Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (9)
Zât-ı âlileri Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'den bahsederlerken bir sohbetlerinde şu mevzuyu anlatmışlardı:
"Bir gün Sabri Kaptan Düzce'ye Efendi Hazretleri'ni ziyarete gelmiş, kendisini tanımazdım. Vâlide çağırmış gittim. Efendi Hazretleri şurada oturuyor, Sabri Kaptan böyle, Vâlide böyle, bende burada oturuyorum.
Vâlide Hanım İstanbul'daki köşke birçok şeyler hazırlamış, onları benimle gönderecek. Daha evvel söylemişti. Fakat; "Ben emirsiz bir adım atmam!" demiştim. Efendi Hazretleri'ne hitaben; "Efendi! Ben Ömer'i köşke göndereceğim, gitsin gitsin değil mi?" dedi. Hiç sesini çıkarmadı. Sonra; "Bak izin aldım!" dedi. "Hayır Vâlide Hanım, ben bu izinle bir adım atamam" dedim. O zaman tekrar döndü; "Efendi! Ömer köşke gitsin gitsin, değil mi?" diye bastırarak söyledi. Yine hiç sesini çıkarmadı. "Vâlide hanım ben bu hareketle bir adım atmam" dedim.
Onlar dışarıya çıktı, Efendi Hazretleri'yle karşı karşıya kaldık. "Oğlum gitsen iyi olur!" buyurdular. Amma Vâlide Hanım'a gitsin demedi. Efendi Hazretleri'nden emir çıkınca Vâlide Hanım'dan çıkmış gibi oldu. Meğer ne hadiseler çıkacakmış, ne hadiseler çıkacakmış!
Anneme söyledim, o da; "Oğlum sana üç gün izin!" dedi. Çünkü annem de rahatsız, işim de çok, "Peki anneciğim!" dedim.
Vâlide hanım da lüzumlu lüzumsuz birçok şeyler çuvala yüklemiş.
Giderken iki günü Hendek'te geçirdik, bir günüm kaldı. Adapazarı'na geldik, beni bir gülme aldı. Öyle gülüyorum ki, durmak tutmak mümkün değil! Kimbilir ne hikmet vardı o gülmede, hem gülüyorum, hem de o çuvalı da taşıyorum. Tâ ki istasyona geldik, trene bindik, Pendik'e geldik. Oradan Erenköy trenine bineceğimiz yerde başka bir trene binmişiz. Sabri Kaptan; "Yalnış trene bindik, inelim" dedi. Tam ineceğimiz sırada tren de yürüdü. Sabri Kaptan'ın bir torunu vardı, onu yere indireyim derken aşağıya düştüm, tam trenin altında kalıyordum. Her bakan; "Bu gitti!.." diyordu, o anda tren durdu ve çıktık.
Fakat bu arada gizli mânevî flimler de dönüyordu, bunu hissediyordum.
Erenköy'e indiğimizde vakit biraz gecikmişti. Bir zâtın kapısını çaldılar. Evdekiler yattıkları halde, onu tanıdıkları için kalktılar, hemen bir çorba pişirdiler, önümüze koydular. Yemeğimizi yedik ve yattık.
O gece bir rüyâ zuhur etti, fakat kimseye bir şey demedim. Sabahleyin oturuyoruz, sohbet ediyoruz. O zât-ı muhterem; "Sabri! Bu kim?" diye sordu, o da; "Düzce'de bir ayakkabıcı!" diye cevap verdi. Ona; "Sen onu tanımıyorsun!" dedi ve Sabri Kaptan'la hiç görüşmedi, bizimle sohbet açtı. Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'den mevzu etti, bu evi ona nasıl hediye ettiğini uzun uzun anlattı.
Çıkışımızdan dönünceye kadar o hayatî hikmetler devam etti. Baştan aşağı gizli hikmetler vardı."
•
Efendi Hazretlerimiz bir mevzuyu da şöyle anlatmışlardı:
Bir defasında rahmetli Celal Efendi dedi ki;
"Hicazdayım, bir rüyâ gördüm. Bana 'Senin iki sene ömrün var!' dediler."
Geldi bunu bana söyledi. "Peki!" dedim. O uzun odada oturuyorum, seccade üzerindeyim. Galiba ikindiyi kılmış olsam gerek, "Ey âlemlerin Rabb'i! Bu kardeş bunu bir maksatla, sığınmak maksadıyla söyledi. Buna lütfundan ömür ihsan et!" dedim.
"Hayvanın bol olduğu iki yerde su akıtsın!" dediler.
Ben de söyledim. "Peki!" dedi, köylerde iki yerde su çıkardı. Ondan sonra belki on veya yirmi sene daha yaşadı. Hayret ettim. "Hayvanın bol olduğu yerde iki su akıtsın!" dediler.
•
Adapazarı'ndan bir kardeşimizin kız kardeşi vefat ediyor. Kardeşimiz vakit buldukça kabristana ziyarete gidiyor. Bir müddet sonra Efendi Hazretlerimiz'in ihvanlarından Hüsamettin Efendi rahmetli oluyor ve aynı kabristana defin ediliyor. Kardeşimiz bu sefer Hüsamettin Efendi'yi ziyarete geliyor bu ziyaretler peyder pey devam ediyor fakat kardeşine uğramıyor ve bu günlerde kardeşimiz bir rüyâ görüyor:
Rahmetli olan kız kardeşi; "Abi iyi insanı gördün bizi unuttun amma biz güzeller güzeli Hâtem-i Veli'yi bekliyoruz!" diyor.
Aradan geçen iki ay gibi bir süre sonra Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretlerimiz irtihâl-i dar-i bekâ etmişlerdi.
Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından önce görülen bir rüyâ ve Allah'u-âlem Zât-ı âlileri'nin geleceklerinin kabir ehline duyurulduğunun bir işareti...
•
Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından sonraki aylarda kabr-i şerif'te çalışmalar yapılmaya başlanmıştı, bu günlerde bir bayan gelir ve kapıdan içeri girerek çalışan kardeşlerimizle görüşür.
Daha temel inşaatı yapıldığı günlerde ilk defa gelen bu bayan; "Burada bir türbe olması lâzım, büyük ve çok güzel bir türbe, daha bitirmediniz mi?" diyerek rüyâda gördüğü türbeden bahsederler ve yer olarak da işte tam burası diyerek çalışmaların yapıldığı yeri gösterirler.
"Sakar Baba Hazretleri'nden yukarı doğru çıkıyorum, büyük ve güzel bir türbe vardı ve bana: "Kızım buraya gel!" diyorlardı. Aynı zamanda Nuh'un gemisini de gösteriyorlardı." diyerek akşam çok etkisinde kaldığı rüyâsını anlatır ve bu yüzden de sabah hemen buraya geldiğini söyler.
Kardeşlerimiz de Efendi Hazretlerimiz'den bahsederler, bayan ziyaretini yaparak oradan ayrılır.
Efendi Hazretlerimiz zaman zaman yaptıkları sohbetlerinde; "Burası Nuh'un gemisi, binen kurtulur!" buyururlardı.
Daha önce Zât-ı âlileri'ni hiç görmemiş ve böyle bir beyanını duymamış birisine bu rüyânın gösterilmesi bir hikmete binaendir.
Efendi Hazretlerimiz bu konuya misal olarak eserlerinde şöyle buyuruyorlar:
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi -kuddise sırruh- Hazretleri Mesnevî'nin beşinci cildinde bizatihi bu hususu isim zikrederek açıklıyor ve akıllardaki vehimleri ve kuruntuları otomatikman izale ediyor.
"Dağ gibi akıllar bile vehim denizine ve hayal girdabına gark olup batmıştır. Bu kötülük tufanı, dağları bile aşarken Nuh'un gemisine binenlerden başka kim aman bulur, kurtulur?
Yakîn yolunu kesen bu hayal yüzünden din ehli (müslümanlar), tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını hilâl (yeni ay) sanmaz. Fakat bir kimseye Ömer'in nuru (ışığı) dayanak olmadıkça, yolunu kaşının eğri kılı keser. Yüz binlerce büyük ve dehşetli gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur." (Mesnevî, c. 5 s. 156 - 2655. beyit)
Bundan murad, Allah-u Teâlâ ezelden iki nuru halketmiş, o bir nuru gittiyse diğeri mevcuttur. O ikinci mevcuda merbut olmayan birincisine de olmamış oluyor.
Herkes kaşındaki tüyü ay zannedecek, kendisini öyle görecek. Ama Ömer'in yolu öyle değil. Kılı kırk yarar. İsim ile zikrediyor. Cenâb-ı Hakk'a şükürler olsun, ezelden seçmiş, Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ismimi ve yolumu tarif ediyor. Ömer'in yolu öyle değil diyor, diğer evliyaullah ismimi zikretmiyor, Mevlânâ Hazretleri ismimizi zikrediyor. Ümmet-i Muhammed'in yetmiş üç fırkaya ayrıldığını, yetmiş ikisinin dalâlette, ancak onun yolunun doğru olduğunu ifade ediyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."
– Onlar kimlerdir ya Resulellah!
"Benim ve ashabımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Bütün beyanlarımız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler iledir. Resulullah'ın ve ashâbının yolundan, onların izinden basa basa gidiliyor.
İşte size bu yol tarif ediliyor. Allah ve Resul'ünün yolu!...
•
Yine Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından sonra bir kardeşimize, kabristana ziyarete gelen bir kişi şöyle anlatmışlardı:
"Ömer Efendi, bana çevrem tarafından hiç iyi anlatılmamıştı, hatta kitaplarının dahi okunmaması gerektiğini söylemişlerdi. Tabi bu duruma üzülüyordum. Bir gün bir kitabi elime geçti ve kitabı okudum. Gördüm ki bana söylenenler ile hiç alâkası yok ve kitap bambaşka."
Çünkü hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler ile yazılmış, açıklanmış ve desteklenmiş bir kitap.
"Bu kitabı okuduktan sonra içimde o Zât-ı muhterem'e karşı bir muhabbet başladı, aradan birkaç gün geçtikten sonra şöyle bir rüyâ gördüm;
Ömer Efendi'nin kabrini ziyaret ediyorum. Kapısında duruyordum, o mübarek zât içerde ve etrafında ihvanları vardı. Elinde bir liste ve bana bakarak; "Gel kızım, senin de listenin altında ismin yazılı" dediler ve beni içeriye aldılar. Biz orada dururken kendisi bir yıldız oldu ve gökyüzüne doğru yükseldi. Oradakiler "Onun yeri orasıydı, o bir kutuptu ve yerine gitti" dediler."
Zevât-ı kiram'dan İmâm-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri ve İmâm-ı Gazali -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin eserlerini okumayı yasaklayan güruhlar olduğu gibi Efendi Hazretlerimiz'in eserlerini de anlayamayan, okunmasına karşı çıkanlar olacaktır.
Zira bu kitaplar Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle yazılmış, "Has İlmullah" olduğu için naehli anlayamaz.
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (9)
Zât-ı âlileri Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'den bahsederlerken bir sohbetlerinde şu mevzuyu anlatmışlardı:
"Bir gün Sabri Kaptan Düzce'ye Efendi Hazretleri'ni ziyarete gelmiş, kendisini tanımazdım. Vâlide çağırmış gittim. Efendi Hazretleri şurada oturuyor, Sabri Kaptan böyle, Vâlide böyle, bende burada oturuyorum.
Vâlide Hanım İstanbul'daki köşke birçok şeyler hazırlamış, onları benimle gönderecek. Daha evvel söylemişti. Fakat; "Ben emirsiz bir adım atmam!" demiştim. Efendi Hazretleri'ne hitaben; "Efendi! Ben Ömer'i köşke göndereceğim, gitsin gitsin değil mi?" dedi. Hiç sesini çıkarmadı. Sonra; "Bak izin aldım!" dedi. "Hayır Vâlide Hanım, ben bu izinle bir adım atamam" dedim. O zaman tekrar döndü; "Efendi! Ömer köşke gitsin gitsin, değil mi?" diye bastırarak söyledi. Yine hiç sesini çıkarmadı. "Vâlide hanım ben bu hareketle bir adım atmam" dedim.
Onlar dışarıya çıktı, Efendi Hazretleri'yle karşı karşıya kaldık. "Oğlum gitsen iyi olur!" buyurdular. Amma Vâlide Hanım'a gitsin demedi. Efendi Hazretleri'nden emir çıkınca Vâlide Hanım'dan çıkmış gibi oldu. Meğer ne hadiseler çıkacakmış, ne hadiseler çıkacakmış!
Anneme söyledim, o da; "Oğlum sana üç gün izin!" dedi. Çünkü annem de rahatsız, işim de çok, "Peki anneciğim!" dedim.
Vâlide hanım da lüzumlu lüzumsuz birçok şeyler çuvala yüklemiş.
Giderken iki günü Hendek'te geçirdik, bir günüm kaldı. Adapazarı'na geldik, beni bir gülme aldı. Öyle gülüyorum ki, durmak tutmak mümkün değil! Kimbilir ne hikmet vardı o gülmede, hem gülüyorum, hem de o çuvalı da taşıyorum. Tâ ki istasyona geldik, trene bindik, Pendik'e geldik. Oradan Erenköy trenine bineceğimiz yerde başka bir trene binmişiz. Sabri Kaptan; "Yalnış trene bindik, inelim" dedi. Tam ineceğimiz sırada tren de yürüdü. Sabri Kaptan'ın bir torunu vardı, onu yere indireyim derken aşağıya düştüm, tam trenin altında kalıyordum. Her bakan; "Bu gitti!.." diyordu, o anda tren durdu ve çıktık.
Fakat bu arada gizli mânevî flimler de dönüyordu, bunu hissediyordum.
Erenköy'e indiğimizde vakit biraz gecikmişti. Bir zâtın kapısını çaldılar. Evdekiler yattıkları halde, onu tanıdıkları için kalktılar, hemen bir çorba pişirdiler, önümüze koydular. Yemeğimizi yedik ve yattık.
O gece bir rüyâ zuhur etti, fakat kimseye bir şey demedim. Sabahleyin oturuyoruz, sohbet ediyoruz. O zât-ı muhterem; "Sabri! Bu kim?" diye sordu, o da; "Düzce'de bir ayakkabıcı!" diye cevap verdi. Ona; "Sen onu tanımıyorsun!" dedi ve Sabri Kaptan'la hiç görüşmedi, bizimle sohbet açtı. Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'den mevzu etti, bu evi ona nasıl hediye ettiğini uzun uzun anlattı.
Çıkışımızdan dönünceye kadar o hayatî hikmetler devam etti. Baştan aşağı gizli hikmetler vardı."
•
Efendi Hazretlerimiz bir mevzuyu da şöyle anlatmışlardı:
Bir defasında rahmetli Celal Efendi dedi ki;
"Hicazdayım, bir rüyâ gördüm. Bana 'Senin iki sene ömrün var!' dediler."
Geldi bunu bana söyledi. "Peki!" dedim. O uzun odada oturuyorum, seccade üzerindeyim. Galiba ikindiyi kılmış olsam gerek, "Ey âlemlerin Rabb'i! Bu kardeş bunu bir maksatla, sığınmak maksadıyla söyledi. Buna lütfundan ömür ihsan et!" dedim.
"Hayvanın bol olduğu iki yerde su akıtsın!" dediler.
Ben de söyledim. "Peki!" dedi, köylerde iki yerde su çıkardı. Ondan sonra belki on veya yirmi sene daha yaşadı. Hayret ettim. "Hayvanın bol olduğu yerde iki su akıtsın!" dediler.
•
Adapazarı'ndan bir kardeşimizin kız kardeşi vefat ediyor. Kardeşimiz vakit buldukça kabristana ziyarete gidiyor. Bir müddet sonra Efendi Hazretlerimiz'in ihvanlarından Hüsamettin Efendi rahmetli oluyor ve aynı kabristana defin ediliyor. Kardeşimiz bu sefer Hüsamettin Efendi'yi ziyarete geliyor bu ziyaretler peyder pey devam ediyor fakat kardeşine uğramıyor ve bu günlerde kardeşimiz bir rüyâ görüyor:
Rahmetli olan kız kardeşi; "Abi iyi insanı gördün bizi unuttun amma biz güzeller güzeli Hâtem-i Veli'yi bekliyoruz!" diyor.
Aradan geçen iki ay gibi bir süre sonra Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretlerimiz irtihâl-i dar-i bekâ etmişlerdi.
Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından önce görülen bir rüyâ ve Allah'u-âlem Zât-ı âlileri'nin geleceklerinin kabir ehline duyurulduğunun bir işareti...
•
Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından sonraki aylarda kabr-i şerif'te çalışmalar yapılmaya başlanmıştı, bu günlerde bir bayan gelir ve kapıdan içeri girerek çalışan kardeşlerimizle görüşür.
Daha temel inşaatı yapıldığı günlerde ilk defa gelen bu bayan; "Burada bir türbe olması lâzım, büyük ve çok güzel bir türbe, daha bitirmediniz mi?" diyerek rüyâda gördüğü türbeden bahsederler ve yer olarak da işte tam burası diyerek çalışmaların yapıldığı yeri gösterirler.
"Sakar Baba Hazretleri'nden yukarı doğru çıkıyorum, büyük ve güzel bir türbe vardı ve bana: "Kızım buraya gel!" diyorlardı. Aynı zamanda Nuh'un gemisini de gösteriyorlardı." diyerek akşam çok etkisinde kaldığı rüyâsını anlatır ve bu yüzden de sabah hemen buraya geldiğini söyler.
Kardeşlerimiz de Efendi Hazretlerimiz'den bahsederler, bayan ziyaretini yaparak oradan ayrılır.
Efendi Hazretlerimiz zaman zaman yaptıkları sohbetlerinde; "Burası Nuh'un gemisi, binen kurtulur!" buyururlardı.
Daha önce Zât-ı âlileri'ni hiç görmemiş ve böyle bir beyanını duymamış birisine bu rüyânın gösterilmesi bir hikmete binaendir.
Efendi Hazretlerimiz bu konuya misal olarak eserlerinde şöyle buyuruyorlar:
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi -kuddise sırruh- Hazretleri Mesnevî'nin beşinci cildinde bizatihi bu hususu isim zikrederek açıklıyor ve akıllardaki vehimleri ve kuruntuları otomatikman izale ediyor.
"Dağ gibi akıllar bile vehim denizine ve hayal girdabına gark olup batmıştır. Bu kötülük tufanı, dağları bile aşarken Nuh'un gemisine binenlerden başka kim aman bulur, kurtulur?
Yakîn yolunu kesen bu hayal yüzünden din ehli (müslümanlar), tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını hilâl (yeni ay) sanmaz. Fakat bir kimseye Ömer'in nuru (ışığı) dayanak olmadıkça, yolunu kaşının eğri kılı keser. Yüz binlerce büyük ve dehşetli gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur." (Mesnevî, c. 5 s. 156 - 2655. beyit)
Bundan murad, Allah-u Teâlâ ezelden iki nuru halketmiş, o bir nuru gittiyse diğeri mevcuttur. O ikinci mevcuda merbut olmayan birincisine de olmamış oluyor.
Herkes kaşındaki tüyü ay zannedecek, kendisini öyle görecek. Ama Ömer'in yolu öyle değil. Kılı kırk yarar. İsim ile zikrediyor. Cenâb-ı Hakk'a şükürler olsun, ezelden seçmiş, Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ismimi ve yolumu tarif ediyor. Ömer'in yolu öyle değil diyor, diğer evliyaullah ismimi zikretmiyor, Mevlânâ Hazretleri ismimizi zikrediyor. Ümmet-i Muhammed'in yetmiş üç fırkaya ayrıldığını, yetmiş ikisinin dalâlette, ancak onun yolunun doğru olduğunu ifade ediyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir."
– Onlar kimlerdir ya Resulellah!
"Benim ve ashabımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Bütün beyanlarımız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler iledir. Resulullah'ın ve ashâbının yolundan, onların izinden basa basa gidiliyor.
İşte size bu yol tarif ediliyor. Allah ve Resul'ünün yolu!...
•
Yine Efendi Hazretlerimiz'in vefatlarından sonra bir kardeşimize, kabristana ziyarete gelen bir kişi şöyle anlatmışlardı:
"Ömer Efendi, bana çevrem tarafından hiç iyi anlatılmamıştı, hatta kitaplarının dahi okunmaması gerektiğini söylemişlerdi. Tabi bu duruma üzülüyordum. Bir gün bir kitabi elime geçti ve kitabı okudum. Gördüm ki bana söylenenler ile hiç alâkası yok ve kitap bambaşka."
Çünkü hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler ile yazılmış, açıklanmış ve desteklenmiş bir kitap.
"Bu kitabı okuduktan sonra içimde o Zât-ı muhterem'e karşı bir muhabbet başladı, aradan birkaç gün geçtikten sonra şöyle bir rüyâ gördüm;
Ömer Efendi'nin kabrini ziyaret ediyorum. Kapısında duruyordum, o mübarek zât içerde ve etrafında ihvanları vardı. Elinde bir liste ve bana bakarak; "Gel kızım, senin de listenin altında ismin yazılı" dediler ve beni içeriye aldılar. Biz orada dururken kendisi bir yıldız oldu ve gökyüzüne doğru yükseldi. Oradakiler "Onun yeri orasıydı, o bir kutuptu ve yerine gitti" dediler."
Zevât-ı kiram'dan İmâm-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri ve İmâm-ı Gazali -rahmetullahi aleyh- Hazretleri'nin eserlerini okumayı yasaklayan güruhlar olduğu gibi Efendi Hazretlerimiz'in eserlerini de anlayamayan, okunmasına karşı çıkanlar olacaktır.
Zira bu kitaplar Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle yazılmış, "Has İlmullah" olduğu için naehli anlayamaz.