44 süreye ekledim.
Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (8)
1950'li yıllarda Efendi Hazretlerimiz'i tanıyarak talebesi olma şerefine erişen ve 2006 yılında rahmetli olan Hacı Hayrettin Efendi'nin birkaç hatırasını arz edeceğiz:
Efendi Hazretlerimiz gençlik yıllarında bir gün (takribi 1950'li yılların başı) İzmit'e gelirler. İzmit'te bir ayakkabıcı dükkânı olan Hayrettin Efendi de gençtir ve dükkânında çalışmaktadır. Akşam mânâda şöyle bir rüyâ görürler; "Uzun bir tren ve trenin başında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vardır ve "Bu trene bin!" diye emir vermektedirler."
Hayrettin Efendi akşam gördüğü rüyânın etkisinde olduğu halde bir yandan da işlerini yapmaya çalışmaktadır. Öğle vakti üzeri, abdest tazelemek için dükkânın kapısından tam çıkarlarken birden kapıda; siyah takım elbiseli, siyah çantalı, siyah bereli, siyah sakallı bir Zât-ı âli belirir ve selâm vererek içeri girerler. Kendilerini; "Düzce'den Ömer, buyrun kartımız, Düzce'ye bekleriz!" diyerek tanıtırlar ve kısa bir sohbet sonrası dükkândan ayrılırlar.
Hayrettin Efendi'nin içinde büyük bir huzur vardır, akşam gördüğü rüyâyı hatırlar, çünkü Resulullah Efendimiz diye gördüğü zât, şimdi yanına gelen zâta da çok benzemektedir. Bu büyük şaşkınlık içerisinde dükkânı kapatarak evine gider. Zât-ı âlileri'nin nur cemaliyle etkilenmiş olarak ve kendilerinden geçmiş bir halde onları düşünmektedirler.
Aradan birkaç gün sonra ise Düzce'ye gitmeye karar verirler. İlk defa gideceklerinden, nasıl ve ne şekilde gidileceğini bilmediği halde yola çıkarlar. İçinden bir ses; "Şu otobüse bin!" der. Otobüse binerek yola çıkarlar. Düzce'ye gelinir, yine içinden bir ses; "Burada in!" der ve inerler.
Cadde üzerinde sağa sola baka baka giderler. Kimseye bir şey sormadan, kendi hâllerinde yürüyüşüne devam ederler. Çünkü içinden bir ses "Şuradan git, buraya dön!" diye onu yönlendirmektedir. Bir müddet sonra, birden bir ses gelir; "Hacı Efendi buyrun!" Bir de bakarlar ki, Efendi Hazretleri'miz ayakkabı yapmakla meşguldür ve ona buyrun işareti yaparak yanına çağırırlar.
Hayrettin Efendi, hemen yanına giderek, elini öper ve otururlar. Efendi Hazretlerimiz dükkânını kapatarak, gelen misafirini yukarı evine çıkarır. Bu esnada, aşağıdan kapı çalınmaktadır. Efendi Hazretlerimiz'in köyden sipariş ettiği süt gelmiştir. Efendi Hazretlerimiz sütü alırlar ve yukarı çıkarlar. Hayrettin Efendi'ye; "Efendim şu kaşığı alın, biz sütü tencereye dökerken siz de devamlı karıştırın!" buyururlar ve Hayrettin Efendi denileni yapar. Efendi Hazretleri döktükçe süt koyulaşmaktadır ve en sonunda dökülen süt, bu kısa zaman zarfında birden yoğurt olmuştur. Hayrettin Efendi bu hâli görünce daha büyük bir şaşkınlık geçirir. Daha ilk tanışmalarında bir kerametlerini görmüşlerdir. Efendi Hazretlerimiz iki tane kâse getirerek yoğurttan ikram ederler.
Efendi Hazretleri; gönüllere hitap eden üslûbuyla sohbet ederler ve akabinde Hayrettin Efendi müsaade isteyerek kalkarlar.
İlk tanışmanın ardından yapılan bu ilk ziyaretten sonra dersini alan Hayrettin Efendi, Efendi Hazretlerimiz'in bir evlâdı ve talebesi olma şerefine nail olarak, bu âli yola ömürlerinin sonuna kadar devam ederler. Yolun hem yazını, hem kışını yaşayan Hayrettin Efendi, Efendi Hazretlerimiz'in birçok tecellilerine vakıf olurlar.
•
Hayrettin Efendi 1980'li yıllarda işi için lâzım olan deri ve ayakkabı malzemelerini almak için İstanbul'a yola çıkarlar. Harem'de otobüsten indikten sonra Sirkeci'ye geçmek için feribota binerler.
Feribot hareket etmek üzereyken, yanına gayet intizam giyinimli bir bey oturur. Hayrettin Efendi de, Efendi Hazretlerimiz'in her zaman söylediği gibi gayet güzel giyinmiş, edepli bir hâl ile oturmaktadırlar. Hayrettin Efendi'nin bu hâli yanında bulunan kişinin dikkatini çeker ve Hayrettin Efendi ile konuşmak ister. Hayrettin Efendi de gayet mütevazi bir şekilde mukabelede bulunur ve sohbet gittikçe derinleşir.
Hayrettin Efendi sohbetin daha başında hemen râbıta yaparlar ve durumu Efendi Hazretleri'ne arz ederler. O kişi sorular sormaktadır ve her sorduğu soruya hiç ummadığı şekilde cevaplar almaktadır. Hayrettin Efendi'nin kendi ifadesiyle; "Sorulara cevap veriyorum amma o kelimeler, o sözler, o cümleler benim değil, çünkü hiç duymadığım, hiç bilmediğim kelimeler ağzımdan çıkıyor, benim lügatimde olmayan kelimeleri kullandıkça, kendim de şaşırıyorum. Râbıta ile mübareklerin işi ele aldıkları bellidir." demiştir.
Feribot Sirkeci'ye yanaşmak üzereyken, yanında bulunan o zât Hayrettin Efendi'ye; "Bırakınız elinizi öpeyim, ben İstanbul Üniversitesi'nde hocayım, sol görüşlüyüm, sizi böyle görünce birkaç soru sorup, sizi küçük düşürmek istedim fakat hiç ummadığım ve hiçbir yerde okumadığım bir şekilde cevaplar verdiniz ve bütün fikirlerimi değiştirdiniz" der.
Hayrettin Efendi elini öptürmezler ve Efendi Hazretlerimiz'den bahsederek ayrılırlar.
Bu konuyu bir ziyaretlerinde Efendi Hazretlerimiz'e arz ettiklerinde şöyle buyururlar:
"İhvan odur ki, konuşturula!"
•
Hayrettin Efendi bir hatırasını da şöyle aktarmışlardı:
Perşembe akşamları mübareklerin evinde ders olurdu. Biz de Gölcük'ten bazı zamanlar katılırdık. Bir perşembe günü Düzce'ye doğru yola çıktım. Evlerine gelip, kapıyı çaldım, fakat ne açan var ne de gelen. Bekledim. Ama hiç kimse gelmiyordu. Ders mutlaka var ama kim bilir nereye gittiler ve nerede yapıyorlardı. Tabi o zaman ne cep telefonu var, ne de başka bir şekilde iletişim. Sanki bütün Düzce başımın üzerine yıkıldı, çok üzüldüm. Yapacak hiçbir şey yoktu ve tekrar geri Gölcük'e dönecektim.
Yol kenarından gidiyorum, aklım başımda değil, büyük bir üzüntü içindeyim. Bu hâlle yürürken arkamdan bir araba gelerek hafif bir şekilde bana çarptı. Bu çarpma esnasında ben bir bahçe kapısından içeri doğru düştüm, yuvarlandım. Bir de baktım ki sesler geliyor, bir sürü ayakkabı var. Yavaş yavaş evin kapısına doğru gittim ve kapı aralığından mübarekleri ve kardeşleri gördüm. Öyle sevindim ki. Elleriyle bana "Gel, gel!" işareti yapıyorlardı.
Yanlarına doğru oturdum, bana;
"Hacı efendi buyrun, gelin oturun, derse devam edelim. Şimdiye kadar sizi buraya çekmeye çalışıyorduk, buyrun oturun da devam etsin!" buyurdular.
Evlerine gelmem onlara mâlum olmuş ki, bizi bazı sebepleri vesile kılarak buraya kadar çekmişler.
Bulduran Rabb'ime şükürler olsun.
•
Rahmetli Cemil Yıldız Efendi, Hayrettin Efendi ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatmışlardı:
Efendi Hazretlerimiz bir gün Beykoz tepesinde bulunan Yuşa Aleyhisselâm'ın kabr-i şerif'lerini ziyaret etmek isterler. Beraberlerindeki birkaç kardeşimizle beraber gelirler. O zamanlar askeriye sınırları içerisinde olan Yuşa Aleyhisselâm'ın kabrine, arabalar aşağıda bırakılarak, yaya olarak yukarı doğru yürümeye başlanır.
Efendi Hazretlerimiz önde, arkadan kardeşler gelmektedirler. En arka tarafta bulunan Cemil Yıldız kardeşimiz, orta tarafta yürüyen Hayrettin Can kardeşimiz için gönlünden şöyle geçirir:
"Yâ Rabb'i! Efendi Hazretlerimiz'e zaten lâyık değiliz, onun ayağının tozu dahi olamayız, hiç olmazsa onun ihvanı olan şu Hayrettin Efendi'nin ayağının tozu olsam."
Bu gönülden geçen duâdan kısa bir süre sonra, Hayrettin Efendi yukarı doğru yürürlerken, kenara çekilip beklemeye başlar ve Cemil Efendi geldiğinde koluna girer ve kendisine; "Cemil Efendi kendinize gelin, ayağının tozu olunacak biri varsa en önde yürüyor!" der.
•
Hayrettin Efendi, İstanbul'a ziyaret için bir yere gelirler, onu gören bir kardeşimiz hoş geldin diyerek, ileri yaşından dolayı elini öpmek ister.
Bu hâli gören başka bir kardeşimiz, Hayrettin Efendi abdest tazelemek için ayrıldığında, o kardeşimizi uzakta bir kenara çekerek; "Gereğinden fazla değer verme, sonra kendini bir şey zanneder" diyerek konuşur.
Hayrettin Efendi, biraz sonra yanlarına gelerek; "Biz bir şey olmaya çalışmıyoruz, biz eşşeğiz, eşşek!" derler ve giderler.
•
Yine İstanbul'a geldiklerinde bir kardeşimiz ile birlikte beraberce bir yere gitmek üzere yola çıkarlar. Kardeşimiz; "Hayrettin Efendi, biraz hızlı yürüsek..." diyerek, gidilmek istenen yere erken varmak isterlerse de Hayrettin Efendi; "Önümüzde Efendi Hazretlerimiz yürüyor, biz onu takip ediyoruz" derler.
•
Bu yolda imtihanlar çok ve çetin olur. Bazı ihvanlar bu çetin imtihanlardan geçmiştir. Hayrettin Efendi de bunlardan biri idi. 1970'li yıllarda yoldan uzaklaştırılmıştı. Bu ayrı kaldığı 7 yıl zarfında dersini hiç aksatmamış, aleyhte tek kelâm etmemişti.
Hanımı merhum Hafız Kadir Efendi'nin kardeşi idi. Ömrünü Allah yolunda; iffetiyle, namusuyla tüketmiş, ihlâslı, sâliha bir hanımdı.
Hayrettin Efendi'nin yoldan uzaklaştırıldığı yıllarda Efendi Hazretleri'nin aleyhinde konuşan kadınlar topluluğuna; "Bana bak! Senin bu dediklerin benim efendimde yok. Bu sözler bir sokak kadınının ağzına yakışmaz, ağzını yırtarım senin" diyerek tepki göstermişti.
İçlerinden, eşinin imtihanda olduğunu bilen bazı kadınlar, "Bak senin eşini de uzaklaştırdı, niye hâlâ savunuyorsun?" dediklerinde; "O bizim Efendimiz, ister sever, ister atar, ister tutar! Size ne!" diyerek, o topluluktan ayrılmışlardı, bu mevzulardan dolayı Efendi Hazretlerimiz'in büyük takdirini almıştı.
•
Hayrettin Efendi, 1970'li yıllarda henüz imtihanı devam ederken, İzmit'te bulunan bir şeyh efendi son günlerinde iken etrafında toplanan ihvanlarına; "Ben size Hacı Hayrettin Efendi'yi gösteriyorum, bizden sonra ona gidin!" der.
Bunun üzerine Hayrettin Efendi'ye gelen o kişiler, şeyhlerinin böyle bir vasiyeti olduğunu söylerler. Hayrettin Efendi de; "Benim Kibâr-u Evliyâullah'tan efendim var. Mürşid-i kâmil olan efendime evlâd olmaya çalışıyorum. Burası hak yolu, benim böyle bir dâvâda bulunmam olmaz, size de nasihatim bu olur" diyerek hem kendisinin böyle bir şeyde gözü ve niyeti olmadığını belli ederler, hem de hak yolunu tarif ederek onlara yol gösterirler.
Hak yolunun yolcusunu Hazret-i Allah tayin eder, O'nun tayin etmediği bir makama, senin çıktım demen veyahut çıktım gibi göstermen büyük bir şirktir ve kişiyi müşrik yapar.
•
Hayrettin Efendi bir mevzu yüzünden hanımıyla biraz tartışır. Mevzu daha kapanmamıştır ki kapı çalar ve bir bakarlar ki karşılarında Efendi Hazretlerimiz; "Bursa'ya doğru geçiyorduk, size bir uğrayalım dedik!" buyururlar.
Efendi Hazretleri'miz gençlik yıllarında daha sık olarak çeşitli vilayetleri ziyaret ederlerdi.
Hayrettin Efendi içeri dâvet ederek bir kahve ikram ederler. Efendi Hazretleri'miz;
"Hayrettin Efendi, hanımınız nasıl, onu üzmeyin, hoş tutun!" buyurarak bu minval üzere kısa bir sohbet ederler ve hemen kalkarak, Bursa'ya doğru yollarına devam ederler.
Hayrettin Efendi;
Bizim o hâlimiz Zât-ı âlileri'ne mâlum olmuş. Âile yuvasının ne kadar önemli olduğunu, gelip geçici bir dünya hayatı için gönül kırmaya değmeyeceğini, hükümleri yerine getirmeye çalışan bir hanıma bir erkeğin kuvvet kullanmasının uygun olmadığını ve Peygamber Efendimiz'in;
"Hanımlarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz." Hadis-i şerif'ini açıklayarak, "Hayırlılar"dan olabilmek için çalışılmasını anlatmak istemişler ve bir kerametlerini daha göstererek gitmişlerdi. Ki biz sadece ufak bir mevzuda tartışmıştık, el kaldırma yoktu ve hiçbir zaman olmamıştı, bunu yapanlar bu mevzudan kendilerine büyük bir ders çıkarırlar, demişti...
•
Hayrettin Efendi; 2006 yılının mayıs ayında bir Perşembe günü, Gölcük'ten otobüse binerek, Adapazarı'na derse giderler. Vakıf'ın tam alt tarafında otobüsten indikten sonra, yolun karşısına geçerler. Yol çift şeritlidir ve diğer yola geçtiklerinde o esnada hızlı bir araç gelerek, Hayrettin Efendi'ye çarpar ve orada rahmetli olurlar.
Hayrettin Efendi, bir kardeşimize şöyle duâ ettiğini söylemiş;
"Yâ Rabb'i bizi bu yoldan ayırma, Efendi Hazretlerimiz'in ayaklarının dibinde canımızı al!"
Efendi Hazretlerimiz'e arz edildiğinde;
"Allah Allah! İşte ayak dibinde gitti.
O çok eski ihvanımızdı, Allah'ım rahmet eylesin!" buyururlar.
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (8)
1950'li yıllarda Efendi Hazretlerimiz'i tanıyarak talebesi olma şerefine erişen ve 2006 yılında rahmetli olan Hacı Hayrettin Efendi'nin birkaç hatırasını arz edeceğiz:
Efendi Hazretlerimiz gençlik yıllarında bir gün (takribi 1950'li yılların başı) İzmit'e gelirler. İzmit'te bir ayakkabıcı dükkânı olan Hayrettin Efendi de gençtir ve dükkânında çalışmaktadır. Akşam mânâda şöyle bir rüyâ görürler; "Uzun bir tren ve trenin başında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vardır ve "Bu trene bin!" diye emir vermektedirler."
Hayrettin Efendi akşam gördüğü rüyânın etkisinde olduğu halde bir yandan da işlerini yapmaya çalışmaktadır. Öğle vakti üzeri, abdest tazelemek için dükkânın kapısından tam çıkarlarken birden kapıda; siyah takım elbiseli, siyah çantalı, siyah bereli, siyah sakallı bir Zât-ı âli belirir ve selâm vererek içeri girerler. Kendilerini; "Düzce'den Ömer, buyrun kartımız, Düzce'ye bekleriz!" diyerek tanıtırlar ve kısa bir sohbet sonrası dükkândan ayrılırlar.
Hayrettin Efendi'nin içinde büyük bir huzur vardır, akşam gördüğü rüyâyı hatırlar, çünkü Resulullah Efendimiz diye gördüğü zât, şimdi yanına gelen zâta da çok benzemektedir. Bu büyük şaşkınlık içerisinde dükkânı kapatarak evine gider. Zât-ı âlileri'nin nur cemaliyle etkilenmiş olarak ve kendilerinden geçmiş bir halde onları düşünmektedirler.
Aradan birkaç gün sonra ise Düzce'ye gitmeye karar verirler. İlk defa gideceklerinden, nasıl ve ne şekilde gidileceğini bilmediği halde yola çıkarlar. İçinden bir ses; "Şu otobüse bin!" der. Otobüse binerek yola çıkarlar. Düzce'ye gelinir, yine içinden bir ses; "Burada in!" der ve inerler.
Cadde üzerinde sağa sola baka baka giderler. Kimseye bir şey sormadan, kendi hâllerinde yürüyüşüne devam ederler. Çünkü içinden bir ses "Şuradan git, buraya dön!" diye onu yönlendirmektedir. Bir müddet sonra, birden bir ses gelir; "Hacı Efendi buyrun!" Bir de bakarlar ki, Efendi Hazretleri'miz ayakkabı yapmakla meşguldür ve ona buyrun işareti yaparak yanına çağırırlar.
Hayrettin Efendi, hemen yanına giderek, elini öper ve otururlar. Efendi Hazretlerimiz dükkânını kapatarak, gelen misafirini yukarı evine çıkarır. Bu esnada, aşağıdan kapı çalınmaktadır. Efendi Hazretlerimiz'in köyden sipariş ettiği süt gelmiştir. Efendi Hazretlerimiz sütü alırlar ve yukarı çıkarlar. Hayrettin Efendi'ye; "Efendim şu kaşığı alın, biz sütü tencereye dökerken siz de devamlı karıştırın!" buyururlar ve Hayrettin Efendi denileni yapar. Efendi Hazretleri döktükçe süt koyulaşmaktadır ve en sonunda dökülen süt, bu kısa zaman zarfında birden yoğurt olmuştur. Hayrettin Efendi bu hâli görünce daha büyük bir şaşkınlık geçirir. Daha ilk tanışmalarında bir kerametlerini görmüşlerdir. Efendi Hazretlerimiz iki tane kâse getirerek yoğurttan ikram ederler.
Efendi Hazretleri; gönüllere hitap eden üslûbuyla sohbet ederler ve akabinde Hayrettin Efendi müsaade isteyerek kalkarlar.
İlk tanışmanın ardından yapılan bu ilk ziyaretten sonra dersini alan Hayrettin Efendi, Efendi Hazretlerimiz'in bir evlâdı ve talebesi olma şerefine nail olarak, bu âli yola ömürlerinin sonuna kadar devam ederler. Yolun hem yazını, hem kışını yaşayan Hayrettin Efendi, Efendi Hazretlerimiz'in birçok tecellilerine vakıf olurlar.
•
Hayrettin Efendi 1980'li yıllarda işi için lâzım olan deri ve ayakkabı malzemelerini almak için İstanbul'a yola çıkarlar. Harem'de otobüsten indikten sonra Sirkeci'ye geçmek için feribota binerler.
Feribot hareket etmek üzereyken, yanına gayet intizam giyinimli bir bey oturur. Hayrettin Efendi de, Efendi Hazretlerimiz'in her zaman söylediği gibi gayet güzel giyinmiş, edepli bir hâl ile oturmaktadırlar. Hayrettin Efendi'nin bu hâli yanında bulunan kişinin dikkatini çeker ve Hayrettin Efendi ile konuşmak ister. Hayrettin Efendi de gayet mütevazi bir şekilde mukabelede bulunur ve sohbet gittikçe derinleşir.
Hayrettin Efendi sohbetin daha başında hemen râbıta yaparlar ve durumu Efendi Hazretleri'ne arz ederler. O kişi sorular sormaktadır ve her sorduğu soruya hiç ummadığı şekilde cevaplar almaktadır. Hayrettin Efendi'nin kendi ifadesiyle; "Sorulara cevap veriyorum amma o kelimeler, o sözler, o cümleler benim değil, çünkü hiç duymadığım, hiç bilmediğim kelimeler ağzımdan çıkıyor, benim lügatimde olmayan kelimeleri kullandıkça, kendim de şaşırıyorum. Râbıta ile mübareklerin işi ele aldıkları bellidir." demiştir.
Feribot Sirkeci'ye yanaşmak üzereyken, yanında bulunan o zât Hayrettin Efendi'ye; "Bırakınız elinizi öpeyim, ben İstanbul Üniversitesi'nde hocayım, sol görüşlüyüm, sizi böyle görünce birkaç soru sorup, sizi küçük düşürmek istedim fakat hiç ummadığım ve hiçbir yerde okumadığım bir şekilde cevaplar verdiniz ve bütün fikirlerimi değiştirdiniz" der.
Hayrettin Efendi elini öptürmezler ve Efendi Hazretlerimiz'den bahsederek ayrılırlar.
Bu konuyu bir ziyaretlerinde Efendi Hazretlerimiz'e arz ettiklerinde şöyle buyururlar:
"İhvan odur ki, konuşturula!"
•
Hayrettin Efendi bir hatırasını da şöyle aktarmışlardı:
Perşembe akşamları mübareklerin evinde ders olurdu. Biz de Gölcük'ten bazı zamanlar katılırdık. Bir perşembe günü Düzce'ye doğru yola çıktım. Evlerine gelip, kapıyı çaldım, fakat ne açan var ne de gelen. Bekledim. Ama hiç kimse gelmiyordu. Ders mutlaka var ama kim bilir nereye gittiler ve nerede yapıyorlardı. Tabi o zaman ne cep telefonu var, ne de başka bir şekilde iletişim. Sanki bütün Düzce başımın üzerine yıkıldı, çok üzüldüm. Yapacak hiçbir şey yoktu ve tekrar geri Gölcük'e dönecektim.
Yol kenarından gidiyorum, aklım başımda değil, büyük bir üzüntü içindeyim. Bu hâlle yürürken arkamdan bir araba gelerek hafif bir şekilde bana çarptı. Bu çarpma esnasında ben bir bahçe kapısından içeri doğru düştüm, yuvarlandım. Bir de baktım ki sesler geliyor, bir sürü ayakkabı var. Yavaş yavaş evin kapısına doğru gittim ve kapı aralığından mübarekleri ve kardeşleri gördüm. Öyle sevindim ki. Elleriyle bana "Gel, gel!" işareti yapıyorlardı.
Yanlarına doğru oturdum, bana;
"Hacı efendi buyrun, gelin oturun, derse devam edelim. Şimdiye kadar sizi buraya çekmeye çalışıyorduk, buyrun oturun da devam etsin!" buyurdular.
Evlerine gelmem onlara mâlum olmuş ki, bizi bazı sebepleri vesile kılarak buraya kadar çekmişler.
Bulduran Rabb'ime şükürler olsun.
•
Rahmetli Cemil Yıldız Efendi, Hayrettin Efendi ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatmışlardı:
Efendi Hazretlerimiz bir gün Beykoz tepesinde bulunan Yuşa Aleyhisselâm'ın kabr-i şerif'lerini ziyaret etmek isterler. Beraberlerindeki birkaç kardeşimizle beraber gelirler. O zamanlar askeriye sınırları içerisinde olan Yuşa Aleyhisselâm'ın kabrine, arabalar aşağıda bırakılarak, yaya olarak yukarı doğru yürümeye başlanır.
Efendi Hazretlerimiz önde, arkadan kardeşler gelmektedirler. En arka tarafta bulunan Cemil Yıldız kardeşimiz, orta tarafta yürüyen Hayrettin Can kardeşimiz için gönlünden şöyle geçirir:
"Yâ Rabb'i! Efendi Hazretlerimiz'e zaten lâyık değiliz, onun ayağının tozu dahi olamayız, hiç olmazsa onun ihvanı olan şu Hayrettin Efendi'nin ayağının tozu olsam."
Bu gönülden geçen duâdan kısa bir süre sonra, Hayrettin Efendi yukarı doğru yürürlerken, kenara çekilip beklemeye başlar ve Cemil Efendi geldiğinde koluna girer ve kendisine; "Cemil Efendi kendinize gelin, ayağının tozu olunacak biri varsa en önde yürüyor!" der.
•
Hayrettin Efendi, İstanbul'a ziyaret için bir yere gelirler, onu gören bir kardeşimiz hoş geldin diyerek, ileri yaşından dolayı elini öpmek ister.
Bu hâli gören başka bir kardeşimiz, Hayrettin Efendi abdest tazelemek için ayrıldığında, o kardeşimizi uzakta bir kenara çekerek; "Gereğinden fazla değer verme, sonra kendini bir şey zanneder" diyerek konuşur.
Hayrettin Efendi, biraz sonra yanlarına gelerek; "Biz bir şey olmaya çalışmıyoruz, biz eşşeğiz, eşşek!" derler ve giderler.
•
Yine İstanbul'a geldiklerinde bir kardeşimiz ile birlikte beraberce bir yere gitmek üzere yola çıkarlar. Kardeşimiz; "Hayrettin Efendi, biraz hızlı yürüsek..." diyerek, gidilmek istenen yere erken varmak isterlerse de Hayrettin Efendi; "Önümüzde Efendi Hazretlerimiz yürüyor, biz onu takip ediyoruz" derler.
•
Bu yolda imtihanlar çok ve çetin olur. Bazı ihvanlar bu çetin imtihanlardan geçmiştir. Hayrettin Efendi de bunlardan biri idi. 1970'li yıllarda yoldan uzaklaştırılmıştı. Bu ayrı kaldığı 7 yıl zarfında dersini hiç aksatmamış, aleyhte tek kelâm etmemişti.
Hanımı merhum Hafız Kadir Efendi'nin kardeşi idi. Ömrünü Allah yolunda; iffetiyle, namusuyla tüketmiş, ihlâslı, sâliha bir hanımdı.
Hayrettin Efendi'nin yoldan uzaklaştırıldığı yıllarda Efendi Hazretleri'nin aleyhinde konuşan kadınlar topluluğuna; "Bana bak! Senin bu dediklerin benim efendimde yok. Bu sözler bir sokak kadınının ağzına yakışmaz, ağzını yırtarım senin" diyerek tepki göstermişti.
İçlerinden, eşinin imtihanda olduğunu bilen bazı kadınlar, "Bak senin eşini de uzaklaştırdı, niye hâlâ savunuyorsun?" dediklerinde; "O bizim Efendimiz, ister sever, ister atar, ister tutar! Size ne!" diyerek, o topluluktan ayrılmışlardı, bu mevzulardan dolayı Efendi Hazretlerimiz'in büyük takdirini almıştı.
•
Hayrettin Efendi, 1970'li yıllarda henüz imtihanı devam ederken, İzmit'te bulunan bir şeyh efendi son günlerinde iken etrafında toplanan ihvanlarına; "Ben size Hacı Hayrettin Efendi'yi gösteriyorum, bizden sonra ona gidin!" der.
Bunun üzerine Hayrettin Efendi'ye gelen o kişiler, şeyhlerinin böyle bir vasiyeti olduğunu söylerler. Hayrettin Efendi de; "Benim Kibâr-u Evliyâullah'tan efendim var. Mürşid-i kâmil olan efendime evlâd olmaya çalışıyorum. Burası hak yolu, benim böyle bir dâvâda bulunmam olmaz, size de nasihatim bu olur" diyerek hem kendisinin böyle bir şeyde gözü ve niyeti olmadığını belli ederler, hem de hak yolunu tarif ederek onlara yol gösterirler.
Hak yolunun yolcusunu Hazret-i Allah tayin eder, O'nun tayin etmediği bir makama, senin çıktım demen veyahut çıktım gibi göstermen büyük bir şirktir ve kişiyi müşrik yapar.
•
Hayrettin Efendi bir mevzu yüzünden hanımıyla biraz tartışır. Mevzu daha kapanmamıştır ki kapı çalar ve bir bakarlar ki karşılarında Efendi Hazretlerimiz; "Bursa'ya doğru geçiyorduk, size bir uğrayalım dedik!" buyururlar.
Efendi Hazretleri'miz gençlik yıllarında daha sık olarak çeşitli vilayetleri ziyaret ederlerdi.
Hayrettin Efendi içeri dâvet ederek bir kahve ikram ederler. Efendi Hazretleri'miz;
"Hayrettin Efendi, hanımınız nasıl, onu üzmeyin, hoş tutun!" buyurarak bu minval üzere kısa bir sohbet ederler ve hemen kalkarak, Bursa'ya doğru yollarına devam ederler.
Hayrettin Efendi;
Bizim o hâlimiz Zât-ı âlileri'ne mâlum olmuş. Âile yuvasının ne kadar önemli olduğunu, gelip geçici bir dünya hayatı için gönül kırmaya değmeyeceğini, hükümleri yerine getirmeye çalışan bir hanıma bir erkeğin kuvvet kullanmasının uygun olmadığını ve Peygamber Efendimiz'in;
"Hanımlarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz." Hadis-i şerif'ini açıklayarak, "Hayırlılar"dan olabilmek için çalışılmasını anlatmak istemişler ve bir kerametlerini daha göstererek gitmişlerdi. Ki biz sadece ufak bir mevzuda tartışmıştık, el kaldırma yoktu ve hiçbir zaman olmamıştı, bunu yapanlar bu mevzudan kendilerine büyük bir ders çıkarırlar, demişti...
•
Hayrettin Efendi; 2006 yılının mayıs ayında bir Perşembe günü, Gölcük'ten otobüse binerek, Adapazarı'na derse giderler. Vakıf'ın tam alt tarafında otobüsten indikten sonra, yolun karşısına geçerler. Yol çift şeritlidir ve diğer yola geçtiklerinde o esnada hızlı bir araç gelerek, Hayrettin Efendi'ye çarpar ve orada rahmetli olurlar.
Hayrettin Efendi, bir kardeşimize şöyle duâ ettiğini söylemiş;
"Yâ Rabb'i bizi bu yoldan ayırma, Efendi Hazretlerimiz'in ayaklarının dibinde canımızı al!"
Efendi Hazretlerimiz'e arz edildiğinde;
"Allah Allah! İşte ayak dibinde gitti.
O çok eski ihvanımızdı, Allah'ım rahmet eylesin!" buyururlar.