İnşirâh Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde, Duhâ sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Âdeta onun tamamlayıcısı gibidir. Sekiz Âyet-i kerime, yirmi dokuz kelime ve yüz üç harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen "İnşirah" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "Şerh sûresi" olarak da anılır.
Bu Sûre-i şerif indiği zaman Resulullah aleyhisselâm Ashâb-ı kiram'ına: "Size müjde veriyorum! Bir zorluk iki kolaylığa aslâ üstün gelemez!" buyurarak, İslâm'ın izzet ve şeref bulacağına, küfür güçlerinin yaptıkları saldırıların etkisini kaybedeceğine işaret buyurmuştur. (Hâkim)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; ilk yıllarda karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle Resulullah Aleyhisselâm teselli edilmektedir.
İlk üç Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ'nın göğsünü açtığı belirtilerek, üzerinden kendisine sıkıntı veren ağır yükün kaldırılacağı beyan edilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; Sevgili Peygamber'inin şeref ve şânının yüceltildiği, her güçlükten sonra bir kolaylığın bulunduğu haber verilmekte, boş kaldığı zamanlarda çaba sarfetmesi ve Rabb'ine yönelmesi emredilmektedir.
Şânı Yüce Peygamber:
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul'ü Muhammed Aleyhisselâm'ı azîz kılmış, üstün bir şeref ile müşerref eylemiş, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep yapmış, kendi katındaki şeref ve faziletinin hududunun olmadığını, mertebe ve kemâlinin her an yükselmekte olduğunu beşeriyete duyurmuştur.
Nimetlerini sayma makamında buyurur ki:
"Biz senin göğsünü açmadık mı?" (İnşirâh: 1)
Bu dâveti en güzel bir şekilde yapabilmen ve rahatlaman için gönlüne metanet ve ferahlık verdik, kalbine iç huzuru, sekinet ve yüksek irade bahşettik.
Burada Resulullah Aleyhisselâm'ın göğsünün açılıp genişlemesinin velâyetin nurları ile, ledünî ilimleri ve ilâhî hikmetleri, Rabbânî marifetleri, Rahmânî hakikatleri elde etmek suretiyle gerçekleştiğine işaret olunmaktadır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar." (En'âm: 125)
Allah-u Teâlâ'nın "Göğüs genişliği" vermesi, sevdiği seçtiği kullarına bahşetmiş olduğu nimetlerindendir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu nimetten en büyük payı almıştır. Çünkü o, göğüs genişliğini hem maddeten hem de mânen elde etmiştir.
Rabb'i onu Miraç gecesinde huzuruna almak için üzerinde bulunan bütün beşeri hallerini aldı. Nurlandı, yıkandı, hazırlandı. Böylece Huzur-u izzet'e alınacak hazır bir duruma geldi.
Allah-u Teâlâ dilediği bir kulunun kalbine de inşirah vererek onu hayra rağbet ettirir.
"Üzerinden yükünü atmadık mı?" (İnşirâh: 2)
O yüke karşı göğsünü açarak üzerinden kaldırmadık mı? Bu ilâhî görevi yerine getirmenin zorluklarını hafifletmedik mi?
"Ki, o yük ağırlığından dolayı belini bükmüştü." (İnşirâh: 3)
Çünkü insanlara ve cinlere peygamber gönderilmişti. Onların imansızlıkta direnmeleri, her fırsatta muhalefet etmeleri ona ağır gelmişti.
Kur'an-ı azîmüşân dağlara indirilseydi, gerçekten bu yükü çekemeyecekti. Dağların dahi çekemediği bu yük onun sırtında idi ve bu mânevî yükün altında inliyordu. Rabb'isi onun bu sıkıntısını hafifletmek için yükünü kaldırdı, böylece sıkıntıları hafifledi. Bu sıkıntıyı yalnız yüklenen ve çeken bilir.
Allah-u Teâlâ onu her hususta destekledi. Ona öyle âyet ve alâmetler gösterdi ki, bu mânevî destekle bütün o zorlukları aştı. Putlarına sımsıkı ve aşırı bağlı bulunan müşriklerin karşı çıkmalarına ve saldırılarına cesaretle göğüs gerdi, bu hususta en küçük bir endişe taşımadı. Allah-u Teâlâ'nın lütfu olmasaydı, onun bu yükün altından kalkması mümkün değildi.
Allah-u Teâlâ göğsünü açtığı gibi, getirdiği hükümleri de kolay kılmıştır. Bu dinde hiçbir zorluk, güçlük ve ısrar yoktur.
"Senin şânını yükseltmedik mi?" (İnşirâh: 4)
Beşer bu ilâhî beyan karşısında âciz düşer, idrakten mahrumdur, onu bilmesi mümkün değildir.
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Cebrâil bana geldi ve dedi ki: 'Benim de Rabb'im senin de Rabb'in: 'Bilir misin senin şânını nasıl yükselttim?' diye soruyor. 'Allah-u Teâlâ en iyi bilir!' dedim.
Buyurdu ki:
'Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın!'" (Ebu Nuaym)
Allah-u Teâlâ onu dost edindi. Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'lerde adını adı ile andı. Onun hoşnutluğunu kendi hoşnutluğu ile bir tuttu. Ona imanı, Tevhid'in iki rüknünden biri yaptı. "Lâ ilâhe illâllah"tan sonra "Muhammedün Resulullah" ünvânını getirdi. Ona inanmayan kişinin müslüman sayılmayacağını belirtti.
"Zâtıma mirât edindim zâtını
Bile yazdım adım ile adını."
Allah-u Teâlâ ile birlikte anılmak şerefi her üstünlüğün, her yüksekliğin üstündedir. Bunun ötesinde bir makam düşünülemez.
Allah-u Teâlâ ona itaati kendisine yapılmış itaat, ona gösterilen sevgiyi kendi Zât-ı akdes'ine gösterilen sevgi olarak kabul etmiştir.
Allah-u Teâlâ ona salâvât getirmiş, melekleri salâvât getirmişler, müminlere de salâvât getirmelerini emir buyurmuştur.
Onu adıyla değil, hep güzel lâkaplarla anmıştır.
Senenin on iki ayının hiçbir günü ve günün yirmi dört saatinin hiçbir anı yoktur ki Resulullah Aleyhisselâm anılmasın. O zaman ve mekânın efendisidir.
Memleketlerdeki namaz saatlerinin değişik olması sebebiyle yeryüzünde Ezan-ı Muhammedî okunmayan bir an yoktur. Müslümanlar dünyanın her yerinde aynı ezanı okuyor. Allah-u Teâlâ İsm-i celâl'i ile beraber onun ism-i şerifini de âlemlere duyuruyor ve onu yâdediyor.
Namazlarda her teşehhüdde Resulullah Aleyhisselâm'a salâvât-ı şerif'e getirilir. Her Cuma günü hutbelerde anılır.
Mübarek ism-i şerifi bütün dillerde, sevgisi bütün gönüllerdedir. Bu ne büyük şân ve şereftir!
Bütün bunlar onun şân ve şerefini yüceltmek içindir. Bütün mükevvenâtı yaratan, âlemleri donatan Allah-u Teâlâ kulunun şânını yükseltirse, ona kim erişebilir, onu kim bilebilir, kim methedebilir? Bu şeref yalnız ona mahsustur.
__________________________________________________________________________________
İnşirâh Sûre-i Şerif'i (2)
Her Güçlüğün Ardından Kolaylık:
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ikram ve ihsan buyurduğu mütebâki nimetler hakkında şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh: 5)
Sana yapacağımızı yaptık, vereceğimizi verdik, artık önünde hiçbir engel bulunmuyor.
Güçlükten sonra kolaylık birbirine birleşik gibidir. Sabahı bayram olan gece ne kadar güzeldir!
"Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh: 6)
Bu mânâ pekiştirilmek için burada tekrar edilmekte, güçlüğün ardından kolaylığın ne kadar hızlı bir zamanda gelceğine işaret edilmektedir. Şu kadar var ki, bu kolaylığın gelmesi bazı hikmetlere bağlı olarak gecikebilir. Eninde sonunda bütün işler Allah-u Teâlâ'ya âittir.
"Zorluk" mânâsına gelen "Usr" kelimesi mârife (belirli) olarak geçtiğinden dolayı sadece bir zorluk mânâsı verir. "Kolaylık" mânâsına gelen "Yüsr" kelimesi ise nekre (belirsiz) olarak geçtiğinden ötürü birden fazla kolaylığı ifade eder. Şu bir gerçektir ki, Allah-u Teâlâ bir kapı kapatınca iki kapı açmaktadır. Bir zorluğa karşı ahiret sevabı gibi başka bir kolaylık daha getirilmek suretiyle iki kolaylık husule gelmektedir.
Âyet-i kerime'lerden anlaşılıyor ki; müminler Allah yolunda birçok güçlüklerle karşılaşacaklar, ibtilâ ve imtihanlardan geçecekler ve fakat Allah-u Teâlâ bütün bu sıkıntıların, bu imtihan ve ibtilâların hemen akabinde kolaylığını halk edecek, buzlar eriyecek, bu imtihan ve ibtilâlara sabredenleri büyük tebşirata nâil edecektir. Sabredenlere büyük müjdeler vardır.
"İşlerinden boşaldığın vakit, tekrar çalış ve yorul." (İnşirâh: 7)
Her zorluğu kolaylık takip edeceği için gerek nübüvvet vazifesi ile, gerekse hususi işlerle meşgul olduktan sonra, yine zahmeti tercih edip bütün gücünle Rabb'ine yönel, O'nun zikriyle, fikriyle meşgul ol. İbadet ve taatına devam et, farz bittiyse nafileye geç, sakın vakitlerini boşa geçirme.
Çünkü insanoğluna ancak çalıştığının karşılığı verilecektir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de:
"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." buyuruluyor. (Necm: 39)
Çünkü bu dünya hayatı hayâlattır. Bu çok kısa bir ömür içinde ebedî bir ahiret hayatının saâdetini kazanış veya kaybediş noktasındayız. Bir iş bitirildiği zaman, peşinden başka bir işe sarılmalıdır.
Halk arasında: "Bugünün işini yarına bırakma.!" derler. Hayır, öyle değil. Yarının işini bugünden plânla!
"Ve Rabb'ine rağbet et!" (İnşirâh: 8)
Allah-u Teâlâ gerek Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ve gerekse onun ümmetine; yoktan vâreden, bunca nimetlere gark eden ve bütün kâinatı musahhar eden Hâlik-ı zülcelâl'e zikirle fikirle meşgul olarak rağbet etmelerini emir buyuruyor.
"Biz sadece Allah'a rağbet edip gönül bağlayanlardanız." (Tevbe: 59)
Âyet-i kerime'si de Resulullah Aleyhisselâm'la beraber müminlerden bu ilâhî emr-i şerif'e icâbet edenlerin de bulunduğunu beyan etmektedir.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın has kullarıdır.
"Rabb'lerine gönülden boyun eğenler." de onlardır. (Hûd: 23)
Saâdet-i ebediyeyi bağışlayacak olan O'dur. O'ndan başka rağbet edilecek hiçbir şey yoktur. O engin kerem sahibidir. Yegâne hacet kapısı O'nun kapısıdır. Bütün ihtiyaçlar O'na arzolunur, bütün istek ve ihtiyaçları O verir. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir. Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalır. Hacetler arttıkça in'âm ve ikramı da artar.
"Hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum. Hüküm ve değer sahibime âittir." sözü Rabb'ime olan rağbetin ifadesidir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde, Duhâ sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Âdeta onun tamamlayıcısı gibidir. Sekiz Âyet-i kerime, yirmi dokuz kelime ve yüz üç harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen "İnşirah" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "Şerh sûresi" olarak da anılır.
Bu Sûre-i şerif indiği zaman Resulullah aleyhisselâm Ashâb-ı kiram'ına: "Size müjde veriyorum! Bir zorluk iki kolaylığa aslâ üstün gelemez!" buyurarak, İslâm'ın izzet ve şeref bulacağına, küfür güçlerinin yaptıkları saldırıların etkisini kaybedeceğine işaret buyurmuştur. (Hâkim)
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; ilk yıllarda karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle Resulullah Aleyhisselâm teselli edilmektedir.
İlk üç Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ'nın göğsünü açtığı belirtilerek, üzerinden kendisine sıkıntı veren ağır yükün kaldırılacağı beyan edilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; Sevgili Peygamber'inin şeref ve şânının yüceltildiği, her güçlükten sonra bir kolaylığın bulunduğu haber verilmekte, boş kaldığı zamanlarda çaba sarfetmesi ve Rabb'ine yönelmesi emredilmektedir.
Şânı Yüce Peygamber:
Allah-u Teâlâ kulu ve Resul'ü Muhammed Aleyhisselâm'ı azîz kılmış, üstün bir şeref ile müşerref eylemiş, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep yapmış, kendi katındaki şeref ve faziletinin hududunun olmadığını, mertebe ve kemâlinin her an yükselmekte olduğunu beşeriyete duyurmuştur.
Nimetlerini sayma makamında buyurur ki:
"Biz senin göğsünü açmadık mı?" (İnşirâh: 1)
Bu dâveti en güzel bir şekilde yapabilmen ve rahatlaman için gönlüne metanet ve ferahlık verdik, kalbine iç huzuru, sekinet ve yüksek irade bahşettik.
Burada Resulullah Aleyhisselâm'ın göğsünün açılıp genişlemesinin velâyetin nurları ile, ledünî ilimleri ve ilâhî hikmetleri, Rabbânî marifetleri, Rahmânî hakikatleri elde etmek suretiyle gerçekleştiğine işaret olunmaktadır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar." (En'âm: 125)
Allah-u Teâlâ'nın "Göğüs genişliği" vermesi, sevdiği seçtiği kullarına bahşetmiş olduğu nimetlerindendir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu nimetten en büyük payı almıştır. Çünkü o, göğüs genişliğini hem maddeten hem de mânen elde etmiştir.
Rabb'i onu Miraç gecesinde huzuruna almak için üzerinde bulunan bütün beşeri hallerini aldı. Nurlandı, yıkandı, hazırlandı. Böylece Huzur-u izzet'e alınacak hazır bir duruma geldi.
Allah-u Teâlâ dilediği bir kulunun kalbine de inşirah vererek onu hayra rağbet ettirir.
"Üzerinden yükünü atmadık mı?" (İnşirâh: 2)
O yüke karşı göğsünü açarak üzerinden kaldırmadık mı? Bu ilâhî görevi yerine getirmenin zorluklarını hafifletmedik mi?
"Ki, o yük ağırlığından dolayı belini bükmüştü." (İnşirâh: 3)
Çünkü insanlara ve cinlere peygamber gönderilmişti. Onların imansızlıkta direnmeleri, her fırsatta muhalefet etmeleri ona ağır gelmişti.
Kur'an-ı azîmüşân dağlara indirilseydi, gerçekten bu yükü çekemeyecekti. Dağların dahi çekemediği bu yük onun sırtında idi ve bu mânevî yükün altında inliyordu. Rabb'isi onun bu sıkıntısını hafifletmek için yükünü kaldırdı, böylece sıkıntıları hafifledi. Bu sıkıntıyı yalnız yüklenen ve çeken bilir.
Allah-u Teâlâ onu her hususta destekledi. Ona öyle âyet ve alâmetler gösterdi ki, bu mânevî destekle bütün o zorlukları aştı. Putlarına sımsıkı ve aşırı bağlı bulunan müşriklerin karşı çıkmalarına ve saldırılarına cesaretle göğüs gerdi, bu hususta en küçük bir endişe taşımadı. Allah-u Teâlâ'nın lütfu olmasaydı, onun bu yükün altından kalkması mümkün değildi.
Allah-u Teâlâ göğsünü açtığı gibi, getirdiği hükümleri de kolay kılmıştır. Bu dinde hiçbir zorluk, güçlük ve ısrar yoktur.
"Senin şânını yükseltmedik mi?" (İnşirâh: 4)
Beşer bu ilâhî beyan karşısında âciz düşer, idrakten mahrumdur, onu bilmesi mümkün değildir.
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Cebrâil bana geldi ve dedi ki: 'Benim de Rabb'im senin de Rabb'in: 'Bilir misin senin şânını nasıl yükselttim?' diye soruyor. 'Allah-u Teâlâ en iyi bilir!' dedim.
Buyurdu ki:
'Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın!'" (Ebu Nuaym)
Allah-u Teâlâ onu dost edindi. Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'lerde adını adı ile andı. Onun hoşnutluğunu kendi hoşnutluğu ile bir tuttu. Ona imanı, Tevhid'in iki rüknünden biri yaptı. "Lâ ilâhe illâllah"tan sonra "Muhammedün Resulullah" ünvânını getirdi. Ona inanmayan kişinin müslüman sayılmayacağını belirtti.
"Zâtıma mirât edindim zâtını
Bile yazdım adım ile adını."
Allah-u Teâlâ ile birlikte anılmak şerefi her üstünlüğün, her yüksekliğin üstündedir. Bunun ötesinde bir makam düşünülemez.
Allah-u Teâlâ ona itaati kendisine yapılmış itaat, ona gösterilen sevgiyi kendi Zât-ı akdes'ine gösterilen sevgi olarak kabul etmiştir.
Allah-u Teâlâ ona salâvât getirmiş, melekleri salâvât getirmişler, müminlere de salâvât getirmelerini emir buyurmuştur.
Onu adıyla değil, hep güzel lâkaplarla anmıştır.
Senenin on iki ayının hiçbir günü ve günün yirmi dört saatinin hiçbir anı yoktur ki Resulullah Aleyhisselâm anılmasın. O zaman ve mekânın efendisidir.
Memleketlerdeki namaz saatlerinin değişik olması sebebiyle yeryüzünde Ezan-ı Muhammedî okunmayan bir an yoktur. Müslümanlar dünyanın her yerinde aynı ezanı okuyor. Allah-u Teâlâ İsm-i celâl'i ile beraber onun ism-i şerifini de âlemlere duyuruyor ve onu yâdediyor.
Namazlarda her teşehhüdde Resulullah Aleyhisselâm'a salâvât-ı şerif'e getirilir. Her Cuma günü hutbelerde anılır.
Mübarek ism-i şerifi bütün dillerde, sevgisi bütün gönüllerdedir. Bu ne büyük şân ve şereftir!
Bütün bunlar onun şân ve şerefini yüceltmek içindir. Bütün mükevvenâtı yaratan, âlemleri donatan Allah-u Teâlâ kulunun şânını yükseltirse, ona kim erişebilir, onu kim bilebilir, kim methedebilir? Bu şeref yalnız ona mahsustur.
__________________________________________________________________________________
İnşirâh Sûre-i Şerif'i (2)
Her Güçlüğün Ardından Kolaylık:
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ikram ve ihsan buyurduğu mütebâki nimetler hakkında şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh: 5)
Sana yapacağımızı yaptık, vereceğimizi verdik, artık önünde hiçbir engel bulunmuyor.
Güçlükten sonra kolaylık birbirine birleşik gibidir. Sabahı bayram olan gece ne kadar güzeldir!
"Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." (İnşirâh: 6)
Bu mânâ pekiştirilmek için burada tekrar edilmekte, güçlüğün ardından kolaylığın ne kadar hızlı bir zamanda gelceğine işaret edilmektedir. Şu kadar var ki, bu kolaylığın gelmesi bazı hikmetlere bağlı olarak gecikebilir. Eninde sonunda bütün işler Allah-u Teâlâ'ya âittir.
"Zorluk" mânâsına gelen "Usr" kelimesi mârife (belirli) olarak geçtiğinden dolayı sadece bir zorluk mânâsı verir. "Kolaylık" mânâsına gelen "Yüsr" kelimesi ise nekre (belirsiz) olarak geçtiğinden ötürü birden fazla kolaylığı ifade eder. Şu bir gerçektir ki, Allah-u Teâlâ bir kapı kapatınca iki kapı açmaktadır. Bir zorluğa karşı ahiret sevabı gibi başka bir kolaylık daha getirilmek suretiyle iki kolaylık husule gelmektedir.
Âyet-i kerime'lerden anlaşılıyor ki; müminler Allah yolunda birçok güçlüklerle karşılaşacaklar, ibtilâ ve imtihanlardan geçecekler ve fakat Allah-u Teâlâ bütün bu sıkıntıların, bu imtihan ve ibtilâların hemen akabinde kolaylığını halk edecek, buzlar eriyecek, bu imtihan ve ibtilâlara sabredenleri büyük tebşirata nâil edecektir. Sabredenlere büyük müjdeler vardır.
"İşlerinden boşaldığın vakit, tekrar çalış ve yorul." (İnşirâh: 7)
Her zorluğu kolaylık takip edeceği için gerek nübüvvet vazifesi ile, gerekse hususi işlerle meşgul olduktan sonra, yine zahmeti tercih edip bütün gücünle Rabb'ine yönel, O'nun zikriyle, fikriyle meşgul ol. İbadet ve taatına devam et, farz bittiyse nafileye geç, sakın vakitlerini boşa geçirme.
Çünkü insanoğluna ancak çalıştığının karşılığı verilecektir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de:
"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." buyuruluyor. (Necm: 39)
Çünkü bu dünya hayatı hayâlattır. Bu çok kısa bir ömür içinde ebedî bir ahiret hayatının saâdetini kazanış veya kaybediş noktasındayız. Bir iş bitirildiği zaman, peşinden başka bir işe sarılmalıdır.
Halk arasında: "Bugünün işini yarına bırakma.!" derler. Hayır, öyle değil. Yarının işini bugünden plânla!
"Ve Rabb'ine rağbet et!" (İnşirâh: 8)
Allah-u Teâlâ gerek Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ve gerekse onun ümmetine; yoktan vâreden, bunca nimetlere gark eden ve bütün kâinatı musahhar eden Hâlik-ı zülcelâl'e zikirle fikirle meşgul olarak rağbet etmelerini emir buyuruyor.
"Biz sadece Allah'a rağbet edip gönül bağlayanlardanız." (Tevbe: 59)
Âyet-i kerime'si de Resulullah Aleyhisselâm'la beraber müminlerden bu ilâhî emr-i şerif'e icâbet edenlerin de bulunduğunu beyan etmektedir.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın has kullarıdır.
"Rabb'lerine gönülden boyun eğenler." de onlardır. (Hûd: 23)
Saâdet-i ebediyeyi bağışlayacak olan O'dur. O'ndan başka rağbet edilecek hiçbir şey yoktur. O engin kerem sahibidir. Yegâne hacet kapısı O'nun kapısıdır. Bütün ihtiyaçlar O'na arzolunur, bütün istek ve ihtiyaçları O verir. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir. Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalır. Hacetler arttıkça in'âm ve ikramı da artar.
"Hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum. Hüküm ve değer sahibime âittir." sözü Rabb'ime olan rağbetin ifadesidir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh