HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
İLK ÜÇ YIL
ve
İLK MÜSLÜMANLAR 4
Câfer bin Ebu Tâlib -R. Anh-:
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ile kardeş olup ilk müslümanlardandır.
Müşriklerin eziyet ve işkenceleri artınca, hanımı Esmâ binti Uneys -radiyallahu anhâ- ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileye katıldı ve Resulullah Aleyhisselâm tarafından bu kafileye başkan tayin edildi. Oğlu Abdullah Habeşistan’da dünyaya geldi ve orada doğan ilk müslüman olarak anıldı.
Mute savaşında düşman üzerine kahramanca hücum ederek, şehit oldu. Bu arada iki kolu da kesildi. Resulullah Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ’nın Câfer -radiyallahu anh-in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsan ettiğini ve onlarla cennete uçtuğunu haber vermiştir. Bu sebeple kendisine “Uçan” mânâsına gelen “Tayyâr” lâkabı verilmiştir.
Kırk yaşında şehit olan Câfer -radiyallahu anh- çok cömertti. Fakirleri gözetir, yoksulları sever, onlarla oturur kalkar, evinde ne bulursa onlara yedirir içirirdi. Bunun içindir ki Resulullah Aleyhisselâm ona: “Yoksullar babası” derdi. Ahlâkı itibariyle kendisine benzediğini belirterek takdir ve taltif ederdi.
Ebu Huzeyfe -R. Anh-:
İslâm’ın ilk yıllarında, okuma yazma bilen on yedi Sahabi’den birisi idi. İlk müslümanlardan olmak şerefiyle müşerref olmuş, Habeşistan’a yapılan her iki hicrete hanımı Sehle binti Süheyl -radiyallahu anhâ- ile birlikte katılmıştır. Medine’ye hicret edinceye kadar da Resulullah Aleyhisselâm’ın yanından hiç ayrılmamıştır.
Bedir, Uhud ve Hendek olmak üzere, Resulullah Aleyhisselâm’ın katıldığı bütün savaşlarda bulunmuştu.
Babası Utbe bin Rebîa müşriklerin ileri gelenlerindendi.
Elli dört yaşlarında iken Yemâme savaşında, azadlısı Sâlim -radiyallahu anh- ile birlikte şehit olmuştur.
Erkam bin Ebu’l-Erkam -R. Anh-:
Mekke’nin nüfuzlu ve zengin âilelerinden, Kureyşliler’in akıllılarından olan Erkam -radiyallahu anh- genç yaşlarda müslüman olmuş, Resulullah Aleyhisselâm’a sadâkatle bağlanarak, evini onun emrine vermiştir.
Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlara katıldı. Hepsinde de büyük kahramanlıklar gösterdi. Okuma yazma bildiği için vahiy kâtipliği yaptı, zekât memuru olarak tayin edildi. Bütün vakitlerini ibadet ve taat ile geçirirdi.
Ve Diğerleri:
Resulullah Aleyhisselâm Erkam’ın evine yerleşip halkı İslâmiyet’e dâvet etmeye başlamadan önce müslüman olan daha birçok Sahabiler vardır:
Ebu Seleme ve eşi, Kudâme bin Maz’un, Abdullah bin Maz’un, Utbe bin Mes’ud, Âmir bin Ebî Vakkas, Umeyr bin Ebî Vakkas, Mes’ud bin Rebî, Salît bin Amr ve eşi, Ayyaş bin Ebî Rebîa ve eşi, Huneys bin Huzâfe, Âmir bin Rebîâ ve eşi, Mâmer bin Hâris, Muttalib bin Ezher ve eşi, Âmir bin Füheyre, Hâtıb bin Amr, Vâkıd bin Abdullah... gibi.
-Radiyallahu anhüm ecmâîn-
Dârü’l-Erkam:
Resulullah Aleyhisselâm ilk müslümanlardan Erkam bin Ebu’l-Erkam el-Mahzûmî -radiyallahu anh-ın Safâ tepeciğinin eteklerinde bulunan evini tebliğ ve toplantı merkezi olarak seçti, kendi evini bırakarak oraya taşındı.
Orada bir yandan müslümanlara dinlerini öğretirken, diğer taraftan hakikati arayan insanları İslâm’a dâvet ediyor, Kur’an-ı kerim okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu. Birçok insan gelip Erkam -radiyallahu anh-ın bu mübarek evinde İslâmiyet’le müşerref oluyorlar, yeni müslümanlar buraya gizli gizli gelip bir süre kalıyorlardı.
Burada toplanan bir avuç müslüman, hayat ve memat endişesinden tamamen sıyrılarak kendilerini o Nur’un cezbesine kaptırmışlardı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de İslâmiyet’i burada kabul etmişti.
“Dârü’l-Erkam” olarak meşhur olan bu ev, İslâm’ın ilk yayılma yeri olduğundan “Dârü’l-İslâm” olarak da bilinir. Resulullah Aleyhisselâm’a nâzil olan Mekkî sûre-i şerif’lerin çoğu burada nâzil olmuştur.
Üç yıllık gizli tebliğ dönemi bittikten sonra uzun bir müddet toplanma yeri olarak kalmıştır.
Resulullah Aleyhisselâm’ın bu evi ikâmetgâh olarak seçmesi, ilk müslümanların İslâmiyet’i kabul tarihlerine bir esas teşkil etmiş; Ashâb-ı kiram’ın müslüman oluşları, Resulullah Aleyhisselâm’ın “Dârü’l Erkam”a girmesinden önce veya sonra şeklinde tarihlendirilmiştir.
İlk Üç Yılın Hülâsası:
İlk müslümanlar arasında her sınıftan insan vardı. Eşraftan kişiler olduğu gibi; daha çok fakirler, güçsüzler ve köleler iman ediyor, sayı günden güne artıyordu.
Her ne kadar İslâmiyet gizli tutulmaya çalışılmışsa da, müslümanlar yine de müşrikler tarafından gözetlenmekten kurtulamadılar. Bu haber yavaş yavaş kulaktan kulağa duyuldu. “Muhammed yeni bir din çıkarmış! ‘Ben Allah’ın peygamberiyim.’ diye halkı dâvet ediyormuş! Hatta ona uyanlar bile varmış!” diyorlardı.
Müşrikler ilk sıralarda Resulullah Aleyhisselâm’ın Kâbe’de namaz kılmasına karışmazlardı. Müslümanlar ise namazlarını gizlerler; ya evlerinde ya da ıssız yerlerde birbirlerine gözcülük etmek suretiyle gizli gizli kılarlardı.
İslâmiyet artık Mekke’de yayılmaya başlamış, halk arasında konuşulur olmuştu.
Müşrikler dâvet haberini öğrendiklerinde, bu meseleye pek fazla önem vermemişlerdi. İslâm dinine tâbi olanları; putlara tapmaktan kaçınan, İbrahim Aleyhisselâm’ın dinine mensup hanifler gibi zannediyorlardı.
Diğer taraftan İslâm, sadece hâl ve ahvâli yatkın olanlara açıklanıyor, asıl hedefler gizli tutuluyordu. Müslümanlar müşriklerin işlerine hiçbir surette karışmıyor, onları tenkit etmek veya karşı koymak gibi bir fikir gütmüyorlardı. Çünkü onlar dinlerine ve putlarına şiddetle bağlı idiler.
Üç yıl bu şekilde bitti.
İLK ÜÇ YIL
ve
İLK MÜSLÜMANLAR 4
Câfer bin Ebu Tâlib -R. Anh-:
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ile kardeş olup ilk müslümanlardandır.
Müşriklerin eziyet ve işkenceleri artınca, hanımı Esmâ binti Uneys -radiyallahu anhâ- ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileye katıldı ve Resulullah Aleyhisselâm tarafından bu kafileye başkan tayin edildi. Oğlu Abdullah Habeşistan’da dünyaya geldi ve orada doğan ilk müslüman olarak anıldı.
Mute savaşında düşman üzerine kahramanca hücum ederek, şehit oldu. Bu arada iki kolu da kesildi. Resulullah Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ’nın Câfer -radiyallahu anh-in kesilen iki koluna karşılık iki kanat ihsan ettiğini ve onlarla cennete uçtuğunu haber vermiştir. Bu sebeple kendisine “Uçan” mânâsına gelen “Tayyâr” lâkabı verilmiştir.
Kırk yaşında şehit olan Câfer -radiyallahu anh- çok cömertti. Fakirleri gözetir, yoksulları sever, onlarla oturur kalkar, evinde ne bulursa onlara yedirir içirirdi. Bunun içindir ki Resulullah Aleyhisselâm ona: “Yoksullar babası” derdi. Ahlâkı itibariyle kendisine benzediğini belirterek takdir ve taltif ederdi.
Ebu Huzeyfe -R. Anh-:
İslâm’ın ilk yıllarında, okuma yazma bilen on yedi Sahabi’den birisi idi. İlk müslümanlardan olmak şerefiyle müşerref olmuş, Habeşistan’a yapılan her iki hicrete hanımı Sehle binti Süheyl -radiyallahu anhâ- ile birlikte katılmıştır. Medine’ye hicret edinceye kadar da Resulullah Aleyhisselâm’ın yanından hiç ayrılmamıştır.
Bedir, Uhud ve Hendek olmak üzere, Resulullah Aleyhisselâm’ın katıldığı bütün savaşlarda bulunmuştu.
Babası Utbe bin Rebîa müşriklerin ileri gelenlerindendi.
Elli dört yaşlarında iken Yemâme savaşında, azadlısı Sâlim -radiyallahu anh- ile birlikte şehit olmuştur.
Erkam bin Ebu’l-Erkam -R. Anh-:
Mekke’nin nüfuzlu ve zengin âilelerinden, Kureyşliler’in akıllılarından olan Erkam -radiyallahu anh- genç yaşlarda müslüman olmuş, Resulullah Aleyhisselâm’a sadâkatle bağlanarak, evini onun emrine vermiştir.
Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlara katıldı. Hepsinde de büyük kahramanlıklar gösterdi. Okuma yazma bildiği için vahiy kâtipliği yaptı, zekât memuru olarak tayin edildi. Bütün vakitlerini ibadet ve taat ile geçirirdi.
Ve Diğerleri:
Resulullah Aleyhisselâm Erkam’ın evine yerleşip halkı İslâmiyet’e dâvet etmeye başlamadan önce müslüman olan daha birçok Sahabiler vardır:
Ebu Seleme ve eşi, Kudâme bin Maz’un, Abdullah bin Maz’un, Utbe bin Mes’ud, Âmir bin Ebî Vakkas, Umeyr bin Ebî Vakkas, Mes’ud bin Rebî, Salît bin Amr ve eşi, Ayyaş bin Ebî Rebîa ve eşi, Huneys bin Huzâfe, Âmir bin Rebîâ ve eşi, Mâmer bin Hâris, Muttalib bin Ezher ve eşi, Âmir bin Füheyre, Hâtıb bin Amr, Vâkıd bin Abdullah... gibi.
-Radiyallahu anhüm ecmâîn-
Dârü’l-Erkam:
Resulullah Aleyhisselâm ilk müslümanlardan Erkam bin Ebu’l-Erkam el-Mahzûmî -radiyallahu anh-ın Safâ tepeciğinin eteklerinde bulunan evini tebliğ ve toplantı merkezi olarak seçti, kendi evini bırakarak oraya taşındı.
Orada bir yandan müslümanlara dinlerini öğretirken, diğer taraftan hakikati arayan insanları İslâm’a dâvet ediyor, Kur’an-ı kerim okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu. Birçok insan gelip Erkam -radiyallahu anh-ın bu mübarek evinde İslâmiyet’le müşerref oluyorlar, yeni müslümanlar buraya gizli gizli gelip bir süre kalıyorlardı.
Burada toplanan bir avuç müslüman, hayat ve memat endişesinden tamamen sıyrılarak kendilerini o Nur’un cezbesine kaptırmışlardı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de İslâmiyet’i burada kabul etmişti.
“Dârü’l-Erkam” olarak meşhur olan bu ev, İslâm’ın ilk yayılma yeri olduğundan “Dârü’l-İslâm” olarak da bilinir. Resulullah Aleyhisselâm’a nâzil olan Mekkî sûre-i şerif’lerin çoğu burada nâzil olmuştur.
Üç yıllık gizli tebliğ dönemi bittikten sonra uzun bir müddet toplanma yeri olarak kalmıştır.
Resulullah Aleyhisselâm’ın bu evi ikâmetgâh olarak seçmesi, ilk müslümanların İslâmiyet’i kabul tarihlerine bir esas teşkil etmiş; Ashâb-ı kiram’ın müslüman oluşları, Resulullah Aleyhisselâm’ın “Dârü’l Erkam”a girmesinden önce veya sonra şeklinde tarihlendirilmiştir.
İlk Üç Yılın Hülâsası:
İlk müslümanlar arasında her sınıftan insan vardı. Eşraftan kişiler olduğu gibi; daha çok fakirler, güçsüzler ve köleler iman ediyor, sayı günden güne artıyordu.
Her ne kadar İslâmiyet gizli tutulmaya çalışılmışsa da, müslümanlar yine de müşrikler tarafından gözetlenmekten kurtulamadılar. Bu haber yavaş yavaş kulaktan kulağa duyuldu. “Muhammed yeni bir din çıkarmış! ‘Ben Allah’ın peygamberiyim.’ diye halkı dâvet ediyormuş! Hatta ona uyanlar bile varmış!” diyorlardı.
Müşrikler ilk sıralarda Resulullah Aleyhisselâm’ın Kâbe’de namaz kılmasına karışmazlardı. Müslümanlar ise namazlarını gizlerler; ya evlerinde ya da ıssız yerlerde birbirlerine gözcülük etmek suretiyle gizli gizli kılarlardı.
İslâmiyet artık Mekke’de yayılmaya başlamış, halk arasında konuşulur olmuştu.
Müşrikler dâvet haberini öğrendiklerinde, bu meseleye pek fazla önem vermemişlerdi. İslâm dinine tâbi olanları; putlara tapmaktan kaçınan, İbrahim Aleyhisselâm’ın dinine mensup hanifler gibi zannediyorlardı.
Diğer taraftan İslâm, sadece hâl ve ahvâli yatkın olanlara açıklanıyor, asıl hedefler gizli tutuluyordu. Müslümanlar müşriklerin işlerine hiçbir surette karışmıyor, onları tenkit etmek veya karşı koymak gibi bir fikir gütmüyorlardı. Çünkü onlar dinlerine ve putlarına şiddetle bağlı idiler.
Üç yıl bu şekilde bitti.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh