HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Ağır Söz
Önce Nebi Sonra Resul:
İlk vahyin gelişinden sonra uzun bir müddet Cebrâil Aleyhisselâm ikinci bir vahiy getirmedi. Bu devreye “Fetret-i vahy” denir. Bu ara uzadıkça Resulullah Aleyhisselâm’ın üzüntüsü artmaya başladı. Allah-u Teâlâ’nın vahyini yeniden müşahede edebilmenin hasretiyle kendisinden öyle geçiyordu ki; bazen Sebir dağına, bazen de ilk vahyin geldiği Hira dağı tepelerine çıkıp geziyordu. Büyük bir teessür ve ümitsizlik içinde oralarda ölmeyi istedikçe Cebrâil Aleyhisselâm görünüp: “Yâ Muhammed! Sen Allah’ın Peygamber’isin!” der, üzüntüsünü yatıştırırdı. Aradan biraz zaman geçince tekrar aynı hâl olurdu.
Onun bu hâli, vahiy gelmeden önce Hira mağarası’ndaki hâline benziyordu.
Nihayet beklenen zaman geldi, Fetret-i vahy bitti. Resulullah Aleyhisselâm Bathâ denilen bir yerde bulunduğu sırada Cebrâil Aleyhisselâm kendisine Allah-u Teâlâ’nın onu yaratmış olduğu aslî suretinde görünmüştür. Onun altı yüz kanadı vardı ve yaratılışının büyüklüğü ufku kaplamıştı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki onu apaçık ufukta görmüştür.” (Tekvir: 23)
Aslî suretinde ikinci defa görmesi ise gökte, Sidre-i müntehâ’da olmuştur. Resulullah Aleyhisselâm’dan başka hiçbir peygamber Cebrâil Aleyhisselâm’ı hakiki şeklinde görmemiştir.
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vahiylerin arasının kesildiği devreden bahsederken şöyle buyurmuşlardı:
“Bir defasında yolda gidiyordum. Birden bire gökyüzünden bir ses işittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira’da bana gelen melek, gök ile yer arasında bir kürsü üzerinde oturup duruyor. Pek korktum. Eve gidip: ‘Beni örtünüz, beni örtünüz!’ dedim, beni bir örtüye sardılar.
O sırada Allah-u Teâlâ bana şu âyetleri indirdi:
“Ey bürünüp sarınan! Kalk da (insanları) uyar. Sadece Rabb’ini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeylerden uzak dur!” (Müddessir: 1-5)
Bundan sonra vahiyler arka arkaya gelmeye başladı.” (Müslim: 161)
Ve bir daha da kesilmeden devam etti.
Allah-u Teâlâ’nın Resulullah Aleyhisselâm’a örtüye bürünmesiyle ilgili sıfat olan “Müddessir” gibi lâtif bir üslup ile hitap etmesi; incelik, zerafet, sevgi ve şefkate delâlet etmektedir.
Bu Âyet-i kerime’ler Resulullah Aleyhisselâm’a peygamberlik vazifesini yerine getirmesi ve halkı uyarması için verilen ilk emirdi. Uyarma emrinin arkasından Allah-u Teâlâ’yı yüceltme emrinin gelmesi; O’nu en büyük tanımadan, O’nu yüceltmeden uyarma vazifesinin yapılamayacağına işaret etmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm bu emri aldığında, çevresindeki insanlar müşrik idiler. Mekke şirkin merkezi durumunda olup Beytullah’ın içi putlarla doldurulmuştu. Müşrikler bu mabedin bekçiliğini yapıyorlardı. Böyle bir yerde tek başına şirke karşı çıkmak çok tehlikeli bir işti. Fakat şu bir gerçektir ki, Allah-u Teâlâ’nın azamet ve ululuğu bir gönüle yerleştikten sonra; değil o çevrenin halkı, bütün insanlar karşı koysalar hiçbir önemi yoktur. Karşı çıkan güçlerin, eninde sonunda hezimete uğrayacakları şüphesizdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kırk yaşlarında iken “Oku!” emri nâzil olduğunda “Nebi” olmuş, henüz başkalarına dini tebliğ ile vazifelendirilmemişti. Bir müddet aradan sonra vahyin yeniden başlamasıyla inen Müddessir sûre-i şerif’inin Âyet-i kerime’leri ile risalet geldi ve “Resullük” devri başladı. Ümmetine Beşîr ve Nezîr, müjdeleyici ve korkutucu oldu. Bu yeni dini bütün insanlığa tebliğ etmekle görevlendirildi, geçmiş şeriatlerin hükümleri yürürlükten kaldırıldı.
Ancak âşikâr dâvet henüz emredilmemişti.
Ağır Söz:
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini büyük emaneti taşımak için hazırlamıştı. O seçkin Peygamber’i tanıtmak ve gizlilikten açığa çıkarmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Ey örtüsüne bürünen (Resul’üm)! Gecenin bir kısmı hariç olmak üzere kalk! Gecenin yarısında, yahut ondan biraz eksilt. Veyahut üzerine biraz artır. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, tertil üzere oku! Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil: 1-5)
Dayanılması ve uygulaması çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbikini ve uygulamasını sana emredeceğiz. Sana yüklediğimiz ağır sözü taşıyabilmen için sende tahammül gücü gelişsin.
•
Müslim’in rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm ilâhî vahyi tebliğ ettiği zaman, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz herhangi birşey kaçırmamak için çok defa dilini dudaklarını harekete getirirdi. Vahiy kendisine şiddet verirdi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şu Âyet-i kerime’leri indirdi:
“Resul’üm! Onu hemen ezberlemek için acele ederek dilini kıpırdatma.” (Kıyâmet: 16)
Vahyolunacak âyetler hafızanda tekerrür edecek ve kalbini nurlandıracaktır.
“Şüphesiz ki onu (ezberinde) toplamak ve okutmak bize âittir.” (Kıyâmet: 17)
Onu sana indiren okutacaktır. Öyle ki onun mânâlarından hiçbir şey sana gizli kalmaz.
“O halde biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.” (Kıyâmet: 18)
Ardınca yavaş yavaş oku. Kalbinde tesbit ettiğimiz zaman da onu uygula, gereğince amel et.
“Sonra onu açıklamak bize âittir.” (Kıyâmet: 19)
Anlamakta zorluk çektiğin mânâ ve hükümleri, ihtiyaç duyuldukça biz sana açıklarız.
Bundan sonra artık Cebrâil Aleyhisselâm geldiği zaman sükut eder, o gidince Allah-u Teâlâ’nın vaad buyurduğu şekilde okurdu. (Müslim: 448)
Nitekim diğer Âyet-i kerime’lerde de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Sana onun vahyi bitmeden, Kur’an’ı okumakta acele etme!” (Tâhâ: 114)
Hepsi de kalbini olduğu gibi tenvir ve tezyin edecektir.
“Seni en kolaya muvaffak kılacağız.” (A’lâ: 8)
Her hususta en kolay yola erdireceğiz.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Ağır Söz
Önce Nebi Sonra Resul:
İlk vahyin gelişinden sonra uzun bir müddet Cebrâil Aleyhisselâm ikinci bir vahiy getirmedi. Bu devreye “Fetret-i vahy” denir. Bu ara uzadıkça Resulullah Aleyhisselâm’ın üzüntüsü artmaya başladı. Allah-u Teâlâ’nın vahyini yeniden müşahede edebilmenin hasretiyle kendisinden öyle geçiyordu ki; bazen Sebir dağına, bazen de ilk vahyin geldiği Hira dağı tepelerine çıkıp geziyordu. Büyük bir teessür ve ümitsizlik içinde oralarda ölmeyi istedikçe Cebrâil Aleyhisselâm görünüp: “Yâ Muhammed! Sen Allah’ın Peygamber’isin!” der, üzüntüsünü yatıştırırdı. Aradan biraz zaman geçince tekrar aynı hâl olurdu.
Onun bu hâli, vahiy gelmeden önce Hira mağarası’ndaki hâline benziyordu.
Nihayet beklenen zaman geldi, Fetret-i vahy bitti. Resulullah Aleyhisselâm Bathâ denilen bir yerde bulunduğu sırada Cebrâil Aleyhisselâm kendisine Allah-u Teâlâ’nın onu yaratmış olduğu aslî suretinde görünmüştür. Onun altı yüz kanadı vardı ve yaratılışının büyüklüğü ufku kaplamıştı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki onu apaçık ufukta görmüştür.” (Tekvir: 23)
Aslî suretinde ikinci defa görmesi ise gökte, Sidre-i müntehâ’da olmuştur. Resulullah Aleyhisselâm’dan başka hiçbir peygamber Cebrâil Aleyhisselâm’ı hakiki şeklinde görmemiştir.
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vahiylerin arasının kesildiği devreden bahsederken şöyle buyurmuşlardı:
“Bir defasında yolda gidiyordum. Birden bire gökyüzünden bir ses işittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira’da bana gelen melek, gök ile yer arasında bir kürsü üzerinde oturup duruyor. Pek korktum. Eve gidip: ‘Beni örtünüz, beni örtünüz!’ dedim, beni bir örtüye sardılar.
O sırada Allah-u Teâlâ bana şu âyetleri indirdi:
“Ey bürünüp sarınan! Kalk da (insanları) uyar. Sadece Rabb’ini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeylerden uzak dur!” (Müddessir: 1-5)
Bundan sonra vahiyler arka arkaya gelmeye başladı.” (Müslim: 161)
Ve bir daha da kesilmeden devam etti.
Allah-u Teâlâ’nın Resulullah Aleyhisselâm’a örtüye bürünmesiyle ilgili sıfat olan “Müddessir” gibi lâtif bir üslup ile hitap etmesi; incelik, zerafet, sevgi ve şefkate delâlet etmektedir.
Bu Âyet-i kerime’ler Resulullah Aleyhisselâm’a peygamberlik vazifesini yerine getirmesi ve halkı uyarması için verilen ilk emirdi. Uyarma emrinin arkasından Allah-u Teâlâ’yı yüceltme emrinin gelmesi; O’nu en büyük tanımadan, O’nu yüceltmeden uyarma vazifesinin yapılamayacağına işaret etmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm bu emri aldığında, çevresindeki insanlar müşrik idiler. Mekke şirkin merkezi durumunda olup Beytullah’ın içi putlarla doldurulmuştu. Müşrikler bu mabedin bekçiliğini yapıyorlardı. Böyle bir yerde tek başına şirke karşı çıkmak çok tehlikeli bir işti. Fakat şu bir gerçektir ki, Allah-u Teâlâ’nın azamet ve ululuğu bir gönüle yerleştikten sonra; değil o çevrenin halkı, bütün insanlar karşı koysalar hiçbir önemi yoktur. Karşı çıkan güçlerin, eninde sonunda hezimete uğrayacakları şüphesizdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kırk yaşlarında iken “Oku!” emri nâzil olduğunda “Nebi” olmuş, henüz başkalarına dini tebliğ ile vazifelendirilmemişti. Bir müddet aradan sonra vahyin yeniden başlamasıyla inen Müddessir sûre-i şerif’inin Âyet-i kerime’leri ile risalet geldi ve “Resullük” devri başladı. Ümmetine Beşîr ve Nezîr, müjdeleyici ve korkutucu oldu. Bu yeni dini bütün insanlığa tebliğ etmekle görevlendirildi, geçmiş şeriatlerin hükümleri yürürlükten kaldırıldı.
Ancak âşikâr dâvet henüz emredilmemişti.
Ağır Söz:
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini büyük emaneti taşımak için hazırlamıştı. O seçkin Peygamber’i tanıtmak ve gizlilikten açığa çıkarmak üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurdu:
“Ey örtüsüne bürünen (Resul’üm)! Gecenin bir kısmı hariç olmak üzere kalk! Gecenin yarısında, yahut ondan biraz eksilt. Veyahut üzerine biraz artır. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, tertil üzere oku! Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil: 1-5)
Dayanılması ve uygulaması çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbikini ve uygulamasını sana emredeceğiz. Sana yüklediğimiz ağır sözü taşıyabilmen için sende tahammül gücü gelişsin.
•
Müslim’in rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm ilâhî vahyi tebliğ ettiği zaman, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz herhangi birşey kaçırmamak için çok defa dilini dudaklarını harekete getirirdi. Vahiy kendisine şiddet verirdi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şu Âyet-i kerime’leri indirdi:
“Resul’üm! Onu hemen ezberlemek için acele ederek dilini kıpırdatma.” (Kıyâmet: 16)
Vahyolunacak âyetler hafızanda tekerrür edecek ve kalbini nurlandıracaktır.
“Şüphesiz ki onu (ezberinde) toplamak ve okutmak bize âittir.” (Kıyâmet: 17)
Onu sana indiren okutacaktır. Öyle ki onun mânâlarından hiçbir şey sana gizli kalmaz.
“O halde biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.” (Kıyâmet: 18)
Ardınca yavaş yavaş oku. Kalbinde tesbit ettiğimiz zaman da onu uygula, gereğince amel et.
“Sonra onu açıklamak bize âittir.” (Kıyâmet: 19)
Anlamakta zorluk çektiğin mânâ ve hükümleri, ihtiyaç duyuldukça biz sana açıklarız.
Bundan sonra artık Cebrâil Aleyhisselâm geldiği zaman sükut eder, o gidince Allah-u Teâlâ’nın vaad buyurduğu şekilde okurdu. (Müslim: 448)
Nitekim diğer Âyet-i kerime’lerde de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Sana onun vahyi bitmeden, Kur’an’ı okumakta acele etme!” (Tâhâ: 114)
Hepsi de kalbini olduğu gibi tenvir ve tezyin edecektir.
“Seni en kolaya muvaffak kılacağız.” (A’lâ: 8)
Her hususta en kolay yola erdireceğiz.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh