Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (21)
Tevâzu ve mahviyet tutunma yeridir. Kibir ve kendini beğenme kayma yeridir. Mahviyeti olmayan insanın daima engeli vardır. Bu engel kendi nefsidir, kendi vücududur. Hakk'a yaklaşmasına engel olur. Onun için fakirin devamlı mahviyetten bahsetmesindeki gaye budur; "Sen çık aradan, kalsın Yaratan!"
Bir insanın Allah-u Teâlâ'ya çok sığınması ve nefsinden de çok korkması lazımdır. Nefsin kendini beğenmesi en büyük tehlikedir. Kişiyi uçurumun kenarına getiren kendi varlığıdır. Öyle ki kişi bu varlık içinde öyle kaybolur ki, varlık olduğunu zannetmez halde görünüp her hâline sirayet eder. Böyleleri her şeyi bildiğini zanneder, her şeyi doğru yaptığını zanneder, ilmi olmadığı halde zahiren ilmi varmış gibi gösterir, bâtınî olarak da bir şeyler geldiğini bazı mânevi haller zuhur ettiğini etrafına göstermeye çalışır, işte bütün bunlar kişinin kendinde varlık görmesidir. Âlim görünür, cahil olduğunu bilmez, ibadet ehli görünür, nefsinin kulu olduğunu bilmez!..
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
"Ben değersiz bir mahlukum!" buyuruyorlar.
Bu öyle bir ince sırdır ki, iniş hallerine göre beyan etmişlerdir. Bunlar hep Hazret-i Allah'ın azametine karşı iniş hallerinin icraatıdır. Asıl olan inmek, aşağıların aşağısına inmek, amma bugün için çıktığını, erdiğini bir şeyler geldiğini söyleyen zâhirde kalmış olanlar varlık içinde, kendini beğenme yolunda kaybolur giderler. Tecelliyât aşağı indikçe zuhur eder, varlık ile yükseldikçe değil!!!
Varlık peşinde koşan Var'a ulaşamaz. Bir insan hayatının o anına kadar topladığı varlıkları dağıtıp, kendisinin hiç olduğunu öğrenecek ki var edeni bulabilsin.
Bize en çok sevdirilen mahviyettir. En çok kaçtığımız şey de varlıktır. Herkes yukarıya çıkmaya çalışırken, bir gaye ve maksat peşinde koşarken, biz ise fena üzerinde iniş yapıyoruz. Pirân-ı izam Efendilerimiz'in bulunduğu ve yürüdüğü yol, bu yoldur. Hep bu yoldan yürümüşler ve aynı hedefe varmışlardır. Hepsi orada bulunurlar. O nokta varlık yeri, post makamı değildir; kulluk makamıdır. Orada hiçbir dava yoktur ve onlarda başka arzu yaşamaz. O hedef yalnız O'nu arzu edenlerin hedefidir.
Bâtınî yönden illa terakki etmek lâzım ki nefis kendisini beğenmesin. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği kimselere; varlık taslamak, üzerinde fazilet toplamak çok abes gelir. O'nun malı ile O'na karşı övünmek çok gülünçtür. Bu muazzam varlık Sahibimiz'in, her lütuf O'nun, her lütuf O'ndan. O verdi ve daha sonra da alacak.
İnsan her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bildikten sonra kendisinin basit ve değersiz bir mahluk olduğunu görmeye başlar. Bunu böyle gördükten sonra da Rabb'imize o nispette sığınmamız icabeder.
Kendisine sığınanı Hazret-i Allah çok sever. Nefsine paye verenleri ise hiç sevmez.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah size zahir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir." (Lokman: 20)
Binaenaleyh bir kulu dilerse çok yükseltir, dilerse en aşağıya indirir. Allah-u Teâlâ onu ne kadar yüksek makamlara çıkarırsa çıkarsın, o buna iltifat etmemelidir. Bunun bir emanet-i ilâhiye olduğunu bilerek, aslının bir damla kerih su olduğunu hep gözünün önünde bulundurmalıdır. En yüksek makama çıksa: "Çıkan şey pisliktir!", en aşağı makama atılsa: "Atılan şey pisliktir!" diyerek, kendisini ayrı bir sıfatta görmemelidir. Yoksa insan hemen kendisini beğenir, nimet-i ilâhiyi benimser ve emanete hıyanetlik yapmış olur.
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde:
"Kendinizi beğenip temize çıkarmayın!" buyuruyor. (Necm: 32)
Kendisinde varlık görenler, kendisini beğenenler, her şeyi bildiğini zannedenler, etrafını küçük görenler, iki kitap okumakla ilmi olduğunu zannedenler, Allah-u Teâlâ'nın varlığını nefis putuna bağlamıştır ve nefsini ilâh yapmıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
İnsanlar heva ve heveslerine tabi olunca nizam ve intizam bozulur, hayatın gerçeklerinden uzaklaşılır. İnsanlar böylece gizli şirke sapmış olurlar.
Buradan da anlaşılıyor ki; insan yoktan var edeni, nimetleri ile gark edeni unutuyor, o nimetlerin birer ihsân-ı ilâhi olduğunu göremiyor. "Bunların hepsi bende var!" diyor, "Benim!" diyor, "Ben olmasam olmaz" diyor ve nefsini ilâh ediniyor. Kendisini beğendiğinden dolayı gizli şirke sapmış olur. Şirk ise kişiyi müşrik yapar.
Rabb'imiz Teâlâ Hazretleri gerçek mânâda tevâzu sahibi olabilmeyi, zâhirden bâtına geçip hiçlik yolunda ilerleyip râzı ve hoşnut olacakları hiçliğe inebilmeyi lütuf ve ihsan buyursun. Benlikten, kendini beğenmekten, yalıncı tevâzudan, varlık taslamaktan cümlemizi muhafaza buyursun inşallah...
•
"Cenâb-ı Hakk'a ulaşamamamızın sebebi: 'Ben varacağım.' iddiâsıdır. Varlığı dağıt ki, bir gün Var'ı görebilesin.
İnsanoğlu bir fotoğraf gibidir. Ruh çıktığı zaman senin fotoğraftan ne farkın var? Şu halde seni var edeni, evireni çevireni bil!"
•
"Âdem Aleyhisselâm'ın affedilmesine sebep olan dört nokta vardır:
1. Hatasını anlaması.
2. İtiraf etmesi.
3. Pişmanlık duyması.
4. Çok tevbe ve istiğfar etmesi.
Beşincisi de affedilince nefsine paye vermemesidir."
•
"Üç şeye dikkat et: Helâl lokmaya, attığın adıma, konuşacağın söze."
•
"Zikrin azı çoğu önemli değildir. Önemli olan o anda kendimizi yok edebiliyor muyuz?"
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (21)
Tevâzu ve mahviyet tutunma yeridir. Kibir ve kendini beğenme kayma yeridir. Mahviyeti olmayan insanın daima engeli vardır. Bu engel kendi nefsidir, kendi vücududur. Hakk'a yaklaşmasına engel olur. Onun için fakirin devamlı mahviyetten bahsetmesindeki gaye budur; "Sen çık aradan, kalsın Yaratan!"
Bir insanın Allah-u Teâlâ'ya çok sığınması ve nefsinden de çok korkması lazımdır. Nefsin kendini beğenmesi en büyük tehlikedir. Kişiyi uçurumun kenarına getiren kendi varlığıdır. Öyle ki kişi bu varlık içinde öyle kaybolur ki, varlık olduğunu zannetmez halde görünüp her hâline sirayet eder. Böyleleri her şeyi bildiğini zanneder, her şeyi doğru yaptığını zanneder, ilmi olmadığı halde zahiren ilmi varmış gibi gösterir, bâtınî olarak da bir şeyler geldiğini bazı mânevi haller zuhur ettiğini etrafına göstermeye çalışır, işte bütün bunlar kişinin kendinde varlık görmesidir. Âlim görünür, cahil olduğunu bilmez, ibadet ehli görünür, nefsinin kulu olduğunu bilmez!..
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
"Ben değersiz bir mahlukum!" buyuruyorlar.
Bu öyle bir ince sırdır ki, iniş hallerine göre beyan etmişlerdir. Bunlar hep Hazret-i Allah'ın azametine karşı iniş hallerinin icraatıdır. Asıl olan inmek, aşağıların aşağısına inmek, amma bugün için çıktığını, erdiğini bir şeyler geldiğini söyleyen zâhirde kalmış olanlar varlık içinde, kendini beğenme yolunda kaybolur giderler. Tecelliyât aşağı indikçe zuhur eder, varlık ile yükseldikçe değil!!!
Varlık peşinde koşan Var'a ulaşamaz. Bir insan hayatının o anına kadar topladığı varlıkları dağıtıp, kendisinin hiç olduğunu öğrenecek ki var edeni bulabilsin.
Bize en çok sevdirilen mahviyettir. En çok kaçtığımız şey de varlıktır. Herkes yukarıya çıkmaya çalışırken, bir gaye ve maksat peşinde koşarken, biz ise fena üzerinde iniş yapıyoruz. Pirân-ı izam Efendilerimiz'in bulunduğu ve yürüdüğü yol, bu yoldur. Hep bu yoldan yürümüşler ve aynı hedefe varmışlardır. Hepsi orada bulunurlar. O nokta varlık yeri, post makamı değildir; kulluk makamıdır. Orada hiçbir dava yoktur ve onlarda başka arzu yaşamaz. O hedef yalnız O'nu arzu edenlerin hedefidir.
Bâtınî yönden illa terakki etmek lâzım ki nefis kendisini beğenmesin. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği kimselere; varlık taslamak, üzerinde fazilet toplamak çok abes gelir. O'nun malı ile O'na karşı övünmek çok gülünçtür. Bu muazzam varlık Sahibimiz'in, her lütuf O'nun, her lütuf O'ndan. O verdi ve daha sonra da alacak.
İnsan her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bildikten sonra kendisinin basit ve değersiz bir mahluk olduğunu görmeye başlar. Bunu böyle gördükten sonra da Rabb'imize o nispette sığınmamız icabeder.
Kendisine sığınanı Hazret-i Allah çok sever. Nefsine paye verenleri ise hiç sevmez.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah size zahir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir." (Lokman: 20)
Binaenaleyh bir kulu dilerse çok yükseltir, dilerse en aşağıya indirir. Allah-u Teâlâ onu ne kadar yüksek makamlara çıkarırsa çıkarsın, o buna iltifat etmemelidir. Bunun bir emanet-i ilâhiye olduğunu bilerek, aslının bir damla kerih su olduğunu hep gözünün önünde bulundurmalıdır. En yüksek makama çıksa: "Çıkan şey pisliktir!", en aşağı makama atılsa: "Atılan şey pisliktir!" diyerek, kendisini ayrı bir sıfatta görmemelidir. Yoksa insan hemen kendisini beğenir, nimet-i ilâhiyi benimser ve emanete hıyanetlik yapmış olur.
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde:
"Kendinizi beğenip temize çıkarmayın!" buyuruyor. (Necm: 32)
Kendisinde varlık görenler, kendisini beğenenler, her şeyi bildiğini zannedenler, etrafını küçük görenler, iki kitap okumakla ilmi olduğunu zannedenler, Allah-u Teâlâ'nın varlığını nefis putuna bağlamıştır ve nefsini ilâh yapmıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
İnsanlar heva ve heveslerine tabi olunca nizam ve intizam bozulur, hayatın gerçeklerinden uzaklaşılır. İnsanlar böylece gizli şirke sapmış olurlar.
Buradan da anlaşılıyor ki; insan yoktan var edeni, nimetleri ile gark edeni unutuyor, o nimetlerin birer ihsân-ı ilâhi olduğunu göremiyor. "Bunların hepsi bende var!" diyor, "Benim!" diyor, "Ben olmasam olmaz" diyor ve nefsini ilâh ediniyor. Kendisini beğendiğinden dolayı gizli şirke sapmış olur. Şirk ise kişiyi müşrik yapar.
Rabb'imiz Teâlâ Hazretleri gerçek mânâda tevâzu sahibi olabilmeyi, zâhirden bâtına geçip hiçlik yolunda ilerleyip râzı ve hoşnut olacakları hiçliğe inebilmeyi lütuf ve ihsan buyursun. Benlikten, kendini beğenmekten, yalıncı tevâzudan, varlık taslamaktan cümlemizi muhafaza buyursun inşallah...
•
"Cenâb-ı Hakk'a ulaşamamamızın sebebi: 'Ben varacağım.' iddiâsıdır. Varlığı dağıt ki, bir gün Var'ı görebilesin.
İnsanoğlu bir fotoğraf gibidir. Ruh çıktığı zaman senin fotoğraftan ne farkın var? Şu halde seni var edeni, evireni çevireni bil!"
•
"Âdem Aleyhisselâm'ın affedilmesine sebep olan dört nokta vardır:
1. Hatasını anlaması.
2. İtiraf etmesi.
3. Pişmanlık duyması.
4. Çok tevbe ve istiğfar etmesi.
Beşincisi de affedilince nefsine paye vermemesidir."
•
"Üç şeye dikkat et: Helâl lokmaya, attığın adıma, konuşacağın söze."
•
"Zikrin azı çoğu önemli değildir. Önemli olan o anda kendimizi yok edebiliyor muyuz?"