Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde Mâûn Sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur.
Altı Âyet-i kerime, yirmi altı kelime ve doksan dört harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime kâfirlere hitapla başladığı için "Kâfirûn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Ayrıca; "Şirk ve nifâktan uzaklaştıran" mânâsında "Mukaşkışe" ismi de verilir.
"Münâbeze" adıyla da anıldığı gibi, diğer taraftan "İhlâs" ve "Kâfirûn" Sûre-i şerif'leri "İki ihlâs" mânâsına gelen "İhlâseyn" şeklinde de anılmaktadır.
Bu Sûre-i şerif Resulullah Aleyhisselâm'ın namazlarda sıkça okuduğu Sûre-i şerif'ler arasında yer almaktadır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazının iki rekât sünnetinde 'Kâfirûn' ile 'İhlâs' sûrelerini okudu." (Müslim: 726)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- de Resulullah Aleyhisselâm'ın akşam namazının farzından sonraki iki rekâtta bu iki Sûre-i şerif'i okuduğunu söylemiştir. (İbn-i Mâce: 1166)
Resulullah Aleyhisselâm Ashâb-ı kiram'dan bir zâta da yatağına girerken bu Sûre-i şerif'i okumasını öğütlemiştir. (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de putlara ve putperestlere aslâ iltifat edilmemesi, hiçbir surette tâviz verilmemesi gerektiği ihtar edilmekte; İslâm'ın Tevhid inancı açık olarak beşeriyete duyurulmaktadır.
"Sizin dininiz size benim dinim bana!" buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya berzah konularak kestirip atılmış, küfrün tek millet olduğu ortaya konulmuştur.
_________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (2)
Nüzul Sebebi
Nüzul Sebebi:
Bir defasında da Kureyş'in ileri gelenleri heyet olarak bizzat Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek kendisiyle bir uzlaşma ve anlaşma yollarını aradılar, daha önceki tekliflerini tekrarladılar.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Ben sizin dediğiniz gibi hasta falan değilim, sizden mal-mülk de istemiyorum, mevki ve makama kavuşmak için başkanlık da istemiyorum.
Gerçek şu ki; beni Rabb'im peygamber olarak göndermiştir, bana bir kitap indirmiştir. O'nun emirlerini size tebliğ ediyorum. Getirdiğim şeyi kabul ederseniz, dünyada da ahirette de mutlu olacaksınız. Yok eğer reddederseniz Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim."
Gelenler birçok tehditler savurdular:
"Biz senin bunları yapmana daha fazla müsaade etmeyeceğiz. Ya sen bizim işimizi bitirirsin ya biz senin işini!" dediler.
Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetine Kureyş müşrikleri şiddetle muhalefet etmekle beraber, uzlaşma çareleri aramaktan da geri kalmıyorlardı.
Yine bir defasında ileri gelenlerinden bazıları gelerek:
"İster misin bir yıl biz sana uyalım, sen de bir yıl süreyle bizim dinimize tâbi ol. Böylece aramızdaki ihtilâf ortadan kalmış olur." dediler.
Son derece cehâletle yapılan bu teklife Resulullah Aleyhisselâm:
"Başkasını Allah'a ortak koşmaktan yine Allah'a sığınırım." cevabını verdi.
Bunun üzerine müşriklerin bu heveslerini ve ümitlerini kesmek, iki hasım zümre, yani müminlerle putperestlerin arasındaki çekişmeyi gidermek, bu sapık fikrin ne o zaman ne de gelecekte uygulanmasının mümkün olmayacağını beşeriyete duyurmak için Allah-u Teâlâ Kâfirûn Sûre-i şerif'ini indirdi. Onların dinlerinden bütünüyle uzak durmasını emir buyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm sabahleyin Mescid-i haram'a gitti. Kureyş'in ileri gelenlerinden bir heyet vardı. Başlarına dikilerek bu Sûre-i şerif'i okudu, onlar da ümitlerini kestiler.
__________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (3)
Kâfirler (1)
Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, O'nun yüce peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'a inanmayan ve dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr eden kimseye "Kâfir" denir. Aynı mânâda "Münkir" kelimesi de kullanılır.
Küfür; "Gizlemek, örtmek" mânâsına gelir. Nimet sahibinin verdiği nimeti tanımamak suretiyle örtmek veya nimet verene muhalefet olsun diye inkâr etmektir.
Kur'an-ı kerim'de müstakil olarak kâfirler için "Kâfirûn" Sûre-i celîlesi olduğu gibi, ayrıca birçok Âyet-i kerime'lerde kâfirlerin durumu geniş ve açık olarak belirtilmiştir.
"Resul'üm! De ki: Ey kâfirler!" (Kâfirûn: 1)
Bu emri veren Allah-u Teâlâ'dır. Bu ilâhî emrin ilk olarak muhatabı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmasına rağmen, aslında muhatap bütün müminlerdir. Çünkü müminlerin kâfirlere bu şekilde tavır almaları gerekmektedir. Kıyamete kadar bu düstur geçerlidir.
"Ey kâfirler!" hitabı sadece Kureyşliler veya Arabistan'daki kâfir ve müşrik Araplar değil; Muhammed Aleyhisselâm'ın risaletini reddeden bütün yahudiler, hıristiyanlar ve diğer kâfirlerdir.
"Ey kâfirler!" diye hitap etmek, bu gibi kimselere: "Ey düşmanlar!", "Ey İslâm'a muhalefet edenler!" diye hitap etmek gibidir. Onun için, bu şekilde hitap edildiğinde kişilerin vasıf ve sıfatları hedef alınmakta, "Kâfir" sıfatını taşıdıkları müddetçe bu Âyet-i kerime'nin şümulünde bulunmaktadırlar. Ölünceye kadar küfür karanlığında kalanlar hep bu sıfattadırlar. Düşmanlığı bırakarak iman edenler ise, artık bu:
"Ey kâfirler!" hitabının muhatabı olmaktan kurtulurlar, "Ey müminler!" hitabının şerefiyle müşerref olurlar.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost gibi oluvermiştir." (Fussilet: 34)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz azılı bir kâfir iken, iman nuru ile münevver olduktan sonra İslâm'ın en ön safında yerini aldı. Onun gibi daha niceleri de aynı şerefe, saâdet ve selâmete erdiler.
Ebu Cehil ve onun gibi olanlar ise küfürlerinde direterek, inkârlarını artırdıkça artırarak: "Ey kâfirler!" hitabının muhatabı olmaktan kurtulamadılar. Kıyamete kadar kâfir olarak anılacakları gibi, ahirette de kâfirlerle bir ve beraber olacaklar, hak ettikleri cehennemde ebedi olarak kalmaktan kurtulamayacaklardır.
Onlara kendi memleketlerinde, ruhsat ve fırsat ellerinde olduğu halde böyle küçültücü, tahkir edici bir hitapla seslenilmesi gösteriyor ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onlardan korunmuştur.
__________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (4)
Kâfirler (2)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâfirlere şöyle hitap ile memur olmuştu:
"Ben sizin taptıklarınıza tapmam!" (Kâfirûn: 2)
İlâh yerine koyup durduğunuz ve benim de tapmamı istediğiniz o şeylere ben ibadet etmem. Benim ibadetim sizin ibadetinizden ayrıdır. Sizin şirkinize iştirak edecek değilim.
Allah-u Teâlâ'nın birliğine iman etmeyince O'na ibadet edilmez.
O'na kulluk eden, O'ndan başka ilâh tanımaz. Allah-u Teâlâ'yı iki veya üç, ya da pek çok ilâhtan birisi kabul etmek, ibadette O'na başkalarını ortak koşmak şirktir, küfürdür.
"Benim taptığıma da siz tapmazsınız." (Kâfirûn: 3)
O Allah ki, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Zâtında, sıfatlarında, ulûhiyetinde ortağı yoktur. O âlemlerin Rabb'i olan Allah'tır. Bu dine girmeyen kimse ne iddiâ ederse etsin, ne yaparsa yapsın, Allah'a ibadet eden bir kul olamaz.
"Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim." (Kâfirûn: 4)
Ne şimdi taparım, ne de gelecekte taparım.
Çünkü O'ndan başkası aslâ ulûhiyet, mâbudiyet sıfatına hâiz değildir.
"Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz." (Kâfirûn: 5)
Ey küfürde direnen kâfirler! Ben yalnız Allah-u Teâlâ'ya hulûs-u kalp ile ibadet etmekteyim. Sizin ibadetleriniz ise şirk ile karışıktır.
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn: 6)
Sizin şirkiniz size, benim Tevhid'im bana!
Bu ifade kâfirlere hoş görünmek için değil, küfürleri devam ettiği müddetçe onlardan kesinlikle ilişkiyi kesmeyi ilân etmek içindir.
Kâfirlerin dinleri kendi aralarında ne kadar farklı olursa olsun, hepsi de tek bir millettir ve son durakları da esfel-i sâfilin'dir.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar cehenneme gireceklerdir. O ne kötü bir karargâhtır!" (İbrahim: 29)
Onların inkârlarından dolayı müminlere bir vebal yoktur. Onlar göz göre sapıklığı seçmişlerdir. Müminlere düşen, dinlerini en güzel şekilde yaşamak ve sırat-ı müstakim üzerinde sabit kalmaktır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde Mâûn Sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur.
Altı Âyet-i kerime, yirmi altı kelime ve doksan dört harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime kâfirlere hitapla başladığı için "Kâfirûn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Ayrıca; "Şirk ve nifâktan uzaklaştıran" mânâsında "Mukaşkışe" ismi de verilir.
"Münâbeze" adıyla da anıldığı gibi, diğer taraftan "İhlâs" ve "Kâfirûn" Sûre-i şerif'leri "İki ihlâs" mânâsına gelen "İhlâseyn" şeklinde de anılmaktadır.
Bu Sûre-i şerif Resulullah Aleyhisselâm'ın namazlarda sıkça okuduğu Sûre-i şerif'ler arasında yer almaktadır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazının iki rekât sünnetinde 'Kâfirûn' ile 'İhlâs' sûrelerini okudu." (Müslim: 726)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- de Resulullah Aleyhisselâm'ın akşam namazının farzından sonraki iki rekâtta bu iki Sûre-i şerif'i okuduğunu söylemiştir. (İbn-i Mâce: 1166)
Resulullah Aleyhisselâm Ashâb-ı kiram'dan bir zâta da yatağına girerken bu Sûre-i şerif'i okumasını öğütlemiştir. (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de putlara ve putperestlere aslâ iltifat edilmemesi, hiçbir surette tâviz verilmemesi gerektiği ihtar edilmekte; İslâm'ın Tevhid inancı açık olarak beşeriyete duyurulmaktadır.
"Sizin dininiz size benim dinim bana!" buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya berzah konularak kestirip atılmış, küfrün tek millet olduğu ortaya konulmuştur.
_________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (2)
Nüzul Sebebi
Nüzul Sebebi:
Bir defasında da Kureyş'in ileri gelenleri heyet olarak bizzat Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek kendisiyle bir uzlaşma ve anlaşma yollarını aradılar, daha önceki tekliflerini tekrarladılar.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Ben sizin dediğiniz gibi hasta falan değilim, sizden mal-mülk de istemiyorum, mevki ve makama kavuşmak için başkanlık da istemiyorum.
Gerçek şu ki; beni Rabb'im peygamber olarak göndermiştir, bana bir kitap indirmiştir. O'nun emirlerini size tebliğ ediyorum. Getirdiğim şeyi kabul ederseniz, dünyada da ahirette de mutlu olacaksınız. Yok eğer reddederseniz Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim."
Gelenler birçok tehditler savurdular:
"Biz senin bunları yapmana daha fazla müsaade etmeyeceğiz. Ya sen bizim işimizi bitirirsin ya biz senin işini!" dediler.
Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetine Kureyş müşrikleri şiddetle muhalefet etmekle beraber, uzlaşma çareleri aramaktan da geri kalmıyorlardı.
Yine bir defasında ileri gelenlerinden bazıları gelerek:
"İster misin bir yıl biz sana uyalım, sen de bir yıl süreyle bizim dinimize tâbi ol. Böylece aramızdaki ihtilâf ortadan kalmış olur." dediler.
Son derece cehâletle yapılan bu teklife Resulullah Aleyhisselâm:
"Başkasını Allah'a ortak koşmaktan yine Allah'a sığınırım." cevabını verdi.
Bunun üzerine müşriklerin bu heveslerini ve ümitlerini kesmek, iki hasım zümre, yani müminlerle putperestlerin arasındaki çekişmeyi gidermek, bu sapık fikrin ne o zaman ne de gelecekte uygulanmasının mümkün olmayacağını beşeriyete duyurmak için Allah-u Teâlâ Kâfirûn Sûre-i şerif'ini indirdi. Onların dinlerinden bütünüyle uzak durmasını emir buyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm sabahleyin Mescid-i haram'a gitti. Kureyş'in ileri gelenlerinden bir heyet vardı. Başlarına dikilerek bu Sûre-i şerif'i okudu, onlar da ümitlerini kestiler.
__________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (3)
Kâfirler (1)
Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, O'nun yüce peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'a inanmayan ve dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr eden kimseye "Kâfir" denir. Aynı mânâda "Münkir" kelimesi de kullanılır.
Küfür; "Gizlemek, örtmek" mânâsına gelir. Nimet sahibinin verdiği nimeti tanımamak suretiyle örtmek veya nimet verene muhalefet olsun diye inkâr etmektir.
Kur'an-ı kerim'de müstakil olarak kâfirler için "Kâfirûn" Sûre-i celîlesi olduğu gibi, ayrıca birçok Âyet-i kerime'lerde kâfirlerin durumu geniş ve açık olarak belirtilmiştir.
"Resul'üm! De ki: Ey kâfirler!" (Kâfirûn: 1)
Bu emri veren Allah-u Teâlâ'dır. Bu ilâhî emrin ilk olarak muhatabı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmasına rağmen, aslında muhatap bütün müminlerdir. Çünkü müminlerin kâfirlere bu şekilde tavır almaları gerekmektedir. Kıyamete kadar bu düstur geçerlidir.
"Ey kâfirler!" hitabı sadece Kureyşliler veya Arabistan'daki kâfir ve müşrik Araplar değil; Muhammed Aleyhisselâm'ın risaletini reddeden bütün yahudiler, hıristiyanlar ve diğer kâfirlerdir.
"Ey kâfirler!" diye hitap etmek, bu gibi kimselere: "Ey düşmanlar!", "Ey İslâm'a muhalefet edenler!" diye hitap etmek gibidir. Onun için, bu şekilde hitap edildiğinde kişilerin vasıf ve sıfatları hedef alınmakta, "Kâfir" sıfatını taşıdıkları müddetçe bu Âyet-i kerime'nin şümulünde bulunmaktadırlar. Ölünceye kadar küfür karanlığında kalanlar hep bu sıfattadırlar. Düşmanlığı bırakarak iman edenler ise, artık bu:
"Ey kâfirler!" hitabının muhatabı olmaktan kurtulurlar, "Ey müminler!" hitabının şerefiyle müşerref olurlar.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost gibi oluvermiştir." (Fussilet: 34)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz azılı bir kâfir iken, iman nuru ile münevver olduktan sonra İslâm'ın en ön safında yerini aldı. Onun gibi daha niceleri de aynı şerefe, saâdet ve selâmete erdiler.
Ebu Cehil ve onun gibi olanlar ise küfürlerinde direterek, inkârlarını artırdıkça artırarak: "Ey kâfirler!" hitabının muhatabı olmaktan kurtulamadılar. Kıyamete kadar kâfir olarak anılacakları gibi, ahirette de kâfirlerle bir ve beraber olacaklar, hak ettikleri cehennemde ebedi olarak kalmaktan kurtulamayacaklardır.
Onlara kendi memleketlerinde, ruhsat ve fırsat ellerinde olduğu halde böyle küçültücü, tahkir edici bir hitapla seslenilmesi gösteriyor ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onlardan korunmuştur.
__________________________________________________________________________________
Kâfirûn Sûre-i Şerif'i (4)
Kâfirler (2)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâfirlere şöyle hitap ile memur olmuştu:
"Ben sizin taptıklarınıza tapmam!" (Kâfirûn: 2)
İlâh yerine koyup durduğunuz ve benim de tapmamı istediğiniz o şeylere ben ibadet etmem. Benim ibadetim sizin ibadetinizden ayrıdır. Sizin şirkinize iştirak edecek değilim.
Allah-u Teâlâ'nın birliğine iman etmeyince O'na ibadet edilmez.
O'na kulluk eden, O'ndan başka ilâh tanımaz. Allah-u Teâlâ'yı iki veya üç, ya da pek çok ilâhtan birisi kabul etmek, ibadette O'na başkalarını ortak koşmak şirktir, küfürdür.
"Benim taptığıma da siz tapmazsınız." (Kâfirûn: 3)
O Allah ki, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Zâtında, sıfatlarında, ulûhiyetinde ortağı yoktur. O âlemlerin Rabb'i olan Allah'tır. Bu dine girmeyen kimse ne iddiâ ederse etsin, ne yaparsa yapsın, Allah'a ibadet eden bir kul olamaz.
"Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim." (Kâfirûn: 4)
Ne şimdi taparım, ne de gelecekte taparım.
Çünkü O'ndan başkası aslâ ulûhiyet, mâbudiyet sıfatına hâiz değildir.
"Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz." (Kâfirûn: 5)
Ey küfürde direnen kâfirler! Ben yalnız Allah-u Teâlâ'ya hulûs-u kalp ile ibadet etmekteyim. Sizin ibadetleriniz ise şirk ile karışıktır.
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn: 6)
Sizin şirkiniz size, benim Tevhid'im bana!
Bu ifade kâfirlere hoş görünmek için değil, küfürleri devam ettiği müddetçe onlardan kesinlikle ilişkiyi kesmeyi ilân etmek içindir.
Kâfirlerin dinleri kendi aralarında ne kadar farklı olursa olsun, hepsi de tek bir millettir ve son durakları da esfel-i sâfilin'dir.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar cehenneme gireceklerdir. O ne kötü bir karargâhtır!" (İbrahim: 29)
Onların inkârlarından dolayı müminlere bir vebal yoktur. Onlar göz göre sapıklığı seçmişlerdir. Müminlere düşen, dinlerini en güzel şekilde yaşamak ve sırat-ı müstakim üzerinde sabit kalmaktır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh