SÖZLER ve NOTLAR - 18
Her Zamanın Bir Mevlânâ’sı
Herkesin Notu:
Bir sohbetlerinden:
“Onun o dikta ve sert idaresi kardeşlere zarar veriyor. Halbuki kaç defa yüzüne de söyledik, ikaz ettik. Yapma, etme, gitme diye.
Herkesin nefsi var, ihvanı okşamak lâzım. O ise müridânı idare edemiyor. Diğer bir kardeşin irşad ettiğini bu baltalıyor, kesip yok ediyor. İnceden inceye düşünemiyor, her şeyi kavrıyorum zannediyor. Bir hudut çevirmiş, onun emrinin dışında ihvan kıpırdamayacak. Bu olmaz ki canım! Hiç böyle bir salâhiyeti yok. Yersiz hareketleri yüzünden en kıymetli ihvanlar dökülüyor. Bilinmeyerek yapılan işler bunlar. Meselâ o kardeşi apar-topar dışarıda bırakan odur. Bir taraftan yapılıyor, bir taraftan kırılıyor.
Halbuki biz hiç böyle düşünmüyoruz. Sen kırma. Mevlâ dilerse O atar, sen atamazsın. Mevlâ’nın attığını ben de tutamıyorum. Bu gibi işler şahsın elinde değil, Mevlâ’nın elinde. Sen de Mevlâ’nın elinde olduğunu bil. Zihniyeti dar olduğu için bunları düşünemiyor. Kafa ile değil, kalıpla idare ediyor. İhvan kenara itilince yalnız kalıyor. Yalnız kalınca da susuz kalıyor ve ölüme mahkûm oluyor. Bu kadar da mühim bir husus. Niçin öldürüyorsun?
Biz bunları hiç hoş görmüyoruz, sabrediyoruz, sükût ediyoruz. Amma her şeyin notu bizde mevcut.” (9 Temmuz 1982)
Mukallid Mürşidler:
“Bir mukallid, birkaç parlak lâf ile bütün hakikati dürmeye çalışır. O kadar parlak sözleri vardır ki, eğer insan azıcık ilimden-hakikatten mahrumsa, onların o parlak sözlerinin cazibesi karşısında çöker gider. O da boşluktadır, tâbi olanlar da boşluktadır. Kopardıkları kimselerin ebedî hayatlarını öldürürler. Mahşerde o da şaşıracak, etrafı da şaşıracak. Ne umdular ne buldular... Amma hiç de kurtuluş yok.
Bunlara meydanı bırakmamak için nasıl uyanık bulunmak gerekiyor.
Efendi Hazretleri:
‘Kurda kuzuyu kaptırmayalım.’ buyurmuşlar.
Boş konuşan bu yıkıcıların tahribatı karşısında bir kardeşin ayağı kayabilir. Bırakma onu. Yardımcı ol ona. Bırakırsan kurt kapar götürür.
Ehl-i hareket iki boş söz söyler, hakikati örtmeye çalışır. Susma karşısında! Kitabı aç, yerini bularak oku. Sen verme cevabı, bırak hakikat konuşsun. Mukallidin hükmü çöksün. Hakikat Hakk’tan geldiği için güneş gibi parlaktır. Hiçbir mukallidin sözü onu ihata edemez. Amma sen açarsan edemez. Açmazsan, meydanı boş bulur, hükmünü yürütüp icraatını yapar.” (9 Temmuz 1982)
Mahviyet:
“Allah’ıma yemin ederim ki, O’na yaraşır zerre bir amelim yok. Ancak O’nun rahmet, merhamet ve lütfuna sığınıyorum.
Sahibim’den en çok istediğim bir duygu var. ‘Allah’ım! Beni küçült, küçült, küçült, öyle küçült ki, bir hiç haline getir. Erisem dahi bir damla pislik olur. Onu da kazıyıver, ondan sonra kurtulayım. Efendiliği, büyüklüğü başkasına ver.’ Allah’ımdan en çok istediğim budur. Herkes her şeyi ister, ben onu istiyorum.” (8 Temmuz 1983)
Allah Yolunda Çalışma:
“Biz kardeşlere diyoruz ki; Hazret-i Allah bize bu nuru bahşetmiş, bu nuru yayın, nuru konuşturun.
Bizim gayemiz derviş toplamak değil, iman kurtarmak. Allah’ıma yemin ederim ki ben kendimi dervişliğe lâyık görmüyorum.
Bir çobanın çok koyunu olmuş, yok koyunu olmuş, çobana ne? Çoban çobandır, koyun sahibinindir. İsterse: ‘Al şu koyunları güt!’ der, isterse çobanı da atar.
Hüküm Allah’ındır, başka hiçbir şeyin hükmü yok. Şu halde ne diye mürid topluyorsun? Gaye Allah... İşin özü bu... Mevzuat ise Resulullah Aleyhisselâm... Sonra onun izini takip etmiş olan Sultanlar... Onlar o Güzel’i daha güzel anlamışlar ve ona göre ışık tutmuşlar. Anladığını anlatıyorlar. Beşeriyetin projektörü onlar.” (8 Temmuz 1983)
Her Zamanın Bir Mevlânâ’sı:
– Efendim rüyâmda kapalı çarşı gibi bir yerde bulunuyorum. Çok kalabalık insanlar vardı. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri sağ imiş, herkes telâşla birbirine onu soruyordu. Ben ise yerini biliyormuşum, onun için hiç telâş etmiyordum. Daha sonra Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin huzuruna çıktım, elinden iki defa öptüm. Yanında bir zât daha vardı. Nûrânî bir halde idi, bir görünüyor, bir görünmüyordu.
Rüyânın ikinci safhasında zât-ı âlinizle beraberdik. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri zât-ı âliniz oluyormuşsunuz.
– Efendim madem ki size göstermişler, biz de mânâsını açık edelim. Her zamanın bir Mevlânâ’sı vardır. Hazret-i Allah dilediğini alır, dilediğini tayin eder.
Yanında gördüğünüz zât da Efendilerimiz’dir. Gerek Efendi Hazretleri olsun, gerekse Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri olsun, daima onların mevcudiyeti mevzubahistir. “Biz onun yanıbaşındayız, onu biz destekliyoruz.” diyorlar. Onları kimse görmez.
Allah’ımız onlardan bizi ayırmasın.
– Efendim müsaade buyurursanız bu noktada bir hususu hatırlatmak istiyoruz. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin zamanında aynı sokakta oturan birisi: “O büyük zâtlar nerede, olsa da eteğine yapışsak?” demiş.
– Göremezler efendim. Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i en yakınları görebildiler mi? Göremediler.
Diğer taraftan dünyanın bir ucundan kopmuş gelmiş, güneşi bulmuş, etrafında pervane gibi dönmüş, mest olmuş.
Lütf-u ihsandan başka hiçbir şey değil efendim. (10 Nisan 1982)
İlâhî Koruma:
– Mânâda yanyana bir çok evler-apartmanlar gördüm. İçinde hiç kimseler yoktu. Biz âilecek bir eve yerleştik. Hanım ve çocuklar sargılı idi.
Bu arada:
“Biz de onları başka bir kavme miras bıraktık.” (Duhan: 28)
Âyet-i kerime’sini hatırlıyorum.
– Hayırdır inşaallah... Müslümanlar büyük fırtınalar geçirecek, fakat inşaallah Hazret-i Allah ümmet-i Muhammed’e muzafferiyet bahşedecek, ihsan ve ikramda bulunacak.
Çok güzel bir havadis efendim, çok güzel. (10 Nisan 1982)
İsyan Cezasız Kalmaz:
“Bu sabah nükleerden bahsettiler. Bir-iki defadır nükleerden mevzu geçiyor.
Hazret-i Allah cidden gadap etmiş. ‘Biz onları suç üstü yakalayacağız.’ denildi. Anlıyorum ki Hazret-i Allah’ın gadabı çok büyük. İtimat edin yalvarmaya bile korkuyorum. Ancak hususi bir yalvarmayı Cenâb-ı Hakk lütfetmiş.
Nükleer demek felâket demek. Her an için büyük bir hadise beklenebilir. Yalnız hiç şüphe yok ki biz zamanını soramayız. Aslâ! Aklımızdan hayâlimizden bile geçmez. Bize sadece rumuz verilir. Ne zaman kopacağını Sahibim bilir.
Allah’ımız muhafaza buyursun, râzı olmadığı her şeyden.” (7 Temmuz 1983)
Ahiret Sermayesi:
– Kardeşin vasıtası ile geldik.
– Allah’ımız vasıtanızı ahiret vasıtası eylesin. Hazret-i Allah’ın ayrı ayrı ikram ve ihsanları vardır, hepsine de ayrı ayrı şükür lâzımdır. Eğer O’nun ihsanları O’nun yolunda kullanılırsa, ahiret sermayesi olur. Sa’y ve gayreti nispetinde mükâfata nâil ve dahil eder.
Fakat O’nun ihsanını O’nun rızâsı olmayan yere kullanırsak, o nispette ebedî hayatın israfına gitmiş oluruz. Dolayısı ile kendi yaptığımız kötülüğümüz nispetinde pişmanlığımız olur.
Allah’ımız kalbimizi hayra yönelttiği kimselerden etsin. İhsan ettiği nimetlerin kıymetini bilen, idrak eden kimselerden etsin. (10 Nisan 1982)
Her Zamanın Bir Mevlânâ’sı
Herkesin Notu:
Bir sohbetlerinden:
“Onun o dikta ve sert idaresi kardeşlere zarar veriyor. Halbuki kaç defa yüzüne de söyledik, ikaz ettik. Yapma, etme, gitme diye.
Herkesin nefsi var, ihvanı okşamak lâzım. O ise müridânı idare edemiyor. Diğer bir kardeşin irşad ettiğini bu baltalıyor, kesip yok ediyor. İnceden inceye düşünemiyor, her şeyi kavrıyorum zannediyor. Bir hudut çevirmiş, onun emrinin dışında ihvan kıpırdamayacak. Bu olmaz ki canım! Hiç böyle bir salâhiyeti yok. Yersiz hareketleri yüzünden en kıymetli ihvanlar dökülüyor. Bilinmeyerek yapılan işler bunlar. Meselâ o kardeşi apar-topar dışarıda bırakan odur. Bir taraftan yapılıyor, bir taraftan kırılıyor.
Halbuki biz hiç böyle düşünmüyoruz. Sen kırma. Mevlâ dilerse O atar, sen atamazsın. Mevlâ’nın attığını ben de tutamıyorum. Bu gibi işler şahsın elinde değil, Mevlâ’nın elinde. Sen de Mevlâ’nın elinde olduğunu bil. Zihniyeti dar olduğu için bunları düşünemiyor. Kafa ile değil, kalıpla idare ediyor. İhvan kenara itilince yalnız kalıyor. Yalnız kalınca da susuz kalıyor ve ölüme mahkûm oluyor. Bu kadar da mühim bir husus. Niçin öldürüyorsun?
Biz bunları hiç hoş görmüyoruz, sabrediyoruz, sükût ediyoruz. Amma her şeyin notu bizde mevcut.” (9 Temmuz 1982)
Mukallid Mürşidler:
“Bir mukallid, birkaç parlak lâf ile bütün hakikati dürmeye çalışır. O kadar parlak sözleri vardır ki, eğer insan azıcık ilimden-hakikatten mahrumsa, onların o parlak sözlerinin cazibesi karşısında çöker gider. O da boşluktadır, tâbi olanlar da boşluktadır. Kopardıkları kimselerin ebedî hayatlarını öldürürler. Mahşerde o da şaşıracak, etrafı da şaşıracak. Ne umdular ne buldular... Amma hiç de kurtuluş yok.
Bunlara meydanı bırakmamak için nasıl uyanık bulunmak gerekiyor.
Efendi Hazretleri:
‘Kurda kuzuyu kaptırmayalım.’ buyurmuşlar.
Boş konuşan bu yıkıcıların tahribatı karşısında bir kardeşin ayağı kayabilir. Bırakma onu. Yardımcı ol ona. Bırakırsan kurt kapar götürür.
Ehl-i hareket iki boş söz söyler, hakikati örtmeye çalışır. Susma karşısında! Kitabı aç, yerini bularak oku. Sen verme cevabı, bırak hakikat konuşsun. Mukallidin hükmü çöksün. Hakikat Hakk’tan geldiği için güneş gibi parlaktır. Hiçbir mukallidin sözü onu ihata edemez. Amma sen açarsan edemez. Açmazsan, meydanı boş bulur, hükmünü yürütüp icraatını yapar.” (9 Temmuz 1982)
Mahviyet:
“Allah’ıma yemin ederim ki, O’na yaraşır zerre bir amelim yok. Ancak O’nun rahmet, merhamet ve lütfuna sığınıyorum.
Sahibim’den en çok istediğim bir duygu var. ‘Allah’ım! Beni küçült, küçült, küçült, öyle küçült ki, bir hiç haline getir. Erisem dahi bir damla pislik olur. Onu da kazıyıver, ondan sonra kurtulayım. Efendiliği, büyüklüğü başkasına ver.’ Allah’ımdan en çok istediğim budur. Herkes her şeyi ister, ben onu istiyorum.” (8 Temmuz 1983)
Allah Yolunda Çalışma:
“Biz kardeşlere diyoruz ki; Hazret-i Allah bize bu nuru bahşetmiş, bu nuru yayın, nuru konuşturun.
Bizim gayemiz derviş toplamak değil, iman kurtarmak. Allah’ıma yemin ederim ki ben kendimi dervişliğe lâyık görmüyorum.
Bir çobanın çok koyunu olmuş, yok koyunu olmuş, çobana ne? Çoban çobandır, koyun sahibinindir. İsterse: ‘Al şu koyunları güt!’ der, isterse çobanı da atar.
Hüküm Allah’ındır, başka hiçbir şeyin hükmü yok. Şu halde ne diye mürid topluyorsun? Gaye Allah... İşin özü bu... Mevzuat ise Resulullah Aleyhisselâm... Sonra onun izini takip etmiş olan Sultanlar... Onlar o Güzel’i daha güzel anlamışlar ve ona göre ışık tutmuşlar. Anladığını anlatıyorlar. Beşeriyetin projektörü onlar.” (8 Temmuz 1983)
Her Zamanın Bir Mevlânâ’sı:
– Efendim rüyâmda kapalı çarşı gibi bir yerde bulunuyorum. Çok kalabalık insanlar vardı. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri sağ imiş, herkes telâşla birbirine onu soruyordu. Ben ise yerini biliyormuşum, onun için hiç telâş etmiyordum. Daha sonra Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin huzuruna çıktım, elinden iki defa öptüm. Yanında bir zât daha vardı. Nûrânî bir halde idi, bir görünüyor, bir görünmüyordu.
Rüyânın ikinci safhasında zât-ı âlinizle beraberdik. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri zât-ı âliniz oluyormuşsunuz.
– Efendim madem ki size göstermişler, biz de mânâsını açık edelim. Her zamanın bir Mevlânâ’sı vardır. Hazret-i Allah dilediğini alır, dilediğini tayin eder.
Yanında gördüğünüz zât da Efendilerimiz’dir. Gerek Efendi Hazretleri olsun, gerekse Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri olsun, daima onların mevcudiyeti mevzubahistir. “Biz onun yanıbaşındayız, onu biz destekliyoruz.” diyorlar. Onları kimse görmez.
Allah’ımız onlardan bizi ayırmasın.
– Efendim müsaade buyurursanız bu noktada bir hususu hatırlatmak istiyoruz. Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin zamanında aynı sokakta oturan birisi: “O büyük zâtlar nerede, olsa da eteğine yapışsak?” demiş.
– Göremezler efendim. Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i en yakınları görebildiler mi? Göremediler.
Diğer taraftan dünyanın bir ucundan kopmuş gelmiş, güneşi bulmuş, etrafında pervane gibi dönmüş, mest olmuş.
Lütf-u ihsandan başka hiçbir şey değil efendim. (10 Nisan 1982)
İlâhî Koruma:
– Mânâda yanyana bir çok evler-apartmanlar gördüm. İçinde hiç kimseler yoktu. Biz âilecek bir eve yerleştik. Hanım ve çocuklar sargılı idi.
Bu arada:
“Biz de onları başka bir kavme miras bıraktık.” (Duhan: 28)
Âyet-i kerime’sini hatırlıyorum.
– Hayırdır inşaallah... Müslümanlar büyük fırtınalar geçirecek, fakat inşaallah Hazret-i Allah ümmet-i Muhammed’e muzafferiyet bahşedecek, ihsan ve ikramda bulunacak.
Çok güzel bir havadis efendim, çok güzel. (10 Nisan 1982)
İsyan Cezasız Kalmaz:
“Bu sabah nükleerden bahsettiler. Bir-iki defadır nükleerden mevzu geçiyor.
Hazret-i Allah cidden gadap etmiş. ‘Biz onları suç üstü yakalayacağız.’ denildi. Anlıyorum ki Hazret-i Allah’ın gadabı çok büyük. İtimat edin yalvarmaya bile korkuyorum. Ancak hususi bir yalvarmayı Cenâb-ı Hakk lütfetmiş.
Nükleer demek felâket demek. Her an için büyük bir hadise beklenebilir. Yalnız hiç şüphe yok ki biz zamanını soramayız. Aslâ! Aklımızdan hayâlimizden bile geçmez. Bize sadece rumuz verilir. Ne zaman kopacağını Sahibim bilir.
Allah’ımız muhafaza buyursun, râzı olmadığı her şeyden.” (7 Temmuz 1983)
Ahiret Sermayesi:
– Kardeşin vasıtası ile geldik.
– Allah’ımız vasıtanızı ahiret vasıtası eylesin. Hazret-i Allah’ın ayrı ayrı ikram ve ihsanları vardır, hepsine de ayrı ayrı şükür lâzımdır. Eğer O’nun ihsanları O’nun yolunda kullanılırsa, ahiret sermayesi olur. Sa’y ve gayreti nispetinde mükâfata nâil ve dahil eder.
Fakat O’nun ihsanını O’nun rızâsı olmayan yere kullanırsak, o nispette ebedî hayatın israfına gitmiş oluruz. Dolayısı ile kendi yaptığımız kötülüğümüz nispetinde pişmanlığımız olur.
Allah’ımız kalbimizi hayra yönelttiği kimselerden etsin. İhsan ettiği nimetlerin kıymetini bilen, idrak eden kimselerden etsin. (10 Nisan 1982)