Allah
Nurdur.
Bir büyük
evliya şöyle anlatmıştır:
Nûr:
Âlemleri nûrlandıran.
Nûr, Allah-u
Teâlâ'nın zâhir ism-i şerifi ile tecelli etmesidir. Varlıklar O Nûr'un tecellisi
ile vücud bulmuştur. O'ndan başka ne vücud var, ne de
mevcut...
"Allah
göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr:
35)
"Gökler ve
yer"
ibaresi Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Kâinat" için kullanılmaktadır.
Dolayısıyla Âyet-i kerime'nin mânâsı "Allah bütün kâinatın nûrudur."
demektir.
Gökleri
meleklerle ve parlak yıldızlarla, yeri de kendi dostları olan nebilerle
velilerle aydınlatan, nûrlandıran O'dur.
Nitekim
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem'ini "Sirâcen münîrâ
= Nûr saçan kandil" olarak vasıflandırmıştır. (Ahzâb:
46)
Allah-u Teâlâ
Zât-ı akdes'ine Nûr ismini vermiş, Kitab-ı kerim'ini ve Resul-i Ekrem'ini nûr
kılmış, mahlukatı ile kendisi arasına bu nûr ile perde
çekmiştir.
Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir niyazlarında:
"Hamd sana
mahsustur. Sen göklerin, yerin ve bunlarda bulunan her şeyin
nûrusun!" buyurmuştur.
(Buhari)
Bütün kâinat
cesettir, perdedir, elbiseden ibarettir. Kudret ve kuvvet sahibi ve yegane
yaratıcı olan Hazret-i Allah mevcudatı yarattı ve bu perdede nakşetti. Her
zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. Öyle bir nakkaş, öyle bir yaratıcı ki
dünyanın bütün bilginleri bir araya toplansa, yarattığı bir zerrenin karşısında
aciz kalırlar.
İşte Allah
budur.
O kâinatın
perdesini öyle varlıklarla süsledi ki... Ey insan! Sen de o perdedesin, sen de o
varlıkların içindesin ve o perdenin üzerindesin. Zira ilk yaratılışın da
topraktandır. Seni bitki biter gibi bitirdi.
O seni kerih
bir sudan yarattı. Bir zamanlar ana rahminde üç ayrı karanlık içindeydin. Seni
sudan, ısıdan ve ışıktan O koruyordu. Sonra suret verip ana karnından
çıkardı.
Seni mükerrem
yaptı. En güzel surette süsleyip donattı. En nefis nimetlerle merzuk etti. Bütün
kâinâtı sana musahhar kıldı.
Ey mağrur,
zalim ve cahil insan! O seni topraktan yarattı. Toprağın üzerinde geziyorsun.
Senden evvel göçenlerin yüzüne, gözüne basa basa gidiyorsun. Yine bizi toprağa
iade edecek.
"Güldüren
de O'dur, ağlatan da O'dur.
Öldüren de
O'dur, dirilten de O'dur." (Necm:
43-44)
Oysa her
varlık "Ol!" demekle var oldu ve varlık sahnesinde görülmeye başladı.
Dilediği zaman her şeyi yok edecek.
Yaratılmış
hiçbir şey Allah değildir. Herşey "Ol!" emriyle husule
gelmiştir.
Yaratıyor, bu
sahneye koyuyor, imtihan ediyor.
Gün gelecek bu
uçsuz bucaksız nimetlerin her zerresinden hesap soracak. Fakat insan O'nu
bilemedi, tanıyamadı.
O Ehad'dır.
O'ndan başka Allah yoktur. Vücud O, mevcud O. Bütün canlıların yaratılışı vücud
nûrunun zerrelerinin zuhur mahallidir. İnsan bunu bir türlü bilemedi ve
kavrayamadı, Hazret-i Allah'tan kendisini ayrı sandı. Dünya perdesinde O'nunla
mevcud olduğunu bilemedi. O ise Samed'dir. Kâinâtı O yarattı, üzerini O donattı.
Sen de O'nun esrarı ile perdede görünüyorsun. Yer, gök, cemadat, nebatat,
hayvanat... her şey O'na muhtaç. Her şey O'na muhtaç olduğunu biliyor, O'na
tesbihini yapıyor. O'nun büyüklüğünü biliyor ve anıyor.
Allah-u Teâlâ
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Hiçbir şey
yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini
anlamazsınız." (İsrâ:
44)
Allah-u Teâlâ
göklerin ve yerin nûrudur.
__
Yine bir büyük
evliya nur süresinin 35. Ayetini şöyle tefsir
etmiştir.
"Allah
Göklerin ve Yerin
Nûrudur"
Allah-u
Teâlâ Nûr Sûre-i şerif'inin 35. Âyet-i kerime'sinde şöyle
buyuruyor:
"Allah
göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil
gibidir. O kandil billur bir cam içindedir. O billur cam ise sanki inci gibi
parlayan bir yıldızdır. Ki, ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin
ağacından (onun yağından) yakılır. Ateş dokunmasa bile onun yağı ışık verir. Nûr
üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur. Allah insanlara böyle
misaller verir. Ve Allah her şeyi hakkıyla bilir."
(Nûr: 35)
Nûr,
Allah-u Teâlâ'nın Zâhir İsm-i şerif'inin tecelli etmesidir. Varlıklar o
Nûr'un tecellisi ile vücud bulmuştur. Bütün âlemleri meydana koyan,
mükevvenâtı gösteren, hakikati bildiren O'dur.
Şu
gördüğün bütün bu âlem bir tabla veya bir tepsiden ibarettir. Ve fakat senin
bildiğin tepsi ya tenekedir, ya da billurdur. Allah-u Teâlâ'nın tepsisi ise
nurdur.
"Gökler
ve yer" ibaresi
Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Kâinat" için kullanılmaktadır. Dolayısıyla
Âyet-i kerime'nin mânâsı "Allah bütün kâinatın nûrudur."
demektir.
Gökleri
meleklerle ve parlak yıldızlarla, yeri de kendi dostları olan nebilerle
velilerle aydınlatan, nûrlandıran O'dur.
Nitekim
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem'ini "Sirâcen
münîrâ=Nûr saçan kandil" olarak vasıflandırmıştır. (Ahzâb:
46)
İbn-i
Mesud -radiyallahu anh- şöyle buyurur:
"Rabb'inizin
katında ne gece ne gündüz vardır. Göklerin ve yerin nûru, O'nun zâtının
nûrudur."
Gökleri
ve yeryüzünü aydınlatan nûrun hayret verici vasıflarının temsili
şudur:
"O'nun
nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir." (Nûr:
35)
Burada
Allah-u Teâlâ'nın nûru, içinde lâmba bulunan bir kandile
benzetilmektedir.
Mümin-i
kâmil'in kalbi Allah-u Teâlâ'nın hidayeti ile
nûrlanmıştır:
"O
kandil billur bir cam içindedir." (Nûr:
35)
Billur
cam, kudsi ruhtur.
Ruhaniyet,
dünyada da kabirde de mahşerde de, onunla beraber
haşrolunur.
"O
billur cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır." (Nûr:
35)
Öyle
bir güzellikte ve parlaklıktadır ki bu güzelliği temsil için inciye
benzetilmiştir. Çünkü burada nûr üstüne nûr olmuş, yeryüzünün yıldızları
olmuştur.
Bu
cam berraklık ve güzellik hususunda parıl parıl parlayan yıldızı andırmakta;
yıldız da parlaklık, berraklık ve güzellikte inciye benzemektedir. Küçük cam,
büyük bir yıldız haline dönüşüyor.
"Ki,
ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin ağacından (onun yağından)
yakılır." (Nûr:
35)
O
ağaç, Allah-u Teâlâ'nın sevdiği seçtiği kendisine çektiği kullardır. O
muhabbetullah ile yanar, onun yağı feyzi ilâhiyedir. O nûr o feyz-i ilâhi
sebebiyle hiçbir şey söylemese bile hâl ile beşeriyetin numunesi ve imtisali
olduğu için nûr saçar. Bu beyanlarımız Allah-u Teâlâ'nın Habib-i Ekrem'inin
yüzüsuyu hürmetine vekillerine bahşettiği lütuflardır.
"Ateş
dokunmasa bile onun yağı ışık verir." (Nûr:
35)
Öyle
aydınlık ki, yağın kendisi yanmadan bile ortalığı aydınlatacak
durumda.
Allah-u
Teâlâ'nın bu kulları hakkında Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerde bir çok
beyanlar bulunmaktadır.
Nitekim
bir Âyet-i kerime'de:
"Allah
bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb'inden verilen bir nûr
üzerindedir." buyuruluyor.
(Zümer: 22)
Bu
nûru Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'i ile
beyan ediyor:
"Mü'min-i
kâmil'in ferasetinden korkunuz. Çünkü o Azîz ve Celîl olan Allah'ın nûru ile
bakar." (Münâvî)
Bunlar
vâris-i enbiya oldukları içindir ki, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin
tecelliyatına mazhar olmuşlardır. Yani bildirdiği kadar bilir, gösterdiği kadar
görür. Hakk'ta fani olduğu zaman bunlar husule gelir.
Cenâb-ı
Hakk'ı görür kendisini görmez, zira âyân-ı sâbite ile Hakk'ı tesbih eder,
O'nunla ibadet eder.
Azamet-i
ilâhî'nin karşısında bir zerre olarak Allah-u Teâlâ'ya ibadet, taat ve secdesini
yapar.
"Kulhüvallahü
Ehad" dediği
zaman azamet-i ilâhi'yi görür. "Allahüssamed" yarattığı varlıkların O'na
muhtaç olduğunu bilir.
Bu
esrar-ı ilâhiye ne zaman tecelli eder ki âyân-ı sâbite bütün "âyân-ı
sâbite"lerin Hazret-i Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu görür? Ve herşeyin Hakk
ile kaim olduğunu gördüğü zaman Âyet'ül-kürsi'nin sırrına mazhar
olur.
Fatiha-i
şerif'te "Elhamdülillâhi, Rabb'il âlemin" derken bu sırra mazhardır. Bu
ise ancak Hazret-i Allah'ın boyası ile boyandığı zaman husule
gelir.
"Allah'ın
boyası ile boyanın! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?"
(Bakara:
138)
Bir
zerre olarak Hakk ile Hakk'ı tesbih eder. Ruh Cenâb-ı Hakk'ın lütuf
tecelliyatıyla nûrlanır, nefsi ruha tâbidir. O da nûrlanmış olur, dolayısıyla
vücudu da nûrlanır. Bunların hepsi husule geldiği zaman "Sirâcen münîrâ"
olur. Her tecelliyat-ı ilâhi ile "Nûrun alâ nûr" olur. O artık Hakk
iledir. En hoşlandığı şey Hazret-i Allah'ın hükmü olur. Onlarda arzu yaşamaz.
Hayat ve vefat arasında hiç fark olmaz. Çıkacak hükm-ü ilâhî'ye peşinen teslim
olmuşlardır. Bu onlara ihsan edilen lütuflardır. Hazret-i Allah'a ram olmuştur.
Bütün iradesini Hazret-i Allah'a teslim etmiştir.
Nur Hakkında
Kuranı Kerimde Geçen Tüm ayeti kerimeler:
Onların
(münafıkların) hali, karanlık bir gecede ateş yakan kimsenin durumuna benzer.
Ki, ateş tam onların çevresini aydınlatmışken, Allah
onların nurlarını giderir ve onları
karanlıklar içinde bırakır. Onlar artık hiçbir şeyi göremez
olurlar.(Bakara:17).
Allah iman
edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır. İnkâr edip
kâfir olanların dostları ise Tağut’tur. Onları nurdan alıp
karanlıklara götürür. İşte onlar
cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır.
(Bakara:257).
Eğer seni yalanladılarsa, senden önce
apaçık deliller, sahifeler ve nur saçan kitap getiren peygamberler de
yalanlanmıştı. (Ali
imran:184).
Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin
bir delil geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik.
(Nisa:174).
Ey ehl-i kitap! Size Resul’ümüz geldi.
Kitap’tan gizleyip durduğunuz şeylerin bir çoğunu size açıklıyor, bir çoğundan
da geçiyor. Gerçekten size
Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap
geldi. (Maide:15).
Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı
olarak Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi
olanlara onunla
hükmederlerdi.
Rabbânîler (Rabbe kul olanlar) ve Ahbar (bilginler) de Allah’ın kitabını
korumaları kendilerinden istendiği için onunla
(hükmederlerdi).
Hepsi de ona (Tevrat’a) şâhit idiler. O halde insanlardan korkmayın, benden
korkun. Âyetlerimi değersiz olan şeylerle
değiştirmeyin. Kim Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.
(Maide:44).
Onlar Allah’ı
lâyıkıyle bilip takdir edemediler. Çünkü: “Allah hiçbir beşere bir şey
indirmedi.” dediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet
olarak getirdiği
Tevrat’ı kim indirdi? Siz onu parça parça kağıtlar haline getirip, işinize
geleni açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de
atalarınızın da
bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir.” Resul’üm! Sen “Allah!” de,
sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynaya
dursunlar.
(Enam:91).
Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona
insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde
kalıp ondan hiç çıkamayan
kimse gibi olur mu hiç? Kâfirlere
yaptıkları böylece süslü gösterilmiştir.
(Enam:122).
Onlar ki
yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmî
Peygamber’e uyarlar. O Peygamber kendilerine iyiliği emreder,
kötülükten men
eder. Onlara temiz şeyleri helâl, çirkin şeyleri de haram kılar. Onların ağır
yüklerini, sırtlarındaki zinciri kaldırıp atar. İşte o
Peygamber’e
inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura
uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete
erenlerdir.
(Araf:157).
Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan
korkar, takvâ sahibi olursanız, O size furkan (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir
mârifet, bir nur) verir.
Kötülüklerinizi örter ve sizi
bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.
(Enfal:29).
Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip
söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu mutlaka
tamamlayacaktır.
(Tevbe:32).
Güneşi ışık, ay’ı nur yapan, yılların
sayısını ve hesabı bilmeniz için aya menziller (konak yerleri) tayin eden O’dur.
Allah bunları ancak hak ile
yaratmıştır. O, bilen bir topluluk
için âyetlerini birer birer açıklar. (Yunus:5).
. Allah göklerin
ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir.
O kandil billur bir cam içindedir. O billur cam ise
sanki inci gibi
parlayan bir yıldızdır. Ki, ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin
ağacından (onun yağından) yakılır. Ateş
dokunmasa bile
onun yağı ışık verir. Nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna
kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Ve Allah her
şeyi hakkıyla bilir. (Nur:35).
Veya engin bir denizdeki yoğun
karanlıklar gibidir. Onu üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar
örter. Karanlıklar üstünde karanlıklar...
İnsan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse
onu dahi göremez. Allah kime nur vermemişse onun nuru yoktur.
(Nur:40).
Gökte burçlar yaratan, orada ışık
saçan güneşi ve nurlu ay’ı vâreden Allah, yüceler yücesidir.
(Furkan:61).
Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur
saçan bir kandil olarak.
(Ahzab:46).
Şayet seni
yalanlarlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlara açık
delillerle, sayfalarla ve nurlu bir kitap ile
gelmişlerdi.
(Fatır:25).
Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık
için açarsa, o Rabbinden verilen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah'ı
zikretmeye kaskatı olan
kimselere ise yazıklar olsun! Onlar
apaçık dalâlet içindedirler.
(Zümer:22).
Mahşer yeri Rabbinin nuru ile aydınlanır.
Kitap konulur. Peygamberler ve şâhitler getirilir. Sonra aralarında hak ve
adaletle hükmolunur ve onlar
aslâ haksızlığa uğratılmazlar.
(Zümer:69).
İşte böylece sana da emrimizden bir ruh
(Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin. Fakat biz
onu (Kur'an'ı) bir nur
yaptık. Kullarımızdan dilediğimizi
onunla doğru yola iletiriz. Şüphesiz ki sen doğru yolu
göstermektesin.
(Şura:52).
Bu (Kur'an) insanların kalp gözlerini
açacak bir nur, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve
rahmettir.
(Casiye:20).
O gün ki, erkek
münâfıklarla kadın münâfıklar, iman edenlere: ‘Bize bakınız, nurunuzdan alalım!'
diyeceklerdir. Onlara: ‘Dönün ardınıza da bir nur
arayın!' denilir. Nihayet onların
arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapalı bir sur
çekilir.
(Hadid:13).
Allah'a ve
peygamberlerine iman edenler, işte onlar Rableri katında sıddîklar ve
şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. Kâfir olup da
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,
işte onlar da cehennem halkıdırlar. (Hadid:19).
Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve Peygamber'e inanın ki; size rahmetini iki kat versin,
ışığında yürüyeceğiniz bir nur ihsan etsin ve sizi
bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır,
çok merhametlidir.
(Hadid:28).
Ey iman edenler!
Yürekten samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin
kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan
cennetlere koyar.
O gün Allah Peygamber'i ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmeyecek,
utandırmayacak. Nurları önlerinde ve
sağlarında koşup parlayacak. Derler
ki: "Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen her şeye
kâdirsin."
(Tahrim:8).
"Onların içinde ay'ı bir nur yapmış,
güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır."
(Nur:16).
Nur kelimesi geçen
tüm hadisi şerifler:
"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Cibril (aleyhisselam), Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanında otururken yukarıda kapı sesine
benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselam) dedi
ki: "İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı."
Derken oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalam) tekrar konuştu: "İşte arza
bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti." Melek selam verdi ve Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e : "Sana verilen iki nuru müjdeliyorum.
Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha
Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe
mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi."
( Müslim,Kaynak kütübi
sitte:438).
"Nevvas İbnu Sem'an anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kıyamet günü Kur'an-ı Kerim ve ona
dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve
Al-i İmran sureleri Kur'an-ı Kerim'in önünde yer alırlar." Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bu iki sure için üç teşbihte bulundu ki, bir daha
onları unutmadım. Şöyle demişti: "Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve
aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar
halinde iki kuş sürüsü gibidirler."
(Müslim, Kaynak kütübi sitte:442).
"Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Zü'l-Celal hazretleri Adem
(aleyhissalatu vesselam)'i yarattığı zaman sırtını meshetti. Bunun üzerine
kıyamete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan herbirinin iki gözü arasına
nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Adem (aleyhisselam)'e arzetti. Adem
(aleyhisselam):
"-Ey Rabbim bunlar
da kim?" diye sordu.
"-Bunlar senin
zürriyetindir" dedi.
Onlardan bir
tanesi dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna
gitmişti.
"-Ey Rabbim şu da
kim?" diye sordu.
"-Davud!"
deyince.
"-Pekala ne kadar
ömür verdin?" diye sordu.
"-Altmış yıl!"
dedi.
Adem:
"-Ey Rabbim, ona
benim ömrümden kırk yıl ilave et!" dedi.
Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak
kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona:
"-Yani benim
ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?" dedi. Melek:
"-İyi ama, dedi,
sen onu oğlun Davud'a vermedin mi?"
Adem inkar etti, zürriyeti de inkar
etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zirriyeti de unuttu. Adem hata işledi,
zürriyeti de hata işledi."
( Tirmizi, Kaynak kütübi
sitte:613).
"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) buyurdu
ki: "Hz. İsa (aleyhisselam)'dan sonra
bir kısım melikler Tevrat ve İncil'i tahrif ettiler. Aralarında mü'min olanlar
da vardı, bunlar Tevrat ve İncil'i okuyorlardı. (Müminlerin okuduklarından
rahatsız olan) bazıları, meliklerine şöyle dediler: "Bunların bize yaptığı
hakaretten daha ağır hakaret, savurdukları küfürden daha galiz küfür görmedik.
Kitapta, "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta
kendisidirler"(Maide, 44) diye okuyup, kitaptan gösterdikleri ayetlerle bizi
yaptığımız işlerden dolayı kınıyorlar (kafır, fasık oldunuz diyorlar.) Onları
çağırıp uyarın, bizim okuduğumuz gibi okusunlar, bizim inandığımız gibi
inansınlar."
Melik onları
çağırıp topladı, ya ölümü ya da tahrif edilmiş haliyle Tevrat ve İncil'i
okumaktan birini tercih etmelerini teklif etti:
Onlar:
"- İstediğiniz bu
mu? bizi bırakın (bir düşünelim)!" dediler. Sonra bunlardan bir
kısmı:
"- Bize bir kule
inşa edin, bizi içine tıkın, yiyecek ve içeceğimizi çekebileceğimiz (ip gibi)
bir şeyler de verin, böylece bizden size hakaret sayılacak bir şey ulaşmamış
olur" dedi. Diğer bir kısmı da:
"- Bırakın bizi
başımızı alıp gidelim. Yeryüzünde dolaşır, vahşi hayvanlar gibi yer içeriz. Bizi
kendi memleketinizde (faaliyet yapar) bulursanız öldürürsünüz" dedi. Bir grup
da:
"- Bize ıssız bir
arazinin ortasında evler inşa ediverin. Biz orada kendi başımıza kuyular açıp
ziraat yapalım, sizinle hiç konuşmayalım, sizlere uğramıyalım da!" dedi.
Bunların her kabilede samimi yakınları vardı. İsteklerini kabul ettiler (ve
öldürmediler). Cenab-ı Hakk (onların kalbine, şu ayette temas buyurduğu)
ruhbaniyeti inzal buyurdu:
"...Üzerlerine
bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak
için ortaya attıkları rahbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler. İçlerinde
inanmış olan kimselere ecirlerini verdik. Ama çoğu yoldan çıkmışlardır" (Hadid,
27).
Geri kalanlar da
şöyle dediler:
"- Falancaların
ibadet ettiği gibi biz de ibadet edelim. Falancaların yeryüzünde dolaştığı gibi
biz de dolaşalım, falancaların edindiği gibi biz de evler
edinelim."
Bunlar şirkleri
üzerine devam eden kimselerdi. Bunlar kendilerine uydukları (diğer) kimselerin
imanlarını da bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e nübüvvet
geldiği zaman, bu ruhbanlardan pek az kimse kalmıştı. Bu kişi, mabedinden indi,
seyyah olup dolaşan bir kişi seyahatinden döndü, bir kişi de manastırından
çıktı. Bunlar gelip iman ettiler ve tasdikte bulundular. (Bütün Ehl-i Kitap
hakkında) Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Onun
peygamberine de iman edin ki, (Allah) size rahmetinden iki kat nasib versin"
(Hadid, 28).
Burada zikri geçen
iki kat nasibden biri: Hz. İsa (aleyhisselam)'ya İncil'e ve Tevrat'a olan
imanları sebebiyledir, diğeri de Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam)'e olan
imanları ve onu tasdikleri sebebiyledir.
(Ayet şöyle devam
ediyor): "Sizin için yardımıyla yürüyeceğiniz bir nur lutfetsin..." (Hadid, 28).
Bu nurdan maksad Kur'an ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e ittiba
etmeleridir.
Vahiy şöyle devam ediyor: "...Ehl-i
Kitap, hakikaten Allah'ın fazl(u kerem)inden hiçbir şeye nail olamayacaklarını,
muhakkak bütün inayetin Allah'ın elinde bulunduğunu, onu (ancak) dileyeceği
kimselere vereceğini bilmedikleri için mi (küfürde inad ediyorlar? Halbuki bunu
pekala biliyorlar da). Allah büyük fazl-u kerem sahibidir" (Hadid,
29)."
( Nesai, Kaynak kütübi sitte:814).
Hz. Enes İbnu
Malik anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Karanlık gecelerde mescidlere
müdavim olanların, Kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını
müjdele!" (Kaynak kütübi
sitte:6194).
"Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir gün elimden tuttu ve şu açıklamayı
yaptı:
"Allah toprağı cumartesi günü
yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; ağaçları pazartesi günü yarattı.
Mekruhları salı günü yarattı. Nuru çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları
perşembe günü yaydı. Hz.Adem (aleyhisselam)'i cuma günü ikindi vaktinden sonra,
ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak
yarattı."
(Müslim,Kaynak kütübi sitte:1164).
"Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala, Hz. Adem (aleyhisselam)'ı yarattığı ve
ruh üflediği zaman, Adem hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, izni ile Teala'ya
hamdetti. Rabbi de ona:
"Ey Adem,
yerhamukallah (Allah sana rahmet etsin), (mukarreb) meleklerden şu oturan gruba
git ve "Esselamu aleyküm" de!" dedi. (Hz. Adem öyle yaptı. Hitab ettiği
melekler):
"Ve
aleyke's-selamu ve rahmetullahi ve berekatuhu!" diye karşılık verdiler. Sonra
Adem (aleyhisselam) Rabbine döndü. Rabbi ona:
"Bu cümle senin ve
evladlarının aralarındaki selamlaşmadır" dedi.
Allah Teala
hazretleri, elleri kapalı olduğu halde Adem'e:
"Dilediğini seç!"
dedi. Hz. Adem:
"Rabbimin sağ
elini seçtim! Rabbimin iki eli de sağdır, mübarektir" dedi. Sonra Allahu Teala
hazretleri sağ elini açtı. İçinde Hz. Adem ve onun zürriyeti(nin emsalleri)
vardı. Hz. Adem (aleyhisselam):
"Ey Rabbim, bunlar
nedir?" dedi. Rabb Teala:
"Bunlar senin
zürriyetindir" dedi. Her insanın iki gözünün arasında ömrü yazılıydı. Aralarında
biri hepsinden daha parlak, daha nurlu idi. Hz.
Adem:
"Ey Rabbim ! Bu
kimdir?" dedi. Rabb Telala hazretleri:
"Bu senin oğlun
Davud'dur. Ben ona kırk yıllık ömür takdir ettim" dedi. Adem
aleyhisselam:
"Ey Rabbim onun
ömrünü uzat!" talebinde bulundu. Rabb Teala:
"Bu ona takdir
edilmiş olandır!" deyince, Adem:
"Ey Rabbim, ben
ona kendi ömrümden altmış senesini verdim"diye ısrar etti. Bunun üzerine Rabb
Teala:
"Sen ve bu
(talebin berabersiniz)." buyurdu.
Sonra Adem cennete
yerleştirildi. Allah'ın dilediği kadar orada kaldı. Sonra cennetten (arza)
indirildi. Adem burada kendi ecelini yıl be-yıl sayıp hesaplıyordu. Derken ölüm
meleği geldi. Hz. Adem (aleyhisselam) ona:
"Acele ettin,
erken geldin. Bana bin yıl ömür takdir edilmişti!"
dedi.
Melek:
"İyi ama sen oğlun
Davud a altmış senesini verdin" dedi. Ne var ki O bunu inkar etti, zürriyeti de
inkar etti; o unuttu, zürriyeti de unuttu. "
Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ilave etti: "O günderı itibaren yazma ve şahidlik
emredildi." Tirmizi, Kaynak kütübi sitte:1671).
"Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Melekler nurdan
yaratıldılar, cinler dumanlı bir alevden yaratıldılar. Adem de size vasfı
yapılandan yaratıldı. " (Müslim, Kaynak kütübi
sitte:1672).
"Abdullah İbnu Amr İbni'l-As
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü,
Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde olmak üzere
yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli de sağdır Onlar hükümlerinde, aileleri
ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti gözetenlerdir." (Müslim,Kaynak kütübi
sitte:1689).
"İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı
okuduğunu işittim: "AlIahım! Senden, katından vereceğin öyIe bir rahmet
istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip,
içime kamil iman, dışıma amel-i salih, amellerime temizlik ve ihlas verir,
rızana uygun istikameti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her
çeşit kötülüklerden korursun.
Allahım, bana öyle
bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle
bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir
mertebeye ulaşayım.
Allahım!
Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan)
şühedaya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum,
düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!
Allahım! Anlayışım
kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor
(karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum.
(İhtiyacım ve fakrim sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren,
kalplerin ihtiyacını görüp şifayab kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın
gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helake davetten, kabir
azabindan korumanı diliyorum.
Allahım!
Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatindan birine
vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu
sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey alemlerin Rabbi, onun husülü
için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden
istiyorum.
Ey Allahım! Ey
(Kur'an gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi!
Kafirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı
emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış
mukarrebin meleklerle, (dünyada iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini
ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen
(seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek
sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine
getirirsin.)
Allahım! Bizi,
sapıtmayıp, saptırmayan hidayete ermiş hidayet rehberleri kıl. Dostlarına sulh
(vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz
sebebiyle seviyoruz. Sana muhalefet edene, senin ona olan adavetin sebebiyle
adavet (düşmanlık) ediyoruz.
Allahım! Bu bizim
duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir,
dayanağımız sensin.
Allahım! Kalbime
bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur,
soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme
bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur
ver; kemiklerime bir nur koy!
Allahım nurumu
büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de
kuşatacak) bir nur daha ver!
İzzeti bürünmüş, onu kendine alem
yapmış olan Zat münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı
bol yapmış olan Zat münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat
münezzehtir. Fazl ve nimetler sahibi Zat münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zat
münezzehtir. Celal ve ikram sahibi Zat münezzehtir."
( Tirmizi, Kaynak kütübi
sitte:1785).
"Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Hz. Ali İbnu Ebi Talib
(radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Annem ve babam
sana kurban olsun, şu Kur'àn göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek
güçte göremiyorum" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu cevabı
verdi: "Ey Ebül-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana faydalı kılacağı,
öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de
göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim
mi?"
Hz. Ali
(radıyallahu anh): "Evet, ey Allah'ın Rasülü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:
"Cuma gecesi
(perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen
kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhüd bir andır. O anda
yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Yà'kub da evlatlarına şöyle söyledi: "Sizin
için Rabbime istiğfàr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin." Eğer o vakitte
kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvàffàk olamazsan gecenin
evvelinde kalk. Dört rek'àt namaz kıl. Birinci rek'atte, Fatiha ile Yà-sin
süresini oku, ikinci rek'atte Fatiha ile Ha-mim, ed-Duhan süresini oku, üçüncü
rek'atte Fatiha ile Eliflam-mim Tenzilü's-secde'yi oku, dördüncü rek'atte Fatiha
ile Tebareke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah'a hamdet,
Allah'a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salat oku, güzel yap.
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin
için istiğfar et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı
oku:
"Allahım, bana
günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek merhamet
eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden
razı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasib et. Ey semavat ve arzın
yaratıcısı olan celal, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sahibi olan Allahım. Ey
Allah! ey Rahman! celalin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana
öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbar et. Seni benden razı kılacak şekilde
okumamı nasib et. Ey semavat ve arzın yaratıcısı, celalin ve yüzün nuru hakkı
için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi
yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı
bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin.
Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır. " Ey
Ebu'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah'ın izniyle duana
icabet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zat-ı Zülcelal'e‚ yemin olsun bu
duayı yapan hiçbir mü'min icabetten mahrum
kalmadı."
İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (radıyallahu anh) beş
veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a aynı önceki
mecliste tekrar gelerek:
"Ey Allah'ın
Resülü! dedi, geçmişte dört beş ayet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime
okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar
ayet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün
önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar
etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir
başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan
anlatabiliyorum.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye: "Ey Ebü'l-Hasan! Kabenin Rabbine
yemin olsun sen mü'minsin!" dedi." Tirmizi, Kaynak kütübi
sitte:1820).
"Ebu Said
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Muhacirlerin fakirlerinden bir grupla
birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, bir kısmı (nın karaltısından istifade)
ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir kadın da bize (Kur'an) okuyordu. Derken
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) çıkageldi ve üzerimizde dikildi.
Resulullah'ın yanımızda dikilmesi üzerine kadın okumayı bıraktı. Resulullah da
selam verdi ve: "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. "Ey Allah'ın ResuIu! dedik, o
karımızdır, bize (Kur'an) okuyor. Biz de Allah Teala'nın kitabını dinliyoruz."
Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "ümmetim arasında,
kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allah'ıma
hamdolsun!" dedi. Sonra, kendisini bizimle eşitlemek üzere Resulullah, ortamıza
oturdu. Ve eliyle işaret ederek: "şöyle (halka yapın)" dedi. Cemaat hemen
etrafında halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebu Said der ki: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın onlar arasında benden başka birini daha tanıyor
görmedim. (Herkes yeni baştan vaziyetini alınca) Resulullah şu müjdeyi verdi:
"Ey yoksul muhacirler, size müjdeler olsun! Size kıyamet günündeki tam nuru
müjde ediyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce
gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yiI eder."
( Ebu Davud, Kaynak kütübi
sitte:2049).
"Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse
müslüman iken tek bir kıl bile ağarmış olsa, bu Kıyamet günü onun için mutlaka
bir nur olur."
Bir rivayette şöyle denmiştir: "Allah
ona bu sebeble sevap yazdı, onun sebebiyle ondan günah affetti." (
Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte:2107).
Hz. Enes
(radıyrallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise
namazda kılındı." ( Nesai, Kaynak kütübi
sitte:2112).
"Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bana kadın
ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru namazda kılındı." ( Nesai,Kaynak kütübi
sitte:2302).
"Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Allah Teala hazretleri buyuruyor ki: "Benim
celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler
vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıbta ederler." ( Tirmizi, Zühd 53,
(2391).
"Ebu İdris
el-Havlani, Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh'den naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Tebareke ve Teala Hazretleri şöyle
hükmetti: "Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya
gelenler, benim içiin birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine
harcayanlara sevgim vacip olmuştur." Muvatta, Kaynak kütübi
sitte:3316).
"Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Allah'ın kulları
arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik
Kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de,
şehidler de onlara gıbta ederler."
Orada bulunanlar
sordu:
"Ey Allah'ın
Resulü! Onlar kim, bize haber ver!"
"Onlar aralarında
ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah'ın
ruhu (Kur'an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların
yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar
korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar
üzülmezler.
Ve şu ayeti okudu: "Haberiniz olsun
Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler" (Yunus
62)." ( Ebu Davud,Kaynak kütübi
sitte:3319).
"Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi
söyledi:
Allah Teala Hazretleri uyumaz, zaten
O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin
yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin
yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi
açacak olsa, veçhinin sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlükatını
yakardı."
( Müslim,Kaynak kütübi sitte:3456).
"Abdullah İbnu
Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ikişer ikişer yıkayarak abdest aldı ve: "Bu,
nur üzerine nurdur" buyurdu.''" ( Kaynak kütübi
sitte:3586).
"Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim, Kıyamet günü çağırıldıkları
vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıkları olduğu halde gelirler.
Öyleyse kimin imkanı varsa parlaklığını artırsın." ( Kaynak kütübi
sitte:3611).
"Büreyde radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Bir yerde ölen Ashabımdan hiçbirisi
yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve onlara (cennete sevkte) bir
rehber olmasın." ( Tirmizi,Kaynak kütübi
sitte:4436).
"Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Üseyd İbnu
Hudayr ve Abbad İbnu Bişr radıyallahu anhüma karanlık bir gecede Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında idiler. (Sohbet bitince) yanından ayrıldılar.
Derken önlerinde iki nur peydah oldu. Yolları ayrıldığı zaman her birinin bir
nûru vardı." ( Buhari, Kaynak kütübi
sitte:4347).
"Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Müslüman, yahudi
ve hıristiyanların meseli şuna benzer: Bir adam var, bir grub kimseyi ücretli
olarak tutmuş; kendisi için belli bir ücret mukabilinde, geceye kadar
çalıştırıyor. Bunlar gündüzün yarısına kadar
çalışıp:
"Bize şart
koştuğun ücrete ihtiyacımız yok. (Biz gideceğiz.) Şu ana kadar yaptığımız iş
için de para istemiyoruz" derler. Adam onlara:
"Böyle yapmayın,
işin geri kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın!" diye rica
eder. Ancak onlar buna yanaşmazlar ve terkedip
giderler.
Adam onlardan
sonra işi için başkalarını ücretle tutar.
Onlara:
"Şu gününüzü
tamamlayın, öncekilere vaadettiğim ücreti size tam olarak vereyim!" der. Bunlar
ikindi vaktine kadar çalışırlar. O zaman:
"İşin senin olsun,
yaptığımız çalışmanın ücretini de istemiyoruz. (Çalışmayı terkediyoruz)!"
derler. Adam onlara da:
"İşinizin geri kısmını tamamlayın,
şurada az bir zamanınız kaldı" diye rica eder, ancak onlar dinlemeyip giderler.
Adam geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri
kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda
güneş batıncaya kadar çalışırlar ve önceki iki grubun ücretini de alırlar. İşte
bu, onların ve bu nurdan kabul ettikleri miktarın meselidir." ( Buhari, Kaynak
kütübi sitte:4472).
"Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Allah sizi üç hasletten himaye etti:
"Hepinizi helak edecek olan peygamberinizin bedduasından, batıl ehlinin hak
ehline (nurunu söndürecek kesin) bir galebesinden, dalalet üzerine
birleşmenizden." Ebu Davud,
(Kaynak kütübi sitte:4482).
"Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Necaşi
rahimehullah öldüğü zaman biz onun kabrinin üzerinde uzun müddet bir nur
görüldüğünü konuşurduk." (Ebu Davud,Kaynak kütübi
sitte:4519).
"İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Rükn ve makam iki cennet yakutu
idiler. Allah onların nurlarını aldı. Eğer onların nurlarını almamış olsaydı, o
ikisi mağrible maşrık arasını aydınlatırdı." (Tirmizi,Kaynak kütübi
sitte:4544).
"Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Karanlıkta mescide gidenlere Kıyamet
günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!" ( Ebu Davud, Kaynak kütübi
sitte:4623).
"Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Abdest imanın yarısıdır.
Elhamdülilllah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını
doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya
aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi
kurtarır, kimisi de helak eder." ( Müslim, Taharet 1, (223);
Tirmizi,Kaynak kütübi sitte:4638).
"İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını
bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan serpti. Bu nur,
kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse
sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teala'nın ilmi hususunda
kurumuştur." ( Tirmizi, Kaynak kütübi
sitte:4805).
"Müslim'in diğer bir rivayetinde Ebu
Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Ümmetim Havz'ın
başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir
kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!"
Yanımdakiler:
"Ey Allah'ın
Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler.
"Evet buyurdu.
Sizin, başkasından olmayan bir alametiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest
uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup
benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim
Ashabım, onlar benim Ashabım!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap
verip:
"Senden sonra
onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?"
diyecek."
Bir diğer rivayette şöyle
buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir. Onun
rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan
daha çoktur."
( Müslim, Kaynak kütübi
sitte:5049).
"Ümmü Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Ebu Seleme radıyallahu anh'ın yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık
kalmıştı; onları kapattı. Sonra:
"Ruh kabzedildi mi
göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figan koparmıştı.
Aleyhissalatu vesselam:
"Kendinize kötü
temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize amin
derler!" buyurdu. Sonra ilave etti:
"Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret
buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında
ona sen halef ol! Ey alemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini
geniş kıl, orada ona nur ver!"
(Müslim,Kaynak kütübi
sitte:5383).
Hz. Cabir İbnu
Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet ehli nimetler arasında
yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab
Teala'yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: "Ey cennet ehli, sizlere
selam olsun!" dediğini görürler."
Resûlullah devamla
dedi ki: "İşte bu hal, Kur'an'da zikri geçen: "Rahmet sahibi Rablerinden onlara
selam vardır" ( Yasin 58) ayetinin haber verdiği
durumdur."
Resûlullah devamla
buyurdular:
"Rab Teala onlara, onlar da Rab
Teala'ya bakarlar. O'na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden
hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teala hicaba
bürününceye kadar devam eder. Rabb Teala hicaba bürünür, fakat Allah'ın nüru ve
bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır." (Kaynak kütübi
sitte:6000).
"Abdullah İbnu
Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resulü denildi. Ümmetinden, görmediğin kimseleri (Kıyamet günü) nasıl
tanıyacaksın?" Şu cevabı verdi: "Ümmetim, abdest sebebiyle alınlarında nur,
kollarında nur, ayaklarında nur taşıyacaklar (bu nurla onları tanıyacağım)."
( Kaynak kütübi sitte:6041).
"Asım İbnu Amr
anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grup,
Hz. Ömer'e gitmek üzere yola çıktı. Yanına geldikleri vakit Hz. Ömer onlara:
"Siz kimlerdensiniz!? diye sordu. Onlar: "Biz Irak ahalisindeniz!" dediler.
"İzinli olarak mı geldiniz?" dedi. Onlar: "Evet!" dediler. Onlar Hz. Ömer
radıyallahu anh'tan kişinin evde kıldığı namazın hükmünü sordular. Hz. Ömer:
"Ben Resulullah'a bu hususta sormuştum da: "Kişinin evinde kıldığı namazı
nurdur, öyleyse evlerinizi nurlandırın" buyurdu" dedi." ( Kaynak kütübi
sitte:6360).
"Su'da'I-Mürriyye radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın vefatından sonra Hz. Ömer, (bir gün kocam) Talha'ya uğradı. (Onu
üzgün bularak:) "Neyin var, niye üzgünsün? Amca oğlun (Ebu Bekr'in) halife oluşu
mu seni üzdü?" dedi. Talha: "Hayır! Lakin ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Ben bir kelime biliyorum, her kim ölümü anında onu söylerse
mutlaka amel defteri için bir nur olur ve onun cesedi ve ruhu, ölüm anında o
kelime sebebiyle bir rıza, bir rahmet bulacaktır" buyurduğunu işittim" dedi. Ben
bu kelimenin ne olduğunu o ölünceye kadar sormadım. (İşte bunun için üzgünüm)"
dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben o kelimeyi biliyorum. O, Resûlullah
aleyhissaltu vesselam'ın amcası (Ebu Talib)e vefatı anında teklif ettiği
kelime-i tevhiddir. Eğer Resülııllah aleyhissalatu vesselam, amcası için,
kelime-i tevhidden daha kurtarıcı bir şey bilseydi onu (söylemesini) emrederdi"
dedi." (Kaynak
kütübi sitte:7090).
"Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün Ashab-ı Kiramına:
"İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur.
Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel
kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok
çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile
yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi
mekandır" buyurdu. Sahabiler: "Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın
Resulü!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "İnşaallah!" deyiniz" dedi ve sonra
cihaddan söz açtı ve ona teşvik etti." (Kaynak kütübi
sitte:7298).