SÖZLER ve NOTLAR - 7
HAKİKAT YOLUNDAKİ YAKINLIK
Tesettür:
Bir sohbetlerinden:
“Geçenlerde tanıdığımız bir kimse geldi. Dedi ki: ‘On sene evvel vefat eden hanımımı rüyada gördüm, çıplak bir hâlde idi. Gel sana yerimi göstereyim deyip, beni bir yere götürdü, uzunboylu simsiyah bir adamın yanına yattı. Yahu diyorum, yabancı bir adamla bir kadın nasıl yatar?’
Kardeşim dedik, senin hanımın çok çok günah işlemiş. O siyah adam onun ameli idi, sen onu adam olarak gördün. Hanım sana diyor ki: ‘Ben bu cezâya bu çıblaklığımın yüzünden müstehak oldum, çok şiddetli azap içindeyim. Ne olur bana merhamet et de Cenâb-ı Hakk’a benim için duâ ediver.’
Onun için efendim, kadınlarınızın kulağını bükün. Cidden Allah-u Teâlâ’dan çok korkmamız lâzım. Kanlı canlı olarak bir film gibi karşımıza çıkacak. Hem kendimiz göreceğiz, hem de başkaları görecek.” (3 Şubat 1983)
Bazı Günahlar...:
Bir sohbetlerinden:
“Size bir sır vereceğiz şimdi. Hazret-i Allah bir kula sermaye verir, o sermaye ile çalışır, çok işler yapar, kendisinin çok sermayesi olduğuna inanır.
Bu arada Hazret-i Allah ona bir hata ettirip günah işletir. O ise buna sevindiği kadar, kazandığı sevaba sevinmez. Tefâhür edecek bir yeri kalmadığı için Hazret-i Allah’a şükreder.
Gerçektan de bir sermaye sahibi olduğuna inanırken, bu sefer sermaye elinden gider. İflâs halinde Hazret-i Allah’a boyun büker:
‘Allah’ım! Kapına geldim. Hem öyle geldim ki, iflâs etmiş olarak, iflâsımı da itiraf ederek geldim. Anladım ki benden âciz, benden âdi, benden günahkâr, benden mücrim kimse yok... Bir tek sermayem var, o da sana boyun bükmek.’
Fakat insan düştüğü zaman bunu idrâk eder. Bunları ancak o günah söyletir.
Yalnız bu demek değildir ki, günah işleyelim de sonra tevbe edelim. Burası çok ince bir noktadır. Cenâb-ı Hakk cehenneme birçok insanları dolduracak, günah işledikleri için dolduracak. O başka, bu başka.” (21 Mayıs 1983)
Edep:
Bir rüya üzerine sözleri:
“Bu ciddi yolda gayet ciddi bir resmiyete ihtiyaç var. İhvan çok resmi, çok dikkatli olacak. Atacağı adıma bakacak da atacak. Söyleyeceği sözü tartıp da söyleyecek. Az sözle halledilecek meseleleri uzatmayacak. Lâubâli olmayacak. Daha doğrusu edebi muhafaza edecek. Bir yanlış hareketle insan çok şeyler kaybedebilir. Öyle durumlar olur ki küçücük bir hareket insanı çok uzağa atar. Küçücük bir hareket de insanı çok yakına yaklaştırır.
Üç günlük ömrümüz var, bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Ânın kıymetini değerlendirdiği kullarından etsin Allah’ımız. Her anın kendine mahsus çok büyük kıymeti vardır. Çünkü o bir an, ebedî hayatın kazancıdır. Eğer anların kıymeti bilinmezse; dakikalar, saatler, günler de bilinmez ve böylece koca ömür hiçe müncer olur.” (7 Temmuz 1983)
Hiçliğin Erimesi:
Mevzu zât-ı devletleri ile ilgili bir rüyadan açıldı:
“Mevlâ dilerse giydirir, dilerse alır. İtimat edin bir defacık aklımdan hayâlimden dahi geçmemiştir. O’ndan başkasından O’na sığınırım. Taç takke hırka bunlar takımdan ibaret. O’nun tacı O’nun rızâsıdır. O râzı mı, sen tacını giydin demektir. Nefis bu gibi şeylerden çok hoşlanır, bunlar bu yolun ziynetidir. Evet birer lütfu ihsandır, fakat: ‘Allah’ım beni bunlarda bırakma!’ diye niyaz etmelidir, bunları benimsememelidir. Hadi bu gibi şeylerden hoşlanıyoruz, bunlara lâyık neyimiz var?
Geçenlerde öyle bir noktaya geldi ki: ‘Benim hiçliğim erirse, eridiği yerde kir bırakır, n’olur Allah’ım o bıraktığı lekeyi de kazı!’ demekten kendimizi alamadık. Eritsem, eridiği yerde kir bırakıyor. Bunun ötesinde insanda ne var? Demek ki sen lekeden ibaretsin. ‘Değil ismimi, âdetâ cismimi kazımaya çalışıyorum.’ dememizdeki sır bu idi. Ve biz bunları gözümüzle seyrederiz. Seyrettiğimiz gibi, hakikatini size açık etmekten geri kalmayız. Allah’ımın duyurduğu hiçbir şey esirgenmemiştir. Bunlar ilâhî bir esrârdır. Hiçbir esrârı benim dememişizdir, çünkü benim değil. ‘Allah’ım senin malını teşhir ediyorum, bu kölene bu taksirine duyurduğunu duyurmaya çalışıyorum. Belki nasibi olan vardır, nasibini alır.’ diyorum. Bunlar hakikatin özüdür, Hakk’tan gelir.
Daha önce de arzetmiştik ki; çeşme akarken gözünüzü açın, çünkü çeşmenin malı değildir. O akıyor bir daha gelmez. Çeşmenin kendisini sıksan bir damla su akmaz. Çeşme de ona muhtaçtır.” (11 Kasım 1978)
Hakikat Yolundaki Yakınlık:
Mevzu bir rüyadan açıldı:
“Yol edep yolu olduğu için, zanla değil edeple gideceğiz. Bazı yakınlıklar lâubalilik husule getirir, bilmeyerek de olsa birçok hatalar yapılır. Resmiyet o hataları hep önler. Onun için uzak durmak hayırlıdır. Zaten hakikat yolundaki yakınlık kalbendir, hareketle değildir. Eğer hayır istiyorsak, istediğimiz gibisini değil, istendiği gibisini tercih etmemiz lâzımdır. Bu noktada müridan iç durumunu kontrol edemiyor. Zanla hareket etmeye başlıyor. Nefis de fırsat bulup sünepeleşiyor. Hakikat yolunda zanla yürünmez. Zannın girdiği yerde şüphe olur, şüphenin girdiği yerden de Hakikat çıkar.
Ciddiyetle hassasiyetle işi takip etmemizin icabettiğini bize öğretiyorlar. Fakat maalesef bunu nefsimiz öğrenmek istemiyor.” (27 Ağustos 1977)
Ortaklıkta İhlâs:
İş ortaklığı ile ilgili bir sual üzerine şu sözleri söylediler:
“Yakınlarımızdan iki genç var, bunlar hem abi-kardeş, hem de ortak iş yapıyorlar. Abisi her şeye hâkim, ötekisi köle gibi.
Dün geldi. ‘Sen dedim müteahhitlik yaptın, başkaları ile birçok işler yaptın, seni ıskat ettiler. Hem sermayen gitti, hem de kârın gitti. Bundan bir şey anladın mı? Anlamadın. Sen o işi yaparken niyetini bozmuştun, kardeşine hiç pay vermemiştin. Hazret-i Allah da seni ıskat etti. Hani o senin kardeşindi, hani ortağındı? Senin âkıbetini pek iyi görmüyorum. Sen büyüğüm diye yapıyorsun amma, Hazret-i Allah daha büyük.’ dedim. Bu durumu anlamıyor, menfaat hırsı bunların hepsini örtüyor.
Ona bir temsil de getirdim. İki ortak varmış, birisi rahatsızlanmış bir müddet dükkana gelmemiş. Âfiyet bulup dönünce ortağına: ‘Ben senden ayrılacağım.’ demiş. Ortağı sebebini sorduğunda: ‘Ben şimdiye kadar dikkat ederdim, dükkana karıncalar girerdi, şimdi bakıyorum dükkandan çıkıyorlar. Muhakkak ki ortaklığa bir hile girdi.’ cevabını vermiş. Bunu duyan ortağı: ‘Dur söyleyeyim demiş, ben gerçekten hile yapmadım. Yalnız bir defasında eve yumurta göndermem icabetmişti. Büyüklerini kendime, küçüklerini sana gönderdim, bundan olabilir.’
Ortaklık bu işte. Böyle ortaklık olursa üçüncü ortak Hazret-i Allah’tır. Hadis-i kudsi’de:
“İki ortaktan biri arkadaşına hiyanet etmedikçe, onların üçüncü ortağı ben olurum. Biri diğerine hiyanet edince ben aralarından çıkarım.” buyuruyor. (Ebu Dâvud)
Böyle ortaklık çok iyidir. Ya hakkını vereceksin ya ortak olmayacaksın. En küçük bir hile olursa Hazret-i Allah o işi ilerletmez.
Önümüzde büyük bir huzursuzluk görüyorum. Yakında pek çok şey beklenebilir. Onun için borca dalmadan tedbirli bir şekilde ne isterseniz yapın. Önümüz pek aydınlık değil.” (13 Temmuz 1983)
Hidayete Dâvet:
Bir sohbetlerinden:
“Dikkat ederseniz mütemâdiyen çalıştırma çabasındayız. Bir kişinin çalışması başka, umumun çalışması başka.
Uyuşuk duran kardeşlere üzülüyoruz. Biz kendimizi ufak para gibi harcıyoruz, sen ne duruyorsun? Bir kişiyi de mi uyandıramıyorsun? Sen delâlet et ki, belki hidayet bahşeder. Yüz kişiyle meşgul oldun, Allah-u Teâlâ bir kişiye hidayet verdi, o bir kişi sebebiyle aldığın mükâfat sana yeter. Hem bir kişi kurtuluyor, saâdet-i ebediye yolunu tutuyor, hem de sen ücret alıyorsun. Bu büyük ticarete sen de ortak ol.
Cenâb-ı Hakk dilerse nurunu yayacak, amma sen senin için gayret et. Bir kişi, beş kişi deme, hakikate dâvet et.
Bu ne büyük bir lütuftur. Bu lütfa eren, hemen erdirmeye gayret etmeli. Duracak zaman değil.
Fitnenin en çok olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir zaman belki de gelmez. Her mürid mürşid olmalı, ikaz etmeli, irşad etmeli, Fakir bir noktada müridâna çok geniş salâhiyet veriyoruz.” (2 Ağustos 1984)
Rahmânî Rüya:
Bir sohbetlerinden:
“Mühim bir arzunuz mühim bir rüyanız varsa buyrun. Her rüya da anlatılmaz. Rahmânî rüya gayet ayan olarak görülür, dimağda net ve parlak olarak kalır, uzun zaman unutulmaz. Bunlar hikmet tahtındadır. Ya bize bir yol gösterir, ya bir kusurumuzu anlatır, yahut başkasının durumu onunla anlatılır. Hazret-i Allah fâil-i mutlaktır, birinin rüyası ile ötekisini ikaz ve irşad eder. Onların ne zaman buluşacaklarını bilir. Anlatan hiçbir şey anlamaz, alan alır gider. Söz de böyledir. Birçok kimselere söz söylenir, fakat söylenen söz o kimseye değildir, lâzım olan alacağını alır. Mânevî cereyanlar böyle husule geliyor. Bunların hepsi hikmet tahtında olan işlerdir.” (12 Kasım 1978)
Haşeratın Gitmesi:
Kardeşimiz rüyasında yerde bir yığın buğday görmüş. Başında dururken öyle bir fırtına esmiş ki, kendisini zor kurtarmış. Bir müddet estikten sonra sakinleşmiş. ‘Buğdayların hepsini götürmüştür.’ diye düşünürken bir de bakmış ki, çerçöpünü temizlemiş, tertemiz buğdaylar kalmış.
Buyuruldu ki:
“Tahminen şöyle anlıyoruz ki; Mevlâ bir fırtına kopartırsa inşaallah hışırtıyı giderecek, rızâsına nâil olan kullarına da hiçbir şey olmayacak. Dâhili olur, hârici olur, üçüncü dünya harbi olur, her ne olursa olsun çok şiddetli bir fırtına kopacağı anlaşılıyor. İnşaallah abd-i âcizin zannı gibidir, Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlı olanlara hiçbir şey olmayacağı tebşiratı çıkıyor sizin rüyanızdan.” (16 Aralık 1978)
Kasıtlı yapılan Hatalar:
Bir sohbetlerinden:
“Bu atılmalar tutulmalar aslında Mevlâ’dan gelir. Bunun temsilini şöyle arzedelim. Bir gün Uludağ’da ikindiden sonra kendi hâlimize çekilmiştik. Bir ara oradaki kardeşlere aramızdan bir kişinin atılacağını ifşa ettik. Bir tanesi bunu duyunca: ‘O atılan ben olmayayım?’ demiş. Vaktaki bir sene sonra hakikaten atılan o olunca: ‘Filân zaman böyle söylemiştiniz!’ diye bir kardeş bize bunu hatırlattı. Yoksa biz unutmuştuk.
Yani Hazret-i Allah ilm-i ezelîsinde herşeye vakıftır, her şeyi bilir. Zerresine varıncaya kadar ezelde bütün mevcudatın takdir filmini koymuştur. O film an be an, gün be gün dünyada tecellî eder. Hiçbir şey yoktur ki kendiliğinden olsun.
Hazret-i Allah kimin ne olduğunu ne olacağını ne yapacağını bildiği için, takdir filmini ona göre yerleştirmiştir. O filme göre onun ordan kaydını siler. Ağaç kökünden çıkarılınca hemen kurumaz. Vaktaki zaman geçer, gıda alacağı hiçbir yer kalmaz, kuruduğu anlaşılır.
Bu düşmelere sebep ne olabilir? Mühim olan da budur. Abd-i âcizin kanaati şu ki, niyet-i halisa ile çok da hata yapılsa af ediliyor. Hazret-i Allah kudret elinde bulundurduğu kalbi çevirmediği için muhabbet dönmüyor, rabıta kesilip yine bağlanabiliyor. Fakat kasd-ı mahsusa ile küçücük bir hata yapılsa çok büyük oluyor. Hazret-i Allah kalbi çeviriyor, Râbıta’nın teminine imkân kalmıyor. Kalp bir kere çevrilmesin, o artık hep ters görür.
Bunun da özünü şöyle arzedelim: Hakk Celle ve Alâ Hazretlerine karşı bir kusur yaparsam, affeder diye ümit ederim. Çünkü O’nun sonsuz yaygın rahmet ve merhameti karşısında ümit kapıları açıktır. Fakat Habibi’ni çok sevdiği için, ona yapılan küçücük bir hatayı çok büyük görür. Bu sebeple Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e karşı bir kusur yaparsam affetmez diye kanaatim husule gelmiştir.
Eğer bir kulunu seviyorsa ve kudret eli içinde bulunduruyorsa, onun rızâsı olmayan bir hareketten Hazret-i Allah da râzı olmaz. Bunu O tayin ve takdir eder. Çünkü kul beşerdir, aldanabilir. İyi sandığı kötü, kötü sandığı da iyi olabilir. Fakat Hazret-i Allah aldanmaz. Kişinin öz niyetine bakar. Yapmadan evvel yapacağını bildiği için takdirine geçer. Niyetini kasd-ı mahsusaya çevirdiği an, kalbinden muhabbeti keser, rahmetinden uzaklaştırır. Anlaşılır ki artık o kopmuştur.
Önderler kalkan gibidir, bütün mesuliyetler ibtilâlar onlara gelir. Müridan da onun neferleri gibidir. Mesuliyetleri azdır, ibtilâları da azdır. Fakat orduda bulundukları için, küçücük bile olsa kasd-ı mahsusa ile yaptıkları hatalar cezasız kalmaz. Yani başıboş olmadıklarını buradan çok iyi anlamalıdır.” (27 Ocak 1979)
HAKİKAT YOLUNDAKİ YAKINLIK
Tesettür:
Bir sohbetlerinden:
“Geçenlerde tanıdığımız bir kimse geldi. Dedi ki: ‘On sene evvel vefat eden hanımımı rüyada gördüm, çıplak bir hâlde idi. Gel sana yerimi göstereyim deyip, beni bir yere götürdü, uzunboylu simsiyah bir adamın yanına yattı. Yahu diyorum, yabancı bir adamla bir kadın nasıl yatar?’
Kardeşim dedik, senin hanımın çok çok günah işlemiş. O siyah adam onun ameli idi, sen onu adam olarak gördün. Hanım sana diyor ki: ‘Ben bu cezâya bu çıblaklığımın yüzünden müstehak oldum, çok şiddetli azap içindeyim. Ne olur bana merhamet et de Cenâb-ı Hakk’a benim için duâ ediver.’
Onun için efendim, kadınlarınızın kulağını bükün. Cidden Allah-u Teâlâ’dan çok korkmamız lâzım. Kanlı canlı olarak bir film gibi karşımıza çıkacak. Hem kendimiz göreceğiz, hem de başkaları görecek.” (3 Şubat 1983)
Bazı Günahlar...:
Bir sohbetlerinden:
“Size bir sır vereceğiz şimdi. Hazret-i Allah bir kula sermaye verir, o sermaye ile çalışır, çok işler yapar, kendisinin çok sermayesi olduğuna inanır.
Bu arada Hazret-i Allah ona bir hata ettirip günah işletir. O ise buna sevindiği kadar, kazandığı sevaba sevinmez. Tefâhür edecek bir yeri kalmadığı için Hazret-i Allah’a şükreder.
Gerçektan de bir sermaye sahibi olduğuna inanırken, bu sefer sermaye elinden gider. İflâs halinde Hazret-i Allah’a boyun büker:
‘Allah’ım! Kapına geldim. Hem öyle geldim ki, iflâs etmiş olarak, iflâsımı da itiraf ederek geldim. Anladım ki benden âciz, benden âdi, benden günahkâr, benden mücrim kimse yok... Bir tek sermayem var, o da sana boyun bükmek.’
Fakat insan düştüğü zaman bunu idrâk eder. Bunları ancak o günah söyletir.
Yalnız bu demek değildir ki, günah işleyelim de sonra tevbe edelim. Burası çok ince bir noktadır. Cenâb-ı Hakk cehenneme birçok insanları dolduracak, günah işledikleri için dolduracak. O başka, bu başka.” (21 Mayıs 1983)
Edep:
Bir rüya üzerine sözleri:
“Bu ciddi yolda gayet ciddi bir resmiyete ihtiyaç var. İhvan çok resmi, çok dikkatli olacak. Atacağı adıma bakacak da atacak. Söyleyeceği sözü tartıp da söyleyecek. Az sözle halledilecek meseleleri uzatmayacak. Lâubâli olmayacak. Daha doğrusu edebi muhafaza edecek. Bir yanlış hareketle insan çok şeyler kaybedebilir. Öyle durumlar olur ki küçücük bir hareket insanı çok uzağa atar. Küçücük bir hareket de insanı çok yakına yaklaştırır.
Üç günlük ömrümüz var, bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Ânın kıymetini değerlendirdiği kullarından etsin Allah’ımız. Her anın kendine mahsus çok büyük kıymeti vardır. Çünkü o bir an, ebedî hayatın kazancıdır. Eğer anların kıymeti bilinmezse; dakikalar, saatler, günler de bilinmez ve böylece koca ömür hiçe müncer olur.” (7 Temmuz 1983)
Hiçliğin Erimesi:
Mevzu zât-ı devletleri ile ilgili bir rüyadan açıldı:
“Mevlâ dilerse giydirir, dilerse alır. İtimat edin bir defacık aklımdan hayâlimden dahi geçmemiştir. O’ndan başkasından O’na sığınırım. Taç takke hırka bunlar takımdan ibaret. O’nun tacı O’nun rızâsıdır. O râzı mı, sen tacını giydin demektir. Nefis bu gibi şeylerden çok hoşlanır, bunlar bu yolun ziynetidir. Evet birer lütfu ihsandır, fakat: ‘Allah’ım beni bunlarda bırakma!’ diye niyaz etmelidir, bunları benimsememelidir. Hadi bu gibi şeylerden hoşlanıyoruz, bunlara lâyık neyimiz var?
Geçenlerde öyle bir noktaya geldi ki: ‘Benim hiçliğim erirse, eridiği yerde kir bırakır, n’olur Allah’ım o bıraktığı lekeyi de kazı!’ demekten kendimizi alamadık. Eritsem, eridiği yerde kir bırakıyor. Bunun ötesinde insanda ne var? Demek ki sen lekeden ibaretsin. ‘Değil ismimi, âdetâ cismimi kazımaya çalışıyorum.’ dememizdeki sır bu idi. Ve biz bunları gözümüzle seyrederiz. Seyrettiğimiz gibi, hakikatini size açık etmekten geri kalmayız. Allah’ımın duyurduğu hiçbir şey esirgenmemiştir. Bunlar ilâhî bir esrârdır. Hiçbir esrârı benim dememişizdir, çünkü benim değil. ‘Allah’ım senin malını teşhir ediyorum, bu kölene bu taksirine duyurduğunu duyurmaya çalışıyorum. Belki nasibi olan vardır, nasibini alır.’ diyorum. Bunlar hakikatin özüdür, Hakk’tan gelir.
Daha önce de arzetmiştik ki; çeşme akarken gözünüzü açın, çünkü çeşmenin malı değildir. O akıyor bir daha gelmez. Çeşmenin kendisini sıksan bir damla su akmaz. Çeşme de ona muhtaçtır.” (11 Kasım 1978)
Hakikat Yolundaki Yakınlık:
Mevzu bir rüyadan açıldı:
“Yol edep yolu olduğu için, zanla değil edeple gideceğiz. Bazı yakınlıklar lâubalilik husule getirir, bilmeyerek de olsa birçok hatalar yapılır. Resmiyet o hataları hep önler. Onun için uzak durmak hayırlıdır. Zaten hakikat yolundaki yakınlık kalbendir, hareketle değildir. Eğer hayır istiyorsak, istediğimiz gibisini değil, istendiği gibisini tercih etmemiz lâzımdır. Bu noktada müridan iç durumunu kontrol edemiyor. Zanla hareket etmeye başlıyor. Nefis de fırsat bulup sünepeleşiyor. Hakikat yolunda zanla yürünmez. Zannın girdiği yerde şüphe olur, şüphenin girdiği yerden de Hakikat çıkar.
Ciddiyetle hassasiyetle işi takip etmemizin icabettiğini bize öğretiyorlar. Fakat maalesef bunu nefsimiz öğrenmek istemiyor.” (27 Ağustos 1977)
Ortaklıkta İhlâs:
İş ortaklığı ile ilgili bir sual üzerine şu sözleri söylediler:
“Yakınlarımızdan iki genç var, bunlar hem abi-kardeş, hem de ortak iş yapıyorlar. Abisi her şeye hâkim, ötekisi köle gibi.
Dün geldi. ‘Sen dedim müteahhitlik yaptın, başkaları ile birçok işler yaptın, seni ıskat ettiler. Hem sermayen gitti, hem de kârın gitti. Bundan bir şey anladın mı? Anlamadın. Sen o işi yaparken niyetini bozmuştun, kardeşine hiç pay vermemiştin. Hazret-i Allah da seni ıskat etti. Hani o senin kardeşindi, hani ortağındı? Senin âkıbetini pek iyi görmüyorum. Sen büyüğüm diye yapıyorsun amma, Hazret-i Allah daha büyük.’ dedim. Bu durumu anlamıyor, menfaat hırsı bunların hepsini örtüyor.
Ona bir temsil de getirdim. İki ortak varmış, birisi rahatsızlanmış bir müddet dükkana gelmemiş. Âfiyet bulup dönünce ortağına: ‘Ben senden ayrılacağım.’ demiş. Ortağı sebebini sorduğunda: ‘Ben şimdiye kadar dikkat ederdim, dükkana karıncalar girerdi, şimdi bakıyorum dükkandan çıkıyorlar. Muhakkak ki ortaklığa bir hile girdi.’ cevabını vermiş. Bunu duyan ortağı: ‘Dur söyleyeyim demiş, ben gerçekten hile yapmadım. Yalnız bir defasında eve yumurta göndermem icabetmişti. Büyüklerini kendime, küçüklerini sana gönderdim, bundan olabilir.’
Ortaklık bu işte. Böyle ortaklık olursa üçüncü ortak Hazret-i Allah’tır. Hadis-i kudsi’de:
“İki ortaktan biri arkadaşına hiyanet etmedikçe, onların üçüncü ortağı ben olurum. Biri diğerine hiyanet edince ben aralarından çıkarım.” buyuruyor. (Ebu Dâvud)
Böyle ortaklık çok iyidir. Ya hakkını vereceksin ya ortak olmayacaksın. En küçük bir hile olursa Hazret-i Allah o işi ilerletmez.
Önümüzde büyük bir huzursuzluk görüyorum. Yakında pek çok şey beklenebilir. Onun için borca dalmadan tedbirli bir şekilde ne isterseniz yapın. Önümüz pek aydınlık değil.” (13 Temmuz 1983)
Hidayete Dâvet:
Bir sohbetlerinden:
“Dikkat ederseniz mütemâdiyen çalıştırma çabasındayız. Bir kişinin çalışması başka, umumun çalışması başka.
Uyuşuk duran kardeşlere üzülüyoruz. Biz kendimizi ufak para gibi harcıyoruz, sen ne duruyorsun? Bir kişiyi de mi uyandıramıyorsun? Sen delâlet et ki, belki hidayet bahşeder. Yüz kişiyle meşgul oldun, Allah-u Teâlâ bir kişiye hidayet verdi, o bir kişi sebebiyle aldığın mükâfat sana yeter. Hem bir kişi kurtuluyor, saâdet-i ebediye yolunu tutuyor, hem de sen ücret alıyorsun. Bu büyük ticarete sen de ortak ol.
Cenâb-ı Hakk dilerse nurunu yayacak, amma sen senin için gayret et. Bir kişi, beş kişi deme, hakikate dâvet et.
Bu ne büyük bir lütuftur. Bu lütfa eren, hemen erdirmeye gayret etmeli. Duracak zaman değil.
Fitnenin en çok olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir zaman belki de gelmez. Her mürid mürşid olmalı, ikaz etmeli, irşad etmeli, Fakir bir noktada müridâna çok geniş salâhiyet veriyoruz.” (2 Ağustos 1984)
Rahmânî Rüya:
Bir sohbetlerinden:
“Mühim bir arzunuz mühim bir rüyanız varsa buyrun. Her rüya da anlatılmaz. Rahmânî rüya gayet ayan olarak görülür, dimağda net ve parlak olarak kalır, uzun zaman unutulmaz. Bunlar hikmet tahtındadır. Ya bize bir yol gösterir, ya bir kusurumuzu anlatır, yahut başkasının durumu onunla anlatılır. Hazret-i Allah fâil-i mutlaktır, birinin rüyası ile ötekisini ikaz ve irşad eder. Onların ne zaman buluşacaklarını bilir. Anlatan hiçbir şey anlamaz, alan alır gider. Söz de böyledir. Birçok kimselere söz söylenir, fakat söylenen söz o kimseye değildir, lâzım olan alacağını alır. Mânevî cereyanlar böyle husule geliyor. Bunların hepsi hikmet tahtında olan işlerdir.” (12 Kasım 1978)
Haşeratın Gitmesi:
Kardeşimiz rüyasında yerde bir yığın buğday görmüş. Başında dururken öyle bir fırtına esmiş ki, kendisini zor kurtarmış. Bir müddet estikten sonra sakinleşmiş. ‘Buğdayların hepsini götürmüştür.’ diye düşünürken bir de bakmış ki, çerçöpünü temizlemiş, tertemiz buğdaylar kalmış.
Buyuruldu ki:
“Tahminen şöyle anlıyoruz ki; Mevlâ bir fırtına kopartırsa inşaallah hışırtıyı giderecek, rızâsına nâil olan kullarına da hiçbir şey olmayacak. Dâhili olur, hârici olur, üçüncü dünya harbi olur, her ne olursa olsun çok şiddetli bir fırtına kopacağı anlaşılıyor. İnşaallah abd-i âcizin zannı gibidir, Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlı olanlara hiçbir şey olmayacağı tebşiratı çıkıyor sizin rüyanızdan.” (16 Aralık 1978)
Kasıtlı yapılan Hatalar:
Bir sohbetlerinden:
“Bu atılmalar tutulmalar aslında Mevlâ’dan gelir. Bunun temsilini şöyle arzedelim. Bir gün Uludağ’da ikindiden sonra kendi hâlimize çekilmiştik. Bir ara oradaki kardeşlere aramızdan bir kişinin atılacağını ifşa ettik. Bir tanesi bunu duyunca: ‘O atılan ben olmayayım?’ demiş. Vaktaki bir sene sonra hakikaten atılan o olunca: ‘Filân zaman böyle söylemiştiniz!’ diye bir kardeş bize bunu hatırlattı. Yoksa biz unutmuştuk.
Yani Hazret-i Allah ilm-i ezelîsinde herşeye vakıftır, her şeyi bilir. Zerresine varıncaya kadar ezelde bütün mevcudatın takdir filmini koymuştur. O film an be an, gün be gün dünyada tecellî eder. Hiçbir şey yoktur ki kendiliğinden olsun.
Hazret-i Allah kimin ne olduğunu ne olacağını ne yapacağını bildiği için, takdir filmini ona göre yerleştirmiştir. O filme göre onun ordan kaydını siler. Ağaç kökünden çıkarılınca hemen kurumaz. Vaktaki zaman geçer, gıda alacağı hiçbir yer kalmaz, kuruduğu anlaşılır.
Bu düşmelere sebep ne olabilir? Mühim olan da budur. Abd-i âcizin kanaati şu ki, niyet-i halisa ile çok da hata yapılsa af ediliyor. Hazret-i Allah kudret elinde bulundurduğu kalbi çevirmediği için muhabbet dönmüyor, rabıta kesilip yine bağlanabiliyor. Fakat kasd-ı mahsusa ile küçücük bir hata yapılsa çok büyük oluyor. Hazret-i Allah kalbi çeviriyor, Râbıta’nın teminine imkân kalmıyor. Kalp bir kere çevrilmesin, o artık hep ters görür.
Bunun da özünü şöyle arzedelim: Hakk Celle ve Alâ Hazretlerine karşı bir kusur yaparsam, affeder diye ümit ederim. Çünkü O’nun sonsuz yaygın rahmet ve merhameti karşısında ümit kapıları açıktır. Fakat Habibi’ni çok sevdiği için, ona yapılan küçücük bir hatayı çok büyük görür. Bu sebeple Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e karşı bir kusur yaparsam affetmez diye kanaatim husule gelmiştir.
Eğer bir kulunu seviyorsa ve kudret eli içinde bulunduruyorsa, onun rızâsı olmayan bir hareketten Hazret-i Allah da râzı olmaz. Bunu O tayin ve takdir eder. Çünkü kul beşerdir, aldanabilir. İyi sandığı kötü, kötü sandığı da iyi olabilir. Fakat Hazret-i Allah aldanmaz. Kişinin öz niyetine bakar. Yapmadan evvel yapacağını bildiği için takdirine geçer. Niyetini kasd-ı mahsusaya çevirdiği an, kalbinden muhabbeti keser, rahmetinden uzaklaştırır. Anlaşılır ki artık o kopmuştur.
Önderler kalkan gibidir, bütün mesuliyetler ibtilâlar onlara gelir. Müridan da onun neferleri gibidir. Mesuliyetleri azdır, ibtilâları da azdır. Fakat orduda bulundukları için, küçücük bile olsa kasd-ı mahsusa ile yaptıkları hatalar cezasız kalmaz. Yani başıboş olmadıklarını buradan çok iyi anlamalıdır.” (27 Ocak 1979)