Kimlik alan
453 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Kıyamet günü) Hz. Nuh (aleyhisselam) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona: -”Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh (aleyhisselam): -”Evet, ey Rabbim” diye cevap verir. Rabb Teala bu sefer ümmetine sorar: -”Nuh (aleyhissalatu vesselam) size tebliğ etmiş miydi?” -”Hayır!” bize peygamber gelmedi” derler. Rabb Teala Hz. Nuh (aleyhissalatu vesselam)'a yönelerek: -”Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?” diye sorar. Nuh (aleyhisselam): -” Muhammed (aleyhissalatu vesselam) ve ümmeti!” der ve Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ümmeti: -”Nuh tebligatta bulundu” diye şehadette bulunur. Bu duruma şu ayet işaret eder: “Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara karşı şahidler olasınız” (Bakara, 143)."
454 "Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: “(...Nuh kavmi): “Bize ne bir korkutucu, ne de başka biri, hiç kimse gelmedi” derler.”"
455 "Urve İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu (mealdeki) ayet hakkında sordum: “Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeairlerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur.” (Bakara, 158). Dedim ki: “Kasem olsun (ayetten) Safa ve Merve'yi tavaf etmeyenlere de bir günah yoktur (manası çıkmaktadır).” Bana dedi ki: Ey kızkardeşimoğlu söylediğin ne kadar çirkin! Ayetin, senin te'vil ettiğin manada olması için, “onları tavaf etmeyene herhangi bir günah terettüp etmez” şeklinde olmalıydı. Halbuki ayet Ensar hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce, Müşellel'deki azgın Menat'a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menat'a telbiye getirenler, Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekiniyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir...” ayetini indirdi. Aişe (radıyallahu anha) şunu da söyledi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı sünnet kıldı. Bunu terketmek kimseye caiz olmaz.” Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu Abdi'r-Rahman'a bu hadisi haber verdim. Bana şunu söyledi: “Ben bu bilgiyi (hadisi) duymamıştım. Ben alimlerden bazılarını dinledim şöyle diyorlardı: “Hz. Aişe'nin Menat için telbiye getirenlerden haber verdikleri dışında kalan halkın tamamı Safa ve Merve'yi tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de tavafından bahsedip Safa ve Merve'den söz etmeyince: “Ey Allah'ın Resûlü! Biz Safa ve Merve'yi tavaf ediyorduk. Halbuki Cenab-ı Hakk Kabe'nin tavafını emrediyor, Safa ve Merve'den bahsetmiyor, Safa ve Merve'yi tavaf etmemizde bize bir mahzur var mı?” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir. Öyle ise kim Beytullah'a hac yapar veya umre ziyaretinde bulunursa Safa ve Merve'yi de tavaf etmesinde bir günah yoktur” ayetini indirdi. Ebu Bekr İbnu Abdirrahman der ki: “Ben bu ayetin, (yukarda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve'yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde, İslam'dan sonra -Allah'ın Kabe'yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve'yi zikretmemiş olması sebebiyle- bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve'nin de (Kur'an'da) zikri Kabe'yi tavaf emrinden sonra gelmiştir."
456 "Buhari ve Müslim'den gelen bir rivayette şöyle denir: “Ancak, Müslüman olmazdan önce Ensar ve bunlarla birlikte Gassan, Menat için telbiyede bulunurlar, Safa ile Merve arasında tavaftan çekinirlerdi. Bu davranış onlara ecdad yadigarı bir adet idi. Menat için ihrama giren Safa ile Merve arasında tafaf yapmazdı. Müslüman olunca bu hususta Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir...” ayetini indirdi."
457 "Mücahid, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan rivayet ettiğine göre şunu anlatmıştır: “Beni İsrail'de kısas vardı, fakat diyet yoktu. Cenab-ı Hakk Muhammed ümmetine şöyle buyurdu: “Öldürülenler hususunda size kısas farz kılınmıştır. Hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse, kendisine örfe uymak ve affedene güzellikle (diyet) ödemek gerekir” (bakara, 178). Buradaki “afv”dan maksad, amden öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesidir. “Örfe uymak ve affedene güzellikle ödemek” e gelince, bundan maksad (mağdur tarafın) örfe uygun miktarda bir diyet istemesi, öbürünün de bunu güzellikle ödemesidir. Ayetin devamındaki: “Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve birrahmettir” ibaresi de, “sizden öncekilere farz kılınanlarda olmayan bir hafifletme” demektir, (çünkü onlara diyet imkanı tanınmamıştı). Ayetin son kısmı olan “Bundan sonra tecavüzde bulunana elim azab vardır” ibaresinden diyet almayı kabul etmesine rağmen (kan davası güderek) katili öldüren kimse kastedilmektedir.”"
458 "Ata'nın anlattığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anh) şu ayeti okurken dinlemiştir: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara, 184). İbnu Abbas (radıyallahu anh) ayeti okuduktan sonra ilave etti: “Bu ayet, oruç tutmaya tahammül edemeyen yaşlı erkek ve yaşlı kadın hakkında mensûh değildir. Onlar da her bir günün orucu yerine bir fakir doyururlar.”"
459 "Ebu Davud merhumun bir rivayetinde şu ziyade var: “İbnu Abbas dedi ki: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara 184) ayeti şu demektir: “Onlardan kim orucuna mukabil bir fakiri doyuracak kadar fidye vermek isterse fidye verir ve böylece orucunu tutmuş sayılır.” Cenab-ı Hakk buyurmuştur: “Kim (vacib miktardan) daha fazla fidye verirse bu kendisi için daha hayırlı olur. Orucu (yiyip de fidye vermek yerine) bizzat tutmanız daha hayırlıdır” (Bakara 184). Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: “Sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa orucu tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu bulunursa yediği miktarda başka günlerde oruç tutar.”"
460 "Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şöyle denmektedir: “(Ramazan'da orucu yiyip, fidye ödemeye ruhsat veren ayet) hamile ve emzikli kadınlar için sabittir, mensuh değildir.” Nesai'de rivayet şöyledir: “Orucu tutmaya dayanamayanlar orucu kendilerine (tahammül edilmez) bir meşakkat addedenler için bir yoksula yetecek kadar fidye gerekir. Ayetin “Kim de hayır düşünerek (bir fakire yetecek miktardan fazlasını) verirse” hükmü mensuh değildir, bu onun için daha hayırlıdır. (Fidye vermektense) oruç tutmanız daha hayırlıdır. Ayetteki ruhsat, oruca takat getiremeyen veya şifasız hastalığa yakalananlar içindir.”"
461 "Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: “Oruca takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi gerekir” ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hal müteakip ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini neshetti. Yani asıl hüküm şudur: “Kim Ramazan ayında hazır bulunursa orucunu tutsun.”"
462 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den, rivayete göre oruca gücü yetmeyenin fidye vermesi gereğini beyan eden ayeti “fidyetün taamu mesakine” şeklinde (yani fakirlerin yiyeceği kadar fidye) okudu ve bu ayetin mensûh olduğunu söyledi.”"
463 "Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Dua, ibadettir”, sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler varya, alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir” buyurmuşlardır” (Mü'min, 69)."
464 "Rezin şu ilave rivayeti kaydetti: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabı (radıyallahu anhüm ecmain) sordular: Rabbimiz yakın mıdır, biz ona hafif sesle hitab edelim, uzaksa yüksek sesle taleblerimizi söyleyelim?” Bunun üzerine şu ayet indi: “Kullarım sana benden sorarlarsa, (söyle ki) ben yakınım. Dua edenin duasına, bana dua ettiği takdirde icabet ederim” (Bakara, 186)."
465 "Bera İbnu Azib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ramazan orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara temas etmezlerdi. Bazı kimseler bu meselede nefislerine itimad edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: “...Allah nefsinize güvenmiyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti.” (Bakara, 187)."
466 "Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: “Ashab-ı Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in (başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu iken, iftar vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar beklerdi. Kays İbnu Sırma el-Ensari (radıyallahu anh) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek birşey olup olmadığını sordu. Kadın: “Hayır, yok!” ancak bekle, sana yiyecek arıyayım” dedi. Kays, gün boyu çalışan birisiydi, beklerken uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı ki uyuyor: “Eyvah mahrum kaldın, yiyemiyeceksin” diye eseflendi. Ertesi gün, öğleye doğru Kays (radıyallahu anh) açlıktan baygın düştü. Durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı...” (Bakara, 187). Buna Müslümanlar fevkalede sevindiler. Arkadan, “Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyin, için.” Ravi der ki: “Bu ayet, Kays İbnu Amr hakkında nazil olmuştur.”"
467 "Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyore: “Beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayrılıncaya kadar yiyin için” ayeti indiği zaman “tan yerinde” kelimeleri henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar oruç tutacakları zaman ayaklarına siyah ve beyaz (iplik) bağlar, bunlar görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Tan yerinde” kelimelerini inzal buyurdu. O zaman herkes anladı ki burada beyaz ve siyah ipliklerden maksad gündüz ve gece imiş.”"
468 "Beş kitapta da gelen bir başka rivayet şöyle: “Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) biri siyah, biri beyaz iki köstek bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şöyle bildirdi: “Yastığımın altına biri siyah biri beyaz iki iplik koydum.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona takıldı: “Beyaz iplikle siyah iplik senin yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı.”"
469 "Adiy'in bir başka rivayeti şöyledir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: “Ey Allah'ın Resûlü! Ayette geçen “beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması”nedir, bunlar iki iplik değil mi?” diye sordum da bana: “İki ipliğe baktı isen sen gerçekten kalın enselisin” dedi ve şu açıklamayı yaptı: “Hayır iki iplik değil, onun biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır.”"
470 "Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ensar hac yapıp da döndükleri zaman evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri hac dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu davranışı sebebiyle kınadılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “İyilik, evlere arkasından girmeniz değildir. Kötülükten sakınan kimse (nin ameli) iyidir. Evlere kapılarından girin” (Bakara, 189)."
471 "Huzeyfe (radıyallahu anh), “Allah yolunda infak edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Allah ihsan edenleri sever” (Bakara, 195) mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki: “Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil oldu.”"
472 "Eslem İbnu İmran anlatıyor: Medine'den gazve için yola çıktık. Niyetimiz İstanbul'du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid İbni'l-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: “Dur, dur! Lailahe illallah, eliyle kenidini tehlikeye atıyor!” diye bağrıştılar. Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri (radıyallahu anh) atılarak: “Ey ensar topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a yardım edip, İslam galebe çalınca biz: “Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koyalım” dedik. Bunun üzerine Allah'u Teala bu ayeti indirdi. Yani “Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak” demek malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı terketmektir.”"
473 "Abdullah İbnu Ma'kıl (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh)'ye “Oruçtan yahut sadakadan yahut kurbandan bir fidye lazımdır” (Bkara, 196) mealindeki ayetten sordum. Dedi ki: “Başımda bitler kaynaştığı halde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürüldüm. Beni görünce: “Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye ulaşacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin?” dedi. “Hayır” cevabını verdi. (Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “...İçinizde hasta olan veya başından rahatsız varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir...” (Bakara, 196) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Üç gün oruç tut veya her fakire yarım sa' yiyecek vermek suretiyle altı fakiri doyur, başını traş et” dedi. Bu ayet hassaten benim hakkımda nazil oldu, ancak umumen hapimize şamildir.”"
474 "Ebu Ümame et-Temimi anlatıyor: “Ben hac sırasında, ücret mukabili hizmet veren birisi idim. Bana: “Senin haccın hac sayılmaz” dediler. Bilahere İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e rastladım. O'na: “Ben hacc sırasında, ücretle hizmet veren birisiyim, halk bana: “senin haccın hacc sayılmaz diyorlar” dedim. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): “İhrama girmiyor, telbiye okumuyor, tavafta bulunmuyor musun?” dedi: “Hepsini yapıyorum” diye cevap verdim. Cevabım üzerine şu açıklamayı yaptı: “Senin haccın hacc sayılır. Nitekim Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir adam gelmiş, senin bana sorduğuna yakın şeyler sormuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût buyurdu ve adama cevap vermedi. Derken şu ayet nazil oldu: “(Hacc mevsiminde, ticaret yaparak) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur...” (Bakara, 198). Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o adamı çağırtarak, ayeti okudu ve: “Haccın hacc sayılır” buyurdu.”"
475 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliye devrinin panayırları idi. İslam geldiği zaman halk, hac mevsiminde ticaret yapmayı günah addeder oldular. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Hac mevsiminde Rabbinizden rızık taleb etmenizde sizin için bir günah yoktur.” Ayeti İbnu Abbas şu şekilde okudu.”"
476 "Yine İbnu Abbas anlatıyor: “Yemen ahalisi, hacca geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. “Biz mütevekkil kimseleriz” diyorlardı. Meke'ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı azık takvadır” (Bakara, 197)."
477 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Kişi ihramsız olarak (yani Mekke'de ikamet edenler veya umre için gelip, umreden sonra ihramı çıkaranlar) Beytullah'ı ziyaret eder. Bu imkan, hacc niyetiyle ihram giymeye kadar devam eder. Arafat'a çıkınca, kime deve, sığır veya davardan kurban müyesser olmuşsa, dilediğini kurban eder. Bunlardan biri olmazsa, ona hactaki, üç günün orucu terettüp eder. Bu günler, arefe gününden evvele ait olmalıdır. Bu üç günün sonuncu günü arefe gününe tesadüf ederse, bunda bir günah yoktur. Sonra Arafat'da vakfe'ye gider ikindi namazından akşam karanlığının gelmesine kadar vakfede kalır. İbnu Abbas anlatmaya üslubu biraz değiştirerek devam ediyor. “Sonra Arafat'tan insanlar sökün edince, orayı terketsinler. Topluca geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife'ye) gelsinler. Orada Allah'ı çokca zikretsinler, sabah vakti girmezden önce bilhassa tekbir ve tehlili çok yapsınlar sonra buradan da topluca hareket etsinler. Çünkü (eskiden beri) herkes buradan hareket ederdi. Cenab-ı Hakk: “İnsanların toplu olarak sökün ettiği yerden siz de sökün edin, (eski yaptıklarınızdan) Allah'a af dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Bakara, 199). Şeytan taşlayıncaya kadar akmaya (ve çok zikretmeye) devam edin” buyurmuştur."
478 "İbnu Müseyyeb anlatıyor: “Süheyb (radıyallahu anh) muhacir olarak Mekke'den yola çıktı. Kureyş'ten bazıları onu takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden inerek sadağında ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: “Allah'a kasem olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz. Sonra elimde durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz, size Mekke'de toprağa gömdüğüm malın yerini söyleyeyim, mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam edeyim” dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna devam etti). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına varınca şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın alır...” (Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Ebu Yahya'nın alış-verişi karlı oldu” der ve ayeti tilavet buyurur”, (Rezin'in ilavesidir. Bagavi ve İbnu Kesir tefsirlerinde senedsiz olarak kaydederler)."
479 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Cenab-ı Hakk'ın şu sözleri nazil olduğu zaman: “Yetim rüşdüne erinceye kadar, onun malına o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın”; keza “Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir” (Nisa 10) yanında yetim bulunanlar hemen gidip yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendilerinin yiyip içeceklerinden ayırdılar. Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa ona dokunulmuyor, yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hal, bir kısım müşkilatlara sebep oldu. Durum Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a arzedildi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları faydalı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir” (Bakara 220). Bu ayet üzerine yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerine karıştırdılar.”"
480 "Nafi anlatıyor: İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Kur'an okuduğu zaman, okuma işinden çıkıncaya kadar hiç konuşmazdı. Bir gün ben (Mushaf'ı, yüzünden takip ediverdim, o da ezberden) Bakara suresini okudu. Bir ayete gelince bana: “Bu ayet ne hakkında indi biliyor musun?” diye sordu. Ben “Hayır!” deyince: “Şu, şu mesele için” diye açıkladı, sonra (okumaya) devam etti."
408 "Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kitabullah hakkında şahsi re'yi ile söz ederse, isabet bile etse hatadadır. Rezin şu ilavede bulunmuştur: “Kim re'yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer.”"
409 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.”"
410 "Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Benim hakkımda da bildiğiniz dışında sözden kaçının. Kim bana bile bile yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın. Kim de Kur'an hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.”"
411 "Haris el-A'ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malayani konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: -”Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?” dedi, Ben: -”Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: -”Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!” Ben hemen sordum: -”Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?” Buyurdu ki: -”Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyan, haram-helal vs. nevinden) cereyan edecek ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helak eder. Kim O'nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: “Biz, hiç duyulmadık bir tilavet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelamı olduğuna) inandık” (Cin 1). Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren.”"
412 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Bir grup, Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar”"
413 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?” diye sordu. “Hepimiz isteriz” diye cevap verdik. “Öyle ise, buyurdu, kim namazda üç ayet okusa bu ona, üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır”"
414 "Ukbetu'bnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Suffa'da iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (dışarı) çıkarak: “Hanginiz hergün hiç günah işlemeden ve akrabalık bağlarını da bozmadan Buthan'a veya Akik'e gidip oradan (zahmete ve masrafa girmeden) iki adet iri hörgüçlü dişi deve tutup getirmeyi ister?” diye sordu. Biz: “Ey Allah'ın Resûlü bunu hepimiz isteriz” dedik. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “-O halde birinizin mescide gidip orada Allah'ın kitabından iki ayeti öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet onun için üç deveden, dört ayet onun için dört deveden ve okunacak ayetler kendi sayılarınca deveden daha hayırlıdır” buyurdular.”"
415 "İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i dinledim, şöyle diyordu: “Kur'an-ı Kerim'den tek harf okuyana bile bir sevab vardır. Her hasene on misliyle (kayde geçer). Elif-Lam-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir harf, lam bir harf ve mim de bir harftir.”"
416 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'i (güzel bir sesle açıktan okuyan bir peygambere kulak ver(ip sevabı bol kıl)diği kadar hiçbir şeye kulak ver(ip mükafaat ihsan et)memiştir.”"
417 "Buhari'nin bir rivayetinde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: “Kur'an'ı teganni etmeyen bizden değildir.” (Sahabeden biri, bununla) açıktan okumayı kastediyor demiştir.” Teganni: “kıraatın hüzünlü ve dokunaklı kılınmasıdır.”"
418 "Ebû Umame (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: “Allah, geceleyin Kur'an okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir zaman Allah'a yaklaşmış olmaz.” Ebu'n Nadr der ki: “Ondan” tabiriyle “Kur'an'dan” denmek istenmiştir.”"
419 "Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle diyordu: “Kur'an'ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur'an'ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir.”"
420 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü, Allah'a hangi amel daha sevimlidir?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan” cevabını verdi. “Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?” diye ikinci sefer sorunca: “Kur'an'ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlar” cevabını verdi.”"
421 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Aziz ve celil olan Allah diyor ki: “Kim, Kur'an-ı Kerim'i okuma meşguliyeti sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden fazlasını veririm.”"
422 "Sehl İbnu Muaz el-Cuheni (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'an'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?”"
423 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an'ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.”"
424 "Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an'ı okuyup ona sahip çıkan kimseye (ahirette): “Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zira senin makamın, okuduğun en son ayetin seviyesindedir” denir.”"
425 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: “Kur'an'da mahir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerim ve muti meleklerle beraber olacaktır. Kur'an'ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap vardır.”"
426 "Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre: “Geceleyin, (hurma harmanında iken) Kur'an'dan Bakara suresini okuyordu. Hemen yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine sükût ederek okumayı bıraktı. At da sükûnete geldi. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at yine şahlandı. Üseyd yine sükût edince at da sükûnete erdi. Az sonra yine okumaya başlayınca at da şahlanmaya başladı. Oğlu Yahya, ata yakındı. Ona bir zarar vermesin diye attan uzaklaştırmak için yanına gitti. Bir ara başını göğe kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi nesneler var. Sabah olunca koşup gördüklerini Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine: “O gördüklerin neydi bilir misin?” diye sordu. “Hayır!” cevabı üzerine açıkladı: “Onlar melaike idi. Senin sesine gelmişlerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları seyredebilecekti, çünkü halktan gizlenmiyeceklerdi.”"
427 "el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelip vak'ayı anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ona şu açıklamada bulundu: “Bu sekinet idi, Kur'an için inmişti.”"
428 "Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an okuyan mü'minin misali portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'an okumayan mü'minin misali hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'an-ı okuyan facir misali reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan facirin misali Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur.”"
429 "Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir.”"
430 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hafızasında Kur'an'dan hiç bir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev gibidir.”"
431 "Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Buyurdular ki: “Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir kimse sonradan (terkeder ve okumayı) unutursa kıyamet günü cüzzamlı olarak Allah'a kavuşur.”"
432 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Ümmetime verilen ücretler bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Keza ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında, bir kimsenin lütf-i İlahi olarak öğrenip de sonradan unuttuğu bir sûre veya ayet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü görmedim.”"
433 "İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, İmran, Kur'an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. “İnna lillahi ve inna ileyhi raci'un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur'an okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler.”"
434 "Süheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an'ın haram kıldığı şeyleri helal addeden kimse Kur'an'a inanmamıştır.”"
435 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) düşman arazisine Kur'an-ı Kerim'le birlikte askeri seferi yasakladı.”"
436 "Ebu Said İbnu'l-Mualla (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Mescid-i Nebevi'de namaz kılıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet edemedim. Sonra yanına gelerek: Ey Allah'ın Resûlü namaz kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim diye özür beyan ettim). Bana: “Allahu Teala Kitab'ında “Ey iman edenler, Allah ve Resûlü sizi çağırdıkları zaman hemen icabet edin” buyurmuyor mu?” (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: “Sen mescidden çıkmazdan önce , sana Kur'an-ı Kerim'in (sevapca) en büyük sûresini öğreteyim mi?” dedi ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: “Sana en büyük sureyi öğreteceğim” dememiş miydiniz? dedim. Bana: “O sure Elhamdü lillahi Rabbi'l alemin dir ki(namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi ayet (es-Seb'u'l-Mesani) ve bana verilen yüce Kur'an'dır” buyurdu."
437 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen kaydetti. Ancak şu ziyade var: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zü'l-Celal'e yemin ederim ki, Allah, Fatiha'ının bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de ne Zebur'da, ne de Furkan'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi ayet ve bana ihsan edilen yüce Kur'an'dır.” Nesai'nin yine Ebu Hüreyre'den yaptığı bir rivayette: “O (Fatiha süresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir” ziyadesi vardır."
438 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanında otururken yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselam) dedi ki: “İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.” Derken oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalam) tekrar konuştu: “İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.” Melek selam verdi ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e : “Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi."
439 "Adiyy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Fatiha'da geçen) el-mağdûb aleyhim (Allah'ın gazabına uğrayanlar) Yahudilerdir, ed-dallin (sapıtanlar) da Hıristiyanlar'dır”."
440 "Ebu Ümame (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim, diyordu ki: “Kur'an-ı Kerim'i okuyun. Zira Kur'an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. Zehraveyn'i yani Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar.” Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce, bir kul onu okur, sonra da Allah'tan birşey isterse Allah istediğini mutlaka verir.”"
441 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalabalık bir askerin katıldığı orduyu sefere çıkardı. Askerlere Kur'an okumalarını tenbihledi. Ayrıca teker teker görerek herbirine Kur'an'dan bildikleri yerleri okumalarını tenbihliyordu. Derken sıra yaşça en genç birisine gelmişti. Ona: “Kur'an'dan sen ne biliyorsun ey falanca? diye sordu. Genç: “Ben , dedi, falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini biliyorum.” Resûlullah(aleyhissalatu vesselam): “Yani sen Bakara'yı biliyor musun?” diye sordu. “Evet!” cevabı üzerine: “Haydi yürü, seni askerlere komutan tayin ettim” dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp: “Yemin olsun, Bakara'yı ezberlememe mani olan şey, hükümleriyle amel edememek korkusundan başka birşey değildir? dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu tenbihte bulundu: “Kur'an'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'an-ı Kerim'in onu öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarafa koku neşreder. Kur'an'ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku neşretmeyen misk kabı gibidir.”"
442 "Nevvas İbnu Sem'an anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: “Kıyamet günü Kur'an-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve Al-i İmran sureleri Kur'an-ı Kerim'in önünde yer alırlar.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu iki sure için üç teşbihte bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: “Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler.”"
443 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan kaçar.”"
444 "Müslim'in bir rivayetinde yukarıdaki hadise şu ziyade yapılmıştır: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Sizden biri mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı Hakk, namazlarından evine de hayır yaratacaktır”"
445 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: “Bakara Suresi'nin sonundaki iki ayeti geceleyin kim okursa o iki ayet ona kafi gelir.”"
446 "Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allah, arz ve semavatı yaratmazdan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki ayet indirip onlarla Bakara suresini sona erdirdi. Bu iki ayet bir evde üç gece okundu mu artık şeytan ona yaklaşamaz.”"
447 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Beni İsrail'e: “Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın) dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağışlansın” (Bakara 58) denildi. Ama onlar (emri değiştirdiler de kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler ve “kılın içinde bir tane” dediler.”"
448 "Amir İbnu Rebi'a (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz karanlık bir gecede Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a açtık. Bunun üzerine şu ayet indi. “...Nereye yönelirseniz Allah'ın yönü orasıdır (Bakara, 115).”"
449 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e hitab ederek: “Ey Allah'ın Resûlü (tavaftan sonra kılınan iki rek'atı) Makam'ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)” diye bir temennide bulunmuştu, hemen şu ayet nazil oldu: “İbrahim'in makamını namazgah yapın...” (Bakara, 125)."
450 "el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anh) buyurdular ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye gelince, önce Ensar'dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını onaltı veya onyedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kabe'ye doğru olmasını arzuluyordu. (Kabe'ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte ashabtan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: “Şehadet ederim ki Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le Kabe'ye doğru namaz kıldık” dedi. Cemaat oldukları yerde Kabe'ye yöneldiler. Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları Yahudiler'i memnun ediyordu. Yüzler Kabe'ye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Arkadan hemen şu mealdeki ayet nazil oldu: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz...” (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar: “Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler? De ki: “Doğu da batı da Allah'ındır. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder” (Bakara, 144)."
451 "Müslim ve Ebu Davud'un Enes' (radıyallahu anh)'ten rivayet ettikleri bir diğer hadis şöyledir: “Onlar Beytu'l-Makdis'e doğru yönelmiş halde, sabah namazının rükûunda iken, Beni Seleme'den bir adam kendilerine uğradı ve: “Kıble istikameti Kabe'ye çevrildi” dedi. Bu sözünü iki kere tekrar ettil. Cemaat rükûda iken Kabe'ye yöneldiler.”"
452 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ayet-i kerimenin emriyle Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kıbleyi Kabe'ye yöneltince Müslümanlar sordular: “Ey Allah'ın Resûlü, Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Senin yöneldiğin istikameti, peygambere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı (ibadetlerinizi) boşa çıkaracak değildir” (Bakara, 143)."
481 "Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yahudiler: “Kadına arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar” derlerdi. Bunun üzerine: “Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayeti nazil oldu” (Bakara 223)."
482 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü mahvoldum” buyurdu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Niye mahvoldun ne var?” diye sorunca açıkladı: “Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: “Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin.” Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel.”"
483 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Allah, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i mağfiret buyursun, bir hususta yanılmıştı. Şu Ensariler putperestti ve ehl-i kitaptan Yahudilerle birlikte idiler. Ensar (İslam'dan önce) ilim yönüyle Yahudilerin kendilerinden üstün olduklarına inanırlardı. Bu sebeple onların birçok davranışlarını aynen taklid ediyorlardı. Ehh-i kitaba has adetlerden biri de kadınlarına tek istikametten (yani ön cihetten) yanaşırlardı. Bu, kadın için de en uygun tarzdı. Ensar topluluğu, bu adeti de Yahudilerden aynen almıştı. Kureyşliler ise, kadınları hoş olmayan şekilde açarlar, onlara arka cihetlerinden, ön cihetlerinden, sırt üstü yatmış vaziyette yeneşırlardı. Medine'ye muhacir olarak Mekkeliler gelince onlardan bir erkek Medineli bir kızla evlendi. Erkek, kadına Kureyş usulünce temas etmek istedi. Kadın buna müsaade etmedi. “Bizde kadına tek istikametten temas edilir, sen de öyle yap, aksi halde bana dokunma” dedi. Onların bu ihtilafı büyüdü ve herkes duydu. Öyle ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da intikal etti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlanızdır. Tarlaya dilediğiniz gibi gelin” (Bakara 223). “Dilediği gibi” den maksad (istikamet olarak) önlerinden, arkalarından, sırt üstü yatmış olarak. Ancak bu geliş çocuk mahalline olacak.”"
484 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: “Tek yoldan (ki o da çocuk yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas kurun”"
485 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Kur'an'daki: “Allah sizi (dil alışkanlığı olarak maksadsız yapılan) lağv yeminleriniz için müaheze etmez” ayeti kişinin sözünde sıkça kullandığı, “vallahi evet”, “billahi hayır” gibi yeminleri için nazil oldu.” Yukarıdaki metin Buhari'den alınmadır. Hadisi, Ebu Davud hem Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sözü olarak hem de Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin sözü olarak iki şekilde rivayet etmiştir. İmam Malik Muvatta'da bu hadisle ilgili olarak şunu söyler: “Bu mevzuda işittiğimin en güzeli şudur: “Ayette geçen “Lağv”, bir kimsenin öyle bildiği için bir şey hakkında yaptığı yemindir, ancak sonradan, o şeyin, bildiği gibi olmadığını anlar. Bu durumda yaptığı yemin için kefaret gerekmez. Ancak bir kimse de çıkıp, günahkar ve yalancı olduğunu bile bile, birilerini memnun etmek veya bir malı elde etmek için yemin ederse bu öylesine büyük bir günahtır ki, bunun kefareti yoktur.”"
486 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Kur'an-ı Kerim'deki: “Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...” (Bakara 228) ayeti hakkında şunu söyledi: “Erkek hanımını üç talakla da boşasa hanımını geri almaya herkesten daha çok hak sahibi idi. Ancak bu hüküm, Cenab-ı Hakk'ın şu sözü ile neshedildi: “Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır...” (Bakara 229)."
487 "Urvetu'bnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cahiliye devrinde kişi hanımını boşar, iddeti sona ermeden geri almak isterse, alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri dönebilirdi. (Bu hal bir adamın şu hadisesine kadar devam etti.) Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti dolmak üzere iken hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: “Allah'a kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal olmayacaksın” dedi. Kadın: “Bu nasıl olur?” deyince, adam: “Seni boşuyorum, iddetin dolmadan tekrar geri alacağım ve bu böylece devam edip gidecek” dedi. Kadın Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye gitti, durumu anlattı. Hz. Aişe cevap vermedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bekledi. Gelince vak'ayı anlattı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da cevap vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır” (Bakara 229). O günden itibaren insanlar bu yeni talaka yöneldiler, boşayan da boşamayan da. “"
488 "Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor: Benim bir kızkardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler oldu. Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kız kardeşimi ona nikahladım. Allah'ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric'i ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti. İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: “Daha önce de çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric'i ile boşadın. (Geri alma hakkın olduğu halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de talib oldun, taleble almak istiyorsun. Allah'a kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim” dedim. Ma'kıl der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu ayet nazil oldu: “Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerin engel olmayın” (Bakara 232). Yine Ma'kıl ilave ediyor: “Ayet üzerine, yeminim için kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım” Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ma'kıl'ı çağırdı, ayeti kendisine tilavet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve Allah'ın emrine boyun eğdi”"
489 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Kur'an'ın: “(Vefat iddeti bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda.... üzerinize bir vebal yoktur” (Bakara 235) ayetinden maksadı, “Evlenmeyi arzu eden kişinin: “Ben nikahlanmak istiyorum, kadına ihtiyacım var, saliha bir kadına kavuşmak istiyorum” demesidir” diye açıklamıştır."
490 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hendek Savaşı sırasında “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mani oldular, günaş batıncaya kadar kılamadık” buyurdu. Bir rivayette: “Bizi, salat-ı vusta olan ikindi namazından alıkoydular” denir. Bir diğer rivayette: “Sonra ikindiyi akşamla yatsı arasında kıldık” denir."
491 "Hz. Aişe'nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anha), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi ki: “Şu ayete gelince bana haber ver: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin” (Bakara, 238). Yazarken bu ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: “Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin” (Bakara, 238). Hz. Aişe (radıyallahu anha): “Ben bunu Resûlullah'dan işittim” dedi."
492 "Amr İbnu Rafi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, “Hz. Hafsa (radıyallahu anha)'ya bir mushaf yazıyormuş. Hz. Hafsa (radıyallahu anha) kendisinden,önceki hadiste -(Ebu Yunus'tan) Hz. Aişe'nin- taleb ettiği hususu aynen taleb ettiğini anlatmıştır.”"
493 "Şakik İbnu Utbe, Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma)'ten naklettiğine göre, demiştir ki: “Önce şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu bize Allah'ın dilediği müddetçe okudu. Sonra Allah bunu nashetti ve şu ayeti indirdi: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin.” Şakik'in yanında oturmakta olan bir zat kendisine: “Öyle ise bu ikindi namazıdır.” Bera dedi ki: “Ben bu ayetin nasıl nazil olduğunu Allah'ın nasıl neshettiğini sana haber verdim.”"
494 "İmam Malik (rahimehumullah)'e ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'e İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), Kur'an'da zikri geçen “orta namaz”a (salatu'l-vusta) sabah namazı demişlerdir."
495 "Zeyd İbnu Sabit ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüma) “Orta namazı, öğlen namazıdır” derlerdi."
496 "Ebu Davud'un Zeyd (radıyallahu anh)'den kaydettiğine göre, Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazını zevalden sonra sıcağın en şiddetli olduğu saatte kılardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kıldığı namazlar içinde ashabına en zor geleni bu namaz idi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve orta namazına devam edin.” Zeyd devamla dedi ki: “(Orta namazı, öğlen namazıdır, zira) bundan önce iki namaz var (birisi geceden -yatsı-, diğeri gündüzden -sabah-), ondan sonra da iki namaz var (biri gündüzden -ikindi- diğeri geceden -akşam-)”."
497 "Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)'a, Bakara suresinde geçen: “Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini (bakılmasını) vasiyyet etsinler” (Bakara 240), ayeti diğer bir ayetle (Bakara, 234) neshedildiği halde niçin bu mensuh ayeti de Kur'an-ı Kerim'e yazıyorsunuz?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Ey kardeşim oğlu bu ayeti terk mi edelim, (bunu mu söylüyorsun)? Hayır, ben hiçbir şeyi yerinden oynatmam.”"
498 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: “Her şeyin bir şerefi var. Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur'an ayetlerinin efendisidir: “Ayetü'l-Kürsi”."
499 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: “Ey Ebu'l-Münzir, Allah'ın Kitabından ezberinde bulunan hangi ayetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben: “O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O, Hayy'dır, Kayyûm'dur (yani diridir her şeye kıyam sağlayandır” (Bakara, 225) -ki buna Ayet'ü'l-Kürsi denir- dedim. Göğsüme vurdu ve: “İlim sana mübarek olsun ey Ebu'l-Münzir!” dedi.”"
500 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Ramazan zekatını muhafazaya tayin etmişti. Derken kara bir adam gelerek zahireden avuç avuç almaya başladı. Ben derhal kendisini yakaladım ve: “Seni Resûlullah(aleyhissalatu vesselam)'a çıkaracağım” dedim. Bana: “Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden çoktur, şiddetlidir” dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah olunca Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): -Ey Ebu Hüreyre! Dün akşamki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü: Bana şiddetli ihtiyacından ve çoluk-çocuktan dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak salıverdim, dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin olsun, o tekrar gelecek! buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binaenaleyh onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya başladı. Ben de derhal yakaladım ve: “Seni mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a çıkaracağım” dedim. Yine yalvararak: “Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, üzerimde çoluk-çocuk var, bir daha yapmam” dedi. Ben yine acıdım ve salıverdim. Ertesi gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -Ey Ebu Hüreyre, dün geceki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert yandı. Ben de acıdım ve salıverdim, dedim. “Ama” dedi, Resûlullah: “O yalan söyledi fakat yine gelecek.” Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Onu yine yakalayıp: -Seni mutlaka Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan başka gelmeyeceğim deyip yine de geliyorsun, dedim. Yine bana rica ederek şöyle söyledi: “Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah onlarla sana fayda ulaştırsın”. Ben: -Nedir bu kelimeler söyle! dedim. Bana dedi ki: -Yatağa girdin mi Ayetü'l-Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz dedi. Ben yine acıdım ve serbest bıraktım. Sabah oldu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla Allah'ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini yine serbest bıraktım, dedim. Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam): -Neymiş onlar? dedi. Ben: -Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü'l-Kürsi'yi başından sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah'ın koyacağı bir muhafız üzerinden eksik olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz! dedi, cevabını verdim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: “(Bak hele!) o koyu bir yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş. Ey Ebu Hüreyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Ben: -Hayır! cevabını verdim. -O bir şeytandı buyurdular."
501 "Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatmıştır ki: “Kendisinin bir hücresi vardı ve içinde hurma bulunuyordu. Buraya bir gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a açtı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine “Git, tekrar görecek olursan “Allah'ın adıyla, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a icabet et” dersin” buyurdu. Ebu Eyyub der ki: (Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti, ben de salıverdim. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la karşılaştığımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Esirin ne oldu?” diye sordu. Ben: “Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben de bıraktım)” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “O yalan söylemiş, o yalana alışkındır” buyurdu. Ebu Eyyûb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine salıverdiğini anlatır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tekrar: “Esirin ne oldu?” diye sorar. “Gelmeyeceğine dair yemin edince bıraktım” der. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Yalan söylemiş, o zaten yalana alışkındır” buyurur. Ebu eyyub (radıyallahu anh) üçüncü sefer yine yakalar ve: “Bu sefer seni bırakmayacağım, mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar götüreceğim” der. Bunun üzerine cin: “(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım: Ayet'ü'l-Kürsi varya onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne şeytan ne başkası yaklaşamaz” der. (Ebu Eyyub yine salar) ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Esirin ne oldu?” diye sorar. Olup biteni haber verince: “(Hayret), yalancı olduğu halde bu sefer doğruyu söylemiş” buyurur.”"
502 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256) ayeti Ensar hakkında inmiştir. Şöyle ki: Medine'de çocuğu yaşamayıp ölen kadınlar, “çocuğum yaşarsa Yahudi dini üzerine yetiştireceğim” diye adakta bulunurdu. Benu Nadir Yahudileri Medine'den sürüldükleri vakit, bunlar arasında Yahudileştirilmiş çok sayıda Ensar çocuğu vardı. Ensariler: “Çocuklarımızı onlara terketmeyiz” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Dinde zorlama yoktur, artık iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır...” (Bakara) ayetini inzal buyurdu.”"
503 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha layıkız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demiş, (Allah: “Buna) inanmadın mı yoksa” demiş, o da: “İnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemişti.” (Bakara, 260). Allah, Lût (aleyhisselam)'a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (aleyhisselam)'un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim.”"
504 "Tirmizi'nin bir rivayetinde Hz. Yusuf'la ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahimoğlu İshakoğlu Yakuboğlu Yusuf'tur. Ve ilave etti: “Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) arkadan şu ayeti okudu: “Kendisine elçi gelince, “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla şunu söyledi: “Allah Teala'nın rahmeti Lût'a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmıştı. Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden kalabalık bir ceaat içinde gönderdi.”"
505 "Ubeyd İbnu Umayr anlatıyor: “Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabına sordu. “Şu ayet kimin hakkında nazil olmuştur? “Sizden herhangi biri arzu edermi ki, hurmalardan, üzümlerden kendisinin bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. Fakat ona ihtiyarlık çöksün, aciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o, yanıversin? (Bakara, 266). Cemaat: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” cevabını verdi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu cevaba kızdı ve: “Biliyoruz veya bilmiyoruz” deyin dedi. Bunun üzerine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Bu hususta içimden bir şeyler geçiyor ey müminlerin emiri” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona: “Ey kardeşimin oğlu söyle onu, kendini küçük görme” dedi. İbnu Abbas: “Bu, bir iş için misal olarak verilmiştir” deyince Hz. Ömer: “Hangi iş için?” diye tekrar etti. İbnu Abbas da: “Zengin bir kimsenin işi için, öyle ki bu zengin Allah'a kulluk ve itaatini yerine getiriyordu. Sonra Allah ona şeytanı gönderdi. (Zengin onun iğvasına kapılarak günahlar eşledi ve sonunda bütün (salih) amellerini batırdı.”"
506 "Bera (radıyallahu anh): “İğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın...” (Bakara, 267) mealindeki ayet biz ensarlar hakkında indi” dedi ve anlattı: “Biz hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes, hurmasından az veya çok oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi bir iki hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescidde kalan Ehl-i Suffa'nın yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman, salkıma gelir, sopasıyla vurur, ondan bir miktar hurma düşürür ve yerdi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları, içerisinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları kırık adi salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler: Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayeti şöyle açıklar: “Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, kendisine verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden almamasına dikkat etsin.” İbnu Abbas der ki: “Bundan sonra hepimiz, sahib olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk.”"
507 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sözlerine şu mealdeki ayeti ekledi: “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder..” (Bakara 268)."
508 "Mervan el-Esfar'ın anlattığına göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): “..İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder, Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 284) ayetinin müteakip ayet tarafından neshedildiğini söylemiştir.”"
509 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder...” (Bakar, 284) bu ihbar Sahabe (radıyallahu anhüma)'ye çok ağır geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler, diz çöküp oturdular ve dediler ki: “Ey Allah'ın elçisi, bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihad ve sadaka, bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu ayeti inzal buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi “dinledik ama itaat etmiyoruz” mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle deyin: “İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sana'dır.” Cemaat bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzal buyurdu: “Peygamber ve inananlar O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. “Peygamberleri arasında hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır” dediler” (Bakara 285). Ashab bunu yapınca Allah, önceki ayeti neshetti ve şu ayeti inzal buyurdu: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. (Resûlullah bu duayı yapınca Allah Teala hazretleri: Pekala, yaptım buyurmuştur). Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! (Allah Teala hazretleri: Pekiyi buyurmuştur). Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi taşıtma (Rabb Teala hazretleri: Pekiyi dedi). Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et (Rabb Teala buna da Pekiyi demiştir)."
510 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allah Teala, ümmetim, içinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi hesaba çekmeyecektir.”"
511 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu mealdeki ayeti okudu: “(Habibim) Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar Kitab'ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ilimde yüksek gayeye erenler ise; “Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındadır” derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünmez.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayetin okunmasını tamamlayınca bana şunu söyledi: “Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah'ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının.”"
512 "Said İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a “Ben Kur'an'da bazı ayetler görüyorum onlar bana aralarında ihtilaflı geliyor” dedi. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Nelermiş onlar?” diye sorunca adam şu ayetleri okudu: “Sûr'a üflendiği zaman, aralarında o gün (böbürlenecekleri) soyları sopları olmadığı gibi, (birbirlerinin halini) de soramazlar” (mü'minun, 101). Halbuki şu ayet de var: “Birbirlerine dönüp soruşurlar” (Saffat 27). Bir ayette şöyle denir: “O gün inkar edip peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler” (Nisa 42). Halbuki şu ayet var: “Sonra, Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar değildik, demekten başka çare bulamazlar” (En'am, 23). Nazi'at suresinde: “Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir” (27-30) buyuruyor. Burada göğün yaratılışı yerin yaratılışından öncedir: “Ey Muhammed onlara de ki: “Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O alemlerin Rabbi'dir. O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi, ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler (Fussilet, 9-11). Kur'an'da: “Allah affedici, merhametli oldu”, “Allah aziz ve hakim oldu”, “Allah işitici ve görücü oldu” denmektedir. Sanki, Allah eskiden böyle olmuş bitmiş gibi ifade edilmektedir.” İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: “Sûr'a ilk üflemede onların aralarında hiçbir bağ olamaz, Allah'ın diledikleri dışında herkes gökte olsun yerde olsun bu ilk üflemede baygın düşer. İşte bu baygınlık anında bağ da yok, hal hatır sorma da yok. Sonra ikinci üflemede birbirlerine gelip soruşurlar.” İbnu Abbas devam etti: “...Rabbimiz Allah'a and olsun ki biz puta tapanlar değildik” ayeti ile; “...Allah'tan bir şey gizleyemezler” ayetine gelince: “Allah Teala ihlas sahiplerinin günahlarını affeder. Bunun üzerine müşrikler: “Gelin bir de “Müşrik değildik” diyelim” derler. Allah da onların ağızlarını mühürler. Vücudlarındaki her bir uzuv yaptığı işleri söyler. O sırada, Allah'ın hiçbir sözü gizlemediği bilinir. O'nun yanında: “İnkar edenler: “Keşke Müslüman olsaydık” temennisinde bulunacaklardır” (Hicr, 2). Diğer soruna gelince: Allah yeri iki günde yarattı. Sonra göğe yöneldi, başka iki günde de onu yedi kat olarak tanzim etti, sonra diğer iki günde arzı düzenledi yani yaydı, arzdan su ve otlak çıkardı. Arzda dağlar, ağaçlar, tepeler ve arzla sema arasında bulunan şeyleri yarattı. Bunu Cenab-ı Hakk: “Ardından yeri düzenlemiştir” (Naziat, 30) kelam-ı şerifleriyle ifade buyurmaktadır. Böylece arz ve içindekiler dört günde yaratılmış olmaktadır. Semavat da iki günde yaratılmış olmaktadır. “Allah affedici, merhametli oldu” kelamına gelince, Allah kendisini bu şekilde isimlemiştir, yani O hep böyle olmuştur ve böyle olacaktır, Allah her ne irade buyurdu ise irade buyurduğu şey mutlaka olmuştur. Yazık sana, Kur'an (ayetleri) sana ihtilaflı gelmemeli. Çünkü onun tamamı Aziz ve Celil olan Allah'tandır.”"
513 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Bedir savaşında Kureyş'i yendikten sonra Medine'ye döndüğü zaman Yahudileri toplayarak onlara: “Kureyş'in başına gelen musibet size de gelmeden Müslüman olun” dedi. Onlar cevaben: “Ey Muhammed, Kureyş'ten savaşmasını bilmeyen top bir grubu mağlub etmen sakın seni aldatmasın. Şayet bizimle savaşacak olursan bizim kimler olduğumuzu öğrenecek ve bizim gibisiyle hiç karşılaşmadığını anlayacaksın!” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “(Habibim), “O (Yahudi) kafirlerine de ki: Yakında mağlub olacaksınız ve (toptan) cehenneme sürüleceksiniz. O, ne kötü yataktır, (Bedir muharebesinde) karşılaşan iki grub hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı. (Onlardan) bir grub Allah yolunda dövüşüyordu, diğeri ise kafirdi” (Al-i İmran, 12-13)."
514 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Her peygamberin peygamberlerden dostları vardır. Benim dostum, ceddimve Rabbimin halili olan İbrahim'dir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sonra şu ayeti tilavet buyurdular: “Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o iman edenlerin yaridir” (Al-i İmran, 68)"
515 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “...İbrahim'in ailesi ve İmran ailesi...” (Al-i İmran, 33) ayeti hakkında: “Onlar, İbrahim'in neslinden, İmran'ın neslinden, Yasin'in neslinden ve Muhammed'in neslinden iman eden kimselerdir.” Allah Teala hazretleri şöyle buyuruyor: “Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o iman edenlerin yaridir” (Al-i İmran, 68) demiştir."
516 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), saliha kadının: “Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak sana adadım” (Al-i İmran, 35) sözünü tefsir sadedinde şöyle der: “Yani sırf mescide hizmet etmesi için.”"
517 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular: “Yeni doğan her insan yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru, onun dürtmesi (nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar. Hazret-i Meryem ve onun oğlu İsa bundan hariçtir.” Ebu Hüreyre sözüne devamla: “İsterseniz şu ayeti de okuyun dedi: “Meryem: “...Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım” dedi”. (Al-i İmran, 36)."
518 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Meryem'i hangisi himayesine alacak diye (kura çekmek üzere) kalemlerini atarken sen yanlarında değildin” (Al-i İmran, 44) ayetiyle ilgili olarak buyurdu ki: “Kur'a çekmek üzere kalemlerini (suya) attılar. Kalemler akıntıyla beraber gitti. Sadece Zekeriya'nın kalemi suyun üstüne çıktı.”"
519 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey İsa, şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) benim” ayetindeki (Al-i İmran 55) seni vefat ettirecek olan (müteveffike) ibaresini “seni öldürecek olan” diye açıklanmıştır."
520 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ensar'dan bir zat Müslüman olmuştu, sonratekrar irtidat edip müşriklerin yanına gitti. Bilahere yaptığından pişman olup, kabilesine: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorun, benim için tevbe imkanı var mı?” diye haber saldı. Kavmi de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Onun için tevbe etme şansı var mı?” diye sordular. Bunun üzerine şu ayet indi: “İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tevbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder” (Al-i İmran, 86-89). Ayeti ona gönderdi. O da Müslüman oldu.”"
521 "Behz İbnu Hakim babası ve ceddi tarikiyle anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” (Al-i İmran, 110) ayeti hakkında şunu söylediğini işitti: “Siz yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan sonuncu ümmetsiniz. Siz onların en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız.”"
522 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Rabb'e kul olun (kûnû Rabbaniyyin)” (Al-i İmran, 79) ayetiyle “Hakimler, fakihler olun” denmek istenmiştir” buyurmuştur."
523 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu ayet bizim hakkımızda indi: “O zaman içinizden iki zümre za'f göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalılar.” (Al-i İmran, 122) Hz. Cabir devamla şu açıklamayı yaptı: “Biz iki zümreydik: Bir zümre Benû Harise, diğeri Benû Seleme. Ayette: “Allah onların yardımcısıdır” dendiği için bu ayet hakkımızda inmemiş olsaydı sevinmezdim.”"
524 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safvan İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve el-Haris İbnu Hişam'a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: “Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir” (Al-i İmran, 128)."
525 "Tirmizi'de geldiği üzere Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü şöyle demiştir: “Ey Allahım, Ebu Süfyan'a lanet et! Ey Allah'ım, el-Haris İbnu Hişam'a ln İbnu Umeyye'ye lanet et!” Bunun üzerine: “Allah'ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir” (Al-i İmran, 128) mealindeki ayet indi."
526 "Nesai'de geldiğine göre, İbnu Ömer, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sabah namazında başını sonuncu rekatta kaldırdığı sırada “Ey Rabbim... lanet” diye aynen yukarıdaki hadiste muhtevayı işittiğini söylemiştir."
527 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Hiçbir peygamber ganimete ve millet malına hıyanet yaraşmaz” (Al-i İmran, 161) ayeti, Bedir savaşı sırasında kaybolan kırmızı renkli bir kadife parçası hakkında nazil olmuştu. Cemaatten bazısı “Belki de Hz. Peygamber almıştır” demişti ki bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu.”"
528 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabına şöyle dedi: “Uhud'da şehid olan kardeşleriniz var ya! allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehidler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler cennette dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!” Allah Teala onlara cevaben: “Sizin haberinizi ben duyuracağım” buyurdu ve şu ayeti indirdi: “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kenidlerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler” (Al-i İmran, 169)."
529 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anlüma): “Halk onlara “Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı da: “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” dediler” (Al-i İmran 173). ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bunu İbrahim (aleyhisselam) ateşe atıldığı esnada söyledi, keza aynı şeyi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), halk kendisine: “İnsanlar size karşı toplandılar” dediği zaman söyledi."
530 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) zamanında bir kısım münafıklar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gazveye çıktığı vakit ondan ayrılıp geri kalırlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a muhalefet edip kaldıkları için rahatlarlar, sevinirlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye dönünce de gelip andlar, yeminler içerek özürler beyan ederlerdi. Bir de isterlerdi ki, yapmadıkları şeylere övgüye, madh'u senaya mazhar olsunlar. Onların bu hali ile ilgili olarak şu ayet nazil oldu: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azabtan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır” (Al-i İmran, 188)."
531 "Humeyd İbnu Abdirrahman İbni Avf anlatıyor: Emevi halifesi Mervan kapıcısına: “Ey Rafi! İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a git ve de ki: “Eğer bizden herkes, ettiği ile sevinmesinden ve yapmadığı şeyle de övülmekten hoşlanmasından dolayı azab görecekse, toptan hep azaba maruz kalacağız demektir.” İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) kendisine bu söylenince şöyle dedi: “O ayetten size ne? O ayet, Ehl-i Kitap hakkında inmiştir.” Sonra şu ayeti okudu: “Allah kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp, az bir değere değiştiler. Alış-verişleri ne kötüdür. Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır.” (Al-i İmran, 187-188). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) sözüne devam ederek şu açıklamayı yaptı: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara bir husus sordu, gerçeği gizleyip, değişik şekilde yanlış cevap verdiler. Üstelik kendilerine sorduğu hususa verdikleri cevap sebebiyle medhedilmeyi beklediklerini de iş'ar ettiler. Ayrıca sorulan şeyi ona gizlemiş olmalarına da sevindiler.”"
532 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “İster, amelce iyi, müttaki, isterse amelce kötü, facir kişi olsun, ölüm herkes hakkında hayırlıdır” buyurduktan sonra şu ayeti okudu: “İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz muhletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Alçaltıcı azab onlaradır, (Al-i İmran, 178). Sonra da şu ayeti okudu: “Fakat Rablerinden sakınanlara, Allah katından ziyafetler bulunan, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah katındaki şeyler iyi olanlar için daha hayırlıdır” (Al-i İmran, 198)."
533 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, Allahu Teala'nın kadınları hicretle ilgili olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum. Bu sorum üzerine şu ayet indi: “Rableri dualarını kabul etti: Bir birinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katında bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 195)."
534 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Bir adamın yanında yetime bir kız vardı. Onu kendisine nikahladı. Kızın meyve veren bir hurma ağacı vardı. Kız, o hurma ağacında olsun, adamın başka malında olsun ona artaktı. Adam kızı kendisi için tutuyor, kıza kendisinden (mehir olarak) bir şey vermiyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz...” (Nisa, 3),"
535 "Bir rivayette hadis şöyledir: “Yetime kız velisinin terbiyesindedir. Velisi, kızın güzelliğine ve malına tamah etmekte (evlenmek istemekte)dir. Ancak mehrini tam değil, eksik vermeyi düşünmektedir. Böyle veliler, yetimlere, mehri hususunda adaletli davranmadıkça, yetimle evlenmeleri yasaklanmış, başka kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir.”"
536 "Bir diğer rivayette, Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakk'ın şu ayette: “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: “Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'ta size okunandır..” (Nisa 127) ayetinde atıfta bulunan bahis, önceki ayettir ki orada şöyle denmektedir: “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, iç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şunu söyledi: “Sonraki ayette yani, “...kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara...” (Nisa, 127) ifadesinin geçtiği ayette, Cenab-ı Hakk'ın mevzubahis ettiği arzu, kişinin terbiyesi altında bulunan yetimenin malı ve güzelliği az olması halındeki arzudur. Bu durumda onunla evlenmek istememektedir."
537 "Bir başka rivayette “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler...” (Nisa 127) ayeti ile ilgili Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: “Burada sözkonusu edilen, kişinin terbiyesi altında bulunan vemalından kendisine ortak olan yetime kızdır. Adam bu yetime ile evlenmeyi düşünmediği gibi, başkasıyla evlendirip, yabancıyı malına ortak kılmak da istememekte, yetimeyi ortada tutmaktadır. Cenab-ı Hakk, mezkur ayetle bu durumu yasaklamaktadır.” Ebu Davud merhum şu ilavede bulunur: Rebi'a, Cenab-ı Hakk'ın “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekte onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız...” sözü hakkında şu açıklamayı yaptı: “Burada Allah Teala şunu söylüyor: “Korkuyorsanız bu yetimeleri serbest bırakın, (arada tutmayın), ben size dört tanesini helal kıldım.”"
538 "Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) “Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin, onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin...” (Nisa, 6), ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet, yetime bakan velinin fakir olması halinde, bakım hizmetine mukabil, yetimin malından uygun şekilde yiyebileceğini beyan için nazil olmuştur.” Bir başka rivayette şöyle denir: “Veli, muhtaçsa, çocuğun malından, malın miktarına göre uygun şekilde alır.”"
539 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Taksimde yakınlar yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin” (Nisa, 8) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet muhkemdir ve mensuh da değildir. Bazıları bunun mensuh olduğunu zanneder. Hayır, Allah'a kasem olsun mensuh değildir. Ancak, bu ayet halkın hükmüyle amel etmemek suretiyle kadrini idrak edemediği ayetlerdendir. Terekede tavarrufta bulunan ve tereke ile ilgili işleri üzerine alan veli iki kısımdır: 1. Mala varis olan mutavarrıf veli, (mesela asabe gibi). İşte bu veli (taksim sırasında hazır bulunan yakınlara, yetimlere ve düşkünlere onların gönüllerini hoş edecek birşeyler) verir. 2. Mala varis olmayan veli (yetimin velisi gibi ki taksimde hayır bulunanlara maldan bağışta bulunmak gibi tasarrufta bulunamaz. Onlara bazı) tatlı sözü bu veli söyler. Mesela şöyle de: Benim, sizlere birşeyler verme yetkim yok.”"
540 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hastalanmıştım. Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize geldikleri sırada baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) abdest aldılar ve abdest suyundan üzerime serptiler. Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı görmez miyim! Hemen sordum: “Ya Resûlullah (görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?” Bana cevap vermede acele etmedi. Derken miras ayeti geldi: “(Ey Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki: “Allah size ikinci dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi ona tamamen varis olur. Eğer kız kardeşi kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilir” (Nisa, 176). Bir rivayette şöyle denmektedir: “...(Sorum üzerine) feraiz ayeti indi.” Bir başka rivayette de: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder...” (Nisa11) ayeti indi” denir. Tirmizi'nin rivayetinde Cabir hazretleri (radıyallahu anh) şöyle der: “Benim yedi tane kızkardeşim vardı...” Ebu Davud'un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: “ Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar hakkında fetva veriyor...” ikinci derece mirascılar: Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri olan kimse."
541 "Yukarıdaki Cabir (radıyallahu anh) hadisi, bir rivayette şöyle gelmiştir: “Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi kızkardeşim vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdiler. Girince ilk iş yüzüme (okuyup) üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz: “Ey Allah'ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?” dedim. Bana: “İhsanda bulun!” dedi. Ben: Öyleyse yarısını? dedim. Resûlullah “İhsanda bulun” dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi: “Bu ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teala kızkardeşlerine vermen gereken miktar hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların hissesini üçte iki kıldı.” Cabir (radıyallahu anh) şu ayet benim hakkımda indi derdi: “Senden fetva isterler, de ki Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva veriyor...” (Nisa 176)."
542 "Yine Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kadın iki kızıyla gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü, bu iki kız Sabit İbnu Kays'ın kızlarıdır. Babaları Uhud'da seninle beraber cihad ederken şihid oldu. Kızların amcası, babalarından kalan malların ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara hiçbir şey bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah'ın Resûlü. Allah'a yemin ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bunlar hakkında Allah hükmeder” cevabını verdi. Arkadan Nisa suresi nazil oldu: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder...” (Nisa 11). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bana kadını ve sahibini çağırın!” emretti. Çocukların amcasına: “Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini kızların annesine ver, geriye kalan da senindir” dedi."
543 "Ubadetu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı han onu sardı. Keder hali açılınca: “(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekar bekarla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dilla zina yaparsa yüz sopa ve recm'dir.”"
544 "İbnu Abbas: “Ey iman edenler! kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın...” (Nisa 19) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Cahiliye devrinde bir erkek ölünce, karısı üzerinden en ziyade onun yakınları hak sahibi idiler: Onlardan biri dilerse onunla evlenir, dilerse kadını bir başkasıyla evlendirirlerdi, dilemedikleri takdirde de evlenmesine mani olurlardı. Erkeğin yakınları bu hususta, kadını akrabalarından da çok hak sahibi idiler. Yukarıdaki ayet bu durumla ilgili olarak indi.”"
545 "Ebu Davud'da gelen bir diğer rivayette şöyle denir: “Erkek, akrabasının hanımına varis olur, kadın ölünceye veya mehrini kendisine iade edinceye kadar müşkülat çıkarırdı. Cenab-ı Hakk buna mani oldu ve kadına uygulanan engeli yasakladı.”"
546 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki, (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola...” (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet indiği zaman kişi, bir başkasının yanında yemeyi nefsine haram etti. Sonra Cenab-ı Hakk bu ayeti Nûr suresinde yer alan şu ayetle neshetti: “...Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde, veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara veya ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur” (Nur 61). Bundan önce zengin kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de çağrılan kimse: -(Nisa suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem günahtır, zira fakirin bundan yeme hakkı benden fazladır” derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle, Müslümanlara (ayette sayılan kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah'ın ismi zikredilen yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın yiyecekleri de helal kılındı.”"
547 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Beş ayet vardır ki onları bütün dünya ve içindekilerle değişmem. Bunlar şunlardır: 1. “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz” (Nisa 31) 2. “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” (Nisa 4). 3. “Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi” (Nisa 64). 4. “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur” (Nisa 18). 5. “Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de, sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur” (Nisa 110)."
548 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) validemiz anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, dedim, erkekler cihada çıkıyorlar, kadınlar cihad yapmıyor, biz kadınlara mirasdan da yarım veriliyor.” Bunun üzerine Rabb Teala şu ayeti inzal buyurdu: “Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir” (Nisa 32). Mücahid der ki: “Cenab-ı Hakk şu ayeti de Ümmü Seleme hakkında inzal buyurdu: “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır” ( Ahzab 35). Ümmü Seleme Medine'ye hicretle gelen ilk kadındır.”"
549 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından herbirini mevaliye kıldık...” (Nisa, 33) ayetindeki mevaliye tabirini varisler olarak tefsir etmiştir. Keza ayetin devamında geçen “yeminlerinizin bağladığı kimselere haklarını verin” ibaresindeki “yeminlerinizin bağladığı kimseler” tabiriyle ilgili olarak da şu açıklamayı yapmıştır: “Mekkeli muhacirler Medine'ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse Medineli bir ensari'ye -Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın aralarında tesis ettiği kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu. Ancak: “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her birine varisler kıldık...” (Nisa 33) ayetiyle bu muamele neshedildi. Kelam-ı ilahi'de geçen “yeminlerinizin bağladığı” tabiriyle ifade edilen “muahattan gelen kardeşlik hukuku” birbirinize yardım, rifade (hacılara toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve hayırhahlığa münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir.”"
550 "Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şu açıklama vardır: “Yeminlerinizin bağladığı kimseler” (tabirine gelince bununla şu kastediyor: İslam'ın bidayetinde) kişi, aralarında hiçbir neseb bağı bulunmayan bir başkası ile anlaşma yoluyla hukuki bir bağ kurup biri diğerine varis olabiliyordu. Bu müessese, Enfal suresinde gelen şu ayetle neshedildi: “...Ve zevil erham (birbirine mirasçı olan akraba), Allah'ın Kitabı'na göre birbirine daha yakındır...” (Enfal 75)."
551 "Davud İbnu'l-Husayn anlatıyor: Ümmü Sa'd Binti Rebi'ye Kur'an'dan okuyordum. Bu kadın Hz. Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh)'in terbiyesinde yetişen bir yetime idi. Ben Nisa suresinin 33. ayetini “vellezine akadet eymanukum” diye okuyunca müdahele edereke: “Öyle okuma fakat “vellezine akadet eymanukum” diye oku. Bu ayet Hz. Ebu Bekir ve oğlu Abdurrahman hakkında nazil oldu. Oğlu, İslam'ı kabul etmeyince Hz. Ebu Bekir, ona miras bırakmayacağım diye yemin etmişti. Bilahare Abdurrahman Müslüman olunca, Cenab-ı Hakk, mirasdan nasibini ayırması için Hz. Ebu Bekir'e bu ayetle emir buyurdu” dedi. Bir rivayette şu ilave açıklama yapılmıştır: “Abdurrahman'ın İslam'a girişi Müslümanların maddi galebesine kadar gecikti.”"
552 "Hz. Enes (radıyallahu anh) “Allah, şüphesiz zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” ayeti ile ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini rivayet etti: “Allah hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı hem dünyada hem de ahirette kendisine verilir. Kafir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, ahirete varınca, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz.”"
553 "İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Ali (radıyallahu anh): “Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur” (Nisa 35) ayetinde temas edilen iki hakem hakkında “karı-kocanın ayrılma veya birleşme kararları bu iki hakemin vereceği hükme kalmıştır” diye beyanda bulunmuştur."
554 "Ebu Hürre er-Rakkaşi, amcasından (radıyalluhu anh) naklen Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara (evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın...” (Nisa, 34) ayeti hakkında şunu söylemiştir: “Kadınların serkeşlik etmelerinden yılarsanız yatakta onları yalnız bırakın.” Hammad merhûm, yatakta yalnız bırakmayı “cinsi teması terketmek” olarak anlamıştır."
555 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Avf (radıyallahu anh) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kafirûn suresini okudum. Ancak “sizin taptığınıza ben tapmam” diyecek yerde “biz, sizin taptığınıza taparız” şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın...” ayeti nazil oldu.”"
556 "Ebu Davud'da şu rivayet de var: Ensardan bir zat kendisine (Hz. Ali'yi) ve Abdurrahman İbnu Avf'ı yemeğe çağırdı. “Rivayet, Hz. Ali'nin icabet ettiğini, akşam namazında cemaate imamlık yaptığını belirtir ve hadisi(n devamını yukarıdaki gibi) zikreder."
557 "Yine Hz. Ali (radıyallahu anh) buyuruyor: “Kur'an-ı Kerim'de en çok sevdiğim ayet şudur: “Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar...” (Nisa, 48)."
558 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin” (Nisa 59) ayeti, Abdullah İbnu Huzafe İbni Kays İbni Adiy es-Sehmi hakkında, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu bir seriyyeye gönderdiği esnada nazil oldu.”"
559 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh): “Size ne oluyor da: “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet” diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75) ayetiyle ilgili olarak şunu söyledi: “Annem ve ben burada ifade edilen “zavallılar” arasında idik.”"
560 "Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: İbnu Abbas (radıyallahu anh): “Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesna” (Nisa 98), ayetini tilavet buyurduktan sonra: “Ben ve annem Allahu Teala'nın mazur addettiklerindendik, ben çocuklardan, annem kadınlardan mazurdu” dedi."
561 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Avf ve bir kısım arkadaşları, Mekke'de Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek şöyle dediler: “Biz müşrik iken izzet ve itibarı olan kimselerdik. Müslüman olduktan sonra zelil duruma düştük. (Müsaade edin müşriklere karşı koyalım). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Ben affetmekle emrolundum. Sakın müşriklerle mücadeleye kalkmayın” dedi. Ancak, Medine'ye hicretten sonra Cenab-ı Hakk cihad emretti. Bu sefer onlar durakladılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Kendilerine: “Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin” denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar te'hir edemez miydin?” derler. Ey Muhammed de ki: “Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez” (Nisa, 77)."
562 "Harice İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i şöyle derken dinledim: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır” (Nisa, 93) ayeti, Furkan suresindeki “Onlar, allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar...” (Furkan 68) ayetinden altı ay kadar sonra nazil oldu.” Nesai merhumun bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir” ayeti indiği zaman (ayette ifade edilen şiddet sebebiyle) çok korktuk. Bunun üzerine (bize rahatlık getiren) Furkan suresindeki “Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar...” ayeti nazil oldu.”"
563 "Sa'id İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Bir mü'mini kasden öldürenin tevbesi makbul olur mu?” diye sordum da bana “Hayır!” diye cevap verdi. Ben de kendisine, Furkan suresindeki: “Onlar ki Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar... Ancak tevbe eden, inanıp, yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Furkan, 68-70) ayetini okudum. Bana şu cevabı verdi. “Senin okuduğun ayet Mekke'de nazil olmuştur. Onu Medine'de nazil olan: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir...” (Nisa, 93) ayeti neshetmiştir.”"
564 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Şu ayet: “Onlar Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan, günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak ebedi kalır” (Furkan 68-69) ayeti Mekke'de nazil olduğu zaman müşrikler şöyle dediler: “İslamiyet bize ne bahşediyor? (Hep azab vaad etmekte. Zira) biz Allah'a şirk günahını işledik. Allah'ın haram ettiği cana kıydık, diğer bir çok kötülüklere bulaştık.” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler var ya, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhameteder” (Furkan 70). Bir rivayette şu ziyade var. “Kim İslam'a girer ve onu idrak eder, sonra da katil olursa onun tevbesi kabul olmaz.”"
565 "Ebu Davud'dan gelen bir rivayette de şöyle denmektedir. “Kim kasıtlı olarak bir mü'mini öldürürse, onun günahını hiçbir şey ortadan kaldırmaz.”"
566 "Nesai ve Tirmizi'den gelen bir rivayette şöyle denir: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a bir mü'mini kasıtlı olarak öldürüp sonra tevbe edip, imana giren, güzel ameller işleyen ve hidayete eren bir kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: “Buna nasıl tevbe olur? Ben Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i şöyle söylerken işittim: “Maktûl, avurtları kana bulanmış olan katile asılı olarak getirilir. Katili şöyle şikayet eder: “Ey Rabbim, buna sor bakalım beni niçin öldürdü, suçum ne idi?” İbnu Abbas (radıyallahu anh) ilave etti: “Allah'a kasem olsun, Allah bu hükmü indirdi, fakat neshetmedi.”"
567 "Ebu Miclez merhum, “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir” ayeti hakkında şöyle söylemiştir: “Evet, bu cürmün cezası budur. Ancak, Allah dilerse onun bu cezasını affeder.”"
568 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Müslümanlardan bir grup, (gazve sırasında) sürüsünü otlatan bir kimseye rastladılar. Adam, onlara es-selamu aleyküm diyerek (İslami adaba uygun) selam verdi. Ama onlar adamı yakalayıp öldürdüler ve sürüsüne elkoydular. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler: Allah yolunda cihada çıktığınız zaman (meselelerin) tam bir açıklanmasını bekleyin. Size (Müslümanca) selam verene, dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, “sen mü'min değilsin” demeyin. İşte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allah size lutfetti...” (Nisa, 94). İbnu Abbas ayeti okudu ve ayette geçen ve Nafi kıraatına göre esselem olan kelimeyi es-selam olarak kıraat buyurdu."
569 "Tirmizi'den gelen rivayette şöyle denir: “Benu Süleym'den bir kimse, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından bir gruba uğradı. Adamın beraberinde sürüsü vardı. Gruba selam verdi. Ancak onlar: “Bu adam kendisini size karşı emniyete almak için böyle (İslamca) selam verdi. (Bu Müslüman değildir) dediler ve kalkıp adamı öldürüp sürüsüne el koydular. Sürüyle birlikte Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Ancak haklarında Cenab-ı Hakk vahiy inzal buyurdu.”"
570 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Mikdad (radıyallahu anh)'a: “Bir kimse içinde yaşadığı kafirlere karşı imanını gizler, (sen karşılaştığın zaman) imanını açığa vurursa (sakın öldürme. Bu hayatını kurtarmak için mü'minim dedi, diyerek onu) öldürecek olursan (cinayet işlemiş olursun). Nitekim, Mekke'de iken, bir zamanlar sen de imanını gizlemiştin”"
571 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayetini Bedir savaşına katılanlara uygulayarak şöyle demiştir: “Bedir savaşına gitmeyip (evlarinde) oturanlarla ona katılanlar bir olmaz” (Bu rivayet Buhari'ye aittir). Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: Bedir Gazvesi olduğu zaman Abdullah İbnu Cahş ve İbnu Ümmi Mektum: “Ey Allah'ın Resûlü, biz amayız, bize bir ruhsat var mı?” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “İnsanlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vaadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisa, 95-96)."
572 "el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mü'minlerden oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayeti nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyd (radıyallahu anh)'i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile, ayeti yazmaya geldi. Bu sırada İbnu Mektum gözlerinin ama oluşundan yakınıyordu. Bunun üzerine ayetin devamında özür sahipleri istisna edildi: “Mü'minlerden, özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz..”"
573 "Etbauttabiin'den Muhammed İbnu Abdirrahman anlatıyor: (Abdullah İbnu Zübeyr'in hilafeti sırasında Şamlılara karşı gönderilmek üzere) Medine halkından askeri bir birlik teşkili kararlaştırıldı. Birliğe de yazıldım. Bu esnada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım, durumu ona anlatmıştım. Bu sefere katılmayı bana şiddetle yasakladı. Sonra da şunu anlattı: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) bana haber verdi ki: “Müslümanlardan bir grup (Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devrinde) müşriklerle beraberdi ve onların sayılarını artırıyorlardı. Müşriklere atılan ok, bazan gelip onlardan birine isabet etip öldürdüğü oluyordu. Kılıç darbeleriyle hayatlarını kaybedenler de vardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti indirdi: “Kendilerine yazık edenlerin canlarını melekler aldıkları zaman onlara: “Ne yaptınız bakalım? deyince, “Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik” diyecekler, melekler de: “Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” cevabını verecekler, onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir” (Nisa, 97)."
574 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) “...Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur. Fakat bütün ihtiyat tedbirlerini alın...” (Nisa 102) ayeti Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) hakkında, o yaralı iken nazil oldu” demiştir."
575 "Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)'a: “Ayet-i kerime'de: “Yerzüzünde sefere çıktığınız zaman, kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisa, 101) buyuruluyor. Şimdi ise halk emniyet içerisinde, buna rağmen, sefer halinde niye namaz kasrediliyor (kısaltılıyor)” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Senin gibi, ben de aynı şekilde merak ederek, bu meselede Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sormuştum. Bana şu açıklamayı yapmıştı: “Namazın kısaltılması, Allah'ın sizlere yaptığı bir sadakadır. Rabbinizin sadakasını kabul edin.”"
576 "Ümeyye İbnu Abdillah İbnu Halid merhumun anlattığına göre Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e şöyle demiştir: “-Cenab-ı Hakk ayeti kerimede: “Kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisa, 101) diyerek (savaş ve korku halinde) kısaltmaya izin verdiği halde, seferde namaz neye dayanılarak kısaltılır?” İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: “- Ey kardeşimoğlu! Bizler hep dalalette iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize geldi ve dinimizi öğretti. Bize öğrettikleri arasında namazı sefer sırasında iki rekat kılmak da var.”"
577 "Katade İbnu'n-Nu'man (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kendilerine Benu Übeyrik denen bizden bir aile halkı vardı. Ferdlerinin isimleri Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi. Büşeyr münafık bir kimseydi. Şiir düzer, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabını (radıyallahu anh) hicveder, sonra da bu şiiri bir Arab'a nisbet edip: Falanca şöyle dedi, fişmakanca böyle dedi (diye onlardan naklederek kendi yazdığı hicviyeleri okurdu). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabı bu şiirleri duyunca tanırlar ve: “Allah'a kasem olsun bu şiiri şu habis heriften başkası söylemez -ravi şüphe ediyor: “şu habis herifi” mi derlerdi, yoksa “şu herif” mi derlerdi diye- “onu mutlaka İbnu'l- Übeyrik söyledi” derlerdi. Bu aile, cahiliye devrinde de İslam döneminde de hep fakir ve ihtiyaç içinde kaldı. O zaman Medine'de halkın gıdasını hurma ve arpa teşkil ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un tüccarı geldiği vakit, o undan satın alır, böylece zenginliğini izhar ederdi. Fakirlerin yiyecekleri ise hurma ve arpa idi. Bir seferinde Şam'dan bir tüccar geldi. Amcam Rifa'a İbnu Zeyd bir yük beyaz un aldı. Onu meşrübe denen tenezzüh odasına koydu. Meşrübesinde silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece evine giren hırsızlar meşrübeyi yarıp yiyecek, silah orada ne varsa alıp götürdüler. Sabah olunca amcam Rifa'a bana uğradı ve: “Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız girmiş, meşrübemizi yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler” dedi. Biz de mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: “Bu gece Benu Ubeyrik'leri gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin bir kısmı mutlaka sizin yiyecekleriniz idi” dediler. Biz mahallede soruşturma yaparken, Benu Übeyrik de: “Allah'a kasem olsun, biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu Sehl'i görüyoruz” dediler. Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, salih ve Müslüman bir kimseydi. Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: “Yani ben mi çaldım? Allah'a yemin olsun ya bu hırsızlığı açıklayacaksınız ya da bu kılınçla sizi deşeliyeceğim” dedi. Onlar: “Be adam senden bize ne, sen kim, hırsızlık kim” diye lafı çevirdiler. Mahallede iyice soruşturuyorduk. Sonunda hırsızlığı bunların yaptığı hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: “Ey yeğenim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar gidip, durumu anlatmaz mısın?” dedi. Ben de O'na gelip: “Bizden bir aile zalimlik yaptı, amcam Rifa'a'yı hedef kılıp meşrübesini yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa aşırdılar. Hiç olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız yok, onu istemiyoruz” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ben bunu emredeceğim” dedi. Benü Übeyrik bunu duyunca, Esir İbnu Urve adındaki adamlarına gelip bu hususta kendisiyle konuştular. Mahalle halkından bir grup bu meselede ittifak edip: “Ey Allah'ın Resûlü, Katade ve amcası bizden salih ve Müslüman bir aile halkını hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan iftira atıp hırsız diyor” dediler. Katade: “Ben de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip kendisiyle konuştum. Bana: “Müslüman ve salih oldukları söylenen bir aileyi hedef yapıp delil ve hüccet olmadan hırsızlıkla mı itham ediyorsun?” dedi. Ben de oradan ayrılıp eve döndüm. “Keşke bir çok malım gitseydi de bu hususta Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söylememiş olsaydım” diye içten temenni ettim. Derken amcam geldi ve “Yeğenim ne yaptın?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana söylediklerini anlattım. Amcam bana: “Allah yardımcımızdır” dedi. Aradan çok geçmeden şu ayet indi: “(Ey Muhammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında) olma. (Katade'ye söylediğin söz için) Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma. Allah hainlikte direnen suçluyu sevmet. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken onu insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya hayatında onları müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları Allah'a karşı kim müdafaa edecek? Veya onların vekaletini kim üzerine alacak? Kim kötülük işler, kendine yazık eder de sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur” (yani “Eğer onlar tevbe ederse Allah onları bağışlayacaktır”). “Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakimdir. Kim yanılır veya suç işlerde sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur” (Lebid'e söyledikleri söz). “Ey Muhammed! (Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı onlardan birtakımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz” (Nisa 104-114). Bu ayetler nazil olunca Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a silahlar getirildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onları Rifaa'ya geri verdi. Katade devamla dedi ki: “Ben silahı amcama getirip verdim. Amcam cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû İsa'nın tereddüdüne göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu sebeple ben onun Müslümanlığını biraz karışık görüyordum. Ne var ki silahı kendisine teslim ettiğim zaman bana: “Ey yeğenim, bunu Allah için bağışladım” dedi. O zaman anladım ki, imanı sağlammış. Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere iltihak etti. Gidip Sülafe Bintu Sa'd İbni Sümeyye'ye misafir oldu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan derin bir sapıklığa sapmış olur.” (Nisa, 115-116). Büşeyr, Sülafe'nin yanına misafir olarak inince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şairi Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar kulağına gelince, Sülafe, Büşeyr'in havıdını başının üzerine koyup götürdü ve sel yatağına fırlattı. Sonra kendisine şunu söyledi: “Defol! Bana Hassan'ın şiirini hediyeden başka bir hayır getirmedin”"
578 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa 123) mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir kedere sevketti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle tavsiye etti: “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez.” Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: “Ayet(in hükmü) Müslümanları çok üzdü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şikayet ettiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şunu söyledi...”"
579 "Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında oturuyor idim. O'na şu ayet indirildi: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa, 123). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bana inen bir ayeti sana okutayım mı?” dedi. Ben: “Pek tabii” dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin ayrıldığını hissettim ve o yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Neyin var, ne oldu Ey Ebu Bekr?” diye sordu. “Annem babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü, dedim, hangimiz kötü amelde bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden cezalandırılacağız ha?” diye üzüntümü ifade ettim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: “Ey Ebu Bekr, sen ve mü'minler, bunlar sebebiyle dünyada cezalandırılıyorsunuz. Öyle ki Allah'a kavuştuğunuz zaman sizde günah kalmaz. Diğerlerine gelince onlarınkiler biriktirilir, kıyamet günü cezaları toptan verilir."
580 "Ali İbnu Zeyd annesinden anlatıyor: Annesi Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinden: “...İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar” (Bakara, 284) ve keza: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür” (Nisa 123) ayetinden sordu. Hz. Aişe şu cevabı verdi: “Benim Resûllullah (aleyhissalatu vesselam)'tan bu hususta sorduğum günden bu yana kimse meseleyi bana sormadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle cevap vermişti: “Bu, Allah'ın hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu basit bir eşyanın kaybıyla duyduğu üzüntüye varıncaya kadar maruz kaldığı musibetlerle kulunu (dünyada) cezalandırmasıdır. Böylece kul, peyderpey günahlarından arınmış olarak çıkar, tıpkı ham altının körükten saf kızıl çıktığı gibi.”"
581 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Sevde validemiz (radıyallahu anha) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendisini boşayacağından korkarak: “Beni boşama, nikahın altında tut, benim sıramı Aişe alsın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da öyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır...” (Nisa, 128). “Her ne üzerine anlaşılırsa o caizdir.”"
582 "Tarık İbnu Şihab anlatıyor: “Yahudiler, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e şöyle dediler: “Siz bir ayet okuyorsunuz ki o, şayet bize inseydi o günü bayram ittihaz eder (her yıl kutlardık).” Hz. Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: Ben onun indiği anı ve yeri, indiği sırada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bulunduğu noktayı biliyorum: Arafe günü inmişti. O zaman ben de Arafat'ta idim ve bir cuma günüydü. Kasteddikleri ayet de: “Size bugün dininizi tamamladık” (Maide 3) ayeti idi.”"
583 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) dedi ki: “Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çarpraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Onlara ahirette büyük azab vardır. Şu kadar ki, siz kendileri üzerine kadir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden evvel) tevbe eden (muhariblerle yol kesen)ler müstesnadırlar. Bilin ki Allah, çok affedici ve çok merhamet sahibidir” (Maide 33-34) ayeti müşrikler hakkında indi. Kendileri mağlub edilmezden önce, kim gelip teslim olursa bu, ona işlediği suç sebebiyle had cezası uygulamaya mani değildir.”"
584 "Hz. Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına yürür kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yahudileri çağırarak: “Kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu. “Evet” dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onların alilerinden birini çağırdı ve “Musa'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zina edenin haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” dedi. Alim: -Hayır! Eğer bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat, zina vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak biçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: “Gelin aramızda öyle bir ceza şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin. Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik.” Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım” dedi ve had cezasının tatbikini emretti, zani hemen recmedildi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla “inandık diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de “Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının” derler...” (Maide 41). Az sonra Allah Teala şu ayeti indirdi: “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir...” “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerdir...” “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasıklardır!” (Maide 44, 45, 47). Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında nazil olmuştur.”"
585 "Ebu Davud'un İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'dan kaydettiği bir başka rivayette şöyle demiştir: “Bu üç ayet hassaten Kureyza ve en-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu.”"
586 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine'de yaşayan Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza kabilesinden daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine mensup birisi, en-Nadir'den birini öldürecek olsa kısas olarak katil öldürülürdü, ama en-Nadir'den bir kimse Kureyza'dan birisini öldürecek olsa, yüz vask hurma ile fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın peygamberliğinden sonra en-Nadir'den birisi Kureyza'dan bir adam öldürdü. Kureyzalılar: “Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz” dediler. Öbür taraf “Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun” dediler ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Bunun üzerine şu ayet indi: “...Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever” (Maide 43). Adaletle hükümden maksat “cana mukabil can”dı. Daha sonra şu ayet indi: “Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide, 50)."
587 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Ebu Davud'un kaydettiği bir diğer rivayette şu açıklamayı yapar: “Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar vermezler” (Maide 42) ayeti neshedildi ve şu emir geldi: “...Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet!...” (Maide 48). Yine Ebu Davud ve Nesai'de gelmiş olan bir diğer rivayette şöyle denir: “Benu'n-Nadirliler Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadirliler Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadir'den birisini öldürecek olsalar kan bedeli olarak tam diyet öderlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu farklılığı kaldırdı ve aralarını eşitledi.”"
588 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) geceleyin beklenerek korunuyordu. Ancak: “...Allah seni insanlardan korur” (Maide 67), ayeti inince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) başını çadırdan çıkarıp: “Ey insanlar dağılın, artık beni Allah koruyor” diye seslendi."
589 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ben et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah'tan sakının” (Maide 87-88)."
590 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlara ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur...” (Maide 93) ayeti indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana dedi ki: “Bana senin onlardan olduğun söylendi.”"
591 "Yine Müslim'in bir başka rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: “Şarap haram edilmezden önce, Ashab (radıyallahu anhüm)'tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince birçok kimse: “Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?” dediler. Bunun üzerine ayet indi: “İnananlara, ve faydalı iş yapanlara... daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur” (Maide 93) ayeti indi.”"
592 "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer: “Allah'ım, şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” diye dua etmişti ki Bakara suresinde bulunan şu ayet indi: “Sana içki ve kumarı sorarlar de ki: “İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.” (Bakara 219). Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendisine okundu. Ömer yine: “Allah'ım şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” dedi. Bir müddet sonra Nisa suresindeki: “Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın...” (Nisa, 43) ayeti nazil oldu. Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendine okundu. Ömer yine: “Allah'ım şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” dedi. Bir müddet sonra, Maide suresindeki ayet indi: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?” (Maide 90-91). Ömer yine çağırılıp ayet kendisine okundu. Bu sefer “Evet Rabbimiz vazgeçtik, vazgeçtik” dedi."
593 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sorular sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, birgün minbere çıkıp (öfkeyle): “Sorun, her sorunuza cevap vereceğim” dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular. Enes (radıyallahu anh) devamla dedi ki: “Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu. (Kimseden ses çıkmıyordu). Derken, münakaya falan ettiği zaman, babasından başka birisine nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: “Ey allah'ın Resûlü! Babam kimdir?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Baban Hüzafedir” buyurdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de: “Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber olarak da Muhammed'den razıyız. Fitnelerden Allah'a sığınırız” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de: “Hayır ve şer her ikisinin de bugünkü kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim. Bana cennet ve cehennem gözle görülecek hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm.” dedi. Bir rivayette şu ziyade var: “...Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkar etmişlerdi” (Maide 101-102)."
594 "Tabiin'den İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: “el-Bahira, cahiliye Araplarınca, sütü putlara bağışlanan, bu sebeple hiç kimse tarafından sağılmayan deveye denirdi. Es-Saibe; ilahları için salıverilen, üzerine hiçbir yük vurulmayan deveye denir. El-Vasile; İlk doğumunu dişi yapıp sonra ikinci doğumunu da dişi yapan ve araya erkek doğum girmeyen devedir, bu da putlar için salıverilir, hiçbir şekilde istifade edilmezdi. El-Ham; dölünden muayyen batın yavruya ulaşılan erkek devedir, bu da putlara adanır, yükte kullanılmazdı.” İbnu'l-müseyyib, Ebu Hüreyre'den şu sözü nakleder: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Amr İbnu Amir el-Huza'iyi, cehennemde barsaklarını sürürken gördüm. Bu adam, hayvanları putlara adak olsun diye ilk salıveren (saibe bırakan) kimse idi.”"
595 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Benu Sehm'den bir kişi, Tecimüd'-Dari ve Adiy İbnu Bedda ile birlikte yola çıktı. Es-Sehmi, hiç Müslüman bulunmayan bir yerde vefat etti. Terikesini Temin ve Adiyy getirdiler. Ancak (Sehmi'nin yakınları vasiyette adı geçen) gümüş işlemeli bir kabı (teslim edilen mallar arasında) bulamadılar. (Şikayet üzerine) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu hususta ikisine (Temim ve Adiyy'e) yemin ettirdi. Sonra kap Mekke'de bulundu. Kabın yanlarında bulunduğu kişiler: “Biz bunu Temin ve Adiyy'den aldık” diye yemin ettiler. Sehmi'nin yakınlarından iki kişi de kalkıp Allah'a yemin ederek: “Bizim şahitliğimiz o ikisinin şehadetinden daha doğrudur, kap da arkadaşımıza aittir” dediler. İbnu Abbas der ki şu ayet bunlar hakkında nazil oldu: “Ey iman edenler! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi, şayet yoklukta olup başınıza da ölüm müsibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, -şüpheleniyorsanız, “Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemiyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz” diye yemin eden- sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene kadar yakın hak sahibi diğer kişi bunların yerine geçer ve “bizim şahidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz” diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin, Allah fasık kimselere yol göstermez” (Maide, 106-108);"
596 "Ammar İbnu Yasir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: (Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi. Bu mucizeye mazhar olanlara, ihanet etmemeleri ve ertesi gün için, o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihanet ettiler hem de yemeklerinden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine ceza olarak maymun ve hınzır suretine çevrildiler.”"
597 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Ebu Cehil mel'un, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: “Biz seni yalanlamıyoruz, biz senin getirdiğin şeriatı tekzib ediyoruz” dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “(Ey Muhammed!) Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz, doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar. Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımcımız gelene kadar yalanlamalarına ve sıkıştırılmalarına katlandılar...” (En'am 32-34)."
598 "Sa'd İbnu Ebi Vakkas anlatıyor: “Biz altı kişi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte oturuyorduk. Müşrikler ona: “Şunları huzurundan kov, bizimle sohbete cür'et etmesinler” dediler. Sa'd devamla diyor ki, orada ben vardım, İbnu Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir kişi, Bilal ve ismini hatırlayamadığım iki kişi daha varlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın içine Allah'ın dilediği birşeyler düşmüştü. Kendi kendine içinden mırıldandı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Sabah akşam Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın” (En'am 52);"
599 "Yine Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) “(Ey Muhammed! De ki: “Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan O'dur. Anlasınlar diye ayetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak” (En'am 65) ayeti hakkında Resûülullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Haber verilen bu durum ilerde olacaktır, henüz olmuş değildir.”"
600 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Ey Muhammed!) De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye kadir olan O'dur...” ayeti indiği esnada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “...üstünüzden” ibaresinden sonra: “Ya Rabbi sana sığınırım” dedi. Ne zaman ayetin devamı olan: “...Sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan O'dur” kısmı nazil olunca: “Bu iki azab daha hafif, (telafisi) daha kolay” buyurdu.”"
601 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” (En'am, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve: “Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)” dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: “Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür” (Lokman, 13)."
602 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir grup insan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ey Allah'ın Resulü biz kendi öldürdüğümüzü yiyor, fakat Allah'ın öldürdüğünü yemiyoruz (bu nasıl iş?)” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir. Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz” (En'am, 118-122)."
603 "Ebu Davud'un bir rivayetinde: “...Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar...” (En'am, 121) ayetiyle ilgili olarak, İbnu Abbas şu açıklamayı yapar: Yani “Allah'ın öldürdüğü” diyerek meyteyi (kesilmeksizin, kendiliğinden ölen hayvanı) kastederek: “Onu niye yemiyorsunuz? derler.” işte bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz” ayetini indirdi. Bundan sonra da: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin...” ayeti indi.”"
604 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın bir diğer rivayetinde şöyle buyrulur: “Üzerine Allah'ın ismi zikredilen (hayvan etinden) yiyin” (En'am, 118). “Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin” (En'am 121) emri neshedilip, ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek şöyle dendi: “... Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir...” (Maide, 5),"
605 "Nesai'den gelen rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Cenab-ı Hakk'ın “Üzerine Allah'ın isminin zikredilmediği (kesilmiş hayvan eti)nden yemeyin” ayeti ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: “Müşrikler, bu meselede müminlerle ihtilaf ederek (alayvari) şöyle dediler: “Allah'ın kestiğini yemiyorsunuz, fakat kendi kestiğinizi yiyorsunuz.”"
606 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Arab'ın (cahiliye devrindeki) cehaletini öğrenmek seni memnun ederse En'am suresinin 130'lu ayetten sonra gelen şu ayetini oku: “Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi” (En'am 140)."
607 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurmuşlardır: “Kim üzerinde Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in mührü bulunan sahifeyi görmek isterse şu ayetleri okusun: “De ki: “Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” -sizin ve onların rızkını veren biziz- “Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır. Yetim malına, ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kimseye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuz vakit -akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır” (En'am 151-153);"
608 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, “daha önce inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez” (En'am, 158), Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz.”"
609 "Ebu Sa'id (radıyallahu anh) “Onlar kendilerine... Rablerinden birtakım delillerin gelmesini mi bekliyorlar. Rabbinin birtakım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa imanı ona fayda vermez...” (En'am 158) ayetinde geçen “Rabblerinden birtakım deliller” ile “güneşin battığı yerden doğması kastedilmiştir demiştir."
610 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “(Cahiliye devrinde) kadın, Kabe-i Muazzama'yı çıplak olarak tavaf eder ve şöyle derdi: “Bana kim ödünç bir tavaf elbisesi verecek?” Elbiseyi fercinin üzerine kor: “Bugün bir kısmı veya tamamı görülür ama, ondan açılanı helal etmem” derdi. Bu tatbikatla ilgili olarak şu ayet indi: “Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin, yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez” (A'raf, 31)."
611 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu ayeti okudu: “Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti” (A'raf 143) -hadisi rivayet eden Hammad şöyle der: Hammad'dan rivayeti yapan Süleyman b. Harb merhum- (tecellinin hafifliğini göstermek için) baş parmağının yanıyla sağ parmağının ucuna değdirerek gösterir. (Ve ayetin kıraatı bitince Resûlullah) ilave eder: “Dağ, çığlık attı ve Musa baygın düştü”"
612 "Müslim İbnu Yesar el-Cüheni anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den: “Rabbim Beni Adem'den, bellerinden zürriyetlerini alıp da onları nefislerine karşı şahid tutarak: “Rabbiniz değil miyim?” diye işhad ettiği vakit bela (evet) dediler: Şahidiz. “Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. Yahud: “Ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyet idik, şimdi o batılı te'sis edenlerin yaptıklarıyla bizi helak mı edeceksin?” demeyesiniz” (A'raf 172-173) ayetinden soruldu Hz. Ömer (radıyallahu anh) şu cevabı verdi: “Bu ayetten Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da sorulmuştu. O şöyle açıkladı: “Allah Teala hazretleri, Hz. Adem'i yarattı sonra sağ eliyle meshedip ondan bir zürriyet çıkardı ve: “Bunlar cennet içindir, bunlar cennet ehlinin ameliyle amel ederler” dedi. Rabb Teala, ikinci defa sırtını okşadı, ondan bir nesil daha çıkardı ve: “Bunları da cehennem için yarattım, bunlar da cehennem ehlinin amelini işleyecekler” dedi. Cemaatten bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise) niye amel ediyoruz? diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: “Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa onu cennet ehlinin amelinde çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu cennetine kor. Aksine bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu da cehennemliklerin amelinde istimal eder. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”"
613 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allahu Zü'l-Celal hazretleri Adem (aleyhissalatu vesselam)'i yarattığı zaman sırtını meshetti. Bunun üzerine kıyamete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan herbirinin iki gözü arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Adem (aleyhisselam)'e arzetti. Adem (aleyhisselam): “-Ey Rabbim bunlar da kim?” diye sordu. “-Bunlar senin zürriyetindir” dedi. Onlardan bir tanesi dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna gitmişti. “-Ey Rabbim şu da kim?” diye sordu. “-Davud!” deyince. “-Pekala ne kadar ömür verdin?” diye sordu. “-Altmış yıl!” dedi. Adem: “-Ey Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl ilave et!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona: “-Yani benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?” dedi. Melek: “-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Davud'a vermedin mi?” Adem inkar etti, zürriyeti de inkar etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zirriyeti de unuttu. Adem hata işledi, zürriyeti de hata işledi.”"
614 "Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Havva (aleyhisselam) hamile kaldığı zaman iblis Havva'nın yanına geldi. (Bu sırada) Havva'nın çocuğu yaşamıyor hep ölüyordu. İblis: “Çocuğa Abdü'l-Haris adını ver, çünkü o yaşıyor” dedi. Havva bu ismi verdi, çocuk da yaşadı. Ancak bu durum şeytanın bir telkini ve emri idi.”"
615 "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma) diyor ki: “Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme” (A'raf, 199) ayeti, ancak ve ancak halkın ahlakı hususunda nazil oldu.”"
616 "Buhari ve Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle denir: “Allah, Peygamberine (aleyhissalatu vesselam) halkın ahlakından, affetmeyi, benimseyip almasını emretti.”"
617 "İbnu Cübeyr anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Enfal suresi (ne hususta indi?) diye sordum, bana: “Bedir Savaşı üzerine indi” cevabını verdi.”"
618 "Mus'ab İbnu Sa'd babasından (radıyallahu anh) naklettiğine göre, babası şöyle demiştir: “Bedir Savaşı sırasında bir kılıçla geldim ve: “Ey Allah'ın Resulü, Allah kalbimi müşriklerden kurtardı, bu kılıcı bana bağışla” dedim. Bana: “Bu mal ne senin, ne de benim” diye cevap verdi. Ben (içimden): “Bu kılıç, savaş sırasında benim kadar ciddi hizmette bulunmayan birine verilebilir” diyerek ayrıldım. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benim yanıma geldi ve: “Sen, kılıç benim değilken onu benden istemiştin. Şimdi ise artık benim oldu, al, bu senin olsun!” dedi.” Şu ayet inmişti: “Ey Muhammed! Sana ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: “Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının...” (Enfal, 1)."
619 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, savaş günü arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!” (Enfal, 16) ayeti Bedir günü indi.”"
620 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) “Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir” (Enfal, 22) ayetinde kastedilmiş olanlar Abdü'd-Daroğullarından bir gruptur” denmiştir.”"
621 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ebu Cehl (birgün) şöyle dedi: “Allahımız, eğer bu Kitap, gerçekten senin senin katından ise, bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver” (Enfal, 32) diye dua etmişti. Şu ayet indi: “Sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez. Onlar bağışlanma dilerken de elbette Allah azab edecek değildir” (Enfal, 33). Müşrikler mü'minleri Mekke'den çıkardıkları zaman da şu ayet indi: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten men ederlerken Allah onlara niçin azab etmesin?...” (Enfal, 34)."
622 "Ukbe İbni Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı minberde iken dinledim, şu ayeti okudu: “Ey iman edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar -Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın...” (Enfal, 60). Ayette geçen “kuvvet”i “Bilesiniz, kuvvet “atmak”tır” diye açıkladı ve bunu üç kere tekrar etti.”"
623 "Müslim ve Tirmizi'de şu ziyade vardır: “...Haberiniz olsun! Allah, arzı fethetmenizi müyesser kılacak. İhtiyaçlarınız (Allah tarafından) karşılanacaktır. Sizden kimse oklarıyla oynamaktan sakın geri kalmasın.”"
624 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ey peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkar edenlerden bin kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur” (Enfal, 65) ayeti inince bir kişinin on kişinin önünden kaçmaması, yirmi kişinin de iki yüz kişinin önünden kaçmaması farz kılındı. Sonra da şu ayet indi: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz, onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 66). Böylece yüz kişinin, iki yüz kişinin önünden kaçmaması farz kılındı.”"
625 "Bir rivayette de şöyle denir: “...Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan iki bin kişiyi yener” ayeti nazil olunca bu, Müslümanlara ağır geldi ve şu ayet indi: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle onlardan iki bin kişiyi yener...” (Enfal, 66) Allah onlardan miktarı hafiflettikçe, Müslümanların sabrı da -azaltılan miktar nisbetinde- eksildi.”"
626 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Ganimetler sizden önce hiçbir başı siyaha (yani ademoğluna) helal kılınmadı. Ganimet alındığı zaman gökten inen bir ateş onu yakardı.” -Ravi Süleyman el-A'meş der ki: “(Başı siyah tabirini) şimdilerde Ebû Hüreyre'den başka kullanan birini göremiyorum- Bedir savaşı sırasında henüz helal edilmezden önce, Müslümanlar ganimetleri aldılar. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi...” (Enfal, 68)."
627 "Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Bedir savaşında Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) (esirlerin serbest bırakılmaları mukabilinde) fidye-i necat alınca Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin...” (Enfal 67-69). Ganimetler sonradan helal kılındı.”"
628 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu iki ayet hakkında aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: “Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve Muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar” ve “İnanıp hicret etmeyenlerle, -hicret edene kadar- sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve Muhacirler'i barındırıp, onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir.” Bedeviler muhacire varis olmazdı, muhacir de ona varis olmazdı. Bu durum nesh edildi. Ayet şöyle buyurdu: “Birbirinin mirascısı olan akraba Allah'ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir” (Enfal, 22-25)."
629 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: “Siz niçin, mesani grubuna giren Enfal suresini miûn grubuna giren Beraet suresine yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?” Hz. Osman (radıyallahu anh) şu cevabı verdi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a vahiy sırasında, bir çok sûre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy katiblerini çağırır, onlara: “Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikredildiği sureye koyun” diye irşad ederdi. Bir ayet geldiği zaman da “Bu ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye koyun” derdi. Enfal suresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı. Beraet suresi ise, iniş itibariyle Kur'an'ın sonuncusu idi. Bunun kıssası da Enfal'in kıssasına benzemekte idi. Bu sebeple Beraet'i öbüründen zannettim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu surenin öncekinden olduğunu belirtmeden vefat etti. Bu sebeple ben bunların arasını yakın tuttum ve ikisinin arasına bismillahirrahmanirrahim satırını koymadım. Böylece onu yedi uzunlar'ın (Seb'ut-Tıval) arasına koydum.”"
630 "İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a sordum: -Tevbe sûresi nedir? Şu cevabı verdi: -Tevbe mi? Bilakis o fazihadır (İslam düşmanlarını rezil etmektedir). “Onlardan bir kısmı şöyledir...” “Onlardan bir kısmı şöyledir...” diyerek o kadar çok saymıştır ki, halk “Bizden kimseyi bırakmıyacak, herkesi zikredecek” zannına kapıldılar. Ben tekrar sordum: -Ya Enfal suresi? -Bu, dedi, Bedir Savaşı hakkında nazil oldu. Ben tekrar sordum: -Pekala Haşr sûresi? -O da, dedi, Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu.”"
631 "Bir diğer rivayette Said İbnu Cübeyr'in: “Ya Sûretu'l-Haşr (niçin inmiştir?)” sorusuna İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın: (Haşr suresi mi? hayır! O), Benûn-Nadir suresidir” cevabını verdiği kaydedilmiştir."
632 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından Veda haccından önceki hacc emiri olarak tayin edildiği hacda, “Bu yıldan sonra müşriklere haccetmek yasaktır”, “Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez” diye ilan etmek üzere vazifelendirdiği bir hrubla beni de gönderdi. Ancak, bilahare Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Hz. ebu bekir (radıyallahu anh)'in arkasından Hz. Ali'yi gönderdi ve Beraet suresini halka ilan etmeyi ona emretti. Hz. Ali (radıyallahu anh) bizimle birlikte Mina'da halka, Beraet'i ilan etti: “Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamıyacak ve çıplak olarak Beytullah tavaf edilmeyecek.”"
633 "Bir başka rivayette, aynı hadise şöyle gelmiştir: “Haccu'-ekber günü, kurban bayramı günüdür. el-Haccu'l-ekber de haccdır. Hacca “el-Haccu'l-Ekber” denilmesi, halkın umreye “el-Haccu'l-Asgar” demesinden ileri gelmiştir. Ebu Hüreyre devamla diyor ki: “O yıl, Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bizzat katılarak Veda haccını yaptığı zaman, tek müşrik hacca katılmadı. Hz. Ebu Bekir'in müşriklere ilanda bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir. Allah şüphesiz bilendir, hakimdir” (Tevbe 28). Müşrikler ticaret yapıyorlar, Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı. Allahu Teala müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, Müslümanlar müşriklerin yaptıkları ticaretin kesilmesiyle ondan elde ettikleri menfaatin kesileceği endişesine düştüler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi: “Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir.” Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi helal kıldı. Bu daha önce alınmıyordu. Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde edilen menfaate bir karşılık (ivaz) yaptı. Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: “Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın” (Tevbe 29). Allah Müslümanlara bunu helal kılınca, anladılar ki, Allah kendilerine, müşriklerle olan ticaretin kesilmesi sebebiyle kaybından korkup üzüldükleri menfaatten daha fazlasını vermektedir”"
634 "Nesai'den gelen bir rivayet şöyledir: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'i Beraet suresiyle birlikte Mekke ahalisine gönderdiği zaman onunla beraber ben de geldim. Kendisine “Ne ilan ediyordunuz?” diye soruldu. Şu cevabı verdi: “Biz şunları ilan ediyorduk: 1. Kabe'ye ancak mü'minler girer. 2. Beytullah çıplak tavaf edilemez. 3. Kimin Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la bir anlaşması varsa bunun müddeti dört ayın hitamıdır. Dört ay geçtikten sonra Allah ve Resulü müşriklerden beridir. 4. Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek. Ben bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla) bağırarak söylüyorum ki o gün sesim kısıldı.”"
635 "Hz. Ali İbni Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Hacc-ı Ekber günü hangi gündür? diye sordum, bana: “Kurban günü” diye cevap verdi.”"
636 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) haccettiği hacc sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: “Bu gün hangi gündür?” Halk: -Kurban günüdür, dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -”Bugün Hacc-ı Ekber günüdür” buyurdu."
637 "İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle diyordu: “Kurban günü büyük hacc (el-Haccu'l-Ekber) günüdür. O gün kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal olur.”"
638 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ci'rane umresinden dönünce Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın başında emir olarak yolladı. Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu hayrun minen nevm) diye çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu sırada arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve “Bu ses, dedi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın devesi Ced'a'nın sesi, muhakkak ki hacc konusunda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yeni bir karara varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendisidir, bu durumda namazı birlikte kılarız.” dedi. Devenin sırtındaki Ali (radıyallahu anh) idi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona: “Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?” diye sordu. Hz. Ali (radıyallahu anh): “Elçi olarak geldim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Berae suretiyle gönderdi. Onu hacc mahallerinde halka okuyup tebliğ edeceğim” dedi. Sonra kurban günü geldi. Arafat'ı terketti. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) dönünce, tekrar halka hitabetti. Onlara Arafat'ı terketme (adabın)dan kesimlerinden (vesair) menasiklerinden sözetti. Sözü bitince, yine Hz. Ali (kerremallah vechehu) ayağa kalktı, halka, Berae suresini sonuna kadar okudu. Nefru'l-evvel günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) kalktı ve halka bir hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama yapacaklarını tarif etti, haccın menasikini öğretti. Konuşmasını bitirince fecirden Hz. Ali (radıyallahu anh) kalktı. Halka Berae suresini sonuna kadar (bir kere daha) okudu.”"
639 "Tabiin'den Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: “Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik. Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi kaldı: “Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler” (Tevbe 12), münafıklardan da sadece dört kişi kaldı.” Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: “Siz Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde bulunuyorsunuz, ama bunların mahiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz. Söz gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz. Pekala şu evlerimizi yarıp işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne demeli?” dedi. Huzeyfe (radıyallahu anh): “Onlar fasıklardır. Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu hissedecek halde değildir.”"
640 "en-Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın minberinin yanında idim. Bir adam: -”Ben Müslüman olduktan sonra başka bir amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam hariç” dedi. Bir diğeri: -”Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir iş yapmamış olmama ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imar edip bakımını yapmam hariç” dedi. Bir üçüncüsü de: -”Allah yolunda cihad, söylediklerinizden daha üstün bir ameldir” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onlara müdahale ederek konuşmalarını menetti ve: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın minberinin yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır. Namazı kılınca ben huzura girer, ihtilaf ettiğiniz hususu sorarım” dedi. Arkadan Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. işte kurtulanlar onlardır” (Tevbe, 19-20)."
641 "Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Boynumda altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldim. Bana: “Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!” dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim: “Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 31). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla: “Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah'ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helal kılınca hemen helal addediverdiler, (Allah'ın helal kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.”"
642 "Tabiinden Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: “Rebeze'ye uğramıştım. Orada Ebu Zerr (radıyallahu anh)'i gördüm. Kendisine: “Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordum. Şöyle açıkladı: “Şam'daydım. Bir ayet hakkında Muaviye (radıyallahu anh) ile ihtilafa düştük. Ayet şu: “Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. “Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın” denecek” (Tevbe, 34-35). Muaviye (radıyallahu anh): “Bu ayet ehli kitap hakkında inmiştir” dedi. Ben ise: “Hem bizim, hem de onlar hakkında indi” dedim. Bu mesele üzerinde aramızda ihtilaf çıktı. Halife Hz. Osman (radıyallahu anh)'a yazarak beni şikayet etti. Hz. Osman bana yazarak Medine'ye gelmemi emretti. Bunun üzerine Medine'ye geldim. Halk, sanki daha önce beni hiç görmemiş gibi, çoklukla etrafımı sardı. Durumu Osman (radıyallahu anh)'a açtım. Bana: “İstersen buraya yakın bir yere git” dedi. İşte beni buraya getiren gerçek sebep budur. Benim üzerime Habeşli siyahi bir köleyi amir tayin etseler mutlaka dinler, itaat ederim.”"
643 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir bedevi kendisine: “Bana şu ayet hakkında açılamada bulun, dedi ve ayeti okudu: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” (Tevbe 35). İbnu Ömer şu cevabı verdi: -”Kim onu biriktirir ve zekatını vermezse vay haline! Bu ayet zekat emri gelmezden önceye aittir. Zekat emri gelince, Allah zekatı mallar için bir temizlik kıldı.”"
644 "Muvatta'da şöyle denmiştir: “İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e “(Azaba sebep olacak) hazine nedir?” diye sorulunca: “Zekatı verilmeyen maldır” diye cevap verdi.”"
645 "Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz. Peygamber'le bir seferde bulunuyorduk. Ashabından bazısı: “Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın daha hayırlı olduğunu keşke bilseydik?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: “(Sahip olunan şeylerin en efdali): Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir zevcedir.”"
646 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” ayeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar bundan fazlaca kaygulandılar. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Ben sizin üzüntünüzü gidereceğim, haydi gelin” dedi ve gidip Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat ederek: “Ey Allah'ın Resûlü, dedi bu ayet ashabını çok kaygılandırdı.” Hz. Peygamber: “Allah zekatı, malınızda baki kalan kirliliği temizlemek için farz kıldı. Nitekim, sizden sonrakilere kalması için de mirası farz kıldı” buyurdu. İbnu Abbas devam etti: (Resûlullah'ın bu açıklaması üzerine) Hz. Ömer (radıyallahu anh) sevincinden (Allahu ekber) dedi. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) açıklamasına devamla, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e: “Kişinin kendi lehine biriktirdiği şeyin ne olduğunu sana haber vereyim mi? Bu, saliha bir kadındır. Yani nazar ettiği zaman kendini hoşnud kılacak, emrettiği zaman itaat edecek, evinden uzaklaştığı zaman (malını ve namusunu) koruyacak olan kadın.”"
647 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Allah'a ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler..” (Tevbe, 44) ayeti, Nur suresindeki şu ayetle neshedilmiştir: “Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında ondan izin almaksızın gitmezler. Ey Muhammed! Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder” (Nur, 62)."
648 "Ebu Mes'ud el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sadaka vermeyi emreden ayet (Tevbe, 103) nazil olduğu zaman biz (ücret mukabilinde) sırtlarımızda yük taşıyor (bu yolla bir şeyler kazanıp ondan sadaka veriyor)duk. Bir adam (Abdurrahman İbnu Avf) gelerek çok miktarda bağışta bulundu. (Münafıklar dedikodu yaparak onun hakkında, gösteriş yapıyor), müradi dediler. Hemen şu ayet nazil oldu: “Sadaka vermekle gönülden davranan mü'minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışlarının cezasını Allah verir. Onlara can yakıcı azab vardır” (Tevbe 79)."
649 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Abdullah İbnu Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu (radıyallahu nah) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzur-i alilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer (radıyallahu anh) kalkarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elbisesinden tuttu ve: “Ey Allah'ın Resulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?” diye müdahale etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira: “Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır” (Tevbe, 80) buyurmaktadır. ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Ama, o münafıktır!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve Resûlüne inanmadılar, fasık olarak öldüler” (Tevbe, 84) Hz. Ömer (radıyallahu anh) der ki: “Sonra o gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim. Allah ve Resûlü daha iyi bilirler.” (Bu son cümlenin İbnu Abbas'ın sözü olma ihtimali de mevcuttur). Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu ayetten sonra münafıkların cenaze namazını kılmadı.”"
650 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Şu ayet Kuba halkı hakkında nazil olmuştur: (Mealen): “Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah arınmak isteyenleri sever” (Tevbe 108)."
651 "Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, müşrik olan anne babası için, Allah'tan af ve mağfiret dileyen birini gördüm. Kendisine: “Sen müşrik olan anne baban için istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu bu?)” dedim. Adam bana: “(Niye olmasın, Kur'an-ı Kerim'de) Hz. İbrahim (aleyhisselam) müşrik olan babası için istiğfar etmektedir” diye cevap verdi. Ben durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattım. Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı...” (Tevbe, 113-114)."
652 "Muhammed İbnu Şihab ez-Zühri anlatıyor: “Bana Abdurrahmen İbnu Abidllah İbni Ka'b İbni Malik nakletti: Abdullah İbnu Ka'b -ki babası Ka'b gözlerini kaybettiği zaman kardeşleri değil, kendisi babasına rehberlik etmişti- kavmi içinde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)7ın ashabının hadislerini en iyi bilen ve en iyi öğrenmiş olanıydı. Abdullah dedi ki: “Babam Ka'b İbnu Malik'in, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Tebük seferine çıktığı zaman, sefere katılmayışı ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledi. Şöyle anlatmıştı: “Ben Tebük gazvesi hariç Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın çıkardığı gazvelerden hiçbirine katılmamazlık etmemiştim. Gerçi Bedir gazvesine iştirak etmedim. Ancak buna katılmayanlardan kimseyi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kınamadı. O seferde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar savaşı değil, Kureyş'in kervanını ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Ne var ki Cenab-ı Hakk bunlarla düşmanı beklenmedik anda karşı karşıya getirdi. Ben Akabe gecesinde İslam'la müşerref olup ilk andlaşmayı yaptığımız esnada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Ben Akabe'de hazır bulunmayı Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, halk Bedir gazasını Akabe biatından daha çok ansa da. Benim Tebük seferinden geri kalışımla ilgili habere gelince, gerçekten ben hiçbir zaman, o sıradaki kadar güçlü ve zengin olmamıştım. Allah'a kasemle söylüyorum, daha önce hiçbir zaman iki devem olmamıştı. Ama o gazve sırasında iki tane binmeye mahsus devem vardı. Bir de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazaya niyet etti mi mübhem ifadeler kullanarak asıl hedefi belli etmezdi. Fakat bu gazvede öyle yapmadı. Çünkü Tebük seferi çok sıcak bir mevsimde oluyordu. Uzak bir seferi ve tehlikeleri göze almış, büyük bir düşmanı hedef edinmişti. Müslümanlar gazve hazırlıklarını tam yapsınlar diye durumu bütün ciddiyetle açıklamış, gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la sefere katılacak Müslümanlar pek çoktu. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Kayıt defterinden maksat künyelerin yazıldığı divandı.” Ka'b (rivayetine devamla) der ki: “Pek az kimse gözden kaybolmayı (katılmamayı) arzu ediyordu. Bunlar da vahiy gelmedikçe, gizlendikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından bilinilemiyeceğini zanneden kimselerdi. Bu gazve, tam meyvelerin erdiği, gölgelerin iyice tatlılaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de meyve ve gölgeye düşkün bir kimseydim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar yol hazırlığı yaptılar. Ben de onlarla yol hazırlığı yapmak üzere sabahleyin evden çıkar (kararsızlık içinde) hiçbir şey yapmadan geri dönerdim. Kendi kendime: “Bu da bir şey mi, dilersem hazırlığı çabucak yapabilirim” diye teselli olur, avunurdum. Bu hal böylece devam etti. Öyle ki, başkaları ciddi ciddi hazırlığını tamamlamıştı. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar yola çıktılar. Ben hala hiçbir hazırlık yapmamıştım. Yine hazırlık için gittim geldim ama bir şey yapmaya bir türlü elim varmıyordu. Bu hal de sürdü gitti. Askerler sür'atle yol aldılar. Gazve elimden kaçtı. Yine de yola çıkıp onlara kavuşmayı düşündüm. Keşke bunu yapsaydım. Bana bu da nasib olmadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'den ayrıldıktan sonra halkın arasına çıkınca gördüğüm bir husus beni üzmeye başladı: Çarşı-pazarda benim gibi kalanlar meyanında gördüklerim ya münafıklık damgasını yemiş olanlardı veya zayıflıkları sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın mazur addettiği kimselerdi. Öte yandan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da beni Tebük'e varıncaya kadar hiç anmamış. Orada kalabalığın arasında otururken: “Ka'b İbnu Malik ne yaptı, (ondan ne haber var?)” diye sormuş. Benû Seleme'den birisi: “Ey Allah'ın Resûlü, onu, yakışıklı iki elbisesi ve çalımla iki tarafına bakması (Medine'de) hapsetti” demiş. Muaz da ona şu cevabı vermiş: “Ne kötü konuşuyorsun. Ey Allah'ın Resulü Allah'a kasem olsun Malik hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” demiş. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût buyurmuşlar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu durumda iken, uzaktan beyazlara bürünmüş bir adamın silüetini görür ve: “Bu gelen Ebu Heyseme olmasın!” der. Gerçektende o Ebu Heyseme el-Sari'dir. Yani, sefer hazırlığı sırasında bir sa'lık hurma verdi diye münafıkların birbirlerine kaş-göz ederek istihza ettikleri zat”. Ka'b (sözlerine devamla) der ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Tebük'ten ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca keder ve üzüntüm tekrar arttı. Bir yalan hazırlamaya başladım. “Yarın, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?” diyordum. Bu hususta ailemde aklı başında herkesin fikrine müracat ediyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zail oldu. İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar verdim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sabah Medine'ye geldiler. O, bir seferden dönünce ilk iş olarak mescide uğrar, iki rek'at namaz kılar, ondan sonra halka görünürdü. Bu gelişinde de namazını kılıp halkı kabul etmeye başlayınca sefere katılmayıp geride kalanlar gelip özür dilemeye, özürleri hususunda inandırıcı olmak için yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen kadar erkekti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onların özürlerini kabul ediyor, onlardan beyat alıyor, onlara istiğfarda bulunuyor, işlerini Allah'a havale ediyordu. Ben de geldim. Selam verdim. Selamımı işitince öfkeli öfkeli tebessüm etti ve “Gel” dedi. Yaklaştım ve önüne oturdum. -”Niye geride kaldın, sen (Akabe'de) biat edip itaatı sırtına almış değil miydin?” dedi. Ben şu cevabı verdim: -”Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin değil de dünya ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip, mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü, Allah bana yeterli bir ifade gücü vermiş bulunmaktadır. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inanıyorum ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden Allah sizi bana öfkelendirecektir. Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız. Ama ben de o hususta Allah'tan af dilerim. Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiç bir özrüm yoktu. Vallahi başka hiç bir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar güçlü ve zengin değildim.” Benim bu itirafım üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “İşte bu doğru konuştu” dedi ve bana da: “Kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar bekle!” buyurdu. Ben de kalktım. Benû Seleme'den bir kısım insanlar da koşarak beni takip ettiler ve bana: -”Allah'a kasem olsun bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz. Savaştan geri kalan diğerlerinin yaptığı gibi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın senin için yapacağı istiğfar bu günahını affettirmeye yeterdi” dediler.” Malik (devamla) şunları anlattı: “Sonra: Benim vaziyetime düşen başka biri var mı? diye sordum. “Evet iki kişi daha tıpkı senin gibi itirafta bulundular. Onlara da sana söylenen söylendi” dediler. -”Mürare İbnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal İbnu Ümeyye el-Vakıfi (radıyallahu anhüma)” dediler. Bana çok salih iki kişi zikretmiş oldular. Bunlar Bedir gazvesinde bulunmuş, nümune-i imtisal kişilerdi. Bunların ismini duyunca, geri gidip özür beyan etme fikrinden vazgeçtim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Müslümanlara gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine halk bizden çekindi ve yüz çevirdi. Öyle ki yeryüzü bana yabancılaştı. Dünya, önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı. Bu minval üzere elli gece geçirdik. Diğer iki arkadaşım, halktan uzaklaşıp evlerinde oturup ağlayarak vakit geçirdiler. Onlardan daha genç, daha güçlü olan ben dışarı çıkıyor, namazlara katılıyor, çarşı pazar dolaşıyordum. Ama kimse benimle konuşmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğrayıp selam veriyordum. İçimden, “Acaba, benim selamımı alarak dudaklarını kıpırdatır mı?” diye kendi kendime sorardım. Sonra yakınına durup namaz kılar, göz ucuyla da ona bakardım. Namaza durunca bana baktığını da görürdüm. Ama ben ona yönelecek olsam derhal benden yüzünü çevirirdi. Müslümanların cefasından çektiğim bu ızdıraplı hal uzayınca bir gün dayanamayıp gittim. Ebû Katade'nin bahçe duvarını aştım. O amcamın oğlu idi ve herkesten çok severdim. Yanına varınca selam verdim. Hayret! Vallahi selamımı almadı. Kendisine: Ey Ebu Katade Allah aşkına söyle. Allah ve Resulü'nü sevdiğimi bilmiyor musun? dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah aşkına diye yemin verdim, yine konuşmadı. Üçüncü sefer Allah adına yemin verdim. Bu defa: “-Allah ve Resulü daha iyi bilir!” dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı. Geri döndüm, duvarı aştım.” Ka'b hikayesine devamla der ki: “(Bir gün) Medine çarşısında yürürken Medine'ye buğday satmaya gelmiş, Şam ahalisinden Nabati bir fellah: “Ka'b İbnu Malik'i bana kim gösterecek?” diyordu. Halk beni ona gösterdi. Adam bana yaklaştı. Gassan Kralı'ndan bir mektup getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim, hemen okudum. Mektupta şöyle diyordu: “Bana gelen habere göre arkadaşın sana sıkıntı veriyormuş. Allah seni hakaret görmek, sıkıntı çekmek için yaratmadı. Bize gel, sana iyi davranalım.” mektubu okur okumaz: “Bu da bir başka bela” dedim. Tandıra götürüp attım ve yaktım. Nihayet bu (boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti. Aniden Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elçisi geldi. Bana: “Resûlullah, hanımını terketmeni emrediyor” dedi. ben: “Boşayacak mıyım, yoksa başka şekilde bir terk mi?” diye sordum. “Hayır, boşamıyacaksın, ondan ayrıl, sakın yaklaşma!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) aynı haberi diğer iki arkadaşıma da göndermişti. Hanımıma: “Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu meselede bir hüküm bildirinceye kadar da orada bekle” dedim. Hilal İbnu Ümeyye'nin hanımı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a müracaat ederek: “Ey Allah'ın Resulü, Ümeyye İbnu Hilal kendini kaybetmiş bir ihtiyardır, hizmetçisi de yoktur. Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru var mı?” diye izin istemiş. Ve: “Hayır, hizmet edebilirsin, ancak sakın yakınlaşmada bulunma” cevabını almış. Kadın da: “Hayır ya Resûlullah! Vallahi, zaten onda kımıldayacak mecal kalmadı. Vallahi cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara vermeden habire ağlıyor” dedi. Ailemden bazısı bana: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip hanımın, hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur. Nitekim o, Hilal'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti” diye tavsiyede bulundu. “Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım. Bana ne diyeceğini nasıl bilebilirim, ben genç bir kimseyim.” Böylece sıkıntısı daha da artan on gece daha geçirdim. Konuşmaktan yasaklandığımızın üzerinden tam elli gece geçti. Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım. Ben Allahu Teala'nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hal içinde oturmuş duruyordum. Ruhum sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı. Sanki bir cendere içerisindeydim. Bir ses işittim. Bu, Sel dağı üzerine çıkmış yüksek sesle bağıran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve): “Ey Ka'b İbnu Malik müjde!” diyordu. Hemen secdeye kapandım. Hakkımızda bir kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Meğer Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı Hakk'ın bizi affettiğine dair müjdeli haberi o gün sabah namazında halka duyurmuş, halk da bize müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da diğer iki arkadaşıma gitmişmiş. Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de yaya olarak seğirtip dağa çıkmış... Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı. Müjdeci sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal iki parça elbisemi çıkarıp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin olsun o gün için başka bir şeyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim, onları giyip, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı görmek arzusuyla dışarı fırladım. Yolda halk grup grup beni karşılıyor. Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu. Bu minval üzere Mescid'e geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) etrafını saran ashabının ortasında oturuyordu. Beni görünce Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh) kalktı, bana doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun dışında muhacirlerden başka kalkan olmadı.” Ka'b onun bu samimi davranışını ömrü boyu unutmayacaktır. Ka'b, (sözlerine devam ederek) şunları söyledi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verince memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir yüzle: “Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı gününü tebrik ederim” dedi. Ben hemen sordum: “Ey Allah'ın Resûlü, bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cenab-ı Hak'tan gelen bir lütuf mu?” “Hayır, Allah'tan gelen bir lütuf!” dedi. Ka'b, ilaveten dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vech-i mübarekleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi nurlanır ve parlardı. Biz, bunu derhal anlardık. Ben önüne oturunca: “Ey Allah'ın Resulü! Mazhar olduğum bu af sebebiyle ne var ne yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne bağışlıyorum” dedim. “Hayır, dedi. Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır, bu senin için daha hayırlı.” “Ey Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır.” Allah'a yemin olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bunu söylediğim günden beri, doğru söz hususunda, Allah'ın bana lutfettiği ihsandan daha güzeline mazhar olan birisini bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek söylüyorum, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söz verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim. Geri kalan ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasını diliyorum.” Ka'b şunu da söyledi: “Bizimle ilgili olarak Allahu Teala şu ayeti indirmişti: “And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'ın ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. bütün genişliğine rağmen dünya onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, (savaştan) geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandır. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe, 117-119). Ka'b şunu da dermiş: “Allah'a yeminle söylüyorum, Allah beni İslam'la şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir. (Allah'ın bana lutfettiği birinci büyük nimeti İslam'la müşerref olmam, ikinci büyük nimeti de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a doğru söz söylememi nasib etmiş olmasıdır). Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim Cenab-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Döndüğünüzde, kendilerin çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnud olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz” (Tevbe, 95-96). Ka'b şunu söyledi: “(Resûlullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere katılmayanlar gidip özür diledikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın da, yemin etmeleri üzerine özürlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerden, biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar olduğu aftan istifade edememiştik.) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bizim işimizi, Allah hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti. Hakkımızda gelen ayette, Cenab-ı Hakk'ın: “..geri kalmış üç kişi..” sözünden kasıd, savaştan geri kalmamız değildir, bu geri kalış Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'in hakkımızdaki hükmü geri bırakması, yemin ederek özür dileyenlerin özrünü kabul ettiği kimselerden ayrı tutmasıdır.”"
653 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “(Allah yolunda savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder...” (Tevbe, 39) ayeti ile, “Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevileri, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz” (Tevbe, 120) ayetini şu ayet neshetmiştir: “Müminler toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?...” (Tevbe, 122)."
654 "Necdet İbnu Naki' diyor ki: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a şu ayet hakkında sordum: “(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azabla azab eder...” (Tevbe, 39). Şu açıklamayı yaptı: “Allah onlardan yağmuru kesti. Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir ettiği) azabları oldu.”"
655 "Ubade tu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Cenab-ı Hakk'ın şu ayeti hakkında sordum: “Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır..” (Yunus, 64). Şu cevabı verdi: “Burada kastedilen müjde salih rüyadır. Mü'min kul onu görür veya kendisine gösterilir.”"
656 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Cenab-ı Hakk Firavun'u suda boğduğu zaman: “Beni İsrail'in inandığından başka ilah olmadığına inandım” dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: “Ey Muhammed, sen beni denizin çamurundan alıp, (Allah'ın) rahmeti ona ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin.”"
657 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh): “Ey Allah'ın Resûlü, saçların ağardı, yaşlandın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Beni, Hûd, Vakı'a, Mürselat, Amme yetesaelun ve İza'ş-Şemsü Küvviret sûreleri ihtiyarlattı” cevabını verdi.”"
658 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, kendisine Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki kelamından sual sorulmuştur: “Bilin ki, onlar, Kur'an okunurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü o, Kalplerde olanı bilendir (Hud, 5). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu açıklamayı yapmıştır: “Bunlar helada soyununca avret mahallerinin açılıp, o manzaralarının semaya ulaşmasından, keza hanımlarıyla cinsi mukarenet sırasında soyununca çıplak hallerinin semaya ulaşmasından korkup haya duyan, (bu yüzden kendilerine sıkıntı veren) kimseler hakkında nazil olmuştur.”"
659 "Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) anlatıyor: Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allahu Teala, zalime biraz fırsat tanır, amma bir de yakaladı mı artık paçayı kurtaramaz.” Sonra da şu ayeti okudular: “Allah kasabaların zalim halkını yakalayınca böyle yakalar, yakalaması da şiddetli ve elimdir” (Hid, 102). Tirmizi, rivayetinde: “Fırsat tanır (yümli) değil, “mühlet tanır” (yümhil) olması muhtemeldir” demiştir."
660 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah'ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir kadına elledim, cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben buradayım, istediğin cezayı ver” dedi. Hz. Ömer atılarak: “Allah seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu ayeti okudu: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt kabûl edenlere bir öğüttür” (Hûd, 114). Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah'ın Resulü bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da şamil mi)?” diye sordu. Resûlulah (aleyhissalatu vesselam): “Herkes için” cevabını verdi."
661 "Urve tu'bnu Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: “Ben, diyor, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu ayetten sordum: “Öyle ki, peygamberler ümidsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir” (Yusuf 110). -Bu ayette geçen bir kelime küzzibû şeklinde şeddeli mi okunmalı, küzibû şeklinde şeddesiz mi okumalı? dedim. Bana: “Onları kavimleri yalanladı” diye cevap verdi. Urve der ki: “Öyle ise, yemin olsun, onlar kesinlikle bildiler ki, kavimleri kendilerini tekzib etmiştir, (böyle okununca) “tekzib edildikleri zannına düştüler” diye bir mana verme ihtimali kalmaz” dedim. Hz. Aişe: “Ey Urvecik, öyledir. Peygamberler bu hususta kesin kanaate vardılar!” dedi. Ben tekrar: “Ama ayet belki de “küzibû” diye okunmalı” dedim. Cevaben: “Allah korusun, peygamberler, Rableri hakkında böyle bir zanna düşmezler” dedi. Ben tekrar: “Bu ayet nedir? (kimlerden bahsediyor?)” diye sordum. Cevaben: “Onlar peygamberlerin kendilerine tabi olan adamlarıdır, bu kimseler Rablerine inanmış, peygamberlerini de tasdik etmişlerdir. Ancak maruz kaldıkları bela uzamış, Allah'tan onlara gelecek yardım da gecikmiştir. O kadar ki, kavimlerinden kendilerini tekzib edenler sebebiyle peygamberler ümidlerini kestikleri ve artık etbalarının kendilerini tekzib ettiği zannına düştükleri bir anda Allah'ın yardımı onlara ulaşmıştır. (İşte ayet-i kerimede bu durumdaki peygamberler ve onların etbaları kastedilmektedir.)”"
662 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu ayet hakkında: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar” (Yusuf, 106) şu açıklamayı yapmıştır: “Yani, “Onlara kendilerini kim yarattı, semavat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, “Allah” diye cevap verirler, işte bu onların imanıdır. İbadet etmeye gelince Allah'tan başkasına taparlar, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir.”"
663 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı Hakk'ın: “Arzda birbirine komşu kıt'alar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. (Böyle iken) biz onlardan bazısını yemişlerinde (ve tadlarında), bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbette ayetler vardır” (Ra'd, 4). Kelam-ı İlahisinde geçen “üstünlük”ü şöyle açıkladılar: “Bu onların, kalitesiz, farisi çeşitten tatlı ve ekşi oluşlarıdır.”"
664 "Ebu Umame (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ardında cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir” (İbrahim 14, 16) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha yaklaştırılınca suratı yanar ve başının derisi dökülür. İrini içince kıçından çıkıncaya kadar, (geçtiği yerleri ve bu meyanda) bağırsaklarını param parça eder.” Resûlullah bu açıklama üzerine şu ayetleri okudu: “...Ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler...” (Muhammed, 15). “...Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi, yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur” (Kehf, 29)."
665 "Enes İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah'ın hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbinin izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun?” (İbrahim, 24-25) ayetinde zikredilen ağaç hakkında: “O hurma ağacıdır” buyurdu. Ve müteakip ayette ifade edilen kötü ağacı da hanzale'ye (zakkum, Ebu Cehil karpuzu da denir, mercimek ağacıdır) benzetti. Ayet şöyle: “Çirkin bir söz de yerden koparılmış, hiç bir sebatı olmayan kötü bir ağaca benzer” (İbrahim, 26)."
666 "el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Müslüman, kabirde suale maruz kalınca: “Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve Muhammed'in O'nun kulu olduğuna şehadet eder”. Bunun delili şu ayettir: “Allah inananları dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerine tutar; zalimleri de saptırır...” (İbrahim, 27)."
667 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Allah'ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?” (İbrahim, 27-28) ayetini açıklama sadedinde: “Onlar vallahi Kureyş kafirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'dir. “Helak yurduna... götürdüler”in manası, “Bedir günü ateşe ... götürdüler” demektir."
668 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şu ayetten sordum: “Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde sakın, Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma...” (İbrahim, 47-48). Ve dedim ki: “Ey Allah'ın Resulü, o gün insanlar nerede olacaklar?” -”Sırat üzerinde” cevabını verdi."
669 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, (münafık ve cahil takımından) bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Andolsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz” (Hicr, 24)."
670 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Mü'minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teala'nın nuruyla bakar” buyurup sonra şu ayeti okudular: “Elbette bunda fikr u firaseti olanlar için ibretler vardır” (Hicr, 75)"
671 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: “Andolsun ki sana Seb'u'l-Mesani'yi ve Kur'an-ı Azim'i verdik” (Hicr 87) ayetinde geçen es-Seb'u'l-Mesani, uzun sureler (tıvel)dir.”"
672 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Kur'an'ı parçalayanlara da...” (Hicr, 91) ayetini açıklamak üzere: “Onlar Ehl-i Kitap'tır, yani Yahidi ve Hıristiyanlar. Bunlar onu parçalara bölerek bazı kısımlarına inandılar, bazı kısımlarına inanmadılar” buyurmuştur."
673 "Hz. Enes (radıyallahu anh), “Rablerine andolsun ki hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız” (Hicr, 92-93) ayeti ile ilgili olarak: “Onlar 'Lailahe illallah' demekten sorumlu olacaklar” demiştir."
674 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır, büyük azab da onlar içindir” (Nalh, 106) ayetindeki umumi hükümden şöyle bir istisna yaptı: “Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.” (Nahl, 110). Burada kastedilen Abdullah İbnu Ebi Sarh'tır. Bu zat, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vahiy katibi idi. Şeytan onu şaşırttı. Kafirlere katılmasına sebep oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih günü, onun öldürülmesini emretti. Araya Hz. Osman girerek affını diledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onu affetti.”"
675 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Uhud savaşında Ensar'dan altmış dört, Muhacirler'den de altı kişi şehid düştü (radıyallahu anhüm ecmain). Bu şehidlerden biri de Hz. Hamza (radıyallahu anh) idi. Bunların cesedlerinden bazı uzuvlarını kopararak hakaretlerde bulundular. Bunun üzerine Ensar: “Bir gün beze de böyle bir fırsat düşerse, bu hakaretin daha fazlasını yapacağız” dediler. Mekke'nin fethi günü olunca şu ayet indi: “Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu sabredenler için daha iyidir.” (Nahl, 126). Bir adam: Bugünden sonra Kureyş yok! dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Dört kişiden başka kimseye dokunmayın” diye emretti.”"
676 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “...Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik...” (İsra, 60) mealindeki ayette geçen “rüya” için şu açıklamayı yaptı: “Bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Miraç gecesinde Beytu'l-Makdis'e götürüldüğü zaman gözüyle görmesidir. “Kur'an'da lanetlenmiş ağaç” da zakkum ağacıdır.”"
677 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına (yola gelmelerini) emrederiz. Ama onlar orada iyice yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz” (İsra, 16) ayetindeki “Şımarmış elebaşılarına emrederiz” ifadesiyle ilgili olarak şunu söylemiştir: “Biz cahiliye devrinde, sayıca artan bir kabile için: “falanca kabile arttı” derdik.”"
678 "Yine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), “Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar” (İsra, 57) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba tapıyorlardı. Bu cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hala bunlara tapmaya devam ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.”"
679 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız” (İsra, 71) mealindeki ayetle ilgili olarak şunu söyledi: “Onlardan biri çağırılır. (Amellerinin yazıldığı) kitap sağ eline verilir. Vücudu altmış zira' genişletilir, yüzü beyazlaştırılır. Başına pırıl pırıl yanan inciden bir taç geçirilir. Bu haliyle arkadaşlarının yanına döner. Arkadaşları onu uzaktan görünce: “Ey Rabbimiz bunu bize de ver ve onu hakkımızda mübarek kıl” derler. O, yanlarına gelir ve onlara: “Müjde sizlere! Herbirinize bunun bir misli var” der. Kafire gelince, onun suratı kararır. Onun da vücudu, altmış zira' genişletilir. Ona da bir taç giydirilir. Arkadaşları onu görünce: “Bunun şerrinden Allah'a sığınırız, Ey Rabbimiz onu bize verme” derler. Bu da arkadaşlarının yanına gelir. Onlar: “Ey Rabbimiz, onu zelil et” derler. O da: “Allah sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun bir misli verilmiştir” der.”"
680 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), “Güneşin kayması (dülûku'ş-şems) anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl” (İsra, 78) ayetinde geçen dülûku'ş-şems'ten maksad, “güneşin meyli” derdi."
681 "Yine Muvatta'da İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan geldiğine göre, İbnu Abbas, dülûku'ş-şems tabirini: “İza fae'l-fey'u” diye açıklardı. (Bu da gölgenin batı cihetinden çekilip doğuya meyletmesidir. Bu da tam zeval dediğimiz öğle vaktini ifade eder. Güneş gökte tam tepededir ve artık batı cihetine meyletmektedir.) Ayetin devamında gelen “ğasaku'l-leyl” tabirini de, “gece ile gece karanlığının birleşmesi” diye açıklardı."
682 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin rivayetine göre, “...Sabah namazı şahidlidir” (İsra, 78) ayeti hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yapmıştır: “Onda gece melekleri de gündüz melekleri de, hazır bulunurlar”"
683 "Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: “...Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderecektir.” (İsra 79) ayetinde zikredilen “Makam-ı Mahmud”dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bu şefaat'tir” diye cevap verdi.”"
684 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: “Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.”"
685 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hicretle emredildiği zaman kendisine şu ayet indi: “De ki: “Rabbim, beni dahil edeceğin yere (Medine'ye) hoşnudluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de (Mekke'den) hoşnudluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver” (İsra, 80)."
686 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bazısı: “Muhammed'e ruh hakkında sorun” dedi; bazısı da: “Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz” diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp: “Ey Ebu'l-Kasım bize ruh'tan anlat, (ruh nedir?)” dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy inmektedir. Sonra okudu: “Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah'ın emrinden ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir” (İsra, 85) Bir rivayette: “Onun hakkında az bir ilim verilmiştir” denmektedir. A'meş: “Bizim kıraatımızda böyledir” demiştir."
687 "Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan gelen, Tirmizi'nin bir diğer rivayeti şöyledir: “...Yahudiler: “Bize çok ilim verildi, bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse ona çok ilim verilmiş demektir” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “De ki Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 109)."
688 "Saffan İbnu Assal (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına: “Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gidelim ve birşeyler soralım” dedi. Arkadaşı: “Ona peygamber deme” diye müdahale edip ekledi: “Şayet o, kendisinden “peygamber” diye bahsettiğini duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur.” Beraberce gidip Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a imtihan niyetiyle dokuz açık ayetten soru sordular. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara “Allah'a hiç bir şeyi ortak kılmayın, hırsızlık yapmayın, zina fazihasını işlemeyin. Allah7ın haram kıldığı cana kıymayın, masum kişiyi öldürtmek içinsultana gammazlamayın, sihir yapmayın, faiz yemeyin, günahsız kadına zina iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, cumartesi günü yasağını ihlal etmeyin” dedi. Saffan der ki: “Bu cevap üzerine Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın el ve ayaklarını öptüler ve: “Şehadet ederiz ki, sen peygambersin” dediler. Saffan diyor ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?” diye sordu. Onlar: “Davud (aleyhisselam), neslinden peygamber kesilmesin diye dua etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz” cevabını verdiler.”"
689 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “... Ey Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut” (İsra, 110) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gizli (tebligatta) bulunduğu sırada nazil olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor ve Kur'an'a onu indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teala Hazretleri, “Namazını açıktan yapma.” yani “açıktan, yüksek sesle okuma, ta ki müşrikler duymasın, ashabın işitmeyecek kadar da kısma” buyurarak ikisi arası, yani seslilikle sessizlik ortası bir yol tutmasını emretti.”"
690 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: “Şu ayet dua hakkında nazil olmuştur: “(Ey Muhammed) namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma...” (İsra, 110)."
691 "Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Kim Kehf sûresinin başından -bir rivayette; sonundan- on ayet ezberlerse Mesih Deccal'in şerrinden emin olur.”"
692 "İbnu'l-Müseyyeb diyorki: “Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak da Rabbinin katında daha hayırlıdır” (Kehf, 46) ayetinde geçen “baki kalacak faydalı işler”, kulun sarfedeceği “Allahu ekber”, “Sübhanallah”, “Elhamdulillah”, “Lailahe illallah”, “La-havle ve-la kuvvete illa billah” sözlerdir.”"
693 "Said İbnu Cübeyr anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dedim ki: “Nevf el-Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır'ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor.” Bana şu cevabı verdi: “Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işittim, şunu anlattı: “Musa (aleyhisselam) Beni İsrail'e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, “insanların en bilgini kimdir?” diye soruldu: I: “Benim” diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, “Allahu a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)” demediği için Musa'yı azarladı. Ve: “İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir” diye ona vahyetti. Hz. Musa (aleyhisselam): -”Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -”Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır” dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: “Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -”Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi. Musa (aleyhisselam): “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır aleyhisselam ona: -”Senin bu yerinde selam ne gezer!” -”Ben Musa'yım.” -”Benû İsrail'in Musa'sı mı?” -”Evet.” -”Sen, Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.” -”Allah'ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?” -”Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?” -”İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.” -”Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -”Tamam!” dedi. Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)'ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar. Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -”Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın!” dedi. Hızır: -”Ben sana, “benimle bulunmaya sabredemezsin” demedim mi?” dedi. Hz. Musa: -”Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!” ricasında bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -”Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!” dedi. -”Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!” diye Hızır (aleyhisselam), Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa: -”Ama bu birinciden de şiddetli idi” dedi ve ilave etti: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın” dedi. Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: “Eğilmiş” diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -”Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!” dedi. Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa'ya: -”Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereceğim” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu ara ilave etti: -”Allah Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!” Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa'ya, “Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir.”"
694 "Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “duvarın altında onların bir hazinesi vardı” (Kehf, 82) ayetini açıkladı ve: “O hazine altın ve gümüştendi” buyurdu."
695 "Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün korkulu bir vaziyette odaya girdi. Şöyle diyordu: “La ilahe illallah, yaklaşan bir beladan Arabın vay haline. Bugün, Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddinden şöyle bir gedik açıldı.” baş parmağı ile şehadet parmağını halka yaparak gösterdi. Ben: -”Ey Allah'ın Resulü, yani içimizde salih kimseler olduğu halde toptan helak mı olacağız?” dedim. -”Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur.”"
696 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: “(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: “Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız” der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: “Haydi dönün, yarın inşaallah bunu deleceksiniz” der -ve ilk defa inşaallah tabirini kullanır-.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla der ki: “Dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) derler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Ye'cüc ve Mecüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: “Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada olanları da alçaltıp alt ettik.” Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helak edip, herbirini parçalanmış halde yere serer.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı: “Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.”"
697 "Mus'ab İbnu Sa'd anlatıyor: “Babama şu ayet hakkında sordum: “Ey Muhammed! “Size amelce en çok zararlı olanları haber verelim mi?” de...” (Kehf, 103) ve dedim ki: “Burada kastedilenler Harûriler midir?” Bana: -”Hayır, onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar'dır. Çünkü Yahudiler, Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i tekzib ettiler. Hıristiyanlar ise cenneti tekzib ettiler ve: “Cennette ne yiyecek ne de içecek vardır” dediler.”"
698 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) haber veriyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kıyamet günü, şişman, iri bir adam mizana getirilip tartılır da, Allah indinde sinek kanadı kadar ağırlığı olmadığı görülür.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: “Dilerseniz şu ayeti okuyun: “Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için hiçbir tartıda bulunmayacağız” (Kehf, 105)."
699 "Ebu Sa'd İbnu Fadale (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim şöyle demiştir: “Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı zaman bir kimse şiyle bir duyuruda bulunur: “Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevabını ondan istesin. Zira Allah, şirkin her çeşidine en müstağni olan Zat'tır.”"
700 "Mugire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, Necran'a gelince bana sordular: “Sizler şu ayeti okuyordunuz: “Ey Harun'un kızkardeşi: Baban kötü bir kimse değildi...” (Meryem 28). Halbuki, Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhima's-selam)'dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl olur da Hz. İsa'nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Musa'nın erkek kardeşi olan Hz. Harun'un kızkardeşi olur?)” Ben Merdine'ye Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular: “Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve salih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı.”"
701 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalatu vesselam) okudu: “Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar” (Meryem 39). Sonra dedi ki: “(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: -”Ey cennet ahalisi!” diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: -”Ey cehennem ahalisi!” diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: -”Bunu tanıdınız mı, nedirbu? Hepsi birden: -”Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür” Koç yatırılır ve kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle ölürlerdi. Cehennem ahalisi için de Allah hayata, bekaya hükmetmemiş olsaydı onlar da üzülerek ölürlerdi.”"
702 "Katade (merhum), şu ayet hakkında: “Onu yüce bir yere yükselttik” (Meryem 57). Hz. Enes (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'an şu rivayeti yaptığını belirtir: “Ben Mirac'ta iken dördüncü kat semada Hz. İdris (aleyhi's-selam)'i gördüm.”"
703 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Cibril (aleyhisselam)'e: “Bana, niye halen yapmakta olduğundan daha fazla ziyarette bulunmuyorsun?” diye sormuştu, şu ayet indi: “Cebrail Muhammed'e şöyle dedi: “Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz, geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O'na mahsustur. Rabbin unutkan değildir” (Meryem 64)."
704 "Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle buyurmuştur: “(Hudeybiye biatına katılan) ashabu'ş-şecere'den hiç kimse inşaallah cehenneme girmeyecektir.” Bunun üzerine Hafsa (radıyallahu anha) validemiz: “Hayır ey Allah'ın Resulü!” dediyse de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu azarladı. Bunun üzerine Hz. Hafsa (radıyallahu anha) şu ayeti okudu: “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür” (Meryem 71). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu cevabı verdi: “Allah şöyle de buyurmaktadır: “Sonra biz, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız” (Meryem 72)."
705 "Süddi anlatıyor: “Mürre el-Hemedani'ye, “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur” (Meryem 71) ayetinden sordum. Bunun üzerine bana İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den rivayet ettiği şu hadisi rivayet etti: “İnsanlar ateşe girerler, sonra amellerine göre ondan çıkarlar: Onların ilk grubu şimşek hızıyla çıkar, ikinci grub rüzgar gibi çıkar. Sonra at sür'atiyle, at binicisi süratiyle, sonra yaya koşusuyla, en sonra da yaya yürüyüşüyle çıkar.”"
706 "Habbab İbnu'l-Eret anlatıyor: “Cahiliye devrinde demirci idim. As İbnu Vail es-Sehmi'ye bir kılıç yaptım. Ücretimi almaya gelmiştim. -”Hayır, Muhammed'i inkar etmedikçe vermeyeceğim” dedi. Kendisine: -”Asla” Sen ölüp, Allah seni yeniden diriltinceye kadar ebediyyen onu inkar etmeyeceğim” dedim. -”Yani ben, öldükten sonra tekrar dirileceğim ha!” diye alaya aldı. Ben: -”Bundan ne şüphe!” deyince: -”Öyleyse bırak beni, öleyim de yeniden dirileyim. Bana bol mal ve evlat verilecek. O zaman sana olan borcumu eda ederim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: “Bana elbette mal ve çocuk verilecektir” diyeni gördün mü? O görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almıştır? Hayır söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Bahsettikleri şeyler bize kalacaktır. Kendisi bize tek başına gelecektir” (Meryem 80)."
707 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Allah bir kulu sevdi mi, Cebrail (aleyhisselam)'e şöyle seslenir: “Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!” Bunun üzerine semada aynı şekilde nida edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir: “İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır” (Meryem 96). “Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semada nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir.”"
708 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “İnsanlardan bazısı vardır, Allah'a (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan (tutup, şekk ve tereddüd içinde) ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner. Dünyada da, ahirette de hüsrana uğramıştır o. Bu ise, apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac, 11) ayetinin iniş sebebini açıklamak maksadıyla şöyle buyurdu: “Bazıları vardı, Medine'ye gelir, bakardı; bu gelişiyle hanımı oğlan doğurur, atı da yavrularsa, “Bu din, derdi, salih iyi bir dindir.” Şayet hanım oğlan doğurmaz, atı da yavrulamazsa: “Bu din kötüdür” derdi.”"
709 "Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) buyurdular ki: “Kıyamet günü, Rahman'ın önüne, dava açmak üzere ilk diz çökecek olan benim.” Kays İbnu Ubad der ki: “Onlar hakkında şu ayet indi: “İşte Rabbleri hakkında tartışmaya giren iki taraf; O'nu inkar edenlere ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir” (Hacc19-21). Kays devamla der ki: “Onlar Bedir savaşında karşılıklı mübareze eden kimselerdir. Bir tarafta, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubayde İbnu'l-Haris (radıyallahu anhüm), karşı tarafta da Şeybe İbnu Rebia, Utbe Rebi'a ve el-Velid İbnu Utbe varlardı.”"
710 "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Kabe'ye) Kur'an-ı Kerim'de, Beytu'l-Atik denmiş olması (Hacc 29, 33) ona hiç bir cebbarın galebe çalmamış olmasındandır.”"
711 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'den çıkarıldığı zaman Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) şöyle söyledi: “Peygamberlerine eziyet ettiler, o da (dayanamayıp) oradan çıktı. Mutlaka helak olacaklar.” Bunun üzerine şu ayet indi: “Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koşup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir” (Hacc 39). Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) der ki: “Bu ayet üzerine anladım ki, (müşriklerle) savaş olacak.”"
712 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorarak: “Ey Allah'ın Resûlü, “Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler. O uğurda ileri geçerler” (Mü'minun 60) ayetinde kastedilenler, şarap içenler, hırsızlık yapanlar mı? dedim. Bana “Hayır ey Sıddik'in kızı. Aksine onlar, oruç tutup, sadaka verip, yaptıkları bu hayırların kendilerinden kabul edilmemesinden korkanlardır. (Baksana ayet ne buyuruyor): “İşte onlar iyi işlerde yarış ederler” cevabını verdi.”"
713 "Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), “Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır” (Mü'minun 104) ayeti hakkında şu açıklamayı yapar: “Ateş yüzü kızartır ve üst dudak büzülür, öyle ki, başının ortasına kadar çekilir, alt dudak da aşağıya sallanır ve göbeğe kadar düşer.”"
714 "Amr İbnu Şu'ayb, babası, dedesi tarikiyle rivayet ediyor: “Kendisine Mersed İbnu Ebi Mersed denen bir zat (radıyallahu anh) vardı. Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mekke'de Anak adında fahişe bir kadın bu adamın dostu idi. Mekkeli esirlerden birine, kendisini götürmeyi vaadetmişti. (Şimdi hikayesini kendisinden dinleyelim): -”Mersed'sin değil mi?” dedi. Ben: -”Evet Mersed'im” dedim. -”Merhaba, hoş geldin, gel yanımızda geceyi geçir!” dedi. Ben: -”Hayır, ey Anak, Allah zinayı haram etti” dedim. Kadın: -”Ey çadır ahalisi, bu adam esirlerinizi götürüyor!” diye bağırdı. Kaçtım. Beni sekiz kişi takip etti. Handeme Dağı'nın yolunu tuttum, bir mağaraya girdim. Takipçiler arkamdan gelip mağaranın ağzını tuttular. Tepemden üzerime bevlettiler. Sidikleri başıma isabet etti. Ancak Allah, onların beni görmelerine mani oldu. Sonra dönüp gittiler. Ben de arkadaşımın yanına döndüm. Onu sırtladım. Ağır birisiydi. Mekke'nin dışındaki İzhir denen mevkiye geldim. Orada demir bukağılarını çözdüm. Onu sırtımda taşıyordum. Beni çok yormuştu. Nihayet Medine'ye geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna çıktım: -”Ey Allah'ın Resulü, Anak'la evleneyim mi?” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cevap vermedi. Sonra şu ayet indi: “Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir...” (Nur, 3). Bu vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: -”Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir, onunla evlenme!” dedi."
715 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahma ile zina yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ya delil getirirsin ya da sırtına hadd tatbik edilir” dedi. Hilal: “Ey Allah'ın Resûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) önceki sözünü tekrar ediyordu: “Ya delil getirirsin ya da sırtına had uygulanır.” Bunun üzerine Hilal: “Seni hak üzerine gönderen Zat'a kasem olsun doğru söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir” dedi. Cibril (aleyhisselam) indi ve şu vahyi indirdi: “Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahid tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler” (Nur 6-7). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oradan ayrıldı. Onlarra adam gönderdi. Hilal geldi (lanet okuyarak) şehadette bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekar olanınız var mı?” dedi. Sonra kadın kalktı, a da şehadette bulundu. Kadın beşinci şehadette iken kıdını durdurdular ve: “Beşinci şehadet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir” dediler. İbnu Abbas der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükut etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: “Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hale düşürmeyeceğim” dedi ve yeminini tamamladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa bilin ki bu çocuuk Şerik İbnu Sahma'dandır” buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle söylediler: “Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddini düşeceği hususunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının zaniliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı.”"
716 "Zühri merhum, Urve ve başkalarından almış olarak Hz. Aişe'nin şu rivayetini nakleder: “Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurmuştur ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu sefer, örtünme emri geldikten sonra idi. Ben yol sırasında deve sırtında giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinde iken iniyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine'ye yakın bir yerde konakladık. Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş emri çıktığı sırada ben kalkıp (kaza-yı hacet için tek başıma) sordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen'in göz boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim. O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilini kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım: Hülasa devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım. Safvan İbnu Muattal es-Sülemi -ki bilahere (Zekvan'da ikamet ederek) Zekvani ünvanını da almıştır- (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı. Zira örtünme emri gelmezden önce beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle “İnna lillah ve inna ileyhi raci'ûn =Biz Allah'ın kullarıyız ve Allah'a dönüp varacağız” uyandım. Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah'a kasem olsun bana tek kelime konuşmadı, istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim. İndi ve devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik. (Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selûl'e düşmüştü. Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'da, başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum. Yanıma girip selam veriyor, sonra da: “Şu sizinki nasıl?” deyip çıkıyordu. Bu davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim. Bu halde nekalet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası (denen çukurların bulunduğu semte) doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. (Hicab ayetinden sonra) evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Ben ve Ümmü Mistah -ki bu kadın Ebu Rühm İbnu Muttalib İbni Abdi Menaf'ın kızıdır- böylece yürüdük. Onun annesi Ebu Bekri's-Sıddik'ın teyzesi olan Sahr İbnu Amir'in kızıdır. Oğlu da Mistah İbnu Üsase İbnu Ubad İbni'l-Muttalib'dir. İşimiz bittikten sonra yürüyorduk. Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi adet olan “düşmanın helak olsun demedi): “Mistah helak olsun!” diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: -”Amma da yaptın!” Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!” dedim. -”Anacığım! onun ne söylediğini işitmedin mi?” dedi. -”Ne söylemiş ki?” dedim. Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdi ve: (İsmimi söylemeden) “Adamınız nasıl.” dedi. Ben: -”Ebeveynimin yanına gitmeye izin ver” dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek istiyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim. Anneme: -”Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?” dedim. -”Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah'a kasem olsun güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler” dedi. Ben: -”Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!” dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben hala ağlıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o gün Ali İbnu Ebi Talib'i ve Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu. Üsame (radıyallahu anh), ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: -”Ey Allah'ın Resûlü! Onlar zevcelerinizdir. Allah'a kasem olsun, onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.” Ali İbnu Ebi Talib de şöyle demişti: -”Ey Allah'ın Resûlü, Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halinni o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu tavsiye üzerine cariyemiz Berire'yi çağırdı ve: -”Ey Berire, söyle! Aişe'de sana şüphe verici bir husus gördün mü?” diye sordu. Berire: -”Hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: “Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi.” (Bu soruşturma sonunda) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalkıp mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni Selûl hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler: -”Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah'a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözleri üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa'd İbnu Muaz (radıyallahu anh) kalktı ve: -”Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!” dedi. Hazreç kabilesinin reisi olan Sa'd İbnu Ubade ayağa kalktı. Sa'd aslında salih bir kimseydi. Ancak (Sa'd İbnu Muaz'ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa'd İbnu Muaz'a dönerek şu sert cevabı verdi: -”Vallahi sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül'ü) öldüremezsin. Öldürtmeye gücün de yetmez.” (Ensar'ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) -ki bu zat da Sa'd İbnu Muaz'ın amcaoğludur- kalkarak Sa'd İbnu Ubade'ye çıkıştı: -”Allah'a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey'e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın, münafıklar hesabına kavga ediyorsun!” Derken (Ensar'ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha minberde iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükûneti sağlayıncaya kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti. Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken Ensar'dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söylenileden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) otururken şehadet kelimesini de getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: -”Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala'ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini kabul ve affeder.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerini tamamlayınca (ızdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum. Babama: -”Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerine sen cevap ver” dedim. Babam: -”Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne diyeceğimi bilemiyorum” dedi. Anneme yönelerek: -”Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın söylediklerine sen bari cevap ver” dedim. Annem de: -”Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum” dedi. Hz. Aişe devamla der ki: “Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur'an'dan da fazla okumuyordum. Dedim ki: -”Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz. Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: “Günahsızım” dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah'a kasem olsun, sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Hz. Yusuf'un babası ve onun şu sözüdür: “Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir” (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah'ın benim suçsuzluğumu te'yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah'ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah'ın herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın göreceği bir rüya yoluyla Allah'ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum. Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resûlüne vahiy indirdi: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı vahiy sırasında her zaman gelen halet istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: -”Ey Aişe Allah'a hamdet. Zira, seni tebrie buyurdu.” Annem de bana: -”Kalk Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a teşekkür et!” dedi. Ben ise: -”Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allahıma hamdediyorum. Benim suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu” dedim. Allah'ın indirdiği vahiy şöyleydi: -”Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın mü'minlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahid getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız...” (Nur 20). (Bir sayfa tutan) on ayeti, Cenab-ı Hakk benim suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri indirince, Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh) -ki Mistah İbnu Üsase'ye akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda bulunuyordu- şunu söyledi: -”Aişe (radıyallahu anha)'ye bu iftirayı yaptıktan sonra, ona artık bir daha yardım yapmayacağım.” Bunun üzerine şu vahiy indi: “İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır” (Nur, 22). Bunun üzerine Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh): “Evet evet, Allah'a kasem olsun, Allah'ın beni affetmesini çok severim” dedi ve Mistah'a yapmakta olduğu yardımı yapmaya devam etti ve: “Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim” dedi. Hz. Aieşe (radıyallahu anha) sözlerine devamla dedi ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tahkik sırasında Zeyneb Bintu Cahş'a da hakkımda sormuş ve: -”Ey Zeyneb, bu hususta ne biliyorsun, ne gördün?” demişti. O da: -”Ey Allah'ın Resûlü, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!” demişti. Zeyneb (radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i tahireleri arasında (bazı faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen birisiydi. Allah vera ve dindarlığı sebebiyle onu (bu meselede müfteriler tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız kardeşi Hamna ise, onunla mücadeleye koyuldu ve helak olan müfteriler arasında helak oldu. Müfteriler arasında (Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şairi) Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) de vardı. Urve der ki: “Hz. Aişe (radıyallahu anha) yanında Hassan'a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı ve derdi ki: “O şu beyti söyleyen kimsedir: “Babam, babanın babası, ırzım, size karşı Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ırzına bekçidir.” Mesrûk İbnu'l-Ecda der ki: -”Ben Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin huzuruna girmiştim. Yanında Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i gördüm. Hz. Aişe'ye şiir okuyor, bazı beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu. Şunu okudu: “Afifdir, ağırdır, iffetinden şüphe ne mümkün! Kötü düşünceden uzak olanların etleri bile onu aç bırakır.” Hz. Aişe'ye dedi ki: “Sen nasıl olur da Hassan'ın yanına girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur: “İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır.” Hz. Aişe (radıyallahu anha) şu cevabı verdi: “Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!” Hz. Aişe sonra şunu da söyledi “O, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı müdafaa ediyordu.”"
717 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Benim özrümle ilgili ayet indiği zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) minbere çıktı, günahsız olduğumu belirtti, arkasından ilgili ayetleri okudu ve iki kadın ve bir erkeğin cezalandırılmalarını emretti. Üçü de had cezası olan celde'ye (değneklenmeye) tabi tutuldular."
718 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Allah ilk muhacir kadınlara rahmetini bol kılsın; “Kadınlar baş örtülerini yakalarının üzerini (örtecek şekilde) koysunlar” (Nur 31) ayeti indiği zaman örtülerini (kenardan) yırtarak onunla (yüzlerini de) örttüler.”"
719 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “(Ey Muhamed)! Mü'min kadınlara da söyle! Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler iffetlerini korusunlar...” diye başlayıp kadınlara örtünmeyi emreden ayeti (Nur 31) daha sonra gelen şu ayet neshetti ve istisna getirdi: “Evlenme ümidi kalmayan ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla dış esvablarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur” (Nur 60)."
720 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdullah İbnu Übey İbni Selül cariyesine: “Git biraz fahişelik yap (da para kazan)” diye emretti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Dünya hayatının geçici menfaa tini elde etmek çin, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın...” (Nur 33) mealindeki ayeti inzal buyurdu.”"
721 "İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: “Irak ahalisinden bir grub İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dediler ki: - Şu ayet hakkında ne dersiniz? “Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir” (Nur 58). Cenab-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Allah mü'minlere karşı halim ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evladı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teala onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hala bu emirle amel eden tek kişi görmedim.”"
722 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “O gün zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene, keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der” (Furkan 27-30) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Ayette zikri geçen zalim Ukbe İbnu Ebi Muayt'tır. Zikri geçen dost (halil) da Ümeyye İbnu Halef'tir. Dostum Übeyy olduğu da söylenmiştir. (Ayetin inişi bunlarla ilgilidir). Şöyle ki: Ukbe bir yemek hazırlayarak Kureyş'in eşrafını davet eder. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onların arasındadır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “Ukbe kelime-i tevhidi söylemedikçe, yemekten almayacağını” söyledi. Ukbe bu isteği yerine getirdi. Bunun üzerine dostu olan Ümeyye İbnu Halef veya Übeyy ona gelerek: “- Sabii mi oldun?” dedi. Ukbe: “- Hayır, ancak yemek yemeden evimden ayrılmasından utandım” diye cevap verdi. Übeyy: “- Öyleyse, gidip onun yüzüne tükürmezsen ben de senden razı olmayacağım!” dedi. Ukbe, bu talebe müsbet cevap vererek, isteneni yaptı. Ceza olarak Bedir günü yakalanıp idam edildi."
723 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: “- Hangi günah daha büyük?” diye sordum. Şu cevabı verdi: “ Seni yaratmış olduğu halde Allah'a ortak koşmandır!” “- Sonra hangisi gelir?” dedim. “ Seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir!” dedi. Ben tekrar: “- Sonra ne gelir?” dedim. “ Komşunun helalliği ile zina etmen!”dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözlerine te'yiden şu mealdeki ayet nazil oldu: “Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar” (Furkan 68)."
724 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Şu “Sen ilkin en yakın hısımlarını inzar et” (Şuara 214) mealindeki ayet indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam Safa tepesi üzerine çıktı ve şöyle bağırmaya başladı: “Ey Beni Fihr!, Ey Beni Adiyy!” Bunlar Kureyş kabilesine mensup boylardı. Toplandılar. Onlara Şöyle hitab etti: “ Ben size, “şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyor”desem, beni tasdik eder misiniz?” Hep beraber şu cevabı verdiler: “- Evet, tasdik ederiz, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin.” “ Öyleyse dinleyin!” dedi. “Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı sizehaber veriyorum.” Ebu Leheb atılıp: “- Ey Muhammed, ey kuruyasıca! bizi bunun için mi çağırdın?” dedi. Bunun üzerine: “Ebbu Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu...” diye başlayan Ebu Leheb suresi nazil oldu.”"
725 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyar” (Şuara 224) mealindeki ayet hakkında şunları söyledi: “Cenab-ı Hakk, (kendilerine sapıklar uyar diye zemmettiği) şairlerden, “İman edip de iyi amel (ve hareket)de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öclerini alanlar...” (Şu'ara 227) istisna edildiler.”"
726 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Dabbetu'l-arz, beraberinde Hz. Müsa'nın asası ve Hz. Süleyman (aleyhima's-selam)'ın mühürü olduğu halde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü cilalar, mührü de kafırlerin burnuna basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) “Ey mü'min!” der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle): “Ey kafır!”der. (Yani mü'min de kafir de yüzünden tanınır)."
727 "Said İbnu Cübeyr anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Hz. Musa iki müddetten hangisini ödedi`?” diye sordum da, bana şu cevabı verdi: “O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) söyledi mi yapardı.”"
728 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), “(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ama Allah dilediğine hidayet verir” (Kasas 56) ayeti hakkında şunu söylemiştir: “Bu ayet Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, amcası Ebu Talib'in İslam'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu.”"
729 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Herhalde o Kur'an'ı (tilavetini, tebliğini ve mucibince amel etmeni) senin üzerine farz kılan (Allah), seni (yine) dönülecek yere döndürecektir...” (Kasas 85) mealindeki ayette ifade edilen döndürülecek yerden maksadın Mekke olduğunu söylerdi.”"
730 "Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor: “Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?” (Ankebut 29) mealindeki ayette zikredilen toplantılarındaki fena şeyler'den maksad nedir? diye Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sordum. Bana şöyle cevap verdi: “ Onlar orda sesli sesli yelleniyorlar, oradan geçen kimselere de çakıl vs. fırlatıp onlarla eğleniyorlardı.”"
731 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Allah'ı zikretmek elbet en büyüktür” (Ankebut, 45) mealindeki ayet hakkında şunu söyledi: “Kulun Allahu Teala'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onu zikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür."
732 "Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu (okundu): “Elif Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın nusretiyle ferahlayacak” (Rum 1-4)."
733 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Gayb'ın anahtarı beştir” dedi ve şu mealdeki ayeti okudu: “O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır” (Lokman 34)."
734 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebareke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk surelerini okumadan uyumazdı.” Tavus (rahimehullah), bu iki surenin faziletce Kur'an'daki diğer surelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu söylerdi."
735 "Hz. Enes (radıyallahu anh), “Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..” (Secde 16) mealindeki ayetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini söylemiştir.”"
736 "Hz. Enesin rivayeti Ebu Davud'da şu şekilde gelmiştir: Müslümanlar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında) akşamla yatsı arasında nafıle namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine “Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..:' ayeti nazil oldu.” Hasan Basri merhum: “Ayet-i kerime kıyamu'l-leyl yani gece namazı ile ilgilidir, o kastedilmektedir” demiştir."
737 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh), “Biz, o en büyük azabtan önce de onlara mutlaka yakın azabtan tattıracağız, ta ki, ric'at etsinler” (Secde 21. ) mealindeki ayet hakkında şunu söylemiştir: (Yakın azab) dünya musibetleri, Rum ve Batşa veya Duhan'dır. -Hadisin ravisi, Batşa mı derdi duhan mı derdi tereddüt eden kimsenin Şu'be olduğunu belirtir."
738 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın azadlısı olan Zeyd İbnu Harise'ye sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, “Onları babalarına nisbet ederek çağırın.:' (Ahzab, 5) mealindeki ayet ininceye kadar devam etti.”"
739 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Ben her mü'mine, mutlaka, dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz (bu hususla ilgili olan) şu ayeti okuyun: “O peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri, mü'minlerin analarıdır...” (Ahzab 6). Hangi mü'min (vefatında) bir mal bırakırsa varisleri (asabı) ona varis olsunlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlasıyım.”"
740 "İbnu Abbas (radıyallahu anhûma): “Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı...” (Ahzab, 4) mealindeki ayet hakkında şunu söylerdi: “Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: “Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)” dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu ayet nazil oldu.”"
741 "Hz. Aişe (radıyallahu anha), “O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz Allah'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı...” (Ahzab, 10-11) mealindeki ayet hakkında: “Bu, Hendek Savaşı ile ilgilidir” demiştir."
742 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz şu ayeti amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (mealen): “Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzab 23)."
743 "Ümmü Umare (radıyallahu anha) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, dedim, her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum.” Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): “Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır” (Ahzab,35)."
744 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) demiştir ki: “Eğer Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu ayeti gizlerdi: “(Habibim) hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine -İslam'la- nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: “Zevceni uhdende tut. Allah'tan kork” diyordun da Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimedi madem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir” (Ahzab, 37). Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Zeyneb'le evlenince: “Oğlunun helallığıyla evlendi” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti indirdi: “Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkiyle bilendir'' (Ahzab, 40). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Zeyd'i küçükken evlat edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti inzal buyurdu: “Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da” (Ahzab, 5)."
745 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyneb (radıyallahu anha)'le evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir hediyede bulunsak” dedi. Ben kendisine: - Bir şeyler yap! dedim. Bunun üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm. Yemeği bırak!” dedi. Sonra bana emredip: “Bana falancaları çağır” dedi ve teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca: “- Kime rastlarsan çağır” diye emretti. Enes der ki: Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) elini mezkur yemeğin üzerine koydu ve Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yiyenlere: “ Yemeğe Allah'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden yesin!” dedi. Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da çıkıp hücrelere doğru yürüdü. Peşisıra ben de çıktım ve: “- Davetliler gitti artık!” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hali geçince) o (aleyhissalatu vesselam) şu vahyi okuyordu: “Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez...” (Ahzab 53)."
746 "Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den naklediyor: Hz. Aişe buyurmuştur ki: “Havle Bintu Hakim (radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir.” Aişe (radıyallahu anha) devamla dedi ki: “Ben (kıskançlığın sevkiyle): “Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?” (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: “Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur...” (Ahzab, 51) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): “Ey Allah'ın Resûlü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor” dedim."
747 "Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi. “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadıınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık...” (Ahzab, 50). Ümmü Hani (radıyallahu anha) devamla der ki: Bu ayet üzerine (kendi kendime): “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a helal kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım” dedim.”"
748 "İbnu Abbas, (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhacir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Ayet şöyle buyurur: “Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye nigahbandır” (Ahzab 52). Keza Allah, “Mü'min cariyelerinizi..” (Nisa, 25); “Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın”ı (Ahzab, 50) helal kıldı. İslam'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Mealen): “... Kim imanı tanımayıp kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır” (Maide, 5). Yine ayet-i kerime şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helal kıldık...” (Ahzab, 50) İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir."
749 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı.”"
750 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. Musa (aleyhi's-selam) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Beni İsrail'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): “Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka afete maruzdur” diye dedi-kodu yaptılar. Cenab-ı Hakk Hz. Musayı bu dedikodularından tebrie etmek diledi. Yine bir gün Hz. Musa (aleyhi's-selam) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek. üzere çamaşırlarına doğru yürüdü. Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (aleyhi's-selam) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada “Elbisem ey kaya ! Elbisem ey kaya !” diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Beni İsrail'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musayı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve de dikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz. Musa (aleyhi 's-selam) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı. (Ebu Hüreyre der ki): “Allah'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var.” Şu ayet bu hadiseye işaret etmektedir: “Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzü (itibarlı bir zat) idi” (Ahzab, 69)."
751 "Ferve İbnu Müseyrk (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e bir gün: “- Ey Allah'ın Resûlü, kavminden yüz çevirenlere karşı, İslam'ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?” diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den) ayrılınca: “ Gutayfi ne yaptı.?” diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu talimatı verdi: “ Kavmini İslam'a davet et. Onlardan İslam gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle.” Der ki: Sebe kavmi hakkındaki ayetler nazil olmuştu. Bir adam sordu: “- Ey Allah'ın Resûlü, Sebe de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?” “ Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilakis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam cihetine gidip yerleşti. Şam tarafına gidenler Lahm, Cüzam, Gassan ve Amile kabilelerini ortaya çıkardılar. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmar halkını meydana getirdiler. “ Bir adam: “ Enmar da ne?” diye sordu. “ Enmar, dedi, Has'am ve Becile kabilelerinin mensup olduğu cemaattir.”"
752 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Allahu Teala Hazretleri semada bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teala'nın sözüne ihtiramla, melaike (aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teala nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere): “ Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da: “ Allah Teala hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur” derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı-(En üstteki, ilahi kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kahinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilave ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlahi yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: “Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?” derler. Böylece, semada (kulak hırsız1ı
453 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Kıyamet günü) Hz. Nuh (aleyhisselam) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona: -”Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh (aleyhisselam): -”Evet, ey Rabbim” diye cevap verir. Rabb Teala bu sefer ümmetine sorar: -”Nuh (aleyhissalatu vesselam) size tebliğ etmiş miydi?” -”Hayır!” bize peygamber gelmedi” derler. Rabb Teala Hz. Nuh (aleyhissalatu vesselam)'a yönelerek: -”Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?” diye sorar. Nuh (aleyhisselam): -” Muhammed (aleyhissalatu vesselam) ve ümmeti!” der ve Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ümmeti: -”Nuh tebligatta bulundu” diye şehadette bulunur. Bu duruma şu ayet işaret eder: “Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara karşı şahidler olasınız” (Bakara, 143)."
454 "Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: “(...Nuh kavmi): “Bize ne bir korkutucu, ne de başka biri, hiç kimse gelmedi” derler.”"
455 "Urve İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu (mealdeki) ayet hakkında sordum: “Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeairlerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur.” (Bakara, 158). Dedim ki: “Kasem olsun (ayetten) Safa ve Merve'yi tavaf etmeyenlere de bir günah yoktur (manası çıkmaktadır).” Bana dedi ki: Ey kızkardeşimoğlu söylediğin ne kadar çirkin! Ayetin, senin te'vil ettiğin manada olması için, “onları tavaf etmeyene herhangi bir günah terettüp etmez” şeklinde olmalıydı. Halbuki ayet Ensar hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce, Müşellel'deki azgın Menat'a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menat'a telbiye getirenler, Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekiniyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir...” ayetini indirdi. Aişe (radıyallahu anha) şunu da söyledi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı sünnet kıldı. Bunu terketmek kimseye caiz olmaz.” Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu Abdi'r-Rahman'a bu hadisi haber verdim. Bana şunu söyledi: “Ben bu bilgiyi (hadisi) duymamıştım. Ben alimlerden bazılarını dinledim şöyle diyorlardı: “Hz. Aişe'nin Menat için telbiye getirenlerden haber verdikleri dışında kalan halkın tamamı Safa ve Merve'yi tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de tavafından bahsedip Safa ve Merve'den söz etmeyince: “Ey Allah'ın Resûlü! Biz Safa ve Merve'yi tavaf ediyorduk. Halbuki Cenab-ı Hakk Kabe'nin tavafını emrediyor, Safa ve Merve'den bahsetmiyor, Safa ve Merve'yi tavaf etmemizde bize bir mahzur var mı?” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir. Öyle ise kim Beytullah'a hac yapar veya umre ziyaretinde bulunursa Safa ve Merve'yi de tavaf etmesinde bir günah yoktur” ayetini indirdi. Ebu Bekr İbnu Abdirrahman der ki: “Ben bu ayetin, (yukarda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve'yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde, İslam'dan sonra -Allah'ın Kabe'yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve'yi zikretmemiş olması sebebiyle- bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve'nin de (Kur'an'da) zikri Kabe'yi tavaf emrinden sonra gelmiştir."
456 "Buhari ve Müslim'den gelen bir rivayette şöyle denir: “Ancak, Müslüman olmazdan önce Ensar ve bunlarla birlikte Gassan, Menat için telbiyede bulunurlar, Safa ile Merve arasında tavaftan çekinirlerdi. Bu davranış onlara ecdad yadigarı bir adet idi. Menat için ihrama giren Safa ile Merve arasında tafaf yapmazdı. Müslüman olunca bu hususta Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk “Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir...” ayetini indirdi."
457 "Mücahid, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan rivayet ettiğine göre şunu anlatmıştır: “Beni İsrail'de kısas vardı, fakat diyet yoktu. Cenab-ı Hakk Muhammed ümmetine şöyle buyurdu: “Öldürülenler hususunda size kısas farz kılınmıştır. Hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse, kendisine örfe uymak ve affedene güzellikle (diyet) ödemek gerekir” (bakara, 178). Buradaki “afv”dan maksad, amden öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesidir. “Örfe uymak ve affedene güzellikle ödemek” e gelince, bundan maksad (mağdur tarafın) örfe uygun miktarda bir diyet istemesi, öbürünün de bunu güzellikle ödemesidir. Ayetin devamındaki: “Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve birrahmettir” ibaresi de, “sizden öncekilere farz kılınanlarda olmayan bir hafifletme” demektir, (çünkü onlara diyet imkanı tanınmamıştı). Ayetin son kısmı olan “Bundan sonra tecavüzde bulunana elim azab vardır” ibaresinden diyet almayı kabul etmesine rağmen (kan davası güderek) katili öldüren kimse kastedilmektedir.”"
458 "Ata'nın anlattığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anh) şu ayeti okurken dinlemiştir: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara, 184). İbnu Abbas (radıyallahu anh) ayeti okuduktan sonra ilave etti: “Bu ayet, oruç tutmaya tahammül edemeyen yaşlı erkek ve yaşlı kadın hakkında mensûh değildir. Onlar da her bir günün orucu yerine bir fakir doyururlar.”"
459 "Ebu Davud merhumun bir rivayetinde şu ziyade var: “İbnu Abbas dedi ki: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara 184) ayeti şu demektir: “Onlardan kim orucuna mukabil bir fakiri doyuracak kadar fidye vermek isterse fidye verir ve böylece orucunu tutmuş sayılır.” Cenab-ı Hakk buyurmuştur: “Kim (vacib miktardan) daha fazla fidye verirse bu kendisi için daha hayırlı olur. Orucu (yiyip de fidye vermek yerine) bizzat tutmanız daha hayırlıdır” (Bakara 184). Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: “Sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa orucu tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu bulunursa yediği miktarda başka günlerde oruç tutar.”"
460 "Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şöyle denmektedir: “(Ramazan'da orucu yiyip, fidye ödemeye ruhsat veren ayet) hamile ve emzikli kadınlar için sabittir, mensuh değildir.” Nesai'de rivayet şöyledir: “Orucu tutmaya dayanamayanlar orucu kendilerine (tahammül edilmez) bir meşakkat addedenler için bir yoksula yetecek kadar fidye gerekir. Ayetin “Kim de hayır düşünerek (bir fakire yetecek miktardan fazlasını) verirse” hükmü mensuh değildir, bu onun için daha hayırlıdır. (Fidye vermektense) oruç tutmanız daha hayırlıdır. Ayetteki ruhsat, oruca takat getiremeyen veya şifasız hastalığa yakalananlar içindir.”"
461 "Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: “Oruca takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi gerekir” ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hal müteakip ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini neshetti. Yani asıl hüküm şudur: “Kim Ramazan ayında hazır bulunursa orucunu tutsun.”"
462 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den, rivayete göre oruca gücü yetmeyenin fidye vermesi gereğini beyan eden ayeti “fidyetün taamu mesakine” şeklinde (yani fakirlerin yiyeceği kadar fidye) okudu ve bu ayetin mensûh olduğunu söyledi.”"
463 "Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Dua, ibadettir”, sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler varya, alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir” buyurmuşlardır” (Mü'min, 69)."
464 "Rezin şu ilave rivayeti kaydetti: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabı (radıyallahu anhüm ecmain) sordular: Rabbimiz yakın mıdır, biz ona hafif sesle hitab edelim, uzaksa yüksek sesle taleblerimizi söyleyelim?” Bunun üzerine şu ayet indi: “Kullarım sana benden sorarlarsa, (söyle ki) ben yakınım. Dua edenin duasına, bana dua ettiği takdirde icabet ederim” (Bakara, 186)."
465 "Bera İbnu Azib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ramazan orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara temas etmezlerdi. Bazı kimseler bu meselede nefislerine itimad edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: “...Allah nefsinize güvenmiyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti.” (Bakara, 187)."
466 "Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: “Ashab-ı Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in (başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu iken, iftar vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar beklerdi. Kays İbnu Sırma el-Ensari (radıyallahu anh) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek birşey olup olmadığını sordu. Kadın: “Hayır, yok!” ancak bekle, sana yiyecek arıyayım” dedi. Kays, gün boyu çalışan birisiydi, beklerken uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı ki uyuyor: “Eyvah mahrum kaldın, yiyemiyeceksin” diye eseflendi. Ertesi gün, öğleye doğru Kays (radıyallahu anh) açlıktan baygın düştü. Durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı...” (Bakara, 187). Buna Müslümanlar fevkalede sevindiler. Arkadan, “Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyin, için.” Ravi der ki: “Bu ayet, Kays İbnu Amr hakkında nazil olmuştur.”"
467 "Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyore: “Beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayrılıncaya kadar yiyin için” ayeti indiği zaman “tan yerinde” kelimeleri henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar oruç tutacakları zaman ayaklarına siyah ve beyaz (iplik) bağlar, bunlar görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Tan yerinde” kelimelerini inzal buyurdu. O zaman herkes anladı ki burada beyaz ve siyah ipliklerden maksad gündüz ve gece imiş.”"
468 "Beş kitapta da gelen bir başka rivayet şöyle: “Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) biri siyah, biri beyaz iki köstek bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şöyle bildirdi: “Yastığımın altına biri siyah biri beyaz iki iplik koydum.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona takıldı: “Beyaz iplikle siyah iplik senin yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı.”"
469 "Adiy'in bir başka rivayeti şöyledir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: “Ey Allah'ın Resûlü! Ayette geçen “beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması”nedir, bunlar iki iplik değil mi?” diye sordum da bana: “İki ipliğe baktı isen sen gerçekten kalın enselisin” dedi ve şu açıklamayı yaptı: “Hayır iki iplik değil, onun biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır.”"
470 "Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ensar hac yapıp da döndükleri zaman evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri hac dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu davranışı sebebiyle kınadılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “İyilik, evlere arkasından girmeniz değildir. Kötülükten sakınan kimse (nin ameli) iyidir. Evlere kapılarından girin” (Bakara, 189)."
471 "Huzeyfe (radıyallahu anh), “Allah yolunda infak edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Allah ihsan edenleri sever” (Bakara, 195) mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki: “Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil oldu.”"
472 "Eslem İbnu İmran anlatıyor: Medine'den gazve için yola çıktık. Niyetimiz İstanbul'du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid İbni'l-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: “Dur, dur! Lailahe illallah, eliyle kenidini tehlikeye atıyor!” diye bağrıştılar. Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri (radıyallahu anh) atılarak: “Ey ensar topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a yardım edip, İslam galebe çalınca biz: “Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koyalım” dedik. Bunun üzerine Allah'u Teala bu ayeti indirdi. Yani “Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak” demek malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı terketmektir.”"
473 "Abdullah İbnu Ma'kıl (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh)'ye “Oruçtan yahut sadakadan yahut kurbandan bir fidye lazımdır” (Bkara, 196) mealindeki ayetten sordum. Dedi ki: “Başımda bitler kaynaştığı halde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürüldüm. Beni görünce: “Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye ulaşacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin?” dedi. “Hayır” cevabını verdi. (Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “...İçinizde hasta olan veya başından rahatsız varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir...” (Bakara, 196) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Üç gün oruç tut veya her fakire yarım sa' yiyecek vermek suretiyle altı fakiri doyur, başını traş et” dedi. Bu ayet hassaten benim hakkımda nazil oldu, ancak umumen hapimize şamildir.”"
474 "Ebu Ümame et-Temimi anlatıyor: “Ben hac sırasında, ücret mukabili hizmet veren birisi idim. Bana: “Senin haccın hac sayılmaz” dediler. Bilahere İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e rastladım. O'na: “Ben hacc sırasında, ücretle hizmet veren birisiyim, halk bana: “senin haccın hacc sayılmaz diyorlar” dedim. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): “İhrama girmiyor, telbiye okumuyor, tavafta bulunmuyor musun?” dedi: “Hepsini yapıyorum” diye cevap verdim. Cevabım üzerine şu açıklamayı yaptı: “Senin haccın hacc sayılır. Nitekim Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir adam gelmiş, senin bana sorduğuna yakın şeyler sormuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût buyurdu ve adama cevap vermedi. Derken şu ayet nazil oldu: “(Hacc mevsiminde, ticaret yaparak) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur...” (Bakara, 198). Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o adamı çağırtarak, ayeti okudu ve: “Haccın hacc sayılır” buyurdu.”"
475 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliye devrinin panayırları idi. İslam geldiği zaman halk, hac mevsiminde ticaret yapmayı günah addeder oldular. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Hac mevsiminde Rabbinizden rızık taleb etmenizde sizin için bir günah yoktur.” Ayeti İbnu Abbas şu şekilde okudu.”"
476 "Yine İbnu Abbas anlatıyor: “Yemen ahalisi, hacca geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. “Biz mütevekkil kimseleriz” diyorlardı. Meke'ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı azık takvadır” (Bakara, 197)."
477 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Kişi ihramsız olarak (yani Mekke'de ikamet edenler veya umre için gelip, umreden sonra ihramı çıkaranlar) Beytullah'ı ziyaret eder. Bu imkan, hacc niyetiyle ihram giymeye kadar devam eder. Arafat'a çıkınca, kime deve, sığır veya davardan kurban müyesser olmuşsa, dilediğini kurban eder. Bunlardan biri olmazsa, ona hactaki, üç günün orucu terettüp eder. Bu günler, arefe gününden evvele ait olmalıdır. Bu üç günün sonuncu günü arefe gününe tesadüf ederse, bunda bir günah yoktur. Sonra Arafat'da vakfe'ye gider ikindi namazından akşam karanlığının gelmesine kadar vakfede kalır. İbnu Abbas anlatmaya üslubu biraz değiştirerek devam ediyor. “Sonra Arafat'tan insanlar sökün edince, orayı terketsinler. Topluca geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife'ye) gelsinler. Orada Allah'ı çokca zikretsinler, sabah vakti girmezden önce bilhassa tekbir ve tehlili çok yapsınlar sonra buradan da topluca hareket etsinler. Çünkü (eskiden beri) herkes buradan hareket ederdi. Cenab-ı Hakk: “İnsanların toplu olarak sökün ettiği yerden siz de sökün edin, (eski yaptıklarınızdan) Allah'a af dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Bakara, 199). Şeytan taşlayıncaya kadar akmaya (ve çok zikretmeye) devam edin” buyurmuştur."
478 "İbnu Müseyyeb anlatıyor: “Süheyb (radıyallahu anh) muhacir olarak Mekke'den yola çıktı. Kureyş'ten bazıları onu takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden inerek sadağında ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: “Allah'a kasem olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz. Sonra elimde durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz, size Mekke'de toprağa gömdüğüm malın yerini söyleyeyim, mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam edeyim” dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna devam etti). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına varınca şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın alır...” (Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Ebu Yahya'nın alış-verişi karlı oldu” der ve ayeti tilavet buyurur”, (Rezin'in ilavesidir. Bagavi ve İbnu Kesir tefsirlerinde senedsiz olarak kaydederler)."
479 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Cenab-ı Hakk'ın şu sözleri nazil olduğu zaman: “Yetim rüşdüne erinceye kadar, onun malına o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın”; keza “Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir” (Nisa 10) yanında yetim bulunanlar hemen gidip yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendilerinin yiyip içeceklerinden ayırdılar. Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa ona dokunulmuyor, yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hal, bir kısım müşkilatlara sebep oldu. Durum Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a arzedildi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onları faydalı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir” (Bakara 220). Bu ayet üzerine yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerine karıştırdılar.”"
480 "Nafi anlatıyor: İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Kur'an okuduğu zaman, okuma işinden çıkıncaya kadar hiç konuşmazdı. Bir gün ben (Mushaf'ı, yüzünden takip ediverdim, o da ezberden) Bakara suresini okudu. Bir ayete gelince bana: “Bu ayet ne hakkında indi biliyor musun?” diye sordu. Ben “Hayır!” deyince: “Şu, şu mesele için” diye açıkladı, sonra (okumaya) devam etti."
408 "Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kitabullah hakkında şahsi re'yi ile söz ederse, isabet bile etse hatadadır. Rezin şu ilavede bulunmuştur: “Kim re'yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer.”"
409 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.”"
410 "Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Benim hakkımda da bildiğiniz dışında sözden kaçının. Kim bana bile bile yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın. Kim de Kur'an hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın.”"
411 "Haris el-A'ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malayani konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: -”Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?” dedi, Ben: -”Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: -”Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!” Ben hemen sordum: -”Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?” Buyurdu ki: -”Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyan, haram-helal vs. nevinden) cereyan edecek ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helak eder. Kim O'nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: “Biz, hiç duyulmadık bir tilavet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelamı olduğuna) inandık” (Cin 1). Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren.”"
412 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Bir grup, Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar”"
413 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?” diye sordu. “Hepimiz isteriz” diye cevap verdik. “Öyle ise, buyurdu, kim namazda üç ayet okusa bu ona, üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır”"
414 "Ukbetu'bnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Suffa'da iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (dışarı) çıkarak: “Hanginiz hergün hiç günah işlemeden ve akrabalık bağlarını da bozmadan Buthan'a veya Akik'e gidip oradan (zahmete ve masrafa girmeden) iki adet iri hörgüçlü dişi deve tutup getirmeyi ister?” diye sordu. Biz: “Ey Allah'ın Resûlü bunu hepimiz isteriz” dedik. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “-O halde birinizin mescide gidip orada Allah'ın kitabından iki ayeti öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet onun için üç deveden, dört ayet onun için dört deveden ve okunacak ayetler kendi sayılarınca deveden daha hayırlıdır” buyurdular.”"
415 "İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i dinledim, şöyle diyordu: “Kur'an-ı Kerim'den tek harf okuyana bile bir sevab vardır. Her hasene on misliyle (kayde geçer). Elif-Lam-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir harf, lam bir harf ve mim de bir harftir.”"
416 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'i (güzel bir sesle açıktan okuyan bir peygambere kulak ver(ip sevabı bol kıl)diği kadar hiçbir şeye kulak ver(ip mükafaat ihsan et)memiştir.”"
417 "Buhari'nin bir rivayetinde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: “Kur'an'ı teganni etmeyen bizden değildir.” (Sahabeden biri, bununla) açıktan okumayı kastediyor demiştir.” Teganni: “kıraatın hüzünlü ve dokunaklı kılınmasıdır.”"
418 "Ebû Umame (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: “Allah, geceleyin Kur'an okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir zaman Allah'a yaklaşmış olmaz.” Ebu'n Nadr der ki: “Ondan” tabiriyle “Kur'an'dan” denmek istenmiştir.”"
419 "Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle diyordu: “Kur'an'ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur'an'ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir.”"
420 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü, Allah'a hangi amel daha sevimlidir?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan” cevabını verdi. “Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?” diye ikinci sefer sorunca: “Kur'an'ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlar” cevabını verdi.”"
421 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Aziz ve celil olan Allah diyor ki: “Kim, Kur'an-ı Kerim'i okuma meşguliyeti sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden fazlasını veririm.”"
422 "Sehl İbnu Muaz el-Cuheni (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'an'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?”"
423 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim Kur'an'ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.”"
424 "Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an'ı okuyup ona sahip çıkan kimseye (ahirette): “Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zira senin makamın, okuduğun en son ayetin seviyesindedir” denir.”"
425 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: “Kur'an'da mahir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerim ve muti meleklerle beraber olacaktır. Kur'an'ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap vardır.”"
426 "Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre: “Geceleyin, (hurma harmanında iken) Kur'an'dan Bakara suresini okuyordu. Hemen yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine sükût ederek okumayı bıraktı. At da sükûnete geldi. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at yine şahlandı. Üseyd yine sükût edince at da sükûnete erdi. Az sonra yine okumaya başlayınca at da şahlanmaya başladı. Oğlu Yahya, ata yakındı. Ona bir zarar vermesin diye attan uzaklaştırmak için yanına gitti. Bir ara başını göğe kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi nesneler var. Sabah olunca koşup gördüklerini Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine: “O gördüklerin neydi bilir misin?” diye sordu. “Hayır!” cevabı üzerine açıkladı: “Onlar melaike idi. Senin sesine gelmişlerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları seyredebilecekti, çünkü halktan gizlenmiyeceklerdi.”"
427 "el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelip vak'ayı anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ona şu açıklamada bulundu: “Bu sekinet idi, Kur'an için inmişti.”"
428 "Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an okuyan mü'minin misali portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'an okumayan mü'minin misali hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'an-ı okuyan facir misali reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan facirin misali Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur.”"
429 "Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir.”"
430 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hafızasında Kur'an'dan hiç bir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev gibidir.”"
431 "Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Buyurdular ki: “Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir kimse sonradan (terkeder ve okumayı) unutursa kıyamet günü cüzzamlı olarak Allah'a kavuşur.”"
432 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Ümmetime verilen ücretler bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Keza ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında, bir kimsenin lütf-i İlahi olarak öğrenip de sonradan unuttuğu bir sûre veya ayet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü görmedim.”"
433 "İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, İmran, Kur'an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. “İnna lillahi ve inna ileyhi raci'un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur'an okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler.”"
434 "Süheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kur'an'ın haram kıldığı şeyleri helal addeden kimse Kur'an'a inanmamıştır.”"
435 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) düşman arazisine Kur'an-ı Kerim'le birlikte askeri seferi yasakladı.”"
436 "Ebu Said İbnu'l-Mualla (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Mescid-i Nebevi'de namaz kılıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet edemedim. Sonra yanına gelerek: Ey Allah'ın Resûlü namaz kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim diye özür beyan ettim). Bana: “Allahu Teala Kitab'ında “Ey iman edenler, Allah ve Resûlü sizi çağırdıkları zaman hemen icabet edin” buyurmuyor mu?” (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: “Sen mescidden çıkmazdan önce , sana Kur'an-ı Kerim'in (sevapca) en büyük sûresini öğreteyim mi?” dedi ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: “Sana en büyük sureyi öğreteceğim” dememiş miydiniz? dedim. Bana: “O sure Elhamdü lillahi Rabbi'l alemin dir ki(namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi ayet (es-Seb'u'l-Mesani) ve bana verilen yüce Kur'an'dır” buyurdu."
437 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen kaydetti. Ancak şu ziyade var: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zü'l-Celal'e yemin ederim ki, Allah, Fatiha'ının bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de ne Zebur'da, ne de Furkan'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi ayet ve bana ihsan edilen yüce Kur'an'dır.” Nesai'nin yine Ebu Hüreyre'den yaptığı bir rivayette: “O (Fatiha süresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir” ziyadesi vardır."
438 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanında otururken yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselam) dedi ki: “İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.” Derken oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalam) tekrar konuştu: “İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.” Melek selam verdi ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e : “Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi."
439 "Adiyy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Fatiha'da geçen) el-mağdûb aleyhim (Allah'ın gazabına uğrayanlar) Yahudilerdir, ed-dallin (sapıtanlar) da Hıristiyanlar'dır”."
440 "Ebu Ümame (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim, diyordu ki: “Kur'an-ı Kerim'i okuyun. Zira Kur'an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. Zehraveyn'i yani Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar.” Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce, bir kul onu okur, sonra da Allah'tan birşey isterse Allah istediğini mutlaka verir.”"
441 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalabalık bir askerin katıldığı orduyu sefere çıkardı. Askerlere Kur'an okumalarını tenbihledi. Ayrıca teker teker görerek herbirine Kur'an'dan bildikleri yerleri okumalarını tenbihliyordu. Derken sıra yaşça en genç birisine gelmişti. Ona: “Kur'an'dan sen ne biliyorsun ey falanca? diye sordu. Genç: “Ben , dedi, falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini biliyorum.” Resûlullah(aleyhissalatu vesselam): “Yani sen Bakara'yı biliyor musun?” diye sordu. “Evet!” cevabı üzerine: “Haydi yürü, seni askerlere komutan tayin ettim” dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp: “Yemin olsun, Bakara'yı ezberlememe mani olan şey, hükümleriyle amel edememek korkusundan başka birşey değildir? dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu tenbihte bulundu: “Kur'an'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'an-ı Kerim'in onu öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarafa koku neşreder. Kur'an'ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku neşretmeyen misk kabı gibidir.”"
442 "Nevvas İbnu Sem'an anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: “Kıyamet günü Kur'an-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve Al-i İmran sureleri Kur'an-ı Kerim'in önünde yer alırlar.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu iki sure için üç teşbihte bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: “Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler.”"
443 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan kaçar.”"
444 "Müslim'in bir rivayetinde yukarıdaki hadise şu ziyade yapılmıştır: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Sizden biri mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı Hakk, namazlarından evine de hayır yaratacaktır”"
445 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: “Bakara Suresi'nin sonundaki iki ayeti geceleyin kim okursa o iki ayet ona kafi gelir.”"
446 "Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allah, arz ve semavatı yaratmazdan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki ayet indirip onlarla Bakara suresini sona erdirdi. Bu iki ayet bir evde üç gece okundu mu artık şeytan ona yaklaşamaz.”"
447 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Beni İsrail'e: “Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın) dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağışlansın” (Bakara 58) denildi. Ama onlar (emri değiştirdiler de kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler ve “kılın içinde bir tane” dediler.”"
448 "Amir İbnu Rebi'a (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz karanlık bir gecede Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a açtık. Bunun üzerine şu ayet indi. “...Nereye yönelirseniz Allah'ın yönü orasıdır (Bakara, 115).”"
449 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e hitab ederek: “Ey Allah'ın Resûlü (tavaftan sonra kılınan iki rek'atı) Makam'ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)” diye bir temennide bulunmuştu, hemen şu ayet nazil oldu: “İbrahim'in makamını namazgah yapın...” (Bakara, 125)."
450 "el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anh) buyurdular ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye gelince, önce Ensar'dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını onaltı veya onyedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kabe'ye doğru olmasını arzuluyordu. (Kabe'ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte ashabtan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: “Şehadet ederim ki Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le Kabe'ye doğru namaz kıldık” dedi. Cemaat oldukları yerde Kabe'ye yöneldiler. Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları Yahudiler'i memnun ediyordu. Yüzler Kabe'ye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Arkadan hemen şu mealdeki ayet nazil oldu: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz...” (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar: “Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler? De ki: “Doğu da batı da Allah'ındır. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder” (Bakara, 144)."
451 "Müslim ve Ebu Davud'un Enes' (radıyallahu anh)'ten rivayet ettikleri bir diğer hadis şöyledir: “Onlar Beytu'l-Makdis'e doğru yönelmiş halde, sabah namazının rükûunda iken, Beni Seleme'den bir adam kendilerine uğradı ve: “Kıble istikameti Kabe'ye çevrildi” dedi. Bu sözünü iki kere tekrar ettil. Cemaat rükûda iken Kabe'ye yöneldiler.”"
452 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ayet-i kerimenin emriyle Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kıbleyi Kabe'ye yöneltince Müslümanlar sordular: “Ey Allah'ın Resûlü, Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Senin yöneldiğin istikameti, peygambere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı (ibadetlerinizi) boşa çıkaracak değildir” (Bakara, 143)."
481 "Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yahudiler: “Kadına arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar” derlerdi. Bunun üzerine: “Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayeti nazil oldu” (Bakara 223)."
482 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü mahvoldum” buyurdu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Niye mahvoldun ne var?” diye sorunca açıkladı: “Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: “Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin.” Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel.”"
483 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Allah, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i mağfiret buyursun, bir hususta yanılmıştı. Şu Ensariler putperestti ve ehl-i kitaptan Yahudilerle birlikte idiler. Ensar (İslam'dan önce) ilim yönüyle Yahudilerin kendilerinden üstün olduklarına inanırlardı. Bu sebeple onların birçok davranışlarını aynen taklid ediyorlardı. Ehh-i kitaba has adetlerden biri de kadınlarına tek istikametten (yani ön cihetten) yanaşırlardı. Bu, kadın için de en uygun tarzdı. Ensar topluluğu, bu adeti de Yahudilerden aynen almıştı. Kureyşliler ise, kadınları hoş olmayan şekilde açarlar, onlara arka cihetlerinden, ön cihetlerinden, sırt üstü yatmış vaziyette yeneşırlardı. Medine'ye muhacir olarak Mekkeliler gelince onlardan bir erkek Medineli bir kızla evlendi. Erkek, kadına Kureyş usulünce temas etmek istedi. Kadın buna müsaade etmedi. “Bizde kadına tek istikametten temas edilir, sen de öyle yap, aksi halde bana dokunma” dedi. Onların bu ihtilafı büyüdü ve herkes duydu. Öyle ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da intikal etti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlanızdır. Tarlaya dilediğiniz gibi gelin” (Bakara 223). “Dilediği gibi” den maksad (istikamet olarak) önlerinden, arkalarından, sırt üstü yatmış olarak. Ancak bu geliş çocuk mahalline olacak.”"
484 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: “Tek yoldan (ki o da çocuk yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas kurun”"
485 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Kur'an'daki: “Allah sizi (dil alışkanlığı olarak maksadsız yapılan) lağv yeminleriniz için müaheze etmez” ayeti kişinin sözünde sıkça kullandığı, “vallahi evet”, “billahi hayır” gibi yeminleri için nazil oldu.” Yukarıdaki metin Buhari'den alınmadır. Hadisi, Ebu Davud hem Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sözü olarak hem de Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin sözü olarak iki şekilde rivayet etmiştir. İmam Malik Muvatta'da bu hadisle ilgili olarak şunu söyler: “Bu mevzuda işittiğimin en güzeli şudur: “Ayette geçen “Lağv”, bir kimsenin öyle bildiği için bir şey hakkında yaptığı yemindir, ancak sonradan, o şeyin, bildiği gibi olmadığını anlar. Bu durumda yaptığı yemin için kefaret gerekmez. Ancak bir kimse de çıkıp, günahkar ve yalancı olduğunu bile bile, birilerini memnun etmek veya bir malı elde etmek için yemin ederse bu öylesine büyük bir günahtır ki, bunun kefareti yoktur.”"
486 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Kur'an-ı Kerim'deki: “Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...” (Bakara 228) ayeti hakkında şunu söyledi: “Erkek hanımını üç talakla da boşasa hanımını geri almaya herkesten daha çok hak sahibi idi. Ancak bu hüküm, Cenab-ı Hakk'ın şu sözü ile neshedildi: “Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır...” (Bakara 229)."
487 "Urvetu'bnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cahiliye devrinde kişi hanımını boşar, iddeti sona ermeden geri almak isterse, alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri dönebilirdi. (Bu hal bir adamın şu hadisesine kadar devam etti.) Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti dolmak üzere iken hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: “Allah'a kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal olmayacaksın” dedi. Kadın: “Bu nasıl olur?” deyince, adam: “Seni boşuyorum, iddetin dolmadan tekrar geri alacağım ve bu böylece devam edip gidecek” dedi. Kadın Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye gitti, durumu anlattı. Hz. Aişe cevap vermedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bekledi. Gelince vak'ayı anlattı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da cevap vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır” (Bakara 229). O günden itibaren insanlar bu yeni talaka yöneldiler, boşayan da boşamayan da. “"
488 "Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor: Benim bir kızkardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler oldu. Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kız kardeşimi ona nikahladım. Allah'ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric'i ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti. İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: “Daha önce de çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric'i ile boşadın. (Geri alma hakkın olduğu halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de talib oldun, taleble almak istiyorsun. Allah'a kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim” dedim. Ma'kıl der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu ayet nazil oldu: “Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerin engel olmayın” (Bakara 232). Yine Ma'kıl ilave ediyor: “Ayet üzerine, yeminim için kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım” Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ma'kıl'ı çağırdı, ayeti kendisine tilavet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve Allah'ın emrine boyun eğdi”"
489 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Kur'an'ın: “(Vefat iddeti bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda.... üzerinize bir vebal yoktur” (Bakara 235) ayetinden maksadı, “Evlenmeyi arzu eden kişinin: “Ben nikahlanmak istiyorum, kadına ihtiyacım var, saliha bir kadına kavuşmak istiyorum” demesidir” diye açıklamıştır."
490 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hendek Savaşı sırasında “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mani oldular, günaş batıncaya kadar kılamadık” buyurdu. Bir rivayette: “Bizi, salat-ı vusta olan ikindi namazından alıkoydular” denir. Bir diğer rivayette: “Sonra ikindiyi akşamla yatsı arasında kıldık” denir."
491 "Hz. Aişe'nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anha), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi ki: “Şu ayete gelince bana haber ver: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin” (Bakara, 238). Yazarken bu ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: “Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin” (Bakara, 238). Hz. Aişe (radıyallahu anha): “Ben bunu Resûlullah'dan işittim” dedi."
492 "Amr İbnu Rafi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, “Hz. Hafsa (radıyallahu anha)'ya bir mushaf yazıyormuş. Hz. Hafsa (radıyallahu anha) kendisinden,önceki hadiste -(Ebu Yunus'tan) Hz. Aişe'nin- taleb ettiği hususu aynen taleb ettiğini anlatmıştır.”"
493 "Şakik İbnu Utbe, Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma)'ten naklettiğine göre, demiştir ki: “Önce şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu bize Allah'ın dilediği müddetçe okudu. Sonra Allah bunu nashetti ve şu ayeti indirdi: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin.” Şakik'in yanında oturmakta olan bir zat kendisine: “Öyle ise bu ikindi namazıdır.” Bera dedi ki: “Ben bu ayetin nasıl nazil olduğunu Allah'ın nasıl neshettiğini sana haber verdim.”"
494 "İmam Malik (rahimehumullah)'e ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'e İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), Kur'an'da zikri geçen “orta namaz”a (salatu'l-vusta) sabah namazı demişlerdir."
495 "Zeyd İbnu Sabit ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüma) “Orta namazı, öğlen namazıdır” derlerdi."
496 "Ebu Davud'un Zeyd (radıyallahu anh)'den kaydettiğine göre, Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazını zevalden sonra sıcağın en şiddetli olduğu saatte kılardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kıldığı namazlar içinde ashabına en zor geleni bu namaz idi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve orta namazına devam edin.” Zeyd devamla dedi ki: “(Orta namazı, öğlen namazıdır, zira) bundan önce iki namaz var (birisi geceden -yatsı-, diğeri gündüzden -sabah-), ondan sonra da iki namaz var (biri gündüzden -ikindi- diğeri geceden -akşam-)”."
497 "Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)'a, Bakara suresinde geçen: “Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini (bakılmasını) vasiyyet etsinler” (Bakara 240), ayeti diğer bir ayetle (Bakara, 234) neshedildiği halde niçin bu mensuh ayeti de Kur'an-ı Kerim'e yazıyorsunuz?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Ey kardeşim oğlu bu ayeti terk mi edelim, (bunu mu söylüyorsun)? Hayır, ben hiçbir şeyi yerinden oynatmam.”"
498 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: “Her şeyin bir şerefi var. Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur'an ayetlerinin efendisidir: “Ayetü'l-Kürsi”."
499 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: “Ey Ebu'l-Münzir, Allah'ın Kitabından ezberinde bulunan hangi ayetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben: “O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O, Hayy'dır, Kayyûm'dur (yani diridir her şeye kıyam sağlayandır” (Bakara, 225) -ki buna Ayet'ü'l-Kürsi denir- dedim. Göğsüme vurdu ve: “İlim sana mübarek olsun ey Ebu'l-Münzir!” dedi.”"
500 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Ramazan zekatını muhafazaya tayin etmişti. Derken kara bir adam gelerek zahireden avuç avuç almaya başladı. Ben derhal kendisini yakaladım ve: “Seni Resûlullah(aleyhissalatu vesselam)'a çıkaracağım” dedim. Bana: “Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden çoktur, şiddetlidir” dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah olunca Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): -Ey Ebu Hüreyre! Dün akşamki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü: Bana şiddetli ihtiyacından ve çoluk-çocuktan dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak salıverdim, dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin olsun, o tekrar gelecek! buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binaenaleyh onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya başladı. Ben de derhal yakaladım ve: “Seni mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a çıkaracağım” dedim. Yine yalvararak: “Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, üzerimde çoluk-çocuk var, bir daha yapmam” dedi. Ben yine acıdım ve salıverdim. Ertesi gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -Ey Ebu Hüreyre, dün geceki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert yandı. Ben de acıdım ve salıverdim, dedim. “Ama” dedi, Resûlullah: “O yalan söyledi fakat yine gelecek.” Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Onu yine yakalayıp: -Seni mutlaka Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan başka gelmeyeceğim deyip yine de geliyorsun, dedim. Yine bana rica ederek şöyle söyledi: “Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah onlarla sana fayda ulaştırsın”. Ben: -Nedir bu kelimeler söyle! dedim. Bana dedi ki: -Yatağa girdin mi Ayetü'l-Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz dedi. Ben yine acıdım ve serbest bıraktım. Sabah oldu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın Resûlü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla Allah'ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini yine serbest bıraktım, dedim. Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam): -Neymiş onlar? dedi. Ben: -Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü'l-Kürsi'yi başından sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah'ın koyacağı bir muhafız üzerinden eksik olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz! dedi, cevabını verdim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: “(Bak hele!) o koyu bir yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş. Ey Ebu Hüreyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Ben: -Hayır! cevabını verdim. -O bir şeytandı buyurdular."
501 "Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatmıştır ki: “Kendisinin bir hücresi vardı ve içinde hurma bulunuyordu. Buraya bir gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a açtı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine “Git, tekrar görecek olursan “Allah'ın adıyla, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a icabet et” dersin” buyurdu. Ebu Eyyub der ki: (Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti, ben de salıverdim. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la karşılaştığımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Esirin ne oldu?” diye sordu. Ben: “Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben de bıraktım)” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “O yalan söylemiş, o yalana alışkındır” buyurdu. Ebu Eyyûb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine salıverdiğini anlatır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tekrar: “Esirin ne oldu?” diye sorar. “Gelmeyeceğine dair yemin edince bıraktım” der. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Yalan söylemiş, o zaten yalana alışkındır” buyurur. Ebu eyyub (radıyallahu anh) üçüncü sefer yine yakalar ve: “Bu sefer seni bırakmayacağım, mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar götüreceğim” der. Bunun üzerine cin: “(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım: Ayet'ü'l-Kürsi varya onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne şeytan ne başkası yaklaşamaz” der. (Ebu Eyyub yine salar) ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Esirin ne oldu?” diye sorar. Olup biteni haber verince: “(Hayret), yalancı olduğu halde bu sefer doğruyu söylemiş” buyurur.”"
502 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256) ayeti Ensar hakkında inmiştir. Şöyle ki: Medine'de çocuğu yaşamayıp ölen kadınlar, “çocuğum yaşarsa Yahudi dini üzerine yetiştireceğim” diye adakta bulunurdu. Benu Nadir Yahudileri Medine'den sürüldükleri vakit, bunlar arasında Yahudileştirilmiş çok sayıda Ensar çocuğu vardı. Ensariler: “Çocuklarımızı onlara terketmeyiz” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Dinde zorlama yoktur, artık iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır...” (Bakara) ayetini inzal buyurdu.”"
503 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha layıkız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demiş, (Allah: “Buna) inanmadın mı yoksa” demiş, o da: “İnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemişti.” (Bakara, 260). Allah, Lût (aleyhisselam)'a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (aleyhisselam)'un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim.”"
504 "Tirmizi'nin bir rivayetinde Hz. Yusuf'la ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahimoğlu İshakoğlu Yakuboğlu Yusuf'tur. Ve ilave etti: “Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) arkadan şu ayeti okudu: “Kendisine elçi gelince, “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla şunu söyledi: “Allah Teala'nın rahmeti Lût'a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmıştı. Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden kalabalık bir ceaat içinde gönderdi.”"
505 "Ubeyd İbnu Umayr anlatıyor: “Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabına sordu. “Şu ayet kimin hakkında nazil olmuştur? “Sizden herhangi biri arzu edermi ki, hurmalardan, üzümlerden kendisinin bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. Fakat ona ihtiyarlık çöksün, aciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o, yanıversin? (Bakara, 266). Cemaat: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” cevabını verdi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu cevaba kızdı ve: “Biliyoruz veya bilmiyoruz” deyin dedi. Bunun üzerine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Bu hususta içimden bir şeyler geçiyor ey müminlerin emiri” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona: “Ey kardeşimin oğlu söyle onu, kendini küçük görme” dedi. İbnu Abbas: “Bu, bir iş için misal olarak verilmiştir” deyince Hz. Ömer: “Hangi iş için?” diye tekrar etti. İbnu Abbas da: “Zengin bir kimsenin işi için, öyle ki bu zengin Allah'a kulluk ve itaatini yerine getiriyordu. Sonra Allah ona şeytanı gönderdi. (Zengin onun iğvasına kapılarak günahlar eşledi ve sonunda bütün (salih) amellerini batırdı.”"
506 "Bera (radıyallahu anh): “İğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın...” (Bakara, 267) mealindeki ayet biz ensarlar hakkında indi” dedi ve anlattı: “Biz hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes, hurmasından az veya çok oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi bir iki hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescidde kalan Ehl-i Suffa'nın yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman, salkıma gelir, sopasıyla vurur, ondan bir miktar hurma düşürür ve yerdi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları, içerisinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları kırık adi salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler: Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayeti şöyle açıklar: “Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, kendisine verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden almamasına dikkat etsin.” İbnu Abbas der ki: “Bundan sonra hepimiz, sahib olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk.”"
507 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sözlerine şu mealdeki ayeti ekledi: “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder..” (Bakara 268)."
508 "Mervan el-Esfar'ın anlattığına göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): “..İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder, Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 284) ayetinin müteakip ayet tarafından neshedildiğini söylemiştir.”"
509 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder...” (Bakar, 284) bu ihbar Sahabe (radıyallahu anhüma)'ye çok ağır geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler, diz çöküp oturdular ve dediler ki: “Ey Allah'ın elçisi, bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihad ve sadaka, bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu ayeti inzal buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi “dinledik ama itaat etmiyoruz” mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle deyin: “İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sana'dır.” Cemaat bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzal buyurdu: “Peygamber ve inananlar O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. “Peygamberleri arasında hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır” dediler” (Bakara 285). Ashab bunu yapınca Allah, önceki ayeti neshetti ve şu ayeti inzal buyurdu: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. (Resûlullah bu duayı yapınca Allah Teala hazretleri: Pekala, yaptım buyurmuştur). Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! (Allah Teala hazretleri: Pekiyi buyurmuştur). Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi taşıtma (Rabb Teala hazretleri: Pekiyi dedi). Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et (Rabb Teala buna da Pekiyi demiştir)."
510 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allah Teala, ümmetim, içinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi hesaba çekmeyecektir.”"
511 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu mealdeki ayeti okudu: “(Habibim) Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar Kitab'ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ilimde yüksek gayeye erenler ise; “Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz katındadır” derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünmez.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayetin okunmasını tamamlayınca bana şunu söyledi: “Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah'ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının.”"
512 "Said İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a “Ben Kur'an'da bazı ayetler görüyorum onlar bana aralarında ihtilaflı geliyor” dedi. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Nelermiş onlar?” diye sorunca adam şu ayetleri okudu: “Sûr'a üflendiği zaman, aralarında o gün (böbürlenecekleri) soyları sopları olmadığı gibi, (birbirlerinin halini) de soramazlar” (mü'minun, 101). Halbuki şu ayet de var: “Birbirlerine dönüp soruşurlar” (Saffat 27). Bir ayette şöyle denir: “O gün inkar edip peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler” (Nisa 42). Halbuki şu ayet var: “Sonra, Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar değildik, demekten başka çare bulamazlar” (En'am, 23). Nazi'at suresinde: “Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir” (27-30) buyuruyor. Burada göğün yaratılışı yerin yaratılışından öncedir: “Ey Muhammed onlara de ki: “Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O alemlerin Rabbi'dir. O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi, ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler (Fussilet, 9-11). Kur'an'da: “Allah affedici, merhametli oldu”, “Allah aziz ve hakim oldu”, “Allah işitici ve görücü oldu” denmektedir. Sanki, Allah eskiden böyle olmuş bitmiş gibi ifade edilmektedir.” İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: “Sûr'a ilk üflemede onların aralarında hiçbir bağ olamaz, Allah'ın diledikleri dışında herkes gökte olsun yerde olsun bu ilk üflemede baygın düşer. İşte bu baygınlık anında bağ da yok, hal hatır sorma da yok. Sonra ikinci üflemede birbirlerine gelip soruşurlar.” İbnu Abbas devam etti: “...Rabbimiz Allah'a and olsun ki biz puta tapanlar değildik” ayeti ile; “...Allah'tan bir şey gizleyemezler” ayetine gelince: “Allah Teala ihlas sahiplerinin günahlarını affeder. Bunun üzerine müşrikler: “Gelin bir de “Müşrik değildik” diyelim” derler. Allah da onların ağızlarını mühürler. Vücudlarındaki her bir uzuv yaptığı işleri söyler. O sırada, Allah'ın hiçbir sözü gizlemediği bilinir. O'nun yanında: “İnkar edenler: “Keşke Müslüman olsaydık” temennisinde bulunacaklardır” (Hicr, 2). Diğer soruna gelince: Allah yeri iki günde yarattı. Sonra göğe yöneldi, başka iki günde de onu yedi kat olarak tanzim etti, sonra diğer iki günde arzı düzenledi yani yaydı, arzdan su ve otlak çıkardı. Arzda dağlar, ağaçlar, tepeler ve arzla sema arasında bulunan şeyleri yarattı. Bunu Cenab-ı Hakk: “Ardından yeri düzenlemiştir” (Naziat, 30) kelam-ı şerifleriyle ifade buyurmaktadır. Böylece arz ve içindekiler dört günde yaratılmış olmaktadır. Semavat da iki günde yaratılmış olmaktadır. “Allah affedici, merhametli oldu” kelamına gelince, Allah kendisini bu şekilde isimlemiştir, yani O hep böyle olmuştur ve böyle olacaktır, Allah her ne irade buyurdu ise irade buyurduğu şey mutlaka olmuştur. Yazık sana, Kur'an (ayetleri) sana ihtilaflı gelmemeli. Çünkü onun tamamı Aziz ve Celil olan Allah'tandır.”"
513 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Bedir savaşında Kureyş'i yendikten sonra Medine'ye döndüğü zaman Yahudileri toplayarak onlara: “Kureyş'in başına gelen musibet size de gelmeden Müslüman olun” dedi. Onlar cevaben: “Ey Muhammed, Kureyş'ten savaşmasını bilmeyen top bir grubu mağlub etmen sakın seni aldatmasın. Şayet bizimle savaşacak olursan bizim kimler olduğumuzu öğrenecek ve bizim gibisiyle hiç karşılaşmadığını anlayacaksın!” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “(Habibim), “O (Yahudi) kafirlerine de ki: Yakında mağlub olacaksınız ve (toptan) cehenneme sürüleceksiniz. O, ne kötü yataktır, (Bedir muharebesinde) karşılaşan iki grub hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardı. (Onlardan) bir grub Allah yolunda dövüşüyordu, diğeri ise kafirdi” (Al-i İmran, 12-13)."
514 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Her peygamberin peygamberlerden dostları vardır. Benim dostum, ceddimve Rabbimin halili olan İbrahim'dir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sonra şu ayeti tilavet buyurdular: “Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o iman edenlerin yaridir” (Al-i İmran, 68)"
515 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “...İbrahim'in ailesi ve İmran ailesi...” (Al-i İmran, 33) ayeti hakkında: “Onlar, İbrahim'in neslinden, İmran'ın neslinden, Yasin'in neslinden ve Muhammed'in neslinden iman eden kimselerdir.” Allah Teala hazretleri şöyle buyuruyor: “Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o iman edenlerin yaridir” (Al-i İmran, 68) demiştir."
516 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), saliha kadının: “Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak sana adadım” (Al-i İmran, 35) sözünü tefsir sadedinde şöyle der: “Yani sırf mescide hizmet etmesi için.”"
517 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular: “Yeni doğan her insan yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru, onun dürtmesi (nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar. Hazret-i Meryem ve onun oğlu İsa bundan hariçtir.” Ebu Hüreyre sözüne devamla: “İsterseniz şu ayeti de okuyun dedi: “Meryem: “...Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım” dedi”. (Al-i İmran, 36)."
518 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Meryem'i hangisi himayesine alacak diye (kura çekmek üzere) kalemlerini atarken sen yanlarında değildin” (Al-i İmran, 44) ayetiyle ilgili olarak buyurdu ki: “Kur'a çekmek üzere kalemlerini (suya) attılar. Kalemler akıntıyla beraber gitti. Sadece Zekeriya'nın kalemi suyun üstüne çıktı.”"
519 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey İsa, şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) benim” ayetindeki (Al-i İmran 55) seni vefat ettirecek olan (müteveffike) ibaresini “seni öldürecek olan” diye açıklanmıştır."
520 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ensar'dan bir zat Müslüman olmuştu, sonratekrar irtidat edip müşriklerin yanına gitti. Bilahere yaptığından pişman olup, kabilesine: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorun, benim için tevbe imkanı var mı?” diye haber saldı. Kavmi de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Onun için tevbe etme şansı var mı?” diye sordular. Bunun üzerine şu ayet indi: “İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tevbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder” (Al-i İmran, 86-89). Ayeti ona gönderdi. O da Müslüman oldu.”"
521 "Behz İbnu Hakim babası ve ceddi tarikiyle anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” (Al-i İmran, 110) ayeti hakkında şunu söylediğini işitti: “Siz yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan sonuncu ümmetsiniz. Siz onların en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız.”"
522 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Rabb'e kul olun (kûnû Rabbaniyyin)” (Al-i İmran, 79) ayetiyle “Hakimler, fakihler olun” denmek istenmiştir” buyurmuştur."
523 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu ayet bizim hakkımızda indi: “O zaman içinizden iki zümre za'f göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalılar.” (Al-i İmran, 122) Hz. Cabir devamla şu açıklamayı yaptı: “Biz iki zümreydik: Bir zümre Benû Harise, diğeri Benû Seleme. Ayette: “Allah onların yardımcısıdır” dendiği için bu ayet hakkımızda inmemiş olsaydı sevinmezdim.”"
524 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safvan İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve el-Haris İbnu Hişam'a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: “Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir” (Al-i İmran, 128)."
525 "Tirmizi'de geldiği üzere Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü şöyle demiştir: “Ey Allahım, Ebu Süfyan'a lanet et! Ey Allah'ım, el-Haris İbnu Hişam'a ln İbnu Umeyye'ye lanet et!” Bunun üzerine: “Allah'ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir” (Al-i İmran, 128) mealindeki ayet indi."
526 "Nesai'de geldiğine göre, İbnu Ömer, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sabah namazında başını sonuncu rekatta kaldırdığı sırada “Ey Rabbim... lanet” diye aynen yukarıdaki hadiste muhtevayı işittiğini söylemiştir."
527 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Hiçbir peygamber ganimete ve millet malına hıyanet yaraşmaz” (Al-i İmran, 161) ayeti, Bedir savaşı sırasında kaybolan kırmızı renkli bir kadife parçası hakkında nazil olmuştu. Cemaatten bazısı “Belki de Hz. Peygamber almıştır” demişti ki bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu.”"
528 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabına şöyle dedi: “Uhud'da şehid olan kardeşleriniz var ya! allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehidler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler cennette dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!” Allah Teala onlara cevaben: “Sizin haberinizi ben duyuracağım” buyurdu ve şu ayeti indirdi: “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kenidlerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler” (Al-i İmran, 169)."
529 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anlüma): “Halk onlara “Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı da: “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” dediler” (Al-i İmran 173). ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bunu İbrahim (aleyhisselam) ateşe atıldığı esnada söyledi, keza aynı şeyi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), halk kendisine: “İnsanlar size karşı toplandılar” dediği zaman söyledi."
530 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) zamanında bir kısım münafıklar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gazveye çıktığı vakit ondan ayrılıp geri kalırlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a muhalefet edip kaldıkları için rahatlarlar, sevinirlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye dönünce de gelip andlar, yeminler içerek özürler beyan ederlerdi. Bir de isterlerdi ki, yapmadıkları şeylere övgüye, madh'u senaya mazhar olsunlar. Onların bu hali ile ilgili olarak şu ayet nazil oldu: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azabtan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır” (Al-i İmran, 188)."
531 "Humeyd İbnu Abdirrahman İbni Avf anlatıyor: Emevi halifesi Mervan kapıcısına: “Ey Rafi! İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a git ve de ki: “Eğer bizden herkes, ettiği ile sevinmesinden ve yapmadığı şeyle de övülmekten hoşlanmasından dolayı azab görecekse, toptan hep azaba maruz kalacağız demektir.” İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) kendisine bu söylenince şöyle dedi: “O ayetten size ne? O ayet, Ehl-i Kitap hakkında inmiştir.” Sonra şu ayeti okudu: “Allah kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp, az bir değere değiştiler. Alış-verişleri ne kötüdür. Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır.” (Al-i İmran, 187-188). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) sözüne devam ederek şu açıklamayı yaptı: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara bir husus sordu, gerçeği gizleyip, değişik şekilde yanlış cevap verdiler. Üstelik kendilerine sorduğu hususa verdikleri cevap sebebiyle medhedilmeyi beklediklerini de iş'ar ettiler. Ayrıca sorulan şeyi ona gizlemiş olmalarına da sevindiler.”"
532 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “İster, amelce iyi, müttaki, isterse amelce kötü, facir kişi olsun, ölüm herkes hakkında hayırlıdır” buyurduktan sonra şu ayeti okudu: “İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz muhletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Alçaltıcı azab onlaradır, (Al-i İmran, 178). Sonra da şu ayeti okudu: “Fakat Rablerinden sakınanlara, Allah katından ziyafetler bulunan, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah katındaki şeyler iyi olanlar için daha hayırlıdır” (Al-i İmran, 198)."
533 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, Allahu Teala'nın kadınları hicretle ilgili olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum. Bu sorum üzerine şu ayet indi: “Rableri dualarını kabul etti: Bir birinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katında bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 195)."
534 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Bir adamın yanında yetime bir kız vardı. Onu kendisine nikahladı. Kızın meyve veren bir hurma ağacı vardı. Kız, o hurma ağacında olsun, adamın başka malında olsun ona artaktı. Adam kızı kendisi için tutuyor, kıza kendisinden (mehir olarak) bir şey vermiyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz...” (Nisa, 3),"
535 "Bir rivayette hadis şöyledir: “Yetime kız velisinin terbiyesindedir. Velisi, kızın güzelliğine ve malına tamah etmekte (evlenmek istemekte)dir. Ancak mehrini tam değil, eksik vermeyi düşünmektedir. Böyle veliler, yetimlere, mehri hususunda adaletli davranmadıkça, yetimle evlenmeleri yasaklanmış, başka kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir.”"
536 "Bir diğer rivayette, Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakk'ın şu ayette: “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: “Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'ta size okunandır..” (Nisa 127) ayetinde atıfta bulunan bahis, önceki ayettir ki orada şöyle denmektedir: “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, iç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şunu söyledi: “Sonraki ayette yani, “...kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara...” (Nisa, 127) ifadesinin geçtiği ayette, Cenab-ı Hakk'ın mevzubahis ettiği arzu, kişinin terbiyesi altında bulunan yetimenin malı ve güzelliği az olması halındeki arzudur. Bu durumda onunla evlenmek istememektedir."
537 "Bir başka rivayette “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler...” (Nisa 127) ayeti ile ilgili Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: “Burada sözkonusu edilen, kişinin terbiyesi altında bulunan vemalından kendisine ortak olan yetime kızdır. Adam bu yetime ile evlenmeyi düşünmediği gibi, başkasıyla evlendirip, yabancıyı malına ortak kılmak da istememekte, yetimeyi ortada tutmaktadır. Cenab-ı Hakk, mezkur ayetle bu durumu yasaklamaktadır.” Ebu Davud merhum şu ilavede bulunur: Rebi'a, Cenab-ı Hakk'ın “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekte onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız...” sözü hakkında şu açıklamayı yaptı: “Burada Allah Teala şunu söylüyor: “Korkuyorsanız bu yetimeleri serbest bırakın, (arada tutmayın), ben size dört tanesini helal kıldım.”"
538 "Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) “Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin, onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin...” (Nisa, 6), ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet, yetime bakan velinin fakir olması halinde, bakım hizmetine mukabil, yetimin malından uygun şekilde yiyebileceğini beyan için nazil olmuştur.” Bir başka rivayette şöyle denir: “Veli, muhtaçsa, çocuğun malından, malın miktarına göre uygun şekilde alır.”"
539 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Taksimde yakınlar yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin” (Nisa, 8) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet muhkemdir ve mensuh da değildir. Bazıları bunun mensuh olduğunu zanneder. Hayır, Allah'a kasem olsun mensuh değildir. Ancak, bu ayet halkın hükmüyle amel etmemek suretiyle kadrini idrak edemediği ayetlerdendir. Terekede tavarrufta bulunan ve tereke ile ilgili işleri üzerine alan veli iki kısımdır: 1. Mala varis olan mutavarrıf veli, (mesela asabe gibi). İşte bu veli (taksim sırasında hazır bulunan yakınlara, yetimlere ve düşkünlere onların gönüllerini hoş edecek birşeyler) verir. 2. Mala varis olmayan veli (yetimin velisi gibi ki taksimde hayır bulunanlara maldan bağışta bulunmak gibi tasarrufta bulunamaz. Onlara bazı) tatlı sözü bu veli söyler. Mesela şöyle de: Benim, sizlere birşeyler verme yetkim yok.”"
540 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hastalanmıştım. Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize geldikleri sırada baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) abdest aldılar ve abdest suyundan üzerime serptiler. Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı görmez miyim! Hemen sordum: “Ya Resûlullah (görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?” Bana cevap vermede acele etmedi. Derken miras ayeti geldi: “(Ey Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki: “Allah size ikinci dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi ona tamamen varis olur. Eğer kız kardeşi kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilir” (Nisa, 176). Bir rivayette şöyle denmektedir: “...(Sorum üzerine) feraiz ayeti indi.” Bir başka rivayette de: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder...” (Nisa11) ayeti indi” denir. Tirmizi'nin rivayetinde Cabir hazretleri (radıyallahu anh) şöyle der: “Benim yedi tane kızkardeşim vardı...” Ebu Davud'un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: “ Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar hakkında fetva veriyor...” ikinci derece mirascılar: Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri olan kimse."
541 "Yukarıdaki Cabir (radıyallahu anh) hadisi, bir rivayette şöyle gelmiştir: “Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi kızkardeşim vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdiler. Girince ilk iş yüzüme (okuyup) üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz: “Ey Allah'ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?” dedim. Bana: “İhsanda bulun!” dedi. Ben: Öyleyse yarısını? dedim. Resûlullah “İhsanda bulun” dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi: “Bu ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teala kızkardeşlerine vermen gereken miktar hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların hissesini üçte iki kıldı.” Cabir (radıyallahu anh) şu ayet benim hakkımda indi derdi: “Senden fetva isterler, de ki Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva veriyor...” (Nisa 176)."
542 "Yine Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kadın iki kızıyla gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü, bu iki kız Sabit İbnu Kays'ın kızlarıdır. Babaları Uhud'da seninle beraber cihad ederken şihid oldu. Kızların amcası, babalarından kalan malların ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara hiçbir şey bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah'ın Resûlü. Allah'a yemin ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bunlar hakkında Allah hükmeder” cevabını verdi. Arkadan Nisa suresi nazil oldu: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder...” (Nisa 11). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bana kadını ve sahibini çağırın!” emretti. Çocukların amcasına: “Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini kızların annesine ver, geriye kalan da senindir” dedi."
543 "Ubadetu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı han onu sardı. Keder hali açılınca: “(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekar bekarla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dilla zina yaparsa yüz sopa ve recm'dir.”"
544 "İbnu Abbas: “Ey iman edenler! kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın...” (Nisa 19) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Cahiliye devrinde bir erkek ölünce, karısı üzerinden en ziyade onun yakınları hak sahibi idiler: Onlardan biri dilerse onunla evlenir, dilerse kadını bir başkasıyla evlendirirlerdi, dilemedikleri takdirde de evlenmesine mani olurlardı. Erkeğin yakınları bu hususta, kadını akrabalarından da çok hak sahibi idiler. Yukarıdaki ayet bu durumla ilgili olarak indi.”"
545 "Ebu Davud'da gelen bir diğer rivayette şöyle denir: “Erkek, akrabasının hanımına varis olur, kadın ölünceye veya mehrini kendisine iade edinceye kadar müşkülat çıkarırdı. Cenab-ı Hakk buna mani oldu ve kadına uygulanan engeli yasakladı.”"
546 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki, (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola...” (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet indiği zaman kişi, bir başkasının yanında yemeyi nefsine haram etti. Sonra Cenab-ı Hakk bu ayeti Nûr suresinde yer alan şu ayetle neshetti: “...Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde, veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara veya ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur” (Nur 61). Bundan önce zengin kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de çağrılan kimse: -(Nisa suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem günahtır, zira fakirin bundan yeme hakkı benden fazladır” derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle, Müslümanlara (ayette sayılan kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah'ın ismi zikredilen yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın yiyecekleri de helal kılındı.”"
547 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Beş ayet vardır ki onları bütün dünya ve içindekilerle değişmem. Bunlar şunlardır: 1. “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz” (Nisa 31) 2. “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” (Nisa 4). 3. “Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi” (Nisa 64). 4. “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur” (Nisa 18). 5. “Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de, sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur” (Nisa 110)."
548 "Ümmü Seleme (radıyallahu anha) validemiz anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, dedim, erkekler cihada çıkıyorlar, kadınlar cihad yapmıyor, biz kadınlara mirasdan da yarım veriliyor.” Bunun üzerine Rabb Teala şu ayeti inzal buyurdu: “Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir” (Nisa 32). Mücahid der ki: “Cenab-ı Hakk şu ayeti de Ümmü Seleme hakkında inzal buyurdu: “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır” ( Ahzab 35). Ümmü Seleme Medine'ye hicretle gelen ilk kadındır.”"
549 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından herbirini mevaliye kıldık...” (Nisa, 33) ayetindeki mevaliye tabirini varisler olarak tefsir etmiştir. Keza ayetin devamında geçen “yeminlerinizin bağladığı kimselere haklarını verin” ibaresindeki “yeminlerinizin bağladığı kimseler” tabiriyle ilgili olarak da şu açıklamayı yapmıştır: “Mekkeli muhacirler Medine'ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse Medineli bir ensari'ye -Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın aralarında tesis ettiği kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu. Ancak: “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her birine varisler kıldık...” (Nisa 33) ayetiyle bu muamele neshedildi. Kelam-ı ilahi'de geçen “yeminlerinizin bağladığı” tabiriyle ifade edilen “muahattan gelen kardeşlik hukuku” birbirinize yardım, rifade (hacılara toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve hayırhahlığa münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir.”"
550 "Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şu açıklama vardır: “Yeminlerinizin bağladığı kimseler” (tabirine gelince bununla şu kastediyor: İslam'ın bidayetinde) kişi, aralarında hiçbir neseb bağı bulunmayan bir başkası ile anlaşma yoluyla hukuki bir bağ kurup biri diğerine varis olabiliyordu. Bu müessese, Enfal suresinde gelen şu ayetle neshedildi: “...Ve zevil erham (birbirine mirasçı olan akraba), Allah'ın Kitabı'na göre birbirine daha yakındır...” (Enfal 75)."
551 "Davud İbnu'l-Husayn anlatıyor: Ümmü Sa'd Binti Rebi'ye Kur'an'dan okuyordum. Bu kadın Hz. Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh)'in terbiyesinde yetişen bir yetime idi. Ben Nisa suresinin 33. ayetini “vellezine akadet eymanukum” diye okuyunca müdahele edereke: “Öyle okuma fakat “vellezine akadet eymanukum” diye oku. Bu ayet Hz. Ebu Bekir ve oğlu Abdurrahman hakkında nazil oldu. Oğlu, İslam'ı kabul etmeyince Hz. Ebu Bekir, ona miras bırakmayacağım diye yemin etmişti. Bilahare Abdurrahman Müslüman olunca, Cenab-ı Hakk, mirasdan nasibini ayırması için Hz. Ebu Bekir'e bu ayetle emir buyurdu” dedi. Bir rivayette şu ilave açıklama yapılmıştır: “Abdurrahman'ın İslam'a girişi Müslümanların maddi galebesine kadar gecikti.”"
552 "Hz. Enes (radıyallahu anh) “Allah, şüphesiz zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” ayeti ile ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini rivayet etti: “Allah hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı hem dünyada hem de ahirette kendisine verilir. Kafir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, ahirete varınca, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz.”"
553 "İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Ali (radıyallahu anh): “Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur” (Nisa 35) ayetinde temas edilen iki hakem hakkında “karı-kocanın ayrılma veya birleşme kararları bu iki hakemin vereceği hükme kalmıştır” diye beyanda bulunmuştur."
554 "Ebu Hürre er-Rakkaşi, amcasından (radıyalluhu anh) naklen Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara (evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın...” (Nisa, 34) ayeti hakkında şunu söylemiştir: “Kadınların serkeşlik etmelerinden yılarsanız yatakta onları yalnız bırakın.” Hammad merhûm, yatakta yalnız bırakmayı “cinsi teması terketmek” olarak anlamıştır."
555 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Avf (radıyallahu anh) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kafirûn suresini okudum. Ancak “sizin taptığınıza ben tapmam” diyecek yerde “biz, sizin taptığınıza taparız” şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın...” ayeti nazil oldu.”"
556 "Ebu Davud'da şu rivayet de var: Ensardan bir zat kendisine (Hz. Ali'yi) ve Abdurrahman İbnu Avf'ı yemeğe çağırdı. “Rivayet, Hz. Ali'nin icabet ettiğini, akşam namazında cemaate imamlık yaptığını belirtir ve hadisi(n devamını yukarıdaki gibi) zikreder."
557 "Yine Hz. Ali (radıyallahu anh) buyuruyor: “Kur'an-ı Kerim'de en çok sevdiğim ayet şudur: “Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar...” (Nisa, 48)."
558 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin” (Nisa 59) ayeti, Abdullah İbnu Huzafe İbni Kays İbni Adiy es-Sehmi hakkında, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu bir seriyyeye gönderdiği esnada nazil oldu.”"
559 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh): “Size ne oluyor da: “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet” diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75) ayetiyle ilgili olarak şunu söyledi: “Annem ve ben burada ifade edilen “zavallılar” arasında idik.”"
560 "Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: İbnu Abbas (radıyallahu anh): “Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesna” (Nisa 98), ayetini tilavet buyurduktan sonra: “Ben ve annem Allahu Teala'nın mazur addettiklerindendik, ben çocuklardan, annem kadınlardan mazurdu” dedi."
561 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Avf ve bir kısım arkadaşları, Mekke'de Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek şöyle dediler: “Biz müşrik iken izzet ve itibarı olan kimselerdik. Müslüman olduktan sonra zelil duruma düştük. (Müsaade edin müşriklere karşı koyalım). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Ben affetmekle emrolundum. Sakın müşriklerle mücadeleye kalkmayın” dedi. Ancak, Medine'ye hicretten sonra Cenab-ı Hakk cihad emretti. Bu sefer onlar durakladılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Kendilerine: “Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin” denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar te'hir edemez miydin?” derler. Ey Muhammed de ki: “Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez” (Nisa, 77)."
562 "Harice İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i şöyle derken dinledim: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır” (Nisa, 93) ayeti, Furkan suresindeki “Onlar, allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar...” (Furkan 68) ayetinden altı ay kadar sonra nazil oldu.” Nesai merhumun bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir” ayeti indiği zaman (ayette ifade edilen şiddet sebebiyle) çok korktuk. Bunun üzerine (bize rahatlık getiren) Furkan suresindeki “Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar...” ayeti nazil oldu.”"
563 "Sa'id İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Bir mü'mini kasden öldürenin tevbesi makbul olur mu?” diye sordum da bana “Hayır!” diye cevap verdi. Ben de kendisine, Furkan suresindeki: “Onlar ki Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar... Ancak tevbe eden, inanıp, yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Furkan, 68-70) ayetini okudum. Bana şu cevabı verdi. “Senin okuduğun ayet Mekke'de nazil olmuştur. Onu Medine'de nazil olan: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir...” (Nisa, 93) ayeti neshetmiştir.”"
564 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Şu ayet: “Onlar Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan, günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak ebedi kalır” (Furkan 68-69) ayeti Mekke'de nazil olduğu zaman müşrikler şöyle dediler: “İslamiyet bize ne bahşediyor? (Hep azab vaad etmekte. Zira) biz Allah'a şirk günahını işledik. Allah'ın haram ettiği cana kıydık, diğer bir çok kötülüklere bulaştık.” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler var ya, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhameteder” (Furkan 70). Bir rivayette şu ziyade var. “Kim İslam'a girer ve onu idrak eder, sonra da katil olursa onun tevbesi kabul olmaz.”"
565 "Ebu Davud'dan gelen bir rivayette de şöyle denmektedir. “Kim kasıtlı olarak bir mü'mini öldürürse, onun günahını hiçbir şey ortadan kaldırmaz.”"
566 "Nesai ve Tirmizi'den gelen bir rivayette şöyle denir: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a bir mü'mini kasıtlı olarak öldürüp sonra tevbe edip, imana giren, güzel ameller işleyen ve hidayete eren bir kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: “Buna nasıl tevbe olur? Ben Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i şöyle söylerken işittim: “Maktûl, avurtları kana bulanmış olan katile asılı olarak getirilir. Katili şöyle şikayet eder: “Ey Rabbim, buna sor bakalım beni niçin öldürdü, suçum ne idi?” İbnu Abbas (radıyallahu anh) ilave etti: “Allah'a kasem olsun, Allah bu hükmü indirdi, fakat neshetmedi.”"
567 "Ebu Miclez merhum, “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir” ayeti hakkında şöyle söylemiştir: “Evet, bu cürmün cezası budur. Ancak, Allah dilerse onun bu cezasını affeder.”"
568 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Müslümanlardan bir grup, (gazve sırasında) sürüsünü otlatan bir kimseye rastladılar. Adam, onlara es-selamu aleyküm diyerek (İslami adaba uygun) selam verdi. Ama onlar adamı yakalayıp öldürdüler ve sürüsüne elkoydular. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler: Allah yolunda cihada çıktığınız zaman (meselelerin) tam bir açıklanmasını bekleyin. Size (Müslümanca) selam verene, dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, “sen mü'min değilsin” demeyin. İşte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allah size lutfetti...” (Nisa, 94). İbnu Abbas ayeti okudu ve ayette geçen ve Nafi kıraatına göre esselem olan kelimeyi es-selam olarak kıraat buyurdu."
569 "Tirmizi'den gelen rivayette şöyle denir: “Benu Süleym'den bir kimse, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından bir gruba uğradı. Adamın beraberinde sürüsü vardı. Gruba selam verdi. Ancak onlar: “Bu adam kendisini size karşı emniyete almak için böyle (İslamca) selam verdi. (Bu Müslüman değildir) dediler ve kalkıp adamı öldürüp sürüsüne el koydular. Sürüyle birlikte Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Ancak haklarında Cenab-ı Hakk vahiy inzal buyurdu.”"
570 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Mikdad (radıyallahu anh)'a: “Bir kimse içinde yaşadığı kafirlere karşı imanını gizler, (sen karşılaştığın zaman) imanını açığa vurursa (sakın öldürme. Bu hayatını kurtarmak için mü'minim dedi, diyerek onu) öldürecek olursan (cinayet işlemiş olursun). Nitekim, Mekke'de iken, bir zamanlar sen de imanını gizlemiştin”"
571 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayetini Bedir savaşına katılanlara uygulayarak şöyle demiştir: “Bedir savaşına gitmeyip (evlarinde) oturanlarla ona katılanlar bir olmaz” (Bu rivayet Buhari'ye aittir). Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: Bedir Gazvesi olduğu zaman Abdullah İbnu Cahş ve İbnu Ümmi Mektum: “Ey Allah'ın Resûlü, biz amayız, bize bir ruhsat var mı?” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “İnsanlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vaadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisa, 95-96)."
572 "el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mü'minlerden oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayeti nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyd (radıyallahu anh)'i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile, ayeti yazmaya geldi. Bu sırada İbnu Mektum gözlerinin ama oluşundan yakınıyordu. Bunun üzerine ayetin devamında özür sahipleri istisna edildi: “Mü'minlerden, özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz..”"
573 "Etbauttabiin'den Muhammed İbnu Abdirrahman anlatıyor: (Abdullah İbnu Zübeyr'in hilafeti sırasında Şamlılara karşı gönderilmek üzere) Medine halkından askeri bir birlik teşkili kararlaştırıldı. Birliğe de yazıldım. Bu esnada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım, durumu ona anlatmıştım. Bu sefere katılmayı bana şiddetle yasakladı. Sonra da şunu anlattı: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) bana haber verdi ki: “Müslümanlardan bir grup (Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devrinde) müşriklerle beraberdi ve onların sayılarını artırıyorlardı. Müşriklere atılan ok, bazan gelip onlardan birine isabet etip öldürdüğü oluyordu. Kılıç darbeleriyle hayatlarını kaybedenler de vardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti indirdi: “Kendilerine yazık edenlerin canlarını melekler aldıkları zaman onlara: “Ne yaptınız bakalım? deyince, “Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik” diyecekler, melekler de: “Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” cevabını verecekler, onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir” (Nisa, 97)."
574 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) “...Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur. Fakat bütün ihtiyat tedbirlerini alın...” (Nisa 102) ayeti Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) hakkında, o yaralı iken nazil oldu” demiştir."
575 "Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)'a: “Ayet-i kerime'de: “Yerzüzünde sefere çıktığınız zaman, kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisa, 101) buyuruluyor. Şimdi ise halk emniyet içerisinde, buna rağmen, sefer halinde niye namaz kasrediliyor (kısaltılıyor)” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Senin gibi, ben de aynı şekilde merak ederek, bu meselede Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sormuştum. Bana şu açıklamayı yapmıştı: “Namazın kısaltılması, Allah'ın sizlere yaptığı bir sadakadır. Rabbinizin sadakasını kabul edin.”"
576 "Ümeyye İbnu Abdillah İbnu Halid merhumun anlattığına göre Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e şöyle demiştir: “-Cenab-ı Hakk ayeti kerimede: “Kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisa, 101) diyerek (savaş ve korku halinde) kısaltmaya izin verdiği halde, seferde namaz neye dayanılarak kısaltılır?” İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: “- Ey kardeşimoğlu! Bizler hep dalalette iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize geldi ve dinimizi öğretti. Bize öğrettikleri arasında namazı sefer sırasında iki rekat kılmak da var.”"
577 "Katade İbnu'n-Nu'man (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kendilerine Benu Übeyrik denen bizden bir aile halkı vardı. Ferdlerinin isimleri Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi. Büşeyr münafık bir kimseydi. Şiir düzer, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabını (radıyallahu anh) hicveder, sonra da bu şiiri bir Arab'a nisbet edip: Falanca şöyle dedi, fişmakanca böyle dedi (diye onlardan naklederek kendi yazdığı hicviyeleri okurdu). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabı bu şiirleri duyunca tanırlar ve: “Allah'a kasem olsun bu şiiri şu habis heriften başkası söylemez -ravi şüphe ediyor: “şu habis herifi” mi derlerdi, yoksa “şu herif” mi derlerdi diye- “onu mutlaka İbnu'l- Übeyrik söyledi” derlerdi. Bu aile, cahiliye devrinde de İslam döneminde de hep fakir ve ihtiyaç içinde kaldı. O zaman Medine'de halkın gıdasını hurma ve arpa teşkil ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un tüccarı geldiği vakit, o undan satın alır, böylece zenginliğini izhar ederdi. Fakirlerin yiyecekleri ise hurma ve arpa idi. Bir seferinde Şam'dan bir tüccar geldi. Amcam Rifa'a İbnu Zeyd bir yük beyaz un aldı. Onu meşrübe denen tenezzüh odasına koydu. Meşrübesinde silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece evine giren hırsızlar meşrübeyi yarıp yiyecek, silah orada ne varsa alıp götürdüler. Sabah olunca amcam Rifa'a bana uğradı ve: “Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız girmiş, meşrübemizi yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler” dedi. Biz de mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: “Bu gece Benu Ubeyrik'leri gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin bir kısmı mutlaka sizin yiyecekleriniz idi” dediler. Biz mahallede soruşturma yaparken, Benu Übeyrik de: “Allah'a kasem olsun, biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu Sehl'i görüyoruz” dediler. Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, salih ve Müslüman bir kimseydi. Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: “Yani ben mi çaldım? Allah'a yemin olsun ya bu hırsızlığı açıklayacaksınız ya da bu kılınçla sizi deşeliyeceğim” dedi. Onlar: “Be adam senden bize ne, sen kim, hırsızlık kim” diye lafı çevirdiler. Mahallede iyice soruşturuyorduk. Sonunda hırsızlığı bunların yaptığı hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: “Ey yeğenim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar gidip, durumu anlatmaz mısın?” dedi. Ben de O'na gelip: “Bizden bir aile zalimlik yaptı, amcam Rifa'a'yı hedef kılıp meşrübesini yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa aşırdılar. Hiç olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız yok, onu istemiyoruz” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ben bunu emredeceğim” dedi. Benü Übeyrik bunu duyunca, Esir İbnu Urve adındaki adamlarına gelip bu hususta kendisiyle konuştular. Mahalle halkından bir grup bu meselede ittifak edip: “Ey Allah'ın Resûlü, Katade ve amcası bizden salih ve Müslüman bir aile halkını hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan iftira atıp hırsız diyor” dediler. Katade: “Ben de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip kendisiyle konuştum. Bana: “Müslüman ve salih oldukları söylenen bir aileyi hedef yapıp delil ve hüccet olmadan hırsızlıkla mı itham ediyorsun?” dedi. Ben de oradan ayrılıp eve döndüm. “Keşke bir çok malım gitseydi de bu hususta Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söylememiş olsaydım” diye içten temenni ettim. Derken amcam geldi ve “Yeğenim ne yaptın?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana söylediklerini anlattım. Amcam bana: “Allah yardımcımızdır” dedi. Aradan çok geçmeden şu ayet indi: “(Ey Muhammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında) olma. (Katade'ye söylediğin söz için) Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma. Allah hainlikte direnen suçluyu sevmet. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken onu insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya hayatında onları müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları Allah'a karşı kim müdafaa edecek? Veya onların vekaletini kim üzerine alacak? Kim kötülük işler, kendine yazık eder de sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur” (yani “Eğer onlar tevbe ederse Allah onları bağışlayacaktır”). “Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakimdir. Kim yanılır veya suç işlerde sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur” (Lebid'e söyledikleri söz). “Ey Muhammed! (Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı onlardan birtakımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz” (Nisa 104-114). Bu ayetler nazil olunca Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a silahlar getirildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onları Rifaa'ya geri verdi. Katade devamla dedi ki: “Ben silahı amcama getirip verdim. Amcam cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû İsa'nın tereddüdüne göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu sebeple ben onun Müslümanlığını biraz karışık görüyordum. Ne var ki silahı kendisine teslim ettiğim zaman bana: “Ey yeğenim, bunu Allah için bağışladım” dedi. O zaman anladım ki, imanı sağlammış. Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere iltihak etti. Gidip Sülafe Bintu Sa'd İbni Sümeyye'ye misafir oldu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan derin bir sapıklığa sapmış olur.” (Nisa, 115-116). Büşeyr, Sülafe'nin yanına misafir olarak inince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şairi Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar kulağına gelince, Sülafe, Büşeyr'in havıdını başının üzerine koyup götürdü ve sel yatağına fırlattı. Sonra kendisine şunu söyledi: “Defol! Bana Hassan'ın şiirini hediyeden başka bir hayır getirmedin”"
578 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa 123) mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir kedere sevketti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle tavsiye etti: “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez.” Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: “Ayet(in hükmü) Müslümanları çok üzdü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şikayet ettiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şunu söyledi...”"
579 "Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında oturuyor idim. O'na şu ayet indirildi: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa, 123). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bana inen bir ayeti sana okutayım mı?” dedi. Ben: “Pek tabii” dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin ayrıldığını hissettim ve o yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Neyin var, ne oldu Ey Ebu Bekr?” diye sordu. “Annem babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü, dedim, hangimiz kötü amelde bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden cezalandırılacağız ha?” diye üzüntümü ifade ettim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: “Ey Ebu Bekr, sen ve mü'minler, bunlar sebebiyle dünyada cezalandırılıyorsunuz. Öyle ki Allah'a kavuştuğunuz zaman sizde günah kalmaz. Diğerlerine gelince onlarınkiler biriktirilir, kıyamet günü cezaları toptan verilir."
580 "Ali İbnu Zeyd annesinden anlatıyor: Annesi Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinden: “...İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar” (Bakara, 284) ve keza: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür” (Nisa 123) ayetinden sordu. Hz. Aişe şu cevabı verdi: “Benim Resûllullah (aleyhissalatu vesselam)'tan bu hususta sorduğum günden bu yana kimse meseleyi bana sormadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle cevap vermişti: “Bu, Allah'ın hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu basit bir eşyanın kaybıyla duyduğu üzüntüye varıncaya kadar maruz kaldığı musibetlerle kulunu (dünyada) cezalandırmasıdır. Böylece kul, peyderpey günahlarından arınmış olarak çıkar, tıpkı ham altının körükten saf kızıl çıktığı gibi.”"
581 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Sevde validemiz (radıyallahu anha) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendisini boşayacağından korkarak: “Beni boşama, nikahın altında tut, benim sıramı Aişe alsın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da öyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır...” (Nisa, 128). “Her ne üzerine anlaşılırsa o caizdir.”"
582 "Tarık İbnu Şihab anlatıyor: “Yahudiler, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e şöyle dediler: “Siz bir ayet okuyorsunuz ki o, şayet bize inseydi o günü bayram ittihaz eder (her yıl kutlardık).” Hz. Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: Ben onun indiği anı ve yeri, indiği sırada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bulunduğu noktayı biliyorum: Arafe günü inmişti. O zaman ben de Arafat'ta idim ve bir cuma günüydü. Kasteddikleri ayet de: “Size bugün dininizi tamamladık” (Maide 3) ayeti idi.”"
583 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) dedi ki: “Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çarpraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Onlara ahirette büyük azab vardır. Şu kadar ki, siz kendileri üzerine kadir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden evvel) tevbe eden (muhariblerle yol kesen)ler müstesnadırlar. Bilin ki Allah, çok affedici ve çok merhamet sahibidir” (Maide 33-34) ayeti müşrikler hakkında indi. Kendileri mağlub edilmezden önce, kim gelip teslim olursa bu, ona işlediği suç sebebiyle had cezası uygulamaya mani değildir.”"
584 "Hz. Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına yürür kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yahudileri çağırarak: “Kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu. “Evet” dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onların alilerinden birini çağırdı ve “Musa'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zina edenin haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” dedi. Alim: -Hayır! Eğer bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat, zina vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak biçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: “Gelin aramızda öyle bir ceza şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin. Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik.” Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım” dedi ve had cezasının tatbikini emretti, zani hemen recmedildi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla “inandık diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de “Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının” derler...” (Maide 41). Az sonra Allah Teala şu ayeti indirdi: “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir...” “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerdir...” “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasıklardır!” (Maide 44, 45, 47). Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında nazil olmuştur.”"
585 "Ebu Davud'un İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'dan kaydettiği bir başka rivayette şöyle demiştir: “Bu üç ayet hassaten Kureyza ve en-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu.”"
586 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine'de yaşayan Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza kabilesinden daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine mensup birisi, en-Nadir'den birini öldürecek olsa kısas olarak katil öldürülürdü, ama en-Nadir'den bir kimse Kureyza'dan birisini öldürecek olsa, yüz vask hurma ile fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın peygamberliğinden sonra en-Nadir'den birisi Kureyza'dan bir adam öldürdü. Kureyzalılar: “Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz” dediler. Öbür taraf “Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun” dediler ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Bunun üzerine şu ayet indi: “...Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever” (Maide 43). Adaletle hükümden maksat “cana mukabil can”dı. Daha sonra şu ayet indi: “Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide, 50)."
587 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Ebu Davud'un kaydettiği bir diğer rivayette şu açıklamayı yapar: “Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar vermezler” (Maide 42) ayeti neshedildi ve şu emir geldi: “...Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet!...” (Maide 48). Yine Ebu Davud ve Nesai'de gelmiş olan bir diğer rivayette şöyle denir: “Benu'n-Nadirliler Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadirliler Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadir'den birisini öldürecek olsalar kan bedeli olarak tam diyet öderlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu farklılığı kaldırdı ve aralarını eşitledi.”"
588 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) geceleyin beklenerek korunuyordu. Ancak: “...Allah seni insanlardan korur” (Maide 67), ayeti inince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) başını çadırdan çıkarıp: “Ey insanlar dağılın, artık beni Allah koruyor” diye seslendi."
589 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ben et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah'tan sakının” (Maide 87-88)."
590 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlara ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur...” (Maide 93) ayeti indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana dedi ki: “Bana senin onlardan olduğun söylendi.”"
591 "Yine Müslim'in bir başka rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: “Şarap haram edilmezden önce, Ashab (radıyallahu anhüm)'tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince birçok kimse: “Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?” dediler. Bunun üzerine ayet indi: “İnananlara, ve faydalı iş yapanlara... daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur” (Maide 93) ayeti indi.”"
592 "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer: “Allah'ım, şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” diye dua etmişti ki Bakara suresinde bulunan şu ayet indi: “Sana içki ve kumarı sorarlar de ki: “İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.” (Bakara 219). Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendisine okundu. Ömer yine: “Allah'ım şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” dedi. Bir müddet sonra Nisa suresindeki: “Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın...” (Nisa, 43) ayeti nazil oldu. Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendine okundu. Ömer yine: “Allah'ım şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” dedi. Bir müddet sonra, Maide suresindeki ayet indi: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?” (Maide 90-91). Ömer yine çağırılıp ayet kendisine okundu. Bu sefer “Evet Rabbimiz vazgeçtik, vazgeçtik” dedi."
593 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sorular sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, birgün minbere çıkıp (öfkeyle): “Sorun, her sorunuza cevap vereceğim” dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular. Enes (radıyallahu anh) devamla dedi ki: “Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu. (Kimseden ses çıkmıyordu). Derken, münakaya falan ettiği zaman, babasından başka birisine nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: “Ey allah'ın Resûlü! Babam kimdir?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Baban Hüzafedir” buyurdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de: “Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber olarak da Muhammed'den razıyız. Fitnelerden Allah'a sığınırız” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de: “Hayır ve şer her ikisinin de bugünkü kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim. Bana cennet ve cehennem gözle görülecek hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm.” dedi. Bir rivayette şu ziyade var: “...Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkar etmişlerdi” (Maide 101-102)."
594 "Tabiin'den İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: “el-Bahira, cahiliye Araplarınca, sütü putlara bağışlanan, bu sebeple hiç kimse tarafından sağılmayan deveye denirdi. Es-Saibe; ilahları için salıverilen, üzerine hiçbir yük vurulmayan deveye denir. El-Vasile; İlk doğumunu dişi yapıp sonra ikinci doğumunu da dişi yapan ve araya erkek doğum girmeyen devedir, bu da putlar için salıverilir, hiçbir şekilde istifade edilmezdi. El-Ham; dölünden muayyen batın yavruya ulaşılan erkek devedir, bu da putlara adanır, yükte kullanılmazdı.” İbnu'l-müseyyib, Ebu Hüreyre'den şu sözü nakleder: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Amr İbnu Amir el-Huza'iyi, cehennemde barsaklarını sürürken gördüm. Bu adam, hayvanları putlara adak olsun diye ilk salıveren (saibe bırakan) kimse idi.”"
595 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Benu Sehm'den bir kişi, Tecimüd'-Dari ve Adiy İbnu Bedda ile birlikte yola çıktı. Es-Sehmi, hiç Müslüman bulunmayan bir yerde vefat etti. Terikesini Temin ve Adiyy getirdiler. Ancak (Sehmi'nin yakınları vasiyette adı geçen) gümüş işlemeli bir kabı (teslim edilen mallar arasında) bulamadılar. (Şikayet üzerine) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu hususta ikisine (Temim ve Adiyy'e) yemin ettirdi. Sonra kap Mekke'de bulundu. Kabın yanlarında bulunduğu kişiler: “Biz bunu Temin ve Adiyy'den aldık” diye yemin ettiler. Sehmi'nin yakınlarından iki kişi de kalkıp Allah'a yemin ederek: “Bizim şahitliğimiz o ikisinin şehadetinden daha doğrudur, kap da arkadaşımıza aittir” dediler. İbnu Abbas der ki şu ayet bunlar hakkında nazil oldu: “Ey iman edenler! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi, şayet yoklukta olup başınıza da ölüm müsibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, -şüpheleniyorsanız, “Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemiyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz” diye yemin eden- sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene kadar yakın hak sahibi diğer kişi bunların yerine geçer ve “bizim şahidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz” diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin, Allah fasık kimselere yol göstermez” (Maide, 106-108);"
596 "Ammar İbnu Yasir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: (Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi. Bu mucizeye mazhar olanlara, ihanet etmemeleri ve ertesi gün için, o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihanet ettiler hem de yemeklerinden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine ceza olarak maymun ve hınzır suretine çevrildiler.”"
597 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Ebu Cehil mel'un, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: “Biz seni yalanlamıyoruz, biz senin getirdiğin şeriatı tekzib ediyoruz” dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “(Ey Muhammed!) Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz, doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar. Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımcımız gelene kadar yalanlamalarına ve sıkıştırılmalarına katlandılar...” (En'am 32-34)."
598 "Sa'd İbnu Ebi Vakkas anlatıyor: “Biz altı kişi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte oturuyorduk. Müşrikler ona: “Şunları huzurundan kov, bizimle sohbete cür'et etmesinler” dediler. Sa'd devamla diyor ki, orada ben vardım, İbnu Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir kişi, Bilal ve ismini hatırlayamadığım iki kişi daha varlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın içine Allah'ın dilediği birşeyler düşmüştü. Kendi kendine içinden mırıldandı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Sabah akşam Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın” (En'am 52);"
599 "Yine Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) “(Ey Muhammed! De ki: “Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan O'dur. Anlasınlar diye ayetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak” (En'am 65) ayeti hakkında Resûülullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Haber verilen bu durum ilerde olacaktır, henüz olmuş değildir.”"
600 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Ey Muhammed!) De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye kadir olan O'dur...” ayeti indiği esnada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “...üstünüzden” ibaresinden sonra: “Ya Rabbi sana sığınırım” dedi. Ne zaman ayetin devamı olan: “...Sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan O'dur” kısmı nazil olunca: “Bu iki azab daha hafif, (telafisi) daha kolay” buyurdu.”"
601 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” (En'am, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve: “Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)” dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: “Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür” (Lokman, 13)."
602 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir grup insan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ey Allah'ın Resulü biz kendi öldürdüğümüzü yiyor, fakat Allah'ın öldürdüğünü yemiyoruz (bu nasıl iş?)” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir. Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz” (En'am, 118-122)."
603 "Ebu Davud'un bir rivayetinde: “...Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar...” (En'am, 121) ayetiyle ilgili olarak, İbnu Abbas şu açıklamayı yapar: Yani “Allah'ın öldürdüğü” diyerek meyteyi (kesilmeksizin, kendiliğinden ölen hayvanı) kastederek: “Onu niye yemiyorsunuz? derler.” işte bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz” ayetini indirdi. Bundan sonra da: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin...” ayeti indi.”"
604 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın bir diğer rivayetinde şöyle buyrulur: “Üzerine Allah'ın ismi zikredilen (hayvan etinden) yiyin” (En'am, 118). “Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin” (En'am 121) emri neshedilip, ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek şöyle dendi: “... Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir...” (Maide, 5),"
605 "Nesai'den gelen rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Cenab-ı Hakk'ın “Üzerine Allah'ın isminin zikredilmediği (kesilmiş hayvan eti)nden yemeyin” ayeti ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: “Müşrikler, bu meselede müminlerle ihtilaf ederek (alayvari) şöyle dediler: “Allah'ın kestiğini yemiyorsunuz, fakat kendi kestiğinizi yiyorsunuz.”"
606 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Arab'ın (cahiliye devrindeki) cehaletini öğrenmek seni memnun ederse En'am suresinin 130'lu ayetten sonra gelen şu ayetini oku: “Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi” (En'am 140)."
607 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurmuşlardır: “Kim üzerinde Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in mührü bulunan sahifeyi görmek isterse şu ayetleri okusun: “De ki: “Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” -sizin ve onların rızkını veren biziz- “Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır. Yetim malına, ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kimseye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuz vakit -akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır” (En'am 151-153);"
608 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, “daha önce inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez” (En'am, 158), Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz.”"
609 "Ebu Sa'id (radıyallahu anh) “Onlar kendilerine... Rablerinden birtakım delillerin gelmesini mi bekliyorlar. Rabbinin birtakım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa imanı ona fayda vermez...” (En'am 158) ayetinde geçen “Rabblerinden birtakım deliller” ile “güneşin battığı yerden doğması kastedilmiştir demiştir."
610 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “(Cahiliye devrinde) kadın, Kabe-i Muazzama'yı çıplak olarak tavaf eder ve şöyle derdi: “Bana kim ödünç bir tavaf elbisesi verecek?” Elbiseyi fercinin üzerine kor: “Bugün bir kısmı veya tamamı görülür ama, ondan açılanı helal etmem” derdi. Bu tatbikatla ilgili olarak şu ayet indi: “Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin, yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez” (A'raf, 31)."
611 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu ayeti okudu: “Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti” (A'raf 143) -hadisi rivayet eden Hammad şöyle der: Hammad'dan rivayeti yapan Süleyman b. Harb merhum- (tecellinin hafifliğini göstermek için) baş parmağının yanıyla sağ parmağının ucuna değdirerek gösterir. (Ve ayetin kıraatı bitince Resûlullah) ilave eder: “Dağ, çığlık attı ve Musa baygın düştü”"
612 "Müslim İbnu Yesar el-Cüheni anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den: “Rabbim Beni Adem'den, bellerinden zürriyetlerini alıp da onları nefislerine karşı şahid tutarak: “Rabbiniz değil miyim?” diye işhad ettiği vakit bela (evet) dediler: Şahidiz. “Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. Yahud: “Ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyet idik, şimdi o batılı te'sis edenlerin yaptıklarıyla bizi helak mı edeceksin?” demeyesiniz” (A'raf 172-173) ayetinden soruldu Hz. Ömer (radıyallahu anh) şu cevabı verdi: “Bu ayetten Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da sorulmuştu. O şöyle açıkladı: “Allah Teala hazretleri, Hz. Adem'i yarattı sonra sağ eliyle meshedip ondan bir zürriyet çıkardı ve: “Bunlar cennet içindir, bunlar cennet ehlinin ameliyle amel ederler” dedi. Rabb Teala, ikinci defa sırtını okşadı, ondan bir nesil daha çıkardı ve: “Bunları da cehennem için yarattım, bunlar da cehennem ehlinin amelini işleyecekler” dedi. Cemaatten bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise) niye amel ediyoruz? diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: “Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa onu cennet ehlinin amelinde çalıştırır. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu cennetine kor. Aksine bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu da cehennemliklerin amelinde istimal eder. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.”"
613 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allahu Zü'l-Celal hazretleri Adem (aleyhissalatu vesselam)'i yarattığı zaman sırtını meshetti. Bunun üzerine kıyamete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan herbirinin iki gözü arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Adem (aleyhisselam)'e arzetti. Adem (aleyhisselam): “-Ey Rabbim bunlar da kim?” diye sordu. “-Bunlar senin zürriyetindir” dedi. Onlardan bir tanesi dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna gitmişti. “-Ey Rabbim şu da kim?” diye sordu. “-Davud!” deyince. “-Pekala ne kadar ömür verdin?” diye sordu. “-Altmış yıl!” dedi. Adem: “-Ey Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl ilave et!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona: “-Yani benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?” dedi. Melek: “-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Davud'a vermedin mi?” Adem inkar etti, zürriyeti de inkar etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zirriyeti de unuttu. Adem hata işledi, zürriyeti de hata işledi.”"
614 "Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Havva (aleyhisselam) hamile kaldığı zaman iblis Havva'nın yanına geldi. (Bu sırada) Havva'nın çocuğu yaşamıyor hep ölüyordu. İblis: “Çocuğa Abdü'l-Haris adını ver, çünkü o yaşıyor” dedi. Havva bu ismi verdi, çocuk da yaşadı. Ancak bu durum şeytanın bir telkini ve emri idi.”"
615 "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma) diyor ki: “Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme” (A'raf, 199) ayeti, ancak ve ancak halkın ahlakı hususunda nazil oldu.”"
616 "Buhari ve Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle denir: “Allah, Peygamberine (aleyhissalatu vesselam) halkın ahlakından, affetmeyi, benimseyip almasını emretti.”"
617 "İbnu Cübeyr anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Enfal suresi (ne hususta indi?) diye sordum, bana: “Bedir Savaşı üzerine indi” cevabını verdi.”"
618 "Mus'ab İbnu Sa'd babasından (radıyallahu anh) naklettiğine göre, babası şöyle demiştir: “Bedir Savaşı sırasında bir kılıçla geldim ve: “Ey Allah'ın Resulü, Allah kalbimi müşriklerden kurtardı, bu kılıcı bana bağışla” dedim. Bana: “Bu mal ne senin, ne de benim” diye cevap verdi. Ben (içimden): “Bu kılıç, savaş sırasında benim kadar ciddi hizmette bulunmayan birine verilebilir” diyerek ayrıldım. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benim yanıma geldi ve: “Sen, kılıç benim değilken onu benden istemiştin. Şimdi ise artık benim oldu, al, bu senin olsun!” dedi.” Şu ayet inmişti: “Ey Muhammed! Sana ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: “Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının...” (Enfal, 1)."
619 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, savaş günü arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!” (Enfal, 16) ayeti Bedir günü indi.”"
620 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) “Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir” (Enfal, 22) ayetinde kastedilmiş olanlar Abdü'd-Daroğullarından bir gruptur” denmiştir.”"
621 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ebu Cehl (birgün) şöyle dedi: “Allahımız, eğer bu Kitap, gerçekten senin senin katından ise, bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver” (Enfal, 32) diye dua etmişti. Şu ayet indi: “Sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez. Onlar bağışlanma dilerken de elbette Allah azab edecek değildir” (Enfal, 33). Müşrikler mü'minleri Mekke'den çıkardıkları zaman da şu ayet indi: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten men ederlerken Allah onlara niçin azab etmesin?...” (Enfal, 34)."
622 "Ukbe İbni Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı minberde iken dinledim, şu ayeti okudu: “Ey iman edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar -Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın...” (Enfal, 60). Ayette geçen “kuvvet”i “Bilesiniz, kuvvet “atmak”tır” diye açıkladı ve bunu üç kere tekrar etti.”"
623 "Müslim ve Tirmizi'de şu ziyade vardır: “...Haberiniz olsun! Allah, arzı fethetmenizi müyesser kılacak. İhtiyaçlarınız (Allah tarafından) karşılanacaktır. Sizden kimse oklarıyla oynamaktan sakın geri kalmasın.”"
624 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Ey peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkar edenlerden bin kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur” (Enfal, 65) ayeti inince bir kişinin on kişinin önünden kaçmaması, yirmi kişinin de iki yüz kişinin önünden kaçmaması farz kılındı. Sonra da şu ayet indi: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz, onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 66). Böylece yüz kişinin, iki yüz kişinin önünden kaçmaması farz kılındı.”"
625 "Bir rivayette de şöyle denir: “...Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan iki bin kişiyi yener” ayeti nazil olunca bu, Müslümanlara ağır geldi ve şu ayet indi: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle onlardan iki bin kişiyi yener...” (Enfal, 66) Allah onlardan miktarı hafiflettikçe, Müslümanların sabrı da -azaltılan miktar nisbetinde- eksildi.”"
626 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Ganimetler sizden önce hiçbir başı siyaha (yani ademoğluna) helal kılınmadı. Ganimet alındığı zaman gökten inen bir ateş onu yakardı.” -Ravi Süleyman el-A'meş der ki: “(Başı siyah tabirini) şimdilerde Ebû Hüreyre'den başka kullanan birini göremiyorum- Bedir savaşı sırasında henüz helal edilmezden önce, Müslümanlar ganimetleri aldılar. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi...” (Enfal, 68)."
627 "Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Bedir savaşında Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) (esirlerin serbest bırakılmaları mukabilinde) fidye-i necat alınca Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin...” (Enfal 67-69). Ganimetler sonradan helal kılındı.”"
628 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu iki ayet hakkında aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: “Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve Muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar” ve “İnanıp hicret etmeyenlerle, -hicret edene kadar- sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve Muhacirler'i barındırıp, onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir.” Bedeviler muhacire varis olmazdı, muhacir de ona varis olmazdı. Bu durum nesh edildi. Ayet şöyle buyurdu: “Birbirinin mirascısı olan akraba Allah'ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir” (Enfal, 22-25)."
629 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: “Siz niçin, mesani grubuna giren Enfal suresini miûn grubuna giren Beraet suresine yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?” Hz. Osman (radıyallahu anh) şu cevabı verdi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a vahiy sırasında, bir çok sûre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy katiblerini çağırır, onlara: “Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikredildiği sureye koyun” diye irşad ederdi. Bir ayet geldiği zaman da “Bu ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye koyun” derdi. Enfal suresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı. Beraet suresi ise, iniş itibariyle Kur'an'ın sonuncusu idi. Bunun kıssası da Enfal'in kıssasına benzemekte idi. Bu sebeple Beraet'i öbüründen zannettim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu surenin öncekinden olduğunu belirtmeden vefat etti. Bu sebeple ben bunların arasını yakın tuttum ve ikisinin arasına bismillahirrahmanirrahim satırını koymadım. Böylece onu yedi uzunlar'ın (Seb'ut-Tıval) arasına koydum.”"
630 "İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a sordum: -Tevbe sûresi nedir? Şu cevabı verdi: -Tevbe mi? Bilakis o fazihadır (İslam düşmanlarını rezil etmektedir). “Onlardan bir kısmı şöyledir...” “Onlardan bir kısmı şöyledir...” diyerek o kadar çok saymıştır ki, halk “Bizden kimseyi bırakmıyacak, herkesi zikredecek” zannına kapıldılar. Ben tekrar sordum: -Ya Enfal suresi? -Bu, dedi, Bedir Savaşı hakkında nazil oldu. Ben tekrar sordum: -Pekala Haşr sûresi? -O da, dedi, Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu.”"
631 "Bir diğer rivayette Said İbnu Cübeyr'in: “Ya Sûretu'l-Haşr (niçin inmiştir?)” sorusuna İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın: (Haşr suresi mi? hayır! O), Benûn-Nadir suresidir” cevabını verdiği kaydedilmiştir."
632 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından Veda haccından önceki hacc emiri olarak tayin edildiği hacda, “Bu yıldan sonra müşriklere haccetmek yasaktır”, “Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez” diye ilan etmek üzere vazifelendirdiği bir hrubla beni de gönderdi. Ancak, bilahare Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Hz. ebu bekir (radıyallahu anh)'in arkasından Hz. Ali'yi gönderdi ve Beraet suresini halka ilan etmeyi ona emretti. Hz. Ali (radıyallahu anh) bizimle birlikte Mina'da halka, Beraet'i ilan etti: “Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamıyacak ve çıplak olarak Beytullah tavaf edilmeyecek.”"
633 "Bir başka rivayette, aynı hadise şöyle gelmiştir: “Haccu'-ekber günü, kurban bayramı günüdür. el-Haccu'l-ekber de haccdır. Hacca “el-Haccu'l-Ekber” denilmesi, halkın umreye “el-Haccu'l-Asgar” demesinden ileri gelmiştir. Ebu Hüreyre devamla diyor ki: “O yıl, Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bizzat katılarak Veda haccını yaptığı zaman, tek müşrik hacca katılmadı. Hz. Ebu Bekir'in müşriklere ilanda bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir. Allah şüphesiz bilendir, hakimdir” (Tevbe 28). Müşrikler ticaret yapıyorlar, Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı. Allahu Teala müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, Müslümanlar müşriklerin yaptıkları ticaretin kesilmesiyle ondan elde ettikleri menfaatin kesileceği endişesine düştüler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi: “Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir.” Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi helal kıldı. Bu daha önce alınmıyordu. Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde edilen menfaate bir karşılık (ivaz) yaptı. Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: “Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın” (Tevbe 29). Allah Müslümanlara bunu helal kılınca, anladılar ki, Allah kendilerine, müşriklerle olan ticaretin kesilmesi sebebiyle kaybından korkup üzüldükleri menfaatten daha fazlasını vermektedir”"
634 "Nesai'den gelen bir rivayet şöyledir: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'i Beraet suresiyle birlikte Mekke ahalisine gönderdiği zaman onunla beraber ben de geldim. Kendisine “Ne ilan ediyordunuz?” diye soruldu. Şu cevabı verdi: “Biz şunları ilan ediyorduk: 1. Kabe'ye ancak mü'minler girer. 2. Beytullah çıplak tavaf edilemez. 3. Kimin Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la bir anlaşması varsa bunun müddeti dört ayın hitamıdır. Dört ay geçtikten sonra Allah ve Resulü müşriklerden beridir. 4. Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek. Ben bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla) bağırarak söylüyorum ki o gün sesim kısıldı.”"
635 "Hz. Ali İbni Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Hacc-ı Ekber günü hangi gündür? diye sordum, bana: “Kurban günü” diye cevap verdi.”"
636 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) haccettiği hacc sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: “Bu gün hangi gündür?” Halk: -Kurban günüdür, dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -”Bugün Hacc-ı Ekber günüdür” buyurdu."
637 "İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle diyordu: “Kurban günü büyük hacc (el-Haccu'l-Ekber) günüdür. O gün kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal olur.”"
638 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ci'rane umresinden dönünce Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın başında emir olarak yolladı. Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu hayrun minen nevm) diye çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu sırada arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve “Bu ses, dedi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın devesi Ced'a'nın sesi, muhakkak ki hacc konusunda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yeni bir karara varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendisidir, bu durumda namazı birlikte kılarız.” dedi. Devenin sırtındaki Ali (radıyallahu anh) idi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona: “Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?” diye sordu. Hz. Ali (radıyallahu anh): “Elçi olarak geldim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Berae suretiyle gönderdi. Onu hacc mahallerinde halka okuyup tebliğ edeceğim” dedi. Sonra kurban günü geldi. Arafat'ı terketti. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) dönünce, tekrar halka hitabetti. Onlara Arafat'ı terketme (adabın)dan kesimlerinden (vesair) menasiklerinden sözetti. Sözü bitince, yine Hz. Ali (kerremallah vechehu) ayağa kalktı, halka, Berae suresini sonuna kadar okudu. Nefru'l-evvel günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) kalktı ve halka bir hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama yapacaklarını tarif etti, haccın menasikini öğretti. Konuşmasını bitirince fecirden Hz. Ali (radıyallahu anh) kalktı. Halka Berae suresini sonuna kadar (bir kere daha) okudu.”"
639 "Tabiin'den Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: “Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik. Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi kaldı: “Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler” (Tevbe 12), münafıklardan da sadece dört kişi kaldı.” Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: “Siz Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde bulunuyorsunuz, ama bunların mahiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz. Söz gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz. Pekala şu evlerimizi yarıp işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne demeli?” dedi. Huzeyfe (radıyallahu anh): “Onlar fasıklardır. Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu hissedecek halde değildir.”"
640 "en-Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın minberinin yanında idim. Bir adam: -”Ben Müslüman olduktan sonra başka bir amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam hariç” dedi. Bir diğeri: -”Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir iş yapmamış olmama ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imar edip bakımını yapmam hariç” dedi. Bir üçüncüsü de: -”Allah yolunda cihad, söylediklerinizden daha üstün bir ameldir” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onlara müdahale ederek konuşmalarını menetti ve: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın minberinin yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır. Namazı kılınca ben huzura girer, ihtilaf ettiğiniz hususu sorarım” dedi. Arkadan Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. işte kurtulanlar onlardır” (Tevbe, 19-20)."
641 "Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Boynumda altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldim. Bana: “Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!” dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim: “Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 31). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla: “Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah'ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helal kılınca hemen helal addediverdiler, (Allah'ın helal kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.”"
642 "Tabiinden Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: “Rebeze'ye uğramıştım. Orada Ebu Zerr (radıyallahu anh)'i gördüm. Kendisine: “Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordum. Şöyle açıkladı: “Şam'daydım. Bir ayet hakkında Muaviye (radıyallahu anh) ile ihtilafa düştük. Ayet şu: “Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. “Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın” denecek” (Tevbe, 34-35). Muaviye (radıyallahu anh): “Bu ayet ehli kitap hakkında inmiştir” dedi. Ben ise: “Hem bizim, hem de onlar hakkında indi” dedim. Bu mesele üzerinde aramızda ihtilaf çıktı. Halife Hz. Osman (radıyallahu anh)'a yazarak beni şikayet etti. Hz. Osman bana yazarak Medine'ye gelmemi emretti. Bunun üzerine Medine'ye geldim. Halk, sanki daha önce beni hiç görmemiş gibi, çoklukla etrafımı sardı. Durumu Osman (radıyallahu anh)'a açtım. Bana: “İstersen buraya yakın bir yere git” dedi. İşte beni buraya getiren gerçek sebep budur. Benim üzerime Habeşli siyahi bir köleyi amir tayin etseler mutlaka dinler, itaat ederim.”"
643 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Bir bedevi kendisine: “Bana şu ayet hakkında açılamada bulun, dedi ve ayeti okudu: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” (Tevbe 35). İbnu Ömer şu cevabı verdi: -”Kim onu biriktirir ve zekatını vermezse vay haline! Bu ayet zekat emri gelmezden önceye aittir. Zekat emri gelince, Allah zekatı mallar için bir temizlik kıldı.”"
644 "Muvatta'da şöyle denmiştir: “İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e “(Azaba sebep olacak) hazine nedir?” diye sorulunca: “Zekatı verilmeyen maldır” diye cevap verdi.”"
645 "Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz. Peygamber'le bir seferde bulunuyorduk. Ashabından bazısı: “Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın daha hayırlı olduğunu keşke bilseydik?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: “(Sahip olunan şeylerin en efdali): Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir zevcedir.”"
646 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele” ayeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar bundan fazlaca kaygulandılar. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Ben sizin üzüntünüzü gidereceğim, haydi gelin” dedi ve gidip Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat ederek: “Ey Allah'ın Resûlü, dedi bu ayet ashabını çok kaygılandırdı.” Hz. Peygamber: “Allah zekatı, malınızda baki kalan kirliliği temizlemek için farz kıldı. Nitekim, sizden sonrakilere kalması için de mirası farz kıldı” buyurdu. İbnu Abbas devam etti: (Resûlullah'ın bu açıklaması üzerine) Hz. Ömer (radıyallahu anh) sevincinden (Allahu ekber) dedi. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) açıklamasına devamla, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e: “Kişinin kendi lehine biriktirdiği şeyin ne olduğunu sana haber vereyim mi? Bu, saliha bir kadındır. Yani nazar ettiği zaman kendini hoşnud kılacak, emrettiği zaman itaat edecek, evinden uzaklaştığı zaman (malını ve namusunu) koruyacak olan kadın.”"
647 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Allah'a ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler..” (Tevbe, 44) ayeti, Nur suresindeki şu ayetle neshedilmiştir: “Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında ondan izin almaksızın gitmezler. Ey Muhammed! Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder” (Nur, 62)."
648 "Ebu Mes'ud el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sadaka vermeyi emreden ayet (Tevbe, 103) nazil olduğu zaman biz (ücret mukabilinde) sırtlarımızda yük taşıyor (bu yolla bir şeyler kazanıp ondan sadaka veriyor)duk. Bir adam (Abdurrahman İbnu Avf) gelerek çok miktarda bağışta bulundu. (Münafıklar dedikodu yaparak onun hakkında, gösteriş yapıyor), müradi dediler. Hemen şu ayet nazil oldu: “Sadaka vermekle gönülden davranan mü'minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere bu davranışlarının cezasını Allah verir. Onlara can yakıcı azab vardır” (Tevbe 79)."
649 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Abdullah İbnu Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu (radıyallahu nah) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzur-i alilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer (radıyallahu anh) kalkarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elbisesinden tuttu ve: “Ey Allah'ın Resulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?” diye müdahale etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira: “Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır” (Tevbe, 80) buyurmaktadır. ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Ama, o münafıktır!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve Resûlüne inanmadılar, fasık olarak öldüler” (Tevbe, 84) Hz. Ömer (radıyallahu anh) der ki: “Sonra o gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim. Allah ve Resûlü daha iyi bilirler.” (Bu son cümlenin İbnu Abbas'ın sözü olma ihtimali de mevcuttur). Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu ayetten sonra münafıkların cenaze namazını kılmadı.”"
650 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Şu ayet Kuba halkı hakkında nazil olmuştur: (Mealen): “Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah arınmak isteyenleri sever” (Tevbe 108)."
651 "Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, müşrik olan anne babası için, Allah'tan af ve mağfiret dileyen birini gördüm. Kendisine: “Sen müşrik olan anne baban için istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu bu?)” dedim. Adam bana: “(Niye olmasın, Kur'an-ı Kerim'de) Hz. İbrahim (aleyhisselam) müşrik olan babası için istiğfar etmektedir” diye cevap verdi. Ben durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattım. Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı...” (Tevbe, 113-114)."
652 "Muhammed İbnu Şihab ez-Zühri anlatıyor: “Bana Abdurrahmen İbnu Abidllah İbni Ka'b İbni Malik nakletti: Abdullah İbnu Ka'b -ki babası Ka'b gözlerini kaybettiği zaman kardeşleri değil, kendisi babasına rehberlik etmişti- kavmi içinde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)7ın ashabının hadislerini en iyi bilen ve en iyi öğrenmiş olanıydı. Abdullah dedi ki: “Babam Ka'b İbnu Malik'in, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Tebük seferine çıktığı zaman, sefere katılmayışı ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledi. Şöyle anlatmıştı: “Ben Tebük gazvesi hariç Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın çıkardığı gazvelerden hiçbirine katılmamazlık etmemiştim. Gerçi Bedir gazvesine iştirak etmedim. Ancak buna katılmayanlardan kimseyi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kınamadı. O seferde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar savaşı değil, Kureyş'in kervanını ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Ne var ki Cenab-ı Hakk bunlarla düşmanı beklenmedik anda karşı karşıya getirdi. Ben Akabe gecesinde İslam'la müşerref olup ilk andlaşmayı yaptığımız esnada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Ben Akabe'de hazır bulunmayı Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, halk Bedir gazasını Akabe biatından daha çok ansa da. Benim Tebük seferinden geri kalışımla ilgili habere gelince, gerçekten ben hiçbir zaman, o sıradaki kadar güçlü ve zengin olmamıştım. Allah'a kasemle söylüyorum, daha önce hiçbir zaman iki devem olmamıştı. Ama o gazve sırasında iki tane binmeye mahsus devem vardı. Bir de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazaya niyet etti mi mübhem ifadeler kullanarak asıl hedefi belli etmezdi. Fakat bu gazvede öyle yapmadı. Çünkü Tebük seferi çok sıcak bir mevsimde oluyordu. Uzak bir seferi ve tehlikeleri göze almış, büyük bir düşmanı hedef edinmişti. Müslümanlar gazve hazırlıklarını tam yapsınlar diye durumu bütün ciddiyetle açıklamış, gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la sefere katılacak Müslümanlar pek çoktu. Askerlerin künyelerini kayıt defteri almıyordu. Kayıt defterinden maksat künyelerin yazıldığı divandı.” Ka'b (rivayetine devamla) der ki: “Pek az kimse gözden kaybolmayı (katılmamayı) arzu ediyordu. Bunlar da vahiy gelmedikçe, gizlendikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından bilinilemiyeceğini zanneden kimselerdi. Bu gazve, tam meyvelerin erdiği, gölgelerin iyice tatlılaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de meyve ve gölgeye düşkün bir kimseydim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar yol hazırlığı yaptılar. Ben de onlarla yol hazırlığı yapmak üzere sabahleyin evden çıkar (kararsızlık içinde) hiçbir şey yapmadan geri dönerdim. Kendi kendime: “Bu da bir şey mi, dilersem hazırlığı çabucak yapabilirim” diye teselli olur, avunurdum. Bu hal böylece devam etti. Öyle ki, başkaları ciddi ciddi hazırlığını tamamlamıştı. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar yola çıktılar. Ben hala hiçbir hazırlık yapmamıştım. Yine hazırlık için gittim geldim ama bir şey yapmaya bir türlü elim varmıyordu. Bu hal de sürdü gitti. Askerler sür'atle yol aldılar. Gazve elimden kaçtı. Yine de yola çıkıp onlara kavuşmayı düşündüm. Keşke bunu yapsaydım. Bana bu da nasib olmadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'den ayrıldıktan sonra halkın arasına çıkınca gördüğüm bir husus beni üzmeye başladı: Çarşı-pazarda benim gibi kalanlar meyanında gördüklerim ya münafıklık damgasını yemiş olanlardı veya zayıflıkları sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın mazur addettiği kimselerdi. Öte yandan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da beni Tebük'e varıncaya kadar hiç anmamış. Orada kalabalığın arasında otururken: “Ka'b İbnu Malik ne yaptı, (ondan ne haber var?)” diye sormuş. Benû Seleme'den birisi: “Ey Allah'ın Resûlü, onu, yakışıklı iki elbisesi ve çalımla iki tarafına bakması (Medine'de) hapsetti” demiş. Muaz da ona şu cevabı vermiş: “Ne kötü konuşuyorsun. Ey Allah'ın Resulü Allah'a kasem olsun Malik hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” demiş. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût buyurmuşlar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu durumda iken, uzaktan beyazlara bürünmüş bir adamın silüetini görür ve: “Bu gelen Ebu Heyseme olmasın!” der. Gerçektende o Ebu Heyseme el-Sari'dir. Yani, sefer hazırlığı sırasında bir sa'lık hurma verdi diye münafıkların birbirlerine kaş-göz ederek istihza ettikleri zat”. Ka'b (sözlerine devamla) der ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Tebük'ten ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca keder ve üzüntüm tekrar arttı. Bir yalan hazırlamaya başladım. “Yarın, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?” diyordum. Bu hususta ailemde aklı başında herkesin fikrine müracat ediyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zail oldu. İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar verdim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sabah Medine'ye geldiler. O, bir seferden dönünce ilk iş olarak mescide uğrar, iki rek'at namaz kılar, ondan sonra halka görünürdü. Bu gelişinde de namazını kılıp halkı kabul etmeye başlayınca sefere katılmayıp geride kalanlar gelip özür dilemeye, özürleri hususunda inandırıcı olmak için yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen kadar erkekti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onların özürlerini kabul ediyor, onlardan beyat alıyor, onlara istiğfarda bulunuyor, işlerini Allah'a havale ediyordu. Ben de geldim. Selam verdim. Selamımı işitince öfkeli öfkeli tebessüm etti ve “Gel” dedi. Yaklaştım ve önüne oturdum. -”Niye geride kaldın, sen (Akabe'de) biat edip itaatı sırtına almış değil miydin?” dedi. Ben şu cevabı verdim: -”Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin değil de dünya ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip, mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü, Allah bana yeterli bir ifade gücü vermiş bulunmaktadır. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inanıyorum ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden Allah sizi bana öfkelendirecektir. Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız. Ama ben de o hususta Allah'tan af dilerim. Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiç bir özrüm yoktu. Vallahi başka hiç bir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar güçlü ve zengin değildim.” Benim bu itirafım üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “İşte bu doğru konuştu” dedi ve bana da: “Kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar bekle!” buyurdu. Ben de kalktım. Benû Seleme'den bir kısım insanlar da koşarak beni takip ettiler ve bana: -”Allah'a kasem olsun bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz. Savaştan geri kalan diğerlerinin yaptığı gibi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın senin için yapacağı istiğfar bu günahını affettirmeye yeterdi” dediler.” Malik (devamla) şunları anlattı: “Sonra: Benim vaziyetime düşen başka biri var mı? diye sordum. “Evet iki kişi daha tıpkı senin gibi itirafta bulundular. Onlara da sana söylenen söylendi” dediler. -”Mürare İbnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal İbnu Ümeyye el-Vakıfi (radıyallahu anhüma)” dediler. Bana çok salih iki kişi zikretmiş oldular. Bunlar Bedir gazvesinde bulunmuş, nümune-i imtisal kişilerdi. Bunların ismini duyunca, geri gidip özür beyan etme fikrinden vazgeçtim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Müslümanlara gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine halk bizden çekindi ve yüz çevirdi. Öyle ki yeryüzü bana yabancılaştı. Dünya, önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı. Bu minval üzere elli gece geçirdik. Diğer iki arkadaşım, halktan uzaklaşıp evlerinde oturup ağlayarak vakit geçirdiler. Onlardan daha genç, daha güçlü olan ben dışarı çıkıyor, namazlara katılıyor, çarşı pazar dolaşıyordum. Ama kimse benimle konuşmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğrayıp selam veriyordum. İçimden, “Acaba, benim selamımı alarak dudaklarını kıpırdatır mı?” diye kendi kendime sorardım. Sonra yakınına durup namaz kılar, göz ucuyla da ona bakardım. Namaza durunca bana baktığını da görürdüm. Ama ben ona yönelecek olsam derhal benden yüzünü çevirirdi. Müslümanların cefasından çektiğim bu ızdıraplı hal uzayınca bir gün dayanamayıp gittim. Ebû Katade'nin bahçe duvarını aştım. O amcamın oğlu idi ve herkesten çok severdim. Yanına varınca selam verdim. Hayret! Vallahi selamımı almadı. Kendisine: Ey Ebu Katade Allah aşkına söyle. Allah ve Resulü'nü sevdiğimi bilmiyor musun? dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah aşkına diye yemin verdim, yine konuşmadı. Üçüncü sefer Allah adına yemin verdim. Bu defa: “-Allah ve Resulü daha iyi bilir!” dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı. Geri döndüm, duvarı aştım.” Ka'b hikayesine devamla der ki: “(Bir gün) Medine çarşısında yürürken Medine'ye buğday satmaya gelmiş, Şam ahalisinden Nabati bir fellah: “Ka'b İbnu Malik'i bana kim gösterecek?” diyordu. Halk beni ona gösterdi. Adam bana yaklaştı. Gassan Kralı'ndan bir mektup getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim, hemen okudum. Mektupta şöyle diyordu: “Bana gelen habere göre arkadaşın sana sıkıntı veriyormuş. Allah seni hakaret görmek, sıkıntı çekmek için yaratmadı. Bize gel, sana iyi davranalım.” mektubu okur okumaz: “Bu da bir başka bela” dedim. Tandıra götürüp attım ve yaktım. Nihayet bu (boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti. Aniden Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elçisi geldi. Bana: “Resûlullah, hanımını terketmeni emrediyor” dedi. ben: “Boşayacak mıyım, yoksa başka şekilde bir terk mi?” diye sordum. “Hayır, boşamıyacaksın, ondan ayrıl, sakın yaklaşma!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) aynı haberi diğer iki arkadaşıma da göndermişti. Hanımıma: “Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu meselede bir hüküm bildirinceye kadar da orada bekle” dedim. Hilal İbnu Ümeyye'nin hanımı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a müracaat ederek: “Ey Allah'ın Resulü, Ümeyye İbnu Hilal kendini kaybetmiş bir ihtiyardır, hizmetçisi de yoktur. Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru var mı?” diye izin istemiş. Ve: “Hayır, hizmet edebilirsin, ancak sakın yakınlaşmada bulunma” cevabını almış. Kadın da: “Hayır ya Resûlullah! Vallahi, zaten onda kımıldayacak mecal kalmadı. Vallahi cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara vermeden habire ağlıyor” dedi. Ailemden bazısı bana: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip hanımın, hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur. Nitekim o, Hilal'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti” diye tavsiyede bulundu. “Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım. Bana ne diyeceğini nasıl bilebilirim, ben genç bir kimseyim.” Böylece sıkıntısı daha da artan on gece daha geçirdim. Konuşmaktan yasaklandığımızın üzerinden tam elli gece geçti. Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım. Ben Allahu Teala'nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hal içinde oturmuş duruyordum. Ruhum sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı. Sanki bir cendere içerisindeydim. Bir ses işittim. Bu, Sel dağı üzerine çıkmış yüksek sesle bağıran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve): “Ey Ka'b İbnu Malik müjde!” diyordu. Hemen secdeye kapandım. Hakkımızda bir kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Meğer Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı Hakk'ın bizi affettiğine dair müjdeli haberi o gün sabah namazında halka duyurmuş, halk da bize müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da diğer iki arkadaşıma gitmişmiş. Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de yaya olarak seğirtip dağa çıkmış... Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı. Müjdeci sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal iki parça elbisemi çıkarıp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin olsun o gün için başka bir şeyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim, onları giyip, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı görmek arzusuyla dışarı fırladım. Yolda halk grup grup beni karşılıyor. Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu. Bu minval üzere Mescid'e geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) etrafını saran ashabının ortasında oturuyordu. Beni görünce Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh) kalktı, bana doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun dışında muhacirlerden başka kalkan olmadı.” Ka'b onun bu samimi davranışını ömrü boyu unutmayacaktır. Ka'b, (sözlerine devam ederek) şunları söyledi: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verince memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir yüzle: “Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı gününü tebrik ederim” dedi. Ben hemen sordum: “Ey Allah'ın Resûlü, bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cenab-ı Hak'tan gelen bir lütuf mu?” “Hayır, Allah'tan gelen bir lütuf!” dedi. Ka'b, ilaveten dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vech-i mübarekleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi nurlanır ve parlardı. Biz, bunu derhal anlardık. Ben önüne oturunca: “Ey Allah'ın Resulü! Mazhar olduğum bu af sebebiyle ne var ne yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne bağışlıyorum” dedim. “Hayır, dedi. Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır, bu senin için daha hayırlı.” “Ey Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır.” Allah'a yemin olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bunu söylediğim günden beri, doğru söz hususunda, Allah'ın bana lutfettiği ihsandan daha güzeline mazhar olan birisini bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek söylüyorum, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söz verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim. Geri kalan ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasını diliyorum.” Ka'b şunu da söyledi: “Bizimle ilgili olarak Allahu Teala şu ayeti indirmişti: “And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'ın ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. bütün genişliğine rağmen dünya onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, (savaştan) geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandır. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe, 117-119). Ka'b şunu da dermiş: “Allah'a yeminle söylüyorum, Allah beni İslam'la şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir. (Allah'ın bana lutfettiği birinci büyük nimeti İslam'la müşerref olmam, ikinci büyük nimeti de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a doğru söz söylememi nasib etmiş olmasıdır). Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim Cenab-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Döndüğünüzde, kendilerin çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnud olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz” (Tevbe, 95-96). Ka'b şunu söyledi: “(Resûlullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere katılmayanlar gidip özür diledikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın da, yemin etmeleri üzerine özürlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerden, biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar olduğu aftan istifade edememiştik.) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bizim işimizi, Allah hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti. Hakkımızda gelen ayette, Cenab-ı Hakk'ın: “..geri kalmış üç kişi..” sözünden kasıd, savaştan geri kalmamız değildir, bu geri kalış Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'in hakkımızdaki hükmü geri bırakması, yemin ederek özür dileyenlerin özrünü kabul ettiği kimselerden ayrı tutmasıdır.”"
653 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “(Allah yolunda savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder...” (Tevbe, 39) ayeti ile, “Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevileri, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz” (Tevbe, 120) ayetini şu ayet neshetmiştir: “Müminler toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?...” (Tevbe, 122)."
654 "Necdet İbnu Naki' diyor ki: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a şu ayet hakkında sordum: “(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azabla azab eder...” (Tevbe, 39). Şu açıklamayı yaptı: “Allah onlardan yağmuru kesti. Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir ettiği) azabları oldu.”"
655 "Ubade tu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Cenab-ı Hakk'ın şu ayeti hakkında sordum: “Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır..” (Yunus, 64). Şu cevabı verdi: “Burada kastedilen müjde salih rüyadır. Mü'min kul onu görür veya kendisine gösterilir.”"
656 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Cenab-ı Hakk Firavun'u suda boğduğu zaman: “Beni İsrail'in inandığından başka ilah olmadığına inandım” dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: “Ey Muhammed, sen beni denizin çamurundan alıp, (Allah'ın) rahmeti ona ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin.”"
657 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh): “Ey Allah'ın Resûlü, saçların ağardı, yaşlandın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Beni, Hûd, Vakı'a, Mürselat, Amme yetesaelun ve İza'ş-Şemsü Küvviret sûreleri ihtiyarlattı” cevabını verdi.”"
658 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, kendisine Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki kelamından sual sorulmuştur: “Bilin ki, onlar, Kur'an okunurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü o, Kalplerde olanı bilendir (Hud, 5). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu açıklamayı yapmıştır: “Bunlar helada soyununca avret mahallerinin açılıp, o manzaralarının semaya ulaşmasından, keza hanımlarıyla cinsi mukarenet sırasında soyununca çıplak hallerinin semaya ulaşmasından korkup haya duyan, (bu yüzden kendilerine sıkıntı veren) kimseler hakkında nazil olmuştur.”"
659 "Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) anlatıyor: Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allahu Teala, zalime biraz fırsat tanır, amma bir de yakaladı mı artık paçayı kurtaramaz.” Sonra da şu ayeti okudular: “Allah kasabaların zalim halkını yakalayınca böyle yakalar, yakalaması da şiddetli ve elimdir” (Hid, 102). Tirmizi, rivayetinde: “Fırsat tanır (yümli) değil, “mühlet tanır” (yümhil) olması muhtemeldir” demiştir."
660 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah'ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir kadına elledim, cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben buradayım, istediğin cezayı ver” dedi. Hz. Ömer atılarak: “Allah seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu ayeti okudu: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt kabûl edenlere bir öğüttür” (Hûd, 114). Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah'ın Resulü bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da şamil mi)?” diye sordu. Resûlulah (aleyhissalatu vesselam): “Herkes için” cevabını verdi."
661 "Urve tu'bnu Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: “Ben, diyor, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu ayetten sordum: “Öyle ki, peygamberler ümidsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir” (Yusuf 110). -Bu ayette geçen bir kelime küzzibû şeklinde şeddeli mi okunmalı, küzibû şeklinde şeddesiz mi okumalı? dedim. Bana: “Onları kavimleri yalanladı” diye cevap verdi. Urve der ki: “Öyle ise, yemin olsun, onlar kesinlikle bildiler ki, kavimleri kendilerini tekzib etmiştir, (böyle okununca) “tekzib edildikleri zannına düştüler” diye bir mana verme ihtimali kalmaz” dedim. Hz. Aişe: “Ey Urvecik, öyledir. Peygamberler bu hususta kesin kanaate vardılar!” dedi. Ben tekrar: “Ama ayet belki de “küzibû” diye okunmalı” dedim. Cevaben: “Allah korusun, peygamberler, Rableri hakkında böyle bir zanna düşmezler” dedi. Ben tekrar: “Bu ayet nedir? (kimlerden bahsediyor?)” diye sordum. Cevaben: “Onlar peygamberlerin kendilerine tabi olan adamlarıdır, bu kimseler Rablerine inanmış, peygamberlerini de tasdik etmişlerdir. Ancak maruz kaldıkları bela uzamış, Allah'tan onlara gelecek yardım da gecikmiştir. O kadar ki, kavimlerinden kendilerini tekzib edenler sebebiyle peygamberler ümidlerini kestikleri ve artık etbalarının kendilerini tekzib ettiği zannına düştükleri bir anda Allah'ın yardımı onlara ulaşmıştır. (İşte ayet-i kerimede bu durumdaki peygamberler ve onların etbaları kastedilmektedir.)”"
662 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu ayet hakkında: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a inanmazlar” (Yusuf, 106) şu açıklamayı yapmıştır: “Yani, “Onlara kendilerini kim yarattı, semavat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, “Allah” diye cevap verirler, işte bu onların imanıdır. İbadet etmeye gelince Allah'tan başkasına taparlar, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir.”"
663 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı Hakk'ın: “Arzda birbirine komşu kıt'alar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. (Böyle iken) biz onlardan bazısını yemişlerinde (ve tadlarında), bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbette ayetler vardır” (Ra'd, 4). Kelam-ı İlahisinde geçen “üstünlük”ü şöyle açıkladılar: “Bu onların, kalitesiz, farisi çeşitten tatlı ve ekşi oluşlarıdır.”"
664 "Ebu Umame (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ardında cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir” (İbrahim 14, 16) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha yaklaştırılınca suratı yanar ve başının derisi dökülür. İrini içince kıçından çıkıncaya kadar, (geçtiği yerleri ve bu meyanda) bağırsaklarını param parça eder.” Resûlullah bu açıklama üzerine şu ayetleri okudu: “...Ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler...” (Muhammed, 15). “...Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi, yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur” (Kehf, 29)."
665 "Enes İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah'ın hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbinin izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun?” (İbrahim, 24-25) ayetinde zikredilen ağaç hakkında: “O hurma ağacıdır” buyurdu. Ve müteakip ayette ifade edilen kötü ağacı da hanzale'ye (zakkum, Ebu Cehil karpuzu da denir, mercimek ağacıdır) benzetti. Ayet şöyle: “Çirkin bir söz de yerden koparılmış, hiç bir sebatı olmayan kötü bir ağaca benzer” (İbrahim, 26)."
666 "el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Müslüman, kabirde suale maruz kalınca: “Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve Muhammed'in O'nun kulu olduğuna şehadet eder”. Bunun delili şu ayettir: “Allah inananları dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerine tutar; zalimleri de saptırır...” (İbrahim, 27)."
667 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Allah'ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?” (İbrahim, 27-28) ayetini açıklama sadedinde: “Onlar vallahi Kureyş kafirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'dir. “Helak yurduna... götürdüler”in manası, “Bedir günü ateşe ... götürdüler” demektir."
668 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şu ayetten sordum: “Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde sakın, Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma...” (İbrahim, 47-48). Ve dedim ki: “Ey Allah'ın Resulü, o gün insanlar nerede olacaklar?” -”Sırat üzerinde” cevabını verdi."
669 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, (münafık ve cahil takımından) bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Andolsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz” (Hicr, 24)."
670 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Mü'minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teala'nın nuruyla bakar” buyurup sonra şu ayeti okudular: “Elbette bunda fikr u firaseti olanlar için ibretler vardır” (Hicr, 75)"
671 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: “Andolsun ki sana Seb'u'l-Mesani'yi ve Kur'an-ı Azim'i verdik” (Hicr 87) ayetinde geçen es-Seb'u'l-Mesani, uzun sureler (tıvel)dir.”"
672 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Kur'an'ı parçalayanlara da...” (Hicr, 91) ayetini açıklamak üzere: “Onlar Ehl-i Kitap'tır, yani Yahidi ve Hıristiyanlar. Bunlar onu parçalara bölerek bazı kısımlarına inandılar, bazı kısımlarına inanmadılar” buyurmuştur."
673 "Hz. Enes (radıyallahu anh), “Rablerine andolsun ki hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız” (Hicr, 92-93) ayeti ile ilgili olarak: “Onlar 'Lailahe illallah' demekten sorumlu olacaklar” demiştir."
674 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır, büyük azab da onlar içindir” (Nalh, 106) ayetindeki umumi hükümden şöyle bir istisna yaptı: “Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.” (Nahl, 110). Burada kastedilen Abdullah İbnu Ebi Sarh'tır. Bu zat, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vahiy katibi idi. Şeytan onu şaşırttı. Kafirlere katılmasına sebep oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih günü, onun öldürülmesini emretti. Araya Hz. Osman girerek affını diledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onu affetti.”"
675 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Uhud savaşında Ensar'dan altmış dört, Muhacirler'den de altı kişi şehid düştü (radıyallahu anhüm ecmain). Bu şehidlerden biri de Hz. Hamza (radıyallahu anh) idi. Bunların cesedlerinden bazı uzuvlarını kopararak hakaretlerde bulundular. Bunun üzerine Ensar: “Bir gün beze de böyle bir fırsat düşerse, bu hakaretin daha fazlasını yapacağız” dediler. Mekke'nin fethi günü olunca şu ayet indi: “Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu sabredenler için daha iyidir.” (Nahl, 126). Bir adam: Bugünden sonra Kureyş yok! dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Dört kişiden başka kimseye dokunmayın” diye emretti.”"
676 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “...Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik...” (İsra, 60) mealindeki ayette geçen “rüya” için şu açıklamayı yaptı: “Bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Miraç gecesinde Beytu'l-Makdis'e götürüldüğü zaman gözüyle görmesidir. “Kur'an'da lanetlenmiş ağaç” da zakkum ağacıdır.”"
677 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına (yola gelmelerini) emrederiz. Ama onlar orada iyice yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz” (İsra, 16) ayetindeki “Şımarmış elebaşılarına emrederiz” ifadesiyle ilgili olarak şunu söylemiştir: “Biz cahiliye devrinde, sayıca artan bir kabile için: “falanca kabile arttı” derdik.”"
678 "Yine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), “Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar” (İsra, 57) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba tapıyorlardı. Bu cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hala bunlara tapmaya devam ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.”"
679 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız” (İsra, 71) mealindeki ayetle ilgili olarak şunu söyledi: “Onlardan biri çağırılır. (Amellerinin yazıldığı) kitap sağ eline verilir. Vücudu altmış zira' genişletilir, yüzü beyazlaştırılır. Başına pırıl pırıl yanan inciden bir taç geçirilir. Bu haliyle arkadaşlarının yanına döner. Arkadaşları onu uzaktan görünce: “Ey Rabbimiz bunu bize de ver ve onu hakkımızda mübarek kıl” derler. O, yanlarına gelir ve onlara: “Müjde sizlere! Herbirinize bunun bir misli var” der. Kafire gelince, onun suratı kararır. Onun da vücudu, altmış zira' genişletilir. Ona da bir taç giydirilir. Arkadaşları onu görünce: “Bunun şerrinden Allah'a sığınırız, Ey Rabbimiz onu bize verme” derler. Bu da arkadaşlarının yanına gelir. Onlar: “Ey Rabbimiz, onu zelil et” derler. O da: “Allah sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun bir misli verilmiştir” der.”"
680 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), “Güneşin kayması (dülûku'ş-şems) anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl” (İsra, 78) ayetinde geçen dülûku'ş-şems'ten maksad, “güneşin meyli” derdi."
681 "Yine Muvatta'da İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan geldiğine göre, İbnu Abbas, dülûku'ş-şems tabirini: “İza fae'l-fey'u” diye açıklardı. (Bu da gölgenin batı cihetinden çekilip doğuya meyletmesidir. Bu da tam zeval dediğimiz öğle vaktini ifade eder. Güneş gökte tam tepededir ve artık batı cihetine meyletmektedir.) Ayetin devamında gelen “ğasaku'l-leyl” tabirini de, “gece ile gece karanlığının birleşmesi” diye açıklardı."
682 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin rivayetine göre, “...Sabah namazı şahidlidir” (İsra, 78) ayeti hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yapmıştır: “Onda gece melekleri de gündüz melekleri de, hazır bulunurlar”"
683 "Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: “...Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderecektir.” (İsra 79) ayetinde zikredilen “Makam-ı Mahmud”dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bu şefaat'tir” diye cevap verdi.”"
684 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: “Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.”"
685 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hicretle emredildiği zaman kendisine şu ayet indi: “De ki: “Rabbim, beni dahil edeceğin yere (Medine'ye) hoşnudluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de (Mekke'den) hoşnudluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver” (İsra, 80)."
686 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bazısı: “Muhammed'e ruh hakkında sorun” dedi; bazısı da: “Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz” diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp: “Ey Ebu'l-Kasım bize ruh'tan anlat, (ruh nedir?)” dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy inmektedir. Sonra okudu: “Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah'ın emrinden ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir” (İsra, 85) Bir rivayette: “Onun hakkında az bir ilim verilmiştir” denmektedir. A'meş: “Bizim kıraatımızda böyledir” demiştir."
687 "Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan gelen, Tirmizi'nin bir diğer rivayeti şöyledir: “...Yahudiler: “Bize çok ilim verildi, bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse ona çok ilim verilmiş demektir” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “De ki Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 109)."
688 "Saffan İbnu Assal (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına: “Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gidelim ve birşeyler soralım” dedi. Arkadaşı: “Ona peygamber deme” diye müdahale edip ekledi: “Şayet o, kendisinden “peygamber” diye bahsettiğini duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur.” Beraberce gidip Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a imtihan niyetiyle dokuz açık ayetten soru sordular. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara “Allah'a hiç bir şeyi ortak kılmayın, hırsızlık yapmayın, zina fazihasını işlemeyin. Allah7ın haram kıldığı cana kıymayın, masum kişiyi öldürtmek içinsultana gammazlamayın, sihir yapmayın, faiz yemeyin, günahsız kadına zina iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, cumartesi günü yasağını ihlal etmeyin” dedi. Saffan der ki: “Bu cevap üzerine Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın el ve ayaklarını öptüler ve: “Şehadet ederiz ki, sen peygambersin” dediler. Saffan diyor ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: “Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?” diye sordu. Onlar: “Davud (aleyhisselam), neslinden peygamber kesilmesin diye dua etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz” cevabını verdiler.”"
689 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “... Ey Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut” (İsra, 110) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gizli (tebligatta) bulunduğu sırada nazil olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor ve Kur'an'a onu indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teala Hazretleri, “Namazını açıktan yapma.” yani “açıktan, yüksek sesle okuma, ta ki müşrikler duymasın, ashabın işitmeyecek kadar da kısma” buyurarak ikisi arası, yani seslilikle sessizlik ortası bir yol tutmasını emretti.”"
690 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: “Şu ayet dua hakkında nazil olmuştur: “(Ey Muhammed) namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma...” (İsra, 110)."
691 "Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Kim Kehf sûresinin başından -bir rivayette; sonundan- on ayet ezberlerse Mesih Deccal'in şerrinden emin olur.”"
692 "İbnu'l-Müseyyeb diyorki: “Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak da Rabbinin katında daha hayırlıdır” (Kehf, 46) ayetinde geçen “baki kalacak faydalı işler”, kulun sarfedeceği “Allahu ekber”, “Sübhanallah”, “Elhamdulillah”, “Lailahe illallah”, “La-havle ve-la kuvvete illa billah” sözlerdir.”"
693 "Said İbnu Cübeyr anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dedim ki: “Nevf el-Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır'ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor.” Bana şu cevabı verdi: “Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işittim, şunu anlattı: “Musa (aleyhisselam) Beni İsrail'e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, “insanların en bilgini kimdir?” diye soruldu: I: “Benim” diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, “Allahu a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)” demediği için Musa'yı azarladı. Ve: “İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir” diye ona vahyetti. Hz. Musa (aleyhisselam): -”Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -”Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır” dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: “Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -”Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi. Musa (aleyhisselam): “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır aleyhisselam ona: -”Senin bu yerinde selam ne gezer!” -”Ben Musa'yım.” -”Benû İsrail'in Musa'sı mı?” -”Evet.” -”Sen, Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.” -”Allah'ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?” -”Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?” -”İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.” -”Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -”Tamam!” dedi. Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)'ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar. Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -”Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın!” dedi. Hızır: -”Ben sana, “benimle bulunmaya sabredemezsin” demedim mi?” dedi. Hz. Musa: -”Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!” ricasında bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -”Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!” dedi. -”Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!” diye Hızır (aleyhisselam), Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa: -”Ama bu birinciden de şiddetli idi” dedi ve ilave etti: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın” dedi. Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: “Eğilmiş” diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -”Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!” dedi. Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa'ya: -”Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereceğim” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu ara ilave etti: -”Allah Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!” Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa'ya, “Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir.”"
694 "Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “duvarın altında onların bir hazinesi vardı” (Kehf, 82) ayetini açıkladı ve: “O hazine altın ve gümüştendi” buyurdu."
695 "Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün korkulu bir vaziyette odaya girdi. Şöyle diyordu: “La ilahe illallah, yaklaşan bir beladan Arabın vay haline. Bugün, Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddinden şöyle bir gedik açıldı.” baş parmağı ile şehadet parmağını halka yaparak gösterdi. Ben: -”Ey Allah'ın Resulü, yani içimizde salih kimseler olduğu halde toptan helak mı olacağız?” dedim. -”Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur.”"
696 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: “(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: “Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız” der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: “Haydi dönün, yarın inşaallah bunu deleceksiniz” der -ve ilk defa inşaallah tabirini kullanır-.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla der ki: “Dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) derler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Ye'cüc ve Mecüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: “Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada olanları da alçaltıp alt ettik.” Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helak edip, herbirini parçalanmış halde yere serer.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı: “Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.”"
697 "Mus'ab İbnu Sa'd anlatıyor: “Babama şu ayet hakkında sordum: “Ey Muhammed! “Size amelce en çok zararlı olanları haber verelim mi?” de...” (Kehf, 103) ve dedim ki: “Burada kastedilenler Harûriler midir?” Bana: -”Hayır, onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar'dır. Çünkü Yahudiler, Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i tekzib ettiler. Hıristiyanlar ise cenneti tekzib ettiler ve: “Cennette ne yiyecek ne de içecek vardır” dediler.”"
698 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) haber veriyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kıyamet günü, şişman, iri bir adam mizana getirilip tartılır da, Allah indinde sinek kanadı kadar ağırlığı olmadığı görülür.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: “Dilerseniz şu ayeti okuyun: “Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için hiçbir tartıda bulunmayacağız” (Kehf, 105)."
699 "Ebu Sa'd İbnu Fadale (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim şöyle demiştir: “Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı zaman bir kimse şiyle bir duyuruda bulunur: “Kim işlediği bir amelde Allah'a birini ortak koşmuş ise sevabını ondan istesin. Zira Allah, şirkin her çeşidine en müstağni olan Zat'tır.”"
700 "Mugire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, Necran'a gelince bana sordular: “Sizler şu ayeti okuyordunuz: “Ey Harun'un kızkardeşi: Baban kötü bir kimse değildi...” (Meryem 28). Halbuki, Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhima's-selam)'dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl olur da Hz. İsa'nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Musa'nın erkek kardeşi olan Hz. Harun'un kızkardeşi olur?)” Ben Merdine'ye Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular: “Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve salih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı.”"
701 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalatu vesselam) okudu: “Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar” (Meryem 39). Sonra dedi ki: “(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: -”Ey cennet ahalisi!” diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: -”Ey cehennem ahalisi!” diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: -”Bunu tanıdınız mı, nedirbu? Hepsi birden: -”Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür” Koç yatırılır ve kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle ölürlerdi. Cehennem ahalisi için de Allah hayata, bekaya hükmetmemiş olsaydı onlar da üzülerek ölürlerdi.”"
702 "Katade (merhum), şu ayet hakkında: “Onu yüce bir yere yükselttik” (Meryem 57). Hz. Enes (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'an şu rivayeti yaptığını belirtir: “Ben Mirac'ta iken dördüncü kat semada Hz. İdris (aleyhi's-selam)'i gördüm.”"
703 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Cibril (aleyhisselam)'e: “Bana, niye halen yapmakta olduğundan daha fazla ziyarette bulunmuyorsun?” diye sormuştu, şu ayet indi: “Cebrail Muhammed'e şöyle dedi: “Biz ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz, geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O'na mahsustur. Rabbin unutkan değildir” (Meryem 64)."
704 "Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle buyurmuştur: “(Hudeybiye biatına katılan) ashabu'ş-şecere'den hiç kimse inşaallah cehenneme girmeyecektir.” Bunun üzerine Hafsa (radıyallahu anha) validemiz: “Hayır ey Allah'ın Resulü!” dediyse de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu azarladı. Bunun üzerine Hz. Hafsa (radıyallahu anha) şu ayeti okudu: “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür” (Meryem 71). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu cevabı verdi: “Allah şöyle de buyurmaktadır: “Sonra biz, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız” (Meryem 72)."
705 "Süddi anlatıyor: “Mürre el-Hemedani'ye, “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur” (Meryem 71) ayetinden sordum. Bunun üzerine bana İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den rivayet ettiği şu hadisi rivayet etti: “İnsanlar ateşe girerler, sonra amellerine göre ondan çıkarlar: Onların ilk grubu şimşek hızıyla çıkar, ikinci grub rüzgar gibi çıkar. Sonra at sür'atiyle, at binicisi süratiyle, sonra yaya koşusuyla, en sonra da yaya yürüyüşüyle çıkar.”"
706 "Habbab İbnu'l-Eret anlatıyor: “Cahiliye devrinde demirci idim. As İbnu Vail es-Sehmi'ye bir kılıç yaptım. Ücretimi almaya gelmiştim. -”Hayır, Muhammed'i inkar etmedikçe vermeyeceğim” dedi. Kendisine: -”Asla” Sen ölüp, Allah seni yeniden diriltinceye kadar ebediyyen onu inkar etmeyeceğim” dedim. -”Yani ben, öldükten sonra tekrar dirileceğim ha!” diye alaya aldı. Ben: -”Bundan ne şüphe!” deyince: -”Öyleyse bırak beni, öleyim de yeniden dirileyim. Bana bol mal ve evlat verilecek. O zaman sana olan borcumu eda ederim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: “Bana elbette mal ve çocuk verilecektir” diyeni gördün mü? O görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almıştır? Hayır söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Bahsettikleri şeyler bize kalacaktır. Kendisi bize tek başına gelecektir” (Meryem 80)."
707 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Allah bir kulu sevdi mi, Cebrail (aleyhisselam)'e şöyle seslenir: “Ben falanca kişiyi seviyorum, sen de sev!” Bunun üzerine semada aynı şekilde nida edilir. Sonra, arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir: “İnanıp hayırlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır” (Meryem 96). “Allah bir kula buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semada nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz indirilir.”"
708 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “İnsanlardan bazısı vardır, Allah'a (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan (tutup, şekk ve tereddüd içinde) ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner. Dünyada da, ahirette de hüsrana uğramıştır o. Bu ise, apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac, 11) ayetinin iniş sebebini açıklamak maksadıyla şöyle buyurdu: “Bazıları vardı, Medine'ye gelir, bakardı; bu gelişiyle hanımı oğlan doğurur, atı da yavrularsa, “Bu din, derdi, salih iyi bir dindir.” Şayet hanım oğlan doğurmaz, atı da yavrulamazsa: “Bu din kötüdür” derdi.”"
709 "Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) buyurdular ki: “Kıyamet günü, Rahman'ın önüne, dava açmak üzere ilk diz çökecek olan benim.” Kays İbnu Ubad der ki: “Onlar hakkında şu ayet indi: “İşte Rabbleri hakkında tartışmaya giren iki taraf; O'nu inkar edenlere ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir” (Hacc19-21). Kays devamla der ki: “Onlar Bedir savaşında karşılıklı mübareze eden kimselerdir. Bir tarafta, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubayde İbnu'l-Haris (radıyallahu anhüm), karşı tarafta da Şeybe İbnu Rebia, Utbe Rebi'a ve el-Velid İbnu Utbe varlardı.”"
710 "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “(Kabe'ye) Kur'an-ı Kerim'de, Beytu'l-Atik denmiş olması (Hacc 29, 33) ona hiç bir cebbarın galebe çalmamış olmasındandır.”"
711 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'den çıkarıldığı zaman Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) şöyle söyledi: “Peygamberlerine eziyet ettiler, o da (dayanamayıp) oradan çıktı. Mutlaka helak olacaklar.” Bunun üzerine şu ayet indi: “Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koşup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir” (Hacc 39). Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) der ki: “Bu ayet üzerine anladım ki, (müşriklerle) savaş olacak.”"
712 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorarak: “Ey Allah'ın Resûlü, “Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler. O uğurda ileri geçerler” (Mü'minun 60) ayetinde kastedilenler, şarap içenler, hırsızlık yapanlar mı? dedim. Bana “Hayır ey Sıddik'in kızı. Aksine onlar, oruç tutup, sadaka verip, yaptıkları bu hayırların kendilerinden kabul edilmemesinden korkanlardır. (Baksana ayet ne buyuruyor): “İşte onlar iyi işlerde yarış ederler” cevabını verdi.”"
713 "Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), “Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır” (Mü'minun 104) ayeti hakkında şu açıklamayı yapar: “Ateş yüzü kızartır ve üst dudak büzülür, öyle ki, başının ortasına kadar çekilir, alt dudak da aşağıya sallanır ve göbeğe kadar düşer.”"
714 "Amr İbnu Şu'ayb, babası, dedesi tarikiyle rivayet ediyor: “Kendisine Mersed İbnu Ebi Mersed denen bir zat (radıyallahu anh) vardı. Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mekke'de Anak adında fahişe bir kadın bu adamın dostu idi. Mekkeli esirlerden birine, kendisini götürmeyi vaadetmişti. (Şimdi hikayesini kendisinden dinleyelim): -”Mersed'sin değil mi?” dedi. Ben: -”Evet Mersed'im” dedim. -”Merhaba, hoş geldin, gel yanımızda geceyi geçir!” dedi. Ben: -”Hayır, ey Anak, Allah zinayı haram etti” dedim. Kadın: -”Ey çadır ahalisi, bu adam esirlerinizi götürüyor!” diye bağırdı. Kaçtım. Beni sekiz kişi takip etti. Handeme Dağı'nın yolunu tuttum, bir mağaraya girdim. Takipçiler arkamdan gelip mağaranın ağzını tuttular. Tepemden üzerime bevlettiler. Sidikleri başıma isabet etti. Ancak Allah, onların beni görmelerine mani oldu. Sonra dönüp gittiler. Ben de arkadaşımın yanına döndüm. Onu sırtladım. Ağır birisiydi. Mekke'nin dışındaki İzhir denen mevkiye geldim. Orada demir bukağılarını çözdüm. Onu sırtımda taşıyordum. Beni çok yormuştu. Nihayet Medine'ye geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna çıktım: -”Ey Allah'ın Resulü, Anak'la evleneyim mi?” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cevap vermedi. Sonra şu ayet indi: “Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir...” (Nur, 3). Bu vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: -”Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir, onunla evlenme!” dedi."
715 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahma ile zina yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Ya delil getirirsin ya da sırtına hadd tatbik edilir” dedi. Hilal: “Ey Allah'ın Resûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) önceki sözünü tekrar ediyordu: “Ya delil getirirsin ya da sırtına had uygulanır.” Bunun üzerine Hilal: “Seni hak üzerine gönderen Zat'a kasem olsun doğru söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir” dedi. Cibril (aleyhisselam) indi ve şu vahyi indirdi: “Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahid tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler” (Nur 6-7). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oradan ayrıldı. Onlarra adam gönderdi. Hilal geldi (lanet okuyarak) şehadette bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekar olanınız var mı?” dedi. Sonra kadın kalktı, a da şehadette bulundu. Kadın beşinci şehadette iken kıdını durdurdular ve: “Beşinci şehadet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir” dediler. İbnu Abbas der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükut etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: “Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hale düşürmeyeceğim” dedi ve yeminini tamamladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa bilin ki bu çocuuk Şerik İbnu Sahma'dandır” buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle söylediler: “Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddini düşeceği hususunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının zaniliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı.”"
716 "Zühri merhum, Urve ve başkalarından almış olarak Hz. Aişe'nin şu rivayetini nakleder: “Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurmuştur ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu sefer, örtünme emri geldikten sonra idi. Ben yol sırasında deve sırtında giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinde iken iniyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine'ye yakın bir yerde konakladık. Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş emri çıktığı sırada ben kalkıp (kaza-yı hacet için tek başıma) sordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen'in göz boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim. O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilini kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım: Hülasa devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım. Safvan İbnu Muattal es-Sülemi -ki bilahere (Zekvan'da ikamet ederek) Zekvani ünvanını da almıştır- (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı. Zira örtünme emri gelmezden önce beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle “İnna lillah ve inna ileyhi raci'ûn =Biz Allah'ın kullarıyız ve Allah'a dönüp varacağız” uyandım. Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah'a kasem olsun bana tek kelime konuşmadı, istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim. İndi ve devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik. (Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selûl'e düşmüştü. Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'da, başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum. Yanıma girip selam veriyor, sonra da: “Şu sizinki nasıl?” deyip çıkıyordu. Bu davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim. Bu halde nekalet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası (denen çukurların bulunduğu semte) doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. (Hicab ayetinden sonra) evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Ben ve Ümmü Mistah -ki bu kadın Ebu Rühm İbnu Muttalib İbni Abdi Menaf'ın kızıdır- böylece yürüdük. Onun annesi Ebu Bekri's-Sıddik'ın teyzesi olan Sahr İbnu Amir'in kızıdır. Oğlu da Mistah İbnu Üsase İbnu Ubad İbni'l-Muttalib'dir. İşimiz bittikten sonra yürüyorduk. Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi adet olan “düşmanın helak olsun demedi): “Mistah helak olsun!” diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: -”Amma da yaptın!” Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!” dedim. -”Anacığım! onun ne söylediğini işitmedin mi?” dedi. -”Ne söylemiş ki?” dedim. Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdi ve: (İsmimi söylemeden) “Adamınız nasıl.” dedi. Ben: -”Ebeveynimin yanına gitmeye izin ver” dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek istiyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim. Anneme: -”Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?” dedim. -”Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah'a kasem olsun güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler” dedi. Ben: -”Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!” dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben hala ağlıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o gün Ali İbnu Ebi Talib'i ve Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu. Üsame (radıyallahu anh), ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: -”Ey Allah'ın Resûlü! Onlar zevcelerinizdir. Allah'a kasem olsun, onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.” Ali İbnu Ebi Talib de şöyle demişti: -”Ey Allah'ın Resûlü, Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halinni o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu tavsiye üzerine cariyemiz Berire'yi çağırdı ve: -”Ey Berire, söyle! Aişe'de sana şüphe verici bir husus gördün mü?” diye sordu. Berire: -”Hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: “Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi.” (Bu soruşturma sonunda) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalkıp mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni Selûl hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler: -”Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah'a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözleri üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa'd İbnu Muaz (radıyallahu anh) kalktı ve: -”Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!” dedi. Hazreç kabilesinin reisi olan Sa'd İbnu Ubade ayağa kalktı. Sa'd aslında salih bir kimseydi. Ancak (Sa'd İbnu Muaz'ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa'd İbnu Muaz'a dönerek şu sert cevabı verdi: -”Vallahi sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül'ü) öldüremezsin. Öldürtmeye gücün de yetmez.” (Ensar'ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) -ki bu zat da Sa'd İbnu Muaz'ın amcaoğludur- kalkarak Sa'd İbnu Ubade'ye çıkıştı: -”Allah'a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey'e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın, münafıklar hesabına kavga ediyorsun!” Derken (Ensar'ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha minberde iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükûneti sağlayıncaya kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti. Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken Ensar'dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söylenileden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) otururken şehadet kelimesini de getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: -”Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala'ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini kabul ve affeder.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerini tamamlayınca (ızdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum. Babama: -”Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerine sen cevap ver” dedim. Babam: -”Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne diyeceğimi bilemiyorum” dedi. Anneme yönelerek: -”Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın söylediklerine sen bari cevap ver” dedim. Annem de: -”Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum” dedi. Hz. Aişe devamla der ki: “Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur'an'dan da fazla okumuyordum. Dedim ki: -”Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz. Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: “Günahsızım” dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah'a kasem olsun, sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Hz. Yusuf'un babası ve onun şu sözüdür: “Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir” (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah'ın benim suçsuzluğumu te'yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah'ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah'ın herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın göreceği bir rüya yoluyla Allah'ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum. Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resûlüne vahiy indirdi: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı vahiy sırasında her zaman gelen halet istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: -”Ey Aişe Allah'a hamdet. Zira, seni tebrie buyurdu.” Annem de bana: -”Kalk Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a teşekkür et!” dedi. Ben ise: -”Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allahıma hamdediyorum. Benim suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu” dedim. Allah'ın indirdiği vahiy şöyleydi: -”Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın mü'minlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahid getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız...” (Nur 20). (Bir sayfa tutan) on ayeti, Cenab-ı Hakk benim suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri indirince, Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh) -ki Mistah İbnu Üsase'ye akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda bulunuyordu- şunu söyledi: -”Aişe (radıyallahu anha)'ye bu iftirayı yaptıktan sonra, ona artık bir daha yardım yapmayacağım.” Bunun üzerine şu vahiy indi: “İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır” (Nur, 22). Bunun üzerine Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh): “Evet evet, Allah'a kasem olsun, Allah'ın beni affetmesini çok severim” dedi ve Mistah'a yapmakta olduğu yardımı yapmaya devam etti ve: “Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim” dedi. Hz. Aieşe (radıyallahu anha) sözlerine devamla dedi ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tahkik sırasında Zeyneb Bintu Cahş'a da hakkımda sormuş ve: -”Ey Zeyneb, bu hususta ne biliyorsun, ne gördün?” demişti. O da: -”Ey Allah'ın Resûlü, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!” demişti. Zeyneb (radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i tahireleri arasında (bazı faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen birisiydi. Allah vera ve dindarlığı sebebiyle onu (bu meselede müfteriler tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız kardeşi Hamna ise, onunla mücadeleye koyuldu ve helak olan müfteriler arasında helak oldu. Müfteriler arasında (Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şairi) Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) de vardı. Urve der ki: “Hz. Aişe (radıyallahu anha) yanında Hassan'a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı ve derdi ki: “O şu beyti söyleyen kimsedir: “Babam, babanın babası, ırzım, size karşı Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ırzına bekçidir.” Mesrûk İbnu'l-Ecda der ki: -”Ben Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin huzuruna girmiştim. Yanında Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i gördüm. Hz. Aişe'ye şiir okuyor, bazı beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu. Şunu okudu: “Afifdir, ağırdır, iffetinden şüphe ne mümkün! Kötü düşünceden uzak olanların etleri bile onu aç bırakır.” Hz. Aişe'ye dedi ki: “Sen nasıl olur da Hassan'ın yanına girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur: “İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır.” Hz. Aişe (radıyallahu anha) şu cevabı verdi: “Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!” Hz. Aişe sonra şunu da söyledi “O, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı müdafaa ediyordu.”"
717 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Benim özrümle ilgili ayet indiği zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) minbere çıktı, günahsız olduğumu belirtti, arkasından ilgili ayetleri okudu ve iki kadın ve bir erkeğin cezalandırılmalarını emretti. Üçü de had cezası olan celde'ye (değneklenmeye) tabi tutuldular."
718 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Allah ilk muhacir kadınlara rahmetini bol kılsın; “Kadınlar baş örtülerini yakalarının üzerini (örtecek şekilde) koysunlar” (Nur 31) ayeti indiği zaman örtülerini (kenardan) yırtarak onunla (yüzlerini de) örttüler.”"
719 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “(Ey Muhamed)! Mü'min kadınlara da söyle! Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler iffetlerini korusunlar...” diye başlayıp kadınlara örtünmeyi emreden ayeti (Nur 31) daha sonra gelen şu ayet neshetti ve istisna getirdi: “Evlenme ümidi kalmayan ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla dış esvablarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur” (Nur 60)."
720 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdullah İbnu Übey İbni Selül cariyesine: “Git biraz fahişelik yap (da para kazan)” diye emretti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Dünya hayatının geçici menfaa tini elde etmek çin, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın...” (Nur 33) mealindeki ayeti inzal buyurdu.”"
721 "İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: “Irak ahalisinden bir grub İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dediler ki: - Şu ayet hakkında ne dersiniz? “Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir” (Nur 58). Cenab-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Allah mü'minlere karşı halim ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evladı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teala onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hala bu emirle amel eden tek kişi görmedim.”"
722 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “O gün zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene, keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der” (Furkan 27-30) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Ayette zikri geçen zalim Ukbe İbnu Ebi Muayt'tır. Zikri geçen dost (halil) da Ümeyye İbnu Halef'tir. Dostum Übeyy olduğu da söylenmiştir. (Ayetin inişi bunlarla ilgilidir). Şöyle ki: Ukbe bir yemek hazırlayarak Kureyş'in eşrafını davet eder. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onların arasındadır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “Ukbe kelime-i tevhidi söylemedikçe, yemekten almayacağını” söyledi. Ukbe bu isteği yerine getirdi. Bunun üzerine dostu olan Ümeyye İbnu Halef veya Übeyy ona gelerek: “- Sabii mi oldun?” dedi. Ukbe: “- Hayır, ancak yemek yemeden evimden ayrılmasından utandım” diye cevap verdi. Übeyy: “- Öyleyse, gidip onun yüzüne tükürmezsen ben de senden razı olmayacağım!” dedi. Ukbe, bu talebe müsbet cevap vererek, isteneni yaptı. Ceza olarak Bedir günü yakalanıp idam edildi."
723 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: “- Hangi günah daha büyük?” diye sordum. Şu cevabı verdi: “ Seni yaratmış olduğu halde Allah'a ortak koşmandır!” “- Sonra hangisi gelir?” dedim. “ Seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir!” dedi. Ben tekrar: “- Sonra ne gelir?” dedim. “ Komşunun helalliği ile zina etmen!”dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözlerine te'yiden şu mealdeki ayet nazil oldu: “Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar” (Furkan 68)."
724 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Şu “Sen ilkin en yakın hısımlarını inzar et” (Şuara 214) mealindeki ayet indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam Safa tepesi üzerine çıktı ve şöyle bağırmaya başladı: “Ey Beni Fihr!, Ey Beni Adiyy!” Bunlar Kureyş kabilesine mensup boylardı. Toplandılar. Onlara Şöyle hitab etti: “ Ben size, “şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyor”desem, beni tasdik eder misiniz?” Hep beraber şu cevabı verdiler: “- Evet, tasdik ederiz, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin.” “ Öyleyse dinleyin!” dedi. “Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı sizehaber veriyorum.” Ebu Leheb atılıp: “- Ey Muhammed, ey kuruyasıca! bizi bunun için mi çağırdın?” dedi. Bunun üzerine: “Ebbu Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu...” diye başlayan Ebu Leheb suresi nazil oldu.”"
725 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyar” (Şuara 224) mealindeki ayet hakkında şunları söyledi: “Cenab-ı Hakk, (kendilerine sapıklar uyar diye zemmettiği) şairlerden, “İman edip de iyi amel (ve hareket)de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öclerini alanlar...” (Şu'ara 227) istisna edildiler.”"
726 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Dabbetu'l-arz, beraberinde Hz. Müsa'nın asası ve Hz. Süleyman (aleyhima's-selam)'ın mühürü olduğu halde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü cilalar, mührü de kafırlerin burnuna basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) “Ey mü'min!” der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle): “Ey kafır!”der. (Yani mü'min de kafir de yüzünden tanınır)."
727 "Said İbnu Cübeyr anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: “Hz. Musa iki müddetten hangisini ödedi`?” diye sordum da, bana şu cevabı verdi: “O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) söyledi mi yapardı.”"
728 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), “(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ama Allah dilediğine hidayet verir” (Kasas 56) ayeti hakkında şunu söylemiştir: “Bu ayet Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, amcası Ebu Talib'in İslam'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu.”"
729 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Herhalde o Kur'an'ı (tilavetini, tebliğini ve mucibince amel etmeni) senin üzerine farz kılan (Allah), seni (yine) dönülecek yere döndürecektir...” (Kasas 85) mealindeki ayette ifade edilen döndürülecek yerden maksadın Mekke olduğunu söylerdi.”"
730 "Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor: “Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?” (Ankebut 29) mealindeki ayette zikredilen toplantılarındaki fena şeyler'den maksad nedir? diye Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sordum. Bana şöyle cevap verdi: “ Onlar orda sesli sesli yelleniyorlar, oradan geçen kimselere de çakıl vs. fırlatıp onlarla eğleniyorlardı.”"
731 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): “Allah'ı zikretmek elbet en büyüktür” (Ankebut, 45) mealindeki ayet hakkında şunu söyledi: “Kulun Allahu Teala'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onu zikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür."
732 "Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı. Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu (okundu): “Elif Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın nusretiyle ferahlayacak” (Rum 1-4)."
733 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Gayb'ın anahtarı beştir” dedi ve şu mealdeki ayeti okudu: “O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır” (Lokman 34)."
734 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebareke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk surelerini okumadan uyumazdı.” Tavus (rahimehullah), bu iki surenin faziletce Kur'an'daki diğer surelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu söylerdi."
735 "Hz. Enes (radıyallahu anh), “Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..” (Secde 16) mealindeki ayetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini söylemiştir.”"
736 "Hz. Enesin rivayeti Ebu Davud'da şu şekilde gelmiştir: Müslümanlar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında) akşamla yatsı arasında nafıle namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine “Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..:' ayeti nazil oldu.” Hasan Basri merhum: “Ayet-i kerime kıyamu'l-leyl yani gece namazı ile ilgilidir, o kastedilmektedir” demiştir."
737 "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh), “Biz, o en büyük azabtan önce de onlara mutlaka yakın azabtan tattıracağız, ta ki, ric'at etsinler” (Secde 21. ) mealindeki ayet hakkında şunu söylemiştir: (Yakın azab) dünya musibetleri, Rum ve Batşa veya Duhan'dır. -Hadisin ravisi, Batşa mı derdi duhan mı derdi tereddüt eden kimsenin Şu'be olduğunu belirtir."
738 "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın azadlısı olan Zeyd İbnu Harise'ye sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, “Onları babalarına nisbet ederek çağırın.:' (Ahzab, 5) mealindeki ayet ininceye kadar devam etti.”"
739 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Ben her mü'mine, mutlaka, dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz (bu hususla ilgili olan) şu ayeti okuyun: “O peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri, mü'minlerin analarıdır...” (Ahzab 6). Hangi mü'min (vefatında) bir mal bırakırsa varisleri (asabı) ona varis olsunlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlasıyım.”"
740 "İbnu Abbas (radıyallahu anhûma): “Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı...” (Ahzab, 4) mealindeki ayet hakkında şunu söylerdi: “Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: “Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)” dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu ayet nazil oldu.”"
741 "Hz. Aişe (radıyallahu anha), “O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz Allah'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı...” (Ahzab, 10-11) mealindeki ayet hakkında: “Bu, Hendek Savaşı ile ilgilidir” demiştir."
742 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz şu ayeti amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (mealen): “Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzab 23)."
743 "Ümmü Umare (radıyallahu anha) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü, dedim, her şeyi erkekler için görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum.” Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): “Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır” (Ahzab,35)."
744 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) demiştir ki: “Eğer Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu ayeti gizlerdi: “(Habibim) hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine -İslam'la- nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: “Zevceni uhdende tut. Allah'tan kork” diyordun da Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimedi madem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir” (Ahzab, 37). Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Zeyneb'le evlenince: “Oğlunun helallığıyla evlendi” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti indirdi: “Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkiyle bilendir'' (Ahzab, 40). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Zeyd'i küçükken evlat edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti inzal buyurdu: “Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da” (Ahzab, 5)."
745 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyneb (radıyallahu anha)'le evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir hediyede bulunsak” dedi. Ben kendisine: - Bir şeyler yap! dedim. Bunun üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm. Yemeği bırak!” dedi. Sonra bana emredip: “Bana falancaları çağır” dedi ve teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca: “- Kime rastlarsan çağır” diye emretti. Enes der ki: Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) elini mezkur yemeğin üzerine koydu ve Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yiyenlere: “ Yemeğe Allah'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden yesin!” dedi. Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da çıkıp hücrelere doğru yürüdü. Peşisıra ben de çıktım ve: “- Davetliler gitti artık!” dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hali geçince) o (aleyhissalatu vesselam) şu vahyi okuyordu: “Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez...” (Ahzab 53)."
746 "Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den naklediyor: Hz. Aişe buyurmuştur ki: “Havle Bintu Hakim (radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir.” Aişe (radıyallahu anha) devamla dedi ki: “Ben (kıskançlığın sevkiyle): “Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?” (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: “Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur...” (Ahzab, 51) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): “Ey Allah'ın Resûlü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor” dedim."
747 "Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi. “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadıınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık...” (Ahzab, 50). Ümmü Hani (radıyallahu anha) devamla der ki: Bu ayet üzerine (kendi kendime): “Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a helal kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım” dedim.”"
748 "İbnu Abbas, (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhacir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Ayet şöyle buyurur: “Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye nigahbandır” (Ahzab 52). Keza Allah, “Mü'min cariyelerinizi..” (Nisa, 25); “Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın”ı (Ahzab, 50) helal kıldı. İslam'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Mealen): “... Kim imanı tanımayıp kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır” (Maide, 5). Yine ayet-i kerime şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helal kıldık...” (Ahzab, 50) İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir."
749 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı.”"
750 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. Musa (aleyhi's-selam) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Beni İsrail'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): “Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka afete maruzdur” diye dedi-kodu yaptılar. Cenab-ı Hakk Hz. Musayı bu dedikodularından tebrie etmek diledi. Yine bir gün Hz. Musa (aleyhi's-selam) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek. üzere çamaşırlarına doğru yürüdü. Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (aleyhi's-selam) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada “Elbisem ey kaya ! Elbisem ey kaya !” diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Beni İsrail'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musayı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve de dikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz. Musa (aleyhi 's-selam) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı. (Ebu Hüreyre der ki): “Allah'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var.” Şu ayet bu hadiseye işaret etmektedir: “Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzü (itibarlı bir zat) idi” (Ahzab, 69)."
751 "Ferve İbnu Müseyrk (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e bir gün: “- Ey Allah'ın Resûlü, kavminden yüz çevirenlere karşı, İslam'ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?” diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den) ayrılınca: “ Gutayfi ne yaptı.?” diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu talimatı verdi: “ Kavmini İslam'a davet et. Onlardan İslam gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle.” Der ki: Sebe kavmi hakkındaki ayetler nazil olmuştu. Bir adam sordu: “- Ey Allah'ın Resûlü, Sebe de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?” “ Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilakis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam cihetine gidip yerleşti. Şam tarafına gidenler Lahm, Cüzam, Gassan ve Amile kabilelerini ortaya çıkardılar. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmar halkını meydana getirdiler. “ Bir adam: “ Enmar da ne?” diye sordu. “ Enmar, dedi, Has'am ve Becile kabilelerinin mensup olduğu cemaattir.”"
752 "Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Allahu Teala Hazretleri semada bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teala'nın sözüne ihtiramla, melaike (aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teala nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere): “ Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da: “ Allah Teala hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur” derler. O'nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı-(En üstteki, ilahi kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kahinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilave ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlahi yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: “Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?” derler. Böylece, semada (kulak hırsız1ı