MÜZEMMİL SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1
Teheccüd Namazı
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olan ilk Sûre-i şerif’lerdendir. Ancak hepsi bir defada inmeyip, 20. Âyet-i kerime daha sonraları inmiştir. Yirmi Âyet-i kerime, iki yüz seksen beş kelime ve sekiz yüz otuz sekiz harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime’de Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e: “Örtüsüne bürünen!” diye hitap edildiği için, bu mânâya gelen “Müzzemmil” kelimesi bu Sûre-i şerif’e isim olmaktadır. “Müzzemmil” bu sebeple de onun isimlerinden bir isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle Resulullah -salallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her şeyden ilgisini keserek Allah-u Teâlâ’ya yönelişini, O’na itaatini, gece ibadetini, Kur’an-ı kerim âyetlerini okuyuşunu ele almaktadır.
Sûre-i şerif Allah-u Teâlâ’nın Resulullah Aleyhisselâm’a olan en güzel hitabı ile başladıktan sonra; geceleri Teheccüd namazı kılmasını, Kur’an-ı kerim’i tertil üzere okumasını, büyük sorumluluk için kendisini hazırlamasını emir buyurduğunu beyan etmektedir.
Her hususta Rabb’ine ilticâ etmesini, her türlü tedbiri aldıktan sonra yardımı O’ndan dilemesini, müşriklerin eziyetlerine karşı sabretmesini tavsiye ettiğini açıklamaktadır.
Resulullah Aleyhisselâm’a karşı çıkanlar ikaz ve tehdit edilmekte, iman ve itaat etmedikleri takdirde kıyamet gününde şiddetli azap görecekleri hatırlatılmaktadır.
Ağır Söz:
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini büyük emaneti taşımak için hazırlamıştı. İslâmiyet’in doğuşunun ilk yıllarında o seçkin Peygamber’i tanıtmak ve gizlilikten açığa çıkarmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Ey örtüsüne bürünen (Resul’üm)!” (Müzzemmil: 1)
Artık istirahat zamanı geçmiş, bu ağır yükü yüklenme zamanı gelmiştir.
“Gecenin bir kısmı hariç olmak üzere kalk!” (Müzzemmil: 2)
Gecenin o derin saatlerinde Rabb’ine ibadet et ki, ilâhî vazifeye hazırlanasın.
“Gecenin yarısında.” (Müzzemmil: 3)
Kalkılacak miktar gecenin yarısıdır. O zaman içinde kalk, namaza niyaza devam et! Yarısında ibadet etmek, çoğunda ibadet etmek gibidir.
“Yahut ondan biraz eksilt.” (Müzzemmil: 3)
Yarısından az kalk. Bu eksiltme gecenin üçte birinden fazla olmasın.
“Veyahut üzerine biraz artır.” (Müzzemmil: 4)
Yarısından fazla uyanık bulun ki, bu da üçte ikisi kadar olabilir.
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bu hususta serbest bırakmıştır. Gecenin yarısı tercih edilmiş, bunun biraz azı veya çoğu hususu ona bırakılmıştır.
“Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, tertil üzere oku!” (Müzzemmil: 4)
Harflerin dahi anlaşılır şekilde okunması emredilmektedir. Öyle ki onu dinleyen, bütün kelimelerini tek tek anladığı gibi mânâ ve hakikatlerini düşünebilsin.
Tertil’den maksat, Kur’an-ı kerim’i okurken kalbin huzur içinde olmasıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kur’an-ı kerim’i harf harf, yani ağır ağır okur ve harfleri iyice çıkarırdı. Her rahmet âyetini okuduğunda durur ve onu isterdi. Her azap âyetini okudukça da durur ve ondan Allah-u Teâlâ’ya sığınırdı.
“Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil: 5)
Dayanılması ve uygulaması çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbikini ve uygulamasını sana emredeceğiz. Sana yüklediğimiz ağır sözü taşıyabilmen için sende tahammül gücü gelişsin.
Teheccüd Namazı:
Bundan sonra, Allah-u Teâlâ geceyi ibadetle geçirmenin faziletini beyan ve teşvik etmek üzere şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki gece kalkıp ibadet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir.” (Müzzemmil: 6)
Çünkü geceleri sesler sakinleşir, hareketler kesilir, gürültüler yatışır. Kalp huzuru ancak bu anlarda temin edilir.
Âyet-i kerime’lerde geçen gece kalkma emri Teheccüd namazı içindir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e farz, ümmet-i muhteremesine ise nafile olarak emredilmiştir.
Gece ibadete kalkmak müminin ihlâsındandır. Çünkü gece yapılan ibadet gösterişten uzaktır.
“Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır.” (Müzzemmil: 7)
Dolayısıyla ibadet için boş vakit bulamazsın.
Gecenin sükûneti içinde kılanan Teheccüd namazı bir mümin için mutlaka lüzumludur. Velev ki bir koyun sağacak kadar olsun. Bu namaz ibadetlerin en efdali ve en meşakkatli olanıdır. Çünkü gece uyku ve dinlenme için yaratılmıştır. Gece ibadete kalkmak nefse daha ağır ve zor gelir. Amellerin en efdali ise en güç olanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde
“Resul’üm! Gecenin bir kısmında uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere Kur’an ile gece namazı kıl.” buyuruyor. (İsrâ: 79)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gece namazlarında iki ayağı şişinceye kadar ayakta dururdu. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir gün kendisine:
“Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etmişken, niçin bu kadar zahmet çekiyorsun?” deyince şöyle buyurdu:
“İşte bu gufrân-ı ilâhî’ye karşı şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhârî)
Teheccüd namazı çok faziletlidir. Hadis-i şerif’lere göre, farzlardan sonra en kıymetli namazdır.
Sâlih kulların âdetidir. İnsanı Allah’a yaklaştırır. Günahlara kefarettir, günah işlemekten alıkoymaya sebeptir. Bedenî ve ruhî hastalıklara şifâdır.
Allah-u Teâlâ Secde sûre-i şerif’inin 16 ve 17. Âyet-i kerime’lerinde, Furkân sûre-i şerif’inin 64. Âyet-i kerime’sinde Teheccüd’e kalkanları medh-ü senâ etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir erkek, gecenin bir vaktinde karısını uyandırır da her ikisi namaz kılarsa, çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar.” (Ebu Dâvud)
Bu namazı kılanlar, hamama girip yıkanmış gibi olurlar. Tesbih namazı kılanlar ise, hamamda yıkanıp keselenenlere benzerler. Şu kadar var ki, yapılan bütün işler ilâhî ahkâm dâiresinde olmalıdır.
“Git kalp kapısında dur ki, o saray güzeli,
Ya seher vakti gelir, ya da gece yarısı.”
Zikrullah Emri:
Gündüzün meşguliyeti anlatıldıktan sonra Allah-u Teâlâ Zikrullah’ı emir buyurmuş, dünya işleriyle meşgul olurken Zât-ı akdes’inin hiçbir hâl ve ahvâlde unutulmamasını Âyet-i kerime’sinde beyan etmiştir:
“Rabb’inin adını zikret ve her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel.” (Müzzemmil: 8)
Dünya işlerinden ihtiyacın kadarını yapıp, meşguliyetlerini bitirince kendini her şeyden çekerek Rabb’ine teveccüh et, samimi bir şekilde O’na ibadet için vakit ayır. Dünya alâkaları gönlünü aslâ meşgul etmesin. Her an O’nu zikretmeye devam ederek kalbini nurlandır. İhlâs ve sadâkatle yolunda bulun. O’nunla olmaya bak!
Allah-u Teâlâ’yı tesbih edip şanına lâyık olmayan vasıflardan tenzih eden, O’nu kemâl ve cemâl sıfatları ile vasıflandıran bir müslümanı; umulur ki Allah-u Teâlâ ahlâk-ı zemîmelerden, hayvanî sıfatlardan temizler.
Bu Âyet-i kerime’de Usûl-i aşere’den Uzlet’e işaret vardır.
Uzlet; halkla ilişiği kesip Hakk’la olmak, huzur içinde ibadet, tezekkür ve esrâr-ı ilâhî’yi tefekkür için tenhayı seçmek demektir.
Uzlet; farz ve fazilet olarak ikiye ayrılmıştır. Farz olan uzlet, şerden ve şerli kimselerden; fazilet olan uzlet ise, lüzumsuz ve faydasız işlerle bunları âdet hâline getirmiş kimselerden uzak durmaktır. Halktan uzak olan Hakk’a yakın olur.
___________________________________________________________________________________
MÜZEMMİL SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İlâhî Azamet
Allah-u Teâlâ Zikrullah’ı ve Zât-ı akdes’ine yönelmeyi emretmesinin sebebini beyan ederek mütebâki Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurmaktadır:
“O doğunun da batının da Rabb’idir.” (Müzzemmil: 9)
Mülkü olan bütün bu gökleri, yeri ve bunların arasındaki her şeyi Allah-u Teâlâ bir düzen üzere, bir irâde ile ve sadece “Ol!” demekle icad etmiştir. Her oluş bir yaratıcıya muhtaçtır ve Allah-u Teâlâ böyle bir yaratıcıdır.
“O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Müzzemmil: 9)
İlâh ancak O’dur. O’ndan başka ne bir ilâh, ne de bir Rabb vardır. Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O’na mahsustur. Gönül verilecek ve ibadet edilecek yegâne varlık O’dur.
“Öyleyse yalnız O’nu vekil tut (O’nun himayesine sığın).” (Müzzemmil: 9)
İşlerini doğunun ve batının sahibine havale et, sadece O’na güven. Hiç şüphesiz ki her hususta O’nun irâde ve gücü geçerlidir. O’nun hükmüne uymayan her fikir ve düşünce bâtıldır, geçersizdir.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret!” (Müzzemmil: 10)
Çünkü Rabb’in o beyinsizlere karşı senin yardımcındır.
“Ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil: 10)
Onları kendine muhatap alma, yaptıkları işlerde onlara uyma. Onların er veya geç lâyık oldukları cezâlara uğrayacaklarında hiç şüphe yoktur. Bu senin hakkında ilâhî bir imtihandır, mükâfat vesilesidir.
Bunlara verilen dünya nimetlerinin kesinlikle geçici olduğuna dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Nimet içinde olan o yalanlayıcıları bana bırak!” (Müzzemmil: 11)
Ben onların haklarından gelirim, lâyık oldukları cezalara kavuştururum.
“Ve onlara biraz mühlet ver.” (Müzzemmil: 11)
Haklarında belirlenmiş olan zaman gelince hiç şüphesiz ki cezalarına çarptırılmış olacaklardır.
Mühletin Sonu:
İnkârcı sapıklara tanınan süre dolunca Allah-u Teâlâ iplerini çeker, onları vâdolundukları azaplarla başbaşa bırakır.
“Yanımızda onlar için ağır boyunduruklar ve cehennem var.” (Müzzemmil: 12)
Onlardan intikam almak için hazırlanmış, kendilerine ağırlık veren zincirler ve boyunduruklar da bulunmaktadır. Bu boyunduruklar onların kaçma tehlikesi olduğu için değil, azap üstüne azap tattırmak içindir. İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır. Azapların her türlüsünü çekmek zorunda kalırlar.
“Boğaza takılıp kalan bir yiyecek ve acıklı bir azap var.” (Müzzemmil: 13)
Bu cehennem yiyecekleri irin, zehirli ve dikenli bir bitki olan dari’ ve zakkumdur. Bunlar boğaza girdiği zaman ne yutulur, ne de çıkarılır.
Çeşit çeşit cezalar olduğu gibi, ceza verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı cezalar vardır. Bir kısmının yiyeceği zakkum olurken bir kısmınınki dari’ olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
Bu Âyet-i kerime’yi okuduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in haykırdığı rivâyet edilmiştir.
•
Bu hadiselerin ne zaman olacağına gelince:
“O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner.” (Müzzemmil: 14)
Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider. Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki; yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi hâline gelir. Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz. Dünya böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir. Artık kurtulma diye bir şey tasavvur edilemez, âfetler peşi peşine gelmiş çatmıştır.
İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!
Geçmişten İbret:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine zorba Firavun’u misal göstererek Âyet-i kerime’sinde onlara şöyle hitap etmiştir:
“Doğrusu biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.” (Müzzemmil: 15)
Kendisine karşı yaptıklarınıza, inkârlarınıza, yalanlamalarınıza kıyamet günü şâhitlik edecektir. Nitekim daha önce de azgın Firavun’a ve kavmine de Musa Aleyhisselâm’ı göndermişti.
“Firavun o peygambere karşı gelmişti de, onu çok ağır bir yakalayışla yakalayıp cezalandırmıştık.” (Müzzemmil: 16)
O da kavmi de denizin dalgaları arasında kahrolup gittiler. Bundan ibret almayacak mısınız? Onların başına gelen âkıbetin sizin başınıza da geleceğini düşünemiyor musunuz?
Sûr’un Zelzelesi:
Allah-u Teâlâ müşriklere hitap ederek, Firavun ve hânedânı ilâhî intikamdan nasıl kurtulamamışsa, onların da aslâ kurtulamayacaklarını açıklamaktadır:
“Eğer inkar ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız?” (Müzzemmil: 17)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyetini, Peygamberi’nin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.
Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkâr edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, bir kaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Nitekim bir diğer Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür.” (Hacc: 2)
Hiç şüphesiz ki bu hâl sıkıntıların en şiddetli anıdır. En iyisini Allah-u Teâlâ’nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.
Kıyamet ve Gökyüzü:
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
“O günün şiddetinden gök yarılır.” (Müzzemmil: 18)
Dağlar kum yığınına dönmekle, çocuklar ak saçlı ihtiyar hâline gelmekle kalmaz; gökler bütün azametine rağmen gücünü, kuvvetini, nizam ve intizamını, özelliğini kaybeder. Çalkalana çalkalana yarılıp, parça parça olur.
“Allah’ın vaadi mutlaka yerine gelir.” (Müzzemmil: 18)
Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez. İlâhî emir ve hüküm böylece gerçekleşir, ilâhî kudret bu şekilde tecellî eder.
Kıyamete kadar sayılsa dünyanın nizamı ve insan neslinin devamı için Allah-u Teâlâ’nın insanlara bahşetmiş olduğu lütufları ve hikmetleri dile getirilemez. Bu nimetlerin adedi ve sonu yoktur. Bu ilâhî hakikatlerin sonunu ve sayısını O’ndan başka hiç kimse bilemez.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki bu bir öğüttür.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)
Basireti bozuk olmayan, akl-ı selim sahibi, özü sağlam kimseler ancak öğüt ve ibret alırlar.
“Artık dileyen Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)
İman, itaat ve güzel amellerle Rabb’ine emniyetler içinde ermeye ve yaklaşmaya çalışır.
Her kim Rabb’ine doğru varmak, O’nun rahmetine erip gayesine ulaşmak isterse, O’na götürecek bir dönüş yolu, sonunda o gayeye erdirecek bir başvuru makamı edinmelidir.
Herkes iradesini sarfettiği yöne muvaffak ve müyesser olur. Yani hidayet ve dalâlette hâline uygun bir yol tutar.
Böylece de hidayet yolunda yürüyenler mükâfatlarına nail oldukları gibi, dalâlet yollarına gidenler de lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Herkesin amelinin karşılığı verilecektir.
_________________________________________________________________________________
MÜZEMMİL SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-3
Dinde Kolaylık
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Resulullah Aleyhisselâm’ın ve Ashâb-ı kiram’dan bir zümrenin geceleri kalkarak bir müddet gece ibadeti ile meşgul olduklarını beyan buyurmuştur:
“Resul’üm! Şüphesiz Rabb’in biliyor ki sen, gecenin üçte ikisinden biraz eksik ve yarısında ve üçte birinde kalkıyorsun.” (Müzzemmil: 20)
Kimi zaman böyle kimi zaman öyle kalkıyorsunuz. Hiçbirinizin bu kalkışta farklı bir maksadı yoktur. Şu kadar var ki, ağır geleceği için siz gece kalkma emrini tam olarak yerine getirmeye güç yetiremezsiniz.
“Seninle beraber olanlardan bir tâife de kalkıyorlar.” (Müzzemmil: 20)
Ashâb-ı kirâm -radiyallahu anhüm- Hazerâtından bir kısım müminler de sevgili peygamberlerine uyarak gönülden gelen bir istekle böyle yaparlar, büyük meşakkatlere katlanarak kalkarlardı. İçlerinde gecenin ne kadar zamanında namaz kıldığını, sabaha ne kadar kaldığını bilmeyerek, ihtiyaten bütün geceyi ayakta geçirenler, hatta ayakları şişenler bile vardı.
“Geceyi ve gündüzü (onun vakitlerini) Allah takdir eder.” (Müzzemmil: 20)
Bazen gece ve gündüz eşit olur, bazen gündüz fazla gece eksik, bazen de gece fazla gündüz eksik olur. Gecenin de gündüzün de gerçek miktarını O bilir.
“O, sizin bunu sayamayacağınızı (vakti tam hesap edemeyeceğinizi) bildi de sizi affetti.” (Müzzemmil: 20)
Geceleyin kalkıp belirli vakitlerde teheccüd namazı kılmayı size farz kılmadı, af ve keremi ile tecellî ederek size kolaylık gösterdi. O sizi sıkıntıya sokmak istemez.
Sûre-i şerif’in 2. ve 3. Âyet-i kerime’lerinde gecenin çoğunun veya yarısının, ya da yarısına yakın bir bölümünün ibadetle geçirilmesi emredilmişti. Fakat bu hesaplama Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtına biraz ağır geliyordu. Aynı zamanda müminlerin İslâmiyet’i yayma vazifeleri de ortaya çıkmıştı. Murad-ı ilâhî böyle tecellî etti, Allah-u Teâlâ yüklerini hafifleterek farziyetini düşürdü.
Başlangıçta bu emr-i şerif’in muhatabı Resulullah Aleyhisselâm idi. Fakat zamanla Ashâb-ı kiram’dan bazıları sevap kazanmak için coşkuyla ona uyarak teheccüd namazına önem vermeye başladılar.
Allah-u Teâlâ bu zor ibadetin ağırlığını kaldırıp kolaylaştırdı ve şu emri verdi:
“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20)
Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüd kılın, Kur’an-ı kerim âyetleri okuyun, kendinizi sıkıntıya düşürmeyin. Siz bu hususta muhayyersiniz.
Kur’an-ı kerim okumayı kendisine ders edinen kimse devam üzere okursa, az bile okumuş olsa, üzerine tereddüp eden vazifesini yapmış olur. Çünkü Âyet-i kerime’de geçen “Kolaylık” tâbiri, gayet sühulete işaret ettiği gibi, güçlüğü kaldırmaya da işarettir.
Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü Allah Kur’an’ı kavrayarak ezberlemiş bir kalbe azap vermez.” (Câmiu’s-sağîr: 1340)
Allah-u Teâlâ bu ümmetten gece ibadetini terketmeyi gerektiren mazeret sahiplerinin bulunacağını ezelî ilmi ile bilmiş, üç grubun bunu yerine getirmelerinin mümkün olmadığını bildirmiş, bu hafifletmenin hikmetini şöyle açıklamıştır:
“Allah bildi ki içinizden hastalar olacaktır.” (Müzzemmil: 20)
Vücut düzenleri bozulduğu için, gece kalkıp tehecüd namazı kılamayacaklarıdır.
“Diğerleri Allah’ın lütfunu arayarak yeryüzünde seyahat edecekler.” (Müzzemmil: 20)
Ticaret yapmak, helâl rızık kazanmak üzere başka memleketlere yapacakları yolculuk zahmetine katlanacaklar.
“Diğer bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar.” (Müzzemmil: 20)
Allah-u Teâlâ’nın dinini yüceltmek ve yaymak için O’nun yolunda cihad edecekler. Hâliyle bahsi geçen gece ibadetini kolaylıkla yerine getiremeyecekler.
Bu ifade Allah-u Teâlâ’nın lütfundan kazanç elde etmek ve ticaret yapmak için yolculuğa çıkanlarla, Allah yolunda çarpışacak mücahitlerin yan yana zikredilmiş olmalarında, bunların ikisinin de mükâfatta birbirine yakın olmalarına işaret vardır.
Kolaylığın; hastalar, yolcular ve mücahidlerin durumu göz önüne alınarak sadece bu üç gruba tanınmasında, bu durumda olmayanların gece ibadeti için gayret sarfatmelerinin lüzumuna işaret vardır. Teheccüd namazının farziyeti düşmüşse de mendup oluşu devam etmektedir.
“O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20)
Kolayınıza gelen miktarda Kur’an-ı kerim âyetleri okuyun. Geceleri müsait olduğunuz şekilde gece ibadetine koyulun. Kendinizi zora koşmayın.
Karz-ı Hasen:
Allah-u Teâlâ gece namazını çoğaltmanın ve farz olan beş vakit namazı kılmanın başka başka ibadetler olduğunu belirtmek için şöyle buyurmaktadır:
“Namazı kılın, zekâtı verin.” (Müzzemmil: 20)
Zekât ibadeti Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’lerde namaz ibadeti ile birlikte emredilmiştir. Namaz emredilip de hemen akabinde zekâtın emredilmediği yer pek yok gibidir. Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm’ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise İslâm’ın köprüsüdür. Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
Zekâtın dışında bir de nafile olarak verilen sadakalar vardır.
Allah-u Teâlâ’nın kendisine verdiği malı, kişinin Rızâ-î Bâr-î yolunda sarfetmesi, Kur’an-ı kerim’inde “Güzel Bir Borç” mânâsına gelen “Karz-ı hasen” olarak vasıflandırılmaktadır:
“Allah’a güzel ödünç takdiminde bulunun.” (Müzzemmil: 20)
Ahirette sevabını almak üzere, ödünç verir gibi hayır yolunda harcamalar yapın. Allah-u Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak için hayrat ve hasenatta bulunun, fakirlere sadaka verin, yoksulları araştırın, zaruri ihtiyaçlarını görün.
Önceden kendiniz için takdim ettiğiniz her şey, o gün yine size takdim edilecektir. Dünyada iken sakladığınız şeylerin en hayırlısı bunlardır.
Allah-u Teâlâ ihtiyaçtan münezzeh olduğu halde “Borç istemek” Zât-ı akdes’ine izâfe edilmiştir. Allah-u Teâlâ kullarını infaka teşvik için, Allah yolunda vermeye tahrik için, sarfettikleri şeylerin Zât-ı akdes’ine verilmiş bir borç olduğunu belirtmektedir.
“Kendiniz için önden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu hem de daha üstün ve mükâfâtça daha büyük olmak üzere bulursunuz.” (Müzzemmil: 20)
İnfakın karz-ı hasen olabilmesi için; gönül hoşnutluğu ile verilmesi, mümkün oldukça gizli verilmesi, riyâ karıştırılmaması, verdiği her ne kadar çok olsa da az kabul edilmesi, verilirken başa kakılmaması şarttır.
Hâlis bir niyetle Allah yolunda infak edilen her şey bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girer.
Allah-u Teâlâ kuluna verdiği rızkın fazlasını ödünç olarak istemekte, sonra da bu borcun karşılığını kat kat iâde edeceğini vâdetmektedir. Dünyada malına bereket, kendisine saâdet ve selamet verir. Ahirette ise mükâfât olarak birçok sevaplar ihsan buyurur.
“Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (Müzzemmil: 20)
Çünkü insanlar bu hususta kusur etmiş olabilirler. Allah-u Teâlâ’ya yönelmeleri, niyetlerini düzeltmeleri, tevbe ve istiğfarda bulunmaları için müracaat kapısı her zaman için açıktır. Çünkü O kullarının tevbe ve istiğfârından çok hoşlanır, onlara azap etmek istemez, rahmeti gadabından önce gelir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Teheccüd Namazı
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olan ilk Sûre-i şerif’lerdendir. Ancak hepsi bir defada inmeyip, 20. Âyet-i kerime daha sonraları inmiştir. Yirmi Âyet-i kerime, iki yüz seksen beş kelime ve sekiz yüz otuz sekiz harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime’de Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e: “Örtüsüne bürünen!” diye hitap edildiği için, bu mânâya gelen “Müzzemmil” kelimesi bu Sûre-i şerif’e isim olmaktadır. “Müzzemmil” bu sebeple de onun isimlerinden bir isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle Resulullah -salallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her şeyden ilgisini keserek Allah-u Teâlâ’ya yönelişini, O’na itaatini, gece ibadetini, Kur’an-ı kerim âyetlerini okuyuşunu ele almaktadır.
Sûre-i şerif Allah-u Teâlâ’nın Resulullah Aleyhisselâm’a olan en güzel hitabı ile başladıktan sonra; geceleri Teheccüd namazı kılmasını, Kur’an-ı kerim’i tertil üzere okumasını, büyük sorumluluk için kendisini hazırlamasını emir buyurduğunu beyan etmektedir.
Her hususta Rabb’ine ilticâ etmesini, her türlü tedbiri aldıktan sonra yardımı O’ndan dilemesini, müşriklerin eziyetlerine karşı sabretmesini tavsiye ettiğini açıklamaktadır.
Resulullah Aleyhisselâm’a karşı çıkanlar ikaz ve tehdit edilmekte, iman ve itaat etmedikleri takdirde kıyamet gününde şiddetli azap görecekleri hatırlatılmaktadır.
Ağır Söz:
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini büyük emaneti taşımak için hazırlamıştı. İslâmiyet’in doğuşunun ilk yıllarında o seçkin Peygamber’i tanıtmak ve gizlilikten açığa çıkarmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Ey örtüsüne bürünen (Resul’üm)!” (Müzzemmil: 1)
Artık istirahat zamanı geçmiş, bu ağır yükü yüklenme zamanı gelmiştir.
“Gecenin bir kısmı hariç olmak üzere kalk!” (Müzzemmil: 2)
Gecenin o derin saatlerinde Rabb’ine ibadet et ki, ilâhî vazifeye hazırlanasın.
“Gecenin yarısında.” (Müzzemmil: 3)
Kalkılacak miktar gecenin yarısıdır. O zaman içinde kalk, namaza niyaza devam et! Yarısında ibadet etmek, çoğunda ibadet etmek gibidir.
“Yahut ondan biraz eksilt.” (Müzzemmil: 3)
Yarısından az kalk. Bu eksiltme gecenin üçte birinden fazla olmasın.
“Veyahut üzerine biraz artır.” (Müzzemmil: 4)
Yarısından fazla uyanık bulun ki, bu da üçte ikisi kadar olabilir.
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bu hususta serbest bırakmıştır. Gecenin yarısı tercih edilmiş, bunun biraz azı veya çoğu hususu ona bırakılmıştır.
“Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, tertil üzere oku!” (Müzzemmil: 4)
Harflerin dahi anlaşılır şekilde okunması emredilmektedir. Öyle ki onu dinleyen, bütün kelimelerini tek tek anladığı gibi mânâ ve hakikatlerini düşünebilsin.
Tertil’den maksat, Kur’an-ı kerim’i okurken kalbin huzur içinde olmasıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kur’an-ı kerim’i harf harf, yani ağır ağır okur ve harfleri iyice çıkarırdı. Her rahmet âyetini okuduğunda durur ve onu isterdi. Her azap âyetini okudukça da durur ve ondan Allah-u Teâlâ’ya sığınırdı.
“Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil: 5)
Dayanılması ve uygulaması çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbikini ve uygulamasını sana emredeceğiz. Sana yüklediğimiz ağır sözü taşıyabilmen için sende tahammül gücü gelişsin.
Teheccüd Namazı:
Bundan sonra, Allah-u Teâlâ geceyi ibadetle geçirmenin faziletini beyan ve teşvik etmek üzere şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki gece kalkıp ibadet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir.” (Müzzemmil: 6)
Çünkü geceleri sesler sakinleşir, hareketler kesilir, gürültüler yatışır. Kalp huzuru ancak bu anlarda temin edilir.
Âyet-i kerime’lerde geçen gece kalkma emri Teheccüd namazı içindir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e farz, ümmet-i muhteremesine ise nafile olarak emredilmiştir.
Gece ibadete kalkmak müminin ihlâsındandır. Çünkü gece yapılan ibadet gösterişten uzaktır.
“Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır.” (Müzzemmil: 7)
Dolayısıyla ibadet için boş vakit bulamazsın.
Gecenin sükûneti içinde kılanan Teheccüd namazı bir mümin için mutlaka lüzumludur. Velev ki bir koyun sağacak kadar olsun. Bu namaz ibadetlerin en efdali ve en meşakkatli olanıdır. Çünkü gece uyku ve dinlenme için yaratılmıştır. Gece ibadete kalkmak nefse daha ağır ve zor gelir. Amellerin en efdali ise en güç olanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde
“Resul’üm! Gecenin bir kısmında uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere Kur’an ile gece namazı kıl.” buyuruyor. (İsrâ: 79)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gece namazlarında iki ayağı şişinceye kadar ayakta dururdu. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir gün kendisine:
“Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etmişken, niçin bu kadar zahmet çekiyorsun?” deyince şöyle buyurdu:
“İşte bu gufrân-ı ilâhî’ye karşı şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhârî)
Teheccüd namazı çok faziletlidir. Hadis-i şerif’lere göre, farzlardan sonra en kıymetli namazdır.
Sâlih kulların âdetidir. İnsanı Allah’a yaklaştırır. Günahlara kefarettir, günah işlemekten alıkoymaya sebeptir. Bedenî ve ruhî hastalıklara şifâdır.
Allah-u Teâlâ Secde sûre-i şerif’inin 16 ve 17. Âyet-i kerime’lerinde, Furkân sûre-i şerif’inin 64. Âyet-i kerime’sinde Teheccüd’e kalkanları medh-ü senâ etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir erkek, gecenin bir vaktinde karısını uyandırır da her ikisi namaz kılarsa, çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar.” (Ebu Dâvud)
Bu namazı kılanlar, hamama girip yıkanmış gibi olurlar. Tesbih namazı kılanlar ise, hamamda yıkanıp keselenenlere benzerler. Şu kadar var ki, yapılan bütün işler ilâhî ahkâm dâiresinde olmalıdır.
“Git kalp kapısında dur ki, o saray güzeli,
Ya seher vakti gelir, ya da gece yarısı.”
Zikrullah Emri:
Gündüzün meşguliyeti anlatıldıktan sonra Allah-u Teâlâ Zikrullah’ı emir buyurmuş, dünya işleriyle meşgul olurken Zât-ı akdes’inin hiçbir hâl ve ahvâlde unutulmamasını Âyet-i kerime’sinde beyan etmiştir:
“Rabb’inin adını zikret ve her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel.” (Müzzemmil: 8)
Dünya işlerinden ihtiyacın kadarını yapıp, meşguliyetlerini bitirince kendini her şeyden çekerek Rabb’ine teveccüh et, samimi bir şekilde O’na ibadet için vakit ayır. Dünya alâkaları gönlünü aslâ meşgul etmesin. Her an O’nu zikretmeye devam ederek kalbini nurlandır. İhlâs ve sadâkatle yolunda bulun. O’nunla olmaya bak!
Allah-u Teâlâ’yı tesbih edip şanına lâyık olmayan vasıflardan tenzih eden, O’nu kemâl ve cemâl sıfatları ile vasıflandıran bir müslümanı; umulur ki Allah-u Teâlâ ahlâk-ı zemîmelerden, hayvanî sıfatlardan temizler.
Bu Âyet-i kerime’de Usûl-i aşere’den Uzlet’e işaret vardır.
Uzlet; halkla ilişiği kesip Hakk’la olmak, huzur içinde ibadet, tezekkür ve esrâr-ı ilâhî’yi tefekkür için tenhayı seçmek demektir.
Uzlet; farz ve fazilet olarak ikiye ayrılmıştır. Farz olan uzlet, şerden ve şerli kimselerden; fazilet olan uzlet ise, lüzumsuz ve faydasız işlerle bunları âdet hâline getirmiş kimselerden uzak durmaktır. Halktan uzak olan Hakk’a yakın olur.
___________________________________________________________________________________
MÜZEMMİL SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
İlâhî Azamet
Allah-u Teâlâ Zikrullah’ı ve Zât-ı akdes’ine yönelmeyi emretmesinin sebebini beyan ederek mütebâki Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurmaktadır:
“O doğunun da batının da Rabb’idir.” (Müzzemmil: 9)
Mülkü olan bütün bu gökleri, yeri ve bunların arasındaki her şeyi Allah-u Teâlâ bir düzen üzere, bir irâde ile ve sadece “Ol!” demekle icad etmiştir. Her oluş bir yaratıcıya muhtaçtır ve Allah-u Teâlâ böyle bir yaratıcıdır.
“O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Müzzemmil: 9)
İlâh ancak O’dur. O’ndan başka ne bir ilâh, ne de bir Rabb vardır. Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O’na mahsustur. Gönül verilecek ve ibadet edilecek yegâne varlık O’dur.
“Öyleyse yalnız O’nu vekil tut (O’nun himayesine sığın).” (Müzzemmil: 9)
İşlerini doğunun ve batının sahibine havale et, sadece O’na güven. Hiç şüphesiz ki her hususta O’nun irâde ve gücü geçerlidir. O’nun hükmüne uymayan her fikir ve düşünce bâtıldır, geçersizdir.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret!” (Müzzemmil: 10)
Çünkü Rabb’in o beyinsizlere karşı senin yardımcındır.
“Ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil: 10)
Onları kendine muhatap alma, yaptıkları işlerde onlara uyma. Onların er veya geç lâyık oldukları cezâlara uğrayacaklarında hiç şüphe yoktur. Bu senin hakkında ilâhî bir imtihandır, mükâfat vesilesidir.
Bunlara verilen dünya nimetlerinin kesinlikle geçici olduğuna dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Nimet içinde olan o yalanlayıcıları bana bırak!” (Müzzemmil: 11)
Ben onların haklarından gelirim, lâyık oldukları cezalara kavuştururum.
“Ve onlara biraz mühlet ver.” (Müzzemmil: 11)
Haklarında belirlenmiş olan zaman gelince hiç şüphesiz ki cezalarına çarptırılmış olacaklardır.
Mühletin Sonu:
İnkârcı sapıklara tanınan süre dolunca Allah-u Teâlâ iplerini çeker, onları vâdolundukları azaplarla başbaşa bırakır.
“Yanımızda onlar için ağır boyunduruklar ve cehennem var.” (Müzzemmil: 12)
Onlardan intikam almak için hazırlanmış, kendilerine ağırlık veren zincirler ve boyunduruklar da bulunmaktadır. Bu boyunduruklar onların kaçma tehlikesi olduğu için değil, azap üstüne azap tattırmak içindir. İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır. Azapların her türlüsünü çekmek zorunda kalırlar.
“Boğaza takılıp kalan bir yiyecek ve acıklı bir azap var.” (Müzzemmil: 13)
Bu cehennem yiyecekleri irin, zehirli ve dikenli bir bitki olan dari’ ve zakkumdur. Bunlar boğaza girdiği zaman ne yutulur, ne de çıkarılır.
Çeşit çeşit cezalar olduğu gibi, ceza verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı cezalar vardır. Bir kısmının yiyeceği zakkum olurken bir kısmınınki dari’ olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
Bu Âyet-i kerime’yi okuduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in haykırdığı rivâyet edilmiştir.
•
Bu hadiselerin ne zaman olacağına gelince:
“O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner.” (Müzzemmil: 14)
Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider. Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki; yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi hâline gelir. Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz. Dünya böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir. Artık kurtulma diye bir şey tasavvur edilemez, âfetler peşi peşine gelmiş çatmıştır.
İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!
Geçmişten İbret:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine zorba Firavun’u misal göstererek Âyet-i kerime’sinde onlara şöyle hitap etmiştir:
“Doğrusu biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.” (Müzzemmil: 15)
Kendisine karşı yaptıklarınıza, inkârlarınıza, yalanlamalarınıza kıyamet günü şâhitlik edecektir. Nitekim daha önce de azgın Firavun’a ve kavmine de Musa Aleyhisselâm’ı göndermişti.
“Firavun o peygambere karşı gelmişti de, onu çok ağır bir yakalayışla yakalayıp cezalandırmıştık.” (Müzzemmil: 16)
O da kavmi de denizin dalgaları arasında kahrolup gittiler. Bundan ibret almayacak mısınız? Onların başına gelen âkıbetin sizin başınıza da geleceğini düşünemiyor musunuz?
Sûr’un Zelzelesi:
Allah-u Teâlâ müşriklere hitap ederek, Firavun ve hânedânı ilâhî intikamdan nasıl kurtulamamışsa, onların da aslâ kurtulamayacaklarını açıklamaktadır:
“Eğer inkar ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız?” (Müzzemmil: 17)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyetini, Peygamberi’nin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.
Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkâr edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, bir kaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Nitekim bir diğer Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür.” (Hacc: 2)
Hiç şüphesiz ki bu hâl sıkıntıların en şiddetli anıdır. En iyisini Allah-u Teâlâ’nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.
Kıyamet ve Gökyüzü:
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
“O günün şiddetinden gök yarılır.” (Müzzemmil: 18)
Dağlar kum yığınına dönmekle, çocuklar ak saçlı ihtiyar hâline gelmekle kalmaz; gökler bütün azametine rağmen gücünü, kuvvetini, nizam ve intizamını, özelliğini kaybeder. Çalkalana çalkalana yarılıp, parça parça olur.
“Allah’ın vaadi mutlaka yerine gelir.” (Müzzemmil: 18)
Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez. İlâhî emir ve hüküm böylece gerçekleşir, ilâhî kudret bu şekilde tecellî eder.
Kıyamete kadar sayılsa dünyanın nizamı ve insan neslinin devamı için Allah-u Teâlâ’nın insanlara bahşetmiş olduğu lütufları ve hikmetleri dile getirilemez. Bu nimetlerin adedi ve sonu yoktur. Bu ilâhî hakikatlerin sonunu ve sayısını O’ndan başka hiç kimse bilemez.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki bu bir öğüttür.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)
Basireti bozuk olmayan, akl-ı selim sahibi, özü sağlam kimseler ancak öğüt ve ibret alırlar.
“Artık dileyen Rabb’ine varan bir yol tutar.” (Müzzemmil: 19 - İnsan: 29)
İman, itaat ve güzel amellerle Rabb’ine emniyetler içinde ermeye ve yaklaşmaya çalışır.
Her kim Rabb’ine doğru varmak, O’nun rahmetine erip gayesine ulaşmak isterse, O’na götürecek bir dönüş yolu, sonunda o gayeye erdirecek bir başvuru makamı edinmelidir.
Herkes iradesini sarfettiği yöne muvaffak ve müyesser olur. Yani hidayet ve dalâlette hâline uygun bir yol tutar.
Böylece de hidayet yolunda yürüyenler mükâfatlarına nail oldukları gibi, dalâlet yollarına gidenler de lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Herkesin amelinin karşılığı verilecektir.
_________________________________________________________________________________
MÜZEMMİL SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-3
Dinde Kolaylık
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Resulullah Aleyhisselâm’ın ve Ashâb-ı kiram’dan bir zümrenin geceleri kalkarak bir müddet gece ibadeti ile meşgul olduklarını beyan buyurmuştur:
“Resul’üm! Şüphesiz Rabb’in biliyor ki sen, gecenin üçte ikisinden biraz eksik ve yarısında ve üçte birinde kalkıyorsun.” (Müzzemmil: 20)
Kimi zaman böyle kimi zaman öyle kalkıyorsunuz. Hiçbirinizin bu kalkışta farklı bir maksadı yoktur. Şu kadar var ki, ağır geleceği için siz gece kalkma emrini tam olarak yerine getirmeye güç yetiremezsiniz.
“Seninle beraber olanlardan bir tâife de kalkıyorlar.” (Müzzemmil: 20)
Ashâb-ı kirâm -radiyallahu anhüm- Hazerâtından bir kısım müminler de sevgili peygamberlerine uyarak gönülden gelen bir istekle böyle yaparlar, büyük meşakkatlere katlanarak kalkarlardı. İçlerinde gecenin ne kadar zamanında namaz kıldığını, sabaha ne kadar kaldığını bilmeyerek, ihtiyaten bütün geceyi ayakta geçirenler, hatta ayakları şişenler bile vardı.
“Geceyi ve gündüzü (onun vakitlerini) Allah takdir eder.” (Müzzemmil: 20)
Bazen gece ve gündüz eşit olur, bazen gündüz fazla gece eksik, bazen de gece fazla gündüz eksik olur. Gecenin de gündüzün de gerçek miktarını O bilir.
“O, sizin bunu sayamayacağınızı (vakti tam hesap edemeyeceğinizi) bildi de sizi affetti.” (Müzzemmil: 20)
Geceleyin kalkıp belirli vakitlerde teheccüd namazı kılmayı size farz kılmadı, af ve keremi ile tecellî ederek size kolaylık gösterdi. O sizi sıkıntıya sokmak istemez.
Sûre-i şerif’in 2. ve 3. Âyet-i kerime’lerinde gecenin çoğunun veya yarısının, ya da yarısına yakın bir bölümünün ibadetle geçirilmesi emredilmişti. Fakat bu hesaplama Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtına biraz ağır geliyordu. Aynı zamanda müminlerin İslâmiyet’i yayma vazifeleri de ortaya çıkmıştı. Murad-ı ilâhî böyle tecellî etti, Allah-u Teâlâ yüklerini hafifleterek farziyetini düşürdü.
Başlangıçta bu emr-i şerif’in muhatabı Resulullah Aleyhisselâm idi. Fakat zamanla Ashâb-ı kiram’dan bazıları sevap kazanmak için coşkuyla ona uyarak teheccüd namazına önem vermeye başladılar.
Allah-u Teâlâ bu zor ibadetin ağırlığını kaldırıp kolaylaştırdı ve şu emri verdi:
“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20)
Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüd kılın, Kur’an-ı kerim âyetleri okuyun, kendinizi sıkıntıya düşürmeyin. Siz bu hususta muhayyersiniz.
Kur’an-ı kerim okumayı kendisine ders edinen kimse devam üzere okursa, az bile okumuş olsa, üzerine tereddüp eden vazifesini yapmış olur. Çünkü Âyet-i kerime’de geçen “Kolaylık” tâbiri, gayet sühulete işaret ettiği gibi, güçlüğü kaldırmaya da işarettir.
Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü Allah Kur’an’ı kavrayarak ezberlemiş bir kalbe azap vermez.” (Câmiu’s-sağîr: 1340)
Allah-u Teâlâ bu ümmetten gece ibadetini terketmeyi gerektiren mazeret sahiplerinin bulunacağını ezelî ilmi ile bilmiş, üç grubun bunu yerine getirmelerinin mümkün olmadığını bildirmiş, bu hafifletmenin hikmetini şöyle açıklamıştır:
“Allah bildi ki içinizden hastalar olacaktır.” (Müzzemmil: 20)
Vücut düzenleri bozulduğu için, gece kalkıp tehecüd namazı kılamayacaklarıdır.
“Diğerleri Allah’ın lütfunu arayarak yeryüzünde seyahat edecekler.” (Müzzemmil: 20)
Ticaret yapmak, helâl rızık kazanmak üzere başka memleketlere yapacakları yolculuk zahmetine katlanacaklar.
“Diğer bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar.” (Müzzemmil: 20)
Allah-u Teâlâ’nın dinini yüceltmek ve yaymak için O’nun yolunda cihad edecekler. Hâliyle bahsi geçen gece ibadetini kolaylıkla yerine getiremeyecekler.
Bu ifade Allah-u Teâlâ’nın lütfundan kazanç elde etmek ve ticaret yapmak için yolculuğa çıkanlarla, Allah yolunda çarpışacak mücahitlerin yan yana zikredilmiş olmalarında, bunların ikisinin de mükâfatta birbirine yakın olmalarına işaret vardır.
Kolaylığın; hastalar, yolcular ve mücahidlerin durumu göz önüne alınarak sadece bu üç gruba tanınmasında, bu durumda olmayanların gece ibadeti için gayret sarfatmelerinin lüzumuna işaret vardır. Teheccüd namazının farziyeti düşmüşse de mendup oluşu devam etmektedir.
“O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20)
Kolayınıza gelen miktarda Kur’an-ı kerim âyetleri okuyun. Geceleri müsait olduğunuz şekilde gece ibadetine koyulun. Kendinizi zora koşmayın.
Karz-ı Hasen:
Allah-u Teâlâ gece namazını çoğaltmanın ve farz olan beş vakit namazı kılmanın başka başka ibadetler olduğunu belirtmek için şöyle buyurmaktadır:
“Namazı kılın, zekâtı verin.” (Müzzemmil: 20)
Zekât ibadeti Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’lerde namaz ibadeti ile birlikte emredilmiştir. Namaz emredilip de hemen akabinde zekâtın emredilmediği yer pek yok gibidir. Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm’ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise İslâm’ın köprüsüdür. Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
Zekâtın dışında bir de nafile olarak verilen sadakalar vardır.
Allah-u Teâlâ’nın kendisine verdiği malı, kişinin Rızâ-î Bâr-î yolunda sarfetmesi, Kur’an-ı kerim’inde “Güzel Bir Borç” mânâsına gelen “Karz-ı hasen” olarak vasıflandırılmaktadır:
“Allah’a güzel ödünç takdiminde bulunun.” (Müzzemmil: 20)
Ahirette sevabını almak üzere, ödünç verir gibi hayır yolunda harcamalar yapın. Allah-u Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak için hayrat ve hasenatta bulunun, fakirlere sadaka verin, yoksulları araştırın, zaruri ihtiyaçlarını görün.
Önceden kendiniz için takdim ettiğiniz her şey, o gün yine size takdim edilecektir. Dünyada iken sakladığınız şeylerin en hayırlısı bunlardır.
Allah-u Teâlâ ihtiyaçtan münezzeh olduğu halde “Borç istemek” Zât-ı akdes’ine izâfe edilmiştir. Allah-u Teâlâ kullarını infaka teşvik için, Allah yolunda vermeye tahrik için, sarfettikleri şeylerin Zât-ı akdes’ine verilmiş bir borç olduğunu belirtmektedir.
“Kendiniz için önden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu hem de daha üstün ve mükâfâtça daha büyük olmak üzere bulursunuz.” (Müzzemmil: 20)
İnfakın karz-ı hasen olabilmesi için; gönül hoşnutluğu ile verilmesi, mümkün oldukça gizli verilmesi, riyâ karıştırılmaması, verdiği her ne kadar çok olsa da az kabul edilmesi, verilirken başa kakılmaması şarttır.
Hâlis bir niyetle Allah yolunda infak edilen her şey bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girer.
Allah-u Teâlâ kuluna verdiği rızkın fazlasını ödünç olarak istemekte, sonra da bu borcun karşılığını kat kat iâde edeceğini vâdetmektedir. Dünyada malına bereket, kendisine saâdet ve selamet verir. Ahirette ise mükâfât olarak birçok sevaplar ihsan buyurur.
“Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (Müzzemmil: 20)
Çünkü insanlar bu hususta kusur etmiş olabilirler. Allah-u Teâlâ’ya yönelmeleri, niyetlerini düzeltmeleri, tevbe ve istiğfarda bulunmaları için müracaat kapısı her zaman için açıktır. Çünkü O kullarının tevbe ve istiğfârından çok hoşlanır, onlara azap etmek istemez, rahmeti gadabından önce gelir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh