Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (53)
Mart 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
Dikkat Edilmesi Gereken Önemli Husus:
Kendilerine âlim süsü veren bazı kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin'i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar. İlâhi hükümleri değiştirmek veya aslından uzaklaştırmak suretiyle bir takım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler. Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu küfre rızâ göstermek de küfürdür.
Zira bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr etmek küfre mucip olduğu gibi, bir küfrü hoş gören de aynı küfre ortaktır, o da küfre kayar. Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Zira İslâm'ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm'ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.
İslâm dininde haram ve helâl ahkâmını beyan etmek ancak Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun gönderdiği Peygamber'e mahsustur.
Allah-u Teâlâ müslümanlara helâl olan nimetlerden istifade etmelerini fakat bu hususta ifrat ve tefritten sakınmalarını emir ve tavsiye etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Çünkü Allah hududu aşanları sevmez." (Mâide: 87)
Helâl ancak Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı, haram da ancak O'nun haram kıldığıdır. Bir kimse çıkar da helâli haram yaparsa veya helâlmiş gibi haramlardan faydalanma yoluna giderse hududu aşmış olur.
Allah-u Teâlâ helâli haram kılmaktan nehyettiği gibi, helâl yemeyi emretmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin, kendisine iman etmiş bulunduğunuz Allah'tan korkun." (Mâide: 88) Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün oturdu ve etrafında bulunanlara kıyametin safhalarını tavsif ederek bir hayli nasihatta bulundu. Onu dinleyen Ashâb-ı kiram'ın kalbi iyice yufkalaştı, çoğu gözyaşlarını tutamadı. Derken on kadarı Osman bin Maz'un -radiyallahu anh-ın evinde toplanarak kendi aralarında görüşüp; kendi nefislerine dünya nimetlerini haram kılmaya, bütün seneyi oruçla geçireceklerine, geceleri uyumayıp ibadet yapacaklarına, et yağ ve benzeri gıda maddelerini yemeyeceklerine, kadınlara yaklaşmayacaklarına, güzel kokular sürünmeyeceklerine, eski elbiseler giyeceklerine... karar vermişlerdi.
Onların bu kararlarını duyan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üzüldü ve derhal Osman bin Maz'un -radiyallahu anh-ın evine gitti. Osman -radiyallahu anh- evde yoktu.
Karısına: "Evinizde toplanıp böyle bir karar aldıkları doğru mu?" diye sordu.
Kadın: "Osman size bu hususta bir şey söylediyse herhalde doğrudur." dedi.
Çok geçmeden Osman -radiyallahu anh- eve döndüğünde durumu haber aldı, vakit kaybetmeden arkadaşlarını alıp huzur-u saâdete vardılar.
Aralarında şu konuşma geçti:
"Sizin şöyle şöyle bir karar aldığınızı duydum, doğru mudur?" "Evet doğrudur yâ Resulellah! Biz böyle bir karara varmakla sadece hayır ve iyilik arzuladık." "Ben size böyle bir emir vermedim, böyle bir tavsiyede de bulunmadım. Nefsinizin üzerinizde hakkı vardır. Oruç tuttuğunuz da olsun tutmadığınız da olsun. Hem kalkıp gece namaz kılın, hem uyuyun. Doğrusu ben hem gece kalkıp ibadet ederim, hem uyurum. Et ve yağ yerim. Kadınlarla evlenirim.
Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir."
Daha sonra Ashâb-ı kiram'ını toplayarak onlara şöyle buyurdu:
"Bir takım kimselere ne oluyor ki kadınlara yaklaşmayı, yemek yemeyi, uyumayı, güzel kokuları kendilerine haram kılıyorlar. Ben sizin keşişler ve rahipler gibi olmanızı emretmiyorum. Çünkü benim dinimde et yemeğini ve kadınlara yaklaşmayı terketmek yoktur. Mabedlere kapanıp hayattan çekilmek de yoktur. Ümmetimin seyahati oruçtur. Onların rahipliği Allah yolunda cihaddır. Artık Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Hacca ve umreye gidin, namaz kılın, zekât verin, Ramazan orucunu tutun. Doğru olun ki doğruluk bulasınız. Sizden öncekiler kendilerini dinde sıkıp ifrat ve tefrite düştükleri için helâk oldular."
Bu hadise üzerine Mâide Sûre-i şerif'inin 87. ve 88. Âyet-i kerime'leri nâzil oldu. (İbn-i Kesir)
Zaten bunun aksini yapmakla da kişi dini ve dünyevî vazifelerini hakkıyle yerine getiremez. Binaenaleyh her hususta itidale riayet etmek, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekmektedir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz eti gıdaların başı saymış, süt ve balı övmüş, tereyağını sıcak ekmek içine koyup yapılan tiritten hoşlanmıştır. Şu kadar var ki bütün dünyevî lezzetlere dalmak da insanı mânevî kemâlâttan mahrum bırakır, ahiret saâdetini temine çalışmaktan alıkoyar.
İman etmek, son derece müttaki olmayı gerektirmektedir. Her şeyde takvâ lâzımsa da, yeme-içmede daha çok lâzımdır.
Mutlak helâl ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslâm, bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takvâ kabul etmiştir. Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez. Helâl hudutları içinde kalır.
Bozulmamıza sebep olan nedenlerin birisi de haram lokmadır. İlâhi hükümler önemsenmez, helâl ve harama dikkat edilmez, şüphelilerden kaçınılmaz oldu.
İkinci sebep ise nikâha önem verilmediği ve ahkâma mucip aile hayatı yaşanmadığı için de bugünkü nesil böyle oldu.
Küffar bu necip milleti hiçbir şekilde yenemedi, bozamadı. Ancak hayasızlığı aşılamakla, fâizi sokmakla, haram lokmayı tattırmakla, bu güzel millet bozuldu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Hayanın azlığı küfür alâmetidir." buyurmuşlardır. Bu hayasızlık insanları imansızlığa sevk etti. Hayasızlık ve imansızlık neticesinde de nesil bu hale geldi. Öyle ki hiçbir hüküm tanımıyor.
"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebut: 69)
Bu Âyet-i kerime'den azâmi gayret göstermemiz gerektiği manası çıkıyor. Hazret-i Allah kulunun hidayetini arttırır, sermayesini çoğaltır, yollarını açar. Yeter ki kul çalışsın, çalıştığını O görsün.
Geçici bir dünya hayatı için ne kadar çalışıyoruz! Aman aç kalmayalım, muhtaç olmayalım diye... Halbuki akşam uyuyoruz ama tekrar kalkacağımız belli değil. İşte geldik işte gidiyoruz. Ya ebedi ahiret hayatı için ne kadar çalışmamız lazım!
Madde dünyada kalacak. Mana ise bizimle beraber gelecek. Dünya bir ahiret tarlasıdır. Şu halde çalış ki sermayen çoğalsın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir." buyurdular.
Dinin, muhabbetin, sohbetin takviyesi kurumuş ağaca su vermeye benzer. Onun için hayırlı sohbetler imanın neşv-ü nema vermesi için faydalıdır.
Allah'ım sana hamd etmek için, o hamdı kalbimize koy ki senin koyduğun ile Zât'ına hamd edelim. Çünkü biz mahlûkuz, beşeriz; seni nasıl bilebilir ve sana nasıl hamd ederiz?
Onun için Rabb'im! O hamdı kalbime koy, o koyduğun ile sana hamd edeyim. Kalbimi temizle, aynan olsun; baktığın zaman Zât'ından gayrısını görme!
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (53)
Mart 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
Dikkat Edilmesi Gereken Önemli Husus:
Kendilerine âlim süsü veren bazı kimseler, hem İslâm'ın ön safında görünmek isterler, hem de Din-i mübin'i kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar. İlâhi hükümleri değiştirmek veya aslından uzaklaştırmak suretiyle bir takım çözümler ortaya koyarlar. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini, günün şartlarına göre hükümlerin ayarlanabileceğini ileri sürerler. Bu ise apaçık bir küfürdür. Bu küfre rızâ göstermek de küfürdür.
Zira bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr etmek küfre mucip olduğu gibi, bir küfrü hoş gören de aynı küfre ortaktır, o da küfre kayar. Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı şey kıyamete kadar helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Zira İslâm'ın hükümleri zaman ve zeminle sınırlı değildir. Mevki ve rütbesi ne olursa olsun; İslâm'ın helâl kıldığına haram, haram kıldığına da helâl demeye hiç kimsenin hakkı ve salâhiyeti yoktur.
İslâm dininde haram ve helâl ahkâmını beyan etmek ancak Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun gönderdiği Peygamber'e mahsustur.
Allah-u Teâlâ müslümanlara helâl olan nimetlerden istifade etmelerini fakat bu hususta ifrat ve tefritten sakınmalarını emir ve tavsiye etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Çünkü Allah hududu aşanları sevmez." (Mâide: 87)
Helâl ancak Allah-u Teâlâ'nın helâl kıldığı, haram da ancak O'nun haram kıldığıdır. Bir kimse çıkar da helâli haram yaparsa veya helâlmiş gibi haramlardan faydalanma yoluna giderse hududu aşmış olur.
Allah-u Teâlâ helâli haram kılmaktan nehyettiği gibi, helâl yemeyi emretmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin, kendisine iman etmiş bulunduğunuz Allah'tan korkun." (Mâide: 88) Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün oturdu ve etrafında bulunanlara kıyametin safhalarını tavsif ederek bir hayli nasihatta bulundu. Onu dinleyen Ashâb-ı kiram'ın kalbi iyice yufkalaştı, çoğu gözyaşlarını tutamadı. Derken on kadarı Osman bin Maz'un -radiyallahu anh-ın evinde toplanarak kendi aralarında görüşüp; kendi nefislerine dünya nimetlerini haram kılmaya, bütün seneyi oruçla geçireceklerine, geceleri uyumayıp ibadet yapacaklarına, et yağ ve benzeri gıda maddelerini yemeyeceklerine, kadınlara yaklaşmayacaklarına, güzel kokular sürünmeyeceklerine, eski elbiseler giyeceklerine... karar vermişlerdi.
Onların bu kararlarını duyan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üzüldü ve derhal Osman bin Maz'un -radiyallahu anh-ın evine gitti. Osman -radiyallahu anh- evde yoktu.
Karısına: "Evinizde toplanıp böyle bir karar aldıkları doğru mu?" diye sordu.
Kadın: "Osman size bu hususta bir şey söylediyse herhalde doğrudur." dedi.
Çok geçmeden Osman -radiyallahu anh- eve döndüğünde durumu haber aldı, vakit kaybetmeden arkadaşlarını alıp huzur-u saâdete vardılar.
Aralarında şu konuşma geçti:
"Sizin şöyle şöyle bir karar aldığınızı duydum, doğru mudur?" "Evet doğrudur yâ Resulellah! Biz böyle bir karara varmakla sadece hayır ve iyilik arzuladık." "Ben size böyle bir emir vermedim, böyle bir tavsiyede de bulunmadım. Nefsinizin üzerinizde hakkı vardır. Oruç tuttuğunuz da olsun tutmadığınız da olsun. Hem kalkıp gece namaz kılın, hem uyuyun. Doğrusu ben hem gece kalkıp ibadet ederim, hem uyurum. Et ve yağ yerim. Kadınlarla evlenirim.
Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir."
Daha sonra Ashâb-ı kiram'ını toplayarak onlara şöyle buyurdu:
"Bir takım kimselere ne oluyor ki kadınlara yaklaşmayı, yemek yemeyi, uyumayı, güzel kokuları kendilerine haram kılıyorlar. Ben sizin keşişler ve rahipler gibi olmanızı emretmiyorum. Çünkü benim dinimde et yemeğini ve kadınlara yaklaşmayı terketmek yoktur. Mabedlere kapanıp hayattan çekilmek de yoktur. Ümmetimin seyahati oruçtur. Onların rahipliği Allah yolunda cihaddır. Artık Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Hacca ve umreye gidin, namaz kılın, zekât verin, Ramazan orucunu tutun. Doğru olun ki doğruluk bulasınız. Sizden öncekiler kendilerini dinde sıkıp ifrat ve tefrite düştükleri için helâk oldular."
Bu hadise üzerine Mâide Sûre-i şerif'inin 87. ve 88. Âyet-i kerime'leri nâzil oldu. (İbn-i Kesir)
Zaten bunun aksini yapmakla da kişi dini ve dünyevî vazifelerini hakkıyle yerine getiremez. Binaenaleyh her hususta itidale riayet etmek, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekmektedir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz eti gıdaların başı saymış, süt ve balı övmüş, tereyağını sıcak ekmek içine koyup yapılan tiritten hoşlanmıştır. Şu kadar var ki bütün dünyevî lezzetlere dalmak da insanı mânevî kemâlâttan mahrum bırakır, ahiret saâdetini temine çalışmaktan alıkoyar.
İman etmek, son derece müttaki olmayı gerektirmektedir. Her şeyde takvâ lâzımsa da, yeme-içmede daha çok lâzımdır.
Mutlak helâl ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslâm, bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takvâ kabul etmiştir. Şüphelilerden kaçınan insan harama girmez. Helâl hudutları içinde kalır.
Bozulmamıza sebep olan nedenlerin birisi de haram lokmadır. İlâhi hükümler önemsenmez, helâl ve harama dikkat edilmez, şüphelilerden kaçınılmaz oldu.
İkinci sebep ise nikâha önem verilmediği ve ahkâma mucip aile hayatı yaşanmadığı için de bugünkü nesil böyle oldu.
Küffar bu necip milleti hiçbir şekilde yenemedi, bozamadı. Ancak hayasızlığı aşılamakla, fâizi sokmakla, haram lokmayı tattırmakla, bu güzel millet bozuldu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Hayanın azlığı küfür alâmetidir." buyurmuşlardır. Bu hayasızlık insanları imansızlığa sevk etti. Hayasızlık ve imansızlık neticesinde de nesil bu hale geldi. Öyle ki hiçbir hüküm tanımıyor.
"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebut: 69)
Bu Âyet-i kerime'den azâmi gayret göstermemiz gerektiği manası çıkıyor. Hazret-i Allah kulunun hidayetini arttırır, sermayesini çoğaltır, yollarını açar. Yeter ki kul çalışsın, çalıştığını O görsün.
Geçici bir dünya hayatı için ne kadar çalışıyoruz! Aman aç kalmayalım, muhtaç olmayalım diye... Halbuki akşam uyuyoruz ama tekrar kalkacağımız belli değil. İşte geldik işte gidiyoruz. Ya ebedi ahiret hayatı için ne kadar çalışmamız lazım!
Madde dünyada kalacak. Mana ise bizimle beraber gelecek. Dünya bir ahiret tarlasıdır. Şu halde çalış ki sermayen çoğalsın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir." buyurdular.
Dinin, muhabbetin, sohbetin takviyesi kurumuş ağaca su vermeye benzer. Onun için hayırlı sohbetler imanın neşv-ü nema vermesi için faydalıdır.
Allah'ım sana hamd etmek için, o hamdı kalbimize koy ki senin koyduğun ile Zât'ına hamd edelim. Çünkü biz mahlûkuz, beşeriz; seni nasıl bilebilir ve sana nasıl hamd ederiz?
Onun için Rabb'im! O hamdı kalbime koy, o koyduğun ile sana hamd edeyim. Kalbimi temizle, aynan olsun; baktığın zaman Zât'ından gayrısını görme!