Tîn Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, otuz dört kelime ve yüz beş harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "İncir" mânâsına gelen "Tîn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından en güzel bir biçimde yaratılan insanı ele almakta; yaratılış gayesini unutanları, Yaratan'ını inkâr edenleri Allah-u Teâlâ'nın aşağıların aşağısına indireceği beyan edilmektedir.
İlk dört Âyet-i kerime'de incir, zeytin, Sinâ dağı ve Mekke-i mükerreme üzerine yemin edilerek; insanın Ahsen-i takvîm olarak yaratıldığı bildirilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; en güzel yaratıldığı halde inkâra saplanan, dini yalanlayan kişilerin esfel-i sâfilîne indirilecekleri; bir müminin de güzel amelleri karşılığında cennetlere nâil olacağı; Allah-u Teâlâ'nın hüküm verenlerin en güzeli olduğu haber verilmektedir.
Mükerrem İnsan:
Tîn sûre-i şerif'i incir ve zeytine yemin edilerek başlamaktadır.
"İncire andolsun ki!" (Tîn: 1)
Yedi yüz elliden fazla çeşidi olan incir, Kur'an-ı kerim'de zikredilen mübarek meyvelerdendir.
İncir çekirdeği çok küçüktür, fakat incir çekirdeğinde incir ağacı gizlemiştir. Bu öyle bir sırdır ki, gerçek mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Bilinen kadarıyla anlatılmaya kalkılsa yine çok uzun sürer.
"Zeytine andolsun ki!" (Tîn: 1)
Allah-u Teâlâ kan ve gübre arasından sütü çıkardığı gibi, su ile taş arasından da saf, tatlı ve faydalı olan zeytin yağını çıkarmıştır. Bütün bunların hepsi insanların faydalanmaları ve o yüce Yaratıcı'ya şükret-meleri içindir. Düşünen akıllar için bunlarda ne büyük ibretler ve hikmetler vardır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Zeytin yağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir." (İbn-i Mâce: 3320)
Nûr sûre-i şerif'inin 35. Âyet-i kerime'sinde mübarek, yani bereketli bir ağaç olduğu belirtilmiştir.
Gerek incir ve gerekse zeytin, meyvelerin en faydalılarıdır. Her ikisi de insan hayatı için hem bir gıda, hem bir şifâ deposu, hem de mühim bir ticaret metaıdır, diğer meyvelere göre faydaları pek çoktur.
"Sina dağına andolsun ki!" (Tîn: 2)
"Tûr-i sinâ", Musa Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ ile konuşma şerefine erdiği güzel bir dağdır.
Tûr sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, Müminûn sûre-i şerif'inin 20. Âyet-i kerime'sinde bu dağda yetişen zeytinden bahsedilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu dağa işaret edilmektedir.
"Bu güvenilir şehre andolsun ki!" (Tîn: 3)
Bu "Emin Belde", Muhammed Aleyhisselâm'ın doğup büyüdüğü, yaşadığı ve peygamber olarak gönderildiği Mekke-i mükerreme şehridir. Allah katında şehirlerin en şereflisi ve en muteberidir. Allah-u Teâlâ emin bir sığınak olmak üzere Kâbe-i muazzama'yı orada kurdurdu. Orayı güvenli haram bölge ve müslümanların kıblesi kıldı. Emniyet, hayatın en önemli şartlarından birisidir.
Beled sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, En'âm sûre-i şerif'inin 92. Âyet-i kerime'sinde "Şehirlerin anası" olduğu belirtilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu mübarek şehre işaret edilmektedir.
Nübüvvet nurunun aydınlattığı bu gibi mübarek yerlere yemin edilmesinin mânâsı; mukaddes yerlerin şeref ve kudsiyetini, Peygamber Aleyhimüsselâm ve Evliyâullah Hazerâtı'nın oturduğu bu beldelerdeki hayır ve bereketin tasavvurun hâricinde bir lütuf olduğunu gözler önüne sermektedir.
Allah-u Teâlâ daha sonra da bu yeminlere cevap olarak şöyle buyurmuştur:
"Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn: 4)
Allah-u Teâlâ bu beş yeminden sonra, insanı en güzel bir biçimde yarattığını beyan etmesi; bu hususa çok büyük nazar edilmesi gerektiği, Yaratıcı'nın güzelliğini, kuvvet ve kudretini insanın işitmesi ve görmesi içindir.
Âyet-i kerime'de geçen "Takvim" kelimesi; kıymet biçmek, kıymetlendirmek mânâlarına gelir. "Ahsen-i takvim" ise, büyük bir biçimlendirmenin en güzeli demek olur. Bu da, maddî ve mânevî her türlü güzelliği içine alır. Allah-u Teâlâ bedenlerin ve uzuvların yaratılışındaki hikmetlerden, faydalardan, ziynet ve meziyetlerden hiçbir kusur ve noksanlık bırakmayıp, hepsini de en mükemmel şekilde yapmıştır.
Hâlik-ı kerîm'in yarattığı en değerli varlık insandır. Göklerde ve yerde bulunan her şey insan için yaratılmıştır.
Bu Âyet-i kerime'yi daha güzel anlayabilmek için Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz'in şu beyanını okumak lâzımdır. Amma kâğıt üzerinde değil, ruhta okumak ve bunun böyle olduğunu bilmek lâzımdır.
Buyururlar ki:
"Devân sendedir bilmezsin,
Derdin de sendendir görmezsin,
Sen kendini küçücük bir cirim zannedersin,
Halbuki bütün âlemler sende dürülmüştür (de bilmezsin)."
Hazret insandaki bütün sırları açıyor. Bu böyledir. Bu beyanı okuyabilmek insana yeter.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde de:
"Andolsun ki biz Âdemoğulları'nı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)
İnsan niçin mükerremdir? Allah-u Teâlâ yarattığı için, içini ve dışını donattığı için, içinde O olduğu için mükerremdir. Binaenaleyh bu mükerrem olan insanın her organı da mükerremdir, kişiye âit değildir.
İnsanı öyle mükerrem yaratmıştır ki, kendi nurundan nur vermiş, kendi ruhundan ruh vermiş. O nur ile her şeyi biliyor, o ruh ile her şeyi görüyor.
Allah-u Teâlâ insanı öyle nimetlerle süsledi ki, bunu ancak kendisi bilir ve dilediğine bildirir.
Bu zâhirde mükerremliktir. Zâhirde mükerremlik olduğu gibi, bâtında da mükerremlik vardır.
Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurmaktadır:
"Allah size zâhir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir." (Lokman: 20)
Gerek bedenî ve organları bakımından, gerekse mânevî bakımdan insan en güzel biçimde yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ'nın verdiği bu kıymet, onun fevkalâde cismânî yapısında, eşi ve benzeri bulunmayan aklî durumunda ve ruhî bünyesinde apaçık görülmektedir.
İnsanın ruhu ilâhi nefhanın tezahürü, bedeni ise Allah-u Teâlâ'nın kudretinin surette tecellî eden eseridir.
Allah-u Teâlâ dünya mülkünde ona halifelik gibi üstün meziyet vermiştir. Ona lutfettiği yüksek kabiliyetler sayesinde, bütün varlıklar arasında en mümtaz yerini almıştır. Kâinatta ne ki yarattıysa bir insanda mevcuttur. İnsanı bir takvim hâline koymuştur.
Yeryüzündeki bütün varlıklardan üstün olma şerefini insana Allah-u Teâlâ vermiştir. Bu ancak O'nun tarafından verilen nimet ve ikramdır.
Mühim olan ise, insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini koruması, Rabb'inin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz emsalsiz nimetlerine karşı O'na nankörlük etmemesi; bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının hikmet ve değerini bilip, her birini en güzel bir şekilde kullanmaya ihtimam göstermesidir.
•
Bu noktada mühim bir hususu arzedelim:
İnsanın en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen Âyet-i kerime'nin muhatabı Muhammed Aleyhisselâm'dır. İnsan-ı kâmil, hulâsa-i insan odur.
"Asluhu nur cismuhu âdem,
Velekad kerremnâ benî âdem."
Aslı nurdur, görünüşü beşerdir.
İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların olduğu gibi bütün yaratılmışların en mükerremidir. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor.
__________________________________________________________________________________
Tîn Sûre-i Şerif'i (2)
Esfel-i Sâfilîn:
Tîn sûre-i şerif'i aynadır. Arzettiğimiz mükerremlik aynanın ön tarafıdır. Arka tarafı ise insanın esfel-i sâfilîne, ayağıların aşağısına düşmesidir.
"Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik." (Tîn: 5)
Yaratan, âzâlarla donatan, en güzel nimetlerle merzuk eden Yaratıcı'yı inkâr edip hasım kesilenlerin, hayvanlardan elli derece daha fazla aşağı dereceye düşecekleri ve kendi elleriyle cehenneme yuvarlanacakları muhakkaktır. Onların cehennemden kurtulmaları veya azaplarının hafifletilmesi diye bir şey düşünülemez. Kaçacak bir yerleri yoktur ve hiçbir fert unutulmaz.
Onlar fıtratlarını kötüye kullanan, Hâlik-ı kerîm'in varlığını gösteren eserleri görmemek için gözlerini kapayan, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmekten kaçınan münkir kimselerdir. Kalpleri katılaşmış ve kararmıştır. Küfür kilitleri ile kilitlenmiş ve kapanmıştır. Artık o kalplere ne nur girebilir ne de iman.
Allah-u Teâlâ'dan ve O'nun yüce dininden yüz çevirip küfre kayanlar, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarıldıkça sarılanlar, ilâhî dâvete kulaklarını tıkayanlar, hakikatlere gözü yumuk bakanlar, fıtratllarındaki iyilik ve güzellikleri yitirdikleri için aldandıkça aldanırlar, saptıkça saparlar. Her çirkinden daha çok çirkinleştirilirler. Sâfilinden daha çok sefil, her âdiden daha âdi, her murdardan daha iğrenç olurlar.
Dinden imandan uzaklaştığı zaman, hiçbir mahlûk o kişiden daha aşağıya düşmez. Onun yaptığını hiçbir hayvan yapmaz.
A'lâ'y-ı İlliyyîn:
Allah-u Teâlâ kâfirlerin âkıbetini anlattıktan sonra, iman edenlere verilen nimetleri beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"İman edip sâlih amel işleyenler başkadır." (Tîn: 6 - İnşikâk: 25)
Onlar Rabb'lerinin hoşnutluğunu kazanmak için, O'nun râzı olduğu şeyleri yaparlar, ibadet ve taatlarını hakkıyla yerine getirilirler. Böylece "Ahsen-i takvîm" üzerinde ömürlerini sürdürürler. Bu gerçek müminler diğerleri gibi aşağıların aşağısına indirilmezler, o derekeye sevkedilmezler, bilâkis yükseklerin yükseğine çıkırılırlar. Gıpta edilecek bir âkıbete ererler.
"Onlar için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır." (Tîn: 6 - İnşikâk: 25)
Dünyada da güzelliklerle iyiliklerle karşılaşırlar, ahirette de büyük ücretler alırlar. Öyle bir mükâfat ki, hakettiklerinden az olmaz ve sonu gelmez. İmanın ve güzel amellerin karşılığı olarak cennetlere nâil olurlar.
Hüküm Allah'ındır:
Şu husus kesin bir hükümdür ki; Allah-u Teâlâ itaatkârları sevaplar vererek mükâfatlandırır, yüz çevirenleri de azaplara çarptırarak cezâlandırır.
Ey insan!
"Artık bunlardan sonra hangi şey sana dini yalanlatabilir?" (Tîn: 7)
Dine olan ihtiyaç o derece gözler önündedir ki, inkâr edilmesi mümkün değildir. Bu hakikat böyle iken, bunları sana inkâr ettiren nedir? Dinden imandan bîhaber yaşamak kulluğun şânına yakışır mı?
Yarın hesap gelip çatacakken; gerek bugün içinde bulunduğunuz hayat nimetlerine ve gerekse yarının cezâ ve mükâfatlarına nasıl nankörlük edersiniz?
Kerîm olan, Rahîm olan Allah-u Azîmüşân'ın hüküm ve saltanatının hududundan çıkmak imkânı olmadığı halde, O'na karşı nankörlük etmeye nasıl cesaret edersiniz?
O gün gelmeden önce dünyada iken Hakk'a yönelip kulluğunuzu yaparak O'na yönelmeli değil misiniz?
"Allah hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?" (Tîn: 8)
Allah-u Teâlâ'nın dininden söz edebilmek için ancak O'nun indirdikleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O'nun hükümranlığının tecellîsi budur.
Mülk O'nundur, O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmeye hakkı ve salâhiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez. Verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf yalnız O'na âittir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:
"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)
Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, bir Âyet-i kerime'yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O'nun hükmü esastır.
Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, kitap O'nun kitabı, mülk O'nun mülküdür. O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Sekiz Âyet-i kerime, otuz dört kelime ve yüz beş harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "İncir" mânâsına gelen "Tîn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından en güzel bir biçimde yaratılan insanı ele almakta; yaratılış gayesini unutanları, Yaratan'ını inkâr edenleri Allah-u Teâlâ'nın aşağıların aşağısına indireceği beyan edilmektedir.
İlk dört Âyet-i kerime'de incir, zeytin, Sinâ dağı ve Mekke-i mükerreme üzerine yemin edilerek; insanın Ahsen-i takvîm olarak yaratıldığı bildirilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; en güzel yaratıldığı halde inkâra saplanan, dini yalanlayan kişilerin esfel-i sâfilîne indirilecekleri; bir müminin de güzel amelleri karşılığında cennetlere nâil olacağı; Allah-u Teâlâ'nın hüküm verenlerin en güzeli olduğu haber verilmektedir.
Mükerrem İnsan:
Tîn sûre-i şerif'i incir ve zeytine yemin edilerek başlamaktadır.
"İncire andolsun ki!" (Tîn: 1)
Yedi yüz elliden fazla çeşidi olan incir, Kur'an-ı kerim'de zikredilen mübarek meyvelerdendir.
İncir çekirdeği çok küçüktür, fakat incir çekirdeğinde incir ağacı gizlemiştir. Bu öyle bir sırdır ki, gerçek mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Bilinen kadarıyla anlatılmaya kalkılsa yine çok uzun sürer.
"Zeytine andolsun ki!" (Tîn: 1)
Allah-u Teâlâ kan ve gübre arasından sütü çıkardığı gibi, su ile taş arasından da saf, tatlı ve faydalı olan zeytin yağını çıkarmıştır. Bütün bunların hepsi insanların faydalanmaları ve o yüce Yaratıcı'ya şükret-meleri içindir. Düşünen akıllar için bunlarda ne büyük ibretler ve hikmetler vardır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Zeytin yağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir." (İbn-i Mâce: 3320)
Nûr sûre-i şerif'inin 35. Âyet-i kerime'sinde mübarek, yani bereketli bir ağaç olduğu belirtilmiştir.
Gerek incir ve gerekse zeytin, meyvelerin en faydalılarıdır. Her ikisi de insan hayatı için hem bir gıda, hem bir şifâ deposu, hem de mühim bir ticaret metaıdır, diğer meyvelere göre faydaları pek çoktur.
"Sina dağına andolsun ki!" (Tîn: 2)
"Tûr-i sinâ", Musa Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ ile konuşma şerefine erdiği güzel bir dağdır.
Tûr sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, Müminûn sûre-i şerif'inin 20. Âyet-i kerime'sinde bu dağda yetişen zeytinden bahsedilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu dağa işaret edilmektedir.
"Bu güvenilir şehre andolsun ki!" (Tîn: 3)
Bu "Emin Belde", Muhammed Aleyhisselâm'ın doğup büyüdüğü, yaşadığı ve peygamber olarak gönderildiği Mekke-i mükerreme şehridir. Allah katında şehirlerin en şereflisi ve en muteberidir. Allah-u Teâlâ emin bir sığınak olmak üzere Kâbe-i muazzama'yı orada kurdurdu. Orayı güvenli haram bölge ve müslümanların kıblesi kıldı. Emniyet, hayatın en önemli şartlarından birisidir.
Beled sûre-i şerif'inın 1. Âyet-i kerime'sinde de bu mübarek dağa yemin edilmekte, En'âm sûre-i şerif'inin 92. Âyet-i kerime'sinde "Şehirlerin anası" olduğu belirtilmekte, yine bazı Âyet-i kerime'lerde bu mübarek şehre işaret edilmektedir.
Nübüvvet nurunun aydınlattığı bu gibi mübarek yerlere yemin edilmesinin mânâsı; mukaddes yerlerin şeref ve kudsiyetini, Peygamber Aleyhimüsselâm ve Evliyâullah Hazerâtı'nın oturduğu bu beldelerdeki hayır ve bereketin tasavvurun hâricinde bir lütuf olduğunu gözler önüne sermektedir.
Allah-u Teâlâ daha sonra da bu yeminlere cevap olarak şöyle buyurmuştur:
"Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn: 4)
Allah-u Teâlâ bu beş yeminden sonra, insanı en güzel bir biçimde yarattığını beyan etmesi; bu hususa çok büyük nazar edilmesi gerektiği, Yaratıcı'nın güzelliğini, kuvvet ve kudretini insanın işitmesi ve görmesi içindir.
Âyet-i kerime'de geçen "Takvim" kelimesi; kıymet biçmek, kıymetlendirmek mânâlarına gelir. "Ahsen-i takvim" ise, büyük bir biçimlendirmenin en güzeli demek olur. Bu da, maddî ve mânevî her türlü güzelliği içine alır. Allah-u Teâlâ bedenlerin ve uzuvların yaratılışındaki hikmetlerden, faydalardan, ziynet ve meziyetlerden hiçbir kusur ve noksanlık bırakmayıp, hepsini de en mükemmel şekilde yapmıştır.
Hâlik-ı kerîm'in yarattığı en değerli varlık insandır. Göklerde ve yerde bulunan her şey insan için yaratılmıştır.
Bu Âyet-i kerime'yi daha güzel anlayabilmek için Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz'in şu beyanını okumak lâzımdır. Amma kâğıt üzerinde değil, ruhta okumak ve bunun böyle olduğunu bilmek lâzımdır.
Buyururlar ki:
"Devân sendedir bilmezsin,
Derdin de sendendir görmezsin,
Sen kendini küçücük bir cirim zannedersin,
Halbuki bütün âlemler sende dürülmüştür (de bilmezsin)."
Hazret insandaki bütün sırları açıyor. Bu böyledir. Bu beyanı okuyabilmek insana yeter.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde de:
"Andolsun ki biz Âdemoğulları'nı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)
İnsan niçin mükerremdir? Allah-u Teâlâ yarattığı için, içini ve dışını donattığı için, içinde O olduğu için mükerremdir. Binaenaleyh bu mükerrem olan insanın her organı da mükerremdir, kişiye âit değildir.
İnsanı öyle mükerrem yaratmıştır ki, kendi nurundan nur vermiş, kendi ruhundan ruh vermiş. O nur ile her şeyi biliyor, o ruh ile her şeyi görüyor.
Allah-u Teâlâ insanı öyle nimetlerle süsledi ki, bunu ancak kendisi bilir ve dilediğine bildirir.
Bu zâhirde mükerremliktir. Zâhirde mükerremlik olduğu gibi, bâtında da mükerremlik vardır.
Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurmaktadır:
"Allah size zâhir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir." (Lokman: 20)
Gerek bedenî ve organları bakımından, gerekse mânevî bakımdan insan en güzel biçimde yaratılmıştır. Allah-u Teâlâ'nın verdiği bu kıymet, onun fevkalâde cismânî yapısında, eşi ve benzeri bulunmayan aklî durumunda ve ruhî bünyesinde apaçık görülmektedir.
İnsanın ruhu ilâhi nefhanın tezahürü, bedeni ise Allah-u Teâlâ'nın kudretinin surette tecellî eden eseridir.
Allah-u Teâlâ dünya mülkünde ona halifelik gibi üstün meziyet vermiştir. Ona lutfettiği yüksek kabiliyetler sayesinde, bütün varlıklar arasında en mümtaz yerini almıştır. Kâinatta ne ki yarattıysa bir insanda mevcuttur. İnsanı bir takvim hâline koymuştur.
Yeryüzündeki bütün varlıklardan üstün olma şerefini insana Allah-u Teâlâ vermiştir. Bu ancak O'nun tarafından verilen nimet ve ikramdır.
Mühim olan ise, insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini koruması, Rabb'inin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz emsalsiz nimetlerine karşı O'na nankörlük etmemesi; bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının hikmet ve değerini bilip, her birini en güzel bir şekilde kullanmaya ihtimam göstermesidir.
•
Bu noktada mühim bir hususu arzedelim:
İnsanın en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen Âyet-i kerime'nin muhatabı Muhammed Aleyhisselâm'dır. İnsan-ı kâmil, hulâsa-i insan odur.
"Asluhu nur cismuhu âdem,
Velekad kerremnâ benî âdem."
Aslı nurdur, görünüşü beşerdir.
İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların olduğu gibi bütün yaratılmışların en mükerremidir. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor.
__________________________________________________________________________________
Tîn Sûre-i Şerif'i (2)
Esfel-i Sâfilîn:
Tîn sûre-i şerif'i aynadır. Arzettiğimiz mükerremlik aynanın ön tarafıdır. Arka tarafı ise insanın esfel-i sâfilîne, ayağıların aşağısına düşmesidir.
"Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik." (Tîn: 5)
Yaratan, âzâlarla donatan, en güzel nimetlerle merzuk eden Yaratıcı'yı inkâr edip hasım kesilenlerin, hayvanlardan elli derece daha fazla aşağı dereceye düşecekleri ve kendi elleriyle cehenneme yuvarlanacakları muhakkaktır. Onların cehennemden kurtulmaları veya azaplarının hafifletilmesi diye bir şey düşünülemez. Kaçacak bir yerleri yoktur ve hiçbir fert unutulmaz.
Onlar fıtratlarını kötüye kullanan, Hâlik-ı kerîm'in varlığını gösteren eserleri görmemek için gözlerini kapayan, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmekten kaçınan münkir kimselerdir. Kalpleri katılaşmış ve kararmıştır. Küfür kilitleri ile kilitlenmiş ve kapanmıştır. Artık o kalplere ne nur girebilir ne de iman.
Allah-u Teâlâ'dan ve O'nun yüce dininden yüz çevirip küfre kayanlar, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarıldıkça sarılanlar, ilâhî dâvete kulaklarını tıkayanlar, hakikatlere gözü yumuk bakanlar, fıtratllarındaki iyilik ve güzellikleri yitirdikleri için aldandıkça aldanırlar, saptıkça saparlar. Her çirkinden daha çok çirkinleştirilirler. Sâfilinden daha çok sefil, her âdiden daha âdi, her murdardan daha iğrenç olurlar.
Dinden imandan uzaklaştığı zaman, hiçbir mahlûk o kişiden daha aşağıya düşmez. Onun yaptığını hiçbir hayvan yapmaz.
A'lâ'y-ı İlliyyîn:
Allah-u Teâlâ kâfirlerin âkıbetini anlattıktan sonra, iman edenlere verilen nimetleri beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"İman edip sâlih amel işleyenler başkadır." (Tîn: 6 - İnşikâk: 25)
Onlar Rabb'lerinin hoşnutluğunu kazanmak için, O'nun râzı olduğu şeyleri yaparlar, ibadet ve taatlarını hakkıyla yerine getirilirler. Böylece "Ahsen-i takvîm" üzerinde ömürlerini sürdürürler. Bu gerçek müminler diğerleri gibi aşağıların aşağısına indirilmezler, o derekeye sevkedilmezler, bilâkis yükseklerin yükseğine çıkırılırlar. Gıpta edilecek bir âkıbete ererler.
"Onlar için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır." (Tîn: 6 - İnşikâk: 25)
Dünyada da güzelliklerle iyiliklerle karşılaşırlar, ahirette de büyük ücretler alırlar. Öyle bir mükâfat ki, hakettiklerinden az olmaz ve sonu gelmez. İmanın ve güzel amellerin karşılığı olarak cennetlere nâil olurlar.
Hüküm Allah'ındır:
Şu husus kesin bir hükümdür ki; Allah-u Teâlâ itaatkârları sevaplar vererek mükâfatlandırır, yüz çevirenleri de azaplara çarptırarak cezâlandırır.
Ey insan!
"Artık bunlardan sonra hangi şey sana dini yalanlatabilir?" (Tîn: 7)
Dine olan ihtiyaç o derece gözler önündedir ki, inkâr edilmesi mümkün değildir. Bu hakikat böyle iken, bunları sana inkâr ettiren nedir? Dinden imandan bîhaber yaşamak kulluğun şânına yakışır mı?
Yarın hesap gelip çatacakken; gerek bugün içinde bulunduğunuz hayat nimetlerine ve gerekse yarının cezâ ve mükâfatlarına nasıl nankörlük edersiniz?
Kerîm olan, Rahîm olan Allah-u Azîmüşân'ın hüküm ve saltanatının hududundan çıkmak imkânı olmadığı halde, O'na karşı nankörlük etmeye nasıl cesaret edersiniz?
O gün gelmeden önce dünyada iken Hakk'a yönelip kulluğunuzu yaparak O'na yönelmeli değil misiniz?
"Allah hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?" (Tîn: 8)
Allah-u Teâlâ'nın dininden söz edebilmek için ancak O'nun indirdikleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O'nun hükümranlığının tecellîsi budur.
Mülk O'nundur, O'ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmeye hakkı ve salâhiyeti yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez. Verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf yalnız O'na âittir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:
"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)
Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, bir Âyet-i kerime'yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O'nun hükmü esastır.
Söz O'nun sözü, hüküm O'nun hükmü, kitap O'nun kitabı, mülk O'nun mülküdür. O'nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh