5-BÖLÜM:
BİRİNCİ KİTAP
Yüzeyleriyle kâinatın aynası olan âlemlerin, yaratılış tertibini; cihanın arazlarının ve cevherlerinin mahiyet ve keyfiyetini; özlerin ve eşyanın şekil ve durumlarını; esaslar ve cisimler âleminin görüntü ve hikmetini; canlıların, bileşiklerin ve unsurların bozuşum ve oluşumunu, hakimane üç babla belirtir ve beyan eder.
BİRİNCİ BAHİS
Alemlerin yaratılış tertibini; cihanın cevher ve arazlarının mahiyet ve keyfiyetini, İslâm filozoflarının aklî delillerle buldukları üzere üç bölüm ile tafsil eder.
BİRİNCİ BÖLÜM
Vacib'ül-vücud olan Allah'ı ispat edip, varlıkları mümkün olan cevherleri ve arazları kısaca üç madde ile açıklar.
Birinci Madde
Vacib'ül-vücud Allah Taâlâ hazretlerini aklî delillerle ispat edip onun eşyaya yakın olup; onlara ürünmüş olmadığını âlimlerin bulduklarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Allah'dan başka bütün varlıklara âlem adı verilir. Allah'ın zatı ümleden ayrı ve mücerrettir. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-ı Kadim'indi buyurmuştur: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Müminin kalbinde nurunun sıfatı: Sanki bmir hücre ki, içinde bir lamba var; lamba da cam bir mahfaza içinde, o cam mahfaza sanki incimsi bir yıldız. Bu lamba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. Bu öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş dokunmaz da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi bilir." (24/35)
Özlerin keyfiyeti ve eşyanın mahiyeti inceden inceye araştırılıp, düşünülse; varlıkların durumları, kâinatın hal ve hareketleri basiret gözüyle mütalaa kılınsa, âlemin bütün parçalarının Allah'ın sanatıyle sonradan olduğuna sağlam bir aklın delillerinin şehadet etmesi kaçınılmaz bir iştir. Nitekim Hak Taâlâ buyurmuştur: "Allah, gökleri ve yeri üstün ir hikmetle yarattı. Size şekil verdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Nihayet dönüş O'nadır." (64/3) O varlığı mutlak olanın cömertliğiyle varlığı mümkün olanlar varolmuş, onunla ayaktadır. Her nesne fâni, o, bâki ve ayaktadır. Nitekim kendi Kitab'ında buyurmuştur: "Onun zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur. Hüküm ancak onundur; hep ona döndürüleceksiniz." (28/88). O kâdir, ve hakîm olan Allah'ın hikmet ve kudretinin eserleri, âlemin ufuklarında ve nefislerde, görecek gözü olanların gözüne cihanı aydınlatan güneşten daha parlak olarak çarpar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyurmuştur: "İleride biz, onlara, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (41/53). O benzersiz sanatkârın sanat ve icadının sırlarını görünen ve görünmeyen âlemde müşahede, âriflere gün gibi ortadadır, apaçıktır. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-I Kadim'inde buyurmuştur: "Yeryüzünde de gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler var. Nefislerinizde de birçok âlametler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?" (51/20-21)
Havadaki zerreler, dağlar, taşlar, yağmur damlaları, denizler ve ırmaklar, belki dönen feleklerin her parçası, gezegenler, unsurlar, bileşikler ve her ne ki var, cümlesi, gece ve gündüzün her anında, o tek, bağışlayıcı, affedici olan Hak Taâlâ hazretlerine senâ edici olup, onun birliğini açığa çıkarmak ve bildirmek için her biri bir lisandır. Nitekim Hak Taâlâ, Nazm-ı Kerim'inde buyurmuştur: "Yedi gök ve yer, bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gerçekten halîmdir, yargılayıcıdır." (17/44). Belki cihanın zerreleri, o parlak güneşin varlığının gölgesinde varolmak için hisselerini almışlardır. Cümlesi, Allah'ın cemalinin nurunu göstermek için basiret sahiplerine saf ve parlak aynalardır. Nitekim Allah, Furkan-ı Mübin'inde buyurmuştur ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah'a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah'ın mağfireti geniştir, o her şeyi bilendir." (2/115)
İslâm filozoflarının hepsinin, din âlimlerinin de çoğunun kesin ve isabetli görüşleri böyledir ki: O bir şey ki varlığı gereklidir, ona "vacib'ül-vücud" derler. Her ne ki yok olması lâzımdır, ona "münteni'ül-vücut / olamazdı" derler. Her nesne ki ne varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün'ül-vücut / varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün'ül vücu / varlığı mümkün" adı verirler. O halde her şey ki mevcuttur: Ya varlığı lüzumludur veya varlığı mümkündür. Zira ki, var olan, var olduğu için vardır; kendi varlığı için ya başkasına muhtaçtır ya muhtaç değildir. Eğer başkasına muhtaç değilse; o, varlığı mutlak olandır ki, bu Allah'dır. Eğer muhtaç ise; o, varlığı mümkün olandır ki, bu âlemdir. O nesne ki mevcut değildir, Allah Taâlâ'nın ortağıdır ki, yoktur. Zira ki filozoflar demişlerdir ki: Mümkün değildir ki var olan yok ola. Belki var olan sürekli vardır, yok olan sürekli yoktur. Lâkin mümkündür ki var olan bir mertebeden bir mertebeye; bir nitelikten bir niteliğe dönüşür ve değişir: Basit cisimlerin bileşik, bileşik cisimlerin basit olduğu gibi. Halk, bu değişimleri seyrettikte; zannederler ki yok olan var olur, var olan yok olur. Şimdi vacib'ül-vücudun ispatı ortadadır. Şu delil ile ki: Mümkün olanlara mevcut derler, halbuki mümkünlerin var olması başkasındandır. elbette o başkası varlığı gerekli ve mutlak olana gider. Zira ki, varlığı gerekli olan olmadıkça, varlığı mümkün olan da olmaz. Yani önce kendisine muhtaç olunan varlık gereklidir ki, filan nesneye filan nesne muhtaçtır demek doğru ola. O halde, bütün bu deliller ile varlığı lüzumlu olan Allah Taâlâ hazretleri, sâbit ve âyân olmuştur.
İkinci Madde
Varlığı mümkün olan beş cevheri özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Varlığı mümkün olan nesne, eğer varlığının devamında değişikliğe uğramazsa; ona, cevher derler. Eğer değişikliğe uğrarsa; ona, araz derler. Zira ki, varlık başkadır, varlığın devamı başkadır. Nitekim görürsün ki, iki şahıs var olmakta müşterektir derler. Lâkin birinin bekâsı yüzyıla dek varır, irinin bekâsı on yıldan ziyade kalmaz. O halde varlığın devamı, varlıktan başkadır, bunlar aynı olmaz. Bütün olabilirler ya cevherdir veya arazdır. Zira ki, bir nesne bir nesneye ya karışıp ona geçer ya geçmez. Eğer karışır ve geçerse o, araz, öteki cevher adını alır. Eğer her ikisi de birbirine muhtaç olurlar karışmazlarsa, bu duruma kaos ve bu hale cismî benzerlik veya nevî benzerlik derler. Eğer ihtiyaç bir taraftan olup, ancak araz cevhere muhtaç olursa, o cevhere mevzu (yapıntı), ötekine de araz (ilinek) derler. O halde araz, mevzuda var olan nesnedir: Renkler gibi. Eğer araz ve cevher bileşimine uğrarsa ona: Tabii cisim derler Eğer araz ve cevher birleşmeyip, isimlere tedbir ve tasarrufla bağlı olmazlarsa, ona: İnsanî nefs veya atmosferik nefs derler.
Cevherler beş kısımdır ki; biri heyula (kaos), biri cismî suret, biri tabii cisimdir. Bu üç cevher birbirine yakındır. Öteki ikisi dahi birbirinden farklıdır ki: Biri nefs ve biri akıldır. Eğer akıl, onunla zatı gerekli olanın arasında vâsıta olmadıysa ona: İlk akıl derler ve külli akıl dahi derler. Eğer aklın altında başka akıl olmadıysa ona: Aşır akıl, fakat akıl derler. Eğer aklın iki yönünde akıllar olduysa ona: Mutavassıt (aracı) akıl derler. Akılların en şereflisi ve en lâtifi küllî akıldır ve ona yakın olan akıllardır.
Eğer nefs, basit cisimlerde mutasarrıf olduysa ona: Feleki (atmosferik) nefs, unsurî nefs derler. Eğer nefs, bileşik cisimlerde mutasarrıf olup, onlara gelişme ve büyüme sağlamıyorsa, o cisimlere: maden derler. Altın, gümüş, la'l ve taş gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlerde büyüme ve gelişme sağladıysa, lâkim hareket vermedi ise, o cisimlere: bitki derler. Otlar, çiçekler, ağaçlar, meyveler gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlere hem büyüme ve gelişme, hem his ve hareket bahşedip, konuşma vermediyse, ona: Konuşmayan hayvan derler. Davarlar, atlar, vahşi hayvanlar ve kuşlar gibi. Eğer konuşma dahi bahşederse, ona: İnsan derler ki, varlığın zübdesi, her mevcudun hülasası odur. Cihan ağacının meyvesi ve kâinatın tamamlayıcısı odur. Şu halde nefs, her mertebede başka bir isimle isimlendirilir. Cansız cisimlerde ona: Tabii nefs, bitkilerde: Nebatî nefs, hayvanlarda: Hayvanî nefs, insanda: İnsâni nefs ve konuşan nefs derler. Nefs, bu mertebelerde cümleye tamamıyle tasallut edip, tamamıyle mutasarrıf olur.
Cisim, tabii bir cevherdir ki, onun zatında cisimlerin boyutları, yani uzunluk, genişlik ve derinlik, dik açılar üzere bölmek şartıyla farz olunarak ölçmek mümkün ola. Cisim ise, ya basit olar veya bileşik olur. Basit cisim odur ki, onun parçalarıyle aslı benzer olur. Yani suretleri ve tabiatları muhtelif olan cisimler bölünmeyip, onun tabiatı bir ola ki, o tabiattan çıkan şey, tek yol üzere çıka. Basit cisim, ya ulvidir veya süflidir. Ulvi dahi ya ışıklıdır veya ışıksızdır. Eğer ışıklı ise yıldızlardır. Eğer ışıksız ise feleklerdir ki, onlara: Esirî cisimler ve ulvî âlem dahi derler. Basit süflî cisim, dört unsurdu ki, onlara dört esas dahi derler. Onlar: Ateş, hava, su ve topraktır. Bu dördüne ve bunların zımnında bulunan bileşik cisimlere: Süflî âlem ve oluşum ve bozuşum âlemi dahi derler. Bileşik cisim odur ki, onun parçalarıyle tabiatı benzer olmayıp; şekil ve tabiatları muhtelif olan cisimlere bölünüp, dört unsurdan oluşmuş ola. Madenler, bitkiler, hayvanlar gibi. Bunlara üç bileşik derler ki, babaları esîrî cisimler, anaları dört unsurdur. Bileşik cisim dahi iki kısımdır ki, biri tam, biri tam olmayandır. Tam bileşik odur ki, değişik zamanlarda kendi bileşiğinin suretini koruya. Üç bileşik gibi. Tam olmayan bileşik bunun tersi olup, kendi bileşiminin suretini korumaz. Duman ve bulut gibi. Atmosfer gibi diğer basit cisimler, bileşiklerinden ayrılarak, kendi tabiatlarıyle kalsalar, onların şekli küreye benzerdir. Yani dönen top görünümündedirler. O halde bütün felekler, yıldızlar, unsurlar küre şeklindedir. Anlatılan beş cevher ki, akıl, nefs, kaos, suret ve cisimdir. Bunların tümünü bu rubaimiz toplamıştır ve bunlarla iki âlem, ayaktadır ve süreklidir.
RUBAİ
Bil ol kâinatı akl ve candır
Bu hissolunan nüh felek-i gerdandır
Pes nar ü hava ve hab ü hâk erkândır
Madenle nebat ve hayvan ve insandır
Üçüncü Madde
Varlığı mümkün olan arazların dokuz kısmını kısaca bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Mevzuda (yapıntı) mevcut olan arazlar dokuz kısımdır. Kem, keyfe, eyne, metâ, izafet, malk, va', fiil ve infialdir.
1- Kem (nicelik): O nesnedir ki, zatında eşitliği ve eşitsizliği kabul ede. Bu, ya ayrıdır ki; nokta ve sayıdır. Veya zatı karar eden bitişiktir ki; çizgi, yüzey ve hacimdir. Veya zatı karar etmeyen bitişiktir ki; zamandır.
2- Keyfe (nitelik), eşyada heyettir ki, zatına bölünme ve nispet iktiza etmeyip duygusal niteliklere ve kuvvetlere bölünür. Balın tatlılığı, deniz suyunun tuzluluğu gibi. Veya kuvvetli olmayanlara bölünür. Utanmanın kızartısı, korkmanın sarartısı gibi. Keyfiyetler, nefsanîden yana bölünür. İlk yaratılışta ilim ve yazmak gibi Keyfiyetler, istidadiyeden yana bölünür. Sertlik ve yumuşaklık gibi. Kemmiyetlere özgü olan keyfiyetten yana bölünür. Üçgen ve dörtgen gibi. Satıhtan yana bölünür. teklik ve çiftlik gibi. Adedten yana bölünür.
3- Metâ (ne zaman), bir keyfiyettir ki, eşyaya zamanda bulundukları için hasıl olur.
4- Eyne (nerede), bir keyfiyettir ki, eşyaya mekânda bulunmaları sebebiyle hasıl olur.
5- İzafet (bağlılık), bir keyfiyettir ki, nispette tekrar edilmiştir. Babalar ve oğullar gibi.
6- Mülk, bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur; onları bir nesne kuşatıp, intikalleri müntakil olmak sebebiyle bu keyfiyet bulunur. İnsanın sarıklı ve gömlekli olduğu gibi.
7- Vaz', bir heyettir ki, eşyaya hasıl olur. Bir nesne parçalarının bazısını bazısına nispeti sebebiyle ve dış işlere nispetleri sebebiyle o heyet bulunur. Kalkmak ve oturmak gibi.
8- Fiil, bir keyfiyettir ki, eşyanın tesirleri sebebiyle onlara o keyfiyet hasıl olur. Kesici gibi, madem ki keser.
9- İnfial; bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur, onlar başkasından etkilenmemeleriyle o keyfiyet bulunur. Isıtıcı gibi, madem ki ısıtır.
Beş cevheri, bir cevher sayıp, dokuz araza eklemişler ve böylece toplamına "on makulât" demişler. Cevher, kendi zatıyle kaim ve sabittir. Araz ise cevher ile kaim ve onu sıfatlandırandır. Bütün âlem, parçalarının tümüyle on makulâttan bileşik tek bir cisimdir. Cümlesi lisan-ı halle Allah Taâlâ'nın birliğine ve varlığına nâtık ve şâhittir. On makulâtı, bu beytimiz içine almaktadır ve hep buna aittir.
Cevheri bil kem ve keyfe ondan izafetle metâ
Vaz' ve eyne ve mülk ve yefalü yenfaildir ey fetâ
BİRİNCİ KİTAP
Yüzeyleriyle kâinatın aynası olan âlemlerin, yaratılış tertibini; cihanın arazlarının ve cevherlerinin mahiyet ve keyfiyetini; özlerin ve eşyanın şekil ve durumlarını; esaslar ve cisimler âleminin görüntü ve hikmetini; canlıların, bileşiklerin ve unsurların bozuşum ve oluşumunu, hakimane üç babla belirtir ve beyan eder.
BİRİNCİ BAHİS
Alemlerin yaratılış tertibini; cihanın cevher ve arazlarının mahiyet ve keyfiyetini, İslâm filozoflarının aklî delillerle buldukları üzere üç bölüm ile tafsil eder.
BİRİNCİ BÖLÜM
Vacib'ül-vücud olan Allah'ı ispat edip, varlıkları mümkün olan cevherleri ve arazları kısaca üç madde ile açıklar.
Birinci Madde
Vacib'ül-vücud Allah Taâlâ hazretlerini aklî delillerle ispat edip onun eşyaya yakın olup; onlara ürünmüş olmadığını âlimlerin bulduklarını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Allah'dan başka bütün varlıklara âlem adı verilir. Allah'ın zatı ümleden ayrı ve mücerrettir. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-ı Kadim'indi buyurmuştur: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Müminin kalbinde nurunun sıfatı: Sanki bmir hücre ki, içinde bir lamba var; lamba da cam bir mahfaza içinde, o cam mahfaza sanki incimsi bir yıldız. Bu lamba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. Bu öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş dokunmaz da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi bilir." (24/35)
Özlerin keyfiyeti ve eşyanın mahiyeti inceden inceye araştırılıp, düşünülse; varlıkların durumları, kâinatın hal ve hareketleri basiret gözüyle mütalaa kılınsa, âlemin bütün parçalarının Allah'ın sanatıyle sonradan olduğuna sağlam bir aklın delillerinin şehadet etmesi kaçınılmaz bir iştir. Nitekim Hak Taâlâ buyurmuştur: "Allah, gökleri ve yeri üstün ir hikmetle yarattı. Size şekil verdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Nihayet dönüş O'nadır." (64/3) O varlığı mutlak olanın cömertliğiyle varlığı mümkün olanlar varolmuş, onunla ayaktadır. Her nesne fâni, o, bâki ve ayaktadır. Nitekim kendi Kitab'ında buyurmuştur: "Onun zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur. Hüküm ancak onundur; hep ona döndürüleceksiniz." (28/88). O kâdir, ve hakîm olan Allah'ın hikmet ve kudretinin eserleri, âlemin ufuklarında ve nefislerde, görecek gözü olanların gözüne cihanı aydınlatan güneşten daha parlak olarak çarpar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyurmuştur: "İleride biz, onlara, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (41/53). O benzersiz sanatkârın sanat ve icadının sırlarını görünen ve görünmeyen âlemde müşahede, âriflere gün gibi ortadadır, apaçıktır. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-I Kadim'inde buyurmuştur: "Yeryüzünde de gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler var. Nefislerinizde de birçok âlametler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?" (51/20-21)
Havadaki zerreler, dağlar, taşlar, yağmur damlaları, denizler ve ırmaklar, belki dönen feleklerin her parçası, gezegenler, unsurlar, bileşikler ve her ne ki var, cümlesi, gece ve gündüzün her anında, o tek, bağışlayıcı, affedici olan Hak Taâlâ hazretlerine senâ edici olup, onun birliğini açığa çıkarmak ve bildirmek için her biri bir lisandır. Nitekim Hak Taâlâ, Nazm-ı Kerim'inde buyurmuştur: "Yedi gök ve yer, bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gerçekten halîmdir, yargılayıcıdır." (17/44). Belki cihanın zerreleri, o parlak güneşin varlığının gölgesinde varolmak için hisselerini almışlardır. Cümlesi, Allah'ın cemalinin nurunu göstermek için basiret sahiplerine saf ve parlak aynalardır. Nitekim Allah, Furkan-ı Mübin'inde buyurmuştur ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah'a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah'ın mağfireti geniştir, o her şeyi bilendir." (2/115)
İslâm filozoflarının hepsinin, din âlimlerinin de çoğunun kesin ve isabetli görüşleri böyledir ki: O bir şey ki varlığı gereklidir, ona "vacib'ül-vücud" derler. Her ne ki yok olması lâzımdır, ona "münteni'ül-vücut / olamazdı" derler. Her nesne ki ne varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün'ül-vücut / varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün'ül vücu / varlığı mümkün" adı verirler. O halde her şey ki mevcuttur: Ya varlığı lüzumludur veya varlığı mümkündür. Zira ki, var olan, var olduğu için vardır; kendi varlığı için ya başkasına muhtaçtır ya muhtaç değildir. Eğer başkasına muhtaç değilse; o, varlığı mutlak olandır ki, bu Allah'dır. Eğer muhtaç ise; o, varlığı mümkün olandır ki, bu âlemdir. O nesne ki mevcut değildir, Allah Taâlâ'nın ortağıdır ki, yoktur. Zira ki filozoflar demişlerdir ki: Mümkün değildir ki var olan yok ola. Belki var olan sürekli vardır, yok olan sürekli yoktur. Lâkin mümkündür ki var olan bir mertebeden bir mertebeye; bir nitelikten bir niteliğe dönüşür ve değişir: Basit cisimlerin bileşik, bileşik cisimlerin basit olduğu gibi. Halk, bu değişimleri seyrettikte; zannederler ki yok olan var olur, var olan yok olur. Şimdi vacib'ül-vücudun ispatı ortadadır. Şu delil ile ki: Mümkün olanlara mevcut derler, halbuki mümkünlerin var olması başkasındandır. elbette o başkası varlığı gerekli ve mutlak olana gider. Zira ki, varlığı gerekli olan olmadıkça, varlığı mümkün olan da olmaz. Yani önce kendisine muhtaç olunan varlık gereklidir ki, filan nesneye filan nesne muhtaçtır demek doğru ola. O halde, bütün bu deliller ile varlığı lüzumlu olan Allah Taâlâ hazretleri, sâbit ve âyân olmuştur.
İkinci Madde
Varlığı mümkün olan beş cevheri özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Varlığı mümkün olan nesne, eğer varlığının devamında değişikliğe uğramazsa; ona, cevher derler. Eğer değişikliğe uğrarsa; ona, araz derler. Zira ki, varlık başkadır, varlığın devamı başkadır. Nitekim görürsün ki, iki şahıs var olmakta müşterektir derler. Lâkin birinin bekâsı yüzyıla dek varır, irinin bekâsı on yıldan ziyade kalmaz. O halde varlığın devamı, varlıktan başkadır, bunlar aynı olmaz. Bütün olabilirler ya cevherdir veya arazdır. Zira ki, bir nesne bir nesneye ya karışıp ona geçer ya geçmez. Eğer karışır ve geçerse o, araz, öteki cevher adını alır. Eğer her ikisi de birbirine muhtaç olurlar karışmazlarsa, bu duruma kaos ve bu hale cismî benzerlik veya nevî benzerlik derler. Eğer ihtiyaç bir taraftan olup, ancak araz cevhere muhtaç olursa, o cevhere mevzu (yapıntı), ötekine de araz (ilinek) derler. O halde araz, mevzuda var olan nesnedir: Renkler gibi. Eğer araz ve cevher bileşimine uğrarsa ona: Tabii cisim derler Eğer araz ve cevher birleşmeyip, isimlere tedbir ve tasarrufla bağlı olmazlarsa, ona: İnsanî nefs veya atmosferik nefs derler.
Cevherler beş kısımdır ki; biri heyula (kaos), biri cismî suret, biri tabii cisimdir. Bu üç cevher birbirine yakındır. Öteki ikisi dahi birbirinden farklıdır ki: Biri nefs ve biri akıldır. Eğer akıl, onunla zatı gerekli olanın arasında vâsıta olmadıysa ona: İlk akıl derler ve külli akıl dahi derler. Eğer aklın altında başka akıl olmadıysa ona: Aşır akıl, fakat akıl derler. Eğer aklın iki yönünde akıllar olduysa ona: Mutavassıt (aracı) akıl derler. Akılların en şereflisi ve en lâtifi küllî akıldır ve ona yakın olan akıllardır.
Eğer nefs, basit cisimlerde mutasarrıf olduysa ona: Feleki (atmosferik) nefs, unsurî nefs derler. Eğer nefs, bileşik cisimlerde mutasarrıf olup, onlara gelişme ve büyüme sağlamıyorsa, o cisimlere: maden derler. Altın, gümüş, la'l ve taş gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlerde büyüme ve gelişme sağladıysa, lâkim hareket vermedi ise, o cisimlere: bitki derler. Otlar, çiçekler, ağaçlar, meyveler gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlere hem büyüme ve gelişme, hem his ve hareket bahşedip, konuşma vermediyse, ona: Konuşmayan hayvan derler. Davarlar, atlar, vahşi hayvanlar ve kuşlar gibi. Eğer konuşma dahi bahşederse, ona: İnsan derler ki, varlığın zübdesi, her mevcudun hülasası odur. Cihan ağacının meyvesi ve kâinatın tamamlayıcısı odur. Şu halde nefs, her mertebede başka bir isimle isimlendirilir. Cansız cisimlerde ona: Tabii nefs, bitkilerde: Nebatî nefs, hayvanlarda: Hayvanî nefs, insanda: İnsâni nefs ve konuşan nefs derler. Nefs, bu mertebelerde cümleye tamamıyle tasallut edip, tamamıyle mutasarrıf olur.
Cisim, tabii bir cevherdir ki, onun zatında cisimlerin boyutları, yani uzunluk, genişlik ve derinlik, dik açılar üzere bölmek şartıyla farz olunarak ölçmek mümkün ola. Cisim ise, ya basit olar veya bileşik olur. Basit cisim odur ki, onun parçalarıyle aslı benzer olur. Yani suretleri ve tabiatları muhtelif olan cisimler bölünmeyip, onun tabiatı bir ola ki, o tabiattan çıkan şey, tek yol üzere çıka. Basit cisim, ya ulvidir veya süflidir. Ulvi dahi ya ışıklıdır veya ışıksızdır. Eğer ışıklı ise yıldızlardır. Eğer ışıksız ise feleklerdir ki, onlara: Esirî cisimler ve ulvî âlem dahi derler. Basit süflî cisim, dört unsurdu ki, onlara dört esas dahi derler. Onlar: Ateş, hava, su ve topraktır. Bu dördüne ve bunların zımnında bulunan bileşik cisimlere: Süflî âlem ve oluşum ve bozuşum âlemi dahi derler. Bileşik cisim odur ki, onun parçalarıyle tabiatı benzer olmayıp; şekil ve tabiatları muhtelif olan cisimlere bölünüp, dört unsurdan oluşmuş ola. Madenler, bitkiler, hayvanlar gibi. Bunlara üç bileşik derler ki, babaları esîrî cisimler, anaları dört unsurdur. Bileşik cisim dahi iki kısımdır ki, biri tam, biri tam olmayandır. Tam bileşik odur ki, değişik zamanlarda kendi bileşiğinin suretini koruya. Üç bileşik gibi. Tam olmayan bileşik bunun tersi olup, kendi bileşiminin suretini korumaz. Duman ve bulut gibi. Atmosfer gibi diğer basit cisimler, bileşiklerinden ayrılarak, kendi tabiatlarıyle kalsalar, onların şekli küreye benzerdir. Yani dönen top görünümündedirler. O halde bütün felekler, yıldızlar, unsurlar küre şeklindedir. Anlatılan beş cevher ki, akıl, nefs, kaos, suret ve cisimdir. Bunların tümünü bu rubaimiz toplamıştır ve bunlarla iki âlem, ayaktadır ve süreklidir.
RUBAİ
Bil ol kâinatı akl ve candır
Bu hissolunan nüh felek-i gerdandır
Pes nar ü hava ve hab ü hâk erkândır
Madenle nebat ve hayvan ve insandır
Üçüncü Madde
Varlığı mümkün olan arazların dokuz kısmını kısaca bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Mevzuda (yapıntı) mevcut olan arazlar dokuz kısımdır. Kem, keyfe, eyne, metâ, izafet, malk, va', fiil ve infialdir.
1- Kem (nicelik): O nesnedir ki, zatında eşitliği ve eşitsizliği kabul ede. Bu, ya ayrıdır ki; nokta ve sayıdır. Veya zatı karar eden bitişiktir ki; çizgi, yüzey ve hacimdir. Veya zatı karar etmeyen bitişiktir ki; zamandır.
2- Keyfe (nitelik), eşyada heyettir ki, zatına bölünme ve nispet iktiza etmeyip duygusal niteliklere ve kuvvetlere bölünür. Balın tatlılığı, deniz suyunun tuzluluğu gibi. Veya kuvvetli olmayanlara bölünür. Utanmanın kızartısı, korkmanın sarartısı gibi. Keyfiyetler, nefsanîden yana bölünür. İlk yaratılışta ilim ve yazmak gibi Keyfiyetler, istidadiyeden yana bölünür. Sertlik ve yumuşaklık gibi. Kemmiyetlere özgü olan keyfiyetten yana bölünür. Üçgen ve dörtgen gibi. Satıhtan yana bölünür. teklik ve çiftlik gibi. Adedten yana bölünür.
3- Metâ (ne zaman), bir keyfiyettir ki, eşyaya zamanda bulundukları için hasıl olur.
4- Eyne (nerede), bir keyfiyettir ki, eşyaya mekânda bulunmaları sebebiyle hasıl olur.
5- İzafet (bağlılık), bir keyfiyettir ki, nispette tekrar edilmiştir. Babalar ve oğullar gibi.
6- Mülk, bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur; onları bir nesne kuşatıp, intikalleri müntakil olmak sebebiyle bu keyfiyet bulunur. İnsanın sarıklı ve gömlekli olduğu gibi.
7- Vaz', bir heyettir ki, eşyaya hasıl olur. Bir nesne parçalarının bazısını bazısına nispeti sebebiyle ve dış işlere nispetleri sebebiyle o heyet bulunur. Kalkmak ve oturmak gibi.
8- Fiil, bir keyfiyettir ki, eşyanın tesirleri sebebiyle onlara o keyfiyet hasıl olur. Kesici gibi, madem ki keser.
9- İnfial; bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur, onlar başkasından etkilenmemeleriyle o keyfiyet bulunur. Isıtıcı gibi, madem ki ısıtır.
Beş cevheri, bir cevher sayıp, dokuz araza eklemişler ve böylece toplamına "on makulât" demişler. Cevher, kendi zatıyle kaim ve sabittir. Araz ise cevher ile kaim ve onu sıfatlandırandır. Bütün âlem, parçalarının tümüyle on makulâttan bileşik tek bir cisimdir. Cümlesi lisan-ı halle Allah Taâlâ'nın birliğine ve varlığına nâtık ve şâhittir. On makulâtı, bu beytimiz içine almaktadır ve hep buna aittir.
Cevheri bil kem ve keyfe ondan izafetle metâ
Vaz' ve eyne ve mülk ve yefalü yenfaildir ey fetâ