HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
En Büyük Delil
En Büyük Delil
Allah-u Teâlâ bütün insanlık âlemine hitap ederek, onlara kendi katından hak bir peygamber, ilâhî bir burhan, büyük bir delil gönderdiğini Âyet-i kerime’lerinde haber vermektedir:
“Ey insanlar! Rabb’inizden size HAK BİR PEYGAMBER gelmiştir. O hâlde kendi hayrınıza olarak hemen ona iman edin.” (Nisâ: 170)
Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru olan Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın gerek yüksek şahsiyeti, gerekse tebliğ ettiği esaslar ve prensipler, onun hak bir peygamber olduğunu göstermektedir.
Âlemlerin Rabb’i olan Allah-u Teâlâ’ya teslim olmak isteyenler için takip edilecek tek yol, onun getirdiği İslâm dinidir.
“Ey insanlar! Size Rabb’inizden KESİN BİR DELİL geldi.” (Nisâ: 174)
Öyle bir “Delil” ki, karşı tarafa herhangi bir mazeret bırakmayacak, her türlü şek ve şüpheyi ortadan kaldıracak kadar kesin bir “Delil”dir.
“Nur Saçan Kandil”:
Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecellî ettiği için: “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın bizzat mübarek şahsını; mücessem bir hidayet, bir rehber ve bir önder kılmıştır.
Mübarek vücudu serâpâ nurdur. Bu nur ile körler bile görür, duymayan kulaklar duyar, kapalı kalpler açılır, yolunu şaşıranlar yol bulur.
Bu hususta Allah-u Teâlâ, Zât-ı risaletpenâhî’yi muhatap kılarak şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)
Bunun içindir ki vücud-ı şerif’leri, ruhları, lisanları, kalpleri, ahlâk ve amelleri, ilim ve fehimleri nur kaynağıdır.
“Şâhit”: Bu şâhitliği Âdem Aleyhisselâm’dan kendi saâdetli zamanlarına kadar gelen bütün ümmetleri de içine alır. Allah-u Teâlâ ona verdiği fazilet ve meziyetten ötürü yalnız onu şâhit olarak kabul etmiştir. Bütün peygamberlere ve onların yaptıkları tebliğatlara, ümmetlerinin durumlarına şâhitlik yapacaktır.
“Müjdeci”: Allah-u Teâlâ’nın rahmet ve merhametini, af ve mağfiretini bildirir, ebedî saâdet ve selâmet yollarını gösterir, Hakk’a dâvet eder, iman edenleri ve teslimiyet gösterenleri cennet ve Cemâlullah ile müjdeler.
“Uyarıcı”: İnsanları gaflet uykusundan uyarmak, cehennemden kurtarmak için ikaz eder, irşad eder. Hakk’a yöneltmek için bir rehberdir, bir önderdir, bir nurdur.
“Allah’ın izniyle Allah’a çağıran”: Bunun mânâsı; onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ nurundan nurunu yarattı, o nurdan mükevvenâtı donattı. Dolayısıyla o Sebeb-i mevcûdât’tır. Aslı nur olduğu için, Allah-u Teâlâ’nın o nuru sayesinde; Allah-u Teâlâ’yı bildirmeye, buldurmaya ve kavuşturmaya vasıta olan bir elçidir. Nurundan nurunu yaratmasa idi, âlemler nurunu nereden alırdı?
“Nur saçan bir kandil”: O ilâhî nuru taşıyan bir kandildir, fakat kandil bir isimden ibarettir. İçindeki ise nurdur, o nur dışını da ihata etmiştir. O nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. O’nun nuru olduğu için âlemdeki her zerre ondan menfaat görür, o nur kâinatı nurlandırır. Artık bu hususta ilim yürütülmez, akıl oynatılmaz. Yetmez çünkü. Niçin yetmez? Allah-u Teâlâ’nın nuru olduğu için yetmez. Allah-u Teâlâ’yı bilmek ve tanımak mümkün olmadığı gibi, o da O’nun nuru olduğu için, onun da aslını bilmek mümkün değildir.
Bu öyle bir nur ki, bu nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. Bu öyle bir kandil ki, bütün âlemleri nurlandıran bir kandildir.
Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fıtrî yapısı ayrıdır.
Allah-u Teâlâ’yı en iyi bilen odur, en çok korkan o, emirlerini en iyi ve en çok tatbik eden de odur. Çünkü O’nun nuru ile nurlanmıştır.
Onun nuru üzerinde durulmalıdır, beşeriyeti üzerinde durulmaması gerekir. Beşer aldatabilir, nur aldatmaz. Zira kişinin nefsi yetmez, aklı da yetmez, ilmi de yetmez. Eğer imanın varsa: “Peki!” de ve geç, kurtul.
İnsanda nefis ve şeytan galip olduğu için cismâniyete aldanır ve Allah-u Teâlâ’nın nurunda noksanlık aramaya kalkar, zannını ortaya koyar ve imandan kayar gider. Nefsi noksan olduğu için, kendi noksanlığını orada arar. Kendi iman noksanlığından olduğunu da bilmez. Aynası ters olduğu için hep ters görür.
O bizim gibi bir insandır, amma bizim gözümüzle. Gerçekte onu anlayabilmek ve anlatabilmek çok zordur.
Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110 - Fussilet: 6)
İşte onun hakkındaki bütün yanılmalar bu noktadan doğuyor.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” beyanı, onun beşer yönüdür, zâhirî görünüşüdür, dışıdır.
İşte bu perdenin ötesine geçemeyenler:
“Allah’tan size bir NUR ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide: 15)
Âyet-i kerime’sinde geldiği haber verilen bu “Nur”u göremediler, cisimde takılıp kaldılar, “Nur”a inemediler, hidayete eremediler ve iman etmiş de olmadılar. Onlar öteye geçemedikleri için, ilâhî nurdan, rahmetten, merhametten mahrum kaldılar.
Âyet-i kerime’de geçen; “Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır, zira ancak onun vasıtası ile hidayete erilir.
“Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir, o da hidayet rehberidir.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.”Âyet-i kerime’sini görerek:
“O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun:
“Asluhu nur, cismuhu âdem” olduğunu, “Sirâc-ı münîr” olduğunu, “Nur saçan kandil” olduğunu bildiren ve buna benzer Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Hakikati göremediklerinden ötürü de Âyet-i kerime’lere iman etmediler ve imandan kaydılar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın onların kalplerini döndürmesinden ileri gelmektedir.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh