1-
Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Hakkında Gelen Şeyler (Tefsirler) Babı: 2
2-
Yedi Kat Yer Hakkında Gelen Şeyler Babı 3
3-
Bab: Yıldızlar Hakkında (Gelen Şeyler) 5
4-
Güneşin Ve Ay'ın Bir Hesâb İle (Er-Rahmân: 5) Sıfatlanışları(Nın Tefsiri) Babı 5
5-
Yüce Allah'ın Şu Kavli Hakkında Gelen Şeyler Babı 6
6-
Allah'ın Salavâtı Üzerlerine Olsun, Meleklerin Zikri Babı 7
8-
Cennetin Sıfatı Ve Yaratılmış (Yânî Şimdi Mevcûd) Olduğu Hakkında Gelen Şeyler
Babı 15
9-
Cennet Kapılarının Sıfatı Babı 18
10-
Cehennemin Sıfatı Ve Yaratılmış Olduğu Babı 18
11-
İblîs'în Sıfatı Ve Askerlerinin Beyânı Babı 20
12-
Cinnlerin Varlığının, Sevâb Ve İkaabları Olduğunun Zikri Babı 25
13-
Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 26
14-
Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 26
15-
Bâb: "Müslümânın Hayırlı Malı Koyundur; Müslüman Kişi, Koyunu Dağ
Başlarına Götürür" 27
Rahman ve
Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Allah'ın Mahlûkları İlk Yaratışı Kitabı) [1]
1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri
Hakkında Gelen Şeyler (Tefsirler) Babı:
a. "O,
ilkin mahlûku yaratıp sonra onu (öldürdükten ve tekrar dirilttikten sonra) iade
edecek olandır'ki, bu,
O'na göre
pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O'nun. O, yegâne gâlib, yegâne
hüküm ve hikmet
Sâhİbİdİr"
(er-Rûm: 27).
er-Rabî'
ibnu Huseym ile el-Hasen: Hepsi Allah'a kolaydır, demişlerdir.
"Heynun"
ve "Heyyinun"; "Leyn-Leyyin", "Meyt-Meyyit",
"Dayk-Dayyık" kelimeleri gibi şeddeli ve şeddesîzdir [2].
b. "Ya
biz ilk yaratışta acz mi gösterdik (ki diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar
bu yeni yaratıştan şübhe içindedirler" {Kaaf: ıs>.
c. "...
O sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz henüz analarınızın karınlarında
döller hâlinde olduğunuz
sırada sizi
(ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize
çıkarmayın. O (fenalıktan) sakınan kimdir çok iyi bilendir" (en-Necm: 32).
d. "And
olsun ki, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde
yaratmışızdır. Bize hiçbir
yorgunluk
dokunmamıştır" (Kaaf: 38).
e.
"Hâlbuki O, sizi hakikat türlü türlü tavırlarla (hâllerle) yaratmıştır [3]. Görmediniz
mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenkli olarak nasıl yaratmış? Onlarda Ay'ı bir
nur yapmış, Güneş'i de bir kandil (olarak) asmıştır.
Allah sizi
Yer'den ot gibi bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir
çıkarışla (tekrar) çıkaracak. Allah YerH sizin için bir döşek yapmıştır, onun
geniş yollarında gezip dolaşınız diye" (Nûh: 14-20).
Lugûb:
Yorgunluk; Etvâran; Tavır tavır, yânî şu tavırda, şu tavırda; Ada tavkahû:
Mikdânnı geçti, demektir [4]
1-.......îmrân ibn Husayn (R) şöyle
demiştir: Peygamber'e Temim oğullan'ndan bir cemâat geldi. Peygamber (S)
onlara:
— "Ey
Temîm oğulları! Müjdelenin, sevinin!" buyurdu. Onlar:
— Sen bizi
müjdeledin. Bize (Beytu'l-Mâl'den dünyalık) atıyye de ver! dediler.
Onların bu
hâline üzüldüğünden dolayı Peygamber'in yüzü değişti. Bu sırada Peygamber'in
yanına Yemen ehli olan Eş'arî'ler geldi. Peygamber onlara da:
— "Ey
Yemenliler! Temîm oğullarının kabul etmek istemedikleri o hayır ve saadet
müjdesini sizler kabul ediniz!" buyurdu.
Yemenli
Eş'arîler de:
— Kabul
ettik (esasen huzuruna biz bunun için geldik), dediler. Bunun üzerine Peygamber
(S) mahlûkların ve Arş'ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya
başladı. Tam bu sırada bir kişi geldi de:
— Yâ îmrân!
Binek deven bağından sıyrılıp kaçtı, dedi. (Ben de deveme bakmak için kalktım.)
Keşke (Peygamber'in meclisinden) kalkmasaydim (da O'nun sözlerini işitseydim,
demiştir) [5].
2-.......Bize Cami' ibnu Şeddâd,
Safvân ibn Muhriz'den tahdîs etti. O da İmrân ibn Husayn(R)'ın şöyle dediğini
tahdîs etmiştir: Ben işi devemi kapıya bağladım da Peygamber'in huzuruna
girdim. Bu rada Peygamber'e Temîm oğullan'ndan birtakım insanlar geldi.
Peygamber (S) onlara:
— "Ey
Temîm oğulları, müjdeyi kabul edip sevinin!"buyurdu.
Onlar iki
kerre:
— Sen
bizlere müjde verdin. Bizlere dünyalık atıyye de ver, de-
iler.
Sonra
huzuruna Yemen ahâlîsinden birtakım insanlar girdi.
Peygamber:
— "Ey
Yemenliler, müjdeyi sizler kabul ediniz. Çünkü onu Te-nîm oğulları kabul
etmediler" buyurdu.
Yemenliler:
— Kabul
ettik yâ Rasûlallah, dediler ve: Biz Sana bu işten (bu ilemin hâllerinden)
soralım diye geldik, sözlerini eklediler.
Rasûlullah
şöyle buyurdu:
—
"(Ezelde) Allah vardı ve Allah'tan başka birşey yoktu. Al-ah'ın Arş'ı su
üzerinde bulunuyordu. Allah herşeyi (kâinatın tama-
mini) zikrde
(mahfuz levh'te) takdir ve tesbıt edip yazdı. Gökleri ve Yer'i yarattı".
Rasûlullah
bunları söylediği sırada bir nida edici:
— Ey Husayn
oğlu, dişi deven gitti! diye nida etti.
Ben hemen
arkasından gittim. Bir de baktım ki, devemin beri-sindeki serâb onunla aramızı
kesiyor (onu görmeme engel oluyordu). Vallahi ben pek arzu ederdim ki, keşke
deveyi terketmiş olaydım (da Rasûlullah'ın sözlerini dinlemek fırsatını
kaçırmasaydım) [6].
Ve hadîsi» îsâ
ibn Mûsâ el-Buhârî (öl. 186), Rakabe ibn Maska-le'den; o da Kays ibn Müslim'den
rivayet etti ki, Târik ibn Şihâb şöyle demiştir: Ben Umer ibni'l-Hattâb(R)'dan
işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) bizim içimizde (yânı minber üzerinde)
ayağa kalktı da mah-lûkaatın başlamasından i'tibâren tâ cennetliklerin kendi
menzillerine, ateş ehlinin de kendi menzillerine girinceye kadar herşeyi
bizlere haber verdi. Bu haberi ezberleyen ezberledi, unutan da unuttu [7]
3........ Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber(S) şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın şöyle buyurur
olduğunu düşünüyorum: 'Âdem oğlu bana noksan sıfat isnâd etti. Hâlbuki ona beni
noksan sıfatla vasıflaması yakışmaz. Ve yine Âdem oğlu beni tekzîb eder,
hâlbuki beni yalanlaması ona yakışmaz. Âdem oğlunun beni noksan sıfatla
vasıflaması, benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Âdem oğlunun beni yalanlaması
ise, Allah beni ilk yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir, demesidir" [8].
4-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S): "Allah halkı yarattığı zaman kendi yanında Arş'ın üstünde
olan kitabında 'Rahmetim öfkeme gâlib olmuştur' diye yazdı" buyurdu [9].
2- Yedi Kat Yer Hakkında Gelen
Şeyler Babı
Ve Yüce
Allah'ın şu kavilleri babı:
"Allah,
yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır. Emr, bütün bunların
arasında durmadan iner.
Allah'ın
(bunları yaratması, O'nun) hakîkaten herşeye kaadir olduğunu, ilmiyle hakîkaten
herşeyi kaplamış
bulunduğunu
bilmeniz içindir'3 (et-Taiâk:i2) [10].
"Ve's-$akfî'l-merfû"\
semâ'dır. "Semkehâ", "Binâehâ" demektir, orada hâyevân,
yânı canlı vardır.
"el-Hubuku",
düzgünlüğü ve güzelliğidir. "Ezinet", işitti ve itaat etti demektir.
"Attı", içindeki ölüleri dışarı çıkardı ve onlardan boşaldı demektir.
"Tahâhâ",
"Dehâhâ" yânî onu yaydı demektir, "es- Sâhire",
yeryüzü'dür; orada hayevân yânî canlı vardır, onların uykuları ve uyanıklıkları
yeryüzünde olur [11]
5-.......Ebû Seleme ile kendi
kavminden bâzı insanlar arasında bir arazî hakkında çekişme meydana gelmişti.
Ebû Seleme, Âişe'nin yanına girip bu çekişmeyi Âişe'ye zikretti. Âişe de ona:
— Yâ Ebâ
Seleme! Yer(gasbetmek)den sakın! Çünkü Rasûlul-lah (S) "Kim (başkasının
toprağına) bir karış mikdârı tecâvüz ederse, o yere kıyamette yedi kat yerden
(isabet eden toprak) bu mütecaviz kişinin boynuna halka gibi geçirilir"
buyurdu, demiştir [12].
6-.......Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek,
Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer'den haber
verdi. O şöyle demiştir: Peygamber (S): "Herkim hakkı olmaksızın (başkasına
âid) yerden birşey gasbedip alırsa, o aldığı şeyle birlikte kıyamet gününde
yedi kat yere batırılır" buyurdu [13].
7-.......Ebû Bekre Nufey' ibnu'l-Hâris
es-Sakafî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Zaman
(mikyas olan yıl hesabı) A Hah 'in gökleri ve Yer'i yarattığı gündeki (ilk)
hey'etine dönmüştür. (Artık) sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır.
Üçü arka arkayadır ki, Zu'l-ka'de, Zu'l-hicce ve Muharrem'dir. Dördüncüsü de
Cumada'l-âhire ile Şa'bân arasında olarak Mudar kabilesinin ayı olan
Receb'dir" [14]
8-.......Bize Ebû Usâme, Hişâm'dan; o
da babası Urve ibnu'z- Zubeyr'den; o da Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl(R)'den
tahdîs etti ki, Ervâ bintu Ebî Uveys, iddia ettiği bir hakk hususunda, Saîd ibn
Zeyd kendisinin hakkını eksiltti diye Medîne Vâlîsi bulunan Mer-vân
ibnu'l-Hakem'e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd: Ben bu kadının hakkından
birşey mi eksiltiyormuşum? Şehâdet ederim ki, ben Rasûlullah(S)'tan şöyle
buyururken işitmişimdir: "Her kim (başkasına âid) arazîden zalimlikle bir
karış yer alırsa, hiç şübhe yok, kıyamet gününde o arazî parçası yedi kat
yerden i'tibâren onun boynuna halka yapılır".
İbnu
Ebi'z-Zinâd, Hişâm'dan söyledi ki, babası Urve şöyle demiştir: Saîd ibn Zeyd
bana: Ben Peygamber'in huzuruna girdim... dedi [15].
3- Bab: Yıldızlar Hakkında (Gelen
Şeyler)
Katâde şöyle
demiştir: "Andolsun ki biz Yer'e en yakın olan göğü kandillerle donattık.
Bunları şeytânlara atış taneleri yaptık,.. ** (ei-Mtıik: 5). Allah bu
yıldızları üç şey için yarattı: Allah bunları göğe zînet, şeytânlara atış
taneleri ve kendileriyle doğru yol bulunacak alâmetler yaptı. Kim yıldızlar
hakkında bundan başka bir ma'nâya dönerse hatâ etmiş, nasibini zayi' eylemiş ve
bilgisine sâhib olmadığı bir şeyin meşakkatini üzerine almıştır [16].
İbn Abbâs:
"Heşîmen" (d Kehf: 45), "Mutegayyırân" (yânî değişici);
"el-Ebbu" (Abese: 3i) hayvanların yiyeceği şey; "el-En'âm"
(er-Rahmân: 16), "halk" (yânî bütün mahlûklar), "Berzah"
(er-Rahmân: 20)
"Hâcib"(yânî
perde)dir, demiştir [17].
Mucâhid ibn
Cebr: "Elfafen" <en-Nebe': 16), "Multeffeten" (yânî
birbirine sarmaşmış), "Gulben" (Abese: 30) birbirine sarmaşmış bol
ağaçlı; "Firâşen", "Mihâden" (yânî döşek) demektir. Yüce
Allah'ın "Yeryüzünde sizin için bir vakte kadar durak ve fâidelenecek şey
vardır" (ei-36; ei Araf: 24) kavlinde olduğu gibi (ki, o karar yeri yâhud
beşik ma'nâsınadır). "Nekîden" (eiA'râf:58) "Kalîlen" (yânî
az) demektir [18].
4- Güneşin Ve Ay'ın Bir Hesâb İle
(Er-Rahmân: 5) Sıfatlanışları(Nın Tefsiri) Babı [19]
Mucâhid:
Değirmenin hesabı gibi (yânî Güneş ve Ay değirmenin hareketi ve konumu gibi)
cereyan ederler, demiştir.
Diğerleri:
Bunlar bir hesâb ve geçemeyecekleri birtakım menziller üzere cereyan ederler,
demişlerdir. "Şihâb"ın cem'i "Şuhbân" olduğu gibi
"Husbân", "Hisâb"ın cemâatidir [20].
"Duhâha"
(eş-şems: i) "Davuhâ"(yânî aydınlığı) demektir [21].
"en-Tudrikel-kamera.. Ne Güneş'in Ay'a erişip çatması, ne de gecenin
gündüzü geçmiş olması gerekmez. Hepsi de birer felekte yüzerler" {Yâsîn:
40). Mucâhid: Bunlardan birinin aydınlığı, diğerinin aydınlığını örtmez ve bu
onlara gerekmez (yânî onlara sahîh olmaz), demiştir. "Velâ'lleylu
sâbıku'n-nehârı":... Ne gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Bunlar
birbirlerini tekrar tekrar arka arkaya sür'atle isterler (yânî gece âyeti
gündüz âyetinin önüne geçmez). Bunlar iki nûrlandırıcı âyettirler.
"Neslehu", yâni biz onların birini diğerinden sıyırıp çıkarırız ve
onlardan herbirini bir felekte akıtıp yürütürüz.
"...Vâhiyetun:
Gök de yarılmış ve artık o, o gün zayıftır" (d-Hâkkaa: 16); onun zayıflığı
varılmasıdır. "Ve'l-meleku ala ercâihâ: Melekler ise onun
bucaklarındadır" : i7>; yânî gök yarılmadığı müddetçe melekler semânın
iki tarafindadırlar. Bu senin "Kuyunun etrafı üzerinde" sözün
gibidir.
"Ve
ağtaşa leylehu: Onun gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı"1 (en-Nâziflt:
29); "Felemmâ cenne aleyhVl-leylu: İşte o üstünü gece bürüyüp örtünce...
" (ei-En'âm: 76); bu iki yerde de ma'nâ "karanlık basınca"
demektir.
el-Hasen
dedi ki: "İzâ'ş-şemsu kuvvirat – Güneş toplanıp durulduğu
zaman"" (et-Tekvîr: d, dürülüp toplanır, nihayet ışığı gider,
demektir. "Ve'l-leyli ve mâ veseka ve 'l-kameri izâ H-teseka = O geceye ve
onun derleyip
topladığı
şeye, toplu bir hâle geldiği (nuru tamamlandığı) zaman Ay'a yemîn ederim ki...
" (ei-inşikaak: 16-17). Burada "Veseka", debelenen nevVden
herşeyi topladığı; "Itteseka" da dümdüz olduğu zaman demektir.
"Tebârekellezî
ceale IVs-semâi burûcen = Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve
nurlu bir ay barındıran Allah'ın sânı ne yücedir" (ei-Farkaan: 6i). Burada
burçlar, Güneş'in ve Ay'ın menzilleridir. "Velâ'z-Zillu vel-harûr = Gölge
ile sıcak bir olmaz" (Fâtır: 21)
Hasen bunu,
Güneş'le beraber gündüzleyin olacak sıcak ile tefsir etti. İbn Abbâs:
"//arar" geceleyin; "Semûm", samyeli azabı (et-Tûn 27),
gündüzleyindir,dedi. "Yûlicu'n-nehâra fVl-leyl" (ei-Hacc; 6i), yânı
gündüzü geceye girdirir ki, bu "Yukevviru" yânı "Gündüzü gecenin
içine dürer" demektir. "Velîceten", birşeyin içine girdirdiğin
herbir şeydir [22].
9-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) güneş battığı zaman bana:
"Güneş
nereye gider, bilir misin?" diye sordu. Ben:
— Allah ve
Rasûlü en bilendir, dedim., Rasûlullah şöyle buyurdu:
—
"Güneş gider, tâ Arş'ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak
üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu taraftan doğar. Bununla beraber
insanların günahlıları üzerine doğmayı fena görür). Ve bu hâlde secde etmeye
yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister;
izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı
taraftan doğar. İşte bu Yüce Allah'ın şu kavii(nin ma'nâsı)^: Güneş de kendi
karargâhında (yörüngesinde devam üzere) cereyan etmektedir. (Güneşin en ince
bir hesâb üzere) bu yürüyüşü mutlak gâlib, herşeyi hakkıyle bilen Allah'ın
takdiridir!" (Yâsîn: 38) [23].
10-.......Bize Abdullah ed-Dânâc
-Farsça'dır, ma'nâsı "âlim" demektir- tahdîs edip şöyle dedi: Bana
Ebû Seleme ibnu Abdirrah-mân, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber(S):
"Güneş ve Ay kıyamet gününde (ziyaları sönüp birbiri içine)
dürülürler" buyurmuştur [24].
11-.......Bana Amr ibnu'l-Hâris haber
verdi ki, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım, babası el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî
Bekr'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den söylemiştir. Abdullah ibn Umer,
Pey-gamber(S)'in şöyle buyurduğunu haber verir idi: "Şübhesiz ki Güneş
ile Ay, hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurlar. Lâkin
bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını görünce hemen namaza
durun" [25].
12-....... Abdullah ibn Abbâs şöyle
demiştir: Peygamber (S): "Şübhesiz ki, Güneş ile Ay Allah'ın âyetlerinden
iki âyettir. Bunlar bir kimsenin ölümü veya hayâtından dolayı tutulmazlar. Siz
bu tutulmayı gördüğünüz zaman Allah'ı zikrediniz" buyurdu.
13-.......Âişe (R) şöyle haber
vermiştir: Rasûlullah (S) Güneş tutulduğu gün kıyama durup tekbîr aldı ve uzun
bir kıraat yaptı. Sonra uzun bir rükû' yaptı. Sonra başım rukû'dan kaldırıp
Semiallâhu li-men hamidehu dedi. Ve secdeye gitmeden olduğu gibi yine kıyam
yaptı ve burada uzun bir kıraat daha yaptı. Bu kıraat birincisinden daha kısa
idi. Sonra uzun bir rükû' daha yaptı, fakat bu rükû', birinci rukû'dan kısa
idi. Sonra uzun bir secde yaptı. Sonra ikinci rek'atin içinde de birinci
rek'atte yaptığı gibi yaptı. Sonra Güneş açılmış olduğu hâlde selâm verdi.
Bunun ardından insanlara karşı hutbe yaptı da Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları
hususunda: "Bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiçbir
kimsenin ne ölümü, ne de hayâtı için tutulurlar. Sizler bu ikisini tutulmuş
gördüğünüz zaman hemen namaza iltica ediniz" buyurdu.
14-.......Bana Kays ibn Ebî Hazım, Ebû
Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Güneş ile
Ay hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurlar. Lâkin bunlar
Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını görünce hemen namaza
durun" [26].
5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Hakkında
Gelen Şeyler Babı
"0,
rahmetinin Önünde rüzgârları birmüjdeci olarak gönderendir... "
(el-Furkaan: 48).
"Levâkıha"
(ei-Hıcr: 22), "Lahika" ve "Lâhık"ın cem'idir ki, aşılayıcı
demektir. "Melâhıka"nın müfredi
"Mulhıka'Mır.
*I*sârun" (d Bakara: 266), taş fırlatan bora ki, yerden göğe doğru eser,
direk gibi olur, içinde ateş vardır.
'Rîhun fihâ
sırrun" (Âiu imrân: in), şiddetli soğuk rüzgâr; "Nuşuren"
(ei-Furkaan: 48), yayılıcı, dağınık, demektir [27].
15-.......Mucâhid'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile yardım
olundum. Âd kavmi de de-bûr yeli ile helak edildi" buyurmuştur [28].
16-.......Âişe (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) gökyüzünde yağışlı sanılan bir bulut görünce ona karşı durur,
geri döner (evimizin içine) girer, çıkardı. Ve (bu karanlık buluttan ümmete bir
âfet erişmesinden endîşe ederek) yüzü(nün rengi) değişirdi.Gök yağmur yağdırınca
da Peygamber'den bu endîşe açılır giderdi. Âişe bunun sebebini Peygamber'den
öğrenmek istedi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "Ne bileyim?
Belki bu kara bulut bir kavmin dediği gibi (bir azâb) olur (Kur'ân'da şöyle
hikâye olunmuştur): Artık vaktâ ki onu, vadilerine doğru gelen bir bulut
hâlinde görmüşlerdi. Dediler ki: Bu, bize yağmur verici buluttur. (Hûd:) Hayır,
bu çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir; bir rüzgârdır ki, onda elem verici
bir azâb vardır. O, Rabb 'imin emriyle her şeyi helak edecektir (dedi). İşte
onlar o hâle geldiler ki, meskenlerinden başka birşey görünmez oldu. İşte günahkârlar
güruhunu biz böyle cezalandırırız" (ei-Ahkaaf: 24-25) [29].
6- Allah'ın Salavâtı Üzerlerine
Olsun, Meleklerin Zikri Babı [30]
Ve Enes
şöyle dedi: Abdullah ibn Selâm, Peygamber'e: Şübhesiz meleklerden Cibril
aleyhi's- selâm Yahûdîler'in düşmanıdır, dedi [31].
İbn Abbâs
da: "Biziz o saff saff dizilenler mutlak bizi" (es sâffât: 165);
bunlar meleklerdir, demiştir [32].
17-Bize Hudbe ibnu Hâlid tahdîs edip
şöyle dedi: Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti. H ve bana Halîfe ibn
Hayyât şöyle dedi: Bize Yezîd ibnu Zuray' tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn
Ebî Arûbe ile Hişâm ed-Destevâî şöyle dediler: Bize Katâde tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Enes ibnu Mâlik tahdîs etti ki, Mâlik ibn Sa'saa (R) şöyle demiştir:
Peygamber(S) şöyle buyurdu:
"Bir
kerresinde ben Beyt'in (yânı Ka'be'nin) yanında uyurla uyanık arası bir hâlde
bulunuyordum". Peygamber burada iki kişi arasındaki adamı (kasdederek)
zikretti ve şöyle devam etti; "Derken bana içine hikmet ve imân doldurulmuş
altından bir tas getirildi. Göğüsten karnın alt tarafına kadar yarıldı. Sonra
karın Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra hikmet ve îmân ile dolduruldu. Ve bana
katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir hayvan getirildi ki, o Burak'tır. Akabinde
ben Cibril'in beraberinde gittim. Nihayet alt semâya vardık.\
— Kim o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki
kimdir? denildi. Cibril tarafından:
—
Muhammed'dir, diye cevap verildi.
— Ona buraya
gelsin diye (da'vet) gönderildi mi? diye soruldu. Cibril:
— Evet,
dedi.
— Merhaba
gelen Zât'af Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi.
Müteakiben
Âdem 'in yanına geldim ve ona selâm verdim. O da:
— Merhaba
sana, Oğul ve Peygamber! dedi. Akabinde ikinci semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki kimdir?
denildi. Cibril:
—
Muhammed(S)'dir, dedi.
— Ona
(gelsin diye) haber gönderildi mi? denildi. Cibril:
— Evet
gönderildi, dedi.
— Merhaba
O'na -hoş geldi, safa geldi- ve bw gelenin gelişi ne güzeldir! denildi.
Akabinde ben
îsâ ve Yahya (Peygamberlerin) yanına vardım. Onlar:
— Merhaba
sana, kardeş ve Peygamber! dediler. -Sonra üçüncü semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
—
Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:
— O
Muhammed'dir, dedi.
— Ona (vahy
ve mi'râc da'veti) gönderilmiş midir? denildi. Cibril:
— Evet
(gönderilmiştir), dedi.
— Merhaba
O'na ve bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi. Akabinde ben Yûsuf'un
yanına vardım ve ona selâm verdim. O
da:
— Merhaba
sana bir kardeşten ve peygamberden! dedi. Sonra dördüncü semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, denildi.
—
Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril tarafından:
—
Muhammed'dir, denildi.
— Ona
(mi'râc da'veti) gönderilmiş midir? denildi. Cibril:'
— Evet,
gönderilmiştir, dedi.
— Merhaba
gelen Zât'a ve bu gelenin gelişi ne güzeldir! denildi. Ben îdrîs Peygamber'in
yanına vardım ve ona selâm verdim. O
da:
— Bir kardeş
ve bir peygamberden merhaba! dedi. Sonra beşinci semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
— Beraberindeki
kimdir? denildi.
—
Muhammed'dir, denildi.
— Ona da'vet
gönderilmiş midir? denildi.
Cibril:
— Evet
(gönderilmiştir), dedi.
— Merhaba
O'na ve bu gelen Zât ne güzel yolcu! denildi. Akabinde biz Harun'un yanına
geldik. Ben ona selâm verdim.
O da:
— Merhaba
sana bir kardeş ve bir peygamberden, dedi. Sonra altıncı semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
—
Beraberindeki kimdir? denildi.
—
Muhammed'dir, denildi.
— O'na
(da'vet) gönderilmiş midir? Bu gelen kişiye merhaba ve O'nun bu gelişi ne
güzeldir! denildi.
Akabinde ben
Musa'nın yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
— Bir
kardeşten ve bir peygamberden sana merhaba! dedi. Ben Musa'yı bırakıp geçince
Mûsâ ağladı. Musa'ya:
— Seni
ağlatan nedir? denildi: Mûsâ:
— Yâ Rabb!
Benden sonra peygamber gönderilen bu genç ki, O'nun ümmetinden cennete
girecekler benim ümmetimden gireceklerden daha faziletlidir (de ona
ağlıyorum)! dedi.
Sonra
yedinci semâya vardık.
— Kimdir o?
denildi.
—
Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki
kimdir? denildi.
—
Muhammed'dir, denildi.
— O'na
da'vet gönderilmiş midir? Bu gelen Zât'a merhaba, bu gelen kişi ne güzel yolcu!
denildi.
Akabinde ben
İbrahim Peygamber'in yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
— Bir oğul
ve peygamber, merhaba sana! dedi.
Sonra bana
el-Beytu'l-Ma'mûr gösterildi. Ben Cibril'e bunu sordum. Cibril:
— Bu
el-Beytu'l-Ma'mûr'dur, her gün onun içinde yetmişbin melek namaz kılar, bundan
çıktıkları zaman artık bu onların son girişidir, bir daha oraya dönmezler,
dedi.
Bana
Sidretu'l-Muntehâ da gösterildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri
sanki Yemen 'in Hecer şehri testileri gibi; yaprakları ise fillerin kulakları
gibidir. Sidre 'nin dibinde dört nehir vardır: İki bâtın nehir, iki zahir
nehir. Ben Cibril'e bunları sordum. Cibril;
— Bâtın olan
iki nehir cennettedir. Zahir olan iki nehir ise Nîl ile Furât nehirleridir,
dedi.
Sonra benim
üzerime (her gün) elli namaz farz kılındı. Ben bunları kabul ettim ve Musa'ya
geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın?
dedi.
— Üzerime
elli namaz farz olundu, dedim. Mûsâ:
— Ben insanları
senden daha iyi biliyorum; ben îsrâîl oğullarını sıkı bir denemeye tâbi'
tuttum. Senin ümmetin her gün elli namaza takat getirmez. Onun için Rabb'ine
dön de hafifletmesini iste, dedi.
Ben de
döndüm ve hafifletmeyi istedim. Rabb'im namazları kırk yaptı. Sonra evvelki
gibi Mûsâ 'ya; akabinde Rabb 'ime gidip yine hafifletme istedim. Sonra Rabb'im
namazları otuz yaptı. Sonra yine bundan önceki gibi Musa'ya;akabinde Rabbi'me
gidip hafifletme istedim. Bu sefer Rabb'im namazları yirmi yaptı. Sonra yine Musa'ya
ve akabinde Rabb 'ime gidip hafifletme istedim. Bu sefer Rabb 'im namazları on
yaptı. Sonra Musa'ya geldim. O da yine hafifletme istememi söyledi. Bu sefer
Rabb'im namazları beşyaptı. Akabinde Musa'ya geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın?
dedi.
— Rabb'im
namazları beş yaptı, dedim.
Mûsâ önceki
gibi yine hafifletme istememi söyledi. Ben Musa'ya:
— Hayırla
selâmette kal (ben bu beşi kabul ediyorum), dedim. Akabinde Allah tarafından:
— Ben beş
vakit namazla farizamı imza ve infaz ettim ve kullarımdan fazlasını hafiflettim;
ben güzelliği on kat ile karşılarım! diye nida olundu'3.
Ve Hemmâm
ibn Yahya, Katâde'den; o da el-Hasen'den; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den el-Beytu'l-Ma'mûr hakkında ayrı hadîs söyledi [33].
18-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R)
şöyle demiştir: Kendisi sâdık ve masdük (yânı: kendisi doğru söyler ve
kendisine de doğru bildirilir) olduğu hâlde, bize Rasûlullah (S) tahdîs edip
(insanın yaratılması tavırlarından) şunları söyledi:
"Sizin
herbirinizin yaratılması (yaratılma başlangıcında) ana baba maddeleri kırk gün
anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (yânî kırk
gün içinde) katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde
bir çiğnem et olur. Sonra (dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir melek gönderir
de tekâmül eden o bir çiğnem ete şu dört kelime(y\ yazması) emrolunur: Onun
işini, rızkını, ecelim, şakiyâhud saıd olduğunu yaz! denilir. Sonra ona rûh üflenir
(cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) iyi iş
yapar, nihayet kendisiyle cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu
sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir, yazısı o kişinin önüne geçer
(yânî onu önler). Bu defa o kişi cehennemliklerin işini yapmağa başlar (da
cehenneme girer). Sizden bir kişi de kötü iş yapar. Nihayet kendisiyle
cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) o
yazı önüne geçer (yânî onu önler). Bu defa o kişi cennet ehlinin (hayırlı)
emelini yapar (cennete girer)" [34].
19-.......Bana Mûsâ ibnu Ukbe haber
verdi ki, Nâfi' şöyle demiştir: Ebû Hureyre, Peygamber'den söyledi.
Ve Ebû Âsim
ed-Dahhâk ibivMahled, Mahled ibn Yezîd'e mu-tâbaat etti ki, İbn Cureyc şöyle
demiştir: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den haber verdi. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Allah
bir kulu sevdiği zaman Cibril'e:
— Allah
fulânı seviyor, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever.
Akabinde Cibril gök ahâlîsine;
— Allah
fulân kulu seviyor, onu siz de seviniz! diye nida eder.
Gök ahâlîsi
de o kimseyi sever. Sonra yerde(ki insanların gönlüne) o kimse lehine kabul ve
sevgi konulur (da onu tanıyan müslümânlar tarafından sevilir)" [35].
20-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben
Rasûlullah(S)'t şöyle derken işittim: "Melekler Anan içine -ki o
buluttur- inerler de gökte kaza ve hükmolunan emri (istikbâle âid bâzı şeyleri
kendi aralarında) zikrederler. Bu sırada şeytânlar (bu haberi) kulak hırsızlığı
yapar ve onu işitirler. İşittiklerini de kâhinlere gizlice ulaştırırlar.
Kâhinler, şeytânlardan işittikleri kelimelerle beraber yüz yalan da kendi nefislerinden
uydururlar" [36].
21-.......Bize İbn Şihâb, Ebû Seleme
ibn Abdirrahmân ibn Avftan ve el-Agarr Selmân el-Cuhenî'den; onlar da Ebû
Hureyre'den tah-dîs ettiler ki, o şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Cumua günü olunca mescidin kapılarından herbir kapıda melekler bulunur.
Onlar mescide ilk gelenleri (birinci, ikinci, üçüncü diye) sırasıyte yazarlar.
İmâm minbere oturunca sahîfeleri dürerler ve safflar arasına gelip zikri (yânî
hutbeyi) dinlerler" [37].
22-....... Bize ez-Zuhrî tahdîs etti
ki, Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Bir kerre Hassan ibn Sabit mescidde
şiir okuduğu sırada Umer mescide uğradı. (Hassân'ın mescidde şiir okumasını
çirkin gördü.) Bunun üzerine Hassan:
— Ben
vaktiyle bu mescidde senden daha hayırlı olan Zât hâzır iken de şiir okur idim,
dedi.
Sonra
Hassan, Ebû Hureyre'ye döndü ve:
— Allah
aşkına sana sorarım: Rasûlullah'ın Hassân'a: "Haydi sen de benim
tarafımdan (müşriklere) cevâb ver! Yâ Allah, onu Rûhu'l-Kudüs ile kuvvetlendir!"
derken işittin mi? diye sordu.. O da; — Evet (işittim), diye doğruladı [38].
23-.......Bize Şu'be, Adiyy ibn
Sabit'ten tahdîs etti ki, el Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)
Hassân'a hitaben: "Sen de müşrikleri hicvedip kötüle yâhud onların
hicivlerine karşılık ver, Cibril de seninle beraberdir" buyurdu [39].
24-.......Bize Cerîr ibn Hazım tahdîs
etti. H ve yine bize İshâk ibn Râhûye tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vehb ibn
Cerîr haber verip şöyle dedi: Bize babam Cerîr ibn Hazım tahdîs edip şöyle
dedi: Ben Humeyd ibn Hilâl'den işittim ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir:
(Rasûlullah, Kurayza oğullan yurduna sefer ettiğinde melekler de iştirak
etti.) Ben Ensâr'dan Ganm oğullan sokağında yükselen bir tozu bugün bile görür
gibiyim.
Râvî Mûsâ
ibn îsmâîl, Mağâzî'deki kendi rivayetinde şunu ziyâde etmiştir: Enes: Ben
Cibril'in melâike cemâatinin Ganm oğullan sokağından geçtikleri sıra yükselen
tozunu bugün bile görür gibiyim, demiştir [40].
25-.......Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da
Âişe(R)'den tahdîs etti ki, el-Hâris ibnu Hişâm, Peygamber'den:
— Sana vahy
nasıl gelir? diye sormuştur. Peygamber (S) şöyle cevâblamıştır:
—
"Bunun hepsi (şöyledir): Bazen melek bana çıngırak sesi gibi bir ses
içinde gelir, akabinde meleğin bana söylediği şeyleri ezberlemiş olduğum hâlde
o benden ayrılır. Bana en ağır olanı budur. Bazen de melek bana bir insan
olarak temessül eder (yânî sûretlenir), benimle konuşur, ben de
söyleyeceklerini iyice bellerim" [41].
26-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Kim
Allah yolunda çift sadaka verirse, cennetin bekçileri, yânî melekler onu: Ey
Fulân! Buraya gel! diye da'vet ederler."
Peygamber'in
bu sözü üzerine Ebû Bekr:
— Artık
kendisine hiç helak olmayan kimse, işte budur, -dedi. Peygamber de:
—
"Senin de o bahtiyarlardan olmanı umarım" buyurdu [42].
27-.......Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o
da Ebû Seleme'den; o da Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) Âişe'ye:
— "Yâ
Âişe! Şu (yanımdaki) Cibril'dir, sana selâm ediyor" buyurmuş.
Aişe de:
— Selâm;
Allah'ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine olsun, demiş ve Peygamber'i
kasdederek:
— Benim
görmediğimi Sen görüyorsun, demiştir [43].
28- Bize Ebû Nuaym tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Umer ibnu Zerr tahdîs etti.
H Ebû Nuaym
dedi ki: Bana Yahya ibn Ca'fer tahdîs edip şöyle dedi: Bize Vekî', Umer ibn
Zerr'den; o da babası Zerr ibn Abdillah el-Hamdânî'den; o da Saîd ibn
Cubeyr'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah
(S) Cibril'e:
— "Sen
bize şu ziyaretinden daha çok ziyaret etmez misin?" demişti (yânî daha
sık gelmesini arzûlamıştı).
İbn Abbâs
dedi ki: Bunun üzerine "Biz (melekler) Senin Rab-binin emri olmadıkça
inmeyiz. Önümüzde, ardımızda ve ikisi arasında ne varsa hepsi O'nundur. Senin
Rabbin unutkan değildir" (Meryem: 64) âyeti indi [44].
29-....... O da İbn Abbâs(R)'tan
tahdîs etti ki, Rasûlullah(S) şöyle buyurmuştur: "Cibril bana Kur'ân'ı bir
okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasını isterdim. Tâ yedi türlü
okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim" [45].
30-.......Bize Abdullah ibnu'I-Mubârek
haber verip şöyle dedi:
Bize Yûnus
ibn Yezîd haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibni
Abdillah tahdîs etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazânda idi ki, bu ay
Cibril aleyhi's-selâmın kendisine en çok kavuştuğu zaman idi. Cibril, ramazânın
her gecesinde Rasûlul-lah'la buluşur ve kendisi ile Kur'ân-ı Kerîm'i mudârese
ve müzâkere ederdi. îşte bundan dolayı Rasûlullah Cibril kendisiyle buluştuğu
bu zamanda hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömert
idi [46].
Ve Abdullah
ibnu'l-Mubârek'ten: (Kendisi:) Bize Ma'mer (ıbnu Râşid, yukarıda verilen) bu
isnâd ile o hadîsin ma'nâca benzerini tahdîs etti, demiştir.
Ve Ebû
Hureyre ile Fâtıma (R) da Peygamber(S)'den, Cibril'in (her sene ramazânda)
Peygamberce Kur'ân'ı karşılaştırma yapar olduğunu rivayet etmişlerdir [47].
31-.......Bize Leys ibnu Sa'd, İbn
Şihâb'dan şöyle tahdîs etti: Umer ibnu Abdilazîz bir gün ikindi namazını biraz
geri bıraktı. Bunun üzerine Urve ibnu'z-Zubeyr, Umer'e:
— Dikkat et!
Muhakkak ki Cibril inmiş ve Rasûlullah'm önünde namaz kıldırmıştır, dedi.
Umer de ona:
— Yâ Urve,
söylediğini iyi bil! dedi.
Urve de
hadîsi senediyle nakledip şöyle demiştir:
— Ben Beşîr
ibn Ebî Mes'ûd'dan işittim, şöyle diyordu: Ben babam Ebû Mes'ûd'dan işittim,
şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Cibril
indi ve bana imâm oldu, ben de onunla birlikte namaz kıldım. Sonra onunla namaz
kıldım. Sonra onunla namaz kıldım. Sonra onun/a namaz kıldım. Sonra onunla namaz
kıldım". Rasûlullah bunu söylerken birer birer beş namazı par-maklarıyle
sayıyordu [48].
32-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu:
—
"Cibril bana: 'Ümmetinden her kim Allah'a hiçbirşeyi ortak koşmayarak
(tevhîd inancıyle) ölürse cennete girer -yâhud ateşe girmez' dedi".
Ebû Zerr:
— Eğer o
kişi zina etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedi. Peygamber:
— "Eğer
(bu günâhları işlese de)" buyurdu [49].
33-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Melekler arka arkaya gelirler:
Hergün birtakım melâike geceleyin, diğer birtakım melâike de gündüzleyin
birbiri ardınca size gelirler. Bunlar sabah ve ikindi namazlarında buluştuktan
sonra evvelce içinizde kalmış olanlar göğe yükselirler. Rableri (namaz kılmış
kullarının) hâllerini en iyi bilirken yine o meleklere: Kullarımı ne hâlde
bıraktınız? diye sorar. Onlar da: Onları namaz kılarlarken bıraktık ve onlara
namaz kılarlarken varmıştık, derler" [50].
"Sizlerden
biri Âmin dediği zaman melekler de semâda {Âmîn deseler de) her ikisi birbirine
denk düşerse, o kimsenin geçmiş günâhları mağfiret edilir" [51]
34-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben
Peygamber için bir yastık doldurdum. Onda birtakım suretler vardı. Bu küçük bir
yastık gibidir. Peygamber geldi ve iki kapının arasında dikeldi, yüzü de değişmeye
başladı. Ben hemen:
— Bizim için
ne (kusur) var, yâ Rasûlallah? dedim. Peygamber (S):
— "Bu
yastığın hâli nedir?" diye sordu. Âişe:
— Bir
yastıktır; ben onu üzerinde yatasm diye Sen'in için yaptım, dedi.
Peygamber:
— "Sen
içinde suret bulunan bir eve meleklerin girmeyeceğini; bu sureti yapan kimsenin
kıyamet gününde azâb edileceğini ve Yüce Allah 'in: Yarattıklarınıza (yânî
sûretlendirdiğiniz bu hayvanlara) can verin! buyuracağını bilmedin mi?"
buyurdu [52].
35-.......Bize Ma'mer ibn Râşid,
ez-Zuhrî'den; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan haber verdi ki, o da İbn
Abbâs(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Ben Ebû Talha'dan işittim, şöyle
diyordu: Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim: "İçinde köpek bulunan eve
melekler girmez, içinde temsillere âid suret bulunan eve de" buyuruyordu [53].
36-....... Bize Amr ibnu'l-Hâris haber
verdi. Ona da Bukeyr ibnu'l-Eşecc tahdîs etmiştir. Ona da Busr ibn Saîd tahdîs
etmiştir. Ona da Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R) tahdîs etmiştir. Busr ibn Saîd'in
beraberinde, Peygamber'in zevcesi Meymûne'nin himayesinde bulunmuş olan
Ubeydullah el-Havlânî bulunuyordu. Râvî dedi ki: îşte bu ikisine Zeyd ibn Hâlid
tahdîs etti. Ona da Ebû Talha şöyle tahdîs etti: Peygamber (S):
"Melekler, içinde suret bulunan herhangi bir eve girmezler" buyurdu.
Sahâbî râvî
Busr dedi ki: (Bu hadîsi bana rivayet ettikten bir zaman sonra) Zeyd ibn Hâlid
hastalandı. Biz de ona hasta ziyaretine gittik. Eve girdiğimizde içeride,
üzerinde birtakım suretler bulunan bir perde ile karşılaştık. Ben orada bulunan
Ubeydullah el-Havlânî'ye:
— Bu Zeyd
ibn Hâlid bize Peygamber'den tasvirler hakkındaki hadîsi tahdîs etmedi mi?
(Şimdi evinde bu resimli perde ne oluyor?) dedim.
Ubeydullah
bana;
— Zeyd ibn
Hâlid bu hadîsi Ebû Talha'dan bize naklederken, sonunda "İllâ rakmen
fîsevbin (= Elbisedeki nakış ve resim müstesnadır)" demiştir; sen onu
işitmedin mi? dedi.
— Hayır
işitmedim, dedim. O da:
— Fakat sen
o hadîsi işittin, o bunu muhakkak zikretmiştir, dedi [54].
37-....... Bana Amr ibnu'l-Hâris,
Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti; o şöyle demiştir:
Cibrîl aleyhi's-selâm, Peygamber'in yanına inmeyi va'd etmişti (inmedi;
Peygamber sebebini sordu.) Cibrîl: Biz melekler, içinde (canlı hayvana âid)
suret ve köpek bulunan eve girmeyiz, dedi.
38-.......Ebû Salih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah
(S) şöyle buyurmuştur: "İmâm Semiallâhu limen hami-deh dediği zaman siz
Allâhumme Rabbena leke 'l-hamdu deyiniz. Çünkü her kimin böyle demesi
melâikenin böyle demesine denk düşerse geçmiş günâhları mağfiret edilir" [55].
39-.......Ebû Hureyre (R) tahdîs etti
ki: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizin herhangi birinizi namaz kılmak
habsedip alıkoyduğu müddetçe, bir namaz içindedir. Namaz kıldığı yerden kalkmadığı
yâhud abdestini bozmadığı müddetçe de melekler onun için: Allâhumme 'ğfîr lehu
ve 'r-hamhu( = Yâ Allah, ona mağfiret et ve ona merhamet eyle)/ derler" [56].
40-.......Ya'lâ ibn Umeyye (R): Ben
Peygamber(S)'in minber üzerinde (cehennem ahâlîsinin cehennem muhafızına):
"Yâ Mâlik! (Rabb'in hakkımızdaki hükmünü versin!) diye nida ettiler...
(ez-Zuhrûf: 77) âyetim okuduğunu işittim" demiştir.
Râvî Sufyân
ibn Uyeyne, Abdullah ibn Mes'ûd'un bu âyeti "Ve nâdev yâ Mâli"
şeklinde kâfi düşürerek okuduğunu söylemiştir [57].
41-.......Peygamber'in zevcesi Âişe
(R) şöyle tahdîs etmiştir: Âişe, Peygamber(S)'e:
— Sana Uhud
gününden daha şiddetli olan bir gün erişti mi? dedi. O da:
—"Yemin
olsun ki kavmin Kureyş'ten gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan
Akabe günü karşılaştığım zorluk hepsinden şiddetli idi. Şöyle ki: Ben
(Kureyş'ten gördüğüm ezâ üzerine Taife gidip) hayâtımın korunmasını Abdu
Kulâl'in oğlu İbnu Abdu Yâlîl'e teklif etiğim zaman o benim dileğime cevâb
vermemişti. Ben de kederli ve hayretli bir hâlde yüzümün doğrusuna (Mekke'ye)
dönmüştüm. Bu hayretim Karnu's-Seâlib mevkiine kadar devam etti. Burada
başımı kaldırıp (semâya) baktığımda beni gölgelendirmekte olan bir bulut
gördüm.
Buluta
(dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm. Cibril bana nida
etti de:
Allah,
kavminin Sen'in hakkında dediklerini ve Seni korumayı reddettiklerini muhakkak
işitti. Ve A ilah Sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi. Kavmin hakkında ne
dilersen ona emredebilirsin, dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip
selâm verdi. Sonra:
— Yâ
Muhammedi Cibril'in bu söylediği bir hakikattir. Sen ne istersen emrine
hazırım. Eğer (Ebû Kubeys ile Kuaykân denilen) şu iki yalçın dağı Mekkeliler
üzerine kapaklamamı istersen (onu da emret), dedi.
Buna karşı
Peygamber:
— Hayır, ben
Allah 'in bu müşriklerinin sulblerinden yalnız Allah 'a ibâdet eder ve Allah
'a hiçbirşeyi ortak kılmaz (tevhîdci) bir nesil meydana çıkarmasını arzu
ederim, dedi" [58].
42-.......Bize Ebû İshâk eş-Şeybânî
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Zırr ibn Hubeyş'e Yüce Allah'ın şu kavlinden
sordum: "Sonra (Cib-rîl O'na) yaklaştı, sarktı. İki yay kadar, yâhud daha
yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahy ettiğini etti. O'nun gördüğünü kalbi
yalana
Çlkarmadl"
(en-Necm: 8-11).
Zırr ibn
Hubeyş: Bize İbnu Mes'ûd: Peygamber (S) Cibril'i (yaratılmış olduğu surette)
altıyüz kanatlı olarak gördü, diye tahdîs etti, dedi [59].
43- Bize Hafs ibn Umer tahdîs edip
şöyle dedi: Bize Şu'be, el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da Alkame'den tahdîs
etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) "And olsun ki O, RabbHnin en büyük âyetlerinden
bir kısmım görmüştür" (en-Necm: ıs) âyetinin tefsirinde: Rasûlullah (S) semânın
etrafını yeşil bir kumaş (hâlinde Cibril'in kanadı) kaplamış gördü, demiştir [60].
44-.......Bize el-Kaasım haber verdi
ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Her kim Muhammed (uyanık olarak baş gözüyle)
Rabb'ini gördü sanırsa, en büyük yalanı irtikâb etmiş olur. Lâkin muhakkak
olan şudur ki, Rasûlullah Cibrîl'i ufkun arasını kaplamış olduğu hâlde hakîkî
suret ve hilkatinde görmüştür [61].
45-.......Mesrûk şöyle demiştir: Ben
(Peygamber'in Rabb'ini görmesini reddettiği zaman) Âişe'ye:
— Öyleyse
Yüce Allah'ın şu kavli nerededir (yânî bunun vechi nedir)? dedim: "Sonra
yaklaştı, derken sarktı. (Bu suretle Peygamber'e) iki yay kadar, yâhud daha
yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahy ettiğini ettV (en-Necm: 8-11).
Âişe (R):
— Bu yanaşma
ancak Cibril'in yanaşmasıdır. Cibril Peygamber'e insan suretinde gelirdi.
Şübhesiz Cibril bu kerre Peygamber'e kendi hakîkî sureti olan sureti içinde
gelmiş ve ufku kapatmıştır, dedi [62].
46-.......Semure ibn Cundeb (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben bu gece fu'yâmda iki kimse
gördüm. Onlar bana geldiler... şöyle dediler: O ateş yakan adam, cehennemin
bekçisi olan Mâlik'tir... Ben Cibril'im. Bu da Mtkâîl'dir..." [63].
47-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kişi kadınım (cinsî yaklaşmak
için) yatağına da'vet eder de kadın çekinir ve bu yüzden koca, kadına öfkeli,
sinirli bir hâlde gecelerse melekler o kadına sabah oluncaya kadar la'net
ederler".
Bu hadîsi
el-A'meş'ten rivayet etmekte Ebû Avâne'ye Şu'be, Ebû Hamza, İbnu Dâvûd ve Ebû
Muâviye mutâbaat etmişlerdir [64].
48-.......İbn Şihâb şöyle demiştir:
Ben Ebû Seleme'den işittim, şöyle dedi: Bana Câbir ibnu Abdillah (R) haber
verdi. O, Peygam-ber(S)'den şöyle buyururken işitmiştir: "Sonra benden
vahy bir süre habs olundu. Ben bir gün yürürken birdenbire gökyüzü tarafından
bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hıra 'da bana gelen melek
(yânî Cibrîl) semâ ile Arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Ondan pek
ziyâde korktum, hattâ yere düştüm. Akabinde aileme geldim ve: Beni örtünüz,
beni örtünüz! dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi: Ey bürünüp
sarınan! Kalk, artık korkut. Rabb'ini büyük tanı. Elbiselerini temizle.
Azâb{& götürecek şeyleri) terkeyle..." (el-Müddessir: 1-5).
Ebû Seleme:
Âyetteki "er-Rücz", putlardır, demiştir [65].
49-.......Müfessir Ebu'1-ÂHye şöyle
demiştir: Bize Peygamerinizin amcası oğlu, yânî İbn Abbâs (R) tahdîs etti.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Mi'râc^da) bana gece sefer
ettirildiğinde ben Musa'yı esmer yüzlü, uzun boylu, kıvırcık saçlı bir tipte
gördüm. Müsâ (uzunluk ve esmerlikçe) Ezdu Şenûe adamlarından bir kişi gibidir.
îsâ'yı da gördüm: Ne uzun ne kısa, orta boyda, benzi kırmızı ile beyaza meyilli
olup başı, salıverilmiş düz saçlı bir kimse idi. Allah 'in bana gösterdiği
hayrete düşürücü daha birtakım garibeler arasında cehennem muhafızı Mâlik'i ve
Deccâl'i de gördüm. Ey mü'min, Peygamber'in Musa'ya kavuşmasından şübhede
olma".
Enes ve Ebû
Bekre (R), Peygamber'in "Melekler Medine'yi, Dec-câl'den bekçilik yapıp
korurlar" hadîsini söylemişlerdir [66].
8- Cennetin Sıfatı Ve Yaratılmış
(Yânî Şimdi Mevcûd) Olduğu Hakkında Gelen Şeyler Babı [67]
Ve
Ebu'I-Aliye dedi ki; "Mutahharatun": Hayzdan, sidikten, tükürükten
tertemiz kılınmış; "Kullemâ ruzikû": Kendilerine birşey verildiği,
sonra da bir başkası verildiği zaman "Bu bize bundan önce de verilmişti
derler", yânî bu bize bundan önce de getirildi. "Ve utû bihi
müteşâbihen": Bu kendilerine bâzısı bâzısına (renk ve şekilde) benzer,
fakat tadında ayri olarak Sunulacak(el-Bakara: 25)''KutÛfuhâ"
<el-Hâkkaa:l2>:
Cennetlikler
istedikleri gibi keserler; "Dâniyetun": "Karîbetun", yânî
yakındır. "el-Erâik" (ed-Dehn 13):
Tahtlar,
şerirler. Ve el-Hasen: "en-Nadra", yânî parlaklık yüzlerde; surûr,
yânî sevinç de kalblerde olur, dedi. Mucâhid:
"Selsebüen":
Akması keskin; "Gavl": Karın ağrısı; "Yunzefûne": Akılları
gitmez demektir, dedi.
İbnAbbâs:
"Dıhâkan": Dopdolu; "Kevâibe": Göğüsleri, memeleri belirip
olgunlaşmış; "er-Rahîk": Şarâb; "et-Tesmîmu": Cennet ehli
içkilerinin hepsine üstün olan içki; "Hitâmuhu": Çamuru misk;
"Naddâhatân"; İki fışkıran; "Mevdûnetûn": Örülmüş,
dokunmuşa denilir. "Vadînu'n-Nâka" (yânî devenin sırtına hevdeci
bağlamak için sırım yâhud kıldan örülmüş yassı kolan) bu ma'nâdandır.
"el-Kûbu": Kulağı, yânî elle tutulacak yeri ve kulpu olmayan
testiler; "VeH-Ebârîk": El ile tutulacak kulakları ve kulpları olan
testiler; "Uruben": Ağırlaştırılmış demektir, tekili:
"Arûbun"dur; "Sabûr" ve "Subur" gibi. Mekke
ahâlîsi ona "el-Aribetu"; Medîne ahâlîsi "el-Ganicetu";
Irak ahâlîsi ise "eş-Şekiletu" ismini verirler.
Mucâhid
şöyle dedi: "Ravhun": Cennet ve rahatlık; "er-Reyhânu":
Rızk; "el-Mendûdu": Muz; (teİ-Mahdûdu": Yükçe ağırlaştırılmış
demektir. Ve yine dikeni olmayan şeye de denilir. **Ve9l-Urubu":
Kocalarına çok bağlı ve çok sevgili dişilerdir. Ve denildi ki: "Meskûb":
Akıcı; "Furuşın merfûatın": Birbiri üzerine konulup yükseltilmiş
yataklar; "Lagven": Bâtılen; "Te'sîmen": Yalan;
"Efnânun": Dallar. "Ve cenal-cenneteyni dânin": Toplanıp
devşirilmesi yakından; "Mudhâmmetâni": Suya kanmaktan dolayı iki
siyah (yânı iki koyu yeşil) demektir [68].
50-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz öldüğünde sabah
akşam âhiretîeki oturak yeri kendisine gösterilir: Eğer o ölü cennet ehlinden
ise, kendisine cennet ehli makaamlarından yeri gösterilir. Eğer ateş ehlinden
ise, ceh-nenemliklerden (yânı onların yerinden) gösterilir" [69].
51-.......Bize Ebû Recâ\ İmrân ibn
Husayn'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben (mi'râc gecesi) cennette
baktım da, cennet ahâlîsinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de
baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlar gördüm" buyurmuştur [70]
52-.......İbnu Şihâb şöyle demiştir:
Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Bizler Rasûmllah'ın yanında bulunduğumuz sırada O bize şöyle buyurdu: "Ben
bir kene uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümmü Su-leym) bir
köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere): Bu köşk kimin
içindir? diye sordum. Onlar: Bu köşk Umer ibnu'l-Hattâb için, dediler. Umer'in
kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim".
(Rasûlullah'in
bu latîfeli müjdesi üzerine) Umer -sevincinden- ağladı da:
— Yâ
Rasûlallah, Sana karşı mı kıskançlık edeceğim? Dedi [71].
53-.......Abdullah ibn Kays
el-Eş'arî(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Cennetteki) çadır,
içi boşaltılmış bir incidir. Bunun semâya doğru uzunluğu otuz mildir. Bu
çadırın herbir köşesinde mü'min bir aile topluluğu bulunur ki, onları başkaları
göremezler".
Ebû
Abdissamed ile Haris ibnu Ubeyd yukarıdaki hadîsin râvîsi olan Ebû îmrân
el-Cevnî'den, altmış mil diye söylemişlerdir [72].
54-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yüce Allah: Ben iyi kullarım için
cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan
gönlüne gelmeyen birtakım ni'metler hazırladım, buyurdu. İsterseniz şu âyeti
okuyunuz: "Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak
gözlerin aydın olacağı (ni'metlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse
bilmez" (es-Secde: 17) [73].
55-.......Bize Ma'mer, Hemmâm ibn
Münebbih'ten haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Cennete ilk giren zümrenin yüzleri ayın ondördüncü
gecesindeki nurlu sureti üzeredir. Cennetlikler cennette tükürmezler,
sümkürmezler, dışkı çıkarmazlar. Onların cennetteki kabları altın, taraklan
ditin ve gümüştendir. (Buhurdanlıklarının) ûdlan Hind ududur. Onların teri
misktir. Cennet ehlinden herbir erkeğin iki kadını vardır ki, vücûdunun
güzelliğinden iki baldır kemiğinin iliği etinin arkasından görünür.
Cennetlikler arasında ihtilâf da yoktur, düşmanlık da yoktur. Kalbleri bir
kalbdir. Onlar sabah akşam Allah'ı teşbih ederler" [74].
56-.......Bize Ebu'z-Zinâd,
el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Cennete ilk girecek zümre, ayın ondördüncü gecesindeki nurlu
sureti üzeredirler. Bunların ardından cennete girecek olanlar ise en keskin
ışık yayan yıldızlar gibidirler. Cennet ahâlîsinin gönülleri, birtek kişinin
gön-/#(ndeki tek irâdeye benzer bir fıtrat) üzerinedir. Onların aralarında
ihtilâf ve kinleşme yoktur. Cennet erkeklerinden herbiri için iki zevce
vardır. Bu iki zevceden herbirinin baldırının iliği, güzellik ve latîf-liğinden
dolayı etinin Ötesinden görülür. Cennetlikler sabah akşam Allah'ı tesbîh
ederler. Hasta olmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların kabları altın ve
gümüştür. Tarakları da altındır. Buhurdanlıklarının yakacağı ûd ağacıdır
-Ebu'l-Yemân: el-Ulve ile ûd ağacını kasdediyor, demiştir-. Onların teri
misktir".
Mucâhid:
"el-îbkâr", fecrin (sabahın) evvelidir "el-Aşıyy" ise
güneşin meylidir; batıyor diye düşünmen zamanındaki meylidir, demiştir.
57-.......Bize Fudayl ibn Süleyman,
Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
"Muhakkak
ki, ümmetimden yetmişbin yâhudyediyüzbin (kişi veya zümre cennete) girecektir.
Bu ilk zümrenin sonundakiler cennete girinceye kadar öndekileri girmeyecektir
(yânı hepsi bir saff hâlinde birden gireceklerdir). Bunların yüzleri,
ondördüncü gecesindeki ayın nurlu sureti üzeredir".
58-.......Enes (R) şöyle demiştir:
Peygamber(S)'e -Ukeydir tarafından- ince atlas bir cübbe hediye olundu.
Peygamber (erkekleri) ipekli kullanmaktan nehyeder olduğundan, insanlar
Peygamber'in bunu kabul etmesine hayret ettiler. (Libâs'ta şu ziyâde olmuştur:
Peygamber: "Buna şaşıyor musunuz?" buyurdu. Sahâbîler: Evet,
dediler.) Peygamber: "Muhammed'in nefsi yedinde olan Allah'a yemîn olsun
ki Sa'd ibn Muâz'ın cennetteki mendilleri şaştığınız şu cübbeden muhakkak daha
güzeldir" buyurdu [75].
59-.......Ben el-Berâ ibn Azib(R)'den
işittim, şöyle dedi: Rasûlullah'a ipekten bir elbise getirildi. Sahâbîler bunun
güzelliği ve yumuşaklığından hayret edip beğendiler. Bunun üzerine Rasûlullah
(S): "Elbette Sa'd ibn Muâz'ın cenneteki mendilleri bundan daha faziletlidir"
buyurdu.
60-.......Sehl ibnu Sa'd es-Sâidî (R):
Rasûlullah (S): "Cennette
bir kamçının
yeri, dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden hayırhdtr" buyurdu, demiştir [76].
61.......Bize Enes ibn Mâlik (R)
tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Cennette
bir ağaç vardır ki, bir süvari onun gölgesinde yüz sene yü-rüse onun gölgesini
kesip bitiremez" buyurmuştur [77].
62-.......Bize Hilâl ibn Alî,
Abdurrahmân ibn Ebî Hamza'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Şübhesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki, bir süvârt onun
gölgesinde yüz sene yürür. İsterseniz, -Uzatılmış gölge- (ei-vâkıa: 30) âyetini
okuyunuz. Ye-mîn olsun cennette sîzin birinizin yayının mikdârı, üzerine
güneşin doğduğu yâhud battığı herşeyden hayırlıdır" buyurmuştur.
63-.......Bize babam Fuleyh ibn
Süleyman, Abdurrahmân ibn Ebî Hamza'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cennete girecek ilk zümre,
ondördüncü bedir gecesindeki ayın sureti üzeredirler. Bunların izleri üzerinde
cennete girecekler ise, gökteki incimsi parlak yıldızın güzelliği gibidirler.
Cennet ahâlîsinin kalbleri bir kişinin £ûtf?/(ndeki tek irâdeye benzer bir
fıtrat) üzeredir. Aralarında kinleşme ve hasedleşme yoktur. Her kişi için
el-Hûru'l-Ayn dilberlerinden iki zevce vardır. Bu dilberlerin baldırlarının
iliği kemiklerinin ve etlerinin arkasından görülür".
64-.......Adiyy ibn Sabit bana haber
verip şöyle dedi: Ben el-Berâ(R)'dan işittim. Peygamber (S) oğlu İbrâhîm öldüğü
zaman: "Şübhesiz cennette İbrâhîm için bir süt annesi vardır"
buyurmuştur.
65-.......Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
—
"Cennet ahâlîsi cennette kendilerinden yüksekteki gurfeler ehli denilen
birtakım köşklerin sahihlerini (aralarındaki uzaklık farkından dolayı)
güçlükle görebilirler. Nitekim gündüz doğu veya batı ufkunda ışıklı kalan
parlak yıldızı, aradaki mesafe uzaklığından dolayı dikkatle bakanlar
seçebilir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ
Rasûlallah, o yüksek köşkler peygamberlerin menzilleri midir? Başkaları oralara
erişemez mi? diye sordular. Rasûlullah (S):
— "Evet
o köşkler peygamberlerin köşkleridir. Fakat (Allah başkalarına da ihsan
edebilir) nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim, (o başkaları) öyle erlerdir
ki, onlar Allah'a îmân ve rasûlleri (hak-kıyle) tasdik etmişlerdir"
buyurdu [78].
9- Cennet Kapılarının Sıfatı Babı
Ve Peygamber
(S): "Her kim (Allah yolunda) çift sadaka verirse, cennet kapısından
da'vet olunur" buyurdu [79].
Bu konuda
Ubâde ibnu's-Sâmit'in de Peygamber'den hadîsi vardır [80].
66-.......Bana Ebû Hazım, Sehl ibn
Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Cennette sekiz kapı vardır.
Bunların içinde bir kapı Reyyân( = Suya kanmış kişi) diye isimlendirilir.
Buradan cennete yalnız oruç tutanlar girer" buyurmuştur [81].
10- Cehennemin Sıfatı Ve Yaratılmış
Olduğu Babı [82]
"Gassâkan":
Gözü soğuk su akıttı; yara sarı su akıtıyor denilir. Sanki "Gasâk" ve
"Gasak" bir şeydir.
"Gisliyn";
Yıkadığım herbir şeyden çıkan şeydir ki, işte o "Gısliyn"dir. Bu
kelime "GasI", yânî yıkamak
masdarından
alınmış "Fi'liyn" vezninde bir isimdir, yaradan ve deve sırtında
meydana gelen yağırdan
akan sarı
sudur.
Ve İkrime:
"Hasabu cehenneme": Habeşçe'de odun demektir, dedi. Ikrimeden
başkaları şöyle dediler:
"Hâsıben":
Şiddetli esen rüzgârdır. "el-Hâsıb"; Rüzgârın attığı şeydir (Çünkü
"Hasb", atmaktır);
"Hasabu
cehenneme" bu ma'nâdandır ki, cehennemin içine atılandır.
Onlar (yânî
cehennem ehli) cehennemin hasabıdır. Ve "Hasaba fi'1-ardı" denilir
ki, yerin içine gitti demektir.
"Vel-hasabu":
Küçük taşlar demek olan "el-Hasbâ"'dan türemiş bir lâfızdır.
"Sadîd": Kusmuk ve kan; "Habet": Söndü; "Tûrûn":
Çıkarmak istediğiniz ateş; "Evreytu": "Evkatdu" yânî ateş
tutuşturdum demektir. "LVl-Mukviyn": "Li'l-Musâfiriyn" yânî
yolcular için demektir. "el-Kıyyu": Bitki ve su olmayan çöl demektir.
Ve İbn Abbâs şöyle dedi: "Sırâtul-Cahıym"; "Sevâu'l-Cahıym"
ve "Vasatu'l-Cahıym" yânî yolun düzü ve ortasıdır. "Le-şevben
min hamimin": Cehennemliklerin yiyecekleri karıştırılır ve çok sıcak olan
hamîmle karıştırılır. "Zefiyr ve şahıyk": Şiddetli ses ve zayıf ses;
"Virden": Susuzlar olarak;
"Gayyen":
"Husrânen". Ve Mucâhid de şöyle dedi: "Yuscerûn": Onlar
için ateş tutuşturulur; "Ve nuhâsun": Cehennemliklerin başları
üzerine dökülecek erimiş bakır; "Zûkû" denilir; başlayın ve tecrübe
edin demektir. Bu tatma, ağzın tatması nev'inden değildir (mecazdır).
"Mâricun": Ateşin hâlisi. Emîr raiyyesini salıverdiği, onlar da
birbiri üzerine koştukları zaman "Merace'l- emîru raiyyetehu"
denilir. "Merîc": Mültebis yânî birbirine karışmış; "Merice
emru'n-nâsi" İnsanların işi karıştı; "Merace'l-bahreyn": İki
denizin karıştığı yer; "Meracte dâbbeteke": Sen hayvanım terkettin,
demektir [83].
67-.......Ben Ebû Zerr(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Peygamber (S) bir seferde idi. (Müezzin Bilâl'e öğle namazını)
"Serinlik vakte bırak" buyurdu. (Bir müddet)-sonra yine:
"Serinliği bekle, tâ tepelerin gölgeleri arkalarına dönünceye kadar"
buyurdu. Bundan sonra Peygamber: "Namazı serinliğe bırakmış. Şübhesiz
sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır" buyurdu.
68-.......Ebû Saîd (R); Peygamber (S):
"Namazı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin
kaynamasındandır" buyurdu, demiştir [84].
69-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir:
Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs etti ki, kendisi Ebû Hureyre(R)'den
şöyle derken işit-miştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cehennem ateşi
Rabb'ine şikâyet arzetti: Yâ Rabbi, bir kısmım bir kısmımı yiyor (yânî ben
kendimi yiyorum, izin ver) dedi. Allah da onun iki defa nefes almasına izin
verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. En şiddetli hissettiğiniz sıcak ile
sizi en çok üşüten zemherîr (işte budur)" [85].
70-.......Bize Hemmâm tahdîs etti ki,
Ebû Cemre el-Dubbaî şöyle demiştir: Ben Mekke'de İbn Abbâs'ın meclisinde
oturuyordum. Derken beni ateşli hastalık yakaladı. İbn Abbâs: Sen kendinden bu
hastalığı Zemzem suyu ile serinlet. Çünkü Rasûlullah (S): "Humma
hastalığı cehennemin kaynamasından bir parçadır. Siz onu su ile
serinletiniz" buyurdu, dedi.
Râvî Hemmâm
ibn Yahya: Yâhud "Zemzem suyu ile serinletiniz" buyurdu, diye şekk
ile rivayet etmiştir [86].
71-.......BanaRâfi' ibnu Hadîc haber
verip şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim: "Humma, cehennemin
sıcaklığının şiddetindendir. Siz onu kendinizde su ile serinletiniz"
buyuruyordu.
72-.......Bize Hişâm, Urve'den; o da
Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Humma, cehennemin
kaynamasındandır. Sız onu su ile serinletiniz" buyurmuştur.
73-.......Bana Nâfi', İbnu Umer(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Humma, cehennemin kaynamasındandır. Sizler
onu su ile serinletiniz" buyurmuştur.
74-.......el-Arac'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki Rasûlııllah (S):
—
"Sizin (şu dünya) ateşiniz cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir
parçadır" buyurmuş.
Sahâbîler
tarafından:
— Yâ
Rasûlallah! Şübhesiz dünyâ ateşi (azâb için) elbette kâfî idi, denildi.
Rasûlullah:
—
"Cehennem ateşi dünyâ ateşleri üzerine altmış dokuz derece daha fazla
kılındı. Bunlardan herbirinin sıcaklığı bütün dünyâ ateşinin sıcaklığı
gibidir" buyurdu.
75.......Amr ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî
Rebâh'tan işiterek söylemiştir O da Safvân ibn Ya'Iâ'dan; o da babası Ya'lâ
ibn Umeyye'-den haber veriyordu. O, Peygamber(S)'in minber üzerinde "Fa
Mâlik, Rabb'ın bizim üzerimize hükmünü versin diye nida ettiler..."
(ez-Zuhruf: 77) âyetini okurken işitmiştir [87].
76-....... Bize Sufyân ibn Uyeyne,
el-A'meş'ten tahdîs etti ki, Ebû Vâil şöyle demiştir: Usâme ibn Zeyd'e:
— Fulân'a
(yânı Usmân ibn Affân'a) gitsen de halk arasındaki fitneyi onunla konuşsan (ve
fitneyi gidermeye çalışsan), denildi.
Usâme
cevaben:
— Şübhesiz
siz beni Usmân'a söylemiyorum sanırsınız. Ona gizlice verdiğim öğütleri size
duyuracak mıyım? Ben onunla açık söyleyip de bir fitne kapısı açmaksızın
gizlice konuşurum ve ben o kapıyı açan ilk kişi olmam. Hem ben
Rasûluliah(S)'tan işittiğim bir sözden sonra bir kişi hakkında o üzerimde emîr
olduğundan dolayı: "Bu adam insanların hayırhsıdır!" demem, dedi.
Orada
bulunan sahâbîler:
— Sen
Rasûluliah'tan ne söylerken işittin? diye sordular. Usâme şöyle dedi:»
— Ben
Rasûluliah'tan şöyle buyururken işittim: "Kıyamet gününde bir kişi
getirilir, cehennemin içine atılır da cehennemde onun barsakları derhâl
karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi (barsakları etrafında) değirmen eşeğinin
değirmende dönüşü gibi döner. Bunun üzerine cehennem ahâlîsi o kişinin başına
toplanırlar da:
— Ey Fulân!
Senin hâlin nedir? Sen bize (dünyâda) iyilikle emreder ve bizleri kötülükten
nehyeder değil miydin? derler.
Oda: ' . .
— (Evet) ben
size iyilikle emrederdim, fakat onu kendim yapmazdım. Yine ben sizleri
kötülükten nehyederdim de onu kendim işlerdim, diye cevâb verir" [88].
Bu hadîsi
Gunder -ki o, Muhammed ibn Ca'fer'dir-, Şu'be ibnu'l-Haccâc'dan; o da el-A'meş
ibn Süleyman'dan olmak üzere rivayet etmiştir.
11- İblîs'în Sıfatı Ve Askerlerinin
Beyânı Babı [89]
Mucâhid
şöyle demiştir: "Ve yukzefûne": Atılırlar; "Duhûran":
Tardedümişler olarak; "Vâsıbun"; "Dâimun" (yânî devamlı)
demektir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: 'Medhûran": Tardedilmiş olarak
demektir. "Merîden"
denilir ki,
bu, "Mütemerriden" demektir. "Bettekehû":
"Kataahu", yânî onu kesti; "Ve'stefziz": Hafif saydı;
"Bi-haylike": "Fursânu", yânî süvariler;
"Ve'r-Racilu": "er-Raccâletu", yânî ayaklarıyle yürüyenler-
piyadeler demektir. Bu sonuncunun tekili "Râcilun"dur, sâhib ve sahb,
tacir ve tecr gibi; "Le-ahtenikenne", "Le-esta'sılenne",
yânî elbette kökünü kazıyacağım; "Karın": Şeytân demektir [90].
77-.......Bizeîsâibn Yûnus, Hişâm'dan;
o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R):
—
Peygamber(S)'e sihir yapıldı, demiştir.
el-Leys ibn
Sa'd da şöyle demiştir: Hişâm bana babasından işitip muhafaza ettiği şu hadîsi
yazdı:
Âişe şöyle
dedi: Peygamber'e sihir yapılmıştı. Hattâ Peygamber bâzı işi işlemediği hâlde,
onu işliyor hayâli verilirdi (yânı öyle sanırdı). Nihayet günün birinde tekrar
tekrar duâ etti. Sonra bana:
—
"Bildin mi? Allah bana kendisinde şifâm olan şeyi bildirdi: Bana iki kişi
(yânî Cibril ve Mîkâîl) geldi. Bunlardan biri başucumda, öbürüsü ayak ucumda
oturdu. Ve biri öbürüsüne: Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu. O da: Sihir
yapılmıştır, diye cevâb verdi. Bu sefer: Kim sihir yapmıştır? diye sordu. Öbür
melek: Lebîd ibnu'l-A 'sam, diye cevâb verdi. Bu sihir ne ile yapılmıştır? diye
sordu. O da: Bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek
kapçığı ile, diye cevâb verdi. Nerede yapılmıştır? sorusuna da: Zer-vân
Kuyusu'nda, diye cevâb verdi".
Sonra
Peygamber (S) -bâzı sahâbılerle- çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi.
Geldiğinde (ben) Âişe'ye:
—
"Kuyunun etrafındaki hurma ağacının uçları, şeytânların başları
gibidir" buyurdu.
Bunun
üzerine ben:
— Sen o
sihri çıkardın mı? diye sordum. Rasûlullah:
—
"Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ vermiştir. Birde
i\nuou oeu ı
ı-
o sihri
çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin yayılmasından endîşe ettim. Sonra
(emrimle) o kuyu kapatılıp gömüldü" [91].
78-.......Saîd ibnu'I-Müseyyeb'den; o
da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizin biriniz (gece) uyuyunca şeytân onun başının arkasına (yânî boyun
köküne) üç düğüm bağlar. Her düğümü: Senin için uzun bir gece
vardır-(Tah&t uyu diyerek) vurur. O kimse uyanıp Allah'ı anarsa bir düğüm
çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Namaz da kılarsa şeytânın düğümlerinin
hepsi çözülür. Artık o (farz ve nafile sahibi) kişi düğümü çözük ve gönlü hoş
ve neş'eli bir hâlde sabaha dâhil olur. Fakat zikretmez, abdest alıp namaz
kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir hâlde sabaha girer" [92].
79-.......Bize Cerîr, Mansûr'dan; o da
Ebû VâiTden tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir:
Peygamber'in yanında, tâ sabaha kadar uyuyan bir kimse anıldı. Peygamber (S):
"Bu, iki kulağına şeytân işemiş bir adamdır" buyurdu. Râvî: Yâhud
"Kulağına" buyurdu diye şekk ile söylemiştir [93].
80-.......Kurayb'den; o da Ibnu
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Dikkat,
şübhesiz sizden biriniz eşine (cinsî ilişki için) geldiği zaman: Bismillâhi,
Allâhumme cennibna'ş-şeytâne ve cennibVş-şeytâne mâ razaktenâ{ = Allah'ın
adiyle, Yâ Allah bizi şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin
çocuktan uzak kıl)/ derse, sonra kankoca bu yaklaşmadan bir çocukla
rızıklandırılırsa, o çocuğa şeytân zarar vermez" [94].
81-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Güneşin hâcibi (yânı ışığı) göründüğü
vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar namazı bırakınız. Güneşin hâcibi
battığı zaman da tâ kayboluncaya kadar namazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız
için güneşin ne doğma zamanı, ne de batma zamanını tercih ediniz. Çünkü o bir
şeytânın -yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar". Râvî Abdetu'bnu
Süleyman: Ben Hişâm'ın bunlardan hangisini (yânı tenvinli ve eliflâmlıdan
hangisini) söylediğini bilmiyorum, demiştir [95].
82-.......Bize Yûnus, Humeyd ibn
HilâPden; o da Ebû Salih'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Sîzin biriniz namaz kılarken önünden birşey
geçeceği zaman onu men'etsin. O dinlemezse yine onu men'etsin. Oyinedaya-tırsa
onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytândır" [96].
Ve Usmân
ibnu'l-Heysem şöyle dedi: Bize Avf el-A'râbî, Mu-hammed ibn Sîrîn'den tahdîs
etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni ramazân zekâtını
korumaya tevkil etmişti. (Bir gece) bana birisi geldi ve sadaka hurmasından
avuçlamaya başladı. Ben onu yakaladım ve: Seni elbette Rasûluüah'a götüreceğim,
dedim. Ebû Hureyre hadîsin tamâmını zikretti. Sonunda o zât bana: Yatağına
girdiğinde Âyete'1-Kursî'yi (ei-Bakara: 256) oku. (Sabaha kadar) üze-"
rinde Allah tarafından vazîfeli bir muhafız bulunmakta devam eder; hiç ayrılmaz
ve sana sabaha kadar hiçbir şeytân da yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine
Peygamber (S): "O çok yalancı olduğu hâlde, sana doğru söylemiştir. İşte o
(insan suretinde) bir şeytândır" buyurdu [97].
83-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi birinize şeytân
gelir de: Şunu böyle kim yarattı? (Şunu) böyle kim yarattı? En sonu: Rabb'ini
kim yarattı? deyinceye kadar sorup vesvese verir. İmdi şeytânın vesvesesi
Rabb'i-nize kadar erişince, o vesveseli kişi hemen Eûzu billahi mine 'ş-şeytâni
V-racîm desin ve vesveseye son versin"' [98].
84-.......Mâlik ibn Âmir, Ebû
Hureyre(R)'den şöyle derken işittiğini tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S):
"Ramazân girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları da kapanır,
bütün şeytânlar da zincire vurulur" buyurdu " [99].
85-.......Bana Saîd ibnu Cubeyr haber
verip şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'a: (Nûn el-Bekâlî: Bu Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın
Musa'sı değildir; o başka bir Musa'dır, diyor) dedim. İbn Abbâs şöyle dedi:
Allah düşmanı yalan söylemiştir: Bize Ubeyy ibn Ka'b tahdîs etti ki, kendisi
Rasûlullah(S)'tan işitmiştir. Rasûlullah şöyle buyuruyordu: "Mûsâ genç
hizmetçisine: 'Kuşluk yemeğimizi getir', dedi. Hizmetçisi: 'Ne dersin, taşın
dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum. Onu hatırlayıp zikretmemi
şeytândan başkası unutturmadı', dedi. Mûsâ, Allah'ın emrettiği o yerin ötesine
geçmedikçe yorgunluk duymamıştı... " [100].
86-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ı şu hâlde gördüm: Doğu tarafına işaret ederek:
"İyi biliniz ki, fitne buradadır, fitne buradadır. Şeytânın boynuzunun
doğacağı yerdedir" buyurdu [101].
87-.......Bana Atâ ibn Rebâh,
Câbir(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Güneş
batıp) gece karanlığı geldiği yâhud gecenin bir kısmı hâsıl olduğu zaman çocuklarınızı
(dışarı çıkmaktan) men' ediniz. Çünkü şeytânlar o sırada dağılırlar (faaliyete
geçerler). Yatsıdan bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı (evinize)
koyunuz. Ey mü'min, o zaman Allah'ın ismini an. BismVîlâhVr-rahmânVr-rahîm
diyerek kapını kapat. Besmele ile kandilini söndür. Su kırbanın ağzını Besmele
ile bağla. Yine Besmele ile kap kaçağım kapat, ört; velev ki o kap üzerine
enine (tahta parçası gibi) birşey korsun!" [102].
88-.......Bize Ma'mer, ez-Zuhrf den; o
da Alî ibn Hüseyin'den haber verdi ki, Safiyye ibnetu Huyeyy (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i'tikâf yapıyordu. Ben geceleyin O'na ziyaret
etmek üzere geldim. Bir süre O'nunla konuştuktan sonra kalktım ve geri döndüm.
Rasûlullah da beni geçirmek için benimle beraber kalktı. Safiyye'-nin meskeni
Usâme ibn Zeyd'in yurdunda idi. Bu sırada Ensâr'dan iki kimse oradan geçti. Bunlar
Peygamber'i (bir kadınla) görünce çabuk davrandılar. Peygamber:
—
"Acele etmeyiniz, durunuz! Yanımdaki kadın Safiyye bintu Huyeyy'dir"
buyurdu.
O iki Ensârî
de:
—
Subhânallahi yâ Rasûlallah! Biz Allah'ı tesbîh ve tenzih ederiz, dediler.
Rasûlullah:
—
"Şübhesiz ki, şeytân insan bedeninde kanın akışı gibi akar. Ben sizin
temiz gönüllerinize şeytânın bir kötülük - yâhud: şübheye düşürecek birşey-
atmasından endîşe ettim" buyurdu [103].
89-....... Süleyman ibn Surad şöyle
demiştir: Ben Peygamber(S)'in beraberinde oturmakta idim. O sırada iki kişi
sövüştüler. Bunlardan birinin yüzü (öfkeden) kızarmış ve şah damarları şişmişti1.
Bunun üzerine Peygamber: "Ben bir kelime bilirim ki, eğer şu kişi o
kelimeyi söylese, kendisinde bulunan öfke hâli muhakkak gider. O kimse Eüzu
billahi mine'ş-şeytânVr-racîm(Ben taşlanmış olan şeytândan Allah'a sığınırım)
dese, kendisinde bulunan bu öfkeli hâl gider" buyurdu. Orada bulunan
sahâbîler o kişiye: Peygamber (S) "Şeytândan Allah'a sığın! "buyurdu,
dediler. O da: Bende delilik mi var? diye i'tirâz etti [104].
90-.......İbn Abbâs (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Eğer sizden biriniz eşine (cinsî
münâsebet için) geldiğinde A llâhumme cennibnVş-şeyîâne ve cennıbi 'ş-şeytâne
mâ razaktenî{ = Yâ Allah, beni şeytândan uzaklaştır, şeytânı da bize ihsan
ettiğin çocuktan uzak kıl)! derse, şayet bu karı-koca arasında bir çocuk
olursa o çocuğa şeytân zarar veremez ve şeytân ona musallat kılınmaz".
Râvî Şu'be
ibnu'l-Haccâc dedi ki: Ve bize el-A'meş Süleyman, Salim ibn Ebfl-Ca'd'den; o da
Kurayb'den; o da İbn Abbâs'tan olmak üzere bu hadîsin benzerini tahdîs etti [105].
91-.......Bize Şu'be, Muhammed ibn
Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir namaz
kıldı da, sonra şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz şeytân bana göründü de namazı
bozdurmak için üzerime hücum etti. Allah beni gâlib getirip ona istediğimi
yapmaya fırsat verdi..,"
Râvî böylece
hadîsin tamâmını zikretti [106].
92-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Namaza nida edildiği vakit şeytân
yüzgeri edip yellene yeliene kaçar. Nida bitirilince yine gelir. Namaz için
tasvîb (yânî ikaa-met) edilince yine evvelki gibi yüzgeri edip kaçar. îkaamet
de bitirilince yine gelip insan ile kalbi arasına sokulur ve: Fulân şeyi
hatırla, fulân şeyi hatırla! der. Nihayet insan üç rek'at mı, yâhud dört rek'at
mı kıldığını bilemez. İnsan üç mü yâhud dört rek'at mı kıldığını bilemezse iki
yanılma secdesi yapar" [107].
93-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Şeytân, her Âdem çocuğunu,
doğurulurken parmağı ile yan tarafından dürter, bundan Meryem oğlu fsâ
müstesnadır. Şeytân onu dürtmeye gitti ve hicâbda (yânî ceninin içinde
bulunduğu döl yatağında) dürttü" [108].
94-.......Alkame şöyle demiştir: Ben
Şam'a geldim. (Burada kim var? dedim.) Ebu'd-Derdâ var, dediler. (Yanına
geldikten sonra) Ebu'd-Derdâ: Peygamber'inin dili yânî duası üzerine Allah'ın
şeytândan kurtardığı kimse, yânî Ammâr (Irak'ta) içinizde mi? Dedi [109].
95-.......BizeŞu'be, Mugîre'den şöyle
tahdîs etti:... Ve Ammâr'ı kasdederek "Peygamber'inin dilî ile Allah'ın
kurtardığı kimse" dedi [110].
Râvî dedi
ki: Ve el-Leys ibn Sa'd da şöyle dedi: Bana Hâlid ibn Yezîd, Saîd ibn Ebî
Hilâl'den tahdîs etti ki, ona da Urve, Âişe(R)'den şöyle haber vermiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Melekler el-Anân içinde Arz'da olacak işi
konuşur/ar -el-Anân, buluttur-. Meleklerin konuştuğu o kelimeyi şeytânlar
işitir de akabinde onu, sürahinin boşaltılacak kabın ağzına tatbik edildiği
gibi kâhin kulağının içine boşaltırlar. Onlar da o bir kelimenin beraberinde
yüz tane yalan arttırırlar" [111].
96-.......Keysân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Esnemek
şeytândandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman gücü yettiği kadar onu karşılayıp
reddetsin. Çünkü sizin biriniz (esnerken aşırı giderek) hâaa deyince, şeytân güler"
[112].
97-.......Bize Hişâm, babası Urve'den
haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud harbi günü olunca müşriklerin
cebhesi) bozuldu. Bu sırada İblîs:
— Ey
Allah'ın kullan! Sizden geri kalmış olup arkanızda bulunan kimselerden sakının
(yâhud onları Öldürün)! diye haykırdı.
Bu bağırma
üzerine müslümânların önde bulunanları arkalarına döndüler (de onları
müşrikler sanarak) ön taife ile arka taife birbirleriyle vuruştular. Bu
vuruşma sırasında Huzeyfe ilerisine doğru baktı ve birden babası el-Yemân'ı
gördü. Hemen:
— Ey
Allah'ın kullan! (Âmân ne yapıyorsunuz?) Babamdır, babamdır! diye bağırdı.
Fakat
Allah'a yemîn olsun onlar Yemân'dan7vazgeçmediler ve nihayet onu öldürdüler.
Huzeyfe bu hatâen öldürmeye karşı:
— Sizi Allah
mağfiret etsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir" (Yûsuf: 92)
demekle yetindi.
Urvetu'bnu'z-Zubeyr:
Artık Huzeyfe'de tâ Allah'a kavuşuncaya kadar babasının ölümünden dolayı bir
hayır bakıyyesi var olmakta devam etti (yâhud o, babasının kaatili için duâ ve
istiğfara devam edip durdu), demiştir [113].
98-.......Mesrûk şöyle demiştir: Âişe
(R) şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'e namazda kişinin iltifatından (yânî başını
sağa sola çevirmesinin hükmünden) sordum. Peygamber: "O herhangi
birinizin namazından şeytânın kapıp kaçmakta olduğu birşeydir" buyurdu [114].
99- Bize Ebu'l-Mugîre tahdîs etti: Bize
el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yahya ibnu Ebî Kesîr, Abdullah ibn Ebî
Katâde'den; o da babası Ebû Katâde Haris ibn Rıb'î el-Ensârî'den; o da
Peygam-ber(S)'den tahdîs etti.
100-.......Ebû Katâde şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Güzel ru'yâ Allah'tandır. Fena ru 'yâ da
şeytândandır. Biriniz korkacağı (yânî karışık) bir ru'yâ gördüğünde hemen sol
tarafına tükürüp üfleşin ve o ru'yânın şerrinden Allah'a sığınsın (yânı Eûzu
billahi mine'ş-şeytânVr-racîm desin). Bu suretle o, ru'yâ gören kimseye zarar
vermez" [115].
101-.......Ebû Salih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim
bir günde yüz kerre Lâ ilahe illellahu vahdehû lâ şerike lehu, LehuH-mülkü ve
lehu'l-hamdu ve huve alâ kullîşeyin kadîr derse, o kimseye on köle âzâdla-manın
sevabı verilir. Ve ona yüz hasene yazılır, yüz günâh ondan silinir. Ve bu dua
o mü'mine dua ettiği gününde, o günün akşamına kadar şeytân şerrinden bir
emînlik ve koruma olur. Bundan daha çok yapan kişi müstesna, hiçbir kimse onun
söylediğinden daha faziletlisini getirmemiştir" [116].
102-.......Sa'd ibnu Ebî Vakkaas (R)
haber verip şöyle demiştir: Bir kerre Umer (R) Rasûlullah'ın huzuruna girmek
için izin istedi. O sırada Rasûlullah'ın yanında Kureyş'ten birtakım kadınlar
vardı, bir kısmı yüksek sesle konuşuyor ve Rasûlullah'tan çokça dünyalık
istiyorlardı. Umer izin isteyince kadınlar hemen kalktılar ve perde arkasına
koştular. Rasûlullah, Umer'e izin verdi. Umer huzuruna girdiğinde Rasûlullah
gülüyordu. Umer:
— Yâ
Rasûlallah! Allah senin dişini güldürsün (yânı seni devamlı mesrur eylesin),
dedi.
Rasûlullah:
—
"Yanımda görüşen şu kadınlar senin sesini işitince hemen örtünmeye
davrandılar da ona hayret ettim" buyurdu.
Umer:
— Yâ
Rasûlallah, onların hürmetlerine ve saygılarına Sen daha haklısın, dedi.
Bundan sonra
da kadınlara hitâb ederek:
— Ey
nefislerinin düşmanları olan kadınlar! Sizler Rasûlullah'-tan korkmaz da benden
mi kaçınırsınız? dedi.
Kadınlar da:
— Evet, sen
tab'an Rasûlullah'tan şiddetli ve katısın, dediler. Rasûlullah:
—
"Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, şeytân sana hiç kavuşmaz: Sen
bir sokağa girersen muhakkak o, senin bulunduğun sokaktan başka bir sokağa
girer (kaçar)" buyurdu.
103-.......îsâ ibn Talha'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizin biriniz uykusundan
uyanıp da abdest aldığında burnundaki nesneyi nefesiyle üç defa dışarı
çıkarsın. Çünkü şeytân, uyuyanın genzinde geceler" buyurmuştur [117].
12- Cinnlerin Varlığının, Sevâb Ve
İkaabları Olduğunun Zikri Babı [118]
Çünkü Yüce
Allah'ın şu kavli vardır:
"Ey
cinn ve ins cemâati, içinizden size âyetlerimi nakleder, bu gününüzün
çatacağını inzâr ile haber verir peygamberler gelmedi mi size? Ey Rabb'imiz,
nefislerimize karşı (kendi aleyhimizde) şâhidlik ederiz, diyecekler.
Dünyâ hayâtı
onları aldattı da gerçek kâfir kimseler olduklarına, kendileri de kendi
aleyhlerinde şâhid oldular. Bu (peygamber gönderip haber verdirmesi)
memleketleri, halkı gafil bulunurlarken zulûmfleri) yüzünden Rabb 'inin helak
edici olmadığındandır. Herkesin yaptıkları şeylere göre dereceleri vardır.
Onlar ne
yaparlarsa Rabb'in onlardan gafil değildir*' (el-En'âm: 130-133) [119]
"Bahsen"
(ei-cinn: i3), "Naksan" demektir.
Mucâhid dedi
ki:
"Bir de
onunla cinnler arasında bir hısımlık uydurdular" (es-sâffât: ıss)
kavlindeki neseb iddiası, Mekke müşriklerinin "Melekler Allah'ın
kızlarıdır. Meleklerin anaları da cinnlerin ulularının kızlarıdır"
sözleridir. Allah (bu çirkin iddiayı reddederek, âyetin devamında) "And
olsun ki, cinnler dahî onların behemahal (cehenneme) zorla getirileceklerini
pek iyi bilmişlerdir'1'' buyurdu. Yânî hesaba çekilmek için hazır edilecekler.
"Cundun
muhdarûri" (Yâsîn: 75); yânî kendileri hesabın yanında bunlar
içiokhazırlanmış askerlerdir.
104-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) haber
vermiştir: Ebû Saîd, Abdullah Ebû Sa'saa'ya şöyle demiştir: Ben seni görüyorum
ki, sen koyunu ve bâdiyede yaşamayı seviyorsun. Sen her zaman koyununun
yanında ve bâdiyende bulunup da namaz vakti ezan okumak istediğinde sesini yükselt!
Çünkü müezzin sesinin yetiştiği yere kadar cinn, ins ve (işitme kaabiliyeti
olan) hiçbir mahlûk yoktur ki, ezanı duymuş olsun da kıyamet gününde müezzin
için güzel şâhidlikte bulunmasın!
Akabinde Ebû
Saîd: Ben bu hadîsi Rasûlullah'tan işittim, demiştir [120].
13- Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu
Kavli Babı:
"Hatırla
o zamanı ki, cinnlerden bir taifeyi Kur'ân dinlemeleri için sana doğru
çevirmiştik. İşte bunlar onun huzuruna gelince birbirine: Susun, dinleyin,
demişler; okunması bitirilince de (kendilerini azâb ile) korkutmaya
me'mûr
olarak kavimlerine dönmüşlerdi: Ey kavmimiz, dediler; hakikat biz Mûsâ 'dan
sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola
ileten bir kitâb dinledik. Ey kavmimiz, Allah'ın da'vetçisine icabet edin, ona
îmân edin ki, Allah sizin günâhlarınızdan bir kısmını mağfiret etsin, ve sizi
acıklı bir azâbdan kurtarsın. Kim Allah'ın da'vetine icabet etmezse o,
yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değildir. Onun Allah'tan başka hiçbir
yardımcıları da yoktur. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler"
(ei-Ahkaaf: 29-32) [121]
"Masrifen"
(ei-Kehf: 53) sapacak yer; "Sarafnâ", yönelttik demektir.
14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Orada
herbir canlıdan yaydı" (ei-Bakara: 164; Lukmân: ıo).
İbn Abbâs:
"es-Su'bân" (ei-Arâf: 107; eş-şuarâ: 32), erkek yılandır,
demiştir,/Denilir ki yılanlar birçok cinslerdir:
"el-Cinnânu"
yânı beyaz yılanlar; "el-Efâ'î", yânî en zehirli engerek yılanları;
"el-Esâvidu", yânî büyük siyah yılanlar.
Allah,
mülkünde ve saltanatında "Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin
alnından tutandır" (Hûd: 56) [122].
"Sâffâtin"
(ei-Müik: 19), kanatlarını yayarak; "Yakbidne", kanatlarını vurarak
demektir, denilir [123].
105-.......Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o
da Sâlim'den tahdîs etti ki, babası İbnu Umer (R), Peygamber(S)'in minber
üzerinde hutbe yaparken şöyle buyurduğunu işitmiştir:
—
"Sizyılanları öldürünüz- Ve bilhassa arkasında iki beyaz çizgili cinsi ile
kuyruksuz engerek yılanını öldürünüz! Çünkü yılanların bu iki (habîs ve
zehirli) cinsi gözün nurunu giderir, yüklü kadının da çocuğunu düşürür".
Abdullah ibn
Umer (diğer bir rivayette) şöyle demiştir: Bir ker-re ben bir yılanı öldürmek
İçin arkasından kovalıyordum. Ebû Lu-bâbe bana:
— Onu
öldürme! diye nida etti. Ben de ona:
— Rasûlullah
(S) yılanları öldürmeyi emretmiştir, dedim. Ebû Lubâbe:
— Râsulullah
yılanların umumiyetle öldürülmesini emrettikten sonra, ev yılanlarını
öldürmekten nehyetti. (Beyaz ve zehirsiz) olan bu ev yılanları avâmirdir, uzun
ömürlüdürler (yânî uzun müddet evde yaşarlar), dedi [124].
Abdurrazzâk,
Ma'mer ibn Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den söyledi ki, İbn Umer: Bu sırada beni
Ebû Lubâbe -yâhud Zeyd ibnu'l-Hattâb- gördü, demiştir.
Bu hadîsi
rivayet etmekte Ma'mer'e Yûnus ibn Yezîd, Sufyân ibn Uyeyne, İshâk ibn Yahya
el-Kelbî ve ez-Zubeydî mutâbaat etmişlerdir.
Salih ibn
Keysân, İbnu Ebî Hafsa, İbn Mucemmi', ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den söylediler
ki, İbn Umer: Beni Ebû Lubâbe ile Zeyd ibnu'l-Hattâb gördü, demiştir [125].
15- Bâb: "Müslümânın Hayırlı
Malı Koyundur; Müslüman Kişi, Koyunu Dağ Başlarına Götürür" [126]
106-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Koyunun, kişinin hayırlı malı
olması (devri) yakla* şır: Müslüman, dinine sâhib olmak üzere fitnelerden
kaçarak koyun sürüsünü dağların başına ve yağmur mevkilerine (yânî vadilerin engin
yerlerine) götürür".
107-....... Bize Mâlik,
Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Küfrün başı doğu tarafındadır. Kendini
beğenmek ve kibirlenmek de at ve deve sahihleri ile hayvan sürülerine bağırıp
çağıran bedevilerdedir. Sekînet, yânî vakaar ve tevazu' ise koyun
sâhiblerinde-dir" [127].
108-.......Bana Kays ibn Ebî Hazım,
Ukbe ibn Amr Ebû Mes'ûd'dan tahdîs etti; o şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
eliyle Yemen tarafına işaret etti de şöyle buyurdu: "îmân Yemenli'dir,
işte şurada. İyi biliniz ki, katı ve kaba yürekliler de develerin kuyrukları
dibinde, onlara haykıran bedeviler içinde bulunur ki, bunlar şeytânın iki boynuzunun
doğar olduğu doğu taraftaki Rabîa ve Mudarr halkıdır" [128].
109-.......el-A'rac'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Horozların öttüğünü işittiğinizde (dileklerinizi) Allah 'm/adlından
isteyiniz! Çünkü horozlar melek görmüşlerdir. Eşeğin anırmasını işittiğinizde
de şeytândan Allah 'a sığınınız (yâmEûzu billahi mine'ş-şeytâni'r-racîm
deyiniz). Çünkü eşek şeytân görmüştür (de öyle amrmıştır)" [129].
110-.......Bize İbn Cureyc haber verip
şöyle dedi: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh haber verdi. O, Câbir ibn AbdiIlah(R)'tan
şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Gecenin bir
kısmı hâsıl olduğu yâhud akşama girdiğiniz zaman çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan)
men' ediniz! Çünkü şeytânlar o zaman dağılırlar (faaliyete geçerler). Geceden
bir saat geçince de (dışarıdaki) çocuklarınızı evlerinize koyunuz ve Allah'ın
ismini zikrediniz de bütün kapıları kapatınız. Çünkü şeytân kapanmış hiçbir kapıyı
açamaz".
İbn Cureyc
şöyle dedi: Ve bana Amr ibn Dînâr haber verdi ki, kendisi Câbir ibn
Abdillah'tan işittiği hadîsi Atâ'nın bana haber verdiği tarzda rivayet
ediyordu. Lâkin o, "Allah'ın ismini zikrediniz" cümlesini
söylememiştir [130].
111-.......Muhammed ibn Sîrîn'den: o da
Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"îsrâîl oğullan'ndan bir kavim (beşer târihinden silinip) yok oldu. O
kavmin ne (kötülük) işlediği bilinmez. Ben zannetmem ki o ümmet fareden başka
birşeye mesh ve tahvil edilmiş olsun. Çünkü fare, kendisi için bir yere deve
sütü konulduğunda onu içmez de, koyun sütü konulduğunda onu içer".
Ebû Hureyre
dedi ki: Ben bu hadîsi Ka'bu'I-Ahbâr'a tahdîs ettim. O da bana:
— Sen
Peygamber'den bunu söylerken işittin mi? diye sordu. Ben de:
— Evet,
işittim, dedim. Sonra Ka'b tekrar tekrar bana:
— Sen
Peygamber'den bunu söylerken işittin mi? diye sordu. Ben de: Nihayet (onu
reddederek):
— Ben sana
Tevrat mı okuyorum (ben sana ancak Peygamber'den işittiğimi tahdîs ediyorum),
diye karşıladım [131].
112-.......Urve, Âişe(R)'den, Peygamber
(S)'in şu hadîsini tahdîs ediyordu: Âişe: Peygamber (S), keler cinsinden olan
alaca keler için "Fâsıkcıktır (yânî zarar vericidir)" buyurdu, fakat
ben Peygam-ber'in bunun öldürülmesini emrettiğini işitmedim, demiştir, dedi.
Râvîlerden
biri (İbn Şihâb yâhud Urve yâhud Âişe): Sa'd ibnu Ebî Vakkaas; Peygamber (S)
onu öldürmeyi emretti demiştir, dedi.
113-.......Bize Abdulhamîd ibnu Cubeyr
ibn Şeybe, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, ona da Ümmü Şerîk.Guzeyye
(R), Pey-gamber(S)'in kendisine kelerleri öldürmesini emrettiğini haber
vermiştir [132].
114-.......Bize Ebû Usâme, Hişâm'dan; o
da babası Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"Arkasında iki beyaz çizgisi olan yılanı öldürünüz. Çünkü o cins yılan
gözün nurunu giderir ve gebe kadına (çocuğunu düşürtüp) musibet getirir"^
buyurmuştur.
115-.......Bana babam Urve tahdîs etti
ki, Âişe (R): Peygamber (S) kuyruksuz engerek yılanının öldürülmesini emretti
ve: "Çünkü o göze musibet getirir (yânî kör eder) ve gebeliği
giderir" buyurdu, demiştir,
116-.......Abdullah ibn Umer yılanları
öldürür idi. Sonra bâzılarını öldürmekten nehyetti ve şöyle dedi: Bir gün Peygamber
(S) kendisine âid bir duvarı yıktı da duvarın içinde bir yılan derisi buldu
ve: "Bakın yılan nerededir?" buyurdu. Sahâbîler yılanı gördüler. Peygamber:
"Onu öldürün!" buyurdu. (İbn Umer dedi ki:) İşte ben, Pey-gamber'in
bu umûmî emrinden dolayı yılanları öldürüyordum. Ebû Lubâbe'ye kavuştum; o bana
Peygamber'in "(İnce yâhud hafif, küçük yâhud beyaz) yılanları öldürmeyin.
Fakat (kuyruksuz) iki çizgili her engerek yılanını öldürün. Çünkü yılanın bu
cinsi (bakması ile annedeki) çocuğu düşürür ve gözü giderip kör eyler. Onun
için bu cinsi öldürün" buyurduğunu haber verdi [133].
117-.......Bize Cerîr ibnu Hazım,
Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer umumiyetle yılanları öldürürdü. Sonra Ebû
Lubâbe ona, Peygamber'in ev yılanlarını öldürmeyi nehyettiğini tahdîs etti. O
da bunları öldürmekten kendini tutmuştur.
Yeryüzünde
gezen hayvanlardan beş nevi' fasıklardır ki, bunlar Harem içinde
öldürülürler"
118-.......Bize Mâ'mer, ez-Zuhrî'den; o
daUrve'den; o da Âişe(R)'den: Peygamber (S): "Beşfâsık (hayvan nev'i)
vardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler: Fare, akreb, çaylak, karga ve her
yırtıcı yaralayıcı köpek" buyurmuştur.
119-.......Bize Mâlik, Abdillah ibn
Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Yeryüzünde gezen hayvanlardan beş nevi' vardır ki, her kim
bunları ihrâmlı olduğu hâlde öldürürse üzerine günâh olmaz: Akreb, fare,
yaralayıcı köpek, karga ve çaylak".
120-.......Atâ ibn Ebî Rebâh'tan; o da
Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. O bu hadîsi Peygamber'e yükseltmiştir.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini
örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları arkalarından
kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda hareketten men' edip
eve toplayınız. Çünkü o zaman cinnlerin yayılması ve birşeyisür'-atle alıp
kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz. Çünkü fâsıkçık yânı
fare bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar" [134].
İbn Cureyc
ile Hubeyb, Atâ'dan rivayetlerinde: "Çünkü o zaman şeytânların bir
yayılması ve çabuk alıp kapmaları vardır" şeklinde söylemişlerdir.
121-....... Bize Yahya ibnu Âdem,
İsrâîl ibn Yûnus'tan; o da Mansûr'dan; o da İbrahim'den; o da Alkame'den
tahdîs.etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd şöyle demiştir: Biz Rasûlullah (S) ile
beraber Mi-nâ'daki bir mağarada bulunuyorduk. O
sırada*'Ve'l-mürselâtiurjen" Sûresi indi. Bizler o sûreyi Rasûlullah'ın
ağzından almaya çalışıyorduk. Ansızın bir yılan kendi yuvasından çıkıverdi.
Biz hemen onu öldürmeye davrandık. Fakat yılan bizim önümüze geçti ve yuvasına
girdi. Bunun üzerine Rasûlullah: "Siz nasıl yılanın şerrinden
ko-rundunuzsa, o da sizin şerrinizden korundu" buyurdu [135].
Ve yine
Yahya ibn Âdem, İsrail'den; o da el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da
Alkame'den; o da Abdullah'tan olmak üzere yukarıdaki hadîsin benzerini rivayet
etti. Bunda Abdullah ibn Mes'ûd: Biz de bu sûreyi Rasûlullah'ın ağzından taze
taze almaya çalışıyorduk, demiştir.
Bu hadîsi
Mugîre ibn Mıksem'den rivayet etmekte İsrail'e, Ebû Avâne mutâbaat etmiştir:
Hafs ibn Gıyâs, Ebû Avâne, Süleyman ibnu Karm, el-A'meş'ten; o da İbrahim'den;
o da el-Esved'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan söylediler.
Bu bâb ve
hadîsleri Hacc Kitabı, "Harem'de öldürülecek hayvanlar bâbı"n-da da
geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.
122-.......Nâfi'den; o da İbn
Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bir kadın,
dünyâda bir kediyi bağlayıp habsetmiş, onu yedirmemiş ve onu yerin
haşerelerinden yemesi için de salıvermemiş olduğundan ötürü ateşe
girmiştir".
Abdu'1-A'lâ
dedi ki: Ve bize Ubeydullah, Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den olmak üzere bunun benzerini tahdîs etti [136].
123-.......Bana Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan;
o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Peygamberlerden biri bir ağaç altına indi. Akabinde onu bir
karınca ısırdı. Peygamber eşyalarının hazırlanmasını emretti. Eşyalar ağacın
altından çıkarıldı. Sonra karınca evinin yakılmasını emretti ve ateşle yakıldı.
Bunun üzerine Allah o peygambere: O ısıran tek karıncayı yaksaydın ya! diye
vahyetti" [137].
"Sizden
birinizin içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi, sineği içecek şeyin içine
hatırsın. Çünkü sineğin iki kanadının birinde hastalık, diğerinde de şifâ
vardır" [138].
124-.......Ben Ebû Hureyre(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S): "Sizden birinizin içeceği içine
sinek düştüğü zaman, o kişi sineğin her tarafını hatırsın, sonra onu çıkarsın
(atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde de şifâ
vardır" buyurdu [139].
125-....... Bize Avf el-A'râbî,
el-Hasen'den ve İbn Sîrîn'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs ettiler ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Fahişe bir kadın (Allah tarafından) mağfiret
olunmuştur; şöyle ki: Günün birinde o fahişe kadın suya yakın ve duvarı
örülmedik bir kuyu başında bir köpeğe rastgelmiş, köpek susuzluktan dilini
sarkıtıyordu." "-Rasûlullah devam etti: "Susuzluk onu öldürmeye
yaklaştırmış bulunuyordu. Kadın hemen ayağından ediğini çıkarmış ve onu başının
yaşmağı ile sıkıca bağlayarak (kuyuya sarkıtmış) ve kuyudan o köpek için su
çıkarmıştır. Bu yaptığı sulama sebebiyle o fahişe kadın mağfiret
olunmuştur" [140].
126-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne
tahdîs edip: Ben bunu senin şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri'den ezberledim, o
şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbnu Abbâs'tan; o da Ebû Talha Zeyd
ibn Sehl'den (Allah onlardan razı olsun) haber verdi ki, Peygamber (S):
"Melekler, içinde köpek ve suret bulunan bir eve girmezler" buyurmuştur
[141].
127-....... Bize İmâm Mâlik, Nâfi'den;
o da Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) köpeklerin
öldürülmesini emretmiştir [142].
128-.......Ebû Hureyre (R) tahdîs edip
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim (yanında) köpek
tutarsa, her gün o kimsenin amelinden bir kırat eksilir. Ancak o köpek zirâat
köpeği yâhud koyun köpeği ise eksilmez" [143]
129-.......Bana es-Sâib ibn Yezîd haber
verdi ki, o Sufyân ibn Ebî Zuheyr eş-Şeneîy'den işitmiştir. O da
RasûlulIah(S)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Her kim kendisine
ekincilik ve hayvan bekçiliği yönünden bir fayda vermeyen bir köpek edinirse,
her gün o kimsenin ameliinm sevabından) bir kırat eksilir".
Sâib, Sufyân
ibn Ebî Zuheyr'e:
— Sen
hakîkaten bu hadîsi'Rasûlullah'tan işittin mi? dedi. O da: '
— Evet, şu
kıblenin sahibine yemîn ederim, diyerek rivayetini yemîn ile kuvvetlendirdi [144].
[1] Buhârî nüshalarının çoğunda kitâb
başlığı böyle gelmiştir. Besmele ve Kitâb lâfızlarında farklı olan nüshalar da
vardır.
Buhârî bu
başlık altında kâinatın başlangıcı ve sonundan yânı şu âlemin ilim ve irâde
sahibi mutlak bir kudretin eseri olduğundan ve ölüm. denilen dağılma hâlinden
sonra tekrar yaratılması keyfiyetinden; başka bir deyişle bu kâinatın ve
insanların nereden geldiklerinden ve nereye gideceklerinden bahisle, Allah'ın
kudreti eserlerini ibret nazarlarında tecellî ettirmek istemiştir. Burada
tabîat ilimlerinin tekvine âid kaanûnları görülecek değildir. Çünkü dîn ile
tabîat ilimlerinin hilkat bahislerinde ta'kîb ettikleri yön konularına göre
farklıdır. Tabîat ilimlerinin hilkate âid konuları fizikî ve sabit hâdiseler
olduğu hâlde, dînin ko nusu ve bahisleri tamâmiyle tabîat-üstüdür. Gayesi de
beşerin yalnız dünyevî menfaati değil, hem dünyevî hem uhrevî saadetidir.
Hilkat bahsinde tabîat ilimlerinin dayandığı nazariyelerden farklı görülecek
bâzı haberler her iki sahanın ayrılığı neticesidir. Bu farkı Buhâri 1. bâbda
zikrettiği âyetlerde açıkça göstermektedir.
[2] Muhâtabların nazarında birşeyin
iadesi ihtidasından daha kolaydır. Allah'a göre ise ikisi de kolaylıkta
müsavidir (Celöleyn).
Bu âyetteki
"Ve huve ehvenu aleyhi" cümlesinde "//«ve" zamirinin
mercii. yalnız ikinci hilkat değil, her iki hilkatin herbiri olduğunu er-Rabî'
ibn Huseym ile el-Hasen beyân etmişlerdir. Bunların beyânlarını Taberî senedli
olarak ayrı ayrı tarîklerden rivayet etmiştir. Bunlarca "Ehven"
kelimesi tafdü değil, sıfatı müşebbehe ma'nâsmadır.
[3] Evvelâ unsurlar, sonra insanların
gıdalanacağı terkîbler, sonra ahlat, sonra nutfe, sonra kan, sonra bir çiğnem
et, sonra kemik ve et, sonra diğer bir inşâ İle tam bir insan olarak
yarattık... {el-Hacc; 5; d-Mü'minûn: 12-14). Bu yaratışı, tekrar dirilteceğine
bir delildir. îmân ederseniz size dünyâda da âhirette de vakaarh, şerefli
mevkiler bahşeder O. Bu "enfusî" delildir, sonra "âfâkî"
delile geçiyor (Beydâvî, Nesefî, Celâleyn).
[4] Buhârî yukarıda mealleri verilen
âyetlere işaret etmiş ve onlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir.
Fakat Buhârî'nin er-Rûm: 27. âyetinden sonraki âyetlere işareti ve onlardaki
bâzı kelimelere âid açıklamaları adetâ bilmece gibi dar bir ifâde içinde vâki'
olmuştur.
[5] Başlığa uygunluğu "Peygamber,
mahlûkların ve Arş'ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya
başladı" sözündedir.
[6] Bu da İmrân hadîsinin ziyâdeli
olarak gelen başka bir tarîkidir.
Bu hadîsteki
"Ve kâne arşuhu ale'l-mâi( = O'nun Arş'ı su üzerinde idi" fıkrası
âyetten bir cümledir. Tamamı şöyledir: "O hanginizin ameli daha güzel olduğu
(hususunda) sizi imtihan etmek için gökleri ve Yer 7 altı günde yaratandır,
(Bundan evvel ise) Arş'ı su üstünde idi. And olsun ki 'Ölümden sonra muhakkak
yine diriltileceksiniz * desen kâfir olanlar mutlakaa 'Bu apaçık bir aldatmadan
başka (birşey) değildir' derler" (Hûd: 7). Bu, "O'nun Arş'ı su
üzerinde idi" fıkrasının "Sonra Arş üzerine istiva etti" fıkrası
ile birlikte güzel bir tefsîri Hakk Dîni, III, 2171-2186, el-A'râf: 53.
âyetinin îzâhmda; keza Hakk Dîni, IV, 2756-2763, Hûd: 7. âyetinin îzâhında
verilmiştir.
[7] Bu îsâ ibn Mûsâ el-Buhârî hadîsini
et-Taberânî de senediyle rivayet etti. Ah-med ibn Hanbel ile Müslim'deki Ebû
Zeyd Amr ibn Ahtab el-Ensârî hadîsi bu ma'nâyı daha geniş vermektedir:
"Rasûlullah (S) bizlere sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkıp öğle
vakti gelinceye kadar hitâb etti... İşte bu hitabelerinde bizlere, olacak olan
herşeyi haber verdi. Onları en çok bilenimiz, en iyi ezberleyenimizdir"
Müslim, Fiten.., "Peygamber'in kıyamete kadar olacak şeyler hakkında haber
vermesi babı", Müslim Ter., VIII, 421 (25-2892).
[8] Hadîsin başlığa uygunluğu
"Allah beni ilk yarattığı gibi tekrar yaratacak değildir" sözündedir.
Bu, putlara tapan ve Öldükten sonra diriltilmeyİ inkâr eden müşriklerin
sözüdür.
Bu hadîs,
kudsî, ilâhî, Rabbânî hadîs denilen nevi'dendir. Bunlar Kur'ân'-dan sonra
ikinci derecede bulunan Allah kelâmıdır. Allah bunun ma'nâsım İlham yoluyla
Peygamberİ'ne haber vermiş, O da bu ma'nâyı kendi ibaresiyle ümmetine tebliğ
etmiştir. Bu hadîs müteşâbih hadîslerdendir. Onun için üzerinde çeşitli
fikirler ileri sürülmüştür.
[9] Başlığa uygunluğu "Allah halkı
yarattığı zaman..." sözündedir.
Bu hadîsi
Müslim Tevbe Kitâbı'nda; en-Nesâî en-Nuût'ta rivayet etmiştir.
Bâzıları
hadîsteki "Fevka", yânî "Üstünde" sözünü "Baûdeten
femâ fevkahâ" (el-Bakara: 26)'da olduğu gibi "Düne ~ Aşağısında"
ma'na%mad\x demişlerdir. Bâzıları da bu "Fevk" lâfzı zâiddir,
demiştir. "Yanında" sözü de mekânı değil, fakat mahlûklardan
gizlenmişliğin kemâline ve idrâk yerinden yüksek oluşunun kemâline işarettir.
Tayyîbî dedi ki: Bu hadîs "O rahmeti kendi üstüne yazmıştır..."
(el-En'âm: 12>mukaabili üzeredir, yânî gazab ve ikaabm gerektirmesi olarak
üzerine terettüb edecek şeyin hilâfına Allah kesin surette kullarına merhamet
etme va'dini vâcib kılmıştır.
[10] Arz tabakalarının yedi kat olduğu
hakkında Kur'ân'da bu âyetten başka âyet yoktur denilmiştir. Fakat hadîslerde
Arz'ın yedi kat olduğuna dâir haberler çoktur, bâzıları burada getirilmiştir.
[11] Buhârî başlığın bu kısmında şu
âyetlere İşaret etmiş ve onlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir.
Burada verdiği tefsirler hep senedli olarak İbn Abbâs'a dayanmaktadır. Bu
âyetler sirasıyle şunlardır:
"And
olsun Tür'a, neşredilmiş kâğıdlar içinde yazılı Kitâb% Ma'mûr Ev'e,
yükseltilmiş tavana, dolan denize ki, Rabb 'inin azabı hiç şübhesiz vâki 'dir,
onu def edecek yoktur" (et-Tûr: 1-8);
' 'Sizi
tekrar yaratmak mı (sizce) daha güç, yoksa göğü yaratmak mı, ki onu Allah bina
etmiştir. Onun boyunu O yükseltti. Derken ona bir nizâm verdi. Onun gecesini
kararttı, gündüzünü çıkardı. Bundan sonra da yeri (İkaamete elverişli bir
hâlde) yayıp döşedi. Ondan suyunu, otlağını çıkardı. Dağlan dikti. (Bunları)
hep size ve davarlarınıza birer fâide olmak üzere..." (en-Nâziât: 27-33);
"O
hareli yollara -veya denge ve güzelliğe- sâhib olan göğe yemîn ederim ki,
hakikat siz kat'î ihtilâfa düşen bir söz içindesiniz (bir kelime, bir akîde
etrafında toplu değilsiniz)" (ez-Zâriyât: 7-8);
"(And
olsun...) göğe ve onu bina edene, Yer'eve onu yayıp döşeyene, her-bir nefse ve
onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene
ki, onu tertemiz yapan muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten ise
elbette ziyana uğramıştır" (eş-Şems: 5-10);
"Gök yanldıği,
Rabb 'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zâten bu dinlemeye ve itaate
lâyık olarak yaratılmıştır. Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı
(bu hususta da) Rabb 'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki Yer zâten buna lâyık
olarak yaratılmıştır, (herkes yaptığına kavuşacaktır)" (el-İnşikaak: 1-5).
"Fakat
o bir tek haykırıştır. Ki o zaman onlar hemen toprağın yüzündedir-ler"
(en-Nâziât: 13-14).
[12] Bu hadîste Arz'ın yedi kat olduğunu
nâsslaştırma vardır; başlıktan kasdedilen de budur. Bu hadîs Mezâlim Kitâbı'nda
da geçmişti.
[13] Hadîsin başlığa delîlliği
meydandadır. Bu da değişik sened ile Mezâlim'de geçmişti.
[14] Hafız İbn Kesîr şöyle dedi:
Buhârî'nin bu hadîsi burada zikr ile maksadı, başlıktaki et-Talâk: 12.
âyetinin ma'nâsını takrir etmektir, yânı yedi semâ ve yedi kat Arz olduğunu
delilleridirmektir. Nitekim şimdi ayların sayısı da Allah İn-dindeki ilk
kitâbdaki ayların sayısına uygun olarak onikidir. İşte bu, zamandaki
uygunluktur. Nitekim bu mekân hususunda da bir uygunluktur (Kastallânî).
Hadîsteki
dört aya Kur'ân'da "el-Eşhuru 'l-Hurum = Haram aylar" adı verilmiştir
ki, bu aylarda harb ve saldırı yasaktır. Arablar Câhiliyet devrinde bu aylardan
bâzılarının harâmlığının geri bırakıldığını i'lân ederek kabilelere ve kervanlara
baskın edip çapulculuk yaparlardı. Böyle bâzı ayları geri bırakıp tak-vîm
oynamaları yapmaya Kur'ân dilinde "en-Nesi"' denilmiştir. Zemahşerî
buna bir ayın harâmlığını öbür aya geri bırakmaktır demiş ve şöyle tefsir
etmiştir: Bu suretle Arablar, haram aylan halâl sayarlar ve onun yerine halâl
ayları haram kılarlardı. Çok defa oniki aya bir, iki ay ziyâde ederek seneyi
onüç, ondört ay yaparlardı. Veda Haccı'ndan bir sene önceki Ebû Bekr'in
emirliğinde yapılan hacc, Zu'l-ka'de ayında idi. Rasûlullah'ın Veda Haccı ise
Zu'1-hicce'ye tesadüf ve tevâfuk etmişti. Bunu Peygamber, Veda Haccı'nda
Arafat Dağı'nda deve üzerinde îrâd ettiği hitabesinin bir fıkrasında ifâde
etmiş ve nesi' âdetini kaldırmıştır: "Yıl ve ay hesabi,, Allah'ın gökleri
ve Yer'i yarattığı zamanki ilk vaziyetine dönüp yerini bulmuştur. Sene de oniki
aydır..." Bundan önce "Haram ayları geciktirmek ancak küfürde bir
artıştır" (et-Tevbe: 37) âyetiyle de neh-yedilmiş bulunduğundan, bu bâtıl
Câhiliyet âdeti tamamen kaldırılmıştır.
Hadîsin
sonunda Receb'in Mudar'a nisbet edilmesi, Mudar kabilesinin bu aya diğer
aylardan daha fazla hürmet etmesindendir. Müşriklerin kendi ayarlarına göre
kamerî aylar üzerinde ne gibi cahilane tasarruflarda bulunduklarını incelemek
isteyenlere rahmetli Muhammed Hamdi Yazır'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili Tefstrİ'nden
okumalarını tavsiye ederim: III, 2521-2541.
[15] Hadîsin sonundaki ta'lîkte Urve'nin
Saîd'le buluşmasının beyânı ve bu hadîsi, kendisinden işitmesinin açıkça
belirtilmesi vardır. Bu hadîslerde yedi kat Arz'ın isbâtı vardır. Bunlardan
herbiri diğerinin üzerinde olduğu kasdedilmiştir. Ah-med ibn Hanbel'deki Ebû
Hureyre hadîsinde merfû' olarak: "Herbir arz ile onu ta'kîb eden arz
arasında beşyüz yıllık mesafe vardır" şeklindedir.
Râvî Saîd
ibn Zeyd, cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Hz. Umer'-
in amcası
oğlu ve aynı zamanda kızkardeşi Fâtıma bintu'1-Hattâb1 in kocasıdır.
İlk Muhacir
kaafilesiyle Medine'ye hicret etmiştir. 51 hicret yılında vefat etmiştir.
Bu hadîs
Mağâzî'nin sonunda Veda Haccı'nda, bundan daha bütün olarak gelecektir
inşâallah.
[16] Katâde'nin bu sözünü Abd İbn Humeyd
kendi Tefstr'inde senediyle rivayet et mistir. Bu âyetin tefsiri hakkında
mükemmel ve geniş bilgi edinmek isteyenlere Hakk Dîni Tefsirini tavsiye ederim:
VII. 5188-5212.
[17] Buhârî âdeti üzere fâide için
istitrâden birtakım âyetlerin tefsirini zikretme yolunda yürümüştür. İbn
Abbâs'm bu tefsirleri, daha sonraki müfessirler tarafından senedli olarak
rivayet edilmiştir;
[18] Mucâhid'in bu tefsirleri de
senedleriyle rivayet edilmiştir
[19] Yânî Güneş'le Ay'ın en ince bir
hesâb ile mahrek ve medarlarında hareket ve deveran ettiklerinin sıfatını beyân
ve tefsir babı.
Buhârî bu
başlığı er-Rahmân Sûresi'nin aynı mealdeki beşinci âyetinden almıştır.
[20] Mucâhid'in ve diğerlerinin bu
tefsirlerini sırasıyle Feryâbî ile Abd ibn Humeyd kendi tefsirlerinde rivayet
etmişlerdir. Müfessir Mucâhid ile diğer bir kısım âlimler bu âyette Güneş'le
Ay'ın şâir seyyarelerle beraber deveranlarının bir değirmene ve daha doğrusu
zamânımızdaki makina gelişmelerine göre, hareket tarzı mükemmel bir hesâb ile
ayarlanarak kurulmuş bir makina ve çarklarının birbirine dokunmaksızın ve birbirine
karşı bir saniye olsun artık, eksik kaydetmeyerek hareket etmesine
benzetildiğini bildirmişlerdir
[21] Buradan i'tibâren Buhârî, devamlı
âdeti olduğu üzere, bâzı âyetlerde geçen kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini
vermektedir. Bu tefsirler senedli olarak ilk kaynaklarına dayandırılmak
suretiyle tefsir kitâblannda rivayet edilmişlerdir. Bunları geniş şerhlerde
görmek her zaman mümkin ve kolaydır.
[22] Bu son tefsir ile et-Tevbe: 16.
âyetteki "Velîce" lafzını kasdediyor ki, ma'nâsı şudur:
"Yoksasiz (kendi hâlinize) bıraküıv•ereceğinizi, içinizden cihâdedenleri;
Allah 'tan, Rasûlü 'nden ve mü 'mirilerden başkasını sır dostu edinmeyenleri Allah
Un bilmediğini (O'nun uğrundaki fedâkârlıklarınızın mükâfâtsiz kalacağını) mı
sandınız? Allah, ne yaparsanız hepsinden haberdârdır". Ma'nâ,
müslümân-lardan olmayan hiçbir velî edinmeyin, demektir (Kastallânî).
[23] Başlığa uygunluk yönü, Güneş'e arız
olup duran sıfatlar nev'inden zikrolunan şeylerdir. Güneş'in Arş'ın altında
secde etmesi keyfiyetini sarihler, secde, kasd ve irâdeye bitişik bir fiil
olduğundan inkıyâddan kinaye olmak üzere tercih etmişlerdir. Nitekim Kur'ân'da
herşeyin, hattâ gölgelerinin bile secde ettiği haber verilmektedir: er-Ra'd:
15, en-Nahl: 48. Şâh Vdiyyullah da şöyle demiştir: Her nevi* mevcudun kendi
yaratılışına göre bir secdesi ve Allah'a karşı bir ubudiyet arzetmesi vardır.
Gölgenin secdesi yere düşmesidir. Güneşin secdesi de istivadan guruba
meylidir.. (Feyzu'l-Bârî).
"Güneşin
cereyanını, yalnız onun mekânda hareketi diye anlamamalı, mekânda ve zamanda
bi'1-cümle eserleri ve vaziyetleriyle vucûdda tevalisi ma'nâ-sına anlamalıdır.
Meselâ ziya ve hararet neşri de onun bir cereyanıdır. "Mustakarr"
mimli masdar, zaman ve mekân ismi olabildiği, "lâm" ile de birkaç
ma'nâya gelebildiği cihetle, bu İfâde birçok ma'nâya sâdıktır: Evvelâ, Güneş, kendisi
için takdîr ve tahsis edilmiş bir istikrar sebebiyle, yânî sabit bir karar,
muntazam bir kaanûn ile cereyan eder. Hesâbsız, serserî, kör bir tesadüfle değil.
Saniyen bir istikrar için, yânî kendi âleminde bir karar ve denge husule getirmek
hikmet ve gayesiyle; yâhud nihayet bir sükûna erip durmak için cereyan eder.
Üçüncü olarak, mekân ismi olduğuna göre, kendine has bir istikrar mahalline
mahsûs, yânî yerinde sabit olarak cereyan eder. Mihverinde döner, yâhud
kendisinin karargâhı olan âlemin menfâatleri için cereyan eder..." (Hakk
Dîni, V, 4029-4031).
[24] Başlığa uygunluğu meydandadır.
Çünkü Güneş ve Ay'ın dürülmesi, bunların sıfatlanndandır.
[25] Başlığa uygunluğu, Güneş'e ânz olan
kusûf ve Ay'a ânz olan husufun, bunların sıfatları olması yönündendir.
[26] 10 rakamlı Ebû Hureyre hadîsinden
sonra, Buhârî, meşhur Güneş ve Ay tutul ması hadîsini ayrı ayrı dört sahâbîden
getirmiştir. Bu hadîs Güneş ve Ay Tutulması Namazı Kitâbı'nda da geçmiş idi.
Buradaki başlık ile ilgileri açık bulunduğu için bâzı iâfiz ve sened
farklarıyle tekrar getirilmişlerdir.
[27] Buhârî bu başlıkta rüzgârların
yaratılışlarını ve nevi'Ierinİ işaret ediyor. Ve bu vesile ile bâzı âyetlerde
geçen lâfızların tefsirlerini veriyor.
Burada işaret edilen âyetlerin meallerini verelim:
"Biz
aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Gökten de su indirip onunla sizleri suvardık.
Bunların hazinedarları da siz değilsiniz" (el-Hıcr: 22): Muvafık rüzgârların
dişi nebatları erkek nebatlarla aşıladığı hakikati ilmin son keşiflerinden1
olduğu hâlde, bunu Allah ondört asır evvel Peygamberi'ne haber vermiştir. Bu da
Kur'ân'ın mu'cizelerindendir (H.B. Çantay).
"...
Derken o bahçeye, içinde ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanı-versin?
(Bunu arzu eder mi?) İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki
iyi düşünürsünüz'' (el-Bakara: 266).
"Onların
bu dünyâ hayâtında hare edegeldiklerinin misâli, kendilerine zulmeden bir
kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın hâli
gibidir. Onlara Allah zulmetmedi. Fakat kendileri kendilerine
zulmediyorlar" (Âluîmrân: 117). Sondaki "Nuşuren" kelimesi, baş
taraftaki el-Furkaan: 48. âyetinde bir kıraat farkını göstermektedir.
"Nuşûr"un cem'idir.
[28] Başlığa uygunluğu meydandadır.
Çünkü hadîs, rahmet rüzgârını içine almaktadır.
[29] Başlığa uygunluğu rüzgâr ve
rüzgârın getireceği yağmurun zikrini şâmil olması yönündendir. Buradakilerden
önceki birkaç âyet şöyledir:
"Âd*m
biraderini -ki ondan evvel de, ondan sonra da birçok paygamber-ler gelip
geçmişti- hatırla. Hani o, Ahkaaf'daki kavmim 'Allah'tan başkasına kulluk
etmeyin. Hakikat ben üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum'
diye tehdîd etmişti. Dediler ki: 'Sen bize, bizi tanrılarımızdan döndürmen
için mi geldin? Öyleyse bizi tehdîd etmekte olduğun şeyi, eğer doğru
söyleyenlerden isen getir bize!. (Hûd) dedi: Bunun ilmi ancak Allah
nezdinde-dir. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Bununla beraber ben
sizi bilmezler güruhu olarak görmekteyim" (el-Ahkaaf: 21-23).
Diğer sûrede
de Âd kavmi hakkında şöyle buyurulmuştur: ' 'Âd 'a gelince: Onlar yeryüzünde
haksız yere büyüklük tasladılar ve: 'Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş?'
dediler. Onlar kendilerini yaratıp durmakta olan Atlah'i -ki O, bunlardan
pekçok kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu 'cizelerimizi bilerek
inkâr ediyorlardı. Bundan dolayı biz de dünyâ hayâtında zillet azabını
kendilerine taddırmamız için, uğursuz uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü
bir bora gönderdik. Ahiret azabı elbet daha horlayıcı-dır. Onlara yardım da
olunmaz" (Fussikt: 15-16).
[30] Buhârî bu bâbda meleklerin me'mûr
oldukları hilkat vazifelerine ve nevi'lerine âid hadîsleri getirmiştir.
Sünnet ehli
âlimlerinin cumhuru melekleri latîf ve muhtelif şekillere girebilir
kaabiliyette nûrânî cisimlerdir; meskenleri de göklerdedir diye ta'rîf etmişlerdir.
Muhakkak âlimler de meleklerin cisim değil, en latîf bir cevher olduğunu; aklı,
nutku hâiz olup şehvet ve gadab gibi beşerî ihtirasları doğuran sıfatlardan
uzak bulunduklarını; yemeleri, içmeleri Allah'ı tesbîh, takdîs ve zikrden
ibaret olduğunu kaydetmişlerdir.
Melekler
me'mûr oldukları vazifelere göre birtakım nevi'Iere ayrılmışlardır. Sayılarını
ise Allah bilir. En büyükleri dörttür: Cebrâîl, Mîkâîl, Azrâîl, İsrafil'dir.
.. "...O ateşin üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı (me'mûr) melekler
vardır ki, onlar Allah 'in kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler.
Neye Be me'-mür edilirlerse yaparlar" (et-Tahrîm: 6).
[31] Buhârî, Enes'in bu hadîsini
Peygamber'in Hicreti bölümünde senediyle getirdi. Yahûdîler'in de Cibril'e
düşmanlıkları el-Bakara: 97-98. âyetlerde haber verilmiştir: ''De ki: Kim
Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü kendilerinden evvelki
kitâbları tasdik edici ve mü 'minler için hidâyet ve müjde olan Kur'ân U Allah
'tn izni ile senin kalbinin üstüne o indirmiştir. Kim Allah 'a, meleklerine,
peygamberlerine, Cebrail'e, Mîkâîl'e düşman olursa şübhesiz Allah da o (gibi)
kâfirlerin düşmanıdır".
[32] İbn Abbâs'm bu sözünü et-Taberânî
senedli olarak rivayet etmiştir. Yânî: Saff-lar hâlinde namaz kılanlar
(Celâleyn).
[33] Bu Mi'râc hadîsinin başlığa
uygunluğu, Mi'râc'ın Cibril'in beraberinde vâki' olmasıdır. Buhârî bu hadîsi
farklı senedler ve bâzı lafız farklarıyle dört yerde getirmiştir: Namaz
Kitâbı'nm başında; Allah'ın Mahlûkları İlk Yaratışı'nda; el-Enbiyâ'da:
Mi'râc'da.
Müslim, îmân
Kitâbı'nda farklı senedleri ve lafızlarıyle getirmiştir: Müslim Tercemesi., I,
219-230.
Buhârî
hadîsin sonundaki isnâdla Saîd ibn Ebî Arûbe ve Hişâm ed-Destevâî'nin
el-Beytu'1-Ma'mûr kıssasını, el-İsrâ kıssası içine girdirdiklerini; doğru olan
ise Hemmâm ibn Yahya'nın bir rivayeti olduğunu, çünkü Hemmâm'ın bu kıssayı
el-İsrâ kıssasından ayrı rivayet ettiğini bildirmek istemektedir...
(Kas-tallânî).
Peygamber'in
Mi'râcı'na Kur'ân'da şu âyetlerde işaret edilmiştir: el-İsrâ: 1; en-Necm: 5-18.
[34] Hadîsin başlığa uygunluk noktası,
bir kısım meleklerin beşerin mukadderatını, saadet ve şakaavetini yazmaya
me'mûr olduklarının bildir ilmesidir.
Beşerin
yaratılma safhaları Kur'ân'da da bildirilmiştir: "Andolsun biz insanı
çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık. Sonra onu sarp ve metîn bir
karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik,
derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemiklere
kalbettik de o kemiklere de et giydirdik. Bilâhare onu başka yaratılışla inşâ
ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah 'in sânı (bak) ne yücedir. Sonra
siz bunun arkasından hiç şübhesiz ki ölüler (olacaksınız). Sonra siz kıyamet
gününde muhakkak diriltilip kaldırılacaksınız" (el-Mü'minûn: 12-16).
Bu âyetlerin
tefsîri Hakk Dîni Kur'ân Dili'ndtn okumağa değer: IV, 3430-3437; VII,
5702-5728.
[35] Hadîsin başlığa uygunluk noktası
Yüce Allah'ın Cibril'e nida edip gök ve yer ahâlîsine emr ve tebliğ
ulaştırmakta vâsıta olarak kullanmasıdır.
Buhârî
hadîsi burada biri ulaştırılmış, biri ta'lîk edümiş olarak iki senedle
getirmiştir. Hadîsi burada muallak senedin lafzı üzere sevketmiştir. Bu da Ebû
Âsim'm nıutâbaasıdır. Buhârî bu ta'lîki Edeb'de, Amr ibn Alî'den; o da Ebû
Âsım'dan senediyle mevsûl olarak getirmiştir. İşte bu, Buhârî'nin şeyhlerinin
bir kısmından kendi yanında tek vâsıta ile olan hadîsi bazen ta'lîk etmekte olduğuna
istidlal edilen yerlerden biridir. Çünkü Ebû Âsim, Buhârî'nin şeyhle-rindendir.
el-lsmâîlî
nüshasında İbn Cureyc'den olmak üzere Ravh ibn Ubâde şu ziyâdeyi, yânî hadîsin
devamını getirmiştir:
"Allah
bir kişiye buğz edince Cibril'e:
— Ben fulân
kişiyi sevmiyorum, onu sen de sevme! diye emreder. Cibril de onu sevmez. Sonra
Cibril de gök ahâlîsine:
— Allah
fulân kişiyi sevmiyor, siz de onu sevmeyiniz! der.
Göktekiler
de o kimseyi sevmezler. Sonra yerdeki insanların gönlüne (Allah tarafından) o
kimse hakkında bir nefret konulur (da müslümânlar arasında sevilmez)".
Hadîsin
birinci fıkrası "Müslümânlar arasında sevimli olan her kişi Allah yanında
da sevimlidir" umûmî hükmünü; ikinci fıkra ise bunun zıddı olan
"Müslümânlarca sevilmeyen, nefret edilen her kişi Allah yanında da
sevilmez" umûmî hükmünü ifâde etmektedir (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî).
[36] Başlığa uygunluğu, meleklerin ilâhî
işlerde kullanılmaları hususudur.
Kâhin,
falcıya ve bakıcıya denir. Bu zamanlarda olduğu gibi, İslâm'dan
evvel
kâhinler istikbâle âid bâzı şeyler haber verirler ve kâinatın sırlarına vâkıf
olduklarını
iddia ederlerdi. Peygamber'in gelmesi üzerine gökyüzü meleklerin koruması
altına alınmış, şeytânların haber alma kapıları kapanmıştır. Kur'ân'da
şeytânların semâdan kovulup uzaklaştırılmaları şöyle bildirilmiştir:
"Hakikat
biz en yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla süsledik. {Onu itâattan çıkan) her
mütemerrid şeytândan koruduk. Ki onlar mele-i A 'lâ 'ya kulak verip
dinleyemezler, her yandan kovularak atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı
arası kesilmez bir azâb vardır. Meğer ki içlerinden bir çalıp çarpan olsun.
Fakat onu da delip geçen bir alev ta'ktb etmiştir" (es-Sâffât: 6-10).
[37] Başlığa uygunluğu yine birtakım
yazıcı meleklere cumuaya gelenleri, geliş sırasına göre yazma vazifesi
verilmiş olmasıdır.
Bu hadîs
daha geniş olarak Cumua Kitâbı'nda değişik bir senedle geçmişti.
[38] Hadîsin başlığa uygunluğu
Rûhu'l-Kudüs sözündedir, çünkü o Cibril'dir.
Peygamber'in
Hassân'a bu emri vermeleri, müşriklerin Peygamber'i ve sa-hâbîlerini hicvetmeye
başlamaları üzerinedir. Bu hicivler o devirde zamanımızın propagandaları kadar
siyâsî ehemmiyeti hâizdir.
[39] Başlığa uygunluğu "Cibril de
seninle beraberdir" sözündedir.
[40] Uygunluk ikinci tarîkteki
"Cibril'in melâike cemâatini..." sözlerindedir.
Mevkıb, bir
yürüyüş nev'i, süvariler cemâati yâhud mülâyemetle yürüyen binekler cemâati
ma'nâlarına gelir.
Bu hadîs
Mağâzî Kitâbı'nda Kurayza seferi babında da gelecektir.
[41] Hadîsin başlığa uygunluğu
"Melek bana gelir... " sözlerindedir. Bu hadîs, el-Câmi'u's-Sahth'in
ilk kitabında geçmişti.
[42] Başlığa uygunluğu "Cennetin
bekçileri " sözündedir, çünkü onlar meleklerdir. Bu hadîs Cihâd Kitabı,
Nafakanın fazileti bâbı'nda da geçmişti.
[43] Başlığa uygunluk ve delîlliği
"Şu Cibril'dir..." sözündedir.
Buhârî bunu
el-İstİ'zân, er-Rıkaak ve Fadâil Kitâbları'nda da getirmiştir.
[44] Başlığa uygunluğu Rasûlullah'ın
Cibril'e hitâb edip, onun daha sık gelmesini istemesidir. Hadîs içindeki
Meryem: 64. âyeti Cibril'in sözünü hikâye eder... "Önümüzde"
âhirette; "Ardımızda" dünyâda, "İkisinin arasında" nüzul zamanından
kıyamet gününe kadar olacak herşeyin ilmi Allah'a mahsûstur (Ce-lâleyn).
[45] Her dilde türlü lehçeler bulunduğu
gibi, Arabça'da da çeşitli kabilelerin kendilerine has lehçeleri ve ifâde
tarzları vardır. Kur'ân'ın kelimeleri çoğunlukla Kureyş kabilesinin lehçesi
üzerine indiği gibi, bâzısı da Huzeyl, Havâzin, Yemen., lehçeleriyle inmiş ve
o suretle okunmuştur. Rasûlullah bütün Arab kabilelerinin gönüllerinin
Kur'ân'm tevhîd ve medeniyet nuru üzerinde toplanmasını istiyordu. Bunun için
Kur'ân'ın tamamen Kureyş lehçesi üzerine, bâzı kelimelerinin diğer Arab
lehçeleriyle gönderilmesini istemiş ve bu dileğinde ısrar ederek Arablar
arasında belirmiş yedi kabilenin lehçesi üzerine gönderilmiştir. Aynı zamanda
bu bir genişletme ve kolaylaştırma idi. Bu suretle Kur'ân'm yayılması
kolaylaştıktan sonra Peygamber'in vefat ettiği yılın ramazanında
"el-Arzatu'l-Âhire" denilen ve Rasûlullah'ın Cibril ile Kur'ân'ı son
müzâkere ve mukaabe-lesinde Kureyş lehçesi kararlaştı..."
[46] Başlığa uygunluğu Cibril'in
Rasûluîlah'la en çok ramazân ayında buluşmasıdır.' Bu hadîs Vahy Kitâbı'nda da
geçmişti.
[47] Hadîsin Abdullah ibnu'l-Mubârek'ten
gelen rivayetini Butıârî, Fadâilu'l-Kur'ân'da getirmiştir. Ebû Hureyre'nin
hadîsini Fadâilu'l-Kur'ân'da; Fâtıma' Nübüvvet Alâmetleri'nde getirmiştir.
[48] Hadîsin başlığa uygunluğu
"Cibril indi..." sözündedir. Bunu Buhârî, Namaz Vakitleri Kitâbı'nda
daha geniş bir metinle getirmişti.
[49] Ebû Zerr'in bu meşhur hadîsi
şimdiye kadar birçok yerde geçmişti. Bilhassa Cenaze ve İstikraz Kitâblan'nda
geçtiğini ve oralarda bâzı bilgiler verildiğini zikredelim.
Buradaki
rivayette şart fiilinin hazfedilmesinin ve şart edâtıyle yetinmenin cevazına
bir delîl vardır.
[50] Bu hadîs Namaz Kitabı; "İkindi
namazının fazileti bâbı"nda da geçmişti.
Burada arka
arkaya getirilen bu hadîsler Cibril'in vahy ile ilgili olan vazî-fesİne ve
umumiyetle meleklerin vazifelerine delîl olmak üzere sevkedilmişlerdir.
[51] Buhârî bu başlığı Ezan Kitâbı'nda
Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadîsten almıştır. O hadîs de bundan önceki
hadîsin senediyle Ebû Salih'ten rivayet edilmektedir.
Bu bâbdaki
hadîsler dahî bundan Önceki bâb hadîsleri gibi yine meleklerle ilgilidir. Bunun
için bâzı Buhârî nüshalarında bu bâb başlığı konmamıştır.
[52] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde
meleklerin zikredilmesidir. Bu hadîs Buyu' Kitâbı'nda "Erkekler ve
kadınlar için giyilmesi mekruh olan şeyler hakkında ticâret bâbı"nda da
geçmişti.
[53] Hadîsin başlığa uygunluğu bundan
önce zikrettiğimiz yöndedir.
[54] Buhârî bu hadîsi Libâs Kitâbı'nda
da getirmiştir. Müslim de Libâs'ta getirmiştir. Bununla, bundan sonraki
hadîsin buradaki bâb başlıklarına uygunlukları bellidir.
[55] Bu hadîs Namaz Kitabı;
"Allâhumme Rabbena leke'l-hamd'm fazileti bâbı"n-da da geçmiştir.
[56] Bu da Namaz Kitabı; "Mescidde
namaz bekleyerek oturan kimse bâbı"nda ve "Mescidde hades
bâbı"nda da geçmiş ve açıklamalar verilmişti.
[57] Bu Ya'lâ hadîsinin başlığa
uygunluğu, meleklerden bir kısmının cehennem muhafızlığı vazifesi ile
vazifelendirilmiş olmalarıdır. Âyetin alt ve üst tarafı ile mealleri şöyledir:
"Şübhe yok ki günahkârlar cehennem azabında ebedî kalıcıdırlar. (Bu azâb)
onlardan hafifletilmeyecek. Onlar bunun içinde ümitsizlikle susacak olanlardır.
Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendileri zâlimdiler. Onlar: Yâ Mâlik,
Rabb'in bizi öldürsün! diye çağmşırlar. O da: Siz behemahal (azâbda)
kalıcılarsınız! der... " (ez-Zuhruf: 74-77).
[58] Hadîsin başlığa uygunluğu Yüce
Allah'ın meleklerin bir nev'ini dağlara âid işlerle vazifelendirmiş olduğudur.
Bunu "Dağlar Meleği" ta'bîri belirtmektedir.
Peygamber'in
Uhud harbinden daha güç bir vakıanın cereyan ettiği yer olarak haber verdiği
Akabe mevkii, ya Minâ'daki taş atma sünnetinin yapıldığı yerdir, yâhud Tâif'te
husûsî bir yerin adıdır. Peygamber'in Taife gitmesi, Peygamberliğinin onuncu
yılı şevval ayındadır. O târihte Hadîce İle Ebû Tâlib arka arkaya vefat etmiş,
Peygamtfer her müşkil zamanda kendisini himaye ve tesellî eden iki mühim
kuvvetli dayanaktan mahrum kalmıştı. Müşriklerin tecâvüzleri de günden güne
artmakta ve sahâbîlere işkenceler yapılmakta idi. Artık Mekke'de kendi hayâtını
koruyacak ve sahâbîleri himaye edecek kimse kalmamıştı. Bu sebeble
Peygamber'in ve İslâm Dînİ'nin hayâtında geçen en ızdırablı yıl bu yıl olduğu ve
bundan dolayı "Âmu'l-Huzun (= Keder yılı)" denildiği bildirilmiştir
(Mevâhibu Ledunniye).
Peygamber
Hadfce ve Ebû Tâlİb'in vefatından sonra Tâif halkını irşâd etmeyi düşündü.
Tâif şehri ve Sakîf kabilesi eşrafından Abdu Yâlîl ile kardeşleri Habîb ve Mes'ûd'a
gitti. Bunlara İslâm Dîninin esâslarını bildirdi. Kureyş'in kendisi ve
sahâbîleri hakkındaki zulümlerinden bahsederek himaye istedi. Rasû-lullah bu üç
kardeşten yalnız Abd Yâlîl İle görüşmüştür. Bu sebeble hadîste yalnız onun adı
anılmıştır. Sakîf oğulları'nm en büyüğü ve mu'teberi o idi. Mu-câhid'egöre:
"Ne olurdu şu Kur'ân iki şehirden (Mekke ve Tâif'ten) büyük bir kişiye
gönderitseydi" (ez-Zuhruf: 31) âyeti Utbe ibn Rabîa ile İbnu Abdi Yâlîl
hakkında ve bunların halk arasındaki mevkilerini beyân sadedinde inmiştir. Peygamber,
Tâif'te on gün ikaamet etmiştir. Yarımadanın en nüfuzlu adamı diye müracaat
ettiği İbnu Abdi Yâlîl sığınma isteğini reddettiğinden, daha fazla
ka-lamamıştır. Tâif'in ayak takımı Peygamber'e ve yanında bulunan Zeyd ibn
Hâ-rise'ye saldırmışlar, attıkları taşlarla yaralanmışlar, nihayet Utbe ibn
Rabîa'nın bağına iltica etmişler; o da kendilerini koruyup üzüm İkram
edilmelerini Hristi-yan kölesine emretmiştir. Tâif'ten dönüşte Mut'ım ibn
Adiyy'in himayesiyle Mekke'ye girebilmişlerdir... Hadîste Peygamber'in
Cibril'i gördüğü yer olarak zikrettiği Karnu's-Seâlib, Nevevî'ye göre
Necdliler'in mîkaatı olan Karnu'l-Menâzil'dir ve Mekke'ye iki konak
uzaklıktadır. Kam lügatte büyük dağdan ayrılmış küçük dağdır... (Aynî).
Bu: hâdisede
Hâtemu'l-Enbiyâ'nın ümmeti hakkındaki yüksek merhamet ve şefkati apaçıktır. Bu
kadar sıkıntılı zamanda bile nesillerinden müslümân bir zürriyet gelmesi umulan
müşriklerin helakim İstemeyip, bunların sulbünden mü'-min muvahhid bir neslin
gelmesini istemiştir.
[59] Başlığa uygunluğu açıktır.
Bâzılarına göre Peygamber'e yaklaşıp sarkan Allah'tır. Bu takdirde ma'nâ mecazî
olur (Hâzin).
[60] Bu âyetlerin tefsirleri Tefsir
Kitâbı'nda verilecektir.
[61] Cibrîl Peygamber'e sahâbîlerden
Dıhye veya başkası suretinde gelirdi. Bazen de bir A'râbî suretinde gelmiştir. Peygamber
Cibrîl'i kendi yaratılış şekli ve suretinde yalnız iki defa görmüştür:
Birincisi' 'Hemen doğruldu. O en yüksek ufukta idi (en-Necm: 6-7) ve devamı
âyetlerin delâleti üzere, en yüksek ufukta görmesidir. Yukarıdaki İbn Mes'ûd
hadîsleri bu görüşü tefsir ve tasvîr etmektedir. İkincisi "And olsun ki
Onu diğer bir defada Sidretu'l-Müntehâ'mn yanında gördü" (en-Necm: 13-14)
âyetleri gereğince, Mi'râc'dan dönerken Sidre'de görmesidir.
[62] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Hz. Âişe'nin tefsiri de gayet açıktır; bundan önceki haşiyelerde daha fazla
açıklama verilmişti.
[63] Buhârî bu Senıure ibn Cundeb
hadîsini burada delîl olmak üzere çok kısaltılmış olarak getirdi. Cenazeler
Kitâbı'nın sonlarında ise bunu aynı senedle İki sa-hîfe tutan uzun bir metinle
getirmişti.
[64] Başlığa uygunluğu, meleklerden bir
nev'inin bu işle vazifeli kılınmasıdır. Buhârî bu hadîsi Nikâh Kilâbı'nda da
getirmiştir.
[65] Bu hadîs Vahy Kitâbı'nda da
geçmişti
[66] Hadîsin son cümlesi şu âyetin
lâfzına uygun düşmüş ve ondan alınmıştır: "And olsun ki, biz Mûsâ 'ya o
kitabı verdik. Şimdi sen ona kavuşmaktan şübhede olma. Biz onu İsrâîl
oğullarına hidâyet rehberi yapmıştık''' (es-Secde: 23).
Hadîsin
sonundaki Enes'in hadîsini Buhârî Hacc Kitâbı'nın sonlarında; Ebû Bekre
hadîsini de bu bâbda senediyle getirmiştir (Aynî).
[67] Cennet, birşeyi örtmek ve gizlemek
ma'nâsma olan el-Cennu lafzından alınmıştır. Bol ve sık ağaçların yeri örtüp
gizlemesi, o ağaçlığa cennet denilmesine se-beb olmuştur. Bu bakımdan şeriat
lisânında gelen cennet, şu fânî hayâtta gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği, akılların tahmin ve tahayyül edemediği ni'met-leri ihtiva eden
mü'minlerin saadet durağı demektir. Biz bu ebediyet yurdu hakkında yalnız
Allah'ın ve Rasûlü'nün bildirdiği derecede bilgilere sâhib bulunuyoruz.
Bunların bir kısmını burada göreceğiz. Buhârî bu konuya dâir olan bu babında
onbeş hadîs getirmiştir ki, bunları sirasiyle göreceğiz.
Buhârî âdeti
üzere bu başlıkta cennetin sıfatlan ve şimdi mevcûd bulunduğunu bildiren bâzı
âyetlere ve bunların tefsirlerine işaret etmiştir. Buhârî'nin bu konuya
ehemmiyet vermesi sebeblerinden biri Mu'tezile'yi reddetmektir. Çünkü
Mu'tezİle, cennet ve cehennemin şimdi mevcûd olduklarını kabul etmeyip, ileride
yaratılacaklarına kaani' ve müttefiktirler.
Buhârî'nin
âyetlerin bâzı kelimelerine dâir burada getirdiği tefsiri bilgilerin hepsi
kadîm tefsir kitâblarında senedli olarak rivayet edilmişlerdir. Bunlar geniş
şerhlerde aynen yazılmıştır; incelenmesi her zaman kaabildir.
[68] Buhârî'nin burada işaret ettiği
âyetlerin bâzılarını, konuya delîlliklerinin iyice belirmesi için tercemeler
hâlinde verelim:
"imân
eden, bir de güzel güzel amellerde bulunan kimselere muştula ki, altlarından
ırmaklar akan cennetler onların. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve rızk
olarak yedirilme her defasında: Hâ, bu evvelce de (dünyâda) rızıklandtğı-mız
şeydi, diyecekler ve o rızk (renkte, şekilde) birbirinin benzeri olmak üzere
kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem orada onlar
dâim de kalıcıdırlar'1'' (el-Bakara: 25).
"Artık
kitabı sağ eline verilmiş olana gelince, der ki; Alın, okuyun kitabımı. Çünkü
ben hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. îş-te o, hoşnûd
bir hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri
yakındır" (el-Hâkkaa: 19-23).
"Artık
kitabı sağ eline verilmiş olana gelince, der ki: Alın, okuyun kitabımı. Çünkü
ben hakîkaten hesabıma kavuşacağımı (kuvvetle) zannetmiştim. İşte o, hoşnûd
bir hayât içindedir. Yüksek bir cennette. Çabucak devşirilecek meyveleri
yakındır" (el-Hâkkaa: 19-23).
"İşte
bundan dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik
(yüreklerine) bir sevinç vermiş, sabrettiklerine mukaabil onların mükâfatı
cennettir, ipektir. (Oraya giren) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslanıcı-lar
olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemherîr görmeyerek, ve gölgeleri onlara
yakın, meyveleri de emirlerine boyun eğdirilmiş olarak. Onlara gümüşten yapılmış
billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billurlar ki, mîkdârını
(sâ-kîler) ta 'yîn etmişlerdir. Orada onlara katkısı zencefil olan dolu kadeh
de içirilir. (Zencefil) orada bir pınardır. Selsebîl adı verilir ona"
(ed-Dehr: 11-18).
"Onlar
böyle. Onlar için ma'lûm bir rızk vardır. Türlü meyveler. Onlar ikram edilmiş
kimselerdir. Naîm cennetlerinde. Birbiriyle karşılıklı tahtlar üzerinde.
Onların herbiri mam şarâbından türlü kadehlerle tavaf edilirler. Bembeyaz,
içenlere bir lezzet. Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş
olacakları da yok. Yanlarında nazarlarını yalnız zevçlerine atfetmiş iri gözlü
kadınlar vardır ki, bunlar örtülüp saklanmış yumurtalar gibidirler"
(es-Sâffât: 41-49).
"Şübhesiz
takva sahihleri için (her korkudan) selâmet (ve her arzuya) ulaşmak vardır.
Bahçeler, üzüm bağları, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu
kadehler! Orada ne boş bir lâkırdı, ne de birbirine yalan söyleme işitmezler''
(en-Nebe': 31-35).
"Sağcılar
ne mutludurlar. Solcular ne bedbahttırlar! Hayır yarışlarında tâ öne geçip
kazananlar, onlar öncüdürler. İşte onlar (Allah'a) en çok yaklaştırılmış
olanlardır. Naîm cennet/erindedirler. Birçoğu evvelki ümmetlerden, birazı da
sonrakilerdendir. Onlar cevherlerle örülmüş tahtlar üzerindedirler, üstlerinde
karşı karşıya yaslanıcılar olarak. Ebedî{tkze)liğe mazhar edilmiş evlâdlar etraflarında
dolanırlar. Maîn kaynağından dolu büyük kablarla, ibriklerle ve kadehlerle. Ki
bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi, akılları da giderilmez''
(el-Vâkıa: 8-19).
"Onlar
orada ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak birşey işitmezler. Yalnız bir söz:
Selâm selâmdır. Sağcılar: Onlar ne mutlu sağcılardır! Dikensiz kiraz meyveleri
tıklım tıklım muz ağaçlan, yayılmış gölge, dâima akan su, kesilmeyen, yasak da
edilmeyen birçok meyve arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler. Hakikat biz
onları yepyeni bir yaratışla yarattık da, kızoğlan kızlar, zevcelerine sevgi
ile düşkün, hep bir yaşıt yaptık, sağcılar için" (el-Vâkıa: 27-38).
"Çadırlar
içinde perde ehli huriler vardır... Bunlara onlardan evvel ne bir İnsan, ne bir
cinn dokunmuştur..." (er-Rahmân: 72-74).
"Şübhesiz
o iyiler ni'met içinde, süslü tahtlar üzerinde temâşâ edeceklerdir. Öyle ki
sen o ni 'metin güzelliğini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü hâlis bir şarâbdan
içirilecek ki, onun sonu bir misktir. O hâlde nefaset isteyenler bunu arzu
etmelidir. O şarâbın katkısı Tesnîm 'dendir. O bir pınardır ki, mukar-rebler
ondan içerler. " (et-Tatfîf: 22-28).
[69] Buhârî buradan i'tibâren gelecek
onbeş hadîsi sıralamağa başladı. Bu hadîslerin hepsinin başlıkla
mutâbakaatları cennetin zikrinde; bâzısında da cennetin vasıflarının
zikrindedir. Onun için bundan sonra her hadîste başlığa uygunluğun
zikredilmesine ihtiyâç yoktur.
Bu hadîs
Cenazeler Kitabı; "Sabah akşam ölüye oturacağı yer gösterilir
bâ-bi"nda da geçmiş, açıklamalar orada verilmişti (Aynî).
[70] Bu çoğunlukların sebebi şöyle
tevcih edilmiştir: Birçok ma'siyetleri işlemeye sev-keden maldır, malın verdiği
azınlıktır. Dünyâ hayâtında şerre vesîle olan maldan mahrum fakirler ise
çoğunluğu teşkil ettiğinden, dünyâda dînî vecîbelerine bağlı bir hayât geçiren
fakirlerin cennette çoğunluğu oluşturmaları tabiîdir.
Cehennemliklerin
çoğunluğunu kadınların oluşturması konusunda İbnu Ebî Sufre: Ekseriyetle
kadınların kocalarına karşı isyankâr ve küfürbaz olmalarıdır, dedi. Kurtubî
de; kadınların tab'an erkeklerden asabı olmalarını, zînete ve dünyâ alâyîşine
düşkün bulunmalarını sebeb göstermiştir.
[71] Bu hadîs, cennet ve cehennemin
yaratılmış ve şimdi mevcûd bulunduğuna apaçık delâlet etmektedir.
Buhârî bu
hadîsi Menkabeler Kitabı; Umer'in fazileti bâbı'nda da getirmiştir.
[72] Bu hadîsin diğer bir tarîkinde
çadırın boyu değil, eninin altmış mil olduğu bildirilmiştir.
[73] Dâvûdî bu hadîsteki
"İsterseniz şu âyeti okuyunuz" sözü için Ebû Hureyre'nin sözündendir,
demiştir. İbnu't-Tîn ise: Zahir olan bunun hilafıdır; bu söz Rasûlullah'ın
sözündendir, demiştir (Aynî).
Burada Yüce
Allah'ın "Ben hazırladım" sözünde cennetin yaratılmış olduğuna delîl
vardır (Kastallânî).
[74] Bundan sonraki tarîkten gelen hadîs
daha tafsîllidir.
[75] Ebû Ya'iâ'nm rivayetinde bu kumaşın
dokumasında altın da varmış. Bir rivayette Peygamber bunu evvelâ kabul
etmemiş, fakat Ukeydir'in üzüldüğünü görünce almış, sonra Umer'e yâhud Alî'ye
hediye etmiştir.
[76] Çünkü cennet ni'meti daimîdir,
şâmil olduğu güzellikle beraber, onun için kesilip bitmek de yoktur.
[77] Ahmed ibn Hanbel, Taberânî ve İbn
Hıbbân, Utbe ibn Abd hadîsinde bunun Tûbâ ağacı olduğunu rivayet etmişlerdir
(Kastallânî).
[78] Cennet ahâlîsinin hepsi mü'minler
ve tasdik edenlerdir. Lâkin bunlar anılan sıfatlarla seçilmişlerdir. Bu hadîsi
Müslim, Cennetin Sıfatı bölümünde getirmiştir.
[79] Buhârî bu ta'lîki Oruç Kitâbi'nda,
Oruçlular için olan Reyyân Kapısı bâbı'nda ( Ebû Hureyre'den; Cİhâd'da da yine
Ebû Hureyre'den senedli ve Peygamber'e ulanmış olarak getirdi.
[80] Buhârî bununla Enbiyâ Kitâbi'nda
isa'nın zikri sırasında Ubâde ibnu's-Sâmit'in Peygamber'den rivayet ettiği şu
hadîse işaret etmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Her kim Allah'tan
başka ibâdet olunacak hiçbir ma'bûdyoktur, yalnız bir Allah vardır, ortağı
yoktur. Muhammed de muhakkak Allah'ın kulu ve rasûlüdur. îsâ da A ilah 'in kulu
ve rasûlüdür, ve Meryem 'e bıraktığı bir kelimesidir. Ve Allah tarafından bir
ruhtur. Cennet haktır, cehennem de haktır diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi
cennetin sekiz kapısından hangisini isterse oradan cennete kor. O kul hangi
amelde olursa olsun".
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu
"Cennette sekiz kapı vardır" sözündedir.
[82] Buhârî bu başlıkta evvelâ
cehennemin sıfatı ve onun yaratılmış olup şimdi mev-cûd bulunduğunu İsbât edecek
birçok âyetlere ve onlardaki bâzı lâfızların tefsirlerine işaret etmiştir.
Bundan maksadının Mu'tezile'nin bu konudaki inkârını reddetmek olduğunu bundan
önceki bâbda zikretmiştik. Şimdi biz Buhârî'nin burada işaret ettiği âyetlerden
bâzılarının meallerini, delîlliklerinin iyice belirmesi için yazmağa
çalışalım:
"Şübhesiz
ki cehennem bir pusudur. Azgınların dönüp dolaşıp girecekleri bir yerdir.
Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar, orada ne bir serinlik, ne de
içilecek birşey tadacaklardır. Sâde bir kaynar su, bir de irin (içecekler, amellerine)
uygun bir ceza olarak. Çünkü onlar hiçbir hesâb ummuyorlardı" (en-Nebe':
21-27).
"Kitabı
sol eline verilmiş olana gelince, o da der ki: Âh keski benim kitabım
verilmeseydi. Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Âh keski o (ölüm hayâtıma)
kat t bir son verici olsaydı. Malım bana bir fayda vermedi. Saltanatım benden
ayrılıp mahvoldu. (Allah buyurur:) Tutun da onu bağlayın. Sonra onu o alevli
ateşe atın. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya
sokun. Çünkü o, o büyük Allah 'a inanmazdı. Yoksula yemek vermeye teşvik
etmezdi. Onun için bugün burada kendisine hiçbir yakın yoktur. Gıslin den başka
yiyecek de yoktur ki, onu hatâ edenlerden başkası yemez" ,(el-Hâkkaa:
25-37).
"Siz
de; Allah 'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şübhesiz ki cehennemin
odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Onlar eğer ma 'bûdlar olsalardı oraya
girmiyeceklerdi. Hepsi orada ebedî kalıcıdırlar. Orada hakları inim inim inlemektir
onların. Bunlar orada da duymayacaklardır" (el-Enbiyâ: 98-100).
"Şimdi
bana çakmakta olduğunuz ateşi söyleyin, onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa
yaratanlar biz miyiz? Biz onu hem bir ibret, hem çöl yolcularına bir faide
kıldık. O hâlde Rabb'ini o büyük adiyle tesbîh et" (el-Vâkıa: 71-74).
'
'(Meleklere şöyle denilir.) O zulmedenleri, onlara eş olanları, Allah 't bırakıp
tapmakta ısrar ettikleri şeyleri hep birarayı toplayın da cehennem yoluna
götürün. Onları habsedin. Çünkü onlar mes'üldürler" (es-Sâffât: 22-24).
"Böyle
(bir ni'mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Hakikat biz onu
zâlimler için bir fitne yaptık. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde çıkacaktır.
Ki, tomurcukları şeytânların başları gibidir. İşte hakikat onlar bundan
yiyecekler, bu suretle karınlarını bundan dolduracaklar. Sonra üzerine de onlar
için çok sıcak bir su ile karıştırılmış şarâb vardır. Sonra dönüp gidecekleri
yer, şübhesiz yine cehennemdir. Çünkü onlar atalarını sapkın kimseler
bulmuşlardı da, kendileri de onları izleri üzerinde koşturuyorlardı" (cs-Sâffât:
62-70).
"Gelecek
olan o günde Allah 'tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi
şakı (bedbaht), kimi de saîd(bahüyâr)dtr. Şakı olanlara gelince onlar
ateştedirler ki, orada çok fecî' bir nefes alıp vermeleri vardır onların.
Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalıcıdırlar. Rabblerinin dilediği başka.
Çünkü ftabb 'in ne dilerse hakkıyle onu yapandır. Mes 'üd olanlara gelince:
Onlar da cennettedirler, Rabblerinin dilediği (müddet) müstesna olmak üzere,
onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Bu bir lütuf ve ihsandır ki, kesilmesi
yoktur" (Hûd: 105-108).
"Sonra
arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine
uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır";
"...Mut-tekîleri o çok merhametli Allah 'in huzuruna suvâri elçiler gibi
toplayacağımız, günahkârları ise susuz olarak cehenneme süreceğimiz
gün..." (Meryem: 55, 85-86).
"Allah
'in âyetleri hakkında çekişmelere bir bakmadın mı, nasıl döndürülüyorlar?
Onlar, Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlardır.
Artık bilecekler, boyunlarında lâleler, zincirler bulunduğu zaman ki, onlar
sıcak suyun içinde sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar" (el-Mü'min:
69-72). ,
"O,
insanı bardak gibi kupkuru bir balçıktan yarattı. Canını da yalın bir ateşten
yarattı" (er-Rahmân: 14-15).
"Üzerinize
ateşten (dumansız) bir yalınla, bir duman salıverilecek. Öyle ki birbirinizi
kurtaramayacak, yardımlaşamayacaksınız" (er-Rahmân: 35).
"Ne
zaman oradan ızdıraptan dolayı çıkmak isterlerse yine içerisine iade olunurlar
ve: Tadın yangın azabını! (denilir)" (el-Hacc: 22).
"Fâsık
olanların barınacağı yer ise ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isterlerse
içerisine döndürülürler ve onlara: Tekzîb edegeldiğiniz o ateşin
azabını tadın!
denilir. Biz o en büyük azâbdan önce de onlara mutlakaa yakın azâbdan
tattıracağız. Tâ ki ric'at etsinler" (es-Secde: 20-21).
[83] Buhârî'nin burada naklettiği
tefsirlerin hepsi senedleriyle yerlerinde rivayet edilmiş ve kadîm müfessirler
tarafından zabtolunmuşlardır.
[84] Hadîsin başlığa uygunluğu
-Cehennemin kaynamasındandir" sözündedir
Buharı bu
hadisleri Namaz Kitabı; "Öğle namazının serinliğe bırakılması babı nda da
getirmişti.
[85] Başlığa uygunluğu "Ateş"
sözündedir. Çünkü bundan maksad cehennemdir. Maksad ateşin bizzat kendisi
değildir. Zira cehennemde hem ateş vardır, hem de zemherîr yânî şiddetli soğuk
vardır. İki zıdd bir yere gelmezler. Cehennem lâfzı bunların İkisini de ve
bunlardan başka azâb nevi'lerini de şâmil olur.
[86] Rasûlullah'ın humma hastalığını
soğuk su ile tedâvîyi emretmesi, Peygamber'-in tıbbı cümlesindendir. Zamanımız
tıbbının da umumiyetle kabul ve tatbîk ettiği bir tedâvî tarzıdır. Bu hastanın
başına ve vücûdunun bâzı yerlerine buz torbası ve serin şeyler koymak şeklinde
oluyor. Rasûlullah'ın kendi vefatı hastalığı olan hummaya karşı da soğuk su
kullanılmıştır.
[87] Buhârî bu hadîsi daha önce geçen
Melekler'le ilgili 7. bâbda da (40 rakamlı ha dîs) getirmişti. Burada da
değişik bir senedle başlîğa uygunluğundan dolayı getirmiştir. Çünkü Mâlik'ten
maksad, cehennemin hâzini yânî orada vazifeli olan melektir.
[88] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde
ateş yânî cehennem zikredilmesi yönünden-dir. Hadîste râvî Ebû Vâil târihî bir
vakıaya işaret etmiştir. Şöyle ki: Hz. Us-mân aleyhinde meydana gelen fitne
esnasında, Usmân'm sıkı dostu olan Usâme'ye, bu fitnenin Usmân'la konuşması
suretiyle giderilmesine çalışması teklîf edildiğinde Usâme, bu konuda hiç
çekinmeden gereken konuşmayı gizli gizli yapmakta olduğunu, böyle konuşmaların
zaruret olmadıkça gizli olmasının daha hayırlı olduğunu belirtmiştir.
Bu hadîsten
eğer gizlilik dâiresinde devlet adamlarına nasîhat mümkin olmazsa hakkının
zayi' edilmemesi için, hakk ve adalet gereği açıkça bildirilmesi hükmü alınır.
Çünkü sahîh bir hadîste: "Cihâdın efdal i, zâlim bir sultana karşı hakk
söz söylemektir" buyurulmuştur.
Buhârî,
hadîsin sonunda haber verdiği Gunder rivayetini Fitneler Kitabı'-' nda
senediyle getirmiştir.
[89] İblîs, gözle görülmeyen
varlıklardan olduğu için, âlimler onun mâhiyetini çeşitli yönlerden; adı,
soyadı, Arabça veya gayrı Arabça bir isim olduğu; yaratılışının aslı,
sınıfı... gibi yönlerden incelemişlerdir. Şârih Aynî bu yönleri birer birer
İnceleyip özetlemiştir. Bu arada Mâverdî'nin kendi Tefsîr'inde verdiği İblîs
ta'-rîfini de kaydetmiştir: îblîs, rûhânî bir şahıstır;
"Nuru's-Semûm"dan (isabet ettiği şeyi zehirleyen ateşten)
yaratılmıştır. O şeytânların babasıdır. Onlarda şehvetler terkîb edilmiş, yânî
hilkat mayası şehvetlerle yoğrulmuştur. Bu isim, hayırdan mahrûmluk ma'nâsına
olan "iblâs" masdanndan türemiştir (Umdetu'l-Kaari, VII, 270).
[90] Buhârî bu başlığın devamında
istidrâd olarak bâzı âyetlere İşaret etmiş, ve onlardaki bâzı kelimelerin
tefsîrlerini vermiştir. Bunlar rivayet tefsirlerinde ve hadîs şerhlerinde
senedli ve sahihlerine ulaştırılmış olarak zabtedilmiştir.
Buhâri'nin
işaret ettiği bıı âyetlerin meallerini buradaki sırasıyle yazalım:
' 'Hakikat
biz en yakın göğü bir zînetle; yıldızlarla süsledik. Onu her müte-merrid
şeytândan koruduk. Ki onlar Mele-i A 'lâ 'ya kulak verip dinleyemezler, her
yandan kovularak atılırlar. Onlar için (âhirette de) ardı arası kesilmez bir
azâb vardır" (es-Saffât: 6-9).
"Bunlar
Rabbi'nin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber diğer bir tanrı
edinme ki, sonra yerinmiş, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın" {el-İsrâ:
39).
"Onlar
O'nu (Allah'ı) bırakırlar da yalnız dişilere taparlar. (Böylece) o çok inatçı
bir şeytândan başkasına tapmış olmazlar. Allah onu rahmetinden kovdu. O da
(şöyle) dedi: Celâlin hakkı için kullarından bir nastb edineceğim, onları herhalde
saptıracağım, onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım, onlara kat 'îyyen
emredeceğim de davarların kulaklarını yaracaklar, onlara muhakkak emredeceğim
de Allah 'in yarattığını değiştirecekler. Kim Allah 'ı bırakarak şeytânı bir
yâr edinirse, şübhesiz açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüştür o'' (en-Nisâ:
117-119).
"Hatırla
ki biz meleklere: Âdem için secde edin! demiştik ve onlar da secde etmişlerdi
de İblîs etmemiş: Ben bir çamur hâlinde yarattığın kişiye secde eder miyim?
demişti. (Yine) dedi ki: Benden şerefli kıldığın bu (adam da) kim oluyormuş,
bana haber ver! Eğer beni kıyamet gününe kadar geciktirirsen, and olsun ki
onun zürriyetini, birazı müstesna olmak üzere muhakkak kendime bend ederim.
(Allah da:) Defol git! dedi, artık onlardan kim sana uyarsa şübhesiz ki
cehennem hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza. Onların içinden gücünün
yettiğini sesinle yerinden oynat, onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle
yaygara çıkar, mallarına, evlâdlanna ortak ol. Onlara va 'd et. Şeytân onlara
bir aldatıştan başka ne va 'd eder? Benim gerçek kullarım! Senin onlar
üzerinde hiçbir hâkimiyetin yoktur. Onlara vekil olarak Rabb'in yeter"119
(el-İsrâ: 61-65).
Rahman'in
zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytânı musallat ederiz. Artık bu onun
(ayrılmaz) bir arkadaşıdır" (ez-Zuhruf: 36).
[91] Hadîsin başlığa uygunluğu, sihrin
ancak şeytânın buna yardımı ile tamam olması yönündendir. Bu da şeytânın
çirkin sıfatlan cümlesindendir. Peygamber bir hadîsinde sihrin insanlık
fazîletinİ öldüren yedi büyük günâhtan birisi olduğunu bildirmiştir.
Hayber'deki zehirlenmesi sırasında zehirleyenler: Eğer sen yalancı isen koyunu
yer, ölürsün; biz de kurtuluruz. Eğer hakîkî peygamber isen sana bir zarar
erişmez, demişlerdi. Bu ve benzeri teşebbüsler gibi Peygamber'e sihir
çeşitlerinin de hiçbir zarar veremeyeceği isbât edilmiş oluyor.
"Beşer
Târihinde Sihir ve Sihirbaz"; Tecrîd Ter. VIII, 260-272'den okunabilir.
[92] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Bu hadîs Teheccüd'de de geçmişti. Bunda şeytânın insan ruhu ve bedeni
üzerindeki kötü etkileri en sâde bir şekilde anlatılmıştır
[93] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Buhârî bunu /Teheccüd Kitâbı'nda da getirmişti
[94] Başlığa delîHiği açıktır. Buhârî
bunu Nikâh'ta da getirecektir.
[95] Başlığa uygunluğu "O şeytânın
iki boynuzu arasından çıkar" sözündedir.
Buhârî bunu
Namaz Vakitleri'nde, Sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar namaz
bâbı'nda getirmişti.
Güneşin
hâcibi, doğma ve batma zamanında kursun ilk ve son gözüken kenarlarına
denildiği gibi, güneşin henüz ufkun altında iken cirminden evvel sabahleyin
gözüken ışıklarına da denilir.
[96] Başlığa uygunluğu "Çünkü o
ancak bir şeytândır" sözündedir. Namazı kesmeye çalışan böyle bir kimseye
şeytân denilmesi mecazdır. însân taifesinden İblîs ahlâkı ile sıfatlanan
kimselere mecazen şeytân denilmesi çok vâki'dir. Kur'ânda ^İnsân vecinn
şeytânları" (el-En'âm: 112) ta'bîri vardır. Bir ma'nâya görede onu bu kötü
fiile sevkeden ancak şeytândır demektir. Nitekim Müslim'de: “Şübhesiz karini,
yânı kendinden ayrılmayan şeytânı onunla beraberdir", şeklinde gelmiştir.
[97] Başlığa uygunluğu "İşte o,
şeytândır" sözündedir. Buhârî bunu Vekâlet Kitâ-bı'nda tam olarak
getirmişti.
[98] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu
hadîsi Müslim, îmân'da getirmiştir. Oradaki rivayetlerin birinde "Âmentü
billahi desin" şeklindedir
[99] Hadisin başlığa uygunluğu
"Şeytânlar zincire vurulur" sözündedir.
Hadîs, Oruç
Kitabı, "Ramazân yâhud Ramazân ayı denilir mi bâbı"nda geçmişti
[100] Başlığa uygunluğu "Onu hatırlayıp söylememi şeytândan başkası
unutturmadı" sözündedir. Hadîs burada kısaltılmış olarak verilmiştir. Bu
meşhur Mûsâ-Hızır hadîsi İlim Kitâbı'nda üç yerde ve daha başka yerlerde
geçmişti. Bu kıssanın büyük bir kısmı, hattâ bazen hadîstekini tamamlar şekilde
el-Kehf: 59-82. âyetlerinde de geçmektedir.
[101] Başlığa uygunluğu "Fitne buradadır, şeytânın boynuzunun doğacağı
yerdedir" sözündedir.
Peygamber,
İslâm devrinde meydana gelecek fitnelerin, musibetlerin men-şe'ini haber vermiş
ve doğu tarafına işaret ederek "Şeytânın boynuzunun doğduğu taraf"
buyurmuştur. Peygambpr'in vefatından sonra meydana gelen fitnelerin hepsi doğu
tarafından çıkmış bulunduğundan, bu haber Peygamber'-in mucizelerinden sayılır.
Bu haber belki bütün insanlığın başına gelecek büyük fitnelerin istikbâldeki
çıkış yerini de bildirmektedir... Şeytânın boynuzu ta'bîri Je temsildir.
[102] Başlığa uygunluğu "Çünkü şeytânlar o zaman dağılırlar" sözündedir.
Buradaki emirlerin hükmü nedir? dersen, derim ki: Bunların hepsi dünyevî
yararlan öğreten, irşâd eden mendûb emirlerdir. îcâb yânî vâcib kılma emirleri
değildir. Mü'minleriırbu emirleri yerine getirmeleri yakışır. Bunları yerine
getirenler, zararlardan selâmette olurlar.. (Aynî).
[103] Başlığa uygunluğu son cümlelerindedir. Bu hadîs daha geniş bîr metinle
İ'tikâf ta da geçmişti.
[104] Başlığa uygunluğu açıktır. Nevevî şöyle demiştir: "Bu, Allah'ın
dînini anlamayan ve pâk şerîatin nurları ile temizlenip aydınlanmayan kimsenin
sözüdür. Belki bu münafıklardan yâhud câhil bedevilerdendir" (Kastallânî).
Yânî bu
istiâzenin delillere mahsûs olduğunu sanan ve gazabın şeytân tarafından atılan
fitne ve fesâddan ileri geldiğini anlamayacak derecede câhil olan bir kimsenin
sözüdür...
[105] Bu hadîs, aynı bâbda bundan önce biraz değişik sened ve metinle geçmişti.
Hadîsin
sonunda verilen senedi bildirmenin fâidesi, Şu'bc'nin bu hadîs hakkında iki
üstadı olduğudur (Kastallânî).
[106] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu, Namaz Kitabı; "Esîr yâhud
borçluyu mescidde bağlama bâbı"nda bâzı farklarla geçmişti. Hadîsin devamı
şöyledir: "Sabah olunca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direklerinden
birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman ibn Davud'un: Ey Rabb Um,
beni mağfiret et. Bana öyle bir mülk ver ki, o, benden başka hiçbir kimseye
lâyık olmasın. Şübhesiz bütün murâdlan ihsan eden Sen 'sin Sen (Sâd-35) duasını
hatırladım da, onu köpek gibi kovdum".
[107] Bu da Namaz Kitâbı'nın sonlarında geçmişti.
[108] Allah onu ve annesi Meryem'i şu duâ bereketiyle korudu: "... Rabb'İm,
hakikat ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben
adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytândan Sana
sığındırırım, dedi" (Âlu İmrân: 35-36).
Bu ve bundan
sonraki hadîslerle başlık arasındaki uygunluk açıktır, ayrıca belirtmeğe hacet
yoktur.
[109] Buhârî bu hadîsi burada çok kısa getirdi. Huzeyfe ile Ammâr'ın fazlı
bâbı'nda, bundan daha bütün olarak getirmiştir
[110] Buhârî bu hadîsle, bundan önceki rivayette Ebu'd-Derdâ'nın sözünden
kasde-dİIenin Ammâr ibn Yâsir olduğunu beyân etmiştir. Bu Ammâr, İslâm olmakta
öne geçenlerden ve hakkında "Kalbi îmân üzere sabit ve mutma'in olduğu hâlde
zorlamaya uğratılanlar müstesna..." (en-Nahl: 106) âyeti inmiş olan
sahâbîdir.
[111] Buhârî bu ta'lîki, "Meleklerin zikri bâbi"nda, yine Âİşe'den
senedli olarak getirmişti.
[112] Buhârî bu esneme hadîsini Sahih 'inin birkaç kitabında değişik senedlerle
getirmiştir. Peygamber esnemeyi sevmediği için, onu şeytândandır buyurdu.
Çünkü esneme ancak beden ağırlığı, doluluğu, tenbelliğe ve uykuya meyli ile
birlikte meydana gelir... (Aynî).
[113] İbn İshâk'in yanında şu ziyâde vardır: Huzeyfe: Babamı öldürdünüz, dedi.
Onlar: Vallahi biz onu tanımadık, dediler ve doğru söylediler. Bunun üzerine
Huzeyfe: Allah sizlere mağfiret eylesin, dedi. Rasûlullah Yemân'ın diyetini
ona vermek istedi. Huzeyfe babasının kan bedelini müslümânlara sadaka yaptı.
Hu-zeyfe'nin bu fiili Rasûlullah katında Huzeyfe'nin hayrım artırdı. Buhârî bu
hadîsi Mağâzî'de ve Diyetler'de de getirmiştir. Baba oğul bu iki sahâbînin hal
tercemeleri kısaca şöyledir: Huzeyfe (R) Yemân lakabiyle şöhret bulan Hısl veya
Huseyl İbn Câbir el-Absî'nin oğludur. Her ikisi de büyük sahâbîlerdendir. Hısl
ibn Câbir nasılsa bir aralık birini öldürmüş olduğundan memleketinden kaçıp
Medine'ye sığınmış ve Evsîler'den Abdu'i-Eşhel oğullan himayesine girmiş ve
onlara yemînli dost olmuştur. Evs ile Hazrec, aslında Yemen'den gelme
olduklarından Yemâ-nî'dirler. İşte Hısl bu Yemânîlere katıldığı için kavmi
tarafından kendisine "Yemân" lakabı verilmiştir. Baba oğul kıdemli müslümânlardan
oldukları hâlde Bedir gazasına katılamamışlardır. Oraya giderlerken yolda
Kureyş müşriklerinin eline düşmüşlerdir. Müşrikler: Siz Muhammed'in yanına
gidiyorsunuz, diye kendilerine ilişmek istemişlerse de onlar inkâr
ettiklerinden, Medîne'ye gidecek lerine ve Rasûİullah ile birlikte harbe
girmeyeceklerine Allah adına yemîn ederek ahd ve peymân vermedikçe yakayı
kurtaranı amışiardır. Kurtulduktan sonra Peygamber'in yanına gelerek keyfiyeti
arzetmişler. Peygamber onlara: "Burada durmayın, Medine'ye gidin"
emrini verdiği için, o muharebede bulunamamışlardır.
Uhud
gazasında Rasûİullah Hısl ile Abdu'l-Eşhel oğullan'ndan Sabit ibn Vakş'ı
-yaşlan İlerlemiş olduğu için- Medine'nin kârgir ve metîn binalarına kadınlar
ve çocuklarla birlikte saklamıştı. Orada iken müslümânların bozgun haberi
gelmesi üzerine biri diğerine: "Biz bugün değilse yarın çukura gireceğiz.
Burada öleceğimize harb meydanında şehâdet kazansak" demiş. Bu söz üzerine
de her iki İhtiyar kılıçlarını sıyırarak müslümân mücâhidlere katılmışlar. Sabit
ibn Vakş -kardeşi Rifâa ibn Vakş gibi- müşriklerin kılıçlarıyla şehîd olmuşlar.
Hısl ibn Câbir'e gelince: Müslümanlar kendisini müşriklerden biri zannıyle
-hatıra öyle geliyor ki, başlangıçta muhâriblerden olmadığı için o günkü şiân
yânî parolayı bellemeden harbe girmiş olması hatâya sebeb olmuştur- yalın
kılıç başına üşüşmüşler ve babasının uğradığı tehlikeyi görüp yanma koşan
Huzeyfe, hadîste de belirtildiği gibi: "Aman! Ne yapıyorsunuz?" O
babamdır, o babamdır!" deyinceye kadar işini bitirmişler, Huzeyfe bu hatâ
katline karşı yalnız: "Yağfi-rullâhu lekum ve huve erhamu'r-rahimin"
(Yûsuf: 92) demekle yetinmiş ve Peygamber tarafından ödenen diyeti bile
müslümânlara sadaka etmek cömertliğini göstermiştir.
Huzeyfe
Emîru'l-Mü'minîn Umer ibnu'l-Hattâb tarafından Selmân Fârisî'den sonra Medâini
Kisrâ valiliğine ta'yîn olunup, ömrünün sonuna kadar o hizmette kalmıştır.
Ölümü Hz. Usmân'ın katlinden ve Emîru'l-Mü'minîn Alî'ye bey'attan kırk gün
sonradır. Huzeyfetu'bnu'l-Yemân, Rasülullah'ın sırlarının mahremi olup,
münafıkların hâllerini ve ileride meydana gelecek fitnelerin tafsillerini en
çok bilen zât idi. "Kıyamet gününe kadar olmuş, olacak şeyleri Rasûİullah
bana söyledi" der imiş. Umer, Medine'de cenaze olsa Huzeyfe'yi gözetler,
onu cemâat arasında görmezse ölünün münafık olmasından şübhe ederek namazını
kılmazmış. Tirmizî'de Huzeyfe'den gelen rivayete göre, Rasûlul-lah'a: "Yâ
Rasûlallah, birini halîfe etsen!" denilmiş. "Eğer ben bir halîfe nasb
edersem, siz de ona itaat etmezseniz azaba uğrarsınız- Lâkin size Huzeyfe ne
söylerse, sözüne inanız. Abdullah ibn Mes'ûd da Kur'ân'ı nasıl okutursa öylece
okuyunuz" buyurmuştur (Tecrîd Ter., II, 383-384).
[114] Şu ma'nâca ki, musallîsağa sola dönerse, dönme ânında kendisine şeytân
zafer bulup ibâdetten meşgul eder. Fiillerinde kâh (unutma) sehv, kâh yanılma
vâki' olur. Çünkü kasdedilen şeyin gayrı ile meşgul olmuştur ve kalbi hâzır
değildir. Bu fiil, razı olunmamış olduğu için şeytâna nisbet edilmiştir.
Tayyîbî dedi ki: Bu kelâmın ma'nâsı şudur: Musallî sağa sola bakınca huşû'u
gider. Huşû'un gitmesine istiare yoluyla şeytânın ihtilası {yânî kapıp alması)
denilip, o fiilin çirkinlik derecesi tasvir buyurulmuştur.
Bu hadîs
Namaz Kitâbı'nda, "Namazda sağa sola bakmak bâbı"nda da geçmişti.
[115] Buhârî bu hadîsi burada iki yoldan getirmiştir: Biri Ebu'l-Mugîre yolu,
ikincisi Süleyman ibn Abdirrahmân... yolu. Buhârî bunu keza Ta'bîr'de,
en-Nesâî, el-Yevm ve'1-Leyle'de getirmiştir.
[116] Buhârî bunu böyle Duâlar'da; Müslim de Dualar Kitâbı'nda getirmiştir.
[117] Bu hadîste ve kardeşlerinde büyük birşey (bir ilim) vardır: Çünkü Yüce
Allah, Rasülü'ne ma'nâların garîblerini tahsîs etmiş ve O'na eşyanın
hakikatlerinden öyle şeyler açmıştır ki, onları beyân etmeye aklın kudreti kısa
kalır ve onları idrâkten aklın gözü yorulur.
Bu hadîsin
zahiri, şeytânın genizde gecelemesinin her uyuyan için hâsıl olmasını
gerektirir. Bir de bunun Kursî Âyeti hadîsinde olduğu gibi zikirden herhangi
bir duâ ile şeytânın şerrinden korunmayan kimselere mahsûs olması muhtemel
olur (Kastallânî).
[118] Yânî cinnlerin varlığını beyân ve cinnlerin hayır ile sevaba nail ve şerr
ile de ikaa-ba uğrayacaklarının zikri babı. îslâm âlimleri cirmi birçok
yönlerden: cinnin varlığı; cinnin yaratılış başlangıcı; neden yaratıldığı;
cinnler cisim midir, mü-cerred cevher midir; cinnin nevİ'leri, niçin cinn
denildiği; yerler içerler mi ve aralarında nikâhlaşma ve doğurma var mıdır;
mükellef midirler ve haklarında teklife dayanan sevâb ve ikaab, mükâfat ve
mücâzât var mıdır; sâlih ve fâsıkla-rı var mıdır; muhtelif suretlere girmeleri
var mıdır; yönlerinden incelemişlerdir.
İns
mukaabili olarak zikrolunan cinn, lâtîf cisim makûlesinden olduğundan, ona âid
olan bahis böyle birçok şu'belere ayrılarak gayet şümullü bir surette
incelenmiş ve cinnin varlığı hususu müstesna olmak üzere, bu konuların hepsi
âlimler arasında birer ihtilâf yeri olmuştur. Buhârî sarihleri ve bilhassa
şârih Aynî, bu ihtilâfları delilleri ile beraber nakletmiştir: Umdetu'l-Kaarî,
VII, 285-290.
Ebû'l-Abbâs
ibn Teymiyye şöyle demiştir: "Bütün İslâm fırkalanyle şâir milletlere ve
kâfirlere mensûb zümreler cinnin varlığında ihtilâf etmemişlerdir. Vakıa
İslâm-zümreleri arasında Cehmiyye ve Mu'tezile gibi cinnİ inkâr edenîer
bulunduğu gibi, diğer ümmetler ve kâfirler arasında da İnkâr edenler vardır.
Fakat milletlerin cumhuru bunu kabul ve i'tirâf etmişlerdir. Çünkü peygamberlerin
cinnin varlığına dâir haberleri insana zarurî ilim ifâde edecek derecede
mütevâtirdir" {Umdetu'l-Kaarî, VII, 285).
[119] Bu âyet, peygamberlerin hem "cinnleri, hem de insanları inzâr edip,
ikaabdan sakındırdıklarına ve onların işledikleri hayır işlerinin çeşitli
dereceleri bulunması da sevaba delâlet etmektedir.
Buhârî bu
başlıkta şu âyetlere ve tefsirlerine de işaret etmiştir: "Doğrusu biz o
hidâyetti (Kur'ân'ı) dinleyince ona îmân ettik. Kim de Rabb 7-ne îmân ederse, o
ne bir ücret eksikliğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağm dan korkar. Gerçek
kimimiz müslümânlar, kimimiz ise zulmedenlerdir..." (el-Cinn: 13-14).
"Bir de
O'nunla cinnler arasında bir hısımlık uydurdular. And olsun ki biz-zât cinnler
dahî onların behemahal (cehenneme) zorla getirileceklerini pek iyi
bilmişlerdir''1 (es-Sâffât: 158).
"Onlar
Allah'ı bırakıp, kendileri yardım edilecekler ümidiyle ma'bûdlar edindiler. Ki
bunlar onlara asla yardım edemezler. (Bil'akis) kendileri bunlar için
hazırlanmış bir sürü avenedir" (Yâsîn: 74-75).
Elmahlı
Muhammed Hamdı Yazır, Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsirinde Cinn Sûresi'nin başında
doğu, batı ilim âleminde bu mes'ele hakkında gelen nasslar-la ileri sürülen
fikirleri ve görüşleri naklederek çok kıymetli bilgiler toplamıştır: (VII,
5382-5395).
[120] Bu hadîs cinnin müezzin hakkında şehâdetleri sabit olduktan sonra, meleklerin
de şehâdeti evleviyet yoluyla sabit demektir. Zîrâ "Cinn" lugât
yönünden göze görünmeyen mevcûd olduğuna göre, medlulüne melâike de girer...
Bu hadîs
Ezan Kitabı, "Ezân'da sesi yükseltmek bâbı"nda da geçti.
[121] Yemen'deki Nusaybîn cinnleri yedi yâhud dokuz kişi idi. Rasûlullah bir
Tâif seferinde en-Nahl vadisinde sabân namazı kıldırıyordu. İşte o sırada bu
cinnler Kur'ân'i işitmiş, kavimlerine gitmiş ve âyetteki sözleri
söylemişlerdir. İmâm Ebû Hanîfe: Bu âyete göre mü'min cinnler için sâdece
cehennemden selâmet vardır, sevâb yoktur, demiştir. İmâm Mâlik, İbn Ebî Leylâ,
Ebû Yûsuf, Muhammed ise onlara da sevâb ve ikaabm terettüb edeceğini; Dahhâk da
er-Rahmân: 56 âyeti gereğince cennete gireceklerini söylemişlerdir (Beydâvî,
Medârik)
[122] Hepsinin hükmü, tasarrufu, idaresi O'ndadır (Beydâvî).
[123] Âyetin tamâmı şöyledir: "Onlar üstlerinde kanatlarım açarak kapayarak
uçan kuşları da görmediler mi? Bunları o rahmeti herşeyi kaplayan Allah 'tan
başkası tutmuyor. Şübhesiz ki O herşeyi hakkıyle görendir".
[124] Buhârî'nin bu hadîsi cinn bahsinde getirmesi, çok zehirli ve arkası iki
çizgili olan azılı yılanla engerek yılanı suretine cinnin temessül etmemesi, ev
yılanları suretine temessül etmesi i'tibâriyledir. Ve bu i'tibârla öldürülmesi
nehyedilmiştir. Fakat Müslim'in, yine Ebû Saîd Hudrî'den bir rivayetinde:
"Evlerinizde uzun ömürlü ev yılanları gördüğünüzde üç defa kovunuz.'
Kaybolursa ne a'lâ; yoksa öldürünüz" buyrulmuştur. Bâzı âlimler de evde
görülen yılanların öldürülme-mesi şehir evlerine mahsûstur; köy evlerinde
öldürülür, demişlerdir
[125] Hadîsin burada verilen tarîklerini İmâm Müslim, Ahmed ibn Hanbel ve
Bagâ-vî, Peygamber'e ulaştırılmış olarak rivayet etmişlerdir.
[126] Bu başlık, gelecek hadîsin bir parçasıdır. Böyle olunca hadîsin başlığa
uygunluğu ve münâsebeti açıktır.
[127] İbn Mâce'nin rivayetinde Peygamber (S), Ümmü Hâni'ye: "Koyun edin!
Çünkü o hayvanda bereket vardır" buyurmuştur.
Hadîsteki
"Küfrün başı doğudadır" buyurulması hakkında ibn Hacer şöyle
demiştir: Bu, Mecûsîler'in küfr ve şirkinin şiddetine işarettir. Çünkü İran
diyarı ve Iraklılar'a tâbi' olan Arablar, hep Medîne'nin doğusunda
bulunuyorlardı. O târîhte Farslılar dünyânın en kudretli, en mütekebbir bir
milleti idiler; o derecede ki, onların şehinşâhlan Rasûlullah'm mektubunu
yırtmak küstahlığında bulunmuş ve o târîhte İslâm'ın siyâsî hayâtına karşı
fitne kapısı doğuda açılarak, İslâm eliyle söndürülünceye kadar devam edip
durmuştur {Feîhu'l-Bârî, VI, 160).
[128] "îmân Yemenli'dir" cümlesi, îmân Yemen müslümânlarmın
vicdanlarında yaşayan bir kanâattir, demektir. îmânın husûsî surette
Yemenliler'e nisbet edilmesi, Yemen ahâlîsinin Rasûlullah'm da'vetine
tereddüdsüz icabet etmiş olmalarındandır.
Bâzı âlimler
de "îmân Yemenli'dir" cümlesini zahiri üzere almayarak, Ye-men'le
murâd Mekke'dir; çünkü Mekke, Tihâme'dendir; Tihâme de Yemen kıt'-asmdan
sayılmıştır, demişlerdir. Bâzıları da Mekke ile Medîne'dir. Çünkü îslâm nuru
Mekke'de doğdu, Medîne'de yayıldı, demişlerdir. Bunlara göre Rasûlullah bu
sözünü Tebûk'te söylemiştir. Ve Mekke ile Medîne'ye işaret etmiştir. Mekke ile
Medîne, Tebûk ile Yemen arasında bulunduğu için, Tebûk'ten Yemen'e işaret
edilerek mecazen Yemen nahiyelerinden sayılan Mekke, Medîne murâd olabilir
(Umdetu'l-KaarV den özetlenmiştir).
[129] Kaadı Iyâd: Dualarımızı horoz öterken yapmamızın emredilmiş olması, meleklerin
yapılan duaya âmin demelerini ve duacı mü'min hakkında şehâdet ve is-tigfâr
etmelerini ve bu suretle dualarımızın kabul edilmelerini te'mîn içindir.
Sa'lebî'nin rivayetinde Peygamber (S): "Üç sese Allah mahabbet eder: Horoz
sesi, Kur'ân okuyan kişinin sesi, bir de seher vakti Allah 'a istiğfar
edenlerin sesi" buyurmuştur.
Horozun
diğer hayvanlarda bulunmayan bir özelliği vardır ki, o da gecelerde muntazam
aralıklarla ötmesi, kronometre gibi hiç şaşmamasidır. Dâvûdî şöyle demiştir:
Horozda, bu hayvandan öğrenilmeğe değer beş şey vardır: Güzel ses, seher vakti
erken kalkmak, cömertlik, cinsî kıskançlık, aile bereketi.
Horozun
sesinin güzelliği yanında eşek sesi de o derece çirkindir; Allah'a sığınmaya
lâyıktır...
[130] Bu hadîs küçük farkla 11. bâbda 87 rakamı ile geçmişti.
[131] Mesh, günahkâr bir kavmin Allah tarafından toptan maymun, domuz gibi bir
hayvan cinsine çevrilmesidir ki, eski ümmetlerde vâki' olmuştur. Hadîste haber
verilen de onlardan birisidir. "Fare deve sütü içmez de koyun sütü
içer" fıkrası, İsrâîl oğulları'ndan olan o kavmin fareye çevrildiğinin
delilidir. Şöyle ki: Devenin eti, sütü İsrâîl oğullan'na Allah tarafından
haram kılınmıştı. Onlar deve sütü içmezlerdi. Farenin de içmemesi, onları bir
yerde toplayan nokta oluyor. Ve bundan dolayı Peygamber bir ihtimâl olarak;
"Sanmam ki o ümmet fareden başka bir hayvana çevrilsin...!"
demiştir. Ka'bu'İ-Ahbâr aslında Yahûdî âlimlerinden idi. Bu cihetle Ebû Hureyre
ona: Ben Tevrat okumuyorum; Peygamber'den işittiğimi söylüyorum, diye ta'rîz
etmiştir.
Müslim'in
Ebû Saîd Hudrî'den rivayet ettiği bir hadîste Rasûlullah'm yanında geçmiş
ümmetlerden maymun ve domuz suretine çevrilenler zikrolunmuş, Peygamber:
"Allah meshedilen ümmet için çoluk, çocuk, soy sop bırakmamıştır"
buyurmuştur. Bu rivayetle Ebû Hureyre hadîsi arasında zıdhk vardır. Ebû Hureyre
hadîsi mesh olunanların aynen devam ve tenasülünü ifâde ettiği hâlde, Ebû Saîd
hadîsi nesillerinin devam etmediğini bildiriyor. Bu yüzden âlimler arasında
görüş ayrılıkları vardır. Zeccâc Ebû İshâk ile İbnu'l-Arabî, bugün mevcûd olan
maymunların, meshedilen ümmetin neslinden olduklarını iddia etmişlerdir. Cumhur
ise Ebû Saîd hadîsiyle amel ederek, inkırazını kabul ve iki rivayeti şöyle
cem' etmişlerdir: Rasûlullah evvelâ mesh olunan ümmetleri aynen devam eder
sanarak, farenin meshedilen ümmetin aynen devam eden nesli olduğunu haber
-vermiştir. Hadîsin metni bu zanm açıkça ifâde etmektedir. Sonra Rasülullah'a,
meshedilenin neslinin devam etmediği vahyedilmiştir...
[132] Bu iki hadîs Hacc Kitabı, "Harem'de öldürülecek hayvanlar
bâbi"nda da geçmişti
[133] Aynî şöyle dedi: Eğer bu hadîs yakında (105 rakamiyle) bunların iki ayrı
sınıf olduklarına işaret ederek vâv harfi ile "İki çizgiliyi ve kuyruksuz
engerek yılanım Öldürünüz" diye geçti; bu hadîs ise vâv'siz olup bunun
bir tek sınıf olduğuna delâlet etti dersen, ben de derim ki: el-Kirmânî şöyle
dedi: Vâv, iki zât arasını değil, iki vasf arasını cem' İçindir. Buna göre onun
ma'nâsı: "Ebterlik vasi ile iki çizgili olma arasını toplayıcı olan yılan
öldürün" demektir. "Ben kerîm adama ve mübarek hanesine uğradım"
sözlerinde olduğu gibi. Keza iki sıfattan biriyle sıfatlananm öldürülrhe emri
ile bunların her İkisiyle beraberce sıfatlananm öldürülme emri arasında zıdlık
yoktur. Çünkü bu iki sıfat onda bazen birleşir, bazen ayrılırlar
(Umdetu't-Kaarî, VII, 298).
[134] Bu bâb başlığı gelecek hadîsin bir parçasıdır, böyle olunca başlık ile
hadîs arasında uygunluk vardır. Fakat bu bâb ile hadîslerinin bu kitâb ile
uygunluğunda müşkillik vardır.
[135] Buhârîbu hadîsi Hacc Kitâbı'nda, "Harem'de öldürülecek hayvanlar
bâbı"nda bâzı küçük farklarla getirmişti. Buhârî burada hadîsin birkaç
geliş yolunu da alt alta sıralayarak göstermiştir.
[136] Buradaki Abdullah ibn Umer ve Ebû Hureyre hadîsleri de Şirb Kitâbı'nda geçmişti.
Ebû Hureyre'ninkini Müslim de getirmiştir
[137] Bu karınca yuvasını yakan peygamberin kıssası da küçük bir farkla Cihâd
Kİtâ-bı, "Müşrik, müslümâm yaktığı zaman bâbı"nda geçmişti.
[138] Başlık, gelecek hadîsin hemen hemen aynı olduğu İçin, uygunluk tamdır.
[139] Mısırlı Mahmûd Kemâl ve Muhammed Abdülmü'min Hüseyin adlarındaki iki
doktorun bu Sinek Hadîsi hakkında bir araştırma yazılan vardır. Bu araştırma
yazısını da içine alan bir tedkîk yazısının sonuç kısmını özetle nakledelim:
"Hulâsa: Bütün bu izahlardan anlaşılır ki:
1. Sinek
pisliklere konar, ayaklanyle hastalık yapan mikroplar taşır.
2. Ondan
sonra gelir yiyecek ve içeceklere konar, ayağındaki mikroplar bu yiyeceklere ve
içeceklere bulaşır.
3. Yiyecek
ve içeceklere konan sinek, bunların içine iyice daldırılmadan atılırsa,
sineğin konduğu yerde mikroplar kalır. Bunları yiyen veya içen kimse, bilmeyerek
kendi vücûduna bu mikropları geçirmiş olur.
4. Fakat sinek
daldırılırsa ne olur? Sinek daldırılırsa bu daldırma harekeli, sineğin
vücûdunda bulunan mantar hücresine basınç yapar. İçindeki tohumları ve sıvıyı
sıkıştırır. Bu sıkışma neticesinde.hücre patlar, hücre içinden mikropları
öldüren enzimler çıkar. Bunlar sineğin taşıdığı mikroplara saldırır, onları
öldürür. Bu suretle yiyecek veya içecekler, hastalık yapan mikroplardan temizlenmiş
olur.
5. Bilginler
yiyecek ve içeceklere konan sineğin karnından, taşıdığı hastalığın devasının
çıkması için daldırılmasını emreden Peygamber hadîsini bu suretle tefsir,
etmiş oluyorlar. Bundan anlaşılıyor ki, modern ilim, Peygamber (S)'in haber
verdiğini doğrulamıştır. (Sa'deddîn Raslan; Çev. Süleyman Ateş; "Allah'ın
Rasûlü'nün Sözlerinde Tıbbî İ'câz", Hakses Mecmuası, Mayıs 1966, sayı:
17, s. 4-6).
[140] Bu hadîste Yüce Allah'ın kendinSen-bir ihsan olarak küçük bir amel
karşılığında büyük günâhtan geçip affeylemesi vardır. Buhârî bunun bir
benzerini Tahâ-ret'te ve Şirb'de de getirmişti
[141] Bu hadîs aynı kitabın 7. babında da geçmişti.
[142] Bu hadîsi Müslim, Buyu' Kitâbı'nda getirmiştir
[143] Bu hadîsle ondan sonraki, Ekincilik Kitabı, "Ekin için köpek edinme
bâbi"nda geçmişti.
[144] Bu rivayette hadîs usûlü noktasından şu özellikler vardır:
a. Bu
rivayetin, râvîlerin işitmesine dayanması,
b. İlk
râvînin rivayetini yemîn ile te'yîd etmiş bulunması,
c. Sahâbînin
sahâbîden rivayet etmiş olmasıdır ki, Sâib ibn Yezîd'in Şenûe Kabîlesi'nden
olan Sufyân ibn Ebî Zuheyr'den rivayetidir. Bunların ikisi de sa-hâbîdir. Sâib
küçük sahâbîlerdendir, onun babası da sahâbîdir. .