Ğâşiye Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On dokuz Âyet-i kerime, doksan iki kelime ve üç yüz seksen bir harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen ve: "Ansızın gelip insanı saran üzücü ya da sevindirici hâdise." mânâsına gelen "Ğâşiye" kelimesinden alır.
Resulullah Aleyhisselâm Cuma ve Bayram namazlarında "Ğâşiye" sûre-i şerif'ini okuduğu rivâyet edilmiştir.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle, ahirette müminlerin ve kâfirlerin yollarının ayrılacağını, sonra da hakettikleri yerlere gideceklerini beyan etmektedir.
Sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar kıyamet gününün korkunç durumları, cehennem sakinlerinin başına gelecek dehşet verici sıkıntılar ve azaplar anlatılmaktadır.
On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar cennet sakinlerinin karşılaşacakları sonsuz mutluluklar haber verilmektedir.
Yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azametinin bazı belgeleri gözler önüne serilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; hidayete dâvetin önemi açıklanmakta, Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetine sırt çevirenler taraf-ı ilâhîden tehdit edilmektedir.
Kıyamet Haberi ve Cehennemlikler:
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
"Her şeyi sarıp kaplayacak olan o felâketin haberi sana geldi mi?" (Ğâşiye: 1)
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan "Ahiret inancı"nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
"Birtakım yüzler o gün zillete bürünmüştür." (Ğâşiye: 2)
Bunlar kâfirlerin, münâfıkların yüzleridir. Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak gerek vücutlarını, gerekse yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.
"Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur." (Ğâşiye: 3)
Dünyada iken Allah için yaptıkları hiçbir iş olmadı. Sadece geçici bir dünya için, şeytan yolunda çalıştılar, nefislerinin arzusu için yoruldular, fakat ahiret hayatları için hiçbir sermaye elde edemediler. Tek kelime ile boşuna zahmet çektiler.
Bunun neticesi olarak da:
"Kızışmış ateşe girerler." (Ğâşiye: 4)
Şimdi de Allah'tan tarafa olmamanın, bâtıl dinlere uymanın, bozuk fikirler peşinde koşmanın cezâsını çekiyorlar. Tutuşturulmuş şiddetli ateş onları her taraftan kuşatmıştır. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.
Onlara ayrıca, tahammül edilmeyecek derecede kaynar ve fokurdayan bir çeşmeden içirilir.
"Kızgın bir kaynaktan içirilirler." (Ğâşiye: 5)
Bu sular karınlarındaki bağırsakları paramparça eder. Bütün bu cezâlara Hakk'tan yüz çevirmeleri ve inkârları sebep olmuştur. Ne kadar yardım isterlerse istesinler, kendilerine yardım edilmez. Yardım edilmiş olsa bile, kendilerine öyle bir su verilir ki, içmek isteyip de ağızlarına doğru yaklaştırmış olsalar, hararetinin şiddetinden yüzleri kavrulur, yüzlerinin derileri soyulur.
"Zehirli ve dikenli bir bitkiden başka yiyecekleri yoktur." (Ğâşiye: 6)
Zakkumdan başka cehennemde bir de Dari' vardır ki, hiçbir hayvanın ağızını uzatıp yaklaşamadığı, yere yapışık dikenli bir bitkidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde onun sibir otundan daha acı, leşten daha pis kokulu, ateşten de daha hararetli olduğunu beyan buyurmuşlardır.
"O ne besler, ne de açlığı giderir." (Ğâşiye: 7)
Bu ateşten bitkiler onları beslemek için değil, azap vermek ve azaplarını artırmak için yetişir ve çoğalırlar.
Çeşit çeşit cezâlar olduğu gibi, cezâ verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı ayrı cezâlar vardır. Bir kısmının yiyeceği "Zakkum" olurken bir kısmının ki "Dari'" olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
___________________________________________________________________________________
Ğâşiye Sûre-i Şerif'i (2)
Kıyamet Gününde Cennetlikler:
Müminlerin dünyada iken Allah-u Teâlâ'dan ve kıyamet gününün dehşetinden korkmalarına mukabil, Allah-u Teâlâ onları o günün şerrinden ve sıkıntılarından koruyacaktır. Cehennemdekiler dehşet ve azap içinde boğuşurlarken cennettekiler emniyet içinde istirahat etmektedirler.
Yüzlerinde sevinç ve mutluluk parıldar, olanca güzelliği ile nurları yüzlerine vurur.
"O gün birtakım yüzler de vardır ki; nimet içinde mutludurlar." (Ğâşiye: 8)
İlâhî iltifata nâil olmanın verdiği huzur yüzlerinde tezahur etmektedir. Orada ölümden, cennetten çıkarılmaktan, her türlü üzüntü, korku, yorgunluk, zahmet ve diğer musibetlerden emindirler.
"Çalışmalarından ötürü hoşnutturlar." (Ğâşiye: 9)
Yaptıklarının karşılığını ve Allah-u Teâlâ'nın kendilerinden râzı olduğunu görünce son derece memnun ve mutlu olurlar. Çektikleri bütün meşakkatleri ve sıkıntıları bütünüyle unuturlar. Her şeyi diledikleri gibi bulurlar ve her dileklerinin yerine getirildiğini görürler.
"Onlar yüksek bir cennettedirler." (Ğâşiye: 10)
Vücutlarını da gönüllerini de kaplayan huzur ve huşu ile o yüksek derecelerdeki yerlerini alırlar.
"Orada hoşa gitmeyen boş bir söz dahi işitmezler." (Ğâşiye: 11)
Hikmetle konuşurlar, tatlı sözlerle sohbet ederler. Birbirilerinden boş sözler, dedikodular, gevezelikler, lâubâlilikler duymazlar. Aralarında çekişme ve sürtüşme olmaz. Bu bile başlı başına bir nimettir. Dünyada iken insanların lüzumsuz yere yaptıkları münakaşalar, sen-ben kavgaları gözönüne getirildiğinde bu nimet daha iyi anlaşılır.
"Orada akıcı bir kaynak vardır." (Ğâşiye: 12)
Tadı gibi rengi de güzeldir, hiçbir zaman kesilmez. Çok nefis ve lezzetlidir. Başağrısı yapmaz, şuuru zedelemez, aklı gidermez. Tatlı bir rehavet ve uzun süre neşe verir.
Orada hiç kimse susuzluk görmez ve hiç susamaz. İçmek isteyen zevk için içer. Ayrıca onları seyrederek de zevk alırlar. Bu kaynakların akışlarını seyretmek bile insana ayrı bir huzur verir.
"Orada yükseltilmiş tahtlar vardır." (Ğâşiye: 13)
Huzur ve emniyet içinde oturacakları ve uzanıp uyuyacakları yüksekçe öyle tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Oturdukları yerden diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler.
"Önlerine konulmuş kadehler vardır." (Ğâşiye: 14)
İçmelerine hazırlanmış olarak sürekli önlerinde bulunur, isteme ihtiyacı bile hissetmezler. Cennetin göz ve gönül dolduran nimetleri karşısında hayran kalırlar. Ruhen ve cismen nurlanırlar. Yüzlerindeki beşaşeti, onlara bakan herkes görür.
"Sıra sıra dizilmiş yastıklar." (Ğâşiye: 15)
Nefis tahtların ve koltukların yanısıra ayrıca kişilerin üzerine oturup koltuğunda dayanacakları döşekler, yastıklar ve halılar da mevcuttur. Nerede oturmak isterse, birinin üzerine oturur, diğerine yaslanır.
"Serilmiş yumuşak tüylü nefis halılar." (Ğâşiye: 16)
Yerlere serilmiş ince tüylü, ince püsküllü yumuşacık halılar, güzelliğin ve zerafetin bütün inceliklerini taşırlar. Cennette ne bir toz ne de bir kir olmadığı için üzerlerinde tozdan ve kirden eser bulunmaz.
Allah-u Teâlâ bunları herkesten gizlemiştir. Değil hepsini, bir tanesini bile bilen yoktur, yalnız kendisi bilir.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Sâlih kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin gönlünden bile geçirmediği nimetler hazırladım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1720)
Tefekkür:
Allah-u Teâlâ kullarına, yüce kudretine delâlet eden yaratıklarına ibretle bakmalarını emrederek şöyle buyurur:
"Develere bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmış?" (Ğâşiye: 17)
Bir çok hayvanın yaratılışına benzemeyen ne ilgi çekici yaratılışı var. İri cüsseli ve son derece güçlü kuvvetli olmasına rağmen, ağır yükleri taşımak için yumuşak başlıdır. Eti yenir, sütü içilir, yününden yararlanılır. Küçük bir çocuk bile olsa, yularından çeken herkese itaat edecek bir yaratılışa sahiptir. Başka hayvanların yetinmediği çok az bir yemle yetinerek ağır yüklerle uzun yolculuklara ve günlerce susuzluğa dayanır. Kolayca beslenir, hiçbir külfeti bulunmaz. Çölde bir defa yürüdüğü yolu ve yönü unutmaz. Devenin dışında bu özelliklere sahip başka bir hayvan yoktur.
"Göğün nasıl yükseltildiğine (bakmıyorlar mı?)" (Ğâşiye: 18)
Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.
"Dağların nasıl dikildiğine?" (Ğaşiye: 19)
Yeryüzünde sarsılmayacak bir şekilde sağlam ve sâbit olarak nasıl duruyorlar?
Dağların yaratılması, insan hayatına sayısız nimetleri de beraberinde getirmiştir. Üstünde yetişen bitki çeşitlerinin zenginliği, havasının temizliği, insan sağlığı için çok lüzumlu olan oksijeni yayması, kirli havayı temizlemesi, her mevsimde değişen görüntüsü ayrı bir özellik arzetmektedir.
Bütün bunlar kör bir tesadüfün eseri olamaz. İlâhî kudret olmasa kuru toprakta otlar biter miydi, aynı sudan değişik hayatlar meydana gelir miydi?
"Yeryüzünün nasıl yayıldığına?" (Ğâşiye: 20)
Nasıl yayılıp döşenmiş? Bunu böyle yayıp serenler insanlar değildir. İnsanlar olmazdan önce de yeryüzü yaygındı. Âdem Aleyhisselâm'dan bugüne kadar gelip geçmiş bütün canlılara döşeklik yapan yeryüzü, bundan sonra da kıyamete kadar bu vazifesini yapmaya devam edecektir.
Yeryüzünün, başta insan olmak üzere mevcut canlıların yaşamasına uygun ölçü ve şartlarda yaratılması bir tesadüf değil, çok mükemmel bir plân ve programın mahsulüdür.
İmanı olanlar gökleri ve yeri, onlardaki en ince yaratılış sırlarını tefekkür ederek, işaret ettikleri ilâhî hikmetleri anlayarak, ona göre güzel güzel ameller yapmaya gayret ederler, imanlarına iman katarlar.
Her Fırsatta Öğüt:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine öğüt ve nasihatte bulunmasını emir buyurmuştur:
"Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin." (Ğâşiye: 21)
Senin vazifen ancak bir tebliğdir. Sen hakikatleri onlara duyurmaya ve hatırlatmaya memursun. Kötü âkıbetlerini haber verip korkutmak ve uyarmak üzere gönderilmiş bir peygambersin.
"Onların üzerinde zorlayıcı değilsin." (Ğâşiye: 22)
Sen tebliğ ettiğin şeyleri onlara zorla kabul ettirmekle yükümlü değilsin. Tebliğ ve ikaz vazifeni hakkıyla yerine getirdikten sonra artık müsterih ol, onların kabul etmemelerinden dolayı üzülme. Vazifene sabırla ve azimle devam et.
"Ancak kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azap ile cezâlandırır." (Ğâşiye: 23-24)
Ki en büyük azap cehennem azabıdır. Çünkü küfrün cezâsı bütün cezâların üstündedir. Bununla beraber böyle bir kâfir daha dünyada iken de nice azaplara maruz kalabilir. O ise, ahiret azabına nispetle küçük kalır.
"Doğrusu onların dönüşü bizedir." (Ğâşiye: 25)
Onların, hükmünü her şeye geçiren ve intikam almaya gücü yeten Allah'tan başka dönecekleri kimse yoktur.
"Sonra onların hesabını görmek de bize âittir." (Ğâşiye: 26)
Ne kadar yüz çevirseler, ne kadar kaçmaya çalışsalar, en sonunda huzur-u ilâhî'ye varacaklardır. Dolayısıyla o en büyük azaptan kurtulmalarına imkân ve ihtimal yoktur.
Hiçbir kimsenin hiçbir hâli O'na gizli değildir. Tasdik edeni de, tekzip edeni de, münâfık olanı da, muvafık olanı da en iyi şekilde bilir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On dokuz Âyet-i kerime, doksan iki kelime ve üç yüz seksen bir harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen ve: "Ansızın gelip insanı saran üzücü ya da sevindirici hâdise." mânâsına gelen "Ğâşiye" kelimesinden alır.
Resulullah Aleyhisselâm Cuma ve Bayram namazlarında "Ğâşiye" sûre-i şerif'ini okuduğu rivâyet edilmiştir.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle, ahirette müminlerin ve kâfirlerin yollarının ayrılacağını, sonra da hakettikleri yerlere gideceklerini beyan etmektedir.
Sekizinci Âyet-i kerime'ye kadar kıyamet gününün korkunç durumları, cehennem sakinlerinin başına gelecek dehşet verici sıkıntılar ve azaplar anlatılmaktadır.
On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar cennet sakinlerinin karşılaşacakları sonsuz mutluluklar haber verilmektedir.
Yirmi birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azametinin bazı belgeleri gözler önüne serilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise; hidayete dâvetin önemi açıklanmakta, Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetine sırt çevirenler taraf-ı ilâhîden tehdit edilmektedir.
Kıyamet Haberi ve Cehennemlikler:
Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacaktır.
"Her şeyi sarıp kaplayacak olan o felâketin haberi sana geldi mi?" (Ğâşiye: 1)
Kıyamet inancı, imanın altı esasından birisi olan "Ahiret inancı"nın bir bölümüdür. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu mahşer, mizan, sırat, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması safhaları takip eder.
"Birtakım yüzler o gün zillete bürünmüştür." (Ğâşiye: 2)
Bunlar kâfirlerin, münâfıkların yüzleridir. Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak gerek vücutlarını, gerekse yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.
"Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur." (Ğâşiye: 3)
Dünyada iken Allah için yaptıkları hiçbir iş olmadı. Sadece geçici bir dünya için, şeytan yolunda çalıştılar, nefislerinin arzusu için yoruldular, fakat ahiret hayatları için hiçbir sermaye elde edemediler. Tek kelime ile boşuna zahmet çektiler.
Bunun neticesi olarak da:
"Kızışmış ateşe girerler." (Ğâşiye: 4)
Şimdi de Allah'tan tarafa olmamanın, bâtıl dinlere uymanın, bozuk fikirler peşinde koşmanın cezâsını çekiyorlar. Tutuşturulmuş şiddetli ateş onları her taraftan kuşatmıştır. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.
Onlara ayrıca, tahammül edilmeyecek derecede kaynar ve fokurdayan bir çeşmeden içirilir.
"Kızgın bir kaynaktan içirilirler." (Ğâşiye: 5)
Bu sular karınlarındaki bağırsakları paramparça eder. Bütün bu cezâlara Hakk'tan yüz çevirmeleri ve inkârları sebep olmuştur. Ne kadar yardım isterlerse istesinler, kendilerine yardım edilmez. Yardım edilmiş olsa bile, kendilerine öyle bir su verilir ki, içmek isteyip de ağızlarına doğru yaklaştırmış olsalar, hararetinin şiddetinden yüzleri kavrulur, yüzlerinin derileri soyulur.
"Zehirli ve dikenli bir bitkiden başka yiyecekleri yoktur." (Ğâşiye: 6)
Zakkumdan başka cehennemde bir de Dari' vardır ki, hiçbir hayvanın ağızını uzatıp yaklaşamadığı, yere yapışık dikenli bir bitkidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde onun sibir otundan daha acı, leşten daha pis kokulu, ateşten de daha hararetli olduğunu beyan buyurmuşlardır.
"O ne besler, ne de açlığı giderir." (Ğâşiye: 7)
Bu ateşten bitkiler onları beslemek için değil, azap vermek ve azaplarını artırmak için yetişir ve çoğalırlar.
Çeşit çeşit cezâlar olduğu gibi, cezâ verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı ayrı cezâlar vardır. Bir kısmının yiyeceği "Zakkum" olurken bir kısmının ki "Dari'" olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
___________________________________________________________________________________
Ğâşiye Sûre-i Şerif'i (2)
Kıyamet Gününde Cennetlikler:
Müminlerin dünyada iken Allah-u Teâlâ'dan ve kıyamet gününün dehşetinden korkmalarına mukabil, Allah-u Teâlâ onları o günün şerrinden ve sıkıntılarından koruyacaktır. Cehennemdekiler dehşet ve azap içinde boğuşurlarken cennettekiler emniyet içinde istirahat etmektedirler.
Yüzlerinde sevinç ve mutluluk parıldar, olanca güzelliği ile nurları yüzlerine vurur.
"O gün birtakım yüzler de vardır ki; nimet içinde mutludurlar." (Ğâşiye: 8)
İlâhî iltifata nâil olmanın verdiği huzur yüzlerinde tezahur etmektedir. Orada ölümden, cennetten çıkarılmaktan, her türlü üzüntü, korku, yorgunluk, zahmet ve diğer musibetlerden emindirler.
"Çalışmalarından ötürü hoşnutturlar." (Ğâşiye: 9)
Yaptıklarının karşılığını ve Allah-u Teâlâ'nın kendilerinden râzı olduğunu görünce son derece memnun ve mutlu olurlar. Çektikleri bütün meşakkatleri ve sıkıntıları bütünüyle unuturlar. Her şeyi diledikleri gibi bulurlar ve her dileklerinin yerine getirildiğini görürler.
"Onlar yüksek bir cennettedirler." (Ğâşiye: 10)
Vücutlarını da gönüllerini de kaplayan huzur ve huşu ile o yüksek derecelerdeki yerlerini alırlar.
"Orada hoşa gitmeyen boş bir söz dahi işitmezler." (Ğâşiye: 11)
Hikmetle konuşurlar, tatlı sözlerle sohbet ederler. Birbirilerinden boş sözler, dedikodular, gevezelikler, lâubâlilikler duymazlar. Aralarında çekişme ve sürtüşme olmaz. Bu bile başlı başına bir nimettir. Dünyada iken insanların lüzumsuz yere yaptıkları münakaşalar, sen-ben kavgaları gözönüne getirildiğinde bu nimet daha iyi anlaşılır.
"Orada akıcı bir kaynak vardır." (Ğâşiye: 12)
Tadı gibi rengi de güzeldir, hiçbir zaman kesilmez. Çok nefis ve lezzetlidir. Başağrısı yapmaz, şuuru zedelemez, aklı gidermez. Tatlı bir rehavet ve uzun süre neşe verir.
Orada hiç kimse susuzluk görmez ve hiç susamaz. İçmek isteyen zevk için içer. Ayrıca onları seyrederek de zevk alırlar. Bu kaynakların akışlarını seyretmek bile insana ayrı bir huzur verir.
"Orada yükseltilmiş tahtlar vardır." (Ğâşiye: 13)
Huzur ve emniyet içinde oturacakları ve uzanıp uyuyacakları yüksekçe öyle tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir. Oturdukları yerden diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler.
"Önlerine konulmuş kadehler vardır." (Ğâşiye: 14)
İçmelerine hazırlanmış olarak sürekli önlerinde bulunur, isteme ihtiyacı bile hissetmezler. Cennetin göz ve gönül dolduran nimetleri karşısında hayran kalırlar. Ruhen ve cismen nurlanırlar. Yüzlerindeki beşaşeti, onlara bakan herkes görür.
"Sıra sıra dizilmiş yastıklar." (Ğâşiye: 15)
Nefis tahtların ve koltukların yanısıra ayrıca kişilerin üzerine oturup koltuğunda dayanacakları döşekler, yastıklar ve halılar da mevcuttur. Nerede oturmak isterse, birinin üzerine oturur, diğerine yaslanır.
"Serilmiş yumuşak tüylü nefis halılar." (Ğâşiye: 16)
Yerlere serilmiş ince tüylü, ince püsküllü yumuşacık halılar, güzelliğin ve zerafetin bütün inceliklerini taşırlar. Cennette ne bir toz ne de bir kir olmadığı için üzerlerinde tozdan ve kirden eser bulunmaz.
Allah-u Teâlâ bunları herkesten gizlemiştir. Değil hepsini, bir tanesini bile bilen yoktur, yalnız kendisi bilir.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Sâlih kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin gönlünden bile geçirmediği nimetler hazırladım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1720)
Tefekkür:
Allah-u Teâlâ kullarına, yüce kudretine delâlet eden yaratıklarına ibretle bakmalarını emrederek şöyle buyurur:
"Develere bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmış?" (Ğâşiye: 17)
Bir çok hayvanın yaratılışına benzemeyen ne ilgi çekici yaratılışı var. İri cüsseli ve son derece güçlü kuvvetli olmasına rağmen, ağır yükleri taşımak için yumuşak başlıdır. Eti yenir, sütü içilir, yününden yararlanılır. Küçük bir çocuk bile olsa, yularından çeken herkese itaat edecek bir yaratılışa sahiptir. Başka hayvanların yetinmediği çok az bir yemle yetinerek ağır yüklerle uzun yolculuklara ve günlerce susuzluğa dayanır. Kolayca beslenir, hiçbir külfeti bulunmaz. Çölde bir defa yürüdüğü yolu ve yönü unutmaz. Devenin dışında bu özelliklere sahip başka bir hayvan yoktur.
"Göğün nasıl yükseltildiğine (bakmıyorlar mı?)" (Ğâşiye: 18)
Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.
"Dağların nasıl dikildiğine?" (Ğaşiye: 19)
Yeryüzünde sarsılmayacak bir şekilde sağlam ve sâbit olarak nasıl duruyorlar?
Dağların yaratılması, insan hayatına sayısız nimetleri de beraberinde getirmiştir. Üstünde yetişen bitki çeşitlerinin zenginliği, havasının temizliği, insan sağlığı için çok lüzumlu olan oksijeni yayması, kirli havayı temizlemesi, her mevsimde değişen görüntüsü ayrı bir özellik arzetmektedir.
Bütün bunlar kör bir tesadüfün eseri olamaz. İlâhî kudret olmasa kuru toprakta otlar biter miydi, aynı sudan değişik hayatlar meydana gelir miydi?
"Yeryüzünün nasıl yayıldığına?" (Ğâşiye: 20)
Nasıl yayılıp döşenmiş? Bunu böyle yayıp serenler insanlar değildir. İnsanlar olmazdan önce de yeryüzü yaygındı. Âdem Aleyhisselâm'dan bugüne kadar gelip geçmiş bütün canlılara döşeklik yapan yeryüzü, bundan sonra da kıyamete kadar bu vazifesini yapmaya devam edecektir.
Yeryüzünün, başta insan olmak üzere mevcut canlıların yaşamasına uygun ölçü ve şartlarda yaratılması bir tesadüf değil, çok mükemmel bir plân ve programın mahsulüdür.
İmanı olanlar gökleri ve yeri, onlardaki en ince yaratılış sırlarını tefekkür ederek, işaret ettikleri ilâhî hikmetleri anlayarak, ona göre güzel güzel ameller yapmaya gayret ederler, imanlarına iman katarlar.
Her Fırsatta Öğüt:
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a hararetle karşı çıkan Mekke müşriklerine öğüt ve nasihatte bulunmasını emir buyurmuştur:
"Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin." (Ğâşiye: 21)
Senin vazifen ancak bir tebliğdir. Sen hakikatleri onlara duyurmaya ve hatırlatmaya memursun. Kötü âkıbetlerini haber verip korkutmak ve uyarmak üzere gönderilmiş bir peygambersin.
"Onların üzerinde zorlayıcı değilsin." (Ğâşiye: 22)
Sen tebliğ ettiğin şeyleri onlara zorla kabul ettirmekle yükümlü değilsin. Tebliğ ve ikaz vazifeni hakkıyla yerine getirdikten sonra artık müsterih ol, onların kabul etmemelerinden dolayı üzülme. Vazifene sabırla ve azimle devam et.
"Ancak kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azap ile cezâlandırır." (Ğâşiye: 23-24)
Ki en büyük azap cehennem azabıdır. Çünkü küfrün cezâsı bütün cezâların üstündedir. Bununla beraber böyle bir kâfir daha dünyada iken de nice azaplara maruz kalabilir. O ise, ahiret azabına nispetle küçük kalır.
"Doğrusu onların dönüşü bizedir." (Ğâşiye: 25)
Onların, hükmünü her şeye geçiren ve intikam almaya gücü yeten Allah'tan başka dönecekleri kimse yoktur.
"Sonra onların hesabını görmek de bize âittir." (Ğâşiye: 26)
Ne kadar yüz çevirseler, ne kadar kaçmaya çalışsalar, en sonunda huzur-u ilâhî'ye varacaklardır. Dolayısıyla o en büyük azaptan kurtulmalarına imkân ve ihtimal yoktur.
Hiçbir kimsenin hiçbir hâli O'na gizli değildir. Tasdik edeni de, tekzip edeni de, münâfık olanı da, muvafık olanı da en iyi şekilde bilir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh