SÖZLER ve NOTLAR - 15
İntisabta Acele
Mahviyetin En Âlâsı:
Fıtratı icabı beğenmediği hususların çok olduğunu, herkesi tenkit ettiğini, bu sebeple de herkesin kendisine cephe aldığını söyleyen bir kardeşe sözleri:
“Ben hayatta kendimden küçüğünü bilmiyorum ki küçümseyeyim. Kendimden daha ayıbını görmüyorum ki ayıplayayım.” (16 Haziran 1985)
Sıdk, Teslimiyet ve İhlâs;
Selâmet, Saâdet ve Muhabbet:
– Rüyâmda Zât-ı âliniz: “Bu kapıda Sıdk, Teslimiyet ve İhlâs lâzım.” buyurdunuz. Bunu elde ettikten sonra insana “Selâmet, Saâdet ve Muhabbet” verileceğini söylediniz.
– “Efendim, bu bir rüyâ gibi görünüyorsa da, Allah-u Teâlâ bu rüya ile bir çok bilgiler bahşediyor.
Sadâkat bu yolda çok mühimdir. Bir kulun gerçekten Allah-u Teâlâ’ya dayanması lâzımdır. Bu gibi kimselere dilediğini akıtır. Çeşme akıyor, o sırtını çeşmeye vermiş.
Fakat bu öyle bir dayanma olacak ki, bu dayanmanın içine ikinci bir şey girmeyecek. Gaye, maksat, menfaat gibi şeyler girmediği gibi, O’nun râzı olmadığı şeyler de kalpten geçmeyecek. Bu suretle kişi boşalmış olacak. Boşalma ne demek? Yani boru haline gelecek. Borudan su akar amma, o su boruya âit değil.
Bu gibi kimselerin, Mevlâ’nın tecelliyâtını gözü ile görmesi lâzımdır. Artık kendisinin hiçbir hükmü ve rolü olmadığına göre, Fâil-i mutlak’ın fiilini seyretmeye başlıyor.
Bunu da temin eden nedir? Kalbin selimliği, Hakk’tan gayrı hiçbir şeye dayanmayışı, Hakk’a dayandığından ötürü Hakk’ın tecelliyâtının husule gelmesi.
Teslimiyet: Cenâb-ı Hakk ezelde bir kulunu almayı murad etmişse, onu bir rehbere teslim eder. Nasibini de teslim ettiği yere koyar. O da günâ gün nasibini oradan alır.
Rehber ona cebinden vermiyor, verilen nasibi veriyor. Çünkü kendisi de muhtaçtır.
O kimsenin o nasibini alabilmesi için, Allah-u Teâlâ o Rehber’e karşı bir muhabbet ve merbudiyet verir. Bu da Allah-u Teâlâ’dan gelir, kişiye âit değildir. Hatta bu sevgi o kadar ilerler ki, Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e dahi bu sevgi bulunmaz. Çünkü onun tahsili oradadır, Mevlâ ona o sermayeyi bahşetmiştir. Bu sermaye kendiliğinden değildir.
Sevilen sevmedikçe, sevilenden bir şey gelmez. Yani konmadıkça nasıl olur o testide o su? O muhabbet de Allah’ımızın bir ikramı ve ihsanı olarak konuluyor. O muhabbet sebebiyle yavaş yavaş teslimiyet husule gelmeye başlar. Bu muhabbet tıpkı ekilen bir fidana benzer. Büyüdükçe bir taraftan boy verir, bir taraftan da yavaş yavaş dalını budağını salar, iman yerleşir. Zaten o muhabbet de imanla beraber yerleşiyor. Cenâb-ı Hakk’ın o lütfu onu sağlıyor, teslimiyeti artıyor, imanı artıyor. Halbuki Cenâb-ı Hakk anbean imanını artırıyor, imanını artırdığı nisbette teslimiyeti de artıyor.
Yalnız şu hususu hiçbir zaman unutmamamız lâzımdır ki, hiçbir şeyin kendisinin olmadığı kendiliğinden meydana gelmediği kabul edilmelidir. Fakat bunu insan o anda bir türlü bilemez ve bulamaz, bu hareketlerin çoğunu nefsinden bilir. Nefsinden bildiği için de Allah-u Teâlâ onu elinden çeker alır, veyahut o an için alır. Bomboş olduğunu anlayınca istimdat eder. Onun o istimdadı sığınma mânâsına gelir, yine alınır. Bu alma-verme o kadar çok husule gelir ki, tâ ki kendisinin hiçbir şey olmadığını bilsin. ‘Ah! Boşuna emek çekmişim, meğer benim hiçbir şeyim yokmuş.’ deyinceye kadar devam eder. O muhabbet ve teslimiyet sayesinde, o merbudiyet sayesinde lâzımgelecek dersleri verirler.
Cezbeye alınanlar ise daha çok muhabbete düçar olur. Allah-u Teâlâ’nın ezeli ihsanı çoksa ibtilâsı da çoktur, boyuna ibtilâdan ibtilâya uğrar. O nisbette yolu çabuk alır. Allah-u Teâlâ Fâil-i mutlak olduğu için onu imtihana tâbi tutar. İmtihanlar âni ve seri olur, Allah-u Teâlâ’nın kişiyi ne ile imtihana tâbi tutacağı bilinmez. Fakat eğer ona lütfettiyse, onu doldurmak suretiyle o ibtilâlar karşısında onu yine hıfz-u himaye eder. Demek ki bunlar tekâmül etmek için merhale oluyor. Arabaya binen bir insan bugün buradadır, yarın başka yerdedir, yürüdükçe yer değişir. Seyr-ü sülûkteki bir insan da böyledir. Allah-u Teâlâ ona lütfetmişse boyuna gider. Buradaki seyr ile buradaki seyr değişir. Şimdi Düzce’de idi, şimdi başka yerde. Her yerin kendine göre bir şekli vardır. Tâ ki murad ettikleri yere kadar seyrettirirler.
O teslimiyeti sayesinde bu seyr-ü sülûkü görür. Fenâfişşeyh’teki teslimiyet tamam olduğu zaman, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin taht-ı terbiyesine verilmiş olur. Allah-u Teâlâ’nın şeyhe verdiği muhabbet Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e intikal eder. Şeyhe karşı sonsuz sevgisi saygısı kalır amma, muhabbet Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e geçer. Çünkü orada tahsil görecek, birçok süzülmeler orada olacak, nefsin tortularından orada kopacak, o teslimiyet sayesinde haddelerden geçecek.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e o kadar muhabbeti olur ki, ona olan muhabbet Hazret-i Allah’a olmaz. Bu nokta çok incedir. Tâ ki Fenâfillâh’a varıncaya kadar devam eder. Vaktâki o tahsili de bitirmeye muvaffak olursa bütün muhabbet Mevlâ’da toplanmaya başlar. An be an çoğalır. O tahsili bitirttiren teslimiyet ve muhabbettir. Muhabbet muhabbetullaha ulaşır. Meselâ bir kimse sevdiği kimsenin uğrunda herşey yapıyor, ya Cenâb-ı Hakk sana o sevgiyi verirse ne yapılmaz?” (22 Mart 1980)
İntisabta Acele:
Mürşidi senelerce evvel vefat eden bir arkadaşına, bir kardeşimiz toplantılara iştirak etmesini söylemiş. Bu arada istihare yapmasını da tavsiye etmiş. Daha ilk gecede kapısı penceresi çürüyen ve yıkılmak üzere olan bir gecekondu görmüş.
Kardeşimiz bunları anlattı. İstihareden sonra durumunu anladığını ve dersini değiştirmek istediğini arzetti.
Şu sözlerle mukabelede bulundular:
“Hemen alacak efendim. Durumunu kendi gözüyle görüyor ve kendisi de gidiyor artık.
Bizim bir âdetimiz var, Hazret-i Allah’ın lütfudur bu. Şöyle ki, hiçbir zaman başkasını içeriye almak istemeyiz. Bir bu, bir de bir kimsenin aleyhinde konuşmak bize çok kerih geliyor. Fakat Hazret-i Allah’tan utanmasak, kurtulmaları için herkesi içeriye alacağız. Bu sözümüzden çok şey anlayın. Elimizden gelse herkesi içeriye almaya çalışacağız. Kendimiz için değil, kurtulmaları için. Bu yol bizim değil. Kâinatı içeriye almış, bütün kâinat içerdeymiş dışarıya çıkıyormuş, bizim burada hiçbir rolümüz yok. Bizim içeriye almamızla kimse içeriye giremez. Hazret-i Allah kimi alırsa o girer. Cidden açın gözünüzü ve korkun. Sizlerle samimi konuşuyoruz, çok dikkatli olmalısınız. Halbuki o zât Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz’in hulefasındandır. Lâkin bu işde gizli sırlar vardır, bu size açılmıyor.
Hemen ona ders verin, Rabb’im kurtarsın cümlemizi.” (4 Nisan 1976)
Ortaklık:
İş ortaklığı ilgili bir sual üzerine şu sözleri söylediler:
“Yakınlarımızdan iki genç var, bunlar hem abi-kardeş hem de ortak iş yapıyorlar. Abisi her şeye hâkim, ötekisi köle gibi.
Dün geldi. ‘Sen dedim müteahhitlik yaptın, başkaları ile birçok işler yaptın, seni ıskat ettiler. Hem sermayen gitti, hem de kârın gitti. Bundan bir şey anladın mı? Anlamadın. Sen o işi yaparken niyetini bozmuştun, kardeşine hiç pay vermemiştin. Hazret-i Allah da seni ıskat etti. Hani o senin kardeşindi, hani ortağındı? Senin âkıbetini pek iyi görmüyorum. Sen büyüğüm diye yapıyorsun amma, Hazret-i Allah daha büyük.’ dedim. Bu durumu anlamıyor, menfaat hırsı bunların hepsini örtüyor.
Ona bir temsil de getirdim. İki ortak varmış, birisi rahatsızlanmış bir müddet dükkana gelmemiş. Âfiyet bulup dönünce ortağına: ‘Ben senden ayrılacağım.’ demiş. Ortağı sebebini sorduğunda: ‘Ben şimdiye kadar dikkat ederdim, dükkana karıncalar girerdi, şimdi bakıyorum dükkandan çıkıyorlar. Muhakkak ki ortaklığa bir hile girdi.’ cevabını vermiş. Bunu duyan ortağı: ‘Dur söyleyeyim demiş, ben gerçekten hile yapmadım. Yalnız bir defasında eve yumurta göndermem icabetmişti. Büyüklerini kendime, küçüklerini sana gönderdim, bundan olabilir.’
Ortaklık bu işte. Böyle ortaklık olursa üçüncü ortak Hazret-i Allah’tır. Hadis-i kudsi’de:
“İki ortaktan biri arkadaşına hiyanet etmedikçe, onların üçüncü ortağı ben olurum. Biri diğerine hiyanet edince ben aralarından çıkarım.” buyuruyor. (Ebu Dâvud)
Böyle ortaklık çok iyidir. Ya hakkını vereceksin ya ortak olmayacaksın. En küçük bir hile olursa Hazret-i Allah o işi ilerletmez.
Önümüzde büyük bir huzursuzluk görüyorum. Yakında pek çok şey beklenebilir. Onun için borca dalmadan tedbirli bir şekilde ne isterseniz yapın. Önümüz pek aydınlık değil.” (13 Temmuz 1983)
Huzurla Çalışmak:
Ticaretle uğraşan bir kardeşe tavsiyeleri:
“Kimseyi üzmeyin, değmez. Üzülmeyin, değmez. Binaenaleyh huzurla çalışmak için ayarlı iş yapmak lâzım. Çünkü insanın hayatta en çok ihtiyacı olduğu şey huzurdur. Huzursuz ibadet olmaz, huzursuz hayat olmaz, huzursuz yemek olmaz. Fakat bu huzuru da ancak dilediğine bahşediyor. Gerçekten gece ibadetini gönülle yapana ilk ihsanı, ikramı o oluyor. Huzurdan sonra huşu, huşudan sonra maiyyet, maiyyetten sonra kurbiyyet lâzım ki, gerçekten Hakk’ı bilmiş ve varmış olsun.
Amma huzuru elde edemeyen insan, huşuyu nasıl elde edecek? Maiyyete, kurbiyete nasıl varacak? Buna imkân yok.
On kazanacağımıza üç kazanalım, amma huzurla kazanalım, temiz kazanalım. Doğru olalım, piyasada güzel tanınalım, bize bu lâzım. Bize çok kazanç lâzım değil, bize bereket lâzım.
Kimseyi aldatmadan, aldanmadan doğru dürüst çalışalım. Meselâ bugün ödünç verecek gün değildir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz emanetin ganimet bilineceğini beyan buyurmuştur. Bu bunalımlı zamanda insan veresiye almayacak veremeyebilir, veresiye vermeyecek alamayabilir.” (15 Ocak 2001)
İntisabta Acele
Mahviyetin En Âlâsı:
Fıtratı icabı beğenmediği hususların çok olduğunu, herkesi tenkit ettiğini, bu sebeple de herkesin kendisine cephe aldığını söyleyen bir kardeşe sözleri:
“Ben hayatta kendimden küçüğünü bilmiyorum ki küçümseyeyim. Kendimden daha ayıbını görmüyorum ki ayıplayayım.” (16 Haziran 1985)
Sıdk, Teslimiyet ve İhlâs;
Selâmet, Saâdet ve Muhabbet:
– Rüyâmda Zât-ı âliniz: “Bu kapıda Sıdk, Teslimiyet ve İhlâs lâzım.” buyurdunuz. Bunu elde ettikten sonra insana “Selâmet, Saâdet ve Muhabbet” verileceğini söylediniz.
– “Efendim, bu bir rüyâ gibi görünüyorsa da, Allah-u Teâlâ bu rüya ile bir çok bilgiler bahşediyor.
Sadâkat bu yolda çok mühimdir. Bir kulun gerçekten Allah-u Teâlâ’ya dayanması lâzımdır. Bu gibi kimselere dilediğini akıtır. Çeşme akıyor, o sırtını çeşmeye vermiş.
Fakat bu öyle bir dayanma olacak ki, bu dayanmanın içine ikinci bir şey girmeyecek. Gaye, maksat, menfaat gibi şeyler girmediği gibi, O’nun râzı olmadığı şeyler de kalpten geçmeyecek. Bu suretle kişi boşalmış olacak. Boşalma ne demek? Yani boru haline gelecek. Borudan su akar amma, o su boruya âit değil.
Bu gibi kimselerin, Mevlâ’nın tecelliyâtını gözü ile görmesi lâzımdır. Artık kendisinin hiçbir hükmü ve rolü olmadığına göre, Fâil-i mutlak’ın fiilini seyretmeye başlıyor.
Bunu da temin eden nedir? Kalbin selimliği, Hakk’tan gayrı hiçbir şeye dayanmayışı, Hakk’a dayandığından ötürü Hakk’ın tecelliyâtının husule gelmesi.
Teslimiyet: Cenâb-ı Hakk ezelde bir kulunu almayı murad etmişse, onu bir rehbere teslim eder. Nasibini de teslim ettiği yere koyar. O da günâ gün nasibini oradan alır.
Rehber ona cebinden vermiyor, verilen nasibi veriyor. Çünkü kendisi de muhtaçtır.
O kimsenin o nasibini alabilmesi için, Allah-u Teâlâ o Rehber’e karşı bir muhabbet ve merbudiyet verir. Bu da Allah-u Teâlâ’dan gelir, kişiye âit değildir. Hatta bu sevgi o kadar ilerler ki, Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e dahi bu sevgi bulunmaz. Çünkü onun tahsili oradadır, Mevlâ ona o sermayeyi bahşetmiştir. Bu sermaye kendiliğinden değildir.
Sevilen sevmedikçe, sevilenden bir şey gelmez. Yani konmadıkça nasıl olur o testide o su? O muhabbet de Allah’ımızın bir ikramı ve ihsanı olarak konuluyor. O muhabbet sebebiyle yavaş yavaş teslimiyet husule gelmeye başlar. Bu muhabbet tıpkı ekilen bir fidana benzer. Büyüdükçe bir taraftan boy verir, bir taraftan da yavaş yavaş dalını budağını salar, iman yerleşir. Zaten o muhabbet de imanla beraber yerleşiyor. Cenâb-ı Hakk’ın o lütfu onu sağlıyor, teslimiyeti artıyor, imanı artıyor. Halbuki Cenâb-ı Hakk anbean imanını artırıyor, imanını artırdığı nisbette teslimiyeti de artıyor.
Yalnız şu hususu hiçbir zaman unutmamamız lâzımdır ki, hiçbir şeyin kendisinin olmadığı kendiliğinden meydana gelmediği kabul edilmelidir. Fakat bunu insan o anda bir türlü bilemez ve bulamaz, bu hareketlerin çoğunu nefsinden bilir. Nefsinden bildiği için de Allah-u Teâlâ onu elinden çeker alır, veyahut o an için alır. Bomboş olduğunu anlayınca istimdat eder. Onun o istimdadı sığınma mânâsına gelir, yine alınır. Bu alma-verme o kadar çok husule gelir ki, tâ ki kendisinin hiçbir şey olmadığını bilsin. ‘Ah! Boşuna emek çekmişim, meğer benim hiçbir şeyim yokmuş.’ deyinceye kadar devam eder. O muhabbet ve teslimiyet sayesinde, o merbudiyet sayesinde lâzımgelecek dersleri verirler.
Cezbeye alınanlar ise daha çok muhabbete düçar olur. Allah-u Teâlâ’nın ezeli ihsanı çoksa ibtilâsı da çoktur, boyuna ibtilâdan ibtilâya uğrar. O nisbette yolu çabuk alır. Allah-u Teâlâ Fâil-i mutlak olduğu için onu imtihana tâbi tutar. İmtihanlar âni ve seri olur, Allah-u Teâlâ’nın kişiyi ne ile imtihana tâbi tutacağı bilinmez. Fakat eğer ona lütfettiyse, onu doldurmak suretiyle o ibtilâlar karşısında onu yine hıfz-u himaye eder. Demek ki bunlar tekâmül etmek için merhale oluyor. Arabaya binen bir insan bugün buradadır, yarın başka yerdedir, yürüdükçe yer değişir. Seyr-ü sülûkteki bir insan da böyledir. Allah-u Teâlâ ona lütfetmişse boyuna gider. Buradaki seyr ile buradaki seyr değişir. Şimdi Düzce’de idi, şimdi başka yerde. Her yerin kendine göre bir şekli vardır. Tâ ki murad ettikleri yere kadar seyrettirirler.
O teslimiyeti sayesinde bu seyr-ü sülûkü görür. Fenâfişşeyh’teki teslimiyet tamam olduğu zaman, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin taht-ı terbiyesine verilmiş olur. Allah-u Teâlâ’nın şeyhe verdiği muhabbet Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e intikal eder. Şeyhe karşı sonsuz sevgisi saygısı kalır amma, muhabbet Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e geçer. Çünkü orada tahsil görecek, birçok süzülmeler orada olacak, nefsin tortularından orada kopacak, o teslimiyet sayesinde haddelerden geçecek.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e o kadar muhabbeti olur ki, ona olan muhabbet Hazret-i Allah’a olmaz. Bu nokta çok incedir. Tâ ki Fenâfillâh’a varıncaya kadar devam eder. Vaktâki o tahsili de bitirmeye muvaffak olursa bütün muhabbet Mevlâ’da toplanmaya başlar. An be an çoğalır. O tahsili bitirttiren teslimiyet ve muhabbettir. Muhabbet muhabbetullaha ulaşır. Meselâ bir kimse sevdiği kimsenin uğrunda herşey yapıyor, ya Cenâb-ı Hakk sana o sevgiyi verirse ne yapılmaz?” (22 Mart 1980)
İntisabta Acele:
Mürşidi senelerce evvel vefat eden bir arkadaşına, bir kardeşimiz toplantılara iştirak etmesini söylemiş. Bu arada istihare yapmasını da tavsiye etmiş. Daha ilk gecede kapısı penceresi çürüyen ve yıkılmak üzere olan bir gecekondu görmüş.
Kardeşimiz bunları anlattı. İstihareden sonra durumunu anladığını ve dersini değiştirmek istediğini arzetti.
Şu sözlerle mukabelede bulundular:
“Hemen alacak efendim. Durumunu kendi gözüyle görüyor ve kendisi de gidiyor artık.
Bizim bir âdetimiz var, Hazret-i Allah’ın lütfudur bu. Şöyle ki, hiçbir zaman başkasını içeriye almak istemeyiz. Bir bu, bir de bir kimsenin aleyhinde konuşmak bize çok kerih geliyor. Fakat Hazret-i Allah’tan utanmasak, kurtulmaları için herkesi içeriye alacağız. Bu sözümüzden çok şey anlayın. Elimizden gelse herkesi içeriye almaya çalışacağız. Kendimiz için değil, kurtulmaları için. Bu yol bizim değil. Kâinatı içeriye almış, bütün kâinat içerdeymiş dışarıya çıkıyormuş, bizim burada hiçbir rolümüz yok. Bizim içeriye almamızla kimse içeriye giremez. Hazret-i Allah kimi alırsa o girer. Cidden açın gözünüzü ve korkun. Sizlerle samimi konuşuyoruz, çok dikkatli olmalısınız. Halbuki o zât Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz’in hulefasındandır. Lâkin bu işde gizli sırlar vardır, bu size açılmıyor.
Hemen ona ders verin, Rabb’im kurtarsın cümlemizi.” (4 Nisan 1976)
Ortaklık:
İş ortaklığı ilgili bir sual üzerine şu sözleri söylediler:
“Yakınlarımızdan iki genç var, bunlar hem abi-kardeş hem de ortak iş yapıyorlar. Abisi her şeye hâkim, ötekisi köle gibi.
Dün geldi. ‘Sen dedim müteahhitlik yaptın, başkaları ile birçok işler yaptın, seni ıskat ettiler. Hem sermayen gitti, hem de kârın gitti. Bundan bir şey anladın mı? Anlamadın. Sen o işi yaparken niyetini bozmuştun, kardeşine hiç pay vermemiştin. Hazret-i Allah da seni ıskat etti. Hani o senin kardeşindi, hani ortağındı? Senin âkıbetini pek iyi görmüyorum. Sen büyüğüm diye yapıyorsun amma, Hazret-i Allah daha büyük.’ dedim. Bu durumu anlamıyor, menfaat hırsı bunların hepsini örtüyor.
Ona bir temsil de getirdim. İki ortak varmış, birisi rahatsızlanmış bir müddet dükkana gelmemiş. Âfiyet bulup dönünce ortağına: ‘Ben senden ayrılacağım.’ demiş. Ortağı sebebini sorduğunda: ‘Ben şimdiye kadar dikkat ederdim, dükkana karıncalar girerdi, şimdi bakıyorum dükkandan çıkıyorlar. Muhakkak ki ortaklığa bir hile girdi.’ cevabını vermiş. Bunu duyan ortağı: ‘Dur söyleyeyim demiş, ben gerçekten hile yapmadım. Yalnız bir defasında eve yumurta göndermem icabetmişti. Büyüklerini kendime, küçüklerini sana gönderdim, bundan olabilir.’
Ortaklık bu işte. Böyle ortaklık olursa üçüncü ortak Hazret-i Allah’tır. Hadis-i kudsi’de:
“İki ortaktan biri arkadaşına hiyanet etmedikçe, onların üçüncü ortağı ben olurum. Biri diğerine hiyanet edince ben aralarından çıkarım.” buyuruyor. (Ebu Dâvud)
Böyle ortaklık çok iyidir. Ya hakkını vereceksin ya ortak olmayacaksın. En küçük bir hile olursa Hazret-i Allah o işi ilerletmez.
Önümüzde büyük bir huzursuzluk görüyorum. Yakında pek çok şey beklenebilir. Onun için borca dalmadan tedbirli bir şekilde ne isterseniz yapın. Önümüz pek aydınlık değil.” (13 Temmuz 1983)
Huzurla Çalışmak:
Ticaretle uğraşan bir kardeşe tavsiyeleri:
“Kimseyi üzmeyin, değmez. Üzülmeyin, değmez. Binaenaleyh huzurla çalışmak için ayarlı iş yapmak lâzım. Çünkü insanın hayatta en çok ihtiyacı olduğu şey huzurdur. Huzursuz ibadet olmaz, huzursuz hayat olmaz, huzursuz yemek olmaz. Fakat bu huzuru da ancak dilediğine bahşediyor. Gerçekten gece ibadetini gönülle yapana ilk ihsanı, ikramı o oluyor. Huzurdan sonra huşu, huşudan sonra maiyyet, maiyyetten sonra kurbiyyet lâzım ki, gerçekten Hakk’ı bilmiş ve varmış olsun.
Amma huzuru elde edemeyen insan, huşuyu nasıl elde edecek? Maiyyete, kurbiyete nasıl varacak? Buna imkân yok.
On kazanacağımıza üç kazanalım, amma huzurla kazanalım, temiz kazanalım. Doğru olalım, piyasada güzel tanınalım, bize bu lâzım. Bize çok kazanç lâzım değil, bize bereket lâzım.
Kimseyi aldatmadan, aldanmadan doğru dürüst çalışalım. Meselâ bugün ödünç verecek gün değildir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz emanetin ganimet bilineceğini beyan buyurmuştur. Bu bunalımlı zamanda insan veresiye almayacak veremeyebilir, veresiye vermeyecek alamayabilir.” (15 Ocak 2001)