HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Rahmânî Tesellî
Her Fırsatta Öğüt:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine zorba Firavun’u misal göstererek Âyet-i kerime’sinde onlara şöyle hitap etmiştir:
“Doğrusu biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.” (Müzzemmil: 15)
Kendisine karşı yaptıklarınıza, inkârlarınıza, yalanlamalarınıza kıyamet günü şâhitlik edecektir.
Allah-u Teâlâ onlara öğüt ve nasihatte bulunmasını Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine emir buyurdu:
“Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin.” (Ğâşiye: 21)
Senin vazifen ancak bir tebliğdir. Sen hakikatleri onlara duyurmaya ve hatırlatmaya memursun.
“Sen ancak bir yol göstericisin.” (Ra’d: 7)
Kötü âkıbetlerini haber verip korkutmak ve uyarmak üzere gönderilmiş bir peygambersin.
“Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Ğâşiye: 22)
Sen tebliğ ettiğin şeyleri onlara zorla kabul ettirmekle yükümlü değilsin. Tebliğ ve ikaz vazifeni hakkıyla yerine getirdikten sonra artık müsterih ol, onların kabul etmemelerinden dolayı üzülme. Vazifene sabırla ve azimle devam et.
“Ancak kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azap ile cezalandırır.” (Ğâşiye: 23-24)
Ki, en büyük azap cehennem azabıdır. Çünkü küfrün cezası bütün cezaların üstündedir. Bununla beraber böyle bir kâfir daha dünyada iken de nice azaplara maruz kalabilir. O ise, ahiret azabına nispetle küçük kalır.
“Doğrusu onların dönüşü bizedir. Sonra onların hesabını görmek de bize âittir.” (Ğâşiye: 25-26)
Onların, hükmünü her şeye geçiren ve intikam almaya gücü yeten Allah’tan başka dönecekleri kimse yoktur. Ne kadar yüz çevirseler, ne kadar kaçmaya çalışsalar, sonunda huzur-u ilâhî’ye varacaklardır. Dolayısıyla o en büyük azaptan kurtulmalarına imkân ve ihtimal yoktur.
Bu korkutmadan sonra diğer bir Âyet-i kerime’de muhalefet edenlerin omuzlarına yüklenen mesuliyete işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’ün görevi sadece tebliğ etmektir. Allah neyi açıklayıp neyi gizlediğinizi bilir.” (Mâide: 99)
Hiçbir kimsenin hiçbir hali O’na gizli değildir. Tasdik edeni de, tekzib edeni de, münâfık olanı da, muvafık olanı da en iyi şekilde bilir.
“O halde kim hidayete ererse, ancak kendisi için ermiş olur. Kim de saparsa, de ki: ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’” (Neml: 92)
Allah-u Teâlâ imanın da küfrün de ancak ilâhî irade ile husule geldiğini Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmaktadır:
“Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. Öyle iken iman etmeleri için insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus: 99)
Çünkü dinde zorlama yoktur.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde İslâm’ın ilk yıllarında, savaş izni gelmeden önce; müşriklerin ezâ ve cefâlarına müminlerin sabretmelerini, intikam almayı Zât-ı akdes’ine bırakmalarını emir buyurmuştur.
“İman edenlere söyle: Allah’ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her bir topluluğu kazandıklarına göre cezalandıracaktır.” (Câsiye: 14)
İnananlar azgın müşriklerin zulümlerine sabrettikleri takdirde, Allah-u Teâlâ o zâlimlerin hesabını bizzat kendisi görür, sabır ve sebat gösterenleri daha çok mükâfatlandırır.
Bu metodu en iyi bilen Resulullah Aleyhisselâm, Mekke döneminde on üç yıl boyunca saldırgan müşriklere karşı silâhlı bir mücadeleye kesinlikle girmemiş; müşrikleri imana dâvet ederken, onların sataşmalarını müsamaha ile karşılamıştır.
Medine döneminde ise durum değişmiş, zamanı gelince Bedir savaşında olduğu gibi Allah-u Teâlâ zâlimleri cezalandırmıştır.
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günlerin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yunus: 102)
Size elbette ki böyle bir azap inecektir, hiçbir zaman böyle bir felâketten kurtulamayacaksınız.
“Sonra biz peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece iman edenleri kurtarmak bizim üzerimize haktır.” (Yunus: 103)
Böyle felâketlerden peygamberler ve onlara iman edenler kurtulurlar.
Rahmânî Tesellî:
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz dâvet vazifesini azimle ve cesaretle yürütürken, hiç şüphesiz ki en büyük desteği Allah-u Teâlâ’dan görmüştür.
“O’nun sözü şudur: Ey Rabb’im! Bunlar iman etmeyen bir topluluktur.” (Zuhruf: 88)
İmana karşı kalpleri ve basiretleri bağlanmıştır, var güçleriyle küfürde direnmektedirler.
“Resul’üm! Şimdilik sen onlardan yüz çevir. De ki: ‘Size selâm olsun!’ Yakında bilecekler.” (Zuhruf: 89)
Gecikse de elbette içlerinde bulundukları durumu öğrenecekler, yalanlamalarının sonucunu görecekler.
Allah-u Teâlâ zaman zaman indirdiği Âyet-i kerime’lerinde Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini tesellî etmiş, dâvetine uymayanlara karşı nasıl bir yol takip edeceğini beyan buyurmuştur:
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret.” (Sâd: 17)
Şimdilik kendi hallerine bırak, terbiyesizliklerine aldırış etme, hakkında uydurdukları çirkin sözlerle sana verdikleri eziyetlere sabret, saygısızlıklarına öfkelenme.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil: 10)
Bu senin hakkında ilâhî bir imtihandır, mükâfat vesilesidir.
“Resul’üm! Bırak onları! Tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayadursunlar.” (Meâric: 42)
Sen, sana emrolunanla meşgul ol, tebliğine devam et. Muhalefet edenler lâyık oldukları cezâlara çarptırılacaklardır.
“Resul’üm! Şimdi sen güzelce sabret. Doğrusu onlar o azabı uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görüyoruz.” (Meâric: 5-7)
Çekecekleri azabın emri verilmiştir, eninde sonunda başlarına gelecektir. Çünkü her gelmekte olan şey yakındır.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret!” (Tâhâ: 130)
Onların inkârcı tavırlarından, çirkin lâkırdılarından, yalanlamalarından dolayı üzülme. Hiç şüphesiz ki haklarında ilâhî hüküm inecektir.
“Resul’üm! Sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.” (Mümin: 55 ve 77)
Seni hiçbir zaman yardımsız ve yardımcısız bırakmayacaktır.
“Onlara vâdettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de veya seni alsak da, nihayet onların dönüşü bize olacaktır.” (Mümin: 77)
Büyük mahkemede onları hesaba çekeriz ve yaptıklarının karşılığı olarak çetin bir şekilde cezalandırırız.
“Resul’üm! Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.” (Fâtır: 4)
Her yalanlayıcı, inkârının karşılığına kavuşmuş olacaktır.
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter!” (Tevbe: 129)
Başarılı kılması için yardım dile, bütün işlerini O’na havale et. O sana yetecektir.
De ki:
“O’ndan başka ilâh yoktur, O’na tevekkül ederim. O, büyük arşın sahibidir.” (Tevbe: 129)
Arşın Rabb’ine güvenmek hiçbir mahlûka ihtiyaç bırakmaz.
Mekke’nin ileri gelen müşriklerinin İslâmiyet’i din olarak kabul etmemelerine çok üzülen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Allah-u Teâlâ asıl vazifesinin sınırını hatırlatarak şöyle buyurmuştur:
“Eğer yüz çevirirlerse, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız tebliğ etmektir.” (Şûrâ: 48)
Onları zorla inandırmakla yükümlü olmadığın gibi, İslâm’ı din olarak seçmemelerinin sebebi de senden sorulmayacaktır. İman ederlerse menfaati, etmezlerse zararı ve mesuliyeti onlara âittir.
“Sana düşen ancak tebliğdir. Hesap görmek ise bize düşer.” (Ra’d: 40)
Allah-u Teâlâ, Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliğini kabul etmekle mükellef olanlara hitap ederek diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin.” (Nûr: 54)
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat da hususiyetle Allah-u Teâlâ’nın emridir. Ona itaat edilmedikçe, Allah-u Teâlâ’ya itaat edilmiş olmaz.
“Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o Peygamber kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz.” (Nûr: 54)
Peygamber’e gereken, yükümlü olduğu tebliğ vazifesini yapmak; bu ilâhi dâveti duyanlara gereken de, yükümlü oldukları şekilde ona inanmak, dinlemek, itaat etmek ve emirlerine uymaktır. Zira Allah-u Teâlâ ve O’nun yüce Resul’ü mutlaka iyiyi ve doğruyu emreder.
“Ona itaat ederseniz hidayete erer doğru yolu bulursunuz.” (Nûr: 54)
Size bildirmiş olduğu emir ve yasaklarda ona itaat ettiğiniz takdirde, kurtuluş yoluna ermiş olursunuz.
“Peygamber’e düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Nûr: 54)
Eğer siz muhalefet ve isyan ederseniz ona bir zarar gelmez.
“Kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse ona acıklı bir azap ile azap eder.” (Fetih: 17)
İtaat edenlere sonsuz saâdet kapıları açıldığı gibi, yüz çevirenler de ebedî bir felâket ile başbaşa kalırlar.
Allah-u Teâlâ Peygamber’ini teselli ederek diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Belki de sen: ‘Ona bir hazine indirilmeli veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi?’ dedikleri için, sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını bırakacak ve bu yüzden göğsün daralacaktır. Sen ancak bir uyarıcısın.
Allah ise her şeye vekildir.” (Hûd: 12)
Sen O’na tevekkül et, işlerini O’na havale et, onların büyüklük taslamalarına bakma!
•
Müşriklerin inkâr ve itirazlarından müteessir olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nezih kalbine teselli vermek için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Biz böylece her peygambere suçlulardan bir düşman verdik.” (Furkân: 31)
Sen de onlar gibi sabret, kavminin kem sözlerinden ve gözlerinden üzüntü duyma!
“Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, o zaman gücün yetiyorsa yerde bir delik aç veya göğe merdiven kur da, onlara bir âyet getir. Allah dilemiş olsaydı elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde sakın câhillerden olma!” (En’âm: 35)
Olmayacak bir iş için ısrarlı davranma. Allah-u Teâlâ onların hidayete gelmelerini dilememiştir, çünkü onların bu hususta hiçbir çabaları yoktur, tercihlerini hidayeti bulma yönünde kullanmamışlardır.
“O dileseydi elbette hepinizi hidayete kavuştururdu.” (En’âm: 149)
Topluca hidayete ulaşmanızı dilememiş; hidayeti isteyene hidayet, sapıklık isteyene de sapıklık dilemiştir.
“Onlara bir âyet getirmediğin zaman: ‘Sen kendin bir tane derleyip getirseydin ya!’ derler.” (A’râf: 203)
Müşrikler böyle söylemekle diğer Âyet-i kerime’leri Resulullah Aleyhisselâm’ın oradan buradan derleyip toparladığını imâ ederek işi alaya verirler, böylelikle dil uzatmaya kalkarlardı.
“De ki: Ben ancak Rabb’imden bana vahyedilene uyarım. Bu, Rabb’inizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır).
İman eden bir topluluk için hidayet ve rahmettir.” (A’râf: 203)
Şu halde saygısızlık etmeyin, iman şerefiyle müşerref olun, bu ilâhî Kitab’ın nurlarından istifade edin.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Eğer biz dilersek, sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız. Sonra bu durumda sen bize karşı duracak bir vekil de bulamazdın.
Ancak Rabb’inden bir rahmet olarak (bâki kalmıştır).
Çünkü O’nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.” (İsrâ: 86-87)
Seni peygamber olarak göndermesi, sana kitap indirmesi ve onu hafızanda bâki kılması suretiyle büyük bir lütufta bulunmuştur.
•
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hitap ederek, kâfirlerden bazılarına geçici olarak verdiği nimetlere bakmamasını, onların iman etmemelerine üzülmemesini Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:
“Onlardan bazı sınıflara geçici olarak faydalanmaları için verdiğimiz şeylere sakın gözünü dikme. Onlara üzülme. Müminlere tevazu kanatlarını ger.” (Hicr: 88)
Tam bir alçak gönüllülük ve şefkatle himayene al!
Rahmânî Tesellî
Her Fırsatta Öğüt:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine zorba Firavun’u misal göstererek Âyet-i kerime’sinde onlara şöyle hitap etmiştir:
“Doğrusu biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik edecek bir peygamber gönderdik.” (Müzzemmil: 15)
Kendisine karşı yaptıklarınıza, inkârlarınıza, yalanlamalarınıza kıyamet günü şâhitlik edecektir.
Allah-u Teâlâ onlara öğüt ve nasihatte bulunmasını Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine emir buyurdu:
“Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin.” (Ğâşiye: 21)
Senin vazifen ancak bir tebliğdir. Sen hakikatleri onlara duyurmaya ve hatırlatmaya memursun.
“Sen ancak bir yol göstericisin.” (Ra’d: 7)
Kötü âkıbetlerini haber verip korkutmak ve uyarmak üzere gönderilmiş bir peygambersin.
“Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Ğâşiye: 22)
Sen tebliğ ettiğin şeyleri onlara zorla kabul ettirmekle yükümlü değilsin. Tebliğ ve ikaz vazifeni hakkıyla yerine getirdikten sonra artık müsterih ol, onların kabul etmemelerinden dolayı üzülme. Vazifene sabırla ve azimle devam et.
“Ancak kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azap ile cezalandırır.” (Ğâşiye: 23-24)
Ki, en büyük azap cehennem azabıdır. Çünkü küfrün cezası bütün cezaların üstündedir. Bununla beraber böyle bir kâfir daha dünyada iken de nice azaplara maruz kalabilir. O ise, ahiret azabına nispetle küçük kalır.
“Doğrusu onların dönüşü bizedir. Sonra onların hesabını görmek de bize âittir.” (Ğâşiye: 25-26)
Onların, hükmünü her şeye geçiren ve intikam almaya gücü yeten Allah’tan başka dönecekleri kimse yoktur. Ne kadar yüz çevirseler, ne kadar kaçmaya çalışsalar, sonunda huzur-u ilâhî’ye varacaklardır. Dolayısıyla o en büyük azaptan kurtulmalarına imkân ve ihtimal yoktur.
Bu korkutmadan sonra diğer bir Âyet-i kerime’de muhalefet edenlerin omuzlarına yüklenen mesuliyete işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’ün görevi sadece tebliğ etmektir. Allah neyi açıklayıp neyi gizlediğinizi bilir.” (Mâide: 99)
Hiçbir kimsenin hiçbir hali O’na gizli değildir. Tasdik edeni de, tekzib edeni de, münâfık olanı da, muvafık olanı da en iyi şekilde bilir.
“O halde kim hidayete ererse, ancak kendisi için ermiş olur. Kim de saparsa, de ki: ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’” (Neml: 92)
Allah-u Teâlâ imanın da küfrün de ancak ilâhî irade ile husule geldiğini Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmaktadır:
“Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. Öyle iken iman etmeleri için insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus: 99)
Çünkü dinde zorlama yoktur.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde İslâm’ın ilk yıllarında, savaş izni gelmeden önce; müşriklerin ezâ ve cefâlarına müminlerin sabretmelerini, intikam almayı Zât-ı akdes’ine bırakmalarını emir buyurmuştur.
“İman edenlere söyle: Allah’ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her bir topluluğu kazandıklarına göre cezalandıracaktır.” (Câsiye: 14)
İnananlar azgın müşriklerin zulümlerine sabrettikleri takdirde, Allah-u Teâlâ o zâlimlerin hesabını bizzat kendisi görür, sabır ve sebat gösterenleri daha çok mükâfatlandırır.
Bu metodu en iyi bilen Resulullah Aleyhisselâm, Mekke döneminde on üç yıl boyunca saldırgan müşriklere karşı silâhlı bir mücadeleye kesinlikle girmemiş; müşrikleri imana dâvet ederken, onların sataşmalarını müsamaha ile karşılamıştır.
Medine döneminde ise durum değişmiş, zamanı gelince Bedir savaşında olduğu gibi Allah-u Teâlâ zâlimleri cezalandırmıştır.
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günlerin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yunus: 102)
Size elbette ki böyle bir azap inecektir, hiçbir zaman böyle bir felâketten kurtulamayacaksınız.
“Sonra biz peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece iman edenleri kurtarmak bizim üzerimize haktır.” (Yunus: 103)
Böyle felâketlerden peygamberler ve onlara iman edenler kurtulurlar.
Rahmânî Tesellî:
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz dâvet vazifesini azimle ve cesaretle yürütürken, hiç şüphesiz ki en büyük desteği Allah-u Teâlâ’dan görmüştür.
“O’nun sözü şudur: Ey Rabb’im! Bunlar iman etmeyen bir topluluktur.” (Zuhruf: 88)
İmana karşı kalpleri ve basiretleri bağlanmıştır, var güçleriyle küfürde direnmektedirler.
“Resul’üm! Şimdilik sen onlardan yüz çevir. De ki: ‘Size selâm olsun!’ Yakında bilecekler.” (Zuhruf: 89)
Gecikse de elbette içlerinde bulundukları durumu öğrenecekler, yalanlamalarının sonucunu görecekler.
Allah-u Teâlâ zaman zaman indirdiği Âyet-i kerime’lerinde Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini tesellî etmiş, dâvetine uymayanlara karşı nasıl bir yol takip edeceğini beyan buyurmuştur:
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret.” (Sâd: 17)
Şimdilik kendi hallerine bırak, terbiyesizliklerine aldırış etme, hakkında uydurdukları çirkin sözlerle sana verdikleri eziyetlere sabret, saygısızlıklarına öfkelenme.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret ve güzelce onlardan ayrıl.” (Müzzemmil: 10)
Bu senin hakkında ilâhî bir imtihandır, mükâfat vesilesidir.
“Resul’üm! Bırak onları! Tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayadursunlar.” (Meâric: 42)
Sen, sana emrolunanla meşgul ol, tebliğine devam et. Muhalefet edenler lâyık oldukları cezâlara çarptırılacaklardır.
“Resul’üm! Şimdi sen güzelce sabret. Doğrusu onlar o azabı uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görüyoruz.” (Meâric: 5-7)
Çekecekleri azabın emri verilmiştir, eninde sonunda başlarına gelecektir. Çünkü her gelmekte olan şey yakındır.
“Resul’üm! Onların söylediklerine sabret!” (Tâhâ: 130)
Onların inkârcı tavırlarından, çirkin lâkırdılarından, yalanlamalarından dolayı üzülme. Hiç şüphesiz ki haklarında ilâhî hüküm inecektir.
“Resul’üm! Sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.” (Mümin: 55 ve 77)
Seni hiçbir zaman yardımsız ve yardımcısız bırakmayacaktır.
“Onlara vâdettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de veya seni alsak da, nihayet onların dönüşü bize olacaktır.” (Mümin: 77)
Büyük mahkemede onları hesaba çekeriz ve yaptıklarının karşılığı olarak çetin bir şekilde cezalandırırız.
“Resul’üm! Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.” (Fâtır: 4)
Her yalanlayıcı, inkârının karşılığına kavuşmuş olacaktır.
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter!” (Tevbe: 129)
Başarılı kılması için yardım dile, bütün işlerini O’na havale et. O sana yetecektir.
De ki:
“O’ndan başka ilâh yoktur, O’na tevekkül ederim. O, büyük arşın sahibidir.” (Tevbe: 129)
Arşın Rabb’ine güvenmek hiçbir mahlûka ihtiyaç bırakmaz.
Mekke’nin ileri gelen müşriklerinin İslâmiyet’i din olarak kabul etmemelerine çok üzülen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Allah-u Teâlâ asıl vazifesinin sınırını hatırlatarak şöyle buyurmuştur:
“Eğer yüz çevirirlerse, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız tebliğ etmektir.” (Şûrâ: 48)
Onları zorla inandırmakla yükümlü olmadığın gibi, İslâm’ı din olarak seçmemelerinin sebebi de senden sorulmayacaktır. İman ederlerse menfaati, etmezlerse zararı ve mesuliyeti onlara âittir.
“Sana düşen ancak tebliğdir. Hesap görmek ise bize düşer.” (Ra’d: 40)
Allah-u Teâlâ, Resulullah Aleyhisselâm’ın tebliğini kabul etmekle mükellef olanlara hitap ederek diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin.” (Nûr: 54)
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat da hususiyetle Allah-u Teâlâ’nın emridir. Ona itaat edilmedikçe, Allah-u Teâlâ’ya itaat edilmiş olmaz.
“Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o Peygamber kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz.” (Nûr: 54)
Peygamber’e gereken, yükümlü olduğu tebliğ vazifesini yapmak; bu ilâhi dâveti duyanlara gereken de, yükümlü oldukları şekilde ona inanmak, dinlemek, itaat etmek ve emirlerine uymaktır. Zira Allah-u Teâlâ ve O’nun yüce Resul’ü mutlaka iyiyi ve doğruyu emreder.
“Ona itaat ederseniz hidayete erer doğru yolu bulursunuz.” (Nûr: 54)
Size bildirmiş olduğu emir ve yasaklarda ona itaat ettiğiniz takdirde, kurtuluş yoluna ermiş olursunuz.
“Peygamber’e düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Nûr: 54)
Eğer siz muhalefet ve isyan ederseniz ona bir zarar gelmez.
“Kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de yüz çevirirse ona acıklı bir azap ile azap eder.” (Fetih: 17)
İtaat edenlere sonsuz saâdet kapıları açıldığı gibi, yüz çevirenler de ebedî bir felâket ile başbaşa kalırlar.
Allah-u Teâlâ Peygamber’ini teselli ederek diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“Belki de sen: ‘Ona bir hazine indirilmeli veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi?’ dedikleri için, sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını bırakacak ve bu yüzden göğsün daralacaktır. Sen ancak bir uyarıcısın.
Allah ise her şeye vekildir.” (Hûd: 12)
Sen O’na tevekkül et, işlerini O’na havale et, onların büyüklük taslamalarına bakma!
•
Müşriklerin inkâr ve itirazlarından müteessir olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nezih kalbine teselli vermek için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Biz böylece her peygambere suçlulardan bir düşman verdik.” (Furkân: 31)
Sen de onlar gibi sabret, kavminin kem sözlerinden ve gözlerinden üzüntü duyma!
“Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, o zaman gücün yetiyorsa yerde bir delik aç veya göğe merdiven kur da, onlara bir âyet getir. Allah dilemiş olsaydı elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde sakın câhillerden olma!” (En’âm: 35)
Olmayacak bir iş için ısrarlı davranma. Allah-u Teâlâ onların hidayete gelmelerini dilememiştir, çünkü onların bu hususta hiçbir çabaları yoktur, tercihlerini hidayeti bulma yönünde kullanmamışlardır.
“O dileseydi elbette hepinizi hidayete kavuştururdu.” (En’âm: 149)
Topluca hidayete ulaşmanızı dilememiş; hidayeti isteyene hidayet, sapıklık isteyene de sapıklık dilemiştir.
“Onlara bir âyet getirmediğin zaman: ‘Sen kendin bir tane derleyip getirseydin ya!’ derler.” (A’râf: 203)
Müşrikler böyle söylemekle diğer Âyet-i kerime’leri Resulullah Aleyhisselâm’ın oradan buradan derleyip toparladığını imâ ederek işi alaya verirler, böylelikle dil uzatmaya kalkarlardı.
“De ki: Ben ancak Rabb’imden bana vahyedilene uyarım. Bu, Rabb’inizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır).
İman eden bir topluluk için hidayet ve rahmettir.” (A’râf: 203)
Şu halde saygısızlık etmeyin, iman şerefiyle müşerref olun, bu ilâhî Kitab’ın nurlarından istifade edin.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Eğer biz dilersek, sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız. Sonra bu durumda sen bize karşı duracak bir vekil de bulamazdın.
Ancak Rabb’inden bir rahmet olarak (bâki kalmıştır).
Çünkü O’nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.” (İsrâ: 86-87)
Seni peygamber olarak göndermesi, sana kitap indirmesi ve onu hafızanda bâki kılması suretiyle büyük bir lütufta bulunmuştur.
•
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’a hitap ederek, kâfirlerden bazılarına geçici olarak verdiği nimetlere bakmamasını, onların iman etmemelerine üzülmemesini Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:
“Onlardan bazı sınıflara geçici olarak faydalanmaları için verdiğimiz şeylere sakın gözünü dikme. Onlara üzülme. Müminlere tevazu kanatlarını ger.” (Hicr: 88)
Tam bir alçak gönüllülük ve şefkatle himayene al!