NÛH SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1
İliklere İşleyen Küfür
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde müşriklerin Resulullah Aleyhisselâm’a karşı muhalefetleri şiddetlendiği sıralarda nâzil olmuştur. Yirmi sekiz Âyet-i kerime, iki yüz yirmi bir kelime ve yedi yüz elli harften teşekkül etmiştir.
“Nûh” ism-i şerifi, hem bu Sûre-i şerif’in ismi hem de muhtevâsıdır.
“Nûh” sûre-i şerif’inde Mekke-i mükerreme döneminde inen diğer Sûre-i şerif’ler gibi, inanç esasları temellendirilmektedir.
Muhtevâsı:
Hülâsa olarak bu mübârek Sûre-i celîle’de Hazret-i Nuh peygamberin, inatçı kavmi ile arasında geçen hadiselerden söz edilmektedir.
Birinci Âyet-i kerime’de; Allah-u Teâlâ’nın Nuh Aleyhisselâm’a peygamberlik vererek onu insanları uyarmakla vazifeli kıldığı haber verilmektedir.
Beşinci Âyet-i kerime’ye kadar dâvetinin mahiyeti, kavmini doğru yolu bulmaları ve isyanı terketmeleri için yaptığı tevsiyeler anlatılmaktadır.
Yirmi beşinci Âyet-i kerime’ye kadar Nuh Aleyhisselâm’ın Allah-u Teâlâ’ya, küfürden bir türlü vaz geçmeyen kavmi hakkında selis bir üslupla arz-u hâlde bulunduğu belirtilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime’lerde Nuh Aleyhisselâm’ın bütün öğüt ve irşadı karşısında kılları kıpırdamayan kavmini Allah-u Teâlâ’ya havale ettiği, onlara bedduâ yaptığı beyan edilerek Sûre-i şerif son bulmaktadır.
İlk Resul:
Hazret-i İdris Aleyhisselâm göğe yükseldikten sonra, insanlar başlarında bulunan kötü yöneticilerin de etkileri ile doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmaya başladılar. Allah-u Teâlâ onları başlarına gelecek azapla korkutmak, merhameti ile müjdelemek; tevbeye, Hakk’a yönelmeye, bir olan Allah’a ibadet etmeye dâvet etmek üzere, Nuh Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi.
Aldığı bu ilâhî görev üzerine Allah-u Teâlâ’nın varlığını ve birliğini, ululuk ve azametini, emir ve yasaklarını onlara bütün gayretiyle duyurmaya çalıştı.
“Kendilerine yakıcı bir azap gelmezden önce kavmini uyar diye Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nûh: 1)
Bu azap dünyada tufan, ahirette cehennem azabıdır.
Nuh Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim’de kırk üç yerde anılmış olup, kıssası; A’râf, Hûd, Müminûn, Şuarâ ve Kamer sûre-i şerif’lerinde, hususiyetle bu sûre-i şerif’te tafsilâtlı olarak anlatılmıştır.
Hakk’ı bırakıp putlara ve bâtıla yönelen, küfür ve sapıklığa dalan bir topluluğa, Allah-u Teâlâ’nın ilâhî hükmü tebliğ üzere gönderdiği ilk resuldür. Ulü’l-azm peygamberlerin de ilki sayılır.
Nuh Aleyhisselâm uzun bir ömür sürmüş olup, peygamberlerden en çok cihad yapanı, ezâ ve cefâlara en çok tahammül edenidir. Hayatını Allah yolunu göstermeye ve tanıtmaya vakfetmiş bulunuyordu. Mübarek ism-i şerif’leri Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de anıldığı gibi; Kur’an-ı kerim’de de saygı ile anılmış, ibretli kıssası anlatılmış, böylece kıyamete kadar hayırla anılması sağlanmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.” buyuruluyor. (Sâffât: 78)
Çağlar boyunca beşeriyetin daima meth-ü senâsına mazhar bulunmaktadır.
Nuh Kavmi:
Nuh Aleyhisselâm’ın kavmi Allah’a şirk koşarak putlara tapan ilk kavimdir. Putperestliğe iyice sarılıp Tevhid inancını kaybetmekle kalmamışlar, her türlü ahlâksızlığı yapmaya başlamışlar; fuhşu, içki içmeyi meşrulaştırmışlar, küfür ve azgınlıkta, zulüm ve isyanda çok ileri gitmişler, eğlence ve sefahata dalarak Allah-u Teâlâ’ya itaattan yüz çevirmişlerdi. Fakat en büyük suçları Allah’a şirk koşmaları idi.
“Vedd”, “Suvâ”, “Yegûs”, “Yeûk” ve “Nesr” adlarında putları vardı. Bu putlar aralarında daha önceleri yaşamış sâlih kişilerin isimleri idi. Onları anmak ve sâlih amellerini hatırlamak, hatıralarını yaşatmak için heykellerini yapmışlardı. Zanlarına göre onları unutmayacaklar, kendilerine numune edineceklerdi. Fakat zaman geçip de bu husustaki bilgileri unutulunca, nesiller sonra bu heykelleri putlaştırarak tapmaya başladılar. Bundan dolayıdır ki, maksat ne olursa olsun heykelcilik İslâm’da haram kılınmıştır.
Nuh Aleyhisselâm’ın Dâveti:
Beşeriyetin ikinci babası sayılan bu muhterem peygamber, nübüvvet verilmesinden hemen sonra, önce kendisinin uyarıcı bir elçi olduğunu ilân etti:
“Dedi ki: ‘Ey kavmim! Şüphesiz ki ben size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım.’” (Nûh: 2)
Daha sonra, kendisiyle aynı dili konuşan, bu sebeple aralarında bir kavmiyet meydana gelmiş olan kimseleri tevhide, Allah’ı bilip O’na ibadet etmeye, azabından sakındırmaya, rahmetini müjdelemeye çağırdı.
Onlara dedi ki:
“Allah’a kulluk edin!” (Nûh: 3)
Çünkü kulluk sizin yaratılış gayenizdir. Kul olduğunuz ancak O’na ibadet etmekle ortaya çıkar.
“O’ndan korkun ve bana da itaat edin!” (Nûh: 3)
Bana yapılan itaat Allah’a itaattir, bana itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir.
“Ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin (cezalandırmadan yaşatsın).” (Nûh: 4)
Ecel gelmeden önce bağışlandıktan başka, sevap kazanacak güzel işler yapmaya da meydan bulabilesiniz.
“Bilinmeli ki, Allah’ın belirttiği süre gelince artık o ertelenmez. Keşke bilseniz!” (Nûh: 4)
Bunu bilseydiniz, iman etmeye koşardınız. Bu durumunuzu sürdürdüğünüz takdirde dünyada ve ahirette size acıklı bir azap geleceği şüphesizdir.
Küfürde İnat:
Son derece haddi aşmış olan halkı Nuh Aleyhisselâm önce tek tek, gizliden gizliye dâvete başladı. İnatta ileri gitmiş bu insanları gece gündüz durup dinlenmeden dâvet etti, geceyi gündüze kattı. İkaz ve irşaddan bir an geri kalmadı. Fakat onlar kabule yanaşmadılar.
Bu kadri yüce peygamberi dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, elbiselerini başlarına örtüyorlar, onu katlanılmaz bir kişi olarak görüyorlardı.
Sonra onları açıktan açığa dâvet etmeye başladı, bir araya getirdi, topluca dâvet etti. Bütün tebliğ metodlarını denedi.
Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine inandıkları takdirde geçmiş bütün kusur ve günahlarının bağışlanacağını söyledi. Allah-u Teâlâ’nın engin rahmetinden, azabının şiddetinden bahsetti. Bazen ümit verip müjdeledi, bazen tehdit edip korkuttu. Böyle gittikleri takdirde başlarına gelecek olan şiddetli azabı kendilerine haber veriyordu. Fakat bir türlü söz dinletemedi.
Nuh kavmi akıllarını iyiye kullanmadılar. Ne söylemişse itiraz ettiler, anladılarsa da anlamamazlıktan geldiler, Nuh dediler peygamber demediler.
Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin küfürde uzun zaman inat ve ısrar etmeleri üzerine Allah-u Teâlâ onları bir dönemde kıtlıkla mübtelâ kıldı. Çok sıkıntılar çektiler, malları hayvanları helâk oldu, kadınları kısırlaştı.
Kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmasına rağmen; tıkanmış kulaklarına söz girmedi, kör gözleri hakikati görmedi, kilitli gönülleri açılmadı, donmuş akılları gerçeği idrak etmedi, hiçbir nasihat fayda vermedi, verilen öğütler inatlarını artırdı. Allah’ı hatırlatma ise sapıklık ve fesatlarını şiddetlendirdi, sövdüler saydılar. İyiliğe kötülükle, şefkate şiddetle karşılık verdiler.
Her türlü ezâ ve cefâyı revâ gördüler. Bayılıncaya kadar boğazını sıktılar, kanı akıncaya kadar dövdüler. O ise hem yüzündeki kanlarını siliyor, hem de:
“Allah’ım! Kavmimi bağışla, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” diye duâ ediyordu.
Son olarak da öldürme tehdidinde bulundular, fakat susturamadılar.
Müşrik kavmi inanmamakta direndikçe direndiler, hatta şiddetle karşı çıktılar. Engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kendilerini sapıklıktan kurtarmaya çalışan peygamberlerini sapıklıkla suçladılar, hakaret ettiler, alay ettiler. Kibirlendikçe kibirleniyorlar, yaptıkları kötülüklerle böbürleniyorlardı. Kavmin ileri gelen elebaşları; mal ve mülkleriyle, makam ve mertebeleriyle peşlerinden gidenleri aldatıyorladı. Putlarına sarıldıkça sarılıyorlar, diktikleri putların etrafına insanları toplayarak Hakk’tan saptırıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm’ın karısı da onlarla işbirliği yapıyor, bir kişi iman edecek olsa, hemen gidip onlara haber veriyordu.
__________________________________________________________________________________
NÛH SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
Kendi Düşen Ağlamaz
Arz-ı Hâl:
Nuh Aleyhisselâm azminin son noktasına kadar, bütün gücünü harcayıp uzun uzadıya mücadeleden sonra çaresiz kalınca Allah-u Teâlâ’ya arz-ı hâlde bulundu:
“Nuh dedi ki: Ey Rabb’im! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz dâvet ettim.” (Nûh: 5)
Senin emrine uymak ve rızânı kazanmak için hiç ara vermeden, gece demeden, gündüz demeden, gevşeklik göstermeden kavmimi iman ve itaata çağırdım.
“Fakat benim dâvetim onların ancak kaçmalarını artırdı.” (Nûh: 6)
Benim kendilerini kurtuluşa çağırmam, onların Hakk’tan kaçıp uzaklaşmalarını ve yüz çevirmelerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.
“Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için ne kadar dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nûh: 7)
Dâvetimi duymamak için kulaklarını kapattılar. Beni görmemek için, elbiseleri ile başlarını ve yüzlerini örttüler. Pişmanlık duyup tevbeye yanaşmadılar. Büyük bir kibirlilikle iman etmeye yönelmediler.
“Sonra ben onları açıkça çağırdım.” (Nûh: 8)
Korkup çekinmeden, alenen Hakk’a dâvet ve dini hükümleri tebliğ ettim.
“Üstelik onlarla hem açıktan açığa, hem de gizliden gizliye görüşmeler de yaptım.” (Nûh: 9)
Onları tekrar tekrar, çeşitli şekillerde, farklı üsluplarla dâvet ederek ıslâha çalıştım. Sana iman etmeleri için her yolu denedim.
“Dedim ki:
‘Rabb’inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır.’” (Nûh: 10)
Tevbe edenlerin tevbesini, şirk ve küfür hususundaki günahları, ne kadar çok olursa olsun kabul eder.
“Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.” (Nûh: 11)
Eğer siz O’ndan bağış isterseniz, o da size bolca yağmur yağdırır.
“Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın.” (Nûh: 12)
Sizi büyük servetlere, bir nice evlât ve ahfâda nâil eder.
“Size bahçeler ihsan etsin.” (Nûh: 12)
Size gölgeli ve meyveli ağaçları olan geniş bahçeler verir.
“Sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh: 12)
O sebeple mahsullerinizi çoğaltır, ihtiyaçlarınızı giderir, refah içinde yaşarsınız.
“Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nûh: 13)
Kudret ve azametinden korkmuyor, makamı karşısında titremiyor, O’ndan sakınmak suretiyle sevabını ummuyorsunuz.
Tefekkür:
Nuh Aleyhisselâm, kavmine istiğfarın faydasını açıkladıktan sonra, imana gelmeleri için dikkatlerini Allah-u Teâlâ’nın kudretine çekti. İnsanın yaratılışını, göklerin düzenini, ayın ışık alışını, güneşin ışık dağıtışını, yağmurun yağmasını, toprağın yetiştiriciliğini tefekkür etmeye ve bunlardan ibret alıp inanmaya çağırdı:
“Allah sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır.” (Nûh: 14)
Bunları yapan o güzel yaratıcı, ululama ve saygıya lâyık değil midir? O insanları başka bir şekil ve yaratışla yükseltemez mi? Yahut elem verici azaplara düşüremez mi?
“Allah’ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?” (Nûh: 15)
Öyle hârikulâde bir surette vücuda getirmiştir ki, hiçbirinde bir eksiklik ve düzensizlik bulunmaz.
“Onların içinde ay’ı bir nur yapmış, güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh: 16)
Ay ile geceleri yeryüzü aydınlanmakta, güneş ile de gecelerin karanlıkları kaybolmakta ve ziyalar içinde kalmaktadır.
“Allah sizi yerden bitki bitirir gibi bitirmiştir.” (Nûh: 17)
Başlangıçta Âdem Aleyhisselâm’ı da topraktan yaratmak suretiyle yerden bitirmişti.
“Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır.” (Nûh: 18)
Hepinizi de mahşere sevkedip toplayacak, böylece dostlarını mükâfatlandıracak, Allah düşmanlarını ise cezalandıracaktır.
“Allah, geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için yaymıştır.” (Nûh: 19-20)
Yeryüzünde yolculuk yaparken ve bir yerinden diğer yerine taşınırken geniş yollara giresiniz diye böyle yarattı.
Kendi Düşen Ağlamaz:
Sapık müşrikler azgınlıkta son sınıra varmışlardı. Nuh Aleyhisselâm’ın sık sık haber vermiş olduğu ilâhî azaba da inanmıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm, kavminin hidayeti için bütün gücünü sarefettikten sonra, artık ıslahlarından tamamıyla ümidini kesti. Bütün kapılar yüzüne karşı kapandı. Bu kadar uyarı ve tavsiyelerine rağmen müspet bir netice elde edememişti. Son olarak da yalancılıkla suçlamalarına büsbütün içerleyerek yapılacak başka bir şeyin kalmadığını anlayınca, Allah-u Teâlâ’ya sığınmaya, hâlini arzetmeye ve duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Doğrusu onlar bana karşı geldiler.” (Nûh: 21)
İman, ibadet, itaat ve istiğfar hususlarındaki emirlerimi dinlemediler.
“Malı ve çocuğu kendisine zarardan başka bir şey artırmayan kimseye uydular.” (Nûh: 21)
Kendilerini mallarının servetlerinin azdırdığı, evlât çokluğunun şımarttığı reislerine uymaya devam ettiler. Böylece dünya saâdetini, ahiret selâmetini kaybettiler.
“Birbirinden büyük hileler ve düzenler kurdular.” (Nûh: 22)
İnsanların dine girmelerine engel olmak, dinden soğutarak uzaklaştırmak için ellerinden gelen dolapları çevirdiler. Kendilerinin hak üzere olduklarını göstermek için akıl almaz hilelere başvurdular.
“Ve dediler ki:
‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın! Hele Vedd, Suva’, Yeğûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin!’” (Nûh: 23)
Siz ve sizden önceki atalarınızın tapageldikleri ilâhlarınızı bırakmayın.
Çünkü bunlar, tapmakta olduğunuz diğer ilâhlarınızın liderleridirler.
“Böylece birçoklarını saptırdılar.” (Nûh: 24)
O reis geçinen zındıklar, bu putlara halkı taptırmak suretiyle birçok insanı sapıklığa sürüklediler.
•
Nuh Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya hâlini arzetme işini duâ ile bitirdi:
“Ey Rabb’im! Sen bu zâlimlerin ancak sapıklık ve taşkınlıklarını artır.” (Nûh: 24)
Sen o zâlimlerin sapıklıklarını artır ki, cezâları da artsın.
Öyle bir hüküm ver ki Hakikat’in izleyicileri kurtulsun, sapıklığın ve sahtelerin izleyicileri bütünüyle yeryüzünden silinsin.
Daha sonra da hakikati kabul etme eğilimleri körelmiş, hidayetten hisseleri olmayan, kurtulmaya müstehak bulunmayan kavmine bedduâ etti:
“Dedi ki:
‘Ey Rabb’im! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!’” (Nûh: 25)
Köklerini kazı, hepsini helâk et, lâyık oldukları cezâlara kavuştur!
“Eğer sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve sadece ahlâksız ve çok nankör evlât doğurup yetiştirirler.” (Nûh: 27)
Kendilerini imandan mahrum bıraktıkları gibi, başkalarını da sapıklığa düşürürler.
“Zâlimlerin helâkından başka birşeyini de artırma!” (Nûh: 28)
Her kim olursa olsun, benim soyumdan da olsa, hepsinin de soylarını perişan eyle!
Nuh Aleyhisselâm bu helâk duâsının yanısıra kendisi için, ana-babası ve inananlar için duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Beni, ana-babamı, inanmış olarak evime girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla!” (Nûh: 28)
Allah-u Teâlâ sevgili peygamberinin duâsına icabet buyurdu. İradelerini dalâlet yoluna sarfetmeleri sebebiyle Nuh kavminin üzerine ilâhî hüküm indi. Onları tufanla helâk edeceğini, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakmayacağını haber verdi.
Artık Nuh kavminin hidayete gelme imkânı tamamen ortadan kalkmıştı. Hiçbirinde iman ve ıslah kabiliyeti, Allah’a yönelme istek ve arzusu yoktu. Aralarında kötülükten başka bir şey kalmamıştı. Neyin mümkün, neyin imkânsız olduğunu en iyi bilen Hâlik-ı Zülcelâl Hazretleri, kendilerine verilen mühletin sınırına kadar gelen bu kavme azabını müstehak kıldı. Nuh Aleyhisselâm’a da, kavmine inen azabı gördüğünde şefkate gelebilir diye, yaptığı duâdan geri dönmemesini emir buyurdu.
Çünkü onların boğulmalarına hükmetmiş ve hükmünü yürütme vakti-saati yaklaşmış, ilâhî azabın inmesi kaçınılmaz olmuştu. Artık bu hükmü geri almanın imkânı kalmadı. Bu husustaki yazının mürekkebi kurudu.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
İliklere İşleyen Küfür
Sûre-i Şerif’in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde müşriklerin Resulullah Aleyhisselâm’a karşı muhalefetleri şiddetlendiği sıralarda nâzil olmuştur. Yirmi sekiz Âyet-i kerime, iki yüz yirmi bir kelime ve yedi yüz elli harften teşekkül etmiştir.
“Nûh” ism-i şerifi, hem bu Sûre-i şerif’in ismi hem de muhtevâsıdır.
“Nûh” sûre-i şerif’inde Mekke-i mükerreme döneminde inen diğer Sûre-i şerif’ler gibi, inanç esasları temellendirilmektedir.
Muhtevâsı:
Hülâsa olarak bu mübârek Sûre-i celîle’de Hazret-i Nuh peygamberin, inatçı kavmi ile arasında geçen hadiselerden söz edilmektedir.
Birinci Âyet-i kerime’de; Allah-u Teâlâ’nın Nuh Aleyhisselâm’a peygamberlik vererek onu insanları uyarmakla vazifeli kıldığı haber verilmektedir.
Beşinci Âyet-i kerime’ye kadar dâvetinin mahiyeti, kavmini doğru yolu bulmaları ve isyanı terketmeleri için yaptığı tevsiyeler anlatılmaktadır.
Yirmi beşinci Âyet-i kerime’ye kadar Nuh Aleyhisselâm’ın Allah-u Teâlâ’ya, küfürden bir türlü vaz geçmeyen kavmi hakkında selis bir üslupla arz-u hâlde bulunduğu belirtilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime’lerde Nuh Aleyhisselâm’ın bütün öğüt ve irşadı karşısında kılları kıpırdamayan kavmini Allah-u Teâlâ’ya havale ettiği, onlara bedduâ yaptığı beyan edilerek Sûre-i şerif son bulmaktadır.
İlk Resul:
Hazret-i İdris Aleyhisselâm göğe yükseldikten sonra, insanlar başlarında bulunan kötü yöneticilerin de etkileri ile doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmaya başladılar. Allah-u Teâlâ onları başlarına gelecek azapla korkutmak, merhameti ile müjdelemek; tevbeye, Hakk’a yönelmeye, bir olan Allah’a ibadet etmeye dâvet etmek üzere, Nuh Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi.
Aldığı bu ilâhî görev üzerine Allah-u Teâlâ’nın varlığını ve birliğini, ululuk ve azametini, emir ve yasaklarını onlara bütün gayretiyle duyurmaya çalıştı.
“Kendilerine yakıcı bir azap gelmezden önce kavmini uyar diye Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nûh: 1)
Bu azap dünyada tufan, ahirette cehennem azabıdır.
Nuh Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim’de kırk üç yerde anılmış olup, kıssası; A’râf, Hûd, Müminûn, Şuarâ ve Kamer sûre-i şerif’lerinde, hususiyetle bu sûre-i şerif’te tafsilâtlı olarak anlatılmıştır.
Hakk’ı bırakıp putlara ve bâtıla yönelen, küfür ve sapıklığa dalan bir topluluğa, Allah-u Teâlâ’nın ilâhî hükmü tebliğ üzere gönderdiği ilk resuldür. Ulü’l-azm peygamberlerin de ilki sayılır.
Nuh Aleyhisselâm uzun bir ömür sürmüş olup, peygamberlerden en çok cihad yapanı, ezâ ve cefâlara en çok tahammül edenidir. Hayatını Allah yolunu göstermeye ve tanıtmaya vakfetmiş bulunuyordu. Mübarek ism-i şerif’leri Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de anıldığı gibi; Kur’an-ı kerim’de de saygı ile anılmış, ibretli kıssası anlatılmış, böylece kıyamete kadar hayırla anılması sağlanmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.” buyuruluyor. (Sâffât: 78)
Çağlar boyunca beşeriyetin daima meth-ü senâsına mazhar bulunmaktadır.
Nuh Kavmi:
Nuh Aleyhisselâm’ın kavmi Allah’a şirk koşarak putlara tapan ilk kavimdir. Putperestliğe iyice sarılıp Tevhid inancını kaybetmekle kalmamışlar, her türlü ahlâksızlığı yapmaya başlamışlar; fuhşu, içki içmeyi meşrulaştırmışlar, küfür ve azgınlıkta, zulüm ve isyanda çok ileri gitmişler, eğlence ve sefahata dalarak Allah-u Teâlâ’ya itaattan yüz çevirmişlerdi. Fakat en büyük suçları Allah’a şirk koşmaları idi.
“Vedd”, “Suvâ”, “Yegûs”, “Yeûk” ve “Nesr” adlarında putları vardı. Bu putlar aralarında daha önceleri yaşamış sâlih kişilerin isimleri idi. Onları anmak ve sâlih amellerini hatırlamak, hatıralarını yaşatmak için heykellerini yapmışlardı. Zanlarına göre onları unutmayacaklar, kendilerine numune edineceklerdi. Fakat zaman geçip de bu husustaki bilgileri unutulunca, nesiller sonra bu heykelleri putlaştırarak tapmaya başladılar. Bundan dolayıdır ki, maksat ne olursa olsun heykelcilik İslâm’da haram kılınmıştır.
Nuh Aleyhisselâm’ın Dâveti:
Beşeriyetin ikinci babası sayılan bu muhterem peygamber, nübüvvet verilmesinden hemen sonra, önce kendisinin uyarıcı bir elçi olduğunu ilân etti:
“Dedi ki: ‘Ey kavmim! Şüphesiz ki ben size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım.’” (Nûh: 2)
Daha sonra, kendisiyle aynı dili konuşan, bu sebeple aralarında bir kavmiyet meydana gelmiş olan kimseleri tevhide, Allah’ı bilip O’na ibadet etmeye, azabından sakındırmaya, rahmetini müjdelemeye çağırdı.
Onlara dedi ki:
“Allah’a kulluk edin!” (Nûh: 3)
Çünkü kulluk sizin yaratılış gayenizdir. Kul olduğunuz ancak O’na ibadet etmekle ortaya çıkar.
“O’ndan korkun ve bana da itaat edin!” (Nûh: 3)
Bana yapılan itaat Allah’a itaattir, bana itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir.
“Ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin (cezalandırmadan yaşatsın).” (Nûh: 4)
Ecel gelmeden önce bağışlandıktan başka, sevap kazanacak güzel işler yapmaya da meydan bulabilesiniz.
“Bilinmeli ki, Allah’ın belirttiği süre gelince artık o ertelenmez. Keşke bilseniz!” (Nûh: 4)
Bunu bilseydiniz, iman etmeye koşardınız. Bu durumunuzu sürdürdüğünüz takdirde dünyada ve ahirette size acıklı bir azap geleceği şüphesizdir.
Küfürde İnat:
Son derece haddi aşmış olan halkı Nuh Aleyhisselâm önce tek tek, gizliden gizliye dâvete başladı. İnatta ileri gitmiş bu insanları gece gündüz durup dinlenmeden dâvet etti, geceyi gündüze kattı. İkaz ve irşaddan bir an geri kalmadı. Fakat onlar kabule yanaşmadılar.
Bu kadri yüce peygamberi dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, elbiselerini başlarına örtüyorlar, onu katlanılmaz bir kişi olarak görüyorlardı.
Sonra onları açıktan açığa dâvet etmeye başladı, bir araya getirdi, topluca dâvet etti. Bütün tebliğ metodlarını denedi.
Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine inandıkları takdirde geçmiş bütün kusur ve günahlarının bağışlanacağını söyledi. Allah-u Teâlâ’nın engin rahmetinden, azabının şiddetinden bahsetti. Bazen ümit verip müjdeledi, bazen tehdit edip korkuttu. Böyle gittikleri takdirde başlarına gelecek olan şiddetli azabı kendilerine haber veriyordu. Fakat bir türlü söz dinletemedi.
Nuh kavmi akıllarını iyiye kullanmadılar. Ne söylemişse itiraz ettiler, anladılarsa da anlamamazlıktan geldiler, Nuh dediler peygamber demediler.
Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin küfürde uzun zaman inat ve ısrar etmeleri üzerine Allah-u Teâlâ onları bir dönemde kıtlıkla mübtelâ kıldı. Çok sıkıntılar çektiler, malları hayvanları helâk oldu, kadınları kısırlaştı.
Kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmasına rağmen; tıkanmış kulaklarına söz girmedi, kör gözleri hakikati görmedi, kilitli gönülleri açılmadı, donmuş akılları gerçeği idrak etmedi, hiçbir nasihat fayda vermedi, verilen öğütler inatlarını artırdı. Allah’ı hatırlatma ise sapıklık ve fesatlarını şiddetlendirdi, sövdüler saydılar. İyiliğe kötülükle, şefkate şiddetle karşılık verdiler.
Her türlü ezâ ve cefâyı revâ gördüler. Bayılıncaya kadar boğazını sıktılar, kanı akıncaya kadar dövdüler. O ise hem yüzündeki kanlarını siliyor, hem de:
“Allah’ım! Kavmimi bağışla, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” diye duâ ediyordu.
Son olarak da öldürme tehdidinde bulundular, fakat susturamadılar.
Müşrik kavmi inanmamakta direndikçe direndiler, hatta şiddetle karşı çıktılar. Engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kendilerini sapıklıktan kurtarmaya çalışan peygamberlerini sapıklıkla suçladılar, hakaret ettiler, alay ettiler. Kibirlendikçe kibirleniyorlar, yaptıkları kötülüklerle böbürleniyorlardı. Kavmin ileri gelen elebaşları; mal ve mülkleriyle, makam ve mertebeleriyle peşlerinden gidenleri aldatıyorladı. Putlarına sarıldıkça sarılıyorlar, diktikleri putların etrafına insanları toplayarak Hakk’tan saptırıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm’ın karısı da onlarla işbirliği yapıyor, bir kişi iman edecek olsa, hemen gidip onlara haber veriyordu.
__________________________________________________________________________________
NÛH SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
Kendi Düşen Ağlamaz
Arz-ı Hâl:
Nuh Aleyhisselâm azminin son noktasına kadar, bütün gücünü harcayıp uzun uzadıya mücadeleden sonra çaresiz kalınca Allah-u Teâlâ’ya arz-ı hâlde bulundu:
“Nuh dedi ki: Ey Rabb’im! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz dâvet ettim.” (Nûh: 5)
Senin emrine uymak ve rızânı kazanmak için hiç ara vermeden, gece demeden, gündüz demeden, gevşeklik göstermeden kavmimi iman ve itaata çağırdım.
“Fakat benim dâvetim onların ancak kaçmalarını artırdı.” (Nûh: 6)
Benim kendilerini kurtuluşa çağırmam, onların Hakk’tan kaçıp uzaklaşmalarını ve yüz çevirmelerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.
“Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için ne kadar dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nûh: 7)
Dâvetimi duymamak için kulaklarını kapattılar. Beni görmemek için, elbiseleri ile başlarını ve yüzlerini örttüler. Pişmanlık duyup tevbeye yanaşmadılar. Büyük bir kibirlilikle iman etmeye yönelmediler.
“Sonra ben onları açıkça çağırdım.” (Nûh: 8)
Korkup çekinmeden, alenen Hakk’a dâvet ve dini hükümleri tebliğ ettim.
“Üstelik onlarla hem açıktan açığa, hem de gizliden gizliye görüşmeler de yaptım.” (Nûh: 9)
Onları tekrar tekrar, çeşitli şekillerde, farklı üsluplarla dâvet ederek ıslâha çalıştım. Sana iman etmeleri için her yolu denedim.
“Dedim ki:
‘Rabb’inizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır.’” (Nûh: 10)
Tevbe edenlerin tevbesini, şirk ve küfür hususundaki günahları, ne kadar çok olursa olsun kabul eder.
“Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.” (Nûh: 11)
Eğer siz O’ndan bağış isterseniz, o da size bolca yağmur yağdırır.
“Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın.” (Nûh: 12)
Sizi büyük servetlere, bir nice evlât ve ahfâda nâil eder.
“Size bahçeler ihsan etsin.” (Nûh: 12)
Size gölgeli ve meyveli ağaçları olan geniş bahçeler verir.
“Sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh: 12)
O sebeple mahsullerinizi çoğaltır, ihtiyaçlarınızı giderir, refah içinde yaşarsınız.
“Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nûh: 13)
Kudret ve azametinden korkmuyor, makamı karşısında titremiyor, O’ndan sakınmak suretiyle sevabını ummuyorsunuz.
Tefekkür:
Nuh Aleyhisselâm, kavmine istiğfarın faydasını açıkladıktan sonra, imana gelmeleri için dikkatlerini Allah-u Teâlâ’nın kudretine çekti. İnsanın yaratılışını, göklerin düzenini, ayın ışık alışını, güneşin ışık dağıtışını, yağmurun yağmasını, toprağın yetiştiriciliğini tefekkür etmeye ve bunlardan ibret alıp inanmaya çağırdı:
“Allah sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır.” (Nûh: 14)
Bunları yapan o güzel yaratıcı, ululama ve saygıya lâyık değil midir? O insanları başka bir şekil ve yaratışla yükseltemez mi? Yahut elem verici azaplara düşüremez mi?
“Allah’ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?” (Nûh: 15)
Öyle hârikulâde bir surette vücuda getirmiştir ki, hiçbirinde bir eksiklik ve düzensizlik bulunmaz.
“Onların içinde ay’ı bir nur yapmış, güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh: 16)
Ay ile geceleri yeryüzü aydınlanmakta, güneş ile de gecelerin karanlıkları kaybolmakta ve ziyalar içinde kalmaktadır.
“Allah sizi yerden bitki bitirir gibi bitirmiştir.” (Nûh: 17)
Başlangıçta Âdem Aleyhisselâm’ı da topraktan yaratmak suretiyle yerden bitirmişti.
“Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır.” (Nûh: 18)
Hepinizi de mahşere sevkedip toplayacak, böylece dostlarını mükâfatlandıracak, Allah düşmanlarını ise cezalandıracaktır.
“Allah, geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için yaymıştır.” (Nûh: 19-20)
Yeryüzünde yolculuk yaparken ve bir yerinden diğer yerine taşınırken geniş yollara giresiniz diye böyle yarattı.
Kendi Düşen Ağlamaz:
Sapık müşrikler azgınlıkta son sınıra varmışlardı. Nuh Aleyhisselâm’ın sık sık haber vermiş olduğu ilâhî azaba da inanmıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm, kavminin hidayeti için bütün gücünü sarefettikten sonra, artık ıslahlarından tamamıyla ümidini kesti. Bütün kapılar yüzüne karşı kapandı. Bu kadar uyarı ve tavsiyelerine rağmen müspet bir netice elde edememişti. Son olarak da yalancılıkla suçlamalarına büsbütün içerleyerek yapılacak başka bir şeyin kalmadığını anlayınca, Allah-u Teâlâ’ya sığınmaya, hâlini arzetmeye ve duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Doğrusu onlar bana karşı geldiler.” (Nûh: 21)
İman, ibadet, itaat ve istiğfar hususlarındaki emirlerimi dinlemediler.
“Malı ve çocuğu kendisine zarardan başka bir şey artırmayan kimseye uydular.” (Nûh: 21)
Kendilerini mallarının servetlerinin azdırdığı, evlât çokluğunun şımarttığı reislerine uymaya devam ettiler. Böylece dünya saâdetini, ahiret selâmetini kaybettiler.
“Birbirinden büyük hileler ve düzenler kurdular.” (Nûh: 22)
İnsanların dine girmelerine engel olmak, dinden soğutarak uzaklaştırmak için ellerinden gelen dolapları çevirdiler. Kendilerinin hak üzere olduklarını göstermek için akıl almaz hilelere başvurdular.
“Ve dediler ki:
‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın! Hele Vedd, Suva’, Yeğûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin!’” (Nûh: 23)
Siz ve sizden önceki atalarınızın tapageldikleri ilâhlarınızı bırakmayın.
Çünkü bunlar, tapmakta olduğunuz diğer ilâhlarınızın liderleridirler.
“Böylece birçoklarını saptırdılar.” (Nûh: 24)
O reis geçinen zındıklar, bu putlara halkı taptırmak suretiyle birçok insanı sapıklığa sürüklediler.
•
Nuh Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya hâlini arzetme işini duâ ile bitirdi:
“Ey Rabb’im! Sen bu zâlimlerin ancak sapıklık ve taşkınlıklarını artır.” (Nûh: 24)
Sen o zâlimlerin sapıklıklarını artır ki, cezâları da artsın.
Öyle bir hüküm ver ki Hakikat’in izleyicileri kurtulsun, sapıklığın ve sahtelerin izleyicileri bütünüyle yeryüzünden silinsin.
Daha sonra da hakikati kabul etme eğilimleri körelmiş, hidayetten hisseleri olmayan, kurtulmaya müstehak bulunmayan kavmine bedduâ etti:
“Dedi ki:
‘Ey Rabb’im! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!’” (Nûh: 25)
Köklerini kazı, hepsini helâk et, lâyık oldukları cezâlara kavuştur!
“Eğer sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve sadece ahlâksız ve çok nankör evlât doğurup yetiştirirler.” (Nûh: 27)
Kendilerini imandan mahrum bıraktıkları gibi, başkalarını da sapıklığa düşürürler.
“Zâlimlerin helâkından başka birşeyini de artırma!” (Nûh: 28)
Her kim olursa olsun, benim soyumdan da olsa, hepsinin de soylarını perişan eyle!
Nuh Aleyhisselâm bu helâk duâsının yanısıra kendisi için, ana-babası ve inananlar için duâya başladı:
“Ey Rabb’im! Beni, ana-babamı, inanmış olarak evime girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla!” (Nûh: 28)
Allah-u Teâlâ sevgili peygamberinin duâsına icabet buyurdu. İradelerini dalâlet yoluna sarfetmeleri sebebiyle Nuh kavminin üzerine ilâhî hüküm indi. Onları tufanla helâk edeceğini, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakmayacağını haber verdi.
Artık Nuh kavminin hidayete gelme imkânı tamamen ortadan kalkmıştı. Hiçbirinde iman ve ıslah kabiliyeti, Allah’a yönelme istek ve arzusu yoktu. Aralarında kötülükten başka bir şey kalmamıştı. Neyin mümkün, neyin imkânsız olduğunu en iyi bilen Hâlik-ı Zülcelâl Hazretleri, kendilerine verilen mühletin sınırına kadar gelen bu kavme azabını müstehak kıldı. Nuh Aleyhisselâm’a da, kavmine inen azabı gördüğünde şefkate gelebilir diye, yaptığı duâdan geri dönmemesini emir buyurdu.
Çünkü onların boğulmalarına hükmetmiş ve hükmünü yürütme vakti-saati yaklaşmış, ilâhî azabın inmesi kaçınılmaz olmuştu. Artık bu hükmü geri almanın imkânı kalmadı. Bu husustaki yazının mürekkebi kurudu.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh