SÖZLER ve NOTLAR - 22
Hayırlı Ömür, Hayırlı Umur, Hayırlı Ölüm!
Nefsin İbresi:
Rüyâ:
– “Bir çok azgın insanlar beni öldürmek için peşimden koşuyorlardı. Bir anda öyle bir hâl oldu ki rüzgâr gibi koşmaya başladım. Eğer bu hâli kendimden bilirsem, olduğum yerde çakılır kalırmışım. Nefsimi ikaz etmeye başladım. ‘Dünyada hiç kimse böyle koşabilir mi? Sakın kendinden bilme!’ diyorum. Bir anda belki kendine mâlediverir korkusuyla bu sefer Cenâb-ı Hakk’a sığınmaya başladım. ‘Allah’ım! Nefsime fırsat verme, Allah’m beni bana bırakma!..’ diye yalvarırken uyandım.”
– Biz ağzımızdan çıkan her sözün ibresine bakarız. Hakk ile konuşursam ibre nerede, nefsime dayanıp konuşursam ibre nerede? Nefis araya girerse, ibre derhal sola kayar. Bu kadar incedir.
Bir yaşındaki bir çocukta para bulunur mu? Bulunmaz. Çünkü kazanamaz. Ancak verilirse bulunur. Ne kadar verilirse o kadar bulunur.
Bununla rüyânızı teyid etmek istiyoruz. İnsan çok iyi bilmelidir ki, hiçbir sermayeye mâlik değildir. Hakk Teâlâ Vetekaddes Hazretleri ne kadar verirse o kadar sermayeye sahiptir. Verirse verdiği kadar vardır, yürütürse yürüttüğü kadar yürür, muhafaza ederse, ettiği kadar muhafazadadır.
Dünyanın Zevki Nerede?
“Dünyada garip gibi ol!” Hadis-i şerif’inden mevzu geçti, kardeşlerimize öğütlerde bulundular.
Ezcümle şöyle buyurdular:
“Yani garip hâle bürünün. Garip insan azmaz, taşmaz. Yolcu: ‘Ben yolcuyum!’ der, çantasını eline alır, ebedî hayatın yolcusu olduğunu bilir. Yolcu insan artık: ‘Şunu yapayım, bunu yapayım!’ demez. Yapsa da kalben yapmaz.
Ehl-i kuburun hâliyle yaşayan insan dünyadan zevk almaz. Dünyadaki zevki Hazret-i Allah ile ve Allah dostları ile olduğu zamandır.
Dikkat ederseniz sevgili peygamberlerine dünyaya âit muhabbet bağlatmamıştır.
Bir Hadis-i şerif’te; “Günahların en büyüğünün dünyaya muhabbet” olduğu beyan buyurulmuştur. Neden? Seni dünya mı yarattı, dünya mı donattı, dünya mı seni besliyor? Allah-u Teâlâ yoktan vâretti, nimetleriyle garketti, merzuk etti, hayat verdi, sıhhat verdi. Bir insan bu güzel Yaratıcı’yı unutup da değersiz şeye taparsa, değersiz olur. Değere değer verirse, değer bulur. Herkes kendisine bu aynada iyi baksın, ona göre hareket etsin.” (2 Ocak 2003)
Hayırlı Ömür, Hayırlı Umur, Hayırlı Ölüm:
– Efendiler bir arzunuz var mı, bir sorunuz var mı?
– Efendim zât-ı âlinizi ziyaret edip duâlarınızı almak için gelmiş bulunuyoruz.
– Allah’ım cümlemize hayırlı ömür, hayırlı umur, hayırlı ölüm ihsan buyursun.
Hayırlı ömür; rızâsı mucibince yaşattığı hâl ve ahvâldir.
Hayırlı umur; bizi huzur ile, saâdeti ile, rahmeti ile yürüttüğü zamandır.
Hayırlı ölüm; kendisine çektiği zaman, ebedî saâdete erdirdiği zamandır.
Onun için fakir bu üç kelimeyi birleştiririz. “Allah’ım bize hayırlı ömür ihsan buyur, rızâna mucip olsun. Hayırlı umur ihsan buyur, huzurla olsun. Hayırlı ölüm ikram et, imanla olsun.” – Kardeşlerin hürmetleri var efendim.
– Allah râzı olsun.
– Dilekleri Allah’ımız bu yolda oldursun, bu yolda öldürsün.
– Bize Allah yeter! Çünkü başka sığınağımız da yok. Bize başka Mevlâ bildirmedi, kendisinden başka. Bu bizim için en büyük bir lütuftur. Putlara taptırmadı. Bu bölücülerin liderleri birer puttan farksızdır. İtimat edin durumlarını görür gibiyim, duracağı yeri görüyorum. Çünkü Allah-u Teâlâ dilediği zaman bize gizli şeyleri gösterir, biz inanarak konuşuruz, bilerek konuşuruz, görerek konuşuruz. Niçin? Görüyorum çünkü. Amma halk görmüyor, zamanla görür. Allah-u Teâlâ’nın lütfu ile, desteği ile, göstermesi ile çatır çatır çatır konuşuruz. Biz o zaman söyleriz. Niçin? O zaman gösterdiği için. Elhamdülillâh! Bu bir lütuf değil midir?
En büyük lütuflardan birisi de hak ile bâtılın arasını ayırmak için berzah yapmış. (6 Ocak 2003)
Güzel Yer Güzel’i Tarif Eder:
– Rüyâmda gördüm ki bizim memlekette bir elektrik santrali kurulacakmış.
– Cenâb-ı Hakk nasip ederse sizi vasıta kılar da oradaki birkaç mümine feyz vermenize vesile eder. Umulur ki orada bir halka çevirilebilir. Birkaç kişinin uyanmasına ve ilâhî feyzin akmasına vesile olur. Zaten en güzel vazifelerden birisi de budur. Arkadaşın güzel olursa yolun güzel olur, güzel arkadaş güzel yer tarif eder, güzel yer Güzel’i tarif eder. Güzel de güzel olan Allah’ı tarif eder. (14 Şubat 2003)
Tedbir ve Takdir:
Bir sohbetlerinden:
“Size bir temsil getireyim: Bir komşunuz var, kendi evi var, bu evini yıkıyor. ‘Niye yıkıyorsun?’ demeye hakkın var mı? Bu mülk de O’nun, yıkmaya başlayacak haberiniz olsun. Amma ‘Niye yıkıyorsun?’ deme. Mülk O’nun. Amma Ahmet’in mülkünü Mehmet’le yıkacak, Mehmet’in mülkünü Ahmet’le yıkacak. Bu yıkım gidecek. Önümüzde öyle dalgalar var ki, hafsalanın alamayacağı kadar büyük.
Bir insan Sahib’i ile olursa, Sahib’i ne yaparsa onu seyreder. Çünkü köledir, Sâhib’inin işine karışmaya sahib-i salâhiyet değildir. Mülk de Sahib’inin. İster yapar, ister yıkar. Ev sahibi evini yıkıyor bana ne! Ev benim değil! Bunu dedin mi kurtulursun. Ben O’nun kölesiyim, O benim efendim. İster yapar ister yıkar.
Şu halde insan önümüzde çıkacak büyük hadiseleri seyredecek. ‘Niye oldu neden oldu?’ demeyecek.
Allah-u Teâlâ insana akıl vermiştir, irade vermiştir, mesuliyeti yüklemiştir. İnsan kendisine düşen kendi tedbirini alacak, fakat Hâlik’ın işine hiç karışmayacak. Çünkü yıkacağını beyan buyuruyor. Artık yıkıma doğru gidiyor dünya. Fakir yedi-sekiz sene evvel sohbetlerde bu günleri arzettik. Mülkünü doldurduğu gibi boşaltacak.
Binaenaleyh şimdi size düşen; size âit olan tedbirleri alacaksınız, takdire karışmayacaksınız, yıkımın içine girmeyeceksiniz, Hazret-i Allah’ın lütuf kalesi içine sığınacaksınız ve hükmü O’ndan bekleyeceksiniz. Telâşa ve teşvişe düşmeyin.
Yani dünyanın sonundayız. İnsana lâzım gelen Hazret-i Allah ile olmak, devirlerin içine girmemek. Yani oraya yaklaştık. Şimdi bize lâzım gelen, iman ile göçmek için ve evlâd-ü ıyâli göçtürmek için tedbir almak.
Hadiseleri dışarıdan seyret, hadiselerin içine girme. Girersen hadiseler seni boğar. Bunu size haber veriyorum.
Ona göre tedbir almanız için bu sözleri söylemeyi lüzumlu gördüm. Gerisi size kalmış.” (15 Şubat 2003)
Kimin Misafiri?
– Kardeşler akşam gittiler değil mi?
– Gittiler efendim, çok memnun oldular efendim.
– Bu yol kardeşlik yolu, çok hassas bir yoldur. Bir kardeşin küçücük incinmesi, bize çok büyük üzüntü verir. Yol o yol. Gaye yok, maksat yok, menfaat yok. Ne var? Rızâ var. O halde rızâya mucip iş ve harekette bulunmak lâzım, sözde değil. Yol hassas yol, nazik yol. Onlara bir nevi hürmet etmemiz lâzım. Bir gün baktım ki Hicaz’da bir Arap birisine hakaret ediyor. Şöyle bir durdum. “Bu bir misafir, hem de kimin misafiri? Sen nerede bulunuyorsun? Kime hakaret ediyorsun?” Bunlar cehaletimizin eseri oluyor.
Bir misafir rızâya nâil olmak maksadıyla kalktığı zaman, itimat edin santimin hesabı yapılır da ücreti verilir. (17 Şubat 2003)
Mahviyet:
Bir sohbetlerinden:
“Vallâhi yemin ederim ki ben bir saman çöpüne, bir yaprağa imreniyorum. Huzur-u ilâhi’ye ben çıkacağım, benim halim ne olacak?Amma o yaprak çıkmayacak! Benim halim ne olacak, ben onu düşünüyorum.
Yemin ederim ki ben o yaprağa imreniyorum. Beğenecek neyim var yâhû! Nimet O’nun, ikram O’nun, ihsan O’nun, isyan benim! Şu halde isyanımı mı beğeneyim?İtimat edin ben bunu zerre kadar riyâsız söylediğim gibi, doğrusunu da konuşuyorum.
İnsan önderliğe özenmemeli. Niçin?Ben yemin ediyorum ki yaprağa özeniyorum.
Bir insanın “günahım yok” demesi, onun için en büyük günahtır. Ben ondan büyük günah bilmiyorum. Günah bu bakımdan faylalıdır.
Günahkâr bir kul: “Günahkârım!” der, istiğfar eder, gözü yaşlıdır, Mevlâ’sına yaklaşmaya, kendisini affetirmeye çalışır, bir çalışma içerisindedir. Ötekisi çalışma içinde değil ki! O: “Benim günahım yok!” der.” (12 Temmuz 1986)
Hayırlı Ömür, Hayırlı Umur, Hayırlı Ölüm!
Nefsin İbresi:
Rüyâ:
– “Bir çok azgın insanlar beni öldürmek için peşimden koşuyorlardı. Bir anda öyle bir hâl oldu ki rüzgâr gibi koşmaya başladım. Eğer bu hâli kendimden bilirsem, olduğum yerde çakılır kalırmışım. Nefsimi ikaz etmeye başladım. ‘Dünyada hiç kimse böyle koşabilir mi? Sakın kendinden bilme!’ diyorum. Bir anda belki kendine mâlediverir korkusuyla bu sefer Cenâb-ı Hakk’a sığınmaya başladım. ‘Allah’ım! Nefsime fırsat verme, Allah’m beni bana bırakma!..’ diye yalvarırken uyandım.”
– Biz ağzımızdan çıkan her sözün ibresine bakarız. Hakk ile konuşursam ibre nerede, nefsime dayanıp konuşursam ibre nerede? Nefis araya girerse, ibre derhal sola kayar. Bu kadar incedir.
Bir yaşındaki bir çocukta para bulunur mu? Bulunmaz. Çünkü kazanamaz. Ancak verilirse bulunur. Ne kadar verilirse o kadar bulunur.
Bununla rüyânızı teyid etmek istiyoruz. İnsan çok iyi bilmelidir ki, hiçbir sermayeye mâlik değildir. Hakk Teâlâ Vetekaddes Hazretleri ne kadar verirse o kadar sermayeye sahiptir. Verirse verdiği kadar vardır, yürütürse yürüttüğü kadar yürür, muhafaza ederse, ettiği kadar muhafazadadır.
Dünyanın Zevki Nerede?
“Dünyada garip gibi ol!” Hadis-i şerif’inden mevzu geçti, kardeşlerimize öğütlerde bulundular.
Ezcümle şöyle buyurdular:
“Yani garip hâle bürünün. Garip insan azmaz, taşmaz. Yolcu: ‘Ben yolcuyum!’ der, çantasını eline alır, ebedî hayatın yolcusu olduğunu bilir. Yolcu insan artık: ‘Şunu yapayım, bunu yapayım!’ demez. Yapsa da kalben yapmaz.
Ehl-i kuburun hâliyle yaşayan insan dünyadan zevk almaz. Dünyadaki zevki Hazret-i Allah ile ve Allah dostları ile olduğu zamandır.
Dikkat ederseniz sevgili peygamberlerine dünyaya âit muhabbet bağlatmamıştır.
Bir Hadis-i şerif’te; “Günahların en büyüğünün dünyaya muhabbet” olduğu beyan buyurulmuştur. Neden? Seni dünya mı yarattı, dünya mı donattı, dünya mı seni besliyor? Allah-u Teâlâ yoktan vâretti, nimetleriyle garketti, merzuk etti, hayat verdi, sıhhat verdi. Bir insan bu güzel Yaratıcı’yı unutup da değersiz şeye taparsa, değersiz olur. Değere değer verirse, değer bulur. Herkes kendisine bu aynada iyi baksın, ona göre hareket etsin.” (2 Ocak 2003)
Hayırlı Ömür, Hayırlı Umur, Hayırlı Ölüm:
– Efendiler bir arzunuz var mı, bir sorunuz var mı?
– Efendim zât-ı âlinizi ziyaret edip duâlarınızı almak için gelmiş bulunuyoruz.
– Allah’ım cümlemize hayırlı ömür, hayırlı umur, hayırlı ölüm ihsan buyursun.
Hayırlı ömür; rızâsı mucibince yaşattığı hâl ve ahvâldir.
Hayırlı umur; bizi huzur ile, saâdeti ile, rahmeti ile yürüttüğü zamandır.
Hayırlı ölüm; kendisine çektiği zaman, ebedî saâdete erdirdiği zamandır.
Onun için fakir bu üç kelimeyi birleştiririz. “Allah’ım bize hayırlı ömür ihsan buyur, rızâna mucip olsun. Hayırlı umur ihsan buyur, huzurla olsun. Hayırlı ölüm ikram et, imanla olsun.” – Kardeşlerin hürmetleri var efendim.
– Allah râzı olsun.
– Dilekleri Allah’ımız bu yolda oldursun, bu yolda öldürsün.
– Bize Allah yeter! Çünkü başka sığınağımız da yok. Bize başka Mevlâ bildirmedi, kendisinden başka. Bu bizim için en büyük bir lütuftur. Putlara taptırmadı. Bu bölücülerin liderleri birer puttan farksızdır. İtimat edin durumlarını görür gibiyim, duracağı yeri görüyorum. Çünkü Allah-u Teâlâ dilediği zaman bize gizli şeyleri gösterir, biz inanarak konuşuruz, bilerek konuşuruz, görerek konuşuruz. Niçin? Görüyorum çünkü. Amma halk görmüyor, zamanla görür. Allah-u Teâlâ’nın lütfu ile, desteği ile, göstermesi ile çatır çatır çatır konuşuruz. Biz o zaman söyleriz. Niçin? O zaman gösterdiği için. Elhamdülillâh! Bu bir lütuf değil midir?
En büyük lütuflardan birisi de hak ile bâtılın arasını ayırmak için berzah yapmış. (6 Ocak 2003)
Güzel Yer Güzel’i Tarif Eder:
– Rüyâmda gördüm ki bizim memlekette bir elektrik santrali kurulacakmış.
– Cenâb-ı Hakk nasip ederse sizi vasıta kılar da oradaki birkaç mümine feyz vermenize vesile eder. Umulur ki orada bir halka çevirilebilir. Birkaç kişinin uyanmasına ve ilâhî feyzin akmasına vesile olur. Zaten en güzel vazifelerden birisi de budur. Arkadaşın güzel olursa yolun güzel olur, güzel arkadaş güzel yer tarif eder, güzel yer Güzel’i tarif eder. Güzel de güzel olan Allah’ı tarif eder. (14 Şubat 2003)
Tedbir ve Takdir:
Bir sohbetlerinden:
“Size bir temsil getireyim: Bir komşunuz var, kendi evi var, bu evini yıkıyor. ‘Niye yıkıyorsun?’ demeye hakkın var mı? Bu mülk de O’nun, yıkmaya başlayacak haberiniz olsun. Amma ‘Niye yıkıyorsun?’ deme. Mülk O’nun. Amma Ahmet’in mülkünü Mehmet’le yıkacak, Mehmet’in mülkünü Ahmet’le yıkacak. Bu yıkım gidecek. Önümüzde öyle dalgalar var ki, hafsalanın alamayacağı kadar büyük.
Bir insan Sahib’i ile olursa, Sahib’i ne yaparsa onu seyreder. Çünkü köledir, Sâhib’inin işine karışmaya sahib-i salâhiyet değildir. Mülk de Sahib’inin. İster yapar, ister yıkar. Ev sahibi evini yıkıyor bana ne! Ev benim değil! Bunu dedin mi kurtulursun. Ben O’nun kölesiyim, O benim efendim. İster yapar ister yıkar.
Şu halde insan önümüzde çıkacak büyük hadiseleri seyredecek. ‘Niye oldu neden oldu?’ demeyecek.
Allah-u Teâlâ insana akıl vermiştir, irade vermiştir, mesuliyeti yüklemiştir. İnsan kendisine düşen kendi tedbirini alacak, fakat Hâlik’ın işine hiç karışmayacak. Çünkü yıkacağını beyan buyuruyor. Artık yıkıma doğru gidiyor dünya. Fakir yedi-sekiz sene evvel sohbetlerde bu günleri arzettik. Mülkünü doldurduğu gibi boşaltacak.
Binaenaleyh şimdi size düşen; size âit olan tedbirleri alacaksınız, takdire karışmayacaksınız, yıkımın içine girmeyeceksiniz, Hazret-i Allah’ın lütuf kalesi içine sığınacaksınız ve hükmü O’ndan bekleyeceksiniz. Telâşa ve teşvişe düşmeyin.
Yani dünyanın sonundayız. İnsana lâzım gelen Hazret-i Allah ile olmak, devirlerin içine girmemek. Yani oraya yaklaştık. Şimdi bize lâzım gelen, iman ile göçmek için ve evlâd-ü ıyâli göçtürmek için tedbir almak.
Hadiseleri dışarıdan seyret, hadiselerin içine girme. Girersen hadiseler seni boğar. Bunu size haber veriyorum.
Ona göre tedbir almanız için bu sözleri söylemeyi lüzumlu gördüm. Gerisi size kalmış.” (15 Şubat 2003)
Kimin Misafiri?
– Kardeşler akşam gittiler değil mi?
– Gittiler efendim, çok memnun oldular efendim.
– Bu yol kardeşlik yolu, çok hassas bir yoldur. Bir kardeşin küçücük incinmesi, bize çok büyük üzüntü verir. Yol o yol. Gaye yok, maksat yok, menfaat yok. Ne var? Rızâ var. O halde rızâya mucip iş ve harekette bulunmak lâzım, sözde değil. Yol hassas yol, nazik yol. Onlara bir nevi hürmet etmemiz lâzım. Bir gün baktım ki Hicaz’da bir Arap birisine hakaret ediyor. Şöyle bir durdum. “Bu bir misafir, hem de kimin misafiri? Sen nerede bulunuyorsun? Kime hakaret ediyorsun?” Bunlar cehaletimizin eseri oluyor.
Bir misafir rızâya nâil olmak maksadıyla kalktığı zaman, itimat edin santimin hesabı yapılır da ücreti verilir. (17 Şubat 2003)
Mahviyet:
Bir sohbetlerinden:
“Vallâhi yemin ederim ki ben bir saman çöpüne, bir yaprağa imreniyorum. Huzur-u ilâhi’ye ben çıkacağım, benim halim ne olacak?Amma o yaprak çıkmayacak! Benim halim ne olacak, ben onu düşünüyorum.
Yemin ederim ki ben o yaprağa imreniyorum. Beğenecek neyim var yâhû! Nimet O’nun, ikram O’nun, ihsan O’nun, isyan benim! Şu halde isyanımı mı beğeneyim?İtimat edin ben bunu zerre kadar riyâsız söylediğim gibi, doğrusunu da konuşuyorum.
İnsan önderliğe özenmemeli. Niçin?Ben yemin ediyorum ki yaprağa özeniyorum.
Bir insanın “günahım yok” demesi, onun için en büyük günahtır. Ben ondan büyük günah bilmiyorum. Günah bu bakımdan faylalıdır.
Günahkâr bir kul: “Günahkârım!” der, istiğfar eder, gözü yaşlıdır, Mevlâ’sına yaklaşmaya, kendisini affetirmeye çalışır, bir çalışma içerisindedir. Ötekisi çalışma içinde değil ki! O: “Benim günahım yok!” der.” (12 Temmuz 1986)