Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (1)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 16 Recep 1431 - 28 Haziran 2010 Pazartesi sabah namazı vakti Rabb'ine, sevdiğine kavuşarak, dâr-ı bekâya irtihal etmişlerdi.
Yayınlanan (Ağustos-Eylül-Ekim 2010) üç aylık dergimizde Zât-ı âlileri'nin hayat-ı saadetlerinin
zâhiri ve bâtınî kısımları bir nebze de olsa açıklanmaya, Ümmet-i Muhammed'e tanıtılmaya, duyurulmaya çalışılmıştı. Bu aydan itibaren hayat-ı güzideleri, sohbetleri, sözleri, hatıratları
safha safha yayınlanmaya başlayacak ve bu bölüm Zât-ı âlileri'ne mahsus bir şekilde
bizzat yaşanılan ifadelerle aktarılmaya devam edecektir, inşallah-u Teâlâ...
Düzce'deki hânelerinin bahçesindeki havuzun etrafında misafirleriyle sohbet esnasındayken, uzaktan salâ sesi duyulmaya başlar. Bir an sükût olur. Bu arada sevenlerden birisi: "Bir kişi daha rahmete kavuştu." der.
Tebessüm ederler ve akabinde şöyle buyururlar: "Rahmete kavuşanlara ne mutlu efendim!"
Ve sohbet bu mevzu üzerine devam eder.
Rahmete kavuşmak için sıfat-ı insaniye ile gitmenin gerektiğini, sıfat-ı hayvaniyeyi öldürebilirsek yaşayacağımızı, öldürmedikçe hayat bulamayacağımızı, nefsi öldürme basamağından sonra hayat-ı ebediyenin başladığını, yoksa felâket-i ebediye olacağını beyan buyururlar.
Mevzu devam ederken çok eskiden beri talebesi olan rahmetli Bursalı Hacı Hüseyin Tunçak kardeşimiz gelirler. Misafirlerin yanına oturarak sohbete iştirak ederler ve Zât-ı âlileri kendisine bir rüyâsının olup olmadığını sorarlar. Ve rüyâsını şöyle anlatır:
"Mandaya benzer büyük bir hayvan gördüm. Hafiften bir ses: ‘Kes onu!' dedi. Yatırayım da keseyim diye düşünürken. ‘Yatıramazsın, ayakta kes!' dediler. Ben de bıçağı boğazına çalıp kestim. O anda güçlü kuvvetli bir insan oluverdi."
Zât-ı âlileri; "Biz de bu mevzu üzerinde konuşuyorduk." buyurduktan sonra şöyle devam ettiler:
"Elhamdülillâh sıfat-ı hayvaniyeyi giderdiler."
Bu beyanı duyan misafirler ve Hüseyin Tunçak kardeşimiz sevinirler. Zât-ı âlileri sohbete şöyle devam ederler:
"Bu ilk merhaledir. Bundan sonra yol almaya başlanır."
Bu konuyu Zât-ı âlileri şöyle açmaktadırlar:
"Hayat ikidir: Ulvî hayat, süflî hayat.
Ulvî hayatı yaşayanlar öyle kimselerdir ki, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür, karınları açtır. Fakat gönül cennetinde yaşarlar. Yaşadıkları hayatı hiç kimse bilmez ve bu ulvî hayatı hiçbir hayata değişmezler. Dışarıdan gören onlara acır, onlar da dışarıdakilere acır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulur:
"Peygamber'e indirileni dinledikleri zaman; Hakk'ı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Derler ki: Rabb'imiz! Biz iman ettik, bizi de şâhit olanlarla beraber yaz!" (Mâide: 83)
Bu ulvî hayatı yaşayanlar dünyada gönül cennetinde oldukları gibi, ahirette de Allah-u Teâlâ'nın lütfuna ihsanına mazhar olmaya en lâyık olan kimselerdir.
Süflî hayata gelince; bu hayatı yaşayanların gayesi yeme-içme, giyme-gezme, mukarenet ve buna benzer dünyevî zevklerdir. Bu hayat da kabre kadar gider, kabirden sonrasını Mevlâ bilir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler." (Furkân: 44)
•
İnsanların ekserisi belki % 97-98'i sıfat-ı hayvaniyede bulunur. Bunun sebebi helâl lokmaya dikkat edilmemesi, nefse yol verilmesidir. Nefsin isteklerinin yapıldığı, ibadetler ihlâsla yapılmadığı zaman insan yoldan çıkar. İnanın sizin birçoklarınızın sıfat-ı hayvaniyesini gösteriyorlar. Bir gün bir şeye kızdılar da "Hayvan bunlar!" dediler ve sıfatlarını gösterdiler. Fakat bunların hepsi seyrediliyor, bakılıyor, örtülüyor. Ama hiçbir şey gözden kaçmıyor. Bize bazen öyle acayip haller gösterirler!.. Her şeyi biliyoruz, fakat hiçbir şey bilmiyoruz. Kişinin bazen cehennemdeki yeri gösterilir, sıfatıyla beraber. Ama bunlar hep örtülür.
Ben sizin sıfatınızı görüyorum. Mektebe girmekle sıfat değişmez. Sınıfları geçmek lâzım, tekâmül etmek lâzım. Islah etmeye bakın.
İnsanlarda hayvanî sıfatlar vardır ve bunlar çok çeşitlidir.
Sıfat-ı hayvaniye iki türlüdür:
1. Eti yenen hayvan sıfatında olan insanlar.
2. Vahşi, eti yenmeyen hayvan sıfatında olan insanlar.
Bir kısım insanlar vardır ki, eti yenen hayvan sıfatındadırlar. Eti yenen hayvanların sıfatında olduğu zaman o müslümandır. Yani onların nefsi iman etmiştir fakat nefsini ıslâh edememiş, tekâmül edememişlerdir. Onun içindir ki sıfat-ı hayvaniyede kalmışlardır. Hangi hayvanî surette ise o şekilde mahşere çıkacaklar. Suretlerinden kim oldukları bilinecek. İnsanların çoğu bu sıfattadır. Fakat kimsenin haberi yok.
Bir kısım insanlar da vardır ki, eti yenmeyen hayvan sıfatındadırlar. Onların nefsi iman etmemiştir. Görünüşte çok iyi işlerde bulunurlar, fakat nefsi iman etmediği için niyeti bozuktur. Eti yenmeyen hayvanların sıfatında olanların nefsi kâfirdir.
Sanmayın ki bilinmiyor. Hiçbir şey bilmeyiz, Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği müstesna. Ve fakat O'nun gösterdiğini, bildirdiğini çok iyi bilirim. Bu sıfatla nereye gidiyoruz, yarın huzur-u ilâhiye'ye varmayacak mıyız? Bu sıfatla çıktığımız zaman halimiz nice olacak?
Bu da nereden açıldı, çok yakınım bir kimseyle sohbet ediyoruz. Fakat kendilerini çok büyük zannettikleri için bizi bilerek veya bilmeyerek incitirler. Demek o kadar incitmiş, üzmüşler ki; "Bunları temizleyiverin de bizi rahatsız etmesinler" deyince şöyle buyurdular. "Halıyı yıkarsın tozu gider, hayvanı yıkarsın kiri gider ama sıfatını değiştiremezsin!" Anladık ki; onun bu yaptığı iş sıfatından dolayı imiş.
Halbuki insan, tarikat-ı aliye'ye girdim-çıktım için değil, sıfat-ı hayvaniyeyi izale etmek ve sıfat-ı insaniyeye tekâmül etmek için girer. Ama bu da letaifi geçmekle mümkündür. "Kalp", "Ruh", "Sır", "Hafâ" ve "Ahfâ" gibi letaifleri geçeceksin iç nurlanacak, hâl değişecek, sıfatlar değişecek ve sen insan olacaksın. "Ben insanım!" diyorsun, ama hayvan olarak geçeceksin, hiç kimse farkında değil.
Allah'ım bizi ölenlerden etmesin.
Çünkü; Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri "Ölenler hayvan imiş, aşıklar ölmez." buyuruyorlar. İşte bu söz bu manayı taşıyor.
Bir kısım insan da vardır ki, ahlâk-ı zemimeden sıyrılıp, sıfat-ı hayvaniyeden arındıkları için insan suretindedirler. Onlar mahşerde insan suretinde haşrolunurlar. Vücudunu tamamen nûrlandıran kimseleri toprak dahi çürütmez. Çalışan bunun için çalışsın, yaşayan bunun için yaşasın. Sıfat-ı hayvaniyeden sıyrılmış, haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, yalandan arınmış; insan olmuş.
Bir de insan-ı kâmil vardır ki, onlar Allah-u Teâlâ'nın has kullarıdır. Hiç olmuş, hiç olduktan sonra Var'a varmış; İnsan-ı kâmil olmuş...
Sıfat-ı hayvaniye ancak Allah-u Teâlâ'nın göstermesi ile görülür ve bilinir. Allah-u Teâlâ dilediği kimseye o projektörü tuttuğu zaman, karşıdakinin her sıfat-ı hayvaniyesini, hangi sıfatta olduğunu görür. Başka türlü görülmez.
Fakat sıfat-ı hayvaniyede kalanların durumuna gelince alınıncaya kadar hali ne olur bilmiyorum.
Binaenaleyh; sıfat-ı hayvâniyeden arınman ve kurtulman için, kalbinin nurlanması için odanı temizle. Islâh olsun ki nefsin iman etmiş olsun.
Bunun ıslâhı için:
"Zikrullah kalplerin şifâsıdır." (Münâvî)
Hadis-i şerif'i mucibince Hazret-i Allah'ın zikri-fikri ile, ibadet, taat ve takvâsı ile devamlı meşgul olursa, âyân-ı sâbite istidâdını Allah-u Teâlâ'nın emirlerine uyarak gösterirse, ruha tâbi olmak suretiyle aklını kullanarak Yaratan'ına yönelirse, ruh vücuda hakim olur.
Âyet-i kerime'de:
"Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki: Ruh Rabb'imin emrindendir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Ruh Allah-u Teâlâ'nın emrinden ibarettir. İhlâs ile, ibadet, taat ve takvâ ile meşgul ola ola gelişir. Tam tekâmüliyetinde ise bütün vücud nefisle beraber taht-ı hakimiyetine geçer, bir gün olur ki Hakk'a varır.
Mükemmel bir duruma geldiğinde Hakk Celle ve Alâ Hazretleri ona mükâfat olarak hiç kimseye vermediği ikinci bir ruh olan, Kudsî ruh'la destekler.
Âyet-i kerime'lerde:
"Biz onu kudsî ruhla destekledik." (Bakara: 87)
Bu yüzden diyoruz ki; elinizdeki bu nefis putu ile kabre gireceksiniz. Bu putla orada ne yapacaksınız? Bu nefis putunu elinizden atın, sıfat-ı hayvaniyeden çıkın, insan olun.
Adam olmak kolay, ama adamı insan yapmak zor. Bugün adam çok insan az, bulursan ismini yaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Andolsun ki biz Âdemoğulları'nı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)
Mükerrem insan kimdir?
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur.
Onu kirletip örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır." (Şems: 9-10)
Dünyayı düşünüp nefsin arzularına uyan, Hakk ve hakikatten uzaklaşıp şeytan ile arkadaş olan kimse aslâ mükerrem insan olamaz. Süflî arzular peşinde oldukları için suretâ insandırlar, icraatları hep hayvanîdir.
Bu suretle de bu işleri kökünden bozarlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Kahrolası insan, ne kadar da nankör!" buyuruyor. (Abese: 17)
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:
"Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir." (Ahzâb: 72)
İnsan Allah-u Teâlâ'nın verdiği ve vereceği nimetleri düşünmez de, değersiz şeyleri arzu eder ve onların peşinde koşar.
Bunun için bakıyorum; kimi biçiliyor, kimi de kökten çıkarılıyor ve fakat bundan da kimsenin haberi yok.
Bize hizmet gerekir, köşe kapmak değil, yağlı kemiğin ise talibi çoktur. Çünkü onların imanı yoktur, yani imanları suretâdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz." buyuruyorlar.
En büyük aldanma bu noktada, burası kapalı olduğu için kimse farkında değil.
Burada çok anlatmak istediğimiz şey var. İnsan sıfat-ı hayvaniyede, hayvandır ama tanınır. Aynı şekil üzerinde mevcuttur.
Cehennem de böyledir, insan yanmıştır kömür olmuştur ama kim olduğu belli. Onun için insan bu sıfat-ı hayvaniyeyi izale etmedikçe insan olamıyor. İnsan-ı kâmil zaten olamıyor.
İnsan-ı kâmil olanın durumu şöyledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Mümin-i kâmil olanlar Allah katında bazı meleklerden de efdaldir." (İbn-i Mâce)
Bu fazilet, kişinin nefsine galebe çalması ile mümkündür.
İnsan nefse galip gele gele, sıyrıla sıyrıla, temizlene temizlene meleklerin fevkinde olur. Mümin-i kâmil'in meleklerden üstün olduğu yer burası, ama oturana bir şey yok. Çünkü meleklerde derece yok. Yaratılış üzere duruyor. Ama insanlarda derece var, nefisle yaptığı mücadele sayesinde meleği bile geçiyor.
Bak bir insan nereye çıkabiliyor. Bir insan nereye inebiliyor? Burası çok mühim.
Demek ki insanda bu hassa var. Eğer bu hassayı parlatırsa melekleri geçebiliyor. Ama mazallah bir de sıfat-ı hayvaniyeye düşerse hayvan olarak çıkar. Bunun sebebi nefsini ıslâh edemedi. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, tamah, yalancılık gibi sıfatlardan hangi sıfat kişiyi yakalarsa, dünyada yaptığı icraatları o sıfat üzerine yapar.
Çok akıllı gördüğüm insan nefsine uymuş, heva ve hevesiyle gidiyor. Nefis imansız götürüyor, sıfat-ı hayvaniye ile gidiyor.
Allah'ım bizi sıfat-ı hayvaniyeden kurtarsın, sıfat-ı insaniyeye nail etsin.
Çünkü ne sıfatla öleceğiz, ne sıfatla dirileceğiz, belli değil. Bunlar da yakınlardan zuhur edince insan telâşe kapılıyor."
Kaynak:Hakikat Dergisi
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (1)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 16 Recep 1431 - 28 Haziran 2010 Pazartesi sabah namazı vakti Rabb'ine, sevdiğine kavuşarak, dâr-ı bekâya irtihal etmişlerdi.
Yayınlanan (Ağustos-Eylül-Ekim 2010) üç aylık dergimizde Zât-ı âlileri'nin hayat-ı saadetlerinin
zâhiri ve bâtınî kısımları bir nebze de olsa açıklanmaya, Ümmet-i Muhammed'e tanıtılmaya, duyurulmaya çalışılmıştı. Bu aydan itibaren hayat-ı güzideleri, sohbetleri, sözleri, hatıratları
safha safha yayınlanmaya başlayacak ve bu bölüm Zât-ı âlileri'ne mahsus bir şekilde
bizzat yaşanılan ifadelerle aktarılmaya devam edecektir, inşallah-u Teâlâ...
Düzce'deki hânelerinin bahçesindeki havuzun etrafında misafirleriyle sohbet esnasındayken, uzaktan salâ sesi duyulmaya başlar. Bir an sükût olur. Bu arada sevenlerden birisi: "Bir kişi daha rahmete kavuştu." der.
Tebessüm ederler ve akabinde şöyle buyururlar: "Rahmete kavuşanlara ne mutlu efendim!"
Ve sohbet bu mevzu üzerine devam eder.
Rahmete kavuşmak için sıfat-ı insaniye ile gitmenin gerektiğini, sıfat-ı hayvaniyeyi öldürebilirsek yaşayacağımızı, öldürmedikçe hayat bulamayacağımızı, nefsi öldürme basamağından sonra hayat-ı ebediyenin başladığını, yoksa felâket-i ebediye olacağını beyan buyururlar.
Mevzu devam ederken çok eskiden beri talebesi olan rahmetli Bursalı Hacı Hüseyin Tunçak kardeşimiz gelirler. Misafirlerin yanına oturarak sohbete iştirak ederler ve Zât-ı âlileri kendisine bir rüyâsının olup olmadığını sorarlar. Ve rüyâsını şöyle anlatır:
"Mandaya benzer büyük bir hayvan gördüm. Hafiften bir ses: ‘Kes onu!' dedi. Yatırayım da keseyim diye düşünürken. ‘Yatıramazsın, ayakta kes!' dediler. Ben de bıçağı boğazına çalıp kestim. O anda güçlü kuvvetli bir insan oluverdi."
Zât-ı âlileri; "Biz de bu mevzu üzerinde konuşuyorduk." buyurduktan sonra şöyle devam ettiler:
"Elhamdülillâh sıfat-ı hayvaniyeyi giderdiler."
Bu beyanı duyan misafirler ve Hüseyin Tunçak kardeşimiz sevinirler. Zât-ı âlileri sohbete şöyle devam ederler:
"Bu ilk merhaledir. Bundan sonra yol almaya başlanır."
Bu konuyu Zât-ı âlileri şöyle açmaktadırlar:
"Hayat ikidir: Ulvî hayat, süflî hayat.
Ulvî hayatı yaşayanlar öyle kimselerdir ki, gözleri yaşlıdır, boyunları büküktür, karınları açtır. Fakat gönül cennetinde yaşarlar. Yaşadıkları hayatı hiç kimse bilmez ve bu ulvî hayatı hiçbir hayata değişmezler. Dışarıdan gören onlara acır, onlar da dışarıdakilere acır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulur:
"Peygamber'e indirileni dinledikleri zaman; Hakk'ı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Derler ki: Rabb'imiz! Biz iman ettik, bizi de şâhit olanlarla beraber yaz!" (Mâide: 83)
Bu ulvî hayatı yaşayanlar dünyada gönül cennetinde oldukları gibi, ahirette de Allah-u Teâlâ'nın lütfuna ihsanına mazhar olmaya en lâyık olan kimselerdir.
Süflî hayata gelince; bu hayatı yaşayanların gayesi yeme-içme, giyme-gezme, mukarenet ve buna benzer dünyevî zevklerdir. Bu hayat da kabre kadar gider, kabirden sonrasını Mevlâ bilir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler." (Furkân: 44)
•
İnsanların ekserisi belki % 97-98'i sıfat-ı hayvaniyede bulunur. Bunun sebebi helâl lokmaya dikkat edilmemesi, nefse yol verilmesidir. Nefsin isteklerinin yapıldığı, ibadetler ihlâsla yapılmadığı zaman insan yoldan çıkar. İnanın sizin birçoklarınızın sıfat-ı hayvaniyesini gösteriyorlar. Bir gün bir şeye kızdılar da "Hayvan bunlar!" dediler ve sıfatlarını gösterdiler. Fakat bunların hepsi seyrediliyor, bakılıyor, örtülüyor. Ama hiçbir şey gözden kaçmıyor. Bize bazen öyle acayip haller gösterirler!.. Her şeyi biliyoruz, fakat hiçbir şey bilmiyoruz. Kişinin bazen cehennemdeki yeri gösterilir, sıfatıyla beraber. Ama bunlar hep örtülür.
Ben sizin sıfatınızı görüyorum. Mektebe girmekle sıfat değişmez. Sınıfları geçmek lâzım, tekâmül etmek lâzım. Islah etmeye bakın.
İnsanlarda hayvanî sıfatlar vardır ve bunlar çok çeşitlidir.
Sıfat-ı hayvaniye iki türlüdür:
1. Eti yenen hayvan sıfatında olan insanlar.
2. Vahşi, eti yenmeyen hayvan sıfatında olan insanlar.
Bir kısım insanlar vardır ki, eti yenen hayvan sıfatındadırlar. Eti yenen hayvanların sıfatında olduğu zaman o müslümandır. Yani onların nefsi iman etmiştir fakat nefsini ıslâh edememiş, tekâmül edememişlerdir. Onun içindir ki sıfat-ı hayvaniyede kalmışlardır. Hangi hayvanî surette ise o şekilde mahşere çıkacaklar. Suretlerinden kim oldukları bilinecek. İnsanların çoğu bu sıfattadır. Fakat kimsenin haberi yok.
Bir kısım insanlar da vardır ki, eti yenmeyen hayvan sıfatındadırlar. Onların nefsi iman etmemiştir. Görünüşte çok iyi işlerde bulunurlar, fakat nefsi iman etmediği için niyeti bozuktur. Eti yenmeyen hayvanların sıfatında olanların nefsi kâfirdir.
Sanmayın ki bilinmiyor. Hiçbir şey bilmeyiz, Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği müstesna. Ve fakat O'nun gösterdiğini, bildirdiğini çok iyi bilirim. Bu sıfatla nereye gidiyoruz, yarın huzur-u ilâhiye'ye varmayacak mıyız? Bu sıfatla çıktığımız zaman halimiz nice olacak?
Bu da nereden açıldı, çok yakınım bir kimseyle sohbet ediyoruz. Fakat kendilerini çok büyük zannettikleri için bizi bilerek veya bilmeyerek incitirler. Demek o kadar incitmiş, üzmüşler ki; "Bunları temizleyiverin de bizi rahatsız etmesinler" deyince şöyle buyurdular. "Halıyı yıkarsın tozu gider, hayvanı yıkarsın kiri gider ama sıfatını değiştiremezsin!" Anladık ki; onun bu yaptığı iş sıfatından dolayı imiş.
Halbuki insan, tarikat-ı aliye'ye girdim-çıktım için değil, sıfat-ı hayvaniyeyi izale etmek ve sıfat-ı insaniyeye tekâmül etmek için girer. Ama bu da letaifi geçmekle mümkündür. "Kalp", "Ruh", "Sır", "Hafâ" ve "Ahfâ" gibi letaifleri geçeceksin iç nurlanacak, hâl değişecek, sıfatlar değişecek ve sen insan olacaksın. "Ben insanım!" diyorsun, ama hayvan olarak geçeceksin, hiç kimse farkında değil.
Allah'ım bizi ölenlerden etmesin.
Çünkü; Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri "Ölenler hayvan imiş, aşıklar ölmez." buyuruyorlar. İşte bu söz bu manayı taşıyor.
Bir kısım insan da vardır ki, ahlâk-ı zemimeden sıyrılıp, sıfat-ı hayvaniyeden arındıkları için insan suretindedirler. Onlar mahşerde insan suretinde haşrolunurlar. Vücudunu tamamen nûrlandıran kimseleri toprak dahi çürütmez. Çalışan bunun için çalışsın, yaşayan bunun için yaşasın. Sıfat-ı hayvaniyeden sıyrılmış, haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, yalandan arınmış; insan olmuş.
Bir de insan-ı kâmil vardır ki, onlar Allah-u Teâlâ'nın has kullarıdır. Hiç olmuş, hiç olduktan sonra Var'a varmış; İnsan-ı kâmil olmuş...
Sıfat-ı hayvaniye ancak Allah-u Teâlâ'nın göstermesi ile görülür ve bilinir. Allah-u Teâlâ dilediği kimseye o projektörü tuttuğu zaman, karşıdakinin her sıfat-ı hayvaniyesini, hangi sıfatta olduğunu görür. Başka türlü görülmez.
Fakat sıfat-ı hayvaniyede kalanların durumuna gelince alınıncaya kadar hali ne olur bilmiyorum.
Binaenaleyh; sıfat-ı hayvâniyeden arınman ve kurtulman için, kalbinin nurlanması için odanı temizle. Islâh olsun ki nefsin iman etmiş olsun.
Bunun ıslâhı için:
"Zikrullah kalplerin şifâsıdır." (Münâvî)
Hadis-i şerif'i mucibince Hazret-i Allah'ın zikri-fikri ile, ibadet, taat ve takvâsı ile devamlı meşgul olursa, âyân-ı sâbite istidâdını Allah-u Teâlâ'nın emirlerine uyarak gösterirse, ruha tâbi olmak suretiyle aklını kullanarak Yaratan'ına yönelirse, ruh vücuda hakim olur.
Âyet-i kerime'de:
"Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki: Ruh Rabb'imin emrindendir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Ruh Allah-u Teâlâ'nın emrinden ibarettir. İhlâs ile, ibadet, taat ve takvâ ile meşgul ola ola gelişir. Tam tekâmüliyetinde ise bütün vücud nefisle beraber taht-ı hakimiyetine geçer, bir gün olur ki Hakk'a varır.
Mükemmel bir duruma geldiğinde Hakk Celle ve Alâ Hazretleri ona mükâfat olarak hiç kimseye vermediği ikinci bir ruh olan, Kudsî ruh'la destekler.
Âyet-i kerime'lerde:
"Biz onu kudsî ruhla destekledik." (Bakara: 87)
Bu yüzden diyoruz ki; elinizdeki bu nefis putu ile kabre gireceksiniz. Bu putla orada ne yapacaksınız? Bu nefis putunu elinizden atın, sıfat-ı hayvaniyeden çıkın, insan olun.
Adam olmak kolay, ama adamı insan yapmak zor. Bugün adam çok insan az, bulursan ismini yaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Andolsun ki biz Âdemoğulları'nı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)
Mükerrem insan kimdir?
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur.
Onu kirletip örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır." (Şems: 9-10)
Dünyayı düşünüp nefsin arzularına uyan, Hakk ve hakikatten uzaklaşıp şeytan ile arkadaş olan kimse aslâ mükerrem insan olamaz. Süflî arzular peşinde oldukları için suretâ insandırlar, icraatları hep hayvanîdir.
Bu suretle de bu işleri kökünden bozarlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Kahrolası insan, ne kadar da nankör!" buyuruyor. (Abese: 17)
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:
"Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir." (Ahzâb: 72)
İnsan Allah-u Teâlâ'nın verdiği ve vereceği nimetleri düşünmez de, değersiz şeyleri arzu eder ve onların peşinde koşar.
Bunun için bakıyorum; kimi biçiliyor, kimi de kökten çıkarılıyor ve fakat bundan da kimsenin haberi yok.
Bize hizmet gerekir, köşe kapmak değil, yağlı kemiğin ise talibi çoktur. Çünkü onların imanı yoktur, yani imanları suretâdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz." buyuruyorlar.
En büyük aldanma bu noktada, burası kapalı olduğu için kimse farkında değil.
Burada çok anlatmak istediğimiz şey var. İnsan sıfat-ı hayvaniyede, hayvandır ama tanınır. Aynı şekil üzerinde mevcuttur.
Cehennem de böyledir, insan yanmıştır kömür olmuştur ama kim olduğu belli. Onun için insan bu sıfat-ı hayvaniyeyi izale etmedikçe insan olamıyor. İnsan-ı kâmil zaten olamıyor.
İnsan-ı kâmil olanın durumu şöyledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Mümin-i kâmil olanlar Allah katında bazı meleklerden de efdaldir." (İbn-i Mâce)
Bu fazilet, kişinin nefsine galebe çalması ile mümkündür.
İnsan nefse galip gele gele, sıyrıla sıyrıla, temizlene temizlene meleklerin fevkinde olur. Mümin-i kâmil'in meleklerden üstün olduğu yer burası, ama oturana bir şey yok. Çünkü meleklerde derece yok. Yaratılış üzere duruyor. Ama insanlarda derece var, nefisle yaptığı mücadele sayesinde meleği bile geçiyor.
Bak bir insan nereye çıkabiliyor. Bir insan nereye inebiliyor? Burası çok mühim.
Demek ki insanda bu hassa var. Eğer bu hassayı parlatırsa melekleri geçebiliyor. Ama mazallah bir de sıfat-ı hayvaniyeye düşerse hayvan olarak çıkar. Bunun sebebi nefsini ıslâh edemedi. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, tamah, yalancılık gibi sıfatlardan hangi sıfat kişiyi yakalarsa, dünyada yaptığı icraatları o sıfat üzerine yapar.
Çok akıllı gördüğüm insan nefsine uymuş, heva ve hevesiyle gidiyor. Nefis imansız götürüyor, sıfat-ı hayvaniye ile gidiyor.
Allah'ım bizi sıfat-ı hayvaniyeden kurtarsın, sıfat-ı insaniyeye nail etsin.
Çünkü ne sıfatla öleceğiz, ne sıfatla dirileceğiz, belli değil. Bunlar da yakınlardan zuhur edince insan telâşe kapılıyor."
Kaynak:Hakikat Dergisi