Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (6)
Kafkasyalı Hacı Yunus Efendi'nin Sordukları Soruya, Verdikleri Cevaplar (2)
Kafkasyalı Hacı Yunus Efendi'nin sormuş oldukları sorularına Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz'in verdikleri cevaplar geçen ayki sayımızda açıklamalarıyla beraber konu edilmişti, bu ay da Zât-ı âlileri'nin yarım kalan izâhlarına devam ediyoruz:
Gerçek manada ihvan kimdir? Eğer Allah-u Teâlâ onu ezelden almış, mahviyet üzerinde yürütmüşse o hakiki ihvandır. Nefsine bir şey mâl etmez. Halka itibar etmez, dünyaya değer vermez. Binaenaleyh onun gayesi hakikat olduğu için yaratılmışlara değer vermez.
Ulvi hayat, süfli hayat diyoruz. Ulvi hayatı yaşayanların iç durumu şudur:
Onların karınları açtır, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür ama gönül cennetinde yaşarlar. Ama süfli hayatı yaşayanlar; yiyeyim, içeyim, giyeyim, gezeyim derler. Çukura düştü. Eyvah! Ama geçti. Geçti perde kapandı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır."
Niçin? O, O'nunla oldukça her zaman cennette. Ama Cennet-i alâ'ya girmişsin, içinde O yok, hiçbir şeyin yok. Dikkat edin, dünyadaki cennetle, ahiretteki cenneti kıyas ediyorum. Eğer O'nunlaysan sen zaten cennettesin, O'nunla değilsen; Cennet-i alâ'ya nail olmuşsun, ama eğer Cemal-i Bakemal'den mahrum kalmışsan ne kıymeti var! Yiyeceksin, içeceksin, giyeceksin, gezeceksin. Zaten seni dünyada da gezdiriyordu O. Demek ki burada gizli bir nokta var. Bu gizli noktayı tutmamız lâzım.
•
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah ganîdir, siz fakirsiniz." (Muhammed: 38)
Bu Âyet-i kerime şöyle zannediliyor: "Allah zengindir, siz fakirsiniz!"
Yani paraya dönüyor.
Şu kadar var ki bir ağanın bir kölesi var. Kölesinin parası yok, malı mülkü yok, her şeyi ile ağasına muhtaç. Bir köle ağasına bu kadar muhtaç olursa, ya bir mahlûk Halik'ına ne kadar muhtaç olduğunu buradan ölçün. Halbuki Cenâb-ı Hakk o köleye her şey vermiş. Beden vermiş, azaları vermiş, hayat vermiş, sıhhat vermiş ki her şeyi bir dünyaya mübadil. Ama efendisine muhtaç. Ya Halik-ı Azimüşan'a bir mahlûk ne kadar muhtaç. Şimdi ölçebildik mi?
Her şeyin en güzel numunesi olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu konuda şöyle buyurdu: "Fakirliğimle övünürüm." (K. Hafâ)
Ben fakirim. Ruhum, bedenim, malım hepsi Sahib'ime aittir. Benim hiçbir şeyim yoktur. Niçin? Yaratan O olduğu için, aslını bil O'nu bul... İki kelime.
"Ben hayatta kendimden küçüğünü bilmiyorum ki küçümseyeyim. Kendimden daha ayıbını görmüyorum ki ayıplayayım."
İnsanın yaratılışı bir damla kerih su. Ama o suyu da O yarattı. Senin neyin var? Hiç. Şu halde sen çık aradan kalsın Yaradan.
Aslını bil, O'nu bul... Senin aslın bir damla pislik. Bunu biraz daha açalım. Niçin Hakk'a varamıyoruz?
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"İçinizde... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)
Üstelik "Görmüyor musun?" buyuruyor. Peki bu Âyet-i kerime'ler olduğu halde, niçin O'na varamıyoruz?
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb'ine doğru çaba göstermektesin ve sonunda O'na varacaksın." (İnşikâk: 6)
Binaenaleyh; açık söylüyorum; ne yer var, ne gök var, ne arş var. Bunların hepsi Hazret-i Allah'a karşı bir perdedir. Aslında nurdur. Zira kâinat, vücut nurunun zerrelerinin zuhur mahallidir. Nasıl ki sen kendini ayrı müstakil bir varlık sanıyorsan, onlara da bir sıfat vermiş ve mesuliyet altına sokmuştur. O'nun verdiği sıfatla görünüyorlar. Yer görünüyor, gök görünüyor, arş görünüyor. Halbuki bunların hepsi Var'a bir perdedir.
"Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr: 35)
Buyurduğu halde, sen o nuru göremedin de, yeri gördün, göğü gördün.
Peki bu göremeyişinin sebebi nedir? Yeri, gökleri her şeyi yarattığı gibi seni de yarattı. Ama sen kendini müstakil yaratılmış zannediyorsun. Halbuki yaratılışın bir damla pis su. Üstündeki asar O'nun. Sen o asarı kendinin zannettin ve Var'a perde oldun. Aslını bilemedin, bulamadın içinde Yaratan'ı hiç göremedin zaten.
Bu noktaya birazcık eğilip neden yaratıldığını öğrendiğin zaman; kimin yarattığını anlamaya başlarsın. Sonra O'nun yoluna koyulup yavaş yavaş varlığını ifna etmeye başlayıp, bir gün varlığını tamamen ifna edebilirsen; yok olursun. Ama bu da kâfi değildir. Bundan sonra O'nun lütuf tecelliyatı husule gelip hiç olursan, Var husule gelir. İşte şimdi mahlûk Halik'ına kavuştu.
Niçin kavuşamadığımızı anlayabildik mi? O nur, sen pislik. Pislik ile nura kavuşmak mümkün değildir. Ama sen pisliğini atınca, hiç oldun, nur oldun. O'nunla beraber oldun. İşte o zaman:
"İçinizde... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)
Âyet-i kerime'si kişide tecelli eder. O'nun daha yakın olduğunu, O'nun içte olduğunu, hükmün O'nun olduğunu, O'nunla kâim olduğunu insan rahatça seyreder. Çünkü bunlar eşyadan "Ol!" demekten ibaret. Hepsi o kadar. "Ol!" diyor, oluyor. "Öl!" diyor ölüyor. Ama sen olanı görüyorsun, "Ol!" diyeni göremedin! O zaman ne oldu? Sen eşyada kaldın. Allah'ım bizi onlardan etmesin.
•
Bizim yaratılışımız Elhamdülillâh şöyledir:
Herkesi hoş, kendimi boş bilirim. Niçin? Yaratılışım bir hakir su. O bir zerrenin içinde de bir zerre var; ayan-ı sabite. Onu Mevlâ dürmüş. Ne dürdüyse O bilir. Şimdi insan bu kendi hakirliğine baktığı zaman hiç kimseyi hor ve hakir göremez. Zira insan kendisini hakir düşürmedikçe fakir değildir.
Nasıl hakir düşülür? Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
"Onlar hayvan gibidirler, hatta daha da sapık ve şaşkındırlar." (A'râf: 179)
Kâfirler yeryüzünde gezen hayvanlardan da aşağıdadır.
Niçin? En güzel surette yaratmış, nimetleri ile donatmış, mülkünde yaşatıyor, namütenahi nimetleri ile merzuk ediyor, her an ona nefes veriyor, hayat veriyor. Ama Yaratan'ı unuttuğu için bu duruma düşmüş oluyor. Allah'ım bizi bu duruma düşen kullarından etmesin.
Dolayısıyla her mümin, iman şerefi ile müşerref, İslâm ile müzeyyen olduğu için her müslümana değer vermek lâzım. Tabi burada müslüman denilince akla şu da geliyor: Bir zât-ı muhtereme diyorlar ki: "Ümmet-i Muhammed'e duâ et." o da diyor ki: "Siz Ümmet-i Muhammed'i bana gösterin ben de duâ edeyim." Yani demek istiyor ki Resulullah'ın yolunda, izinde olan çok az.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
– Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashâb'ımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Burada çok büyük bir mânâ var. Bu Hadis-i şerif'ten sonra insanın çok derin düşünceye dalması lâzım. Rabb'ül-âlemin beni hangi tarafa koydu diye!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taatına çevir." (Buhârî)
Demek ki bu iş O'nun kalbini çevirmesine bağlı. Şu halde bizim O'na ne kadar muhtaç olduğumuz ve nasıl sığınmamız gerektiğini anlamış olduk. Daha doğrusu ağızdan çıkan sözler ve hareketlerimiz Hakk ile olacak. Hakk ile nasıl olur? O'na sağınmakla, her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bilmekle olur. Ben yaparım, ben ederim demek yanlıştır. Bunlar nefis putuna ait işlerdir, bu benlikler nefse aittir.
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (6)
Kafkasyalı Hacı Yunus Efendi'nin Sordukları Soruya, Verdikleri Cevaplar (2)
Kafkasyalı Hacı Yunus Efendi'nin sormuş oldukları sorularına Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz'in verdikleri cevaplar geçen ayki sayımızda açıklamalarıyla beraber konu edilmişti, bu ay da Zât-ı âlileri'nin yarım kalan izâhlarına devam ediyoruz:
Gerçek manada ihvan kimdir? Eğer Allah-u Teâlâ onu ezelden almış, mahviyet üzerinde yürütmüşse o hakiki ihvandır. Nefsine bir şey mâl etmez. Halka itibar etmez, dünyaya değer vermez. Binaenaleyh onun gayesi hakikat olduğu için yaratılmışlara değer vermez.
Ulvi hayat, süfli hayat diyoruz. Ulvi hayatı yaşayanların iç durumu şudur:
Onların karınları açtır, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür ama gönül cennetinde yaşarlar. Ama süfli hayatı yaşayanlar; yiyeyim, içeyim, giyeyim, gezeyim derler. Çukura düştü. Eyvah! Ama geçti. Geçti perde kapandı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır."
Niçin? O, O'nunla oldukça her zaman cennette. Ama Cennet-i alâ'ya girmişsin, içinde O yok, hiçbir şeyin yok. Dikkat edin, dünyadaki cennetle, ahiretteki cenneti kıyas ediyorum. Eğer O'nunlaysan sen zaten cennettesin, O'nunla değilsen; Cennet-i alâ'ya nail olmuşsun, ama eğer Cemal-i Bakemal'den mahrum kalmışsan ne kıymeti var! Yiyeceksin, içeceksin, giyeceksin, gezeceksin. Zaten seni dünyada da gezdiriyordu O. Demek ki burada gizli bir nokta var. Bu gizli noktayı tutmamız lâzım.
•
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah ganîdir, siz fakirsiniz." (Muhammed: 38)
Bu Âyet-i kerime şöyle zannediliyor: "Allah zengindir, siz fakirsiniz!"
Yani paraya dönüyor.
Şu kadar var ki bir ağanın bir kölesi var. Kölesinin parası yok, malı mülkü yok, her şeyi ile ağasına muhtaç. Bir köle ağasına bu kadar muhtaç olursa, ya bir mahlûk Halik'ına ne kadar muhtaç olduğunu buradan ölçün. Halbuki Cenâb-ı Hakk o köleye her şey vermiş. Beden vermiş, azaları vermiş, hayat vermiş, sıhhat vermiş ki her şeyi bir dünyaya mübadil. Ama efendisine muhtaç. Ya Halik-ı Azimüşan'a bir mahlûk ne kadar muhtaç. Şimdi ölçebildik mi?
Her şeyin en güzel numunesi olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu konuda şöyle buyurdu: "Fakirliğimle övünürüm." (K. Hafâ)
Ben fakirim. Ruhum, bedenim, malım hepsi Sahib'ime aittir. Benim hiçbir şeyim yoktur. Niçin? Yaratan O olduğu için, aslını bil O'nu bul... İki kelime.
"Ben hayatta kendimden küçüğünü bilmiyorum ki küçümseyeyim. Kendimden daha ayıbını görmüyorum ki ayıplayayım."
İnsanın yaratılışı bir damla kerih su. Ama o suyu da O yarattı. Senin neyin var? Hiç. Şu halde sen çık aradan kalsın Yaradan.
Aslını bil, O'nu bul... Senin aslın bir damla pislik. Bunu biraz daha açalım. Niçin Hakk'a varamıyoruz?
Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
"İçinizde... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)
Üstelik "Görmüyor musun?" buyuruyor. Peki bu Âyet-i kerime'ler olduğu halde, niçin O'na varamıyoruz?
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb'ine doğru çaba göstermektesin ve sonunda O'na varacaksın." (İnşikâk: 6)
Binaenaleyh; açık söylüyorum; ne yer var, ne gök var, ne arş var. Bunların hepsi Hazret-i Allah'a karşı bir perdedir. Aslında nurdur. Zira kâinat, vücut nurunun zerrelerinin zuhur mahallidir. Nasıl ki sen kendini ayrı müstakil bir varlık sanıyorsan, onlara da bir sıfat vermiş ve mesuliyet altına sokmuştur. O'nun verdiği sıfatla görünüyorlar. Yer görünüyor, gök görünüyor, arş görünüyor. Halbuki bunların hepsi Var'a bir perdedir.
"Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr: 35)
Buyurduğu halde, sen o nuru göremedin de, yeri gördün, göğü gördün.
Peki bu göremeyişinin sebebi nedir? Yeri, gökleri her şeyi yarattığı gibi seni de yarattı. Ama sen kendini müstakil yaratılmış zannediyorsun. Halbuki yaratılışın bir damla pis su. Üstündeki asar O'nun. Sen o asarı kendinin zannettin ve Var'a perde oldun. Aslını bilemedin, bulamadın içinde Yaratan'ı hiç göremedin zaten.
Bu noktaya birazcık eğilip neden yaratıldığını öğrendiğin zaman; kimin yarattığını anlamaya başlarsın. Sonra O'nun yoluna koyulup yavaş yavaş varlığını ifna etmeye başlayıp, bir gün varlığını tamamen ifna edebilirsen; yok olursun. Ama bu da kâfi değildir. Bundan sonra O'nun lütuf tecelliyatı husule gelip hiç olursan, Var husule gelir. İşte şimdi mahlûk Halik'ına kavuştu.
Niçin kavuşamadığımızı anlayabildik mi? O nur, sen pislik. Pislik ile nura kavuşmak mümkün değildir. Ama sen pisliğini atınca, hiç oldun, nur oldun. O'nunla beraber oldun. İşte o zaman:
"İçinizde... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)
Âyet-i kerime'si kişide tecelli eder. O'nun daha yakın olduğunu, O'nun içte olduğunu, hükmün O'nun olduğunu, O'nunla kâim olduğunu insan rahatça seyreder. Çünkü bunlar eşyadan "Ol!" demekten ibaret. Hepsi o kadar. "Ol!" diyor, oluyor. "Öl!" diyor ölüyor. Ama sen olanı görüyorsun, "Ol!" diyeni göremedin! O zaman ne oldu? Sen eşyada kaldın. Allah'ım bizi onlardan etmesin.
•
Bizim yaratılışımız Elhamdülillâh şöyledir:
Herkesi hoş, kendimi boş bilirim. Niçin? Yaratılışım bir hakir su. O bir zerrenin içinde de bir zerre var; ayan-ı sabite. Onu Mevlâ dürmüş. Ne dürdüyse O bilir. Şimdi insan bu kendi hakirliğine baktığı zaman hiç kimseyi hor ve hakir göremez. Zira insan kendisini hakir düşürmedikçe fakir değildir.
Nasıl hakir düşülür? Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
"Onlar hayvan gibidirler, hatta daha da sapık ve şaşkındırlar." (A'râf: 179)
Kâfirler yeryüzünde gezen hayvanlardan da aşağıdadır.
Niçin? En güzel surette yaratmış, nimetleri ile donatmış, mülkünde yaşatıyor, namütenahi nimetleri ile merzuk ediyor, her an ona nefes veriyor, hayat veriyor. Ama Yaratan'ı unuttuğu için bu duruma düşmüş oluyor. Allah'ım bizi bu duruma düşen kullarından etmesin.
Dolayısıyla her mümin, iman şerefi ile müşerref, İslâm ile müzeyyen olduğu için her müslümana değer vermek lâzım. Tabi burada müslüman denilince akla şu da geliyor: Bir zât-ı muhtereme diyorlar ki: "Ümmet-i Muhammed'e duâ et." o da diyor ki: "Siz Ümmet-i Muhammed'i bana gösterin ben de duâ edeyim." Yani demek istiyor ki Resulullah'ın yolunda, izinde olan çok az.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
– Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashâb'ımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Burada çok büyük bir mânâ var. Bu Hadis-i şerif'ten sonra insanın çok derin düşünceye dalması lâzım. Rabb'ül-âlemin beni hangi tarafa koydu diye!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taatına çevir." (Buhârî)
Demek ki bu iş O'nun kalbini çevirmesine bağlı. Şu halde bizim O'na ne kadar muhtaç olduğumuz ve nasıl sığınmamız gerektiğini anlamış olduk. Daha doğrusu ağızdan çıkan sözler ve hareketlerimiz Hakk ile olacak. Hakk ile nasıl olur? O'na sağınmakla, her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bilmekle olur. Ben yaparım, ben ederim demek yanlıştır. Bunlar nefis putuna ait işlerdir, bu benlikler nefse aittir.