Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (30)
İman Kardeşliği:
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının." (Nisâ: 1)
Akraba haklarına riâyet; onları aslâ unutmamak, görüşüp-konuşmak, zaman zaman ziyaretlerine gidip-gelmek, hediyeleşmek, yardıma muhtaç olanlarına maddî ve mânevî yardımda bulunmak, böylelikle âile bağlarını sağlamlaştırmak demektir.
Akrabaların birbirlerine karşı olan vazifeleri, diğer insanlara karşı olan sorumluluklarından daha çoktur. Meselâ iki komşudan biri akraba olsa, onun iki hakkı olur. Bunlar akrabalık ve komşuluk haklarıdır. Diğerinin ise sadece komşuluk hakkı vardır.
Fâni olan kan kardeşliğinden ibaret olan akrabalık alâkasının kesilmesi bu kadar şiddetle yasaklanırsa, artık ebedî ve sermedî olan din kardeşliği bağlarının koparılmasının ne derece günah olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Zira geçici dünya hayatına mahsus olan akrabalığa nispetle, ebedî olan ahirete âit din kardeşliği pek tabiidir ki daha mühim ve daha kıymetlidir. Müminlerin birleşmeleri ve her hususta yardımlaşmaları farz-ı ayın hükmündedir.
Bu kadar kıymetli ve değerli olan kardeşliği, nefsanî ve şeytanî duygu ve arzular yüzünden kesmek bu Âyet-i kerime doğrultusunda yasaklanmış ve ehl-i imana sakınılması gereken bir durum olduğu beyan buyurulmuştur.
İnsanların bütün hâl ve hareketleri Allah-u Teâlâ'nın kontrolü ve gözetimi altındadır, yani her şeyi murakabe etmektedir. Kullarının yaptıklarından, sözlerinden ve niyetlerinden hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Her şeyden haberdardır, ne bir hatırlatıcıya, ne de bir uyarıcıya ihtiyacı vardır.
Hiçbir şey gizli kalmadığına göre kendimize ona göre çeki düzen vererek her anımıza dikkat ederek, gerçek birer ihvan olarak gerçek kardeşliği tesis etmeli, bu doğrultuda yaşamaya gayret göstermeliyiz. Yoksa şeytan zaten gerçek ve hakiki yolla uğraşır ki yoldan saptırmak için. Bu yüzden şeytana uyup hiçbir kardeşimizi kırmayalım üç günlük dünya hayatında hoşnut olacakları halde yaşayıp, o halde huzura çıkalım ki geçici bir hayat için, ebedi bir hayatta yüzümüz kızarmasın...
Nuh Aleyhisselam'ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu.
"Yâ Rabb'i! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vaat etmiştin!" diye münacatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:
"Ey Nuh! O senin ehlinden değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti." buyurdu. (Hud: 46)
İnsana kendi evladından yakın hiç kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.
Bu hakikat şu Âyet-i kerime'de daha şümullü olarak beyan buyurulmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücadele: 22)
Gerçek iman budur.
Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor. O zaman gerçek kardeşliği iman kardeşliğini kökleştirelim...
•
Bazı kardeşlerimizin yaşadıkları birkaç hatırayı arz edelim:
"1986 yılında Mart ayında Efendi Hazretlerimiz'le birlikte dört otomobil ile Umre yapmak için, bir Pazartesi sabahı namazdan sonra karayolundan yola çıktık. Cuma namazımızı Medine-i münevvere'de kıldık. Bu beş günlük yolculuğumuzda pek çok hikmetler ve ibretler husule geldi.
Yolculuk esnasında bir kardeşimize rüyâsında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
"Nerede kaldınız? Sizi bekliyorum!" buyurmuşlar.
O akşam saat 22.00 sularında Urfa'ya vardık. Efendimiz: "Biz arabada uyuyacağız, isteyen otele gidebilir, biz gitmeyiz!" buyurdular. Tabii ki hiç kimse gitmedi, herkes arabada yerinde uyudu.
Salı sabahı İbrahim Aleyhisselâm'a âit ziyaretler yapılırken bize şöyle duâ etmemizi söyledi:
"Allah'ım! İbrahim Aleyhisselâm'ı ateşten nasıl koruduysan, bizi de öylece ateşten koru!"
Ne hikmetse o gün öğleye kadar bizi çıkarmadı. Öğle namazlarımızı kıldıktan sonra Irak hududuna doğru yola çıktık. O günlerde İran-Irak savaşı devam ediyordu.
Bağdat'a vardık. İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin camisinde öğle namazını kıldık, Abdülkâdir Gaylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin türbesini, Kerbelâ'da Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- Efendimiz'in türbesini ziyaret ettik.
Sonra yine yola koyulduk. Epey bir yol aldıktan sonra Suûdî Arabistan Arar hududuna vardık. Pasaportlar kontrol edildi. Bir hanım kardeşimizin pasaportuna Irak'ın giriş mühürü vurulmadığı için bizi durdurdular.
Beklerken Efendi Hazretlerimiz: "Hanımlar Kur'an-ı kerim okusunlar!" buyurdular, kendisi de murakabeye daldı, uzun süre kaldı. Biraz sonra gümrük memuru geldi ve: "Buyrun pasaportunuzu, kabahat sizde değil bizimkilerde, onlar mühür vurmamış." dedi.
Efendimiz Hazretleri ağlamaya başladı ve:
"Allah'ım En ednâ müridim cennete girmedikçe ben cennete girmem!" diye duâ ettiler.
Herkes çok duygulandı, bu ne büyük müjde! Sevinçle sınırdan geçtik."
•
Rahmetli Cemil Efendi; bir gün Düzce'ye Efendi Hazretleri'ni ziyarete gidiyorlar, mübareklerin evlerine doğru giderlerken, birden mânevi bir ip kafasını aksi istikamete doğru çeker, o ise direnir, gitmek istediği yöne doğru çeker, çünkü mübareklerin evleri oradadır ve mübareklerle görüşmek istemektedirler. Bir, iki derken, kendisinin zorlaması ile ip kopar ve mübareklerin evine doğru gider, bir de bakar ki dükkân kapalı, evin kapısını çalar, açan kimse yok. O zaman mevzuyu anlar ve ipin götürmek istediği yöne doğru giderler, tam giderken mübarekler ile karşılaşırlar. Efendi Hazretlerimiz, Halil Fevzi -kuddise sırruh-Hazretlerimiz'in türbe-i şerif'ini ziyarete gitmişler, oradaymışlar ve oradan dönüyorlarmış. Mevzunun hikmetini sonradan anlar...
•
Yine yola intisabını bir kardeşimize; "Sığırcık kuşunu bize vesile kıldılar, onunla bize işaret vererek gelmemizi istemişler" diyerek şöyle anlatmışlar:
"Küçük bir sığırcık kuşu her sabah namazı vakti camın kenarına konuyor ve cama vuruyor. Uykudan uyandırınca oradan uçarak karşı taraftaki caminin çatısına konuyor. Bu birkaç gün böyle arka arkaya devam edince, abdest alıp camiye gidiyor, cami çıkışında Efendi Hazretlerimiz'le karşılaşıyorlar.
Mübarekler; "Cemil Efendi biz sizi çok bekledik!" buyuruyorlar."
O günden sonra Efendi Hazretlerimiz'in talebesi olma şerefine nail oluyorlar.
•
İzmit'te mukim bulunan bir kardeşimiz ise bir hatırasını şöyle anlatmışlardı:
"Yedi yıldır üç ayları tutuyorduk. Fakat Efendi Hazretleri'ne ziyarete gittiğimiz zaman gül şerbeti ikram ettiklerinde alıyorduk ve içiyorduk. Yine böyle niyetli olduğumuz bir gün ziyaretlerine gitmiştik ve yine gül şerbeti ikram ediyorlardı tam bize geldiklerinde, bize dönüp; "Gününe gün tutarsın. Bir de arka arkaya üç ayları tutma, nefsin paye alır, arada sırada tutmadığın günler de olsun!" buyurdular.
Hâlbuki bizim zâhiren oruç tuttuğumuzu Zât-ı âlileri bilmiyorlardı."
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (30)
İman Kardeşliği:
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının." (Nisâ: 1)
Akraba haklarına riâyet; onları aslâ unutmamak, görüşüp-konuşmak, zaman zaman ziyaretlerine gidip-gelmek, hediyeleşmek, yardıma muhtaç olanlarına maddî ve mânevî yardımda bulunmak, böylelikle âile bağlarını sağlamlaştırmak demektir.
Akrabaların birbirlerine karşı olan vazifeleri, diğer insanlara karşı olan sorumluluklarından daha çoktur. Meselâ iki komşudan biri akraba olsa, onun iki hakkı olur. Bunlar akrabalık ve komşuluk haklarıdır. Diğerinin ise sadece komşuluk hakkı vardır.
Fâni olan kan kardeşliğinden ibaret olan akrabalık alâkasının kesilmesi bu kadar şiddetle yasaklanırsa, artık ebedî ve sermedî olan din kardeşliği bağlarının koparılmasının ne derece günah olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Zira geçici dünya hayatına mahsus olan akrabalığa nispetle, ebedî olan ahirete âit din kardeşliği pek tabiidir ki daha mühim ve daha kıymetlidir. Müminlerin birleşmeleri ve her hususta yardımlaşmaları farz-ı ayın hükmündedir.
Bu kadar kıymetli ve değerli olan kardeşliği, nefsanî ve şeytanî duygu ve arzular yüzünden kesmek bu Âyet-i kerime doğrultusunda yasaklanmış ve ehl-i imana sakınılması gereken bir durum olduğu beyan buyurulmuştur.
İnsanların bütün hâl ve hareketleri Allah-u Teâlâ'nın kontrolü ve gözetimi altındadır, yani her şeyi murakabe etmektedir. Kullarının yaptıklarından, sözlerinden ve niyetlerinden hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Her şeyden haberdardır, ne bir hatırlatıcıya, ne de bir uyarıcıya ihtiyacı vardır.
Hiçbir şey gizli kalmadığına göre kendimize ona göre çeki düzen vererek her anımıza dikkat ederek, gerçek birer ihvan olarak gerçek kardeşliği tesis etmeli, bu doğrultuda yaşamaya gayret göstermeliyiz. Yoksa şeytan zaten gerçek ve hakiki yolla uğraşır ki yoldan saptırmak için. Bu yüzden şeytana uyup hiçbir kardeşimizi kırmayalım üç günlük dünya hayatında hoşnut olacakları halde yaşayıp, o halde huzura çıkalım ki geçici bir hayat için, ebedi bir hayatta yüzümüz kızarmasın...
Nuh Aleyhisselam'ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu.
"Yâ Rabb'i! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vaat etmiştin!" diye münacatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:
"Ey Nuh! O senin ehlinden değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti." buyurdu. (Hud: 46)
İnsana kendi evladından yakın hiç kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.
Bu hakikat şu Âyet-i kerime'de daha şümullü olarak beyan buyurulmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücadele: 22)
Gerçek iman budur.
Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor. O zaman gerçek kardeşliği iman kardeşliğini kökleştirelim...
•
Bazı kardeşlerimizin yaşadıkları birkaç hatırayı arz edelim:
"1986 yılında Mart ayında Efendi Hazretlerimiz'le birlikte dört otomobil ile Umre yapmak için, bir Pazartesi sabahı namazdan sonra karayolundan yola çıktık. Cuma namazımızı Medine-i münevvere'de kıldık. Bu beş günlük yolculuğumuzda pek çok hikmetler ve ibretler husule geldi.
Yolculuk esnasında bir kardeşimize rüyâsında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
"Nerede kaldınız? Sizi bekliyorum!" buyurmuşlar.
O akşam saat 22.00 sularında Urfa'ya vardık. Efendimiz: "Biz arabada uyuyacağız, isteyen otele gidebilir, biz gitmeyiz!" buyurdular. Tabii ki hiç kimse gitmedi, herkes arabada yerinde uyudu.
Salı sabahı İbrahim Aleyhisselâm'a âit ziyaretler yapılırken bize şöyle duâ etmemizi söyledi:
"Allah'ım! İbrahim Aleyhisselâm'ı ateşten nasıl koruduysan, bizi de öylece ateşten koru!"
Ne hikmetse o gün öğleye kadar bizi çıkarmadı. Öğle namazlarımızı kıldıktan sonra Irak hududuna doğru yola çıktık. O günlerde İran-Irak savaşı devam ediyordu.
Bağdat'a vardık. İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin camisinde öğle namazını kıldık, Abdülkâdir Gaylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin türbesini, Kerbelâ'da Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- Efendimiz'in türbesini ziyaret ettik.
Sonra yine yola koyulduk. Epey bir yol aldıktan sonra Suûdî Arabistan Arar hududuna vardık. Pasaportlar kontrol edildi. Bir hanım kardeşimizin pasaportuna Irak'ın giriş mühürü vurulmadığı için bizi durdurdular.
Beklerken Efendi Hazretlerimiz: "Hanımlar Kur'an-ı kerim okusunlar!" buyurdular, kendisi de murakabeye daldı, uzun süre kaldı. Biraz sonra gümrük memuru geldi ve: "Buyrun pasaportunuzu, kabahat sizde değil bizimkilerde, onlar mühür vurmamış." dedi.
Efendimiz Hazretleri ağlamaya başladı ve:
"Allah'ım En ednâ müridim cennete girmedikçe ben cennete girmem!" diye duâ ettiler.
Herkes çok duygulandı, bu ne büyük müjde! Sevinçle sınırdan geçtik."
•
Rahmetli Cemil Efendi; bir gün Düzce'ye Efendi Hazretleri'ni ziyarete gidiyorlar, mübareklerin evlerine doğru giderlerken, birden mânevi bir ip kafasını aksi istikamete doğru çeker, o ise direnir, gitmek istediği yöne doğru çeker, çünkü mübareklerin evleri oradadır ve mübareklerle görüşmek istemektedirler. Bir, iki derken, kendisinin zorlaması ile ip kopar ve mübareklerin evine doğru gider, bir de bakar ki dükkân kapalı, evin kapısını çalar, açan kimse yok. O zaman mevzuyu anlar ve ipin götürmek istediği yöne doğru giderler, tam giderken mübarekler ile karşılaşırlar. Efendi Hazretlerimiz, Halil Fevzi -kuddise sırruh-Hazretlerimiz'in türbe-i şerif'ini ziyarete gitmişler, oradaymışlar ve oradan dönüyorlarmış. Mevzunun hikmetini sonradan anlar...
•
Yine yola intisabını bir kardeşimize; "Sığırcık kuşunu bize vesile kıldılar, onunla bize işaret vererek gelmemizi istemişler" diyerek şöyle anlatmışlar:
"Küçük bir sığırcık kuşu her sabah namazı vakti camın kenarına konuyor ve cama vuruyor. Uykudan uyandırınca oradan uçarak karşı taraftaki caminin çatısına konuyor. Bu birkaç gün böyle arka arkaya devam edince, abdest alıp camiye gidiyor, cami çıkışında Efendi Hazretlerimiz'le karşılaşıyorlar.
Mübarekler; "Cemil Efendi biz sizi çok bekledik!" buyuruyorlar."
O günden sonra Efendi Hazretlerimiz'in talebesi olma şerefine nail oluyorlar.
•
İzmit'te mukim bulunan bir kardeşimiz ise bir hatırasını şöyle anlatmışlardı:
"Yedi yıldır üç ayları tutuyorduk. Fakat Efendi Hazretleri'ne ziyarete gittiğimiz zaman gül şerbeti ikram ettiklerinde alıyorduk ve içiyorduk. Yine böyle niyetli olduğumuz bir gün ziyaretlerine gitmiştik ve yine gül şerbeti ikram ediyorlardı tam bize geldiklerinde, bize dönüp; "Gününe gün tutarsın. Bir de arka arkaya üç ayları tutma, nefsin paye alır, arada sırada tutmadığın günler de olsun!" buyurdular.
Hâlbuki bizim zâhiren oruç tuttuğumuzu Zât-ı âlileri bilmiyorlardı."