TAKDİM
Hakiki mutasavvıflar ve Hakiki vahdet-i vücudçular Allah-u Teâlâ’nın has ve hususi kullarıdırlar. Kendisi için yarattığı, sevdiği, seçtiği kullardır.
“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğuna göre huzuru ilâhiye kabul edilenlerdir.
Bunlar halkı karanlıklardan çıkarırlar, Nur’a götürürler. Her iş ve icratları Hakk’ın emriyledir. Bunun için de rehber-i sâdıktırlar.
Bunlar için büyük bir müjde vardır:
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” buyurulmaktadır. (Âl-i imran: 110)
Hikmetin başı Allah korkusudur. Her şeyden evvel Allah-u Teâlâ’dan korkması, emrettiği şekilde hareket etmesi gerekir.
Bir taraftan tüm emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça, insan hiç bir zaman hakikat ehli olamaz.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet, bir nûr verir.” (Enfal: 29)
Dikkat ederseniz marifetullah hep takvâ ile beraber geçiyor, yani takvâsız marifetullah ehli olmak imkânsızdır.
Ve fakat sun’î mutasavvıflar bu hakikatlerin hepsinden mahrumdurlar, Hazret-i Allah ile ilgileri olmaz, bütün icraatları gösterişten ibarettir, onlar gerçekten şeytanın kucağındadırlar.
Şu kadar var ki, hakikatı bilenler “Biz tasavvufu yaşamıyoruz, hakikatını bilmiyoruz.” derler. Onlar ancak tasavvufun var olduğunu bilirler ve ehlinin yaşadığını tarife çalışırlar. Zira bu ilâhi bir lütuftur, kime dilerse ona verir. Bunu söyleyenler gerçekten doğru söylemiş olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara: 159)
Hakikatı ikrar ve itiraf etmeyen, veya yapılmasına engel olan, yahut da değiştirip karıştırmak gibi yollarla gizleyen, kim olursa olsun bu lânete müstehak olmuştur.
Gayrı yolda bulunacak, şeytanın izini takip edecek, gayesi ve maksadı peşinde koşacak, cebini dolduracak, şöhret yolunda olacak, hem de tasavvuftan bahsedecek... Bu mümkün değil!..
Bunlar ancak sun’î mutasavvıflardır, gerçek hakikatten mahrumdur. Bütün işleri zandan ibarettir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ehl-i hakikatın muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır, bunların muallimi ise şeytandır.
•
Gerçekten sahayı sahteler işgal etmiştir. Sahayı işgal eden bu sahtelerin iç yüzünü ortaya döken bu eser, hakikatı arayanların elinde şaşmaz bir kılavuz mesabesindedir.
“Selam olsun O’nun beğenip seçtiği kullarına!”
(Neml: 59)
“Selam olsun hidâyete tâbi olanlara.”
(Tâhâ: 47)
Hakiki mutasavvıflar ve Hakiki vahdet-i vücudçular Allah-u Teâlâ’nın has ve hususi kullarıdırlar. Kendisi için yarattığı, sevdiği, seçtiği kullardır.
“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğuna göre huzuru ilâhiye kabul edilenlerdir.
Bunlar halkı karanlıklardan çıkarırlar, Nur’a götürürler. Her iş ve icratları Hakk’ın emriyledir. Bunun için de rehber-i sâdıktırlar.
Bunlar için büyük bir müjde vardır:
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” buyurulmaktadır. (Âl-i imran: 110)
Hikmetin başı Allah korkusudur. Her şeyden evvel Allah-u Teâlâ’dan korkması, emrettiği şekilde hareket etmesi gerekir.
Bir taraftan tüm emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça, insan hiç bir zaman hakikat ehli olamaz.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet, bir nûr verir.” (Enfal: 29)
Dikkat ederseniz marifetullah hep takvâ ile beraber geçiyor, yani takvâsız marifetullah ehli olmak imkânsızdır.
Ve fakat sun’î mutasavvıflar bu hakikatlerin hepsinden mahrumdurlar, Hazret-i Allah ile ilgileri olmaz, bütün icraatları gösterişten ibarettir, onlar gerçekten şeytanın kucağındadırlar.
Şu kadar var ki, hakikatı bilenler “Biz tasavvufu yaşamıyoruz, hakikatını bilmiyoruz.” derler. Onlar ancak tasavvufun var olduğunu bilirler ve ehlinin yaşadığını tarife çalışırlar. Zira bu ilâhi bir lütuftur, kime dilerse ona verir. Bunu söyleyenler gerçekten doğru söylemiş olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara: 159)
Hakikatı ikrar ve itiraf etmeyen, veya yapılmasına engel olan, yahut da değiştirip karıştırmak gibi yollarla gizleyen, kim olursa olsun bu lânete müstehak olmuştur.
Gayrı yolda bulunacak, şeytanın izini takip edecek, gayesi ve maksadı peşinde koşacak, cebini dolduracak, şöhret yolunda olacak, hem de tasavvuftan bahsedecek... Bu mümkün değil!..
Bunlar ancak sun’î mutasavvıflardır, gerçek hakikatten mahrumdur. Bütün işleri zandan ibarettir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Ehl-i hakikatın muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır, bunların muallimi ise şeytandır.
•
Gerçekten sahayı sahteler işgal etmiştir. Sahayı işgal eden bu sahtelerin iç yüzünü ortaya döken bu eser, hakikatı arayanların elinde şaşmaz bir kılavuz mesabesindedir.
“Selam olsun O’nun beğenip seçtiği kullarına!”
(Neml: 59)
“Selam olsun hidâyete tâbi olanlara.”
(Tâhâ: 47)