"Onlar durmadan yalana kulak verirler." (Mâide: 41)
"Söylediklerine inanacak bir mümin kardeşine yalan söylemen, çok büyük bir hıyanettir." (Ebu Dâvud)
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Hadis-i kudsî, Buhârî, Tecrîd-i sarih: 2042)
Mustafa Özcan'ın Yazısına Cevap
Mustafa Özcan 4 Temmuz 2010 tarihinde Muhterem Ömer Öngüt'ün vefatının hemen arkasından yalan ve iftiralarla dolu seviyesiz, çirkeflik derecesinde öyle bir yazı yazdı ki; nankörlüğünü, iftiracılığını, düşmanlığını; kendi içyüzünü ortaya koydu.
Mustafa Özcan'ın bu yazısında ilmi hiçbir dayanağı olmadan yalan ve çarpıtmalarla bu kadar seviyesini düşürmesi kendisi açısından büyük bir talihsizlik olduğu gibi, içinde büyük bir kin ve düşmanlık beslediğini de ortaya çıkarmıştır.
Allah dostu bir zatın vefatının hemen arkasından böyle bir yazı kaleme alan tek kişi olmak ne kadar büyük bir bedbahtlıktır. Böyle bir zâta hakaret ile yalan ile iftiralar atmak ne büyük bir cürümdür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız." (Nahl: 93)
"Allah, hâin ve nankör hiç kimseyi sevmez." (Hacc: 38)
Mustafa Özcan'ın Zırvaları:
Mustafa Özcan ortalığı boş buldum zannı ile içindeki kinini ortaya döküyor, müteveffa bir zâta hakaretamiz bir üslupla saldırmaya çalışıyor. Başlıktan başlayarak bütün yazısı boyunca birçok yalan ve iftirada bulunuyor.
Hakaret ve iftirada o kadar pervasız ki;
"hayatı zırvalarla kaim olmuş bir zat" diyebiliyor.
Ne kadar büyük bir söz. Ne kadar büyük bir iftira. Ne kadar büyük bir zırva. Ne büyük bedbahtlık, ne büyük nankörlük.
Muhterem Ömer Öngüt'ün numune ve müstesna hayatına bu büyük iftirayı atabildiğine göre Mustafa Özcan'ın hayatının zırvalarla kaim olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Bu zât-ı muhteremin bütün hayatı Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini tebliğ etmek ve yasaklarından vazgeçirmek için mücadele ile geçmiş, baştan sona Âyet-i kerime ve Hadis i şerif'lerle dolu 37 cilt kitaptan müteşekkil "Kalplerin Anahtarı" külliyatını ümmet-i Muhammed'e hediye bırakmıştır. İslâm İlmihali, İslâm Hukuku, Kısas-ı Enbiya, Nur-i Muhammedi, Gerçek Mürşid Hazret-i Allah'tır" bu 37 cilt eserden sadece birkaçı.
Bu adam her sayfası Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle dolu bu eserlere haşa "zırva" demeye çalışıyor. Meğer imandan ve İslâm'dan ne kadar uzaklaşmış; zira ilâhi hakikatlerle dolu bu eserleri küfür ve yalanla yok saymaya çalışıyor.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki sen onları sözlerinin üslûbundan tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir." (Muhammed: 30)
Mustafa Özcan zırvada sınır tanımıyor:
"Söz konusu zat hayatı boyunca kendi kimliğiyle yaşamadı. Hep çalıntı ve sahte kimliklerin kahramanı oldu." diyor.
Ey Mustafa Özcan! Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir yalancılıktır?
Bu zât-ı âli 60 yıldır irşad sahasında. Sen daha çocukken eserleri yayınlanıyordu. Ömrü irşadla geçti. "Cemaat önderiyim" diyenler sohbetlerinden feyz aldı, "Tarikat önderiyim" diyenler kitaplarından tasavvuf tahsil etti.
Düzce'den beri herkes onu kendi ismi ile tanır. Ve kendisi daima "Ben hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum, hüküm sahibimindir, değer alemlerin Rabb'i olan Allah'a aittir." derdi.
Böyle bir zâtı "Çalmakla", "Sahte kimlik kullanmakla" itham etmek için cahillikten öte kast-ı mahsusa lâzımdır. Gerçekleri neşretmek amacı ile değil hakaret ve karalamak amacı ile bu yazıyı yazdığın ortada.
Mustafa Özcan diyor ki:
"Bir defa şeceresi baştan sona düzmece idi. Düzceliler alınmasın ama düzmecilikle Düzce arasında sadece bu hususa münhasıran bir paralellik olmalı ve bu paralellik belki de sadece o zata isabet etmiş sayılmalıdır. Adam 1927 yılında Yeni Pazar'da dünyaya gelmiş. Lakin ataları Medineli Ahmet Efendi imiş. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa deselerdi belki de daha elyak ve uygun bir sıfat bulmuş olurlardı."
Mustafa Özcan kin ve adavette, hakaret ve iftirada adeta zıvanadan çıkmış. Muhterem Ömer Öngüt'ü yalancılıkla, sahte secere uydurmakla itham ediyor, dedesine "Sarı çizmeli Mehmet Ağa deselerdi" diye hakaret ederek neseb-i âli'lerine dil uzatmaktan çekinmiyor. Bu dil uzatma doğrudan Resulullah Aleyhisselâm'a kadar gider. Zira muhterem dedeleri Resulullah Aleyhisselâm'ın neslindendir.
Ey zırva üstadı!
Bu zâtın nesebi, dedesi belli. İster Düzce'de, ister Sancak'taki Yenipazar şehrinde kime sorsan hakikati öğrenirdin. Rahmetli babana sorsan o bile sana yeterdi. Ama ne çare ki kalpler mühürlenince hiçbir söz fayda vermiyor.
"Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (Câsiye: 23)
Binaenaleyh senin maksadın hakikati neşretmek değil, bu zâtı karalamak, yalan ile iftira ile zırva ile ortalığı bulandırmak.
Biz Mustafa Özcan'ın babasını tanıyoruz. Babası Ahmet Özcan muhterem bir zât idi. Muhterem Ömer Öngüt'ün talebesi idi. Teheccüd namazını aksatmaz, zikirle, fikirle gözyaşları ile Rabb'ine teveccüh ederdi. Kendi aleminde, mütevazı hoş halli bir kimseydi. Ancak bu muhterem zât oğlu Mustafa Özcan'ı evlâtlıktan tardetmişti. Demek ki Cenâb-ı Hakk bu tard edilişi dergâh-ı izzetinde tasdik etmiş.
Hazret-i Allah'ın:
"Rabb'in yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya güzellikle muâmele etmenizi emretti." (İsrâ: 23)
Emr-i şerif'ne iman etseydin, babanla iyi geçinir bu bedduaları almazdın. Yazık hem çok yazık.
Nuh Aleyhisselâm'a oğlu hakkında Allah-u Teâlâ şöyle hitap etmişti:
"Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan (kötü) bir iş işlemişti." (Hûd: 46)
Böyle bir babadan böyle bir oğul çıkması ne kadar üzücü... Meğer o senin içyüzünü çok önceden görmüş olacak ki "Bu çocuğu El-ezher'e göndermekle çok hata etmişim. Allah beni affetsin. Oraya gitti çocuk bozuldu." demişti.
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt'ün aslı, neseb-i âli'leri belli.
Ey Mustafa Özcan! Baban seni kabul etmediğine göre peki sen kime isnad edeceksin?
Bu kin ve düşmanlığın da buradan gelse gerek.
Biz hiçbir zaman ailevî meselelerine girmedik ve araştırmadık, bilmek de istemeyiz. Ancak bu zât-ı muhteremi kendi ailevî meselelerine, husumetine karıştırma.
Halbuki sen de bu zâtı tanıyorsun. El-ezher'e gidinceye kadar önünde diz çöküyordun. Bir de sanki gıyabında tanıyormuş gibi yazı yazıyorsun! El-ezher'e okumaya gidince ne oldun? Allame mi oldun?
Kendini "allame" zannediyorsun ancak bu zâta olan düşmanlığın bütün cehaletini ortaya çıkartmana sebep olmuş. Kendi kendini ele vermişsin.
Cehâlette sınır tanımıyorsun, sırf bu zâta iftiranı katmerlendirmek için Türkçe'yi çarpıtmaktan, Düzcelilere hakaret etmekten çekinmiyorsun. "Düzceliler alınmasın ama düzmecilikle Düzce arasında sadece bu hususa münhasıran bir paralellik olmalı" diyorsun.
"Düzce" ile "Düzmece" arasında ne alâka var?
Senin bu çarpıtman gibi bir zamanlar yahudiler de ağızlarını eğip bükmüşlerdi.
Allah-u Teâlâ onların bu ağız eğmelerini şöyle haber vermiştir:
"Bir vakit de 'Şu şehre girin, dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin. Kapısından secde ederek girin ve hıtta (Bizi affet) deyin, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım, kusurlarınızı örtelim. İyilik edenlere daha da artıracağız.' demiştik.
Amma o zalimler, kendilerine söylenmiş olan sözü, başka sözle değiştirdiler. (Hıtta kelimesini alaya alarak buğday mânâsına olan hınta'ya çevirdiler.) Biz de o zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı, gökten korkunç bir azap indirmiştik." (Bakara: 58-59)
Senin bu zâlimlerden ne farkın kaldı?
Bu sözünden Düzceli bütün zatlar hak iddia ederler. Hacı Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri, Mehmet Zahid el Kevseri, Hafız Hasan Efendi, Kürtzade Müftü Efendi gibi zatlara da laf etmiş oluyorsun. Sana ne desek az. Ve fakat nafile.
Makale yazarıyım diye ortaya çıkan bir adamda biraz edep olur. Ortalığı boş buldum zannı ile her türlü hakareti yapıyor:
"Ömer Öngüt'ün durumu Hababam Sınıfındaki müsamerecileri hatırlatıyor. 'Şaban tarih anlatıyor' kipiyle de ifade edebiliriz. Adamın bütün sanları ve sıfatları çalıntı." diyor.
Ey zırva üstadı! Ey bedbaht!
Hem seviyesiz, çirkef bir üslupla saldırıyorsun, hem de "Hırsızlıkla" itham ediyorsun.
Yahu bir insan bu kadar mı ileri gider?
Demek ki seni evlâtlıktan tardeden babandan büyük beddua almışsın!
Senin payına da bu bedbahtlık düşmüş. Sen bu bedduâyı alacak ne yaptın?
•
Bu kadar aleni hakaret ve iftiralarınla yetinmiyorsun, başkalarının bu zât hakkında çıkarttıkları iftiralara da kendince sahip çıkmaya çalışıyorsun:
"hayatta iken kullanıldığı gibi öldükten sonra da kullanıldığının ve kullanılmak istendiğinin bir işareti"
diyorsun.
Sen de çok iyi bilmen lâzım gelir ki bu zâtı kimse kullanamaz. Bilmiyorsan da Temmuz 2009 tarihli Hakikat Aylık İslâm Dergisi'nde yayınlanan tekzip mahiyetindeki cevabından öğrenmiş olurdun. Ancak öyle anlaşılıyor ki senin maksadın iftira atmak, yalana ve dolana sahip çıkmak.
"Onlar durmadan yalana kulak verirler." Âyet-i kerime'sinin tecelliyatı sende de zuhur etmiş. (Mâide: 41)
"Allah bir kimsenin fitneye düşmesini isterse, senin Allah'a karşı yapacak hiçbir şeyin yoktur. İşte onlar Allah'ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlar için rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır." (Mâide: 41)
•
Mustafa Özcan çarpıtma ve iftiralarına yazısının başlığından başlamış.
"Mehdi Avcısı veya Terbiyecisi!" demiş.
Ne kadar laubali, ne kadar kibir, ne kadar yalan dolu bir tabir! Mustafa Özcan ilim adamı kisvesi altında yazılar yazardı, ancak onun bu yüzü de varmış.
Diyor ki:
"Mehdi terbiyecisi olduğunu söylüyor. Erzurum'da doğduğunu söylediği Mehdi için de adaklar adıyor ve kurbanlar kesiyor. Yanındaki pozitivist Kemalistler de hem adaklarla keyiflerine bakıyor hem de kafa buluyor olsalar gerek. Utanmayacaklarına göre eserleriyle övünebilirler!"
Her cümleye ayrı ayrı bu kadar yalanı nasıl da sığdırabilmiş? Sırayla ele alalım:
Diyor ki:
"Mehdi terbiyecisi olduğunu söylüyor"
Yalan. Muhterem Ömer Öngüt hiçbir eserinde hiçbir sohbetinde "Mehdi terbiyecisiyim" dememiştir.
Hazret-i Mehdi hakkında Muhterem Ömer Öngüt'ün eserlerinde geçen bazı beyanları şöyledir:
""Mehdi bizden, ehl-i beytimizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder." (Kütüb-ü sitte muhtasarı: c. 17, sh: 557)
Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himaye'sine ve tasarruf-u ilahiye'sine alacaktır. Mehdi Aleyhisselâm'ı bir gecede olgunlaştıracak. O gece onu nûr'u ile dolduracaktır. Yani Allah-u Teâlâ onu nûru ve kudsi ruhu ile destekleyecektir."
"Kudsî ruhtan yardımını alan üç kişidir. Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm."
"İkinci bin senenin içinde ümmetin faziletli olanları da üçtür: Hâtemü'l-veli, Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm."
"Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi'ye ulaştıracak, ona köprü olacak.
Mehdi Hazretleri'ni ise kılıçla cihad etmek için gönderecek. Ömrü sırf cihadla geçecek. O bir şey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak."
Mustafa Özcan diyor ki:
"Erzurum'da doğduğunu söylediği Mehdi için..."
Yalan. Katıksız bir yalan.
Muhterem Ömer Öngüt hiçbir eserinde, hiçbir sohbetinde, hiçbir zaman, hiçbir kimseye "Hazret-i Mehdi Erzurum'da doğdu" dememiştir. Bilakis Hicaz'da doğduğunu müjdelemiştir. Zuhuruna daha 20-25 sene olduğunu ifşa etmiştir.
"Hicaz'da vazifeye başlayacak, adaleti ile hükmedecek." diye eserlerinde ilan etmiştir.
Mustafa Özcan diyor ki:
"Yanındaki pozitivist Kemalistler de hem adaklarla keyiflerine bakıyor hem de kafa buluyor olsalar gerek."
Bu da yalan. Büyük bir yalan.
Be hey iftiracı, bu zırvaları nereden buluyorsun. Bu zatın yanında "Pozitivist Kemalist"i ne zaman gördün, kim görmüş. Bir tane isim verebilir misin? Veremezsin. Veremezsen artık sen de kabul et; iftiracı olduğunu!
"Söylediklerine inanacak bir mümin kardeşine yalan söylemen, çok büyük bir hıyanettir." (Ebu Dâvud)
"Pozitivist" demenin aynı zamanda din tanımazlık (dinsizlik) demek olduğunu bilecek yaşta olduğuna göre bizlere yani onun yanındaki kişilere dinsiz dediğini de biliyorsun demektir. Bizler Elhamdülillah müslümanız. Dinsizlik de Hadis-i şerif hükmüne göre sana kalmış oluyor.
"Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner." (Buhârî)
Mustafa Özcan yukarıdaki sözünün devamında diyor ki:
"Utanmayacaklarına göre eserleriyle övünebilirler!"
Yani ortaya attığı Erzurum'da doğdu, kurbanlar kesti gibi yalanları okuyuculara yutturmaya çalışarak, hem söylemediklerini söyledi, yapmadıklarını yaptı diyor, hem de bunları etrafındaki dinsizler yaptırdı demek istiyor.
Yalan ve iftiranın bir hududu olur. Nefsinin yularını salmış, şeytanın iğva ettiği ne varsa kalemine dökmüş!
Ateist bir insanın bile kendine göre ahlâk anlayışı olur. Kendine göre bir dürüstlük iddiası olur.
Senin ahlâk anlayışın nedir? İslâm ahlâkında bunlar yok. Yalan söylemek hiç yok.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Yalandan sakınınız. Zira yalan ile iman bir arada bulunmaz." (Ahmed bin Hanbel)
"Yalan söyleyenler muhakkak lânete uğramıştır." (Münâvî)
"Münafıklığın alâmeti üçtür: Söylerse yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edilirse hıyanet eder." (Buhârî)
Diğer bir rivayette "Her ne kadar oruç tutsa da, namaz kılsa da ve kendini müslüman zannetse de." buyurulmuştur. (Müslim)
Üstelik bir de kendini müslümanlara akıl verme makamında görüyorsun, ilimden bahsediyormuş gibi yazılar yazıyorsun. Sende bu İslâm ahlâkı hiç tevarüs etmediğine göre kendi durumunu buradan da anlayabilirsin.
•
Muhterem Ömer Öngüt İslâm dini adına ortaya çıkan bölücülerin içyüzünü Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ortaya koyduğu için, bu meyanda eserler neşrettiği için, cevap veremeyen bu bölücüler iftira ile kendisini susturmaya çalıştılar, halkın nazarında karalamaya çalıştılar. Kullanılan bir kimse gibi göstermeye çalıştılar.
Mustafa Özcan da;
"28 Şubat sürecinde nasıl ki Aczmendiler için yazdık onlar için de yazma zarureti doğmuştu."
Diyerek hem bu zât-ı aliyi Aczmendilere benzetiyor, iftira atıyor, hem de "zaruret doğdu" diyor.
Sen kimsin? Hocan kim?
Muhterem Ömer Öngüt bu iftiralara Temmuz 2009 tarihli Hakikat dergisinde cevap verdi. Bu iftiraların arkasında kimlerin olduğunu, bu iftiraların niye yapıldığını izah etti. Daha geniş izahların yer aldığı "Hain Tezgâh" isimli eseri de yayınlandı.
Okudun mu? Yoksa okuduğun halde yine de "Çamur at, izi kalsın" niyetinde misin?
Okuyup da bu yalanları yazdıysan büyük bir kabahat. Okumayıp da yazdıysan bu da büyük kabahat. Zira yazar sıfatı ile dolaşıyorsan "Bu iftiralara karşı bu zatın bir cevabı olmuş mu?" diye araştırman gerekir. İnternet sitemizdeki ve diğer sitelerdeki yayınlanan tekzipleri okumuş olman gerekir. Yok "Beni ilgilendirmez, ben iftiramı, yalanımı yazarım" demek istiyorsan o da senin asliyetinin icabıdır.
Muhterem Ömer Öngüt'ün hayat-ı saadetlerini bilmiyormuş gibi Aczmendiler ve başka gruplarla bağdaştırmaya çalışarak ortalığı bulandırmaya çalışıyorsun.
Oysa herkes gibi sen de -El-Ezher'e gidene kadar yanında bulunmakla öğrendiğin gibi- çok iyi biliyordun ki kendileri Muhammed Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hulefasından Halil Fevzi Hazretleri'nin hizmetlerinde bulunmakla kemale ermişler ve 1950 yılından beri halkı irşad ile meşgul olmuşlardır. Bu vazifeyi ifa ederken hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamışlar, İslâm dininin yıkılmasına sebep olacak her türlü fitnenin üzerine gitmişler ve eserler neşretmişlerdir.
•
Mustafa Özcan bu iftiralarına başlarken şöyle demiş:
"Bir yıl önce hakkında bir yazı yazmaya niyetlenmiştim lakin nasip vefatı sonrasına imiş.
Belki de sevenlerini üzmemek kastıyla bu yazıyı yazmamam gerekirdi. Lakin yine de Hakkın hatırı ali ve evla olduğundan dolayı kalemin ucuna dokunduk."
"Hakkın hatırı ali ve evla olduğundan dolayı" diyor, yalan söylüyor. Bir yıl önce böyle değildi de bu zat vefat ettiği gün mü aklına geldi?
Bir insanın Hakk'ın hatırından bahsedebilmesi için Hakk'la olması lâzım, Hakk'la konuşması lâzım. Nefis derecelerini geçmesi lâzım. Sana gelince işte Âyet-i kerime:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
Gerçekten Hakk'ın hatırı evlâ olsaydı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in "Ölülerinizi hayırla yâd ediniz." emr-i şerif'ine ittiba ederdin.
Sen ise sahte pehlivan gibisin. Yazık çok yazık.
Üstelik bir de "Belki de sevenlerini üzmemek kastıyla bu yazıyı yazmamam gerekirdi." diyor.
Bizim üzülmemiz bir tarafa Hazret-i Allah'ın veli kıldığı bir zâtı üzmen Resulullah Aleyhisselâm'ı üzmen demektir, Hazret-i Allah'ın gadabını mucib bir zulümdür.
Muhterem Ömer Öngüt "Sevdiklerimi Hazret-i Allah'a emanet ederim, sevmeyenleri Hazret-i Allah'a havale ederim." buyurmuşlardı.
Binaenaleyh senin muhatabın Hazret-i Allah.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri ise buyurur ki:
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2042)
Senin durumun budur.
Allah'ın veli kullarının durumu ise şudur:
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." (Yunus: 62)
Bizim üzüntümüz ise; bu kadar büyük yalanları tek bir yazıya sığdırabilen insanların yazar sıfatıyla dolaşmasındandır. Yalan beyan sahiplerinin korkunç akıbeti sebebiyledir.
Sen bu yalanları niye bir yıl önce yazamadın? Çünkü bu zâtı tanıyordun, çekiniyordun. Vefat edince meydan boşaldı zannettin.
Ancak hiç öyle zannetme! Zira bu zâtın sahibi var. O da Allah-u Teâlâ'dır.
•
Mustafa Özcan bu kadar yalan ve dolanı sıraladıktan sonra ilim kisvesi altında kendince "Hâtemü'l-Evliyâ", "Hazret-i Mehdi'nin zuhuru" hakkındaki beyanlara cevap yazmış.
Böyle bir adamın hangi sözüne, hangi yazısına itibar edilir?
Nitekim bu beyanlarını ilmi bir kisve altında yazıyor ancak yine yalan-yanlış karıştırmalar ve çarpıtmalar yapıyor. Muhterem Ömer Öngüt'le, eserleriyle hiçbir alakası olmayan sahte mehdîlerden, sahte sahabilerden örnek veriyor.
Yani bunun ilim adamlığı da bu kadar işte. Kendi de görsün, alem de görsün.
Ağzına sakız gibi yapıştırmış "Mehdi terbiyecisi olduğunu söylüyor" deyip duruyor.
Yukarıda Muhterem Ömer Öngüt'ün eserlerindeki beyanları ile ortaya koyduğumuz üzere bu sözü yalandır, büyük bir çarpıtmadır.
Bu zât delilleri ile, büyük zâtların beyanlarını ortaya koyarak eserler neşretmiş.
Kabul etmiyorsan, inanmıyorsan, "Kabul etmiyorum, inanmıyorum." dersin. İster kabul et, ister kabul etme! Bu kadar yalana, bu kadar iftiraya, bu kadar çarpıtmaya nereden lüzum gördün? Seni kim kullandı? Nefsin mi, şeytan mı, yoksa bilmediğimiz birileri mi? Kimin adına kalem oynatıyorsun?
"Böylece Allah şeytanın attığı vesveseleri, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için bir imtihan vesilesi yapar. Zâlimler, gerçekten derin bir ayrılık içindedirler." (Hacc: 53)
•
Mustafa Özcan Hakim-i Tirmizî, Muhyiddin İbn'ül Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Hatem-i velî olmadıklarına dair eserlerinde açık beyanlarını bilmiyor. Veyahut bildiği halde bilmezden geliyor. Gene yanlış yalan bilgilerle çarpıtmalar yapıyor.
"Hakim-i Tirmizi'nin son veli sıfatını kendisi için kullandığı mervidir. Muhyiddin Arabi için de bir benzeri söylenmektedir." diyor.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hatmü'l-evliyâ" isminde koskoca bir kitabı var. Bu kitabının neresinde böyle bir beyan gördün? Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu kitabını şu temennileri ile bitirmektedir:
"Hatmü'l-evliyâ" kitabı burada sona erdi. Allah'a hamdolsun; Allah'ın salât ve selâmı ve çokça teslimiyet, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan, "Makâm-ı mahmûd"un bir tek kendisine has kılındığı Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed'e, âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Allah-u Teâlâ'dan dilerim ki; tamamlanan kelimelerin rûhu olan Hatm-i evliyâ olan zâtın düsturlarını tâkip edebilme hususunda, kendisine karşı bizi küçültsün ve tevâzu sahibi kılsın. Bizi onunla biraraya getirip, onun hakkında bir delil ve şâhit olan beyanlarımızın tahkikiyle; onu görüp de, onun izinde yürümeye eriştiren vuslat sebebiyle bizleri de vâsıl eylesin. Şüphe yok ki O lütuf, kerem ve ihsan sahibidir. Hamd, âlemlerin Rabb'i olan Allah'a âittir."
Bu zât-ı âli hakkında kitap yazdığı "Hatmü'l-evliyâ" olan zâta ne kadar tevazu ile yöneliyor.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bir başka beyanları da şöyledir:
"Mehdi âhir zamanda değil midir? O fetrette adâleti ayakta tutacak, hiç kimse onu acze düşüremeyecektir.
Velilerin "Hatmü'l-velâye"liğini elinde bulunduran kimse de âhir zamanda değil midir? O kıyâmet gününe kadar bütün velilere Allah'ın hüccetidir. Nasıl ki peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e "Hâtemü'n-nübüvve" verilmişse ve o bütün peygamberler üzerine Allah-u Teâlâ'nın bir hücceti ise, velilerin sonuncusu olan bu velî de âhir zamanda öyle olacaktır." (Hatmü'l-Evliyâ, 17. Bölüm)
Ne oldu? Senin çarpıtmaların nerede kaldı? Biz belge ile bilgi ile konuşuyoruz. Sen ne ile konuşuyorsun? Neye dayanarak konuşuyorsun?
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez." (Yunus: 36)
Muhyiddin-i İbn'ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri de eserlerinde buyurur ki;
"Gizli bir perdenin arkasından birtakım kırmızılıklar doğdu; birdenbire ondan Hatm nûru ile, haber verici bir dille: 'Ben asfiyâ cemaatinin öncüsü olan Hâtemü'l-evliyâ'yım. Senin hikmetin ve ümit ettiğin 'Hâtem' bende gizlidir!' şeklinde bir hitap geldi." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; s.48, Bas.: Mısır, 1954)
"Bütün basar ve basiretimi derhal âlem-i gayba çevirdim. Bu zâtın isim ve sıfatını, makamını ve nereli olduğunu anlamak istedimse de Cenâb-ı Hakk bu saydıklarımdan hiçbirisine beni muttali kılmadı." (Atiyye-i Sübhâniyye - "Risâle-i Gavsiyye şerhi", sh: 63-64, çeviren: Bekir Uluçınar)
Muhyiddin-i İbn'ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bir beyanı da şöyledir:
"Onlarla ilgili olan üç asrı değerlendirdikleri esnâda, ne zaman ki onu küçümseyerek kestirip atarlar; değerlendirme üstüne değerlendirmede, atıf üstüne atıfta bulunurlar. Nihâyetinde de: '(O devirde) artık herhangi bir hayır ve emir kalmaz!' diyerek neticeye ererler. Zirâ onlar, ona eriştikleri an, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in;
'Gelecek her zaman, sizin için bir öncekinden daha kötüdür.' (el-Bidâye ve'n-Nihâye)
Hadis'ine tutunurlar. (Çünkü) onlar; Mehdî, Hâtemü'l-veli ve İsa peygamber'in -salavâtullâhi aleyh- zamanından ibaret olan, üçüne tâbi olunduktan sonra gelecek dördüncü devri bilmezler. Halbuki beşer içinde (asıl) fesad, (bu) üç devir nihayete erdiği zaman zuhûr eder." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; Şehid Ali Paşa, no: 1287, 54b yaprağı.)
Bu zâtlar böyle söylüyor Mustafa Özcan ise "Hakim-i Tirmizi'nin son veli sıfatını kendisi için kullandığı mervidir. Muhyiddin Arabi için de bir benzeri söylenmektedir." diyor.
Söylentilerle konuşacağına iftira attığı zâtın eserlerini okumuş olsaydı bu hakikatleri görmüş olurdu. Ancak maksadı ortada!
Yine "İsmail Hakkı Bursevi ise Hatem-i evliyanın Hazreti İsa olduğunu söylemiştir."diyor.
Mustafa Özcan İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hangi kitabında bu sözünü okudu bilmiyoruz. Fakat İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri Mustafa Özcan gibiler hakkında buyurur ki:
"Hatmü'l-evliyâ üzerine inkârın çok ve fazla oluşu, tam mazhar oluşundandır." (Kitabu'n-Netice)
"Her asırda mevcud olan insan-ı kâmil, Peygamber makamına oturmuştur ve hâtem-i velâyet'in üflediği nefesidir. Halk onu ister kabul etsin, ister etmesin. Zira Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e tam teslimiyet olmayınca, veliye nasıl olur?" (Kenz-i Mahfî, 10. Bahis)
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi'nde muhafaza edilen "Kitâbu'n-Netîce" adlı eserindeki diğer bir beyanları da şöyledir:
"Hatmü'l-Evliyâ'ya muhabbet eyle, tâ ki bununla dahi şefaate muhtaç olmayasın." (Kitâbü'n-Netice; Genel, no: 1136, 248a yaprağı)
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kenz-i Mahfi" adlı eserinde Hâtem-i veli'nin ilmi ve eserlerinden şöyle bahsetmiştir:
"Vâris-i nebi olanlar arasında, kendilerine ilim nasib edilen, bir de bu ilim üzerine eser yazabilen, elbette ki yazamayandan daha kuvvetlidir."
"Hatemü'l-veli ise -kuddise sırruh-, bütün velilerden üstündür. Çünkü, en kâmil vâris odur. Buna delil ise, tasnif ettiği eserlerinin pek çok olacağıdır. Nasıl ki bu, ehline gizli değildir." (Kenz-i Mahfî. 10. Bahis)
Bu zatlar böyle söylüyor, Mustafa Özcan başka söylüyor.
Maksadı ortalığı bulandırmak.
(Bu mevzular hakkında, Hatmü'l-Evliyâ hakkındaki ilmi delilleri merak edenler Muhterem Ömer Öngüt'ün "Hatmü'l-Evliyâ", "Cevahirullah 1", "Cevahirullah-2" ismindeki eserlerine müracaat edebilirler.)
Bediüzzaman hakkındaki beyanları da buna mümasil. Hep benzer şekilde kalemini ortalığı bulandırmaya matuf, adeta birilerinin tetikçisi gibi hareket ederek kullanıyor.
Muhterem Ömer Öngüt ile, onun müstesna hayatı ile, manevî deryası ile hiçbir alakası olmayan İskender Evrenesoğlu, Doğu Perinçek, Kemal Pilavoğlu gibi isimleri ne bulursa bu zâta bulaştırmaya, yaptığı pis kokulu çorbaya karıştırmaya çalışıyor.
"İnsan yalanı irtikâb edince o yalanın kötü kokusuyla muhafızı olan melâike-i kirâm kendisinden bir mil uzaklaşır." (Tirmizî)
Zira bu kadar pis kokunun arasında mis bulunmaz.
İlim hiç bulunmaz.
Böyle yalan-yanlış yazılar yazan bir kimsenin hiçbir yazısına da itibar edilmez.
•
İcabederse elbette daha ağırını da yazacağız.
"Onlar kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri taşıyacaklar ve uydurdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir." (Ankebût: 13)
•
"Çek elini ey dil-i siyah!
Püf demekle hiç söner mi meşâle-i nûr-i ilâh."