TAKDİM
Tasavvuf, insanın süflî hayattan ulvî hayata yükselmesi ve yüksek kemâlâta ulaşabilmesi için; nefsini kötü duygu ve huylardan, hayvânî sıfatlardan arındırarak ahlâkını düzeltmesini, zâhirini ve bâtınını nurlandırmasını sağlayan mânevî bir disiplindir. Bu bakımdan tasavvuf, İslâm ahlâkının vücut bulmasında en büyük âmildir.
Tasavvuf, İslâmî ilimlerin özü ve kaynağıdır. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikatı anlamak için kurulmuş ilâhi bir ilim-irfan mektebidir. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.
Allah-u Teâlâ zâhiri ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi bâtınî ilimleri öğretmek için tarikat ehlini de eksik etmemiştir. Her zaman için Mürşid-i kâmil bulundurmaktan âciz değildir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'raf: 181)
Bu tertemiz vazife mânevî bir miras olarak nebîlerden âlimlere intikal etmiştir. Buradaki âlimlerden murad, kibâr-ı evliyâullahtır.
Her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. Bilhassa Tarikât-ı Nakşibendiye'de kıyamete kadar Pîr eksik olmayacaktır. O has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır.
Bu kalpleri diri hakikat ehilleri Resulullah Aleyhisselâm'ın yolundan; Ashâb-ı Kiram'ın, selef-i sâlihin'in yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakim'den bir an bile ayrılmamışlardır.
Bugüne kadar bu âlî himmetleriyle Hakk yolunun saliklerini bidatçıların, ehl-i dalâletin iğva ve saptırmalarından korumuşlardır.
Allah-u Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş, müminler de bu büyüklerden istifade etmişler, feyz almışlardır.
Tarikat-ı münevvere Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin söz ve davranışlarından ibarettir. Kaynağı Kur’an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerdir. Zamanımıza kadar büyük bir saffet ve samimiyet içinde gelmiş, asliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Asırlar boyunca İslâm ahlâkının vücut bulmasında, fitne ve fesadın bertaraf edilmesinde, gerçek kardeşliğin tesisinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında, beşeriyetin ruh hastalıklarının tedavisinde, imanın kemâlleşmesinde yine de en büyük âmil o olmuştur. O sır bereketi ile ahkâm-ı ilâhi kıyamete kadar bâki kalacaktır.
Hakikatte tasavvuf gerçek kardeşliği, müminlere kardeş nazarı ile bakmayı, birlik ve beraberliği sağlar. İman ile küfrü kesin olarak ayırt edebilecek mihengi bahşeder.
•
Hiç şüphe yok ki bu efdâl ümmet içinde, yağmurun toprağa düşmesi ile ölü toprağın nebat fışkırttığı gibi; Hakk'ın izni ile, ölmüş kalpleri diriltenler de mevcuttur. Bütün engel ve güçlüklere rağmen, yalnız ve yalnız Allah için mücahede ve mücadele etmektedirler.
Dini bütün tazeliği ile ayakta tutan onlardır. Her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmışlar, insan yetiştirmişler, yol gösterici eserler vermişlerdir. Emin adımlarla gayelerine doğru adım adım ilerlemektedirler. Hazret-i Allah'ı tercih edenler bunlardır, Hazret-i Allah'ın da tercih ettiği bunlardır.
Onlar ki; kendi mutluluklarını mutsuz ve umutsuz insanlara umut, huzur ve teselli aşılamakta aramış ve bulmuşlar, mum gibi kendilerini eriterek etraflarını aydınlatmışlardır.
•
Zamanımız mutasavvıflarından muhterem Ömer ÖNGÜT Efendi'nin “Kalblerin Anahtarı” külliyâtının bir parçası olan bu eserindeki mevzular, yıllarca yapmış olduğu sohbetlerinde not tutulmuş, daha sonra da bizzat tetkik ve tasnifleri ile sistemleştirilmiştir.
Bu bakımdan tamamen ruha ve kalbe hitap eden sohbetler kitaba döküldüğü için apayrı bir hususiyet arzetmektedir. Yaşanarak yazılan bir kitapla, kuru bilgilerle doldurulan kitapların arasındaki fark ortadadır.
Nitekim bu külliyatın ilk yayınlandığı 1980'li yıllarda kitabı tetkik eden bir zât: “Bu kitap yaşanmış da yazılmış” diyerek duygusunu ifade etmiştir.
Eser yirmibeş bölümden teşekkül etmiş olup, mevzular bütün eserlerinde olduğu gibi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığı altında işlenmiştir.
Tahkik ve tetkik edildiğinde görülecektir ki, şimdiye kadar duyulmayan ve hiçbir kitapta da geçmeyen en ince sırlar, bâtınların da bâtını hakikatler gönülden kaleme dökülmüştür.
Bu tâifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak kılmasını Cenâb-ı Erhamerrâhimin Hazretlerinden niyaz eyleriz.
Onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerine uyup izlerinden gidenlere, onların irşâdı ile Mevlâ'sına kavuşanlara müjdeler olsun!
"Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına!"
(Neml: 59)
"Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!"
(Tâhâ: 47)
Tasavvuf, insanın süflî hayattan ulvî hayata yükselmesi ve yüksek kemâlâta ulaşabilmesi için; nefsini kötü duygu ve huylardan, hayvânî sıfatlardan arındırarak ahlâkını düzeltmesini, zâhirini ve bâtınını nurlandırmasını sağlayan mânevî bir disiplindir. Bu bakımdan tasavvuf, İslâm ahlâkının vücut bulmasında en büyük âmildir.
Tasavvuf, İslâmî ilimlerin özü ve kaynağıdır. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikatı anlamak için kurulmuş ilâhi bir ilim-irfan mektebidir. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.
Allah-u Teâlâ zâhiri ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi bâtınî ilimleri öğretmek için tarikat ehlini de eksik etmemiştir. Her zaman için Mürşid-i kâmil bulundurmaktan âciz değildir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'raf: 181)
Bu tertemiz vazife mânevî bir miras olarak nebîlerden âlimlere intikal etmiştir. Buradaki âlimlerden murad, kibâr-ı evliyâullahtır.
Her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. Bilhassa Tarikât-ı Nakşibendiye'de kıyamete kadar Pîr eksik olmayacaktır. O has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır.
Bu kalpleri diri hakikat ehilleri Resulullah Aleyhisselâm'ın yolundan; Ashâb-ı Kiram'ın, selef-i sâlihin'in yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakim'den bir an bile ayrılmamışlardır.
Bugüne kadar bu âlî himmetleriyle Hakk yolunun saliklerini bidatçıların, ehl-i dalâletin iğva ve saptırmalarından korumuşlardır.
Allah-u Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş, müminler de bu büyüklerden istifade etmişler, feyz almışlardır.
Tarikat-ı münevvere Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin söz ve davranışlarından ibarettir. Kaynağı Kur’an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerdir. Zamanımıza kadar büyük bir saffet ve samimiyet içinde gelmiş, asliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Asırlar boyunca İslâm ahlâkının vücut bulmasında, fitne ve fesadın bertaraf edilmesinde, gerçek kardeşliğin tesisinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında, beşeriyetin ruh hastalıklarının tedavisinde, imanın kemâlleşmesinde yine de en büyük âmil o olmuştur. O sır bereketi ile ahkâm-ı ilâhi kıyamete kadar bâki kalacaktır.
Hakikatte tasavvuf gerçek kardeşliği, müminlere kardeş nazarı ile bakmayı, birlik ve beraberliği sağlar. İman ile küfrü kesin olarak ayırt edebilecek mihengi bahşeder.
•
Hiç şüphe yok ki bu efdâl ümmet içinde, yağmurun toprağa düşmesi ile ölü toprağın nebat fışkırttığı gibi; Hakk'ın izni ile, ölmüş kalpleri diriltenler de mevcuttur. Bütün engel ve güçlüklere rağmen, yalnız ve yalnız Allah için mücahede ve mücadele etmektedirler.
Dini bütün tazeliği ile ayakta tutan onlardır. Her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmışlar, insan yetiştirmişler, yol gösterici eserler vermişlerdir. Emin adımlarla gayelerine doğru adım adım ilerlemektedirler. Hazret-i Allah'ı tercih edenler bunlardır, Hazret-i Allah'ın da tercih ettiği bunlardır.
Onlar ki; kendi mutluluklarını mutsuz ve umutsuz insanlara umut, huzur ve teselli aşılamakta aramış ve bulmuşlar, mum gibi kendilerini eriterek etraflarını aydınlatmışlardır.
•
Zamanımız mutasavvıflarından muhterem Ömer ÖNGÜT Efendi'nin “Kalblerin Anahtarı” külliyâtının bir parçası olan bu eserindeki mevzular, yıllarca yapmış olduğu sohbetlerinde not tutulmuş, daha sonra da bizzat tetkik ve tasnifleri ile sistemleştirilmiştir.
Bu bakımdan tamamen ruha ve kalbe hitap eden sohbetler kitaba döküldüğü için apayrı bir hususiyet arzetmektedir. Yaşanarak yazılan bir kitapla, kuru bilgilerle doldurulan kitapların arasındaki fark ortadadır.
Nitekim bu külliyatın ilk yayınlandığı 1980'li yıllarda kitabı tetkik eden bir zât: “Bu kitap yaşanmış da yazılmış” diyerek duygusunu ifade etmiştir.
Eser yirmibeş bölümden teşekkül etmiş olup, mevzular bütün eserlerinde olduğu gibi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığı altında işlenmiştir.
Tahkik ve tetkik edildiğinde görülecektir ki, şimdiye kadar duyulmayan ve hiçbir kitapta da geçmeyen en ince sırlar, bâtınların da bâtını hakikatler gönülden kaleme dökülmüştür.
Bu tâifenin neşesine ve neşvesine ererek yaşamaya muvaffak kılmasını Cenâb-ı Erhamerrâhimin Hazretlerinden niyaz eyleriz.
Onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerine uyup izlerinden gidenlere, onların irşâdı ile Mevlâ'sına kavuşanlara müjdeler olsun!
"Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına!"
(Neml: 59)
"Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!"
(Tâhâ: 47)