65- KITABUT-TEFSIR.. 11
1- Fâtihatu'l-Kitâb Sûresi 11
1- Fâtihatu'l-Kitâb Hakkında Gelen Hadîsler Babı 12
2- "Gayr’l-Mağdûbi Aleyhim vela'd-dâllîn*' Babı 12
2- El-Bakara Suresi 12
3- Yüce Allah'ın "Ve Âdem'e Bütün İsimleri Öğretti.”(Âyet: 31) Kavli Babı 13
4- Bâb 14
5- Bâb: 15
6- Bâb: Yüce Allah'ın "De Ki: Kim Cebrail'e Düşman Olursa... ** (Âyet: 97) Kavli 15
7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 16
8- Bâb: 16
9- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 17
10- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 17
11- Bâb: 18
12-''...Senin Üstünde Durageldiğin (Ka'be'yi Tekrar) Kıble Yapmamız O Rasûlfe (Sana) Uyanları, Ayağının İki Ökçesi Üzerinde Geri Döneceklerden Ayırdetmemiz İçindir. Gerçi Bu Elbette Büyük Bir Mes'eledir. Ancak Bu Allah'ın Doğru Yola İlettiği Kimseler Hakkında Değil" (Âyet: 143) Babı 18
13- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 19
14- And Olsun Ki, Sen Kendilerine Kitâb Verilenlere Her Âyeti Getirmiş Olsan, Onlar Yine Senin Kıblene Uymazlar. Sen De Onların Kıblesine Tâbi' Olucu Değilsin. Onların Kimi Kiminin Kıblesine Uyucu Değildir. And Olsun Sana Gelen Bunca İlimden Sonra, Onların Hevâlarına Uyacak Olursan, O Takdirde Şübhesiz Ve Muhakkak Yazık Etmişlerden(Sayılır)Sin" (Âyet: 145) Babı 19
15- 'Kendilerine Kitâb Verdiklerimiz Onu Öz Oğulları Gibi Tanırlar. Öyle İken İçlerinden Bir Güruh, Kendileri Bilip Durdukları Hâlde Yine Mutlakaa Hakkı Gizlerler. Hakk Rabb'indendir. O Hâlde Sakın Şübhecilerden Olma" (Âyet: 146-147) Bâb1 19
16- "Herkesin Yüzünü Kendine Döndürücü Olduğu Bir Yöneîi Vardır. Öyleyse Siz De (Ey Mü'minler) Hayır İşlerine Koşun, Birbirimizle Yarış Edin. Nerede Bulunursanız Allah Hepinizi (Bir Araya) Getirecektir. Şübhesiz Ki, Allah Herşeye Hakkıyle Kaadirdir" (Âyet: İ4s) Babı 19
17- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 20
18- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 21
19- Bâb: 21
20- "Ey İmân Edenler, Sizden Evvelkilere Yazıldığı Gibi, Sizin Üzerinize De Oruç Yazıldu Tâ Ki Konmasınız" (Âyet: 183) Bâbl 22
21-“Oruç Sayılı Günlerdir. Artık Sizden Kim (O Günlerde) Hasta Yâhud Sefer Üzerinde Olursa, Tutamadığı Günler Sayısınca Başka Günlerde Tutar. Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Lâzımdır). Bununla Beraber Kim Gönül İsteğiyle Bir Hayır Yaparsa İşte Bu, Onun İçin Daha Hayırlıdır. Oruç Tutmanız Sizin Hakkınızda Hayırlıdır, Bilirseniz" (Âyet: Is4) Kavli Babı 23
22- Bâb: 23
23-' 'Oruç Gecesinde Kadınlarınıza Yaklaşmak Size Halâl Edildi. Onlar Sizin İçin, Siz De Onlar İçin Birer Libâssınız. Allah Nefislerinize Karşı Za'f Göstermekte Olduğunuzu Bildi De Tevbenizi Kabul Etti, Sizi Bağışladı. Artık (Bundan Sonra Geceleri) Onlara Yaklaşın Ve Allah'ın Hakkınızda Yazdığını İsteyin" {Âyet: İ87)Bâbı 24
24- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 24
25- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 24
26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 25
27- Allah'ın Şu Kavli Babı: 26
28- Allah'ın Şu Kavli Babı: 26
29- Bâb: 26
30- Bâb: 27
31- Bâb: 27
32- Bâb: 28
33- Bâb: 28
34- "Yoksa Siz, Sizden Evvel Geçenlerin Hâli Başınıza Gelmeden Cennete Girivereceğinizi Mi Sandınız? Onlara Öyle Yoksulluklar Ve Sıkıntılar Gelip Çattı Ve (Çeşitli Belâlarla) Sarsıldılar Kî, Hattâ Peygamberleri Beraberindeki Müzminlerle Birlikte: 'Allah'ın Yardımı Ne Zaman?' Diyordu. Gözünüzü Açın, Allah'ın Yardımı Muhakkak Yakındır" (Âyet: 214) Babı 28
35- Bâb: 29
36- Bâb: 29
37- Bâb: 30
38- "Namazları Ve Orta Namazı Muhafaza Ediniz. (Âyet: 238) Babı 31
39- "Ve Allah İçin Tam Huşu' Ve Taâtle Dîvân Durun Yânî "Tam İtaat Ediciler Olarak Namaza Durun" (Âyet: 238) Babı 31
40- Azîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı: 31
41- Bâb: 32
42- Bâb: 33
43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 33
44- Bâb: 33
45- Bâb: 34
46- Bâb: "Allah Ribâyı Mahveder" (Âyet: 276), Onu Tamâmiyle Giderir 34
47- Bâb: 34
48- Bâb: 34
49- Bâb: 35
50- "(Göklerde Ne Var, Yerde Ne Varsa Hepsi Allah'ındır.) 35
51- Bâb: 35
3- Alu Imrân Sûresi 36
52- Bâb 36
53- (Bâb:) 37
54- Bâb: 37
55- Bâb: 38
56- Bâb: 38
57- BÂB: 41
58- Bab: 41
59- Bab. 42
60- Bâb: 42
61- Bâb: 43
62- Bâb: 43
63- "Sonra O Kederin Ardından Allah Üzerinize Öyle Bir Emînlik, Öyle Bir Uyku İndirdi Ki... " (Âyet): İmi Kavli Rart 44
64- "Kendilerine Yara İsabet Ettikten Sonra Yine Allah'ın Ve Rasûvün Da'vetine İcabet Edenler (Hele) İçlerinden İyilik Yapanlar Ve (Fenalıktan) Sakınanlar İçin Pek Büyük Mükâfat Vardır" (Âyet: 172) Babı 44
65- Bâb: 44
66- Bâb: 44
67- Bâb: 45
68- Bâb: 46
69- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 47
70- "Onlar Ayakta İken, Otururken, Yanları Üstünde Yatarken Hep Allah'ı Hatırlayıp Anarlar Ve Göklerin, Yerin Yaratılışı Hakkında İnceden İnceye Düşünürler (Ve Şöyle Derler): Ey Rabb 'İmiz, Sen Bunları Boşuna Yaratmadın. Sen Pak Ve Münezzehsin. Bizi Ateş Azabından Koru" (Âyet: 19i) Babı 47
71- Bâb: 47
72- Bâb: 48
4-En-Nisâ Sûresi 48
73- Bâb; 48
74- Bâb: 49
75- Bâb: 50
76- Bâb: 50
77- Bâb: 50
78- Bâb: 51
79- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 51
80- Yüce Allah'ın Şu Kavli: 52
81- Bâb: 53
82- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 53
83- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 54
84- Bâb: 54
85- Bâb: 55
86- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 55
87- Bâb: 55
88- Bâb: 56
89- Bâb: 56
90- Bâb: 56
91- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 57
92-Bâb: 58
93- Bâb: 58
94- Yüce Allah'ın Şu Kavli Bâbı: 58
95- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 58
96-Bab: 59
97- Bâb: 59
98- Bâb: 59
99- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 60
100- Bâb: 60
5-El-Mâide Sûresi 61
101- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 61
102- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 61
103- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 63
104- Bâb: 63
105- Yüce Allah'ın 'Bütün yaralar birbirine kısastır... (Âyet: 45) Kavli Babı 64
106- Bâb: 64
107- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 64
108- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 65
109- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 65
110- Bâb: 66
111- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 67
112- Şu Kelâmfln Tefsiri) Babı: 67
113- Bâb: 68
114- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 69
6- el-En'âm Sûresi 69
115- Bâb: 70
116- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 70
117- Bâb: 71
118- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 71
119- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 71
120- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 72
121- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: Kötülüklerin Açığına Da, Gizlisine De Yaklaşmayın... " (Âyet: 15i) . 72
122- Yüce Allah'ın: 73
7- El-A'râf Sûresi 73
123- Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 74
124- Bâb: 74
125- Bâb: 75
126- Bâb: 75
127- Yüce Allah'ın: 'Hıtta Deyiniz" (Âyet:161) Kavli Babı 76
128- Bâb: 76
8- El-Enfâl Sûresi 77
129- Bâb: 77
130- Bâb: 78
131- "Hani bir zaman da: 'Yâ Allah, eğer bu, Sen'in katından (gelme) hakkın kendisi ise, durma bizim.. 78
üstümüze gökten taş yağdır yâhud bize acıtıcı bir azâb getir' demişlerdi" (Âyet: 32). 78
132- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 78
133- Bâb: 79
134- Bâb: 80
135- Bâb: 80
9- Berâe Sûresi 81
136- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 81
137- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 82
138- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 82
139- Bâb: 83
140-Bâb: 83
141- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 84
142- Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 84
143- Yüce Allah'ın Şu Kavlî Babı: 84
144- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 85
145- Yüce Allah'ın: "Kalbleri müslümânlığa alıştırılmak istenenlere... " (Âyet: 60) Kavli Babı 86
146- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 87
147- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 87
148- Yüce ALLAH'IN: "Onlardan hiçbir kimseye ebedî dua etme, kabrinin başında da durma" (Âyet: 84) 88
Kavli Babı 88
149- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 88
150- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 88
151- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 89
152- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 89
153- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 89
154- Bâb: 90
155- Bâb: 91
156- Bâb: 91
10- Yûnus Sûresi 92
157- Bâb: 92
158- Bâb: 93
11- Hüd Süresi 93
159- Yüce Allah'ın "O'nun Arşh Su Üzerinde İdi Kavli Babı 95
160- Yüce -Allah'ın Şu Kavli Babı: 96
161- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 96
162- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 97
12- Yûsuf Sûresi 97
163- Bâb: 97
164- Bâb: 98
165- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 98
166- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 99
167- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 99
168- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 100
169- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 100
170- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 101
13- Er-Ra'd Sûresi 101
171- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 102
14- İbrâhîm Sûresi 103
172- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 103
173- Bâb: 103
174- Bâb: 104
15- El-Hıcr Sûresi 104
175- Bâb: 104
176- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 105
177- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 106
178- "Kur'ân’ı Parça Parça Ayıranlara... " (Âyet: 91) Babı 106
179- Yüce Allah'ın: 'Sana Yakın Gelinceye Kadar Rabbhne İbâdet Et (Âyet: 99) Kavli Babı 107
16- en-Nahl Sûresi 107
180- Rûhu'l-Kudüs, Cibril'dir Babı 107
181- "İçinizden Kimi En Aşağı Ömre Kadar Geri Götürülür" (Âyet: 70) Kavli Babı 108
17- Benû Isrâîl Sûresi 108
182- "Kulunu Bir Gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksâ'ya... Götüren (Allah, Her Türlü Eksikliklerden) Münezzehtir'* (Âyet: 1) Kavli Babı 109
183- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 109
184- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 110
185- Bâb: 110
186- Yüce Allah'ın: 112
187- Bâb: 112
188- Bâb: 112
189- Bâb: 113
190- Yüce Allah'ın:'Sabah Namazını Da (Eda Et). Çünkü Sabah Namazı Şâhidlîdir" (Âyet: 78) Kavli Babı 113
191- Yüce Allah'ın: Ümîd Edebilirsin, Rabb Hn Seni Hamdedilmiş Bir Makaama Gönderecektir" (Âyet: 78) Kavli Babı 113
192- Bâb: 114
193- Bâb: 114
194- Bâb-. 114
18- el-Kehf Sûresi 115
195- Azîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı: 115
196- Bâb: 116
197- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 118
198- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 120
199- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 121
200- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 122
19-Meryem Sûresi ("Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd") 122
201- Yüce Allah'ın: 'Sen Onları Hasret Günü İle Korkut... " (Ayet: 39) Kavli Babı 123
202- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 123
203- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 123
204- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 124
205- Bâb: 124
206- Bâb: Azîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli: 124
20- Tâhâ Sûresi 124
207- Yüce Allah'ın:'Ben Seni Kendim İçin Seçtim" (Âyet: 41) Kavli Babı 126
208- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 126
209- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 126
21- el-Enbiyâ Sûresi 127
210- Bâb: 127
22- el-Hacc Sûresi 128
211- Bâb: 129
212- Bâb: 129
213- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 130
23- el-Mu'minûn Sûresi 130
24- En-Nûr Sûresi 131
214- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 131
215- Bâb: 132
216- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 132
217- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 133
218- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 133
219- Bâb: 134
220- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 137
221- Bâb: 137
222- Bâb: 138
223- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 138
224- Bâb: 138
225- Bâb: 139
226- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 141
25- el-Furkaan Sûresi 141
227- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 142
228- Yüce Allah'ın7 Şu Kavli Babı: 142
229- Bâb: 143
230- Bâb; 143
231- Bâb: 144
26- eş-Şuarâ Sûresi 144
232- Bâb: "Kabirlerinden Kaldırılacakları Gün Beni Rüsvây Etme" (Âyet: 87) 144
233- Bâb: 145
27- en-Neml Sûresi 146
28- el-Kasas Sûresi 146
234- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 147
235- "Herhalde O Kur'ân'i Senin Üzerine Farz Kılan Allah, Seni Dönülecek Yere Döndürecektir" (Âyet: 85) Babı 148
29- el-Ankebût Sûresi 148
30- "Elif. Lam. Mîm. Gulibeti'r-Rûm" Sûresi 149
236- Bâb: 151
31- Lukmân Sûresi 151
237- Bâb: 151
32- es-Secde Sûresi 152
238- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 153
33- el-Ahzâb Sûresi 153
239- Bâb: 154
240- Bâb: 154
241- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 154
242- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 155
243- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 155
244- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 155
245- Bab: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 156
246- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 158
247- Yüce Allah'ın Şu Kavli: 159
248- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 160
34- Sebe' Sûresi 160
249- Bâb: 161
250- .Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 161
35- el-Melâike (Fâtır) Sûresi 162
36- Yâsîn Sûresi 162
251- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 163
37- Ve's-Sâffât Sûresi 163
252- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 164
38- Sâd Sûresi 164
253- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 165
254- Bâb: 166
39- ez-Zumer Sûresi 166
255- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 167
256- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 167
257- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 168
258- Şu Kaalin Babı: 168
40- el-Mu'min Sûresi 168
41- Hâmîm es-Sccde (Fussilet) Sûresi 170
259- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 172
260- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 172
261- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 173
42- Hâ Mîm Ayn Sîn Kaaf (eş-Şûrâ Sûresi) 173
262- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 174
43- Ha Mîm Ez-Zuhruf Sûresi 174
263- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 175
44- Hâ Mîm Ed-Duhân Sûresi 176
264- Bâb: 176
265- Bâb: 176
266- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 177
267- Bâb: 177
268- Bâb: 178
269- Bâb: 178
45- Hâ Mîm el-Câsiyc Sûresi 178
270- Bâb: 179
46- Ha Mîm el-Ahkaaf Sûresi 179
271- Bâb: 179
272- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 180
47- Muhammed (S) Sûresi 180
273- Bâb: 181
48- el-Feth Sûresi 181
274- Bâb: 182
275- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 183
276- Bâb: 183
277- Bâb: 183
278- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 184
49- el-Hucurât Sûresi 185
279- Bâb: 185
280- Bâb: 186
281- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 186
50- Kaaf Sûresi 186
282- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 188
283- Bâb: Yüce Allah'ın: 188
51- Ve'z-Zâriyâti Sûresi 189
52- Ve't-Tûri Sûresi 190
53- Ve'n-Necmi Sûresi 191
284- Bâb: 193
285- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 193
286- Bâb: 193
287- Bâb: 193
288- Bâb: 194
289- Bâb: 194
54- "Ikterabeti's-sâatu" (yânî el-Kamer) Sûresi 195
290- Bâb: 195
291- Bâb: 196
292- Bâb: 196
293- Bâb: 196
294- Bâb: 196
295- Bâb: 197
296- Bâb: 197
297- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 197
298- Bâb: 197
55- er-Rahmân Sûresi 198
299- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 200
300- Bâb: 200
56- el-Vâkıa Sûresi 201
301- Yüce Allah'ın "Ve uzatılmış bir gölge içindedirler" (Âyet: 30) Kavlî Babı 202
57- el-Hadîd Sûresi 202
58- el-Mucâdele Sûresi 203
59- el-Haşr Sûresi 204
302- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 204
303- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 204
304- Bâb: 205
305- "Onlardan evvel yurdu hazırlayıp îmâna sâhib olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç bulmazlar,.. " (Âyet: 9) Babı. 205
306- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 206
60- el-Mumtehıne Sûresi 206
307- Bâb: 206
308- Bâb: 208
309- Bâb: 208
61- es-Saff Sûresi 209
310- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 210
62- el-Cumua Sûresi 210
311- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 210
312- Bâb: 210
63- el-Munâfıkûn Sûresi 211
313- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 211
314- Bâb: 211
315- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 212
316- Bâb: 212
317- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 213
318- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 213
319- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 214
320- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 214
64- et-Tegâbun Sûresi 214
65- et-Talâk Sûresi 215
321- Bâb; 215
66- "Li-me tuharrimu" Sûresi 216
322- Bâb: 216
323- Bâb: 217
324- Bâb: 218
325- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 218
326- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 219
67- "Tebâreke'llezî bi-yedihi'l-mülk" Sûresi 219
68- Nûn ve'1-Kalem Sûresi 219
327- Bâb: 220
328- Bâb: 220
69- el-Hâkka Sûresi 220
70- Seele Sâilun Sûresi 221
71- Nûh Sûresi 221
329- Bâb: 222
72- "Kul ûhiye ileyye" Sûresi 223
73- el-Muzzemmil Sûresi 224
74- el-Muddessir Sûresi 224
330- Bâb: Yüce Allah'ın "Kalk da inzâr et" Kavli 225
331- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 225
332- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 225
333- Bâb: Yüce Allah'ın: Ve 'r-ricze fehcur' * Kavli 225
75- el-Kıyâme Sûresi 226
Ve Yüce Allah'ın Şu: "Onu acele etmen için dilini onunla depretme" (Âyet: 16) Kavlinin Tefsiri 226
334- Bâb: 226
335- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 227
76- "Hel Etâ Ale'l-İnsâni" Sûresi 227
77- el-Murselât Sûresi 228
336- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 228
337- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 229
338- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 229
78- "Amme Yetesâelûne" Sûresi 229
339- Bâb: 230
79- "Ve'n-naziâti" Sûresi 230
80- Abese Sûresi 231
81- "İze's-semsu kuvvirat" Sûresi 231
82- "İze's-semâu infatarat" Sûresi 232
83- "Veylun li'1-mutaffifîne" Sûresi 232
84- "Ize's-semâu inşakkat" Sûresi 233
340- Bâb: 233
341- Bâb: 234
85- el-Burûc Sûresi 234
86- et-Târık Sûresi 235
87- "Sebbih isme Rabbike'1-a'lâ" Sûresi 235
88- "Hel etâke hadîsü'l-gâşiye" Sûresi 236
89- Ve'1-Fecri Sûresi 236
90- "Lâ uksimu (Bi-hâze'1-beledi)" Sûresi 237
91- "Ve'ş-şemsi ve-duhâhâ" Sûresi 238
92- "Ve'1-leyli'izâ yağşâ" Sûresi 238
342- Bâb: 239
343- Bâb: 239
344- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 239
345- Yüce Allah'ın Ve O En Güzeli Tasdik Ederse (Âyet: 6) Kavli Babı 240
346- Bâb: 240
347- Yüce Allah'ın "Amma Kim Cimrilik Eder, Kendisini Müstağni Görürse" (Âyet: 8) Kavli Babı 240
348- Bâb: Yüce Allah'ın "Ve O En Güzeli Yalanlarsa Kavli 240
349- Bâb: 241
93- Ve'd-Duhâ Sûresi 241
350- Bâb: 241
351- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 241
94- "Elem Neşrah" Sûresi 242
95- "Ve't-Tîni" Sûresi 242
96- "İkra' bi'smi Rabbike'llezî halaka" Sûresi 243
352- Bâb: 243
353- Bâb: Yüce Allah'ın "İnsanı Bir Kan Pıhtısından Yarattı" Kavli 244
354-Bâb: Yüce Allah'ın "Oku! Rabb'in Nihayetsiz Kerem Sahibidir" Kavli 244
355- Bâb: 244
356- Bâb: 245
97- "İnnâ enzelnâhu" Sûresi 245
98- "Lem yekûn" Sûresi 245
99- "İzâ zulziletfl-ardu zilzâlehâ" Sûresi 246
357- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 246
358- Bâb: 247
100- "Ve'1-âdiyâti" Sûresi 247
101- el-Kaaria Sûresi 247
102- "Eihâkumu't-tekâsurıT Sûresi 247
103- "Ve'1-asri" Sûresi 247
104- "Veylun Li-Kulli Humezetin" Sûresi 248
105- "Elem tere" Sûresi 248
106- "Li-iylâfi Kureyşin" Sûresi 249
107- "Eraeyte" Sûresî 249
108- "İnnâ a'taynâke'I-kevser" Sûresi 249
109-"Kul yâ eyyuha'l-kâfirûne" Sûresi 250
110- "İzâ câe nasrullâhi" Sûresi 251
359- Bâb: 251
360- Bâb: 252
111- "Tebbet yedâ Ebî Lchebin ve tebbe' Sûresi 252
361- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 253
362- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli: 253
363- Bâb: 253
112- "Kul huve'llâhu ahad" Sûresi 254
364- Bâb: Yüce Allah'ın: "O Allah Sameddir" Kavli 254
365- Bâb: 254
113- "Kul eûzu bi-Rabbi'I-felâk" Sûresi 254
114- "Kul Eûzu Bi-Rabbi'n-Nâsi" Sûresi 255
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
65- KITABUT-TEFSIR (Kur'ân'in Tefsiri Kitabı) [1]
1- Fâtihatu'l-Kitâb Sûresi
"er-Rahmân", "er-Rahîm"; "Rahmet" kökünden türemiş iki isimdir. "er-Rahîm" ve "er-Râhim", "el-Alîm" ve "el-Alim" gibi bir ma'nâyadır [2].
1- Fâtihatu'l-Kitâb Hakkında Gelen Hadîsler Babı
Bu sûreye, Mushaflarda bunun yazılmasıyle başlanmakta ve namaz da bunun okunmasıyle başlanmakta olduğu için "Ümmü'l-Kitâb" adı da verilmiştir.
'ed-Dîn",, hayırda, şerrde karşılık demektir. Meselde "Kemâ tedînu tudânu" denilir. Mucâhid: "Dîn", hesaba çekmektir, demiştir. "Medînîn", "Hesaba çekilenler" demektir [3].
1-.......Ebû Saîd ibnu'l-Muallâ (R) şöyle demiştir: Ben mescidde namaz kılıyordum. Rasûlullah beni çağırdı. Ben icabet edemedim. (Namazdan sonra:)
— Yâ Rasûlallah, ben namaz kılıyordum, diye Özür beyân ettim.
Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— ' 'A ilah Kur 'ân 'da: Ey îmân edenler, sizi hayât verecek şeylere da'vet ettiği zaman Allah'a ve Rasûlü'ne icabet edin (ei-Enfâi: 24) bu-yurmadı mı?" dedi.
Sonra bana:
— "Ey Sa'd, sen bu mescidden çıkmadan önce sana muhakkak bir sûre öğreteceğim ki, o Kur'ân 'daki sûrelerin (sevâbca) en büyüğüdür!" buyurdu.
Sonra elimi tuttu. Mescidden çıkmak istediği sırada ben:
— (Yâ Rasûlallah!) "Sana bir sûre öğreteceğim ki, o, Kur'ân'-daki sûrelerin en büyüğüdür!" demedin mi? dedim.
Rasûlullah:
— "Osûreel-HamdutillâhiRabbVUÂlemîn'dirkU namazlarda tekrar olunan yedi âyet ve bana ihsan olunan Büyük Kur'ân 'dır" buyurdu [4].
2- "Gayr’l-Mağdûbi Aleyhim vela'd-dâllîn*' Babı [5]
2- Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs etti: Bize (İmâm) Mâlik, Su-meyy'den; o da Ebû Salih Zekvân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi. Rasûlullah (S): "İmâm -namazda Fatiha okurken-Gayri H-mağdûbi aleyhim vela 'd-dâllîn dediği^ zaman, siz de Âmîn deyiniz. Her kimin Âmîn demesi meleklerin Âmîn demelerine uyarsa, onun geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurmuştur [6].
2- El-Bakara Suresi
Rahman ve Rahîm olan Allahhn ismiyle [7]
3- Yüce Allah'ın "Ve Âdem'e Bütün İsimleri Öğretti.”(Âyet: 31) Kavli Babı
3-.......Enes(R)'ten, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: Müminler kıyamet gününde toplanırlar da:
— (Bir kimseden) Rabb'imizin huzurunda bize şefaat etmesini istesek, dediler.
Akabinde Âdem'e geldiler ve:
— Sen insanların babası Âdem'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve sana herşeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri rahata erdirmesi için Rabb'in katında bizlere şefaat et! derler.
Âdem, işlemiş olduğu hatîesini ve bundan dolayı Rabb'inden utanmakta olduğunu zikreder ve:
— Ben buna ehil değilim. Siz Nûh 'a gidiniz. Çünkü o, Allah 'in yer ahâlîsine peygamber göndermiş olduğu ilk rasûldür, der.
Akabinde onlar Nûh Peygamber'e gelirler. Nûh da Rabb'inden, hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığı birşeyi istemesini ve bu sebeb-den utanmakta olduğunu zikrederek:
— Ben şefaat edecek makaamda değilim. Siz Halîlu V -Rahman 'a gidiniz, der.
Kitâbu't-Tefsfr/417I
Müteakiben onlar İbrahim 'e gelirler. O da (hatîesini ve bu se-bebden Rabb'inden utanmakta olduğunu zikrederek):
— Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın kelâm ettiği ve kendine Tevrat verdiği bir kul olan Musa'ya gidiniz, der.
Onlar da Musa'ya gelirler. Mûsâ da bir nefis karşılığında olmaksızın insan öldürmüş olduğunu, bu sebeble Rabb'inden utanmakta olduğunu zikrederek:
— Ben buna ehil değilim. Siz Allah 'in kulu ve Rasûlü, Allah 'in Kelimesi ve Ruhu olan isa'ya gidin, der.
îsâ da onlara:
— Ben buna ehil değilim. Siz geçmiş ve geri kalmış günâhlarını Allah'ın mağfiret eylediği bir kul olan Muhammed'e gidiniz, der.
Onlar bundan sonra bana gelirler. Ben de Rabb'imin huzuruna izin istemek üzere giderim. Bana izin verilir. Rabb'imi-görünce secdeye kapanırım. Allah beni dilediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra Allah tarafından:
— Başını kaldır, iste; sana verilir; söyle, sözün işitilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir, denilir.
Ben başımı kaldırır ve bana öğreteceği bir tahmîd ile Rabb'ime hamd eylerim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir hudûd ta'yîn buyurur. Ben de o mikdâr insanı cennete girdiririm. Sonra tekrar Rabb 7-me dönerim. Rabb'imi görünce, bundan evvel yaptığım gibi, secdeye kapanırım. Sonra şefaat ederim. Yine benim için bir sınır ta'yîn eder. Ben o mikdâr insanı cennete girdiririm. Sonra üçüncü defa Rabb'i-me dönerim, sonra dördüncü defa dönerim de:
— (Yâ Rabb!) Ateşte Kur'ân'in habsettiklerinden ve üzerine hu-lûd vâcib olanlardan başka kimse kalmadı, derim."
Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ancak Kur'ân'ın habsettik-leri, yânı Yüce Allah'ın kâfirler hakkındaki "Hâlidîne fîhâ (- Orada devamlı kalıcılar olarak)'* sözünün habsettikleri kaldı, dedi [8].
4- Bâb [9]
Mucâhîd: "İlâ şeyâtînihim" demek "Münafıklardan ve müşriklerden olan arkadaşlarına" demektir. "Muhîtun
bVl-kâfirîn", "Allah onları toplayacaktır"; "Sıbğatun", "Dîn"dir. "Ale't-hâşıîn", "Gerçek mü'minler üzerine"
demektir, demiştir.
Yine Mucâhid: "Bi-kuvvetin" demek, "İçindekilerle amel ederek" demektir, demiştir.
Ebû'l-Âliye de:
"Maraz", "Şekk"tir demiştir. "Ve mâ halfehâ", "Hayâtta kalanlara bir ibrettir" demektir. "Lâ şiyete", "Lâ beyaza"; yânî "Hiç beyaz yok" demektir.
EhıH-Aliye'den başkaları: "Yesûmûnekum", "Yûlûnekum"; yânî "Sizi evirip çeviriyorlar" demektir, dediler.
"el-Velâye" (vâv'ın fethâsıyle); "Besleyicilik, terbiyecilik, mâlikiyet ve sâhibiyet" demek olan "Velâ"nın masdarıdır. Vâv kesre yapıldığı zaman, yânî "Vilâye" dendiği zaman, bunun ma'nâsı "İmaret", yânî "Emirlik, beylik ve buyuruculuk"tan ibaret olur.
Bâzıları: Yenmekte olan taneli bitkilerin hepsi "FûnTdur, dedi.
Katâde: "Fe-bâû", "Fe'n-kalebû" (yânî: Döndüler) demektir, dedi.
Ondan başkaları: "Yesteftihûne" (yânî: Fetih istiyorlardı), "Meded ve nusrat istiyorlardı" demektir;
"Şerav", "Sattılar" demektir, dediler.
"Râınâ", bönlük, ahmaklık ma'nâsma olan "Ruûnet" masdarındandır. Onlar bir insanı ahmaklığa nisbet
etmek istedikleri zaman "Râmâ" derlerdi. liLâ yeczî", "Lâ yugnî" (yânı: Fayda vermez) demektir. "Hutuvât" ise, adım atmak ma'nâsına olan "el-Hatv" masdarındandır.
Buna göre ma'nâ: "Şeytânın izlerine, yollarına uymayın" demek olur. ilO hâlde kendiniz bilip dururken, Allah'a eşler koşmayın" (ci-Bakara: 22),
4-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e:
— Allah katında hangi günâh en büyüktür? diye sordum. Peygamber:
— "Allah seni yarattığı hâlde, Allah 'a benzer bir eş uydurman-dır" buyurdu.
Ben:
— Hakîkaten bu elbette pek büyüktür! dedim.
— Sonra hangi (günâh büyüktür)? diye sordum. Peygamber:
— ''Seninle beraber yemek yemesinden korkarak, çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
— Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedim. Peygamber:
— "Komşunun zevcesiyle zina fiilini iş/emendir" buyurdu [10].
Ve Yüce Allah'ın şu kavli: ııVe üstünüze bulutu gölge yapmış, size kudret helvâsıyle yelve kuşunu indirmiş, size rızk olarak verdiğimiz şeylerin iyilerinden, güzellerinden yiyin (demiştik). Onlar (nan-körlükleriyle) bize zulmetmemişler, fakat kendi kendilerine zulmetmişlerdi" (el-Bakara: 57) [11].
Mucâhid: "el-Menn " samga (yânî zamk)'dır, "es-Selvâ" da kuştur, demiştir.
5-.......Saîd ibn Zeyd(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Kızılımtırak beyaz mantar, kudret helvası nev 'inden birrızıktır. Suyu da göz ağrısına şifâdır" buyurdu [12].
5- Bâb:
"Hani (Tîh'ten çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin. Kapısından secde ederek girin ve (dileğimiz) Hıtta'dır deyin, kusurlarınızı örtelim; iyilik edenleri ise daha artıracağız,
demiştik" {Âyet: 58).
"Ragaden", "Geniş, çok" demektir [13].
6-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: (Allah tarafından) İsrâîl oğullarına:
— Kudüs'ün kapısından eğilirek (tevazu' ile) giriniz ve Hıtta ( = Yâ Rabb! Dileğimiz günâhımızı indirmendir) deyiniz, denildi.
Onlar (tersine) kıçları üzere emekleyerek girdiler ve (o kelimeyi) değiştirdiler de "Hıttatun habbetun fî şaaratın" şeklinde söylediler [14].
6- Bâb: Yüce Allah'ın "De Ki: Kim Cebrail'e Düşman Olursa... ** (Âyet: 97) Kavli [15]
Ve İkrime: "Cebre" ve "Mîke" ve "Serâfi", "Abdun; "ıl" ise "Allah"tir, demiştir [16].
7-.......Enes (R) şöyle demiştir: Abdullah'ton Mâm bir arazîde hurma toplarken Rasûlullah'm Medine'ye gelmesini işitmiş. Akabinde Peygamber'in yanına geldi ve:
— Ben sana üç şey soracağım ki, bunların cevâblarım ancak peygamber olan bilebilir: Kıyamet alâmetlerinin birincisi nedir? Cennet ehlinin ilk yemeği nedir? Çocuğu babasına yâhud anasına çekip benzeten şey nedir? dedi.
Peygamber (S):
— "Bunların cevâblarını biraz önce bana Cibril haber verdi" dedi.
Abdullah ibn Selâm:
— Cibril mi? dedi. Peygamber:
— "Evet" dedi. Abdullah;
— Cibril, melekler içinde Yahûdîler'in düşmanıdır, dedi. Bunun üzerine Paygamber (yâhud râvî): liDe ki: Kim Cibril'e
düşman olursa (kahrından gebersin)/ Çünkü kendinden evvelki ki-tâbları tasdik edici ve mü 'minler için aynen hidâyet ve müjde olan Kur'ân % Allah 'in izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir. Kim Allah % meleklerine, rasûllerine, Cebrail'e, MîkâîVe düşman olursa, şüb-hesiz Allah da o (gibi) kâfirlerin düşmanıdır'" (ei-Bakara: 97-98) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti:
— "Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya sürecek bir ateştir. Cennet ehlinin ilk yemeği balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır. Çocuğun baba ve ana soylarına çekmesi şöyledir: Cinsî münâsebet sırasında erkeğin suyu, kadının suyu önüne geçtiğinde, çocuğu kendine çeker. Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçtiği zaman çocuğu o kendine çeker" buyurdu.
Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm:
— Eşhedu en tâ ilahe ille'llah ve eşhedu enneke rasûlullah! dedi de şöyle devam etti:
— Yâ Rasûlallah! Yahûdîler insanı hayrette bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız iftiralarda bulunan bir kavimdir. Eğer Sen beni onlardan sormadan önce benim müslümân olduğumu bilirlerse, muhakkak bana iftira ederler. (Siz evvelâ beni onlardan sorunuz) dedi.
Akabinde bir Yahûdî topluluğu geldi. Peygamber:
— "İçinizde Abdullah (ibn Selâm) nasıl adamdır?" diye sordu.
Yahûdîler:
— O bizim hayırlımız ve hayırlımızın oğludur. Seyyidimiz ve sey-yidimizin oğludur, dediler.
Peygamber:
— "Abdullah ibn Selâm İslâm 'a girerse ne dersiniz? (Siz de müslümân olur musunuz?) diye sordu.
Bunun üzerine Yahûdîler:
— Böyle şeyden Allah onu korusun! dediler. Bunun üzerine Abdullah, Yahûdîler'e karşı çıktı da:
— Eşhedu enlâ ilahe ille'llah ve eşhedu enne Muhammeden rasûlullah, diye iki şehâdet kelimesini söyleyiverdi.
Bu şehâdetler üzerine Yahûdîler:
— O bizim şerrlimizdir ve şerrlimizin oğludur, dediler, ve Abdullah ibn Selâm'in değerini eksilttiler.
Abdullah:
— Yâ Rasûlallah! İşte korkmakta olduğum şey budur, dedi [17].
7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Biz neshettiğimiz veya geri bıraktığımız bir âyetin yerine ya ondan daha hayırlısını, yâhud onun benzerini getiririz* Allah'ın her şeye kemâliyle kaadir olduğunu bilmedin mi?" (Âyet. 106) [18].
8-....... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer (R):
— Bizim en düzgün Kur'ân okuyanımız Ubeyy ibn Ka'b'dır. En isabetli hüküm verenimiz de Alî ibn Ebî Tâlib'dir. Şübhesiz biz, Ubeyy ibn Ka'b'm okuyuş usûlü ve edasından bir kısmını terketmekteyiz. Bununla beraber Ubeyy: Ben Rasûlullah'tan işittiğim hiçbirşeyi ter-ketmem (unutmam), diye iddia etmektedir. Hâlbuki Yüce Allah: "Biz bir âyetten nesheder veya geri bırakırsak, ondan daha hayırlısını yâhud onun benzerini getiririz... " (Âyet: 106) buyurmuştur, dedi [19].
8- Bâb:
"Onlar: 'Allah kendine çocuk edindi' dediler. Hâşfiy O (bu gibi şeylerden) pak ve münezzehtir... " (Âyet: ııe) [20].
9-.......Abdullah ibn Abbâs(R)'tan: Peygamber (S) şöyle demiştir: "Allah şöyle buyurdu: Bâzı Âdem oğlu beni yalanladı. Hâlbuki beni yalanlamak ona yakışmazdı. Bâzısı da bana sövdü. Hâlbuki bana sövmek ona yakışmazdı. Âdem oğlunun beni yalanlamasına gelince; o (öldükten sonra) benim onu eskisi gibi îâde edip yaratmağa gücüm yetmez sanır. Bana sövmesi hususu da: Benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Hâlbuki ben zevce ve çocuk edinmekten uzak bulunuyorum" [21] .
9- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli:
"Siz de İbrahim'in makaamından bir namaz yeri edinin..." (Âyet: 125).
"Mesabe", insanların tekrar tekrar gidip dönmekte oldukları yerdir [22].
10- Bize Müsedded Yahya ibn Saîd^den; o da Humeyd'den; o da Enes'ten tahdîs etti: Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Umer (R):
— Üç şey hakkındaki dileğim Allah'ın vahyine uygun geldi, yâ-hud Rabb'im bana muvafakat etti. Ben: Yâ Rasûlallah! Makaamu İbrahim'den bir namaz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla âyet indi.) Yine ben: Yâ Rasûlallah! Yanınıza iyi ve kötü kimseler giriyor. Mü'-minlerin anaları olan kadınlarınızın örtünmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah Hicâb (ei-Ahzâb: 59) âyetini indirdi.
Umer dedi ki:
— Bana Peygamber'in bâzı kadınlarına darılması haberi ulaştı. Bunun üzerine kadınların yanma gittim ve: Kadınlar! Ya bu hırçınlığa nihayet verirsiniz, yâhud iyi biliniz ki Allah, sizin yerinize Rasû-lü'ne sizden daha hayırlı kadınlar verir, dedim. Nihayet Peygamber'in kadınlarından birisinin yanma vardım. Kadın bana: Yâ Umer! Rasû-lullah* kadınlarına öğüt vermez mi ki, sen onlara va'z vermeye kalkışıyorsun? dedi. Bunun üzerine de Allah şu âyeti indirdi: "Eğer o sizi boşarsa, yerinize -Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tas-dîk eden, namaz kılan, günâhlardan tevbe ile vazgeçen, ibâdet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızlar olmak üzere- Rabb 'inin ona sizden daha hayırlılarını vermesi umulur" (et-Tahrîm: 5) [23].
İbnu Ebî Meryem şöyle dedi: Bize Yahya ibnu Eyyûb haber verdi: Bana Humeyd tahdîs edip: Ben Enes'ten işittim, o da Umer'den demiştir [24].
10- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli:
"Hani İbrahim o BeytHn temellerini hmâîl ile birlikte yükseltiyordu (da ikisi şöyle duâ etmişlerdi): Ey Rabb 'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz Sen hakkıyle işiten, kemâliyle bilensin'" (Âyet: 127).
"el-Kavâid", onun temelleridir. Bunun müfredi "KaaideturTdur. Kadınlardan olan "Kavâid"in müfredi ise"Kaaid"dir [25].
11 -.......Abdullah, ibn Muhammed ibn Ebî Bekr, Abdullah ibn Umer.'e, Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'den haber verdi ki (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) bana:
— "Kavmin Kureyş'in Ka'be'yi bina ettiklerini ve İbrahim'in temellerinden kısalttıklarını görmedin mi (yânı bilmedin mi)?" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah, onların kısalttıkları temeli Sen İbrahim'in temelleri üzerine döndürmez misin? dedim.
Rasûlullah:.
— "Kavmin küfür zamanına yakın olmasaydı (muhakkak ben Ka'be'yi İbrahim'in temelleri üzerine döndürürdüm) " buyurdu.
Abdullah ibn Umer, Âişe'den bunu rivayet ettikten sonra: — Yemîn olsun Âişe bunu muhakkak Rasûlullah'tan işitmiştir. Ben Rasûlullah'ın Hıcr'a yakın olan iki köşeyi isti'lâm etmemesinin, ancak Beyt'in (bu iki köşesinin) İbrahim'in temelleri üzerinde tamamlanmamış olmasından ileri geldiğini sanıyorum, demiştir [26].
11- Bâb:
"Deyin ki: Biz Allah'a ve bize indirilene îmân ettik... " (Âyet: 136).
12-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Kitâb sahibi olanlar Tevrat'ı İbrânîce (metni) ile okurlar, Arab dili ile de onu müslümân-lara tefsir ederlerdi. Rasûlullah (S) bu hususta sahâbîlefine: "Sizler Ehli Kitâb'ı tasdik de etmeyin, tekzîb de etmeyin. Sizler şunu söyleyin: Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'ân'a), İbrahim'e, İsmâîVe, Is-hâk 'a, Ya 'kûb 'a ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ yya, îsâ ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabb 'leri katından verilenlere îmân ettik. Onlardan hiçbirim diğerinden ayırdetmeyiz. Biz Allah 'a teslim olmuş müslümânlarız" (Âyet: 136) [27].
"İnsanlardan birtakım beyinsizler: Müslümanları, üzerinde durdukları eski kıbleden çeviren (sebeb) nedir? diyecekler. De ki: Doğu da Allah 'in, batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir" (Âyet: hi) [28].
13-.......el-Berâibn Âzib(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Medine'de onaltı ay yâhud onyedi ay Kudüs'teki Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Fakat her zaman kıblesinin Ka'be ciheti olmasını arzu ederdi. Rasûlullah, Ka'be'ye doğru ilk namazını kıldı yâhud ikindi namazını kıldı. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra, O'nunla birlikte namaz kılanlardan biri çıktı ve bir mescidde bulunan bir cemâate, onlar namaz kılarlarken uğradı. Onlara:
— Peygamber ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim, dedi.
Bu şehâdet üzerine o cemâat namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka'be'den tarafa döndüler. Kıble değiştirilmeden evvel ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiş, öldürülmüş birtakım insanlar vardı. Biz bunlar hakkında ne diyeceğimizi (nasıl bir hüküm vereceğimizi) bilemedik. O zaman Allah şu âyeti indirdi: "...Allah sizin îmânınızı zâyV edecek değildir. Çünkü Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir" (Âyet: 143) [29].
' 'Böylece sizi vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı şâhidler olasınız, bu Rasûl de sizin üzerinize tam bir şâhid olsun diye'' (Âyet: 143).
14-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Nûh çağrılacak, Nûh:
— Lebbeyke ve sa 'deyke yâ Rabb (= Da'vetine icabet ettim, huzuruna geldim, emrine hazırım yâ Rabb)/ diyecek.
Allah:
— (Emirlerimi ümmetine) tebliğ ettin mi? diye soracak. Nûh da:
— Evet ettim! diyecek.
Bunun üzerine Nuh'un ümmetine:
— Nûh size tebliğ etti mi? diye sorulacak. Nuh'un ümmeti de:
— Bizi böyle âhiret azabından korkutan bir peygamber gelmedi! diyecekler.
Bu cevâb üzerine Allah:
— Ey Nûh, senin tebliğ ettiğine kim şehâdeî eder? diye soracak. O da:
— Muhammed ve O'nun ümmeti, diye cevâb verecek. Akabinde Muhammed ile ümmeti, Nuh'un, ümmetine Allah'ın
hükümlerini tebliğ etmiş olduğuna şehâdet edecekler. Rasülünüz de sizin üzerinize bir şâhid olacaktır. İşte şu beyânım, zikri ulu olan Allah 'in şu kavlidir: Böylece sizi orta bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı şâhidler olasınız, bu Râsûl de sizin üzerinize şâhid olsun diye (Âyet: 143)".
"el-Vasat", "el-Adi" demektir [30].
12-''...Senin Üstünde Durageldiğin (Ka'be'yi Tekrar) Kıble Yapmamız O Rasûlfe (Sana) Uyanları, Ayağının İki Ökçesi Üzerinde Geri Döneceklerden Ayırdetmemiz İçindir. Gerçi Bu Elbette Büyük Bir Mes'eledir. Ancak Bu Allah'ın Doğru Yola İlettiği Kimseler Hakkında Değil" (Âyet: 143) Babı
15-.......Abdullah ibnUmer(R)'den: İnsanlar Kubâ Mescidi'nde sabah namazı kılarlarken birisi geldi de:
— Allah, Peygamber üzerine Ka'be'ye yönelmesi için Kur'ân indirdi; siz de Ka'be'ye: yöneliniz! dedi.
Onlar da namaz içinde Ka'be'ye yöneldiler [31].
13- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Biz yüzünü çok kerre göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnûd olacağın bir kıbleye döndürüyoruz- Yüzünü artık Mescidi Haram tarafına çevir. (Ey Mü'minler!) Siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şübhe yok ki, kendilerine kitâb verilenler bunun Rabb Herinden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bilirler. Allah onların yapacaklarından gafil değildir" {Âyet: 144).
16-.......Enes ibn Mâlik (R) -ömrünün sonlarında-: İki kıbleye (yânı Kudüs'e ve Ka'be'ye) doğru namaz kılanlardan benden başka kimse kalmadı, demiştir.
14- And Olsun Ki, Sen Kendilerine Kitâb Verilenlere Her Âyeti Getirmiş Olsan, Onlar Yine Senin Kıblene Uymazlar. Sen De Onların Kıblesine Tâbi' Olucu Değilsin. Onların Kimi Kiminin Kıblesine Uyucu Değildir. And Olsun Sana Gelen Bunca İlimden Sonra, Onların Hevâlarına Uyacak Olursan, O Takdirde Şübhesiz Ve Muhakkak Yazık Etmişlerden(Sayılır)Sin" (Âyet: 145) Babı
17-....... îbn Umer(R)'den (şöyle demiştir): İnsanlar Küba'da sabah namazı içinde bulundukları sırada bir adam geldi de:
— Bu gece Peygamber'e Kur'ân indirilmiş ve Ka'be'ye dönmesi emredilmiştir. Dikkat edin! Siz de Ka'be'ye yönelin! dedi.
İnsanların yüzü Şâm tarafına yönelik bulunuyordu. Bu haber üzerine yüzlerini Ka'be tarafına döndürdüler [32].
15- 'Kendilerine Kitâb Verdiklerimiz Onu Öz Oğulları Gibi Tanırlar. Öyle İken İçlerinden Bir Güruh, Kendileri Bilip Durdukları Hâlde Yine Mutlakaa Hakkı Gizlerler. Hakk Rabb'indendir. O Hâlde Sakın Şübhecilerden Olma" (Âyet: 146-147) Bâb1 [33]
18-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'da sabah namazı içinde bulundukları sırada bir kimse gelip:
— Şübhesiz bu gece Peygamber'in üzerine Kur'ân indirilmiş ve kendisi namazda Ka'be'ye yönelmekle emrolunmuştur! Bunun için sizler de Ka'be'ye yöneliniz! dedi.
Cemâatin yüzleri Şâm cihetine yönelik iken, hemen Ka'be tarafına döndüler.
16- "Herkesin Yüzünü Kendine Döndürücü Olduğu Bir Yöneîi Vardır. Öyleyse Siz De (Ey Mü'minler) Hayır İşlerine Koşun, Birbirimizle Yarış Edin. Nerede Bulunursanız Allah Hepinizi (Bir Araya) Getirecektir. Şübhesiz Ki, Allah Herşeye Hakkıyle Kaadirdir" (Âyet: İ4s) Babı [34]
19-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, o: Biz Peygamber'le birlikte onaltı yâhııd onyedi ay Beytu'l-Makdis tarafına doğru namaz kıldık. Sonra Allah O'nu Ka'be yönüne döndürdü, dedi.
'Hangi yerden sefere çıkarsan namazda yüzünü Mescidi Haram 'a doğru çevir. Bu emir, Rabb 'inden gelen mutlak bir haktır. Allah, yapacaklarınızdan gâfİl değildir" (Âyet: 149).
"Onun şatrına", "Onun yönüne" demektir [35].
20-.......Abdullah ibn Dînârtahdîs edip şöyle demiştir: Ben İbn Umer(R)'den işittim, o şöyle diyordu: İnsanlar Küba'da sabah na-mâzı içinde bulundukları sırada onlara bir adam geldi de:
— Bu gece Kur'ân indirildi ve Ka'be tarafına yönelmek emro-lundu, siz de Ka'be tarafına yöneliniz! dedi.
Saff hâlindeki bu insanlar hiçbir değiştirme yapmaksızın, oldukları gibi yerlerinde döndüler de Ka'be tarafına yöneldiler; hâlbuki yüzleri Şâm cihetinde idi.
"Hangi yerden çıkarsan (namazda) yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevirir. (Siz de ey mü'minler) nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yana döndürün. Tâ ki, aleyhinizde insanların, içlerindeki zâlim olanlarından başkasının (tutunabileceği) hiçbir hüccet kalmasın. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Tâ ki, size karşı olan nV-metimi tamamlayayım. (Bu sayede) siz de hidâyete kavuşmayı ümîd edebilirsiniz" (Âyet: 150) [36].
21- Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Abdullah ibn Dî-nâr'dan tahdîs etti ki, îbn Umer (R) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'-da sabah namazı içinde bulundukları sırada kendilerine bir adam geldi ve:
— Bu gece Rasülullah'ın üzerine Kur'ân indirilmiş ve Ka'be tarafına yönelmesi emredilmiştir. Siz de Ka'be'ye yöneliniz, dedi.
İnsanların yüzleri Şâm tarafına yönelik iken hemen Ka'be cihetine döndüler.
17- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt 7 hacc veya umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir be's yoktur. Kim gönlünden koparak bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah tâatlerin ecrini veren ve hakkıyle bilendir" (Âyet: ıss).
"Şeâir", "Alâmetler" demektir. Bunun müfredi "Şaîre'Mir. İbn Abbâs: "Safvân", "Taş"tır, "Hıcâre" de denilir. Bunlar öyle çıplak taşlardır ki, üzerlerinde hiçbirşey bitirmezler; bunun müfredi "Safvâne"dir, bu da "Safa" ma'nâsınadır. "es~Safâ" ise cemf içindir, demiştir [37].
22-.......Urve şöyle demiştir: Ben Peygamber'in zevcesi Âişe*-" ye şunu sordum:
— Yüce Allah'ın şu kavli hakkında ne dersin: "Şübhe yok ki Safa ile Merve A ilah Hn şeâirindendir. İşte kim o Beyt H hacc ve um e kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yoktur" buyurdu. Ben bu sözden o iki tepe arasında tavaf etmemekten hiçbir kimse üzerine bir günâh olmadığını düşünüyorum, dedim.
Âişe:
— Hayır öyle değil. Eğer âyet senin söylemekte olduğun gibi (sa'y mubahtır demek) olsaydı, âyet: "Safa ile Merve arasında sa'y etmemekte günâh yoktur" suretinde olurdu. Şübhesiz bu âyet Ensâr hakkında indirilmiştir. Onlar İslâm'dan evvel Kudeyd mevkiinin hizasında bulunan Menât putu için ihrama girerlerdi. Ensâr'dan ihrama girenler (kendi putlarının karşısında üzerlerinde başkalarının Isâf ve Naile putları bulunan) Safa ve Merve arasında sa'y etmeyi günâh sayarlardı. İslâm Dîni gelince Ensâr: Safa ile Merve arasında sa'y etmek bize ağır geliyor, diye bunun hükmünü Rasûlullah'tan sordular. Bunun üzerine Allah: "Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt 7 hacc ve umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yoktur" âyetini indirdi.
23-.......Âsim ibn Süleyman şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'e Safa ile Merve'den sordum. Enes: Biz bunlar Câhiliyet işin-dendir (bunları tavafla ibâdet ederlerdi) diye düşünürdük. İslâm'a giriş olunca bu iki tepe arasında sa'y etmekten kendimizi tuttuk. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah 'in şeâirindendir. İşte kim o Beyt 7 hacc veya umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine günâh yoktur" âyetini indirdi [38].
18- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"İnsanlar içinde Allah'tan gayrisini O'na emsal edinen adamlar vardır ki, onları Allah'a olan sevgi gibi severler. îmân edenlerin Allah'a sevgisi ise (herşeyden) sağlamdır. (Allah'a eşler uydurarak nefislerine) zulmedenler azabı görecekleri zaman, bütün kuvvetin hakîkaten Allah'ın olduğunu ve Allah'ın hakîkaten pek çetin azâblı bulunduğunu bilselerdi" (Âyet: 165) [39].
"Endâden", "Azdâden", yânî "Muhalif benzerler" demektir; müfredi "Nidd"dir.
24-....... Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir söz söyledi, ben de diğer bir söz söyledim. Peygamber:
— 'Allah'in yarattıklarından herhangi birşeyi A Hah 'a denk yapıp, ona dua ederek ölen kimse ateşe girer" buyurdu.
Ben de:
— Allah'a bir benzer çağırmayarak ölen kimse cennete girer, dedim [40].
19- Bâb:
' 'Ey îmân edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hür, hür ile; köle, köle ile; dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüz'î birşey affolunursa (kısas düşer). Artık örfe uymak, onu
güzellikle ödemek (lâzımdır). Bu, Rabb'inizden bir hafifletme ve rahmettir. O hâlde kim bufafv ve edâ)dan sonra (kaatile) tecâvüzde bulunursa, onun için pek acıklı bir azâb vardır" (Âyet: ns).
Uf iye ( = Affolunursa)", "Terk olunursa" demektir [41].
25-.......Amr ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Mucâhid ibn Cebr'den işittim, şöyle dedi: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: İsrâîl oğullan'nda kısas vardı fakat onlarda diyet yoktu. Yüce Allah bu ümmete hitaben: "Üzerinize maktuller hakkında kısas yazıîdu Hür, hür ile; köle, köle ile; dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehine maktulün kardeşi tarafından cüz T birşey affolunursa (kısas düşer)".
"Afv", kasden öldürmede (velînin affedilenden) diyeti kabul etmesidir.
Ma'rüfatâbi' olmak ve güzellikle ödeme yapmak: Maktulün velîsi diyeti ma'rûfla yânî şiddet göstermeden ister, kısastan affedilen kimse de diyeti güzellikle, yânî bekletmeden ve eksiltmeden öder, demektir.
İşte bu (afv ve diyet hükmü, sizden önceki milletler üzerine yazılmış olan hükümlerden) Rabb'iniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık bundan sonra (yânî diyeti kabulden sonra) kim tecâvüz ederse ona acıklı bir azâb vardır.
26- Bize Muhammed ibnu Abdillah el-Ensârî tahdîs etti: Bize Humeyd tahdîs etti ki onlara da Enes, Peygamber(S)'in: "Allah'ın Ki-tâbı{nm) hükmü kısas yapmaktır" buyurduğunu tahdîs etmiştir.
27-.......Abdullah ibnu Ebî Bekr es-Sehmî şöyle demiştir: Bize Humeyd, Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Enes'in halası olan Rubeyy', bir cariyenin ön dişlerini kırmış, Rubeyy'in kavmi o cariyeden afv istediler. Cariyenin ailesi affetmediler. Rubeyy'in ailesi onlara diyet arzettiler. Cariyenin kavmi diyeti de kabul etmeyip kısasta direttiler. Akabinde Rasûlullah'a geldiler, O'nun huzurunda da (afv ve diyeti kabul etmeyip) kısasta direttiler. Bunun üzerine Rasûlullah (S) kısas ile emretti. (Rubeyy'in erkek kardeşi) Enes ibnu'n-Nadr:
— Yâ Rasûlallah! Rubeyy'in ön dişi kırılacak mı? Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim (ve ümîd ederim) ki, Rubeyy'in dişi kırılmaz! dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Enes (ibne'n-Nadr)/ ^//a/z'm Kitâbı(n\n hükmü) kısastır" buyurdu.
Hakîkaten da'vâcılar bunun akabinde razı olup Rubeyy'den kısası affettiler. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Allah'ın kullarından öylesi vardır ki, o, Allah'a yemîn etse muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurdu [42].
20- "Ey İmân Edenler, Sizden Evvelkilere Yazıldığı Gibi, Sizin Üzerinize De Oruç Yazıldu Tâ Ki Konmasınız" (Âyet: 183) Bâbl [43]
28-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Âşûrâ günü Câhiliyet ahâlîsi oruç tutarlardı. Ramazân orucu emri inince Peygamber (S): "isteyen âşûrâ günü oruç tutar, isteyen de tutmaz" buyurdu.
29-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Âşûrâ günü, ramazân ayında oruç tutmak farz kılınmazdan önce oruç tutulur idi. Ramazân ayı orucunu tutma emri inince Peygamber (S): "Dileyen âşûrâ orucu tutar,
30-.......Bize Ubeydullah ibn Mûsâ,îsrâîl ibn Yûnus'tan; o da Mansûr'dan; o da İbrahim en-Nahaî'den; o da Alkame ibn Kays'tan haber verdi ki, Abdullah ibn Mes'ûd yemek yerken yanma Eş'as ibn Kays girdi de:
— Bu gün âşûrâdir! dedi. İbn Mes'ûd da:
— Âşûrâ, ramazân orucu inmezden önce oruç tutulur bir gündü. Ramazân orucu inince âşûrâ orucu terkedildi. Onun için yaklaş da bizimle yemek ye! dedi.
31-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde Kureyş âşûrâ günü oruç tutardı. (Hicretten önce) Peygamber (S) de âşûrâ orucu tutardı. Medine'ye hicret edip gelince de bu orucu (âdeti üzere) tuttu. Sahâbîlerine de bu orucun tutulmasını emretti, (ikinci sene şa'-bân ayında) ramazân orucu inince, ramazân orucu farîza oldu, âşûrâ terkedildi. Artık dileyen âşûrâ orucunu tutar, dileyen de tutmaz oldu [44].
21-“Oruç Sayılı Günlerdir. Artık Sizden Kim (O Günlerde) Hasta Yâhud Sefer Üzerinde Olursa, Tutamadığı Günler Sayısınca Başka Günlerde Tutar. Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Lâzımdır). Bununla Beraber Kim Gönül İsteğiyle Bir Hayır Yaparsa İşte Bu, Onun İçin Daha Hayırlıdır. Oruç Tutmanız Sizin Hakkınızda Hayırlıdır, Bilirseniz" (Âyet: Is4) Kavli Babı [45]
Atâ ibn Ebî Rebâh: Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, mükellef kişi hastalıktan dolayı ayın hepsinde oruç tutmaz, demiştir. el-Hasen el-Basrî ile İbrahim en-Nahaî, emzikli ve hâmile kadın hakkında:
Eğer bunlar kendi nefisleri yâhud çocukları üzerine bir zarar gelmesinden korkarlarsa oruç tutmazlar, sonra kaza ederler, demişlerdir.
Yaşlı ihtiyar oruç tutmaya güç yetiremezse (o da oruç tutmaz, üzerine kaza değil de fidye vâcib olur). Enes ihtiyar olduktan sonra bir yâhud iki yıl ramazânda her gün bir fakire ekmek ve et yedirip, oruç tutmamıştır. Âmmenin kıraati "Yutîkûnehû" şeklindedir, bu ekserdir [46]
32-.......Amr ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. Atâ,İbn Abbâs'tan "Ve ale'llezîneyutavvakûnehû fıdyetun taâmu miskine" şeklinde okurken işitmiştir.îbn Abbâs:
— Bu âyet nesh edilmiş değildir. Âyetteki kişiler yaşlı erkek ile yaşlı kadındır ki, bunlar oruç tutmaya muktedir olamazlar; bu se-beble bunlar, her bir gün yerine bir fakiri doyururlar, demiştir [47].
22- Bâb:
'İçinizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun.,,(Âyet: 185)
33-.......Bize Ubeydullah, Nâfi'den; İbn Umer'in "Fidyetu taamı mesâkîne" şeklinde okuduğunu, "Ve aleHlezîneyutîkûnehu" âyeti neshedilmiştir, dediğini tahdîs etti [48].
34-....... Bize Bekr ibnu Mudar, Amr ibnu'l-Hâris'ten; o da Bukeyr ibnu Abdillah'tan; o da Selemetu'bnu'l-Ekvâ'ın âzâdlısı olan Yezîd'den tahdîs etti ki, Seleme (R) şöyle demiştir: "Oruca güç yeti-remeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye lâzımdır'' âyeti indiği zaman, oruç tutmamak ve fidye vermek isteyenler oldu. Nihayet ondan sonraki "İçinizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun"âyeti indi de (sağlam ve mukîmler hakkında) bu oruç tutmayıp fidye vermek muhayyerliğini neshetti [49].
Ebû Abdillah el-Buhârî: Bukeyr ibn Abdillah, üstadı Yezîd ibn Ebî Ubeyd el-Eslemî'den önce vefat etti, dedi [50].
23-' 'Oruç Gecesinde Kadınlarınıza Yaklaşmak Size Halâl Edildi. Onlar Sizin İçin, Siz De Onlar İçin Birer Libâssınız. Allah Nefislerinize Karşı Za'f Göstermekte Olduğunuzu Bildi De Tevbenizi Kabul Etti, Sizi Bağışladı. Artık (Bundan Sonra Geceleri) Onlara Yaklaşın Ve Allah'ın Hakkınızda Yazdığını İsteyin" {Âyet: İ87)Bâbı
35-....... Ebû İshâk Amr ibn Abdillah şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim: Ramazân orucu indiği zaman sahâbî-ler ramazânın hepsinde kadınlara yaklaşmıyorlardı. Birtakım erkekler ise kendi nefislerine hıyanet ediyorlardı. Müteakiben Allah: "Allah sizin nefislerinize karşı za'fgöstermekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı... *' âyetini indirdi [51].
24- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'Sâdık fecr olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde Vtikâfta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yanaşmayın. Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar. Tâ ki korunsunlar" (Âyet: 187).
"el-Âkif", "el-Mukîm"dir.
36-.......Ebû Avâne, Husayn'dan; o daeş-Şa'bî'dentahdîs etti ki, Adiyy ibn Hatim bir beyaz, bir de siyah ip edindi. Nihayet gece, gecenin bir kısmı olunca onlara baktı, fakat bu iki ip kendisine açıkça belirmediler. Sabaha yaklaşınca:
— Yâ Rasûlallah! Ben yastığımın altına iki ip koydum, dedi.
Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz senin yastığın bu takdirde çok genişmiş. Çünkü (bu âyette zikredilen) beyaz iple siyah ip, senin yastığının altında olmuşlardır (yânî çok uyumuşsun)" buyurmuştur.
37-....... Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir:
— Yâ Rasûlallah! Siyah iplikten seçilecek beyaz iplik nedir? Bunlar hakîkaten iki ip midir? diye sordum.
O:
— "Eğer sen bu iki ipe baktıysan, şübhesiz sen elbette geniş kafalısın" buyurduktan sonra "Bunlar senin düşündüğün gibi iki ip değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır"^ buyurdu.
38-.......Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir:' "Size beyaz iplik siyah iplikten seçilinceye kadar yiyin için" âyeti indi, fakat "Mine'I-fecri" beyânı inmemişti. Birtakım insanlar oruç tutmak istedikleri zaman, onlardan birisi ayaklarına beyaz ip ve siyah ip bağladı da o ipler kendisine iyice belirinceye kadar yemeğe devam etti. Akabinde Allah o kelâmın ardından "MineH-fecri{Fecrden)" beyânını indirdi. Sahâbîler böylece Allah'ın ancak gece ile gündüzü kasdetmekte olduğunu bildiler [52].
25- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"... İyilik ve tâat, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik (Allah'tan) sakınandır. Evlere kapılarından gelin. Allah'tan sakının. Tâ ki muradınıza kavuşasınız" (Âyet: 189).
39-.......el-Berâ ibn Âzib (R): Ensâr ve Kureyş'ten başka diğer Arablar Câhiliyet devrinde (hacc ve umre niyetiyle) ihrama girdikleri zaman, evlerine (kapılarından değil de) arka taraflarından gelirlerdi. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "İyilik ve tâat evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik Allah'tan sakınandır. Evlere kapılarından geliniz* [53]
26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Fitne kalmayıncaya, dîn de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına hiçbir husûmet yoktur" (Âyet: 193) [54].
40-.......Bize Ubeydullah, Nâfı'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti. (Yetmiş üçüncü senenin sonunda Haccâc'ın Mekke'de) Abdullah ibnu'z-Zubeyr'i muhasara ettiği o fitne zamanında iki adam Abdullah ibn Umer'e geldiler de, ona:
— Şübhesiz insanlar helak edildiler (yâhud: Görmekte olduğun şu ihtilaflı işleri yaptılar). Sen ise Umer'in oğlu ve Peygamber'in sa-hâbîsi olduğun hâlde bu savaşa çıkmandan seni men' eden nedir? dediler.
İbn Umer onlara:
— Beni bundan, Allah'ın kardeşimin kanını haram kılmış olması men' etmektedir, dedi.
O iki adam:
— Allah ' 'Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın'' bu-yurmadı mı? dediler.
İbn Umer de:
— Bizler onlarla harb ettik, nihayet hiçbir fitne kalmadı ve dîn de yalnız Allah'ın oldu. Sizler ise bir fitne olsun ve dîn de Allah'tan başkasına âid olsun diye harb etmek istiyorsunuz, dedi.
Usmân ibn Salih şunu ziyâde etti: Abdullah ibn Vehb şöyle dedi: Bana Fulân kişi (Mısır kaadısı ve âlimi Abdullah ibn Luhey'a'dır denildi) ile Hay ve ibnu Şurayh, Bekr ibn Amr el-Meâfirî'den haber verdi. Ona da Bukeyr ibn Abdillah, Nâfi'den şöyle tahdîs etmiştir: Bir adam İbn Umer'e geldi de:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihâdı terkederek bir yıl hacc, bir yıl da umre yapmana seni ne şevketti? Hâlbuki sen Allah'ın cihâda çok teşvîk ettiğini bilmişsindir! dedi.
İbn Umer de ona:
— Ey kardeşim oğlu! İslâm beş şey üzerine kuruldu: Allah'a ve Rasûlü'ne îmân etmek, beş namazı kılmak, ramazân orucu tutmak, zekâtı ödemek, Ka'be'yi hacc yapmak dedi.
O zât:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Allah'ın kendi Kitâbı'nda zikrettiği şeyi işitmiyor musun: "Eğer müzminlerden iki zümre birbiriyle dö-ğüşürlerse aralarım bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecâvüz ediyorsa, siz o tecâvüz edenle Allah Un emrine dö'nün-ceye kadar savaşın..." (ei-Hucurât: 9)?
"Onlarla hiçbir fitne kalmayıncaya kadar savaşın..." (d-Bakara: 193)! dedi,
İbn Umer:
— Biz Rasûlullah zamanında bunu yaptık. İslâm ehli az idi.. îrnân-lı kişi dîni hakkında fitneye uğratılırdı. Müşrikler onu ya öldürürler, yâhud da devamlı azâb ve işkence ederlerdi. Nihayet müslümânlar çoğaldı ve hiçbir fitne (yânî dînî baskı) kalmadı, dedi.
Bu sefer o zât İbn Umer'e:
— Alî ve Usmân hakkındaki görüşün, sözün nedir? dedi. İbn Umer:
— Usmân'a gelince, (Uhûd'daki kaçışını) Allah ondan affetmiş gibidir. Amma sizler ondan bu suçunu affetmeyi hiç istemediniz. Alî'ye gelince, o, Rasülullah'ın amcasının oğlu ve kızı Fâtıma'nın kocası-dır. -Ve eliyle işaret ederek:- (Rasülullah'ın odaları arasındaki) yerinde görüp durduğunuz şu ev, Alî'nin evidir, dedi [55].
27- Allah'ın Şu Kavli Babı:
'Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın. (Dâima) iyilik edin. Çünkü Aüah iyilik edenleri sever" (Âyet: 195). "Tehlüke" ve "Helak" bir ma'nâyadır [56].
41-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Süleyman ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim; o da Huzeyfe'den. Huzeyfe (R): "Allah yolunda mallarınızı harcayın ve kendinizi tehlikeye atmayın" âyeti nafakayı, yânî Allah yolunda mal harcamayı terk hakkında indi, demiştir [57].
28- Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Artık içinizden kim hasta olur yâhud da başından bir eziyeti bulunursa, ona oruçtan yâhud sadakadan yâhud da kurbândan biriyle fidye (vâcib olur)..." (Âyet: 196) [58].
42-.......Abdurrahmân ibnu'l-Esbahânî şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ma'kıl'dan işittim, o şöyle dedi: Ben şu mescidin içinde, yânî Küfe Mescidi'nde Ka'b ibn Ucre(R)'nin yanma oturdum da ona "Oruçtan bir fidye" âyetim sordum. Ka'b ibn Ucre şöyle anlattı: (Hu-deybiye'de) bitler yüzüm üzerinde saçılıp dağılır hâlde ben Peygam-ber'in yanma taşındım. Peygamber (S):
— "Ben meşakkatin sende bu dereceye ulaştığını zannetmiyordum. Sen bir davar bulabilir misin?" diye sordu.
Ben:
— Hayır (bulamam), dedim. Peygamber:
— "Üç gün oruç tut, yâhud herbir fakire yarım sâ' ölçeği buğday düşmek üzere altı fakiri doyur ve başını tıraş et" buyurdu.
İşte bu âyet husûsî olarak benim hakkımda indi, fakat bu umûmî olarak sizin hakkınızdadir, dedi [59].
29- Bâb:
'Kim hacca kadar umre ile fâidelenmek isterse... (Âyet: 196) [60]
43-....... îmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Allah'ın Kitâbı'nda mut'a âyeti, yânî haccda temettü' yapma âyeti inmiştir. Akabinde biz de Rasûlullah'ın beraberinde temettü' haccı yaptık. Temettü' yapmayı haram kılan Kur'ân indirilmedi; ölünceye kadar Peygamber de bundan nehyetmedi. Bir adam kendi re'yi ile istediği şeyi söylemiştir.
Muhammed el-Buhârî: O adamın Umer olduğu söylenir, dedi [61].
30- Bâb:
(Hacc mevsiminde ticâretle) RabbHnizden rızk istemenizde bir günâh yoktur1' (Âyet: i98).
44-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ukâz, Mecenne ve Zu'l-Mecâz Câhiliyet devrinde birtakım büyük pazarlardı. Müslümanlar hacc mevsimlerinde buralarda ticâret yapmayı günâh saymışlardı. Bunun üzerine "Hacc mevsimlerinde (ticâretle) RabbHnizden rızk istemenizde bir günâh yoktur..." âyeti indi [62].
31- Bâb:
"Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün. Allah'tan mağfiret isteyin. Şübhesiz ki, Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (Âyet: 199).
45-.......Âişe (R)'den (o, şöyle demiştir): Kureyş ile Kureyş'in dîninde olan müşrikler (Câhiliyet devrinde) Muzdelife'de vakfe yaparlardı. Bunlara "Hums" ismi verilirdi. Bunlardan başka olan Arab hacıları ise Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslâm gelince Allah, Peygam-ber'ine Arafat'a gitmesini, sonra orada vakfe yapmasım, bundan sonra dâ oradan dönmesini emretti. İşte bu, Yüce Allah'ın şu kavlidir: "Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün.,." [63].
46-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Hacc niyetiyle ihrama girinceye kadar kişinin Beyt'i (hacc aylarında umre için) tavaf etmesi halâl değildi. Bineğine binip Arafat'a gittiğinde fidyesi deveden yâhud sığırdan yâhud koyundan kendisine kolay gelen bir hediye hayvandır. Bunlardan kendisine kolay olandan hangisini isterse kurbân eder. Şu kadar ki, böyle bir kurbanlık bulması kolay olmayan kişiye arefe gününden önceki hacc günleri içinde üç gün oruç tutması vâcib olur. Eğer bu üç günün sonuncusu arefe günü olursa, üzerine günâh yoktur. Bundan sonra ikindi namazından tâ karanlık oluncaya kadar Arafat'ta vakfe yapmak için gitsin. Vakfeden sonra Arafat'tan hareket etmeye davransınlar. Arafat'tan hareket ettikleri zaman geceyi geçirecekleri yer olan Muzdelife'ye kadar ilerlesinler. Sonra Allah'ı çok zikretsin(ler). Sabaha girmenizden önce tekbîr ve tehlîli çok söyleyiniz. Sonra (oradan Minâ'ya doğru) hareket ediniz. Çünkü insanlar da oradan hareket ediyorlardı. Ve Yüce Allah: "Sonra insanların (hep beraber) döndükleri yerden siz de dönün. Allah'tan mağfiret isteyin. Şübhesiz ki, Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (Âyet: 199) buyurdu. En sonunda cemreyi taşlarsınız [64].
32- Bâb:
'İnsanlardan kimi de: Ey Rabb 'imiz bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru der" (Âyet: 201).
47-.......Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S) her zaman: "Yâ Allah! Ey Rabb'imiz, bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru" diye duâ ederdi, demiştir [65].
33- Bâb:
"Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır... " (Âyet: 204). Atâ ibn Ebî Rebâh: "Nesi", "Hayavân"dır, demiştir [66].
48-.......Bize Sufyân es-Sevrî, îbn Cureyc'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Âişe'den tahdîs etti. Âişe bu hadîsi Pey-gamber'e yükselterek "Allah'a erkeklerin en çok nefretlisi, düşmanlığı en şiddetli olanıdır" buyurdu, demiştir.
Ve Abdullah ibnu'l-Velîd el-Adenî şöyle dedi: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti. Bana İbnu Cureyc, tbnu Ebî Muleyke'den; o da Âi-şe'den; o da Peygamber'den senediyle tahdîs etti [67].
34- "Yoksa Siz, Sizden Evvel Geçenlerin Hâli Başınıza Gelmeden Cennete Girivereceğinizi Mi Sandınız? Onlara Öyle Yoksulluklar Ve Sıkıntılar Gelip Çattı Ve (Çeşitli Belâlarla) Sarsıldılar Kî, Hattâ Peygamberleri Beraberindeki Müzminlerle Birlikte: 'Allah'ın Yardımı Ne Zaman?' Diyordu. Gözünüzü Açın, Allah'ın Yardımı Muhakkak Yakındır" (Âyet: 214) Babı
49-.......İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben İbn Ebî Muleyke'den işittim, şöyle diyordu: îbn Abbâs (R) şöyle dedi: "Hattâ o rasûller kavimlerinin îmânından ümîdlerini kesip de onların va 'd edildikleri ilâhî yardım hususunda muhakkak yalana çıkarıldıklarını zannettikleri Sirada... " (Yûsuf: 110).
îbn Ebî Muleyke dedi ki: İbn Abbâs bu Yûsuf: 110. âyetinden anladığı "yardımın gecikmesi ve yavaş gelmesi" ma'nâsım el-Bakara: 214. âyetinden de anladı da: "Hattâ o rasül, maiyyetindekimüzminlerle birlikte; 'Allah hn yardımı ne zaman?' diyordu. Gözünüzü açın! Allah'ın yardımı muhakkak yakındır" (ei-Bakara: 214) âyetini okudu.
İbn Ebî Muleyke dedi ki: Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'e kavuştum da ona bu âyette "Kuzibû" fiilindeki zâl harfinin şeddesiz okunmasını sordum. O şöyle dedi: Âişe, İbn Abbâs* m bu fiildeki zâl'i şeddesiz okumasını inkâr ederek;
— Maâzallâhi ( = Allah'a sığınırım). Yemîn ederim ki, Allah Ra-sûlü'ne her ne va'd ettiyse, Rasûlü ölümünden önce o va'din muhakkak gerçekleşeceğini kat'î olarak bilmiştir. Lâkin belâlar, rasûllerden hiç ayrılmayıp devam edip durdu da, maiyyetinde bulunan mü'min-İerin, kendilerini yalanlayacak olmalarından korkmuşlardır, dedi.
Âişe bu âyeti "Ve zannû ennehum kadkuzzibû" şeklinde zâl'in şeddesiyle okur idi [68].
35- Bâb:
"Kadınlarınız sizin (çocuk yetiştiren) tarlanızdır. O hâlde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller) gönderin. Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki, herhalde siz O 'na kavuşacaksınız. Îmân edenlere müjdele" (Âyet: 223).
50-.......Bize Abdullah ibnu Avn haber verdi ki, Nâfi' şöyle demiştir: İbn Umer (R) Kur'ân okuduğu zaman, okumasını bitirinceye kadar Kur'ân'dan başka birşey konuşmazdı. Bir gün ben onun huzurunda Mushaf'ı tuttum, o da ezberden el-Bakara Sûresi'ni okudu. Nihayet ondan bir yere ulaştığında, bana:
— Sen bu âyetin ne hakkında indirildiğini bilir misin? dedi. Ben:
— Hayır bilmem, dedim. İbn Umer:
— Bu âyet şu şu hususta (yânî kadınlara arka taraflarından gelmek sözleri hakkında) indirildi, dedi ve sonra okumasına devam etti.
Ve Abdussamed'den (o dedi ki): Bana babam Abdulvâris ibn Saîd tahdîs etti. Bana Eyyûb es-Sahtıyânî, Nâfi'den; o da İbn Umer'den tahdîs etti. İbn Umer "Kadınlarınıza istediğiniz gibi geliniz" kavli hakkında:
— Kocası kadına oradan gelir, demiştir.
Bu hadîsi Muhammed ibn Yahya ibn Saîd, babası Yahya ibn Sa-îd'den; o da Ubeydullah ibn Umer'den; o da Nâfi'den; o da İbn Umer'den olmak üzere rivayet etmiştir.
5l-.......Câbir (R) şöyle demiştir: Yahûdîler: Erkek, kadın ile arka tarafından gelip cima' ederse doğacak çocuk şaşı olur, derlerdi. (Bu bâtıl inancı yıkmak üzere) "Kadınlarınız sizin bir ekinliğinizdir. O hâlde tarlanıza dilediğiniz taraftan geliniz" âyeti indi [69].
36- Bâb:
"Kadınları boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru' bir surette anlaştıkları takdirde artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın..." (Âyet: 232).
52-.......el-Hasen el-Basrî şöyle demiştir: Bana Ma'kü ibnu Yesâr tahdîs edip: Benim bir kizkardeşim vardı, onu benden istiyorlardı, dedi.
.........Buradaki senedlerde Yûnus ibn Ubeyd, el-Hasen'den tahdîs etti ki, Ma'kıl ibn Yesâr'ın kızkardeşini kocası boşamış ve kadım iddeti tamamlanıncaya kadar terketmiş. Akabinde boşayıp iddeti tamamlanan bu kadını velîsinden tekrar istemiş. Velîsi olan erkek kardeşi Ma'kıl bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine "Artık kadınların kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın" âyeti inmiştir [70].
37- Bâb:
"Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru' vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur. Allah, ne işlerseniz hakkıyle haberdârdır" (Âyet: 234)
"Affederlerse''\ "Hibe ederlerse" demektir [71].
53-.......Abdullah ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler... " (234.) âyeti var, bir de "Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelen-melerini vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size meşrûtiyet yoktur..." (240.) âyeti var.
İbnu'z-Zubeyr dedi ki: Ben Usmân ibn Affân'a şöyle dedim:
— Bu 240. nafaka âyetini ondan önceki diğer âyet, yânî 234. (dört ay on gün bekleme) âyeti neshetmiştir. Böyle iken hükmü neshedilen bu âyeti Mushaf'ta niçin yazıyorsun? yâhud: Bu mensûh âyeti Mushaf'ta niçin bırakıyorsun? dedim.
Usmân da:
— Ey kardeşimin oğlu! Ben Mushaf'tan hiçbirşeyi bulunduğu yerinden değiştirmem, dedi [72].
54- Bize İshâk ibn Râhûye tahdîs etti. Bize Ravh ibn Ubâde tahdîs etti. Bize Şibl ibnu Abbâd, Abdullah ibn Ebî Necîh'ten; o da Mucâ-hid ibn Cebr'den tahdîs etti. Mucâhid şöyle demiştir: "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman... " (234). Burada zikredilen dört ay on günlük iddet, kadının, kocasının akrabaları yanında bekleyeceği iddettir ki, bu vâcib bir iddettir [73]. Yüce Allah: "Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar fâidelenmelerini, bakılmalarını vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size mes 'ûliyet yoktur..." 240. âyetini indirdi.
Mucâhid dedi ki: Allah evvelki âyette dört ay on gün iddet bekleyen kadına, bir vasiyet olarak yedi ay yirmi gün daha ekleyip, senenin tamâmını tahsîs etti. O kadın isterse kendine yapılmış olan vasiyeti içinde ikaamet eder, isterse oradan çıkar. İşte bu Yüce Allah'ın: "Eşlerinin evlerinden çıkarılmayarak fâidelenmelerini vasiyet etsinler, Bunun üzerine o kadınlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size meşguliyet yoktur" kavlidir. (Dört ay on günlük) iddet ise, olduğu gibi kadın üzerine vâcibdir. İbnu Ebî Necîh, bunu Mucâhid'den olmak üzere söyledi.
Atâ ibn Ebî Rebâh da dedi ki: İbn Abbâs şöyle dedi: Bu âyet, kadının kendi ailesi yanında iddet beklemesini neshetti. Artık kadın istediği yerde (dört ay on günlük) iddetini bekler. Bu, Yüce Allah'ın: "Çıkarılmayarak..." kavlidir.
Atâ (İbn Abbâs'tan rivayet ettiğini tefsîr ederek) şöyle dedi: Kadın isterse kocasının ailesi yanında iddet bekler ve kendine yapılan vasiyette ikaamet eder, isterse Yüce Allah'ın: "Onların bizzat yaptıkları meşru'işlerden size meşguliyet yoktur" kavlinden dolayı başka yere çıkar gider.
Yine Atâ: Sonra (en-Nisâ: 11-12) mîrâs âyeti geldi de süknâ hakkım neshetti. Artık kadın (süknâ hakkı olmayarak, vasiyeti terkedip) dilediği yerde iddetini bekler, dedi.
Ve Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî'den: Bize Verkaa ibn Amr el-Havârizmî, İbn Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid'den bu suretle tahdîs etti. Ve yine Abdullah ibn Ebî Necîh'ten; o da Atâ'dan tahdîs etti ki, İbn Abbâs: Bu âyet, kadının, kendi ailesi içinde iddet beklemesini neshetti, artık kadın istediği yerde iddetini bekler. Çünkü Yüce Allah: "Çıkarılmayarak,.." buyurmuştur. Bu da yukarıda, Mucâhid'den rivayet edilen tarzdadır [74].
55-.......Bize Abdullah ibnu Avn tahdîs etti ki, Muhammed ibn Şîrîn şöyle demiştir: Ben bir meclisde oturdum, orada Ensâr'dan büyük büyük adamlar vardı. İçlerinde Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ da vardı. Ben, Abdullah ibn Utbe'nin, Haris kızı Subey'a'nın durumu hakkındaki hadîsini zikrettim. Abdurrahmân ibn Ebî Leylâ:
— Lâkin onun amcası olan Abdullah ibn Mes'ûd buna kaail olmazdı (yânı bu hükmü söylemezdi), dedi.
Bunun üzerine ben (Abdullah ibn Utbe'yi kasdederek):
— Eğer Kûfe'nin yanı başında ikaamet eden bir adama isnâden yalan söylediysem şübhesiz ben cesaretli, yânı utanmaz bir kimseyim-dir, dedim.
Bu sırada İbn Şîrîn sesini yükseltti de şöyle dedi:
— Sonra ben çıktım, akabinde Mâlik ibn Âmir'e yâhud Mâlik ibn Avf'a kavuştum ve ona: Hâmile iken kocası ölmüş olan kadının iddeti hakkında İbn Mes'ûd'un görüşü nasıl idi? diye sordum. O da bana şöyle cevâb verdi: İbn Mes'ûd: Siz o kadına ruhsatı tatbik etmeyerek, onun üzerine uzun olan iddeti mi tatbik ediyorsunuz? Yemîn olsun kısa olan en-Nisâ Sûresi, yânî et-Talâk Sûresi, en uzun iddet olan bu el-Bakara âyetinden sonra inmiştir, dedi.
Eyyûb es-Sahtıyâriî de Muhammed ibn Sîrîn'den söyledi ki, İbn Şîrîn (şekksiz olarak):
— Ben Ebû Atıyye Mâlik ibn Âmir'e kavuştum..., demiştir [75].
38- "Namazları Ve Orta Namazı Muhafaza Ediniz. (Âyet: 238) Babı
56-.......Buradaki iki senedle Alî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hendek günü: "Müşrikler bizi güneş batıncaya kadar orta namazından habsettiler. Allah onların kabirlerini ve evlerini ateş doldursun" buyurdu.
Râvî Yahya ibn Saîd: Yâhud Peygamber: "Allah onların kabirlerini ve içlerini ateş doldursun" buyurmuştur, diye şekk ile rivayet etmiştir [76].
39- "Ve Allah İçin Tam Huşu' Ve Taâtle Dîvân Durun Yânî "Tam İtaat Ediciler Olarak Namaza Durun" (Âyet: 238) Babı
57-.......Zeyd ibn Erkam (R) şöyle demiştir: Bizler namaz içinde kelâm söylerdik. Bizim birimiz yanındaki kardeşine ihtiyâcı husûsunda söz söylerdi. Nihayet şu: "Namazları ve orta namazı muhafaza ediniz. Allah 'in dâvânına tam huşu' ve itaatle durun" âyeti indi de, bunun üzerine bize namazda sükût etmemiz emredildi [77].
40- Azîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Fakat korkarsanız, o hâlde (namazı) yürüyerek yâhud süvârî olarak kılın (bırakmayın). Tehlikeden emîn olduğunuz vakit ise yine Allah'ı, size bilmediğiniz şeyleri nasıl öğretti ise öyle anın" (Âyet: 239).
Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi [78]:
"Kursiyyuhu", "Onun ilmi" demektir. "Bastaten", ziyâde ve fazlaya denilir. "Efriğ", "Boşalt" yânî "İndir"; "Velâ yeûduhû", "Ona ağır gelmez"; "Âdenf, "Bana ağır gelip belimi büktü", "el-Âdu ve'l-Aydu" "Kuvvet"; "es-Sinetu", "Uyku başlangıcı, mızganma, uyuklama"; "Lem-yetesenneh", "Değişmedi, bozulmadı"; "Fe-buhıte", "Hücceti gitti", "Hâviye", "İçinde hiçbir can yoldaşı, yânî hiçbir kimse yok"; "Urûşuhâ", "Binaları", "es-Sinetu", "Uyku başlangıcı, uyuklama"; "Nûnşiruhâ", "Onu çıkarırız". "Vsârun"; "içinde ateş bulunan kalın bir sütün gibi yerden göğe doğru şiddetle esip herşeyi koparan rüzgâr, kasırga".
İbn Abbâs da: "Salden", "Üzerinde hiçbirşey bulunmayan"demektir, dedi.
İkrime de: "Vâbilun", "Şiddetli yağmur"; "et-Tallu", "Hafif yağmur, çiğ, nem"dir dedi. İkrime'nin zekrettiği bu şeyler mü'min amelinin meselidir [79].
58-.......Bize Mâlik, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R) kendisine korku namazı sorulduğu zaman şöyle der idi: İmâm Öne geçer, insanlardan bir taife de onun arkasında saff durur. İmâm onlara bir rek'at namaz kıldırır. Bu sırada onlardan bir taife namaz kılanlarla düşman arasında bulunur, namaz kılmayip, onları korurlar, îmâm'ın beraberindekiler bir rek'at kıldıkları zaman selâm vermeyerek, o namaz kılmayanların bulunduğu yere çekilirler. Bu sefer o namaz kılmamış olanlar, imâmın arkasına geçip imâmla birlikte bir rek'at namaz kılarlar. Sonra imâm İki rek'at kılmış olduğu hâlde selâm verip namazdan çıkar. İmâm namazdan çıktıktan sonra o iki taifeden herbiri kendi başlarına birer rek'at daha namaz kılarlar. Böylece iki taifeden her biri iki rek'at namaz kılmış olur. Korku bundan da çok olursa, ister yaya olarak ve ayaküstü durarak (yânî rükû' ve sucûdu terkederek), ister hayvan üzerinde olarak, kıbleye ister yüzle-yerek, ister yüzlemeyerek (îmâ ile) kılarlar.
Nâfi': İbn Umer bu ta'rîfi muhakkak Rasûlullah'tan; O'nun ta'-rîfi olmak üzere söyledi zannederim, demiştir [80].
41- Bâb:
"Sizden zevcelerini geride bırakıp Ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler. Onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden
dolayı size meşguliyet yoktur... " (Âyet: 240).
59-.......Bize Habîb ibnu'ş-Şehîd tahdîs etti ki, İbnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr dedi ki: Ben Usmân ibn Affân'a:
— el-Bakara Sûresi'ndeki şu "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılma kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler... " (Âyet: 240) âyetini diğer (234.) âyet neshetmiştir. Böyle iken sen o neshedilmiş âyeti niçin Mushaf'a yazıyorsun? dedim.
Usmân:
— Sen de onu yerinde bırakacaksın, ey kardeşimin oğlu! Ben Mushaf'tan hiçbirşeyi bulunduğu yerinden değiştirmiyorum, dedi. Humeyd ibnu'l-Esved: Bu metin tarzında demiştir [81].
42- Bâb:
*Hani İbrahim: 'Ey Rabb Jim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demişti-.. " (Âyet: 200)
60-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Biz şekketmeye İbrahim'den daha haklıyız: Hani İbrahim: Ey Rabb Hm, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demiş, Allah da: İnanmadın mı yoksa? demiş; o da: İnandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (istedim) demişti" [82].
43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki, hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun, (fakat) ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanıversin? İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz" (Âyet: 266).
61-.......İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Muleyke'den işittim; o, İbn Abbâs'tan tahdîs ediyordu: Yine İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben onun kardeşi Ebû Bekr ibn Ebî Muleyke'den de işittim; o da Ubeyd ibn Umeyr (el-Leysî el-Mekkî)'den tahdîs ediyordu. O şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) bir gün Peygam-ber'in sahâbîlerine hitaben:
— Şu "Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki..." âyeti hangi şey hakkında indi düşünürsünüz? diye sordu.
Oradakiler:
— Allah en bilendir, dediler.
Bu cevâb üzerine Umer öfkelendi de:
— Biliyoruz, yâhud bilmiyoruz deyiniz, dedi. İbn Abbâs:
— Benim gönlümde o âyetten birşey (bir ilim) var ey Mü'minle-rin Emîri! dedi.
Umer de ona:
— Ey kardeşim oğlu! Kendini küçük görmeyerek söyle! dedi. İbn Abbâs:
— Bir amel için mesel yapılmıştır, dedi. Umer:
— Hangi amel için? dedi.
İbn Abbâs yine "Bir amel için" dedi. Umer:
— Azîz ve Celîl olan Allah'ın tâatiyle amel eden zengin bir adam için ki, sonra Allah o adama şeytânı yolladı, o da ma'siyetlerle amel etti. Nihayet Allah o adamın iyi amellerini zayi' etti.
"Fe-surhunne", ''Onları parça parça kes" demektir [83].
44- Bâb:
"Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de birşey istemezler..," (Âyet: 273».
"Elhafe aleyye", "Elahha aleyye" ve "Ahfâni bi'l-mes'ele"; bunların hepsi bir ma'nâya olup "İstekte aşın gitti" demektir.
"Fe-yuhfıkum", "Israrla istemekte sizi yorar" elemektir.
62-.......Atâ ibn Yesâr ile Abdurrahmân ibn Ebî Amre el-Ensârî; ikisi şöyle demişlerdir: Biz Ebû Hureyre(R)'den işittik, o şöyle diyordu: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Miskin, insanların verdiği bir hurma, iki hurma, bir lokma, iki lokmanın geri çevirdiği şu dilenci kişi değildir. Hakîkî miskin (kendisini geçindirecek nafakası olmadığı hâlde) insanlara el açıp istemekten çekinip iffetli kalmağa çalışan kimsedir. İsterseniz okuyunuz."
Buhârî'nin üstadı Saîd ibn Ebî Meryem: Yüce Allah'ın şu kavlini kasdediyor, dedi: "Onlar insanlardan yüzsüzlük edip birşey istemezler..."[84].
45- Bâb:
'Hâlbuki Allah alışverişi halâl, ribâyı (faizi) haram kılmiştir" (Âyet: 275).
"el-Mess"* "Delilik"tir.
63-.......Bize Müslim (ibnu's-Subayh el-Kûfî), Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan ribâ hakkındaki âyetler indiği zaman, Rasülullah (S) bu âyetleri insanlara karşı okudu. Sonra şarâb hususunda ticâret yapmayı haram kıldı [85].
46- Bâb: "Allah Ribâyı Mahveder" (Âyet: 276), Onu Tamâmiyle Giderir [86]
64-....... Süleyman ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû'd-Duhâ'dan işittim; O, Mesrûk'tan tahdîs ediyordu: Âişe (R) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonlarındaki âyetler indiği zaman Rasülullah çıktı da mescidde bunları okudu. Akabinde şarâb hususundaki ticâreti haram kıldı.
47- Bâb:
'(Eğer böyle yapmazsanız) Allah ve Rasûlü'nden mutlak bir harb olunacağını bilin'1'' (Âyet: 279) [87].
65-.......Şu'be, Mansûr'dan; odaEbû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman Peygamber (S) onları mescidde okudu ve şarâb ticâretim haram kıldı.
48- Bâb:
"Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar mühlet verin. Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz" (Âyet: 280).
Ve bize Muhammed ibn Yûsuf, Sufyân es-Sevrî'den; o da Man-sûr'dan ve el-A'meş'ten; onlar da Ebû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'-tan söyledi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresî'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman, Rasûlullah (S) mescidde ayağa kalktı da, bu âyetleri bize karşı okudu. Sonra şarâb hakkında ticâret yapmayı haram kıldı [88].
49- Bâb:
"Öyle bir günden sakının ki, hepiniz o gün Allah*a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir" (Âyet: 28i>.
66-.......İbn Abbâs (R): Peygamber (S)'in üzerine inen son hüküm âyeti, ribâ âyetidir, demiştir [89].
50- "(Göklerde Ne Var, Yerde Ne Varsa Hepsi Allah'ındır.)
Eğer siz içinizdekini açıklar yâhud gizlerseniz, Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra kimi dilerse ona mağfiret eder, kimi dilerse onu da azâblandırır. Allah herşeye kaadirdir" (Âyet: 284).
67-.......Bize Miskin (ibn Bukeyr el-Harrânî), Şu'be'den; o da Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Mervân el-Asfar'dan; o da Peygamber'in sahâbîlerinden olan bir adamdan -ki o, İbn Umer'dir- bu "Eğer ne~ fislerinizdekini açıklar yâhud gizlerseniz... " âyeti nesh edilmiştir, diye tahdîs etti [90].
51- Bâb:
"O Rasûl, RabbHnden kendisine indirilene îmân etti...' (Âyet: 285-286).
İbn Abbâs: "Isran", "Ahden" demektir; "Gufrâneke" denilir ki, "Mağfiretini isteriz, bize mağfiret eyle" demektir, demiştir.
68-.......Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; odaMervânel-Asfar'dan; o da Rasûlullah'm sahâbîlerinden olan bir adamdan onun -el-Asfar: Ben o mübhem adamın İbn Umer olduğunu zannediyorum, demiştir 'Eğer siz nefislerinizdekini açıklar yâhud gizlerseniz. " âyetini ondan sonraki âyet neshetti, dediğini haber verdi [91].
3- Alu Imrân Sûresi Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle [92]
52- Bâb [93]
"Tukaat" ve "Takıyye" bir ma'nâya olup "Birşeyden sakınmak" demektir.
"Sırmn", soğuğun şiddeti ve soğuk ma'nâsinadır.
"Şefâ hufratin", çukurun ucu ve kenarı demektir; kuyunun kenarı gibi ki, o da onun ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyışıdır.
"Tubevviu", "Asker yeri ediniyordun" demektir.
(el-Musevvemu", bir alâmetle yâhud beyaz yün ile yâhud alâmet olabilen şeylerle bir nişanı olan demektir.
"Rıbbiyyûne" cemi'dir; tekili "Rıbbiyy'Mir; "Rabbe mensûb âlim (veya cemâat) ma'nâsınadır.
"Tehıssûnehum", (Allah'ın sizi onlar üzerine saldırtması ve izni ile) "Siz onları öldürüp köklerini kazıyordunuz" demektir.
"Guzzen"; tekili "Gazi" olup, gazve yapan, yânî düşmanla cenk ve kıtal etmeye giden mücâhid 9, ma'nâsınadır.
"Senektubu", "Yazacağız" yânî "Onların söylediklerini ilmimizde muhafaza edeceğiz" demektir.
"Nuzulen min indillâh = Allah indinde bir sevâb olarak".
Bu, "Nuzulen" masdarının "Ben onu konuk ettim" sözünde olduğu gibi mefûl isim sîgası ile "Ve vt: munzelun min indillâh", yânî "Allah yanında konuk edilmiş olarak" ma'nâsına olması da caiz olur.
("Nüzul", konuk için hazırlanan ikram olup, sonra genişletilip rızk ma'nâsına da kullanılmıştır.)
Mucâhid: "el-Haylu'l-musevvemetu", "İnce ve son derece güzel atlar" ma'nâsınadır, demiştir. İbn Cubeyr: "Hasûran", Şehvetlere meyli ve kudreti olmakla beraber kemâlinden dolayı nefsini men' edip kadınlara gitmeyen ma'nâsınadır, demiştir. îkrime: "Min fevrihim", "Bedir günü öfkelerinden" demektir. Mucâhid: "Yuhricu'l-hayye = Diriyi çıkarır" sözünün tefsirinde:
"Nutfe (göz görüşünde hareketsiz) Ölü gibi çıkar, hâlbuki ondan, yânî meniden canlı yavru çıkar" demiştir.
"el-îbkâr", fecrin evvelidir. "Aşıyy" ise güneşin meylidir. Ben onu güneşin batma tarafına meylidir zannediyorum.
53- (Bâb:)
"Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir". Mucâhid şöyle demiştir: Bunlar haram ve halâldir.
"Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir". Bunlar da birbirlerini tasdîk ederler. Bunlar Yüce Allah'ın şu kavilleri gibidir:
"... Allah onunla birçoğunu şaşırtır, yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla /âşıklardan başkasını şaşırtmaz" (el-Bakara: 26).
"Allah'ın izni olmadan hiçkimsenin îmân etmesi mümkin değildir. O, akıllarını iyi kullanmayanlara murdarlık verir" (Yûnus: ıoo).
"Hidâyeti kabul edenlere gelince, Allah onların muvaffakiyetini artırmış, onlara (ateşten nasıl) kaçınacaklarını ilham etmiştir" (Muhammed: n>.
"Zeyğ", "Şekk" demektir. "Fitne istemek", müteşâbihleri aramak demektir. "Râsihûn, yânî itimde üstün olanlar bilirler de: Biz O'na îmân ettik, derler" [94]
69-.......Bize Yezîd ibnu İbrâhîm et-Tusterî, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den tahdîs etti ki, Âi-şe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şu âyeti okudu: "Sana Kitâb*ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki, bunlar Kitâbhn anasıdır (temelidir). Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalble-rinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun te'vîline yeltenmek için, onun müteşâbih olanına tâbi' olurlar. Hâlbuki onun te 'vttini Allah Han başkası bilmez. İlimde yüksek dereceye erenler ise: Biz ona inandık. Hepsi Rabb 'imiz katındadır, derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünemez" (Âyet: 7).
Âişe dedi ki: Rasûlullah: "Sen Kur'ân 'in yalnız müteşâbih âyetlerine uyan dalâlet sahihlerini gördüğünde, işte onlar Allah 'in bu âyette isim ve sıfatlarını söylediği kimselerdir, artık hepiniz onlardan sakınınız" buyurdu [95].
54- Bâb:
“Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytandan Sana ğdirinm" (Âyet: 36).
70-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o daSaîdibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Doğumları hiçbir çocuk yoktur ki, doğuru-lurken şeytân ona muhakkak dokunur olmasın. İşte şeytânın ona bu dokunmasından dolayı çocuk çığrınarak ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Meryem ile oğlu İsâ müstesnadırlar."
Sonra Ebû Hureyre: İsterseniz "Ben onu ve zürriyetini o taşlanmış şeytândan Sana ısmarlarım" âyetini okuyunuz, dedi [96].
55- Bâb:
"Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az'bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için ahirette
hiçbir nasîb yoktur -hiçbir hayır yoktur-... " (Âyet: ıi)
"Elîm", "el-Elem" kökünden "Mu'lim" yânı "Elem verici, acıtıcı" demektir. Bu "Elim" lafzı, mufîl yerindedir.
— O âyet benim hakkımda indirildi: Amcamın oğlunun toprağında benim bir kuyum vardı. (O bunu inkâr ediyordu.) Peygamber bana: "(O kuyunun senin olduğuna) Beyyinen yâhud onun yemini lâzımdır" buyurdu. Ben: Yâ Rasûlallah, bu takdirde o yemîn eder, dedim. Bunun üzerine Peygamber: "Her kim müslümân bir kişinin malını koparıp almak için yalancı olarak sabr yemini yaparsa, o kimse Allah'ın öfkesine uğrayarak Allah'a kavuşur" buyurdu [97].
72-....... Bize el-Avvâm ibnu Havşeb, İbrâhîm ibn Abdirrahmân'dan; o da Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan (şöyle dediğini) haber verdi: Bir kimse çarşıda bir malı satışa çıkardı. Satıcı, müslümânlar-dan alıcı olan bir kimseyi kandırmak için bu mala onun vermediği para verilmiştir diye yemîn etti. Akabinde şu âyet indi: "Hakikat Allah 'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onlan temize çıkarmaz. Onlar için pek acıtıcı bir azâb vardır" [98].
73-.......Abdullah ibn Ebî Muleyke'den (o, şöyle demiştir): İki kadın bir ev içinde yâhud bir hücrede deri işleri dikerlerdi. Bunlardan birisi avucuna biz batırılmış olarak dışarı çıktı ve öbür kadın aleyhine da'vâ etti. Kadınların bu da'vâsı İbn Abbâs'a arz olundu. îbn Abbâs:
— Rasûlullah (S): "Eğer insanlara yalnız da'vâlanyle (delilsiz, şâhidsiz) istedikleri şeyler verilecek olsaydı, kavmin malları ve kanları zayi' olup giderdi" buyurdu. Aleyhine da'vâ edilen kadına, Allah adına yalan yere yemîn etmenin fenalığını hatırlatınız ve şu âyeti de kendisine okuyunuz, dedi: "Allah 'in ahdini ve yeminlerini az bir paraya değişenler, işte bunlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur..."
İbn Abbâs'ın bu emri üzerine oradakiler da'vâlı kadına bunları hatırlattılar. Bunun üzerine da'vâlı kadın suçunu i'tirâf etti. İbn Abbâs da'vâcı kadına da:
— Peygamber (S): "Yemîn da'vâlıya düşer" buyurdu, dedi" [99].
56- Bâb:
"De ki: Ey kitâbhlar, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım..." (Âyet: 64).
"Sevâın", "Kasdin" yânî "Adaletli" demektir [100].
74- Bana İbrâhîm ibn Mûsâ, Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî'den; o da Ma'mer ibn Râşid'den tahdîs etti.
Ve yine bana Abdullah ibmı Muhammed el-Müsnidî tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk tahdîs etti. Bize Ma'mer haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verip şöyle dedi: Bana îbnu Abbâs tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Suf-yân, kendi ağzından benim ağzıma olmak üzere, yânî ağız ağıza tahdîs edip şöyle dedi: Ben, benimle Rasûlullah arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde gittim.
Ebû Sufyân dedi ki: Ben Şam'da bulunduğum sırada iken Pey-gamber'den Hırakl'e bir mektûb getirildi.
Ebû Sufyân dedi ki: Bu mektubu Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî getirmiş ve mektubu Busrâ ahâlîsinin büyüğüne (Haris ibn Ebî Şemir el-Gassânî'ye) vermiş, Busrâ'nın büyüğü olan bu zât da mektubu Hırakl'e vermişti.
Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl:
— Şu kendisinin peygamber olduğunu söylemekte olan adamın kavminden burada kimse var mı? diye sordu.
Yanındakiler:
— Evet vardır, dediler.
Ebû Sufyân dedi ki: Akabinde ben Kureyş'ten bir toplulukla beraber çağrıldım. Hırakl'in huzuruna girdik ve Hırakl'in önünde oturtulduk. Hırakl:
— Peygamber olduğunu söylemekte olan bu Zât'a neseb yönünden en yakın bulunanız hanginizdir? diye sordu.
Ebû Sufyân dedi ki:
— Benim, dedim.
Kitâbu't-Tefsîr/4255
Beni HırakPin önünde oturttular, arkadaşlarımı da benim arkamda oturttular. Sonra tercümanım çağırdı da ona:
— Bunlara söyle ki, ben, peygamber olduğunu söylemekte olan o Adam hakkında bu zâta bâzı şeyler soracağım. Eğer bu zât bana yalan söylerse, sizler onu tekzîb ediniz de! dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yemîn ederim ki, arkadaşlarımın benim yalanımı ötede beride yaymaları olmayaydı, muhakkak (Peygamber hakkında) yalan uydururdum. Bundan sonra Hırakl, tercümanına:
— Bu adama: Sizin içinizde O'nun hasebi (kıymeti, şerefi) nasıldır? diye sor! dedi.
Ebû Sufyân dedi ki:
— O içimizde haseb sahibidir, dedim [101].
— Babaları içinde bir melik var olmuş mudur? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Hayır, dedim.
— Söylediğini söylemesinden önce (yânî dav'vetten önce) siz O'nu hiç yalan söylemekle ittihâm ettiniz mi? dedi.
Ben:
— Hayır, dedim. Hırakl:
— O'na insanların eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi' oluyorlar? dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— O'na halkın eşrafı değil, zaîfleri tâbi' oluyorlar, dedim.
— O'na tâbi' olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Hayır onlar eksilmiyorlar, fakat artıyorlar, dedim. Hırakl:
— İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen kimse var mı? dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Hayır yoktur, dedim.
— O'nunla harb ettiniz mi? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Evet harb ettik, dedim. Hırakl:
— O'nunla harbiniz(in sonucu) nasıl oldu? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Bizimle O'nun arasında harb nevbet nevbet olur: Bazen O bize zarar verir, bazen de biz O'na zarar veririz, dedim.
Hırakl:
— O gadr ediyor mu (yânî ahdi bozuyor mu)? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— Hayır O gadr etmiyor, ancak biz şimdi O'nunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz; bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.
Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yeminle söylüyorum, bu sözden başka konuşma içine bir kelime sokmam bana mümkin olmadı. Hırakl:
— Sizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş (yânî O'ndan evvel peygamberlik da'vâsına kalkışmış) bir kimse var mı? dedi.
Ben:
— Hayır yoktur, dedim. Sonra tercümanına dedi ki:
— Ona söyle: Ben sana içinizde O'nun hasebini sordum. Sen içinizde O'nun haseb sahibi olduğunu söyledin. Rasûller de böyle kavimlerin haseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ben sana, O'nun babaları içinde bir melik var mıdır diye sordum. Sen hayır yoktur dedin. Ben de babalarından bir melik olaydı, bu da babalarının hükümdarlığını geri almak isteyen bir kimsedir diye düşünürdüm dedim. Ve yine ben sana O'na tâbi' olanlar halkın zaitleri midir, yoksa eşrafı mıdır? diye sordum. Sen: Hayır O'nun tâbi'leri halkın zaîfle-ridir, dedin. Rasûllerin tâbi'leri de zâten onlardır. Ve yine ben sana, o söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce, sizler O'nu yalan söylemekle ittihâm eder miydiniz diye sordum. Sen: Hayır, O'nun yalan söylediğini görmedik, dedin. Ben de şu hakikati bildim ki: Önceden insanlara karşı yalan söylememiş iken, sonradan gidip de Allah'a karşı yalan söyleyemezdi. Ve yine ben sana, onlardan O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mir dır diye sordum. Sen: Hayır dînden dönen yoktur, dedin. îmân da mûcib olduğu neş'e ve gönül ferahı kalblere karışıp kökleşince böyle olur. Ben sana, onlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı diye sordum. Sen: Onlar artıyorlar, dedin. İşte îmân da tamamlanıncaya kadar hep böyle bu minval üzere gider. Ben sana, O'nunla harb ettiniz mi diye sordum. Sen: O'nunla harb ettiğinizi, harbin sizinle O'nun
arasında nevbet nevbet olup bazen O'nun size zarar verdiğini, bazen de sizin O'na zarar verir olduğunuzu söyledin. Rasûller de böyle imtihana tâbi' tutulurlar, sonra akıbet onların lehine olur. Ben sana O zât gadr ediyor mu diye sordum. Sen, O'nun gadr etmez olduğunu söyledin. Rasûller de böyledir, gadr etmezler. Ben sana, O'ndan evvel bu peygamberlik sözünü söylemiş bir kimse var mı diye sordum. Sen: Hayır yoktur, dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olaydı, bu da kendisinden evvel söylenilmiş bir söze uymuş bir kimsedir diyebilirdim diye düşünürdüm, dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Sonra Hırakl:
— O size ne emrediyor? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— O bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor, dedim.
Hırakl:
— Eğer O'nun hakkında söylemekte olduğun şeyler doğru ise, O muhakkak bir peygamberdir. Ben bir peygamberin çıkacağını bilmekte idim, lâkin ben O'nun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer ben O'nun yajıına varabileceğimi bilseydim, elbette O'nunla buluşmayı çok arzu ederdim. Eğer ben O'nun yanında olaydım (O'na hizmet ederek) ayaklarım yıkardım. Yemîn ederim ki, O'nun hükümdarlığı şu ayaklarımın bastığı yerlere muhakkak ulaşacaktır, dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Bundan sonra Hırakl, Rasûlullah'ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı [102]:
' 'Bismi İlâhi 'r-rahmâni 'r-rahîm.
Allah'ın Kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hı-rakl'e: Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: Ben seni îsiâm da'vetine, yânî müslümânlığa da'vet ediyorum. İslâm 'a gir ki selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin! Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen Hrıstiyan çiftçilerin günâhı senin boynuna olsun! Ey kitâblılar (Yahudiler ve Hristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım,, O'na hiçbirşeyi ortak tutmalıyım, Allah V bırakıp da kimimiz kimimizi rabbler diye tanımayalım. (Buna rağmen) eğer kitâblılar bu da 'vetten yüz çevirirlerse, siz de onlara: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız, deyiniz. "
Hırakl mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ye gürültü Çoğaldı. Bizim dışarıya çıkarılmamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık. Dışarıya çıktığımız zaman ben arkadaşlarıma:
— îbnu Ebî Kebşe'nin (yânı Peygamber'in) işi hakîkaten kuvvetlenip büyüyor. Şu da muhakkak ki, Asfar oğullarının, yânı Rûm-lar'ın meliki O'ndan korkmaktadır, dedim.
Artık, Rasûlullah'm işinin gâlib geleceğine tâ Allah kalbime İslâm'ı ve inkıyadı girdirinceye kadar keşin bilici olmakta devam ettim[103].
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Nihayet Hırakl, Rûm büyüklerini da'-vet etti de, onları Hımıs'ta bulunan bir sarayının içinde topladı ve onlara:
— Ey Rûm cemâati, (bu Zât'a bey'at edip de) felaha ve zamanın sonuna kadar rüşde nail olmayı ve mülkünüzün sizin için sabit olmasını istemez misiniz? diye hitâb etti.
Râvî dedi ki: Bu hitâb üzerine o topluluk, yaban eşekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular. Hırakl, (onların bu derece kaçışlarım görüp îmânlarından ümîd kesince):
— Bunları benim huzuruma getirin! deyip, onları çağırdı. Akabinde:
— Ben ancak sizin dîniniz üzerindeki şiddetinizi denemişimdir. Şimdi ise sizlerden arzu ettiğim dîninize olan şiddetli bağlılığınızı gözlerimle görmüş bulunuyorum, dedi.
Bu söz üzerine oradakiler Hırakl'den razı olup ona ta'zîm için secde ettiler [104].
57- BÂB:
'Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız. Her ne infâk ederseniz şübhesiz Allah onu bilir1" (Âyet: 92).
75-....... Enes ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Ebû Talha Medîne'de hurmalık mal yönünden Ensâr'ın en zengini idi. Kendisine mallarının en sevimlisi de "Bîruhâ" (denilen bustânı) idi. Bîruhâ, Mescidin karşısında idi. Rasûlullah (S) da Bîruhâ'ya girer ve'onun içindeki güzel sudan içerdi. "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harca-madıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" âyeti indirilince, Ebû Talha kalktı da:
— Yâ Rasûîallah! Şübhesiz Allah "Siz sevdiğiniz şeylerden har-camadıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" buyuruyor. Mallarımın bana en sevimli olanı Bîruhâ'dır. Bîruhâ, Allah için sadakadır. Ben bu sadakanın hayrını ve Allah katında bunun âhiret zahîresi olmasını umarım. Yâ Rasûîallah, bu bustânımı Allah'ın Sana gösterdiği uygun bir yere sarfet, dedi.
Rasûlullah:
— "Bu ne kadar büyük ve hoştur! Bîruhâ sahibine kazanç getiren bir maldır, Bîruhâ kazanç getiren bir maldır. Ben senin dediğini işittim. Ben bu bustânı hısımların arasında bölüştürmeni ve onlara vermeni uygun görüyorum" buyurdu.
Ebû Talha:
— Ben de böyle yaparım yâ Rasûîallah, dedi.
Akabinde Ebû Talha, o bustânı kendi hısımları ve amca oğulları arasında taksîm etti.
Abdullah ibn Yûsuf ile Ravh ibn Ubâde "Zâlike mâlun râyı-hun ( = Bu gidici bir maldır)" şeklinde ("ye" harfiyle) söylediler.
Bana Yahya ibn Yahya tahdîs edip: Ben İmâm Mâlik'in huzurunda "Mâlun râbihun" şeklinde ("be" harfiyle) okudum, dedi[105].
76-.......Enes ibn Mâlik (R): Ebû Talha o bustânı Hassan ibn Sabit ile Ubeyy ibn Ka'b'a tahsis etti. Ben Ebû Talha'ya o ikisinden daha yakın olduğum hâlde o bustândan bana birşey vermedi, demiştir [106].
58- Bab:
“...De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun" (Âyet: 93) [107].
77-....... Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Yahudiler, kendilerinden zina edişmiş bir erkek ile bir kadını Peygamber'e getirdiler. Peygamber (S) onlara:
— "Siz kendinizden zina edenlere nasıl ceza yaparsınız?" diye sordu.
Yahudiler:
— Biz zina eden erkek ve kadının yüzlerine kömür sürüp karartır ve onları döveriz, dediler.
Peygamber:
— "Siz Tevrat'ta recmi (yânî taşlama cezasını) bulmuyor musunuz?" dedi.
Yahudiler:
— Biz Tevrat'ta böyle birşey bulmuyoruz, dediler. Bu sözleri üzerine Abdullah ibn Selâm onlara:
— Sizler yalan söylediniz: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun! dedi.
Onlardan, Tevrat'ı okutan âlimleri elini recm âyeti üzerine koydu da, recm âyetini okumayarak, ondan önceki ve sonraki âyetleri okumağa başladı. Abdullah ibn Selâm onun elini recm âyetinin üstünden çekti de:
— Bu nedir? dedi. Yahûdîler bu âyeti görünce:
— İşte bu, recm âyetidir, dediler.
- Peygamber zina edenlerin recm edilmelerini emretti, akabinde onlar mescidin yanında cenazelerin konduğu yerin yakınında recm edildiler. Ben o zina eden kadının erkek arkadaşını, kadını taşlardan korumak içiri, kadının üzerine doğru meyledip kapanır hâlde gördüm [108].
59- Bab
'Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz*.. " (Âyet: ııo) [109].
78-.......Ebû Hureyre (R) "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" kavlinin tefsîri hakkında: Siz insanların bâzıları için insanların en hayırlılarısınız. Çünkü sizler İslâm camiasına boyunlarında zincirler bulunan esîr insanları getirirsiniz, nihayet bu esîr insanlar İslâm Dîni'ne girerler, demiştir [110].
60- Bâb:
"O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır" (Âyet: 122) [111].
79-.......Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan işittim, şöyle diyordu: "O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah 'ti... " âyeti, bizim hakkımızda indi.
Câbir dedi ki: İki taife bizleriz: (Evs'ten) Harise oğulları ve (Haz-rec'den) Selime oğulları. Ve biz, Allah'ın "Hâlbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemesini arzu etmeyiz.
- Râvî Sufyân ibn Uyeyne bir kerresinde:- "Hâlbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemiş olması beni sevindir mezdi, şeklinde söylemiştir [112].
61- Bâb:
'işten hiçbirşey sana âid değildir... " (Âyet: 128).
80-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti. O Rasûlullah'tan işitmiştir. Rasûlullah (S) Uhud'da yaralanıp dişi kırıldıktan sonra) sabah namazının son rek'-atinde rükû'dan başını kaldırıp: Semiallâhu limen hamideh. Rabbena leke'l-hamd dedikten sonra: "Yâ Allah, Fulân'a, Fulân'a ve Fulân 'a la'net et!" der idi. Bunun üzerine Allah: "işten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" âyetini indirdi.
Bu hadîsi İshâk ibn Râşid el-Harrânî de ez-Zuhrî'den rivayet etti.
81-.......Bize İbnu Şihâb, Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; onlar da Ebû Hureyre(R)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) bir kimsenin aleyhine beddua etmek yâhud bir kimsenin lehine hayır duâ etmek istediği vakit rukû'dan sonra kunût yapardı.
Râvî bazen şöyle demiştir: Rasûlullah:
— "Semiallâhu limen hamideh Rabbena lekeH-hamd" dediği
zaman "Yâ Allah, el-Velîdibnu'l-Velîd'i, Seleme ibnu Hişâm'ı, Ayyaş ibn Rabîa'yı kurtar! Yâ Allah, Mudar'ı daha beterine, içinde bulundukları bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" der ve bunu açıktan söylerdi.
Yine Rasûlüllah bâzı kerre sabah namazının bir kısmında:
— "Yâ Allah, Fulân veFulân'a la'net et!" diye bâzı Arab kabilelerine beddua ederdi.
Nihayet Allah: "İşten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandinr" âyetini indirdi (de Peygamber namazda beddua etmeyi bıraktı) [113].
62- Bâb:
"Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu... " (Ayet: 153) "Uhrâkum" lafzı "Ahırıkum" lafzının müennes
kılınmışıdır. ibn Abbâs: İki güzelliğin biri fetih yâhud şehîdliktir, demiştir [114].
82-.......el-Berâibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud gününde okçu piyadelerin başına Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan yapmıştı. Müslümanlar bozulmuş hâlde yönelip kaçtıkları zaman Ra-sûlullah onların arkalarından ("Ey Allah'ın kulları, bana geliniz; ey Allah'ın kulları bana geliniz..." diye) çağırıyordu. O sıra Peygam-ber'in yanında oniki kişiden başka kimse kalmamıştı [115].
63- "Sonra O Kederin Ardından Allah Üzerinize Öyle Bir Emînlik, Öyle Bir Uyku İndirdi Ki... " (Âyet): İmi Kavli Rart [116]
83-.......Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs etti ki, Ebû Talha şöyle demiştir: Bizler Uhud günü harb şaftlarımızda bulunurken bizleri uyku kapladı.
Ebû Talha dedi ki: Kılıcım elimden düşerdi, ben onu alırdım. Kılıcım elimden tekrar düşerdi, ben onu yine alırdım [117].
64- "Kendilerine Yara İsabet Ettikten Sonra Yine Allah'ın Ve Rasûvün Da'vetine İcabet Edenler (Hele) İçlerinden İyilik Yapanlar Ve (Fenalıktan) Sakınanlar İçin Pek Büyük Mükâfat Vardır" (Âyet: 172) Babı
"el-Karh", "Yara" demektir. "îstecâbû", "Ecâbû( = İcabet etti)";
"Yestecîbu", "Yucîbu( = İcabet eder)" ma'nâsınadır [118].
65- Bâb:
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun dedi de, bu söz onların imânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âyet: 173) [119].
84-.......İbn Abbâs (R): "Hasbunallâhu ve nVmel-vekîl=Allah bize yetişir, O ne güzel vekildir'' cümlesini İbrahim Peygamber, Nem-rûd ateşi içine atıldığı zaman söyledi. Ve yine bu cümleyi Muham-med (S) ile sahâbîleri de: "Halk kendilerine; (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun, dedikleri zaman bu söz onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler".
85-.......İbn Abbâs (R): îbrâhîm Peygamberdin ateşe atıldığı zaman söylediği son sözü "Hasbiye'llâhu ve nVme*l-vekîl=Allah bana yeter, O ne güzel vekildir** cümlesidir, demiştir [120].
66- Bâb:
'Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini (harcamakta) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar..." (Âyet: ıso)
"Seyutavvakûn", "Boyunlarına halka yapılacak" demektir; "Boynuna halka taktım" sözündeki gibi.
86-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim ki Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını ödemezse, kıyamet gününde o zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bunun iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sahibinin çenesini iki tarafından yakalar da: Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım, ben senin hazinenim! der.
Sonra Rasûlullah şu mealdeki âyeti okudu: "Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini (sarfetmekte) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. BiVakis bu, onlar için bir şerrdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah'ındır. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Âyet: ist» [121].
67- Bâb:
"(And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz.) Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah *a eş tanıyanlardan da herhalde incitici birçok (lâflar) işiteceksiniz..." (Âyet: i86>.
87-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da Usâme ibn Zeyd (R) şöyle haber vermiştir: Rasû-lullah (S) Bedir vak'asından önce bir gün Fedek dokuması kaplı, saçaklı bir palan vurulmuş bir merkeb üzerine bindi ve (henüz çocuk bulunan) Usâme ibn Zeyd'i terkisine aldı da Haris ibn Hazrec ma-hallesınde(kı evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyaretine gitti.
Usâme dedi ki: Giderken yolda Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl*-ün içinde bulunduğu bir meclise uğradı. Bu vak'a Abdullah ibn Ubeyy müslümân olmazdan evvel idi. Bu mecliste müslünıânlardan, puta tapan müşriklerden, Yahûdîler'den Karışık birtakım kimseler vardı. Abdullah ibn Revâha da bu mecliste bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz meclisi kapladığı için Abdullah ibn Ubeyy, kaftamyle burnunu kapadı. Sonra:
— Bizim üzerimizi tozutmayınız! dedi.
Rasûlullah onlara selâm verdi. Sonra da durup merkebden indi ve onları İslâm'a da'vet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubeyy:
— Ey kişi! Bu söylediklerin hakk ve gerçekse, bunlardan güzel birşey olmaz. Fakat bizim meclisimize gelip de bizi bununla ezâlan-dırma! Kendi menziline git, sana gelen olursa ona anlat! dedi.
Bunun üzerine (büyük şâir) Abdullah ibn Revâha:
— Yâ Rasûlallah, (İbnu Ubeyy'e bakma) meclisimizde bizi Kur'ân ile ört, onun nûrlarıyle bürü! Biz duanızı, Kur'ân okumanızı çok severiz! dedi.
Bunun üzerine müslümânlarla müşrikler, Yahudiler sövüşmeye başladılar. Hattâ birbirlerine saldırıp öldürmeye yaklaştılar. Rasûlullah ise onları devâmh sükûnete kavuşturmaya çalışıyordu. Nihayet yatıştılar. Sonra Rasûlullah merkebine binip yürüdü. En sonu Sa'd ibn Ubâde'nin evine varıp içeri girdi. Peygamber (S) -Ensâr'ın Hazrec kolunun büyüklerinden olan- Sa'd'a:
— "Ey Sa'd! -Abdullah ibn UbeyyH kasdederek- Ebû Hubâb'-ın ne söylediğini duymadın mı? (Duymuş ol ki) o şöyle şöyle söyledi" (diye biraz önce geçen vak'ayı) anlattı.
Sa'd ibn Ubâde de:
— Yâ Rasûlallah! Sen İbn Ubeyy'in kusurunu affet, biraz da onu ma'zûr gör! Sana Kur'ân indiren Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın irâdesi Sen'in üzerine indirdiği hakkın gelmesi suretiyle (yânî Sana peygamberlik gelmesi suretiyle) tecellî etmiştir. Hâlbuki şu bel-decik halkı İbn Ubeyy'in başına tâc giydirmeye, üzerine de melike mahsûs sarık sarmaya (bu suretle onu kendilerine melik edinmeye) hazırlanmışlardı. Allah Sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkıyle onların tasavvurlarını imkânsız bir hâle koyunca, bu mahrumiyetle İbn Ubeyy mahzun ve kederlenmiş oldu. Yâ Rasûlallah! Abdullah ibn Ubeyy işte bu kederle, gördüğün çirkin harekette bulunmuştur (Siz onu afv buyurun), dedi.
Rasûlullah (S) da onu affetti. Esasen Rasûlullah ile sahâbîleri, Allah'ın emri veçhile, gerek müşriklerin gerek ehli kitabın kusurları-
nı affedip, ezalarına sabrediyorlardı. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurmuştur:
"And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah'a ortak tanıyanlardan da herhalde incitici birçok sözler işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu, hâdiselere karşı gösterilmiş bir azim-(ve metânet)ctentf/r" (Âyet: 186).
Ve Allah şöyle buyurdu:
"Kitâb ehlinden birçoğu, Hakk kendilerince belli olduktan sonra ruhlarındaki hasedden ötürü sizi îmânınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü. Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın. Serzeniş de etmeyin. Şübhesiz ki Allah herşeye hakkıyle kaadİrdîr" (el-Bakara: 109).
Peygamber (S) bu affı, Allah'ın kendisine emrettiğine te'vîl ediyordu. En sonu Allah onlar hakkında (savunma harbine) izin verdi. Bu izin üzerine Rasûlullah, Bedir gazvesine çıkıp da, Allah İslâm ordusu eliyle Kureyş müşriklerinin büyüklerini öldürünce, Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl ile onun müşriklerden ve puta tapanlardan olan ma-iyyeti:
— Artık Bedir vak'ası, müslümânlığa yönelip yüzünü göstermiş açık bir galebedir, dediler ve Rasûlullah'a İslâm üzere bey'at edip müs-lümân oldular [122].
68- Bâb:
"Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden kimseler; onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını sakın sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: iss)
88-.......Zeyd ibn Eşlem, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Sai'd ei-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah zamanında münafıklardan birtakım kimseler, Rasûlullah gazaya çıktığı zaman O'ndan arkada kalırlardı ve Rasûlullah'tan geri kalıp evlerinde oturmalarından fe-rahlanırlardı. Rasûlullah harbden dönüp geldiği zaman da çürük birtakım özürler ileri sürüp yemîn ederler ve yapmadıkları işlerle övülmelerini isterlerdi. İşte "Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle Övülmelerini arzu eden kimseler..." âyeti bunlar sebebiyle inmiştir.
89-.......İbn Cureyc, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den haber verdi ki, ona da Alkame ibn Vakkaas haber vermiştir: (Medîne vâlîsi) Mer-vân ibnu'l-Hakem kendi kapıcısı Râfi'e:
— Yâ Râfi'! İbn Abbâs'a git de şöyle sor: (Kur'ân'da bildirildiği üzere) kendisine verilen dünyalıkla ferahlanan ve yapmadığı bir işle medh olunmaya sevinen her kişi azâb olunacaksa, bütün müslümân-lar herhalde azâb olunacaklardır (demektir)?
İbn Abbâs bu soruya şöyle cevâb vermiştir:
— Bu âyetle sizin aranızda ne münâsebet var? (Bu âyet Yahûdî-Ier hakkında inmiştir.) Bir kerre Rasûlullah, Yahûdîler'i çağırıp onlara (Tevrat'taki vasıflarına dâir) bir suâl sordu. Onlar da suâlin hakîkî cevâbını sakladılar da ondan başkasını haber verdiler. Bununla beraber verdikleri bu cevâb ile Rasûlullah yanında takdîr olunduklarını sandılar ve hakîkati gizleyerek verdikleri cevâb ile de sevindiler.
Bundan sonra İbn Abbâs:
— "Allah bir zaman kendilerine kitâb verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye tey~ mînât almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukaabilinde az bir menfâati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür. Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden o kimseler; işte onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını asla sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: 187-188).
Bu hadîsin râvîsi olan Hişâm ibn Yûsuf'a İbn Cureyc'den rivayet etmesinde Abdurrazzâk mutâbaat etmiştir.
90- İsmâîlî onu ulaştırıp şöyle demiştir: Bize Muhammed ibn Mu-kaatil el-Mervezî tahdîs etti. Bize el-Haccâc ibn Muhammed el-Mıssîsî el-A'ver, İbn Cureyc'den haber verdi. Bana Ubeydullah ibn Ebî Mu-leyke, Humeyd ibn Abdirrahmân ibn Avf'tan haber verdi ki, ona da .Mervân bu hadîsi haber vermiştir [123].
69- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" (Âyet: 190).
91-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Rasûlullah (S) ailesi ile bir müddet konuştu. Sonra uyudu. Gecenin son üçte biri olunca oturdu da gökyüzüne baktı
ve:
— "Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün arka arkaya gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" ilâhî kelâmını söyledi.
Bundan sonra kalktı ve dişlerini misvâklayarak abdest aldı. Akabinde onbir rek'at namaz kıldı. Sonra Bilâl ezan okudu. Rasûlulİah evde iki rek'at daha kıldı, sonra da çıkıp sabah namazını kıldırdı [124].
70- "Onlar Ayakta İken, Otururken, Yanları Üstünde Yatarken Hep Allah'ı Hatırlayıp Anarlar Ve Göklerin, Yerin Yaratılışı Hakkında İnceden İnceye Düşünürler (Ve Şöyle Derler): Ey Rabb 'İmiz, Sen Bunları Boşuna Yaratmadın. Sen Pak Ve Münezzehsin. Bizi Ateş Azabından Koru" (Âyet: 19i) Babı
92-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Ve kendi kendime: Ben muhakkak Rasû-lullah'ın (gece) namazına iyice bakacağım, dedim. Rasûlullah için bir yastık atıldı. Akabinde Rasûlullah o yastığın uzunlamasında uyudu. Uyandığında yüzünden uykuyu (gidermek için eliyle) yüzünü meshet-meye başladı. Sonra Âhı İmrân Sûresinden son on âyeti okuyup bitirdi. Sonra duvarda asılmış küçük bir su kırbasına geldi, onu alıp onun suyu ile abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalktım, O'-nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip O'nun yanıbaşında namaza durdum. Rasûlullah elini benim başımın üzerine koydu. Kulağımı tuttu ve onu bükmeye başladı (yânî beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'-at namaz kıldı. Sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı [125].
71- Bâb:
"Ey RabbHmiz, hakikat Sen kimi o ateşe sokarsan, şübhesiz onu hor ve hakîr edersin. (Orada) zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur" (Âyet: 192).
93-.......Abdullah ibn Abbâs, hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamberdin zevcesi olan Meymûne'nin yanında bir gece geçirdiğini haber verip, şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlullah (S) ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlullah uyudu. Gece yarıyı bulduğunda yâhud biraz evvelce yâhud biraz sonraca uyandı. Uykuyu (gidermek için) elleriyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük bir kırbaya uzandı. Oradan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalkıp O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yânî sol tarafına) namaza durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü (yânî beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı.
Müezzin gelince yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı [126].
72- Bâb:
"Ey RabbHmiz, doğrusu biz 'RabbHnize inanın* diye insanları îmâna çağıran bir da*vetçiyi işidip hemen îmâna geldik. Ey Rabb 'imiz, artık bizim günâhlarımızı mağfiret et, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabb 'imiz, Sen Hn rasûllerine karşı bize va 'd ettiklerini ver bize. Kıyamet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki, Sen asla sözünden dönmezsin" {Âyet: 192-194).
94-.......îbn Abbâs (R) hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamber'in zevcesi olan Meymûne'nin yanında gecelediğini haber verip şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlullah ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlullah uyudu. Nihayet gece yarıyı bulduğunda yâhud biraz evvelce yâhud biraz sonraca uyandı. Oturdu da uykuyu (gidermek için) eliyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran bir küçük kırbaya uzandı, ondan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu.
İbn Abbâs dedi ki: Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yânî sol tarafına) durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at namaz kılıp, ondan sonra tek (rek'atli bir namaz) kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı. Ondan sonra yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı127.
127 Bu hadîs de bundan önce gelen iki bâbdakİ hadîslerin benzeridir.
"' İşte o temiz akıllılar "Ey Rabb'imiz, sen bunları boşunayaratmadın"dan
buraya kadar devam eden bu duaları söyleyerek tefekkür ederler. Kendilerinin Rabbâniyyûn olduklarını anlatan bu dualar onların tefekkür zamanındaki hâlleri ve tefekkürlerinin hâkim başlangıçlarıdır. Son dört bâbdan beri başlıklarda yazılagelen bu âyetler Yüce Allah'a edilecek tazarru' ve niyazın ilâhî bir Örneği ve öğretilmesidir.
4-En-Nisâ Sûresi
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismivle
İbn Abbâs şöyle demiştir: tYestenkifû{= Çekinir)", "Yestekbiru{ = Büyüklenmek ister)" demektir. "Kıvâmen", "Yaşayışlarınızı doğrulttuğunuz şey"; "Lehunne sebîlen", "O kadınlar için bir yol ta'yîn edinceye kadar". Bununla zinâkâr evli için recm'i, bekâr için de deynekleme cezasını kasdeder.
İbn Abbâs'tan başkası (yânî Ebû Ubeyde) de şöyledemiştir: "Mesnâ" ve "Sülâse" ve "Ruba"' ile "iki", "Üç" ve "Dörd"ü kasdeder. Arab dörtten öteye geçmez [127].
73- Bâb;
Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkar sanız..." (Âyet: 3)
95- Bize, İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Hişâm ibn Urve, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den haber verdi (o şöyle demiştir): Bir adamın yanında babası ölmüş yetîm bir kız vardı. Bu adam o yetîm kızla evlendi. Yetîm kızın bir hurmalığı vardı. O adam kız için gönlünde bir arzusu olmadığı hâlde, bu yetîm kızı sırf o hurmalık sebebiyle tutuyordu. "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sizin için halâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endîşe ederseniz, o zaman bir (tane ile) yâhud mâlik olduğunuz câriye (ile yetinin). Bu (tek zevce veya câriye) sizin (haktan) eğritip sapmamanıza daha yakındır" âyeti, işte bu zât hakkında indi.
Râvî Hişâm ibn Yûsuf: Ben Urve'nin:
— O yetîm kız bu hurmalıkta ve adamın malında ortağı idi, dediğini sanıyorum, demiştir [128].
96-.......Ibn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi Âişe'den Yüce Allah'ın "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız... " kavlinin tefsîrini sormuş. Âişe (R) de şöyle demiştir:
— Ey kizkardeşimin oğlu, bu âyetteki yetîm kız, velîsinin velayet ve vesayeti altında bulunup malında erkeğe ortak yapar. Kızın malı ve güzelliği, velîsi olan erkeğin hoşuna gider. Bu sebeble velîsi onunla evlenmek ister. Fakat kızın mehrinde adalet etmek ve başkasının vereceği kadar mehr vermek istemez. İşte (bu âyette) o çeşit velîlerin velayeti altındaki yetîm kızları -haklarında adalet ve onların mehirlerini en yüksek mikdârına yükseltmedikçe- nikâh etmeleri neh-yolunup, bunlardan başka kendilerine halâl olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur.
Âişe devamla dedi ki:
— Bu âyet indikten sonra insanlar Rasülullah'a sorup fetva istediler. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor; Kendileri için yazılmış olanı (mîrâsı) onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve (henüz ergin olmayan) küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara iyi bakmanız) hususunda işte Kitâb'da okunup duran âyetler (2., 3., 6., 9., 10. ve 11. âyetleri kasdediyor). Hayırdan daha ne yaparsanız şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir" (Âyet:i27).
Âişe dedi ki:
— Yüce Allah'ın bu diğer âyetteki "Ve tergabûne en-tenkıhû-hunne" kavli de herhangi birinizin himayesinde bulunan yetîm kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman onunla evlenmeye rağbet göster-memesidir.
Âişe dedi ki:
— Bu mal ve güzelliği az olan yetîm kızlara rağbet etmediklerinden dolayı malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetîm kızları -adalete riâyet etmedikçe- nikâh etmekten yetîm velîleri nehyolundular [129].
74- Bâb:
"(Velîlerden) kim zengin ise (yetimin malını yemekten) kaçınsın. Kim de fakır ise, o hâlde örfe göre yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şâhid bulundurun. Tam bir hesâb sorucu olmak bakımından ise Allah yeter" (Âyet: 6).
"Bidâran", "Mubâdereten" (yânı: Hacet yokken, bulûğlarından önce çabuk davranarak) demektir [130].
"A'tednâ", "A'dednâ" (yânı "Aded"in ifâl babından) "Hazırladık" demektir. "A'tâd'T'Hazırlık" masdann)dan olan "Efalnâ" (yânı A'tednâ) da aynı ma'nâyadır [131].
97-.......Âişe (R); *'(Velîlerden) kim zengin ise yetimin malından yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, o hâlde örfe göre yesin.."
kavli hakkında: Bu âyet yetîm malı hususunda indi. Yetîmin velîsi fakîr olduğu zaman, o malın işlerini iyilikle bakıp yerine getirmesi karşılığında (hizmet ücreti ve zarurî olan ihtiyâcı kadar) o maldan yer, demiştir [132].
75- Bâb:
Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (birşey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin*' (Âyet: 8).
98-.......îkrime'den: İbn Abbâs (R): *'Miras taksim olunurken (mîrâsçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa..." âyeti muhkemdir, neshedilmiş değildir, demiştir.
Bu hadîsi İbn Abbâs'tan rivayet etmekte İkrime'ye Saîd ibn Cu-beyr mutâbaat etmiştir [133].
76- Bâb:
"Allah size mîrâs taksimini şöyle tavsiye eder; Çocuklarınızda erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır... (Âyet: 11).
99-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber ile Ebû Bekr beraberce yürüyerek Benû Selime yurdundaki evim,de beni hasta ziyaretine gelmişlerdi. Peygamber beni birşey düşünemez derecede baygın bulmuştu. Bunun üzerine Peygamber abdest suyu isteyip abdest almış, sonra abdest suyundan bir mikdârını benim üzerime serpmişti. Ben ayıldım ve:
— Yâ Rasûlallah! Malımda (veraset hususunda) ne yapmamı (ne suretle tasarruf etmemi) emredersin? diye sordum.
Bunun üzerine şu mealdeki âyet indi: "Allah size miras taksimini şöyle tavsiye eder: Çocuklarınız hakkmda(k\ hüküm) erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Fakat çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi çocuk bir tek ise, o zaman terikenin yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babadan her-birine terîkenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mîrâsçı olduysa üçte biri anasınındır. Erkek, dişi kardeşleri varsa o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) edeceği vasiyetten veya borc(unun ödenmesinin sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin faide cihetinden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz- (Bu hükümler ve hisseler) Allah Han birer farizadır. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" [134].
77- Bâb:
"Zevcelerinizin çocuğu yoksa terîkesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terîkesinden (düşecek hisse) dörtte birdir..." (Âyet: 12) [135].
100-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: İslâm'ın başlangıcında kişinin malı, öldüğü zaman mîrâs olarak oğluna kalırdı. Vasiyet de ana ile babanın hakkı idi (yalnız ebeveyne vasiyet edilirdi). Bilâhare Allah bundan irâde ettiği kısmını (mîrâs âyetiyle) neshetti de mîrâsı erkeğe, iki dişi payı kadar ta'yîn buyurdu. Ana ile babadan her birisine de (eğer çocuk varsa) altıda bir verdi, çocuk yoksa üçte bir verdi. Yine kadına (çocuk bulunduğu surette) sekizde bir, çocuksuzsa dörtte bir verdi. Zevceye de (çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir hisse verdi [136].
78- Bâb:
"... Kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını giderebilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz*.." (Âyet: 19)
Ve İbn Abbâs'tan: "Lâ ta'dulûhunne", "Onları kahretmeyin"; "Hüben", "Günâh"; "en-Teâtû", "Meyletmeniz"; "Nıhleten", "en-Nıhletu", "el-Mehru" demektir, diye tefsir ettiği zikrolunuyor [137].
101-.......Bize (Ebû İshâk Süleyman ibnu Feyrûz) eş-Şeybânî, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti. eş-Şeybânî şöyle dedi: Bu hadîsi Ebü'l-Hasen Atâ es-Suvâî de zikretti ki, ben onun bunu muhakkak İbn Abbâs'tan zikrettiğini düşünüyorum: "Ey îmân edenler, kadınlara zorla mîrâsçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını gider(\p elinize geçirebilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz. Meğer ki arayı açacak bir fuhuş işlemiş olsunlar. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur" (Âyet: 19).
İbn Abbâs dedi ki: Câhiliyet halkının şu âdetleri vardı: Bir adam vefat ettiği zaman, onun velîleri kalan zevcesini de mîrâs almaya herkesten haklı olurlardı. Velîlerden bâzısı isterse ilk mehri ile o kadınla evlenir, isterlerse onu başka birisiyle evlendirip mehrini alırlardı. Yine isterlerse o kadını kimseyle evlendirmezler (fidye vermesi için hab-sederler, ölünce mîrâsını alırlar)dı. Ölenin velîleri o kadına, kadının ailesinden daha haklı olurlardı. İşte bu âyet, bunlar hakkında (bu kötü âdetleri kaldırmak hususunda) indi.
79- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'(Erkek ve dişiden) herbiri için baba ve ananın, yakın hısımların terîkelerinden de vârisler yaptık. Akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini verin. Allah herşeyin üstünde hakîkî bir şâhiddir" (Âyet: 33) [138].
"Mevâlî", "Velîler", "Mirasçılar" demektir. Ma'mer de şöyle demiştir: "Evliya", "Mevâlf'dir, yine "Evliya", "Mirasçılaradır.
"Yeminlerinizin karşılıklı muâhade akdettiği kimseler..."; bu, yemîn mevlâsıdır ki, yeminle bağlanan kişiden ibarettir. "el-Mevlâ", yine "Amcaoğlu"; "el-Mevlâ'1-mu'tıku", "Kölesine hürriyet veren kişi"; "el-Mevlâ'1-mu'taku", "Kendisine hürriyet verilen kimse"; "el-Mevlâ'1-meliku", "İnsanların işlerini (yürütmeyi, idare etmeyi) üzerine alan kimse", bir de dînde olan "Mevlâ" vardır [139].
102-.......İbn Abbâs(R)'tan (o, şöyle demiştir): "Erkek, dişi; herbiri için mevtalar kıldık ", "Mirasçılar kıldık" demektir. "Karşılıklı yeminlerinizin bağladığı kimseler", Muhâcirler'le Ensâr'dır ki, Muhacirler Medine'ye geldikleri ilk zamanlarda Peygamber'in bunlarla Medîneli Ensâr arasında kurduğu kardeşlik akdleri sebebiyle Zevu'l-Erham'dan evvel (hısımlık sahihlerinden evvel) mirasçı olurlardı. Fakat sonra "Erkek, kadın; herbiri için mirasçılar kıldık"âyeti inince, akidleşme ve kardeşlik akdiyle kurulmuş olan mîrâsçılık nesholundu.
Sonra İbn Abbâs, "Karşılıklıyeminlerinizin bağladığı kimseler" kavli hakkında: Artık bu yalnız yardım etmek, ihsan etmek, nasîhat etmekten ibaret kaldı. Akidleşen iki kişi arasında mîrâsçılık gitmiş oldu. Ancak yeminli dostu için vasiyet edebilir.
(Buhârî dedi ki:) Bu hadîsi râvî Ebû Usâme, İdrîs ibn Yezîd'den işitti. İdrîs de Talha ibn Musarnf tan işitti.
80- Yüce Allah'ın Şu Kavli:
"Şübhesiz ki, Allah zerre kadar haksızlık etmez- Bir iyilik olursa onu kat kat artırır. Kendi canibinden pek büyük bir mükâfat verir'1'' (Âyet: 40).
103- Bana Muhammed ibnu'l-Abdilazîz tahdîs etti. Bize Ebû Umer Hafs ibnu Meysere, Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'-dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) zamanında birtakım insanlar:
— Yâ Rasûlallah! Biz kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? dediler.
Peygamber:
— "Evet (kıyamet gününde Rabb'inizi göreceksiniz); Güneşin ziyâını öğle vakti önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya', birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Hayır görmeyiz, dediler.
Peygamber:
— "Ayın ondördüncü gecesi önünde hiç bulut yok iken görmek için birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?' dedi.
Onlar:
— Hayır görmeyiz, dediler. Peygamber:
— "İşte bu iki kürreden herhangi birisinin ziyâını (sıkışmadan, meşakkatsiz, tam bir açıklıkla) gördüğünüz gibi, kıyamet gününde Azız ve Celîl olan Allah 'ı, birbirinize meşakkat ve zahmet vermeden açıkça göreceksiniz" buyurdu.
Ve şöyle devam etti:
— "Kıyamet günü olduğu zaman bir dellâl: Her ümmet neye ve kime tapıyor idiyse onun ardına düşer (yânî düşsün)/ diye i'lân edecek. Bunun üzerine Allah'tan başka şeylere: putlara, heykellere, dikili taşlara tapagelen ne kadar müşrik varsa, onlardan hiçbiri geri kalmaksızın cehennemin içine dökülecekler. Artık ortalıkta yalnız Allah 'a ibâdet eden gerek sâlih, gerek fâcir kimselerle (müşrik olmayan) kitâb ehli bakıyyelerinden başka kimse kalmayınca, Yahûdîler'-den geri kalanlar çağırılacak ve onlara:
— Siz kime ibâdet ederdiniz? diye sorulacak. Onlar:
— Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e ibâdet ederdik! diye cevâb verecekler.
Bunun üzerine onlara:
— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve oğul edinmedi! denilecek.
— Şimdi siz ne istersiniz? diye sorulacak. Onlar da:
— Ey Rabbimiz, çok susadık, bize su ihsan et! diyecekler. Bunun üzerine onlara:
— Haydi su başına gelmez misiniz? diye işaret olunacak.
Akabinde onlar bir araya getirilip cehenneme doğru sevk olunacaklar. O cehennem ateşine ki, onların görüşünde yalımları birbirini kırıp geçiren serâb gibi görünecek ve onu su zannedip birbiri ardınca ateşin içine dökülecekler. Sonra Nasrânîler{in bir taifesi) çağrılacak. Onlara da:
— Siz kime tapardınız? diye sorulacak. Onlar da:
— Biz Allah'ın oğlu isa'ya ibâdet ederdik, diyecekler. Onlara da:
— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve hiçbir oğul edinmiş değildir, denilecek ve: Ne istiyorsunuz? diye sorulacak.
Onlar da kendilerinden evvelki Yahûdîler'in su isteyip cehenneme sevkolunmaları gibi cehenneme sevkolunacaklar.
Artık meydanda sâlih veya fâşık olarak Allah 'a ibâdet eden mü min muvahhidlerden başka kimse kalmayınca, Âlemlerin Rabbı onlara evvelden bildikleri en yakın bir sıfatta gelecek, yânî tecellî edecek ve Allah tarafından bu muvahhidlere [140]:
— Sizler ne bekliyorsunuz? (Görüyorsunuz) her ümmet ibâdet etmekte bulunduğu şeyin ardına düşüp gidiyor! buyurulacak.
Onlar da:
— Ey Rabb'imiz, biz dünyâda iken (seni tanımayan, sana ibâdet etmeyen) şu insanlardan kendilerine en ziyâde muhtâc olmamıza rağmen ayrılıp ayrı yaşadık, Sen 'in rızân için bunlarla arkadaşlık yapmadık. Biz şimdi kendisine kulluk edegeldiğimiz Rabb'imizi (O'nun kerem ve inayetini) bekliyoruz! diyecekler.
Bunun üzerine Yüce Allah onlara iki yâhud üç kerre:
— Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak.
Onlar da her seferinde:
— Biz Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmayız! diyecekler" [141].
81- Bâb:
"Her ümmetten birer şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur?" (Âyet: 41).
"el-Muhtâl" ve "el-Hattâl" birdir.
'Birtakım yüzleri silmemizden önce", "Onları enseleri gibi oluncaya kadar dümdüz yapmamızdan önce"demektir.
"TamaseH-kitâbe{ = Kitabı sildi)", "Onu mahvetti" demektir. "Saîran", çok yanıcı ateş demektir [142].
104-.......(Buradaki iki senedde) Abdullah ibnMes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bana hitaben:
— "Bana karşı Kur'ân oku!" diye emretti. Ben de O'na:
— Kur'ân Senin üzerine indirildiği hâlde, ben onu Sana karşı mı okuyacağım? dedim.
Peygamber:
— "Şübhesiz ben Kur'ân'ı kendimden başkasından işitmeyi severim" buyurdu.
Ben de kendisine en-Nisâ Sûresi'ni okumağa başladım. "Her ümmetten birer şâhid, onlar üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur!" âyetine ulaştığımda Peygamber bana:
— "Okumayı tut (yânı durdur)/" buyurdu.
O sırada gördüm ki, Peygamber'in iki gözü yaş döküyordu [143].
82- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"... Eğer hasta olur, ya bir sefer üzerinde bulunursanız yâhud sizden biriniz ayak yolundan gelirse,.." (Âyet: 43) [144].
"Saîden", "Yeryüzü" demektir.
Ve Câbir şöyle demiştir: Câhiliyet'te kendileri önünde muhakeme olmak istedikleri tâğûtlar, Cuheyne kabilesinde bir tâğût, Eşlem kabilesinde bir tâğût ve Arab kabilelerinden herbirinde birer tâğût idi. Bunlar birtakım kâhinlerdir ki, üzerine şeytânlar müstakbel hakkında kâinattan haberlerle inerler. Umer ibnul-Hattâb da:
'el-Cibtu", "es-Sıhr"; "et-Tâğûtu", "eş-Şeytân"dır, demiştir.
İkrime de: "et-Cibt", Habeşe dilinde "Şeytân", "et-Tâğût" ise "Kâhin" demektir, demiştir [145].
105-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Esmâ'yaâid olan bir gerdanlık kayboldu. Peygamber (S) onun aranması için birtakım adamlar yolladı. (Kendisi ve ordu bekledi.) Bu sırada namaz vakti geldi. Hâlbuki bir su başında değillerdi, bir su da bulamadılar. Akabinde abdestsiz oldukları hâlde namaz kıldılar. Bunun üzerine Yüce Allah şunu, yâ-nî Teyemmüm âyeti'ni indirdi [146].
83- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Ey îmân edenler, Allah'a itaat edin. RasûVe ve sizden olan emir sahihlerine de itaat edin... " (Âyet: 59).
106-.......Abdullah ibn Abbâs (R): "Ey îmân edenler, Allah 'a itaat edin, RasûVe ve sizden olan emir sahihlerine de itaat edin. Eğer birşey hakkında çekişirseniz, onu Allah 'a ve RasûVe döndürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu hem hayırlı, hem netice Vtibâriyle daha güzeldir" âyeti, o zaman Peygamber'in kendisini bir seriyyede (askerî birlikte) kumandan yaparak gönderdiği Abdullah ibn Huzâfe ibn Kays ibn Adiyy hakkında indi, demiştir [147].
84- Bâb:
'Öyle değil, Rabb 'ine and olsun ki, onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan tam teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar"
107-.......Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: ez-Zubeyr, Harre mevkiinde hurmalıkları suladıkları su yolundan (su nevbetinden) dolayı Ensâr'dan bir adamla nizâlaştı.
Peygamber (S):
— "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu habsetme de komşuna doğru salıver!" buyurdu.
Bunun üzerine Ensârî zât:
— Yâ Rasûlallah, Zubeyr halanın oğlu olduğu için mi? diye ta'-rîz etti.
Bu sözden dolayı Peygamber'in yüzü değişti. Sonra:
— "Yâ Zubeyr, tarlanı sula, sonra suyu tâ hurma ağaçlarının köklerine dönüp erişinceye kadar habseî. Sonra suyu komşuna doğru salıver!" buyurdu.
Peygamber, Ensârî kendisini öfkelendirdiği zaman apaçık hükümde Zubeyr'in hakkını tastamam aldırttı. Hâlbuki birinci emirde onlara» içinde genişlik bulunan bir işle emretmişti.
ez-Zubeyr şöyle dedi: Ben şu âyetlerin muhakkak bu hâdise hakkında indiğini zannediyorum: "Öyle değil, RabbHne and olsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan, tam teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar" [148].
85- Bâb:
"(Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse, işte onlar) Allah'ın kendilerine nVmetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!" (Âyet: 69).
108-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan "Hasta olan herbir peygamber muhakkak dünyâ ile âhiret arasında muhayyer kılınır" buyururken işittim. İçinde ruhunun alındığı hastalığında kendisini bir boğaz kısılması ve şiddetli bir ses kalınlaşması yakalamıştı. İşte o zaman ben kendisinden şu âyeti söylerken işittim: "... Allah'ın kendilerine nVmetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler, onlar ne iyi arkadaştır!" Artık ben de bundan, Rasûlullah'ın bu iki dilek arasında muhayyer kılındığını bildim [149].
86- Bâb: Yüce Allah'ın Şu Kavli:
"Size ne oluyor kiy Allah yolunda -ve acz ve ıztırâb içinde bırakılıp: 'Ey Rabb 'imiz, bizi ahâlîsi zâlim olan şu memleketten çıkar, bize tarafından bir sâhib gönder, bize katından bir yardımcı yolla' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda- düşmanla çarpışmıyorsunuz?" (Âyet: 75) [150]
109-.......Ubeydullah (ibn Ebî Yezîd): Ben İbn Abbâs'tan: Ben, annem (Ümmü'1-Fadl Lubâbe bintu'l-Hâris el-Hilâliyye, Mekke'de) zaîf kılınmak istenenlerden idim, dediğini işittim, demiştir.
110-.......İbnu Ebî Muleyke'den (o şöyle demiştir): İbn Abbâs: "Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za'fve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna" (Âyet:98) kavlini okudu da:
— Ben ve annem, Allah'ın ma'ziretli saydığı kimselerden idik, dedi.
İbn Abbâs'tan: "Hasırat", "Daraldı"; "Telvû elsinetekum bVş-şehâde", "Eğer şâhidlikte dillerinizi eğip bükerseniz" ma'nâsınadır, dediği zikrolunuyor.
İbn Abbâs'tan başkası da: "el-Murâğam", "Hicret edilecek yer"-dir; "Râgamtu", "Kavmimden hicret ettim" demektir. "Mevkuten", "Vakitleri belli edilmiş" demektir; "Allah mü'minler üzerine namaz vakitlerini ta'yîn etti" demiştir [151].
87- Bâb:
"Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında -Allah onları kazandıkları (günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz?*.." (Âyet: 88).
İbn Abbâs: "Erkesehum", "Beddedehum( = Onları dağıtıp parçaladı)", "Fietun", "Cemâat" demektir, demiştir.
111-.......Zeyd ibn Sabit (R), ' 'Siz hâlâ niçin münafıklar hususunda iki zümre oluyorsunuz?" kavli hakkında şöyle demiştir: Pey-gamber'in sahâbîlerinden birtakım insanlar Uhud'dan geri döndüler. Peygamber'in sahâbîleri o dönenler hakkında iki fırkaya ayrıldılar da bir fırka: "O dönekleri öldür"; diğer fırka ise: "Hayır, onları öldürme" diyorlardı. İşte bunun üzerine "Siz hâlâ niçin münafıklar hususunda -Allah onlan kazandıkları (günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz? Allah 'in saptırdığım siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın" âyeti indi.
Peygamber (S): "Medine Taybe'dir. Medine, ateşin gümüşün pisliğini gidermesi gibi, pis insanları giderir (dışına atar)" buyurdu [152].
88- Bâb:
'Onlara emînlik veya korku haberi geldiği zaman, onu yayıverirler (yânı ortaya çıkarırlar) " (Âyet: 83) [153].
"Yestaribitûnehu", "Onu meydana çıkarırlar"; "Hastben", "Kâfî gelici"; "İllâ inâsen", "Onlar Allah'ı bırakırlar da yalnız dişilere taparlar; yânî ölülere, ruhsuz varlıklara, taşlara yâhud özlü çamura ve buna benzer şeylere"; "Merîden", "Mütemerriden( =İsyanda ve kötülükte çok ısrarlı)"; "Fe-le- yubettikunne", "Muhakkak kesecekler". "Bettekehû", "Kattaahû(= Onu kesti, parça parça etti)"; "Kilen" ve "Kavlen" bir ma'nâyadır; "Söz söylemek" demektir; "Tubia", "Mühür basıldı" demektir [154].
89- Bâb:
"Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir... " (Âyet: 93).
112-.......Bize Mugîre ibnu'n-Nu'mân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işittim, şöyle dedi: Bir âyet var ki, onun hükmü hakkında Küfe âlimleri ihtilâf ettiler. Bunun üzerine ben onun hükmü (yânî tefsiri) hakkında bineğime binip İbn Abbâs'a gittim. Ona bu âyetin hükmünden sordum. İbn Abbâs (R), şu "Kim bir mü 'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gadâb etmiştir, ona la'net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır"(93.) âyeti indi. Bu âyet bu konuda inen son âyettir ve bunu hiçbirşey neshetmemiştir, dedi [155].
90- Bâb:
"Size (müslümânca) selâm verene, 'Sen mü'min değilsin' demeyin... " (Âyet: 94).
es-Silmu ve's-Selemu ve's-Selâmu" bir ma'nâyadır.
113-....... Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Atâ ibn Ebî Rebâh'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan "Size selâm verene 'Sen mü'min değilsin' demeyin... " kavli hakkındaki hadîsini tahdîs etti.
Atâ dedi ki: İbn Abbâs şöyle dedi: Bir adam kendine âid küçük bir davar sürüsünün başında bulunuyordu. Bir seriyyede bulunan müs-lümanlar ona kavuştular. Adam onlara es-Selâmu aleykum diye selâm verdi. Bu selâma rağmen onlar da bu adamı Öldürüp sürüsünü aldılar. İşte Allah bu hâdise hakkında "Dünyâ hayâtının geçici menfâatini arayarak., »"kavlini ihtiva eden bu âyeti indirdi. O dünyâ hayâtının geçici menfâati, bu küçük davar sürüşüdür.
Atâ ibn Ebî Rebâh: İbn Abbâs (fethalı lâm'dan sonra elifle) "es-Selâme" şeklinde okudu, demiştir [156].
91- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Müzminlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyle, canlarıyle savaşanlar bir olmaz... " (Âyet: 95) [157].
114-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Sehl ibn Sa'd es- Sâidî (R) mescidde Mervân ibnu'I-Hakem'i gördüğünü haber verip şöyle tahdîs etti: Ona doğru geldim, nihayet yanma oturdum. O bize haber verdi ki, ona da Zeyd ibn Sabit (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) bana: "Müzminlerden (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda savaşanlar bir olmaz" âyetini yazdırmak istedi de, tam bana yazdırdığı sırada yanına İbnu Ümmi Mektûm çıkageldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Vallahi^cihâda gücüm yetseydi, ben de muhakkak gider, düşmanlarla harb ederdim, dedi.
İbnu Ümmi Mektûm gözleri kör bir kişi idi. Bunun üzerine Allah kendi Rasûlü'ne vahy indirdi. Bu sırada O'nun uyluğu benim uyluğum üzerinde bulunuyordu. Vahyin (Rasûlullah üzerindeki) ağırlığı bana o kadar ağır bastı ki, sonunda ben dizimin ufalanıp dağılmasından korktum. Sonra Rasûlullah'tan vahy hâli sıyrıldı da, Allah "Gayra ulVd-dararı{= Zarar sahibi olanlar başka)" diye bir istisna gönderdi [158].
115-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: "Mü'minlerden oturanlarla» Allah yolunda savaşanlar bir olmaz..." âyeti indiği zaman, Rasûlullah (S) Zeyd ibn Sâbit'i çağırdı (da bunu yazmasını emretti). Zeyd de bu âyeti yazdı. Bu sırada İbnu Ümmi Mektûm geldi ve Rasûlullah'a, kendine isabet eden noksanlığından şikâyet etti. Bunun üzerine Allah "Zarar sahihleri müstesna19 kaydını indirdi.
116-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: "Mü'minlerden oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz'' âyeti indiği zaman, Peygamber (S):
— "Fulân kimseyi (yânî Zeyd ibn Sâbit'i) çağırın" buyurdu.
(Onu çağırdılar.) Zeyd'in beraberinde devât (yânî yazı yazacak âlet) ve levh yâhud kürek kemiği vardı. Rasûlullah:
— "Yaz: Müzminlerden oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz..!" buyurdu.
Peygamber'in arka tarafında İbnu Ümmi Mektûm vardı. O:
— Yâ Rasûlallah! Ben çok zarardayım, dedi.
Bunun üzerine derhâl o yazım işinin yerinde (daha yazı kurumadan): "Müzminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz" şeklinde bir istisna kaydı nazil oldu [159].
117-.......(Buradaki iki senedde) İbn Curyec haber verip şöyle demiştir: Bana Abdulkerîm el-Cezerî haber verdi. Ona da Abdullah ibnu'l-Hâris'in âzâdlısı Mıksem haber vermiş; ona da İbn Abbâs (R) haber verip: "Müzminlerden oturanlar", Bedir harbine çıkmayanlardır; "Savaşanlar" ise Bedir harbine çıkanlardır, demiştir [160].
92-Bâb:
"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: 'Ne işte idiniz?' Onlar: 'Biz yeryüzünde (dînin emirlerini uygulamaktan) âciz kimselerdik!' derler. Melekler de: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz yâ!' derler.
İşte onlar (böyle); onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir" (Âyet: 97).
118-.......Muhammed ibnu Abdirrahmân Ebû'l-Esved tahdîs edip şöyle demiştir: (İbnu'z-Zubeyr'in Mekke üzerindeki halifelik günlerinde) Medine halkına (Şâmlılar'la harbetmek için) bir ordu çıkarmaları kesinleşti. Ben de bu orduya yazıldım. Akabinde İbn Abbâs'm âzâdlısı İkrime'ye kavuştum. Ona bu orduya yazıldığımı haber verdim. İkrime beni bu işten şiddetle nehyetti. Sonra şöyle dedi: Bana İbnu Abbâs şöyle haber verdi:
— Müslümanlardan (Mekke'de kalıp hicret etmeyen) birtakım insanlar, Rasûlullah zamanında müşriklerle beraber olarak onların camiasını çoğaltıyorlardı. Bedir harbi sırasında düşman saffları arasında bulunan bu kişilere ok atılıyor ve atılan ok, varıp bunlardan birisine isabet ediyor ve onu öldürüyordu, yâhud kılıçla vurulup öldürülüyordu. Bunun üzerine Allah: "Öz nefislerinin zâlimleri olarak... " âyetini indirdi.
Bu hadîsi Leys ibn Sa'd da Ebû'l-Esved'den; o da İkrime'den olmak üzere rivayet etmiştir [161].
93- Bâb:
"Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za'f ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna" (Âyet: 98).
119-.......Abdullah ibnEbîMuleyke'den, İbn Abbâs (R) Yüce Allah'ın "İlle 1-mustad'afin" kavli hakkında:
— Annem Ümmü'1-Fadl Lubâbe bintu'l-Hâris, Allah'ın ma'zi-retli saydığı kimselerdendi, demiştir [162].
94- Yüce Allah'ın Şu Kavli Bâbı:
'İşte onlar (böyle). Allah'ın onları affedeceğini umabilirler. Allah çok affedici, çok mağfiret eyleyicidir" (Âyet: 99).
120-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yatsı namazını kıldırırken Semiallâhu limen hamideh dediği zaman, bundan sonra secdeye varmazdan evvel şöyle deyip duâ etti:
— "Yâ Allah, Ayyaş ibn Ebı Ralna'yı kurtar!
Yâ Allah, Selemetu'bnu'l-Hişâm'ı kurtar!
Yâ Allah, el-Velîd ibnu'l-Velîd'i kurtar!
Yâ Allah, kâfirler elinde bunalıp zaîf ve âciz görülen (diğer) mü '-mirileri de kurtar! „
Yâ Allah, Mudar'ı (Mudar'ın evlâdı olan Kureyş'e ukubetini artır) daha beterciğine; (içinde bulundukları); bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" [163].
95- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"... Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yâhud hasta bulunursanız silâhlarınızı koymanızda üzerinize vebal
yoktur -fakat yine bütün ihtiyat tedbîrlerini alın. Şübhe yoktur ki, Allah kâfirlere hor ve hakir edici bir azâb hazırlamıştır-" (Âyet: 102).
121-.......İbn Cureyc şöye demiştir: Bana Ya'lâ ibn Müslim ibn Hürmüz, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs (R) Yüce Allah'ın "Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yâhud hasta bulup nursanız... " kavli hakkında: Addurrahmân ibn Avf yaralı idi (işU bu âyet onun hakkında indi), demiştir [164].
96-Bab:
"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor... Yetim kızlar... hususunda Kitâb'da size karşı okunup duran âyetler..." (Âyet: 127).
122-.......Âişe (R), "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmış olan mîrâsı onlara vermediğiniz ve nikâhlarım da beğenip istemediğiniz yetim kızlar ve küçük çocuklar hakkında..." âyeti konusunda şöyle demiştir: Bu şu adamdır ki, yanında yetîm kız bulunur, kendisi o kızın işlerini gören velîsi ve kızın mîrâsçısıdır. Kız bu adamı, adamın malında hattâ hurmalığında ortak etmiştir. Adam o kızla nikâh olmayı istemez ve o kızı başka bir adamla da evlendirmek istemez. Çünkü bu takdirde o kızla evlenecek olan başka adam, velîsi bulunan adamın malında velîsine ortak olacaktır. Zîrâ kız velîsinin malında ortaktır. Bundan dolayı kızı evlenmekten men' eder dururdu. İşte bu âyet bu sebeble indi [165].
97- Bâb:
"Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yâhud kendisinden yüz çevirmesinden endîşe ederse... " (Âyet: 128).
İbn Abbâs: "Şikaak", "Bozuşma"dır. "Zâten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır...": Bu, onun herhangi birşey
hususundaki hevâsi, yânî aşırı isteğidir. O şeye karşı şiddetle arzu duyar, üzerine düşer. "Kel-muallakati (= Askıya alınmış gibi)": O bekâr da değil, eş sahibi de değil vaziyette; "Nuşûzen", "Buğz" demektir, demiştir [166].
123-.......Hişâm ibn Urve, babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R), Yüce Allah'ın "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yâ~ hudyüz çevirmesinden endîşe ederse..." kavli hakkında şöyle demiştir: Bir erkeğin yanında, yânî nikâhı altında bir kadın olur, erkek bu kadına sevgi ve beraberliği çoğaltmak istemez, kadından ayrılmak ister. Bunu hisseden kadın, kocasına hitaben: Ben senin beni boşamak-sızın nikâhın altında bırakman için (nafaka, giyim, yanımda geceleme ve diğer) haklarımdan bir kısmını sana geri vereyim mi, der; (kan-koca bu şartla sulh olup evliliklerini devam ettirirler). İşte bu âyet, bu hususta indi [167].
98- Bâb:
"Şübhesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar..." (Âyet: 145).
İbn Abbâs: "Ateşin en aşağısında" demektir; "Nafakan", "Seraben" (yânî baca) demektir, demiştir [168].
124-.......el-Esved (ibn Yezîd en-Nahaî) şöyle demiştir: Bizler Abdullah ibn Mes'ûd'un ders halkasında bulunuyorduk. Huzeyfe ibnu'l-Yemân geldi, nihayet başımıza dikildi de selâm verdi. Bundan sonra:
— Yemîn olsun ki, münafıklık sizlerden daha hayırlı olan bir topluluk üzerine indirilmiştir, dedi.
el-Esved (Huzeyfe'nin bu sözünden hayret ederek):
— Siibhânallah! Muhakkak ki Allah "Şübhesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar" buyuruyor, dedi.
Abdullah ibn Mes'ûd (Huzeyfe'nin sözünden, hakk söz getirmesinden ve sakındırmasından hoşlanarak) gülümsedi. Huzeyfe de mescidin bir kenarına oturdu. Bunun akabinde Abdullah ibn Mes'ûd kalktı ve beraberinde bulunan sahâbîleri de dağıldılar.
el-Esved dedi ki: Bu sırada Huzeyfe beni çağırmak için bana bir çakıl attı. Ben de yanına geldim. Huzeyfe:
— Ben söylediğimi iyice bilmiş olduğu hâlde Abdullah ibn Mes'-ûd'un gülmesinden (yânî sâdece gülmekle yetinmesinden) hayret ettim. Yemîn olsun ki, siz(tâbiî)lerden daha hayırlı olan bir topluluk üzerine münafıklık indirilmiş, sonra onlar bu hâllerinden tevbe edip döndüler, Allah da onların tevbelerini kabul buyurdu, dedi [169].
99- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
Nûh 'a, ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, evlâdlarına, îsâ 'ya, Eyyûb 'a, Yûnus 'a, Hârûn 'a ve Süleyman 'a Vahyeylediğimiz ve Davud'a Zebur verdiğimiz gibi şübhesiz sana da vahyettik biz" (Âyet: 163) [170].
125-.......Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: Bana el-A'meş, Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Hiçbir kimse için: 'Ben Yûnus ibnu Metîâ'dan hayırlıyım' demesi lâyık olmaz" buyurmuştur.
126-.......Hilâl ibn Alî, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Çeygamber (S): "Her kim ben Yûnus ibn Met-tâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" buyurmuştur [171].
100- Bâb:
"Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açıklar: Eğer evlâdı ve babası olmayan bir erkek ölür, onun bir tek kızkardeşi kalırsa, terîkesinin yarısı onundur. Eğer mirasçı erkek kardeş ise, çocuksuz (ve babasız) ölen kızkardeşinin bıraktığıfnm tamâmını alır)" (Âyet: 176).
"el-Kelâle", kendisine baba yâhud oğul vâris olmayan kimsedir. Bu "Tekellelehu*n-nesebu( = Neseb onu çepçevre kuşattı)"dan masdardır [172].
127-.......el-Berâ ibn Âzib (R): En son inen sûre Berâetun'dur. En son inen âyet de "Senden fetva isterler..." âyetidir, demiştir [173].
5-El-Mâide Sûresi
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
"Hurum": Tekili "HarâmurT'dur. "Fe-bimâ nakzıhım mîsâkahum":
"Bi-nakzıhım mîsâkahum" (Âyet: i3)"Onlar verdikleri o kesin te'mînâtı çözüp bozmuş oldukları için" (demektir; "Mâ" kelimesi zâiddir).
"Allah'ın sizler için yazdığı: Yânî Allah'ın sizler içiriş takdir ettiği Mukaddes Arz'a girin" (Âyet: 2i>; "Tebûu",
"Yüklenip taşırsın"; "Dâire", devlet, yânî dolaşan felâket demektir (es-Suddî böyle tefsîr etmiştir). (Suddfden) başkası da: "el-Iğrâ", "Musallat kılma, saldırtma'Mır, dedi.Sufyan es-Sevrî: Kur'ân içinde bana "Ey Kitâb ehli,
Tevrat % İncîVi ve Rabb'inizden size indirilen Kur'ân'ı (onun hükümlerini) dosdoğru tatbik ve icra edinceye kadar siz hiçbirşey üzerinde değilsiniz" (Âyet: 68) kavlinden daha şiddetli bir âyet yoktur, demiştir.
"Mahmasa", "Son derece açlık"; "Kim bir nefsi kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur" (Âyet: 32), yânî: Haklı olarak öldürmek müstesna, kim bir nefsi öldürmeyi haram kılarsa, bu haram kılmadan dolayı insanlar diri kalır, demektir.
"Şir'aten ve minhâcen", "Bir yol ve bir sünnet"; "Kadınların ücretleri" kadınların mehirleridir. "el-Muheymin", "Emîn ve şâhid" demektir; Kur'ân, kendinden önceki her kitâb üzerine bir emîn ve şâhiddir [174].
101- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"... Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim..." (Âyet: 3)
İbn Abbâs: "Mahmasa", "Son derece açlık"tır, demiştir.
128-.......Sufyân es-Sevrî, Kays ibn Müslim'den; o da Târik ibn Şihâb'dan (bu zât Peygamber'i görmüştür) olmak üzere şöyle tahdîs etmiştir: Yahûdîler, Umer ibnu'l-Hattâb'a:
— Sizler bir âyet okumaktasınız ki, eğer o âyet biz Yahûdîler'e inmiş olaydı, biz o âyeti, yânî indiği günü muhakkak bir bayram edinirdik, dediler.
Bunun üzerine Umer:
— Şübhesiz'ben o âyetin nerede indirildiğini, ne zaman indirildiğini ve Rasûlullah'm onun indirildiği zaman nerede bulunduğunu kesin olarak bilmekteyim: Bu âyet Arafe gününde ve bizler de Allah'a yemîn olsun Arafe'de (vakfede) bulunurken indirilmiştir, dedi.
Sufyân es-Sevrî: Ben Umer'in "Cumua günü idi" deyip demediğinde şübhe ediyorum, demiş (âyeti okumuştur): "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim..."[175].
102- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Su bulamamışsanız, o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin., " (Âyet: 6)[176].
"Teyemmemû", "Kasdediniz"; "Âmmîne", "Âmidîne", yânî "Kasdediciler olarak" demektir. "Emmemtu" ve "Teyemmemtu" bir ma'nâyadır.
İbn Abbâs:
"Lemestum (= Dokundunuz)", "Temessûhunne ( = Kadınlara dokunursunuz)"; "Vellâtî dahaltum bihinne
(= Kendilerine dâhil olduğunuz kadınlar)'* (en-Nisâ: 23) ,,tve "el-İfdâ"' (en-Nisâ: 21); bunların hepsi nikâh, yânî cinsî münâsebet ma'nâsınadır, demiştir [177].
129-.......Peygamber'in zevcesiÂişe (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'in yaptığı seferlerin birinde O'nunla birlikte yola çıktık. Nihayet ya el-Beydâ'ya yâhud Zâtu'l-Ceyş'e vardığımızda (yanımda ariyet olan) bir gerdanlığım koptu (kayboldu). Aransın diye Rasû-lullah o yerde bekledi. İnsanlar da O'nunla beraber beklediler. Hâlbuki bir su başında değillerdi, yanlarında da su yoktu, insanlar Ebû Bekr es-Sıddîk'a gelip:
— Âişe'nin yaptığını görmüyor musun? Rasûlullah'ı da, insanları da yollarından alıkoydu. Su başında değiller, beraberlerinde de su yok, dediler.
Bunun üzerine Ebû Bekr (benim yanıma) geldi. Rasûlullah da başını benim dizimin üstüne koyup uyumuştu. Ebû Bekr bana:
— Seri'Rasûlullah'ı da, insanları da yollarından alıkoydun. Su başında değiller, beraberlerinde de su yok, dedi.
Âişe dedi ki: Ebû Bekr be.m azarladı ve Allah'ın söylemesini istediği sözleri söyledi. Eli ile de böğrüme vurmaya başladı. Beni kıpır-damaktan, Rasûlullah'ın dizim üstünde bulunmasından başka hiçbirşey men' etmiyordu (yânî başı dizimde olduğu için hiç kıpırdamadım). Sabah olunca Rasûlullah kalktı, hiç su yoktu. Allah Teyemmüm Ayeti'ni indirdi (herkes teyemmüm etti).
Useyd ibn Hudayr (R):
— Ey Ebâ Bekr hanedanı! Bu sizin ilk bereketiniz değildir, dedi.
Âişe dedi ki: (Sonra gideceğimiz sırada) üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Bir de gördük ki, gerdanlık onun altında imiş [178].
130-.......Abdurrahmân ibnu'I-Kaasırn, babası el-Kaasım ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk'tan; o da Âişe(R)'den (şöyle dediğini) tahdîs etmiştir: Benim bir gerdanlığım, bizler Medîne'ye gi-!rerken el-Beydâ'da düştü. Bunun üzerine Peygamber (S) devesini çöktürüp indi. Müteakiben başını kucağıma koyup uyudu. Ebû Bekr geldi de göğsümü eliyle şiddetli bir itişle itti ve:
— İnsanları bir gerdanlık yüzünden burada habsettin, dedi.
Beni acıtmış olduğu hâlde, Rasûlullah'ın kucağımda bulunmasından dolayı bende ölüm (hareketsizliği) vardı. Sonra Peygamber uyandı, sabah namazı vakti de geldi. Etrafta su arandı, fakat su bulunamadı. Bunun üzerine "Ey îmân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başınıza meshedip her
iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb olduysanız boy ab-desti alın. Eğer hasta olmuşsanız yahud bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayakyolundan gelmişse yâhud da kadınlara dokunmuş-sanız ve bu hâlde su da bulamamışsanız, o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin, bunun için (niyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün..." âyeti indi. Bunun üzerine Useyd ibn Hudayr (R):
— Ey Ebâ Bekr ailesi, yemîn olsun ki, Allah sizin sebebinizle insanlara bereket vermiştir, sizler insanlar lehine muhakkak bir be-.reket olmuşsunuzdur, dedi [179].
103- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
Artık sm Rabb'inle beraber git! Bu suretle ikiniz harbedin! Biz muhakkak burada oturumlarız (Âyet: 24) [180].
131-.......(Buradaki iki senedde) Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: el-Mıkdâd ibnu'l-Esved, Bedir gününde:
— Yâ Rasûlallah! Biz Sana, İsrâîl oğulları'nın Mûsâ Peygamber'e ''Artık sen RabbHnle beraber git. Bu suretle ikiniz harbedin. Biz muhakkak burada oturucularız" dedikleri gibi demeyiz. Fakat biz Sana: "(Düşman üzerine) yürü, biz de Sen'inle beraberiz" deriz,, dedi.
Bu sözü ile Mıkdâd, Rasûlullah'tan bütün gamları giderdi.
Bu hadîsi Vekî' ibnu'l-Cerrâh da Sufyân es-Sevrî'den; o da Mu-hânk'tan; o da Târik ibn Şihâb'dan rivayet etti. Bunda: el-Mıkdâd, bu sözü Peygamber'e hitaben söyledi, ziyâdesi vardır [181].
104- Bâb:
"Allah'a ve Rasûlü'ne harb açanların, yeryüzünde fesâdçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yâhud elleriyle ayaklarının çapraz olarak kesilmesi yâhud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir..." (Âyet: 33).
Allah'a muharebe, O'na küfretmektir [182]
132-.......Abdullah ibn Avn tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Ebû Kılâbe'nin himayesinde bulunan Süleyman Ebû Recâ', Ebû Kı-lâbe'den tahdîs etti ki, Ebû Kılâbe, Umer ibnu'l-Abdilazîz'in sırtının arkasında oturuyordu. Huzuruna giren insanlar "Kasâme"yi zikrettiler. Umer, "Kasâme" hakkında istişare yapınca, ona "Kasâme"-nin şânmı zikredip:
— Biz kasâme hususunda kısasa kaail oluruz, senden önceki halîfeler de kısasla, yânî kaatilin öldürülmesiyle hükmetmişlerdir, dediler.
Bunun üzerine Umer ibnu'l-Abdüazîz, sırtının arka tarafında bulunan Ebû Kılâbe'ye döndü de:
— Sen ne dersin yâ Abdallah ibne Zeyd, yâhud da: Sen ne dersin yâ Ebâ Kılâbe? diye sordu.
Ben:
— İslâm'da evlendikten sonra zina etmiş yâhud bir nefis mukaa-bilinde olmaksızın bir insan öldürmüş yâhud da Allah'a ve Rasü-lü'ne harb açmış bir adamdan başka, hiçbir nefsin öldürülmesinin halâl olduğunu bilmiş değilim, dedim.
Bunun üzerine Anbese ibnu Saîd: Bize Enes ibn Mâlik şöyle şöyle (yânî Urenîler hadîsini) tahdîs etti, dedi.
Ebû Kılâbe şöyle dedi: Ben dedim ki: Bana da Enes tahdîs edip şöyle dedi: Bİr topluluk Peygamber'in huzuruna geldiler de (İslâm üzere bey'atlaştıktan sonra) kendisiyle kelâm edip konuştular. Akabinde:
— Bizler bu Medîne toprağını (yânî havasım) ağır bulduk, dediler.
Peygamber de:
— "Şunlar bize âid birtakım develerdir, (sadaka develeriyle beraber güdülmek için) çıkıyorlar, siz de bunlar içinde çıkın, bunların sütlerinden ve sidiklerinden için" buyurdu.
Bunun üzerine o kimseler, o deve sürüsü içinde çıkıp gittiler. Onların sidiklerinden ve sütlerinden içtiler ve eski sağlıklarına kavuştular. Çobanın üzerine hücum edip onu öldürdüler, develeri de sür'atle sürüp götürdüler. Artık bunlardan hangi şey geri bırakılır? Bunlar insan öldürdüler, Allah'a ve Rasûlü'ne harb açtılar, ve Allah'ın Ra-sûlü'nü endişelendirdiler.
Râvî Anbese, Ebû Kılâbe'den hayret ederek:
— Subhânallah, dedi.
Ebû Kılâbe şöyle dedi: Ben de Anbese'ye:
— Sen benim Enes'ten rivayet ettiğim hadîs hususunda beni itti-hâm mı ediyorsun? dedim.
Anbese de:
— (Hayır ittihâm etmiyorum, lâkin sen hadîsi gereği gibi getirdin.) Bize bunu Enes böyle tahdîs etti, dedi.
Ebû Kılâbe şöyle dedi: Ve Anbese:
— Yâ buranın ehli (yânî: Ey Şâm ehli)! Şübhesiz sizler, Allah içinizde bunu (yânî Ebû Kılâbe'yi) ve bunun benzeri olanları bıraktığı müddetçe muhakak hayırla beraber olmakta devam edeceksiniz! Dedi [183].
105- Yüce Allah'ın 'Bütün yaralar birbirine kısastır... (Âyet: 45) Kavli Babı [184]
133-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: er-Rubeyy' -ki o, Enes ibn Mâlik'in halasıdır- Ensâr'dan bir cariyenin ön dişini kırmıştı. Cariyenin kavmi er-Rubeyy'den kısas istediler. Akabinde (aralarında hüküm vermesi için) Peygamber'e geldiler. Peygamber (S) de kısas ile emretti. Bunun üzerine Enes ibnu Mâlik'in amcası olan Enes ibnu'n-Nadr:
— Hayır vallahi yâ Rasûlallah, er-Rubeyy'in ön dişi kırılmaz, dedi.
Rasûlullah da:
— "Yâ Enes! Allah'ın Kitabı kısastır" buyurdu.
Akabinde hakîkaten da'vâcı olan topluluk er-Rubeyy'den kısası terketmeye razı oldular da diyeti kabul ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Allah'ın kullarından öyle kimse vardır ki, o Allah'ayemîn etse, Allah onun yeminini muhakkak yerine getirir" buyurdu [185].
106- Bâb:
'Ey Rasûl, RabbHnden sana indirileni tebliğ et... (Âyet: 67).
134-.......Sufyân es-Sevrî, İsmâîl ibnu Ebî Hâlid'den; o da eş-
Şa'bî'den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) Mesrûk'a şöyle demiştir: Her kim sana Muhammed, kendisine indirilenlerden herhangi birşeyi sakladı (teblîğ etmedi) derse, muhakkak ki, o yalan söylemiştir. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: "Ey Rasûl, Rabb 'inden sana indirileni teblîğ et. Eğer yapmazsan A Hah yın Elçiliği yni teblîğ (ve îf â) etmiş olmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şübhesiz ki, Allah kâfirler güruhunu muvaffak etmez* [186].
107- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'Allah sizi yemînlerinizdeki lağvdan dolayı sorumlu " (Âyet: 88) [187].
135-.......Hişâm ibn Urve, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den lahdîs etti ki, Âişe (R): Şu "Allah sizi yemînlerinizdeki lâğvdan dolayı sorumlu tutmaz..." âyeti insanın "Hayır vallahi, evet vallahi" sözü hakkında indi, demiştir.
136-....... Hişâm ibn Urve şöyle demiştir: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe'den haber verdi ki, Âişe'nin babası Ebû Bekr, Allah yemîn keffâreti âyetini indirinceye kadar hiçbir yemînde döneklik etmezdi. Ebû Bekr: Ben edilen yeminin zıddını, ondan daha hayırlı görürsem, muhakkak Allah'ın verdiği ruhsatı kabul eder, o hayırlı işi yaparım, demiştir [188].
108- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'Ey îmân edenler, Allahhn size halâl ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram kılmayın..." (Âyet: 87) [189].
137-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'in beraberinde gazveye giderdik. Bizim yanımızda kadınlar bulunmazdı. (Cinsî münâsebete şiddetle ihtiyâç duyardık.) Bu durumda biz:
— Erkeklik yumurtalarımızı çıkartıp hadım olalım mı? diye sorduk.
Peygamber bizi hadım olmaktan nehyetti. Bundan sonra bize (belli bir müddete kadar) elbise (ve benzeri bir ücret) mukaabilinde kadın eş almamıza ruhsat verdi.
(Râvî Kays ibn Ebî Hazım dedi ki:) Bundan sonra Abdullah ibn Mes'ûd şu âyeti okudu: "Ey imân edenler, Allah'ın size halâl ettiği o en temiz şeyleri (nefsinize) haram kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez'*) [190].
109- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Ey îmân edenler, içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytânın amelinden birer murdardır. Onun için ı bunlardan kaçının ki, muradınıza eresiniz" (Âyet: 90) [191].
Ve İbn Abbâs: "el-Ezlâm", (Câhiliye Arabları'nın) ; mühim işlerde kendisiyle fal açıp kısmet istemekte oldukları yelesiz oklardır. "en-Nusub" ise müşriklerin ihtiram için diktikleri birtakım dikili taşlardır ki, yanlarında kurban keserler (kanları bu taşlara sürerlerdi), demiştir.
İbn Abbâs'tan başkası da:
"ez-Zelem", henüz yele geçirilmemiş oktur, bu "el-Ezlâm"ın tekilidir. (Yele geçirilirse ona "Sehm" denir.) "el-İstiksâm", fal oklarını falcının torba içinde döndürmesidir. Eğer ok (çekildiğinde, "Rabb'im beni nehyetti" çıkmak suretiyle) o işi nehyederse, kişi o işi terkeder; ("Rabb'im bana emretti" çıkmak suretiyle) o işi emrederse, okun emrettiği işi yapar. "Yucîlu", "Döndürür" demektir. O fâl oklarına, kısmetini istemekte oldukları çeşitli işlerin adlarını üzerlerine yazıp, birçok alâmetlerle alâmet ve nişan yaparlardı. (Kısmet isteme falı çektiğini haber vermek isteyen kişi) "Faaltu minhu( = Ben bundan yaptım)" yerine "Kasemtu" der. "Kusûm" da (üç harfli ve "Kendisinden haber vermek" demek olan) masdardır [192].
138-.......İbn Umer (R): Şarâbın haram kılınması indi. O gün(yânî haram kılınmasından önce) Medine'de beş çeşit içki vardı, bunlar arasında üzüm şarâbı yoktu, demiştir.
139-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle dedi: (İçkinin haram kılındığı sırada) bizde "Fadîh" ismini vermekte olduğumuz (hurma koruğundan ateşte kaynatılmadan yapılan) içkiden başka hiçbir haram yoktu. O gün ben ayakta (babalığım Ebû Talha'mn evinde) Ebû Tal-ha ile Fulân ve Fulân kişilere fadîh içkisi dağıtıyordum. O sırada hemen birisi geldi ve:
— Haber size ulaştı mı? dedi. Mecliste bulunanlar:
— Ne haberi? diye sordular.
O da:
— Hamr (yânî içki) haram kılındı, dedi.
Meclistekiler bana:
— Yâ Enes! Şarâb testilerini dök! diye emrettiler. (Ben de emirlerini yerine getirdim.)
Enes dedi ki: Bu bir adamın sözü üzerine mecliste bulunanlar
râbın nasıl ve ne zaman haram kılındığını araştırıp soruşturmadılar (buna lüzum görmediler) ve o adamın haberinden sonra bir daha dönüp şarâb içmediler.
140-....... Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Birtakım insanlar Uhud harbi gecesi sabaha kadar hamr içmişlerdi. O gün bunların hepsi şehîd olarak öldürüldüler. Bu, şarâbın haram kılınmasından önce idi [193].
141-.......İbn Umer şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb'dan işittim, Peygamber'in minberi üzerinde hutbe yaparken şöyle diyordu:
— Amma ba'du: Ey insanlar, şu muhakkak ki, hamrm haram kılınması emri inmiştir. Hamr beş şeyden yapılır: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan, arpadan. Hamr, aklı örten (düşünmeyi gideren) her içkidir! [194].
110- Bâb:
"imân edip de güzel güzel amellerde bulunanlar, (bundan sonra haramlardan) sakındıkları, îmânlarında
sebat ile iyi iyi işlere devam ettikleri, sonra dâima sakınıp iyice inandıkları ve yine sakınmakta devam ve
ısrar ile güzel işlerle uğraştıkları takdirde (Haram kılınmazdan önce) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur. Allah, iyi ve güzel hareket eden muhsinleri Sever" (Âyet: 93).
142-.......Bize Sabit el-Bunânî, Enes(R)'ten tahdîs etti (ki şöyle demiştir): "Fadîh" denilen şu hurma şarâbının döküldüğü gün; -(Buhârî dedi ki:) Ve bana Muhammed (ibn Selâm el-Beykendî), Ebu'n-Nu'mân'dan rivayetinde şunu ziyâde etti:- Eries dedi ki: Ben o gün Ebû Talha'nın evinde içki içmekte olan bir topluluğa sâkîlik ediyordum. Hamrın haram kılındığı hakkındaki kelâm indi. Rasûlullah bir nidâcıya emredip i'lân ettirdi. Bu sesi işitince Ebû Talha bana:
— Çık bak, bu ses nedir? dedi.
Enes dedi ki: Ben de çıktım, sonra dönüp:
— O nidâcı: Ey mü'minler! Biliniz ki, şarâb haram kılınmıştır! diye nida edip i'lân ediyor, dedim.
Bunun üzerine Ebû Talha bana:
— Haydi git, o şarâbı dök! dedi.
Enes dedi ki: (Döktüm, herkes de evindeki şarâbını döktü.) Me-dîne sokaklarında su gibi şarâb aktı.
Enes dedi ki: O zaman Medîneliler'm hamrı "Fadîh" idi. Bu sırada halktan bâzı kimseler:
— (Uhud günü mücâhidlerden) bir topluluk, karınlarında şarâb olduğu hâlde öldürüldüler (bunlar ne olacak)? dediler.
Enes dedi ki: Bunun üzerine Allah: "îmân edip de iyi işler yaparak Ölenlerin üzerine, daha evvel tattıkları şeyler hususunda günâh yoktur... " âyetini indirdi [195].
111- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
Ey îmân edenler, size açıklanırsa fenanıza gidecek şeyleri sormayın..." (Âyet: ıoı>.
143-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Rasûlullah (S) bir hutbe yaptı ki, ben Rasûlullah'ın o hutbesi kadar te'-sîrli bir hutbe hiç işitmedim. O hutbesinde Rasûlullah:
— "(Ey sahâbîlerim!) Eğer benim bilmekte olduğum şeyleri sizler bilir olaydınız, muhakkak az gülerdiniz ve hiç şübhesiz çok ağlardınız" buyurdu.
Enes dedi ki: Bu hitabe üzerine Rasûlullah'ın sahâbîleri yüzlerini elbiseleriyle örttüler; onlar, içten gelen bir inleme ile ağlıyorlardı.
Bu sırada birisi:
— Yâ Rasûlallah, benim babam kimdir? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Baban Fulân kimsedir" diye cevâb verdi.
Bunun akabinde şu "Ey îmân edenler, size açıklanırsa fenanıza gidecek şeyleri sormayın..." âyeti indi.
Bu hadîsi Nadr ibnu Şumeyl ile Ravh ibn Ubâde de Şu'be'den rivayet etmişlerdir [196].
144-.......îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir topluluk Rasûlullah'a saygısızca ehemmiyetsiz şeyler sorarlardı. Bir kimse:
— Babam kimdir? der, diğer biri de devesini kaybettiğini söyleyip:
— Devem nerede? der idi.
Bunun üzerine Allah o kimseler hakkında şu âyeti indirdi: "Ey îmân edenler, açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur 'ân indirilirken onları sorarsanız, size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onlan af/etmiştir. Allah çok mağfiret edicidir, cezada da aceleci değildir" (Âyetrioi) [197].
112- Şu Kelâmfln Tefsiri) Babı:
"Allah ne Bahiri dan, ne Sâibe'den, ne Vasilerden, ne de Hâm'dan hiçbirini meşru' kılmamıştır... " (Âyet: 103)
ve "İz kaale'Mhu (= Allah dedi)", "Allah der" ma'nâsınadır. "İz kaale'ttâhu" kelâmı da "Kaalellâhu" demektir. Buradaki "İz" sıladır, yânî fazladan gelmiştir. "el-Mâide", faile vezninde ise de, bunun aslı mefüle veznidir ki, "Mâide", "Menyûde ( = Hazırlanmış sofra)" ma'nâsınadır.
"lyşetin râdiyetin" ve "Tutlîkatin bâinetin" ta'bîrlerinde olduğu gibi. (Lügat yönünden) ma'nâsı: Onu hayırdan, yânî yiyecek olarak sahibi hazırladı, demektir. (İştikaak yönünden de) "Madenî yemîdunî" denilir ki: "Benim için yiyecek kazandı, hazırladı" demektir.
Ve İbn Abbâs: "Seni vefat ettireceğim", "Seni öldüreceğim" ma'nâsınadır, demiştir '" [198].
145-.......Saîd ibnu'I-Müseyyeb şöyle demiştir: "el-Bahîra", sütü tâğûtlara âid olmak üzere, sütünden insanların faydalanması men' olunan devedir ki, artık onun sütünü hiçbir insan sağmaz. t(es-Sâibe" ise Câhiliyet Arabları'nın taptıkları putlara adamakta olup serbest salıverdikleri, üzerine hiçbir yük yükletilmeyen devedir.
Yine Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Ebû Hureyre (R) de dedi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
— "Ben (kusûf namazı kılarken) cehennemde Amr ibnu Âmir el-Huzâî'yi kendi bağırsaklarım ateş içinde sürükler hâlde gördüm. Çünkü o, develeri salma adak yapanların ilki (yânî önderi) idi."
Yine Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: "el-Vasîle" o genç devedir ki, deve yavrularının ilkinde dişi doğurmakla başlar. Sonra bunun ardından ikinci dişiyi doğurur. İşte Arablar, iki dişiden birini aralarında hiç erkek olmadan diğer dişiye ulayıp eklediğinden dolayı, böyle deveyi tâğûtlan için adayıp serbest kılarak salı verirlerdi, "el-Hâm" ise, dişi deveyi birçok sayıda aşıp dölleyen, develerin puhûru, yânî döl hayvanıdır ki, bu döllemelerini bitirdiği zaman Arablar, bunu tâğûtlan için terkederler ve onu yük taşımaktan affedip, artık üzerine hiçbir yük yüklenmez olur. işte böyle salıverilmiş yaşlı puhûr deveye "el-Hâmî (= Sırtını yükten koruyan)" diye isim verirler.
Ebû'l-Yemân el-Hakem ibn Nâfi' şöyle dedi: Bize Şuayb ibn Ebî Hamza haber verdi ki, ez-Zuhrî: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, o bu ta'rîfleri haber veriyordu, dedi. Saîd ibnu'l-Müseyyeb dedi ki: Yine Ebû Hureyre: Ben Peygamber'den bu ta'rîflerin benzerini işittim, dedim.
Bu hadîsi İbnu'1-Hâd, İbnu Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müsey-yeb'den; o da Ebû Hureyre'den rivayet etti ki, Ebû Hureyre (R): Ben, Peygamber(S)'den işittim, demiştir [199].
146-.......Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "(Ben husuf namazında) cehennemi de gördüm, onun bâzısı bâzısını (şiddetli hararetle) kırıp yiyordu. Ben Amr ibn Luhayy'ı da kendi bağırsaklarını çekip sürükler hâlde gördüm. Çünkü bu Amr, (putlar adına) develeri adak olarak salıverenlerin ilkidir" [200].
113- Bâb:
“... Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni vefat ettirip içlerinden
alınca, üstlerinde görüp gözetici yalnız Sen oldun. Zâten Sen herşeye hakkıyle şâhidsin" (Âyet: 117).
147-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir hutbe yaptı da:
— "Ey insanlar! Şübhesiz sizler (kıyamet gününde) Allah 'in huzuruna yalınayaktılar, çıplaklar ve erlik yerleriniz sünnetsiz olarak toplanacaksınız" buyurdu.
Bundan sonra şu âyeti okudu: "(O günü biz göğü, kitâblann sa-Mfesini dürüp büker gibi düreceğiz.) tik yaratışa nasıl başladıksa, üzerimize hakk bir va 'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler
biziz'* (el-Enbiyâ:lO4).
Ve şöyle devam etti:
— "Kıyamet günü yaratıklardan ilk elbise giydirilecek olan kişi îbrâhîm 'dir. Dikkat edin! Şu muhakkak ki, o gün ümmetimden birtakım adamlar getirilir de onlar tutulup sol tarafa götürülürler. Ben hemen; Yâ Rabb! Onlar benim sahâbîlerimdir, derim. Bana: Şübhesiz sen, onların senin ardından dînde ne bid'atler çıkardıklarını bilmiyorsun, denilir. Buna cevaben ben de, Allah'ın sâlih kulunun (Meryem oğlu îsâ'nm) dediği gibi söylerim: Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni vefat ettirip içlerinden alınca, üstlerine görüp gözetici yalnız Sen oldun... derim. Yine bana: Şübhesiz bunlar, sen kendilerinden ayrıldığından
beri ökçeleri üzerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir, denilir" [201].
114- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki, onlar Senin kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen, şübhesiz
Sen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Âyet: 118).
148-.......Saîd ibn Cubeyr, İbn Abbâs'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yine kıyamet günü birtakım insanlar yakalanıp sol tarafa sevkedilirler. Ben de, sâlih kul Meryem oğlu isa'nın dediği gibi derim: Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni vefat ettirip içlerinden alınca, üstlerinde görüp gözetici yalnız Sen oldun. Zâten Sen herşeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki onlar Senin kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakîkaten Sen'sin Sen" [202].
6- el-En'âm Sûresi
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle İbn Abbâs şöyle demiştir:
"Sonra onların fitnesi,.. " (Âyet: 23) "Onların ma'zireti" demektir; "Ma'rûşât ( = Çardaklanmışlar)", (Âyet: 145) üzümden ve başkasından çardak yapılan meyveler; "Hamûleten( = Yük taşıyacak)" (Âyet: i42), üzerine yük yükletilip taşınan hayvanlar; "Ve le-lebesnâ... " (Âyet: 9):
"Ve onları elbette düşmekte oldukları şübheye düşürürdük"; "Yen'evne anhu.." (Âyet: 26), (Onlar hem insanları bundan vazgeçirmeye çalışır) hem kendileri ondan uzaklaşırlar"; "Ve tubselu... " (Âyet: 7i) "Ayıbı ortaya çıkarılır, rezîl edilir"; "Ubsilû" (Âyet: 70), "Rezîl ve rüsvây edildiler"; "Bâsıtû eydihim" (Âyet: 93), "Melekler ellerini uzatırlar"; "el-Bast", "Dövmektir.
"isteksertum" (Âyet: 128), "Ey cinn cemâati, insanlardan birçoğunu saptırdınız"; "Mimmâ zeree mine'l-harsi" (Âyet: 136), "Onlar meyvelerinden ve mallarından Allah için bir hisse, şeytân ve putlar için de bir hisse ayırdılar"; "Ekinneten" (Âyet: 25): Tekili "Kinân ( = Perde, kılıf)"dır; "Amma iştemelet aleyhi.. " (Âyet: 142143),
"Yoksa bu iki dişinin rahimlerini bürüdüğü yavruları mı haram etti?", yânî: Rahimler erkek yâhud dişi yavrudan başkasını bürür mü? Öyleyse niçin bâzısını haram kılıyor, bâzısını halâl kılıyorsunuz? "Demen mesfûhan" (Âyet: 145), "Dökülmüş kan"; "Sadefe" (Âyet: 156), "Yüz çevirdi"; "Ublisû" (Âyet: 44), "Ümîdsiz oldular"; "Ve ublisû" (Âyet: no), "Helake teslim edildiler"; "Sermeden" (ei-Kasas: 7i) "Fasılasız, devamlı" (bunu burada "Geceyi bir sükûn kıldı" kavli münâsebetiyle zikretti, denildi).
"îstehvethu" (Âyet: 71) "Şeytânlar onu saptırıp şaşkın hâlde çöle düşürmek istediler"; "Yemterûn" (Âyet: 2),
"Şübhe ederler (sonra da sizler yeniden diriltilme hakkında şübhe edersiniz)"; "Vakrun" (Âyet: 25),
"Sağırlık" (Kulaklarının içine de sağırlık koyduk); "el-Vikru" ise, o "Yük"tür; "Esâtiru", (Âyet: 25) tekili
"Ustûre" ve "İstâre"dir, bu da "Turrehât", yânî bâtıllar ve faydadan boş sözler, masallar demektir; "e/-Be'sâu" (Âyet: 42), "Şiddet" ma'nâsına olan "el-Be's"ten de zarar, kötü hâl ve fakirlik ma'nâsına olan "el- BuV'tan da olabilir; "Cehreten" (Âyet: 42), göz görüşü ile açıktan açığa demektir; (Sâd harfiyle) "es-Suveru",
(Âyet: 72) "Sûret"in cem'idir, sîn ile "Sûre"nin cem'i "Suver" olduğu gibi; "Melekût" (Âyet: 75), "Mülk" demektir. "Rahabût hayrun nün rahamût (= Korkmak merhamet edilmekten hayırlıdır)" meseli veznindedir.
Sen "Turhabu hayrun min en turhame" dersin ki, "Sana dâima korkmak ve endişeli olmak haleti, rahmet ve şefkat edilme mevkiinde olmak haletinden hayırlıdır", demektir (Kaamûs Ter.)
"Cenne aleyhi" (Âyet: 76), "Üstünü karanlık bürüyüp örttü"; "Taâlâ" (Âyet: 100) "Çok yüce"dir; "Ve in ta'dü"
(Âyet: 70), "O nefis fidye denkleştirip verse bu kıyamet gününde ondan kabul edilmez"; "Husbânı" (Âyet: 91)
Allah'a âiddir denilir ki, "Hesabını görmek" demektir; bir de "Husbân", mermiler'e ve şeytânlara atılan taşlarca denilir. "Mustakarrun" (Âyet: 98) "Karar yeri sulbde", "Mustevdâ"' (Âyet: 98) "Emânet yeri" de rahimdedir;
"el-Kınvu" (Âyet: 99), hurma salkımıdır, ikisi "Kınvânı", cem'i de yine "Kınvânun"dur; "Sınvan" ve "Sinvânun"
gibi [203].
115- Bâb:
'Gaybzn anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez..." (Âyet: 59) [204].
149-.......Bize İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah'tan; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Gaybın anahtarları beştir: O saatin ilmişübhesiz ki, Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (takdir edilen vakitte ve yerde) O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şübhesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden haberdârdır [205]
116- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"De ki: O size üstünüzden, yâhud ayaklarınızın altından bir azâb göndermeye veya sizi birbirinize katıp kiminizden kiminin hıncını tattırmaya kaadirdir..." (Âyet: 65).
"Yelbisekum", "İltibâs"tan "Sizi karıştırır" manasınadır. "Yelbisû", "Yahhtû", yânî "Karıştırırlar", "Şıyâan", "(Birbirine muhalif) fırkalar yapar" demektir.
150-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Şu "De ki: O size üstünüzden bir azâb göndermeye kaadirdir" âyeti indiği zaman Rasûhıllah (S) -bunun bu birinci cümlesi akabinde- "(Rabb'im) Senin kerîm vechine (yânî zâtına) sığınırım" dedi.
Râvî dedi ki: "Yâhud ayaklarınızın altından bir azâb gönder