Mâûn Sûre-i Şerif'i (1)
Dini Yalanlayanlar
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Yedi Âyet-i kerime, yirmi beş kelime ve yüz on beş harften müteşekkildir.
Son Âyet-i kerime'deki "Mâûn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de ahiret gününü yalanlayan, kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen müşrikler; yaptığı işlerle Allah-u Teâlâ'nın rızâsını gözetmeyen, gösteriş için ibadet yapan iki yüzlü münâfıklar mevzu edilmektedir.
Dini Yalanlayanlar:
Allah-u Teâlâ dini yalanlayan, ahiret gününü tasdik etmeyen kimselerin imansızlığını da bilmekte, yaptıkları işleri de görmektedir. Büyük bir tehdit olarak bu Sûre-i şerif'te şöyle buyurmaktadır:
"Resul'üm! Dini yalanlayanı gördün mü?" (Mâûn: 1)
Düşünün bu gibi bir kimsenin hâlini ve âkıbetini!
Mal ve mülk edinmeyi tek hedef seçen, dünyada devamlı kalacağını zanneden, ahirette karşılaşacağı hesabı unutan kişi için hiçbir kurtuluş ümidi yoktur. Azgınlığının sonucunu işte ancak o zaman görecektir.
Bu gibi kimselerin içyüzlerini tanımak gerekir ki, kişiler onlardan uzaklaşabilsinler.
Ahireti inkâr ettiği için o öyle bir kimsedir ki;
"Yetimi itip kakan odur." (Mâûn: 2)
Hayatta baba himayesinden ana şefkatinden mahrum kalmış yetimin hakkını yemek için, onu şiddetle iter ve kakar. Zenginse malını vermez, fakirse ona sadaka vermez, yardım için gelirse merhamet etmez, hatta yanından kovar.
Eğer o ahiretteki cezâ ve mükâfata inansaydı böyle yapmazdı.
"Yoksulu doyurmaya teşvik etmez." (Mâûn: 3
Yoksulların ihtiyaçlarını kendisi sağlamadığı gibi, başkalarını da teşvik etmekten uzak durur. Başkalarını bu işe teşvik etmezse, kendisi nasıl yapsın? Çünkü cimrilik hastalığı içine işlemiştir.
Ahireti inkâr eden kimseler başkalarına en küçük bir fedâkarlıkta bulunamayacak kadar bencildirler.
_________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (2)
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şerif'lerde dinin direği olan namaza dâir pek çok emir ve tavsiyeler vardır. Namaz kılanların Allah-u Teâlâ'nın pek büyük lütuflarına ereceklerine dâir müjdeler olduğu gibi, kılmayanlar veya gösteriş için namaz kılanlar hakkında da pek elim azaba uğrayacaklarına dâir ihtarlar vardır.
"Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" (Mâûn: 4)
Bu gibi kimselerin kıldıkları namaz sevap kazandıracak yerde, ağır bir biçimde cezalandırmayı gerektiren bir günah hâlini alır. Hiçbir faydasını görmedikleri gibi ilâhî azaba da düçar olurlar. İhlâslılar zümresinin az oluş sebebi de budur.
Namaz kılıyor amma, Allah-u Teâlâ onun namaz kılmasından hoşlanmıyor. Bu neye benzer? Hiç hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize misafir gelmesine benzer. Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin değil namazından, hiçbir ibadetinden, hiçbir iyiliğinden hoşlanmaz.
Davud Aleyhisselâm'a ise şöyle vahyetmişti:
"Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise, onlara lânet etmem şeklindedir." (Deylemî)
Bu husus sadece zikrullahla ilgili değildir. Namaz da böyledir, Hacc da böyledir, oruç da, zekât da, diğer ibadetler de böyledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)
Namaz gafletle kılıınsa, o namaz sahibini kötülüklerden alıkoymazsa Allah-u Teâlâ'dan uzaklaştırır.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz de şöyle buyururlar:
"Bir ameli yerine getirmek için göstereceğiniz ihtimamdan ziyade amelin kabul edilmesi için ihtimam ediniz."
Bunun içindir ki ibadetlerin kabulü için, "Uydum kalabalığa" kabilinden değil de, son derece ihlâs ve samimiyet gereklidir.
•
Allah-u Teâlâ: "Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" buyurduktan sonra mütebâki Âyet-i kerime'lerde bunun sebebini şöyle açıklıyor:
"Ki onlar kıldıkları namazlarından gafildirler." (Mâûn: 5)
Namazlarının Allah-u Teâlâ'yı anmakla en ufak bir ilgisi yoktur. Bir defacık olsun azamet-i ilâhîyi kalplerinde hissetmezler. Namaz boyunca ne okuduklarının şuurunda olmazlar, huzur ve huşû içinde kılmaya önem vermezler, eğilip kalkarlar. Vaktine dikkat etmezler. Namazı bir kulluk borcu olarak ciddiye almazlar, eğlence kabilinden suretâ kılarlar.
Kılmadıkları zaman bundan dolayı gelecek olan azaptan korkmazlar. Kılarlarsa sevap beklemezler...
_____________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (3)
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar! (2)
Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'sinde namaza üşenerek kalkanlar hakkında şöyle beyan buyurmaktadır:
"Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar." (Nisâ: 142)
Namazdan hoşlanmadıkları için, üzerlerinde bir ağırlık varmış gibi kalkarlar. Zira onların namaz kılmaya niyetleri yoktur. Sevap ummadıkları gibi, azaptan da korkmazlar. Kalpleri bozuk, niyetleri kötüdür.
"İnsanlara gösteriş yaparlar." (Nisâ: 142)
Kıldıkları namazlarıyla riyâkârlık yapmaktan çekinmezler, herkesin görmesini ve duymasını isterler.
Bu gibi kimselere:
"Beş vakit namazını kılıyor! İbadet vazifelerini yapıyor." denilemez.
Başkaları ile birlikte bulundukları zaman kılarlar, kendi başlarına kaldıkları zaman kılmazlar. Kılarken de belirlenen vakit içinde kılmayıp, tamamen vaktin dışına çıkarırlar. Çoğunlukla o namazın vakti çıkmak üzere iken, son vakitte çabuk çabuk kılarlar. Formalite gereği namazı çabucak yerine getirirler. Meselâ ikindi namazını son vakte kadar geciktirirler. Halbuki bu vakit namaz kılınması mekruh olan vakittir. Sonra kalkarlar, kargaların yiyecek gagaladığı gibi namazı gagalarlar. Namazı sadece bir şekil olarak kılar ve kurtulurlar. Namaz vaktinin gelip geçtiğini bile hissetmezler.
Hastalıklar ibadetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, kalbin mânen hasta olması da ibadetleri güçleştirir. Bu güçlük nefs-i emmâreden hasıl olmaktadır.
Âyet-i kerime'lerde:
"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." buyuruluyor. (Bakara: 45-46)
Namazı emredildiği şekilde, rükünlerini ve şartlarını gözeterek kılmaya aldırmazlar. Rüku ve secdeleri doğru dürüst yapmazlar, tâdil-i erkân'a riâyet etmezler. Kılıp kılmamayı önemsemezler, namaza ilgi duymazlar. Bazen kılar bazen kılmazlar, terk etmekten dolayı üzülmezler.
Halbuki namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır." (Müslim)
Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile küfür arasında bir engel kalmaz. Namaz ise insanı küfre düşmekten korur.
Namazı bırakanlar için azap vâdedildiği gibi, onların iyi kimseler olmadıkları da bir Âyet-i kerime'de beyan buyurulmaktadır:
"Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir." (Meryem: 59)
Onlar gerek dünyada ve gerekse ahirette bu yaptıklarının cezâsı ile karşılaşacaklardır.
____________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (4)
Küfrün Bir Şubesi Olan; Riyâ
Küfrün Bir Şubesi Olan; Riyâ:
Allah-u Teâlâ "Kıldıkları namazlarında gafil olanlar"ı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin riyâkâr olduklarını da açıklıyor ve buyuruyor ki:
"Onlar gösteriş yaparlar." (Mâûn: 6)
Riyâ; insanın kendisini başkalarına üstün göstermek, onların kalplerinde yer etmek, hürmet ve tâzim beklemektir. Bu gibi kimseler yaptıkları iyilikleri kendisini övsünler, parmakla göstersinler, "Ne kadar sâlih insan!" desinler diye yaparlar. Namazı insanlar görsün diye hususiyetle herkesin görebileceği bir yerde lâubâli bir tavırla kılarlar, aslâ Allah için kılmazlar.
İbadet ettiklerini zannettikleri için, Allah-u Teâlâ'nın yanında kendilerinin çok makbul olduğu zannındadırlar.
İnsanlardan çekindikleri için kılarlar. Farzları yerine getiriyormuş gibi görünürler. Kalplerinde olmayan şeyi başkalarına karşı göstermek isterler.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az zikrederler." (Nisâ: 142)
Hiçbir iyi işi hâlis niyetle yapmazlar. Her yaptıkları iş başkalarına gösteriş içindir. Yaptığının karşılığını bu dünyada görmekten başka bir şey düşünmezler. Namazı gösteriş için kılarlar.
Topluluk varken itina ile namaz kılan, yalnız başına kalınca terkeden kişi münâfık ve mürâidir. Bu ise nifakın en tehlikelisidir.
Riyâ katiyetle haram olduğu içindir ki riyâkârlar azaba müstehak olurlar. Riyâkâr insan kendisine fayda verecek iyilikler yaptığını zanneder, fakat ahirete göçtüğünde hiçbir iyiliğin karşılığını göremez.
Tenhada bulunduğunda yapamadığı farzları halkın göreceği yerde yapmak riyâdır ve riyânın en fenâsıdır.
Riyâdan kıçınmak çok zordur. Çünkü riyâ, siyah karıncanın karanlık gecede siyah taş üzerinde yürümesinden daha gizlidir.
Şu kadar var ki farz olan ibadetleri aşikâr olarak yerine getirilmesinden dolayı kişi riyâkâr sayılmaz.
Amel iki türlüdür: Bir amel var, bir de amel-i sâlih var. Kişi amel işliyor amma, sâlih olmadığı için, yani yaptığı ameli ihlâsla, sırf Allah için yapmadığı için makbul değildir. Riyâ karışan ameller, âfet isabet edip de harap olan bahçeye benzer.
Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, ihlâsı terketmek de haramdır.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabb'ine kullukta hiç ortak koşmasın!" buyuruyor. (Kehf: 110)
Her kim bu yüce makamı elde etmeyi arzu ediyorsa, Allah-u Teâlâ'ya takdim edebilecek amelleri işlesin. Kulluğuna, riyâkârların yaptığı gibi ne açık ne de kapalı hiçbir şirk karıştırmasın.
Bu beyanlarımız bir aynadır, herkes kendisini bu aynada görsün ve kendisini ona göre ayarlasın!
Hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ "Afüvv"dür; günahları çokça bağışlayandır, engin merhameti ile günahlarından pişmanlık duyanları affeder. "Tevvâb"dır; tevbe kapısını daima açık tutmaktadır, günahtan dönenlerin tevbelerini kabul eder. "Ğafûr"dur; mağfireti bol olandır, rahmeti gadabını geçmiştir. "Ğaffâr"dır; merhameti engin olandır, uçsuz bucaksız rahmetiyle kullarının günahlarını tekrar tekrar affedip bağışlar. Bunun içindir ki kendisini bu durumda gören bir insanın bir an önce tevbe etmesi, müminlerin yoluna koyulması, istenildiği şekilde kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışması gerekir. Zararın neresinden dönülürse kârdır.
______________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (5)
İslâm'ın Köprüsü Zekât
İslâm'ın Köprüsü Zekât:
Allah-u Teâlâ; "Kıldıkları namazlarında gafil olanların riyâkâr oldukları"nı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin, insanların iyiliğine olan bütün hayırlara engel olduklarını da açıklıyor ve şöyle buyururyor:
"Zekâtı da menederler." (Mâûn: 7)
İhlâsla ibadet etmedikleri gibi, insanlara iyilik de etmezler. Kendileri zekât vermedikleri gibi, başkalarının vermesine de mâni olurlar. Çok cimri oldukları için en ufak bir yardımı dahi insanlardan esirgerler. Halktan birine yararı olacak bir şeyi ödünç bile vermezler.
Âyet-i kerime'de geçen "Mâûn"un mânâsı; en üstün derecesi zekât, en aşağısı da kişinin konu-komşusuna ödünç olarak verdiği şeylerdir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- buyurur ki:
"Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında tencere, kova gibi eşyaları âriyeten (ödünç olarak) vermeyi (Mâûn sûresinde geçen) yardım yani 'Mâûn' sayardık." (Ebu Dâvud: 1657)
Zekât İslâm'ın köprüsüdür, bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez. Bunlar namaz da kılsalar, oruç da tutsalar vay hallerine!
•
Allah-u Teâlâ zekât verecek kadar zengin olan müslümanların mallarının belli bir miktarını fakirlere tahsis etmiştir. Bunun içindir ki zekât verilmeyen malda fakirlerin hakkı vardır. Bu hakkı sahibine veren kimse Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirip borcundan kurtulmuş olur. Üzerine zekât farz olan kimse ise zekâtını vermezse, fakirlerin malını gasp etmiş olur.
İslâm'da imandan sonra en önemli iki esas vardır. Bu rükünlerden birisi namaz, diğeri ise zekâttır.
Zekât ibadeti bir çok Âyet-i kerime'lerde namazla birlikte emredilmiştir:
"Namazı kılın, zekâtı verin." (Ahzâb: 33)
Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm'ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise "İslâm'ın köprüsüdür." Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ'nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde, zekâtı İslâm'ın beş temel esasından birisi saymıştır.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İslâmiyet'inizin kemâli zekât vermenize bağlıdır." (Münâvî)
Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, âhirette ise azaptan kurtulmuş olunur.
Zekât malı temizlediği için bu ismi almıştır. Kuyudan su çektikçe yerine su geldiği, budanan bağların daha çok üzüm verdiği gibi, zekât da malı hem temizler hem de bereketlendirir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlardan mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz.
Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, o böyle değildir. O zekâtı veren kimseler (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır." (Rum: 39)
İyiliklerinin karşılığı kat kat verilecek kimseler bunlardır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Dini Yalanlayanlar
Sûre-i Şerif'in Takdimi:
Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Yedi Âyet-i kerime, yirmi beş kelime ve yüz on beş harften müteşekkildir.
Son Âyet-i kerime'deki "Mâûn" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.
Muhtevâsı:
Bu mübârek Sûre-i celîle'de ahiret gününü yalanlayan, kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen müşrikler; yaptığı işlerle Allah-u Teâlâ'nın rızâsını gözetmeyen, gösteriş için ibadet yapan iki yüzlü münâfıklar mevzu edilmektedir.
Dini Yalanlayanlar:
Allah-u Teâlâ dini yalanlayan, ahiret gününü tasdik etmeyen kimselerin imansızlığını da bilmekte, yaptıkları işleri de görmektedir. Büyük bir tehdit olarak bu Sûre-i şerif'te şöyle buyurmaktadır:
"Resul'üm! Dini yalanlayanı gördün mü?" (Mâûn: 1)
Düşünün bu gibi bir kimsenin hâlini ve âkıbetini!
Mal ve mülk edinmeyi tek hedef seçen, dünyada devamlı kalacağını zanneden, ahirette karşılaşacağı hesabı unutan kişi için hiçbir kurtuluş ümidi yoktur. Azgınlığının sonucunu işte ancak o zaman görecektir.
Bu gibi kimselerin içyüzlerini tanımak gerekir ki, kişiler onlardan uzaklaşabilsinler.
Ahireti inkâr ettiği için o öyle bir kimsedir ki;
"Yetimi itip kakan odur." (Mâûn: 2)
Hayatta baba himayesinden ana şefkatinden mahrum kalmış yetimin hakkını yemek için, onu şiddetle iter ve kakar. Zenginse malını vermez, fakirse ona sadaka vermez, yardım için gelirse merhamet etmez, hatta yanından kovar.
Eğer o ahiretteki cezâ ve mükâfata inansaydı böyle yapmazdı.
"Yoksulu doyurmaya teşvik etmez." (Mâûn: 3
Yoksulların ihtiyaçlarını kendisi sağlamadığı gibi, başkalarını da teşvik etmekten uzak durur. Başkalarını bu işe teşvik etmezse, kendisi nasıl yapsın? Çünkü cimrilik hastalığı içine işlemiştir.
Ahireti inkâr eden kimseler başkalarına en küçük bir fedâkarlıkta bulunamayacak kadar bencildirler.
_________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (2)
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şerif'lerde dinin direği olan namaza dâir pek çok emir ve tavsiyeler vardır. Namaz kılanların Allah-u Teâlâ'nın pek büyük lütuflarına ereceklerine dâir müjdeler olduğu gibi, kılmayanlar veya gösteriş için namaz kılanlar hakkında da pek elim azaba uğrayacaklarına dâir ihtarlar vardır.
"Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" (Mâûn: 4)
Bu gibi kimselerin kıldıkları namaz sevap kazandıracak yerde, ağır bir biçimde cezalandırmayı gerektiren bir günah hâlini alır. Hiçbir faydasını görmedikleri gibi ilâhî azaba da düçar olurlar. İhlâslılar zümresinin az oluş sebebi de budur.
Namaz kılıyor amma, Allah-u Teâlâ onun namaz kılmasından hoşlanmıyor. Bu neye benzer? Hiç hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize misafir gelmesine benzer. Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin değil namazından, hiçbir ibadetinden, hiçbir iyiliğinden hoşlanmaz.
Davud Aleyhisselâm'a ise şöyle vahyetmişti:
"Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise, onlara lânet etmem şeklindedir." (Deylemî)
Bu husus sadece zikrullahla ilgili değildir. Namaz da böyledir, Hacc da böyledir, oruç da, zekât da, diğer ibadetler de böyledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)
Namaz gafletle kılıınsa, o namaz sahibini kötülüklerden alıkoymazsa Allah-u Teâlâ'dan uzaklaştırır.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz de şöyle buyururlar:
"Bir ameli yerine getirmek için göstereceğiniz ihtimamdan ziyade amelin kabul edilmesi için ihtimam ediniz."
Bunun içindir ki ibadetlerin kabulü için, "Uydum kalabalığa" kabilinden değil de, son derece ihlâs ve samimiyet gereklidir.
•
Allah-u Teâlâ: "Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" buyurduktan sonra mütebâki Âyet-i kerime'lerde bunun sebebini şöyle açıklıyor:
"Ki onlar kıldıkları namazlarından gafildirler." (Mâûn: 5)
Namazlarının Allah-u Teâlâ'yı anmakla en ufak bir ilgisi yoktur. Bir defacık olsun azamet-i ilâhîyi kalplerinde hissetmezler. Namaz boyunca ne okuduklarının şuurunda olmazlar, huzur ve huşû içinde kılmaya önem vermezler, eğilip kalkarlar. Vaktine dikkat etmezler. Namazı bir kulluk borcu olarak ciddiye almazlar, eğlence kabilinden suretâ kılarlar.
Kılmadıkları zaman bundan dolayı gelecek olan azaptan korkmazlar. Kılarlarsa sevap beklemezler...
_____________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (3)
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar! (2)
Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'sinde namaza üşenerek kalkanlar hakkında şöyle beyan buyurmaktadır:
"Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar." (Nisâ: 142)
Namazdan hoşlanmadıkları için, üzerlerinde bir ağırlık varmış gibi kalkarlar. Zira onların namaz kılmaya niyetleri yoktur. Sevap ummadıkları gibi, azaptan da korkmazlar. Kalpleri bozuk, niyetleri kötüdür.
"İnsanlara gösteriş yaparlar." (Nisâ: 142)
Kıldıkları namazlarıyla riyâkârlık yapmaktan çekinmezler, herkesin görmesini ve duymasını isterler.
Bu gibi kimselere:
"Beş vakit namazını kılıyor! İbadet vazifelerini yapıyor." denilemez.
Başkaları ile birlikte bulundukları zaman kılarlar, kendi başlarına kaldıkları zaman kılmazlar. Kılarken de belirlenen vakit içinde kılmayıp, tamamen vaktin dışına çıkarırlar. Çoğunlukla o namazın vakti çıkmak üzere iken, son vakitte çabuk çabuk kılarlar. Formalite gereği namazı çabucak yerine getirirler. Meselâ ikindi namazını son vakte kadar geciktirirler. Halbuki bu vakit namaz kılınması mekruh olan vakittir. Sonra kalkarlar, kargaların yiyecek gagaladığı gibi namazı gagalarlar. Namazı sadece bir şekil olarak kılar ve kurtulurlar. Namaz vaktinin gelip geçtiğini bile hissetmezler.
Hastalıklar ibadetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, kalbin mânen hasta olması da ibadetleri güçleştirir. Bu güçlük nefs-i emmâreden hasıl olmaktadır.
Âyet-i kerime'lerde:
"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." buyuruluyor. (Bakara: 45-46)
Namazı emredildiği şekilde, rükünlerini ve şartlarını gözeterek kılmaya aldırmazlar. Rüku ve secdeleri doğru dürüst yapmazlar, tâdil-i erkân'a riâyet etmezler. Kılıp kılmamayı önemsemezler, namaza ilgi duymazlar. Bazen kılar bazen kılmazlar, terk etmekten dolayı üzülmezler.
Halbuki namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır." (Müslim)
Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile küfür arasında bir engel kalmaz. Namaz ise insanı küfre düşmekten korur.
Namazı bırakanlar için azap vâdedildiği gibi, onların iyi kimseler olmadıkları da bir Âyet-i kerime'de beyan buyurulmaktadır:
"Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir." (Meryem: 59)
Onlar gerek dünyada ve gerekse ahirette bu yaptıklarının cezâsı ile karşılaşacaklardır.
____________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (4)
Küfrün Bir Şubesi Olan; Riyâ
Küfrün Bir Şubesi Olan; Riyâ:
Allah-u Teâlâ "Kıldıkları namazlarında gafil olanlar"ı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin riyâkâr olduklarını da açıklıyor ve buyuruyor ki:
"Onlar gösteriş yaparlar." (Mâûn: 6)
Riyâ; insanın kendisini başkalarına üstün göstermek, onların kalplerinde yer etmek, hürmet ve tâzim beklemektir. Bu gibi kimseler yaptıkları iyilikleri kendisini övsünler, parmakla göstersinler, "Ne kadar sâlih insan!" desinler diye yaparlar. Namazı insanlar görsün diye hususiyetle herkesin görebileceği bir yerde lâubâli bir tavırla kılarlar, aslâ Allah için kılmazlar.
İbadet ettiklerini zannettikleri için, Allah-u Teâlâ'nın yanında kendilerinin çok makbul olduğu zannındadırlar.
İnsanlardan çekindikleri için kılarlar. Farzları yerine getiriyormuş gibi görünürler. Kalplerinde olmayan şeyi başkalarına karşı göstermek isterler.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az zikrederler." (Nisâ: 142)
Hiçbir iyi işi hâlis niyetle yapmazlar. Her yaptıkları iş başkalarına gösteriş içindir. Yaptığının karşılığını bu dünyada görmekten başka bir şey düşünmezler. Namazı gösteriş için kılarlar.
Topluluk varken itina ile namaz kılan, yalnız başına kalınca terkeden kişi münâfık ve mürâidir. Bu ise nifakın en tehlikelisidir.
Riyâ katiyetle haram olduğu içindir ki riyâkârlar azaba müstehak olurlar. Riyâkâr insan kendisine fayda verecek iyilikler yaptığını zanneder, fakat ahirete göçtüğünde hiçbir iyiliğin karşılığını göremez.
Tenhada bulunduğunda yapamadığı farzları halkın göreceği yerde yapmak riyâdır ve riyânın en fenâsıdır.
Riyâdan kıçınmak çok zordur. Çünkü riyâ, siyah karıncanın karanlık gecede siyah taş üzerinde yürümesinden daha gizlidir.
Şu kadar var ki farz olan ibadetleri aşikâr olarak yerine getirilmesinden dolayı kişi riyâkâr sayılmaz.
Amel iki türlüdür: Bir amel var, bir de amel-i sâlih var. Kişi amel işliyor amma, sâlih olmadığı için, yani yaptığı ameli ihlâsla, sırf Allah için yapmadığı için makbul değildir. Riyâ karışan ameller, âfet isabet edip de harap olan bahçeye benzer.
Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, ihlâsı terketmek de haramdır.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabb'ine kullukta hiç ortak koşmasın!" buyuruyor. (Kehf: 110)
Her kim bu yüce makamı elde etmeyi arzu ediyorsa, Allah-u Teâlâ'ya takdim edebilecek amelleri işlesin. Kulluğuna, riyâkârların yaptığı gibi ne açık ne de kapalı hiçbir şirk karıştırmasın.
Bu beyanlarımız bir aynadır, herkes kendisini bu aynada görsün ve kendisini ona göre ayarlasın!
Hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ "Afüvv"dür; günahları çokça bağışlayandır, engin merhameti ile günahlarından pişmanlık duyanları affeder. "Tevvâb"dır; tevbe kapısını daima açık tutmaktadır, günahtan dönenlerin tevbelerini kabul eder. "Ğafûr"dur; mağfireti bol olandır, rahmeti gadabını geçmiştir. "Ğaffâr"dır; merhameti engin olandır, uçsuz bucaksız rahmetiyle kullarının günahlarını tekrar tekrar affedip bağışlar. Bunun içindir ki kendisini bu durumda gören bir insanın bir an önce tevbe etmesi, müminlerin yoluna koyulması, istenildiği şekilde kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışması gerekir. Zararın neresinden dönülürse kârdır.
______________________________________________________________________________________
Mâûn Sûre-i Şerif'i (5)
İslâm'ın Köprüsü Zekât
İslâm'ın Köprüsü Zekât:
Allah-u Teâlâ; "Kıldıkları namazlarında gafil olanların riyâkâr oldukları"nı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin, insanların iyiliğine olan bütün hayırlara engel olduklarını da açıklıyor ve şöyle buyururyor:
"Zekâtı da menederler." (Mâûn: 7)
İhlâsla ibadet etmedikleri gibi, insanlara iyilik de etmezler. Kendileri zekât vermedikleri gibi, başkalarının vermesine de mâni olurlar. Çok cimri oldukları için en ufak bir yardımı dahi insanlardan esirgerler. Halktan birine yararı olacak bir şeyi ödünç bile vermezler.
Âyet-i kerime'de geçen "Mâûn"un mânâsı; en üstün derecesi zekât, en aşağısı da kişinin konu-komşusuna ödünç olarak verdiği şeylerdir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- buyurur ki:
"Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında tencere, kova gibi eşyaları âriyeten (ödünç olarak) vermeyi (Mâûn sûresinde geçen) yardım yani 'Mâûn' sayardık." (Ebu Dâvud: 1657)
Zekât İslâm'ın köprüsüdür, bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez. Bunlar namaz da kılsalar, oruç da tutsalar vay hallerine!
•
Allah-u Teâlâ zekât verecek kadar zengin olan müslümanların mallarının belli bir miktarını fakirlere tahsis etmiştir. Bunun içindir ki zekât verilmeyen malda fakirlerin hakkı vardır. Bu hakkı sahibine veren kimse Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirip borcundan kurtulmuş olur. Üzerine zekât farz olan kimse ise zekâtını vermezse, fakirlerin malını gasp etmiş olur.
İslâm'da imandan sonra en önemli iki esas vardır. Bu rükünlerden birisi namaz, diğeri ise zekâttır.
Zekât ibadeti bir çok Âyet-i kerime'lerde namazla birlikte emredilmiştir:
"Namazı kılın, zekâtı verin." (Ahzâb: 33)
Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm'ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise "İslâm'ın köprüsüdür." Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ'nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde, zekâtı İslâm'ın beş temel esasından birisi saymıştır.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İslâmiyet'inizin kemâli zekât vermenize bağlıdır." (Münâvî)
Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, âhirette ise azaptan kurtulmuş olunur.
Zekât malı temizlediği için bu ismi almıştır. Kuyudan su çektikçe yerine su geldiği, budanan bağların daha çok üzüm verdiği gibi, zekât da malı hem temizler hem de bereketlendirir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlardan mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz.
Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, o böyle değildir. O zekâtı veren kimseler (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır." (Rum: 39)
İyiliklerinin karşılığı kat kat verilecek kimseler bunlardır.
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh