SÖZLER ve NOTLAR - 3
“Kalplerin Anahtarı” Külliyâtı’nın Zuhuru
Hakikati Duyurmak:
– Rüyâmda gördüm ki ikiz çocuğum dünyaya gelmiş, çocuklar çok heybetli idiler ve aynı zamanda hem yürüyorlar hem de konuşuyorlardı. Bazı kimseler bu hârikayı herkesin duyması için: “Seni televizyona çıkaralım!” diyorlardı.
– Size mânen diyorlar ki:
“Dikkat edin, sizde iki şey husule gelecek, bu husule gelen lütuftur, bilin ve herkese duyurun! Uyumayın! Bilin, bildirin, bildiğinizi etrafınıza açıklayın!”
Bilhassa insan en yakınına bir defa, iki defa, üç defa hakikati anlatacak. Anlatmazsa o kimse mahşerde cehennemi görünce: “Eğer bana hakikati anlatsaydın, beni bu cehennemden kurtarırdın!” der ve yakana yapışır. Üç defa hakikati duyurmak kişinin vazifesidir, ondan sonra değildir. Hidayet Hakk’tandır, dilerse hidayet eder, kimse kimseye hidayet veremez.
Ne güzel bir tabir! Rüyâ güzel, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla tabir daha güzel. Çünkü tabir edilmese mânâsı kalır.
Bu tabir de Hakk’tan gelir, halktan gelmez. Çünkü Allah-u Teâlâ Yusuf Aleyhisselâm hakkında Âyet-i kerime’sinde:
‘Sana rüyâları yorumlamayı öğretecek.’ buyuruyor. (Yusuf: 6)” (24.08.2003)
Emanet ve Havale:
Çok mühim bir sözleri:
“Çok sevdiklerimizi daima Hazret-i Allah’a emanet ederiz. Niçin? Ancak her şey O’nun hıfz-u himayesi ile tutulur.
Sevmediklerimize hiçbir zaman bedduâ etmeyiz de, Hazret-i Allah’a havale ederiz.
Şöyle ki, sevmiyorsa ona gadab eder. Seviyorsa ona rahmet eder. Yani biz onun gadabını istemeyiz Hazret-i Allah’tan...
Fakat gadab etmek istediğine de rahmet dilemeyiz. Herşey Hakk’a bırakılır. Hakk dilediği gibi eyler.” (5.08.1974)
Tecelliyât:
Sohbetleri arasında bir mevzuyu şöyle bağladılar:
“Bu gibi sohbetleri işitirsiniz, fakat anlamazsınız. Bir zaman gelir, Hazret-i Allah onun tecelliyâtını ihsan ederse, hakikat o zaman anlaşılır. Şimdilik yalnız işitilir. En anlayacağınız tarzda âşikar konuşulmasına rağmen anlaşıldı zannedilebilir. Sanmayın ki her konuşulanı anlamış oluyorsunuz. Tecelliyât başka, işitmek başka.
Hatta bazı sözler var ki, zahirin hafsalası bile almaz. Bir gün Efendi Hazretleri’nin huzurunda idik. Hâlen bir şey arzettiler, hafsalamız almadı. Takriben üç yüz metre ayrılmamıştık ki, hafsalamızı açtılar içeriye koydular. Yolda da gidiyorduk.
O sözü başkasına söyleseler küfür gibi gelir. Hayat boyunca o sözden elhamdülillah çok istifade ettik. ‘Yağmur yerine Mürşid-i kâmil yağsa bizim için kıymet ifade etmez!’ sözü, bundan sonra söylenmişti. Bunların hepsi o sözün içinde gizli idi.” (23.05.1976)
Atma Yolu Değil Tutma Yolu:
Bir ihvan nakletti. “Yolumuz atma yolu değil, tutma yoludur. Atıcı olmayalım, tutucu olalım. Allah’ımız atıcı olanları değil tutucu olanları sever.” buyurmuşlar, akabinde Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz’in: “Biz müridlerimizin hatalarına baksaydık, mürid bulamazdık.” sözünü beyan etmişler. (09.1974)
Râbıta-i Şerif:
Bulunduğu yerde çok açık-saçıklar olduğunu söyleyen kardeşimize şu izahatta bulundular:
“Bir cama çamur sıçradığı zaman leke yapar, devamlı sıçrayacak olursa cam kirlenir ve görünmez olur. Göz de gönlün aynasıdır. Gönül parlak olduğu zaman, göz hiç harama bakmak istemez. Fakat göz bir-iki bakışta kirlenmeye başlar, kirlendikçe ayna da kirlenir. Sonra rahat rahat bakmaya başlar. Bu bakışlardan anlarız ki gönül aynası kirlenmiştir.
Şimdi bunun tedavi şekillerini arzedelim:
Kirli bir cam su ile silindiği gibi, bunun çaresi de istiğfardır. Gönül aynasını gözyaşı parlatır. Bir de Râbıta-i şerif’ten husule gelen Feyz-i ilâhî... Dikkat ederseniz Râbıta’da çok oturduğunuz zaman gönlünüz yıkanır, gözünüz de hemen nurlanır. Gayet hafif ve huzurlu olursunuz. O anda katiyyen kadın görmek istemezsiniz. Görmemek için gözünüz gayr-i ihtiyari yana döner. Fakat malesef, bir-iki bakışla gönül kirleniyor. Az evvelki sakınma yerine bakmak husule geliyor.
Feyz-i ilâhî öyle bir sudur ki; kalbe aktığı nisbette içerdeki karartıları, boşlukları giderir. Bunun için çok çok feyz almaya gayret sarfedelim.
Tasavvur buyurun ki ilim insanı hiç zaptedemiyor. Herşeyi biliyoruz, fakat nefsimize gem vuramıyoruz, bizi sürükleyip gidiyor.” (24.06.1975)
Zikrullah’ta Hararet:
Zikrullah’ın hararet yaptığı bir kardeşimiz için sözleri:
“Zikrullah’ı kesip Salat-ü selâm’ı çok getirsin, Râbıta-i şerif’e devam etsin. Bir hafta kadar derse gelmesin, geldikten sonra da zikrullah’a iştirak etmesin. Azar azar geçsin. Çünkü letaifleri yakabilir.
Gaye yemeği pişirmek, taşırmamak, tencereyi de yakmamak. Bunun için hemen tencereden ateşi çekmek lâzım. Pişmeye ihtiyacı varsa, kızgın külün üzerinde pişsin. Ateş artırılırsa, tencere de yanar yemek de yanar.
Salat-ü selâm mülayemet verir, Râbıta-i şerif feyz-i ilâhî akıtır.” (22.05.1976)
Alınanlar:
Kardeşimiz zikrullaha bir defa iştirak eden bir arkadaşının daha sonra gördüğü bir rüyâsını anlattı. “Allah’ımız alınanlardan etsin.” diye duâ ettiler ve akabinde buyurdular ki:
“Bu alınmak kelimesi sık sık geçiyor. Cidden çok mühimdir, çok esrarlı bir kelimedir. Bir kapı görünüyor, fakat girecek bir yeri olmadığı halde, bakıyoruz alınanlar alınıyor. Ne kapısı ne penceresi görünüyor. Etrafında senelerce uğraşsak, çatlağını bile göremeyiz. Alınanlar o kadar rahat alınıyor ki, alınıyor ve içeride kayboluyor.
Allah’ımız aldıklarının yüzü suyu hürmetine bizi de alınanlardan eylesin. O kimin ki gönlünü açarsa nasibini ihsan eder.” (12.03.1977)
Ezelî Nasipler:
“Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nin ezelî hidayet lütfu, toprağa ekilmiş tohuma benzer. Hazret-i Allah’ın murad ettiği zaman gelince, tohum topraktan filiz verdiği gibi, bu mânevî tohumlar da zamanı gelince yerinden biter. Ekilmeyen bir şeyin bitmesine imkân olmadığı gibi, ezelden ihsan edilmedikçe kişide husule gelmez. Velev ki terakkî etmiş gibi görünsün, önder gibi görünsün. Nasibi yok ise hiçbir şey alamaz, sonu kurumaya mahkumdur. Nasibi köklü değil ki alsın.” (07.05.1977)
Ruhun Hayatı:
Bir sohbetlerinden:
“Allah-u Teâlâ hıfz-u himâyesine tasarruf-u ilâhîsine aldığı kimseleri hayırlı yollara sevkeder. Bunun sırrı şudur ki, onlar kendi kendilerine itimatları olmadığı için Mevlâ’ya sığınıp ihlâsla yönelmişler ve halen: ‘Allah’ım beni bana bırakma!’ diye iltica etmişlerdir. Bu sığınmalarında samimi oldukça Hazret-i Allah onları muhafaza eder. Muhafazada oldukları müddetçe de selâmettedirler, saâdettedirler, hayattadırlar. Buradaki hayattan murad, ruhun hayatta oluşudur. Nefsin esaretinden kurtulup, ruh ile icraat yapıldığından ötürü hayattadırlar. Nefsin esaretinden kurtulamayan insan, yaşayan ölü mesabesindedir. Niçin geldiklerini nereye gideceklerini bilemezler. İki günlük hayatlarında sermaye toplayamadan giderler. Ne büyük fecaat!.. Hakikatten kaçtıkları için Cenâb-ı Allah onları bununla cezalandırıyor.” (23.07.1977)
Fitne Harp Gibidir:
– Efendim Deccal’in fitnesi devam ediyor.
– “Fitne devam etsin efendim. Fitne harp gibidir. Düşmana: “Sen bana saldırma!” demeye hakkın yok. O da hücumunu yapacak, sen de hücumunu yapacaksın.
Mücadele ve mücahede böyle olur, kazanç da böyle olur. Fitne ile mücadele edildiği nispette kazanç vardır.
O bir hiç uğruna canını fedâ ediyor. Sen kendini inanmış kabul ediyorsun; hem de fitneden çekinirsen mücadeleyi kaybetmiş olursun.” (31.05.1980)
“Kalplerin Anahtarı” Külliyâtı’nın Zuhuru:
– Efendim rüyâmda “Notlar’ kitabımızı, üzerinde “CİLT: 1” diye yazılmış gördüm.
– “Allah-u Teâlâ bu kitabın basılma lütfunu bahşedince fakiri cidden memnun etti. Bu O’nun lütfu, başka bir şey değil. Mevlâ’ya sonsuz şükürler olsun ki, fakire hiçbir şey benimsetmedi. Biz de okurken istifa etmeye çalışıyoruz.
Cenâb-ı Hakk dilerse ikincisini de üçüncüsünü de lütfeder. Nasıl murad ederse öyle olur. Şimdi bu birinci olmuş oluyor. Bize mânâda bu kitap için “Zebur” buyurdular. Anladık ki, bu kitabı kitaplar takip edecek. Allah-u Teâlâ bir kitapta bırakmayacak, dilerse kitapları sıralayacak.” (31.05.1980)
“Kalplerin Anahtarı” Külliyâtı’nın Zuhuru
Hakikati Duyurmak:
– Rüyâmda gördüm ki ikiz çocuğum dünyaya gelmiş, çocuklar çok heybetli idiler ve aynı zamanda hem yürüyorlar hem de konuşuyorlardı. Bazı kimseler bu hârikayı herkesin duyması için: “Seni televizyona çıkaralım!” diyorlardı.
– Size mânen diyorlar ki:
“Dikkat edin, sizde iki şey husule gelecek, bu husule gelen lütuftur, bilin ve herkese duyurun! Uyumayın! Bilin, bildirin, bildiğinizi etrafınıza açıklayın!”
Bilhassa insan en yakınına bir defa, iki defa, üç defa hakikati anlatacak. Anlatmazsa o kimse mahşerde cehennemi görünce: “Eğer bana hakikati anlatsaydın, beni bu cehennemden kurtarırdın!” der ve yakana yapışır. Üç defa hakikati duyurmak kişinin vazifesidir, ondan sonra değildir. Hidayet Hakk’tandır, dilerse hidayet eder, kimse kimseye hidayet veremez.
Ne güzel bir tabir! Rüyâ güzel, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla tabir daha güzel. Çünkü tabir edilmese mânâsı kalır.
Bu tabir de Hakk’tan gelir, halktan gelmez. Çünkü Allah-u Teâlâ Yusuf Aleyhisselâm hakkında Âyet-i kerime’sinde:
‘Sana rüyâları yorumlamayı öğretecek.’ buyuruyor. (Yusuf: 6)” (24.08.2003)
Emanet ve Havale:
Çok mühim bir sözleri:
“Çok sevdiklerimizi daima Hazret-i Allah’a emanet ederiz. Niçin? Ancak her şey O’nun hıfz-u himayesi ile tutulur.
Sevmediklerimize hiçbir zaman bedduâ etmeyiz de, Hazret-i Allah’a havale ederiz.
Şöyle ki, sevmiyorsa ona gadab eder. Seviyorsa ona rahmet eder. Yani biz onun gadabını istemeyiz Hazret-i Allah’tan...
Fakat gadab etmek istediğine de rahmet dilemeyiz. Herşey Hakk’a bırakılır. Hakk dilediği gibi eyler.” (5.08.1974)
Tecelliyât:
Sohbetleri arasında bir mevzuyu şöyle bağladılar:
“Bu gibi sohbetleri işitirsiniz, fakat anlamazsınız. Bir zaman gelir, Hazret-i Allah onun tecelliyâtını ihsan ederse, hakikat o zaman anlaşılır. Şimdilik yalnız işitilir. En anlayacağınız tarzda âşikar konuşulmasına rağmen anlaşıldı zannedilebilir. Sanmayın ki her konuşulanı anlamış oluyorsunuz. Tecelliyât başka, işitmek başka.
Hatta bazı sözler var ki, zahirin hafsalası bile almaz. Bir gün Efendi Hazretleri’nin huzurunda idik. Hâlen bir şey arzettiler, hafsalamız almadı. Takriben üç yüz metre ayrılmamıştık ki, hafsalamızı açtılar içeriye koydular. Yolda da gidiyorduk.
O sözü başkasına söyleseler küfür gibi gelir. Hayat boyunca o sözden elhamdülillah çok istifade ettik. ‘Yağmur yerine Mürşid-i kâmil yağsa bizim için kıymet ifade etmez!’ sözü, bundan sonra söylenmişti. Bunların hepsi o sözün içinde gizli idi.” (23.05.1976)
Atma Yolu Değil Tutma Yolu:
Bir ihvan nakletti. “Yolumuz atma yolu değil, tutma yoludur. Atıcı olmayalım, tutucu olalım. Allah’ımız atıcı olanları değil tutucu olanları sever.” buyurmuşlar, akabinde Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz’in: “Biz müridlerimizin hatalarına baksaydık, mürid bulamazdık.” sözünü beyan etmişler. (09.1974)
Râbıta-i Şerif:
Bulunduğu yerde çok açık-saçıklar olduğunu söyleyen kardeşimize şu izahatta bulundular:
“Bir cama çamur sıçradığı zaman leke yapar, devamlı sıçrayacak olursa cam kirlenir ve görünmez olur. Göz de gönlün aynasıdır. Gönül parlak olduğu zaman, göz hiç harama bakmak istemez. Fakat göz bir-iki bakışta kirlenmeye başlar, kirlendikçe ayna da kirlenir. Sonra rahat rahat bakmaya başlar. Bu bakışlardan anlarız ki gönül aynası kirlenmiştir.
Şimdi bunun tedavi şekillerini arzedelim:
Kirli bir cam su ile silindiği gibi, bunun çaresi de istiğfardır. Gönül aynasını gözyaşı parlatır. Bir de Râbıta-i şerif’ten husule gelen Feyz-i ilâhî... Dikkat ederseniz Râbıta’da çok oturduğunuz zaman gönlünüz yıkanır, gözünüz de hemen nurlanır. Gayet hafif ve huzurlu olursunuz. O anda katiyyen kadın görmek istemezsiniz. Görmemek için gözünüz gayr-i ihtiyari yana döner. Fakat malesef, bir-iki bakışla gönül kirleniyor. Az evvelki sakınma yerine bakmak husule geliyor.
Feyz-i ilâhî öyle bir sudur ki; kalbe aktığı nisbette içerdeki karartıları, boşlukları giderir. Bunun için çok çok feyz almaya gayret sarfedelim.
Tasavvur buyurun ki ilim insanı hiç zaptedemiyor. Herşeyi biliyoruz, fakat nefsimize gem vuramıyoruz, bizi sürükleyip gidiyor.” (24.06.1975)
Zikrullah’ta Hararet:
Zikrullah’ın hararet yaptığı bir kardeşimiz için sözleri:
“Zikrullah’ı kesip Salat-ü selâm’ı çok getirsin, Râbıta-i şerif’e devam etsin. Bir hafta kadar derse gelmesin, geldikten sonra da zikrullah’a iştirak etmesin. Azar azar geçsin. Çünkü letaifleri yakabilir.
Gaye yemeği pişirmek, taşırmamak, tencereyi de yakmamak. Bunun için hemen tencereden ateşi çekmek lâzım. Pişmeye ihtiyacı varsa, kızgın külün üzerinde pişsin. Ateş artırılırsa, tencere de yanar yemek de yanar.
Salat-ü selâm mülayemet verir, Râbıta-i şerif feyz-i ilâhî akıtır.” (22.05.1976)
Alınanlar:
Kardeşimiz zikrullaha bir defa iştirak eden bir arkadaşının daha sonra gördüğü bir rüyâsını anlattı. “Allah’ımız alınanlardan etsin.” diye duâ ettiler ve akabinde buyurdular ki:
“Bu alınmak kelimesi sık sık geçiyor. Cidden çok mühimdir, çok esrarlı bir kelimedir. Bir kapı görünüyor, fakat girecek bir yeri olmadığı halde, bakıyoruz alınanlar alınıyor. Ne kapısı ne penceresi görünüyor. Etrafında senelerce uğraşsak, çatlağını bile göremeyiz. Alınanlar o kadar rahat alınıyor ki, alınıyor ve içeride kayboluyor.
Allah’ımız aldıklarının yüzü suyu hürmetine bizi de alınanlardan eylesin. O kimin ki gönlünü açarsa nasibini ihsan eder.” (12.03.1977)
Ezelî Nasipler:
“Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nin ezelî hidayet lütfu, toprağa ekilmiş tohuma benzer. Hazret-i Allah’ın murad ettiği zaman gelince, tohum topraktan filiz verdiği gibi, bu mânevî tohumlar da zamanı gelince yerinden biter. Ekilmeyen bir şeyin bitmesine imkân olmadığı gibi, ezelden ihsan edilmedikçe kişide husule gelmez. Velev ki terakkî etmiş gibi görünsün, önder gibi görünsün. Nasibi yok ise hiçbir şey alamaz, sonu kurumaya mahkumdur. Nasibi köklü değil ki alsın.” (07.05.1977)
Ruhun Hayatı:
Bir sohbetlerinden:
“Allah-u Teâlâ hıfz-u himâyesine tasarruf-u ilâhîsine aldığı kimseleri hayırlı yollara sevkeder. Bunun sırrı şudur ki, onlar kendi kendilerine itimatları olmadığı için Mevlâ’ya sığınıp ihlâsla yönelmişler ve halen: ‘Allah’ım beni bana bırakma!’ diye iltica etmişlerdir. Bu sığınmalarında samimi oldukça Hazret-i Allah onları muhafaza eder. Muhafazada oldukları müddetçe de selâmettedirler, saâdettedirler, hayattadırlar. Buradaki hayattan murad, ruhun hayatta oluşudur. Nefsin esaretinden kurtulup, ruh ile icraat yapıldığından ötürü hayattadırlar. Nefsin esaretinden kurtulamayan insan, yaşayan ölü mesabesindedir. Niçin geldiklerini nereye gideceklerini bilemezler. İki günlük hayatlarında sermaye toplayamadan giderler. Ne büyük fecaat!.. Hakikatten kaçtıkları için Cenâb-ı Allah onları bununla cezalandırıyor.” (23.07.1977)
Fitne Harp Gibidir:
– Efendim Deccal’in fitnesi devam ediyor.
– “Fitne devam etsin efendim. Fitne harp gibidir. Düşmana: “Sen bana saldırma!” demeye hakkın yok. O da hücumunu yapacak, sen de hücumunu yapacaksın.
Mücadele ve mücahede böyle olur, kazanç da böyle olur. Fitne ile mücadele edildiği nispette kazanç vardır.
O bir hiç uğruna canını fedâ ediyor. Sen kendini inanmış kabul ediyorsun; hem de fitneden çekinirsen mücadeleyi kaybetmiş olursun.” (31.05.1980)
“Kalplerin Anahtarı” Külliyâtı’nın Zuhuru:
– Efendim rüyâmda “Notlar’ kitabımızı, üzerinde “CİLT: 1” diye yazılmış gördüm.
– “Allah-u Teâlâ bu kitabın basılma lütfunu bahşedince fakiri cidden memnun etti. Bu O’nun lütfu, başka bir şey değil. Mevlâ’ya sonsuz şükürler olsun ki, fakire hiçbir şey benimsetmedi. Biz de okurken istifa etmeye çalışıyoruz.
Cenâb-ı Hakk dilerse ikincisini de üçüncüsünü de lütfeder. Nasıl murad ederse öyle olur. Şimdi bu birinci olmuş oluyor. Bize mânâda bu kitap için “Zebur” buyurdular. Anladık ki, bu kitabı kitaplar takip edecek. Allah-u Teâlâ bir kitapta bırakmayacak, dilerse kitapları sıralayacak.” (31.05.1980)