Nasr Sûre-i Şerif'i (1)
Sûre-i Şerif'in Muhtevası
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Medine-i münevvere döneminde Tevbe Sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Üç Âyet-i kerime, on yedi kelime ve doksan yedi harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Yardım" mânâsına gelen "Nasr" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "İzâ câe" ve Beşâret" Sûre-i şerif'i de denilir. Ayrıca Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vazifesinin sona ermekte olduğunu ve vefatının yaklaştığını dolaylı şekilde haber verdiği için "Vedâlaşma" mânâsına gelen "Tevdi'" Sûre-i şerif'i olarak da anılır.
Kur'an-ı kerim'in son inen Sûre-i şerif'idir. Bundan sonra bazı Âyet-i kerime'ler nâzil olmakla beraber, bundan sonra tam olarak bir Sûre-i şerif inmemiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İzâ câe nasrullahi ve'l-feth sûresi Kur'an'ın dörtte birine denktir." (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle'de Resulullah Aleyhisselâm'a ve Ashâb-ı kiram'ına ilâhî yardımın geleceği, dinlerinin muzaffer kılınacağı, yakın gelecekte Feth-i mübin'in gerçekleşeceği, insanların gruplar hâlinde gelip müslüman olacakları müjdelenmekte; bu müjde gerçekleşince de hamdetmeleri, Allah-u Teâlâ'yı tesbih ve tenzih ile meşgul olmaları emredilmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm Nasr Sûre-i şerif'inin inişinden beri ecelinin yaklaştığını hissetmiş bulunuyordu.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefatından önce;
'Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim. Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim.'
Sözlerini çok söylüyordu.
Ben: 'Yâ Resulellah! Görüyorum ki bu duâyı çok yapıyorsun!' dedim.
Şöyle buyurdu:
'Rabb'im bana ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi haber vermişti. O alâmeti gördüğüm zaman kendisine çok çok tesbih ve hamd ile istiğfarda bulunacaktım. İşte o alâmeti gördüm.'
Daha sonra da Nasr Sûresi'ni okudu."
Bu mübarek Sûre-i şerif'te Resulullah Aleyhisselâm'ın vefat haberi vardır. Bu Sûre-i şerif nâzil olduğunda Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e:
"Ecelimin geldiğini görüyorum." buyurmuştur. (İbn-i Mâce)
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
"Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek ağzı her zaman: 'Sübhânellâhi ve bi hamdihi' kelimelerini tekrar ederdi. Bir gün: 'Yâ Resulellah! Bu kelimeleri niçin bu kadar çok zikrediyorsunuz?' diye sordum. 'Bana böyle emredildi!' buyurdu ve bu sûreyi okudu."
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Bu sûre nâzil olduktan sonra Resulullah Aleyhisselâm ahiret için o kadar çok meşgul oldu ki, daha önce böylesi görülmemişti." (Nesâî)
__________________________________________________________________________________
Nasr Sûre-i Şerif'i (2)
Arabistan'da Müslümanlığın Yayılışı
Arabistan'da Müslümanlığın Yayılışı:
Hicretin sekizinci yılında Mekke-i mükerreme'nin fethi ile İslâm buraya da hâkim oldu. Dokuzuncu yılda Tâifliler müslümanlığı kabul edince, bütün Hicaz İslâm sınırları içine girdi, İslâm'ın nuru Şam'a kadar ulaştı. Hudeybiye barışından itibaren Medine-i münevvere'ye kabile temsilcileri gelmeye başlamıştı. Mekke-i mükerreme'nin fethinden sonra bu heyetler çoğaldı.
Önceleri İslâm dinini yaymak için etrafa muallimler göndermek gerekiyordu. Hicretin dokuzuncu yılında yapılan Tebük seferinden sonra Arap kabileleri ister istemez İslâm'a boyun eğdiler. Müslümanlık Arap yarımadasının her tarafına süratle yayıldı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu yılları "Müslümanlığın yayılma yılları" oldu. Halk uzak-yakın yarımadanın her tarafından, fevc fevc, dalga dalga Medine-i münevvere'ye akıyor, İslâm dini'ne girmede birbirleriyle yarış ediyordu. Artık Arabistan'da müslümanlara karşı duracak hiçbir kuvvet kalmamıştı. Şirkin beli kırıldı, putperestliğin tırnakları söküldü. İki yıl içinde şurada burada yaşayan musevîlerden, hıristiyanlardan başka bütün yarımadaya yalnız İslâm dini hâkim oldu. Artık İslâm'a karşı çıkacak hiçbir güç kalmamıştı. Bu parlak muvaffakiyet, Hazret-i Allah'ın yardımının bir eseriydi.
Nasrullah ve Fetih:
Allah-u Teâlâ Mekke-i mükerreme'nin fethedileceğini bir peygamberlik mucizesi olarak Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine müjdelermiş ve şöyle buyurmuştur:
"Resul'üm! Allah'ın yardımı ve fetih (zafer günü) geldiğinde." (Nasr: 1)
Âyet-i kerime'de geçen "Fetih"ten maksat Mekke-i mükerreme'nin fethidir. Çünkü Arap yarımadasındaki kabileler: "Eğer o kendi kavmine üstün gelirse peygamberdir." diyerek İslâm'a girmek için Mekke'nin fethini gözlüyorlardı.
"Ve insanların akın akın, dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde." (Nasr: 2)
Allah-u Teâlâ ona bu büyük zaferi, fetihlerin fethini nasip edince insanlar alay alay, bölük bölük, kabile kabile Allah-u Teâlâ'nın dinine girdiler. İnsanların birer ikişer İslâm'a girdikleri günler artık geride kaldı.
"Rabb'ini hamdederek O'nu tesbih et." (Nasr: 3)
Düşmanlarına karşı sana büyük bir muzafferiyet verdiği için Rabb'ine hamd ve senâda bulun, şükranlarını takdim et. Ayrıca O'nu şânına layık olmayan vasıflardan tenzih et, kemâl ve cemâl sıfatları ile tavsif et! İbadet ve taatların, hamd ve övgülerin devamlı olsun.
Allah-u Teâlâ'yı hamd ile tesbih etmek, müslümanın dünya saâdeti ahiret selâmeti elde etmesinin de vesilesidir. İnsan bu sayede ruhen inşirah bulur, içi nurlanır, ilâhî lütuflara ve yardımlara mazhar olur.
"Ve O'ndan mağfiret dile. O tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr: 3)
Affı çok boldur, affı sever, af dileyeni affı ile kuşatır, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile günahlardan pişmanlık duyanları affeder. Her türlü cezayı verebilecek sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, çok çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. Deniz köpüğü kadar da olsa bütün günahlarını örter, izlerini tamamen yok eder, Kirâmen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.
Resulullah Aleyhisselâm'ın birçok Âyet-i kerime'lerde geçtiği üzere, daha önceden de tesbih ve hamd ile emrolunduğu ve bundan dolayı fetihten önce dahi tesbih ve hamd etmekte olduğu mâlumdur. Şu muhakkaktır ki Allah-u Teâlâ'nın celâl ve ikram tecelliyâtı hiçbir an kesilmediği için, Allah-u Teâlâ'yı her zaman tesbih ve hamdetmek bir vazifedir.
Tesbih emriyle beraber istiğfar emrinin de verilmesi ümmet-i muhteremesine lütuf olması içindir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Sûre-i Şerif'in Muhtevası
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Medine-i münevvere döneminde Tevbe Sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. Üç Âyet-i kerime, on yedi kelime ve doksan yedi harften müteşekkildir.
İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Yardım" mânâsına gelen "Nasr" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "İzâ câe" ve Beşâret" Sûre-i şerif'i de denilir. Ayrıca Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vazifesinin sona ermekte olduğunu ve vefatının yaklaştığını dolaylı şekilde haber verdiği için "Vedâlaşma" mânâsına gelen "Tevdi'" Sûre-i şerif'i olarak da anılır.
Kur'an-ı kerim'in son inen Sûre-i şerif'idir. Bundan sonra bazı Âyet-i kerime'ler nâzil olmakla beraber, bundan sonra tam olarak bir Sûre-i şerif inmemiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İzâ câe nasrullahi ve'l-feth sûresi Kur'an'ın dörtte birine denktir." (Tirmizî)
Muhtevâsı:
Bu mübarek Sûre-i celîle'de Resulullah Aleyhisselâm'a ve Ashâb-ı kiram'ına ilâhî yardımın geleceği, dinlerinin muzaffer kılınacağı, yakın gelecekte Feth-i mübin'in gerçekleşeceği, insanların gruplar hâlinde gelip müslüman olacakları müjdelenmekte; bu müjde gerçekleşince de hamdetmeleri, Allah-u Teâlâ'yı tesbih ve tenzih ile meşgul olmaları emredilmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm Nasr Sûre-i şerif'inin inişinden beri ecelinin yaklaştığını hissetmiş bulunuyordu.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefatından önce;
'Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim. Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim.'
Sözlerini çok söylüyordu.
Ben: 'Yâ Resulellah! Görüyorum ki bu duâyı çok yapıyorsun!' dedim.
Şöyle buyurdu:
'Rabb'im bana ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi haber vermişti. O alâmeti gördüğüm zaman kendisine çok çok tesbih ve hamd ile istiğfarda bulunacaktım. İşte o alâmeti gördüm.'
Daha sonra da Nasr Sûresi'ni okudu."
Bu mübarek Sûre-i şerif'te Resulullah Aleyhisselâm'ın vefat haberi vardır. Bu Sûre-i şerif nâzil olduğunda Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e:
"Ecelimin geldiğini görüyorum." buyurmuştur. (İbn-i Mâce)
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
"Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek ağzı her zaman: 'Sübhânellâhi ve bi hamdihi' kelimelerini tekrar ederdi. Bir gün: 'Yâ Resulellah! Bu kelimeleri niçin bu kadar çok zikrediyorsunuz?' diye sordum. 'Bana böyle emredildi!' buyurdu ve bu sûreyi okudu."
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Bu sûre nâzil olduktan sonra Resulullah Aleyhisselâm ahiret için o kadar çok meşgul oldu ki, daha önce böylesi görülmemişti." (Nesâî)
__________________________________________________________________________________
Nasr Sûre-i Şerif'i (2)
Arabistan'da Müslümanlığın Yayılışı
Arabistan'da Müslümanlığın Yayılışı:
Hicretin sekizinci yılında Mekke-i mükerreme'nin fethi ile İslâm buraya da hâkim oldu. Dokuzuncu yılda Tâifliler müslümanlığı kabul edince, bütün Hicaz İslâm sınırları içine girdi, İslâm'ın nuru Şam'a kadar ulaştı. Hudeybiye barışından itibaren Medine-i münevvere'ye kabile temsilcileri gelmeye başlamıştı. Mekke-i mükerreme'nin fethinden sonra bu heyetler çoğaldı.
Önceleri İslâm dinini yaymak için etrafa muallimler göndermek gerekiyordu. Hicretin dokuzuncu yılında yapılan Tebük seferinden sonra Arap kabileleri ister istemez İslâm'a boyun eğdiler. Müslümanlık Arap yarımadasının her tarafına süratle yayıldı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu yılları "Müslümanlığın yayılma yılları" oldu. Halk uzak-yakın yarımadanın her tarafından, fevc fevc, dalga dalga Medine-i münevvere'ye akıyor, İslâm dini'ne girmede birbirleriyle yarış ediyordu. Artık Arabistan'da müslümanlara karşı duracak hiçbir kuvvet kalmamıştı. Şirkin beli kırıldı, putperestliğin tırnakları söküldü. İki yıl içinde şurada burada yaşayan musevîlerden, hıristiyanlardan başka bütün yarımadaya yalnız İslâm dini hâkim oldu. Artık İslâm'a karşı çıkacak hiçbir güç kalmamıştı. Bu parlak muvaffakiyet, Hazret-i Allah'ın yardımının bir eseriydi.
Nasrullah ve Fetih:
Allah-u Teâlâ Mekke-i mükerreme'nin fethedileceğini bir peygamberlik mucizesi olarak Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine müjdelermiş ve şöyle buyurmuştur:
"Resul'üm! Allah'ın yardımı ve fetih (zafer günü) geldiğinde." (Nasr: 1)
Âyet-i kerime'de geçen "Fetih"ten maksat Mekke-i mükerreme'nin fethidir. Çünkü Arap yarımadasındaki kabileler: "Eğer o kendi kavmine üstün gelirse peygamberdir." diyerek İslâm'a girmek için Mekke'nin fethini gözlüyorlardı.
"Ve insanların akın akın, dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde." (Nasr: 2)
Allah-u Teâlâ ona bu büyük zaferi, fetihlerin fethini nasip edince insanlar alay alay, bölük bölük, kabile kabile Allah-u Teâlâ'nın dinine girdiler. İnsanların birer ikişer İslâm'a girdikleri günler artık geride kaldı.
"Rabb'ini hamdederek O'nu tesbih et." (Nasr: 3)
Düşmanlarına karşı sana büyük bir muzafferiyet verdiği için Rabb'ine hamd ve senâda bulun, şükranlarını takdim et. Ayrıca O'nu şânına layık olmayan vasıflardan tenzih et, kemâl ve cemâl sıfatları ile tavsif et! İbadet ve taatların, hamd ve övgülerin devamlı olsun.
Allah-u Teâlâ'yı hamd ile tesbih etmek, müslümanın dünya saâdeti ahiret selâmeti elde etmesinin de vesilesidir. İnsan bu sayede ruhen inşirah bulur, içi nurlanır, ilâhî lütuflara ve yardımlara mazhar olur.
"Ve O'ndan mağfiret dile. O tevbeleri daima kabul edendir." (Nasr: 3)
Affı çok boldur, affı sever, af dileyeni affı ile kuşatır, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile günahlardan pişmanlık duyanları affeder. Her türlü cezayı verebilecek sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, çok çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. Deniz köpüğü kadar da olsa bütün günahlarını örter, izlerini tamamen yok eder, Kirâmen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.
Resulullah Aleyhisselâm'ın birçok Âyet-i kerime'lerde geçtiği üzere, daha önceden de tesbih ve hamd ile emrolunduğu ve bundan dolayı fetihten önce dahi tesbih ve hamd etmekte olduğu mâlumdur. Şu muhakkaktır ki Allah-u Teâlâ'nın celâl ve ikram tecelliyâtı hiçbir an kesilmediği için, Allah-u Teâlâ'yı her zaman tesbih ve hamdetmek bir vazifedir.
Tesbih emriyle beraber istiğfar emrinin de verilmesi ümmet-i muhteremesine lütuf olması içindir.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh