SÖZLER ve NOTLAR
Sözler ve Notlar
Takdim:
Muhterem okuyucu!
Hakikat dergimizin bu sayısından itibaren İnşaallah-u Teâlâ yeni bir yazı serisine başlıyoruz.
Mürşid-i Pâk-i Nihâd’ımızın “Kalblerin Anahtarı Sözler ve Notlar” külliyatında bulunmayan, ruha ve kalbe hitap eden sohbetlerinde inci saçılan mübarek dillerinden dökülürken tutulan hikmet ve esrar dolu hakikat cevherleri, Hakk ve hakikat âşıklarının istifadesine arzedilecektir.
Bu tâifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak kılmasını Cenâb-ı Erhamerrâhimin Hazretleri’nden niyaz eyleriz.
Onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerine uyup izlerinden gidenlere, onların irşâdı ile Mevlâ’sına kavuşanlara müjdeler olsun!
Nasihat Nedir?
“Nasihat ne demek?” diye sohbete başladı ve şu sözleri söyledi:
“Hâlin güzel olacak, kâlin güzel olacak, fiilin güzel olacak, giyinişin güzel olacak, bilhassa istikametin güzel olacak. Hiçbir söz söylemesen bile, karşıdaki baktığı zaman ibret alacak, yolunu düzeltecek.
Sonra helâl lokma ile hikmet husule gelir, hikmetle konuşur, karşıdakine tesir eder. Yapmadığın bir işi söylemek yersiz, çünkü sen yapmıyorsun ki karşıdaki yapsın. Bir insan yaşayacak, yaşadığını tebliğ edecek, Allah-u Teâlâ murad ederse ona hidayet lütfedecek, aşı tutacak. Aşı tuttuğu zaman nasibini alır.
Sonra mülâyim, tatlı, güzel sözlerle söz söylemek. Ne söyleyecek? Ya Âyet-i kerime’den, Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; ya Hadis-i şerif’ten, Resulullah Aleyhisselâm böyle buyuruyor. Yahut ki filân zât şöyle buyuruyor. Oradan konuşacak, kendinden konuşmayacak. Ki nasihat yerine gelsin. O kelâmı işitsin, işitsin ki Cenâb-ı Hakk iman tohumunu kalbe ekerse yavaş yavaş kök salar, neşv-ü nemâ bulur, imanlı bir ağaç olur. Bu sefer meyve de verirse, beşeriyet istifade eder. Kuru sözle olmaz.” (23.12.2002)
Ayırım Noktası:
Bir sohbetlerinden:
“Nefis gıdayı şöhretten, varlıktan, namdan, bir de mefaatten alıyor. Hakikat ehlinin kaçtığı herşeye hareket ehli taliptir.
İşte Sahibimiz’e bunun için çok şükretmeliyiz. Bu lütuf Hakk’tan geliyor, onlarda nefisten ve şeytandan geliyor. Çünkü Hakk ehli böyle şeylere tenezzül etmez, kabul etmez, sevmez. Hakk sevmiyor diye, onu Hakk destekliyor, halk hoşlanmaz. Fakat halk Hakk’a varmamıştır. Onun varacağı şeytan ve nefistir, nefis ona hangi gıdayı verirse o gıdadan hoşlanır. Çünkü Hakk’tan nasip almamış. Burası çok gizli, çok gizli. Hakk’ın desteklediği, nefsin desteklediği kişi burada belli olur.” (17.11.2002)
Zikrullah:
Rüyâ:
– Bir kardeşle denizde bir kayığın içinde bulunuyoruz. Tanımadığımız bir kimseye yolun güzelliklerinden, intisabın ve günlük dersin faziletinden bahsediyordum. O anda bir de baktım ki günlük ders insana benzer bir şekil aldı, sanki kavanoz şeklindeydi. Kolunu denize doğru uzattı. Silodan ekin boşalır gibi denize mücevherât boşaltmaya başladı. Tanımadığımız o adama: ‘Ne kadar boşalırsa boşalsın içindeki mücevherler tükenmez. İsterseniz size de verelim.’ diyordum. Günlük ders kolunu o adamın kucağına döndürdü, kucağı bir anda mücevherle doluverdi.
– Efendim size gizli mânâyı âşikâr yapıyorlar. Gerçekten öyledir de, biz öyle olduğuna hâlâ intikal etmiyoruz.
Allah-u Teâlâ her ibadete bir ruh verir; canlıdır, kanlıdır, hareketlidir. Fakat insan onu görmüyor ve bilmiyor. Bunlar ahirette insanın karşısına çıktığı zaman, gerçekten kişinin en güzel arkadaşlarının, kendi yaptığı ibadetleri olduğunu anlamış olacak. Bu durum ahirette değil, kabirde de böyledir. Güzel ameller kıyamete kadar en güzel surette insana yoldaştır.
Allah’ımız ihlâslı ibadet yaptırdığı kullarından etsin. (5.10.1985)
Zikrullah’a Devam:
Yeni müntesib yaşlı bir kardeşimize sözleri:
“Mümkün mertebe kardeşlerle hemhal olun, kardeşlerin peşini bırakmayın. Bugün varız yarın yokuz. Hayat-ı ebediyeyi kazanmak için geldik. Rahmete merhamete çok muhtacız. Bir kenarda oturup Hazret-i Allah’ın zikrine fikrine çok devam edin. Kalp zikrullah’dan hâli olunca şeytan oraya iner ve vesvese verir. “Allah” diyelim ki kalbimizi şeytanın istilâsından kurtarmış olalım.
İkinci bir husus; kalp daima Hazret-i Allah’ı zikrederse, birgün gelir ona alışır ve ‘Allah Allah!’ diyen insan Allah’a göçer, imanla göçmüş olur. Rabb’imiz o lütfu bizlere bahşetsin, O’nunla meşgul olalım ve O’nunla gidelim. Yusuf Aleyhisselam bir Peygamber olduğu halde:
‘Teveffenî müslimen ve elhıknî bis-sâlihîn = Allah’ım müslüman olarak ruhumu al ve beni sâlihler zümresine ilhak et!’ (Yusuf: 101)
Diye niyaz etmişti. Ya bizim ne kadara sığınmamız lâzım?
O’nu bilelim inşaallah. O’nu bildikten sonra O bize yeter, istenileni de bahşeder. O’nu bilmezsek, kendimizi öğrenmek ne mümkün?” (13.02.1976)
Dünya Hayatının Misali:
Bir sohbetlerinden:
“Şu dünyanın geçici tadları, geçici zevkleri bizi perişan ediyor efendim, perişan ediyor.
Dünya hayatı kuyunun üzerinde bulunan bir ağacın dalında yaşamaya benzer. Bu temsili acaip karşılamayın, dünya hayatı hakikaten ağacın üzerinde yaşamaya benzer. Zira insan hiçbir zaman kendisinden emin değildir. Her an düşerim endişesi vardır. Bu düşmemiz, hayat-ı ebediyemize mâlolabilir.
Bir nefes verdiğimizde hangimizin almaya kuvveti var? Şu halde bir nefes ötesini göremiyor ve bilemiyoruz. Nefes bittiği anda muhakkak düşeceğiz amma acaba nereye düşeceğiz? Efsel-i sâfiline mi düşeceğiz, yoksa Hazret-i Allah bize rahmet ve merhamet edecek de, bizi lütfuna mı nail ve dahil edecek? Biliyor muyuz bunu? Bilmiyoruz. Bilmediğimiz halde, biz nasıl olsa bu dünyaya geldik, zevk bu zevk, dem bu dem, âlem bu âlem diyoruz. ‘Acaba benim gidişatım hangi yol üzerinedir, yerim nereye hazırlanmış, âkıbetim ne olacak?’ diye hiçbir kontrol yok bizde. Sanki herşeyi elde etmişiz. Nefis putuna istinad etmiş gidiyoruz. Bu boşluğumuz bize çok zarar veriyor.
Bu halden kurtulmak için, herkes uyurken biz kalkacağız, Rabb’imize ibadet edeceğiz. Sonra gözyaşları ile taatımıza istiğfar edeceğiz. Boynumuz bükük olacak, karnımız aç olacak. Çünkü tokluk bizi her felakete sevkediyor, nefsi azdırıyor. Alışkanlık iradeyi emdiği için, nefsin kötü alışkanlıklarına gem vuramıyoruz. O alışkanlığı hep yapmak isteriz. Böylece baka baka kişi helâk olur, baka baka...
Boynumuz bükük, karnımız aç olmakla, nefsimize tad-ı hakikiden başka tad vermemekle, aczimizi daha rahat anlayabiliriz. O zaman insan mahviyete doğru daha güzel iniş yapabilir.” (1.02.1976)
İrşad İzni:
Bir ihvanına yazdığı mektuptan:
“İhlâs ve muhabbetinizden ötürü hakikati yaymak, etrafınızı tenvir etmek için ehliyet ve kabiliyetiniz olduğuna emniyetim berkemâldir.
Hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Hakk’ın lütuf rızâsını kazanmak ayrı ayrı yollardandır. Bir yol da ihlâs ve muhabbetle hizmet, yani fakir-fukaraya, yolda kalmışlara hakikati bulamayanlara yardımdır.” (25.02.1984)
Mânevî Gıda:
– Oğlum sıkıntı halleri için istihare yapmış. Rüyâsında görmüş ki teybin pili bitmek üzereymiş. Üzerindeki kırmızı ışık yanıp yanıp sönüyormuş.
– Pil mânevî gıdadır. O bitince insan sönmeye mahkum olur. Cenâb-ı Hakk’a istiğfarla, ibadet ve taatla pili doldurması lâzım. Büyük bir tehlikede olduğuna işaret ediliyor. Nefis ve şeytan istilâ etmek üzere.
– İkinci bir rüyâsı daha vardı efendim.
– Tamam!.. Allah’ımız âkıbetimizi hayırlı etsin. (15.04.1984)
İntisabın Lüzumu:
– Efendim bir insan intisap etmese, elinden geldiği kadar ibadet taatla meşgul olsa...
– Bir kimse var Hacc’a niyet ediyor, fakat yürüyerek yola çıkıyor. Aç kalır susuz kalır, bir çok meşakkatler çeker. Varıncaya kadar da ne olacağı belli olmaz.
Bir diğeri ise teyyare ile gidiyor. Aradaki fark bu kadar büyüktür. (15.04.1984)
Gerçek Alış-veriş:
Bir sohbetlerinden:
“Bir çok alış-verişler yaparız, para kazanırız, bu arada gerçek alış-verişi unuturuz. Halbuki o kazandıklarımız belki de hiç sevmediklerimize kalacak.
Alış-veriş ona derler ki, Hazret-i Allah ile yapılır. Kârın en büyüğü de bu alış-veriştedir. Bırakın kârını, Hâlik iken mahlûkunu alış-verişe kabul etmesi zaten en büyük saâdet. Ne çok zengin Allah’ımız!
Küçük bir rütbesi olan nice kimseler vardır ki, etraflarındakileri küçük görürler. O ise kâinatı yoktan var etti de, üstelik mahlûkunu alış-verişe dâvet ediyor. Böyle bir Allah varken sen tut da gönlünü başka şeylere bağla! Cidden kendimize yazık etmiş oluyoruz.
‘O bizi çok güzel yarattı. Bize her şeyin en iyisini, en güzelini bahşetti. Biz de O’na, bizden istediklerinin en iyisini yapalım!’ diyemiyoruz.
En kıymetli ömür, en değerli vakitler boşa geçiyor. Buranın bir ânı, oranın çok uzun zamanıdır. Değil günlerin, anların dahi kıymetini bilip değerlendirmemiz lâzımdır. Kalp boş şeylerle meşgul olursa, ebedi saâdet nasıl kazanılacak?
Allah’ımız bize bu hakikati duyursun. Gaflette kaldığımız zamanlar, böyle nice nice cevherler toprak arasına karışıp gidiyor.” (25.07.1981)
Sözler ve Notlar
Takdim:
Muhterem okuyucu!
Hakikat dergimizin bu sayısından itibaren İnşaallah-u Teâlâ yeni bir yazı serisine başlıyoruz.
Mürşid-i Pâk-i Nihâd’ımızın “Kalblerin Anahtarı Sözler ve Notlar” külliyatında bulunmayan, ruha ve kalbe hitap eden sohbetlerinde inci saçılan mübarek dillerinden dökülürken tutulan hikmet ve esrar dolu hakikat cevherleri, Hakk ve hakikat âşıklarının istifadesine arzedilecektir.
Bu tâifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak kılmasını Cenâb-ı Erhamerrâhimin Hazretleri’nden niyaz eyleriz.
Onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerine uyup izlerinden gidenlere, onların irşâdı ile Mevlâ’sına kavuşanlara müjdeler olsun!
Nasihat Nedir?
“Nasihat ne demek?” diye sohbete başladı ve şu sözleri söyledi:
“Hâlin güzel olacak, kâlin güzel olacak, fiilin güzel olacak, giyinişin güzel olacak, bilhassa istikametin güzel olacak. Hiçbir söz söylemesen bile, karşıdaki baktığı zaman ibret alacak, yolunu düzeltecek.
Sonra helâl lokma ile hikmet husule gelir, hikmetle konuşur, karşıdakine tesir eder. Yapmadığın bir işi söylemek yersiz, çünkü sen yapmıyorsun ki karşıdaki yapsın. Bir insan yaşayacak, yaşadığını tebliğ edecek, Allah-u Teâlâ murad ederse ona hidayet lütfedecek, aşı tutacak. Aşı tuttuğu zaman nasibini alır.
Sonra mülâyim, tatlı, güzel sözlerle söz söylemek. Ne söyleyecek? Ya Âyet-i kerime’den, Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; ya Hadis-i şerif’ten, Resulullah Aleyhisselâm böyle buyuruyor. Yahut ki filân zât şöyle buyuruyor. Oradan konuşacak, kendinden konuşmayacak. Ki nasihat yerine gelsin. O kelâmı işitsin, işitsin ki Cenâb-ı Hakk iman tohumunu kalbe ekerse yavaş yavaş kök salar, neşv-ü nemâ bulur, imanlı bir ağaç olur. Bu sefer meyve de verirse, beşeriyet istifade eder. Kuru sözle olmaz.” (23.12.2002)
Ayırım Noktası:
Bir sohbetlerinden:
“Nefis gıdayı şöhretten, varlıktan, namdan, bir de mefaatten alıyor. Hakikat ehlinin kaçtığı herşeye hareket ehli taliptir.
İşte Sahibimiz’e bunun için çok şükretmeliyiz. Bu lütuf Hakk’tan geliyor, onlarda nefisten ve şeytandan geliyor. Çünkü Hakk ehli böyle şeylere tenezzül etmez, kabul etmez, sevmez. Hakk sevmiyor diye, onu Hakk destekliyor, halk hoşlanmaz. Fakat halk Hakk’a varmamıştır. Onun varacağı şeytan ve nefistir, nefis ona hangi gıdayı verirse o gıdadan hoşlanır. Çünkü Hakk’tan nasip almamış. Burası çok gizli, çok gizli. Hakk’ın desteklediği, nefsin desteklediği kişi burada belli olur.” (17.11.2002)
Zikrullah:
Rüyâ:
– Bir kardeşle denizde bir kayığın içinde bulunuyoruz. Tanımadığımız bir kimseye yolun güzelliklerinden, intisabın ve günlük dersin faziletinden bahsediyordum. O anda bir de baktım ki günlük ders insana benzer bir şekil aldı, sanki kavanoz şeklindeydi. Kolunu denize doğru uzattı. Silodan ekin boşalır gibi denize mücevherât boşaltmaya başladı. Tanımadığımız o adama: ‘Ne kadar boşalırsa boşalsın içindeki mücevherler tükenmez. İsterseniz size de verelim.’ diyordum. Günlük ders kolunu o adamın kucağına döndürdü, kucağı bir anda mücevherle doluverdi.
– Efendim size gizli mânâyı âşikâr yapıyorlar. Gerçekten öyledir de, biz öyle olduğuna hâlâ intikal etmiyoruz.
Allah-u Teâlâ her ibadete bir ruh verir; canlıdır, kanlıdır, hareketlidir. Fakat insan onu görmüyor ve bilmiyor. Bunlar ahirette insanın karşısına çıktığı zaman, gerçekten kişinin en güzel arkadaşlarının, kendi yaptığı ibadetleri olduğunu anlamış olacak. Bu durum ahirette değil, kabirde de böyledir. Güzel ameller kıyamete kadar en güzel surette insana yoldaştır.
Allah’ımız ihlâslı ibadet yaptırdığı kullarından etsin. (5.10.1985)
Zikrullah’a Devam:
Yeni müntesib yaşlı bir kardeşimize sözleri:
“Mümkün mertebe kardeşlerle hemhal olun, kardeşlerin peşini bırakmayın. Bugün varız yarın yokuz. Hayat-ı ebediyeyi kazanmak için geldik. Rahmete merhamete çok muhtacız. Bir kenarda oturup Hazret-i Allah’ın zikrine fikrine çok devam edin. Kalp zikrullah’dan hâli olunca şeytan oraya iner ve vesvese verir. “Allah” diyelim ki kalbimizi şeytanın istilâsından kurtarmış olalım.
İkinci bir husus; kalp daima Hazret-i Allah’ı zikrederse, birgün gelir ona alışır ve ‘Allah Allah!’ diyen insan Allah’a göçer, imanla göçmüş olur. Rabb’imiz o lütfu bizlere bahşetsin, O’nunla meşgul olalım ve O’nunla gidelim. Yusuf Aleyhisselam bir Peygamber olduğu halde:
‘Teveffenî müslimen ve elhıknî bis-sâlihîn = Allah’ım müslüman olarak ruhumu al ve beni sâlihler zümresine ilhak et!’ (Yusuf: 101)
Diye niyaz etmişti. Ya bizim ne kadara sığınmamız lâzım?
O’nu bilelim inşaallah. O’nu bildikten sonra O bize yeter, istenileni de bahşeder. O’nu bilmezsek, kendimizi öğrenmek ne mümkün?” (13.02.1976)
Dünya Hayatının Misali:
Bir sohbetlerinden:
“Şu dünyanın geçici tadları, geçici zevkleri bizi perişan ediyor efendim, perişan ediyor.
Dünya hayatı kuyunun üzerinde bulunan bir ağacın dalında yaşamaya benzer. Bu temsili acaip karşılamayın, dünya hayatı hakikaten ağacın üzerinde yaşamaya benzer. Zira insan hiçbir zaman kendisinden emin değildir. Her an düşerim endişesi vardır. Bu düşmemiz, hayat-ı ebediyemize mâlolabilir.
Bir nefes verdiğimizde hangimizin almaya kuvveti var? Şu halde bir nefes ötesini göremiyor ve bilemiyoruz. Nefes bittiği anda muhakkak düşeceğiz amma acaba nereye düşeceğiz? Efsel-i sâfiline mi düşeceğiz, yoksa Hazret-i Allah bize rahmet ve merhamet edecek de, bizi lütfuna mı nail ve dahil edecek? Biliyor muyuz bunu? Bilmiyoruz. Bilmediğimiz halde, biz nasıl olsa bu dünyaya geldik, zevk bu zevk, dem bu dem, âlem bu âlem diyoruz. ‘Acaba benim gidişatım hangi yol üzerinedir, yerim nereye hazırlanmış, âkıbetim ne olacak?’ diye hiçbir kontrol yok bizde. Sanki herşeyi elde etmişiz. Nefis putuna istinad etmiş gidiyoruz. Bu boşluğumuz bize çok zarar veriyor.
Bu halden kurtulmak için, herkes uyurken biz kalkacağız, Rabb’imize ibadet edeceğiz. Sonra gözyaşları ile taatımıza istiğfar edeceğiz. Boynumuz bükük olacak, karnımız aç olacak. Çünkü tokluk bizi her felakete sevkediyor, nefsi azdırıyor. Alışkanlık iradeyi emdiği için, nefsin kötü alışkanlıklarına gem vuramıyoruz. O alışkanlığı hep yapmak isteriz. Böylece baka baka kişi helâk olur, baka baka...
Boynumuz bükük, karnımız aç olmakla, nefsimize tad-ı hakikiden başka tad vermemekle, aczimizi daha rahat anlayabiliriz. O zaman insan mahviyete doğru daha güzel iniş yapabilir.” (1.02.1976)
İrşad İzni:
Bir ihvanına yazdığı mektuptan:
“İhlâs ve muhabbetinizden ötürü hakikati yaymak, etrafınızı tenvir etmek için ehliyet ve kabiliyetiniz olduğuna emniyetim berkemâldir.
Hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Hakk’ın lütuf rızâsını kazanmak ayrı ayrı yollardandır. Bir yol da ihlâs ve muhabbetle hizmet, yani fakir-fukaraya, yolda kalmışlara hakikati bulamayanlara yardımdır.” (25.02.1984)
Mânevî Gıda:
– Oğlum sıkıntı halleri için istihare yapmış. Rüyâsında görmüş ki teybin pili bitmek üzereymiş. Üzerindeki kırmızı ışık yanıp yanıp sönüyormuş.
– Pil mânevî gıdadır. O bitince insan sönmeye mahkum olur. Cenâb-ı Hakk’a istiğfarla, ibadet ve taatla pili doldurması lâzım. Büyük bir tehlikede olduğuna işaret ediliyor. Nefis ve şeytan istilâ etmek üzere.
– İkinci bir rüyâsı daha vardı efendim.
– Tamam!.. Allah’ımız âkıbetimizi hayırlı etsin. (15.04.1984)
İntisabın Lüzumu:
– Efendim bir insan intisap etmese, elinden geldiği kadar ibadet taatla meşgul olsa...
– Bir kimse var Hacc’a niyet ediyor, fakat yürüyerek yola çıkıyor. Aç kalır susuz kalır, bir çok meşakkatler çeker. Varıncaya kadar da ne olacağı belli olmaz.
Bir diğeri ise teyyare ile gidiyor. Aradaki fark bu kadar büyüktür. (15.04.1984)
Gerçek Alış-veriş:
Bir sohbetlerinden:
“Bir çok alış-verişler yaparız, para kazanırız, bu arada gerçek alış-verişi unuturuz. Halbuki o kazandıklarımız belki de hiç sevmediklerimize kalacak.
Alış-veriş ona derler ki, Hazret-i Allah ile yapılır. Kârın en büyüğü de bu alış-veriştedir. Bırakın kârını, Hâlik iken mahlûkunu alış-verişe kabul etmesi zaten en büyük saâdet. Ne çok zengin Allah’ımız!
Küçük bir rütbesi olan nice kimseler vardır ki, etraflarındakileri küçük görürler. O ise kâinatı yoktan var etti de, üstelik mahlûkunu alış-verişe dâvet ediyor. Böyle bir Allah varken sen tut da gönlünü başka şeylere bağla! Cidden kendimize yazık etmiş oluyoruz.
‘O bizi çok güzel yarattı. Bize her şeyin en iyisini, en güzelini bahşetti. Biz de O’na, bizden istediklerinin en iyisini yapalım!’ diyemiyoruz.
En kıymetli ömür, en değerli vakitler boşa geçiyor. Buranın bir ânı, oranın çok uzun zamanıdır. Değil günlerin, anların dahi kıymetini bilip değerlendirmemiz lâzımdır. Kalp boş şeylerle meşgul olursa, ebedi saâdet nasıl kazanılacak?
Allah’ımız bize bu hakikati duyursun. Gaflette kaldığımız zamanlar, böyle nice nice cevherler toprak arasına karışıp gidiyor.” (25.07.1981)