SÖZLER ve NOTLAR - 5
Allah Yolunda Azim ve Sebat
En Güzel İkram:
Mevzu arasında sözleri:
“Rabb’im! Resulullah Aleyhisselâm ziyaretçilerine nasıl duâ ettiyse, ümmetine nasıl duâ ettiyse, ben onun duâsını yapıyorum. Bu gelenler senin ziyaretçindir, onlara rahmet et, onlara merhamet et, günahsız olarak evlerine iâde et.
Öyle baka baka duâ ederim.” (1 Ekim 2001)
Öyle Bir Allah Ki!:
Bir sohbetlerinden:
“Evet bir insan günah işleyebilir. Bizim zaten her ânımız günah. Fakat Hazret-i Allah öyle bir Allah ki, kulunu affettiği zaman: ‘Niçin affettin?’ diye soran yok. Azap etmeyi murat ettiği zaman: ‘Niçin azap ediyorsun?’ diyecek yok. Dilerse affeder, dilemezse affetmez. O öyle bir Allah! Üstelik affı da çok seviyor.
O’nun katında bir kişiyi affetmekle Ümmet-i Muhammed’i affetmek arasında hiç fark yoktur.
Bu bakımdan fakir duâlarında: ‘Yâ Rabb’i! deriz, ümmet-i Muhammed’i affet. Sen öyle bir kerim Mâbud’sun ki, beni affetmekle ümmet-i Muhammed’i affetmek arasında hiç fark yok.’ deriz.” (6 Ağustos 1980)
İbtilâ:
Bir sohbetlerinden:
“Terakkiyat yolunda bir sâlike ezelî taksimi nispetinde deniz dalgaları gibi ibtilâlar gelir.
O bakımdan senin de hazır olman lâzım. Hangi rüzgâr olursa olsun, hangi imtihana çekilirsen çekil, hangi ibtilâya maruz kalırsan kal; Cenâb-ı Hakk’a sığın, Pirân-ı izam’dan istimdat et, yılma, yıkılma, düşme, sebat et... Azmedersen, Hazret-i Allah da o bütün dalgaları kırar.” (23 Mart 1980)
•
“Farz-ı muhal ki birisi: ‘Şu binayı vereceğim, şu mükâfatı da peşinen vereceğim.’ dese, kul belki çekinir. Fakat O dilerse hem verir, hem yükler, hem de götürür. ‘Kolay değil, hafsalanın alacağı işler değil!’ demek istiyoruz.
Bir ibtilâ ki seni Hazret-i Allah’a yaklaştırıyorsa rahmettir, uzaklaştırıyorsa felâkettir. Nefis kendisini haklı çıkarır. ‘Böyle olmamalıydı.’ der.
Bunun içindir ki Hazret-i Allah’a sığınmak gerekiyor.
‘Allah’ım! Ne olur beni bana bırakma. Benim göğe çıkmam için merdiven de yok, yere kaçmak için bir yolum da yok. Mülk senindir, mahlûk da senindir. Sen nasıl takdir edersen, ondan başkası da olacak değil. Ben ister râzı olayım, ister râzı olmayayım. Ona da bakacak değilsin.’
Şu halde insan Hazret-i Allah’a yaslanacak, O sana bu lütfu verirse seni kurtarır.” (5 Şubat 1981)
•
“İbtilâyı Hazret-i Allah koparttırır ve kulunu yine O tutar. Ona musallat ettiren de O, tutan da O. Hazret-i Allah kulunu böyle imtihan eder. Hem elinde tutuyor, hem de ibtilâyı koparttırıyor. Onun için ibtilâya irkilmemek: ‘Dilerse muhafaza edecek O’dur!’ deyip sabretmek lâzımdır.” (7 Ekim 1981)
Ezelî Nasip:
Bir rüya arzedildi. Ortada mahiyetini bilmediği bir şey varmış, bir kardeş koşmuş onu yakalamış. Bir diğeri ne kadar tutmak istediyse tutamamış. Bir diğeri ise hiç çabalamadığı halde eline gelmiş.
Buyurdular ki:
“Allah-u Teâlâ bir kimseye ihsan edeceği nimeti böyle deneme ile verir. Değer verdiği zaman eline geçmiş olur. Bazılarının ise teslimiyeti sayesinde eline geçer. Çünkü o zaten peşin olarak, gönülden teslim olmuştu. Nedenler, niçinler üzerinde durmuyordu. Onun için elindedir.
Kimisine ise nasiptir, fakat oralı olmaz, havaya bakar, böylece nasibini kaçırmış olur.
Allah-u Teâlâ kulunu böyle imtihana çeker. Bu bir esrâr-ı ilâhidir, bu işlere akıl işlemez. Aklımı işleteyim dersen kaldın orada. Çünkü imtihan ve ihsan noktası. Azıcık bir gevşeklik kaçmasına vesile olur. O kaçırılan şey hazinedir. Sonra kırk parasına muhtaç olursun amma, kaçtı artık.” (13 Haziran 1981)
Kalbin Ölçüsü:
Bir sohbetlerinden:
“Para varsa kasada, kesede olacak. Diyeceksiniz ki: ‘Efendim benim de param kasada!’ Hayır, senin paran kalbinde de sen farkında değilsin. Meselâ Allah yolunda bir şeyler vermek gerektiği zaman, bir lira vermeyle bir milyon vermek arasında kıl kadar fark olmamalı. Ahmed’in malını çeker gibi vermeli. Bu gibi insanların paraları kasalarındadır. Kasadan vermek ise çok kolaydır. Hatta hepsini bile verse, verdiren Allah’a şükreder.
Parayı kalbe koyanlar, kasayı açtığı zaman kaç kuruş vereceğinin hesabını yapar.” (9 Mayıs 1981)
Devir Aynı Devir:
-Mânâda gördüm ki, Medine-i münevvere’de, Yesrib devrine âit binalardan birinde oturuyormuşuz. Bir ara Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz gözüme çarptı. Şadırvanda abdest alıyordu. Bir çok insanlar da vardı. Mübarek elinden öptüm. Hemen eve koştum. ‘Gelin siz de elini öpün, bir daha bu fırsatı bulamazsınız!’ dedim. O heyecanla uyanmışım.
-Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hakk sizi büyük bir devlete nâil etmiş. Yolunda bulunmak ve yolunda bulunanlarla mülâki olmak, gerçekten büyük bir devlettir.
O gördüğünüz ev, mütevâzi bir hayatı tercih etmemize, dünyayı kalpten çıkarmamıza işarettir.
Asr-ı saâdetin mütevâzi hayatını benimsemek, o hayatı gönüllere yerleştirip onlara muhabbet etmek, insanı o zamana intikal ettirir. Yani o devri bugün de yaşayabilecek bir durum var. Yaşıyorsunuz da bilmiyorsunuz. Bu nimetin kıymetini bilin. (9 Mayıs 1981)
Gerçek Terhis:
Bir sohbetlerinden:
“Gerçek hayat ölümden sonra başlayacak. Ölüm zindandan tahliye, askerlikten bir terhis gibidir. Dünyanın çeşit çeşit bitmez tükenmez mihnet ve meşakkatleri, ibtilâ ve çileleri vardır.
Ölümle Cenâb-ı Hakk o kimseyi terhis etmiş, âlem-i berzahta tasavvurun fevkinde bir hayat hazırlamıştır.
Burada bir incelik var. Bu terhis herkes için geçerli değildir. Haşrı neşri burada bitirenlere mahsustur. Onlar her şeyi burada bitirirler. Tekarrüb etmiş, Hakk’a vâsıl olmuş bir kimseyi Hakk bir daha karşılaştırır mı o işlerle? Herhangi bir sual, herhangi bir azap bahis mevzuu olur mu artık? Çünkü hepsini bitirmiş de geçmiş oraya.
Ahiret mekteplerini dünyada iken bitirmiş, nefsi tortularından ayıklanmış, sâfileşmiş. Özleşince nur ortaya çıkmış. Nura sual olur mu?
O tortularını dünyada döktü, diğerleri ahirette dökecek. Çünkü nefis olduğu gibi duruyor. Bu sefer orada haşır-neşir başlayacak. Yanacak, eriyecek, tortularını orada dökecek.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir mümin üzerinde herhangi bir günah olmaksızın Allah’a kavuşuncaya kadar gerek nefsinde, gerek çocuğunda, gerekse malında ibtilâ kendisinden ayrılmaz.” (Tirmizi) (13 Haziran 1981)
Gerçek Alış-Veriş:
“Birçok alış-verişler yaparız, para kazanırız, bu arada gerçek alış-verişi unuturuz. Halbuki o kazandıklarımız belki de hiç sevmediklerimize kalacak.
Alış-veriş ona derler ki, Hazret-i Allah ile yapılır. Kârın en büyüğü de bu alış-veriştedir. Bırakın kârını, Hâlik iken mahlukunu alış-verişe kabul etmesi zaten en büyük saâdet. Ne çok zengin Allah’ımız!
Küçük bir rütbesi olan nice kimseler vardır ki, etraflarındakileri küçük görürler. O ise kâinatı yoktan var etti de, üstelik mahlukunu alış-verişe dâvet ediyor. Böyle bir Allah varken sen tut da gönlünü başka şeylere bağla. Cidden kendimize yazık etmiş oluyoruz.
O bizi çok güzel yarattı. Bize her şeyin en iyisini, en güzelini bahşetti. Biz de O’na, bizden istediklerinin en iyisini yapalım diyemiyoruz.
En kıymetli ömür, en değerli vakitler boşa geçiyor. Buranın bir ânı, oranın çok uzun zamanıdır. Değil günlerin, anların dahi kıymetini bilip değerlendirmemiz lâzımdır. Kalp boş şeylerle meşgul olursa, ebedî saâdet nasıl kazanılacak?
Allah’ımız bize bu hakikati duyursun. Gaflette kaldığımız zamanlar, böyle nice nice cevherler toprak arasına karışıp gidiyor.” (25 Temmuz 1981)
Faydalı Evlât:
Bir çocukları olduğunu, adını Ömer koyduklarını söyleyen ihvana buyurdular ki:
“Cenâb-ı Hakk’tan nur isteyin efendim. Şöyle ki anne-baba evlât ister, illâ olsun diye de ısrar eder. O da bize evlât verir, amma ya nur vermezse ne kıymeti var?
Ümmet-i Muhammed’e faydalı olan evlât evlâttır. Allah-u Teâlâ onu lütfu ile süslerse, nur ile donatırsa, o kendisini ümmet-i Muhammed’e adamış olur. Bin tane evlât olacağına bir tane olsun da böyle olsun. Allah’ımız onlardan etsin.
Kendisine faydalı olmayan ebeveynine hiç olamaz, beşeriyete aslâ fayda vermez, hatta zarar verir.” (5 Aralık 1981)
Allah Yolunda Azim ve Sebat:
Bir sohbetlerinden:
“Sevdiğimiz ihvan için canımızı bile veririz. Biz ihvanın üzerine çok düşeriz. Bir ibtilâ ile karşılaşsalar: ‘Aman Allah’ım! Ona verme de bana ver.’ diyecek kadar düşkünüzdür. Biz nasıl olsa ibtilâya alışmışız.
Amma imtihana tabi tutulup Hazret-i Allah’ın düşürdüğünün bizimle ilgisi olmaz. Onlar için hiç merhametimiz yok. Çünkü onlar tahripçidirler. Niyetleri ve fikirleri bozuk olduğu için otomatik olarak istikametten çıkmış oluyorlar.” (26 Temmuz 1981)
Bizi Neler Neler Bekliyor?
“Çeşitli hastalıklar bizi bekliyor, kabir bizi bekliyor, kurtlar bizi bekliyor, münker-nekir bizi bekliyor. Bizi neler bekliyor, biz neler yapıyoruz.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
‘Kabir, ahiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa, gerisi daha kolaydır, şayet kurtulamazsa gerisi daha ağırdır.’ (Tirmizi:2410)
Allah’ımız bizi bize bırakmasın.” (21 Ağustos 1981)
Mânevî İşâret:
“Bazen bakıyorum boşluğa gidiyorum. Mevlâ bir işaret veriyor, boşlukta olduğumu anlıyorum, yola koyuluyorum.
Onun için hiçbir zaman arzu dalgalarına değil de Mevlâ’nın lütuf emirlerine müteveccih olup, O’nun hükmünü kendi arzularımızdan önde tutmalıyız. Hazret-i Allah bu gibi kimseleri tutar, diğerlerini tutmaz. Çünkü o: ‘Hayır! Bu böyle olacak!’ diyor. Madem ki öyle olacak, öyle olsun deyip, onu kendi haline bırakır.
Fakat bir kul Hazret-i Allah’ın emrine uygun zannıyla hatalı işlere teşebbüs edebilir. O, Mevlâ’ya müteveccih bulunduğu için, Mevlâ ona bir işaret veriyor, o ışıkla önünü görüyor ve yola koyuluyor.” (7 Ekim 1981)
Allah Yolunda Azim ve Sebat
En Güzel İkram:
Mevzu arasında sözleri:
“Rabb’im! Resulullah Aleyhisselâm ziyaretçilerine nasıl duâ ettiyse, ümmetine nasıl duâ ettiyse, ben onun duâsını yapıyorum. Bu gelenler senin ziyaretçindir, onlara rahmet et, onlara merhamet et, günahsız olarak evlerine iâde et.
Öyle baka baka duâ ederim.” (1 Ekim 2001)
Öyle Bir Allah Ki!:
Bir sohbetlerinden:
“Evet bir insan günah işleyebilir. Bizim zaten her ânımız günah. Fakat Hazret-i Allah öyle bir Allah ki, kulunu affettiği zaman: ‘Niçin affettin?’ diye soran yok. Azap etmeyi murat ettiği zaman: ‘Niçin azap ediyorsun?’ diyecek yok. Dilerse affeder, dilemezse affetmez. O öyle bir Allah! Üstelik affı da çok seviyor.
O’nun katında bir kişiyi affetmekle Ümmet-i Muhammed’i affetmek arasında hiç fark yoktur.
Bu bakımdan fakir duâlarında: ‘Yâ Rabb’i! deriz, ümmet-i Muhammed’i affet. Sen öyle bir kerim Mâbud’sun ki, beni affetmekle ümmet-i Muhammed’i affetmek arasında hiç fark yok.’ deriz.” (6 Ağustos 1980)
İbtilâ:
Bir sohbetlerinden:
“Terakkiyat yolunda bir sâlike ezelî taksimi nispetinde deniz dalgaları gibi ibtilâlar gelir.
O bakımdan senin de hazır olman lâzım. Hangi rüzgâr olursa olsun, hangi imtihana çekilirsen çekil, hangi ibtilâya maruz kalırsan kal; Cenâb-ı Hakk’a sığın, Pirân-ı izam’dan istimdat et, yılma, yıkılma, düşme, sebat et... Azmedersen, Hazret-i Allah da o bütün dalgaları kırar.” (23 Mart 1980)
•
“Farz-ı muhal ki birisi: ‘Şu binayı vereceğim, şu mükâfatı da peşinen vereceğim.’ dese, kul belki çekinir. Fakat O dilerse hem verir, hem yükler, hem de götürür. ‘Kolay değil, hafsalanın alacağı işler değil!’ demek istiyoruz.
Bir ibtilâ ki seni Hazret-i Allah’a yaklaştırıyorsa rahmettir, uzaklaştırıyorsa felâkettir. Nefis kendisini haklı çıkarır. ‘Böyle olmamalıydı.’ der.
Bunun içindir ki Hazret-i Allah’a sığınmak gerekiyor.
‘Allah’ım! Ne olur beni bana bırakma. Benim göğe çıkmam için merdiven de yok, yere kaçmak için bir yolum da yok. Mülk senindir, mahlûk da senindir. Sen nasıl takdir edersen, ondan başkası da olacak değil. Ben ister râzı olayım, ister râzı olmayayım. Ona da bakacak değilsin.’
Şu halde insan Hazret-i Allah’a yaslanacak, O sana bu lütfu verirse seni kurtarır.” (5 Şubat 1981)
•
“İbtilâyı Hazret-i Allah koparttırır ve kulunu yine O tutar. Ona musallat ettiren de O, tutan da O. Hazret-i Allah kulunu böyle imtihan eder. Hem elinde tutuyor, hem de ibtilâyı koparttırıyor. Onun için ibtilâya irkilmemek: ‘Dilerse muhafaza edecek O’dur!’ deyip sabretmek lâzımdır.” (7 Ekim 1981)
Ezelî Nasip:
Bir rüya arzedildi. Ortada mahiyetini bilmediği bir şey varmış, bir kardeş koşmuş onu yakalamış. Bir diğeri ne kadar tutmak istediyse tutamamış. Bir diğeri ise hiç çabalamadığı halde eline gelmiş.
Buyurdular ki:
“Allah-u Teâlâ bir kimseye ihsan edeceği nimeti böyle deneme ile verir. Değer verdiği zaman eline geçmiş olur. Bazılarının ise teslimiyeti sayesinde eline geçer. Çünkü o zaten peşin olarak, gönülden teslim olmuştu. Nedenler, niçinler üzerinde durmuyordu. Onun için elindedir.
Kimisine ise nasiptir, fakat oralı olmaz, havaya bakar, böylece nasibini kaçırmış olur.
Allah-u Teâlâ kulunu böyle imtihana çeker. Bu bir esrâr-ı ilâhidir, bu işlere akıl işlemez. Aklımı işleteyim dersen kaldın orada. Çünkü imtihan ve ihsan noktası. Azıcık bir gevşeklik kaçmasına vesile olur. O kaçırılan şey hazinedir. Sonra kırk parasına muhtaç olursun amma, kaçtı artık.” (13 Haziran 1981)
Kalbin Ölçüsü:
Bir sohbetlerinden:
“Para varsa kasada, kesede olacak. Diyeceksiniz ki: ‘Efendim benim de param kasada!’ Hayır, senin paran kalbinde de sen farkında değilsin. Meselâ Allah yolunda bir şeyler vermek gerektiği zaman, bir lira vermeyle bir milyon vermek arasında kıl kadar fark olmamalı. Ahmed’in malını çeker gibi vermeli. Bu gibi insanların paraları kasalarındadır. Kasadan vermek ise çok kolaydır. Hatta hepsini bile verse, verdiren Allah’a şükreder.
Parayı kalbe koyanlar, kasayı açtığı zaman kaç kuruş vereceğinin hesabını yapar.” (9 Mayıs 1981)
Devir Aynı Devir:
-Mânâda gördüm ki, Medine-i münevvere’de, Yesrib devrine âit binalardan birinde oturuyormuşuz. Bir ara Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz gözüme çarptı. Şadırvanda abdest alıyordu. Bir çok insanlar da vardı. Mübarek elinden öptüm. Hemen eve koştum. ‘Gelin siz de elini öpün, bir daha bu fırsatı bulamazsınız!’ dedim. O heyecanla uyanmışım.
-Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hakk sizi büyük bir devlete nâil etmiş. Yolunda bulunmak ve yolunda bulunanlarla mülâki olmak, gerçekten büyük bir devlettir.
O gördüğünüz ev, mütevâzi bir hayatı tercih etmemize, dünyayı kalpten çıkarmamıza işarettir.
Asr-ı saâdetin mütevâzi hayatını benimsemek, o hayatı gönüllere yerleştirip onlara muhabbet etmek, insanı o zamana intikal ettirir. Yani o devri bugün de yaşayabilecek bir durum var. Yaşıyorsunuz da bilmiyorsunuz. Bu nimetin kıymetini bilin. (9 Mayıs 1981)
Gerçek Terhis:
Bir sohbetlerinden:
“Gerçek hayat ölümden sonra başlayacak. Ölüm zindandan tahliye, askerlikten bir terhis gibidir. Dünyanın çeşit çeşit bitmez tükenmez mihnet ve meşakkatleri, ibtilâ ve çileleri vardır.
Ölümle Cenâb-ı Hakk o kimseyi terhis etmiş, âlem-i berzahta tasavvurun fevkinde bir hayat hazırlamıştır.
Burada bir incelik var. Bu terhis herkes için geçerli değildir. Haşrı neşri burada bitirenlere mahsustur. Onlar her şeyi burada bitirirler. Tekarrüb etmiş, Hakk’a vâsıl olmuş bir kimseyi Hakk bir daha karşılaştırır mı o işlerle? Herhangi bir sual, herhangi bir azap bahis mevzuu olur mu artık? Çünkü hepsini bitirmiş de geçmiş oraya.
Ahiret mekteplerini dünyada iken bitirmiş, nefsi tortularından ayıklanmış, sâfileşmiş. Özleşince nur ortaya çıkmış. Nura sual olur mu?
O tortularını dünyada döktü, diğerleri ahirette dökecek. Çünkü nefis olduğu gibi duruyor. Bu sefer orada haşır-neşir başlayacak. Yanacak, eriyecek, tortularını orada dökecek.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir mümin üzerinde herhangi bir günah olmaksızın Allah’a kavuşuncaya kadar gerek nefsinde, gerek çocuğunda, gerekse malında ibtilâ kendisinden ayrılmaz.” (Tirmizi) (13 Haziran 1981)
Gerçek Alış-Veriş:
“Birçok alış-verişler yaparız, para kazanırız, bu arada gerçek alış-verişi unuturuz. Halbuki o kazandıklarımız belki de hiç sevmediklerimize kalacak.
Alış-veriş ona derler ki, Hazret-i Allah ile yapılır. Kârın en büyüğü de bu alış-veriştedir. Bırakın kârını, Hâlik iken mahlukunu alış-verişe kabul etmesi zaten en büyük saâdet. Ne çok zengin Allah’ımız!
Küçük bir rütbesi olan nice kimseler vardır ki, etraflarındakileri küçük görürler. O ise kâinatı yoktan var etti de, üstelik mahlukunu alış-verişe dâvet ediyor. Böyle bir Allah varken sen tut da gönlünü başka şeylere bağla. Cidden kendimize yazık etmiş oluyoruz.
O bizi çok güzel yarattı. Bize her şeyin en iyisini, en güzelini bahşetti. Biz de O’na, bizden istediklerinin en iyisini yapalım diyemiyoruz.
En kıymetli ömür, en değerli vakitler boşa geçiyor. Buranın bir ânı, oranın çok uzun zamanıdır. Değil günlerin, anların dahi kıymetini bilip değerlendirmemiz lâzımdır. Kalp boş şeylerle meşgul olursa, ebedî saâdet nasıl kazanılacak?
Allah’ımız bize bu hakikati duyursun. Gaflette kaldığımız zamanlar, böyle nice nice cevherler toprak arasına karışıp gidiyor.” (25 Temmuz 1981)
Faydalı Evlât:
Bir çocukları olduğunu, adını Ömer koyduklarını söyleyen ihvana buyurdular ki:
“Cenâb-ı Hakk’tan nur isteyin efendim. Şöyle ki anne-baba evlât ister, illâ olsun diye de ısrar eder. O da bize evlât verir, amma ya nur vermezse ne kıymeti var?
Ümmet-i Muhammed’e faydalı olan evlât evlâttır. Allah-u Teâlâ onu lütfu ile süslerse, nur ile donatırsa, o kendisini ümmet-i Muhammed’e adamış olur. Bin tane evlât olacağına bir tane olsun da böyle olsun. Allah’ımız onlardan etsin.
Kendisine faydalı olmayan ebeveynine hiç olamaz, beşeriyete aslâ fayda vermez, hatta zarar verir.” (5 Aralık 1981)
Allah Yolunda Azim ve Sebat:
Bir sohbetlerinden:
“Sevdiğimiz ihvan için canımızı bile veririz. Biz ihvanın üzerine çok düşeriz. Bir ibtilâ ile karşılaşsalar: ‘Aman Allah’ım! Ona verme de bana ver.’ diyecek kadar düşkünüzdür. Biz nasıl olsa ibtilâya alışmışız.
Amma imtihana tabi tutulup Hazret-i Allah’ın düşürdüğünün bizimle ilgisi olmaz. Onlar için hiç merhametimiz yok. Çünkü onlar tahripçidirler. Niyetleri ve fikirleri bozuk olduğu için otomatik olarak istikametten çıkmış oluyorlar.” (26 Temmuz 1981)
Bizi Neler Neler Bekliyor?
“Çeşitli hastalıklar bizi bekliyor, kabir bizi bekliyor, kurtlar bizi bekliyor, münker-nekir bizi bekliyor. Bizi neler bekliyor, biz neler yapıyoruz.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
‘Kabir, ahiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa, gerisi daha kolaydır, şayet kurtulamazsa gerisi daha ağırdır.’ (Tirmizi:2410)
Allah’ımız bizi bize bırakmasın.” (21 Ağustos 1981)
Mânevî İşâret:
“Bazen bakıyorum boşluğa gidiyorum. Mevlâ bir işaret veriyor, boşlukta olduğumu anlıyorum, yola koyuluyorum.
Onun için hiçbir zaman arzu dalgalarına değil de Mevlâ’nın lütuf emirlerine müteveccih olup, O’nun hükmünü kendi arzularımızdan önde tutmalıyız. Hazret-i Allah bu gibi kimseleri tutar, diğerlerini tutmaz. Çünkü o: ‘Hayır! Bu böyle olacak!’ diyor. Madem ki öyle olacak, öyle olsun deyip, onu kendi haline bırakır.
Fakat bir kul Hazret-i Allah’ın emrine uygun zannıyla hatalı işlere teşebbüs edebilir. O, Mevlâ’ya müteveccih bulunduğu için, Mevlâ ona bir işaret veriyor, o ışıkla önünü görüyor ve yola koyuluyor.” (7 Ekim 1981)