HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Kötü Zan ve Ahmakça Taklit
Câhiliye Arapları’nın sapıklıklarından birisi de meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddiâ etmeleri idi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa Rabb’iniz oğulları sizin için seçti de, kendisi meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten siz (vebâli) büyük bir söz söylüyorsunuz!” (İsrâ: 40)
Kimsenin cüret edemediği korkunç bir vebâli üzerinize alıyorsunuz.
“Ahirete inanmayanlar meleklere dişi adı takarlar.” (Necm: 27)
Allah-u Teâlâ’ya karşı yalan ve iftiranın ahiretteki cezasından korkmadıkları için, nefislerinin arzusuna uygun tarzda kız suretinde putlar yapıyorlardı.
“Eğer Allah evlât edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir. O, tek ve Kahhar olan Allah’tır.” (Zümer: 4)
O’nun herhangi bir çocuğu olsaydı, mutlaka kendi cinsinden olurdu. Halbuki O, tek olduğu için cinsi yoktur.
“Yoksa onlar, süs içinde yetiştirilip de mücadelede açık olmayanı mı? (Meramını tam olarak anlatamayan kızları mı O’na yakıştırıyorlar?)” (Zuhruf: 18)
Bu iddiâlar alabildiğine küfür ve yalanın en büyüğüdür. Hiç şüphesiz ki bunun vebâli de çok ağırdır.
“Onlar Rahman’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şâhitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf: 19)
Herhangi bir belgeye dayanmaksızın böyle bir zan ileri sürmeleri, hiç de küçümsenecek bir suç değildir.Müşriklerin sapıklıkları daha da artmış, bunun Allah’ın rızâsı ile olduğunu iddiâ etmeye yeltenmişlerdir.
“Ve derler ki: ‘Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara tapmazdık.’ Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.” (Zuhruf: 20)
Kendilerini mazur göstermek için: “Bizim onlara tapmamız Allah’ın dilemesi ile olduğuna göre, O buna râzı demektir.” diyorlardı.
“Yoksa biz onlara (Kur’an’dan) önce bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?” (Zuhruf: 21)
Halbuki kendilerine öyle bir kitap verilmemiştir, ellerinde bu hususta hiçbir delil yoktur.
“Hayır! Onlar derler ki: Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz.” (Zuhruf: 22)
Bir delile dayanmaksızın kendileri gibi câhil olan dedelerini, bağnaz babalarını taklit ettiler ve sapıklıklarını da doğru bir hareket olarak gördüler.
“İşte böyle. Senden önce de, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın refah içinde şımaranları mutlaka şöyle demişlerdir:
Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz.” (Zuhruf: 23)
Bolluk içinde yüzen ve dünya meşgalelerine daldıkça dalan insanlar, kendilerini doğru yola sevkedecek olan uyarıcılara şiddetle karşı çıktılar. Gerçeği bulmak için en küçük bir çaba dahi göstermediler, kuru taklit batağında çakılakaldılar.
“‘Şayet ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?’ deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz.” (Zuhruf: 24)
Uyarıcıların bu en güzel ikazlarına rağmen bir türlü Hakk’a boyun eğmediler, hiçbir şekilde hakikati tasdik etmediler.
•
Ellerinde bu hususta hiçbir delil olmadığı halde sapıklıkta ısrar eden müşriklerin koyu cehâletleri hakkında Sâffât sûre-i şerif’inde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Sor onlara: Kızlar Rabb’inin de, oğullar onların mı?” (Sâffât: 149)
Böyle bir kuru zan, ahmaklığın en ileri şekli değil midir?
“Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlar o zaman buna şâhit mi idiler?” (Sâffât: 150)
Meleklerin yaratılmalarını görmedikleri halde, nasıl oluyor da onların kız olduğunu söyleyebiliyorlar?
“Dikkat edin! Gerçekten onlar uydurmalarından dolayı: ‘Allah doğurdu.’ diyorlar. Hiç şüphesiz ki onlar yalancıdırlar. Allah kızları oğullara tercih mi etmiş? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin açıkça bir deliliniz mi var? Eğer doğru sözlü iseniz kitabınızı getirin!” (Sâffât: 151-157)
Sizin bu sözlerinizin akla ve mantığa uyması mümkün değildir. Elinizde ilâhî bir belge olmadığı halde, şuursuzluğunuzda direnip duruyorsunuz.
•
Müşrikler bununla da kalmadılar, cinlerle Allah-u Teâlâ arasında akrabalık ve soy birliği bulunduğunu iddiâ ettiler.
“Bir de O’nunla cinler arasında bir nesep bağı uydurdular. Andolsun ki cinler de bilirler ki, onlar götürüleceklerdir.” (Sâffât: 158)
Bu sözleri söyleyen kimselerin iftirâ ettiklerini ve ahiret gününde bundan dolayı azaba hazır edileceklerini cinler bilmektedirler. Onlar er veya geç cehenneme atılacaklardır.
“Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Saffât: 159)
Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Zât-ı akdes’i yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da yarattığı varlıkların vasıflarına benzemez.
“Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâdır.” (Sâffât: 74 ve 160)
Samimiyetle Hakk’a bağlanmış olan kullar, ilâhî lütuf sayesinde bu gibi sapıklıklara düşmezler. O’nu ancak Zât-ı akdes’ine yakışır şekilde tasdik ve takdis ederler.
“Şüphesiz ki siz de taptıklarınız da, O’na karşı kimseyi kandırıp saptıramazsınız. Cehenneme girecek kimse hariç.” (Sâffât: 161-163)
Siz de putlarınız da, bir kimseyi yoldan çıkarma, sapıklığa düşürme gücüne sahip değilsiniz. Sizin sözlerinize ancak cehennem yolunu tercih etmiş olanlar inanırlar.
“Bir süreye kadar sen onlardan yüz çevir.” (Sâffât: 174 ve 178)
Sana verdikleri eziyetlere katlan ve belirlenmiş olan o zamanı bekle.
“Onlara (inecek azabı) gözetle, onlar da görecekler.” (Sâffât: 175 ve 179)
Nitekim verilen bu söz Bedir’de ve Mekke’nin fethinde gerçekleşmiştir.
“Yoksa azabımızı acele mi istiyorlar? Fakat o, yurtlarına indiğinde, o uyarılanların sabahı ne kötü olur!” (Sâffât: 176-177)
Kureyş müşrikleri bu Âyet-i kerime’lerin inmesinden kısa bir zaman sonra felâketlere uğramışlar; İslâm’ın sadece Araplar’ı değil, koskoca imparatorlukları dahi yendiğini görmüşlerdir.
İnkâr Üstüne İnkâr:
Allah-u Teâlâ müşriklerin inkâr ve sapıklıklarından bir başka türünü anlatmak üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Âyetlerimiz onlara açık açık okunduğu zaman: ‘Bu adam sizi babalarınızın taptıklarından alıkoymaktan başka bir şey istemiyor.’ derlerdi. ‘Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir.’ derlerdi.
Hak kendilerine geldiğinde hakkı inkâr edenler: ‘Bu apaçık bir sihirdir, başka bir şey değildir.’ dediler.” (Sebe: 43)
Onların bu kadar çabuk bir şekilde bir iddiâdan başka bir iddiâya geçmeleri, inkârlarının derecesini ve başlarına gelecek cezanın ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Kendileri apaçık iftirâ ettikleri halde, müşrikler hiç sıkılmadan Resulullah Aleyhisselâm’ın iftirâcı olduğunu söylüyorlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Allah ne indireceğini pek iyi bildiği halde, biz bir âyeti başka bir âyetin yerine getirdiğimiz zaman: ‘Sen ancak iftiracısın!’ derler. Hayır! Onların çoğu bilmezler.” (Nahl: 101)
Beyinsizlikleri ve câhillikleri sebebiyle böyle söylerler.
“Açıkça görünen âyetlerimiz onlara gelince: ‘Bu apaçık bir sihirdir.’ dediler.” (Neml: 13)
Allah-u Teâlâ onların bu sözleri bir delile dayanarak söylemediklerini, zan ve vehim ile hareket ettiklerini açıklayarak şöyle buyurdu:
“Halbuki biz onlara ders alacakları kitapları vermemiş ve senden önce onlara uyarıcı bir peygamber de göndermemiştik.” (Sebe: 44)
Durum böyle olduğu halde uydurma ithamlarında körü körüne ısrar edip duruyorlardı. Yaptıkları lâkırdılar kuru bir iddiâdan başka bir şey değildi.
Allah-u Teâlâ kendilerinden önce bilgi bakımından, mal, mülk ve kuvvet bakımından daha güçlü olan kimseleri helâk ettiğini belirterek, yalanlamalarına karşılık onları tehdit etmek üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Kendilerinden öncekiler de yalanlamışlardı. Halbuki bunlar, öncekilere verdiklerimizin onda birine ulaşamadılar.
Böyleyken peygamberlerini yalanlamışlardı. Beni inkâr nasıl olurmuş!” (Sebe: 45)
Onların başlarına gelenleri Kureyşli müşrikler biliyorlardı. Bunlar da benzeri bir azaptan sakınsınlar. Nelerine güvenerek küfür ve şirk içinde yaşamaya cüret gösteriyorlar?
•
Allah-u Teâlâ müşriklere mühlet tanımış, bu hususta akıllarını çalıştırmalarını, taassuba kapılmadan hakikati aramalarını istemiş, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine şu buyruğu vermişti:
“Resul’üm! De ki: Ben size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkınız. Sonra da arkadaşınızda hiçbir delilik olmadığını iyice düşününüz.
O ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan önce sizi uyarandır.” (Sebe: 46)
Allah-u Teâlâ: “İkişer ikişer ve birer birer” buyurdu. Çünkü topluca bir arada bulunmak düşünceyi karıştırır, kalabalıkta ancak tutulan yol desteklenir. Fakat iki kişi insaflı bir şekilde karşılıklı olarak düşündükleri zaman, gerçek ortaya çıkar. Tek kişinin durumu da böyledir, sağlam bir düşünceye sahip olanlar, vicdanları ile başbaşa kaldıkları zaman gerçeği görürler. İşte Kureyş’in azılı müşrikleri de düşündükleri zaman Muhammed Aleyhisselâm’a deli demenin mümkün olmadığını anlamış olurlardı.
Onlara karşı takınılacak tavır hakkında ise bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Şuarâ: 216)
Kim sana karşı çıkarsa, ondan ve yaptıklarından uzak dur.
Kötü Zan ve Ahmakça Taklit
Câhiliye Arapları’nın sapıklıklarından birisi de meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddiâ etmeleri idi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa Rabb’iniz oğulları sizin için seçti de, kendisi meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten siz (vebâli) büyük bir söz söylüyorsunuz!” (İsrâ: 40)
Kimsenin cüret edemediği korkunç bir vebâli üzerinize alıyorsunuz.
“Ahirete inanmayanlar meleklere dişi adı takarlar.” (Necm: 27)
Allah-u Teâlâ’ya karşı yalan ve iftiranın ahiretteki cezasından korkmadıkları için, nefislerinin arzusuna uygun tarzda kız suretinde putlar yapıyorlardı.
“Eğer Allah evlât edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir. O, tek ve Kahhar olan Allah’tır.” (Zümer: 4)
O’nun herhangi bir çocuğu olsaydı, mutlaka kendi cinsinden olurdu. Halbuki O, tek olduğu için cinsi yoktur.
“Yoksa onlar, süs içinde yetiştirilip de mücadelede açık olmayanı mı? (Meramını tam olarak anlatamayan kızları mı O’na yakıştırıyorlar?)” (Zuhruf: 18)
Bu iddiâlar alabildiğine küfür ve yalanın en büyüğüdür. Hiç şüphesiz ki bunun vebâli de çok ağırdır.
“Onlar Rahman’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şâhitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf: 19)
Herhangi bir belgeye dayanmaksızın böyle bir zan ileri sürmeleri, hiç de küçümsenecek bir suç değildir.Müşriklerin sapıklıkları daha da artmış, bunun Allah’ın rızâsı ile olduğunu iddiâ etmeye yeltenmişlerdir.
“Ve derler ki: ‘Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara tapmazdık.’ Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.” (Zuhruf: 20)
Kendilerini mazur göstermek için: “Bizim onlara tapmamız Allah’ın dilemesi ile olduğuna göre, O buna râzı demektir.” diyorlardı.
“Yoksa biz onlara (Kur’an’dan) önce bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?” (Zuhruf: 21)
Halbuki kendilerine öyle bir kitap verilmemiştir, ellerinde bu hususta hiçbir delil yoktur.
“Hayır! Onlar derler ki: Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz.” (Zuhruf: 22)
Bir delile dayanmaksızın kendileri gibi câhil olan dedelerini, bağnaz babalarını taklit ettiler ve sapıklıklarını da doğru bir hareket olarak gördüler.
“İşte böyle. Senden önce de, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın refah içinde şımaranları mutlaka şöyle demişlerdir:
Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz.” (Zuhruf: 23)
Bolluk içinde yüzen ve dünya meşgalelerine daldıkça dalan insanlar, kendilerini doğru yola sevkedecek olan uyarıcılara şiddetle karşı çıktılar. Gerçeği bulmak için en küçük bir çaba dahi göstermediler, kuru taklit batağında çakılakaldılar.
“‘Şayet ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?’ deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz.” (Zuhruf: 24)
Uyarıcıların bu en güzel ikazlarına rağmen bir türlü Hakk’a boyun eğmediler, hiçbir şekilde hakikati tasdik etmediler.
•
Ellerinde bu hususta hiçbir delil olmadığı halde sapıklıkta ısrar eden müşriklerin koyu cehâletleri hakkında Sâffât sûre-i şerif’inde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Sor onlara: Kızlar Rabb’inin de, oğullar onların mı?” (Sâffât: 149)
Böyle bir kuru zan, ahmaklığın en ileri şekli değil midir?
“Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlar o zaman buna şâhit mi idiler?” (Sâffât: 150)
Meleklerin yaratılmalarını görmedikleri halde, nasıl oluyor da onların kız olduğunu söyleyebiliyorlar?
“Dikkat edin! Gerçekten onlar uydurmalarından dolayı: ‘Allah doğurdu.’ diyorlar. Hiç şüphesiz ki onlar yalancıdırlar. Allah kızları oğullara tercih mi etmiş? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin açıkça bir deliliniz mi var? Eğer doğru sözlü iseniz kitabınızı getirin!” (Sâffât: 151-157)
Sizin bu sözlerinizin akla ve mantığa uyması mümkün değildir. Elinizde ilâhî bir belge olmadığı halde, şuursuzluğunuzda direnip duruyorsunuz.
•
Müşrikler bununla da kalmadılar, cinlerle Allah-u Teâlâ arasında akrabalık ve soy birliği bulunduğunu iddiâ ettiler.
“Bir de O’nunla cinler arasında bir nesep bağı uydurdular. Andolsun ki cinler de bilirler ki, onlar götürüleceklerdir.” (Sâffât: 158)
Bu sözleri söyleyen kimselerin iftirâ ettiklerini ve ahiret gününde bundan dolayı azaba hazır edileceklerini cinler bilmektedirler. Onlar er veya geç cehenneme atılacaklardır.
“Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Saffât: 159)
Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Zât-ı akdes’i yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da yarattığı varlıkların vasıflarına benzemez.
“Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâdır.” (Sâffât: 74 ve 160)
Samimiyetle Hakk’a bağlanmış olan kullar, ilâhî lütuf sayesinde bu gibi sapıklıklara düşmezler. O’nu ancak Zât-ı akdes’ine yakışır şekilde tasdik ve takdis ederler.
“Şüphesiz ki siz de taptıklarınız da, O’na karşı kimseyi kandırıp saptıramazsınız. Cehenneme girecek kimse hariç.” (Sâffât: 161-163)
Siz de putlarınız da, bir kimseyi yoldan çıkarma, sapıklığa düşürme gücüne sahip değilsiniz. Sizin sözlerinize ancak cehennem yolunu tercih etmiş olanlar inanırlar.
“Bir süreye kadar sen onlardan yüz çevir.” (Sâffât: 174 ve 178)
Sana verdikleri eziyetlere katlan ve belirlenmiş olan o zamanı bekle.
“Onlara (inecek azabı) gözetle, onlar da görecekler.” (Sâffât: 175 ve 179)
Nitekim verilen bu söz Bedir’de ve Mekke’nin fethinde gerçekleşmiştir.
“Yoksa azabımızı acele mi istiyorlar? Fakat o, yurtlarına indiğinde, o uyarılanların sabahı ne kötü olur!” (Sâffât: 176-177)
Kureyş müşrikleri bu Âyet-i kerime’lerin inmesinden kısa bir zaman sonra felâketlere uğramışlar; İslâm’ın sadece Araplar’ı değil, koskoca imparatorlukları dahi yendiğini görmüşlerdir.
İnkâr Üstüne İnkâr:
Allah-u Teâlâ müşriklerin inkâr ve sapıklıklarından bir başka türünü anlatmak üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Âyetlerimiz onlara açık açık okunduğu zaman: ‘Bu adam sizi babalarınızın taptıklarından alıkoymaktan başka bir şey istemiyor.’ derlerdi. ‘Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir.’ derlerdi.
Hak kendilerine geldiğinde hakkı inkâr edenler: ‘Bu apaçık bir sihirdir, başka bir şey değildir.’ dediler.” (Sebe: 43)
Onların bu kadar çabuk bir şekilde bir iddiâdan başka bir iddiâya geçmeleri, inkârlarının derecesini ve başlarına gelecek cezanın ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Kendileri apaçık iftirâ ettikleri halde, müşrikler hiç sıkılmadan Resulullah Aleyhisselâm’ın iftirâcı olduğunu söylüyorlardı.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Allah ne indireceğini pek iyi bildiği halde, biz bir âyeti başka bir âyetin yerine getirdiğimiz zaman: ‘Sen ancak iftiracısın!’ derler. Hayır! Onların çoğu bilmezler.” (Nahl: 101)
Beyinsizlikleri ve câhillikleri sebebiyle böyle söylerler.
“Açıkça görünen âyetlerimiz onlara gelince: ‘Bu apaçık bir sihirdir.’ dediler.” (Neml: 13)
Allah-u Teâlâ onların bu sözleri bir delile dayanarak söylemediklerini, zan ve vehim ile hareket ettiklerini açıklayarak şöyle buyurdu:
“Halbuki biz onlara ders alacakları kitapları vermemiş ve senden önce onlara uyarıcı bir peygamber de göndermemiştik.” (Sebe: 44)
Durum böyle olduğu halde uydurma ithamlarında körü körüne ısrar edip duruyorlardı. Yaptıkları lâkırdılar kuru bir iddiâdan başka bir şey değildi.
Allah-u Teâlâ kendilerinden önce bilgi bakımından, mal, mülk ve kuvvet bakımından daha güçlü olan kimseleri helâk ettiğini belirterek, yalanlamalarına karşılık onları tehdit etmek üzere Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Kendilerinden öncekiler de yalanlamışlardı. Halbuki bunlar, öncekilere verdiklerimizin onda birine ulaşamadılar.
Böyleyken peygamberlerini yalanlamışlardı. Beni inkâr nasıl olurmuş!” (Sebe: 45)
Onların başlarına gelenleri Kureyşli müşrikler biliyorlardı. Bunlar da benzeri bir azaptan sakınsınlar. Nelerine güvenerek küfür ve şirk içinde yaşamaya cüret gösteriyorlar?
•
Allah-u Teâlâ müşriklere mühlet tanımış, bu hususta akıllarını çalıştırmalarını, taassuba kapılmadan hakikati aramalarını istemiş, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine şu buyruğu vermişti:
“Resul’üm! De ki: Ben size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkınız. Sonra da arkadaşınızda hiçbir delilik olmadığını iyice düşününüz.
O ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan önce sizi uyarandır.” (Sebe: 46)
Allah-u Teâlâ: “İkişer ikişer ve birer birer” buyurdu. Çünkü topluca bir arada bulunmak düşünceyi karıştırır, kalabalıkta ancak tutulan yol desteklenir. Fakat iki kişi insaflı bir şekilde karşılıklı olarak düşündükleri zaman, gerçek ortaya çıkar. Tek kişinin durumu da böyledir, sağlam bir düşünceye sahip olanlar, vicdanları ile başbaşa kaldıkları zaman gerçeği görürler. İşte Kureyş’in azılı müşrikleri de düşündükleri zaman Muhammed Aleyhisselâm’a deli demenin mümkün olmadığını anlamış olurlardı.
Onlara karşı takınılacak tavır hakkında ise bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Şuarâ: 216)
Kim sana karşı çıkarsa, ondan ve yaptıklarından uzak dur.