HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Şirkte Israr
Tevhid akidesi müşriklerin alışık olmadıkları bir inanç idi. Çünkü putlara tapma alışkanlığını atalarından almışlar ve şirk kalplerine ve iliklerine işlemişti. Resulullah Aleyhisselâm’ın:
“Rabb’imiz bir olan Allah’tır, O’nun ortağı yoktur.”
Gibi sözlerini işitince, bunu çok büyük bir iş olarak gördüler ve alabildiğine hayret ettiler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz?” (Necm: 59)
Kör taklit basiretlerini kapamış, sağlıklı bir biçimde düşünmekten onları alıkoymuştu.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Aralarından bir uyarıcının gelmesine hayret ettiler ve o kâfirler: ‘Bu pek yalancı bir sihirbazdır, ilâhları bir tek ilâh mı yaptı? Doğrusu bu cidden tuhaf bir şeydir!’ dediler.” (Sâd: 4-5)
Onların bu hamakatleri bu Âyet-i kerime’lerle beşeriyete teşhir edilmiş oldu.
“Onların ileri gelenleri: ‘Haydi yürüyün! İlâhlarınıza bağlılıkta direnin! Şüphesiz ki bu sizden istenen bir şeydir!’ diyerek kalkıp gittiler.” (Sâd: 6)
Resulullah Aleyhisselâm’ın dâvetini kabul etmediler, son gayretlerine kadar dinlerinde sebat etmeye karar verdiler.
Evhamlarına uydukları için kendi kafalarınca şöyle diyorlardı:
“Biz son din olan (Hıristiyanlıkta) bile böyle bir şey işitmedik. Bu ancak bir uydurmadır.” (Sâd: 7)
Çünkü hıristiyanlar Allah’ın birliğine değil, üç olduğuna inanıyorlar.
Bu beyanları ile sûret-i haktan görünmeye çalışıyorlardı. Ayrıca vahyin aralarından bir kimseye değil de ona verilmesini inkâr edip şöyle dediler:
“Aramızdan zikir ona mı indirilmiştir?” (Sâd: 8)
İdraklerini gerçeği aramaya yöneltmeyen bu şuursuzlar, kendi maddi mevkilerine, servet ve zenginliklerine güvenerek böyle bir iddiâda bulunmuşlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu bâtıl fikirlerini reddederek şöyle buyurdu:
“Hayır! Doğrusu onlar benim zikrimden şüphe içindedirler. Hayır! Onlar azabımı henüz tatmadılar.” (Sâd: 8)
Eğer inkârları sebebiyle müstehak oldukları azap başlarına gelmiş olsaydı, elbette şüpheleri gidecek, cehâlet ve dalâlet içinde yaşamış olduklarını anlayacaklardı. Bu durum onları inanmaya sevkedecekti. Yalanlamalarının cezasını cehenneme itile kakıla sürülecekleri gün bileceklerdir.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Şüphesiz ki Rabb’in ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” (Secde: 25)
Dünyada iken kimlerin hidayete önderlik yaptıkları, kimlerin insanları sapıklığa sevkettikleri tamamen anlaşılmış olacaktır.
•
Resulullah Aleyhisselâm’ın peygamberliğe seçilmesini yadırgayan müşriklere karşı cevap olarak Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Yoksa O Azîz ve Vehhâb olan Rabb’inin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?” (Sâd: 9)
Onlar rahmet hazinelerinin sahipleri değildirler ki, dilediklerine dilediklerini versinler, ileri gelen birtakım kimseleri peygamberliğe seçsinler. Bu doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın bir ikramıdır, kullarından dilediğine lütfeder.
“Yoksa göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların mülkü onların mıdır?
Öyleyse sebeplere tevessül etsinler de yükselsinler.” (Sâd: 10)
Onlar sebepler içinde yükselmek ve dilediklerini elde edebilmek için bir bilgi sahibi de değildirler.
“Yoksa onlara kesin bir delil indirdik de, o delil müşrik olmalarını mı söylüyor?” (Rûm: 35)
Böyle bir şey olmuş değildir, o halde nasıl ortak koşabilirler?
“Yahut onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır! O, kendilerine hakkı getirmiştir. Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.” (Müminûn: 70)
Müşriklerin büyük çoğunluğu gerçeği bilmekle birlikte, ondan hoşlanmadıkları için ona iman etmemektedirler.
“Hayır! Onlar öncekilerin dedikleri gibi dediler.” (Müminûn: 81)
Basiretleri öyle bağlanmıştı ki, bu hususta akıllıca düşünüp de bir neticeye varamıyorlardı, atalarının söyledikleri lâkırdıları ağızlarında geveleyip duruyorlardı.
“Yoksa peygamberlerini henüz tanıyamadılar da, onun için mi onu inkâr ediyorlar? (Müminûn: 69)
Onlar Muhammed Aleyhisselâm’ın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu elbette biliyorlar, bilerek inkâr ediyorlardı. Bu inkârın neticesi ise şüphesiz ki çok büyük bir sapıklıktır.
“Dediler ki: Ölüp de toprak ve kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?
Andolsun ki bu vaad bize de bizden önce geçen atalarımıza da yapılmıştı. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir.” (Müminûn: 82-83)
Görüldüğü üzere müşrikler her hususta atalarını taklit etmişlerdi, akıllarını çalıştırıp da gerçeği görmek istemiyorlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, inanmayanların ahirette bir mazeret ileri sürmemeleri için onlara Kur’an-ı kerim vasıtasıyla her türlü uyarıyı yaptığını beyan buyurmaktadır:
“Andolsun ki biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali getirdik. Şayet sen onlara bir âyet (mucize) getirsen, kâfir olanlar: ‘Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.’ derler.” (Rûm: 58)
Ne yazık ki kalpleri mühürlü olanlar, ne bu misalleri anlayacak ne de görecek bir şuura sahip değildirler.
“Sabret! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır. Yürekten inanmayanlar sakın seni gevşekliğe sevketmesinler!” (Rûm: 60)
Söyledikleri lâkırdılar seni endişeye düşürerek yolundan alıkoymasın.
“Fakat onlara bir uyarıcı gelince, uzaklaşmalarından başka bir şeylerini artırmadı. (Hem de) yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötü tuzak kurarak. Halbuki kötü tuzak ancak sahibine dolanır.” (Fâtır: 42-43)
Nitekim onların kurdukları tuzak Bedir savaşı’nda başlarına geçmiştir.
“Artık onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı gözetliyorlar? Sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir değişiklik bulamazsın ve sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir sapma da bulamazsın.” (Fâtır: 43)
Allah-u Teâlâ peygamberlerini yalanlayanlara azap etmiş, gelecek nesillere ibret olacak şekilde cezalar vermiştir.
“Onlar kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmek için yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı? Halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler.” (Fâtır: 44)
Geçmişteki isyankâr kavimler peygamberlerini yalanladıkları zaman kökleri kazındığı gibi, bunlar için de aynı kanun geçerlidir.
“Kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları doğru yola sevketmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Hiç şüphesiz ki bunlarda âyetler (ibretler) vardır. Hâlâ işitmiyorlar mı?” (Secde: 26)
Küfrün ve isyanın insanların başına neler getirdiğini, ve vahim sonuçlar doğurduğunu anlamaya çalışmayacaklar mı?
“Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi?” (Rûm: 9)
Âd, Semûd gibi geçmişte yaşamış kavimlerin inkâr ve isyanları yüzünden başlarına gelen felâketleri işitip, gittikleri memleketlerde onlara âit eserlerin kalıntılarını görüp de ibret almıyorlar mı?
“Onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin nasıl bir âkıbete uğradıklarını görmüyorlar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli ve eserler bakımından kendilerinden daha üstün idiler.
Böyleyken Allah onları günahları ile yakaladı ve onları Allah’tan koruyan da olmadı.” (Mümin: 21)
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Şirkte Israr
Tevhid akidesi müşriklerin alışık olmadıkları bir inanç idi. Çünkü putlara tapma alışkanlığını atalarından almışlar ve şirk kalplerine ve iliklerine işlemişti. Resulullah Aleyhisselâm’ın:
“Rabb’imiz bir olan Allah’tır, O’nun ortağı yoktur.”
Gibi sözlerini işitince, bunu çok büyük bir iş olarak gördüler ve alabildiğine hayret ettiler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz?” (Necm: 59)
Kör taklit basiretlerini kapamış, sağlıklı bir biçimde düşünmekten onları alıkoymuştu.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Aralarından bir uyarıcının gelmesine hayret ettiler ve o kâfirler: ‘Bu pek yalancı bir sihirbazdır, ilâhları bir tek ilâh mı yaptı? Doğrusu bu cidden tuhaf bir şeydir!’ dediler.” (Sâd: 4-5)
Onların bu hamakatleri bu Âyet-i kerime’lerle beşeriyete teşhir edilmiş oldu.
“Onların ileri gelenleri: ‘Haydi yürüyün! İlâhlarınıza bağlılıkta direnin! Şüphesiz ki bu sizden istenen bir şeydir!’ diyerek kalkıp gittiler.” (Sâd: 6)
Resulullah Aleyhisselâm’ın dâvetini kabul etmediler, son gayretlerine kadar dinlerinde sebat etmeye karar verdiler.
Evhamlarına uydukları için kendi kafalarınca şöyle diyorlardı:
“Biz son din olan (Hıristiyanlıkta) bile böyle bir şey işitmedik. Bu ancak bir uydurmadır.” (Sâd: 7)
Çünkü hıristiyanlar Allah’ın birliğine değil, üç olduğuna inanıyorlar.
Bu beyanları ile sûret-i haktan görünmeye çalışıyorlardı. Ayrıca vahyin aralarından bir kimseye değil de ona verilmesini inkâr edip şöyle dediler:
“Aramızdan zikir ona mı indirilmiştir?” (Sâd: 8)
İdraklerini gerçeği aramaya yöneltmeyen bu şuursuzlar, kendi maddi mevkilerine, servet ve zenginliklerine güvenerek böyle bir iddiâda bulunmuşlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu bâtıl fikirlerini reddederek şöyle buyurdu:
“Hayır! Doğrusu onlar benim zikrimden şüphe içindedirler. Hayır! Onlar azabımı henüz tatmadılar.” (Sâd: 8)
Eğer inkârları sebebiyle müstehak oldukları azap başlarına gelmiş olsaydı, elbette şüpheleri gidecek, cehâlet ve dalâlet içinde yaşamış olduklarını anlayacaklardı. Bu durum onları inanmaya sevkedecekti. Yalanlamalarının cezasını cehenneme itile kakıla sürülecekleri gün bileceklerdir.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Şüphesiz ki Rabb’in ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” (Secde: 25)
Dünyada iken kimlerin hidayete önderlik yaptıkları, kimlerin insanları sapıklığa sevkettikleri tamamen anlaşılmış olacaktır.
•
Resulullah Aleyhisselâm’ın peygamberliğe seçilmesini yadırgayan müşriklere karşı cevap olarak Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Yoksa O Azîz ve Vehhâb olan Rabb’inin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?” (Sâd: 9)
Onlar rahmet hazinelerinin sahipleri değildirler ki, dilediklerine dilediklerini versinler, ileri gelen birtakım kimseleri peygamberliğe seçsinler. Bu doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın bir ikramıdır, kullarından dilediğine lütfeder.
“Yoksa göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların mülkü onların mıdır?
Öyleyse sebeplere tevessül etsinler de yükselsinler.” (Sâd: 10)
Onlar sebepler içinde yükselmek ve dilediklerini elde edebilmek için bir bilgi sahibi de değildirler.
“Yoksa onlara kesin bir delil indirdik de, o delil müşrik olmalarını mı söylüyor?” (Rûm: 35)
Böyle bir şey olmuş değildir, o halde nasıl ortak koşabilirler?
“Yahut onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır! O, kendilerine hakkı getirmiştir. Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.” (Müminûn: 70)
Müşriklerin büyük çoğunluğu gerçeği bilmekle birlikte, ondan hoşlanmadıkları için ona iman etmemektedirler.
“Hayır! Onlar öncekilerin dedikleri gibi dediler.” (Müminûn: 81)
Basiretleri öyle bağlanmıştı ki, bu hususta akıllıca düşünüp de bir neticeye varamıyorlardı, atalarının söyledikleri lâkırdıları ağızlarında geveleyip duruyorlardı.
“Yoksa peygamberlerini henüz tanıyamadılar da, onun için mi onu inkâr ediyorlar? (Müminûn: 69)
Onlar Muhammed Aleyhisselâm’ın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu elbette biliyorlar, bilerek inkâr ediyorlardı. Bu inkârın neticesi ise şüphesiz ki çok büyük bir sapıklıktır.
“Dediler ki: Ölüp de toprak ve kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?
Andolsun ki bu vaad bize de bizden önce geçen atalarımıza da yapılmıştı. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir.” (Müminûn: 82-83)
Görüldüğü üzere müşrikler her hususta atalarını taklit etmişlerdi, akıllarını çalıştırıp da gerçeği görmek istemiyorlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde, inanmayanların ahirette bir mazeret ileri sürmemeleri için onlara Kur’an-ı kerim vasıtasıyla her türlü uyarıyı yaptığını beyan buyurmaktadır:
“Andolsun ki biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali getirdik. Şayet sen onlara bir âyet (mucize) getirsen, kâfir olanlar: ‘Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.’ derler.” (Rûm: 58)
Ne yazık ki kalpleri mühürlü olanlar, ne bu misalleri anlayacak ne de görecek bir şuura sahip değildirler.
“Sabret! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır. Yürekten inanmayanlar sakın seni gevşekliğe sevketmesinler!” (Rûm: 60)
Söyledikleri lâkırdılar seni endişeye düşürerek yolundan alıkoymasın.
“Fakat onlara bir uyarıcı gelince, uzaklaşmalarından başka bir şeylerini artırmadı. (Hem de) yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötü tuzak kurarak. Halbuki kötü tuzak ancak sahibine dolanır.” (Fâtır: 42-43)
Nitekim onların kurdukları tuzak Bedir savaşı’nda başlarına geçmiştir.
“Artık onlar öncekilerin sünnetinden (onlara uygulanandan) başkasını mı gözetliyorlar? Sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir değişiklik bulamazsın ve sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir sapma da bulamazsın.” (Fâtır: 43)
Allah-u Teâlâ peygamberlerini yalanlayanlara azap etmiş, gelecek nesillere ibret olacak şekilde cezalar vermiştir.
“Onlar kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmek için yeryüzünde hiç gezip dolaşmadılar mı? Halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler.” (Fâtır: 44)
Geçmişteki isyankâr kavimler peygamberlerini yalanladıkları zaman kökleri kazındığı gibi, bunlar için de aynı kanun geçerlidir.
“Kendilerinden önce nice nesilleri yok etmiş olmamız, onları doğru yola sevketmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Hiç şüphesiz ki bunlarda âyetler (ibretler) vardır. Hâlâ işitmiyorlar mı?” (Secde: 26)
Küfrün ve isyanın insanların başına neler getirdiğini, ve vahim sonuçlar doğurduğunu anlamaya çalışmayacaklar mı?
“Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi?” (Rûm: 9)
Âd, Semûd gibi geçmişte yaşamış kavimlerin inkâr ve isyanları yüzünden başlarına gelen felâketleri işitip, gittikleri memleketlerde onlara âit eserlerin kalıntılarını görüp de ibret almıyorlar mı?
“Onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin nasıl bir âkıbete uğradıklarını görmüyorlar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli ve eserler bakımından kendilerinden daha üstün idiler.
Böyleyken Allah onları günahları ile yakaladı ve onları Allah’tan koruyan da olmadı.” (Mümin: 21)
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh