NEBE SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1
Büyük Haber
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme'de nâzil olmuştur. Kırk Âyet-i kerime, yüz yetmiş üç kelime ve dokuz yüz yetmiş harften müteşekkildir.
Kıyamet ve öldükten sonra dirilme hakkında önemli haberler verildiği için bu mübarek Sûre-i celîle'ye "Nebe sûresi" adı verilir. Adını, ikinci Âyet-i kerime'de geçen "Büyük haber" deyiminden alır. "Amme sûresi" adlarıyla da anılmaktadır.
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; "Mürselât" Sûre-i şerif'inde olduğu gibi kıyametin kopacağını, yeniden dirilişin mutlaka gerçekleşeceğini ve ahiret hayatının başlayacağını haber vermektedir. Bu husus Sûre-i şerif'in ilk beş Âyet-i kerime'sinde bir tehdit olarak ortaya konulmakta, bu en mühim haber karşısında insanların "Tasdik edenler" ve "Yalanlayanlar" olarak iki kısma ayrıldığı belirtilmektedir.
Altıncı Âyet-i kerime'den on yedinci Âyet-i kerime'ye kadar; kıyametin kopacağına ve yeniden dirilişe işaret eden belgeler gözler önüne serilmektedir.
On yedinci Âyet-i kerime'den yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar; ahiretin bir hüküm verme günü olduğu, kıyametin kopması ile meydana gelecek hadiselerin bazıları anlatılmaktadır.
Yirmi birinci Âyet-i kerime'den otuz birinci Âyet-i kerime'ye kadar; cehennemin tuzak kurmuş olarak hazır beklediği, müşriklerin karşılaşacakları alçaltıcı azaplar ihtar edilmektedir.
Otuz birinci Âyet-i kerime'den otuz sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar; takvâ sahibi bahtiyar kullarına Allah-u Teâlâ'nın hazırladığı nimetler müjdelenmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, kıyamet gününün dehşeti, o gün karşılaşılacak belâ ve sıkıntılar tasvir edilmekte, o günün uzak olmadığı hatırlatılmaktadır.
"Büyük Haber":
Allah-u Teâlâ kıyamet gününün gerçekleşmesini inkâr eden, inkârlarını dışa vurmak için alay yollu soru sormak cüretini gösteren kıt akıllı müşriklerin başlarına gelecek felâketleri haber vererek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?" (Nebe: 1)
Kıyametin durumunu mu sorup duruyorlar?
"O büyük haberden mi?" (Nebe: 2)
Onu size bildireyim mi? O çok korkunç bir haberdir.
"Ki onlar, bunun üzerinde anlaşmazlığa düşüyorlar." (Nebe: 3)
İnanan gönülden inanıyor, inanmayan her fırsatta inkârını ortaya koyuyor.
"Hayır! İleride bilecekler." (Nebe: 4)
Gerçek ortaya çıkacak, o büyük haberin doğru olduğunu anlayacaklar.
"Hayır hayır! Onlar ileride bilecekler." (Nebe: 5)
Fakat iş işten geçmiş olacak, inkârlarına karşılık neyi bulacaklarını orada görecekler.
İlâhî Azametin Dokuz Delili:
Allah-u Teâlâ gerek öldükten sonra dirilme hususunda, gerekse yeryüzünde ve bitkilerde, dağlarda ve vâdilerde, güneş ve yıldızlarda, gece ve gündüzde, bulutlarda ve yağmurlarda ululuk ve azametine işaret eden bir kısım delilleri Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?" (Nebe: 6)
İnsanlar hep bu döşekte doğmuşlar ve bu döşekte hayatlarını sürdürmektedirler.
"Dağları da birer kazık yapmadık mı?" (Nebe: 7)
Eğer yeryüzü döşenmemiş, üzerinde dağlar oturtulmamış olsaydı; görülmekte olan hayat şartları meydana gelmeyecek, üzerinde durabilme imkânı olmayacaktı.
"Sizi çift çift yarattık." (Nebe: 8)
Ki çoğalma işi düzgün olsun ve belli bir süreye kadar hayat devam etsin.
"Uykunuzu bir dinlenme yaptık." (Nebe: 9)
Uyku sayesinde rahatlar, gündüz yaptığınız işlerin yorgunluğundan kurtulursunuz.
"Geceyi bir bürgü yaptık." (Nebe: 10)
Elbise, giyeni örttüğü gibi, gecenin karanlığı da sizi örter. Geceleri rahata dalar, vücudunuzu dinlendirmiş olursunuz.
"Gündüzü ise geçiminize elverişli kıldık." (Nebe: 11)
İnsanlar gündüz olunca uykudan uyanırlar, yeniden hayata kavuşmuş gibi olurlar. Geçimlerini temin etmeye çalışırlar.
Bunların hepsi Allah-u Teâlâ tarafından insana tahsis edilmiştir.
"Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik." (Nebe: 12)
İnsanların yaptıkları binalar gibi zamanla yıpranmazlar. Binlerce asırlardan beri bozulmaktan korunmuşlardır. Sayısız yıldızlar dolaşıyor, her biri kendi yolunu takip ediyor, buna rağmen birbirleriyle çarpışmıyorlar.
"(Göğe) ışık saçan bir kandil astık." (Nebe: 13)
Allah-u Teâlâ'nın güneşi yegâne enerji kaynağı olarak yaratması sebebiyledir ki, bütün yeryüzündekiler için parlar ve onları ısıtır.
"Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik." (Nebe: 14)
Ne zaman, nereye, ne kadar ve ne şekilde yağdıracağını tam olarak O bilir.
"Ki o su ile taneler ve bitkiler çıkaralım." (Nebe: 15)
Buğday ve arpa gibi gıda maddelerini, ağaç ve meyve gibi bitkileri insanların istifadelerine sunmak için bitirdik.
"Ve dalları birbirine geçmiş bahçeler." (Nebe: 16)
Âfâkı kaplayan, gözlerimize çarpıp duran bu derece muazzam güzellikler, kudret-i ilâhî'nin azametine işaret ve şehâdet etmektedirler.
__________________________________________________________________________________
NEBE SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İlâhî Divan
Ayırt Etme Günü:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde hüküm günü olan kıyametten haber vererek, bu günün belirlenmiş olduğunu, bu sürenin artıp eksilmeyeceğini, o gün geldiği zaman kâinatın düzeninin alt-üst olacağını, insanların mahşer yerinde toplanacaklarını beyan buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki o hüküm günü belirlenmiş bir zamandır." (Nebe: 17)
Mahlûkatı bir araya toplayacak, sonra aralarını ayıracak, anlaşmazlık çıkardıkları hususlarda nihaî hükmü verecektir.
"Sur'a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz." (Nebe: 18)
Bu hitap bütün insanlaradır. Herkes amelinin karşılığını almak için grup grup, zümre zümre gelirler. Haklarında verilecek hükmü gözetlemekten başka yapacak bir çareleri yoktur. Herkes lâyık oldukları âkıbete erer.
"O gün gökyüzü açılır ve kapı kapı olur." (Nebe: 19)
Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ'nın emriyle görev yapacaklardır.
"Dağlar yürütülür, bir serap olur." (Nebe: 20)
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
Kâfirler İçin Acı Son:
Allah-u Teâlâ kâfirler ve mücrimler için cehennemdeki alçaltıcı azapları açıklamakta, onlar için hazırlamış olduğu yiyecekleri ve içecekleri Âyet-i kerime'lerinde beyan etmektedir:
"Cehennem, yalnız azgınları bekleyen yerdir. Dönecekleri yer orasıdır." (Nebe: 21-22)
Cennet hizmetçileri cennetlikleri bekledikleri gibi, cehennem bekçileri de cehennemlikleri beklerler.
Cennetlikler cennette nasıl ki ebedîleşirlerse, cehennemliklerden küfür ve nifak üzere ölen azgınların cezası da öylece sonsuza kadar uzanıp gidecektir.
"Onlar orada sonsuz çağlar boyunca kalacaklardır." (Nebe: 23)
Ahiretin asırları sonsuzdur, her asır geçtikçe başka bir asır gelir. Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.
Cehennem sakinlerine, azabın hararetinden ciğerleri yandıkça; kendilerine kaynar suyun yanında, kan ve irin içirilir. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
"Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tatmazlar." (Nebe: 24)
Gönüllerini ferahlatacak, içlerini serinletecek bir şey bulamayacakları gibi, beslenecekleri rahat bir içecek de bulamayacaklar.
"Yalnız kaynar su ve irin içerler." (Nebe: 25)
"Kaynar su" mânâsına gelen "Hamîm" kelimesi, sıcaklığın son noktasına varmış olan sıcak şeydir. "Ğassak" ise, cehennemliklerin vücutlarından dökülen irinleri, yaralarından akan cerahatları ve terleri demektir. Öyle pis öyle mülevves kokar ki yanına yaklaşılmaz. Onlar bundan başka bir su bularak onunla hararetlerini teskin edemezler.
"Yaptıklarına uygun bir karşılık olarak." (Nebe: 26)
Çünkü ahiret gününü inkâr edip, asla böyle bir gün olmayacağını söylemenin ve bir ömür bu iddiada ısrar etmenin tam karşılığı; o günün o şiddetli azabını göstermek ve tattırmaktır. Küfür en büyük isyan olduğundan, onun cezası da en büyük azap olan cehennem azabıdır.
"Çünkü onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı." (Nebe: 27)
Öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı ki, hesaba çekilmeyi umsunlar.
"Âyetlerimizi de tamamen yalan sayıyorlardı." (Nebe: 28)
Onların yapmış oldukları işler, söyledikleri sözler de dahil olmak üzere her şeyi Allah-u Teâlâ zaptetmiş ve muhafaza altına almıştı.
"Oysa biz her şeyi bir kitapta yazıp saymıştık." (Nebe: 29)
Hâl böyle olunca onlara şöyle denilecektir:
"Azabı tadın! Biz sizin azabınıza ancak azap katarız." (Nebe: 30)
Cehennemlikler hakkında bu Âyet-i kerime'den daha ağır bir Âyet-i kerime nazil olmamıştır. Çünkü onlara sürekli olarak azap artırılacak, bir azap türüne karşı yardım istedikçe kendilerine daha şiddetli bir azap ile karşılık verilecektir.
Müttakiler İçin Mutlu Son:
Allah-u Teâlâ kâfirlerin ve günahkârların cehennemdeki alçaltıcı azaplarını anlattıktan sonra, Âyet-i kerime'lerinde müttakiler için hazırlamış olduğu çeşitli nimetleri ve saâdetleri şöyle beyan buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki müttakiler için kurtulma yeri vardır." (Nebe: 31)
Nimetlere garkolmakla kalmazlar, büyük bir azaptan da korunmuş olurlar.
"Bahçeler ve bağlar." (Nebe: 32)
O bahçelerde meyveli-meyvesiz ağaçlar, asmalar, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan en güzel meyveler bulunur.
"Göğüsleri tomurcuklanmış ve hepsi bir yaşta nâzeninler vardır." (Nebe: 33)
Aynı yaşta aynı gençliktedirler.
"Ve dolu dolu kadehler vardır." (Nebe: 34)
İnsanların bağ ve bahçelerde oturmaktan, pınar başlarında gezmekten lezzet alması tabii bir haldir.
"Orada ne boş bir lâf işitirler, ne de bir yalan." (Nebe: 35)
Cennetteki her söz eksiklikten uzaktır.
"Rabb'inden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak." (Nebe: 36)
Kulların Allah-u Teâlâ üzerinde alacak bir hakkının olması söz konusu olmadığına göre, cennet nimetleri sırf lütuf ve bağıştan başka bir şey değildir. Arzuladıkları her şey Allah-u Teâlâ tarafından kendilerine bir ikram olarak verilecektir.
"O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir. O Rahman'dır." (Nebe: 37)
Vasıfları bu olan, hikmeti gereğince her bir varlığa cömertçe iyilik ve ihsanda bulunandır.
"O gün (O izin vermeden) O'na hitapta bulunmaya aslâ muktedir olamazlar." (Nebe: 37)
Azabına karşı hiç kimse O'nun izni olmadan şefaat edemez.
İlâhî Divan:
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ insanlar arasında hüküm verdiği kıyamet gününün dehşetinden ve o gün karşılaşılacak belâ ve sıkıntılardan haber vermek suretiyle şöyle buyurmaktadır:
"O gün ruh (Cebrâil) ve melekler saf saf olup dizilirler." (Nebe: 38)
Yedi göğün melekleri insan ve cinleri çepeçevre kuşatırlar, içiçe yedi saf halinde halkalar meydana getirirler. Hepsi de edep, saygı ve rahmet makamında kemâl-i tâzimle ilâhî emri beklerler.
"Rahman'ın izin verdiklerinden başka hiç kimse konuşamaz." (Nebe: 38)
Konuşmaya güçlerinin yetmeyeceği gibi, özür dilemeleri için kendilerine izin de verilmez. Özür dileme zamanı çoktan geçmiştir.
"Konuşanlar da ancak doğruyu söylerler." (Nebe: 38)
Allah-u Teâlâ'ya yakın kullar bu şekilde şefaat edeceklerdir. O'na yakın makamlar elde etmiş olanların, O'nun huzurunda doğrudan başka bir şey söyleme ihtimalleri zaten düşünülemez.
"İşte bu hak olan gündür." (Nebe: 39)
Gerçekleşmesi kesin ve mutlaktır.
"Artık dileyen Rabb'ine varan bir yol tutar." (Nebe: 39)
Allah yoluna koyularak, o sayede mânen kurbiyete nâil olur.
"Biz sizi pek yakında gelecek bir azap ile uyardık." (Nebe: 40)
Gelecekteki her şey, bir gün olup gelecektir.
"Kişi o gün kendi elleriyle işlediklerine bakar." (Nebe: 40)
Hayırlı amellerine göre mükâfata erer, şerli amellerinden dolayı da cezaya çarptırılır. O gün kendi amelinden başka hiçbir şeyi göremez.
"O gün kâfir: 'Ah ne olurdu, ben de toprak olaydım!' der." (Nebe: 40)
Bu durum, Allah-u Teâlâ'nın azabını gözüyle gördüğü gündür. Karşılaştığı manzaranın şiddetinden ötürü böyle söyler. Cansız bir varlık olmasını veya mükellef olmayan bir hayvan olarak yaratılmış olmasını arzu eder, fakat bu arzu ve temenninin hiçbir hükmü yoktur.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Büyük Haber
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme'de nâzil olmuştur. Kırk Âyet-i kerime, yüz yetmiş üç kelime ve dokuz yüz yetmiş harften müteşekkildir.
Kıyamet ve öldükten sonra dirilme hakkında önemli haberler verildiği için bu mübarek Sûre-i celîle'ye "Nebe sûresi" adı verilir. Adını, ikinci Âyet-i kerime'de geçen "Büyük haber" deyiminden alır. "Amme sûresi" adlarıyla da anılmaktadır.
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; "Mürselât" Sûre-i şerif'inde olduğu gibi kıyametin kopacağını, yeniden dirilişin mutlaka gerçekleşeceğini ve ahiret hayatının başlayacağını haber vermektedir. Bu husus Sûre-i şerif'in ilk beş Âyet-i kerime'sinde bir tehdit olarak ortaya konulmakta, bu en mühim haber karşısında insanların "Tasdik edenler" ve "Yalanlayanlar" olarak iki kısma ayrıldığı belirtilmektedir.
Altıncı Âyet-i kerime'den on yedinci Âyet-i kerime'ye kadar; kıyametin kopacağına ve yeniden dirilişe işaret eden belgeler gözler önüne serilmektedir.
On yedinci Âyet-i kerime'den yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar; ahiretin bir hüküm verme günü olduğu, kıyametin kopması ile meydana gelecek hadiselerin bazıları anlatılmaktadır.
Yirmi birinci Âyet-i kerime'den otuz birinci Âyet-i kerime'ye kadar; cehennemin tuzak kurmuş olarak hazır beklediği, müşriklerin karşılaşacakları alçaltıcı azaplar ihtar edilmektedir.
Otuz birinci Âyet-i kerime'den otuz sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar; takvâ sahibi bahtiyar kullarına Allah-u Teâlâ'nın hazırladığı nimetler müjdelenmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, kıyamet gününün dehşeti, o gün karşılaşılacak belâ ve sıkıntılar tasvir edilmekte, o günün uzak olmadığı hatırlatılmaktadır.
"Büyük Haber":
Allah-u Teâlâ kıyamet gününün gerçekleşmesini inkâr eden, inkârlarını dışa vurmak için alay yollu soru sormak cüretini gösteren kıt akıllı müşriklerin başlarına gelecek felâketleri haber vererek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?" (Nebe: 1)
Kıyametin durumunu mu sorup duruyorlar?
"O büyük haberden mi?" (Nebe: 2)
Onu size bildireyim mi? O çok korkunç bir haberdir.
"Ki onlar, bunun üzerinde anlaşmazlığa düşüyorlar." (Nebe: 3)
İnanan gönülden inanıyor, inanmayan her fırsatta inkârını ortaya koyuyor.
"Hayır! İleride bilecekler." (Nebe: 4)
Gerçek ortaya çıkacak, o büyük haberin doğru olduğunu anlayacaklar.
"Hayır hayır! Onlar ileride bilecekler." (Nebe: 5)
Fakat iş işten geçmiş olacak, inkârlarına karşılık neyi bulacaklarını orada görecekler.
İlâhî Azametin Dokuz Delili:
Allah-u Teâlâ gerek öldükten sonra dirilme hususunda, gerekse yeryüzünde ve bitkilerde, dağlarda ve vâdilerde, güneş ve yıldızlarda, gece ve gündüzde, bulutlarda ve yağmurlarda ululuk ve azametine işaret eden bir kısım delilleri Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?" (Nebe: 6)
İnsanlar hep bu döşekte doğmuşlar ve bu döşekte hayatlarını sürdürmektedirler.
"Dağları da birer kazık yapmadık mı?" (Nebe: 7)
Eğer yeryüzü döşenmemiş, üzerinde dağlar oturtulmamış olsaydı; görülmekte olan hayat şartları meydana gelmeyecek, üzerinde durabilme imkânı olmayacaktı.
"Sizi çift çift yarattık." (Nebe: 8)
Ki çoğalma işi düzgün olsun ve belli bir süreye kadar hayat devam etsin.
"Uykunuzu bir dinlenme yaptık." (Nebe: 9)
Uyku sayesinde rahatlar, gündüz yaptığınız işlerin yorgunluğundan kurtulursunuz.
"Geceyi bir bürgü yaptık." (Nebe: 10)
Elbise, giyeni örttüğü gibi, gecenin karanlığı da sizi örter. Geceleri rahata dalar, vücudunuzu dinlendirmiş olursunuz.
"Gündüzü ise geçiminize elverişli kıldık." (Nebe: 11)
İnsanlar gündüz olunca uykudan uyanırlar, yeniden hayata kavuşmuş gibi olurlar. Geçimlerini temin etmeye çalışırlar.
Bunların hepsi Allah-u Teâlâ tarafından insana tahsis edilmiştir.
"Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik." (Nebe: 12)
İnsanların yaptıkları binalar gibi zamanla yıpranmazlar. Binlerce asırlardan beri bozulmaktan korunmuşlardır. Sayısız yıldızlar dolaşıyor, her biri kendi yolunu takip ediyor, buna rağmen birbirleriyle çarpışmıyorlar.
"(Göğe) ışık saçan bir kandil astık." (Nebe: 13)
Allah-u Teâlâ'nın güneşi yegâne enerji kaynağı olarak yaratması sebebiyledir ki, bütün yeryüzündekiler için parlar ve onları ısıtır.
"Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik." (Nebe: 14)
Ne zaman, nereye, ne kadar ve ne şekilde yağdıracağını tam olarak O bilir.
"Ki o su ile taneler ve bitkiler çıkaralım." (Nebe: 15)
Buğday ve arpa gibi gıda maddelerini, ağaç ve meyve gibi bitkileri insanların istifadelerine sunmak için bitirdik.
"Ve dalları birbirine geçmiş bahçeler." (Nebe: 16)
Âfâkı kaplayan, gözlerimize çarpıp duran bu derece muazzam güzellikler, kudret-i ilâhî'nin azametine işaret ve şehâdet etmektedirler.
__________________________________________________________________________________
NEBE SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İlâhî Divan
Ayırt Etme Günü:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde hüküm günü olan kıyametten haber vererek, bu günün belirlenmiş olduğunu, bu sürenin artıp eksilmeyeceğini, o gün geldiği zaman kâinatın düzeninin alt-üst olacağını, insanların mahşer yerinde toplanacaklarını beyan buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki o hüküm günü belirlenmiş bir zamandır." (Nebe: 17)
Mahlûkatı bir araya toplayacak, sonra aralarını ayıracak, anlaşmazlık çıkardıkları hususlarda nihaî hükmü verecektir.
"Sur'a üfürüldüğü gün hepiniz bölük bölük gelirsiniz." (Nebe: 18)
Bu hitap bütün insanlaradır. Herkes amelinin karşılığını almak için grup grup, zümre zümre gelirler. Haklarında verilecek hükmü gözetlemekten başka yapacak bir çareleri yoktur. Herkes lâyık oldukları âkıbete erer.
"O gün gökyüzü açılır ve kapı kapı olur." (Nebe: 19)
Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ'nın emriyle görev yapacaklardır.
"Dağlar yürütülür, bir serap olur." (Nebe: 20)
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
Kâfirler İçin Acı Son:
Allah-u Teâlâ kâfirler ve mücrimler için cehennemdeki alçaltıcı azapları açıklamakta, onlar için hazırlamış olduğu yiyecekleri ve içecekleri Âyet-i kerime'lerinde beyan etmektedir:
"Cehennem, yalnız azgınları bekleyen yerdir. Dönecekleri yer orasıdır." (Nebe: 21-22)
Cennet hizmetçileri cennetlikleri bekledikleri gibi, cehennem bekçileri de cehennemlikleri beklerler.
Cennetlikler cennette nasıl ki ebedîleşirlerse, cehennemliklerden küfür ve nifak üzere ölen azgınların cezası da öylece sonsuza kadar uzanıp gidecektir.
"Onlar orada sonsuz çağlar boyunca kalacaklardır." (Nebe: 23)
Ahiretin asırları sonsuzdur, her asır geçtikçe başka bir asır gelir. Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.
Cehennem sakinlerine, azabın hararetinden ciğerleri yandıkça; kendilerine kaynar suyun yanında, kan ve irin içirilir. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
"Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tatmazlar." (Nebe: 24)
Gönüllerini ferahlatacak, içlerini serinletecek bir şey bulamayacakları gibi, beslenecekleri rahat bir içecek de bulamayacaklar.
"Yalnız kaynar su ve irin içerler." (Nebe: 25)
"Kaynar su" mânâsına gelen "Hamîm" kelimesi, sıcaklığın son noktasına varmış olan sıcak şeydir. "Ğassak" ise, cehennemliklerin vücutlarından dökülen irinleri, yaralarından akan cerahatları ve terleri demektir. Öyle pis öyle mülevves kokar ki yanına yaklaşılmaz. Onlar bundan başka bir su bularak onunla hararetlerini teskin edemezler.
"Yaptıklarına uygun bir karşılık olarak." (Nebe: 26)
Çünkü ahiret gününü inkâr edip, asla böyle bir gün olmayacağını söylemenin ve bir ömür bu iddiada ısrar etmenin tam karşılığı; o günün o şiddetli azabını göstermek ve tattırmaktır. Küfür en büyük isyan olduğundan, onun cezası da en büyük azap olan cehennem azabıdır.
"Çünkü onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı." (Nebe: 27)
Öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı ki, hesaba çekilmeyi umsunlar.
"Âyetlerimizi de tamamen yalan sayıyorlardı." (Nebe: 28)
Onların yapmış oldukları işler, söyledikleri sözler de dahil olmak üzere her şeyi Allah-u Teâlâ zaptetmiş ve muhafaza altına almıştı.
"Oysa biz her şeyi bir kitapta yazıp saymıştık." (Nebe: 29)
Hâl böyle olunca onlara şöyle denilecektir:
"Azabı tadın! Biz sizin azabınıza ancak azap katarız." (Nebe: 30)
Cehennemlikler hakkında bu Âyet-i kerime'den daha ağır bir Âyet-i kerime nazil olmamıştır. Çünkü onlara sürekli olarak azap artırılacak, bir azap türüne karşı yardım istedikçe kendilerine daha şiddetli bir azap ile karşılık verilecektir.
Müttakiler İçin Mutlu Son:
Allah-u Teâlâ kâfirlerin ve günahkârların cehennemdeki alçaltıcı azaplarını anlattıktan sonra, Âyet-i kerime'lerinde müttakiler için hazırlamış olduğu çeşitli nimetleri ve saâdetleri şöyle beyan buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki müttakiler için kurtulma yeri vardır." (Nebe: 31)
Nimetlere garkolmakla kalmazlar, büyük bir azaptan da korunmuş olurlar.
"Bahçeler ve bağlar." (Nebe: 32)
O bahçelerde meyveli-meyvesiz ağaçlar, asmalar, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan en güzel meyveler bulunur.
"Göğüsleri tomurcuklanmış ve hepsi bir yaşta nâzeninler vardır." (Nebe: 33)
Aynı yaşta aynı gençliktedirler.
"Ve dolu dolu kadehler vardır." (Nebe: 34)
İnsanların bağ ve bahçelerde oturmaktan, pınar başlarında gezmekten lezzet alması tabii bir haldir.
"Orada ne boş bir lâf işitirler, ne de bir yalan." (Nebe: 35)
Cennetteki her söz eksiklikten uzaktır.
"Rabb'inden bir karşılık, yeterli bir bağış olarak." (Nebe: 36)
Kulların Allah-u Teâlâ üzerinde alacak bir hakkının olması söz konusu olmadığına göre, cennet nimetleri sırf lütuf ve bağıştan başka bir şey değildir. Arzuladıkları her şey Allah-u Teâlâ tarafından kendilerine bir ikram olarak verilecektir.
"O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir. O Rahman'dır." (Nebe: 37)
Vasıfları bu olan, hikmeti gereğince her bir varlığa cömertçe iyilik ve ihsanda bulunandır.
"O gün (O izin vermeden) O'na hitapta bulunmaya aslâ muktedir olamazlar." (Nebe: 37)
Azabına karşı hiç kimse O'nun izni olmadan şefaat edemez.
İlâhî Divan:
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ insanlar arasında hüküm verdiği kıyamet gününün dehşetinden ve o gün karşılaşılacak belâ ve sıkıntılardan haber vermek suretiyle şöyle buyurmaktadır:
"O gün ruh (Cebrâil) ve melekler saf saf olup dizilirler." (Nebe: 38)
Yedi göğün melekleri insan ve cinleri çepeçevre kuşatırlar, içiçe yedi saf halinde halkalar meydana getirirler. Hepsi de edep, saygı ve rahmet makamında kemâl-i tâzimle ilâhî emri beklerler.
"Rahman'ın izin verdiklerinden başka hiç kimse konuşamaz." (Nebe: 38)
Konuşmaya güçlerinin yetmeyeceği gibi, özür dilemeleri için kendilerine izin de verilmez. Özür dileme zamanı çoktan geçmiştir.
"Konuşanlar da ancak doğruyu söylerler." (Nebe: 38)
Allah-u Teâlâ'ya yakın kullar bu şekilde şefaat edeceklerdir. O'na yakın makamlar elde etmiş olanların, O'nun huzurunda doğrudan başka bir şey söyleme ihtimalleri zaten düşünülemez.
"İşte bu hak olan gündür." (Nebe: 39)
Gerçekleşmesi kesin ve mutlaktır.
"Artık dileyen Rabb'ine varan bir yol tutar." (Nebe: 39)
Allah yoluna koyularak, o sayede mânen kurbiyete nâil olur.
"Biz sizi pek yakında gelecek bir azap ile uyardık." (Nebe: 40)
Gelecekteki her şey, bir gün olup gelecektir.
"Kişi o gün kendi elleriyle işlediklerine bakar." (Nebe: 40)
Hayırlı amellerine göre mükâfata erer, şerli amellerinden dolayı da cezaya çarptırılır. O gün kendi amelinden başka hiçbir şeyi göremez.
"O gün kâfir: 'Ah ne olurdu, ben de toprak olaydım!' der." (Nebe: 40)
Bu durum, Allah-u Teâlâ'nın azabını gözüyle gördüğü gündür. Karşılaştığı manzaranın şiddetinden ötürü böyle söyler. Cansız bir varlık olmasını veya mükellef olmayan bir hayvan olarak yaratılmış olmasını arzu eder, fakat bu arzu ve temenninin hiçbir hükmü yoktur.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh