HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
En Büyük Nimet
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz inanan bütün insanlara Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetidir. Tabii ki bilen için...
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun ki, Allah müminlere kendi içlerinden bir PEYGAMBER göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i imrân: 164)
Bu lütuf gerçekten lütufların en büyüklerinden birisidir. Onu göndermeseydi, emir ve yasaklarını bize duyurmasaydı, sapıklık çukurlarında kalırdık, hidayetten mahrum, ebedî bir azaba düçar olurduk. Allah-u Teâlâ’nın onu göndermesi insanlık âlemine en büyük lütuflarından birisidir. İman edenler kurtulacak, iman etmeyen kurtulamayacaktır.
Sûrî ve mânevî, zâhiri ve bâtınî, ilmî ve amelî, dünyevî ve uhrevî bütün üstünlüklerin ve yüceliklerin hepsi onda toplanmıştır.
İnsan haysiyetini, şeref ve itibarını zedeleyecek maddî ve mânevî her türlü çirkinliklerden, ahlâkî kötülüklerden; kararan ruhları, taşlaşmış kalpleri küfrün ve şirkin bütün kirlerinden arındırıp temizlemiştir.
Ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyacak, sizi tezkiye edecek temizleyecek, size kitap ve hikmeti öğretecek, bilmediklerinizi size öğretecek bir PEYGAMBER gönderdik.” (Bakara: 151)
“Muhammed Aleyhisselâm insanlığa ne getirdi?” diye sorulacak olursa, bu Âyet-i kerime’yi okumak kâfidir.
Bu şanlı Peygamber onları her türlü pisliklerden, mânevî kirlerden, çirkin işlerden ve şirkten temizlemiş, nefislerini arındırıp yüceltmiş, karanlıklardan aydınlığa çıkartmıştır.
Onun ümmetinden olmayanlar, anlatılan devlete eremezler.
Ona tâbi olup yolunda bulunanlar, Allah-u Teâlâ’nın zâtî tecellîsine kavuşurlar. İzinde ilerlemekle, bütün mertebelerin üstünde bulunan kulluk makamına ulaşırlar.
Onlar onu buldular, Hakk’ı buldular. Hakk’ı bulan ebedî saâdete erişir. Dünyada Hakk ile yaşar, kabirde O’nunla olur, mahşerde O’nunla olur, Cennet-i âlâ’da da O’nunla olur.
Bu güzide peygamber, Allah-u Teâlâ’nın beşeriyete en büyük nimetidir:
“Çünkü onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini tertemiz yapıp arıtan, kitap ve hikmeti öğreten kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir.
Halbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i imrân: 164)
İşte Allah-u Teâlâ bu nur sayesinde onları karanlıktan aydınlığa çıkardı. Hidayet nuruna kavuşturdu ve sapıklıktan kurtardı. Bundan büyük nimet ve lütuf olur mu? Allah-u Teâlâ insanların ebedî azaptan kurtulmasına, ebedî saâdete ermesine onu vasıta kıldı.
O bir hidayet nurudur. Allah’a varan hedefe onun yolundan gidilir, hakikatin köprüsüdür. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.
Ebedî âleme teşrif buyurduktan sonra, nübüvvet ve risâlet nurları kıyamete kadar devam edecek; insanlar o nurla nurlanıp, o nurla hidayete ereceklerdir.
İnsanlar için en büyük bahtiyarlık, en yüksek mertebe ve en büyük meziyet, emsali görülmemiş ve bir daha da görülmeyecek olan Peygamber Aleyhisselâm’ın yolunda yürümek, yüce ahlâkını tatbik edebilmektir.
Yaptıklarını yapanlar, gösterdiği yoldan gidenler, dünyada saâdete ahirette ise selâmete kavuşacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Bu Peygamber’e inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete erenlerdir.” (A’râf: 157)
Allah-u Teâlâ Peygamber’ine tâzimde bulunulmasını, tebcil olunmasını, değer verilmesini ve yüceltilmesini emretmektedir.
“(Ey insanlar!) Allah’a ve Peygamber’ine inanasınız, ona yardım edesiniz, onu büyük tanıyıp saygı gösteresiniz.” (Fetih: 9)
İmanın muktezası, Allah-u Teâlâ’nın ve Peygamber’inin huzurunda edeplere riayet etmek ve onu gücendirmekten son derece sakınmaktır.
Resulullah Aleyhisselâm’a hâl-i hayatında ne kadar tâzim lâzımsa, vefatından sonra da o kadar tâzim lâzımdır. Her hâl ve ahvâlde hürmet vecibesini korumak gerekir.
Yüce Vasıflar:
O ki yaratılmışların en hayırlısıdır. Allah-u Teâlâ’nın Habib-i Ekrem’i, dostu, arşının nuru, vahyinin eminidir. Ziynetlendirdiği, şereflendirdiği, keremlendirdiği, büyük kıldığı, ilm-i ezelîsini tâlim buyurduğu temiz kuludur.
Allah-u Teâlâ onu peygamberlerin efendisi ve sonuncusu, takvâ sahiplerinin önderi, günahkârların şefaatçisi ve âlemlerin rahmeti yapmıştır.
O ki iman hakikatlerinin menbâı, Rahmânî sırların iniş yeri, Rabbânî memleketin mahrem-i esrârı, bütün peygamberlerin ahd ve misaklarının vasıtası, Livâ-i izzet’in sahibi, ezel sırlarının müşâhidi, Kelâm-ı kadîm’in tercümanı, ilim ve hikmetin kaynağı, dünya ve ukbâ ehlinin cesetlerinin ruhudur.
Resulullah Aleyhisselâm’ın, başkasında bulunmayan, eşi benzeri olmayan yüce değerleri vardır:
İlk defa onun için kabir yarılacak ve o binitli olarak mahşere gelecektir. Mahşer divanının en büyüğü odur.
Âdem Aleyhisselâm’ın ve ondan sonra gelenlerin altında toplandıkları sancak onun sancağıdır.
Durak yerinde ziyaretçileri en çok olan havuz onun havuzudur.
En yüce ve en büyük şefaat Allah katında onun şefaatidir.
Ümmeti arasında hüküm veren ilk peygamber odur.
Bütün müminler cennete onun şefaati sayesinde gireceklerdir.
Cennete ilk giren odur.
Onun ümmeti cennete diğer ümmetlerden önce gireceklerdir.
Cennetteki makamların en yücesi olan “Vesile”nin sahibi odur.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın senin üzerindeki lütuf ve nimeti çok büyüktür.” (Nisâ: 113)
Üstünlüklerin en üstünü Hazret-i Allah’ın dostu olmasıdır.
Bir yaratılmış ki yaratan ona âşık olmuş.
Azîz Peygamber:
Allah-u Teâlâ onu her şeyden azîz, kadrini yüce kılmış, herkese ve herşeye tercih etmiştir. Canlardan da cananlardan da azîzdir. Yaratılmışlar arasında naziri ve benzeri yoktur. Yaratılan hiçbir şeyle, hiçbir kimse ile ne ölçülür, ne de eşit tutulur. Yüce makamında tektir.
“Andolsun, içinizden size öyle azîz bir Peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müminlere çok şefkatli çok merhametlidir.” (Tevbe: 128)
Onu yaratan ona Azîz buyurduğu gibi, yine kendisine mahsus olan Raûf ve Rahîm isimlerini ona da atfetti. Onu yüceltmek için kendi isminden pay ayırdı.
Bu ism-i şerif’leri ona vermek demek; Allah-u Teâlâ’nın varlığı onda tecellî etti demektir.
Meselâ bir insan yakasına bir rozet takar. Bunun mânâsı: “Ben buraya âitim.” demektir. Allah-u Teâlâ ona rozetini takmış, kendi ism-i şerif’lerini lâyık görmüş. Bu ise kuvve-i beşerin takati haricinde bir lütuftur. Mahlûk olan insanın aklı ve ilmi buraya girmez.
“Raûf”; bütün müminlere karşı gayet ince bir şefkati ve derin bir merhameti olan, rahmeti çok engin, affetmeyi seven demektir. O bizâtihi bu ism-i şerif’in mazharıdır.
“Rahîm” insanların tevbe ederek doğru yolu bulmalarını çok arzu eden, çok şefkatli, çok merhametli demektir. Bu ism-i şerifin de bizâtihi mazharıdır.
Bu fazilete peygamberlerinden hiçbirisi mazhar olmamıştır.
“Şol ki, meddahı onun Allah ola,
Var kıyas eyle ki, ol ne şâh ola.”
O her zaman ve mekânda Azîz’dir. Allah katındaki şeref ve faziletinin yüksekliğine hudut yoktur. Mertebe ve kemâli her an yükselmektedir.
Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren kendi zamanına gelinceye kadar mevcûdâtın en şereflisi olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar da mahlûkâtın en faziletlisidir.
Mübarek vücutları ahirete intikal etmekle, nurlarına aslâ bir noksanlık ârız olmaz. Rûhâniyeti ve nurâniyeti kıyamete kadar bâki kalacak, insanlar o nur sebebi ile hidayete ereceklerdir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Biliniz ki Resulullah aranızdadır.” (Hucûrât: 7)
Bu husus ehlince mâlumdur.
Dünyada gözü ile görme şerefine nâil olanlar olsun, gözü ile görmediği halde sonraki asırlarda ona iman edenler olsun, onun bir nur olduğunu bilirler ise de, o nurun mahiyetini ve hakikatini anlamalarına imkân yoktur. Beşer idraki buna müsait değildir. Anlamaya çalışmak, bir fincanla denizi ölçmeye benzer.
Onun hakikati, büyüklük ve azameti ancak kıyamet günü belli olacak, herkesçe bilinip anlaşılabilecektir. Dünyada zâhir olmuş olsaydı, ona iman etmek zaruri olurdu. Halbuki makbul olan iman, gayba olan imandır.
Âlemlere Rahmet:
Bütün paygamberlerin en güzelidir. Onların güzellikleri o Nur’un güzelliğinden iktibas edilmiştir.
Diğer peygamberlerin pak ruhları onun nurundan yaratıldıkları için, sadece gönderildikleri topluluklara rahmet oldular. O ise aynıyle rahmettir.
“Resul’üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ: 107)
İlâhî fermanının mazharı olmuştur.
Bu Âyet-i kerime ile Zât-ı şerif’i müstesnâ bir mahiyet kazanmıştır. Varlığı bütün varlıklar için en büyük rahmettir. Rahmet-i ilâhî’nin tecessüm etmiş bir tecellîsidir. Hazret-i Allah’ın bütün âlemleri bir kimsede toplaması elbette mümkündür.
Bu rahmetin mânâsını şöyle arzedelim: Kuru toprağı bir düşünün. Cama atsanız camı, insana atsanız gönlü kırar. Bu sert toprağa rahmet inince yumuşayıveriyor. İçindekileri dışarıya atıp nice nice bitkiler fışkırtıyor.
Yağmur olmayınca hayat olmaz. Her zerredeki hayat o rahmetten gelir. Her zerrede Allah-u Teâlâ’nın ulûhiyet sırları olduğu gibi, Rahmeten lil-âlemîn olan Resulullah Aleyhisselâm’ın rahmeti de her zerrede mevcuttur. Çünkü Allah-u Teâlâ mükevvenâtı o nurdan yaratmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“O sizden iman edenler için bir rahmettir.” buyuruluyor. (Tevbe: 61)
Bu âleme teşriflerinden önce bütün peygamberler ve mukarreb melekler katında, mübarek vücudunun âlemlere rahmet olduğu biliniyordu. Semâvî kitaplarda çok çok övülmüştür, kıyamete kadar da övülüp senâ edilecektir.
Onun rahmet olduğunu tasdik edip ümmeti olanlara, zâhir ve bâtın her türlü rahmet kapıları açılır. O rahmetten nasibini alanlar; dünyada da ahirette de saâdet ve selâmete kavuşurlar, her türlü kötülüklerden sıkıntılardan kurtulurlar.
Müminlere rahmettir. Çünkü onlara doğru yola göstermiştir. Kâfirlere de rahmettir, çünkü azaplarının ertelenmesine vesile olmuştur.
“Yâ Resulellah! Şu müşrikler için bedduâ etseniz!” denildiğinde:
“Şüphesiz ki ben lânet edici olarak değil, rahmet olarak gönderildim.” buyurmuşlardı. (Müslim: 2599)
Ondan önce gönderilen herhangi bir peygamberi, ümmeti ısrarla reddettiği zaman; Allah-u Teâlâ onları yere batırma, suda boğma... gibi cezalarla helâk ediyordu. Fakat onu tekzib eden müşriklerin azâbı ise öldükten sonraya tehir edilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Sen içlerinde iken Allah onlara azâb etmez.” buyuruluyor. (Enfâl: 33)
Rahmet peygamberi olduğu için, aralarında bulunmasından dolayı Allah-u Teâlâ bir ikram olarak onlara mühlet vermiştir.
Bu onlar için büyük bir rahmet oldu. Birçoğu hakikati görerek dâvete icâbet ettiler ve iman selâmetine eriştiler.
Diğerleri de itaat etmiş olsalardı, onlar da o rahmetten istifade edeceklerdi. Fakat o Nur’a karşı gözlerini yumdukları için, kendi kendilerini felâkete atmış oldular.
Ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, dünyanın sonuna kadar âlemlere rahmettir. Hayatı rahmettir, memâtı da rahmettir.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
En Büyük Nimet
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz inanan bütün insanlara Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetidir. Tabii ki bilen için...
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun ki, Allah müminlere kendi içlerinden bir PEYGAMBER göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i imrân: 164)
Bu lütuf gerçekten lütufların en büyüklerinden birisidir. Onu göndermeseydi, emir ve yasaklarını bize duyurmasaydı, sapıklık çukurlarında kalırdık, hidayetten mahrum, ebedî bir azaba düçar olurduk. Allah-u Teâlâ’nın onu göndermesi insanlık âlemine en büyük lütuflarından birisidir. İman edenler kurtulacak, iman etmeyen kurtulamayacaktır.
Sûrî ve mânevî, zâhiri ve bâtınî, ilmî ve amelî, dünyevî ve uhrevî bütün üstünlüklerin ve yüceliklerin hepsi onda toplanmıştır.
İnsan haysiyetini, şeref ve itibarını zedeleyecek maddî ve mânevî her türlü çirkinliklerden, ahlâkî kötülüklerden; kararan ruhları, taşlaşmış kalpleri küfrün ve şirkin bütün kirlerinden arındırıp temizlemiştir.
Ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyacak, sizi tezkiye edecek temizleyecek, size kitap ve hikmeti öğretecek, bilmediklerinizi size öğretecek bir PEYGAMBER gönderdik.” (Bakara: 151)
“Muhammed Aleyhisselâm insanlığa ne getirdi?” diye sorulacak olursa, bu Âyet-i kerime’yi okumak kâfidir.
Bu şanlı Peygamber onları her türlü pisliklerden, mânevî kirlerden, çirkin işlerden ve şirkten temizlemiş, nefislerini arındırıp yüceltmiş, karanlıklardan aydınlığa çıkartmıştır.
Onun ümmetinden olmayanlar, anlatılan devlete eremezler.
Ona tâbi olup yolunda bulunanlar, Allah-u Teâlâ’nın zâtî tecellîsine kavuşurlar. İzinde ilerlemekle, bütün mertebelerin üstünde bulunan kulluk makamına ulaşırlar.
Onlar onu buldular, Hakk’ı buldular. Hakk’ı bulan ebedî saâdete erişir. Dünyada Hakk ile yaşar, kabirde O’nunla olur, mahşerde O’nunla olur, Cennet-i âlâ’da da O’nunla olur.
Bu güzide peygamber, Allah-u Teâlâ’nın beşeriyete en büyük nimetidir:
“Çünkü onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini tertemiz yapıp arıtan, kitap ve hikmeti öğreten kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir.
Halbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i imrân: 164)
İşte Allah-u Teâlâ bu nur sayesinde onları karanlıktan aydınlığa çıkardı. Hidayet nuruna kavuşturdu ve sapıklıktan kurtardı. Bundan büyük nimet ve lütuf olur mu? Allah-u Teâlâ insanların ebedî azaptan kurtulmasına, ebedî saâdete ermesine onu vasıta kıldı.
O bir hidayet nurudur. Allah’a varan hedefe onun yolundan gidilir, hakikatin köprüsüdür. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.
Ebedî âleme teşrif buyurduktan sonra, nübüvvet ve risâlet nurları kıyamete kadar devam edecek; insanlar o nurla nurlanıp, o nurla hidayete ereceklerdir.
İnsanlar için en büyük bahtiyarlık, en yüksek mertebe ve en büyük meziyet, emsali görülmemiş ve bir daha da görülmeyecek olan Peygamber Aleyhisselâm’ın yolunda yürümek, yüce ahlâkını tatbik edebilmektir.
Yaptıklarını yapanlar, gösterdiği yoldan gidenler, dünyada saâdete ahirette ise selâmete kavuşacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Bu Peygamber’e inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete erenlerdir.” (A’râf: 157)
Allah-u Teâlâ Peygamber’ine tâzimde bulunulmasını, tebcil olunmasını, değer verilmesini ve yüceltilmesini emretmektedir.
“(Ey insanlar!) Allah’a ve Peygamber’ine inanasınız, ona yardım edesiniz, onu büyük tanıyıp saygı gösteresiniz.” (Fetih: 9)
İmanın muktezası, Allah-u Teâlâ’nın ve Peygamber’inin huzurunda edeplere riayet etmek ve onu gücendirmekten son derece sakınmaktır.
Resulullah Aleyhisselâm’a hâl-i hayatında ne kadar tâzim lâzımsa, vefatından sonra da o kadar tâzim lâzımdır. Her hâl ve ahvâlde hürmet vecibesini korumak gerekir.
Yüce Vasıflar:
O ki yaratılmışların en hayırlısıdır. Allah-u Teâlâ’nın Habib-i Ekrem’i, dostu, arşının nuru, vahyinin eminidir. Ziynetlendirdiği, şereflendirdiği, keremlendirdiği, büyük kıldığı, ilm-i ezelîsini tâlim buyurduğu temiz kuludur.
Allah-u Teâlâ onu peygamberlerin efendisi ve sonuncusu, takvâ sahiplerinin önderi, günahkârların şefaatçisi ve âlemlerin rahmeti yapmıştır.
O ki iman hakikatlerinin menbâı, Rahmânî sırların iniş yeri, Rabbânî memleketin mahrem-i esrârı, bütün peygamberlerin ahd ve misaklarının vasıtası, Livâ-i izzet’in sahibi, ezel sırlarının müşâhidi, Kelâm-ı kadîm’in tercümanı, ilim ve hikmetin kaynağı, dünya ve ukbâ ehlinin cesetlerinin ruhudur.
Resulullah Aleyhisselâm’ın, başkasında bulunmayan, eşi benzeri olmayan yüce değerleri vardır:
İlk defa onun için kabir yarılacak ve o binitli olarak mahşere gelecektir. Mahşer divanının en büyüğü odur.
Âdem Aleyhisselâm’ın ve ondan sonra gelenlerin altında toplandıkları sancak onun sancağıdır.
Durak yerinde ziyaretçileri en çok olan havuz onun havuzudur.
En yüce ve en büyük şefaat Allah katında onun şefaatidir.
Ümmeti arasında hüküm veren ilk peygamber odur.
Bütün müminler cennete onun şefaati sayesinde gireceklerdir.
Cennete ilk giren odur.
Onun ümmeti cennete diğer ümmetlerden önce gireceklerdir.
Cennetteki makamların en yücesi olan “Vesile”nin sahibi odur.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın senin üzerindeki lütuf ve nimeti çok büyüktür.” (Nisâ: 113)
Üstünlüklerin en üstünü Hazret-i Allah’ın dostu olmasıdır.
Bir yaratılmış ki yaratan ona âşık olmuş.
Azîz Peygamber:
Allah-u Teâlâ onu her şeyden azîz, kadrini yüce kılmış, herkese ve herşeye tercih etmiştir. Canlardan da cananlardan da azîzdir. Yaratılmışlar arasında naziri ve benzeri yoktur. Yaratılan hiçbir şeyle, hiçbir kimse ile ne ölçülür, ne de eşit tutulur. Yüce makamında tektir.
“Andolsun, içinizden size öyle azîz bir Peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müminlere çok şefkatli çok merhametlidir.” (Tevbe: 128)
Onu yaratan ona Azîz buyurduğu gibi, yine kendisine mahsus olan Raûf ve Rahîm isimlerini ona da atfetti. Onu yüceltmek için kendi isminden pay ayırdı.
Bu ism-i şerif’leri ona vermek demek; Allah-u Teâlâ’nın varlığı onda tecellî etti demektir.
Meselâ bir insan yakasına bir rozet takar. Bunun mânâsı: “Ben buraya âitim.” demektir. Allah-u Teâlâ ona rozetini takmış, kendi ism-i şerif’lerini lâyık görmüş. Bu ise kuvve-i beşerin takati haricinde bir lütuftur. Mahlûk olan insanın aklı ve ilmi buraya girmez.
“Raûf”; bütün müminlere karşı gayet ince bir şefkati ve derin bir merhameti olan, rahmeti çok engin, affetmeyi seven demektir. O bizâtihi bu ism-i şerif’in mazharıdır.
“Rahîm” insanların tevbe ederek doğru yolu bulmalarını çok arzu eden, çok şefkatli, çok merhametli demektir. Bu ism-i şerifin de bizâtihi mazharıdır.
Bu fazilete peygamberlerinden hiçbirisi mazhar olmamıştır.
“Şol ki, meddahı onun Allah ola,
Var kıyas eyle ki, ol ne şâh ola.”
O her zaman ve mekânda Azîz’dir. Allah katındaki şeref ve faziletinin yüksekliğine hudut yoktur. Mertebe ve kemâli her an yükselmektedir.
Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren kendi zamanına gelinceye kadar mevcûdâtın en şereflisi olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar da mahlûkâtın en faziletlisidir.
Mübarek vücutları ahirete intikal etmekle, nurlarına aslâ bir noksanlık ârız olmaz. Rûhâniyeti ve nurâniyeti kıyamete kadar bâki kalacak, insanlar o nur sebebi ile hidayete ereceklerdir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Biliniz ki Resulullah aranızdadır.” (Hucûrât: 7)
Bu husus ehlince mâlumdur.
Dünyada gözü ile görme şerefine nâil olanlar olsun, gözü ile görmediği halde sonraki asırlarda ona iman edenler olsun, onun bir nur olduğunu bilirler ise de, o nurun mahiyetini ve hakikatini anlamalarına imkân yoktur. Beşer idraki buna müsait değildir. Anlamaya çalışmak, bir fincanla denizi ölçmeye benzer.
Onun hakikati, büyüklük ve azameti ancak kıyamet günü belli olacak, herkesçe bilinip anlaşılabilecektir. Dünyada zâhir olmuş olsaydı, ona iman etmek zaruri olurdu. Halbuki makbul olan iman, gayba olan imandır.
Âlemlere Rahmet:
Bütün paygamberlerin en güzelidir. Onların güzellikleri o Nur’un güzelliğinden iktibas edilmiştir.
Diğer peygamberlerin pak ruhları onun nurundan yaratıldıkları için, sadece gönderildikleri topluluklara rahmet oldular. O ise aynıyle rahmettir.
“Resul’üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ: 107)
İlâhî fermanının mazharı olmuştur.
Bu Âyet-i kerime ile Zât-ı şerif’i müstesnâ bir mahiyet kazanmıştır. Varlığı bütün varlıklar için en büyük rahmettir. Rahmet-i ilâhî’nin tecessüm etmiş bir tecellîsidir. Hazret-i Allah’ın bütün âlemleri bir kimsede toplaması elbette mümkündür.
Bu rahmetin mânâsını şöyle arzedelim: Kuru toprağı bir düşünün. Cama atsanız camı, insana atsanız gönlü kırar. Bu sert toprağa rahmet inince yumuşayıveriyor. İçindekileri dışarıya atıp nice nice bitkiler fışkırtıyor.
Yağmur olmayınca hayat olmaz. Her zerredeki hayat o rahmetten gelir. Her zerrede Allah-u Teâlâ’nın ulûhiyet sırları olduğu gibi, Rahmeten lil-âlemîn olan Resulullah Aleyhisselâm’ın rahmeti de her zerrede mevcuttur. Çünkü Allah-u Teâlâ mükevvenâtı o nurdan yaratmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“O sizden iman edenler için bir rahmettir.” buyuruluyor. (Tevbe: 61)
Bu âleme teşriflerinden önce bütün peygamberler ve mukarreb melekler katında, mübarek vücudunun âlemlere rahmet olduğu biliniyordu. Semâvî kitaplarda çok çok övülmüştür, kıyamete kadar da övülüp senâ edilecektir.
Onun rahmet olduğunu tasdik edip ümmeti olanlara, zâhir ve bâtın her türlü rahmet kapıları açılır. O rahmetten nasibini alanlar; dünyada da ahirette de saâdet ve selâmete kavuşurlar, her türlü kötülüklerden sıkıntılardan kurtulurlar.
Müminlere rahmettir. Çünkü onlara doğru yola göstermiştir. Kâfirlere de rahmettir, çünkü azaplarının ertelenmesine vesile olmuştur.
“Yâ Resulellah! Şu müşrikler için bedduâ etseniz!” denildiğinde:
“Şüphesiz ki ben lânet edici olarak değil, rahmet olarak gönderildim.” buyurmuşlardı. (Müslim: 2599)
Ondan önce gönderilen herhangi bir peygamberi, ümmeti ısrarla reddettiği zaman; Allah-u Teâlâ onları yere batırma, suda boğma... gibi cezalarla helâk ediyordu. Fakat onu tekzib eden müşriklerin azâbı ise öldükten sonraya tehir edilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Sen içlerinde iken Allah onlara azâb etmez.” buyuruluyor. (Enfâl: 33)
Rahmet peygamberi olduğu için, aralarında bulunmasından dolayı Allah-u Teâlâ bir ikram olarak onlara mühlet vermiştir.
Bu onlar için büyük bir rahmet oldu. Birçoğu hakikati görerek dâvete icâbet ettiler ve iman selâmetine eriştiler.
Diğerleri de itaat etmiş olsalardı, onlar da o rahmetten istifade edeceklerdi. Fakat o Nur’a karşı gözlerini yumdukları için, kendi kendilerini felâkete atmış oldular.
Ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, dünyanın sonuna kadar âlemlere rahmettir. Hayatı rahmettir, memâtı da rahmettir.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh