NÂZİÂT SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1
Kıyametin Kopması
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme’de nâzil olmuştur. Kırk altı Âyet-i kerime, yüz doksan yedi kelime ve yedi yüz elli üç harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime’de ruhları söküp alan melekler hakkında geçen “Nâziât” kelimesi bu Sûre-i şerif’e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; “Nebe” Sûre-i şerif’inde olduğu gibi kıyamet gününün ve yeniden dirilişin mutlaka gerçekleşeceğini ispat etmektedir.
İlk Âyet-i kerime’lerde kâfirlerin ruhlarını şiddetle çıkaran, müminlerin ruhlarını ise suhûletle, yavaşça çeken, kâinatın nizamını idare eden itaatkâr melekler adıyla yemin edilmeketedir. Daha sonra öldükten sonraki dirilmeyi inkâr edenlerin sapık fikirleri ve o korkunç gündeki hâl ve ahvallerinin tasviri yapılmaktadır.
On beşinci Âyet-i kerime’den yirmi yedinci Âyet-i kerime’ye kadar Musa Aleyhisselâm’ın kıssası misal verilmekte, Firavun’un şahsında zâlimlerin âkıbetleri bir ibret numunesi olarak gelecek nesillere duyurulmaktadır.
Yirmi yedinci Âyet-i kerime’den otuz dördüncü Âyet-i kerime’ye kadar Allah-u Teâlâ’nın kudret ve azametinin delilleri beliğ bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Otuz dördüncü Âyet-i kerime’den kırk ikinci Âyet-i kerime’ye kadar, en büyük felâket olan kıyametin kopması ile birlikte, insanın neyin peşinde koştuğunu anlayacağı, ne uğurda çalıştığının ortaya çıkacağı; dünya hayatını ahirete tercih eden bedbahtların son duraklarının cehennem olacağı, nefsini süflî arzularından alıkoyan müminlerin son duraklarının da cennet olacağı belirtilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime’lerde ise, müşriklerin kıyametin kopması ile ilgili sordukları soruya cevap verilmekte, sapıklıklarında direten inkârcıların o an geldiğinde bir kuşluk vakti kadar bile olmayan dünya hayatını ahirete tercih etmelerinin başlarına getirdiği felâketi behemehâl anlayacakları hatırlatılmaktadır.
Melekler Üzerine Yemin:
Kur’an-ı kerim’de şerefli olan bazı mahlûkatın üzerine yemin etmek âdet-i ilâhî’dendir.
Allah-u Teâlâ bu Sûre-i şerif’te bazı melek grupları üzerine yemin ederken can alan melekleri de katmıştır.
“Andolsun (canları boğarcasına) söküp çıkaranlara!” (Nâziât: 1)
Ölüm meleği ve yardımcıları kâfirlerin ölümleri anında canlarını boğarcasına, son derece şiddetli ve çetin bir şekilde, parmak uçları ve tırnak altları gibi, damar ve sinir gibi vücudun tâ derinliklerinden söke söke, çeke çeke, kabaca alırlar. Sonra onlara cehennem kokusunu teneffüs ettirirler. Cehennemdeki yerini görmeden hiçbir kâfirin canı çıkmayacaktır.
Diğer bir tarifi; çok dalı ve budağı olan kızgın bir şişin yaş yün çuvalından çıkarıldığı gibi, kâfirin vücudunun her tarafından çekip çıkarırlar. O anda nasıl kötü bir koku çıkarır ve içi nasıl olur?
Üçüncü bir tarif; demircinin kızgın demiri dövdüğü gibi, dövüle dövüle ruhu çıkarılır.
Suya düşeni suyun boğduğu gibi, küfre düşenin de küfrün neticesi olan azabı çekmesi tabiidir.
Müminlere gelince;
“Andolsun yavaşça çekenlere!” (Nâziât: 2)
Müminlerin canlarını ise şefkat ve merhametle, sühulet ve yumuşaklıkla, rahatça ve usulca, sanki çözülmesi kolay bir düğümü çözer gibi kolayca alırlar. Cennetteki varacağı yer kendisine gösterilmeden hiçbir mümin ruhunu teslim etmeyecektir.
“Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere!” (Nâziât: 3)
Müminlerin canlarını aldıktan sonra, onlarla birlikte fezâda yüzüp giderler.
“Andolsun yarıştıkça yarışanlara!” (Nâziât: 4)
Müminlerin ruhlarını cennete, kâfirlerin ruhlarını da cehenneme koşup götürürler.
“Böylelikle işleri idare edenlere andolsun! (Nâziât: 5)
Rabb’lerinin kendilerine havale edilen emirlerini infaz etmek için birbirleriyle âdata yarışırlar.
İşlerin onlara isnâd edilmesi mecâzidir, çünkü onlar işlerin yönetilmesinin sebeplerinden biridirler.
Bunların üzerine yemin edilerek öldükten sonra dirilme hadisesinin kesin olarak meydana geleceği haber verilmiştir.
Kıyametin Kopması:
Ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmadığı zaman dünya hayatı sona erer ve Allah-u Teâlâ’nın emriyle İsrafil Aleyhisselâm ilk üfürmeyi yapar. Bu üfürme göklerde ve yerdeki canlıların öleceği, meleklerin de cinlerin de insanların da hayattan mahrum kalacağı üfürmedir.
Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Her şeyi sarsıp titreten ilk üfürmeyi ikinci üfürme takip eder.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O gün o sarsıntı sarsar.” (Nâziât: 6)
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalâde bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, bir kaç saniye de olsa şâhit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
“Peşinden bir diğeri gelir.” (Nâziât: 7)
Bu üfürme, diriliş ve kabirlerden kalkış üfürmesidir. Birinci üfürüş yaratıkları öldürecek, ikinci üfürüş ise onları tekrar diriltecektir.
“O gün kalpler korkudan titrer.” (Nâziât: 8)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
“Gözler zilletle alçalır.” (Nâziât: 9)
Gördükleri şeylerin korkusundan dolayı irkilir, titrer ve ürperirler. Kalpler büyük bir sıkıntı ve şaşkınlık içinde olur.
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere daha dünyada iken: “Siz öldükten sonra dirileceksiniz!” denildiği zaman, onu tuhaf karşılayarak:
“Diyorlar ki: Öldükten sonra biz dünyadaki ilk hâlimize mi döndürüleceğiz?” (Nâziât: 10)
Ölmeden önce olduğumuz gibi, tekrar diriler hâline mi geleceğiz?
“Ufalanmış kemikler hâline geldiğimiz zaman mı?” (Nâziât: 11)
Bu inkârlarından sonra güya delile dayanarak bir netice çıkarma tarzında alay ediyorlar.
“Dediler ki: Eğer öyle ise bu, çok ziyanlı bir dönüştür.” (Nâziât: 12)
Zira o denildiği gibi ise, biz ona iman etmemiş, orası için hazırlanmamış olduğumuz için bize pek zararı dokunan bir dönüş olacaktır.
Allah-u Teâlâ onları reddederek buyurur ki:
“Doğrusu o, ancak bir tek haykırıştır.” (Nâziât: 13)
Bu üfürme ile yaratılışın başından sonuna kadar gelip geçen herkes hayata döndürülür. Kabirlerde bulunanların hepsi, haşrolunacakları yere doğru koşarlar. O gün toplanma ve sevk günüdür.
“Bir de görürsün ki onlar (diri olarak) yerin yüzündedirler.” (Nâziât: 14)
Hepsi de yeniden hayata ermiş, mahşer sahasında toplanmış bulunacaklardır. Şüphesiz ki bu hadise insan hafsalasının çok çok üstündedir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin âkıbetleri işte böyle acıklı bir felâkettir.
______________________________________________________________________________
NÂZİÂT SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
Tefekküre Dâvet
Musa Aleyhisselâm'a Tûr Dağı'ndaki İlk Tecellî:
Musa Aleyhisselâm Medyen'de hizmet süresini tamamlamış, Mısır'a doğru hareket etmişti.
Âyet-i kerime'de:
"Musa süreyi doldurunca âilesiyle birlikte yola çıktı." buyuruluyor. (Kasas: 29)
Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine sığınarak günlerce yol aldılar. Gittikleri yol, kendilerini Tûr Dağı'nın sağına düşen batı tarafına kadar götürmüştü. Bu sırada Musa Aleyhisselâm uzakta Tuvâ vâdisinde, yerle gök arasında yükselen bir ateş yalını gördü. Isınmak için ateş getirebileceğini, ya da orada bir kimse görürse bir haber alabileceğini düşündü.
Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah-u Teâlâ tarafından kendisine nidâ olundu.
Âyet-i kerime'lerde de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Musa'nın haberi sana geldi mi?" (Nâziât: 15)
Bu hitâb-ı ilâhî anlatılacak sözü dikkatlice dinlemeye teşvik etmektedir.
"Hani Rabb'i ona Mukaddes Tuvâ vâdisinde seslenmişti." (Nâziât: 16)
İlâhî bir iltifat olarak ona kelâmını işittirmiş, risaletle müjdelemişti.
Ona şöyle buyurdu:
"Firavun'a git, doğrusu o azmıştır." (Nâziât: 17)
İlâhlık dâvâsında bulunmaya cüret etmek suretiyle haddi aşmış ve büyük bir zulüm işlemiştir.
Allah-u Teâlâ bu azgın adama karşı ilâhî dâvetin etkili olabilmesi için Musa Aleyhisselâm'a neler söyleyeceklerini sınırlandırmış, sözlerinin muhtevâsını belirlemiştir.
"De ki: Tertemiz olmayı ister misiniz?" (Nâziât: 18)
Küfür murdarlığından temizlenmeye gönlün var mı?
"Rabb'ine giden yolu sana göstereyim de, O'na karşı saygı duyup korkasın!" (Nâziât: 19)
Zira korku, ancak O'nu tanıdıktan sonra olur.
"Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi." (Nâziât: 20)
Firavun sözlü delili dinlemeyince, ona bu fiilî delili göstermiş oldu.
"Fakat o yalanladı ve isyan etti." (Nâziât: 21)
Söze inanmadığı gibi, o büyük mucizeyi gördüğü halde, onu da reddetti. Âlemlerin Rabb'ini ve emrini tanımak istemedi.
"Sonra arkasını dönüp koştu." (Nâziât: 22)
Allah'a yüz tutacak, gerçeği arayacak yerde; ardını dönerek helâke doğru tersine gitti.
"Derhal (adamlarını) topladı ve bağırdı." (Nâziât: 23)
Etrafına önce sihirbazları sonra da askerlerini topladı.
"'Ben sizin en yüce Rabb'inizim!' dedi." (Nâziât: 24)
Kendinden başka herhangi bir ilâhı kendinden aşağıda sayarak, kendinin âlemlerin Rabb'i olduğunu iddiâ etmek derecesinde alenen allahlık dâvâsında, cüret ve küstahlığında bulundu.
"Allah da onu dünya ve ahiret azabı ile yakalayıverdi." (Nâziât: 25)
İsrâiloğulları'nın gözleri önünde hepsi de Kızıldeniz'de boğuldular. Onlardan hiç kimse kurtulamadı.
Biçilmiş ekin gibi olmuşlardır.
"Şüphesiz ki bunda korkan kimse için ibret vardır." (Nâziât: 26)
Resul'üm! Sana karşı gelenlerin âkıbeti de böyle olacaktır.
Tefekküre Dâvet:
Allah-u Teâlâ kudretinin eserlerine ve azametinin alâmetlerine dikkatleri çekmek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" (Nâziât: 27)
Gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri, görünen ve görünmeyen bütün varlıkları, güneşi, ayı, gezegenleri, melekleri... Bütün bunların hepsini "Ol!" emri ile yaratan Allah-u Teâlâ için; insanları tekrar canlandırıp yaratmak, bütün bu varlıkları yaratmaktan elbette daha güç ve çetin değildir.
İnsan dünyada bir zerrecik mesabesinde olduğu gibi, dünyada da âlemlerin içinde bir zerre mesabesindedir.
Büyüklüğüne rağmen bu göğü yükselten Zât-ı kibriyâ'ya insanları yaratmak ve öldükten sonra diriltmek son derece kolay bir şeydir.
Zorluk ve kolaylık insanlara göredir. "Pek kolaydır" demek beşerin anlayışına göre demektir.
"Onu Allah bina etti." (Nâziât: 27)
Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.
"Onun boyunu O yükseltti, sonra onu bir düzene koydu." (Nâziât: 28)
Dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti, onu karanlık gecelerde yıldızlarla müzeyyen kıldı.
Yarattığı her şeyin kendisine has bir güzelliği vardır. Her şey kendi yaratılış tarzı ile mütenâsiptir.
Bütün bu düzenlemelere bakılınca görülür ki, hepsi de O'nun emrine uyarak ayakta durmaktadırlar. Yaratan, yaşatan ve yöneten O'dur. O "Mâlikü'l-Mülk" tür, mülkün yegâne sahibidir.
"Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı." (Nâziât: 29)
Güneş battıktan sonra gece gelir ve güneşin doğması ile de gün başlar.
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ yeryüzünün düzenlenmesinden söz ederek şöyle buyurdu:
"Bundan sonra da yeryüzünü döşedi." (Nâziât: 30)
Üzerinde yaşama ve yerleşme imkânı olacak şekilde yayıp serdi. Yeterince gıda maddeleri yetiştirecek özellikte donattı.
"Ondan suyunu ve otlağını çıkardı." (Nâziât: 31)
Kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı ve her sahasında insanların ve hayvanların yaşamalarını sağlayacak olan bitki ve yeşillikler bitirdi.
Su da yaratılmıştır. Çünkü su insanlar, hayvanlar ve bitkiler için zaruri bir ihtiyaçtır.
"Dağları dikti." (Nâziât: 32)
Ki yeryüzü istikrar bulsun, üzerindekileri sabit tutup sarsmasın.
Dağlar aynı zamanda dünyamıza ayrı bir görünüm vermektedir.
"Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için." (Nâziât: 33)
Dünya, güneş sistemi içindeki durumu itibariyle benzeri olmayan bir gezegendir ve hayat şartları bir çok bakımından üzerinde toplanmış bulunmaktadır.
Hiçbir şey gayesiz maksatsız yaratılmamış, Allah-u Teâlâ'nın kemâlât ve hikmeti her yerde müşahede edilmektedir.
__________________________________________________________________________________
NÂZİÂT SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-3
Kıyametin Zamanı
Kıyamet:
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
“Her şeyi altüst eden o en büyük felâket geldiği zaman.” (Nâziât: 34)
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan “Ahiret inancı”nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
İnsan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükafat görmezdi.
“O gün insan neyin peşinden koşmuş olduğunu, ne uğurda çalıştığını anlar.” (Nâziat: 35)
O korkunç günde insan iyilik ve kötülük olarak ne yapmışsa onları tek tek hatırlar ve karşılığını amel defterinde noksansız ve yazılı olarak görür.
“Cehennem her bakanın göreceği şekilde gösterilir.” (Nâziat: 36)
İşittikten sonra azgınlar cehennemi gözleriyle de ayan beyan görürler. Kendilerini yaratan, nimetlerle donatan Rabb’lerine ibadet ve taat etmeye tenezzül etmeyen suçluların zelil kılınmış, aşağılanmış olarak cehenneme girmeleri müstehak olmuştur. Bu onlar için en âdil cezadır.
“Kim ki azgınlık edip haddi aşmış, dünya hayatını âhirete tercih etmişse, muhakkak ki o alevli ateş onun varacağı yerin tâ kendisidir.” (Nâziât: 37-38-39)
Onun cehennemden başka barınağı yoktur. Günahkârlar gün gelip çıkacaklar amma, imansızlar ebedî olarak orada kalacaklardır. Yiyeceği zakkum, içeceği kaynar sudur.
Gönülde Allah Korkusu:
Hesap ve cezâ gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabb’inin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nisbette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan alıkoyan müminlere çok büyük müjdeler vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Rabb’inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır.” (Nâziât: 40-41)
“Rabb’inin makamı”; âlemlerin Rabb’i olan Allah-u Teâlâ’nın her şey üzerindeki hakimiyeti ve insanların bütün hallerini görüp gözetmesi demektir.
Korkudan maksat yalnız yürek çarpıntısı değil, küfür ve şirkten, isyan ve nankörlükten sakınıp; iman ve şükür ile itaat için saygı ve hürmet göstermektir.
Allah’tan korkan kimse hevâ ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
Şeddâd bin Evs -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır.
Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizî: 2461)
Nefsine uyup günahlarda ısrar ettiği halde, Allah-u Teâlâ’nın kendisini affedip cennete koyacağını temenni eder durur.
Daima korku ve ümit arasında bulunmak çok faydalıdır. Korku gafletten uyandırır, kötülüklerden uzaklaştırır. Ümit ise insana mânevi destek verir.
Allah’tan korkan kimse heva ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Rabb’lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.” (A’râf: 154)
Akıllı ona derim ki hep ağlar, hep O’nun için ağlar. Hep korkar yalnız O’ndan korkar. Hep sığınır, yalnız O’na sığınır. Hep diler, yalnız O’ndan diler. O’nunla olmak hayattır, O’ndan ayrılmak vefattır.
Kıyametin Zamanı:
Mekkeli müşrikler her ne zaman kıyametin korkunçluğunu, onda olan-biten şeyleri, neticesinde olacak hesap ve cezayı duyarlarsa, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek tekrar tekrar kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar:
“Eğer sen Peygamber isen bize zamanını haber ver!” derlerdi.
“Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.” (Nâziât: 42)
Kıyamet saati Allah-u Teâlâ’nın kendi ilminde kalmasını istediği, bunun için de yarattıklarından hiç kimseyi ona muttali kılmadığı bir gaybtır.
İnsanlar dünyaya ve dünyanın imarına kendilerini kaptırmış oldukları bir halde, hiç umulmadık bir anda geliverecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Andolsun ki kıyamet kopacaktır. O kadar ki, alıcı ile satıcı aralarındaki elbiseyi açacaklar, amma alım-satım henüz tamamlanmadan ansızın kıyamet kopacak, açık kalan elbiseyi katlayıp dürmek mümkün olmayacaktır.
Yemin ederim ki elbette kıyamet kopacaktır. Öyle ki, sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye ondan içmek nasip olmadan ansızın kopacaktır.
Hiç şüphe yok ki, kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki, kişi havuzunu sıvayıp onaracak, amma kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak mümkün olmayacaktır.
Kıyamet elbette kopacaktır. O kadar ki yemek yemeğe başlayan kişi lokmasını ağzına götürecek, derken ansızın kıyamet kopacak, o lokmayı yemek nasip olmayacaktır.” (Buhârî - Müslim)
Kıyamet Allâmü’l-ğuyûb olan Allah-u Teâlâ’nın kendi Zât-ı akdes’ine tahsis ettiği gayb işlerindendir.
İnsanların çoğu bunun bilgisinin Allah katında olduğunu bilmedikleri gibi, kıyametin kopma zamanının gizli tutulmasındaki sırrı da bilmemektedirler.
“Sende ona âit bilgi yoktur ki anlatasın. Onun bilgisi Rabb’ine âittir.” (Nâziât: 43-44)
Onun vaktini bütün incelikleriyle kesin olarak ancak O bilir.
“Sen ancak ondan korkacak olan kimselere o tehlikeyi haber verensin.” (Nâziât: 45)
Senin vazifen budur. Uyarmak sadece onlara tesir eder.
“Onlar o kıyameti gördükleri gün, sanki dünyada bir akşamdan veya kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar.” (Nâziât: 46)
Kıyamet gününde dirilip kıyam edenler, o günün şiddet ve dehşeti, sonsuzluk ve sınırsızlığı karşısında ömürlerinin bir akşam veya bir kuşluk vakti gibi çabuk geçtiğini anlayacaklar ve kaçırdıkları fırsatlar için derin bir pişmanlık duyacaklardır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Kıyametin Kopması
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme’de nâzil olmuştur. Kırk altı Âyet-i kerime, yüz doksan yedi kelime ve yedi yüz elli üç harften müteşekkildir.
Birinci Âyet-i kerime’de ruhları söküp alan melekler hakkında geçen “Nâziât” kelimesi bu Sûre-i şerif’e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; “Nebe” Sûre-i şerif’inde olduğu gibi kıyamet gününün ve yeniden dirilişin mutlaka gerçekleşeceğini ispat etmektedir.
İlk Âyet-i kerime’lerde kâfirlerin ruhlarını şiddetle çıkaran, müminlerin ruhlarını ise suhûletle, yavaşça çeken, kâinatın nizamını idare eden itaatkâr melekler adıyla yemin edilmeketedir. Daha sonra öldükten sonraki dirilmeyi inkâr edenlerin sapık fikirleri ve o korkunç gündeki hâl ve ahvallerinin tasviri yapılmaktadır.
On beşinci Âyet-i kerime’den yirmi yedinci Âyet-i kerime’ye kadar Musa Aleyhisselâm’ın kıssası misal verilmekte, Firavun’un şahsında zâlimlerin âkıbetleri bir ibret numunesi olarak gelecek nesillere duyurulmaktadır.
Yirmi yedinci Âyet-i kerime’den otuz dördüncü Âyet-i kerime’ye kadar Allah-u Teâlâ’nın kudret ve azametinin delilleri beliğ bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Otuz dördüncü Âyet-i kerime’den kırk ikinci Âyet-i kerime’ye kadar, en büyük felâket olan kıyametin kopması ile birlikte, insanın neyin peşinde koştuğunu anlayacağı, ne uğurda çalıştığının ortaya çıkacağı; dünya hayatını ahirete tercih eden bedbahtların son duraklarının cehennem olacağı, nefsini süflî arzularından alıkoyan müminlerin son duraklarının da cennet olacağı belirtilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime’lerde ise, müşriklerin kıyametin kopması ile ilgili sordukları soruya cevap verilmekte, sapıklıklarında direten inkârcıların o an geldiğinde bir kuşluk vakti kadar bile olmayan dünya hayatını ahirete tercih etmelerinin başlarına getirdiği felâketi behemehâl anlayacakları hatırlatılmaktadır.
Melekler Üzerine Yemin:
Kur’an-ı kerim’de şerefli olan bazı mahlûkatın üzerine yemin etmek âdet-i ilâhî’dendir.
Allah-u Teâlâ bu Sûre-i şerif’te bazı melek grupları üzerine yemin ederken can alan melekleri de katmıştır.
“Andolsun (canları boğarcasına) söküp çıkaranlara!” (Nâziât: 1)
Ölüm meleği ve yardımcıları kâfirlerin ölümleri anında canlarını boğarcasına, son derece şiddetli ve çetin bir şekilde, parmak uçları ve tırnak altları gibi, damar ve sinir gibi vücudun tâ derinliklerinden söke söke, çeke çeke, kabaca alırlar. Sonra onlara cehennem kokusunu teneffüs ettirirler. Cehennemdeki yerini görmeden hiçbir kâfirin canı çıkmayacaktır.
Diğer bir tarifi; çok dalı ve budağı olan kızgın bir şişin yaş yün çuvalından çıkarıldığı gibi, kâfirin vücudunun her tarafından çekip çıkarırlar. O anda nasıl kötü bir koku çıkarır ve içi nasıl olur?
Üçüncü bir tarif; demircinin kızgın demiri dövdüğü gibi, dövüle dövüle ruhu çıkarılır.
Suya düşeni suyun boğduğu gibi, küfre düşenin de küfrün neticesi olan azabı çekmesi tabiidir.
Müminlere gelince;
“Andolsun yavaşça çekenlere!” (Nâziât: 2)
Müminlerin canlarını ise şefkat ve merhametle, sühulet ve yumuşaklıkla, rahatça ve usulca, sanki çözülmesi kolay bir düğümü çözer gibi kolayca alırlar. Cennetteki varacağı yer kendisine gösterilmeden hiçbir mümin ruhunu teslim etmeyecektir.
“Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere!” (Nâziât: 3)
Müminlerin canlarını aldıktan sonra, onlarla birlikte fezâda yüzüp giderler.
“Andolsun yarıştıkça yarışanlara!” (Nâziât: 4)
Müminlerin ruhlarını cennete, kâfirlerin ruhlarını da cehenneme koşup götürürler.
“Böylelikle işleri idare edenlere andolsun! (Nâziât: 5)
Rabb’lerinin kendilerine havale edilen emirlerini infaz etmek için birbirleriyle âdata yarışırlar.
İşlerin onlara isnâd edilmesi mecâzidir, çünkü onlar işlerin yönetilmesinin sebeplerinden biridirler.
Bunların üzerine yemin edilerek öldükten sonra dirilme hadisesinin kesin olarak meydana geleceği haber verilmiştir.
Kıyametin Kopması:
Ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmadığı zaman dünya hayatı sona erer ve Allah-u Teâlâ’nın emriyle İsrafil Aleyhisselâm ilk üfürmeyi yapar. Bu üfürme göklerde ve yerdeki canlıların öleceği, meleklerin de cinlerin de insanların da hayattan mahrum kalacağı üfürmedir.
Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Her şeyi sarsıp titreten ilk üfürmeyi ikinci üfürme takip eder.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“O gün o sarsıntı sarsar.” (Nâziât: 6)
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalâde bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, bir kaç saniye de olsa şâhit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
“Peşinden bir diğeri gelir.” (Nâziât: 7)
Bu üfürme, diriliş ve kabirlerden kalkış üfürmesidir. Birinci üfürüş yaratıkları öldürecek, ikinci üfürüş ise onları tekrar diriltecektir.
“O gün kalpler korkudan titrer.” (Nâziât: 8)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
“Gözler zilletle alçalır.” (Nâziât: 9)
Gördükleri şeylerin korkusundan dolayı irkilir, titrer ve ürperirler. Kalpler büyük bir sıkıntı ve şaşkınlık içinde olur.
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere daha dünyada iken: “Siz öldükten sonra dirileceksiniz!” denildiği zaman, onu tuhaf karşılayarak:
“Diyorlar ki: Öldükten sonra biz dünyadaki ilk hâlimize mi döndürüleceğiz?” (Nâziât: 10)
Ölmeden önce olduğumuz gibi, tekrar diriler hâline mi geleceğiz?
“Ufalanmış kemikler hâline geldiğimiz zaman mı?” (Nâziât: 11)
Bu inkârlarından sonra güya delile dayanarak bir netice çıkarma tarzında alay ediyorlar.
“Dediler ki: Eğer öyle ise bu, çok ziyanlı bir dönüştür.” (Nâziât: 12)
Zira o denildiği gibi ise, biz ona iman etmemiş, orası için hazırlanmamış olduğumuz için bize pek zararı dokunan bir dönüş olacaktır.
Allah-u Teâlâ onları reddederek buyurur ki:
“Doğrusu o, ancak bir tek haykırıştır.” (Nâziât: 13)
Bu üfürme ile yaratılışın başından sonuna kadar gelip geçen herkes hayata döndürülür. Kabirlerde bulunanların hepsi, haşrolunacakları yere doğru koşarlar. O gün toplanma ve sevk günüdür.
“Bir de görürsün ki onlar (diri olarak) yerin yüzündedirler.” (Nâziât: 14)
Hepsi de yeniden hayata ermiş, mahşer sahasında toplanmış bulunacaklardır. Şüphesiz ki bu hadise insan hafsalasının çok çok üstündedir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin âkıbetleri işte böyle acıklı bir felâkettir.
______________________________________________________________________________
NÂZİÂT SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
Tefekküre Dâvet
Musa Aleyhisselâm'a Tûr Dağı'ndaki İlk Tecellî:
Musa Aleyhisselâm Medyen'de hizmet süresini tamamlamış, Mısır'a doğru hareket etmişti.
Âyet-i kerime'de:
"Musa süreyi doldurunca âilesiyle birlikte yola çıktı." buyuruluyor. (Kasas: 29)
Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine sığınarak günlerce yol aldılar. Gittikleri yol, kendilerini Tûr Dağı'nın sağına düşen batı tarafına kadar götürmüştü. Bu sırada Musa Aleyhisselâm uzakta Tuvâ vâdisinde, yerle gök arasında yükselen bir ateş yalını gördü. Isınmak için ateş getirebileceğini, ya da orada bir kimse görürse bir haber alabileceğini düşündü.
Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah-u Teâlâ tarafından kendisine nidâ olundu.
Âyet-i kerime'lerde de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Musa'nın haberi sana geldi mi?" (Nâziât: 15)
Bu hitâb-ı ilâhî anlatılacak sözü dikkatlice dinlemeye teşvik etmektedir.
"Hani Rabb'i ona Mukaddes Tuvâ vâdisinde seslenmişti." (Nâziât: 16)
İlâhî bir iltifat olarak ona kelâmını işittirmiş, risaletle müjdelemişti.
Ona şöyle buyurdu:
"Firavun'a git, doğrusu o azmıştır." (Nâziât: 17)
İlâhlık dâvâsında bulunmaya cüret etmek suretiyle haddi aşmış ve büyük bir zulüm işlemiştir.
Allah-u Teâlâ bu azgın adama karşı ilâhî dâvetin etkili olabilmesi için Musa Aleyhisselâm'a neler söyleyeceklerini sınırlandırmış, sözlerinin muhtevâsını belirlemiştir.
"De ki: Tertemiz olmayı ister misiniz?" (Nâziât: 18)
Küfür murdarlığından temizlenmeye gönlün var mı?
"Rabb'ine giden yolu sana göstereyim de, O'na karşı saygı duyup korkasın!" (Nâziât: 19)
Zira korku, ancak O'nu tanıdıktan sonra olur.
"Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi." (Nâziât: 20)
Firavun sözlü delili dinlemeyince, ona bu fiilî delili göstermiş oldu.
"Fakat o yalanladı ve isyan etti." (Nâziât: 21)
Söze inanmadığı gibi, o büyük mucizeyi gördüğü halde, onu da reddetti. Âlemlerin Rabb'ini ve emrini tanımak istemedi.
"Sonra arkasını dönüp koştu." (Nâziât: 22)
Allah'a yüz tutacak, gerçeği arayacak yerde; ardını dönerek helâke doğru tersine gitti.
"Derhal (adamlarını) topladı ve bağırdı." (Nâziât: 23)
Etrafına önce sihirbazları sonra da askerlerini topladı.
"'Ben sizin en yüce Rabb'inizim!' dedi." (Nâziât: 24)
Kendinden başka herhangi bir ilâhı kendinden aşağıda sayarak, kendinin âlemlerin Rabb'i olduğunu iddiâ etmek derecesinde alenen allahlık dâvâsında, cüret ve küstahlığında bulundu.
"Allah da onu dünya ve ahiret azabı ile yakalayıverdi." (Nâziât: 25)
İsrâiloğulları'nın gözleri önünde hepsi de Kızıldeniz'de boğuldular. Onlardan hiç kimse kurtulamadı.
Biçilmiş ekin gibi olmuşlardır.
"Şüphesiz ki bunda korkan kimse için ibret vardır." (Nâziât: 26)
Resul'üm! Sana karşı gelenlerin âkıbeti de böyle olacaktır.
Tefekküre Dâvet:
Allah-u Teâlâ kudretinin eserlerine ve azametinin alâmetlerine dikkatleri çekmek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" (Nâziât: 27)
Gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri, görünen ve görünmeyen bütün varlıkları, güneşi, ayı, gezegenleri, melekleri... Bütün bunların hepsini "Ol!" emri ile yaratan Allah-u Teâlâ için; insanları tekrar canlandırıp yaratmak, bütün bu varlıkları yaratmaktan elbette daha güç ve çetin değildir.
İnsan dünyada bir zerrecik mesabesinde olduğu gibi, dünyada da âlemlerin içinde bir zerre mesabesindedir.
Büyüklüğüne rağmen bu göğü yükselten Zât-ı kibriyâ'ya insanları yaratmak ve öldükten sonra diriltmek son derece kolay bir şeydir.
Zorluk ve kolaylık insanlara göredir. "Pek kolaydır" demek beşerin anlayışına göre demektir.
"Onu Allah bina etti." (Nâziât: 27)
Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.
"Onun boyunu O yükseltti, sonra onu bir düzene koydu." (Nâziât: 28)
Dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti, onu karanlık gecelerde yıldızlarla müzeyyen kıldı.
Yarattığı her şeyin kendisine has bir güzelliği vardır. Her şey kendi yaratılış tarzı ile mütenâsiptir.
Bütün bu düzenlemelere bakılınca görülür ki, hepsi de O'nun emrine uyarak ayakta durmaktadırlar. Yaratan, yaşatan ve yöneten O'dur. O "Mâlikü'l-Mülk" tür, mülkün yegâne sahibidir.
"Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı." (Nâziât: 29)
Güneş battıktan sonra gece gelir ve güneşin doğması ile de gün başlar.
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ yeryüzünün düzenlenmesinden söz ederek şöyle buyurdu:
"Bundan sonra da yeryüzünü döşedi." (Nâziât: 30)
Üzerinde yaşama ve yerleşme imkânı olacak şekilde yayıp serdi. Yeterince gıda maddeleri yetiştirecek özellikte donattı.
"Ondan suyunu ve otlağını çıkardı." (Nâziât: 31)
Kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı ve her sahasında insanların ve hayvanların yaşamalarını sağlayacak olan bitki ve yeşillikler bitirdi.
Su da yaratılmıştır. Çünkü su insanlar, hayvanlar ve bitkiler için zaruri bir ihtiyaçtır.
"Dağları dikti." (Nâziât: 32)
Ki yeryüzü istikrar bulsun, üzerindekileri sabit tutup sarsmasın.
Dağlar aynı zamanda dünyamıza ayrı bir görünüm vermektedir.
"Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için." (Nâziât: 33)
Dünya, güneş sistemi içindeki durumu itibariyle benzeri olmayan bir gezegendir ve hayat şartları bir çok bakımından üzerinde toplanmış bulunmaktadır.
Hiçbir şey gayesiz maksatsız yaratılmamış, Allah-u Teâlâ'nın kemâlât ve hikmeti her yerde müşahede edilmektedir.
__________________________________________________________________________________
NÂZİÂT SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-3
Kıyametin Zamanı
Kıyamet:
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
“Her şeyi altüst eden o en büyük felâket geldiği zaman.” (Nâziât: 34)
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan “Ahiret inancı”nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
İnsan başıboş olarak gâye ve maksatsız yaratılmamıştır. Öyle olsaydı mükellef olmaz, yaptığı şeylerden mesul tutulmaz, ceza veya mükafat görmezdi.
“O gün insan neyin peşinden koşmuş olduğunu, ne uğurda çalıştığını anlar.” (Nâziat: 35)
O korkunç günde insan iyilik ve kötülük olarak ne yapmışsa onları tek tek hatırlar ve karşılığını amel defterinde noksansız ve yazılı olarak görür.
“Cehennem her bakanın göreceği şekilde gösterilir.” (Nâziat: 36)
İşittikten sonra azgınlar cehennemi gözleriyle de ayan beyan görürler. Kendilerini yaratan, nimetlerle donatan Rabb’lerine ibadet ve taat etmeye tenezzül etmeyen suçluların zelil kılınmış, aşağılanmış olarak cehenneme girmeleri müstehak olmuştur. Bu onlar için en âdil cezadır.
“Kim ki azgınlık edip haddi aşmış, dünya hayatını âhirete tercih etmişse, muhakkak ki o alevli ateş onun varacağı yerin tâ kendisidir.” (Nâziât: 37-38-39)
Onun cehennemden başka barınağı yoktur. Günahkârlar gün gelip çıkacaklar amma, imansızlar ebedî olarak orada kalacaklardır. Yiyeceği zakkum, içeceği kaynar sudur.
Gönülde Allah Korkusu:
Hesap ve cezâ gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabb’inin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nisbette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan alıkoyan müminlere çok büyük müjdeler vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Rabb’inin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin ta kendisi olacaktır.” (Nâziât: 40-41)
“Rabb’inin makamı”; âlemlerin Rabb’i olan Allah-u Teâlâ’nın her şey üzerindeki hakimiyeti ve insanların bütün hallerini görüp gözetmesi demektir.
Korkudan maksat yalnız yürek çarpıntısı değil, küfür ve şirkten, isyan ve nankörlükten sakınıp; iman ve şükür ile itaat için saygı ve hürmet göstermektir.
Allah’tan korkan kimse hevâ ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
Şeddâd bin Evs -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır.
Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizî: 2461)
Nefsine uyup günahlarda ısrar ettiği halde, Allah-u Teâlâ’nın kendisini affedip cennete koyacağını temenni eder durur.
Daima korku ve ümit arasında bulunmak çok faydalıdır. Korku gafletten uyandırır, kötülüklerden uzaklaştırır. Ümit ise insana mânevi destek verir.
Allah’tan korkan kimse heva ve hevesine uymaz, ibadet ve taate yönelir. Nefsâni arzulardan uzaklaştıkça iffetli olur, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçındıkça verâ ve takvâ sahibi olur.
Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Rabb’lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.” (A’râf: 154)
Akıllı ona derim ki hep ağlar, hep O’nun için ağlar. Hep korkar yalnız O’ndan korkar. Hep sığınır, yalnız O’na sığınır. Hep diler, yalnız O’ndan diler. O’nunla olmak hayattır, O’ndan ayrılmak vefattır.
Kıyametin Zamanı:
Mekkeli müşrikler her ne zaman kıyametin korkunçluğunu, onda olan-biten şeyleri, neticesinde olacak hesap ve cezayı duyarlarsa, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek tekrar tekrar kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar:
“Eğer sen Peygamber isen bize zamanını haber ver!” derlerdi.
“Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.” (Nâziât: 42)
Kıyamet saati Allah-u Teâlâ’nın kendi ilminde kalmasını istediği, bunun için de yarattıklarından hiç kimseyi ona muttali kılmadığı bir gaybtır.
İnsanlar dünyaya ve dünyanın imarına kendilerini kaptırmış oldukları bir halde, hiç umulmadık bir anda geliverecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Andolsun ki kıyamet kopacaktır. O kadar ki, alıcı ile satıcı aralarındaki elbiseyi açacaklar, amma alım-satım henüz tamamlanmadan ansızın kıyamet kopacak, açık kalan elbiseyi katlayıp dürmek mümkün olmayacaktır.
Yemin ederim ki elbette kıyamet kopacaktır. Öyle ki, sağmal devesinin sütünü sağıp gelen kişiye ondan içmek nasip olmadan ansızın kopacaktır.
Hiç şüphe yok ki, kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki, kişi havuzunu sıvayıp onaracak, amma kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak mümkün olmayacaktır.
Kıyamet elbette kopacaktır. O kadar ki yemek yemeğe başlayan kişi lokmasını ağzına götürecek, derken ansızın kıyamet kopacak, o lokmayı yemek nasip olmayacaktır.” (Buhârî - Müslim)
Kıyamet Allâmü’l-ğuyûb olan Allah-u Teâlâ’nın kendi Zât-ı akdes’ine tahsis ettiği gayb işlerindendir.
İnsanların çoğu bunun bilgisinin Allah katında olduğunu bilmedikleri gibi, kıyametin kopma zamanının gizli tutulmasındaki sırrı da bilmemektedirler.
“Sende ona âit bilgi yoktur ki anlatasın. Onun bilgisi Rabb’ine âittir.” (Nâziât: 43-44)
Onun vaktini bütün incelikleriyle kesin olarak ancak O bilir.
“Sen ancak ondan korkacak olan kimselere o tehlikeyi haber verensin.” (Nâziât: 45)
Senin vazifen budur. Uyarmak sadece onlara tesir eder.
“Onlar o kıyameti gördükleri gün, sanki dünyada bir akşamdan veya kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar.” (Nâziât: 46)
Kıyamet gününde dirilip kıyam edenler, o günün şiddet ve dehşeti, sonsuzluk ve sınırsızlığı karşısında ömürlerinin bir akşam veya bir kuşluk vakti gibi çabuk geçtiğini anlayacaklar ve kaçırdıkları fırsatlar için derin bir pişmanlık duyacaklardır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh