, bu güzel vatanımızda da birlik ve beraberliği korumayı tavsiye ediyorum." buyurmuşlardı.
Ve bugün gerek Türkiye'de gerek İslâm dünyasında yaşananlar, din ve iman için, küffar ordularına karşı koyabilmek için; bir taraftan devletin, bayrağın, Allah ve Resul'ünde birlik ve beraberlik içinde bulunmanın ne kadar önemli olduğunu; diğer taraftan iç düşmanların küffardan daha tehlikeli olduğunu ve küffarın veremediği zararı müslümanlara verdiğini bizlere ayan beyan gösteriyor.
Bugün müslümanların en büyük dış düşmanı Yahudi ve Amerika'dır. İslâm ülkelerini hem içerden karıştırmaya çalışıyorlar, hem birbirlerine vurdurmaya çalışıyorlar, hem de taarruz edip işgal etmeye çalışıyorlar. Bu zamanda Yahudi'ye karşı, Amerika'ya karşı, bütün küffar devletlerine karşı müslümanların ve İslâm'ın muhafazası, selâmeti için güçlü bir Türkiye'nin varlığı iyice ortaya çıktı. Burada böyle bir devletin varlığı bile müslümanların gönüllerine ferahlık veriyor.
Bu hakikat henüz bu kadar aşikâr bir şekilde ortaya çıkmadığı, birçoklarının Türk bayrağına hakaret etmeyi marifet zannettiği bir zamanda bu Zât-ı âli bu hakikatleri söyledi, "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." sözünü ve Türk bayrağını dergimizin logosuna koydurttu.
Memleketimizin Darü'l-harp olduğunu iddia edenlere cevap verirken şöyle buyurmuşlardı:
"Ben, hükümet Hazret-i Allah'ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum." (Kardeşlik Dini Siyaset ve Cihad, Baskı tarihi: 1986, s. 17)
Binaenaleyh kendileri bir taraftan fitne ve bölücülükleri kaldırmaya, birlik ve beraberlik tesis etmeye çalışırlarken, diğer taraftan memleketin ıslahı, müslümanların irşadına gayret ediyorlardı.
Bugün biz görüyoruz ki; bu Zât-ı âli'nin âdeta bütün beyanları kendisinden sonraki zaman için söylenmiş gibidir. O zamandan gelen beyanları bu zamana ışık tutuyor, önümüzü aydınlatıyor.
Ve görüyoruz ki; Muhterem Ömer Öngüt'ün işaret koyduğu her kimsenin âkıbeti bu Zât-ı âli'nin ne kadar doğru söylediğini, Allah-u Teâlâ'ya olan yakınlığını ortaya çıkartıyor. FETÖ'yü hep beraber gördük, Yaşar Nuri Öztürk hakkında kitap çıkartmıştı deist olarak öldü. Buna mümasil diğerleri de böyledir. Bunlardan tehdit ve tehlikesi devam ettiği bilinenlere karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, yeni zararlara uğramamıza sebep olabilir.
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin gayesi; dinde, vatanda "Uhuvvet, birlik ve beraberlik" idi.
Ve görülüyor ki "Bunlar da müslüman" diyerek bu bölücüleri kucaklamaya çalışmak dine ve vatana en büyük zararı veriyor. Bunun delilini Türkiye'de FETÖ örneğinde gördüğümüz gibi; Suriye ve Irak'ta türeyen DAEŞ olsun; bugün İdlib'deki Türkiye'ye düşman grupların varlığı olsun ayan beyan görüyoruz.
FETÖ'nün Türkiye'ye verdiği zararı bir dış düşman verebildi mi? Bu hâinler 15 Temmuz'da başarılı olmuş olsaydı memleketi küffara çoktan peşkeş çekmiş olacaklardı. Devlet hâlâ bunları temizlemeye çalışıyor. Yurtdışında FETÖ diasporası kurdular, Türkiye'nin aleyhine çalışıyorlar. Ermeni diasporasının, Yunan diasporasının veremediği zararı Türkiye'ye bunlar veriyor.
Aynı şekilde Suriye'de, Irak'ta DAEŞ denilen fitnenin müslümanlara verdiği zararı başka kim verebilirdi? Müslümanları tarumar ettiler. Amerika'nın, Rusya'nın zulmüne zemin hazırladılar.
Aynı şekilde İdlib'deki Türkiye'yi kabul etmek istemeyen benzer gruplar hâlâ Türkiye'ye karşı orada durmaya çalışıyor. Türk askeri oraya giderken bunlardan emin olamıyor. Böyle müslümanlık mı olur? Bunlar mı müslüman? Bunları bahane eden Esed, Rusya ve İran'ın desteği ile milyonlarca müslümanı sürüyor, bombalıyor.
Amerika olsun, Yahudi olsun, Rusya olsun küffar İslâm ülkelerine nüfuz ederken her bir bölücüden ziyadesiyle istifade ediyor.
Müslümanlar, müslüman devletler birlik ve beraberlik içinde olsaydı, hiçbir küffar bu coğrafyada barınamazdı.
İşte Muhterem Ömer Öngüt'ün bu iç düşmanlarla, bu din ve vatan bölücüleri ile yaptığı mücadele bunun içindir. Müslümanları uyandırmak, küffara karşı dinimizi ve vatanımızı korumak içindir.
Bu mücadele yapılmamış olsaydı, bu bölücülerin hiçbir çekincesi olmayacaktı ve memleketi baştan sona bunlar istila etmiş olacaktı.
Bu
Hakikatleri Hazmedemeyen Hâinler
Muhterem
Ömer Öngüt'e İftira Ettiler:
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt'ün bu ifşası ve mücadelesi bu bölücülerin hiç hoşuna gitmedi. Hakikatleri kabul edip, İslâm düsturlarına ram olacakları yerde büsbütün düşman kesildiler. Üzerlerindeki damgayı kaldıramayınca bu Zât-ı âli'ye iftira attılar. Müslümanların bu hakikatleri görmesini engellemek için hakikatleri dillendireni karalamaya çalıştılar. "Askeriyenin adamı" dediler, "Kullanılan bir kimse" dediler.
FETÖ'nün "derin" teröristleri bu Zât-ı âli'yi 2009 yılında kurmuş oldukları bir kumpasın içine dahil etmeye çalıştılar.
Bugün bu iftirayı atanların içyüzü ortaya çıktığı halde Ahmet Akgündüz gibiler hâlâ bu iftiralara sahip çıkmaya, aynı karalama kampanyasına devam etmeye çalışıyor.
Ve fakat kim ki bu Muhterem Zât'ı diline dolamaya çalışıyorsa daha dünyada iken Hazret-i Allah onun içyüzünü bize gösteriyor.
Hadis-i kudsî'de de şöyle buyuruluyor:
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)
Muhterem
Ömer Öngüt'e Kim Karşı?
Hangi
İftirayı Atıyorlar?
En önce; FETÖ karşı!
Başka;
Din ve vatan bölücüleri karşı!
Din ve iman hırsızları karşı!
Sahteler, sûret-i haktan görünen imamlar (önderler) karşı!
Sahte mutasavvıflar, sahte vahdet-i vücutçular, şeyh şeytanları karşı!
Din-i İslâm'ı bozmak, tahrif etmek isteyen âhir zaman ulemâsı karşı!
Başka kim karşı?
Kâfir ve küffar karşı, Amerika karşı, yahudiler karşı, Vatikan karşı! Papa ve papazlar karşı!
Küffar bir taraftan İslâm'ı ve hakiki müslümanları karalamaya, ortadan kaldırmaya çalışıyor, diğer taraftan sahteleri el altından destekliyor, büyütüyor.
Küffar kim hakiki kim sahte biliyor. Türkiye'de FETÖ gibileri, Irak'ta Suriye'de DAEŞ gibi örgütleri el altından kurdu, besledi, büyüttü. Zamanı gelince kendi çıkarı için kullandı. 100 yıl önce de Arabistan'da Vehhabileri destekledikleri gibi.
Bu sahteler, bu bölücü ve hainler, menfaat ve saltanat için küffarla el birlik hareket etmekten, el altından işbirliği yapmaktan çekinmezler. Bu gibi hâinlerin Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Yemen'de nelere sebep olduğunu görüyoruz.
Kendi saltanatları için İslâm'ı ve vatanı yıkmaya çalışan bu bölücü hainlere sorduğunuzda "Biz müslümanız" derler, icraatlarını İslâm'a maletmeye çalışırlar, kendilerine karşı çıkanları da devletin adamı olmakla, derin devletin adamı olmakla itham ederler.
Bu memlekette yıllar yılı müslümanlar takip edildi, zulüm gördü. Bir araya gelip ibadet yapamadı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de yıllarca gizli-açık takip edildi. 1980 ihtilalinde Bolu'ya götürülüp sorgulandı, kitabı Sıkıyönetim Askeri Savcılığı'nca soruşturmaya tabi tutuldu ancak "Kovuşturmaya yer olmadığına" karar verildi. 28 Şubat'tan sonra da benzer muamelelere muhatap kaldı, kurmuş olduğu vakıf soruşturma geçirdi.
Tek parti döneminde daha büyük sıkıntılar vardı.
O devirlerde bütün müslümanlar bu sıkıntıları yaşadı.
O devrin müslümanları her cefaya katlandı. Ve fakat bu cefalar onların imanını arttırmaktan, azmini çoğaltmaktan başka bir şeye yaramadı.
O devirleri yaşayan müslümanlar bu sıkıntıları yaşadılar ve fakat asla İslâm'dan, imandan taviz vermediler. Para toplamadılar, saltanat ve madde peşinde koşmadılar, "Muhammedü'r-resulullah demese de olur" demediler, "Fâiz alınabilir" demediler. İmanı ve takvayı yaşadılar. Aç kaldılar imanlarından taviz vermediler.
O sıkıntılı zamanda İslâm'ı yaşayan azdı ve fakat sahteler de azdı, bugünkü gibi ortalığı sahteler işgal etmemişti.
Oysa bugün ortalığı bu sahteler kaplamış durumda. Kimisi Amerika'nın, CIA'nın koltuğuna girmiş memleketi peşkeş çekmeye çalışıyor; kimisi memleketimize "Darü'l-harp'tir" diyor, çatır çatır fâiz yiyor, kimisi "Mehdiyim" diyor, kimisi manevî saltanat kurmuş, kimisi banka kurmuş, kimisi holding patronu olmuş.
Bunlar mı o iman abidesi müslümanların takipçileri?
Bu sahteler onların yolundan, o devrin müslümanlarının izinden gittiklerini zannediyorlar.
Mümkün mü? Asla!
Muhterem Ömer Öngüt bunların içyüzünü yazınca kendi sapıklıklarını gizlemek, insanları kandırmak için hemen iftira atıyorlar, "Derin devletin, askeriyenin adamı" diyorlar.
Bu Zât-ı âli'nin kimin adamı olduğu, nerede durduğu belli. Asıl siz kimin adamısınız?
İşte her şey ortada açık. Ama görmüyorlar! Görmek istemiyorlar!
Soruyoruz!
Din-i İslâm için, Hazret-i Kur'an için mücadele eden, yalnız ve yalnız Allah ve Resulullah için çalışan, her işte ahkâm-ı ilâhi ile hareket eden, hep ahkâm-ı ilâhi'yi ileri süren, 85 yıllık ömrü din ve vatan bölücüleri ile mücadele ile geçen bu Zât-ı âli mi derin devletin adamı?
Yoksa bu Zât-ı âli "Din ve vatan" dediği için, bölücülük yaptığınızı duyurduğu için mi bu yaftayı vurmaya çalışıyorsunuz?
Derin devletin adamı "Dini nikâh şart değil" diyen bir Diyanet reisine cevap verir mi? "Organ nakli" adı altında yapılan katliama dur demeye çalışır mı?
Derin devletin adamı hiç Arabistan'da yapılan katliama ahkâm-ı ilâhi'yi ortaya koyarak müdahale eder mi?
Bu Zât-ı âli ıslâh için, imanları kurtarmak için, küffara karşı vatanımızı muhafaza etmek için çalışıyor.
Siz ne için çalışıyorsunuz?
Kimin için çalışıyorsunuz?
Asıl siz kimin adamısınız?
Soruyoruz!
İslâm, Kur'an diye ortaya çıkıp İslâm'ı her işlerine alet edenlerle mücadele etmek derin devlet mi?
Ahkâm-ı İlâhi'yi çiğneyenlerle mücadele etmek derin devlet mi oluyor?
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri inkâr edenlerle mücadele etmek derin devlet mi oluyor?
İslâm'ı kullanarak müslümanları soyan, yolanlarla mücadele etmek mi derin devlet?
Dini, vatanı sevmek mi derin devlet?
...
Hak ve adaletle, iman ve vicdanla bakan; bu Zât-ı âli'nin niyet-i halisa ile tek gayesinin din, iman ve vatan olduğunu görüyor ve teşekkür ediyor.
Bu zâtın beyanları hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ledir, laf değildir.
Allah
Ehli'ni Allah'tan Başka
Kimse
Kullanamaz:
Oysa madde, makam, menfaat vb. hiçbir dünyevî arzusu olmayan, "Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21) Âyet-i kerime'sini düstur edinen bir Zât-ı âli'yi kim kullanabilir? Asla. Hiç kimse kullanamaz. Ve kullanamadı da.
O Hazret-i Allah'ın kullandığı kulu idi, kimsenin adamı değildi. Bilakis Selçuklu'nun, Osmanlı'nın, küffarla cihad eden, haçlı ordularını tarumar eden Türk ordularının muzafferiyeti için seccadesi başında gözyaşı döken "Evliyâullah"ın son halkası idiler. Din ve vatan bölücüleri bu devleti yıkmaya çalışırken bu Zât-ı âli Kıbrıs harbinde, terörle mücadelede ve buna mümasil her daim ordumuzun muzafferiyeti için duâ etti. Bu bölücüler onun bu hâlini devletin adamı olarak yorumladılar. Çünkü onların kurmuş oldukları dine göre devleti yıkmak, vatanı parçalamak gerekiyordu.
Kırk Yıldır Devam Eden Mücadele:
Bugünkü bu bölücülükler 1970'lerde, 1980'lerde türemeye başladı. İslâm adına para toplamalar başladı,
"Dar'ül-harpçiler", "Hicretçiler" peydah oldu. O tarihlerde eser çıkartıp bunlara kim müdahale etti? Ömer Öngüt.
Cemalettin Kaplan Almanya'da stadyumlarda tahta tüfeklerle hilâfetini ilân etti. Bu sahte hâlife hakkında kim kitap çıkarttı? Ömer Öngüt.
Kendisine oy vermeyenlere "Patates dinindendir", "Haccı, zekâtı kabul olmaz" diyen Erbakan'a kim müdahale etti? Ömer Öngüt.
Fetullah Gülen dinlerarası diyalog adı altında müslümanlara küfrü hoş göstermeye çalıştı, Kelime-i Tevhid'den Resulullah Aleyhisselâm'ı çıkartmaya çalıştı. Buna kim müdahale etti? Ömer Öngüt.
Süleyman Hilmi Tunahan'dan sonra onun yolundan ayrılan Kemal Kacar "Türkiye Dar'ül-harptir, fâiz alınabilir" diye gazetelere beyanat verdi. Kim müdahale etti? Ömer Öngüt.
Yaşar Nuri Öztürk gibi âhir zaman âlimleri İslâm'da olmayan fetvalar vererek halkı ifsat etmeye çalıştı, İskender Evrenesoğlu gibi sahte mehdiler, sahte isalar, sahte dabbetül arzlar türedi. Kim bunlar hakkında eser çıkarttı? Ömer Öngüt.
"Organ nakli"ne cevaz veren fetvanın yayınlanması üzerine "İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli" isimli kitabı kim neşretti? Ömer Öngüt.
FETÖ'nün "Dinlerarası diyalog" fitnesine sahip çıkan, FETÖ gibi Papa'ya giden, "Dini nikâh şart değil" diyen Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz hakkında dergilerimizde kim neşriyat yaptı? Ömer Öngüt.
Türkiye'de türeyen Hizbülvahşetçiler katliamlar yaparken bunlar hakkında kim eser neşretti? Ömer Öngüt.
Sahte mutasavvıflar, şeyh şeytanları ortalığı istilâ etti, tasavvufu babadan oğula geçen saltanata çevirdiler, bazıları holding patronu oldular. Bu yapılanların dinde ve bu âli yolda olmadığını kim yazdı? Ömer Öngüt.
Küffar devletleri FETÖ'nün açtığı zemini kullanıp Türkiye'de serbestçe misyonerlik faaliyetleri yaptıklarında, gemi azıya aldıklarında, bu misyonerlere karşı kim dergiler neşretti? Her bir Avrupa dilinde hıristiyanları İslâm'a davet eden broşürler yayınlayıp bütün Avrupa'da, Amerika'da, Vatikan'a kadar sevenleri tarafından bu broşürlerin dağıtılmasına kim öncülük etti? Ömer Öngüt.
Küffar memleketlerinde karikatürlerle vs. Resulullah Aleyhisselâm'a hakaretler edildiğinde bu alçaklığa, bu sapıklığa kim cevap verdi? Ömer Öngüt.
Vehhabi Suud 1995 yılında haksız bir fetva ile aralarında Türklerin de olduğu şoförleri idam ederken bu haksız katliama kim müdahale etti? Vehhabiler hakkında kim eser neşretti? Ömer Öngüt.
....
İşte Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri İslâm'a en büyük zararı veren bu türemeleri, din ve vatan bölücülerini, halkı ifsad eden âhir zaman âlimlerini, sahte mutasavvıfları ifşâ ettiler. Eserler neşrettiler.
Bu yüzden bu sahtelerin hepsi bu Zât-ı âli'ye düşman kesildiler, iftira attılar. Eserlerinin okunmaması için propaganda yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.
"Bizim bu bölücülerle cihadımız, sanmayın ki küçük bir çarpışmadır. Bütün bölücülerle karşı karşıya gelmiş durumdayız. Nasipdar olan tenvir oluyor, nasibini alıyor. Nasibi olmayan görmüyor." buyurmuşlardı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin ömrü saadetleri bu sahtelerle, cemaat adı altında din ve vatan bölücülüğü yapan sapık fırkalarla, "Tasavvuf ehliyim" diye ortaya çıkan sahte şeyhlerle, "İslâm âlimiyim" diye ortaya çıkan saptırıcı âhir zaman âlimleri ile mücadeleyle geçti.
"Yazan Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın." (Bakara: 282)
Âyet-i kerimesi mucibince hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden hakikati neşretti.
Çünkü;
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54)
Âyet-i kerime'sini düstur edinmiş, hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmemiş, vazifesini bihakkın yürütmüştü.
Hakkı duyurdu, hakikat ile dalâleti ayırdı, berzah oldu. Ümmet-i Muhammedi tenvir etti, fitne ve fesadın sönmesi için canı pahasına çalıştı, uhuvvet, birlik ve beraberlik için azâmi gayret gösterdi.
Öyle bir mücadele ki tek başına milyonlarca insanı karşısına almış, hakikati söylediği için cümle âlem düşman kesilmişti. Ama o Hazret-i Allah'ın dostluğuna tâlip idi.
Bu hususta şöyle buyuruyorlar:
"Allah'ıma yemin ederim ki; kimseye garazım yok. Ben herkese kardeş gözüyle bakarım amma kimsenin de küfrüne rızâ gösteremem. Yani yazacağımı yazarım, yapacağımı yaparım, bunu bilin!
Sırf Allah için, Allah korkusundan yapıyorum. Bir gayem, bir maksadım, bir menfaatim var mı?
Büyük mücadele, mücahede yapılıyor. Milyonlara karşı çıkmış, tek tek tek küfür damgası vuruyoruz. Bugün insana bir kişi, bir düşman yetiyor. Bizim karşımızda milyonlar var. Deli miyim? Hayır! Ben deli değilim. Ben, Allah rızâsı için bu yola çıktım, yapacağımı ölünceye kadar da yapacağım.
Biz emirle hareket ederiz. "Biç!" derlerse, biçeriz, hiç korkmayız. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müşrikler darılacak diye Kur'an-ı kerim'i tebliğden mi geri kalıyordu?
Biz memuruz; izin verdiği kadar yürür, "Dur!" dediği zaman dururuz. Fakat hiç kimseden sakınmıyoruz, hiç kimseyi nazar-ı itibara almıyoruz. Bu âlimdir, bu zâlimdir demiyor, âlimin de zâlimin de üstüne yürüyoruz. Bizim vazifemiz bu. ...
Kardeşler! Gözünüzü açın, dikkat edin!
Biiznillah-i Teâlâ satın alamayacakları bir tek kapı varsa o da buradadır. Yani bu kapı satın alınamaz.
Bu ne büyük bir lütuf.
Allah-u Teâlâ burayı desteklemiş, imanını buraya akıtmış, burası para ile, pulla, dünya ile, madde ile alınacak kapı değil. O'nun rızâsı, O'nun hoşnutluğu her şeyden mühim.
Onun için bu yol Hakk'a ait, halka ait değil. Bu sözümün altında çok ince manalar var." ("Vuslat Sohbetleri", s. 416-417)
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- bu mücadeleyi yaparken sanılmasın ki nefsi ile hareket ediyordu. Asla. Kendileri her türlü nefsanî arzuyu ayakları altına almış, nefisle mücadelenin mücessem bir timsali, büyük bir Allah dostu idi.
Eserlerinde de daima bunu, nefisle mücadeleyi tavsiye etmişlerdi. Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın ve ashâbının yolu böyle kurulmuştur ve o izi takip eden hakiki tasavvuf ehli bunu esas alır.
Bir beyanları şöyledir:
"Fakir der ki:
'Ey zâhid!... Fethetmek için seni kuşanmış görüyorum. Fakat sen fethedildiğini bilmiyorsun. Evvela kendi içine dön. İçindeki düşmanını öğren. Evini ve odalarını işgaliyetten kurtar.'
Hakiki imana sahip olabilmek için nefisle mücadele etmek gerekir.
Kişiler ilk önce kendilerini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten men etmeye önce kendi nefislerinden başlamalı; başkalarından önce kendilerini düzeltmeye çalışmalıdırlar. En efdal cihad budur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?" buyuruyor. (Bakara: 44)" (Tasavvufun Aslı, Hakikat ve Marifetullah İncileri, s. 234)
Nefsin bütün arzularından sıyrılmadan bir kimse Allah'a yakınlaşabilir mi?
Nefsin bütün arzularından sıyrılmayan bir kimse bu büyük mücadeleyi yapabilir mi?
Ömer
Öngüt -Kuddise Sırruh- Nefis İle Büyük Cihadı Hakkıyla Yapan,
Ehl-i
Tasavvufun Kendisinden İlham Aldığı Büyük Bir Zât-ı Âli İdi:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir sefer dönüşünde ashâbına:
"Küçük cihaddan büyük cihada döndük." buyurmuşlardır. (Camiü's-sağir)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Hakiki mücahid nefs-i emmaresi ile savaşan kimsedir" (Tirmizî)
"En iyi cihad, insanın kendi nefsânî arzularıyla Allah rızâsı için yaptığı cihaddır." (Camiü's-sağir)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu Hadis-i şerif'lerin tecelliyatlarına tam manası ile mazhar olmuş bir Zât-ı âli idi.
Oruçlu olmadıkları günlerde iki öğün yemek yerler, bu yemeklerinde asla çeşit çeşit yahut doyacak kadar yemezlerdi. Ahir ömründe hastalık zamanında doktoru diyet listesi verdiğinde; "Zaten ben hayatımda bunlardan doyacak kadar yemedim." demişlerdi.
Gecelerini dâima ibadet ile geçerirlerdi, teheccüd ve tesbih namazlarını yolculuk ve şiddetli hastalık haricinde hiç bırakmamışlardı.
Gençliklerinde irşad gayesi ile yaptıkları şehirlerarası yolculuklarda yolda leblebi-üzüm ile karınlarını doyururlar, hususiyetle kalabalık gittikleri yerlerde yemek yemezler, misafir oldukları hânelere asla külfet ve yük olmazlardı.
Memleketimizde çok az bir sanayinin bulunduğu 1940'lı yıllarda 16 yaşında başladıkları ayakkabı imalatında kısa zamanda işleri büyümüştü. Ancak mânevî işaret üzerine işlerini küçülttüler, tek başlarına çalışmaya başladılar. Dünyayı terkettiler. Bununla beraber başkasına muhtaç olmayacak kadar kendi çalışması ile geçimlerini sağladılar, kimseye el açmadılar, İslâm'ı dünyalık için âlet etmediler.
Herkes uyurken o uyanıktı, herkes gülerken o ağlardı. Her anını zikirle, fikirle, şükürle geçirirdi.
Hayatının her yönünde, her anında etraflarına en güzel bir numune olmuşlardı.
Düzce'deki hanelerinde yıllarca misafirlerini bizzat kendileri ağırlamışlardı. Misafirlerini koltukta oturturlar, kendileri ise kapının girişindeki bir pufun üzerinde otururlardı.
Büyük bir mahviyet ve tevazu sahibi idiler. Bu büyük tevazuları Hazret-i Allah'a yakınlıktan geliyordu. Zira mülkün sahibi, azamet sahibi Yaratıcı'ya yakınlık ancak kişinin küçüklüğünü, acziyetini, hiçliğini itirafı ile mümkündür ve bu da Allah dostlarına verilmiştir.
Yaşamadıkları hiçbir şeyi anlatmadıklarını beyan buyurmuşlardı.
Bir beyanları şöyledir:
"Bizim tuttuğumuz yol, mahviyyet üzerine, hiçlik üzerinedir. Ben hayatım boyunca halı üstünde yattım. Ta ki doktorlar zorlayıncaya kadar. Onun için bizim yolumuz, mahviyyet, hiçlik yoludur. Varlık, benlik yolu değil!"
Şeyhi Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin 1950 yılında vefat etmesi üzerine genç yaşta emânet-i ilâhî'yi taşımaya başlamışlar, 2010 yılındaki vefatlarına kadar 60 yıl boyunca İslâm'a, imana hizmet etmişler, insanları irşad etmişlerdi.
Hazret-i Allah'tan gelen bu ilim ve mahviyet ile irşad halkaları sadece kendi ihvanına değil bütün müslümanlara uzanmıştı.
Tasavvuf erbabı, mürşidler, şeyhler eserlerinden ilham aldılar, kendi talebelerine okunması için tavsiye ettiler. Bunlar arasında tanınmış zâtlar vardı.
1984 yılında vefat eden bir Zât-ı âli yakınlarının kendisinden sonra kimi bıraktığını sormaları üzerine kendi talebelerinden bir kimseyi değil, Muhterem Ömer Öngüt'ü işaret etmişti. Bunu en yakın talebeleri naklettiler ancak bu vasiyete riayet etmediler.
Daima tevazuyu tercih ettikleri için öne çıkmayı asla istememişlerdi. Bir İstanbul ziyaretlerinde Gönenli Mehmet Efendi'nin kendilerine yönelerek teveccüh göstermek istemesi üzerine kibarca oradan uzaklaşmışlardı. Bu Zât-ı âli de 1991 yılında vefat etti.
1993 yılında vefat eden bir başka Şeyh Efendi talebelerine bu Zât-ı âli'nin kitaplarını okumalarını tavsiye etmişti. Vefatından sonra bu tavsiyeye sırt çevirdiler.
2001 yılında vefat eden bir Şeyh Efendi hakkında şöyle söylemişlerdi: "Onlar da para toplamaya çıkıyorlardı. Biz dedik ki: 'Onlara bu yakışmaz.' Hemen vazgeçtiler. Onun için onlar bizdendir, kardeşimizdir."
Bir Zât-ı muhterem onun hakkında "O Resulullah Aleyhisselâm'ın gölgesidir." buyurmuştu.
Samsun'dan bir Şeyh Efendi "Gerçek Mürşid Hazret-i Allah'tır" isimli eserini okuduktan sonra müridleri ile beraber gelerek kendisine intisap etmişti. Bu zât Muhterem Ömer Öngüt'ten bir gün önce vefat etti.
Binaenaleyh devrinin önde gelen şahsiyetleri Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni bilir ve hürmet ederlerdi.
Ancak bu zâtların hepsi vefat etti. Bugün "Tasavvuf yolundayız" diyenlerin hemen hepsi ticarete yöneldi, şeyhliği babadan oğula geçen saltanata çevirdi. O eski zâtlardan kimse kalmadı.
Siyasilerden, devlet ricalinden kendisini ziyarete gelip fikir danışanlar olurdu.
Yazmış oldukları kitapları geniş kitleler tarafından okundu, takdirler aldı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın nûraniyetini, ruhâniyetini, Allah katındaki değerini anlatmış oldukları "Nûr-i Muhammedî -s.a.v-" isimli kitabına 1990 yılında Talim Terbiye Kurulu'nca öğretmen ve öğrencilere tavsiye kararı alındı. Daha sonra FETÖ'cülerin müdahalesi ile bu karar kaldırıldı.
"Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm" isimlikitabı ise Pakistan'da yapılan yarışmada birinci oldu.
Büyük bir takdir ve teveccühlere mazhar oldular. O ise bu durumdan istifade etmeyi, etrafına kalabalık toplamayı aklından dahi geçirmedi.
Ömürleri boyunca zerre kadar nefsine tâviz verdiği görülmemiş, daimâ huzur-u ilâhi'de imiş gibi yaşamıştır. Ziyarete gelenler olsun, ihvanı olsun; yakınlık makamından neşet eden bu mehabet ve celâleti her zaman hissetmiş ve huzurlarında hürmet ve ihtiram üzere bulunmuşlardır.
Bu Zât-ı muhterem hayatı boyunca böyle yaşadı ve fakat birçok kimsenin haberi yok.
Ama onu tanıyanlar iyi bilirler ki; Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ehlince gayet iyi bilinen; manevî şahsiyeti çok yüksek, müridleri değil şeyhleri dahi irşad eden; dünyaya, maddeye, menfaate, makam-rütbeye zerre kadar iltifat etmeyen; memleketimizin, din ve vatanın selâmeti için gayret eden büyük bir Zât-ı âli idi.
İhvanına da Dâima Nefisle Mücadeleyi Tavsiye Etmişlerdi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bir taraftan kişinin iç düşmanı olan nefis ve şeytanla harbe tutuşmuş, bir taraftan da iman kalesini yıkmak için hücum eden herkesle mücadele etmişti.
Etrafındaki insanlara da önce nefisle cihadı tavsiye etmişler, nefsine hakim, dinine ve vatanına bağlı insanlar yetiştirmişlerdi.
İhvanına kurtuluş yolunu şöyle tarif etmişlerdi:
"İhvana kurtuluş yolunu tarif ediyorum. Kurtuluş üç noktadadır:
Birincisi nefsinle cihad et, ikincisi bölücülerle cihad et, üçüncüsü Hazret-i Allah'ın kitabına uy, arkaya atma onu. Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine dikkat et, sâdıklarla beraber ol. Felâh bu üç noktadadır. Unutmayın bunu...
Hakk'ta samimi olanlar, Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesinde, tasarruf-u ilâhiyesinde bulundukları için onlar kaymıyor.
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hûd: 112)
Bunun üzerine çok duruyoruz. Tutunma yeri, kurtuluş ipi orası.
O'nun emri, O'nun hükmü olacak, başka hiçbir şey olmayacak.
Hudut; daire-i saadet, merkez-i selâmettir. Hududun dışına çıktın mı helâke vesile olur. Onun için insan, huduttan çıkmaması için nefsini katmaması lâzım. Nefis girdiği anda huduttan aşağı çıkar, gider." (Saâdete Erenler, Felâkete Kayanlar, s. 326-327)
Bir diğer beyanları da şöyledir:
"Ben kendime iman etmedim. Ben, Allah'ıma iman ettim. Siz de bunları anlamak için kendinizi zorlayın, tefekkür edin. Bu da üç şeyle olur. İbadet, muhabbet, rahmet-i ilâhi'yi kalbe akıtmakla, râbıta ile olur.
Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir. Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim ölümümle iş bitmiyor!
Burası meclis-i ilâhiyedir. Niçin? Hakk kapısı olduğu için. Halk kapısı olmadığı için. Fakir der ki: Kardeşler! Uyanık bulunun, açın gözlerinizi! Bu yol Hazret-i Allah'a ve Resullah'a aittir. Dehalet eden onlara dehalet etmiş oluyor. Binaenaleyh edebimize riayet edelim. Hâl ve ahvalimizi düzeltelim. Daha doğrusu O'nun beğendiği işleri yapalım. Geceleri Hakk'ın beğendiğini yapalım, gündüzleri halkın beğendiğini yapalım, beşeriyete hizmet edelim.
Ben kendimi kitaplarda tanıtırken; "Hükümsüz, değersiz bir mahlûkum. Bütün değer ve hüküm Hazret-i Allah'a mahsustur." diyorum. Onun için çok dikkat edin...
Demek ki ben, ben değilim. Bir benliğim var O yapıyor bunları. Bu yol Hazret-i Allah'a ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e aittir. Şu halde sen de kendini buna göre ayarla..." (Vuslat Sohbetleri, s. 417)
Bu mücadeleyi yaparken hayatın her safhasına yetişmiş, insanları tenvir etmiş, maddi ve mânevi her yönde numune olmuşlar, hakkı ve hakikati tavsiye etmişler, ihlâs ve istikamet üzere olunmasına gayret etmişlerdi.
Bu Zât-ı âli'nin bütün gayesi Hazret-i Allah'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak ve inananları kurtarmaktı. İlâhî muhafazaya tâlip oldu, müslümanlara da bunu tavsiye etti:
"Allah'ımız güzel hâl ile hallendirsin! O güzel hâl ile hallenebilmek için Hazret-i Allah'a gerçekten yaklaşmamız lâzım. Rızasını mucib iş ve hareket yapmamız lâzım. İbadet ve taate yönelmemiz lâzım. O şekilde O'nun rızasını kazanırsak, O bizi hıfz-u himayesine alır. Hıfz-u himayesi ile bizi kötülüklerden korur, tasarruf-u ilâhiyesi ile bizi rıza yolunda yürütür ve kulunu kurtarır."
Din
ve Vatan Bölücüleriyle Yaptıkları Mücadele
Hazret-i
Allah'ın Vazifedar Kılması İle İdi,
Allah-u
Teâlâ'ya Yakınlık Makamından Gelen Bir Celâdet ve Azim Sahibi İdi:
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri nefsine asla taviz vermeyen, dâima Allah-u Teâlâ'nın âzameti ve varlığı karşısında hiçliğini itiraf eden, her daim huzur-u ilâhî'de imiş gibi hareket eden, sohbetleri derin mehabet ve yakınlık makamından süzülen çok kemalli bir Zât-ı âli idi.
Zannedilmesin ki kendilerinin din ve vatan bölücüleri ile yapmış oldukları mücadele; kin ve garaz gibi herhangi bir nefsani hareket ile, yahut kendisini karalamak isteyenlerin iftira attıkları gibi birilerinin adamı olduğu için yapılan bir mücadeledir. Asla.
Hazret-i Allah'ın Zât'ına çektiği, vazifedar kıldığı bir dostu idi. Bu mücadelelerini herhangi bir zanna, tahmine göre değil, Allah-u Teâlâ'nın göstermesi ile, vazifedar kılması ile yapmışlardı.
Ömründe maddeye, menfaate tenezzül etmedi ki menfaat gayesiyle hareket etsin:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime'sini düstur edinmişti, ne para dilenirdi, ne de hediye kabul ederdi.
Bu bölücülerin din adına yaptıkları dilenciliğin, para toplamaların, gaspların bu Âyet-i kerime'ye göre İslâm'da olmadığını söyledi.
Hakikat Vakfı'nı kurdukları zaman bu düsturlar üzere hareket ettiler ve;
"Kimseden istemeyin, geleni reddetmeyin. Başka kuruluşlardan geleni ise, kabul etmeyin." diye vasiyet ettiler.
Kendi geçimini bile el emeği ile kendi geliri ile temin ederdi. Kendi kitaplarının, hediye ettikleri kitapların dahi parasını vakfa satış fiyatından öderlerdi. Vakıfta çalıştıkları halde asla vakıftan para almadılar, yemeğini dahi yemediler.
"Vakıfta oturuyorum, vakfın yemeğini bile yemiyorum. Buranın yemeği helâldir. Bütün masrafımı kendim yaparım. Kendi çamaşırımı kendim yıkarım. Kendi ütümü kendim yaparım. Kendi yemeğimi kendim yaparım. Aşağıda aşçı var. Hayır! Ben iyi bir numune olmaya çalışıyorum. Ve şöyle niyazım var; Allah'ım bana kuru ekmeği sevdir, fakat kitaplardan 40 parayı nasip etme... Emrolunduğum vazifeyi yapmak zorundayım." buyurmuşlardı.
Bugünkü sahtelerin her birinin holding kurduğu bir zamanda asla madde üzere kurulu bir yol bırakmadılar.
Ömründe siyasete tenezzül etmedi ki; bir menfaat için, madde için destek beyan etsin:
Daima gayesiz, saf, üzerinde hiçbir leke bulunmayan bir İslâm yaşayışı üzere bulundular. "Biz Hazret-i Allah'a reyimizi vermişiz." buyurdular. (İmanlı Gönüllere Hitap, s. 114)
Oysa müslümanların önderiyim diye ortaya çıkan kimileri bir bina için, kimileri bir televizyon kanalı kurmak için, kimileri vekillik sahibi olmak için, kimileri devlet kademelerine taraftarlarını yerleştirmek için buna mümasil pazarlıklar ile İslâm'ı ayaklar altına aldılar. Bu güzel dine en büyük zararı verdiler.
Ömründe Hakk'tan başka kimse ile olmadı ki, halkın sözüyle iş yapsın:
Bir beyanları şöyle idi:
"En kıymetli ânım Hazret-i Allah ile olduğum andır. Çünkü benim dostum O'dur. Dost dediğin düşman olabilir, dost zannettiğin belki sana düşmandır. Amma O'nun dostluğu sonsuzdur, O hep dosttur. Şu halde ben dostumla olayım, düşmanımla olmayayım. Halkla konuştuğum zaman birçok lüzumlu ve lüzumsuz kelimeler geçiyor, amma O'nunla olduğum zaman hiç kötü geçmiyor, ânım hep dolu geçiyor. İbadet etmesem bile huzuru yeter. Allah-u Teâlâ lütfu ile ihsan buyurursa, dost olarak O'nu seçmişim, O'nu dost bilmişim, O'nunla olmaya gayret ediyorum. O'nunla olduğum zaman hayattır, O'nsuz olduğum zaman ruhi bir vefattır."
Ömründe etrafına adam toplama gayesi gütmedi ki, yönünü halka dönsün:
Yine bir başka beyanları şöyleydi:
"Bizim gayemiz derviş toplamak değil, iman kurtarmak."
Bu yüzden, gayesi iman kurtarmak olduğu için hiçbir hakikati neşretmekten çekinmedi.
Ömründe Hakk'tan başka kimseye tapmadı, O'ndan başka kimseye boyun eğmedi ki halkın kınamasından çekinsin:
Hiç kimsenin kınamasından çekinmeden irşadını yaptı ve bütün din ve vatan bölücülerini karşısına almaktan çekinmedi. Ömürlerinin son otuz yılı bu mücadele ile geçti. Bu mücadeleye başladıkları zaman kendi ifadeleri ile en yakınında olan bazı ihvanı bile yüzüne baktı, anlamakta zorlandı. Halk zaten bu bölücülere müslüman nazarı ile bakıp destekliyordu. Yıllarca tek başlarına bunların içyüzünü duyurmaya çalıştı.
"Bu kadar sert yazılır mı?" diyenler FETÖ'nün darbe teşebbüsünden sonra benzer şeyleri FETÖ'ye söylemeye başladılar. Ve fakat bu Zât-ı âli seneler öncesinden bunların iç durumunu, küfrünü, ihanetini görmüş ve Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat ve ilân etmişti.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nde bir beşerin takatini aşan öyle büyük bir âzim, kararlılık ve celâdet vardı ki, etrafındakiler kendisine ayak uydurmakta güçlük çekerlerdi. Bilinirdi ki bu hâl ve bu mücadele Allah-u Teâlâ'dan geliyordu. O'nun desteği ile, O'nun yönetmesi ile yürüyordu.
Ve bugün de bu mücadele eserleri ile devam ediyor. Bölücüler hâlâ kendisinden çekiniyor ve karalamaya çalışıyor.
Çünkü gün geçtikçe beyanlarındaki doğruluk ve hakikat aşikâr oluyor. Daha önemlisi mânevî tasarrufları devam ediyor. Zira evliyâullahın ruhaniyeti şehidler gibidir, öldükten sonra da tasarrufları devam eder, evliyâullahın ölümü kınından çıkmış kılıca benzetilmiştir.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud)
"Âlimler peygamberlerin varisleridir." (Buhârî)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu Hadis-i şerif'lerin tecelliyatına mazhar olmuş bir Zât-ı âli idi.
İşte Muhterem Ömer Öngüt'ün yapmış olduğu mücadele İslâm'ın asliyetinin muhafazası için Allah-u Teâlâ tarafından verilmiş bir vazifedir.
Zira bu mücadele olmamış olsaydı, her bir bölücünün görüşü din yerine kabul görseydi; ortada İslâm diye bir şey kalmazdı.
Ümmet-i
Muhammed'i, Bu Milleti, Vatanı ve Devleti Düşünür,
Selâmeti
İçin Duâ Ederlerdi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 1967 Arap-İsrail savaşını Mısır kaybedince önce hatayı kendisinde aradığını, Cenâb-ı Hakk'a istiğfar ettiğini söylemişlerdi. (1973'te ikinci savaşta Mısır ve Suriye ani bir saldırı ile İsrail'e çok büyük zarar verdiler. İsrail'de üst düzey askerler ve hükümet değişti.)
Olacak hadiseleri ve yaşanacak savaşları haber verirler, Allah-u Teâlâ'nın muzafferiyet vermesi için duâ ettikleri gibi hazırlık yapılmasını da tavsiye ederlerdi.
Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gün bir ihvanı küçük bir cep radyosu getirmiş, haber dinlemek için açmışlar. Zât-ı âlileri o anda işi bırakmış, sağ elini alnına koymuş, gözlerinden şapır şapır yaşlar gelmiş. Oradakiler de duygulanmışlar. O esnada bir yakını kapıdan girmiş, telaşlı telaşlı: "Hacı Efendi! Savaş başladı!" demiş. Zât-ı âlileri oradakilere şöyle buyurmuşlar:
"Hacı Celal Efendi'nin telâşını size şöyle arz edelim: Bu sene Hacc'da Kâbe-i Muazama'ya bakıyorduk. Bir ara perde açıldı, Allah-u Teâlâ Türk-Yunan savaşı sahnesi gösterdi. Yanımızda Hacı Celal Efendi vardı, ona bu harbin olacağını ifşâ etmiştik."
Hazret-i Allah'ın yakın kullarının Allah katındaki değeri çok büyüktür. Bizim bilmediğimiz birçok ahval onların hürmetine cereyan eder.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ikinci bir Türk-Yunan Savaşı'nı haber vermişler, Yunan'ın elinde yakıcı silahlar bulunduğunu, bize zarar vereceklerini, fakat Allah-u Teâlâ'nın zafer bahşedeceğini, Selânik'e kadar olan toprakların elimize geçeceğini müjdelemişlerdi. Mânevî bir işaret üzerine başladıkları su riyazeti esnasında bırakmak istediklerinde yine mânen "Eğer su içersen Selanik'i vermeyiz." buyurduklarını haber vermişlerdi. Allah-u âlem o günlere az kaldı. Zira kazan iyice kaynıyor.
Farz-ı muhal ki kumandan harbeder ve harbi kazanır. Halbuki onun harbi kazanmasına vesile olan seccâdededir. Harbi o kazanmıştır, onun yüzü suyu hürmetine olmuştur. Onu kimse görmez ve bilmez, kumandanı görür. Onun da hükmü yoktur, onda tecelli edende hüküm vardır.
Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri'ne İstanbul'un mânevi fâtihi denilmesi bu sebepledir. Allah-u Teâlâ onu çok sevdiği için ona vermiştir. O da başkasına vermiştir. Ona vermeseydi onda hiç hüküm yoktu. Bu böyle oluyor. Bunu böyle bilin. Bu nokta kavranırsa çok şeyler çözülmüş olur.
Âdetullah böyledir. Allah-u Teâlâ böyle tecelli ediyor, kâinatı da böyle idare ediyor. Bütün kâinat kukla mesabesindedir.
Şöyle rivayet edilir:
Hacca öz insanların gittiği bir zamanda altı yüz bin kişi hacca gitmiş. Altı kişinin haccı kabul olmuş. Fakat Cenâb-ı Hakk o altı kişinin yüzüsuyu hürmetine ötekileri de kabul etmiş.
Binaenaleyh zahirde işler yüzlerle binlerle döner ancak maneviyatta birlerle döner. Hazret-i Allah bir kişinin hürmetine, birkaç kişinin hürmetine ümmet-i Muhammed'e lütufta bulunur.
Delilini mi istiyorsunuz?
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır. Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye hürmeten zafer verilir.
Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve zafer müyesser olur.
Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!' denilir. Yine fetih müyesser olur." (Buhârî. Tecrid-i sarih. 1223)
İşte bütün sır bu Hadis-i şerif'te gizlidir.
Bu Hadis-i şerif onun en açık mucizelerinden birisidir, buyurduğu gibi öylece tahakkuk etmiştir ve tecelliyatı devam etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu ifşaatı bugün için de geçerlidir.
Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:
"Her asırda benim ümmetimden sabîkûn önde gelenler vardır ki bunlara budelâ ve sıddıkûn itlâk olunur. Hakkında inayet ve merhameti o kadar boldur ki, sizler o sayede yer içersiniz. Yeryüzünün halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Nevadirül Usul, Tirmizî)
"Allah'ın kendi rızâsı ile gıdalandırdığı kulları âfiyette olarak yaşar, âfiyette olarak ölür ve âfiyette olarak cennete girerler. Karanlık gece kıt'aları gibi fitneler onlarla giderilir ve onlara zarar veremez." (Ebu Nuaym)
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri kendilerinden sonraki yıllarda büyük harplerin, büyük hadiselerin yaşanacağını haber verirler, vatanımız için, Ümmet-i Muhammed için, ordumuzun muzafferiyeti için çok duâ ederler ve duâ edilmesini tavsiye ederlerdi.
"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!"
"Vatanımıza çok duâ etmemiz lazım. Duâ ederken; "Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et! Bu güzel vatanımızı da bize bağışla." deyin. Bunu daima yad edin.
Çünkü ortalık çok vahim. Bize şöyle buyurdular:
"Hadisata dikkat et, karışma, seyret amma hiçbir işe karışma!"
Yani içeri girme, dışardan nazar et! Bize düşen duâ oldu, müdahale değil. Çünkü zamanında her şeyi yaptık. Anladım ki vahim hadiseler olacak.
Şimdi en şiddetli fitnelerin içindeyiz. Gaye Hakk'a bağlanmak. Rızâ adımlarını atmaya çalışmak. Yılmamak, hiç durmamak. Çünkü küçücük bir ömrümüz var. Büyük bir hayat-ı ebediye var. Ömür kısa, yol uzun, fitne büyük.
Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini tutar. Amma direği alırsa kimi tutar? Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı. Sağ olursanız otuz seneye kadar neler göreceksiniz, aklınız almaz."
Muhterem
Ömer Öngüt Kendi Görüşünü Değil,
Allah-u
Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Etmiştir:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın dinini bozmaya çalışanların din ve vatan bölücülerinin dinden çıktıklarını söylemekle kendi görüşünü ortaya koyuyor zannedenler büyük bir yanılgı içindeler.
Zira bu Zât-ı âli kendi görüşünü değil, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü ortaya koymuştur. Her beyanını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le yapmıştır.
Meselâ "İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet" isimli kitaplarının birinci bölümünün başlığı: "Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin Müminlerin Birleşmelerini Emir Buyurduğuna Dair Âyet-i Kerime'ler", ikinci bölümünün başlığı "Allah-u Teâlâ'nın Müminlerin Birleşmelerini Emir Buyurduğu Halde Ayrılık Yapanların Hakkında Verdiği Hüküm ve Cezalar"dır.
Ayrılık yapanlar hakkındaki bazı Âyet-i kerime'ler şöyledir:
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'am: 159)
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller." (Mü'minun: 52-56)
Bu bölücüler bu hükümleri kendi üzerlerinden sıyırabilmek için bu gibi Âyet-i kerime'lerin yahudi ve hıristiyanlar hakkında indiğini söylerler. Oysa Kur'an-ı kerim'in hükmü kıyamete kadar şamildir. Ve bu bölücülerin ümmet-i Muhammed içinde de türeyeceklerine dair Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir." (Ahmed bin Hanbel)
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."
"Onlar kimlerdir yâ Resulellah!"
"Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Hıristiyan ve yahudiler ellerindeki kitap tahrip edildiği için fırkalara ayrıldılar. Dinden çıktılar. İslâm dini'nin bölücüleri ise Kur'an-ı kerim olduğu gibi durduğu halde fırkalara ayrılıyor, dinden çıkıyorlar.
Yine bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır.
"Ayrılık yapan bizden değildir." (Münavî)
Binaenaleyh bu bölücülerin türeyeceğini haber veren kim? Allah ve Resul'ü!
Bu bölücülerin İslâm ile Allah ve Resul'ü ile bir ilgisi olmadığını haber veren kim? Allah ve Resul'ü.
O halde hiç kimse Muhterem Ömer Öngüt'ün bu bölücüler hakkındaki beyanlarını ona atfetmesin. Zira ona atfeden Allah ve Resul'ünün beyanını hiçe saymış olur.
Bu husustaki beyanları ise şöyledir:
"En çok sorulan suâl:
- Bir müslümana kâfir denir mi?
Hayır denilmez.
- Dinden çıkmış, bir isimle din kurmuş, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a alenen harp ilân etmiş bir kimseye de müslüman denir mi?
Hayır denilmez.
"Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner." (Buhârî, Tecrid-i sârih: 1988)
Hadis-i şerif'i mucibince inanan bir müslümana küfür isnad etmek insanı küfre götürdüğü gibi, iman dairesinde olmayan bir kâfiri iman hudutları içine koymak da insanı küfre götürür. Neden küfre götürür? Karşıdaki alenen küfrettiği halde İslâm dairesine sokmak istediği için, bile bile söylediği için, Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları kaldırdığı için kâfir olur." (Sözler ve Notlar 8, s. 327)
Binaenaleyh hiç kimse "Ömer Öngüt tekfir ediyor" demesin. Zira bu söz Allah-u Teâlâ'nın hükmünü Muhterem Ömer Öngüt'e atfetmek anlamına gelir.
Bugünkü ortamda bile âlim sıfatı ile çıkıp "FETÖ'ye kâfir, münafık diyemezsiniz" diye ortalıkta dolaşanlar var. Bu FETÖ yardakçılarına âlim mi diyeceğiz, müslüman mı diyeceğiz?
Allah-u Teâlâ'nın hükmünün olduğu yerde kendi hükmünü yürütmeye çalışana müslüman denilebilir mi? Denilemez. İslâm, ahkâm, akaid bu kadar incedir.
Peki bu hakikatleri niye Muhterem Ömer Öngüt'ten başka söyleyen olmuyor?
İlâhi hükümleri herkes biliyor ama bilmek başka iman etmek başka. İmanın dereceleri var, Allah-u Teâlâ'ya yakınlığın dereceleri var.
Birçok kimse, birçok âlim bu Zât-ı âli'nin doğru söylediğini teslim ve kabul etti ve fakat "Biz söyleyemeyiz" dediler. Kimse bu zât gibi konuşamıyor. Ki bu Zât-ı âli ilâhî hükümleri söylemekle kalmadı, bu hükümleri kitapları ile duyurdu, kitaplarını yaymaları için sevenlerini teşvik etti. Bu bölücülerle çatır çatır mücadele etti.
Bunu başka kim yapabilirdi?
Zira bunu yapabilmek için;
Hem ilâhî hükümlere tam bir teslimiyet ve iman lâzım;
Hem Allah-u Teâlâ'dan başka kimseden, halkın kınamasından çekinmemesi lâzım;
Hem de büyük bir cihad azmi lâzım.
Bu Zât-ı âli "Biz rahat konuşuyoruz, çünkü görerek konuşuyoruz." buyururlardı.
Bilerek görerek konuşuyordu. Büyük bir iman ve azim sahibi idi.
İtirazın
Çok Olması Devrin Bozuk Olmasından ve
Bu
Zâtın Tam Kemalindendir:
Halkımız müslüman ancak ortalığı bölücü gruplar, sahte şeyhler, âhir zaman âlimleri işgal ettiği için bu bozuk zümrenin sesi çok çıkıyor ve halkı ifsat ediyor.
Bu bozuk zümre icraatlarını rahat yapabilmek için bu hakikati susturmak, Muhterem Ömer Öngüt'ü karalamak istiyorlar. Zira Muhterem Ömer Öngüt'ün beyanları yayılmış olsa rahat para toplayamazlar, rahat saltanat süremezler, insanları rahat aldatamazlar ve ilâhî hükümleri rahat çiğneyemezler.
Bu durum âhir zamanda bulunduğumuzun bir başka delilidir.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün:
"Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?" buyurdu.
(Yanındakiler hayretle):
"Yâ Resulellah! Yani böyle bir hâl mi gelecek?" dediler.
"Evet, hatta daha beteri!" buyurdu ve devam etti:
"Emr-i bil-ma'ruf'ta bulunmadığınız, nehy-i anil-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?"diye sordu.
"Yani bu olacak mı?" diye hayretle sordular.
"Evet, hatta daha da beteri!" buyurdular ve sormaya devam ettiler:
"Münkeri emredip, ma'rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?"
(Yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek):
"Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?" dediler.
"Evet, hatta daha da beteri!" buyurdular ve devam ettiler:
"Ma'rufu münker, münkeri de ma'ruf saydığınız zaman haliniz ne olur?"
"Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?" diye sordular.
"Evet olacak!" buyurdular." (Mecma'uz-zevâid)
İşte o zaman bu zaman!
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın dininin aslını muhafaza etmeye çalışıyor. Dini bölmeye çalışanlar ise bu Zât-ı âli'yi itham etmeye çalışıyor.
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
"Hatmü'l-evliyâ üzerine inkârın çok ve fazla oluşu, tam mazhar oluşundandır." (Kitabu'n-Netice)
Oysa bu itham etmeye çalışanlar Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hatırlatana düşmanlık yapmakla Allah-u Teâlâ'ya düşmanlık yapmış olduklarını bilmiyorlar.
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)
İslâmiyet'in
Aslını, Safiyetini Korumak İçin Mücadele Ettikleri Gibi
Bu
Âli Yolun Temiz Kalması İçin de Her Türlü Tedbiri Almışlardı:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri sahtelerle, din ve vatan bölücüleri ile mücadele ederek İslâm'ın asliyetini, safiyetini, istikametini muhafaza etmeye çalıştıkları gibi; aynı şekilde üzerinde yürüdükleri Allah ve Resul'ünün emâneti olan tasavvuf yolunun da asliyetini, safiyetini, istikametini muhafaza etmek için çok mühim tedbirler almıştı.
Hem kendisinden sonrası için birçok nasihat ve vasiyet bıraktılar hem de kendisinden sonra bu âlî yolu bozma ihtimalleri olanları yoldan ve kurmuş oldukları vakıftan uzaklaştırdılar. Kim olursa olsun, en yakınında dahi bulunsa bu gibi kimseleri, nefsinin heva ve hevesine kapılanları, makam-menfaat peşinde koşanları, ahkâm-ı ilâhi'yi çiğneyenleri, kendisinde varlık görenleri ayırdılar ve ilân ettiler.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Müminin ferasetinden korkunuz. Çünkü o aziz ve celil olan Allah'ın nuru ile bakar." (Münâvî)
İşte bu Zât-ı âli, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah'ın nuru ile baktığı için bu gibi türemeleri görmüş ve "Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir." isminde bir kitap çıkartmışlardı:
"Bilhassa bizden sonra türeyecek olanları belirtmek, açıklamak ve onlardan kaçınmanız için bu kitapçık yazılmıştır. Oysa defalarca arzettiğimiz gibi hiç kimseyi bırakmış değilim. Bu kitaplar Hazret-i Allah'ın bir lütfudur, onlara sarılın, kurtulun." (Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir, s. 25)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri "Hiç kimseyi bırakmış değilim" dediği halde, her kitabının arkasında bulunan vasiyetlerinde "Bize göre yol kesilmiştir." buyurduğu halde, "Çıkacak sahte mürşidlere, müridlere aldanmayın. İyi bilin ki âhirette hiçbir sahibiniz olmaz. Yolun haricine çıkan bizden değildir." buyurduğu halde kendisine mürşid havası vererek ortaya çıkanların olduğu görülüyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hususiyetle 2007 yılında yoldan ve vakıftan attığı bazılarının tasavvuf erbabı imiş gibi kendilerinde bir varlık vehmettiklerini, önderlik-şeyhlik davası güttüklerini duyuyoruz.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu insanları atmakla ne kadar haklı olduğunu; yoldan ve vakıftan uzaklaştırmakla ne kadar isabet etmiş olduğunu; ne kadar ileri görüşlü ferâset sahibi bir Zât-ı âli olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.
Bunlar şeytan fırkasına uyan, nefsini ilâh edinen kimselerdir.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)
Hayatta iken bu gibi nefsine uyan şeytanın yoluna girenleri, ahkâmda olmayan yanlış işleri yapanları yoldan atmış, vakıftan uzaklaştırmışlardı.
"Hem dinden, hem yoldan çıkmış, atılmış, Vakfa giremezler." buyurmuştu.
Bunların durumlarını mânen bildi ve tedbir aldı. Etrafına da bildirdi ve onlarla görüşülmemesini ikaz etti.
"Tek kelime maazallah insan İslâm'dan çıkıp münafıklığa geçti mi artık her şeyi yapar. Beni bunlar üzüyor."
"Bu zümreyi attık, bu sizin zamanınızda oldu ve bunlar başınıza belâ olurdu. Vakfın parçalanmasına vesile olurdu. Niyetleri bozuktu, uzaklaştırıverdik. Bu şekilde atıldılar, dışarıya attılar. Ayakkabılarını bile attılar, kapıyı kapattılar. Mânen atıldılar, vakfa giremezler."
"Hakk'ın atması çok korkunç. Halkın atmasına benzemez. Ebediyat mahvoluyor."
Atılan, şeytan fırkasına dahil olan bu kişilerin aileleri parçaladıklarını, etraflarında bulunan resmî evlenmiş insanları ayırdıklarını, ayrılanların çocuklarını dahi kabul etmediklerini duyuyoruz. Böylece bunların İslâm'la bir ilgileri kalmadığına şahit oluyoruz.
Buradan şeyhi şeytan olanlarla hakiki mutasavvıflar arasındaki fark da ortaya çıkmış oluyor. Allah yolundan ayrılıp nefis ve şeytan yoluna sapanların ne hallere düştüğünü görüyorsunuz.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin vefat etmeden evvel hazırlattıkları son derginin, "Haziran 2010" tarihli 201. sayı dergimizin başlığı "Allah-u Teâlâ'nın Hiç Sevmediği Helâl; "Boşanmak"" idi.
"Boşanmayı gerektiren aşırı geçimsizlik gibi bir durum bulunmadığı halde bir kadının, kocasından kendisini boşama teklifinde bulunması haramdır." (Allah-u Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
"Allah-u Teâlâ'nın buğzettiği boşama, mekruh olan yani sebepsiz yere yapılan boşamadır." (Allah-u Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
Ortada haklı bir sebep dahi olsa boşanma Allah-u Teâlâ'nın hoşnut olmadığı bir şeydir:
"Buna rağmen boşanma ictimâi bir yaradır. Çocukların sahipsiz kalmasına, fertler ve âileler arasına huzursuzlukların girmesine sebep olur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz boşanmayı tavsiye etmemiş ve bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın helâl kıldığı şeyler arasında, boşanma hiç sevmediği helâldir." (İbn-i Mâce: 2018)" (Nikâh ve Evlilik, s. 181-182)
Bu hüküm ortada geçimsizlik gibi mücbir bir sebeple boşanma durumu içindir. Ve fakat ortada hiçbir sebep yokken karı-kocanın arasını bozmak, ayırmak dinimizde şiddetle reddedilen büyük bir günahtır.
Binaenaleyh insanların arasına bozan, karı-kocayı ayıran şeytandır. Bir de şeyh şeytanları türemiş, onlar da ayırıyor.
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu ve benzeri şeytan yoluna ayrılanlar hakkında eserlerindeki bazı beyanları şöyledir:
"Bu kayanlardan ben uzağım. Ben onlardan değilim. Bu sahtelerle hiçbir ilgim yoktur." (Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir, s. 25)
"Bu yol Hazret-i Allah ve Resulullah'ın yoludur. Ve bu yolun sahibi Hazret-i Allah ve Resulullah Efendimiz'dir. Burada O'nun hükmü ve düsturu yürür.
Atılanı O atar, alınanı O alır.
Atılana karışmayın, alınana karışmayın. "Ben bilmem, sorumluluğum da yok!" deyin.
Biz ahirete gidince de onlarla ünsiyet etmeyin. Atılana merhamet nefsânidir. Çünkü hiç kimse Hazret-i Allah'tan merhametli değildir. ...
Bizim hiç kimseye buğzumuz yok. Biz bu tedbirleri sırf Allah için, yolun selâmeti için alıyoruz. Biz de mesulüz, mesul olmamak için işi ciddi tutuyoruz." (Vuslat Sohbetleri, s. 388-389)
"Hakk ve hakikate, gerçek kurtuluşa götüren bu alî yolu ve kapıyı bulduktan sonra kendi nefis arzusuna kapılıp, zâhiren yolun adamı gibi gözüken kalbi dönmüş ve etrafındakilerin de dönmesi için plânlar çevirenlerin bizimle hiçbir alâkaları yoktur.
... Zirâ:
"Onların kalplerinde hastalık vardır." buyuruluyor. (Bakara: 10)
Kalpte maraz, hastalık olduğundan kalbi bozuluyor. Niyetini değiştirdiği an Hazret-i Allah kalbini çevirir. Allah-u Teâlâ'nın çevirdiği kalp orada kalır. Binaenaleyh; bunlar yoldan kayanlardır, bizimle hiçbir ilgileri yoktur." (Saadete Erenler Felâkete Kayanlar, s. 376)
"Kalplerinde maraz bulunduğundan ifsat ediyor, ondan sonra kaymış oluyor. Tutunacak yer kalmıyor.
Bu kayış sebeplerinin öz noktası ise şudur:
Birincisi; ihlâs kaybolduğu zaman her şey kaybolur.
İkincisi; kalpte maraz olduğu zaman her kötülük husule gelir.
Ve en büyük kayış noktaları nereden oluyor?
Bir tanesi; kişinin kendisini beğenmesi.
Sonra; gayesi-maksadı, menfaati için çalışması...
Bunlar hep oraya girer.
Her ihvan, nefis derecelerini ders olarak okusun. Çünkü kayan buradan kayıyor. Bir münafıklıktan kayıyor, bir de nefisten kayıyor.
İnsanın dört büyük düşmanı var. Şeytan, nefis, şehvet, şeytanlaşmış arkadaş. Bu dört düşman insanın imanını yok eder.
Samimi gibi ihvanlar, bakıyorsun kayıp gidiyor. Küçük bir dünya muhabbeti giriyor, kayıyor gidiyor. Oturuyorum, ağlıyorum. Ama bir ebediyat gidiyor." (Saadete Erenler Felâkete Kayanlar, s. 329)
Binaenaleyh bu Zât-ı âli gördü, bildi, uzaklaştırdı. Din bölücüsü olsun, vatan bölücüsü olsun, sahteler olsun, âhir zaman âlimleri olsun, sahte mürşidler olsun, sahte müridler olsun ... kime işaret koymuşsa Cenâb-ı Hakk içyüzünü, âkıbetini bize daha dünyada iken gösteriyor.
Dini ve Vatanı Müdafaa İçin Kalemle Yapılan Büyük Bir Mücadele
Muhterem Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri İslâm Dini'ni bozmaya matuf her harekete eserleriyle, yazıları ile müdahale etmişti.
Bir beyanları şöyleydi:
"Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir. Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim ölümümle iş bitmiyor!"
"Memleketimiz
Dâr-ül Harp'tir, Cuma Kılınmaz,
Fâiz
Alınabilir!" Diyenlerle Kim Mücâdele Etti?
Memleketimiz için "Dâr-ül harp"tir, "Cuma namazı ve Bayram namazı kılınmaz! Fâiz alınabilir!" dendiği zaman bu büyük fitneyle kim mücadele etti?
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; 80'li yıllarda yazdığı "Kardeşlik Dini, Siyaset ve Cihad" isimli küçük cep kitapçığını Türkiye'ye yayarak bu büyük fitneyi söndürdü.
Dâr-ül harp diyenlere özetle şöyle cevap vermişti:
"İslâmiyet tek kişi kalıncaya kadar mücadele etmeyi gerektiren bir dindir. Böyle bir düşünce ise mağlubiyeti peşinen kabul etmek demektir.
Bu fikir sahipleri ya gaflet içinde olduklarından veya kasten, İslâm düşmanları ile birleşiyorlar. İçeriden satın alınanlar da bu fikri yayabilirler.
Misâl olarak şöyle arz edelim:
Müslüman ordusunun kumandanı, düşman tarafından satın alınmış, "Bırakın düşman çıkarma yapsın, üzerine gitmeyelim. Çember içine alır hepsini imha ederiz!" diyor. Düşman çıkarmayı tamamlayınca da "Bunlar çok kalabalık, mücadele edemeyiz, teslim olalım!" diyerek ordusunu teslim ediyor.
Memleketimizin Dâr-ül harp olduğunu söyleyenler, çatlayan İslâm binasını içerden yıkmak isteyenlerdir. Yapıcı değil, tahripcidirler. Madem ki Dâr-ül harp deyip fitne çıkarıyorlar, niçin harp etmiyorlar?
Gayeleri, tesisine çalışılan İslâm birliğini parçalamak, Cuma namazını kıldırmamakla münafıklığa sevkedip kendi etraflarında toplamak, millete karşı çıkarıp perişan ederek en büyük düşmanlığı yapmaktır." (Kardeşlik Dini ve Hakikatler s. 61-62)
"Cuma namazı kılınmaz" diyenlere şöyle cevap vermişti:
"Cuma namazına muhakkak gidilmesi lâzımdır. Kabulü ise Hazret-i Allah'a kalmıştır. Kabul edilirse ne güzel, edilmezse öğle namazının farzı kılınıp çıkılmış olur. Zaten Zuhr-u âhir'in manası da bugünkü öğle namazının farzı demektir." (Kardeşlik Dini ve Hakikatler s. 64)
"Fâiz alınabilir" diyenlere gelince:
"Hazret-i Allah fâizin azını da çoğunu da şiddetle haram kılmıştır. Bu kadar açık ve kesin iken, o irin kanalını açan bir kimse çok iyi bilsin ki Allah ve Resul'üne harp açmıştır. Bu gibi kimseler Hazret-i Allah'ı bırakıp menfaat bulduğu yere dayandıkları için, dayandıkları yerin ehlidirler. Hiçbir zaman Allah ehli değildirler. Nereye dayanarak, nereden destek alarak o fiil-i münkeri işledilerse orada göçerler, İslâm dininde değil." (Kardeşlik Dini ve Hakikatler s. 69)
Bu Zât-ı âli bu beyanları ile insanları Hakk'a ve hakikate dâvet etmiş, onları fitne ve fesattan kurtarmış, halkımızın Cuma'dan uzaklaşmasına, fâize dalmasına mani olmuştur. Soruyoruz, ondan başka bu fitnelerle mücadele eden başka biri var mıydı?
"Hakikat
İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım"
Kitabını
Neşrederek Birçok Fitneyi Kim Söndürdü?
1990 yılında yayınladığı "Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" kitabıyla memleketimizde çıkmış birçok fitneyi söndürmüşler, müslümanları Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle tenvir etmişlerdir.
Bu kitapta;
İnsanoğlunun maymundan türediğini söyleyenlere çok ağır cevaplar vermişlerdir.
Ölen bir kimsenin ruhunun başka bir bedene geçeceğini söyleyenlere cevap vermişler, tenasüh, reenkarnasyonun dinimizde yeri olmadığını beyan etmişlerdir.
Ruh çağırma diye bir şeyin olmadığını, bu kişilerin cinlerle irtibatlı olduğunu izah etmişlerdir.
Yalancı peygamber Reşat Halife'nin, Peygamber Efendimiz'e hakaret eden Salman Rüşdi'nin hıristiyan âlemince ortaya çıkartıldığını söylemişler, bunların sahte, yalancı olduğunu ilân etmişlerdir.
Tesettür emrini hafife alanlara cevap vermişler, örtünme ile ilgili Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle farziyetini beyan etmişlerdir.
"Organ Nakli ve Vasiyeti"nin câiz olmadığına dair beyanları ilk defa bu kitapta yayınlanmıştır.
Bu mücadeleyi ondan başka kim yapabildi?
Ahkâm-ı
İlâhî'yi, Dini Nikâhı Kaldırmak İsteyen
Eski
Diyanet Reisine Kim Müdahale Etti?
Eski Diyanet Reisi 1993 yılında; "Kadının mirasta, şâhitlikte eşit olduğunu" söylediğinde, "İmam nikâhı şart değil!" diyerek büyük fitne çıkardığında onunla kim mücadele etti?
Bu fitne ile bu Zât-i âli mücadele etti, Hakikat dergisinde ona cevap verdi ve bu yüzden de o zamanki Reis mahkemeye verdi, bu zât mahkemelerde ifade verdi.
Bu hususta ona şöyle cevap vermişti:
"Diyanet reisine, "Mirasta eşitlik" sorulduğunda, ona da verdiği cevapta Allah-u Teâlâ'nın hükmünü inkâr ederek eşitlik olduğunu söylemiş.
Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe kadının payının iki misli miras vermenizi emreder." buyurmaktadır. (Nisa: 11)
İlâhi hüküm böyledir. Bunlar ise ilâhi hükmü bırakıp kendi zanları üzere hüküm vermeye çalışıyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarının tamamını bilmektedir." (Yunus: 36)" (Sözler ve Notlar 5 s. 547)
Dini nikâhın şart olmadığını söyleyince şu cevabı vermişti:
"İslâm'ın meşru kıldığı dini nikâh ise Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları muhafaza etmek, ilâhi hükümlerden istifade etmek ve hayatını bu istikamette tanzim etmek içindir. Bu ilâhi bir hükümdür. Bu da inanıp iman edenlere göredir. İman etmeyenlere dini nikâh şamil değildir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bu hükümler Allah'ın hudutlarıdır. Kim Allah'ın hudutlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur."(Talâk: 1)" (Sözler ve Notlar 5, s. 559)
"Nikahın önemi o kadar büyüktür ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'dan zamanımıza kadar meşru kılınan ve fakat Cennet-i âlâ'da da devam edecek olan ibadet nikâh ve imandır." (Sözler ve Notlar 5 s. 564)
"Mehir, nikâh kıyma neticesinde erkek tarafından kadına verilmesi lâzım olan para veya maldan ibarettir. Evlenecek her müslüman kadının şer'an hakkıdır. Aşırı gitmemek şartı ile bir kadın mali gücü nispetinde kocasının malına girmesi lâzımdır, amma az amma çok. Bu meşru hak çiğnenmemeli ve kadınlara bu hakları verilmelidir. Zira mehir ile nikâh esas olur." (Sözler ve Notlar 5 s. 566)
Şimdi soruyoruz!
İslâm'a aykırı bunca fitnelerle kim mücadele etti? Kim bu hususta yazılar yazdı? Kim kalemle mücadele etti? İşte bu Zât-ı âli böyle İslâm'ın hakikatlerini beyan etmiş, İslâm'ın esaslarını ortaya koymuştur.
Vehhâbî Fitne ve Katliamlarıyla Kim Mücadele Etti?
Suûdi Arabistan'da 1995 yılında Türk şoförlerin de aralarında bulunduğu birçok insan hakkında katl fetvası verilmiş, bu fetva kafa kesmek suretiyle infaz edilmeye başlanmıştı. Bu katliam Türkiye'de infiale sebep olmuş, Arabistan'ın icraatları İslâm'a maledildiği için insanların kafaları karışmaya başlamıştı. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Hakikat Dergisi'nde yayınlanan yazılarında Vehhabilerin bu icraatının İslâm'la bir ilgisi olmadığını, yanlış fetvalarını yüzlerine vurmuştu. Arabistan bunun üzerine geri adım atmıştı.
Bu Vehhâbî fitnesiyle kim mücadele etti?
Bu Zât-ı âli çekinmeden, korkmadan hakikati söyledi. Şöyle yazmışlardı:
"Suûdî Arabistan'da haksız yere katliamlar yapılmış ve yapılmaktadır. Bu bir cinayettir.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir." (Mâide: 32)
...
Halbuki Hazret-i Kur'an'da ve Hadis-i şerif'te olan bir mevzuda mahlûkun hüküm vermeye izni yoktur, sahib-i salâhiyet de değildir. Ve burada uygulanan cezânın İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur." (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini s. 529-530)
"Neye dayanarak bu katliamı yaptılar? Aynı zamanda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap bekliyoruz. Zira bu mevzuları elçiliklere de gönderiyoruz.
Bu hâkimlerin aldıkları kararlar, verdikleri cezâlar, uyguladıkları hükümler, haramdır, zulümdür, katliamdır. Zira hırsızın dahi ancak eli kesilir, başı kesilmez. Bu katliama sebep olan hakimlerin şerî cezâları verilmelidir, kısas yerine gelsin.
...
Anlaşılıyor ki Suûd hükümeti keyfi tutumunu bırakmalı, İslâm'ın emir ve hükümlerine göre hareket etmelidir. Zira her icraatları İslâm'a mâl edildiğinden İslâm için en büyük zarardır. Hem İslâm'ı küçük düşürüyorlar, hem de müslüman olabilecek nice insanların hidayetine engel oluyorlar. Gerçekten çok büyük vebal altındalar. Hem zulüm ediyor, hem katlediyorlar.
Bir cezâ vermek icabediyorsa, evvelâ içenden başlanır. Hadd cezâsı içene tatbik edilir.
Hüküm vermek ancak Allah'a ve Resul'üne âittir." (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini s. 536)
Gördüğünüz gibi büyük mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleyi kim yaptı?
Bu Zât-ı muhterem daha sonra bu Vehhabilerin İslâm dünyasında çıkarmış oldukları fitneyi ve bölücülüğü söndürmek gayesiyle 2001 yılında "İslâm Dini ve Vehhabilik Dini" isimli kitabını çıkardılar ve Arapça'ya tercüme ettirerek Vehhâbîlerin nasıl yoldan çıktığını, İngilizlerin İslâm'a soktuğu fitne olduğunu, İslâm dini ile ilgilerinin olmadığını ilân ettiler.
Bu mücadeleyi bu Zât-ı âli yaptı.
Soruyoruz; bu mücadeleyi bu zâttan başka kim yaptı?
Hizbülvahşetçilerle Kim Mücadele Etti?
2000 yılında Türkiye kendisine Hizbullah diyen Hizbülvahşetin cinayetleri ile sarsılmıştı. Onlarca kişiyi kaçırıp işkence ile katlederek örgüt evlerine gömdükleri ortaya çıktı.
Muhterem Ömer Öngüt bu vahşeti yapanların, bu fitneyi çıkartanların içyüzünü, İslâm'la bir ilgilerinin olmadığını dergimizde yayınladıkları yazıları ile ilân ettiler.
Daha sonra 2001 yılında "Hizbullah'a Tabi Olanlar, Hizbüşşeytan'a Tabi Olanlar, Hizbülvahşete Tabi Olanlar" isminde kitap yazdılar ve bu hizbullah fitnesini de söndürdüler.
Haksız yere adam öldürüyorken, insanlar kaçırılıyorken yalnız başına bu Zât-ı âli onlarla mücadele etti.
Hizbülvahşetçilerle bu cihadı kim yaptı?
Kim onları Hakk'a ve hakikate davet etti?
"'Hizbullahçıyız diyenlerin hakkında ne dersiniz? Bu İslâm'da var mı?' diye soruluyor.
Bunların yaptığı iş, aslâ İslâm dini'nde yoktur.
İslâm hukukunun bu husustaki görüşünü olduğu gibi arz ve ifade edeceğiz.
İslâm dini insan hayatını korumuş, cana kıymayı Allah'a inkârdan sonra büyük suçlardan kabul etmiştir.
Kur'an-ı kerim'de öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Âyet-i kerime vardır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in insan öldürmenin haram olduğunu belirten pek çok Hadis-i şerif'i mevcuttur.
Haksız yere kasten bir kimseyi öldürmek en büyük suç ve günahlardan sayılır. Bu cinayeti işleyenler dünyada kısasa, ahirette ise cezaya uğrar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek dâvâ, kanlarla ilgili olacaktır." (Buhârî, Diyât, 1)
Bu Hadis-i şerif haksız olarak bir insanın hayatına son vermenin en büyük günahların başında geldiğini gösterir.
İslâm hukukuna göre kasten adam öldürmenin cezası kısastır."
(Hizbullah'a Tâbi Olanlar, Hizbüşşeytan'a Tâbi Olanlar, Hizbülvahşet'e Tâbi Olanlar, s. 525-526)
İşte bu Zât-ı âli'nin ömrü böyle müslümanlara zarar veren bu gibi âhir zaman fitnelerini söndürmek, İslâm'ı ve müslümanları korumakla geçti. Bu mücadeleyi bihakkın ve yalnız Allah için yaptı. Kimseden de bir şey beklemedi.
Soruyoruz; Hizbülvahşetçilerle bu mücadeleyi ondan başka kim yaptı?
Ve bu mücadeleyi en zor ve çetin zamanda hakkıyla ahkâm-ı ilâhî ölçüsünde kim yaptı?
Hem
Türkiye'de Hem Dünyada
Hıristiyan
Haçlılarla, Papa ve Papazlarla Kim Mücadele Etti?
"AB'ye gireceğiz" hülyalarının ayyuka çıktığı 2000'li yıllarda Türkiye resmen hıristiyanların at oynattığı bir ülke haline gelmişti. FETÖ'nün açtığı "Küfrü Hoşgörü" çığırı bu memlekette büyük zararlara yol açmaya başladı. Misyonerler memleketimizde cirit atıyordu.
Hıristiyan haçlı dünyası memleketimizde kiliseler açmaya başladıklarında, her vilayette sokak ortalarında İncil dağıtırlarken bunlarla kim mücadele etti?
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, kurucusu olduğu Hakikat dergisi'nde peşi sıra yazılar yazarak bu hıristiyan haçlının, siyonist yahudinin faaliyetlerini gün yüzüne çıkardı. Müslümanları bu tehdit ve tehlikeye karşı ikaz ve irşad etti.
Ve adeta taarruza geçerek "Hıristiyanları Hidayet ve Gerçek Kurtuluşa Davet" eden broşürler çıkardı. Yüzbinlercesini Türkiye'de dağıttı. Hem de kilise önlerinde, hıristiyanlara dağıtıldı. Yeri geldiğinde birebir tebliğ ederek bu broşürler hıristiyanlara ulaştırıldı. Bu zâtın talebeleri misyoner evlerinde ve kiliselerindeki toplantılara gittiler, bu milletin çocuklarını zehirlemeye çalışanların yüzlerine hakikati söylediler, gençleri uyandırdılar. Ayrıca bu broşür İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Hollandaca gibi hemen her dillere tercüme edilip basıldı ve bu broşürler Amerika ve bütün Avrupa devletlerinde kilise papazları başta olmak üzere hıristiyan halka dağıtıldı. Bu broşürler Vatikan'a kadar gitti.
Küffar büyük rahatsızlık duydu. "Bu broşürü kim dağıtıyor? Hıristiyan halkı İslâm'a kim davet ediyor?" diye çok telâşlandılar, endişelendiler. Vatikan'dan sesi geldi. Vatikan'ın İstanbul temsilcisi George Marovitch İstanbul'daki Hakikat Yayınevi'ne kadar gelmişti. Sorular sordu, gerekli cevapları aldı. Kendisine İslâmiyet anlatılarak Resulullah Aleyhisselâm'ın son peygamber olduğu beyan edildi. İslâm dini tebliğ edildi.
Vatikan İstanbul temsilcisini gönderdi. Niçin? telâşlandılar, korktular, merak ettiler.
İşte bu zât tek başına hıristiyan papa ve papazlarla, yahudilerle çok mücadele etti. İslâm'a davet vazifesini yerine getirdi.
Nihayetinde Türkiye'deki misyonerler geri çekildiler, kiliselerin çoğu kapandı.
O günlerde çok tehditler geldi. Bize gelen mektupların birinde broşürün içine domuz eti koyup göndermişlerdi.
Bu cihadı kim yaptı?
Bu mücadeleyi kim yapabildi?
Canını hiçe kim sayabildi?
Bu Zât-ı âli hiç çekinmeden, korkmadan bu mücadeleyi tek başına yaptı.
Yine ilk baskısı 2000 yılında yapılan "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü" isimli kitabını neşretti. Küfrü hoş gören ve göstermeye çalışan FETÖ'nün fitnesini söndürmek için yahudilerin ve hıristiyanların iç durumunu bu millete duyururak ortaya çıkan fitneyi söndürmeye çalıştı.
Hıristiyanlar bütün bu mücadelemizden, bütün kiliselerine kadar uzanan tebliğimizden rahatsız oldular.
Bu tebliğ ve irşad çalışmalarının yapıldığı günlerde 2004 yılında Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- aleyhinde başlatılan karalama kampanyasının esas sebebi bu idi.
Kasım 2004'te başlayan bu kampanyadan önceki altı ay boyunca bahsi geçen broşürlerin dağıtılmasının yanı sıra Hakikat Dergisi'nde peş peşe şu konular işlenmişti:
129. Sayı, Haziran-2004:
"Biz Küfrü Hoş Gören Kâfirlerden Değiliz!"
130. Sayı, Temmuz-2004:
"Ey Küfrü Hoş Görenler! Size Allah-u Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Ediyorum!"
131. Sayı, Ağustos-2004:
"Küffara Elbirlik "Dur" Diyelim, Avrupa Gerçeği ve Küffarın Öz Niyeti!"
132. Sayı, Eylül-2004:
"İnsanlar İçerisinde Müminlere En Şiddetli Düşman Olarak Yahudileri Bulursun." (Mâide: 82)
133. Sayı, Ekim-2004:
"İslâm Dini ve Hıristiyanlık, Hıristiyanlık ve İncil, Hıristiyanların İçyüzü."
134. Sayı, Kasım-2004:
"İslâm'ın Âlîliği, Küfrün Âdîliği Meydana Çıktı."
Nihayet Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Organ Nakli" hakkındaki beyanları üzerinden bir kumpas kurmaya çalıştılar. Bir haber ajansının muhabirleri "Ziyaret etmeye geldik" diyerek, suret-i haktan görünerek resim çektiler, daha sonra röportaj vermiş gibi çarpıtarak haber yayınladılar.
Bir anda her yönden saldırarak Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni karalamaya çalıştılar. Bunların dertleri hak ve hakikati söyleyen bu Zât-ı âli'nin susturulmasıydı. Hakaret ettiler, iftira attılar, yalan söylediler, kumpas kurdular. Ellerinden geleni yaptılar ama onu susturamadılar, Muhterem Ömer Öngüt'ün yakınları tarafından görüşmenin ses kayıtları alındığı için kumpasları ellerinde patladı. Mahkeme kararıyla tekzip yayınlamak zorunda kaldılar.
O tarihte bu kampanyayı başlatan gazetenin başında ise genel yayın yönetmeni olarak firari FETÖ'cü Ergun Babahan vardı. Ergun Babahan "Âyet-hadisle böyle tekzip mi olur?" diye manşetten makale bile yazdı.
Bu Zât-ı âli'nin bu neşriyatından rahatsız olan haçlı kâfirler ve onların piyonu FETÖ ahir ömründe hasta halinde 2009 yılında bu Zât-ı âli'ye ikinci bir defa büyük bir kumpas daha kurdular, "Hain Tezgâh" tertip ettiler. Takip ettiler, dinlediler. Niyetleri susturmaktı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bütün bu kumpaslara, susturma gayretlerine, karalama kampanyalarına rağmen asla bir adım bile geri atmadı, din-i mübin için, İslâm için mücadelesine devam etti. Çünkü o Allah'a ve Resul'üne dayanıyordu.
Hıristiyanlar Türkiye'yi ele geçirmeye çalışırken teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı âli gerek Türkiye'de gerek dünyanın her yerinde İslâm'a davet broşürleri ile hıristiyanları Hakk'a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti. Ama bundan kimsenin haberi yok.
Soruyoruz hıristiyan âlemi ile böyle bir cihadı kim yaptı? Bu Zât-ı âli'den başka yapan oldu mu?
Ama o yaptı!
Organ Nakli'nin Câiz Olmadığını İnsanlara Kim Duyurdu?
Muhterem Ömer Öngüt'ün Organ Nakli hakkında ilk beyanları 1990 yılında neşredilen "Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" isimli kiaplarında yayınlandı. Daha sonra 1992 yılında "İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli" isminde bir kitap çıkardılar, dergilerimizde müteaddit defalar çıkan makaleleri ile müslümanları tenvir ettiler.
Diyanet organ nakline cevaz verip insanların katline vesile olurken, organ naklinin caiz olmadığını duyurup müslümanları uyandırarak bu fitne ile kim mücadele etti?
Organ nakli ve vasiyeti mevzuunu kullanarak kumpas kurmak isteyen gazetenin mahkeme kararı ile yayınlamak zorunda kaldığı tekzip metninde Organ Nakli hakkındaki beyanlarının bazıları şöyleydi:
"Bu konu hakkındaki "İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli" isimli eserimizde de görüleceği gibi bizim beyanlarımız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'tir. Bütün kitaplarımızda olduğu gibi.
Bir tek Âyet-i kerime bütün insanların görüşüne bedeldir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:
"Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın."