Tekâsür Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde Kevser sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, otuz altı kelime ve yüz elli iki harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de "Çoklukla övünenler" mevzu edildiği için, bu mânâyı ifade eden "Tekâsür" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de mal ve itibar bakımından övünmenin insanı Hakk'tan uzaklaştırdığı, bu durumda âkıbetlerinin cehennem olacağı, Allah-u Teâlâ'nın ahirette nimetlerden mutlaka hesaba çekeceği beyan edilmektedir.
Çoklukla Övünenler (1)
Rivayete göre iki kabile mal ve adam çokluğu ile birbirine karşı övünmüşler, daha sonra mezarların başına gidip: "Bizim şu kadar ölmüş büyüklerimiz vardır!" diyerek oradaki ölülerinin çokluğuyla da övünmeye başlamışlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Çoklukla övünmek sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz." (Tekâsür: 1-2)
Tekâsür; çokluk kuruntusu, gurur ve iddiâsı demektir ki, dünya ehlinin çoğunlukla aldandığı bir noktadır.
İnsanların hayatın aldatıcı şeyleri ile meşgul olmaları, dünya malını biriktirmeye olan düşkünlükleri; kendilerini kulluk vazifelerini yapmaktan alıkoymuş, dünya saâdetine ahiret selâmetine vesile olacak ibadetlerden mahrum bırakmıştır. Hayırlı işlerle uğraşacakları yerde bunlarla meşgul oldular, canları çıkıncaya kadar böyle devam ettiler. Dünyanın geçici güzelliğine aldanıp ahirete yönelmediler. Sonuçta hepsi de kabir ehlinden oldular.
Dünya hırsı, mal ve evlât çokluğu ile övünme ahirette hiçbir işe yaramayacak, o korkulu günde ameller tartılırken ağır basmayacak, cehennemle yüz yüze bırakacaktır.
Ölüm gelip kabre girdiklerinde, gaflet içinde ne kadar kör ve sağır olarak yaşadıklarını anlayacaklardır.
Allah-u Teâlâ Hakk yoldan sapan, mal ve evlât yarışına girip kuruntu, gurur ve itibar peşinde koşan kimselerin, ileride ister-istemez gerçeği bileceklerini haber veriyor:
"Hayır! Yakında bileceksiniz!" (Tekâsür: 3)
Ahiret azabını görünce çok pişman olacaksınız, amma bu pişmanlığınız size hiçbir fayda sağlamayacak.
"Hayır, hayır!.. Yakında bileceksiniz!" (Tekâsür: 4)
Dünya malına hırslı olanlar, ölüm gelip kabre girdiklerinde, gafletten uyanıp ömürleri boyunca çoğaltmak için oyalandıkları fânî varlıklardan ayrıldıklarını ve yalnızca vebâlini yüklendiklerini görecekler, ne kadar hatalar içinde yaşadıklarına vâkıf olacaklar.
_____________________________________________________________________________________
Tekâsür Sûre-i Şerif'i (2)
Çoklukla Övünenler (2)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Hayır! Eğer ilme'l-yakîn (kesin bir bilgi) ile bilseydiniz!" (Tekâsür: 5)
Mal ve evlât çokluğu ile birbirinize karşı övünmezdiniz, dünyanın meşru olmayan süsü ve lüksü ile oyalanmazdınız, kendiniz için daha hayırlı işlere yönelirdiniz, ahiretinizi garanti altına almak için var gücünüzle çalışırdınız. Son durağınız cehennem değil, cennet ve Cemâlullah olurdu.
"Andolsun ki alevlenmiş ateşi (cehennemi) mutlaka göreceksiniz." (Tekâsür: 6)
Şimdi görmüyorsunuz amma, ileride göreceğiniz ve oraya hor-hakir olarak gireceğiniz kesindir. Cehennemi ayan-beyan görmeyen hiç kimse kalmayacaktır.
"Andolsun ki yine onu ayne'l-yakîn (bizzat baş gözü) ile göreceksiniz!" (Tekâsür: 7)
Bizzat görmek ancak oraya girmekle olur. Ateş onları her taraftan kuşatınca akılları başlarına gelir. Gayet hakir ve perişan bir halde, alabildiğine küçülmüş olarak cezâlarını çekmeye başlarlar. Tekrar dünyaya geri dönmek için yol ararlar, fakat ne mümkün?
Dünyada iken çalıştılar, yoruldular, fakat hiçbir şey elde edemediler.
Nimetlerin Hesabı:
Allah-u Teâlâ bir imtihan yurdu olan dünyada, kullarına tanımış olduğu çeşitli imkânların hesabını soracaktır. Hâkimler hâkiminin böyle bir muhasebeye tâbi tutması, adalet-i ilâhînin tecellîsi içindir.
"Nihayet o gün dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür: 8)
O gün hak edilen cezânın verileceği gündür. O gün adalet günüdür. Varsa, hiçbir kimsenin sevabı azaltılmaz, hak ettiği azabı da çoğaltılmaz. Kimseye en ufak bir şekilde zulmedilmez.
Büyük nimetlerden suâl olunacağı gibi, en küçük nimetlerden dahi suâl olunacaktır. Emniyet ve asayişten, sıhhat ve âfiyetten, mevki ve servetten, ikbal ve itibardan, yenilip tüketilen, içilen, giyilip eskitilen şeylerden, koyu gölgeden, soğuk bir sudan muhasebeye tutulacaklardır. O nimetleri nereden alıp nereye harcadıkları, helâlinden kazanıp helâlinden mi harcadıkları, haramdan kazanıp haram mı harcadıkları, şükrünü yapıp yapmadıkları bir bir sorulacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki arkadaşı ile Ebu Eyyûb el-Ensârî -radiyallahu anh-in evine gitmişlerdi. Onlara hem tazesinden hem de kurusundan hurma ikram etti. Ayrıca bir oğlak keserek pişirdi ve önlerine koydu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Ekmek, et, kuru ve olgun hurma!.." diyerek mübarek gözleri yaşardı, daha sonra şöyle buyurdu:
"Nefsim kudret elinde bulunan Zât'a yemin ederim ki, işte bu kendisinden sorguya çekileceğiniz nimetlerdir." (İbn-i Hibban)
Bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizden her kim kendi evinde ve yurdunda emniyetle, vücudu âfiyetle olarak sabaha çıkarsa ve yanında günlük yiyeceği bulunursa, sanki dünya bütünüyle ona ayrılıp verilmiş gibi olur." (Tirmizî: 2449)
Denizden büyük nimetlerin içinde yaşıyoruz. Her nimet O'nun, her lütuf O'ndan. İnsan üzerinde öyle nimetler var ki; O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmemiştir. Sadece Zât-ı akdes'ini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istemiştir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde Kevser sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, otuz altı kelime ve yüz elli iki harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime'de "Çoklukla övünenler" mevzu edildiği için, bu mânâyı ifade eden "Tekâsür" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de mal ve itibar bakımından övünmenin insanı Hakk'tan uzaklaştırdığı, bu durumda âkıbetlerinin cehennem olacağı, Allah-u Teâlâ'nın ahirette nimetlerden mutlaka hesaba çekeceği beyan edilmektedir.
Çoklukla Övünenler (1)
Rivayete göre iki kabile mal ve adam çokluğu ile birbirine karşı övünmüşler, daha sonra mezarların başına gidip: "Bizim şu kadar ölmüş büyüklerimiz vardır!" diyerek oradaki ölülerinin çokluğuyla da övünmeye başlamışlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Çoklukla övünmek sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz." (Tekâsür: 1-2)
Tekâsür; çokluk kuruntusu, gurur ve iddiâsı demektir ki, dünya ehlinin çoğunlukla aldandığı bir noktadır.
İnsanların hayatın aldatıcı şeyleri ile meşgul olmaları, dünya malını biriktirmeye olan düşkünlükleri; kendilerini kulluk vazifelerini yapmaktan alıkoymuş, dünya saâdetine ahiret selâmetine vesile olacak ibadetlerden mahrum bırakmıştır. Hayırlı işlerle uğraşacakları yerde bunlarla meşgul oldular, canları çıkıncaya kadar böyle devam ettiler. Dünyanın geçici güzelliğine aldanıp ahirete yönelmediler. Sonuçta hepsi de kabir ehlinden oldular.
Dünya hırsı, mal ve evlât çokluğu ile övünme ahirette hiçbir işe yaramayacak, o korkulu günde ameller tartılırken ağır basmayacak, cehennemle yüz yüze bırakacaktır.
Ölüm gelip kabre girdiklerinde, gaflet içinde ne kadar kör ve sağır olarak yaşadıklarını anlayacaklardır.
Allah-u Teâlâ Hakk yoldan sapan, mal ve evlât yarışına girip kuruntu, gurur ve itibar peşinde koşan kimselerin, ileride ister-istemez gerçeği bileceklerini haber veriyor:
"Hayır! Yakında bileceksiniz!" (Tekâsür: 3)
Ahiret azabını görünce çok pişman olacaksınız, amma bu pişmanlığınız size hiçbir fayda sağlamayacak.
"Hayır, hayır!.. Yakında bileceksiniz!" (Tekâsür: 4)
Dünya malına hırslı olanlar, ölüm gelip kabre girdiklerinde, gafletten uyanıp ömürleri boyunca çoğaltmak için oyalandıkları fânî varlıklardan ayrıldıklarını ve yalnızca vebâlini yüklendiklerini görecekler, ne kadar hatalar içinde yaşadıklarına vâkıf olacaklar.
_____________________________________________________________________________________
Tekâsür Sûre-i Şerif'i (2)
Çoklukla Övünenler (2)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Hayır! Eğer ilme'l-yakîn (kesin bir bilgi) ile bilseydiniz!" (Tekâsür: 5)
Mal ve evlât çokluğu ile birbirinize karşı övünmezdiniz, dünyanın meşru olmayan süsü ve lüksü ile oyalanmazdınız, kendiniz için daha hayırlı işlere yönelirdiniz, ahiretinizi garanti altına almak için var gücünüzle çalışırdınız. Son durağınız cehennem değil, cennet ve Cemâlullah olurdu.
"Andolsun ki alevlenmiş ateşi (cehennemi) mutlaka göreceksiniz." (Tekâsür: 6)
Şimdi görmüyorsunuz amma, ileride göreceğiniz ve oraya hor-hakir olarak gireceğiniz kesindir. Cehennemi ayan-beyan görmeyen hiç kimse kalmayacaktır.
"Andolsun ki yine onu ayne'l-yakîn (bizzat baş gözü) ile göreceksiniz!" (Tekâsür: 7)
Bizzat görmek ancak oraya girmekle olur. Ateş onları her taraftan kuşatınca akılları başlarına gelir. Gayet hakir ve perişan bir halde, alabildiğine küçülmüş olarak cezâlarını çekmeye başlarlar. Tekrar dünyaya geri dönmek için yol ararlar, fakat ne mümkün?
Dünyada iken çalıştılar, yoruldular, fakat hiçbir şey elde edemediler.
Nimetlerin Hesabı:
Allah-u Teâlâ bir imtihan yurdu olan dünyada, kullarına tanımış olduğu çeşitli imkânların hesabını soracaktır. Hâkimler hâkiminin böyle bir muhasebeye tâbi tutması, adalet-i ilâhînin tecellîsi içindir.
"Nihayet o gün dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür: 8)
O gün hak edilen cezânın verileceği gündür. O gün adalet günüdür. Varsa, hiçbir kimsenin sevabı azaltılmaz, hak ettiği azabı da çoğaltılmaz. Kimseye en ufak bir şekilde zulmedilmez.
Büyük nimetlerden suâl olunacağı gibi, en küçük nimetlerden dahi suâl olunacaktır. Emniyet ve asayişten, sıhhat ve âfiyetten, mevki ve servetten, ikbal ve itibardan, yenilip tüketilen, içilen, giyilip eskitilen şeylerden, koyu gölgeden, soğuk bir sudan muhasebeye tutulacaklardır. O nimetleri nereden alıp nereye harcadıkları, helâlinden kazanıp helâlinden mi harcadıkları, haramdan kazanıp haram mı harcadıkları, şükrünü yapıp yapmadıkları bir bir sorulacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki arkadaşı ile Ebu Eyyûb el-Ensârî -radiyallahu anh-in evine gitmişlerdi. Onlara hem tazesinden hem de kurusundan hurma ikram etti. Ayrıca bir oğlak keserek pişirdi ve önlerine koydu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Ekmek, et, kuru ve olgun hurma!.." diyerek mübarek gözleri yaşardı, daha sonra şöyle buyurdu:
"Nefsim kudret elinde bulunan Zât'a yemin ederim ki, işte bu kendisinden sorguya çekileceğiniz nimetlerdir." (İbn-i Hibban)
Bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizden her kim kendi evinde ve yurdunda emniyetle, vücudu âfiyetle olarak sabaha çıkarsa ve yanında günlük yiyeceği bulunursa, sanki dünya bütünüyle ona ayrılıp verilmiş gibi olur." (Tirmizî: 2449)
Denizden büyük nimetlerin içinde yaşıyoruz. Her nimet O'nun, her lütuf O'ndan. İnsan üzerinde öyle nimetler var ki; O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmemiştir. Sadece Zât-ı akdes'ini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istemiştir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh