İSLÂM İLMİHALİ

Listeden Seçiniz

1. ANASAYFA
2. İSLÂM İLMİHALİ
10. İSLÂM İLMİHALİ
    10.1 Sesli Dinle
    10.2 İman ve İslâm
    10.3 Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
    10.4 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
    10.5 Hidayet ve Dalâlet
    10.6 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (1)
    10.7 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (2)
    10.8 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (3)
    10.9 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (4)
    10.10 Ahiret Gününe İnanmak (1)
    10.11 Ahiret Gününe İnanmak (2)
    10.12 Ahiret Gününe İnanmak (3)
    10.13 Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (1)
    10.14 Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (2)
    10.15 Ahiret Hayatının Devreleri (1)
    10.16 Ahiret Hayatının Devreleri (2)
    10.17 Ahiret Hayatının Devreleri (3)
    10.18 Ahiret Hayatının Devreleri (4)
    10.19 Kaza ve Kadere İnanmak (1)
    10.20 Kaza ve Kadere İnanmak (2)
    10.21 Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (1)
    10.22 Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (2)
    10.23 İctihad
    10.24 Ashâb-ı Kiram Devrinde İctihad
    10.25 Mezheplerin Ortaya Çıkışı (1)
    10.26 Mezheplerin Ortaya Çıkışı (2)
    10.27 İSLÂM
    10.28 İBADET
    10.29 Dinde Kolaylık
    10.30 TAHARET (TEMİZLİK)
    10.31 İstibrâ ve İstinca
    10.32 Meshetmek-Gusül-Teyemmüm
    10.33 Sular-Kuyular
    10.34 Dinin Direği ''Namaz!'' (1)
    10.35 Dinin Direği ''Namaz!'' (2)
    10.36 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (1)
    10.37 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (2)
    10.38 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (3)
    10.39 Namazın Farzları ve Vâcipleri
    10.40 Namazın Sünnetleri ve Müstehabları
    10.41 Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler ile Namazın Müfsitleri
    10.42 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,
    10.43 Kadınların Namaz Kılma Şekli
    10.44 Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi
    10.45 Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
    10.46 Sünnet Namazların Faziletleri
    10.47 Cemaatle Namaz ve İmamlık (1)
    10.48 Cemaatle Namaz ve İmamlık (2)
    10.49 Cemaatle Namaz ve İmamlık (3)
    10.50 Farz Namaza Yetişmek
    10.51 Mescidler
    10.52 Cuma Günü ve Cuma Namazı (1)
    10.53 Cuma Günü ve Cuma Namazı (2)
    10.54 Seferîlik (Yolculuk) -1-
    10.55 Seferîlik (Yolculuk) -2-
    10.56 Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası
    10.57 Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler ve Nafile Namazlar
    10.58 NAFİLE NAMAZLAR (2)
    10.59 NAFİLE NAMAZLAR (3)
    10.60 NAFİLE NAMAZLAR (4)
    10.61 NAFİLE NAMAZLAR (5)
    10.62 NAFİLE NAMAZLAR (6)
    10.63 ORUÇ
    10.64 ZEKÂT
    10.65 Zekât Vermekten Kaçınanlar
    10.66 Zekât Vermekten Kaçınanlar (2)
    10.67 Zekât Hesabında Nisab ve Aslî İhtiyaçlar
    10.68 Zekât Verilmesi Gereken Mallar
    10.69 Ticaret Malları'nın Zekâtı
    10.70 Ehli Hayvanların Zekâtı
    10.71 Ekin ve Meyvelerin Zekâtı (Öşür)
    10.72 Öşür Zekâtının Miktarı
    10.73 Madenlerin, Definelerin Zekâtı
    10.74 Zekât Verilmeye Hak Kazanan Sekiz Sınıf
    10.75 Zekâta Âit Bazı Meseleler
    10.76 Zekâta Âit Bazı Meseleler (2)
    10.77 HACC (1)
    10.78 HACC (2)
    10.79 HACC (3)
    10.80 HACC (4)
    10.81 HACC (5)
    10.82 HACC (6)
    10.83 HACC (7)
    10.84 HACC (8)
    10.85 HACC (9)
    10.86 HACC (10)
    10.87 HACC (11)
    10.88 HACC (12)
    10.89 HACC (13)
    10.90 HACC (14)
    10.91 HACC (15)
    10.92 HACC (16)
    10.93 HACC (17)
    10.94 HACC (18)
    10.95 HACC (19)
    10.96 HACC (20)
    10.97 HACC (21)
    10.98 HACC (22)
    10.99 HACC (23)
    10.100 HACC (24)
    10.101 HACC (25)
    10.102 HACC (26)
    10.103 HACC (27)
    10.104 HACC (28)
    10.105 HACC (29)
    10.106 HACC (30)
    10.107 HACC (31)
    10.108 HACC (32)
    10.109 HACC (33)
    10.110 HACC (34)
    10.111 HACC (35)
    10.112 HACC (36)
    10.113 HACC (37)
    10.114 HACC (38)
    10.115 HACC (39)
    10.116 HACC (40)
    10.117 HACC (41)
    10.118 HACC (42)
    10.119 HACC (43)
    10.120 HACC (44)
    10.121 HACC (45)
    10.122 HACC (46)
    10.123 HACC (47)
    10.124 HACC (48)
    10.125 İlâhi Hükümler
    10.126 Zikrullah (2)
    10.127 Zikrullah (3)
    10.128 Zikrullah (4)
    10.129 Zikrullah (5)
    10.130 Zikrullah (6)
    10.131 Duâ (1)
    10.132 Duâ (2)
    10.133 Salâvât-ı Şerif'e
    10.134 Salâvât-ı Şerif'e (2)

[TOP]

10.1 Sesli Dinle

Previous topicNext topic
Sesli Dinle
&lot
  • 1-İman ve İslâm
  • 2-Allahu Teâlâ'ya İnanmak
  • 3-Allahu Teâlâ’nın Sıfatları
  • 4-Hidayet_ve_Dalâlet
  • 5-Allahu Teâlâ’nın Meleklerine İnanmak
  • 6-Allahu Teâlâ’nın Kitaplarına İnanmak
  • 7-Allahu Teâlâ’nın Peygamberlerine İnanmak
  • 8-Ahiret Gününe İnanmak
  • 9-Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadisi Şerif'ler
  • 10-Ahiret_Hayatının_Devreleri
  • 11-Kaza_ve_Kadere_İnanmak
  • 12-Kur'anı_Kerim_ve_Sünneti_Seniyye
  • 13-İctihad
  • 14-Ashâbı Kiram Devrinde İctihad
  • 15-Mezheplerin Ortaya Çıkışı
  • 16-İSLÂM
  • 17-İBADET
  • 18-Dinde_Kolaylık
  • 19-TAHARET (TEMİZLİK)
  • 20-İstibrâ ve İstinca
  • 21-Meshetmek Gusül Teyemmüm
  • 22-Sular_,Kuyular_Necasetler_ve_Temizlenme_Yolları
  • 24-Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu
  • 25-Namazın Farzları ve Vâcipleri
  • 26-Namazın Sünnetleri ve Müstehabları
  • 27-Namazda_İşlenmesi_Mekruh_Olan_Şeyler_ile_Namazın_Müfsitleri
  • 28-Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak, Sütre ve Namazda Tâdili Erkân
  • 29-Kadınların Namaz Kılma Şekli ve Sehiv Secdesi
  • 30-Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi
  • 31-Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
  • 32-Sünnet_Namazların_Faziletleri
  • 33-Cemaatle_Namaz_ve_İmamlık
  • 34-Farz_Namaza_Yetişmek
  • 35-Mescidler
  • 36-Cuma Günü ve Cuma Namazı
  • 37-Seferîlik (Yolculuk)
  • 38-Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası
  • 39-Namaz_Kılmanın_Mekruh_Olduğu_Vakitler_ve_Nafile_Namazlar
  • 40-ORUÇ
  • 41-ZEKÂT
  • 42-Zekât Vermekten Kaçınanlar
  • 43-Zekât Hesabında Nisab ve Aslî İhtiyaçlar
  • 44-Zekât_Verilmesi_Gereken_Mallar
  • 45-Ticaret Malları'nın Zekâtı
  • 46-Ehli Hayvanların Zekâtı
  • 47-Ekin ve Meyvelerin Zekâtı (Öşür)
  • 48-Öşür Zekâtının Miktarı
  • 49-Madenlerin, Definelerin Zekâtı
  • 50-Zekât_Verilmeye_Hak_Kazanan_Sekiz_Sınıf
  • 51-Zekâta Âit Bazı Meseleler
  • 52-HAC'ın Farz Oluşu (1)
  • 53-HAC'ın Farz Oluşu (2)
  • 54-Kâbe-i Muazzama (2)
  • 55-Kâbe-i Muazzama (3)
  • 56-HAC'IN ÖNEMİ - Aceleyi Gerektiren Bir İbadet
  • 57-Kadının Mahreminin Yanında Bulunması
  • 58-HACa Gidenler Üç Gruptur
  • 58-HAC'ın Farz Olmasının Şartları
  • 59-HAC'IN VÂCİPLERİ
  • 60-HAC'IN SÜNNETLERİ
  • 61-HAC'ın Fer'î Sünnetleri (2)
  • 62-HAC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (1)
  • 63-HAC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (2)
  • 64-HAC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (3)
  • 65-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-1. Ön Hazırlıklar
  • 66-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-2. Ön Hazırlıklar 2
  • 67-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(3) 3. Mikata Geliş
  • 68-HAC_HAKKINDA_BİR_TATBİKAT-(4)_4._Namazdan_Sonra_Niyet_Edilir
  • 69-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(5) 5.Niyet Yapıldıktan Sonra Yüksek Sesle Telbiyeye Başlanır
  • 70-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(6) Telbiye'deki Sır (2)
  • 71-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(7) 6. Mekke-i Mükerreme'ye Geliş (2)
  • 72-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(8) 8. Tavaf (1)
  • 73-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(9) 8. Tavaf (2)
  • 74-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(10) Tavaf Namazı
  • 75-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(11) Hatîm'de Okunacak Duâ
  • 76-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(12) • İfrad HACı Yapanların Niyeti
  • 77-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(13)• Sa'y tamamlandıktan sonra Merve'de şu duâ okunll
  • 78-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(14)• Asr-ı Saâdette Bazı Tatbikatlar
  • 79-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(15)•Asr-ı Saâdette Bazı Tatbikatlar (2)
  • 80-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(16)10. Terviye Gününe Kadar
  • 81-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(17)12. Arefe Günü (9. Zilhicce)
  • 82-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(18)112. Arefe Günü (9. Zilhicce) (2)
  • 83-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(19)13. Arafat'tan Ayrılış, Müzdelife'ye Geliş (2)
  • 84-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(20)14. Bayramın Birinci Günü (10. Zilhicce)
  • 85-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(21)15. Kurban
  • 86-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(22)15. Kurban (2)
  • 87-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(23)17. Farz Olan Ziyaret Tavafı
  • 88-HAC HAKKINDA BİR TATBİKAT-(24)Vedâ Tavafından Sonra Okunacak Duâ
  • 89-İHSÂR ve FEVÂT
  • 90-BEDEL (VEKÂLET) YOLU İLE HAC
  • 91-UMRE (1)
  • 92-UMRE (2)
  • 93-MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET (1)
  • 94-MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET (2)
  • 95-MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET (3)
  • 96-Ziyaret Yerleri
  • 97-İlâhi Hükümler-Zikrullah (1)
  • 98-Zikrullah (2)
  • 99-Zikrullah (3)
  • 100-Zikrullah (4)
  • 101-Zikrullah (5)
  • 102-Zikrullah (6)
  • 103-Duâ (1)
  • 104-Duâ (2)
  • 105-Salâvât-ı Şerif'e 1
  • 106-Salâvât-ı Şerif'e (2)

[TOP]

10.2 İman ve İslâm

Previous topicNext topic
İman ve İslâm
 

İSLÂM İLMİHALİ

İman ve İslâm

 

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayete göre, şöyle buyurmuştur:

Günün birinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurunda bulunduğumuz sırada aniden bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı, üzerinde hiçbir yolculuk eseri görülmüyordu. Hiçbirimiz onu tanımıyorduk.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı, ellerini iki dizinin üzerine koydu ve "Yâ Muhammed! İslâm nedir, bana söyle!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resul'ü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün yeterse Beytullah'a haccetmendir." buyurdu.

O yabancı adam "Doğru söylüyorsun!" dedi. "Hem soruyor hem de tasdik ediyor" diye hayret ettik.

Sonra "İman nedir, bana söyle!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm da:

"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmandır." buyurdu.

O adam yine "Doğru söylüyorsun!" dedi. Devamla "İhsan nedir?" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm:

"İhsan, Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu göremiyorsan da O seni görüyor." buyurdu.

O yine "Doğru söylüyorsun!" dedi. Sonra "Kıyametin ne zaman kopacağını bana haber ver!" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm "Bu hususta kendisine sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir." buyurdu.

"O halde bana alâmetlerinden haber ver!" deyince Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"Cariyenin efendisini doğurması, yalın ayak, üstü çıplak ve fakir koyun çobanlarının yüksek binalar yapmakta birbirleriyle yarışmalarıdır."

Sonra o yabancı kimse çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Sonra Resulullah Aleyhisselâm bana "Yâ Ömer! Sual soran bu zâtın kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. "Allah ve Resul'ü bilir." dedim.

Buyurdu ki:

"O Cebrâil Aleyhisselâm idi. Size dininizi öğretmeye geldi." (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Kul hakkı müstesna olduğu halde İslâm dini, küfür zamanındaki günahı yok eder." (Ahmed bin Hanbel)

 

İMAN

İman mutlak tasdiktir. Söylenen sözü kendi isteği ile kabullenmek, gönülden benimsemek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten inanmak, teslim olmak, karşıdakine güven vermek demektir.

İslâm dinine göre ise; Allah-u Teâlâ'nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın O'nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.

İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas "Kelime-i Şehâdet" de toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet'i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye "inanmış" mânâsına gelen "Mümin" adı verilir.

İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime'sinde:

"Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin." buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)

Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:

"Bedevîler iman ettik dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bari müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi." (Hucurât: 14)

Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.

Allah-u Teâlâ'nın kendilerinden, kendilerinin de Allah-u Teâlâ'dan hoşnut olduğu kimseler hakkında ise şöyle buyuruluyor:

"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." (Mücâdele: 22)

"Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyânı ise çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." (Hucurât: 7)

İşte İslâm dinine göre iman; şehâdet kelimesinde ifade edilen, Hazret-i Allah'a ve Resul'ü Muhammed Aleyhisselâm'a imanla başlar, imanın altı esası olan "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere" kesin olarak inanmakla tam ifadesini bulur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"İman-ı kâmil, kalb ile mârifet, lisan ile ikrar, cevârih ve âzâ ile amel eylemekten ibârettir." (İbn-i Mâce)

"İmân-ı kâmil haramdan, tama'dan uzaktır." (Münâvî)

"İmân ile amel birbirinden ayrılmayan iki arkadaştır. Binâenaleyh iman amelsiz, amel imansız bir işe yaramaz." (Câmiu's-sağir)

"İman ne temenni ve arzu ile ve ne de zâhirde kendini sözle, ne fiilen evliyâullah'a benzetmekle olur. Lâkin müminin imanı öyle bir şeydir ki kalbinde yer tutmuş ola ve ibâdeti de onu tasdik ede." (Camiu's-sağir)

"İman söz ve ameldir. Zâid ve nakıs olabilir, artıp eksilebilir." (Buhârî)

Yani herkesin imanı amel ve ibâdeti nispetindedir.

"Cenâb-ı Allah amelsiz imanı ve imansız ameli kabul buyurmaz." (Münâvî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.3 Allah-u Teâlâ'ya İnanmak

Previous topicNext topic
Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
 

İSLÂM İLMİHALİ

Allah-u Teâlâ'ya İnanmak

 

Büluğ çağına eren akıllı her insanın, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve birliğine iman etmesi farzdır. Dini tebliğden haberi olmayan insanlar bile, O'nun varlığını ve birliğini akılları ile bulmakla mükelleftirler. Çünkü Allah-u Teâlâ insanları, kendisini bulacak ve inanacak bir kabiliyette yaratmıştır, bu inanç insanın fıtratında vardır.

Allah-u Teâlâ'yı inkâr edenlerin bile, başları dara geldiği zaman yine Allah-u Teâlâ'ya yöneldikleri görülmektedir.

Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Gemiye bindikleri zaman dini yalnız O'na has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat kendilerini karaya çıkararak kurtarınca, bir bakarsın ki hemen şirke koşarlar." (Ankebut: 65)

• Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, hakkı haksızlıktan ayırabilecek bir istidatta yaratılan insan, o büyük iman hakikatını da bulabilecek kabiliyettedir. Çünkü güzelde, iyide hep O vardır ve yaratılışın gayesi de zaten O'dur.

İman ve ibadet etme gücünde yaratılan insanoğlu, Allah-u Teâlâ'nın rahmetinin muktezası olarak da Peygamberler vasıtası ile takviye edilmişlerdir. Dini hükümleri bilebilmek için ilâhi hitaba ihtiyaç vardır.

• Zerreden kürreye kadar kâinatta her şey Allah-u Teâlâ'nın varlığına şehâdet etmektedir.

Âyet-i kerime'de:

"De ki: Göklerde ve yerde neler var, baksanıza!" buyuruluyor. (Yunus: 101)

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Onlar üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, donatmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yok!

Yeryüzünü de döşedik ve oraya sâbit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden çift çift bitirdik.

Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (Bunları yaptık.)" (Kaf: 6-7-8)

Yarattıklarının seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. Âlemdeki akıllara durgunluk veren şeyler, O'nun kudretinin eserleridir.

Gökler, yıldızlar O'nun emriyle durmakta, rüzgârlar O'nun emriyle esmekte, denizler O'nun emriyle dalgalanmakta, mevsimler O'nun izniyle gelip gitmektedir.

O Allah ki; geceyi dinlenmemiz için karanlık, gündüzü de çalışmamız için aydınlık yapmıştır.

Eğer geceyi kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirseydi, yeryüzünü O'ndan başka kim aydınlatabilirdi? Gündüzü kıyamet gününe kadar uzatsaydı, geceyi O'ndan başka bize kim getirebilirdi?

O bize bütün bu ihsan ve ikramları verirken, hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:

"İşte Rabb'iniz Allah budur, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin, O her şeye vekildir." (En'âm: 102)

• Müslümanlıktaki Allah inancını, Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini "İhlâs" sûre-i şerifi en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir:

"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir."

"Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, Zât-ı ilâhî'ye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.

Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişâneleri vardır. O nişânelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhi sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idâre etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakiki mânâsıyla benzeri yoktur.

Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.

"Kul hüvallahu ehad" Âyet-i kerime'sinde insanların üç sınıfına ve bu sınıfların mertebelerine işaret edilmiştir.

"Hüve", "İşte O!" demektir. O ise hitap eden ile hitap edilen arasında malum olan şeydir. Bu "Hass'ül-has" olanların mertebesidir. Çünkü ârifler mârifetullah için delile muhtaç olmadıklarından, onlar için işâret kâfidir.

Daha sonra "Has" insanların mertebesine işaret için "Allah" lâfza-i celâli zikrolunmuştur. Zira onlar Allah-u Teâlâ'yı delillerle ispat etmeye çalışırlar. Yarattığı mahlûkatın yaratılışlarındaki ince sanattan Hâlik-ı Azimüşan'ın varlığına intikal ederler.

"Avam" halkın mertebesine işaret için de "Ehad" lâfzı gelmiştir. Çünkü onların anlayış kabiliyetleri diğerleri gibi olmadığından, şirke düşmemek için, Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, birliğini ifade eden "Ehad" lafzı zikredilmiştir.

Hükümlerinde birdir, hakimiyet O'nun şânıdır.

"Allah Samed'dir" Ehadiyet sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın ihtiyaç ve isteklerinde yegâne mercidir.

O öyle bir Allah ki;

İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.

Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.

Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'am ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.

Âyet-i kerime'sinde:

"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." buyuruyor. (İbrahim: 34)

Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.

O öyle bir Allah ki "Doğurmamış, doğurulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.

Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur." Hıristiyanlar da "İsâ Allah'ın oğludur." dediler. Arap müşrikleri ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek "Ehadiyet" akidesini bozdular ve "Tevhid inancı"na aykırı bir yol tuttular. Bu iftiralardan dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına mâruz kalmışlardır:

"Onlar o Rahman olan Allah'a bir evlât isnad ettiler diye, bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Oysa Rahman olan Allah'a çocuk isnad etmek asla yakışmaz." (Meryem: 90-91-92)

Müslümanlar ise "Lem yelid velem yûled" itikadı ile bu bozuk inançlardan tamamen kurtulmuşlardır.

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif'inin sonunda "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." fermânı ile, ilâhî sıfatlarının hepsinin neticesini beyan buyurmuştur.

Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi; sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.

O'nun bir ve Samed olması; doğurmadığını, doğurulmadığını, dengi ve benzerinin olmadığını göstermektedir.

Binâenaleyh İhlâs sûre-i şerif'i "Tevhid akidesi"nin özünü ihtiva etmektedir. İslâm'da ayrı bir önemi olması sebebiyledir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." buyurmuşlardır. (Buhârî)

Bu sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.

Beyan ettiği gerçekleri benimseyip inanan kimse dininde ihlâs sahibi olduğu, bu inançla ölen kimseyi de cehennemden halâs ettiği için Sûre-i ihlâs denmiştir.

Sûre-i tevhid: Allah-u Teâlâ'nın varlığını, birliğini, eşi benzeri ortağı olmadığını beyan eder.

Sûre-i tecrid: Allah-u Teâlâ'yı Zât-ı ecell-ü Â'lâ'sına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan ayırıp, kemâl sıfatları ile vasıflandırır.

Sûre-i mârifet: Mârifetullah bu sûre-i şerif'in mânâsına tamamıyla vâkıf olmakla tanımlanır.

Sûre-i velâyet: Bu sûre-i şerif'i kemâl-i edeble okuyan, tebliğ ettiği mânâlara nüfuz eden kimse velâyet makamına yükseltilir.

Sûre-i nûr: İnsanların gönüllerini nûrlandırır.

Sûre-i muhzar: Bu sûre-i şerif okunduğunda işitmek için melâike-i kiram hazır olur, kemâl-î edeple dinlerler.

Sûre-i esas: Bu sûre-i şerif'in mânâsı dinin esasını teşkil eder. Göklerle yer bu sûre-i şerif'in esası üzerine kurulmuştur.

Sûre-i necat: Okuyanı dünyada şirk ve küfürden, ahirette cehennemden necata sebep olur.

Sûre-i samed: Bu sûre-i şerif Allah-u Teâlâ'nın mutlak ganî olduğunu; her şeyin ve herkesin O'na muhtaç olduğunu, O'nun ise hiç kimseye muhtaç olmadığını anlatır.

Sûre-i berâet: Bu sûre-i şerif'i okuyan bir zât için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Gerçekten bu adam şirkten beri oldu." buyurmuşlardır.

"Kâfirun" sûre-i şerif'inde "Sizin dininiz size benim dinim bana." buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya bir çizgi konularak kestirip atılmıştır.

Bu sûre-i şerif'te ise İslâm'ın getirdiği Tevhid akidesi bütün açıklığı ile zihinlere nakşedilmiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her gün sabah namazının sünnetini edâ ederlerken bu iki sûre-i şerif'i okurlardı.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.4 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

Previous topicNext topic
Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
 

İSLÂM İLMİHALİ

Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

 

Hâlik-ı Azîmüşan’ın zâtını idrak etmek, bir mahlûkun takati dışındadır. Biz Allah-u Teâlâ’yı ancak sıfatları ile tanıyabiliriz. O’nun yüce sıfatları; kemâlini, kuvvet ve kudretini, azamet ve ululuğunu, lütuf ve inayetlerini ifade eder. Bu ilâhi sıfatlar Âyet-i kerime’lerden ve Hadis-i şerif’lerden öğrenilmektedir.

Bu sıfatların bir kısmı yalnız Zât-ı akdes’ine mahsus olduğu ve yaratılmış olan varlıklara geçişi bulunmadığı için “Zâtî sıfatlar” denilmiştir. Allah-u Teâlâ’nın her türlü noksanlıklardan tenzih ve takdis edildiği için bu sıfatlara “Selbî” ve “Tenzihî” sıfatlar da denir.

Allah-u Teâlâ’nın zâtından gayrı varlıklarla ilgili olan sıfatlarına ise “Sübûtî sıfatlar” denir. Bu sıfatlar kâinatla alâkalı ve Allah-u Teâlâ’ya isnad olunan sıfatlardır.

Meselâ “Var olmak” zâtî sıfatlarındandır, ezelden sonsuza kadar vardır. Bu sıfatın yaratılmış varlıklarla hiçbir ilgisi yoktur. “İlim” sıfatı sübutî sıfattır, çünkü diğer varlıklarla ilgisi vardır. İnsanların ilimleri ise cüz’îdir, sınırlıdır.

Bir insanın bir iş yapmazdan önce, o işe âit “Usta” gibi bir sıfat alması düşünülemez. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları böyle değildir. O’nun hiçbir sıfatı sonradan olmamıştır. Mahlûkatını yaratmazdan önce de yaratıcı idi, rızıklandırmadan önce de rızıklandırıcı idi. Hiçbir sıfatı, mahlûkatın hiçbir sıfatına benzetilemez.

 

A. ZÂTÎ SIFATLARI:

 

1. Vücud:

Allah-u Teâlâ’nın var olması demektir. O’nun varlığı diğer varlıklar gibi başkası vasıtasıyla olmayıp, zâtının icabıdır.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki ben Allah’ım.” buyuruyor. (Tâhâ: 14)

 

2. Kıdem:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ezelîdir, öncesi ve başlangıcı yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“O hem Evvel’dir, hem Âhir’dir.” buyuruluyor. (Hâdîd: 3)

Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, O’nun olmadığı bir an düşünülemez.

 

3. Bekâ:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ebedîdir, sonsuzdur. Sonradan yok olmaktan münezzehtir. Varlığında hiçbir değişme olamaz.

Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor:

“O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır.” (Kasas: 88)

“Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb’inin vechi bâki kalacak.” (Rahman: 26-27)

 

4. Vahdaniyet:

Allah-u Teâlâ’nın bir olması demektir, her cihetten tektir.

Âyet-i kerime’de:

“De ki: O Allah bir tektir.” buyuruluyor. (İhlâs: 1)

Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde eşi, dengi ve benzeri bulunmayan birdir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök bozulup giderdi.” (Enbiyâ: 22)

 

5. Muhalefetün Lil-havadis:

Allah-u Teâlâ zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde yarattıklarından hiçbirine benzemez.

Âyet-i kerime’de:

“O’nun benzeri bir şey yoktur.” buyuruluyor. (Şûrâ: 11)

Hiçbir varlığa benzemediği gibi, hiçbir varlık da kendisine benzetilemez.

 

6. Kıyam bi-nefsihi (Kıyam bi-zâtihi):

Allah-u Teâlâ’nın varlığı da varlığının devamı da kendi zâtındandır. Varlığı için başka bir şeye muhtaç değildir. Ezelde nasıl ise, ebedî hep öyledir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” buyuruyor. (Ankebût: 6)

 

B. SÜBÛTÎ SIFATLARI:

1. Hayat:

Allah-u Teâlâ hakiki bir hayat ile diridir. Öyle bir hayat sahibidir ki hiç ölmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ezelî ve ebedî hayat ile bâki olan ölümsüz Allah’a tevekkül et!” buyuruyor. (Furkan: 58)

Canlılara hayat veren O’dur, bütün hayatların kaynağı O’dur.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:

“Allah o Allah’tır ki, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir. Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O’nunla kâimdir.” (Bakara: 255)

 

2. İlim:

Allah-u Teâlâ ilim sahibidir, her şeyi bilir. O’nun bilmediği, bilmeyeceği hiçbir şey düşünülemez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yaratan bilmez olur mu hiç?” buyuruyor. (Mülk: 14)

Denizleri damla damla, kumları tane tane bilir. O’nun ilmine göre gizli de âşikâr da birdir. Bilgisinde artma eksilme olmaz.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyurur:

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah’ın ilmindedir.” (En’am: 59)

 

3. Semi:

Allah-u Teâlâ her şeyi işitir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Duâ edenin duâsını, bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.” buyuruyor. (Bakara: 186)

Bütün sesleri aynı anda duyar. Bir sesi duyması, diğerini duymasına mâni olmaz. İşitmesi için sese, havaya, kulağa ihtiyacı yoktur.

 

4. Basar:

Allah-u Teâlâ her şeyi görür.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki O, kullarının her halinden haberdardır, her hâlini görür.” buyuruyor. (İsrâ: 30)

O’nun görme gücünün bir sınırı yoktur. Bir şeyi görmesi, diğerini görmemeyi gerektirmez. Görmesi için göze, ışığa, mesafeye ihtiyacı yoktur.

 

5. İrâde:

Allah-u Teâlâ her istediğini dilediği gibi yapar.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah ne dilerse yaratır. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece ‘Ol’ der, o da hemen oluverir.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 47)

O’nun iradesinin önüne geçecek, değiştirmeye zorlayacak bir irade düşünülemez. Hükmünü kimse bozamaz. Olmasını dilediği şey olur, O dilemezse hiçbir şey olmaz.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” buyuruyor. (İnsan: 30)

 

6. Kudret:

Allah-u Teâlâ’nın her şeye gücü yeter.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak bir güç yoktur. O her şeyi bilir ve güçlüdür.” buyuruyor. (Fâtır: 44)

Kudretinin karşısında duracak hiçbir kuvvet ve kudret yoktur.

İradesini yerleştirmek ve kuvvetini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etmiştir.

 

7. Kelâm:

Allah-u Teâlâ konuşur.

Âyet-i kerime’de:

“Allah Musa ile de konuşmuştu.” buyuruluyor. (Nisâ: 164)

Kitabımız Kur’an-ı kerim ve diğer indirilen kitaplar Allah kelâmıdır. Kullarına emir ve nehiylerini bildirmiş, müjdelemiş ve korkutmuştur.

O’nun kelâmı zâtına mahsustur. Konuşması için lisana, sese, havaya, harf ve kelimelere ihtiyacı yoktur.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Rabb’inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En’am: 115)

 

8. Tekvin:

Allah-u Teâlâ yaratıcıdır, O’ndan başka yaratıcı yoktur.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah her şeyin yaratıcısıdır, O her şeye Vekil’dir.” buyuruyor. (Zümer: 62)

Bir şeyi yaratmak istediğinde, onu düşünüp tasarlamaya, zamana, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Bu O’nun için pek kolaydır.” buyuruluyor. (Rum: 27)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.5 Hidayet ve Dalâlet

Previous topicNext topic
Hidayet ve Dalâlet
 

İSLÂM İLMİHALİ

Hidayet ve Dalâlet

 

Hidayet Allah-u Teâlâ'nın, kendi zâtını bilmek için lütuf ve keremi ile kullarında halkettiği muvaffakiyettir.

Âyet-i kerime'de:

"Allah kime hidayet ederse, o doğru yolu bulmuştur." buyuruluyor. (A'râf: 178)

Allah-u Teâlâ indirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberler vasıtası ile hayır ve şer yollarını göstermiş, kullarına da iyiyi ve kötüyü ayırdedecek kabiliyetler vermiştir.

Âyet-i kerime:

"Biz ona iki de yol gösterdik." (Beled: 10)

"Semud kavmine gelince; onlara doğru yolu göstermiştik, amma onlar körlüğü hidayete tercih ettiler." (Fussilet: 17)

"Onlar hidayet yerine dalâleti, mağfiret yerine azabı satın almışlardır." (Bakara: 175)

Gözler her ne kadar açıksa da, basiret körlüğü veren sebepler hidayete mâni olur.

Âyet-i kerime:

"Yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir." (Hacc: 46)

Hazret-i Allah azim nispetinde kullarını destekler, hidayetlerini artırır, sermayelerini çoğaltır, yollarını açar ve önlerine ışık tutar. Bu ise mücahedenin neticesidir.

Âyet-i kerime:

"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebut: 69)

Hidayet; mücahedenin kemâle ermesinden sonra, nübüvvet ve velâyet âleminde parıldayan bir nûr olur.

Cenâb-ı Hakk'ın kendisine tahsis ile şereflendirdiği mutlak ve gerçek hidayet budur.

Âyet-i kerime:

"Allah'ın hidayeti asıl hidayetin ta kendisidir." (Bakara: 120)

"Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanlar arasında bir nûr verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkmayan kimse gibi olur mu hiç?" (En'am: 122)

Hidayetin zıddı dalâlettir. Dalâlet doğru yoldan sapmaktır. Hidayetin neticesi iman, dalâletin neticesi ise imansızlıktır.

Hidayeti de dalâleti de ancak Allah yaratır. Kullarından dilediğine hidayet, dilediğine dalâlet verir. Allah'ın hidayete eriştirdiğini kimse saptıramaz. O'nun dalâlete düşürdüğünü kimse hidayete erdirip doğru yola iletemez.

Âyet-i kerime:

"Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir." (İbrahim: 4)

"Allah kimi dalâlette bırakırsa, ona hidayet edecek yoktur. Allah'ın hidayete erdirdiğini de dalâlete düşürüp saptıracak yoktur." (Zümer: 36-37)

Cenâb-ı Hakk'ın bir insanda dalâlet yaratması, o insanın kendi arzusu ile sapıklık yolunu seçmiş olmasındandır. Yoksa kul iradesini dalâlete yöneltmedikçe, Hazret-i Allah onu zorla sapıklığa düşürmez. Çünkü insanda hidayet ve iman fıtrîdir, yaratılışında vardır. Dalâlet ve küfür insanın cüz'i iradesini kötüye kullanmasından dolayı sonradan ârız olmuştur.

Âyet-i kerime:

"Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!" (Nisâ: 115)

"Allah, kâfirler gürûhunu hidayete erdirmez." (Bakara: 264)

Bütün kalpler Hazret-i Allah'ın kudret elindedir. Dilediğine hidayet eder. Kul kula hidayet veremez, ancak teşvik eder, hidayete vasıta olur.

Âyet-i kerime:

"İnsanları hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir. (Sana düşen hidayete davettir.) Şu kadar var ki, Allah dilediği kimseye hidayet eder." (Bakara: 272)

"Dileseydik herkese hidayet verirdik." (Secde: 13)

Dünya saâdetine, ahiret selâmetine ancak hidayet sayesinde erişilir. Kul; iradesini imana sarfettikçe, hidayet arzusunda bulundukça, o yolda yürüdükçe, Allah-u Teâlâ'nın hidayeti de artar durur.

Âyet-i kerime:

"Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir." (Muhammed Aleyhisselâm: 17)

Bir Âyet-i kerime'sinde de Hakk Celle ve Alâ Hazretleri şöyle buyuruyor:

"O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece zikredin." (Bakara: 198)

Zikrullah, hidayete ermenin bir şükran ifadesidir.

İnanan bir mümin için hidayete ererek dünya saâdetine ve ahiret selâmetine nâil olmaktan daha büyük bir lütuf tasavvur edilemez.

Binaenaleyh ihsan olunan hidayet-i ilâhinin muhafaza ve bekası için ısrarla Rabbül-Âlemin'e iltica edilmelidir:

"Ey Rabb'imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırıp döndürme. Bize kendi nezdinden bir rahmet ver. Şüphesiz bağışı en çok olan sensin." (Âl-i İmrân: 8)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.6 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (1)

Previous topicNext topic
ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN
MELEKLERİNE İNANMAK

 

• Melekler Allah-u Teâlâ’nın yarattığı, mümin, mükerrem, masum, ruhâni ve nûrâni kullarıdır.

Meleklere iman etmek, iman esasları arasında mühim bir yer tutar. Bütün peygamberlere dini hükümler vahiy yoluyla ve melek vasıtası ile ulaştırıldığı için; meleklere inanmamak, peygamberleri, getirdikleri kitapları ve tebliğ ettikleri dini inkâr etmek demektir.

Âyet-i kerime’de:

“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ: 136)

• Kur’an-ı kerim’de meleklere inanmanın farz olduğunu gösteren Âyet-i kerime’ler vardır:

“Müminlerden her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı.” (Bakara: 285)

“Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, peygamberlere inanır.” (Bakara: 177)

• Melekler ve özellikleri hakkında en sağlam bilgiler Kur’an-ı kerim’den ve Hadis-i şerif’lerden alınmaktadır. Melekler hakkında doksan kadar Âyet-i kerime mevcuttur.

 

Meleklerin Özellikleri:

İnsanlardan önce yaratılmışlardır. Çünkü Allah-u Teâlâ insanı yaratacağını ve insanı yeryüzünde halife kılacağını onlara haber vermiştir.

Allah-u Teâlâ’ya asla isyan etmezler, emrinden çıkmazlar. Hangi iş için yaratılmış iseler yorulmadan usanmadan o işi yaparlar. Daima ibadet ve taat ile meşgul oldukları için mânevî bir haz içindedirler, haşyet ve korku içinde bulunurlar.

Nitekim Âyet-i kerime’lerde:

“Onlar Allah’ın kendilerine verdiği emirlerine isyan edip karşı gelmezler ve emrolundukları buyrukları yerine getirirler.” (Tahrim: 6)

“O’nun huzurunda bulunanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler ve usanmazlar. Hiç ara vermeksizin, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler.” (Enbiyâ: 19-20)

“Üstlerinde olan Rabb’lerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar.” buyurulmaktadır. (Nahl: 50)

Onların şerre kabiliyetleri yoktur, yaratılışlarında itaat vardır.

Kur’an-ı kerim’de insanların topraktan, cinlerin ve şeytanın ateşten yaratıldıkları beyan buyurulmakta ise de, meleklerin neden yaratıldıkları açık olarak bildirilmemiş; Hadis-i şerif’te nurdan yaratıldıkları haber verilmiştir.

Ağırlıkları yoktur, bulundukları yerde bir mekân işgal etmezler.

• Nûrdan yaratıldıkları için gözle görülmezler. Görünmüş olsalar insanlar dayanamazlardı.

Nitekim Âyet-i kerime’de:

“Eğer peygamberleri melekten gönderseydik, insan şeklinde gönderirdik.” buyuruluyor. (En’âm: 9)

Yaratıldıkları hâl üzere ancak peygamberler görebilir. Aslî şekillerinden çıkıp insan şekline girerlerse diğer insanlar tarafından görülmeleri mümkün olabilir.

Cebrâil Aleyhisselâm’ın Mescid-i nebevi’ye insan şeklinde gelerek iman, İslâm ve ihsanın tariflerinin yapıldığı, başta Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- olmak üzere orada hazır olan diğer Sahabe-i kiram tarafından görülmesi buna delildir.

• Melekler Allah-u Teâlâ’nın emir ve izni ile çeşitli kılık ve şekillere bürünebilirler. Peygamberler melekleri bazen hakiki suretiyle bazen de muhtelif şekillerde görmüşlerdir.

Cebrâil Aleyhisselâm Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bazen Ashâb-ı kiram’dan Dıhye’tül-Kelbî -radiyallahu anh- şeklinde görünmüş, bazen de kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelmiştir. Ufku kaplamış olduğu halde göründüğü de olurdu.

Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’a bir oğlu olacağını müjdelemek için gelen melekler insan şeklinde gelmişlerdi. Hatta onları misafir sanarak, kendilerine yemek hazırlamıştı.

Hazret-i Lut Aleyhisselâm’a ise genç ve güzel delikanlı suretinde gelmişlerdi.

Cebrâil Aleyhisselâm, Hazret-i Meryem vâlidemize bir insan şeklinde görünmüştür.

• Melekler son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır. Bir an içinde yerleri gökleri dolaşabilirler, çok kısa zamanda çok uzak mesafelere gidebilirler.

Bir Âyet-i kerime’de:

“Melekler ve Ruh (Cebrâil) oraya miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkarlar.” buyuruluyor. (Meâric: 4)

Onların gelip gitmesi ve inip çıkması insanlarınkine benzemez. Allah-u Teâlâ dilediği zaman dilediği şekilde onları dolaştırır.

• Arş-ı âzam dört melek tarafından taşınmaktadır, kıyamet gününde ise bu meleklerin sayısı sekiz olacaktır.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulur:

“O gün Rabb’inin arşını onlardan başka sekiz melek yüklenir.” (Hakkâ: 17)

Arş-ı âzam Allah-u Teâlâ’nın yarattıklarının en büyüğüdür, Kürsî’yi de kaplamıştır.

Bir kısım melekler de arşı tavaf ederler.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Melekleri görürsün ki Rabb’lerini hamd ile tesbih ederek Arş’ın etrafını kuşatmışlardır.” (Zümer: 75)

• Meleklerin kanatları vardır. Hayatları da kanatları da ruhânidir, kendilerine göredir. Kanat sayısı vazife ve işlerine göre değişmektedir.

Âyet-i kerime’de:

“Hamd gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı olmak üzere elçiler yapan Allah’a mahsustur. Yaratmada dilediği kadar fazlalaştırır. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir.” buyuruluyor. (Fâtır: 1)

Bu kanatların mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ ve onları gören peygamberler bilebilir. Bizim tasavvurumuzun haricindedir.

• Melekler sayılamayacak kadar çoktur. Semâ, meleklerin çokluğundan gıcırdamaktadır. Göklerde ayak basacak bir yer yoktur ki; orada secdeye kapanmamış veya rükûya varmamış bir melek bulunmasın.

• Melekler yemezler içmezler, uyumazlar, erkeklik ve dişilikleri yoktur. Kıyamete kadar Allah-u Teâlâ’nın müsadesi ile hayatta olurlar, kıyametin kopmasıyla insanlar gibi onlar da ölürler. İkinci surdan sonra vazifelerini yapmaları için tekrar dirilirler.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.7 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (2)

Previous topicNext topic
ALLAH-U TEÂLÂ’NIN MELEKLERİNE İNANMAK (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN
MELEKLERİNE İNANMAK (2)

 

Meleklerin Vazifeleri:

• Yerde ve gökte, canlılarda ve cansızlarda, zerreden kürreye kadar her şeyde meleklerin her birinin birer vazifesi ve vazifelerine göre isimleri vardır.

Vazifeleri icabı yerde, gökte ve ikisinin arasında bulunurlar.

Yerde bulunanlara "Arzî melekler" adı verilir. Gökte bulunan meleklere ise "Semâvî melekler" denir.

"Biz ancak Rabb'inin emri ile ineriz." (Meryem: 64)

Âyet-i kerime'sinde bahsolunan melekler bunlardır.

• Meleklerin en büyükleri ve en kudretlileri dörttür. Allah-u Teâlâ'nın meleklere olan emirleri bu melekler tarafından ulaştırılır, maiyetlerinde sayısız melekler vardır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah hem meleklerden elçiler seçer, hem de insanlardan. Şüphesiz ki Allah işitendir, görendir." (Hacc: 75)

Cebrâil Aleyhisselâm: İlâhi sırları ve emanetleri taşıdığı için Allah-u Teâlâ'ya en yakın melektir. Peygamberlere vahiy getirir.

Mikâil Aleyhisselâm: Rızıkları sahiplerine ulaştırmak, yağmur yağdırmak rüzgâr estirmek gibi her türlü tabii ihtiyaçlarla ilgili vazifelere bakar.

İsrâfil Aleyhisselâm: Vazifesi Sur'a üfürmektir. Kıyamet onun Sur'a üfürmesiyle kopacak, ikinci üfürmesiyle tekrar diriliş meydana gelecektir.

Azrâil Aleyhisselâm: Allah-u Teâlâ onu eceli gelmiş insanların canlarını almakla vazifelendirmiştir.

Hamele-i arş adı verilen ve arşı taşıyan melekler Âyet-i kerime'de şu şekilde geçmektedir:

"Arş'ı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar, Rabb'lerini hamd ile tesbih ederler." (Mümin: 7)

Kiramen kâtibin melekleri, her insanın sağında ve solunda bulunur. Sağdaki sevapları, soldaki günahları tespit eder. İnsanların ağızlarından çıkan her sözü, işledikleri iyi ve kötü her şeyi yazarlar.

Bu yazılan defterler, kıyamet günü sahiplerine teslim edilir, hesap da bu defterlere göre olur.

Âyet-i kerime'de:

"Oysa yaptıklarınızı bilen şerefli kâtipler sizi gözetlemektedirler." buyuruluyor. (İnfitar: 10-12)

Bu melekler ayrıca mahşerde hesap sırasında yapılan işlere şahitlik ederler.

Hafaza melekleri'nin hususi işleri vardır. İnsanların önünde ve arkasında yürüyerek gelecek tehlikelerden korurlar.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Size koruyucu (melekler) gönderir." (En'âm: 61)

"Önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır." (Râd: 11)

Münker ve Nekir melekleri ölen her insana kabirde "Rabb'in kim? Peygamberin kim? Dinin ne?" sorularını sorarlar.

Bu meleklere kabir melekleri de denir. Bu iki melek görülmeden ahiret alemine geçilmez.

Mukarrebun diye anılan melekler daima tenzih, tehlil ve tesbih ile meşguldürler. Allah-u Teâlâ'nın Cemâl-i bâkemâli karşısında kendilerinden geçmiş, dalgın ve istiğrak halindedirler. Hiçbir şey onları alâkadar etmemektedir. Müheyyemûn adı da verilen bu meleklerin, kâinatın yaratıldığından dahi haberleri yoktur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Mesih de, mukarreb melekler de Allah'ın kulu olmaktan asla çekinmezler." buyuruluyor. (Nisâ: 172)

Hazene-i cennet ve cehennem melekleri, cennet ve cehennemin bekçileri durumundadırlar.

Cennet melekleri, cennetteki müminlere hizmet ederler ve onlarla arkadaşlık yaparlar. Başkanına Rıdvan adı verilir.

Cehennem melekleri veya zebâniler ise cehennemdekilere azab ederler. Bunların başkanı da Mâlik'dir.

Rahmet melekleri, müminlerin daima yanında bulunurlar, evlerinde dahi yanlarından ayrılmazlar.

Yardım edici melekler, müminlere darlık zamanında bilhassa muharebe zamanlarında saf tutup yardım ederler, müminlerin mâneviyatını yükseltirler. Nitekim Bedir harbi'nde insan suretine girip, Hendek harbi'nde ise görünmeden müslümanlara yardım etmişlerdir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Hani siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. O 'Ben size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim.' diye duânıza icabet etmişti." (Enfâl: 9)

"Biz onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzâb: 9)

Bu yardım kıyamete kadar devam eder.

• Bu sayılanlardan ayrı olarak daha bir çok vazife ile mükellef melekler vardır:

Okunan selâvât-ı şerife'yi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ulaştıranlar.

Sokakları, yolları dolaşıp zikrullah meclislerini arayanlar ve iştirak edenler. İlim meclislerine katılanlar.

Müminin kalbine doğruyu ve hakikati ilham edenler.

Her gün sabah ve ikindi namazında müminlerle birlikte olanlar.

Cuma günleri Cuma namazına gelenleri tespit edenler, hutbe okunurken içeri girerek hutbe dinleyenler.

 

Meleklerin Meclisi (Mele-i Â'lâ):

• Melekler topluluğuna, en yüce melekler meclisi mânâsına gelen "Mele-i â'lâ" denir. Bu ismi Allah-u Teâlâ vermiştir:

"(De ki:) Mele-i â'lâ'da kendi aralarındaki tartışmalarına dair benim hiçbir bilgim yoktu." (Sâd: 69)

Âyet-i kerime'sinde bunu görmekteyiz.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç gecesinde Mele-i â'lâ'ya uğradığını ve Cebrâil Aleyhisselâm'ı haşyetullahtan, eski bir paçavra olarak gördüğünü beyan buyurmuştur.

Mele-i â'lâ meleklerden müteşekkil olduğu gibi, bir kısmını da Mele-i a'lâ'ya yakın olan insan ruhları teşkil eder. Allah-u Teâlâ onlardan beden kafesini kaldırdığı zaman o ruhlar Mele-i â'lâ'ya katılarak onlardan sayılırlar.

Bu yüce insanların da ruhen iştirak edecekleri bu en yüce meclisin toplantılarının esrarına muttali olmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen cin ve şeytanlara, semâların nöbetçileri ateşten bir mermi gibi hücum ederek onları imha ederler.

Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Onlar Mele-i â'lâ'ya kulak verip olup bitenleri asla dinleyemezler. Dinlemeye kalkışsalar her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azab vardır. Hele bir tek söz kapan olursa delici bir alev onun peşine düşüverir." (Sâffât: 8-9-10)

 

Cinler:

• Nûrânî ve ruhânî varlıklar olan meleklerden başka, Allah-u Teâlâ'nın yaratmış olduğu cin adı verilen lâtif varlıklar da vardır. İnsanlarla birlikte yeryüzünde hayatlarını sürdürürler. Onlar ateşten yaratılmışlardır.

Âyet-i kerime'de:

"Cinleri de yalın bir ateşten yaratmıştır." buyuruluyor. (Rahman: 15)

Şeytan da cin taifesindendir.

Onların da insan toplulukları, kabileleri ve cinsleri gibi muayyen toplulukları vardır. Evlenirler-çoğalırlar, yer içerler, genci ihtiyarı vardır. Ancak nerede yaşadıkları bilinmemektedir. Dünyanın dışındaki yıldızlarda yaşama kabiliyetleri de vardır. Onlar insanları görürler, söylediklerini işitebilirler, dillerini anlayabilirler. İnsanlar ise onları göremezler.

Namazda müslümanlara iktida ederler. Gıdaları kemiktir, tezek de hayvanlarının yemidir.

Uzunluk, kısalık ve bir mekânda bulunmak gibi sıfatlara hâizdirler. Kendilerine mahsus ilimleri vardır. Muhtelif şekillere girme hassaları mevcuttur. Çok defa yılan suretinde görüldükleri rivayet olunmaktadır.

Hem hidayet yoluna hem de dalâlet yoluna gitmeye müsait kabiliyette yaratılmışlardır.

Cinlerin mümin olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları kâfirlerle beraber cehennemde olacaklardır.

"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyat: 56)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre insanlar Kur'an-ı kerim'in hükmü ile mükellef oldukları gibi, cinler de onun ahkâmı ile mükelleftirler. Resulullah Aleyhisselâm'ın insanlardan olduğu gibi, cinlerden dahi ashâbı vardı.

 

Şeytan:

• Şeytan Allah-u Teâlâ'ya uzun müddet isyan etmeden ibadette bulunmuştu. Meleklerin Âdem Aleyhisselâm'a secde etmeleri emri ile o da mükellef tutulunca itiraz etmiş; kendisinin ateşten onun ise topraktan yaratıldığını, bu sebeple ondan daha hayırlı olduğunu bildirmişti.

Allah-u Teâlâ'nın emrini mânâsız bularak itiraz etmesi, kendisinin Allah-u Teâlâ'dan daha iyi hükme vardığını iddia etmesi sebebiyle ilâhî rahmetten ebediyyen tardolunmuştur.

Şeytan Allah-u Teâlâ'dan, kıyamet gününe kadar mühlet istemiş ve bu isteği kabul edilince de, insanları yoldan çıkarmak için her türlü çareye başvuracağını bildirmişti.

İlk olarak Âdem Aleyhisselâm ve eşi Hazret-i Havvâ'nın cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur.

Allah-u Teâlâ'ya gönülden inanan, ibâdetlerini yapan kullarının üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyeti olmaz.

Bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Şeytanın inananlar ve Rabb'lerine güvenenler üzerine bir nüfuzu yoktur." (Nahl: 99)

 

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.8 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (3)

Previous topicNext topic
ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN
KİTAPLARINA İNANMAK

 

Allah-u Teâlâ insanlara hidayet yolunu göstermek, dalâletten kurtarmak, dünya saâdetine âhiret selâmetine erdirmek için peygamberlerinden bazılarına "Kitaplar" bazılarına da "Sayfalar" göndermiştir.

Her peygambere, gönderildiği insanlar arasındaki ihtilâf ve ayrılıkları halletmek için bir kitap verilmiştir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermeleri için onlarla birlikte hak kitaplar indirdi. İndirilen kitapta, gönderilen peygamber ve onun dininde hiç kimse ayrılığa düşmedi. Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan, ihtirastan ötürü kendilerine kitap verilenler ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izni ile inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe eriştirdi. Allah dilediğine doğru yolu gösterir." (Bakara: 213)

Kendisine müstakil bir kitap verilmeyen peygamberler ise, daha önce indirilen ilâhî bir kitaba tâbi olmuşlar ve gönderildikleri milletlere talim ve telkin etmekle vazifelendirilmişlerdir.

Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ sadece Kur'an-ı kerim'e değil, daha önce indirilen ilâhî kitapların hepsine iman etmeyi emir buyurmuştur:

"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'ine, peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a iman ediniz." (Nisâ: 136)

Kur'an-ı kerim'de her millete bir peygamber ve her peygambere de bir "Kitap" veya "Suhuf" verildiği bildirilmiş ise de, bütün peygamberlere indirilen kitapların isimleri ayrı ayrı beyan edilmemiştir.

Bu bakımdan Kur'an-ı kerim'de isimleri geçen mukaddes kitapların her birinin Allah kelâmı olduğuna ayrı ayrı inanmak her müslümana farzdır. Bir insan Allah-u Teâlâ'nın indirdiği ilâhî kitaplara inanmadıkça müslüman olamaz.

Ancak Kur'an-ı kerim'den başka diğer kitapların bir kısmı tamamen kaybolmuş, günümüze kadar gelenler de tahrif edilerek ilâhî kitap özelliğini yitirmiştir. Biz bozulmuş olan bu kitapların Allah'tan gelen ilk şekline inanıyoruz.

 

SUHUF:

İlk gelen kitaplar, küçük toplulukların ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde sahifelerden ibaret idi.

Âdem Aleyhisselâm'a 10 sayfa, Şit Aleyhisselâm'a 50 sayfa, İdris Aleyhisselâm'a 30 sayfa, İbrahim Aleyhisselâm'a 10 sayfa indirilmişti. Bugün bu sayfalardan hiçbiri mevcut değildir.

Suhuf adı verilen bu kitaplardaki bilgiler daha tafsilâtlı bir şekilde Kitab-ı kerim'imizde bizlere anlatılmıştır.

Âyet-i kerime'de:

"Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musâ'nın sahifelerinde de vardır." buyuruluyor. (A'lâ: 18-19)

 

KİTAPLAR

Büyük toplulukların peygamberlerine büyük kitaplar gönderilmiştir.

Musa Aleyhisselâm'a Tevrat,

Dâvud Aleyhisselâm'a Zebur,

İsâ Aleyhisselâm'a İncil,

Muhammed Aleyhisselâm'a ise Kur'an-ı kerim verilmiştir.

 

KUR'AN-I KERİM:

• Allah-u Teâlâ'nın en son ve en büyük kitabıdır. Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile peygamber Muhammed Aleyhisselâm'a indirilmiştir. Ondan bize kadar tevatür yoluyla, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikle ulaştırılmıştır. Bütün insanlığa gönderildiği için, bozulmadan muhafaza edileceği de garanti altına alınmıştır.

Âyet-i kerime'sinde:

"Bir zikir olan Kur'an'ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz." buyuruyor. (Hicr: 9)

• Kur'an'ın ismi, bizzat Allah-u Teâlâ tarafından verilmiştir:

"Muhakkak ki o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır." (Vâkıa: 77)

Kur'an-ı kerim'in bundan başka elli kadar isim ve sıfatları vardır. Bunlardan en meşhurları; Kitap, Furkan, Tenzil, Zikir, Hakk, Nûr, Mübin, Burhan, Kelâmullah, Hablullah'dır.

• Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kırk yaşına ulaştığı yılda, Ramazan ayının Kadir gecesi sabah olurken ilk defa Kur'an-ı kerim vahyedilmeye başlanmıştır. Peygamberlik müddeti süresince zaman zaman ve çeşitli vesilelerle, âyet âyet, sûre sûre nâzil olmuş ve yirmi üç senede tamamlanmıştır.

Âyet-i kerime'lerin pek çoğu, o âyetle ilgili bir hâdise üzerine veya sorulan bir soruya cevap olarak indiriliyordu. Buna nüzul sebepleri denir.

• Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelen vahyi, etrafında bulunan "Vahiy kâtipleri"ne yazdırırdı, her Âyet-i kerime'nin hangi sûreye yazılacağını işaret buyururdu. Derilere, kürek kemiklerine, taş parçalarına, ağaç kabukları üzerine yazılan vahiyler itina ile saklandığı gibi, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve bir çok Ashab-ı kiram tarafından ezberleniyordu. Namazlarda ve namaz haricinde bol bol okunmak suretiyle unutulması önlenmiş, yanlışsız olarak zihinlere yerleşmesi sağlanmıştır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine gelen vahyi hemen ezberlemiş olur ve asla unutmazdı.

Allah-u Teâlâ:

"Resul'üm! Seni okutacağız da hiç unutmayacaksın!" buyurmuştur. (A'lâ: 6)

Her Ramazan ayında, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz o zamana kadar inmiş olan Kur'an-ı kerim'i Cebrâil Aleyhisselâm'a okur, onunla mukabele ederdi. Vefatından önceki Ramazan'da ise bu okuma ve dinletme işi bir kaç defa tekrarlandı.

Nihayet son gelen Âyet-i kerime ile Kur'an-ı kerim son tertibini almıştı. Fakat Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hayatta iken devamlı vahiy geldiği için baştan sona kadar yazılmış olmakla beraber, bir kitap haline getirmek mümkün olmamıştı. En son indirilen vahiyden dokuz gün kadar sonra da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhirete intikal etmiştir.

• İlk halife Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- zamanında, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in müracaatı üzerine Zeyd bin Sâbit -radiyallahu anh- başkanlığında kurulan bir komisyon Kur'an-ı kerim'i bir kitap haline getirmiştir.

Mescid-i nebevî'de çalışmalar başlatıldı. Her Âyet-i kerime ezbere bilinmekle beraber Resulullah Aleyhisselâm'ın huzurunda yazıldığını bizzat gören iki şahidle birlikte ve yazılı olarak getirilmesi şart koşuldu. Böylece Kur'an-ı kerim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in öğrettiği, ezberlettiği ve yazdırdığı şekliyle bir cilt halinde toplandı. Buna "Mushaf" denildi.

Hazret-i Osman -radiyallahu anh- zamanında bu ana nüsha, yine Zeyd bin Sâbit -radiyallahu anh- başkanlığında toplanan bir komisyon tarafından çoğaltıldı.

Birisi Medine-i münevvere'de bırakıldı, diğerleri Basra, Kûfe, Mısır, Bahreyn, Yemen, Mekke... gibi mühim İslâm merkezlerine gönderildi.

• O zamandan bu zamana kadar hiçbir Âyet-i kerime'si, kelimesi, harfi, noktası bile değişmemiştir. Kıyamete kadar da hiç değişmeden devam edecektir. Bir benzeri ortaya konmadığı gibi, bundan sonra da beşer bundan âciz kalacaktır.

Bu vasfa sahip tek kitap odur.

• Diğer İlâhî kitaplar vahyolunduğu zaman yazılmamışlardı. İndirildiği peygamberlerin vefatlarından nice zaman sonra ortaya çıkarılmıştır. Bugün ortada üç Tevrat, dört de İncil bulunmaktadır. Her biri ayrı ayrı Tevrat ve İncil diye kabul olunur. Hiç birbirine uymazlar, birbirleriyle münasebeti olmayan tarafları da pek çoktur. Hatta bir kısmının ifadesi diğerinin ifadesini yalanlamaktadır. Halbuki Allah-u Teâlâ bir Tevrat ve bir İncil indirmişti.

• Kur'an-ı kerim hem söz, hem de mânâ yönünden eşsizdir. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in en büyük mucizesidir.

Diğer peygamberlerin mucizeleri vefatları ile sona ermiş, o mucizeleri o zamanda hazır bulunanlardan başkaları görmemiştir. Kur'an-ı kerim mucizesi ise kıyamete kadar devam edecektir. Şimdiye kadar en küçük bir sûresi taklit edilememiş, ona benzer bir söz ortaya konulamamıştır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.9 ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (4)

Previous topicNext topic
ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KİTAPLARINA İNANMAK (4)
 

İSLÂM İLMİHALİ

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN
PEYGAMBERLERİNE İNANMAK

 

• Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kendi varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve taatta bulunmaları için insanları yaratmıştır.

Binaenaleyh bir insan aklını-fikrini güzel kullandığı takdirde muhakemesiyle bir yaratıcının varlığını sezer. Akıllara durgunluk veren bu muhteşem kâinatın muazzam bir yaratıcısı olduğunu kavrayabilir.

Fakat O'nun kabul edeceği şekilde iman etmenin yolunu, emirlerinin ne şekilde tecelli edeceğini, rızâsına uygun olan ibadetlerin nelerden ibaret olduğunu bilemez. Fıtratına aykırı olarak ömür sürer de farkında olmaz.

İşte Cenâb-ı Hakk insanların hakikati bulmaları, dünyada güzel bir düzen içinde yaşamaları, âhirette de selâmete ermeleri için fazl ve keremi ile varlığından insanları haberdar etmiştir.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ta ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Nisâ: 165)

• İnsanlar hak din üzerinde idiler. Sonradan ihtilâf ve tefrikaya düşerek doğru yoldan saptılar. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onlara azabı ile korkutan ve rahmetini müjdeleyen peygamberler gönderdi.

Âyet-i kerime'sinde buyuruyor:

"İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi." (Bakara: 213)

• Hazret-i Allah peygamber gönderip de emir ve yasaklarını duyurmadıkça hiçbir ferde ve topluluğa azab etmez. Edecek olsaydı onlar şöyle diyebilirlerdi:

"Ey Rabb'imiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, böyle zelil ve rezil olmadan evvel âyetlerine uysaydık." (Tâhâ: 134)

Bu duruma göre kıyamet günü hiçbir ferdin mâzeret beyan edip uhrevî mesuliyet ve felâketten kurtulması mümkün olmayacaktır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Geçmiş her ümmet için mutlaka bir uyarıcı peygamber gelip geçmiştir." (Fâtır: 24)

"Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz." (İsrâ: 15)

• En basit ve kolay işlerde bile bir kılavuza muhtaç olan insanın, ebedî hayatını ilgilendiren gayb âlemine ait en mühim bir mevzuda da mutlaka bir rehbere ihtiyacı vardır.

• Peygamberlik Allah-u Teâlâ'nın bir inâyetidir, bir lütf-u ihsanıdır, çalışmakla elde edilmez. Dilediği kullarını irşadla vazifelendirmiştir.

Âyet-i kerime'de:

"Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir." buyuruyor. (En'âm: 124)

• Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahip mümtaz ve müstesnâ insanlardır. Her biri birer numunedir.

Âyet-i kerime'lerde buyuruluyor:

"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sa'd: 47)

"Onlar hepsi salihlerdendi." (En'âm: 85)

• İnsanların en hayırlıları ve en seçkinleridirler. Allah-u Teâlâ onları bizzat ayırıp kendisi terbiye etti. Beşeriyetin ilk mürebbileridirler.

Âyet-i kerime'sinde:

"Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik." buyuruyor. (En'âm: 86)

• Her hususta doğru sözlüdürler, aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup, istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar; günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri olduğu gibi insanlara bildirirler. Âyet-i kerime'de:

"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiya: 73)

• Hazret-i Allah peygamber olarak vazifelendirdiği bu seçilmiş kullarının nübüvvetini halka ispat için onları mucizelerle desteklemiştir.

Âyet-i kerime'de buyuruluyor:

"Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti. Mutlaka kendilerine yardım edilecektir." (Sâffât: 171-172)

Mucize, Peygamber Aleyhimüsselâm Hazeratı'nın ellerinde husule gelen harikulâde hallerdir. Onlardan başka hiç kimsede zuhur etmez.

İki kısımdır: Birisi Allah-u Teâlâ'nın, peygamberine nübüvvetlerini ispat için verdiği mucizeler. Diğeri ise, insanların iman edebilmeleri için kendi arzuları üzerine peygamberlerden istedikleri mucizeler.

Birinci kısım mucizeye iman etmemenin cezası hemen verilmemiş, kendi arzuları ile mucize istedikleri halde inanmayanlar ise kısa zamanda helâk olmuşlardır. Salih Aleyhisselâm'ın devesi ikinci kısım mucizedendir. Mucizelerin peygamber efendilerimizle alâkası, onların ellerinde zuhur etmesidir. Hakikatte Hazret-i Allah'ın ezelî ve ebedî kudretinin o andaki tezahüründen ibarettir.

Bu seçkin insanlar mucize göstermek için en ufak bir yorgunluk duymamışlardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ayın ikiye bölünmesi için parmağı ile işaret etmesi, yağmur yağması için Rabb'ine duâ etmesi, mübarek parmaklarından suların fışkırması... Musa Aleyhisselâm'ın denizin yarılması için asası ile dokunması... Süleyman Aleyhisselâm'ın kuş dilinden anlaması... İsâ Aleyhisselâm'ın Hazret-i Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi bilinen büyük mucizelerdir.

• Harikulâde hallerin Cenâb-ı Hakk'ın izni ve iradesi ile velî kullarından sâdır olmasına ise keramet denir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Müminin ferasetinden korkunuz. Çünkü o Azîz ve Celîl olan Allah'ın nûru ile bakar." (Münâvî)

Keramet o velînin tâbî olduğu peygamber için de bir mucize sayılır. Zira o keramet, peygambere uymasının bir mükâfatı olarak kendisine bahşedilmiştir.

Keramet, velî olmanın şartı değildir. Peygamber Efendilerimize mucize izhar etmek vâcip olduğu halde, evliyâullah hazerâtına da kerametlerini gizlemek vâciptir.

Allah dostları olan bu velileri keşif ve kerametleri ile takdir etmek doğru değildir. Bir velide hiç keramet görülmeyebilir de.

İstidrac da keramet gibidir. Fâsık veya kâfir bir kimsenin isteğine uygun olarak vâki olur.

Bir takım riyâzetlerle ruh kuvvet buluyor, nefsi tasarruf altına alıp, eşyaya hâkim olabilme kuvvetini elde ediyor. Bu gibi haller kendilerinin istikâmet üzere olduklarına delâlet etmez. Hiçbir kıymet ifâde etmediği gibi, din ile iman ile de ilgisi yoktur. Kendilerini batırdıkları gibi etraflarını da batırırlar.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Kulun mâsiyetlerinde devam ve ısrar etmesine rağmen Allah'ın ona dünyadan ne arzu ederse vermekte olduğunu görürsen, bil ki bu ona Allah'tan bir istidracdır." (Ahmed bin Hanbel)

Bu hâl Hazret-i Allah'ın o kimseye bir mekridir. O onu istemiş, Hazret-i Allah da onu ona vermiştir. Fakat rızâsı yoktur.

• İlk peygamber Âdem Aleyhisselâm'dır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise yaratılış itibarı ile ilk, peygamber olarak da son peygamberdir.

Hadis-i şerif'lerinde:

"Âdem ruh ile cesed arasında iken ben peygamberdim." buyurmuşlardır. (Ahmed bin Hanbel)

• Bu arada bir çok peygamberler gelip geçmiştir. Kur'an-ı kerim'de isimleri geçen ve kıssaları az veya çok anlatılan peygamberler olduğu gibi, isimleri anılmayan ve kıssaları anlatılmayan peygamberler de vardır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! Andolsun ki, senden evvel de peygamberler gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık." (Mümin: 78)

Sayıları 124 bini bulan bu seçkin rehberler, Rahmet-i ilâhi'nin birer tecellileridirler. Hâlik-ı Azimüşân'ı en iyi bilenler onlardır. Aslında aralarında fark yoktur.

Âyet-i kerime'de:

"O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız." buyuruluyor. (Bakara: 285)

Ancak derecelerinin yüksekliğinde, Allah-u Teâlâ'ya yakınlık cihetinden birbirlerinden ayrı yanları vardır.

Bir Âyet-i kerime'de de:

"Biz o peygamberden kimini kiminden üstün kıldık." buyuruluyor. (Bakara: 253)

• Bütün peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz belirli bir topluluğa veya bir kaç şehir halkına gönderildiği halde Hâtem-ül Enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün insanlığa ve cinlere peygamber gönderilmiştir. Kıyamete kadar gelecek insanların tamamı onun irşad sahası içindedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Resul'üm! Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Ne var ki insanların çoğu bilmezler." buyuruyor. (Sebe: 28)

• Peygamberlere iman etmeyen kimse, Allah-u Teâlâ'ya iman etmemiş olur. Birine iman etmemek de, hepsini inkâr etmek gibidir.

• Acziyetlerini her zaman için itiraf eden, azamet-i ilâhî karşısında korkan ve titreyen bu peygamberler, insanları Allah'ın birliğine davet ve kul olmaya teşvik ettiler.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! Senden evvel gönderdiğimiz her peygambere 'Benden başka ilâh yoktur, bana kulluk edin.' diye vahyetmişizdir." (Enbiya: 25)

Bu vazifeyi yaparken de hiçbir maddi menfaat, hiçbir karşılık gözetmediler.

Hakk'ı tebliğ ettikleri topluluklara:

"Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabb'ine âittir." demişlerdi. (Şuarâ: 109)

• Kur'an-ı kerim'de ibretli kıssaları, güzel halleri anlatılmış, yürüdükleri yoldan ve izden gitmemizin, onları numune almamızın gerektiği beyan edilmiştir:

"O peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü." (En'âm: 90)

"Peygamberlerin haberlerinden sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar." (Hûd: 120)

"Bütün peygamberlere selâm olsun." (Sâffât: 181)

• Kur'an-ı kerim'de adı geçen peygamberler:

Âdem Aleyhisselâm, İdris Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm, Hud Aleyhisselâm, Salih Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Lut Aleyhisselâm, İsmail Aleyhisselâm, İshak Aleyhisselâm, Yakup Aleyhisselâm, Yusuf Aleyhisselâm, Eyyub Aleyhisselâm, Şuayib Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Harun Aleyhisselâm, İlyas Aleyhisselâm, Elyesâ Aleyhisselâm, Zülkifl Aleyhisselâm, Yunus Aleyhisselâm, Dâvud Aleyhisselâm, Süleyman Aleyhisselâm, Lokman Aleyhisselâm, Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Yahya Aleyhisselâm, Üzeyir Aleyhisselâm, Zülkarneyn Aleyhisselâm, İsâ Aleyhisselâm ve Muhammed Aleyhisselâm.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.10 Ahiret Gününe İnanmak (1)

Previous topicNext topic
Ahiret Gününe İnanmak (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Gününe İnanmak (1)

 

• Öldükten sonra dirilmeye ve insanların dünyada iken yaptıklarından sorguya çekileceğine, neticede mükâfat veya ceza görüleceğine inanmak iman esaslarından birisidir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'a ve âhiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rabb'leri katında mükâfatlar vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." (Bakara: 62)

• Allah-u Teâlâ üzerinde yaşadığımız bu dünyayı ve bütün mahlûkatı geçici bir zaman için yaratmıştır.

Her canlının bir eceli olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır. Yarattıklarını dilediği kadar yaşattıktan sonra öldürecek, var olan her şey kıyametin kopmasıyla bir gün yok olacak ve sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatı başlayacak.

• Kıyametin yakın olduğunu gösteren bir çok Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler vardır.

Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır." (Necm: 57)

"Onun alâmetleri gerçekten gelmiştir." (Muhammed: 18)

"Kıyamet saati mutlaka gelecektir, bunda asla şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyor." (Mümin: 59)

"Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onu ancak Rabb'im bilir. Onun vaktini O'ndan başka bilecek yoktur. Ağırlığını göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir.

Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler." (A'râf: 187)

"Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimse seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun." (Tâhâ: 15-16)

"Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır. Ona inanmayanlar, onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler.

İyi bilin ki kıyamet saati hakkında tartışanlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (Şûrâ: 17-18)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek şöyle buyurdular:

"Ben, kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim." (Buhârî - Müslim)

Kıyametin ne zaman kopacağını, bu müthiş saatin ne zaman geleceğini Allah-u Teâlâ'dan başka kimse bilmez. Kesin olarak bilinen, alâmetleri zuhur etmeden kopmayacağıdır. Birisi zuhur edince, diğerleri birbiri ardından ortaya çıkar.

Önce küçük alâmetler zuhur edecektir.

Huzeyfe't-ül Gıfârî -radiyallahu anh- Hazretleri buyurur ki:

Bir gün aramızda konuşurken Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz yanımıza geldi. "Ne konuşuyordunuz?" diye sordu. Arkadaşlar "Kıyamet gününden bahsediyorduk." dediler. Bunun üzerine buyurdular ki:

"Siz daha evvel on alâmet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır." (Müslim)

Hadis-i şerif'in devamında arzedilen büyük alâmetler şunlardır:

 

1. Duhân: Büyük bir duman demektir. Kıyamet gününden evvel hakikati zuhur edecek, bütün yeryüzünü kaplayacak, bu hâl kırk gün sürecek. Müminler nezleye tutulmuş gibi, kâfirler de sarhoş gibi olacaklar.

 

2. Deccâl: Bu isimde bir şahıs türeyip ilâhlık davasında bulunacak ve bir süre insanları saptıracak.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Âdem'in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccal'den daha büyük bir fitne yoktur." buyurmuştur. (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde, Kehf sûresi'nin ilk on Âyet-i kerime'si ile son on Âyet-i kerime'sini okumaya devam edenlerin, onun şerrinden kurtulacağını haber vermiştir.

Abdullah ibn-i Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilmiştir:

Resulullah Aleyhisselâm Vedâ haccı sırasında bir ara "İnsanlar susup dinlesin" buyurduktan sonra hamd ve senâda bulundu, akabinde Mesih ve Deccâl'den uzun uzun söz etti:

"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla korkuttu, ondan sonra gelen peygamberler de korkuttular.

O sizin aranızdan çıkacak. Onun hâli sizden gizli kalmayacak. Rabb'inizin tek gözlü olmadığı size gizli değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü dışa fırlamış üzüm danesi gibidir." (Buhârî - Müslim)

Bir Hadis-i şerif'lerinde de buyururlar ki:

"Deccâl'in sol gözü yoktur. Vücudu gayet tüylüdür. Cennet ve cehennem namıyla nezdinde iki mevki vardır. Lâkin hakikatte cehennem gösterdiği mevki cennet ve cennet gösterdiği mevki ise cehennemdir." (Müslim)

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her zaman şöyle duâ ederlerdi:

"Ey Allah'ım! Cimrilikten, tembellikten, sefalet ve bunaklık ile geçen uzun ömürden, kabir azabından, Deccâl'in fitnesinden, yaşayışta ve ölümdeki diğer fitnelerden sana sığınırım." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.11 Ahiret Gününe İnanmak (2)

Previous topicNext topic
Ahiret Gününe İnanmak (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Gününe İnanmak (2)

 

3. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm: İsâ Aleyhisselâm ölmemiş, semâya çekilmiştir. Cesedi ile birlikte semâda yaşamaktadır. Deccâl'in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecektir ve icraatlarını gerçekleştirecektir. Bu husus tevâtür derecesine ulaşmış; Kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir." (Zuhruf: 61)

"Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsâ'ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şahit olacaktır." (Nisâ: 159)

İsâ Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsâ âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1018)

"Vallahi Meryem oğlu İsâ âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, genç dişi develer başıboş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasetlikler muhakkak surette kalkacak.

(İsâ Aleyhisselâm) İnsanları mala davet edecek, fakat malı hiç kimse kabul etmeyecektir." (Müslim)

"Ümmetimden bir taife, kıyamet gününe kadar hak için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir.

O zaman Meryem oğlu İsâ da iner. Müslümanların emiri 'Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat o 'Hayır! Allah-u Teâlâ'nın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz.' buyurur." (Müslim)

"İnsanlar arasında Meryem oğlu İsâ'ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlâtları gibidir. Dinleri birdir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1403)

"Bir gece rüyamda kendimi Kâbe'nin yanında gördüm. Derken öyle karayağız güzeli bir zât gördüm ki, erkeklerden gördüğüm karayağızların en güzeli! Kulaklarına inmiş öyle saçları vardı ki gördüğüm uzun saçların en güzeli! Saçlarını taramış, üzerlerinden su damlıyordu. İki zâta (yahut iki zâtın omuzlarına) dayanarak beyti tavaf ediyordu. 'Bu kim?' diye sordum. 'Meryem oğlu Mesih' dediler. Sonra birdenbire son derece kıvırcık saçlı, sağ gözü şaşı bir herifle karşılaştım. Zannedersin ki, gözü salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi. 'Bu kim?' diye sordum. 'Bu da Mesih Deccâl'dir' dediler." (Müslim)

"Allah'ın düşmanı Deccal, İsâ'yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi erir." (Müslim)

Ümmet-i Muhammed'in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsâ Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.

Biz İsâ Aleyhisselâm'ı çok severiz ve gelmesini de bekleriz.

"Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (Sâff: 6)

Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere; İsâ Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber verdiği gibi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de İsâ Aleyhisselâm'ın geleceğini duyurmuştur.

Biz de size bunları duyurmaya çalışıyoruz. Ve hemen ona uymanızı tavsiye ediyoruz.

Ey kardeş!

Hıristiyan âlemi hakikati arıyor ve bir gün bulacak. Sen de bu bölücüleri bırak ve hakikati bul.

Kurtuluşa ermen için sana bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle hakikati açıkça beyan ediyoruz.

Yetmiş iki fırka dalâlette ve cehennemde olduğu için o bir fırkayı bul. Bölücülerin arasında bulunursan; o bir fırkayı bulamadığın gibi, İsâ Aleyhisselâm'a uymana da mâni olurlar.

Yalancı imamlardan size çok bahsettik. Gerçekten bir imam gelecek. Nasibi olan bu hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biat edin.

Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde onun hakkında şöyle buyuruyor:

"Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsâ yanınıza indiği zaman durumunuz nasıl olur?" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1406)

Önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar, çok büyük harpler var. Şimdiden Hazret-i Allah ve Resul'üne sığınmaya bakın.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi esbab-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütf ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)

 

4. Ye'cüc ve Me'cüc: Aslı ve nesebi belirsiz iki kabile, önlerine çekilmiş olan barajı aşıp yeryüzüne yayılacaklar. Bir müddet etrafı ifsad etmeye çalışacaklar. Daha sonra İsâ Aleyhisselâm'ın duâsı ile mahvolacaklar.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Nihayet Ye'cüc Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar." (Enbiyâ: 96)

 

5. Dabbetül-arz: Âhir zamanda Hazret-i Allah'ın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Takibedenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.

Hadis-i şerif'lere göre Musa Aleyhisselâm'ın âsâsı, Süleyman Aleyhisselâm'ın mührü beraberinde olarak çıkacak. Mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsâ ile kâfirin burnunu kıracak. "Ey filân sen cennetliksin! Ey filân sen de cehennemliksin." diyecek. Böylece mümin ile kâfir tanınacak.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakinen iman etmemiş olduklarını söyler." (Neml: 82)

 

6. Güneşin batıdan doğması: Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi de, güneş Hazret-i Allah'ın izni ve emriyle bir defaya mahsus olmak üzere bir Cuma günü battığı yerden doğacaktır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar iman edecek, fakat o gün daha evvelden iman etmeyen, yahut imanında bir hayır kazanamayan hiç kimseye imanı fayda vermeyecektir." (Müslim)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün güneşin battığı bir sırada Ebû Zerr -radiyallahu anh-e "Güneş nereye gider bilir misin?" Diye sordu. "Allah ve Resul'ü bilir!" demesi üzerine şöyle buyurdu:

"Güneş gider, arşın altında secde eder ve tekrar doğmak için izin ister, izin verilir. Bir gün gelir secde edip izin ister, fakat secdesi kabul edilmeyip izin verilmez. Ona "Geldiğin yere git battığın yerden doğ!" denilir. O da battığı yerden doğar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1321)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.12 Ahiret Gününe İnanmak (3)

Previous topicNext topic
Ahiret Gününe İnanmak (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Gününe İnanmak (3)

 

7. Hicaz tarafından büyük bir ateşin çıkması: Medine yahudilerinin en büyük bilgini olup sonra İslâm'la müşerref olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- "Kıyamet alâmetlerinin birincisi nedir?" diye sorduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Kıyametin ilk alâmeti, bir ateşin çıkıp insanları batıya sürmesi." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1368)

8.9.10. Üç büyük yer çöküntüsü olması: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Kıyametten önce, birisi doğuda, birisi batıda ve birisi de Arap yarımadasında olmak üzere üç çöküntü meydana gelecektir." (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamet alâmetlerinin arka arkaya zuhur edeceğini o günlerde insanların nelerle karşılaşacağını bir bir haber vermiştir.

Nevvas bin Sem'an -radiyallahu anh-den şöyle söylediği rivayet olunmuştur:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir sabah Deccâl'den bahsederken, onun ne büyük bir belâ olduğunu belirtti. Öyle ki, biz onu Nahl civarında zannettik. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurundan ayrıldık sonra tekrar geldik. Bizdeki hüzün ve teessürü anladı ve "Derdiniz nedir?" diye sordu. "Yâ Resulellah dedik, bu sabah Deccâl'den bahis açarak onu tezyif ettiniz, ne büyük bir belâ ve fitne olduğunu söylediniz. Hatta biz onun Nahl civarında olduğunu sanmıştık."

Bunun üzerine buyurdu ki:

"Sizin için en korktuğum Deccâl'den başkalarıdır. Şayet Deccâl ben sizin aranızdayken zuhur ederse, yalnız başıma onu mağlup edebilirim. Eğer ben aranızda değil iken çıkarsa, artık herkes kendi nefsini müdafaa edip şerrinden korunmalıdır. Zaten Allah-u Teâlâ her müslümanı onun şerrinden himaye edecektir.

Deccâl, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışarıya fırlamış bir delikanlıdır. Ben onu sanki Katan oğlu Abdül-uzzâ'ya benzetiyorum. Her kim Deccâl'e yetişirse, Kehf sûresinin ilk âyetlerini okusun.

Deccâl Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak, sağı ve solu ifsad edecektir. (O zamanda bulunan) Ey müminler! Dininizde sebat ediniz!"

"Yâ Resulellah! Deccâl yeryüzünde ne kadar kalacak?" Dedik.

"Kırk gün kalacak. Bir günü bir sene, bir günü bir ay, bir günü bir hafta ve diğer günleri ise sizin günleriniz kadar olacaktır." buyurdu.

Biz yine sorduk:

"Yâ Resulellah! Bir sene kadar olan o günde, bir günlük namaz bize kifâyet eder mi?"

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"Hayır buyurdu, siz ona göre namaz vakitlerini tahmin ve takdir edersiniz."

"Yâ Resulellah! Onun yerdeki hızı ne kadar olacaktır?" Dedik.

Buyurdu ki:

"Rüzgârın önüne kattığı bulutun hızı kadar. Bir topluluğun yanından geçer, onları kendisinin rabları olduğuna inanmaya davet eder. Onlar da ona iman ve icâbet ederler. Bunun üzerine Deccâl göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar. Toprağa emreder, otlar, çayırlar biter. Hayvanlar da merâdan fevkalâde besili ve sütlü olarak dönerler.

Sonra Deccâl başka bir topluluğa gelir, onları da kendisinin rab olduğuna inanmaya davet eder. Lâkin onlar bu daveti reddederler, Tevhid dininde sebat ederler, o da onlardan ayrılır. O topluluktan yağmur kesilir, otlar kurur. Mal namına ellerinde hiçbir şey kalmaz.

Bir harabeye gelir, ona 'Hazinelerini definelerini çıkar!' diye emredince, bal arılarının beylerini takip ettikleri gibi, o hazineler de süratla Deccâl'i takip ederler.

Sonra gençlikle dopdolu bir delikanlıyı kendisine iman etmeye dâvet eder. Kabul etmeyince onu bir kılıç darbesiyle iki parçaya ayırır, yine dâvet eder. Delikanlı beşûş bir çehre ile güler.

O bu vaziyette iken, Allah-u Teâlâ Meryem'in oğlu Mesih'i gönderir. İsâ -Aleyhisselâm- boyanmış iki hülleye bürünmüş, ellerini de iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak Şam'ın doğusundaki Beyaz Minâre'ye iner.

Başını eğince hamamdan çıkmış gibi tertemiz bir halde terler, başını kaldırdığı zaman da saçından inci taneleri gibi nûrânî damlalar iner. Onun nefesini koklayan bir kâfir muhakkak ölür. O nefes göz alabildiği yere kadar uzanır.

İsâ -Aleyhisselâm- Deccâl'i aramaya koyulur. Neticede ona Lüdd kapısında yetişir ve onu öldürür. Sonra İsâ -Aleyhisselâm-'ın yanına Deccâl'in şerrinden Allah'ın muhafaza buyurduğu bir topluluk gelir. İsâ -Aleyhisselâm- onların yüzlerini mesheder, cennetteki derecelerini haber verir. Bu sırada Allah-u Teâlâ İsâ -Aleyhisselâm-a şöyle vahyeder.

'Ben sana itaat eden bir cemaat meydana getirdim. Hiçbir kimsenin onları öldürmeye gücü yetmez. O kullarımı Tûr dağı'nda muhafaza et.'

Cenâb-ı Hakk Ye'cüc ve Me'cüc'ü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edecekler. İlk kafile Taberiye gölüne uğrayıp oradaki suları tamamen içecekler. Sonra geridekiler bu göle uğrayacaklar ve 'Vaktiyle burada çok su varmış' diyecekler. Sonra Beyt-i Makdis dağına yürüyecekler. 'Yeryüzündekileri öldürdük, geliniz göktekileri de öldürelim.' diyecekler ve oklarını göğe doğru atacaklar. Allah-u Teâlâ okları kana boyanmış olduğu halde onlara geri çevirecek İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağı'nda mahsur kalacaklar. Öyle ki muhasaranın şiddetinden o gün bir öküz başı, onlardan her biri için bugünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak.

Bunun üzerine Nebiyullah İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı onların belâsından kurtarması için Allah'a yalvaracaklar. Allah-u Teâlâ Ye'cüc ve Me'cüc kabilelerinin enselerine kurtçuklar musallat eder. Sabahleyin hepside Allah'ın kudreti ile bir tek nefsin ölümü gibi bir anda kırılır helâk olurlar. Sonra İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş lâşelerinden hâli bir karış yer bulamazlar.

Yine İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Allah'a yalvarırlar da Cenâb-ı Hakk deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar lâşeleri alıp Allah'ın istediği yere atarlar. Sonra Cenâb-ı Hakk pek çok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır bu yağmurdan kurtulmaz. Bu yağmur bütün yeryüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir. Sonra yeryüzüne 'Meyvelerini bitir, evvelki gibi feyiz ve bereket ver!' diye emrolunur. İşte o gün bir cemaat bir tek nar yiyip doydukları gibi onun kabuğu ile de gölgelenirler. Merâya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin sütleri de bereketli olur. Öyle ki, sağmal devenin sütü kalabalık bir cemaati, sığırınki bir kabileyi, koyunun sütü de yakın akrabadan bir cemaati doyurur. İşte bunlar böylece bolluk içinde müreffeh bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hakk hoş bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr bütün müminlerin ruhlarını kabzeder. Geri kalan insanlar, en şerli insanlardır, yekdiğeri ile boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen çiftleşirler. Kıyamet de onların üzerine kopar." (Müslim)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.13 Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (1)

Previous topicNext topic
Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler

 

Hazret-i Mehdi'nin zuhur etmesi de kıyamet alâmetlerindendir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adâletle dolduracaktır." (Ebu Dâvud - Tirmizî)

"Mehdi, kızım Fâtıma'nın çocuklarından ve benim ehl-i beytimdendir." (Ebu Dâvud: 4284)

"Mehdi bendendir. Alnı geniş, burnu ince uzun ve ortası biraz yüksekçedir. Yedi sene hükmeder. Yeryüzünü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, onu doğruluk ve adâletle doldurur." (Ebu Dâvud: 4285)

"O zât insanlar içerisinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar." (Ebu Dâvud: 4286)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyametin diğer alâmetleri hakkında Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet kopmadan önce vuku bulacak alâmetlerden altı şeyi sayınız:

1. Benim ölümüm.

2. Kudüs'ün fethedilmesi.

3. Koyun vebası gibi bir hastalıkla insanların kırılması.

4. Mal çokluğu ki, birisine yüz altın verildiğinde onu az görerek öfkelenmesi, memnun olmaması.

5. İstisnasız her Arap evine girecek bir fitnenin yayılması.

6. Sizinle sarı ırk arasında bir barış antlaşmasının yapılması, onların bu barışı bozmaları ve her birinde oniki bin kişi bulunan seksen sancakla gelip size hücum etmeleri." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1313)

"İlmin azalması, bilgisizliğin çoğalması, fuhşun alana çıkması, kadınların çoğalması, elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 72)

"İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 71)

"Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler." (Tirmizî)

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur." (Deylemi)

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, Kur'an'ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhaki)

"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Fâizin kendisini yemese bile tozunu yutacaktır." (Ebu Dâvud)

"İnsanlar mescidlerle birbirine karşı övünmedikçe kıyamet kopmaz." (Nesâi)

"İnsanlar bina yapmakta birbirleriyle yarışmadıkça kıyamet kopmaz." (Buhârî)

"Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz." (Mecmauz-Zevaid)

"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim)

"İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz." (Tirmizî)

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize karşı kullanmadıkça, dünyanıza şerlileriniz vâris olmadıkça kıyamet kopmaz." (Tirmizî)

"Hepsi de Allah'ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz." (Tirmizî)

"Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir." (Müslim)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.14 Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (2)

Previous topicNext topic
Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kıyamet Alâmetleriyle İlgili Hadis-i Şerif'ler (2)

 

"Fırat nehri altın bir dağ üzerinden suyu çekilip açılmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanlar onun için harp edecek ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecek. Onlardan her biri 'Belki ben kurtulurum' diyecektir."

Diğer bir rivayet şöyledir:

"Fırat nehrinin altın hazinelerinden bir kısmının alana çıkması yakındır. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şey almasın." (Buhârî)

"Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek, katil niçin öldürdüğünü, maktül de niçin öldürüldüğünü bilmeyecektir." (Müslim)

"Dâvâları bir olan iki büyük fırka çarpışarak aralarında büyük bir harp olmadıkça kıyamet kopmaz." (Müslim)

"Müslüman Türklerle, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi olup, kıl elbise giyen ve kıl içinde yürüyen bir kavim harbetmedikçe kıyamet kopmaz." (Müslim)

"Taylesan elbiseleri giyinmiş yetmiş bin İsfahan yahudisi Deccal'in emrine girecektir." (Müslim)

"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim)

"Kahtan kabilesinden bütün insanları sopası ile sürüp sevkedecek biri çıkmadıkça kıyamet kopmaz." (Buhârî)

"Zamanın bereketi azalıp sene ay kadar, ay hafta kadar, hafta gün kadar, gün saat kadar, saat da ateşte kuru otun yanması kadar kısalmadan kıyamet kopmaz." (Buhârî)

"Bir kimse bir adamın kabrinin yanından geçerken 'Keşke onun yerinde yatan ben olsaydım' deyinceye kadar kıyamet kopmaz." (Buhârî)

"Bir iş ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekle." (Buhârî)

"Hicaz toprağından, Busra'daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz." (Buhârî)

"Şu beş şey sizin aranızda vuku bulsa nasıl olursunuz? Onların aranızda vuku bulmasından veya onlara ulaşmanızdan Allah'a sığınırım.

Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.

Bir topluluk zekât vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi.

Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim idareci ile cezalandırılırlar.

Âmirleri Allah'ın indirdiğinden başka şeylerle hükmettiklerinde Allah, onların üzerlerine düşmanları musallat kılar ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını tüketir.

Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın sünnetlerini bir kenara bıraktıklarında, Allah onları birbirine düşürür." (İbn-i Mâce)

"Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Bir çok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar." (Tirmizî: 2196)

"Bir takım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın." (Müslim)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.15 Ahiret Hayatının Devreleri (1)

Previous topicNext topic
Ahiret Hayatının Devreleri (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Hayatının Devreleri (1)

 

1. Kabir (Berzah) Hayatı:

• Berzah âlemi ölüm ile kıyamet günü arasındaki zamandır. Ölümle cesedden ayrılan ruh, berzah âlemine geçer, orada ameline göre ya rahat yaşar veya azap çeker.

İnsan öldükten sonra kabire konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek "Rabb'in kim? Dinin ne? Peygamberin kim?" diye sorarlar. Müminler bu sorulara doğru cevap verirler ve cennetle müjdelenirler, kabirleri genişletilir. Kabir onlara cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Kıyamete kadar mutlu ve bahtiyar olurlar. Kâfir ve münâfıklar ise cevap veremezler, cehennemle müjdelenirler. Kabirleri daralır da daralır. Cehennemden bir pencere açılır. Cehennemin kavurucu harareti kabre dolar. Kabir onlara cehennem çukurlarından bir çukur olur. Kabirlerinden kalkacakları güne kadar bu azap devam eder.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Kabir azabı haktır. Tasdik etmeyen kimse kabirde azab görür." (Buhârî)

 

2. Birinci ve İkinci Sur:

• Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi dilediği zaman, İsrâfil Aleyhisselâm'a Sur'a üfürmesini emreder.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar yahut daha yakın bir zaman içinde olur. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir." (Nahl: 77)

Ansızın pek korkunç bir gürültü ortalığı kaplar. Yerde ve gökte hiçbir canlı kalmayıp hepsi ölür. Yerlerin ve göklerin düzeni bozulur, yıldızlar kararır. Sonra Allah-u Teâlâ İsrâfil Aleyhisselâm'ı dirilterek ikinci defa Sur'a üfürmesini emreder. Evvelce ölenlerin tamamı bir anda tekrar dirilip hesaplarını vermek üzere huzur-u ilâhiye sevkolunurlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"O insan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?" (Âdiyat: 9-10)

 

3. Mahşer:

Âdem peygamberden kıyamet kopuncaya kadar gelip geçen bütün insanlar ve cinler, kabirlerinden kalkarak mahşer yerine doğru koşup Allah-u Teâlâ'nın huzurunda toplanırlar.

Âyet-i kerime'de:

"Rabb'ine andolsun ki, biz onları da şeytanları da mutlaka mahşerde toplayacağız." buyuruluyor. (Meryem: 68)

Mahşer yeri beyaz, dümdüz, girintisi çıkıntısı olmayan, saklanacak yeri bulunmayan nihayetsiz bir düzlüktür, her tarafı aynıdır.

Kimse kimsenin hâliyle ilgilenemez, herkes kendi derdine düşer. Kalpler parça parça olduğu halde hesaplarının görülmesini, haklarında verilecek hükmü beklerler.

Ahiret güneşi bir mil kadar yaklaştırılır. Herkes isyanına göre tere gömülür. Kimi topuğuna, kimi diz kapağına, kimi gırtlağına kadar batar. Harareti eritecek derecede olur. İzdihamdan birbirlerini çiğnerler. Sıkışıklıktan deniz dalgaları gibi dalgalanırlar. Sıkıntıları son haddine varır. Tarife sığmayacak kadar korkunç manzaralar karşısında dünyanın hayâl olduğunu anlarlar.

Mahşer, inkârcılar için ne kadar elemli ve ıstıraplı olacaksa, inananlar için de o nispette rahat, güzel ve iki rekât namaz kılacak kadar kısa geçecektir.

Dünyada cehâlet ve dalâlet karanlıkları içinde kalan kâfir, münafık, fâsık, fâcir ve zâlim kimseler hasret ve pişmanlık içinde bağrışırken; müminler büyük bir taltif, izzet ve ikbal ile Hazret-i Allah'ın huzuruna misafir olarak gideceklerdir.

Âyet-i kerime'de:

"Takvâ sahiplerini o gün Rahman'ın huzurunda O'na gelmiş konuklar olarak toplarız." buyuruluyor. (Meryem: 85)

Mahşer yerinde Peygamber Efendilerimiz'in her birine bahşedilen Havz'lar vardır. Her peygamberin ümmetinden cenneti hak etmiş olanlar, oralardan su içerek serinleyecekler ve bir daha ebediyyen susuzluk, açlık çekmeyeceklerdir. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Havz'ı, diğer Peygamber Efendilerimiz'in Havz'larından daha büyüktür. Ümmeti ise arşın gölgesinde Livâ-i hamd sancağı altında gölgelenirler.

Herkesin derecesine göre uzun veya kısa süren bir bekleyiş olacaktır. Bu bekleyiş dayanılmaz bir hale gelince, ilâhî mahkemenin başlaması için bir şefaatçı aramaya çalışırlar. Sıra ile Âdem, Nuh, Musa ve İsâ Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e başvururlarsa da "Aziz ve Celil olan Rabb'im bugün çok celâllidir. Öyle ki ne şimdiye kadar böyle gazaplı görülmüş ne de bundan sonra görülecektir." diyerek her biri birer mazeret göstererek şefaat edemeyeceklerini beyan ederler. Sonunda âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Aleyhisselâm'a gelirler ve haklarında şefaatçı olmasını isterler. O da Arşurahman'ın altına gelerek Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ'ya secdeye kapanır. Ahiret muamelelerinin başlaması için niyazda bulunur. Duâsı ve şefaatı kabul edilerek hesap başlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in nâil olduğu bu imtiyaza Makâm-ı Mahmud, bu şefaatına da Şefaat-ı uzmâ denilir.

 

4. Amel Defterlerinin Dağıtılması:

• Dünyada iken Kiramen Kâtibin meleklerinin yazdıkları amel defterleri sualden önce dağıtılır.

Âyet-i kerime'de:

"Amel defterleri açıldığı zaman." buyuruluyor. (Tekvir: 10)

Bu defterler bir kısım insanların sağından, bir kısmının da solundan veya arkasından verilir. Sağdan alanlar cennete girmeyi hak ederler, hesapları kolayca görülür, sevinçleri sonsuzdur.

Çetin bir hesap görecek ve cehenneme gidecek olanlar ise kitabını soldan veya arkadan alırlar.

Defterlerini okuyanlar dünya hayatında yaptıkları her şeyin en ince teferruâtına kadar yazılmış olduğunu görürler.

 

5. Sorgu-Sual:

• Sorgu-sual başlamadan önce Arşın nûru zuhur eder. O zaman herkes Allah-u Teâlâ'nın hesap görmeye başlayacağını anlar.

Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ:

"Rabb'in hakkı için, biz onların hepsine yaptıkları şeyleri elbette soracağız." buyuruyor. (Hicr: 92-93)

Önce peygamberler çağırılır ve risaletlerini tebliğ edip etmediklerinden sorulurlar. Peygamberler tebliğlerinin hesabını verirler ve şahitlerin huzurunda neticeler ilân edilir.

Sonra teker teker herkes hesaba çekilir. Yaptıklarının azından çoğundan, gizlisinden açığından, değerli, değersiz her şeyden sorulur.

Hadis-i şerif'e göre şu beş şey o gün herkese sorulur:

"Ömrünü nerede ne yolda tükettiği, gençliğini nasıl geçirdiği, malını nereden kazandığı, kazancını nereye harcadığı, ilmi ile amel edip etmediği." (Tirmizî)

Cenâb-ı Hakk kullarını birbir hesaba çeker, bu hesap bir anda olup biter. Birinin hesaba çekilmesi, diğerinin hesabının görülmesine mâni olmaz. Allah-u Teâlâ Seri-ül hisab'tır.

O hesap anında melekler tarafından tutulan defterlerden başka, inkâra kalkışanların bütün uzuvları yaptıklarına şahitlik ederler.

Durumun ciddiyetini gören inkârcılar "Sen sebep oldun!" gibi sözlerle birbirlerini itham ederler.

Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa, onunla çağrılır. Peşine düşüp gittiği kimse nereye götürülürse onlar da oraya giderler. Dünyada olduğu gibi, ahirette de bir ve beraberdirler. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle beraber cehennemde olacaklardır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.16 Ahiret Hayatının Devreleri (2)

Previous topicNext topic
Ahiret Hayatının Devreleri (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Hayatının Devreleri (2)

 

6.Mizan:

•Mizan; amellerin tartılması için Allah-u Teâlâ'nın mahşer meydanında kuracağı terazidir.

İnsanlar amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahlarını ölçtürmek için mizana gelirler. Orada her şeyin kıymeti, her işin değeri, her sevabın ağırlığı ve her günahın derecesi ölçülür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Biz kıyamet günü adâlet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan bir iyilik hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz." buyuruyor. (Enbiyâ: 47)

Mizan, gözle görülen iki gözlü bir terazidir. Bir zerre ile ağır basacak kadar hassastır.

Nihayet ilâhi mahkeme kurulur. O anda yürekler çarpar, akıllar şaşkına döner. Herkes sadece kendisinin hesaba çekileceğini zanneder. Herkes ne işlemişse; iyi ve kötü her türlü sevap veya günah mizanda tartılır. İyilikler mükâfatsız, kötülükler cezasız kalmaz.

Tartı neticesinde sevabı ağır gelenler cennete girmeye hak kazanırlar. Günahı ağır gelenler ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevkedilirler.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulur:

"Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 7-8)

Mizanın tehlikesinden ancak dünyada nefsini hesaba çeken; duygu ve düşüncelerini, söz ve davranışlarını, amellerini ahkâm terazisi ile tartan kimselerle tevbeleri kabul edilenler kurtulurlar.

Amelleri tartılacak olanlar, iyilikle kötülüğü birbirine karıştırmış olan kimselerdir. Yani, hem sevap hem de günah işlemiş olanların amelleri tartılacaktır. Kitabını sağ ellerine alanlar, kolay bir hesap ile kurtulacaklardır.

İnkârcılar için tartı yoktur. Çünkü onların durumları ve gidecekleri yer bellidir.

Hiç isyan etmeyen sıddıklar ile şehidler de mizan ve hesap görmeden cennete gideceklerdir.

Mizanda hasenâtın en ağır geleni Kelime-i şehâdettir. Allah-u Teâlâ dilerse ufacık bir iyiliği dağlar kadar yaparak kulunu kurtarır.

Haksızlık yapanlarla zulme uğrayanlar birbirleriyle karşılaştırılır. Hak sahiplerine haklarını ödemeden ölen kimsenin, hasımları etrafını sararlar ve haklarını isterler. Hayvanlar da birbirlerinden ve hakları olduğu insanlardan haklarını isterler.

Mahkeme-i kübrâ'da ilâhî adâletin hükmü tamamen icrâ edildikten sonra Allah-u Teâlâ:

"Ey günahkârlar! Bugün şöyle ayrılın!" buyuracak. (Yâsin: 59)

Ve cehenneme sevkiyat başlar. İşte bu an pişmanlıkların, korkuların, feryat ve figanların ayyuka çıktığı andır. Şefaat için yalvarışların yapılacağı an bu andır.

 

7.Şefaat:

•Günahı sevabından çok olduğu için cehenneme girmeyi hak eden günahkâr müminlere; Allah-u Teâlâ'nın izni ile peygamberler, sıddıklar, ulemâ, şühedâ ve sulehâ şefaat edeceklerdir.

O kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. Onlar da kendi ailelerine, yakınlarına, dostlarına şefaat ederler. O'nun izin vermediği hiç kimse şefaat edemez.

Âyet-i kerime'sinde:

"O'nun izni olmadan, katında kim şefaat edebilir?" buyuruyor. (Bakara: 255)

Mahşerde ilâhî mahkemenin bir an evvel başlaması için en büyük şefaatte bulunacak zât Muhammed Aleyhisselâm'dır. Onun bu şefaat-ı uzmâsı mahşerdeki bütün insanlara ve cinlere şâmildir.

Hususi bir şefaatı daha vardır ki, bu şefaat sebebiyle bir kısım müminler hiç hesap görmeden cennete girerler.

Şefaat sayesinde bazı müminlerin de cennetteki dereceleri artar. Bir kısım kimseler günahlarının çokluğu sebebiyle cehenneme girmeye müstehak oldukları halde, şefaat sayesinde azaptan kurtulup cennete girerler. Bazıları da günahları nispetinde yanması gerekirken, şefaatın erişmesiyle cezasının hepsini çekmeden cehennemden çıkartılıp cennete girerler.

O gün Allah-u Teâlâ'nın rahmet ve merhameti bütün şefaatlerden daha çok ve daha geniş olacaktır. Kimsenin aklına ve hayaline gelmeyecek derecede rahmet eder.

Âyet-i kerime'sinde:

"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." buyuruyorlar. (Â'raf: 156)

 

8.Sırat:

•Kıyametin korkunç devrelerinden birisi de sırattan geçmektir. Mahşerin bütün bu zorluklarından sonra insanlar sırata sevkedilirler.

Sırat cehennem üzerinde kurulmuş, herkesin geçmek mecburiyetinde olduğu bir köprü, cennete giden bir yoldur. Bir ucu hesap verme yerinde bir ucu da cennetin kapısındadır. Cennete girecek olan oradan geçecek, cehenneme girecek olan da oradan girecektir.

Sıratın genişliği ve uzunluğu, insanların oradan geçmeleri ve hızları, amellerine göredir. Dünyada sırat-ı müstakim üzerinde olanlar, sıratı kolaylıkla geçerler. Kimileri şimşek gibi, rüzgâr gibi, kimileri en iyi cins at gibi, kuş gibi, kimileri insanın koşması gibi, kimileri de sendeleyerek sırattan geçerler ve kurtulurlar.

Bu geçmeyi müminlerin en yüksek mertebesinde olanlar farkedemeyeceklerdir. Bunların nûrları cehennemi söndürür gibi olacaktır.

Sırattan geçerken her peygamber kendi ümmetinin başında bulunur. İlk olarak Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve ümmeti, daha sonra diğer Peygamber Efendilerimiz ve ümmetleri geçeceklerdir.

İstikametten ayrılanların ise, günahları sebebiyle yükleri ağırlaşır. Azabı hak etmiş müslümanlar ve kâfirler sırattan geçemezler. İnananlar için gayet geniş ve kısa olan sırat, âsilere kıldan ince kılıçtan keskin olur. Daha ilk adımda ayakları kayarak kitle kitle cehenneme düşerler.

Cehennemin alevi ve kıvılcımları sırat üzerine kadar çıkar. Zebâniler kâfirlerin çenelerine kancalar takıp cehenneme atarlar.

Âyet-i kerime'de:

"Sonra takvâya erenleri kurtarır, zâlimleri de orada diz çökmüş olarak bırakırız." buyuruluyor. (Meryem: 72)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.17 Ahiret Hayatının Devreleri (3)

Previous topicNext topic
Ahiret Hayatının Devreleri (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Hayatının Devreleri (3)

 

9. Cehennem:

• Dünya hayatında ömrünü inkârla, isyanlarla, günahlarla ve sapıklıklarla geçirenler için hazırlanmış korkunç bir azap yeridir.

İmanları ve iyi amelleri ile sevap kazanıp mükâfâtı hak edenlere cennetin yolu açıldığı gibi, inkârları ve kötü amelleriyle günaha girip ceza görecek olanlara da cehennemin kapıları açılacaktır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Gözleri bizim öğüdümüze karşı kapalı olan ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammül edemeyen kâfirlere o gün cehennemi öyle bir gösteririz ki!" (Kehf: 100-101)

"Allah'ın düşmanları o gün toplanır cehenneme sürülürler. Hepsi bir aradadırlar." (Fussilet: 19)

Cehennem üstüste yedi tabaka halindedir, her birinin ayrı ayrı kapısı vardır. Cehennemlikler küfür ve isyanlarına göre oralarda azap görürler. Üstten aşağıya doğru inildikçe ateşin şiddeti de artar.

Birinci tabaka en üsttedir. Oraya, iman etmekle beraber büyük günah işleyen, kul hakkına tecavüz edip hak sahipleriyle helâlleşmeden ve tevbe etmeden ölen müslümanlar girerler. Orada günahları nispetinde azab görerek günahlarının kefaretini ödeyenler, buradan çıkarılarak cennete alınırlar. En son müslüman da çıktıktan sonra bu tabaka tamamen boş kalır ve cehennem kapıları bir daha açılmamak üzere ebediyyen kapanır.

Diğer tabakalar ise Lezâ, Hutame, Saîr, Sakar, Cahim ve Hâviye gibi isimlerle anılırlar.

Uçsuz bucaksız derinlikte olan cehennemde hiçbir beşerin hayâl bile edemeyeceği her türlü azaplar mevcuttur.

Son derece sert tabiatlı, güçlü kuvvetli ve sayılamayacak miktarda merhametsiz zebâniler, cehennem sakinlerine, hakaret ve tehditlerle azap ederler.

Ateş deryası içinde boğulurlar. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada, ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.

Cehennem ateşi dünya ateşinden yetmiş misli daha yoğundur. Bu kızgın ve koyu ateş hiçbir ışığı göstermez. Cehennemin en üst tabakasında azap çekenler bile dünyadaki ateş gibi ateş bulsalar, çektikleri ıstıraptan kurtulmak için bu ateşe gönüllü olarak katlanırlar, rahatlamak için oraya hücum ederlerdi.

İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır. Ateş dalgaları, iğrenç kokular, yürekleri parçalayan acı çığlıklar, vahşi hayvanlar arasında, katran gömlekler içinde, demir topuzların, kırbaçların, halka ve zincirlerin tazyiki altında kıvranıp dururlar.

Allah-u Teâlâ onlara şiddetli azaplar tattırmak için cüsselerini enine boyuna büyütür. Sonsuz olarak azap tatmaları için, etlerini ve derilerini yenisiyle değiştirir.

Yanan vücutlardan çıkan kokular o derece tahammül edilemez bir hâl alır ki, birbirlerini karşılıklı olarak lânetlerler.

Orada Zakkum ağaçları vardır. Bu ateşten ağaçlar onları beslemek için değil, azab vermek için yetişir ve çoğalırlar. Ondan ne kadar çok yerlerse, o nispette açlık hissederler.

Azabın hararetinden ciğerleri yandıkça; kendilerine kan, irin ve kaynar su içirilir. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.

Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen zebâniler onları ateşten tabutlara koyarlar.

Cehennemde sayılamayacak kadar ateşten dağlar, vâdiler, nehirler, hendekler, kuyular, zindanlar, fırınlar vardır. Her birinin azabı diğerlerinden çok daha katmerlidir.

İnsana ateşten daha çok azab verecek hayvanlar da vardır. Cehennemliklerin üzerine kışkırtılarak salınırlar. Katır büyüklüğündeki yengeçler, deve gibi büyük yılanlar ve akrebler onlara hiçbir zaman rahat vermezler. Göz kapaklarını, dudaklarını, vücutlarının en hassas yerlerini ısırıp kemirerek uğuldaşırlar. Zehirleri çok şiddetli azap verir.

Cehennem ehli çok şiddetli soğuklarla da azap olunurlar.

Birbirini kovalayan, akla hayâle gelmeyen öyle azablar çekmektedirler ki, onlardan kurtulmak için alevlere sığınıp sarılırlar.

Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez.

Azabın daha da artması için onlara cennet ve cennetliklerin zevk ve sefaları da gösterilir.

Onlar için en acı şey cennet saâdetinden ve Allah-u Teâlâ'yı görmekten mahrum kalmaktır.

Başlarına gelen bütün felâketlere kendilerinin sebep olduğunu, ebedî hayatlarını dünyanın adi ve gelip-geçici zevklerine fedâ ettiklerini düşündükçe yanar yakınırlar. Bir yandan azab görürlerken, diğer taraftan da hasret ve nedâmet ateşi içlerini kasıp kavurur. İç çekişler, hıçkırıklar, ağlamalar ve acı çığlıklar ayyuka çıkar.

Azap şekilleri rastgele tekrarlanıp durmaz. Çarptırılan ceza ve azabın şiddeti, herkesin isyan ve günahlarının derecesi nispetindedir. Hiçbirinin azabı diğerinin aynı değildir. Herkes yaptığının cezasını çeker. Hazret-i Allah hiç kimseye zerre kadar bile zulmetmez.

Dünyada iken kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran küfür liderleri, kendilerine uymalarından dolayı gurur duydukları kimselerle beraber o gün cehenneme atılırlar.

Allah'ımız o azap gününün şiddetinden kullarını sakındırmak için şöyle buyurmaktadır:

"İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten korunun. Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki, size de merhamet edilsin." (Âl-i imrân: 131-132)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.18 Ahiret Hayatının Devreleri (4)

Previous topicNext topic
Ahiret Hayatının Devreleri (4)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ahiret Hayatının Devreleri (4)

 

10. Cennet:

• Allah-u Teâlâ'nın mümin kullarına dünyada haram ve günahlardan sakınmaları, inanıp salih ameller işlemeleri karşılığında vâdettiği zevk ve sefa yeridir, mükâfat yeridir.

Sırat köprüsünden geçildikten sonra müminler gruplar halinde cennete doğru sevkedilirler. Oraya vardıklarında kapılar açılır, bekçiler onlara şöyle derler:

"Selâm sizlere, hoş geldiniz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere buraya girin." (Zümer: 73)

İlk olarak Hazret-i Allah'ın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm cennete girer. Cennet bekçilerinin âmiri Rıdvan, ayağa kalkarak kapıyı açar ve "Senden önce kimseye bu kapıyı açmadım, senden başka hiç kimseye de ayağa kalkmadım." der.

Her mümine ölüm ânında ve kabirde cennetteki yeri gösterildiği için cennete girdiği zaman yerini kolayca bulur.

Cennetin genişliği yerle göğün genişliği kadardır. Orada gece ve gündüz yoktur, hep aydınlıktır. Ne terletecek kadar sıcak, ne de üşütecek kadar soğuktur. Devamlı gölgelidir. Her taraftan misk kokulu bir rüzgâr eser.

İnsanların cennete girmeleri iyiliklerinden dolayı değil, Allah'ımızın rahmetinden dolayıdır. Cennete girmeye birinci sebep imandır, hayırlı ameller de cennette derece kazanmaya vesiledir.

Cennet nimetleri duyduğumuz, okuduğumuz, hatta aklımızdan geçenlerin de fevkindedir. Dünyadakilere hiç benzemezler, sadece isim benzerliği vardır.

Cennet ve cehennem hâlen mevcuttur. Bulundukları yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir.

Cennet sakinlerinin yüzlerinde sevinç ve mutluluk parıldar. Aralarında herhangi bir ihtilâf ve düşmanlık yoktur. Darlık ve sıkıntı, elem ve keder nedir bilmezler. Orada ne korkarlar ne de üzülürler. Çalışmak, yorgunluk, bıkkınlık ve usanmak, uyumak, yaşlanmak, hastalanmak ve ölmek yoktur. Bir kere oraya girdikten sonra çıkmak da yoktur.

Orası dinlenme ve huzur yeridir. Her an yepyeni bir hayat, taptaze bir güzellik mevcuttur.

Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lere göre cennet; Firdevs, Adn, Me'vâ, Naîm, Huld, Dâr'ul-karar, Dâr'us-selâm, İlliyyin adlarıyla adlandırılmıştır. Bu isimler ayrı ayrı cennetlere verilen isimlerdir. Her cennette ayrıca nice makam ve mertebeler vardır.

Cennetlerin altlarından ırmaklar akar. Kaynakları Firdevs'ten olmak üzere cennetin dört ırmağı vardır: Temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları.

Bu ırmaklar cennetin her köşesine ve her köşke uğrar, yukarı doğru da akar, çok büyük oldukları halde, geçmek isteyenlere yol verir. Dileyenlerin peşi sıra da akar. Dünya ırmakları gibi çukurdan, belli bir mecrâdan akmazlar. Cennette ayrıca pınarlar ve çeşmeler de fışkırır.

Cennet nimetleri tasvir ve temsil edilebilmesi için isim ve şekil itibariyle dünya nimetlerine benzetilmiştir. Oysa cennet nimetleri, en güzel şekilde ilâhî kudret eliyle hazırlanmıştır. Külfetsiz ve mihnetsizdir, azalmaz ve tükenmez, atılacak tarafı yoktur, posasızdır, lezzetleri daima değişir, hazmı kolaydır, sıkıntı ve zahmeti olmaz, pişirilecekler pişmiş olarak gelir, kazanma külfeti yoktur. Herkesin istediği kadar çoktur. Darlık endişesi çekilmez, koparılan bir meyvenin yerinde aynı surette hemen bir başkası zuhur eder. Yenilip içilmeye ihtiyaç hissedildiği için değil de sırf lezzet almak için yenilir ve içilir.

Cennet ehli yiyip içtikleri halde tabii ihtiyaçlarını gidermezler. Yedikleri şeyler hafif misk kokulu bir geğirme ve terleme ile dışarı atılır. Tükürme ve sümkürme yoktur.

Cennette meyveli-meyvesiz ağaçlar, asmalar, palmiyeler, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan en güzel yiyecekler bulunur.

Orada yüksek binalar, bahçelerle çevrili köşkler vardır. Bu köşklerin bazıları altın ve gümüşten, bazıları inci ve yakuttandır.

Cennet halkı ipekten yeşil elbiseler giyerler, çeşitli renklerde elbiseler de vardır. Hiç birinin rengi diğerinin rengine benzemez. Hiç eskimezler.

Altın, inci ve gümüşten bilezik, yüzük gibi ziynetler takınırlar.

Cennette tezevvüç etmemiş bekâr hiç kimse kalmayacaktır. Herkesin ameldeki derecesine göre en az iki kadın ve bir çok huriler verilecektir. Çoğu için hudut yoktur.

Dünyada iman edip salih amel işleyen ve cennete girmeyi hak eden eşler, cennette de yine beraber olurlar.

Kadın birden fazla koca ile evli idiyse, bu takdirde sonuncuya veya en iyisine yahut kendi arzusu ile seçtiği birisine tahsis edilir.

Dünya kadınları hem güzellik hem de huy bakımından hurilerden çok üstündür. Huriler aynı zamanda onların hizmetçileridirler. Aralarında kıskançlık ve düşmanlık yoktur, samimiyet ve dostluk vardır.

Küçük büyük bütün cennet halkı otuz üç yaşında olacaktır. Kadınların ise on altı yaşında olacağı rivayet edilmektedir.

Cennetteki kadınlar ve huriler tertemizdir. Hayız, nifas gibi halleri yoktur, çocuk doğurmazlar. Hepsi bakiredir, bakirelikleri gitmez.

Cennette ayrıca Vildan ve Gılman isminde erkek hizmetçiler vardır. Allah-u Teâlâ onları cennet halkına hizmet etmeleri için yaratmıştır.

Müminler cennette bütün bu nimetlerin üstünde, mekândan münezzeh olarak Allah-u Teâlâ'yı zaman zaman görmek saâdetine nâil olacaklardır. Bu nimete kavuştukça, diğer bütün nimet ve zevkleri unutacaklardır.

Kadın erkek her cuma Allah-u Teâlâ'nın daveti üzerine O'nun yüce ziyaretine giderler. Nûrdan perde kalkar ve Cenâb-ı Hakk'ı dolunay gibi net olarak görürler.

Yüzleri daha da güzelleşmiş olarak köşklerine dönerler. Eşleri onları neşe ile, sevinçle karşılar.

Allah-u Teâlâ Hazretleri müminleri cennete ve salih amellere teşvik etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Rabb'iniz tarafından bağışlanmaya; Allah'a ve Peygamber'ine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan cennete koşun. Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadîd: 21)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.19 Kaza ve Kadere İnanmak (1)

Previous topicNext topic
Kaza ve Kadere İnanmak (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kaza ve Kadere İnanmak (1)

 

Kaza ve kadere inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsinin; Allah-u Teâlâ'nın takdiri ile, tertibiyle, dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğine inanmak demektir.

Bir Âyet-i kerime'de:

"Biz her şeyi bir kader ile yarattık." buyuruluyor. (Kamer: 49)

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"O Rabb ki yaratıp düzene koymuştur. Her şeyi takdir edip (plânlayıp) doğru yolu göstermiştir." (A'lâ: 2-3)

Kader ve takdir; bir şeyi belirli bir ölçüye göre yapmak, plânlamak, tayin etmek demektir. Sınırlama, ölçü, miktar, emir ve hüküm mânâlarına da gelir.

İslâm dini'ne göre; Allah-u Teâlâ'nın ezelden ebede kadar yaratılmış ve yaratılacak şeylerin yerini ve zamanını, en ince teferruatına varıncaya kadar her şeyi ezelî ilmi ile bilip takdir etmesine kader denir.

Allah-u Teâlâ'nın ezelde irade ve takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince Levh-i mahfuz'da yazıldığı şekilde meydana getirmesine de kaza denir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen her hangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel, bir Kitap'ta yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır.

Bu, elinizden çıkana üzülmemeniz ve Allah'ın size verdikleri ile sevinip şımarmamanız içindir." (Hadid: 22-23)

Bir Âyet-i kerime'de de:

"Hepsi Allah'tandır." buyuruluyor. (Nisâ: 78)

Allah-u Teâlâ "Alîm"dir, her şeyi bilir. İlm-i ezelîsinde kişinin dünyada neler yapacağını, neler söyleyeceğini, bütün icraatlarını, âhiretteki yerini biliyordu ve o şekilde takdir etmişti. Bildiği için beyan etmişti. Çünkü hiçbir şey O'nun bilgisi dışında değildir. Kâinat da böyledir, insan da böyledir. Her şeyin filmi çekilmiş ve dürülmüş, kaseti tutulmuştur. O'nun hudutsuz bilgisi karşısında bir zerre ile mükevvenat arasında hiç fark yoktur.

Âyet-i kerime'sinde:

"Biz herkesin dünyadaki amelini kendi boynuna doladık." (İsrâ: 13)

Buyurduğu üzere bütün icraatlarının filmini çekti ve sardı. Hepsini Levh-i mahfuz'da beyan etti. An be an o filme göre insanın icraatları husule geliyor.

Bizi dünyaya göndermesindeki maksat bizi de bilsin içindir. Yoksa O'nun öğrenmesi için değildir.

Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Allah onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Kulların ilmi ise asla bunu kavrayamaz." (Tâhâ: 110)

"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)

Biz insanlar muhakkak ki imtihanlara tâbi tutulacağız. Bir çok çilelere maruz kalacağız. Göstereceğimiz sadâkat nispetinde Cenâb-ı Hakk derecemizi ölçmüş ve bize vermiş olacak. Yoksa bizim ne yapacağımızı ezelî ilmi ile biliyordu.

Şehirlerin girişlerinde "Filân şehirdir." diye levhalar bulunur. Çıkışta da aynı levha vardır, çıkış olduğunu bildirmek için kırmızı bir çizgi çizilmiştir. Halbuki o levhalar aynı zamanda yazıldı.

Girerken şehrin ismini, çıkarken bitimini görüyoruz. Bunun gibi, Hazret-i Allah daha biz dünyaya gelmezden evvel girişimizi de çıkışımızı da takdir etmiştir.

Biz bir mahlûkken o tabelâları yazıyoruz, oraya oraya dikiyoruz. O Hâlık'tir, ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Eğer Cenâb-ı Hakk bizi bu dünyaya göndermeseydi gayet haklı olarak iddialarda ve itirazlarda bulunacaktık. "Aman Allah'ım, senin bir kulun olarak hiç bu işleri yapar mıydım?" diyecektik. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri "Ey kulum! Ben senin bunları yapacağını biliyordum, sen de gör yaptıklarını" diye bize göstermek için bizi gönderdi. Yoksa ne yapacağımızı bilmediğinden değil.

Bir Âyet-i kerime'sinde:

"Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara duyururdu." buyuruyor. (Enfâl: 23)

Hazret-i Allah'ın takdiri takdirdir. Bir insanın O'nu böyle tanıması icabeder.

Bir de yalnız kendisinin bileceği takdir vardır. Bu takdir Levh-i mahfuz'da da yoktur, kişinin filminde de yoktur. Kendisine âittir. Kendisinden başka hiç kimse bilemez.

Sen buna şaşıyor musun? Bir insan kendi çevirdiği bir filmi seyrederken biraz sonra hangi sahnenin geleceğini biliyor da Allah-u Teâlâ takdirini beyan ettiği şeylerin her zerresini bilmez mi? Zaten senin takdir filmini sana takan O'dur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.20 Kaza ve Kadere İnanmak (2)

Previous topicNext topic
Kaza ve Kadere İnanmak (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kaza ve Kadere İnanmak (2)

 

İman-küfür, itaat-isyan, hayır-şer... Bunların her biri insanın kabiliyetine göre Cenâb-ı Hakk'tan talep ettiği şeylerdir. Ne diledi ise o verilmiş ve verildiği şeyin yolu kendisine kolaylaştırılmıştır. Bir Âyet-i celile'de Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:

"Kim âhiret ekimini dilerse, onun ekimini artırırız. Kim de sâdece dünya ekimini isterse ona da yalnız bundan veririz. Âhirette ise onun hiçbir nasibi yoktur." buyuruyor. (Şûrâ: 20)

Birisi Hazret-i Allah'tan âhireti istiyor, iman ve taatı istiyor. Hazret-i Allah da ona o yolu kolaylaştırıyor, iyiliği sevdiği için ona iyilik yaptırıyor.

Bu husus Kur'an-ı kerîm'de şöyle belirtiliyor:

"Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebût: 69)

Azim nisbetinde Cenâb-ı Hakk kulunu destekliyor, hidayetini artırıyor ve önüne ışık tutuyor.

Diğeri yalnız dünyayı istediği için Cenâb-ı Hakk da onu müyesser kılıyor. Yani istediği için, kötülük yapmayı kolaylaştırıyor. Yaptıkça hoşlanıyor, böylece arzusuna nail olmuş oluyor. İyilik isteyene iyilik, kötülük isteyene kötülük veriyor.

Buradaki maksat şu ki, yarın huzur-u ilâhîye çıktıkları zaman "Yâ Rabb'i, sen bizi dünyada istediğin gibi hareket ettirdin, bizim kabahatimiz ne?" diyemesinler.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'de:

"İşte bu şahidlendirme, kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz içindi." (A'râf: 172)

Kullarının hep iyiliğini isteyen Hazret-i Allah, hiç kimseye cebren aslâ kötülük yaptırmaz. Herkese arzusu verilmiş ve herkes onları yapmaya koyulmuşlardır. Binâenaleyh bir kulun "Salâhımı isterse salâh olurum, etmezse olmam." diyerek kaçamak yollar aramaya, yaptığı-yapacağı bütün kötü işlere bunu perde yapmaya hakkı yoktur. Kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Şeytan işini kadere havale etti kâfir oldu, Âdem Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a sığındı. Cenâb-ı Hakk da onu affetti.

Kula düşen şudur: Hazret-i Allah'a muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.

Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere -radiyallahu anhüm- Hazeratı cennetle müjdelenmelerine rağmen ibadetten bir an bile geri kalmadılar.

Cenâb-ı Hakk mahlukâtın en ekmeli ve eşrefi olan insanı, en güzel iş ve hareket yapma istidâdı üzerinde halketmiştir. Böyle iken Hakk ve hakikati bırakıp gayrıya çalışması bâtıl değil midir?

Buhârî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif'te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra buyurdu ki:

"Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya said olacağı tesbit olunmuştur."

Bunun üzerine Ashâb-ı kiram'dan bir zât sordu:

"Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibâdeti bırakıp Cenâb-ı Hakk'ın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer."

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:

"Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar." buyurdu ve akabinde şu Âyet-i kerîme'leri okudu:

"Kim ki (her şeyini Hakk'a) verir, masiyetten sakınır Allah'tan korkarsa ve o en güzel Kelime-i Tevhid'i tasdik ederse; biz de ona kolay yolu hazırlarız, hayra karşı tatlı bir arzu veririz.

Fakat kim de hasislik edip inâyet-i ilâhîyeden kendisini müstağni görüp, o en güzel kelimeyi tekzip ederse, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, hayra karşı bir isteksizlik veririz." (Leyl: 5-10)

Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.

Yine bu hususta Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde şöyle buyuruyor:

"Kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse, biz de burada ona, evet kimi dilersek ona, dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Kınanmış ve rahmetimizden kovulmuş olarak oraya girer.

Kim de inanmış olarak âhireti ister ve çalışmasını da onun için yaparsa, işte onların bu çalışmaları meşkûr ve makbul olur.

Dünyâyı isteyenlere de âhireti isteyenlere de, Rabb'inin vergisinden birbiri ardınca veririz. Esasen Rabb'inin ihsanı hiç kimseye yasak kılınmış değildir." (İsrâ: 18-19-20)

Bu mevzuyu Cebriye mezhebinin görüşü ile karıştırmamak lâzımdır. Zira onlara göre, insan işlemiş olduğu bütün fiilleri yapmaya mecburdur. Bu fiillerin işlenişinde hiçbir rolü olmadığı gibi kudret ve iradeye de sahip değildir.

Halbuki Allah-u Teâlâ kişiyi cüz'i iradesi ile sorumlu tutar.

Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız." (Nahl: 93)

"Kim sâlih amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabb'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet: 46)

Durum bu şekilde olmasına rağmen kader mevzusuna girmemek gerekiyor. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kader mevzusunda derine dalmamayı tavsiye buyurmuşlardır. Kaderin mahiyeti bir sırdır. Fazla ileri gidilirse zındıklık husule getirir. Şeytan işini kadere havale etti, yalvarma lüzumunu hissetmedi kâfir oldu. Âdem Aleyhisselâm ise hatayı kendi nefsinde aradı, Mevlâ'sına yöneldi, istiğfar etti. Mevlâ da onu affetti.

Âlemlerin Rabb'i hep güzel yapar. Senin nefsin çirkin olduğu için onu çirkin görüyor, güzel göstermiyor. Her yaptığında hikmetler vardır.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Cenâb-ı Hakk'ın kazâ ve kaderine râzı olandan Cenâb-ı Hakk râzı olur." (Camius-sağir)

"Kadere iman etmek hüzün ve kederi giderir." buyururlar. (C. Sağir)

"Sana gelen her iyilik Allah'tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir." (Nisâ: 79)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere, kul bütün iyilikleri Hazret-i Allah'tan bilecek, kötülükleri ise nefsinden. Kula düşen budur.

Kim böyle yaparsa şu Âyet-i kerime'lerdeki lütfa mazhar olur:

"De ki: Allah bizim için ne yazmış ne takdir etmiş ise ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)

"Onlar Allah'ın öyle kullarıdır ki, çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bilip dururken ısrar etmeyenlerdir." (Âl-i İmrân: 135)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.21 Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (1)

Previous topicNext topic
Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye

 

Kur'an-ı Kerim:

İslâm hukukunun kaynağı Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'dir. Bu iki kaynağa "Nass" adı verilir.

Temel kaynak Kur'an-ı kerim'dir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Bilin ki Kur'an ancak Allah'ın ilmi ile indirilmiştir." (Hûd: 14)

Kur'an-ı kerim, gerek sözleri gerek mânâsında ihtiva ettiği gayba âit haberleri, emirleri ve yasakları, müjdeleri ve uyarıları ile bütün akıl ve anlayışların üstünde olan, Allah-u Teâlâ'nın vahyi ile indirilmiş kıyamete kadar devam eden bir mucize, ilâhî bir belgedir.

Cenâb-ı Vâcib'ül-vücud Hazretleri eşi ortağı olmayan tek ve benzersiz olduğu gibi, Kelâm-ı kadîm'i de diğer söz ve kitaplara nispetle eşsiz ve benzersizdir.

Allah-u Teâlâ, kullarını cehâlet karanlığından kurtarmak için Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'a peygamberlik müddeti esnasında zaman zaman ve çeşitli vesilelerle, ilâhî bir nur, ilâhî bir düstur ve bir ahlâk fermanı olan Kur'an-ı kerim'i ihsan buyurmuştur.

Bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Bu Kur'an öyle bir kitaptır ki; Rabb'lerinin izniyle insanları karanlıktan aydınlığa, yegâne galip ve övülmeye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik." (İbrahim: 1)

Kur'an-ı kerim Hazret-i Allah'ın varlığına, birliğine, sıfatlarına, gayb âlemine, hayrın ve şerrin mânâsına, ölümden sonraki âhiret hayatının hakikatine dair meseleleri en güzel bir şekilde açıklığa kavuşturmuştur.

Allah-u Teâlâ'nın birliğine inanan ve O'nun küllî iradesine teslim olanların maddî ve mânevî ilerlemeyi sağlayacak ilim ve irfanı tahsil etmelerini, iffete sarılmalarını, din kardeşliğinin esaslarını sağlamlaştırmalarını ve insanlığın irşadı için gerekli olan diğer şartları ve sebepleri izah eder.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Bu Kur'an, doğruluğu şüphe götürmeyen, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren bir kitaptır." (Bakara: 2)

Öyle bir kitap ki; Allah-u Teâlâ'nın emirlerine sarılmak, nehiylerinden sakınmak suretiyle O'nun gazabından korunan ve itaat etmek suretiyle de azabından kurtulan müminler için yol göstericidir.

Bu ilâhî düstura riâyet edip ahlâkî fermanlara uygun hareket edenler; ahlâkın yüksek pâyesine vâsıl olarak hürmete lâyık bir millet olmuşlar, allâmeler ve en yüksek medeniyetin yetiştirebileceği en büyük insanlar vücuda getirmişlerdir.

Bu ise Kur'an-ı kerim'in alelâde bir kitap olmadığını, insanları gaflet ve cehâlet uykusundan kurtaracak, ahlâksızlık ve fenalığı kökünden kazıyıp, sevgi, doğruluk, merhamet ve cesaret, çalışma ve gayret gibi en kıymetli bilgileri öğreten Rabbânî bir kitap, Rahmânî bir hitap olduğunu göstermeye kâfî bir delildir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.22 Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (2)

Previous topicNext topic
Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye

 

Sünnet-i Seniyye:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Vedâ Haccı hutbesinde ümmetine bıraktığını açıkladığı ve sımsıkı sarıldıkları taktirde, hiçbir zaman yollarını şaşırmayacaklarını haber verdiği iki şeyden ikincisi Sünnet-i seniyye'dir.

Bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:

"Ben size iki şey bıraktım ki, onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe, katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah'ın kitabı, diğeri ise Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetidir." (İmâm-ı Mâlik, Muvatta)

Kur'an-ı kerim'de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye'ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm'a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.

"Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın!" (Âl-i imran: 103)

Âyet-i kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad; Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'dir.

Sünnet-i seniyye Resulullah Aleyhisselâm'ın Rabb'inden aldığı risâleti tebliğden ibarettir.

Allah-u Teâlâ risâleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun." (Mâide: 67)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz biat alırken, ilk bîat şartı olarak Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'de bulunan emirleri dinlemeyi ve itaat etmeyi şart koşmuştur.

Buhârî'nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e Kur'an-ı kerim'i indirdiği ve öğrettiği gibi sünnet'i de indirmiş ve öğretmiştir.

Kur'an-ı kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i şerif'ler de vahiydir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 3-4)

Abdullah bin Amr -radiyallahu anh- buyururlar ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den her ne işitirsem yazardım. Kureyşliler beni bundan menetmek istediler. Dediler ki; 'Sen her şeyi yazıyorsun. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise beşerdir. Rızâ halinde de gazap halinde de söz söyler.' Bu tenbih üzerine yazmaktan bir müddet vazgeçtim. Nihayet bu durumu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arzettim. Mübarek parmağını ağzına götürerek:

"Yaz! Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, buradan hak sözden başkası çıkmaz!" buyurdu." (Ebu Dâvud: 3646)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in her sözü ilâhî bir vahye isnad eder.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız." (Haşr: 7)

Şu kadar var ki, Kur'an-ı kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur.

Hadis-i şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir. Allah-u Teâlâ'nın muradını bildirmektedir.

Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz dinin esaslarını doğrudan doğruya Kur'an-ı kerim'den alırlardı. Açık bir hüküm bulamazlarsa, hemen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e sorarlardı. O da bir taraftan kendisine vahyolunan Âyet-i kerime'leri Allah-u Teâlâ'dan aldığı gibi arttırma ve eksiltme yapmadan bütünüyle tebliğ ederken, diğer taraftan da onlardan ne gibi mânâlar kastedilmiş olduğunu sözleriyle, işleriyle tefsir ve izah eder, sarih hükümleri ortaya koyardı.

Âyet-i kerime'de:

"Resul'üm! Biz sana da Kur'an'ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın." buyuruluyor. (Nahl: 44)

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde namazın farz olduğunu bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ'dan aldığı vahiy ve ilham ile namazın vakitlerini, rekâtlarını, âdâb ve erkânını ve nasıl kılınacağını hem anlattı, hem de müslümanların gözü önünde kıldı. Sonra da:

"Beni namaz kılarken nasıl görmüşseniz, siz de öylece kılınız!" buyurdu. (Buhârî)

Oruç Âyet-i kerime'si nâzil olunca, müslümanlar Ramazan orucunun farz olduğunu anladılar ve oruçlarını tuttular.

Fakat oruçlu olduğunu unutarak yenilen veya içilen bir şeyin orucu bozup bozmayacağı hakkında Âyet-i kerime'lerde açık bir hüküm yoktu.

Kur'an-ı kerim'de zekâtın farz olduğu bildirilmekteydi. Ancak ne kadar malı olana zekâtın farz olduğu, hangi mallardan zekât verileceği, nisap miktarları belli değildi. Hacc da böyledir.

Âyet-i kerime'lerde temiz olan şeylerin helâl, pis olan şeylerin de haram olduğu haber verilmiş, fakat bunların neler olduğu bildirilmemiştir.

Bütün bunları birer birer izah eden Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hadis-i şerif'leri ve Sünnet-i seniyye'sidir.

İnsanları dünya saâdetine ve âhiret selâmetine ulaştıracak ne varsa hepsini açıklamış, geriye bir şey bırakmamıştır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp 'Bilmiyorum! Biz Allah'ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.' derken bulmayayım." (Tirmizî)

Bütün bu izahlardan anlaşılıyor ki, Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'yi birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Resulullah Aleyhisselâm'a itaat, onun sünnetine uymaktan ibarettir. Bunun içindir ki Sünnet-i seniyye'ye uymak, İslâm'ın ve imanın bir gereğidir.

Ona itaat etmek, verdiği hükme razı olmak, söylediği söze boyun eğmek, getirdiği her şeyi tereddütsüz kabul etmek mümin olmanın şiarıdır. Aksi takdirde inanmanın mânâsı kalmaz. Ona muhalefet ederek Allah-u Teâlâ'ya itaat etmek düşünülemez.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.23 İctihad

Previous topicNext topic
İctihad
 

İSLÂM İLMİHALİ

İctihad

 

İslâm dini uyulması ve yaşanılması gereken bir dindir. Bir çok Âyet-i kerime'lerde imanla birlikte amel-i salih emredilmektedir.

Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, terketmek de haramdır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Kadın olsun erkek olsun, her kim mümin olarak salih amel işlerse, biz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatırız. (Ahirette ise) mükâfatlarını yaptıklarının en güzeli ile ödeyeceğiz." (Nahl: 97)

İslâm dini Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş bir dindir ve bütün heybetiyle, azametiyle ayaktadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyurmaktadır. (Mâide: 3)

Bu Din-i mübin'in hükümleri kıyamete kadar bâkîdir. Her ne suretle olursa olsun asla değiştirilemez.

Devirler gelip geçtikçe ortaya çıkan değişik hadiselerin çözüm yolları, İslâm dini'nin getirdiği hükümler içinde, gerek açık gerekse kapalı olarak mevcuttur.

İslâm âlimleri Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'nin rehberliğinde bu iki kaynağın gayesini ve hedefini izah etmeye çalışmışlar, hükümlerin inceliğini anlayarak tatbik edilmesini sağlayacak sebepleri tespit etmişlerdir.

Bu hakiki âlimler, hakkında "Nass" bulunmayan konularda benzer "Nass"ları esas alarak hükümler çıkarırlar. Hadiseler devam ettikçe, yeni hadiseler birbiri ardınca geldikçe, bu âlimler, akıllarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin mânâlarına göre, onların çizdiği hudutlar içinde kullanırlar, hiçbir surette hükm-ü ilâhî'nin sınırları dışına çıkmazlar.

İslâm hukukunda akıl daima Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'ye dayanmak zorundadır. İctihad yapan İslâm âlimleri aklı daima bu iki kaynağa dayanarak kullanırlar.

Aklı kullanarak "Nass"lardan çıkarılan sebeplere "İllet" denir.

İlleti anlayarak hakkında hüküm bulunmayan herhangi bir hadiseye tatbik etmeye elverişli olup olmadığını incelemeye de "Kıyas" denir.

İctihad yapanlar "Nass"ların lâfızlarından mânâ ve hüküm çıkarırlar.

Herkesin fıtratı ve aklı aynı seviyede olmadığından her müslüman "Nass"lardan hüküm çıkaramaz. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri her müslüman tamamen bilemez. Bunun içindir ki herkes bir delile dayanarak fetvâ veremez. Fetvâ verecek salâhiyette olmayanların fetvâ vermeye yeltenmeleri İslâm'a büyük zarar vermiştir. Bu iş zamanımızda çığırından çıkmıştır.

İlk ictihadı Resulullah Aleyhisselâm ve onun terbiyesinde yetişen Ashâb-ı kiram yapmışlardır. Çünkü onlar Kur'an-ı kerim'i en iyi anlayan ve İslâm'ı yaşayan kimselerdi.

İslâm dini'nin kısa zamanda çok geniş bir alana yayılmasıyla bir çok değişik hadiselerin halledilmesi için ictihada ihtiyaç duyulmuştur. İslâm'ın ilk yıllarında ictihadda bulunan, sorulan fetvâlara cevap veren sahabe vardı. Bu dönemde henüz vahiy devam ettiği için geniş ölçüde ictihada lüzum yoktu. Herhangi bir mevzuda Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm'a danışıyor ve öğrendiklerini uyguluyorlardı. Ondan ayrı kaldıklarında ise kendileri ictihad yapıyorlardı.

 

Asr-ı Saâdette İctihad:

Bu dönemde Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm'ın tebliğine bağlı olarak din ve dünya işleri ile ilgili sorular soruyorlar, o da cevap veriyordu.

Resulullah Aleyhisselâm'ın ilâhî hükümleri uygulama ve açıklamasında asla hata söz konusu olamaz. Çünkü o, bizatihi Allah-u Teâlâ'nın tasarrufu altında idi. Ondan aldığı emirleri tebliğ ediyordu.

Asr-ı saâdet'te bir hükmü gerektiren hadise olduğu veya bir soru sorulduğu zaman, onların hükümlerini açıklamak üzere ya bir Âyet-i kerime iniyor veya onların hükümleri Resulullah Aleyhisselâm tarafından açıklanıyordu. Bazen de herhangi bir sebep olmadan Âyet-i kerime nazil oluyordu.

Resulullah Aleyhisselâm ilâhî hükümleri tatbik ederken insan, Allah-u Teâlâ'dan almış olduğu vahyi teblîğ ederken peygamber olarak hareket etmiştir. Onun yaptıklarında yanılma söz konusu olmadığı gibi, ictihadlarında da hatası olmaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.24 Ashâb-ı Kiram Devrinde İctihad

Previous topicNext topic
Ashâb-ı Kiram Devrinde İctihad
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ashâb-ı Kiram Devrinde İctihad

 

Bu dönemde ictihad; Ashâb-ı kiram'ın ictihadı şeklinde ortaya çıkmış ve kabul edilmiştir. Onlar yeni meseleler karşısında Kitabullah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine başvurarak hükümleri açıkladılar. İhtilaflı meselelerde önce Kur'an-ı kerim'e başvuruyorlar, aradıklarını bulamazlarsa Hadis-i şerif'lere müracaat ediyorlardı. Orada da açık hüküm yoksa kendileri ictihadda bulunuyorlardı.

Bunu da ancak Ashâb-ı kiram Hazeratı'nın seçkinleri yapıyordu. Resulullah Aleyhisselâm'ın tedrisinde bulunmuş, o nûrdan nûr almış, o hâl ile hâllenmiş olan zevât-ı kiram ictihadda bulunuyordu. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm Ashâb-ı kiram'ına ictihad etme yetkisi vermişti.

İçlerinde en meşhurları şunlardır:

Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali, Abdurrahman bin Avf, Abdullah bin Mes'ud, Zeyd bin Sâbit, Muâz bin Cebel, Ebu Musa el-Eş'ârî, Ebu Derdâ, Ubâde bin Sâbit, Ammar bin Yâsir, Huzeyfe el-Yemânî, Ebu Zerr el-Gıfârî, Selmân-ı Fârisî, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Ebu Said-i Hudrî, Abdullah bin Abbas, hanımlardan ise Hazret-i Âişe ve Hazret-i Ümmü Seleme -radiyallahu anhüm ecmaîn-.

Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'de açık hüküm bulamadıkları zaman ictihad yaptıklarını pek çok misalde görmekteyiz.

Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-i Yemen'e vali olarak gönderirken ona "Ey Muâz! Ne ile hükmedeceksin?" diye sordu. O da "Allah'ın Kitab'ı ile." diye cevap verdi. "Orada bulamazsan?" buyurdu. Muâz bin Cebel -radiyallahu anh- "Peygamber'in sünneti ile." dedi. "Orada da bulamazsan?" diye sorduğunda "Kendi reyimle ictihad yaparım." dedi.

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Allah'a hamdolsun ki Peygamber'inin elçisini O'nun râzı olduğu şekilde muvaffak kıldı." buyurmuştur. (Ebu Dâvud)

Özellikle Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in hilâfeti döneminde çok mühim ictihadlarda bulunulmuştur. Çoğu meselelerde de Ashâb-ı kiram'ın icmaı sağlanmıştır. İctihadını yapmakla beraber Ashâb-ı kiram'ın da reyini alıyordu. O ki böyle yapıyordu, bugünkü ifsatçılar nereden çıkıyor.

Hiçbir sahabe kendi görüşüne uyarak veya ihtiyacı göz önüne alarak herhangi bir "Nass"ı terketmemiştir. İhtiyaçlara uygun olarak verdikleri fetvâlar kesinlikle "Nass"lara aykırı değildir.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- buyurur ki:

"Ey insanlar! Doğru görüş Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın görüşüdür. Allah-u Teâlâ ona gerçeği gösteriyordu. Bizim görüşümüz ise zandan ve tekliften ibarettir. Sünnet, Allah ve Resul'ünün koyduğu yoldur. Yanlış bir görüşü ümmet için sünnet hâline getirmeyin."

Ashâb-ı kiram devrinde İslâm hukukuna "Kitap", "Sünnet" ve "Kıyas" kaynaklık yapıyordu.

Ashâb-ı kiram'dan bazıları Kitap ve Sünnet'in sınırları içinde ictihad yapıyor, bazıları da "Nass" bulamadıklarında rey ile yani kendi görüşleriyle ictihad yapıyorlardı. Kıyasla ictihad yapıldığı gibi, ihtiyaca göre de ictihad yapılıyordu.

Meselâ Resulullah Aleyhisselâm içki içenlere ceza olarak kırk değnek vurdurduğu halde Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- hilâfeti döneminde ihtiyacı göz önüne alarak bu cezayı seksen değneğe çıkarmış ve uygulatmıştır.

Ashâb-ı kiram arasında bazı konularda ihtilâflar olmuştur. Bunlar bir "Nass"ın iki veya daha çok mânâya gelmesi ihtimali üzerine doğan ihtilaflardır.

Onlar yaptıkları ictihadları ihlâsla yaptılar. Onların seçkinleri, üstün ilim sahipleri fetvâlarını verirken dini yüceltmek, yaymak ve sevdirmek için çabalıyor, doğru çözüme kavuşturmak için çalışıyorlardı.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bir hakim (müctehid) hükmederken ictihad eder ve ictihadında isabet ederse iki, hata ederse bir sevap vardır." (Ebu Dâvud)

Onlar sağlam metodlar ortaya koymuşlar, mezheplerin çıkışına rehberlik ederek pek değerli ölçülerle gelecek nesillere önderlik yapmışlardır. İhlitâflarında ve ittifaklarında kendilerinden sonra gelenlere bu hususta öncülük yapmışlardır.

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullahi aleyh- Hazretleri der ki:

"Ashâb-ı kiram'ın ihtilâfı beni çok sevindiriyor.

Çünkü onlar tek bir görüşe sahip olsalardı insanlar sıkıntıya düşerlerdi. Zira onlar, kendilerine uyulan imam mevkiindedirler. Dolayısıyla herhangi bir kimse, onlardan birinin sözüyle amel ederse Sünnet'e uymuş olur."

Dört mezhebin müctehidleri Ashâb-ı kiram'ın sözleri ve fetvâları ile amel etmek üzere ittifak etmişlerdir.

Bu husustaki görüşleri şöyledir:

İmâm-ı Âzam

-rahmetullahi aleyh- der ki:

"Ben Allah'ın Kitab'ı ile hüküm ve fetvâ veriyorum. Kitap'ta bulamazsam, Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine sarılıyorum. Allah'ın Kitab'ında ve Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnet'inde bir hüküm bulamadığım zaman Sahabe'lerin sözlerine bakıyorum. Yalnız Sahabe'lerden istediğim kimselerin fetvâsını alıyor, istemediğimi almıyorum. Ancak, Sahabe'lerin sözlerinin dışına da çıkmıyorum."

İmâm-ı Mâlik

-rahmetullahi aleyh- der ki:

"Sahabe'lerin sözünü sünnet olarak kabul ederim. Çünkü onlar ilimlerini doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm'dan almışlardır."

İmâm-ı Ahmed bin Hanbel

-rahmetullahi aleyh- der ki:

"Sahabe'lere ait bir fikir bulamazsam tâbiîn'in sözü ile amel ederim. Onların herhangi bir hüküm üzerindeki fikirleri değerlidir. Sahabe'lerin sözleri arasında mukayese yapma gücüne sahip değilim. Bunu yaparsam Sahabe'lere saygısızlık yapmış olurum."

İmâm-ı Şâfiî

-rahmetullahi aleyh- ise şöyle demiştir:

"Kitap ve Sünnet'te bulunan şeyleri işitenler için özür söz konusu değildir. Onlara mutlaka uymak gerekir. Kitap ve Sünnet'te yoksa, Sahabe'lerin veya onlardan birinin sözlerine başvururuz. Eğer ihtilâf edilen meselede Kitap ve Sünnet'e daha yakın olan söze bir delâlet bulamazsak; Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın -radiyallahu anhüm- sözüne uymamız daha iyi olur.

Eğer bir sözün Kitap ve Sünnet'e daha yakın olduğuna dair harhangi bir delâlet bulunursa, o söze uyarız."

 

Tabiin Devrinde İctihad:

İlimde derinleşmiş Tabiin büyükleri Resulullah Aleyhisselâm'ın Hadis-i şerif'lerini, Ashâb-ı kiram'ın ictihadlarını ve sözlerini toplamışlardır.

Bu uygulamayı bir veya birkaç Sahabe'den alarak yapıyorlardı. Bu seçkin Tabiin'ler bir çok ictihadlarda bulunmuş ve katiyetle Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb-ı kiram'ın yolundan ayrılmamışlardır.

Onlar Ashâb-ı kiram'ın ittifak halinde kabul ettikleri görüşleri delil olarak almışlar, tatbik etmişlerdir. Sahabe görüşünü sünnet olarak kabul ederlerdi. Hatta içlerinden bazıları ictihad yapmaktan çekinmişlerdir. Aynı hâl Ashâb-ı kiram arasında da mevcuttu.

Hiçbir kimse Resulullah Aleyhisselâm'ın emirlerine muhalefet ederek ictihad yapamaz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında 'Bu helâldır, bu haramdır.' demeyin.

Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz.

Allah'a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar." buyurmuştur. (Nahl: 116)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.25 Mezheplerin Ortaya Çıkışı (1)

Previous topicNext topic
Mezheplerin Ortaya Çıkışı (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Mezheplerin Ortaya Çıkışı (1)

 

Asr-ı saâdette müslümanlar herhangi bir güçlükle karşılaştıkları ve dinin bir hükmünü anlayamadıkları zaman gelirler ve Resulullah Aleyhisselâm'a sorup öğrenirlerdi.

Resulullah Aleyhisselâm'ın ahirete irtihalinden sonra fetihlerle İslâm ülkesinin sınırları genişlemeye ve nüfusu çeşitlenip artmaya başladığında, fakih sahabeler yeni hadiseleri çözüme kavuşturmak için ictihada başvurmuşlardır.

Ashâb-ı kiram devrinde sonraki devirlere nispetle yeni meseleler ve bunlara bağlı hükümler çok değildi. Onlar yalnızca gerçekleşen hadiselere eğilmişler, onlara çözüm arama yoluna gitmişler, meydana gelmemiş hadiselerle ilgilenmemişlerdir. Aralarında görüş ayrılığı yok denecek kadar azdı.

Tabiin devrinde de ilimde derinleşmiş, salâhiyet ve ehliyete haiz âlimler, çözümü gereken meseleleri Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'ye başvurarak çözüme kavuşturdular.

Tabiin'den sonra talebeleri gelmektedir. Bunlara "Tebe-i tabiin" denir. Fıkhî mezheplerin ortaya çıkışı bunların dönemine rastlar.

Ashâb-ı kiram ve Tabiin devirlerinde "Rey"in büyük önemi vardı. Tabiin döneminde ictihad usülleri ortaya çıkmış, müslümanlar arasındaki ihtilâflar artmış, tartışmalar çoğalmış, çeşitli fırkalar ortaya çıkmıştı.

Müslüman ismini taşıyan veya müslüman olduklarını iddiâ ettikleri halde İslâm'ı içten yıkmaktan başka gayesi olmayan bir takım ifsatçılar uydurma hadisler yaymışlardır. Uydurulan bu sözleri sahih Hadis-i şerif'lerden ayırmak için İslâm âlimleri çok büyük gayret sarfetmişler, şâyân-ı hayret ölçüler koymuşlardır.

İslâm dini'nin hükümlerini en iyi bilen, en iyi açıklayan ve karşılaşılan yeni meselelere "Nass"ların rehberliğinde çözümler getiren bazı büyük âlimlerin etrafında topluluklar teşekkül etmeye başladı. Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarmak kudretinde olmayan kimseler, haliyle bu kudrette olan müctehidlere tâbi oluyorlardı. Bu topluluklar giderek mezhep haline geldi. Böylece Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi gibi Fıkhî mezhepler ortaya çıktı.

Hasan Basrî, Evzâî, Sevri, Taberi... gibi çok değerli müctehidler gelmişse de, bugün umum olarak mezheplere saldırıldığı için, dört büyük mezhep üzerinde duruyoruz. Çünkü ehl-i dalâlet mezheplerle çok oynuyor.

İhtilâflardan sonra doğan görüş ayrılıkları dinin özüne âit değildir. Bunlar anlayış farklarından umumi hükümleri hususi meselelere tatbikten ibarettir. Değişik meselelerde ihtilâf eden müctehidler daima "Nass"lara bağlı kalmışlardır. Bunlar Ashâb-ı kiram'ın sözlerine muhalefette bulunanlara müsamaha etmezlerdi. Çünkü Ashâb-ı kiram vahyin gelişini ve tatbik edilişini görmüşler, yaşamışlar, öğrendiklerini Resulullah Aleyhisselâm'dan almışlar ve kendilerinden sonra gelenlere titizlikle öğretmişlerdir.

İslâm dini'nde Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle açık olarak emredilen ve üzerine icmâ edilen meselelerde ihtilâf yoktur. Hakkında icmâ olan dinin hükümlerinden herhangi birini inkâr eden kimse dinden çıkar ve kâfir olur.

Mezheplerdeki cüz'î ihtilâflar Din-i mübin'in uygulama alanı ile ilgili hükümlerine yani "Fürû"a âittir. Büyük müctehidler, ihtilâfların sebeplerini büyük bir titizlikle araştırmışlar, çözüm bulmak için gayret sarfetmişlerdir.

Mühim olan Allah-u Teâlâ'nın hükmüdür, şahsın hükmü yoktur. Yaratan da, yaşatan da, hüküm veren de ancak Allah-u Teâlâ'dır.

Müctehid imamlar ilmin en derunî noktalarına vardıkları için, Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'leri en iyi anlayan onlardır.

Din-i mübin'i aslından çıkarmamak için ölüme razı olmuşlar. Canlarını dahi ortaya koymuşlar, bir çok eziyetler çekmişlerdir.

Bunlar dinde yıldız gibi, kibrit-i ahmer gibidir. Müctehid imamlar Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde açıkça beyan edilen hususlarda hiçbir zaman ihtilâfa düşmemişlerdir. İctihatlarını yaparken bu iki kaynağı esas almışlardır.

Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde geçen bazı ahkâmın uygulanması için te'viller yapmışlardır.

Mezheplerin ortaya çıkışına ve ümmet-i Muhammed'e rahmet oluşuna bazı misaller verelim.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Her kırk koyundan bir koyun zekât vermek gerekir." (Tirmizî. Zekât: 4)

Hanefî ulemâsı koyunun aynî olarak veya kıymetinin verilmesini söylemişlerdir. Çünkü zekâtın farz olmasındaki gaye, fakirin ihtiyacının giderilmesidir. Fakir koyuna mahtaçsa koyun, kıymetine muhtaçsa kıymeti verilir. Yani kırk koyunu olan ve zekât vermekle mükellef bulunan bir kimse, bir koyunun kıymetini vererek, zekât vecibesini yerine getirmiş olur. Bu koyunlardan birini aynî olarak vermesi gerekmez.

Şâfiî ulemâsı ise bunun uzak bir tevil olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Hadis-i şerif'in zâhirinden anlaşılan mânâ, aynî olarak koyunun verilmesi gerektiğidir. Zira Resulullah Aleyhisselâm bunu hususi olarak zikretmiştir. Onun içindir ki Şâfiî ulemâsı koyunun yerine kıymetinin verilmesini geçerli saymamıştır. Bu hususta Malikîler de Hanbelîler de Şâfî ulemâsının görüşünü paylaşmışlardır.

Bu Hadis-i şerif Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- tarafından Yemen'de vali iken şu şekilde uygulanmıştır.

Yemenlilere "Darı veya arpa yerine, bana hamîs (beş zira uzunluğunda elbise) veya kullanılmış elbise getiriniz. Bu sizin için daha kolaydır. Medine'deki Resulullah Aleyhisselâm'ın ashabı için daha faydalıdır." demiştir.

O, zekât toplarken, zekâtı çıkarılan malın aynı cinsten olması yerine elbise almıştır. Yemen'de elbise bol, Yemenliler'in ise elbise vermesi kolaydı. Medine'de ise elbise az olduğu için Ashâb-ı kiram elbiseye muhtaçtı.

Bu uygulamanın hikmeti ise fakirlerin yiyecek, içecek ve giyecek gibi değişik ihtiyaçlarını temin etmeye yöneliktir. Öyleyse zekât olarak malın kıymetinin verilmesi, bu ihtiyaçların karşılanması bakımından daha faydalıdır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.26 Mezheplerin Ortaya Çıkışı (2)

Previous topicNext topic
Mezheplerin Ortaya Çıkışı (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Mezheplerin Ortaya Çıkışı (2)

 

Mezheplerin ortaya çıkması ile ilgili mevzumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 422)

İmâm-ı Şâfiî -rahmetullahi aleyh-e göre her namazın her rekâtında imam ve cemaatin Fâtiha'yı okuması farzdır. Zammı sûre okumak müstehaptır.

İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh-e göre ise; Fâtiha'sız kılınan namaz, tam değildir. Cemaat, imamın okuması ile yetinir, imam ise tabii okur.

İmâm-ı Mâlik -rahmetullahi aleyh- ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel -rahmetullahi aleyh-e göre, cehri namazlarda imam okur, cemaat dinler. Gizli okunan namazların her rekâtında Fâtiha okumak farzdır. Okunmazsa namaz olmaz.

Uhud şehidleri için:

"Onları kanları ile gömün, yıkamayın." (Buhârî)

Şehidlerin yıkanmamasında Ümmet-i Muhammed'in icma'ı vardır. Şehitlerin namazı için İmâm-ı Âzam kılınır, diğer üç mezhep imamları, kılınmaz demişlerdir.

"Bağışından dönen; kusan, sonra kustuğunu yiyen köpeğe benzer." (Buhârî)

İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- "Bağışa engeller bulunmazsa yabancıya olan bağıştan dönebilir, amma bu dönüş çirkin bir şeydir." derken;

İmâm-ı Şâfiî -rahmetullahi aleyh- ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel -rahmetullahi aleyh- "Yabancıya yapılan bağıştan da dönülemez. Bu Hadis-i şerif bağıştan dönmenin haram olduğunu gösteriyor. Ancak baba oğluna yaptığı bağıştan dönebilir." diyorlar.

İmâm-ı Mâlik -rahmetullahi aleyh- de: "Karşılık bir şey alma ümidi ile yapılan bağışlardan dönülebilir." demektedir.

"İmamlar size namaz kıldırırlar. Dosdoğru kıldırırlarsa sevabı hem size, hem onlaradır. Hata yaparlarsa sevabı size, günahı onlaradır." (Buhârî)

İmâm-ı Şâfiî'ye göre: "İmamın abdestsiz olarak namaz kıldırdığı anlaşılırsa, cemaatin namazı tekrar kılması gerekmez."

İmâm-ı Âzam ise: "İmamın namazı sahih olmadıkça cemaatın namazı da sahih olmaz."

"Ümmetime zor gelmeyecek olsaydı, yatsı namazının böyle gecenin üçte birinde kılınmasını emrederdim." (Buhârî)

İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh-e göre: Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar bırakmak mendup ise de yarı geceye tehiri mekruhtur.

İmâm-ı Şâfiî'ye göre de mendup'tur.

İctihad farkının Âyet-i kerime üzerindeki uygulamasına da şu misali verelim:

Zıhar kefareti ile ilgili Âyet-i kerime'de:

"Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyursun." buyurulmaktadır. (Mücâdele: 4)

Hanefî ulemâsı bu ifade ile altmış fakirin yiyeceğini yedirmek, yani bu miktar yiyeceği vermek olarak anlamışlardır. Bu kefareti ödemesi gereken kimse altmış fakiri bir günde doyurabileceği gibi, bir fakiri altmış gün doyurmasının câiz olduğuna hükmetmişlerdir.

Âyet-i kerime'deki hükmün gayesi, belirtilen sayıda fakirin doyurulması ve yeme ihtiyacının karşılanmasıdır. Bir fakirin altmış gün ihtiyacının karşılanması da, bir günde altmış fakirin ihtiyacının karşılanması gibidir.

Şâfiî ulemâsına göre ise Âyet-i kerime'de geçmeyen bir lâfzın, yani "Yiyecek" kelimesinin varlığı kabul edilmekle, buna karşılık Âyet-i kerime'deki fakirlerin sayısını belirten "Altmış" kelimesi kaldırılmış olmaktadır. Halbuki Allah-u Teâlâ'nın bu emrindeki hikmetinin gayesi, altmış fakirin doyurulmuş olması muhtemeldir. Zira toplulukta bereket ve fazilet vardır. Böylece kefaret gereken kişi için beraberce duâ etme imkânı doğmuş olur.

Gerçek müctehidler bu şekilde içtihad ettiler. Bunlar Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerde kesin olan hükümlerde ve itikadî konularda görüş belirtmediler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Ümmetimin ihtilâfı rahmettir." buyurmuşlardır. (Nevâdir-ül Usûl)

Yani fakih ve müctehidlerin büyüklerinin arasındaki ihtilâf, şeriat dairesini genişlettiği ve ümmet-i Muhammed'in muamelelerini kolaylaştırmaya sebep olduğundan rahmete vesiledir.

Yoksa kendilerini âlim zanneden bilgisizlerin ihtilâfı, nifaktan başka bir şey değildir. Gayeleri ittifak değil nifaktır. Bunların bütün iş ve icraatları hep kötülüktür. Bunları gururları aldatmıştır.

Bunlar huzur-u ilâhi'ye nasıl çıkacaklar?

Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm'ı yaşamak, emr-i ilâhî'yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.

Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapıklar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.

Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.

İslâm'ı yaşamayanlar İslâm'dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildirler.

İslâm'ı yaşamadıkları halde İslâm'dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.

Bunlar ruh adamı değil süs adamıdır, sun'i çiçeğe benzerler. Ruhları ölmüştür, yaşayan nefistir, her biri bir canlı cenazedir. Bunların hükmü budur.

Ruhu ölmüş, kalbi mühürlenmiş, nefis putuna tapmış kimseler sapıktırlar ve yalancıdırlar. Zan ile hareket ederler. Kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırmaya çalışırlar.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." buyuruyor. (A'râf: 54)

Mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun. Böyle olduğu halde emr-i ilâhî'yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözünü doğru kabul edenler de onu ilâh edinmiştir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)

Emr-i ilâhi'yi bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ'nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanıdır.

Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.

Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır." (Mücâdele: 18-19)

Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.

Nûr ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul'üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.

Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir.

Allah-u Teâlâ'nın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O'na aittir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:

"Hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır." buyuruluyor. (Mümin: 12)

Onlar ise kendi zanlarını yürüterek delilsiz ve mesnedsiz konuşmaktadırlar.

Onlar bu Âyet-i kerime'yi bilmiyor, görmüyor, görmek de istemiyorlar. Bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyorlar. Halbuki bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr eden kâfirdir. Onlar ise sûreyi inkâr ediyorlar.

Hem Allah-u Teâlâ'nın hükmünü değiştirip kendi hükmünü koyuyorlar, hem de inkâra kalkıyorlar. Bu ise din-i İslâm'ı ifsattır, küfrün üzerinde bir küfürdür.

Bunlar gökkubbe altındaki insanların en şerlileridir.

Allah-u Teâlâ ancak "Ulül-elbâb"a varanların hakikati bileceğini beyan buyuruyor. Çünkü onların muallimi bizzat Hazret-i Allah'tır.

Onlar Allah-u Teâlâ'nın bütün emirlerini tatbik etmiş, nehiylerinden sakınmışlar, yani İslâm'ı yaşamışlardır.

Bunlar:

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere İslâm'ı yaşamışlar ve başkalarının da yaşamaları için gayret göstermişlerdir.

Bir kimse Allah-u Teâlâ'nın bütün emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça hiçbir zaman hakikat ehli olamaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.27 İSLÂM

Previous topicNext topic
İSLÂM
 

İSLÂM İLMİHALİ

İSLÂM

 

İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Musâ Aleyhisselâm'a indirilen İslâm, Hazret-i Nuh Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'a gönderilen İslâm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Muhammed Aleyhisselâm gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyuruyor. (Mâide: 3)

Artık İslâm'dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)

Çağlar boyunca insanlığın maddî mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.

İslâm dururken eski dinlere uymak, gündüz gökte yıldız aramak gibidir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)

"Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O'na teslim olmuşlardır, nihayet de O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i imrân: 83)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)

"Aranızda dininden dönüp kâfir olarak ölen olursa, onların bütün yaptıkları dünyada da âhirette de boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, orada ebedi kalacaklardır." (Bakara: 217)

Allah-u Teâlâ kendi peygamberine ve dinine yardımını değişik biçimlerde, değişik tezahürlerle sürdürecektir. İslâmiyet kıyamete kadar pâyidar olacaktır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır." (Saf: 8)

"Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen Allah'tır. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar." (Tevbe: 33)

İslâm dini'nin diğer dinlerden üstün olması sadece Asr-ı saâdet'e mahsus olmayıp, kıyamete kadar bu hüküm bâkidir.

Hâlen de hak dini bütün dinlere üstündür ve bütün dinlere hâkimdir.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şâhid olarak Allah yeter." (Fetih: 28)

Her zaman ve mekânda İslâm'ın geleceği gece değil gündüzdür, sönük değil parlaktır.

Ara sıra basan gece zulmetleri, İslâm'ı dinlendirip tekrar uyandırmak içindir.

Âyet-i kerime'sinde buyuruyor:

"Allah içinizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl yeryüzüne hükümran kıldıysa, onları da yeryüzüne hükümran kılacak.

Ve onlar için seçip beğendiği dinlerini kuvvetlendirecek, korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra muhakkak emniyete kavuşturacak.

Öyle ki, bana ibâdet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak koşmasınlar.

Kim de bundan sonra inkâr eder, nankörlük ederse, işte onlar yoldan çıkmış olanlardır." (Nûr: 55)

 

KELİME-İ ŞEHÂDET

Kelime-i şehâdet müslümanlığın hem temel esaslarından birincisi hem de kapısıdır.

Müslüman olmanın ilk şartı iman etmektir. İman etmek için de önce Kelime-i şehâdet getirmelidir:

"Şüphesiz şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, yine şehâdet ederim ki Muhammed Aleyhisselâm Allah'ın kulu ve peygamberidir."

Bir kimse Kelime-i şehâdet'i gönülden ve inanarak söylerse bir anda kâfir iken müslüman olur. Allah-u Teâlâ'nın gadabına müstehak iken, rahmet ve merhametine nâil olur. Müslümanlık dairesine bu kapıdan girilir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çok mühim olduğu için Kelime-i şehâdet'i İslâm'ın birinci şartı olarak bildirmiştir.

Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, O'ndan başka ilâh bulunmadığına şehâdet edildikten sonra; Muhammed Aleyhisselâm'ın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet edilmektedir.

Allah-u Teâlâ ona inanmayı, imanın iki rüknünden birisi yaptı. Adını adı ile beraber andı. Fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini, yüceler yücesindeki değerini açık bir şekilde beşeriyete ilân etti. Onu yüceltmek için kendi isminden pay ayırdı. Kendisine mahsus "Aziz", "Rauf", "Rahim" isimlerini ona da atfetti. Âlemlere rahmet olarak gönderdi. O bir hidayet nûrudur, Hazret-i Allah'a varan hedefe onun yolundan gidilir. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Allah'ı Rabb, İslâm'ı din, Muhammed'i peygamber tanıyan kimse, imanın tadını tatmıştır." (Müslim)

Sahabe-i kiram'dan Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- Hazretleri ölüm döşeğinde iken ziyarete gelenlere:

"Yemin ederim ki, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-den ne duymuşsam hepsini size haber verdim. Yalnız bir rivâyetim var, bende çok zaman kaldı. Belki de bende tamamen kalma tehlikesi vardır. Onu da bugün size haber vereyim." buyurduktan sonra şu Hadis-i şerif'i naklettiler:

"Kim ki Kelime-i Şehâdet'i getirirse, Allah-u Teâlâ ona cehennem ateşini haram kılar." (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'te:

"Her kim Cenâb-ı Hakk'ın birliğine şehâdet ederse cennete dâhil olur." buyurulmaktadır. (Münavî)

Velev ki günahı nispetinde bir zaman azab görsün.

Enes -radiyallahu anh- şöyle buyururlar:

Muaz İbn-i Cebel deve üstünde Resullullah Aleyhisselâm'ın terkisinde idi. "Yâ Muaz!" buyurdu. "Lebbeyk yâ Resulellah!" diye cevap verdi. Bu durum üç kere tekerrür etti. Devamla buyurdular ki:

"Hiç kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resul'ü olduğuna şehadet etsin de Allah onu cehenneme haram kılmasın."

Muaz: "Yâ Resulellah! Müjdelenip sevinmeleri için bunu insanlara haber vereyim mi?" dedi. "Hayır, söyleme, sonra buna güvenirler." buyurdu. Fakat Muaz günahtan sıyrılmak için, vefatına yakın haber verdi. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 105)

"Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.

Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.

Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (iman) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 41)

"Bir kimse hulûs-ı kalb ile kelime-i tevhidi söylerse cennete dahil olur." (Tirmizî)

Yani günahı nispetinde azab görse bile, nihayet afv olunur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:

"Allah-u Teâlâ kıyamet günü bir kimseyi hesaba çekmek için herkesin önünde ayırır ve günahla dolu doksan dokuz defterini ortaya koyar. Her bir defterin büyüklüğü gözün uzanabileceği mesafe kadardır.

Allah-u Teâlâ 'Bu günahlardan kabul etmediğin ve meleklerin sana fazla yazdığı hususunda bir diyeceğin var mı?' diye sorar. Kul 'Hayır yâ Rabb'i!' der. Allah-u Teâlâ 'Bunlara karşı her hangi bir mazeretin var mı?' buyurur. O kimse de 'Hayır yâ Rabb'i!' diye cevap verir.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ 'Senin zannettiğin gibi değil. Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Bugün sana haksızlık yapılmayacaktır.' buyurur. Sonra, içinde:

"'Allah'tan başka ilâh olmadığına Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in O'nun kulu ve Resul'ü olduğuna şehâdet ederim.' Cümlesi yazılı küçük bir kâğıt parçasını çıkarır ve 'Gel kendi tartında bulun!' buyurur.

Kâğıdı gören kimse 'Yâ Rabb'i! Şu doksandokuz defterin karşısında bu kâğıdın ne kıymeti olur?' der. Allah-u Teâlâ 'Sana hiçbir haksızlık yapılmayacaktır.' buyurur ve defterler terazinin bir kefesine, Kelime-i şehâdet yazılı kâğıt da diğer kefesine konur. Şehâdet-i Celile'yi ihtiva eden kâğıt doksan dokuz defterden ağır gelir.

Hiçbir şey Allah Lâfza-i Celâl'inden daha ağır gelemez." (Tirmizî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.28 İBADET

Previous topicNext topic
İBADET
 

İSLÂM İLMİHALİ

İBADET

 

Allah-u Teâlâ dünya ve ahireti insan için, insanı da kendisini tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratmıştır.

İbadet; Allah-u Teâlâ'yı en büyük tâzim ve sevgi ile anmak, yüceltmek, O'na yaklaşmak için bir takım merasimler ifâ etmek demektir. Yaratılışımızın gayesi de budur.

Âyet-i kerime'sinde:

"Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım." buyuruyor. (Zâriyât: 56)

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize ibadet ediniz ki korunasınız." (Bakara: 21)

İbadetin sahası çok geniştir. Namaz, oruç, zekât, temizlik, cihad, duâ, zikrullah, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için yapılan her davranış ibâdetin bölümlerini teşkil etmektedir.

Her ibadetin bir hakikati vardır. Zâhirî fıkıh ibadetlerin dış şekliyle uğraşır, bâtınî fıkıh yani tasavvuf da bu şekillerin içindeki hakikati bulmaya çalışır.

Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerindeki nimetleri her an devam edip gitmektedir. İnsanoğlu yaşadığı sürece, ikram ve ihsanlar devam ettiği müddetçe, şükür ve ibadetler de devam eder.

Allah-u Teâlâ:

"Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et!" (Hicr: 99)

Âyet-i kerime'si ile ibadetlerin devamlı yapılmasını emir buyuruyor.

İbadetler Allah'ımız nasıl emretmiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nasıl göstermişse öylece yapılır. Zamanın değişmesi ile ibadetler değişmez, artma ve eksilme olmaz.

 

EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN

 

Mükellef Kime Denir?

Âkil ve bâliğ olan, Allah-u Teâlâ'nın "Yapınız!" veya "Yapmayınız!" tarzındaki emirleri ve yasakları karşısında sorumlu bulunan kimseye mükellef denir.

"Âkil" iyiyi ve kötüyü, kâr ve zararı birbirinden ayıran kimse demektir.

"Bâliğ" ise, çocukluk çağından çıkıp erkeklik veya kadınlık çağına eren kimse demektir.

Erkek çocuklar için erginlik çağı 12-15 yaş arası, kız çocuklar için ise 9-15 yaş arasıdır. On beş yaşını doldurduğu halde büluğa ermeyen erkek ve kız, bu yaştan itibaren hükmen mükellef sayılır.

Mükellef olduktan sonra artık iyilikler kötülükler, günahlar sevaplar yazılmaya başlanır.

Allah-u Teâlâ'nın Kitab-ı kerim'inde, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sinde; yapılmasını istedikleri, hoşnud oldukları şeylere sevap, yasak ettikleri, yapılmasını istemedikleri şeylere günah denir.

Günahları sevapları, yasakları emirleri belirleyen kesin sözler ise "Ahkâm"dır. Ahkâm, hükümler demektir. "Namaz farzdır... Kumar haramdır." gibi sözler birer hükümdür.

 

Ef'âl-i Mükellefin Ne Demektir?

Mükellef olan herkesin "Farz" gibi yapmakla, "Haram" gibi yapmamakla sorumlu tutulduğu işlere ve hükümlere denir, mükellefin görevleri de denilebilir.

İşlenmesi gerekli olan şer'î hükümler: Farz, vacip, sünnet, müstehap.

İşlenip işlenmemesi isteğimize bırakılan hüküm: Mübah.

İşlenmesi doğru ve caiz olmayan şer'î hükümler: Haram, mekruh ve müfsittir.

 

1– FARZ

• İşlenmesi kesin olarak emredilen hükümlerdir.

• Farz iki kısımdır:

a) Farz-ı Ayın: Yerine getirilmesi her müslümana ayrı ayrı borç olan farzlardır. Beş vakitte namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek... gibi.

b) Farz-ı Kifâye: Her müslümana emredilen, fakat müslümanlardan bir kısmının o emri yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden sorumluluk kalkan farzlardır. Cenaze namazı... gibi.

• Farzın işlenmesinde sevap, özürsüz olarak terkedilmesinde günah vardır, inkâr edenler ise dinden çıkarlar.

 

2– VÂCİP

• Farz kadar açık ve kesin bir delile dayanmamakla beraber, işlenmesi farz gibi şart ve zaruri olan hükümlerdir. Vitir namazı kılmak, Ramazan'da fıtır sadakası vermek, Kurban bayramında kurban kesmek, bayram namazları kılmak... gibi.

• Vâcip olan hükümlerin işlenmesinde sevap olduğu gibi, terkedenler de günah işlemiş olurlar.

 

3– SÜNNET

• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in işledikleri ve bizim de işlememizi istedikleri hükümlerdir.

• Sünnet iki kısımdır:

a) Sünnet-i Müekkede: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sürekli olarak yaptığı şeylerdir.

Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleriyle, yatsı namazının son sünnetini kılmak... gibi.

b) Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bazen terkettiği şeylerdir.

İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünneti... gibi.

• Sünnet-i seniyye'ye riâyet edenler Allah-u Teâlâ'nın rızasını kazanırlar, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de şefaat-i uzmâsına nâil olurlar.

 

4– MÜSTEHAB

• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ara sıra işledikleri ve yolunda bulunup izinde gidenlerin de seve seve yaptıkları şeylerdir. Nafile namazlar, oruçlar, sadaka vermek... gibi.

• İşleyenler sevap kazanır, terkedenler bu sevaptan mahrum kalırlar.

 

5– MUBAH

• Yapılıp yapılmaması isteğimize bırakılan; işlenmesinde sevap, işlenmemesinde de günah olmayan şeylerdir. Bunlara helâl de denir. Yenilmesi helâl olan bir şeyi yemek veya yememek... gibi.

 

6– HARAM

• İşlenmesi kesin olarak yasak edilen fiillerdir. Adam öldürme, içki, kumar, fâiz, zinâ... gibi.

• Haram işleyenler dünyada şer'î cezâlara, âhirette ilâhi azaba uğrarlar. Haram işlemeyi terk edenler sevap ve mükâfatını görür. Haramı helâl sayanlar ise dinden çıkar.

 

7– MEKRUH

• İşlenmesi haram gibi açık ve kesin olmayan delillerle yasak edilen şeylerdir.

• Mekruh iki kısımdır:

a) Tahrimen (Harama Yakın) Mekruh: Vâcip olan şeylerin terkedilmesi; Hiçbir mâzeret olmadığı halde bekleyip güneş batarken ikindi namazı kılmak... gibi.

Tahrimen mekruh bir işi bile bile işleyen günahkâr olur.

b) Tenzihen (Helâla Yakın) Mekruh: Sağ elle sümkürüp burun temizlemek, abdest alırken suyu lüzumundan az veya fazla kullanmak.

• Mekruh, işlendiği amelin sevabını giderir.

 

8– MÜFSİD

• Başlanmış bir ibadeti bozan şeylere denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken bile bile yiyip içmek, abdestli iken yatarak uyumak... gibi.

 

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.29 Dinde Kolaylık

Previous topicNext topic
Dinde Kolaylık
 

İSLÂM İLMİHALİ

Dinde Kolaylık

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiş, takatleri nispetinde tekliflerde bulunmuştur.

Âyet-i kerime'lerinde:

"Allah ağır teklifleri sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisâ: 28)

"Allah bir kimseyi, ancak ona verdiği şeyle mükellef tutar. Allah bir güçlükten sonra ergeç bir kolaylık ihsan edecektir." (Talâk: 7)

"Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez." buyuruyor. (Bakara: 185)

Rahmet ve merhametinin engin tecellisinden dolayı; Allah-u Teâlâ bu ümmete, kendilerinden başka hiç kimseye vermediği iki haslet vermiştir. Onları bütün insanlar üzerine şahitler yapmış ve din işlerinde kendilerine hiçbir güçlük yüklememiştir.

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki iş arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah olmadıkça o daima en kolayını tercih ederdi. (Buhârî)

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 63)

"Şüphesiz ki bu din çok kolaydır. Kim dini zorlaştırırsa altından kalkamaz, öyle olunca ortalama gidin." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 36)

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin kolaylık ifade eden beyanları incelendiğinde, onun her emrinin her yasağının müslümanlar için sırf kolaylıklardan ibaret olduğu kendiliğinden meydana çıkacaktır.

Meselâ namaz kılmak herkes için çok kolaydır. Oruç da, zekât da böyledir. Allah-u Teâlâ kullarına güç gelmemesi için malın hepsini veya yarısını değil de, kırkta birini vermeyi emretmiştir. Hacc ise ömürde bir defadır, yol emniyetinin olmadığı zamanlarda farziyeti kalkar.

Su bulunmadığı veya sağlığa zararlı olduğu halde abdest yerine teyemmüm yapılır.

Ayakta namaz kılmaya güçleri yetmeyenlerin oturarak kılmalarına, oturarak kılamayanların da yattığı yerde imâ ile kılmalarına müsaade edilmiştir.

Ve buna mümasil bir çok kolaylıklar vardır, dikkatle ve ibretle bakıldığında bu görülür.

Emirlerdeki kolaylıkların bir şâhidi de, bir çok kimselerin namaz-oruç gibi ibadetlerin artmasını istemeleridir.

Bunun yanında ibadet yapmak kendisine güç gelen kimseler de yok değildir. Bu güçlük nefs-i emmâreden hasıl olmaktadır.

Hastalıklar ibadetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, kalbin mânen hasta olması da ibadetleri güçleştirir.

Âyet-i kerime'de:

"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." buyuruluyor. (Bakara: 45-46)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.30 TAHARET (TEMİZLİK)

Previous topicNext topic
TAHARET (TEMİZLİK)
 

İSLÂM İLMİHALİ

TAHARET (TEMİZLİK)

 

ABDEST

Su ile yapılan bir temizliktir. Dinimizde abdestsiz ve gusülsüz yapılmayan herhangi bir ibadetin yapılması için; cünüp ise gusletmek, yani boy abdesti almak, abdestsiz ise abdest almak farzdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Ey inananlar! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın." (Mâide: 6)

Bu Âyet-i kerime'den anlaşıldığı üzere; yüzü, dirseklere kadar elleri yıkamak, başı meshetmek, topuk kemikleri ile beraber ayakları yıkamak farzdır.

 

Abdestin Vücubunun Şartları:

Müslüman olmak, büluğa ermiş olmak, akıllı olmak, abdestsiz olmak, abdest suyunun temiz olması, abdest almaya gücü olması, kadının hayız ve nifas üzere olmaması.

 

Abdestin Sünnetleri:

Abdesti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in abdesti gibi almak için, sünnetlere uymak gerekir.

• Niyet etmek,

• Euzü-besmele çekmek,

• Misvak kullanmak,

• Kıbleye dönmek,

• Elleri parmak uçlarından başlayarak bileklere kadar yıkamak,

• Sağ el ile ağıza üç kere su verip çalkalamak,

• Sağ el ile buruna üç kere su çekip sol el ile sümkürmek,

• Yüzün her yanını üç kere yıkamak, kaşların ve bıyığın altına su geçirmek, çeneden aşağı olan sakalı meshetmek,

• Önce sağ kolu, sonra sol kolu üçer kere yıkamak,

• Başın her tarafını önden başlayarak meshetmek,

• Kulakların içini ve dışını bir kere meshetmek,

• Boyunu ellerin arkasıyla meshetmek,

• Önce sağ ayağı, sonra sol ayağı parmak uçlarından başlayarak üçer defa yıkamak,

• El ve ayakları yıkarken parmak aralarını hilâllemek, yüzü yıkarken sakal diplerine su geçirmek, gözünün kenarına ve kaşına suyu ulaştırmak,

• Her âzâyı ova ova yıkamak, abdest uzuvlarında yıkanmadık yer bırakmamak,

• Abdest uzuvlarını yıkarken sırayı gözetmek,

• Çift olan abdest uzuvlarını yıkamaya sağdakinden başlamak,

• Abdest uzuvlarının biri kurumadan diğerini yıkamak,

• Abdest üzerine abdest almak,

• Abdest alırken dünya kelâmı konuşmamak.

 

Abdestin Âdâbı (Müstehapları):

• Henüz namaz vakti girmeden abdest alıp namaza hazır olmak,

• Abdesti temiz bir yerde almak,

• Mümkünse abdest alırken kıbleye yönelmek,

• Kalbiyle ettiği niyeti dil ile de söylemek,

• Üzerine su sıçramaması için, yüksekçe bir yerde bulunmak,

• Abdest alırken kimseden yardım beklememek,

• Abdestte niyeti baştan sona kadar hatırda tutmak,

• Her uzvu yıkarken "Bismillah" demek, abdest duası okumak,

• Zaruret olmadıkça konuşmamak,

• Eller yıkanırken parmaktaki yüzüğü kımıldatmak,

• Ağıza ve buruna sağ elle verip sol elle de sümkürmek,

• Yüz yıkanırken göz pınarlarını yoklamak,

• Kollar yıkanırken dirsekleri, ayaklar yıkanırken topukları aşırmak,

• Kulakları meshederken serçe parmaklarının uçlarını kulaklarının içlerine kadar sokup temizlenmesini sağlamak,

• Abdest alırken acele etmemek,

• Abdesti güneşte ısınmış su ile almamak,

• Abdest aldıktan sonra çok silinip kurulanmamak,

• Abdestten artan sudan kıbleye karşı ayakta biraz içmek,

• Abdesten sonra kıbleye karşı durup "Kelime-i şehadet" getirmek,

• Abdestin sonunda bir veya üç kere "Kadir sûre-i şerif'ini" okumak,

• Abdestten sonra mekruh vakit değilse iki rekât nafile namazı kılmak.

 

Abdestin Mekruhları:

• Abdestin sünnetlerine ve edeplerine aykırı şeyler yapmak,

• Abdest alırken suyu lüzumundan çok veya lüzumundan pek az kullanmak,

• Suyu uzuvlara bilhassa yüze çarpa çarpa kullanmak,

• Uzuvları üçten eksik veya fazla yıkamak,

• Ayrı ayrı su ile başı üç kere meshetmek.

 

Abdestin Alınışı:

• Euzü-besmele çekilerek niyet edilir.

• Bilenler abdest duâlarını okur, bilmeyenler her âzâyı yıkarken kelime-i şehâdet okur.

• Eller bileklere kadar, parmakların arası dahil olmak üzere, üçer defa güzelce yıkanır. Parmaklarda yüzük varsa kımıldatılır.

• Sağ avuçla ağıza üç kere su alınarak çalkalanır. Misvak varsa misvakla, yoksa sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile dişler ovularak temizlenir.

• Sağ avuçla buruna üç kere su çekilip sol el ile sümkürülür.

• Alından çene altına ve kulaklara kadar yüzün her yanı üç kere yıkanır. Sakal varsa diplerine su geçirilir, çeneden aşağı olan kısım meshedilir.

• Önce sağ sonra sol kol dirseklerle beraber üçer kere yıkanır.

• Sağ avuç ıslatılarak başın dörtte biri meshedilir.

• Eller yeniden ıslatılarak serçe parmakları ile kulakların içi, baş parmakla kulakların dışı, geri kalan üç parmağın dışı ile de boyun meshedilir.

• Önce sağ ayak, sonra sol ayak; parmak araları dahil olmak üzere ve topuk kemiklerini geçecek şekilde üçer defa güzelce yıkanır. Böylece abdest alınmış olur. Uzuvları birer kere yıkamak farz, diğer ikişer defası sünnettir. Üçten fazla veya noksan yıkamak mekruhtur.

Vesveseli olanlar "iki mi yıkadım üç mü yıkadım?" diye şüpheye düştükleri anda, iki bile yıkasa, üç yıkadığını kabul ederek abdeste devam etmelidir. Namaz böyle değildir. "İki rekât mı kıldım üç rekât mı kıldım?" diye şüpheye düşerlerse üç bile kılsa iki kıldığını kabul ederek namazını tamamlamalıdır.

 

Abdesti Bozan Şeyler:

Büyük ve küçük abdest bozmak veya yellenmek; vücuttan çıkıp etrafa yayılan kan, irin, sarı su; ağızdan tükrüğe eşit veya daha fazla kan gelmesi; düşecek şekilde bir yere dayanarak veya yatarak uyumak; ağız dolusu kusmak; namaz kılarken yanındakiler duyacak kadar gülmek; bayılmak abdesti bozar. Abdestsiz; namaz kılınmaz, Kur'an-ı kerim'e veya bir Âyet-i kerime'sine el sürülmez, secde Âyet-i kerimesi okuyunca secde edilmez, Kâbe-i muazzama ziyaret edilmez.

 

Özürlülerin Abdesti:

Abdesti bozan şeyin devam etmesi hâline özür denir. İdrarını tutamayan, gaz çıkaran, yarasından kan gelen, burnu kanayan... kimseler özürlü sayılırlar.

Bir insanın özürlü sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bir zaman kesilmemesi, diğer zamanlarda da vakitte bir kere olsun bulunması lâzımdır. Tam bir namaz vakti kesilmekle özür ortadan kalkar.

Özürlü olan beş vakit namazın her vaktinde abdest almak suretiyle namazını kılar. Aldığı abdest o namaz vaktinin tamamı için geçerlidir. Özründen başka bir şeyle abdesti bozulmadıkça bütün vakit devam eder. O vakit içinde bir tek abdestle her türlü ibadetini yapar, vaktin çıkması ile abdesti bozulur.

Sabah namazı için alınan abdest de güneşin doğmasıyla bozulduğu için, bayram ve işrak namazları için özürlünün tekrar abdest alması gerekir.

Özürden dolayı çamaşırlara bulaşan kan, idrar... gibi şeyleri yıkamak vâcip değildir. Çünkü ne kadar yıkasa yine de bulaşacaktır. Bununla beraber mümkün olduğu kadar yine de temizliğe dikkat etmelidir.

 

Misvak:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Ümmetime meşakkat vermek korkusu olmasaydı, kendilerine her namaz kılarken misvak kullanmayı emrederdim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 484)

"Misvak kullanılması fesâhati artırır." (Münâvî)

"Misvak kullanılarak abdest alınıp edâ olunan namazın, misvaksız kılınan namaz üzerine üstünlüğü pek çoktur." (Camius-sağir)

"Misvak ağzın kokusunu güzelleştirdiği gibi, Cenâb-ı Allah'ın dahî rızâsını mucib olur." (Münavî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.31 İstibrâ ve İstinca

Previous topicNext topic
İstibrâ ve İstinca
 

İSLÂM İLMİHALİ

İstibrâ ve İstinca

 

Küçük abdestten sonra sızıntı ve akıntıdan kurulanmaya "İstibrâ", büyük abdestten sonra temizlenmeye de "İstinca" denir.

Büyük abdestten sonra tam emniyet hâsıl oluncaya kadar su ile temizlenmek ve kurulanmak lâzımdır. Su bulunmadığı yerde temiz taş parçası veya sert toprak parçası ile istinca yapılabilir.

Küçük abdestten sonra, kalan yaşlığı giderip kurulamak da vâciptir. Abdest alırken veya aldıktan sonra gelen akıntı abdesti bozar, namaz da sahih olmaz. Diyebilirim ki bugün insanların yüzde doksanı, buna dikkat etmediklerinden abdestsiz namaz kılıyorlar. Bunu bizzat kendiniz tecrübe edin. Deneyin ki, kalbiniz mutmain olsun. Bardağı doldurup boşalttıktan sonra nasıl ki damla damla su akıyorsa, küçük abdestten sonra da mutlaka bir akıntı olur. İşte bu akıntı abdesti bozar. Kişinin abdestsiz namaz kılmasına sebep olur.

Bunun içindir ki bu husus üzerine dikkatlice eğilmek gerekiyor. Biraz oturmak, bir kaç adım yürümek, pamuk koymak, ıkınmak... gibi usullere başvurulur. Beş, on veya onbeş dakika kadar idrar kesintisi beklenir. Yine de kontrol şart, taharet lâzım. Kesilmiş olduğuna iyice kanaat getirmeden, abdest almamak gerekiyor.

Diğer taraftan kabir azabının çoğunun idrar sıçramasından, küçük abdest temizliğine dikkat etmemekten doğacağını Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde beyan buyuruyorlar:

"İstibrâ husûsunda takvâ üzere olunuz. Zira kabirde birinci muhasebe idrardan taharet hakkındadır." (Camiussağir)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında kabristan yanından geçerken kabirdeki iki kişinin sesini işitince;

"Bunlar azab görüyorlar. Hem de azab görmeleri kendilerince büyük bir şeyden değil. Evet günahları büyüktür. Birisi idrardan sakınmaz, taharetlenmezdi. Diğeri de iki kişinin arasını bozmak için söz taşırdı." buyurdular. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 163)

Kadınlar için bu daha mühimdir, namaz vakitlerinde değiştirmek üzere iki parmağı aşmayacak şekilde mutlaka emici bir bez koymalıdırlar. Fakat bu bezin ucunun görünmemesi lâzımdır. Bezin ucu dışarıya sarktığı zaman akıntı hududu aşar ve abdesti yine bozar.

 

Tuvalet Âdâbı:

• Tuvalete sol ayakla girilir ve sağ ayakla çıkılır.

• Girmeden önce Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in okuduğu şu duâ okunur:

"Allah'ım pislikten ve (cin-şeytan gibi) kötü yaratıklardan sana sığınırım." (Buhârî)

Çıkarken de şu duâ okunur:

"Eziyet ve sıkıntıyı giderip bana âfiyet veren Allah'a hamdolsun." (Tirmizî)

• İçeri girdikten sonra avret yerleri ayakta açılmaz, otururken açılır ve sol tarafa meyledilir. Açık arazide gözden uzaklaşılır veya bir şey örtünülür.

• Ceplerde Âyet-i kerime yazılı sayfa veya Kur'an-ı kerim'den bir şey varsa çıkarılır.

• Büyük abdest bozduktan sonra çıkış yerini yıkamak vâciptir. Cünüplükten, hayız ve nifasdan sonra guslederken ön ve arkayı yıkamak da böyledir.

Sadece küçük abdest bozulursa tenasül âletini yıkamak müstehaptır.

• Temizlenmek su ile olur ve sol el ile yapılır. Bir özür bulunmadıkça sağ el kullanılmaz, mekruhtur.

• Temiz taşla veya sert toprak parçası ile temizlenmek mümkündür. Su bulunmadığı veya su bulunduğu halde önce taşla üç defa silinip sonra su ile yıkamak efdaldir. Necis şeylerle temizlik yapılmaz. Bunun gibi kemik, insan ve hayvan yiyecekleri, kömür, kireç, cam, bez... gibi şeylerle temizlenmek mekruhtur.

• Tuvalette konuşmak, Allah'ı zikretmek, verilen selâma karşılık vermek, aksıranı ve okunan ezanı cevaplandırmak mekruhtur. Kendisi aksırdığı takdirde içinden hamdeder, dili ile söylemez.

• Başın kapalı olması da âdâbdandır.

• İhtiyaçtan fazla beklememeli, avret yerine ve çıkan pisliklere bakmamalı, içeride sümkürmemeli ve tükürmemelidir.

• Durgun veya akar sulara, çeşme ve su kenarlarına, ağaç altlarına, gölgelik yerlere, yol üzerine, mescid civarına, mezarlığa, karınca ve benzeri böceklerin yuvalarına küçük abdest bozmak mekruhtur.

Yerde ve duvarlarda bulunan deliklere küçük abdest bozmaktan kaçınmalıdır.

• Bir özürü yokken ayakta abdest bozmak mekruhtur.

• İnsanların görebilecekleri bir yerde istibra yapmak edebe aykırıdır.

• Hasta olan bir adamın hanımı veya hasta olan bir kadının kocası yoksa istinca terkedilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.32 Meshetmek-Gusül-Teyemmüm

Previous topicNext topic
Meshetmek-Gusül-Teyemmüm
 

İSLÂM İLMİHALİ

Meshetmek-Gusül-Teyemmüm

 

Ayağa giyilen mest üzerine abdest alırken mesh yapılabilir. Bu bir kolaylıktan ibarettir.

Mest üzerine mesh yapmak sünnettir. Eller ıslatılır, önce sağ elin açılmış üç parmağı ile sağ mestin ucundan başlayarak topukları aşacak şekilde yukarıya doğru meshedilir. Sonra da sol el ile sol ayağın mesti meshedilir. Böylece sünnete uygun mesh yapılmış olur.

Meshin sahih olması için mestin abdestle giyilmiş olması, mestin ayakları topukları ile birlikte örtmüş olması, içine su almaması, ayağın üç küçük parmağı sığacak kadar deliği, söküğü bulunmaması ayakta bağsız durabilecek kadar kalınca ve yol yürümeye dayanıklı olması, her ayağın ön tarafından en az üç küçük parmak kadar bir kısmın mevcut olması şarttır. Ayaklardan birinin ön tarafı kesik olursa, ayakların ikisini de yıkamak gerekir. Fakat bir ayağı hiç olmayan kimse, diğer ayağına giydiği mest üzerine mesh yapabilir.

Yolcular abdestli olarak mestleri giydikten sonra o abdestin bozulduğu andan itibaren üç gün üç gece yani yetmiş iki saat, yolcu olmayanlar bir gün bir gece yani yirmi dört saat mestlerini çıkarmadan üzerine meshedebilirler. Abdesti bozan şeyler meshi de bozar, abdest alırken tekrar meshetmesi gerekir. Üzerine meshedilmiş mestlerden birisi veya ikisi çıkarsa, mesh müddeti geçerse mesh bozulur.

Sargı veya Yara Üzerine Meshetmek:

Abdest âzâlarının herhangi birinde bulunan bir yaraya, kırık ve çıkığa su dokundurulması mahzurlu ve tehlikeli ise; gerek bu kısımların, gerekse üzerine bağlanan sargı bezi, bant, alçı ve benzeri maddelerin üzerine mesh yapılabilir. Yaranın kendisini veya üzerine bağlanan maddelere meshetmek de zarar veriyorsa hiç el sürülmez.

Özür devam ettiği müddetçe meshe devam edilir. Sargıyı değiştirmek meshin yeniden yapılmasını gerektirmez. Yaranın abdestli iken sarılmış olması da şart değildir.

Bu hüküm gusül hakkında da böyledir.

 

GUSÜL

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Eğer cünüp olduysanız gusül abdesti alınız." buyuruyor. (Mâide: 6)

Bu bir emr-i ilâhî'dir ve kat'î bir farzdır.

Cünüplük ile, kadınların lohusalık ve âdet görme hallerinin sona ermesi guslü gerektirir.

Guslün Farzı Üçtür: Ağıza su verip çalkalamak, buruna su çekip temizlemek, vücudun her tarafını iyice yıkamak.

 

Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı:

Eûzü-besmele çekilerek niyet edilir.

Eller bileklere kadar yıkandıktan sonra sol elle avret mahalli yıkanıp temizlenir. Vücudun herhangi bir yerinde namaza mâni olabilecek bir pislik veya yapışmış bir madde varsa temizlenir.

Sağ avuca üç kere su alınarak ağız boğaza kadar çalkalanır. Yine sağ elle genize ulaşacak şekilde şiddetlice buruna üç kere su çekilir, sol elle sümkürülür.

Bundan sonrası tıpkı namaz abdesti gibi abdest alınarak tamamlanır. Basılan yerde su birikiyorsa, ayaklar çıkarken yıkanır.

Abdest bitince önce başa, sonra sağ ve sol omuza üçer kere su dökülür. Vücudun her tarafı ovularak, hiç kuru yer bırakılmamasına çalışılır. Birinci dökülen su farz, ikinci ve üçüncüsü sünnettir.

Göbek çukuruna, küpe deliklerine, saç ve sakal aralarına su gitmesine dikkat edilir.

 

Gusül ile İlgili Meseleler:

Cünüplük halinin husule gelmesi için meninin "Difk" şeklinde, yani tazyikli olarak şehvetle gelmesi şarttır. Korkudan ve ağır kaldırmaktan dolayı gelen meni; miktarı ne kadar çok olursa olsun, şehvetle ve tazyikle gelmediği için gusül abdesti gerektirmez.

Dokunma ve bakma neticesinde şehvetle gelen meniden dolayı da gusletmek gerekir.

İdrardan sonra gelen ve "Vedi" denilen koyu kirlimsi madde ile, şehevî uyanıklıktan sonra gelen ve "Mezi" adı verilen ince sıvı da guslü gerektirmez.

Yerinden şehvetle ayrılan meni, bedenden dışarı çıkmadıkça gusül icab etmez.

Rüyâda ihtilâm olduğunu görüp de, elbisesinde ıslaklık bulunmayan kimsenin gusletmesi gerekmez.

Mukarenet hâlinde, boşalma olsun olmasın, gusül gerekir.

İhtilâm olan veya mukarenette bulunan bir kimse küçük abdest bozmadan, çokça yürümeden biraz uyumadan yıkanıp da sonra kendisinden meninin artanı gelse tekrar yıkanmak icap eder.

Erkeklerin saç diplerini ve saçların tamamını yıkamaları gerekir. Kadınlarınsa saç diplerini yıkamaları kâfidir, saçları örgülü ise örgüyü çözmeleri şart değildir.

Guslün mekruhları abdestin mekruhları gibidir. Guslederken avret yerlerini örtmemek mekruhtur.

Gusül esnasında kıbleye karşı durulmaz, konuşulmaz ve duâ okunmaz.

İkinci bir mukarenetten önce gusül mecburiyeti yoktur. Böyle durumlarda abdest almak kâfidir.

Zaruret olmadıkça cünüp iken yemek, içmek doğru değildir.

Mekruh olmayan vakitlerde, gusülden sonra iki rekât nafile namaz kılmak müstehaptır.

Cünüplük olmasa bile Cuma günleri yıkanmak sünnettir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her Cuma günü namazdan evvel guslederlerdi. Bu guslün her müslümana gerekli olduğunu beyan buyurmuşlar ve teşvik etmişlerdir.

Guslü icabettiren bir durum olduğunda kirli durmamak, ilk fırsatta yıkanmak lâzımdır. Allah'ımızın emri, müslümanın boynunun borcu olduğu unutulmamalıdır. Bugün bir çok gençler guslü bilmiyorlar ve yapmıyorlar.

Özürsüz olarak gusül abdestini geciktirmek günahtır. Nerede kaldı ki cenabet gezmenin günahı ise pek çoktur.

Cünüplük hâlinin devam etmesi ne kadar kötü bir şey ki, o haldeyken Kur'an-ı kerîm okunmasına bile ruhsat verilmiyor.

 

TEYEMMÜM

Yeter derecede suyun bulunmadığı veya bulunup da kullanılmasının mahzurlu olduğu hallerde abdestin ve guslün yerine yüzü ve kolları temiz bir toprakla meshetmek suretiyle teyemmüm yapılır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Hasta iseniz veya yolculukta bulunuyorsanız, yahut biriniz abdest bozma yerinden gelmişse, veyahut kadınlara dokunmuşsanız (yaklaşmışsanız) ve su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir zorluk vermeyi istemez. Fakat O, temizlenmenizi ve üzerine olan nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz." (Mâide: 6)

Su takriben dört kilometre uzakta ise, su kullanıldığı takdirde hastalanmaktan veya hastalığın daha da artmasından korkulursa, suyun bulunduğu yerde tehlike varsa, mevcut suyu kullanınca susuz kalma ihtimâli varsa... teyemmüm yapılır.

İki Farzı Vardır: Niyet etmek, elleri toprağa iki kere vurup yüze ve kollara sürmek.

 

Teyemmümün Alınışı:

Abdest alacak gibi kollar sıvanır. Eûzü-besmele çekilir ve niyet edilir. Parmaklar açılarak iki elin içleri temiz bir toprağa, taş, kum veya mermere bir defa vurulur. İleri-geri çektikten sonra silkilir ve ellerle yüzün her tarafı meshedilir.

Sonra tekrar önceden yapıldığı gibi iki el toprağa vurulur. Yüzük, bilezik varsa kımıldatılır, parmak araları hilâllenir. Önce sol elin baş ve şehådet parmakları ayrılır, kalan üç parmağın içiyle sağ kolun dış yüzü, parmak uçlarından dirseklere kadar meshedilir. Daha sonra dirsekte sol el çevrilir, baş parmakla küçük parmak halka yapılır, sol elin avuç içi ile sağ kolun iç tarafı bileğe kadar meshedilir. Orada baş parmağın içi ile sağ elin baş parmağının üzeri meshedilir.

Sonra hiçbir yere dokunmadan aynı tarzda yani sıra ile sol kol meshedilir ve teyemmüm alınmış olur.

Abdest âzâlarının yarısı veya yarısından fazlası özürlü ise teyemmüm yapılır.

Çevresinde su bulunduğunu tahmin eden kimsenin, su aramadan teyemmüm yapması câiz değildir.

Abdest almaya veya gusletmeye gücü yetmeyen bir hasta, hem abdest için hem de gusül için teyemmüm yapabilir.

Su bulununca, özür ortadan kalkınca teyemmümün hükmü kalmaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.33 Sular-Kuyular

Previous topicNext topic
Sular-Kuyular
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sular-Kuyular
Necasetler ve Temizlenme Yolları

 

SULAR

Sular iki kısımdır:

1. Mutlak Sular: Yağmur, kar, dolu, dere, deniz, göl, ırmak, pınar, kuyu... suları hem temizdir, hem temizleyicidir. Bu sularla her türlü temizlik yapılır, içilir, yemek pişirilir abdest alınır, gusledilir.

2. Mukayyed Sular: Gül suyu, çiçek suyu, asma suyu, üzüm suyu... gibi sular, başka maddeden elde edilen sulardır. Bu sularla abdest alınmaz, gusledilmez fakat pislik yıkanır.

Ağzı temiz olan insanın ve atın, deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların, kuşların artıkları olan sular hem temizdir, hem temizleyicidir.

Kedilerin, tavukların, atmaca, şahin, doğan, çaylak, kartal gibi yırtıcı kuşların, fare gibi korunması güç olan hayvanların artığı temizdir ve temizleyicidir. Fakat başka su varken bunları kullanmak mekruhtur.

Abdest ve gusülde kullanılmış olan sular aslında temiz olup, maddi pislikleri temizlerse de, onunla tekrar abdest alınmaz, gusledilmez. Böyle suları içmek ve hamur yoğurmak mekruhtur.

İçine pislik düştüğü kesin olarak veya kuvvetli bir tahminle bilinen durgun ve az sularla; akıcı veya çok olduğu halde renk, tad ve kokusundan pislik karıştığı hissedilen sular pistir. Bunlarla temizlik yapılmaz. Zaruret olmadıkça temiz olmayan suları, her ne surette olursa olsun kullanmak haramdır.

Köpeğin, domuzun, kurdun, maymunun ve diğer yırtıcı hayvanların artıkları olan sular da temiz değildir.

Zaruret olmadıkça merkep ve katırın artığı olan sularla abdest almak, gusletmek doğru değildir. Fakat pislenen şeyler yıkanabilir.

 

KUYULAR

Arı, sinek, balık ve kurbağa gibi kanı olmayan hayvanlarla mutlak surette suda yaşayan hayvanlar ölmekle kuyunun suyunu pislemezler. Güvercin ve serçenin tersi de suyu bozmaz.

Kuyuya serçe, fare, kertenkele, sığırcık kuşu büyüklüğünde bir hayvanın düşüp ölmesi hâlinde kuyunun temizlenmesi için yirmi ilâ otuz kova su çekilir.

Tavuk, kaz, ördek, güvercin veya bunlar büyüklüğünde bir hayvan düşüp ölürse, kırk ilâ altmış kova şu çıkarmak lazımdır.

Bir insan veya koyun, köpek düşüp ölürse, bütün kuyuyu temizlemek gerekir.

Kuyuya düşen hayvan, cüssesi ne olursa olsun, ölür veya şişerse kuyunun bütün suyunu boşaltmak gerekir.

Kuyuya domuz düşerse, ölmeden çıkarılsa bile kuyunun temizlenmesi için bütün suyun boşaltılması gerekir.

Kan, idrar, şarap gibi akıcı bir pislik veya ördek, kaz, tavuk, insan, kedi, köpek gibi canlıların dışkıları kuyunun suyuna karışırsa, kuyunun suyunu tamamen çekmek gerekir.

Kuyunun dibinde sürekli su çıkaran bir kaynak mevcutsa ve bu suyun tamamını boşaltmaya imkân vermiyorsa ikiyüz kova su çıkartmak kuyunun suyunu çıkartmak için yeterlidir.

Kuyuya düşüp ölen fare ve benzeri bir hayvanın ne zaman düştüğü bilinmezse bakılır; eğer şişmemiş ve dağılmamışsa bu kuyunun suyundan kullanmış olanlar bir günlük namazı iade ederler ve suyun değdiği şeylerin hepsini yıkarlar. Eğer ölü hayvan şişmiş ve dağılmışsa kuyunun suyundan kullananlar üç günlük namazı iade ederler.

 

NECASETLER VE
TEMİZLEME YOLLARI

Namaz kılmak isteyen kimsenin vücudunda, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde, necaset (pislik) varsa bunları temizlemesi şarttır.

Ağır necaset sayılan bir madde katı ise bir dirhem (2.8 gram) ağırlığından, sıvı ise el ayasından büyük olursa namazın sıhhatine engeldir.

Ağır necasetler şunlardır: İnsanlardan çıkan; idrar, dışkı, meni, mezi, vedî, kan, irin, ağız dolusu kusuntu, hayız, nifas ve istihâze kanları. Eti yenmeyen hayvanların; idrarları, akan kanları, salyaları ve kuşlardan başka tüm hayvanların dışkısı. Eti yenen hayvanlardan; tavuk, kaz, ördek, hindi ve davar cinsi olanların dışkıları. Şarap ve diğer sarhoşluk veren içkiler.

Hafif necasetler bulaştığı elbisenin vücud organlarından birinin üzerine gelen parçasının (meselâ kolun) dörtte birinden fazlasını kaplıyorsa namazın sıhhatine engel teşkil eder.

Hafif necasetler şunlardır: Atın, eti yenen ehlî ve yabanî hayvanların idrar ve dışkıları. Etleri yenmeyen kuşların dışkıları.

Necasetler her çeşit temiz su ile, çiçek, meyve ve sebzelerden çıkan sularla ve sirkeyle yıkanarak temizlenir. Necaset bulaştığı şeyin üzerinde görünür şekilde ise izi yok oluncaya kadar yıkanır, bunun için belirli bir sayı yoktur. Ancak necaset idrar gibi görünmeyen cinsten olursa bulaştığı şeyi üç kere yıkamak ve her yıkamada sıkmak şarttır. Sıkma yıkayanın gücünün yettiği oranda olur.

Bıçak, kılıç, ayna gibi eşyalar silinmek suretiyle temizlenebilir.

Ayakkabı, mest gibi giyim eşyasına bulaşan necaset kurursa kazımak suretiyle temizlenebilir.

Meni yaş olursa yıkamak suretiyle temizlenir, eğer kurumuş halde bulunursa ovalamak suretiyle de temizlenebilir.

Usulüne uygun olarak kesildikten sonra, henüz iç organlarını çıkarmadan tüylerini yolmak için kaynar suya atılmış olan tavuk ve benzeri hayvan, pislenmiş olur ve artık hiçbir şekilde temizlenemez. Çünkü pis suyu içine çekmiştir. İşkembe de böyledir, yıkanıp temizlenmeden kaynar suya atılırsa bir daha temizlenemez.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.34 Dinin Direği ''Namaz!'' (1)

Previous topicNext topic
Dinin Direği ''Namaz!'' (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Dinin Direği "Namaz!" (1)

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Namaz müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır." buyuruyor. (Nisâ: 103)

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Her şeyin bir alâmeti vardır. İmanın alâmeti de namazdır." (Münâvî)

"İşin başı İslâm'dır, onu ayakta tutan namazdır, zirvesi ise Allah yolunda cihaddır." (Tirmizî)

"Kıyamet gününde kulların hesaba çekilmesi namazdan başlar. Bu hesap doğru verilirse diğer amellerin de kabûlüne yardımı olur. Aksi takdirde hüküm tersine olur." (Tirmîzî)

"Cehennem ateşi azâbı hak eden müminlerin vücudunu yakar. Fakat Cenâb-ı Hakk'a secde ederken yere değen âzâya dokunamaz." (Buhârî)

"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa içinde yıkansa kiri kalır mı?"

– Hayır, hiçbir kir bırakmaz.

"İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 319)

"Gece ve gündüz melekleri bir biri peşine size gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde 'Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler 'Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık.' derler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 332)

Allah'a imandan sonra her müslümana en mühim farz, namazdır. Yalnız ümmet-i Muhammed'e değil, geçmiş ümmetlerin hepsine de farz kılınmıştır.

Namaz, Rabb'imiz Teâlâ Hazretleri'nin görünür-görünmez, bitmez, tükenmez ihsan ve ikrâmlarına karşı şükran ve tazimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibâdettir.

Hadis-i şerif'lere göre İslâm'ın şartı, dinin direği ve temeli, ibâdetlerin rehberi, cennetin anahtarıdır. Müminin miracı, kalbinin nûru, ruhunun gıdasıdır. Muttakilerin göz aydınlığıdır.

Namaz kılmakla, İslâm'ın esas ve büyük temeli kurulmuş, kişi kurtuluş ipine tutunmuş olur.

Amellerin en efdâlî vaktinde kılınan namazdır.

İnsan namaza ne kadar devamlı olursa, dinini de o kadar sağlamlaştırmış olur.

Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, namazlar vakit aralarındaki günahlara kefârettir.

Kötülüklerin önüne çekilmiş bir seddir. Hakîkatına inilerek edâ edilirse, insanı her türlü kötülüklerden korur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabb'inize ibadet edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz." (Hacc: 77)

İnsanı Mevlâ'sına en çok yaklaştıran ameli namazdır. Kulun Rabb'ine en yakın olduğu an secde anıdır. Namazda iken kulun üzerine ilâhi rahmet iner.

İbâdetlerin en mühimi en câmialısı namazdır. Namazda her türlü ibâdet şekilleri mevcuttur. Kimi melekler kıyamda, kimisi rükû ve secdede, kimileri de oturur vaziyette ibâdet ederler. Meleklerin ayrı ayrı yaptıkları bu ibâdetlerin tamamı namazda toplanmış bulunmaktadır. Ümmet-i Muhammed'e miraç hediyesidir.

Namazla din arasındaki münasebet, başın gövde ile olan münasebeti gibidir.

Namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır." (Müslim)

"Kul ile şirk arasında namazı terketme vardır." (Müslim)

Yani namaz terkedilince kul müşrik gibi olur.

"Namaz kılmayan kimse hiçbir din ihtiyar etmemiş gibidir." (Münâvî)

Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile şirk arasında bir engel kalmaz. Namaz insanı küfre düşmekten korur.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Her kim ikindi namazını (bilerek) terkederse, yaptığı ameli boşa gider." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 330)

 

NAMAZ VAKİTLERİ

Sabah Namazının Vakti: Tan yeri ağarıp karanlık açıldıktan sonra başlar, güneş doğmasından biraz önceye kadar devam eder.

Sabah namazını karanlık açıldıktan sonra kılmak müstehaptır.

Öğle Namazının Vakti: Güneş tam tepeye geldiği zaman başlar, dikili bir şeyin gölgesi iki misli oluncaya kadar devam eder.

Öğle namazını yazın biraz geciktirmek, kışın da tam vaktinde kılmak sevaptır.

İkindi Namazının Vakti: Öğle vakti bitiminden güneş batıncaya kadar sürer.

İkindiyi vakti girer girmez kılmayıp biraz geciktirmek müstehap, güneşten göz kamaşmayacak vakte bırakmak mekruhtur.

Akşam Namazının Vakti: Güneş battıktan sonra başlar, batıdaki kızıllık veya beyazlık kayboluncaya kadar devam eder.

Akşam namazını dâima yıldız görünmeden kılmak müstehaptır.

Yatsı Namazının Vakti: Akşam vaktinin çıkmasından, sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır.

Yatsı namazını kışın gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehap, gece yarısına kadar geciktirmek mübah, gece yarısından sonraya bırakmak mekruhtur. Yazın tam vaktinde kılmak müstehaptır.

Vitri mümkün olduğu takdirde gecenin sonlarına doğru bırakmak daha sevaptır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.35 Dinin Direği ''Namaz!'' (2)

Previous topicNext topic
Dinin Direği ''Namaz!'' (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Dinin Direği "Namaz!" (2)

 

EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET:

Ezan müslümanlığın şiârıdır, vâcip kuvvetinde müekked bir sünnettir. Bir dâvet hükmündedir, vakit girince okunur.

Okunuşu şu şekildedir:

Allahu Ekber Allahu Ekber, Allahu Ekber Allahu Ekber.

Eşhedü enlâ ilâhe illâllah, Eşhedü enlâ ilâhe illâllah.

Eşhedü enne Muhammeden Resulullah, Eşhedü enne Muhammeden Resulullah.

Hayyâalessalâh, Hayyâalessalâh.

Hayyâalel-felâh, Hayyâalel-felâh.

Allahu Ekber Allahu Ekber, Lâ ilâhe illâllah.

Sabah ezanında "Hayyâalel-felâh"dan sonra iki defa "Essalâtü hayrun min'en-nevm" denilir. İkâmette ise yine iki defa "Kad kametissalâh" denilir.

 

Ezan ve İkâmete Âit Hükümler:

Ezanı işiten kimsenin Kur'an-ı kerim okuyor bile olsa, durup dinlemesi efdâldir.

Ezanı ve ikâmeti işiten kimse bunları kendi kendine müezzinle beraber tekrar eder. Yalnız "Hayyâalessalâh ve Hayyâalel-felâh"larda "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" denir. Sabah ezanında "Essalâtü hayrun min'en-nevm" denilirken "Sadakte ve berarte" yani "sâdıksın, doğru söylüyorsun." denir.

Ezan bitince hem müezzin hem de işitenler vesile duâsını okurlar.

Ezan ve ikâmet erkekler için namazın sünnetinden olduğu için, beş vakit farz edâ edilirken de kazâ edilirken de ezan okunup kamet getirilir. Bir kaç kaza namazını bir arada kılmak isteyen kimse, başlangıçta bir ezan okur, her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Ezan okununca, şeytan zıplayarak yellene yellene ezanı duymayacak kadar geriye kaçar, ses kesilince yine döner.

Kâmet edilince tekrar yüz-geri edip kaçar.

Bitince, namaz kılan ile kalbi arasına fitne sokmak için yine hücuma geçer. 'Şunu şunu hatırla!' der. Kaç rekât namaz kıldığını bilemeyecek duruma getirinceye kadar hatırlayamayacağı şeyleri kişiye hatırlatır." (Buhârî. Tecrîd-i Sarîh: 360)

"İnsanlar, müezzinlikte ve birinci saftaki sevabı bilseydiler, kurasız kimse ezan okuyamaz, birinci safta yer bulamazdı.

Camiye erken gitmekteki sevabı bilselerdi koşuşarak giderlerdi.

Yatsı ve sabah namazlarındaki ecri bilselerdi aksayarak da olsa bu namazlara gelirlerdi." (Buhârî. Tecrîd-i Sarîh: 366)

 

BEŞ VAKİT NAMAZ

Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim:

Eûzü-besmele çekilerek niyet edilir. (Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının sünnetini kılmaya gibi.)

• "Allahu Ekber" diyerek eller kaldırılır ve göbeğin altına bağlanır.

• "Sübhaneke" duâsı okunur, "Eûzü-besmele" çekilir, "Fâtiha" sûresi okunur, "Âmin" denir ve bir sûre okunur.

• "Allahu Ekber" diyerek rükûya eğilinir, üç kere "Sübhane Rabbiyel Azim" denir. "Semiallahu Limen Hamideh" diyerek doğrulunur ve "Rabbenâ lekel Hamd" denir.

• "Allahu Ekber" diyerek secdeye gidilir. Üç kere "Sübhâne Rabbiyel Â'lâ" denir. "Allahu Ekber" diyerek oturulur. "Allahu Ekber" diyerek yine secdeye gidilir, üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denir.

• "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. Sadece "Besmele" çekilerek "Fâtiha" sûresi okunur, "Âmin" denir ve bir sûre okunur.

• "Allahu Ekber" diyerek aynı birinci rekâtta olduğu gibi rükûya gidilir, secdeler yapılır ve "Allahu Ekber" diyerek oturulur.

• "Ettahiyyatü" duâsı, "Allahümme Salli" ve "Allahümme Bârik" salâvât-ı şerif'leri ile "Rabbenâ âtina...", "Rabbenağfirlî..." duâları okunur. "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek önce sağa sonra sola selâm verilir.

Selâmdan sonra "Allahümme entesselâm, ve minkesselâm, tebârekte yâ zelcelâli vel-ikram" denir.

Bütün namazların ilk iki rekâtı, sabahın sünneti ve farzı, cuma'nın farzı, akşam'ın sünneti, öğle ve yatsı'nın son sünnetleri bu şekilde kılınır. Sâdece niyetleri değişiktir.

 

SABAH NAMAZI:

Dört rekâttır: İkisi sünnet ikisi farz.

Her iki rekât da yukarıda anlatıldığı gibi kılınır.

 

ÖĞLE NAMAZI:

On rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet.

• Sünnetin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur ve "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Besmele" çekilerek devam edilir ve iki rekât daha kılınarak selâm verilir.

• Farzın kılınışı: Sünnetin kılınışı gibi kılınır. Yalnız üçüncü ve dördüncü rekâtlarda "Fâtiha" dan sonra sûre okunmaz.

• Son sünnetin kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

 

İKİNDİ NAMAZI:

Sekiz rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz.

• Sünnetin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca "Ettahiyyatü" ile beraber "Salli-Barik" duâları okunur. "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Sübhaneke" duâsı okunur. "Eûzü-Besmele" çekilerek devam edilir ve iki rekât daha kılınarak selâm verilir.

• Farzın kılınışı: Öğle namazının farzı gibi kılınır.

 

AKŞAM NAMAZI:

Beş rekâttır: Üçü farz, ikisi sünnet.

• Farzın kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur. "Allahu Ekber" diyerek kalkılır. "Besmele" çekilerek "Fâtiha" okunur. Sûre okunmadan rükûya gidilerek bir rekât daha kılınır ve selâm verilir.

• Sünnet'in kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

 

YATSI NAMAZI:

On üç rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet, üçü vitir.

• Sünnetin kılınışı: İkindi'nin sünneti gibi kılınır.

• Farzın kılınışı: Öğle ve İkindi'nin farzı gibi kılınır.

• Son sünnetin kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

• Vitirin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur. "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Besmele" çekilerek "Fâtiha" ve bir sûre okunur. "Allahu Ekber" diyerek eller kaldırılıp bağlanır. Kunut adı verilen "Allahümme innâ nestaînüke" ve "Allahümme iyyakena'büdü..." duâları okunur. "Allahu Ekber" diyerek rükûya gidilir. Böylece bir rekât daha kılınarak selâm verilir.

Kunut duâlarını bilmeyenler "Rabbenâ âtina..." Âyet-i kerime'sini okuyabilir. Üç kere "Allahümmağfirlî" de diyebilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.36 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (1)

Previous topicNext topic
Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (1)

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Resul'üm! Kitap'tan sana vahyedileni oku ve namaz kıl! Şüphesiz ki namaz insanı her türlü hayâsızlıktan ve fenâlıktan alıkoyar. Zikrullah elbette en büyük (İbadet)tir. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebût: 45)

Müminlerin her türlü kötülüklerden ve yasaklardan kaçınması icap ederken, nice namaz kılan kimselerin kendilerini haramdan ve yasaklardan kurtaramadıkları görülmektedir.

Bunun da sebebi namazda huzur ve huşuya dikkat edilmemesinden ileri gelmektedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Huşu ile namaz kılan müminler ahiret azabından kurtuldular." buyuruyor. (Müminûn: 1-2)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:

"Namazında huşu olmayan kimsenin namazı kabule lâyık olamaz, vaad olunan faydası da beklenemez." buyurmuşlardır. (Münâvî)

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Namazında sesini yükseltme, sesini o kadar da kısma, ikisi arasında bir yol tut." (İsrâ: 110)

Bu gibi kimseler ancak emri yerine getirerek farzı edâ etmiş ve namazı terkedenler için tayin olunan şer'i cezadan kendini kurtarmış olur.

Namazda huzur ve huşu şarttır. Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:

"Benim zikrim için namaz kıl!" buyuruyor. (Tâhâ: 14)

Bu Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki namaz kılmaktan maksat Allah-u Teâlâ'yı anmaktır. Namazı boyunca gaflette olan bir kimse, Allah'ı anmak için namaz kılanlardan olmamış olur.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde de:

"Gâfillerden olma." buyuruyor. (Â'râf: 205)

Namaz gafletle kılınırsa o namaz sahibini fuhşiyattan, münkerden alıkoymaz, Hazret-i Allah'tan uzaklaştırır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa, o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)

"Sâlih amelden ayrılmayan kimsenin iki rekât namazı, iyi ile kötü ameli karışık kimselerin bin rekât namazından efdâldir." (Münâvî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise:

"Nice namaz kılan var ki namazından sadece yorgunluk elde eder." buyuruyorlar. (Nesai)

Namazda huşu; hem zâhiri hem bâtıni olmak üzere iki kısımdır:

 

Bâtınî Huşu:

Namaz kılmaya başlayan bir kimse iftitah tekbirinden başlayıp selâm verinceye kadar, kendisinin Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir.

O'nun heybet ve azameti karşısında kendisinin ne derece hakir, fakir olduğunu, merhamete ve mağfirete muhtaç, günahkâr bir kul olduğunu tefekkür etmelidir.

İbadetler arasında Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği olan namaz sayesinde söz ve hareketleriyle af ve mağfiret talep edip O'nun lütuf ve ihsanını kazandıracak bir makamda bulunduğunu korku ve haşyetle düşünmelidir.

Bu şekilde kılınan namazımız melâike-i kiram'ın muhtelif şekillerdeki ibadetlerini içinde topladığı için, diğer ibadetlerin en faziletlisi, af ve mağfiret sebeplerinin en mükemmelidir.

Meleklerin bir kısmı ayakta bir kısmı oturarak, bir kısmı rükû ve secde ile meşguldürler. Diğer bazısı da "Allah-u Ekber", "Elhamdülillah", "Subhanallah" gibi tekbir, tahmid ve tesbih ile emrolunmuşlardır. Namaz kılan müslümanlar da, bu faziletlerin hepsinden kısmi de olsa feyz almaktadırlar.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.37 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (2)

Previous topicNext topic
Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (2)

 

Zâhirî Huşu (1)

Bir insan namaza başlar başlamaz tam bir sükûnetle, etrafına bakmadan, azalarını lüzumsuz hareketlerden koruyarak, Allah-u Teâlâ'nın huzurunda bulunup dilinden dökülen kelimelerin mânâsını düşünmelidir.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Namaz içinde oraya buraya bakmak, kişinin namazından çaldığı hırsızlamadır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 420)

"Kişi, namazından ne kadar anlarsa, o derece namaz kılmış sayılır." buyurmuşlardır.

"Allah-u Ekber" deyince, Allah-u Teâlâ'nın herşeyden büyük olduğunu düşünmelidir.

Sübhaneke Allahümme ve bihamdik: Ey Allah'ım! Sana hamd ederek, her türlü noksanlardan tenzih ederim.

Vetebâre kesmük: Senin ism-i şerif'inin hayır ve bereketleri cem ettiğini bilirim.

Veteâlâ ceddük: Senin azamet ve şanını itiraf ederim.

Velâ ilâhe ğayrûk: Senden başka bir mabud olmadığını dil ile ikrar, kalp ile tasdik ederim.

Euzü billâhi mineşşeytanirracîm: Merhamet dergâhından kovulmuş şeytanın hile ve desiselerinden Cenâb-ı Hakk'a sığınırım.

• Bismillâhi: Cenâb-ı Allah'ın ism-i şerif'i dilimde ve kalbimde bulunduğu halde namaza başlıyorum.

Errahman: Öyle bir Allah ki dünyada merhameti herkese şâmil.

• Errahim: Ahirette ise itaatkâr kullarına cennet ve cemâlini ihsan buyurucudur.

• Elhamdü'lillâhi: Hamd ve sena bütün övgüler Allah-u Zülcelâl Hazretleri'ne mahsustur.

• Rabbil âlemin: Bütün âlemlerin yaratıcısı, rızıklandırıcısı, mürebbisidir.

• Errahmânirrahim: O Rahman ve Rahim'dir.

• Mâlik-i yevmiddin: Kıyamet gününün sahibi ve melikidir. Herkesin gözü onun lütuf ve keremindedir.

• İyyâke na'büdü: Allah'ım yalnız sana ibadet eder,

Ve iyyâke nestaiyn: Yalnız senden yardım bekleriz.

• İhdinâ: Bizlere hidayet eyle.

• Sırâtalmüstakim: Cennete uzanan doğru bir yolu.

• Sıratalleziyne en'amte aleyhim: Nimetlerine nâil olan nebilerin ve velilerin süluk ettikleri şeriat ve tarikat-ı mutahharayı,

• Ğayril mâğdûbi aleyhim veleddalliyn: Gazabı haketmiş olanların ve doğru yoldan sapan yahudi ve hıristiyanların yolunu değil.

Namaz kılan kimse bu şekilde Fâtiha sûre-i şerifi'ni okuduktan sonra istediği bir sûre daha okur. Cenâb-ı Hakk'ı tâzim makamında rükûya eğilir, kendini küçültür.

Rükûda "Sübhâne rabbiyel aziym" diyerek, büyüklük zâtına mahsus olan Hazret-i Allah'ı bütün noksanlardan tenzih eyler.

• "Semiallahu limen hamideh" diyerek rükûdan kalkar. "Allah-u Teâlâ kendisine hamd edenin hamdini işitir ve kabul buyurur." demektir.

Rükûdan kalktığında da "Rabbenâ lekel hamd" der. "Ey Rabb'imiz. Hamd ancak sana mahsustur." mânâsına gelir.

Sonra secdeye varır.

Bilindiği gibi kulların fiillerinin, iş ve davranışlarının içinde en çok kabule lâyık olan şey mahviyettir. Yani bir insan kendini hakir, sağir, naçiz bir mahlûk olduğunu ve her nesi varsa Cenâb-ı Allah'ın mal ve mülkü bulunduğunu bilmektir.

Secdeye varmak, yerlere kapanmak, toprakla bir olmak ise fiili olarak mahviyeti temsil etmekte olduğu gibi dil ile de "Sübhâne rabbiyel a'lâ"yı okur. "Kuvvet, kudret, beden, mal ve mülk bakımından herkesten üstün olan Hazret-i Allah'ı bütün noksanlardan tenzih ederim." demektir.

İkinci secdeyi de yaptıktan sonra ikinci rekâta kalkar.

Aynı minval üzere onu da kılar ve teşehhüd için oturur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.38 Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (3)

Previous topicNext topic
Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (3)

 

Zâhirî Huşu (2)

Ettahiyyatü lillahi: Hamd ve sena gibi dil ile söylenerek yapılan kavli ibadetler Allah'a mahsustur.

• Vessalâvâtü: Salâvât gibi fiili ibadetler Allah'a mahsustur.

• Vettayyibat: Mâli ibadetlerin dahi hepsi O'na ait olduğunu itiraf eyler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç gecesinde huzuru Rabb'ül izzet'e varınca ve bu üç kelime-i tayyibe ile hamd ve sena vazifesini yerine getirince, Allah-u Teâlâ da üç kelime ile mukabelede bulundu.

"Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü." yani "Dünya ve ahiret azabından emniyetle beraber, Cenâb-ı Allah'ın rahmet ve âtıfeti, hayır ve bereketi senin üzerine olsun." demektir.

Ondan sonra tekrar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz, Allah-u Teâlâ'nın selâmına cevaben "Esselâmu aleyna ve alâ ibâdillahissalihiyn." yani "Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti ve inayeti bizim ve bütün enbiyanın, evliyânın üzerine olsun." tabiriyle meramını arzetmiştir.

Mübarek Miraç gecesinde meydana gelen bu ahvâle vakıf olan Cebrâil Aleyhisselâm da "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühu" yani "Cenâb-ı Allah'ın birliğine ve Muhammed Aleyhisselâm'ın Allah'ın kulu ve Resul'ü olduğuna şehâdet eylerim." buyurmuştur.

Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın isminin anıldığı zaman salât-u selâm gönderilmesinin lüzumu aşikâr olduğundan, "Ettahiyyatü"nün sonunda salât-u selâm getirilir...

Allahümme salli alâ Muhammed: Yâ Rabb'i, rahmetini Muhammed Aleyhisselâm üzerine indir.

Ve alâ âli Muhammed: Hem de Muhammed Aleyhisselâm'ın bütün akraba ve taallükâtı ile itaatkâr ümmeti üzerine indir.

Kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke hamidün mecid: Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ile onun âile efradına nâzil buyurmuşsan. Şüphesiz ki sen Hamid ve Mecid'sin" demelidir.

Bundan sonra "Rabbenâ..." gibi meşhur duâlardan okumalıdır. Sonra da namaza mahsus olan mukaddes ilâhi huzurdan çıkarak dünya âlemine dahil olacağı için; eğer imam ise hazır bulunan cemaata ve meleklere, tek başına kılıyorsa sağındaki ve solundaki meleklere hitaben "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah" diyerek namaz vazifesini bitirmiş olur.

Ettahiyyatü'yü okurken namazı kılan kişi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Allah-u Teâlâ'ya arz etmiş olduğu kelime-i tayyibeleri kendisi tarafından takdim etmelidir. Bir hikaye olarak okumamalıdır.

Namazın başından sonuna kadar huzur ve huşuyu muhafaza etmek evliyâullahın büyüklerinin güçlükle muktedir olabileceği meselelerden olduğu için, diğer insanlar için ise kolay olmadığı açıktır.

Şu kadar var ki namazın hangi rüknünde olursa olsun namaz kılan için o nispette kabul ümidi şüphesizdir. Bu bakımdan huzur ve huşu için mümkün olduğu kadar çalışıp gayret göstermelidir.

Namaz kılarken:

"Namaza başladığında son namazını kılar gibi kıl!" (Ahmed bin Hanbel)

Hadis-i şerif'ini de gönülden uzak tutmamak gerekir.

Cenâb-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri Tevhid'e inanan müslümanları muvaffak buyursun. Memur bulundukları namazlarını kemâl-i huzur ve huşu ile edâ etmekle kalplerini pür-nûr eylesin, amin.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.39 Namazın Farzları ve Vâcipleri

Previous topicNext topic
Namazın Farzları ve Vâcipleri
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazın Farzları ve Vâcipleri

 

NAMAZIN FARZLARI

1– Dışındaki Farzlar:

• Hadesten tahâret: Mânevî pisliklerden temizlenmek. Abdestsiz olanın abdest alması, gusül abdesti alması icap etmiş olanın gusletmesi.

• Necasetten tahâret: Namaza başlamadan önce; bedeni, elbise ve çamaşırları, namaz kılınacak yeri, namaza engel olacak gözle görülür her türlü pislikten temizlemek.

• Setr-i avret: Namazda vücudun kapatılması gereken yerleri örtmek.

• İstikbâl-i kıble: Namaz kılarken Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i muazzama'ya yönelmek.

• Vakit: Beş vakit namazı, vakti girince kılmak. Her namazın ilk vaktini ve son vaktini bilmek gerekir.

• Niyet: Kılınacak namazın hangi vaktin namazı olduğunu hatıra getirmek. Bu niyeti dil ile söylemek sünnettir.

2– İçindeki Farzlar:

• İftitah tekbiri: Namaza "Allahu Ekber" diyerek başlamak.

• Kıyam: Namazda ayakta durmak.

• Kıraat: Namazda ayakta iken Ku'an-ı kerim'den bir miktar okumak. (Üç kısa âyet, veya üç kısa âyete eşit uzunlukta bir âyet.)

• Rükû: Eller dizlere değecek kadar öne doğru eğilmek.

• Sücûd: Ayak, diz, el, alın ve burunu yere koymak suretiyle bir rekâtta iki kere secde etmek.

• Ka'de-i ahîre: Namazın sonunda "Ettahiyyatü"yü okuyacak kadar oturmak.

NAMAZIN VÂCİPLERİ

Her namaza "Allahu Ekber" lâfzıyla başlamak.

Her rekâtın başında "Fâtiha" sûresini okumak.

Fâtiha'yı sûre veya âyetten önce okumak.

Fâtiha'ya bir sûre veya âyet eklemek. Yani farz namazların ilk iki rekâtında, vitir ve nâfile namazların her rekâtında "Fâtiha"dan sonra bir sûre veya üç kısa âyet veya uzun bir âyet okumak.

İmamın, sabah, akşam, yatsı namazlarının birinci ve ikinci rekâtlarında, cuma, bayram, teravih ve vitir namazlarında Fâtiha ve sûreleri açıktan, öğle ve ikindide içinden okuması.

İmama uyan kimsenin namazların hepsinde Fâtiha ve sûre okumadan susması.

Vitir namazında kunut duâlarını okumak.

İki secdeyi birbiri ardınca yapmak, secdede burunu da alınla birlikte yere koymak.

Bir farzdan diğerine geçerken "Sübhanellah" diyecek kadar ara vermek.

Rükû ve secdelerden kalkarken iyice doğrulmak.

Tâdil-i erkâna riayet etmek.

Üç ve dört rekâtlı namazlarda, ikinci rekâttan sonra oturmak; ilk ve son oturuşta "Ettahiyyatü"yü okumak.

Namazların sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek. "Es-selâmu aleyküm ve rahmetullah" cümlesinin "Es-selâm" kısmını söylemek vâcip, diğer kısmını söylemek ise sünnettir.

Bayram namazlarını kılarken zâid tekbirleri almak.

Namazda yanılırsa sehiv secdesi yapmak.

Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi yapmak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.40 Namazın Sünnetleri ve Müstehabları

Previous topicNext topic
Namazın Sünnetleri ve Müstehabları
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazın Sünnetleri ve Müstehabları

 

NAMAZIN SÜNNETLERİ

"Allahu Ekber" diyerek namaza başlanırken, kunut ve bayram namazı tekbirleri alınırken avuç ayaları ön tarafa gelecek şekilde elleri kulak hizasına (kadınlar omuz hizasına) kaldırmak, sonra bağlamak.

Tekbir alırken parmakları tabii halde açık bulundurmak.

Namaza başlayınca içten "Sübhaneke" duâsını okumak.

Fâtiha sûresini okumaya başlamadan "Euzü-besmele" çekmek. Fâtiha'dan sonra sessizce "Âmin" demek.

İftitah tekbirinden başka bütün tekbirler.

Elleri bağlarken sağ elin içini göbeğin altında sol el üzerine koymak, sağ elin baş ve küçük parmakları ile sol bileği kavramak. (Kadınlar göğüsleri üzerine bağlar.)

Kıyamda iken iki ayak arasında dört parmak kadar bir aralık bırakmak

Rükûda üç kere "Sübhane Rabbiyel Azim" ve her secdede üçer kere "Sübhane Rabbiyel A'lâ" demek.

Rükûda parmaklar açık olarak diz kapaklarını tutmak. Dizleri dik, sırtı düz, başı dosdoğru tutmak. (Kadınlar rükûda dizlerini bükerler, bellerini fazla eğmezler.)

Doğrulurken "Semiallahu Limen Hamideh", doğrulunca da "Rabbenâ Lekel Hamd" demek.

Secdeye varırken önce dizleri, sonra elleri, sonra da yüzü yere koymak. Kalkarken önce yüzü, sonra elleri ve dizleri kaldırmak.

Secdelerde başı iki eller arasında yere koyup, elleri yüzden uzak bulundurmamak.

Sol ayağı yere yatırıp sağ ayağı dikmek.

İki secde arasında oturmak.

Oturuşta elleri dizlere koymak, "Ettahiyyatü" duâsını içinden okuduktan sonra "Allahümme Salli ve Allahümme Barik" duâlarını ve diğer duâları okumak.

Selâmda başı önce sağa sonra sola çevirmek. Her iki tarafa "Esselâmu aleyküm ve Rahmetullah" diye selâm vermek.

 

NAMAZIN ÂDÂBI
(MÜSTEHABLARI)

Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunu düşünmek, zâhirî ve bâtınî olarak huzur ve haşyet içinde bulunmak.

Ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayakların üzerine, secdede iken burunun iki kanadına, otururken kucağa, selâm verirken omuz başlarına bakmak.

Rükû ve secdelerde tesbihleri üçten ziyade yapmak (Beş, yedi, dokuz olabilir)

Öksürmek, geğirmek ve esnemek gibi şeyleri gücü yettiği kadar yapmamaya ve önlemeye çalışmak.

Müezzin "Hayyâalelfelâh" derken imam ve cemaat ayağa kalkmak.

"Kad kâmetissalâh" derken namaza başlamak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.41 Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler ile Namazın Müfsitleri

Previous topicNext topic
Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler ile Namazın Müfsitleri
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler ile Namazın Müfsitleri

 

Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler

Namazda elbisesiyle veya bir yeriyle oynamak.

Zihnini çok meşgul edecek bir hâl ile namaza durmak.

Esnemek veya gerinmek.

Parmak çıtlatmak.

İki elin parmaklarını birbirine geçirmek.

Başkasının huzuruna çıkılamayacak bir giyimle ve kollar sıvalı olarak namaza durmak.

Başı kıbleden çevirmek. Gözlerini yummak veya göğe dikmek.

Erkeklerin secdede kollarını yere yayması.

Önünde, yan taraflarında, başı üzerinde canlı resmi asılı dururken namaz kılmak.

İkinci rekâtı birinciden uzun yapmak.

İkinci rekâtta ilk okuduğu sûrenin üstündeki sûreyi okumak.

Sûrelerin arasını birer sûre ile atlamak.

Ezberinde başka sûre varken, bir sûreyi farz namazın bir tek rekâtında iki kere okumak. (Nafile namazlarda tekrar etmekte bir beis yoktur.)

Yenmek üzere bir yemek hazırlanmış olduğu halde namaza durmak.

Sıkışık abdestle namaza durmak.

Namaz kılanın önünde uyuyan kimselerin bulunması

Cemaatle kılınan namazlarda ön safta yer varken arka safta namaza durmak.

Namazın sünnetlerinden birini terketmek.

Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)

Namazın farzlarından birini terketmek.

Namazda iken konuşmak, "Ah, oh.." demek, selâm vermek, selâm almak, kendi duyacağı kadar gülmek.

Namazda bir şey yemek, veya içmek, bir şeye üflemek.

Teyemmüm almış bir kimsenin, namazda iken suyu görmesi.

Mesh müddetinin namazda iken bitmesi.

Göğsünü kıbleden çevirmek.

Namazda iken bir iş yapmaya kalkışmak. (Uzaktan bakan bir kimse onun namazda olmadığını zanneder.)

Sabah namazını kılarken güneş doğmak.

Özürsüz olarak öksürmeğe çalışmak, boğazı hırıldatmak.

Âyet-i kerime'yi mânâsını bozacak şekilde yanlış okumak.

Aynı namazda erkekle kadının arada perde olmadan aynı hizada durması.

İmama uyanın bir rüknü imamdan önce yapması. (İmamdan önce rükû ve secdeden başını kaldırmak gibi.)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.42 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,

Previous topicNext topic
Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,
Sütre ve Namazda Tâdil-i Erkân

 

Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak:

Namazda Kur'an-ı kerim okurken yanlışlık yapılmasına zelle denir. Bu yanlışlık ve değişiklik, bile bile kasten yapılırsa namaz bozulur.

Bu yanlışlık namazda bulunulduğu unutularak yapıldığı, okunan kelimenin benzeri Kur'an-ı kerim'de bulunmadığı, mânâsı da Kur'an-ı kerim'deki kelimenin mânâsından uzak olduğu takdirde namaz yine bozulur.

Namazda bulunulduğunu unutarak Kur'an-ı kerim'in okunuşunda yapılan hareke yanlışlığı ile namaz bozulmaz.

Şeddesiz bir harfi yanılarak şeddeli, şeddeli bir harfi şeddesiz okumak; uzatılarak okunacak bir harfi kısa, kısa okunacak bir harfi uzatarak okumak; ince okunacak bir harfi kalın, kalın okunacak bir harfi ince okumak; okurken durulacak yerde geçmek, geçilecek yerde durmak namazı bozmaz.

Dad'ı dal veya zal veya zı gibi; zal'ı da ze veya zı gibi; sad'ı sin; tı'yı te gibi okumak, bunları ayıramayanlar için namazı bozmaz.

Her müslümanın, namazı câiz olacak kadar Kur'an-ı kerim'i ezberlemesi farzdır.

 

Sütre:

Önünden insan geçmesi ihtimali olan bir yerde namaza duracak bir kimsenin yarım metre kadar veya daha fazla yükseklikte ve bir parmak kalınlığında bir sütre koyarak, siper edinmesi müstehaptır.

Sütreye yakın durmak, sütrenin tam karşısında dikilmeyip, onu kaşlarından birinin hizasına almak sünnettir.

Yer sert olduğunda kamçı gibi, şemsiye gibi şeyler uzunluğuna yere bırakılabilir.

Namaz cemaatle kılınıyorsa, imamın önüne koyduğu sütre, cemaat için de sütre sayılır.

Namaz kılanın önünden geçilirse namaz bozulmaz, fakat geçen günah işlemiş olur.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Kişi, namaz kılanın önünden geçmenin günahını bilseydi kırk (yıl veya ay veya gün) beklemeyi daha hayırlı bilir, geçmezdi." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 311)

 

Namazda Tâdil-i Erkân:

Namaz kılarken tâdil-i erkâna riayet etmek, namazın kıyam, rükû, sücûd gibi rükünlerini yaparken sükûnetle yerine getirmek gerekir.

Meselâ rükûdan kıyama kalkarken vücud dimdik bir hâle gelmeli, en az bir kere "Sübhanellahil-aziym" diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye gitmelidir. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir defasında mescide girdi. Derken bir kimse de gelip namaz kıldı. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelip selâm verdi. Selâmına karşılık verdikten sonra "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı ve gelip selâm verdi. Resulullah Aleyhisselâm yine "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. Bu üç kere oldu. Nihayet o kimse "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bundan iyisini beceremiyorum, bana öğret!" deyince Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

"Namaza durduğunda tekbir getir, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'an oku. Sonra rükûda olduğuna kanaat getirinceye kadar eğil. Sonra başını kaldırıp dimdik oluncaya kadar doğrul. Sonra secdeye varıp yerine geldiğine kanaat getirinceye kadar secde et. Sonra tam oturuncaya kadar doğrul!. Bütün namazlarında bunu yap." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 423)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.43 Kadınların Namaz Kılma Şekli

Previous topicNext topic
Kadınların Namaz Kılma Şekli
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kadınların Namaz Kılma Şekli
ve Sehiv Secdesi

 

Kadınların Namaz Kılma Şekli:

Kadınların namazlarında bazı farklılıklar vardır:

Namazı kılmak için ezan okumazlar, ikâmet getirmezler.

Tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar ve göğüs üzerine koyarlar.

Kıyamda erkekler gibi dik değil, başları hafif bükük bir halde dururlar.

Rükûda dizlerini germeyip hafif bükerler.

Secdede dizlerini iyice bükerler, karınlarını uyluklarına, kollarını da vücutlarına yapıştırırlar.

Otururken sol kalçalarının üzerine oturup ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarırlar.

 

Sehiv (Yanılma) Secdesi:

Sehiv secdesi farzın tehirinden, vâcibin terk ve tehirinden dolayı lâzım gelir. Yani namazda farzlardan birisi unutularak geciktirilip zamanında yapılmazsa, bir de vaciplerden birisi unutularak zamanında yapılmazsa veya terk edilirse "sehiv secdesi" yapılır. Böylece namazdaki eksiklik tamamlanmış olur.

Meselâ vitir namazının tekbirini veya kunut duâlarını okumayı unutmak, üç veya dört rekâtlık namazlarda iki rekât kıldıktan sonra oturmayı unutmak... gibi.

 

• Sehiv secdesinin yapılışı:

Son oturuşta "Ettahiyyatü"den sonra imam olan kimse yalnız sağ tarafına, tek başına kılan kimse ise iki tarafına selâm verip "Allahu Ekber" diyerek iki kere secdeye gider. Oturduğunda "Ettahiyyatü" ile "Allahümme Salli, Allahümme Bârik"leri okur ve selâm verir.

Namazda bir kaç defa yanılma olsa bile tek bir sehiv secdesi kâfidir.

İmama uyan bir kimse bir hata yaparsa, sehiv secdesi yapması gerekmez.

İmam yanılırsa, imamla birlikte bütün cemaatin de secde etmesi lâzımdır.

Bir kimse selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapması lâzım geldiğini hatırlarsa; kıbleden dönmemiş ve konuşmamış ise yine sehiv secdesi yapar, kıbleden dönmüş ve konuşmuş ise yapamaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.44 Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi

Previous topicNext topic
Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi
 

İSLÂM İLMİHALİ

Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi

 

Tilâvet Secdesi:

Kur'an-ı kerim'de on dört secde Âyet-i kerimesi vardır. Bunlardan birini okuyan veya dinleyen kimseye secde etmek vâciptir. Bu secdeye "Tilâvet Secdesi" denir.

Bu Âyet-i kerime'ler ya doğrudan doğruya secde etmeyi emretmekte veya kâfirlerin secde etmekten yüz çevirdiklerini beyan etmekte veyahut ki Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in secde emr-i şerifine uyduğunu anlatmakta olduğundan, bu mübarek kelâmları okuyunca veya işitince secde etmek vâcip olmuştur.

Yapan sevaba erer, yapmayan günaha girer.

Secdeyi vâcip kılan Âyet-i kerime'ler: A'râf (206), Ra'd (15), Nahl (49), İsrâ (107), Meryem (58), Hacc (18), Furkân (60), Neml (25), Secde (15), Sâd (24), Fussilet (37), Necm (62), İnşikâk (21), Alâk (19)

Bu on dört secde Âyet-i kerime'sini bir yerde okuyup, her biri için okudukça ayrıca bir secde yapan ve hepsini okuduktan sonra hepsine birden on dört secde yapan bir kimsenin her türlü belâdan korunacağı, kendisine üzüntü ve sıkıntı verecek hususlarda Allah-u Teâlâ'nın kifayet edeceği rivayet olunmuştur.

 

Yapılış şekli:

Tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın "Allahu Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denir ve "Allahu Ekber" diyerek secdeden kalkılır. Ayağa kalkarken de "Semi'na ve Eta'nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileykel masîr" denir.

Tilâvet secdesini yapacak kimsenin hadesten ve necasetten temiz, avret yerleri örtülü ve kıbleye yönelmiş olması şarttır. Cünüp olanlar, gusülden sonra secde ederler.

Bir toplulukta secde Âyet-i kerime'si okunursa, herkes kendi yerinde kıbleye dönüp beraberce secde ederler. Ayrı ayrı da yapılabilir.

Namazda okunan secde Âyet-i kerime'sinin secdesi namaz içinde iki Âyet-i kerime'den fazla okumadan yapılır. Ve kalkıp kalan yerden okumaya devam edilir.

Kur'an-ı kerim okurken secde Âyet-i kerime'lerini okumadan geçmek mekruhtur.

 

Şükür Secdesi:

Kavuşulan bir nimetten dolayı sevinçli zamanlarda veya bir musibetin bertaraf olmasından ve benzerlerinden dolayı Allah-u Teâlâ'ya şükür için secdeye kapanmak müstehaptır ve sevaptır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı bu secdeyi yapmışlardır.

"Allahu Ekber" diyerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denilir ve Allah-u Teâlâ'ya hamd edilir. "Allahu Ekber" diyerek kalkılır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.45 Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!

Previous topicNext topic
Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!

 

"Kaza namazı olanlar, sünnet namazlarının yerine kaza namazı kılmalıdırlar." diye fetvâ verenler var, bu doğru mudur?

– Hayır, doğru değildir. Bu husus mezheplere göre farklı içtihadi görüş ve farklı amel gösterir. Her mezhebin fikrine amelde tâbi olan kişi, kendi mezhebinin içtihadına uymak mecburiyetindedir.

Hanefî mezhebinin içtihâdi görüşü şudur:

"Nafileleri kılmak, kaza namazlarını derhal kılmaya mâni olmaz. Ancak evlâ olanı revâtip denilen, farzların önünde ve sonunda kılınan sünnetlerle; Duha, Tesbih, Tahiyyetül-mescid, Evvabin gibi sünnetlerin dışında kalan nafilelerin yerine kazaya kalmış namazları kılmaktır." (Mezahib-i Erbaa. Cilt: 1, sh: 492)

Görülüyor ki Hanefi mezhebinde farz namazlarının ön ve sonlarındaki sünnetlerle, adı geçen Duhâ gibi sünnetlerin yerine kaza namazı kılmak câiz değildir. Bu sünnetlerin dışında kalan, meselâ Allah rızâsını kazanmak niyetiyle kılınan nafileler yerine ancak kazaya kalmış namaz borçlarını kılmak evlâdır.

Diğer mezheplerin içtihadi görüşlerini bu görüşe karıştıranların verdikleri cevap, mezheplerde telfik (yamama) olduğundan ve telfike de itibar edilmediğinden, kazası olanlar hem kaza namazlarını kılmalıdırlar, hem de sünnetleri terketmemelidirler.

Hanefi içtihadı böyle iken, bu iddia nefsani ve şeytânidir.

Ehl-i dünyâ, dünya kazancı için her türlü vasıtaya başvururlar. Topladıkları malı-mülkü korumak için canını ortaya koyarlar. Bunlar ne kadar nasipsizdirler ki, orada Allah için sarfedeceği beş dakikayı hesap ediyorlar, sünnet-i seniyyeyi hiçe müncer ediyorlar.

Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i şerif'lerinde:

"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda sünnet-i seniyyeme sarılanlara yüz şehid sevabı vardır." buyuruyorlar. (Beyhakî)

Bunlar müslümanları yüz şehid sevabından mahrum etmek istiyorlar.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruyorlar:

"Sünnetimi terkeden kimse, Allah katında hâsirun (ziyana uğrayanlar) güruhundan olur." (Münâvî)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm: 39)

Akıllı odur ki götüreceği şey için çalışandır. Akılsız ise bırakacağı şey için çalışandır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Biliniz ki, sizden bir fert yoktur, vârisinin malını kendi malından fazla sever. Hayatında tasadduk ettiğin şeyler kendi malındır, onların semeresini öldükten sonra görürsün. Senden sonraya bıraktığın mal ise varisinindir." (C. Sağir)

Sünnetler dahi kabul olmayan farz namazların yerine inşallah kâim olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.46 Sünnet Namazların Faziletleri

Previous topicNext topic
Sünnet Namazların Faziletleri
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sünnet Namazların Faziletleri

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Bir gün bir gecede on iki rekât sünnet-i müekkedeye devam eden kimse için Cenâb-ı Allah cennette bir köşk halk eder." (Tirmizî)

Sabah namazının iki rekât sünneti, "Sünnet-i müekkede"dir. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde; "Bana dünyadan ve içindekilerden sevgilidir." buyurmuşlardır. Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise; "Sizi süvari kovalasa bile yine sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyiniz." buyuruyorlar.

İmam sabah namazının farzını kılmaya başladığı zaman, eğer bu sünneti kıldıktan sonra imama farzın ikinci rekâtında yetişmeyi aklı keserse, o kimsenin bir kenara çekilip kılması sünnettir. Farzın ikinci rekâtına yetişilmeyecek gibi ise sünnet terkedilip imama uyulur.

Bu sünneti sabah namazından sonra kılmak caiz değildir. Ancak herhangi bir sebeple farz kılınamamışsa, o gün öğleye kadar farzla birlikte kaza edilir. Öğleden sonraya kalmışsa yalnız farzı kaza etmek gerekir. Sabah namazının sünnetini vaktin evvelinde ve hafifçe kılmak efdaldir.

Öğle namazının farzından önce kılınan sünnet, "Sünnet-i müekkede"dir.

Farz kılınmaya başlanıyorsa farza durulur, farzdan sonra kılınır.

Farzdan sonra kılınan iki rekât sünnet de "Sünnet-i müekkede"dir. Fazilet bakımından akşamın sünnetinden sonra gelir.

İkindinin farzından önce kılınan dört rekât sünnet "Sünnet-i gayr-i müekkede"dir. İkindinin farzı kılındıktan sonra bu sünneti kılmak câiz olmaz.

Akşamın farzından sonra kılınan iki rekât sünnet "Sünnet-i müekkede"dir. Bu namazda kıraatı uzatmak müstehaptır.

Yatsının farzından önce kılınan dört rekât sünnet, "Sünnet-i gayr-i müekkede"dir. Farzdan sonra kılınan sünnet ise "Sünnet-i müekkede"dir.

Cuma namazının farzından evvel ve sonra kılınan dörder rekâtlık sünnetler de "Sünnet-i müekkede"dir.

"Sünnetimi terkeden kimse Allah katında zarara uğrayanlar tâifesinden olur." (Tirmizî)

Eskiden nehir düz akıyordu, şimdi ise ters akıyor.

İslâmiyet yaşanıyordu, her yerde yaygındı, İslâm âdeti üzerinde ilâhî hükümlere bağlı olarak hareket ediliyordu. İslâm yolunda yürümek kolaydı. Herkes gidiyor, sen de kendiliğinden gidiyordun. Kendini o kaynağa kaptırdığın zaman seni götürüyordu.

Şimdi ise tamamen ters akıyor. Senin Hakk'a doğru gidişin, o suya doğru vurmana benziyor. Hatta o su da üstelik âfât suyu oldu. Eğer mâzallah insan bırakıldığında, ayağı kayar ve o âfâta kapılarak, imanını da ebedî hayatını da kaybeder.

İşte zaten;

"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniye'me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır." (Beyhakî)

Hadis-i şerif'inin sırrı burada toplanıyor. Bugün Sünnet-i seniye'ye riâyet edenler yüz şehit sevabı ile müjdelenmektedirler. Böyle bir mükâfatın verilmesi, yürüyenin çok az ve yürüyebilmenin çok güç olması sebebiyledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Amellerin efdali en güç olanıdır." buyuruyorlar. (Münâvî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.47 Cemaatle Namaz ve İmamlık (1)

Previous topicNext topic
Cemaatle Namaz ve İmamlık (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cemaatle Namaz ve İmamlık

 

Namazı cemaatle kılmak dinin şiârıdır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece efdaldir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 378)

Âkıl bâliğ ve hür olan, topluca namaz kılmaya gücü yeten müslüman erkeklerin cemaatle Cuma namazını kılmaları farz, Bayram namazını kılmaları vâcip, beş vakit namazı kılmaları ise vâcip kadar kuvvetli bir sünnet-i müekkededir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde cemaatin önem ve faziletini beyan buyurmaktadır:

"İmamlar sizin için namaz kıldırırlar. Eğer isabet ederlerse hem sizlere hem de onlara sevap vardır. Eğer hata ederlerse sizler için sevap onlar için ikab vardır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 402)

"Cemaate devam etmeyenler pişmanlık duyup tevbe etmezlerse elbette evlerini yakarım." (İbn-i Mâce)

Yangın, cemaati terk edenlere dünyada ilâhî adaletin bir cezâsıdır. Bu Hadis-i şerif'in apaçık bir mucize olduğu herkesçe kabûl edilmiş olsa gerektir. Zîrâ zamanımızda câmii ve cemaatı terkedenler çoğaldığından yangın vukuu da hemen o nispette çoğalıyor.

"Bir kimse yatsı namazını cemaatle kılsa o gecenin yarısını ibadetle geçirmiş, aynı şekilde sabah namazını cemaatle kılarsa geceyi bütünüyle namaz ile ihyâ etmiş gibi olur." (Müslim)

"Kuvvet bulmak için İslâm dini'nin cemâate olan ihtiyacı, sevâb almak için müminlerin cemaate olan ihtiyâcından fazladır." (Münâvî)

"Cennetin ortasında oturmasını arzu eden kimse cemaat namazından ayrılmasın." (Tirmizî)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz namaz kılarken ayak patırtısı duydu, namazı bitirince "Ne oluyorsunuz?" diye sordu. "Namaza yetişmek için acele ettik." dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

"Bir daha öyle yapmayınız. Namaza geldiğinizde vakar ve sekinetten ayrılmayınız. Yetiştiğinizi kılar, yetişemediğinizi tamamlarsınız." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 374)

Resulullah Aleyhisselâm'a birisi gelip "Yâ Resulellah! Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallahi sabah namazına gitmekten âdeta geri kalıyorum." dedi. Resulullah Aleyhisselâm gadaplı bir şekilde buyurdu ki:

"İçinizden bazı kimselerde cemaati usandırıcılar vardır. Hanginiz imam olursanız kısa kıldırınız. Zira cemaat içinde zayıf, yaşlı, iş-güç sahibi kimseler vardır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 405)

İmam ve müezzinin faziletine dair Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"İmam ve müezzin için hâsıl olan ecir, cemaatin umumuna verilen ecrin bir mislidir." (Münâvi)

"Cenâb-ı Allah'ın in'âm ve ihsânını herkesten ziyâde bekleyen fî-sebîlillah ezan okuyanlardır." (Müslim)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.48 Cemaatle Namaz ve İmamlık (2)

Previous topicNext topic
Cemaatle Namaz ve İmamlık (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cemaatle Namaz ve İmamlık (2)

 

İmam ve Cemaat:

İmam olacak kimsenin mümin, âkil bâliğ olması, erkek olması, namaz câiz olacak kadar Kuran-ı kerim'den ezberi bulunması, telâffuzunun düzgün olması, özür sahibi olmaması gerekir.

İmam olacak şahısta aranılacak vasıfların başında namaza ait meseleleri en iyi bilmek gelir. Bundan sonra kıraatı en güzel olan, takvâca en üstün olan, daha yaşlı olan, daha ahlâklı olan, güzel huylu güzel yüzlü güzel sesli olan, aslı nesli belli, elbisesi temiz olan imam olmaya tercih edilir.

Hülâsa mükemmel durumda olanın imameti daha faziletlidir.

Normal durumda olan özür sahibine, secde ve rükûunu normal yapabilen ima ile kılana, farzı kılan nafileyi kılana uymaz. Abdestlinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkayanın yaralarını meshedene, ayakta duranın oturana, nafile kılanın farz kılana uyması câizdir.

Namazın bitiminde imamın cemaate dönmesi sünnettir.

 

Safların Düzeni:

İmamdan başka tek bir kişi varsa, imamın sağında ve bir kaç parmak gerisinde durur. Arkasına veya soluna durmak mekruhtur.

İmamla beraber iki kişi cemaat bulunursa; birisi arkasına diğeri onun sağına, üç olursa soluna durur. Saf böylece bir sağına bir soluna olmak üzere genişler. İmamın, safın sağ veya sol önünde durması sünnete aykırıdır.

Cemaatın birisi erkek diğeri kadın olursa; erkek imamın sağında ve biraz gerisinde, kadın ise arkasında bulunur.

İmamın arkasında önce erkekler saf bağlar, sonra erkek çocuklar, daha sonra da kadınlar saf olurlar.

Mahremi bile olsa kadınlarla aynı hizada namaz kılmak, kadının sağındaki solundaki ve arkasındaki birer kişinin namazını bozar.

Camide ilk safın fazileti ve sevabı fazladır. İmamlığa ehil olmak şartıyla, imamın hemen arkasında durmak daha sevaplıdır. Birinci saf ikinci saftan, ikinci üçüncüden, üçüncü dördüncüden... daha faziletlidir.

Cemaatten birinin ön safta yer olduğu halde safın arkasında tek başına imama uyması mekruhtur.

Safların düzgün ve omuzlar birbirine değecek şekilde sık olması, açıklık bırakılmaması lâzımdır. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususta kesin emirler vermişlerdir. İmamın bu durumu cemaate daima hatırlatması lâzımdır.

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Namaza durduğunuz vakit saflarınızı güzelce düzeltiniz. Aksi halde Allah'ın yüzlerinizi ayrı ayrı tarafa çevireceğini muhakkak biliniz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 409)

"Namaz saflarınızı düzgün ediniz. Zira safların düzgünlüğü namazın doğru kılınması cümlesindendir." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.49 Cemaatle Namaz ve İmamlık (3)

Previous topicNext topic
Cemaatle Namaz ve İmamlık (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cemaatle Namaz ve İmamlık (3)

 

İmama Uyan Cemaatin Durumu:

Namaza başlarken hem kılacağı namaza, hem de imama uymaya niyet edilir.

İmam olan kimsenin, eğer cemaat içinde kadın varsa; onlara imam olmaya niyet etmesi şarttır. Şayet etmez ise, kadınların imama uyarak kılacakları namaz sahih değildir.

İmama uyan cemaat, namaz girince yalnız içinden "Sübhâneke"yi okur ve susar. İmam "Fâtiha"yı açıktan okuyorsa, sonunda yavaşça "Âmin" der.

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"İmam namazda Fatiha'nın bitiminde âmin deyince, siz de âmin deyiniz. Zira her kimin âmin demesi meleklerin âmin demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 435)

Geçiş tekbirlerini imamla birlikte söyler. Rükûda üç kere "Sübhâne Rabbiyel Azîm" der. İmam "Semiallahu Limen Hamideh" diyerek doğrulurken "Rabbenâ Lekel Hamd", secdelerde de üçer kere "Sübhâne Rabbiyel Â'lâ" der.

İkinci ve sonraki rekâtların ayakta duruşunda cemaat hiçbir şey okumaz. Rükû ve sücûd tekbirlerini aynen okur.

Dört rekâtlı namazların birinci oturuşunda imam ve cemaat "Ettahiyyatü"yü, ikinci oturuşta "Ettahiyyatü" ile beraber salâvâtları ve duâları içten okurlar. İmam açıktan cemaat içinden selâm verir.

İmam namazda yanılırsa, yanıldığını hatırlatmak için cemaat tarafından "Sübhanellah" denir.

İmam okurken tutulursa, cemaatten biri Âyet-i kerime'nin alt tarafını okuyarak imama hatırlatır.

İmam cemaate usanç verecek şekilde namazı uzatmamalıdır, mekruhtur.

Namaz evde cemaatle kılınacak olursa, ev sahibi imam olur.

İmamın namazı bozulursa, cemaatinki de bozulur. O namaz yeniden kılınır.

Namazın rükünlerinde imama uymak vâciptir. Cemaat imama tâbidir, imamdan önce eğilmez, secde etmez, doğrulmaz, selâm vermez.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Sizden biriniz imamdan evvel (secdeden) başını kaldırınca; Allah'ın onun başını eşek başı yapmasından, yahut kılığını eşek kılığına sokmasından korkmaz mı?" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 400)

İki kişi bile olsa bir araya gelince namazı cemaatle kılmalıdır, yine cemaat sevabı hasıl olur.

 

Cemaate Gitmemeyi Mübah Kılan Özürler:

Şiddetli soğuk veya sıcak olması.

İleri derecede yağmur, kar, çamur ve zifiri karanlık olması.

Hastalık veya körlük.

Ayağı kesik, kötürüm veya iyice topal olmak.

Düşkün ihtiyar olmak.

Mal ve can korkusu olmak.

Yolcu olmak.

Dini ilim müzakeresi ile meşgul olmak.

Başından ayrıldığı takdirde, rahatsızlığı artacak bir hastanın başında bulunmak.

Bu gibi meşru mazeretler bulunmadıkça cemaati terketmek doğru olmaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.50 Farz Namaza Yetişmek

Previous topicNext topic
Farz Namaza Yetişmek
 

İSLÂM İLMİHALİ

Farz Namaza Yetişmek

 

Cemaatle kılınan bir namaza, namaz aralarında yetişen bir kimse, hemen imama uyar, yetişemediği kısımları imam selâm verdikten sonra tamamlar.

Yalnız başına namaz kılmaya başlayan bir kimse, yanında aynı namaz için cemaat teşkil ettiğini görürse; henüz birinci rekâtın secdesini yapmamışsa ayakta iken hemen oturup sağ tarafa selâm vermek sûretiyle, namazı keser, farzı kılmak için imama uyar. Kendi başına devam etse namazı sahihtir, sadece cemaat sevabından mahrum olur.

Eğer ikinci rekâtın secdesini yapmış ise hüküm değişir. Namazın çoğunu kılmış ise devam eder, yarısından azını kılmış ise bozar ve imama uyar.

İmama, başlama tekbirinde yetişen kimsenin, imam açıktan okumaya başlamadıkça "Sübhaneke"yi okuması sünnettir. İmam açıktan okuduğu müddetçe "Sübhaneke" okumaz, imamı dinler.

İmam rükûda iken ayakta tekbir alıp, bir defa "Sübhanellah" diyecek kadar rükûda imama yetişen kimse o rekâta yetişmiş sayılır. İmama secdede yetişen kimse ise rekâta yetişememiştir.

İmama secdede yetişen kimse, ikinci rekâta kalkmasını beklemez, tekbir alıp secdeye varır, fakat rekâtı tamamlar.

Tamamlamak için de "Ettahiyyatü"yü okuyup imamın selâm vermesini bekler. Selâm verilince "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkar "Sübhaneke", "Eûzü-besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secdeleri yaparak selâm verir.

Üç rekâtlı akşam namazının üçüncü rekâtına yetişen bir kimse, selâm verdikten sonra kalkıp "Sübhaneke", "Eûzü-besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secde yapar, oturur, "Ettahiyyatü" okuyarak kalkar "Besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secde yapar, oturur "Ettahiyyatü", "Allahümme Salli-Bârik" ve dualardan sonra selâm verir.

Müezzin ikâmete kalkmış iken sünnete başlamak mekruhtur. Cemaatle namazın başladığını gören kimse, sünneti kılmayıp hemen imama uyması gerekir.

Yalnız Sabah'ın sünneti bundan hariçtir. Farza yetişmek mümkün olduğu takdirde bu sünneti mutlaka kılmalıdır. Farzı kıldıktan sonra bu sünnet kılınmaz.

Öğlenin sünneti farzdan sonra, son sünnetten önce kılınır.

Cuma günü hatip minberde iken veya minbere çıkarken sünnet kılınmaz. Kılınmaya başlanmışsa iki rekâtta selam verilir, sonra Cuma'nın son sünnetinden önce dört rekât olarak tekrar kılınır.

İkindinin sünnet-i gayr-i müekkedesi farzdan sonra kılınmaz. Yatsının sünnet-i gayr-i müekkedesi ise farzdan sonra kılınabilir.

Hususiyetle sabah namazının sünnetini evde kılıp farz için camiye gitmek çok faziletlidir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sünneti dâima hâne-i saâdetlerinde kılarlardı.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.51 Mescidler

Previous topicNext topic
Mescidler
 

İSLÂM İLMİHALİ

Mescidler

 

İbadetlerin toplu halde edâ edilebilmesi için câmi ve mescidler yapılmıştır. Dinimiz cemaat ruhuna büyük önem vermiştir. Cemaatte rahmet ve bereket vardır. Bunun içindir ki her mescidin fazileti çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler imar eder." (Tevbe: 18)

Mescidler Beytullah yani Allah'ın evi olduğu için gereken saygı gösterilmeli, edeblerine riâyet edilmeli ve her türlü taşkınlıktan sakınılmalıdır.

Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Kulluk vazifelerini yapmak için gönlü câmilere bağlı ve onları seven bir kimseyi görürseniz kemâl-i imânına şehâdet ediniz!" (Tirmizi)

"Gece karanlığında câmilere gidenleri kıyamet gününde nûr-i tâm ile müjdeleyiniz!" (Tirmizi)

"Câmiler, cennet bahçeleridir. (Binâenaleyh ibâdet için câmilerde bulunmak cennette bulunmak, demektir.)" (Buhârî - Müslim)

"Sırf Allah rızası için bir mescid binâ eden kimse için Cenâb-ı Allah cennette bir ev yapar." (Camiüssağir)

"Mescide komşu olan kimsenin mescidin dışında kıldığı namaz eksiktir." (Buhârî)

"Cemaate gidenler için yollarının uzaklığı ölçüsünde büyük mükâfât vardır." (Münâvi)

"İbadet ve tâât için mescide ülfet eden kimse Cenâb-ı Hakk'a ülfet etmiş demektir." (Ahmed bin Hanbel)

"Namaz kılmayı gözeten kimse namaza durmuş gibidir. Namazını edâ edinceye kadar sevâb devam eder." (Ebu Dâvud)

"Mescidde oturup namazı bekleyen kimse, bilfiil namazda bulunmuş gibidir." (Münâvi)

Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. İçi ve arsası mescid olduğu gibi, semâya kadar olan üst tarafı da mescid hükmündedir. Bu sebepledir ki, içinde yapılması mekruh ve yasak olan hususlar bunların üstünde de mekruh ve yasaktır.

Bir kimsenin kendi mahallindeki mescidde namaz kılması diğer mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir.

Mescidler gösterişten uzak ve sade olmalıdır. Duvarlarının ve kubbelerinin tezyin edilmesinde bir beis yoktur. Ancak kıble tarafının namaz kılanların dikkatlerini çekecek ve kâlplerinin huzurunu bozacak şekilde süslenmesi mekruh görülmüştür.

Namaz kılanın önünden geçmek günahtır. Fakat ileri saflarda yer varken arka tarafta namaz kılanın önünden ileri geçmek câizdir. Çünkü bu kimse kendine hürmet hakkını kaybetmiştir.

Mescidlere abdestli olarak sağ ayakla girilir ve:

"Allah'ım bana rahmet kapılarını aç!" diye duâ edilir.

Çıkarken de sol ayakla çıkılır ve şu duâ okunur:

"Allah'ım! Fazl ve kereminden talep ederim." (Müslim)

Mescidlere kollar sıvalı, palto omuzlara atılmış bir şekilde girilmez, dizleri dikerek veya ayakları uzatarak rastgele oturulmaz. Kirli ve ıslak ayaklarla, kirli çoraplarla girilmez.

Mescidlerin temizliğine zarar verici ve cemaati tiksindirici hallerden kaçınılmalıdır.

Kokusu eziyet veren soğan ve sarımsak gibi şeyleri yiyen kimselerin cemaat arasına girmeleri uygun değildir.

Mescidlerde yüksek sesle konuşulmaz, gürültü yapılmaz, dünya işleri konuşulmaz, alış-veriş yapılmaz, kaybolan mal ilân edilmez, parmaklar çıtlatılmaz.

Safları fazla sıkıştırıp namaz kılanların huzurunu kaçıracak şekilde ara yere girilmez.

Yer hususunda tartışılması ve itişilmesi mekruhtur.

Mescidin içinde dilencilik yapmak, dilencilere para vermek haramdır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.52 Cuma Günü ve Cuma Namazı (1)

Previous topicNext topic
Cuma Günü ve Cuma Namazı (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cuma Günü ve Cuma Namazı (1)

 

Cuma günü müslümanların bayramıdır. Bayram namazları vâcib olduğu halde Cuma namazı kılmak farz-ı ayın'dır. Her müslümana farzdır.

Cuma'nın fazileti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar, kâfir olur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyuruyor ki:

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz kılmak için ezan okunduğu zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış-verişi, işi gücü bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." (Cuma: 9-10)

Cuma vaktinde dünya işleri ile ve Cuma namazına gitmekten alıkoyacak herşeyle uğraşmak haramdır.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul duruma düşürülmeden önce (hastalık, yaşlılık çökmeden) salih ameller yapmaya koşun. Allah'ı zikretmekle, gizli ve açık çok sadaka vermekle O'nun sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki rızıklanasınız, yardım olunasınız ve ıslah edilesiniz.

Ey insanlar! Şunu da muhakkak biliniz ki, Allah-u Teâlâ Cuma'yı içinde bulunduğunuz şu yılımın şu ayında, şu günümde ve makamımda kıyamet gününe kadar farz kılmıştır. Binaenaleyh her kim benim hayatımda veya benden sonra adil ve zalim bir imamı olduğu halde, cuma namazını hafife alarak veya farziyetini inkâr ederek terkederse, Allah onun dağınık işlerini toparlatmasın, iki yakasını bir yere getirmesin ve işinde bereket vermesin. Haberiniz olsun ki o kimsenin namazı yoktur. İyi biliniz ki; o kimsenin zekâtı da yoktur. Haccı ve orucu da yoktur. İyi biliniz ki onun iyiliği de yoktur. Nihayet tevbe edinceye kadar. Her kim tevbe ederse Allah-u Teâlâ onun tevbesini kabul eder." (İbn-i Mâce)

"Cuma gününde bir saat vardır ki, bir müslüman kul, namaz kılarken Allah'tan bir şey isterse muhakkak Allah o kimseye istediğini verir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 507)

"Cuma günü mescid kapılarının her birinde melekler bulunur ve gelenleri sıra ile kaydederler. İmam minbere oturunca defteri kapatır, hutbe dinlerler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1327)

Ayrıca Cuma gününün faziletine dair pek çok Hadis-i şerif vardır. Ezcümle, üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı olduğu, Adem Aleyhisselâm'ın o gün yaratıldığı, cennete o gün konulduğu, o gün cennetten yeryüzüne indirildiği, kıyametin de o gün kopacağı beyan buyurulmuştur:

"Cuma gününe rastlayan hasenâtın ecri kat kattır." (Münavî)

"Özürsüz olarak üç cuma namazını terkedenler münâfıklar topluluğundan yazılırlar." (Tirmizî)

"Cuma günü vefat eden mümin kabir azabından hıfz buyurulur." (Tirmizî)

Bu mübarek gün, günlerin efendisi olduğundan, gereken değeri vermek, gecesini de gündüzünü de ihya etmek İslâm âdablarındandır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.53 Cuma Günü ve Cuma Namazı (2)

Previous topicNext topic
Cuma Günü ve Cuma Namazı (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cuma Günü ve Cuma Namazı (2)

 

Bu gün için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, en güzel elbiseleri giymek, bol bol salat-ü selâmla meşgul olmak, mümkün olduğu kadar cumaya erken gitmek sünnettir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Cuma günü cünüplükten yıkanan, sonra (Cuma'ya en erken) giden kimse bir deve, ikinci saatte giden bir sığır, üçüncü saatte giden bir koç kurban etmiş gibidir.

Dördüncü saatte giden bir tavuk kesmiş, beşinci saatte giden bir yumurta vermiş gibidir.

İmam hutbeye çıkınca melekler gelir, hutbeyi dinlerler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 480)

"Hiçbir kimse yoktur ki, Cuma günü yıkansın, elinden geldiği kadar paklansın, güzel kokusu ile kokulansın, sonra evinden çıksın, iki kişi arasını yarmaksızın ona takdir edildiği kadar namaz kılsın, sonra da imam hutbe okurken sükûnetle dinlesin de geçenki Cuma ile bu Cuma arasındaki günahları bağışlanmasın." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 481)

Medine'nin yakınındaki Avâli'den, toz-toprak içinde Cuma'ya gelenlere Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Şu gününüz için keşke iyice temizlik yapaydınız." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 489)

Ayrıca o gün az da olsa sadaka vermek çok faziletlidir.

 

Cumanın Bir Müslümana Farz Olmasının Şartları Şunlardır:

Erkek olmak, hür olmak, yolcu olmamak, sağlıklı olmak, gözleri ve ayakları sağlam olmak, zâlimin veya bir düşmanın tecavüzünden emin olmak.

 

Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır:

Öğle vakti girmiş olmak, namazdan önce hutbe okunmak, Cuma namazı kılınan yer herkese açık olmak, cuma kılınacak yer şehir veya şehir hükmünde olmak, imamdan başka en az üç erkek cemaat bulunmak, Cuma namazı kıldırmak için yetkili kılınan kişinin namazı kıldırması.

 

Hutbe:

Cuma namazından önce hutbe okumak farzdır, hutbesiz Cuma namazı sahih değildir.

İki hutbe okunur. Her ikisinde de hamd ve senâ yapılır. Allah-u Teâlâ'nın birliğine, Resulullah Aleyhisselâm'ın Peygamber'liğine şehâdet getirilir, salâvât okunur.

Hutbenin ilkinde müslümanlara öğüt verilir. Hafif bir oturuş ile biri diğerinden ayrılır. İkinci hutbede müslümanlara duâ edilir. Asıl şart olan birinci hutbedir, ikinci hutbe sünnettir.

Hutbenin şartları:

1. Vakit içinde okunması,

2. Namazdan önce okunması,

3. Hutbe niyetiyle okunması,

4. Cemaatın huzurunda okunması,

5. Hutbe okunurken üzerine cuma farz olanlardan en az bir kişinin bulunması,

6. Hutbe ile namazın arasının herhangi bir şeyle kesilmemesi.

Bazı hükümler:

Hatibin minbere çıkmak üzere ayağa kalkışından hutbeyi okuyup namazı kıldırmaya başlayışına kadar konuşmak, konuşana sus demek veya namaz kılmak harama yakın mekruhtur. Sadece konuşmak değil, sağa sola bakmak, dil ile duâ etmek, tesbih okumak da mekruhtur.

Namazda haram olan şey hutbe esnasında da haramdır. Bayram hutbeleri de Cuma hutbeleri gibidir. Yalnız Cuma hutbelerine hamd ile başlanırken bayram hutbelerine tekbir ile başlanır.

 

Cuma Namazı:

Cuma namazı on rekâttır. 4'ü sünnet, 2'si farz, 4'ü son sünnettir.

Her iki sünnette öğlen namazının sünneti gibi kılınır, farz ise sabah namazının farzı gibi kılınır.

Cumanın son dört rekât sünnetinden sonra dört rekât zuhr-i âhir, iki rekât da vaktin sünneti adıyla altı rekât daha namaz kılınır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.54 Seferîlik (Yolculuk) -1-

Previous topicNext topic
Seferîlik (Yolculuk) -1-
 

İSLÂM İLMİHALİ

Seferîlik (Yolculuk) -1-

 

Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye mukim denildiği gibi, on beş günden az kalmak niyetiyle doksan kilometrelik veya daha uzak bir yolculuğa çıkan kimseye de misafir denir.

Yolculukta meşakkat olduğu için Allah-u Teâlâ müslümanlara bazı ruhsat ve kolaylıklar bahşetmiştir.

Şöyle ki:

a. Dört rekâtlık farzlar iki kılınır, iki ve üç rekâtlı farzlar aynen kılınır.

b. Sünnetleri kılacak olan tam kılar. Eğer gideceği yere ulaşmış, istirahati temin edilmişse sünnetleri kılar, yolculuk hâlinde ise veya otobüsü kaçırma gibi bir korkusu varsa kılmaz.

c. Misafir olana oruç tutmamak, Cuma ve Bayram namazlarına gitmemek ruhsatı da verilmiştir. Fakat isteyen seferde Cuma ve Bayram namazlarına gidebilir, orucunu tutabilir.

Yolculukta Ramazan orucunu tutamayan kimse dönüşte kaza eder.

d. Misafir, abdestli olarak mestleri giydikten sonra üç gün üç gece, yani yetmiş iki saat çıkarmadan üzerine meshedebilir.

e. Misafire kurban kesmek de vâcip olmaz.

Dört rekâtlık farzları tam kılmakla insan sevap kazanacağı yerde emr-i ilâhi'ye aykırı hareket etmiş olur. Bile bile selâm vermeden kalkıp iki rekâtı dört rekâta tamamlamak harama yakın mekruhtur, caiz değildir. Yalnışlıkla yapılmışsa sehiv secdesi gerekir. Her iki surette son iki rekât nafile olmuş olur.

Seferi olan bir kimse misafir olmayan (mukim) imama uyarsa, imamla beraber farzı dört kılar. Mukim olan misafir olana uyarsa, imam iki rekâtta selâm verdikten sonra ayağa kalkıp dörde tamamlar. Kalan iki rekâtta Fatiha'ları okumayıp, okuyacak kadar durur ve namazı bitirir.

Sabah ve akşam namazlarında misafir mukime, mukim de misafire uyabilir.

Bir mukim seferilik hâlinde kazaya kalmış namazlarını ikişer rekât kılacağı gibi, bir misafir de mukim olduğu zamanlarda kazaya kalmış namazlarını dörder rekât kılar.

Kişinin bulunduğu şehrin en son evini geçince seferilik ahkâmı başlar. Dönerken de en son evi geçince seferilik biter.

Seferi olan bir kimse, asıl vatanına dönse, orada fazla kalmaya niyet etmese bile seferilik sona erer.

Gidilen yerde en az on beş gün kalmaya niyet edilmedikçe, orada yıllarca da kalsa seferîlikten çıkılmaz. Gidilen yerde en az on beş gün kalmaya niyet edilse seferîlikten çıkılmış olur.

Vatanından sefer niyetiyle ayrılıp, henüz doksan kilometre yol almadan dönmek isteyen kimse, yolculuğu bozduğu için, vatanına daha gelmeden namazlarını tam kılmaya başlar...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.55 Seferîlik (Yolculuk) -2-

Previous topicNext topic
Seferîlik (Yolculuk) -2-
 

İSLÂM İLMİHALİ

Seferîlik (Yolculuk) -2-

 

• Oturma ve yerleşme bakımından vatan üç kısımdır:

 

a. Aslî Vatan:

Bir insanın doğup büyüdüğü, vatan edinip yerleştiği, ömrü boyunca barınmak istediği veya evlenip de orada yaşamak istediği yerdir.

Aslî vatan ancak kendi misli ile bozulur. Bir kimse doğup yaşamakta olduğu yerden başka bir memlekete gidip de ömrünü geçirmek üzere orada yerleşirse, birinci vatanı bozulup, ikinci vatanı "aslî vatan" olur. Artık önceki vatanına geldiği zaman en az on beş gün kalmaya niyetlenmedikçe, farz namazları iki kılar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve Ashab-ı kiram'ından muhacirler Mekke-i Mükerreme'li idiler, orası onların aslî vatanları idi. Sonra Medine-i Münevvere'ye hicret edip de orasını vatan edinmeleri ile Mekke-i Mükerreme aslî vatan olmaktan çıktı. Oraya döndükleri zaman hep misafir namazı kılmışlardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke'nin fethinde orada namaz kıldırdığı zaman "Ey Mekke'liler! Siz namazlarınızı tamamlayın, çünkü biz seferiyiz." buyurdular.

Halbuki Ashab-ı kiram'dan bir çoklarının Mekke-i Mükerreme'de evleri bulunuyordu.

Aslî vatan birden çok olabilir.

Meselâ bir insan bir şehirde otururken, başka bir şehirde de ayrıca evlenmiş olsa, her iki şehirde asıl vatanı olur, hangisine gitse mukim sayılır. Ancak bu iki şehrin birinden diğerine giderken, yolculuk esnasında seferi olur.

 

b. İkâmet Vatanı:

Yolculuk hâlinde olan kimsenin içinde on beş gün veya daha fazla kalmaya niyetlendiği yerdir.

Aslî vatana dönmekle veya bir ikâmet vatanından başka bir ikâmet vatanına gitmekle bozulur.

Bir ikâmet vatanından ayrılan kimse tekrar oraya gittiğinde on beş günden az kalacaksa yine seferi olur.

 

c.Süknâ Vatanı:

Misafirin on beş günden az kalmaya niyetlendiği yerdir.

Cuma vakti girmeden önce şehirden çıkabilecek durumda olan bir kimsenin, Cuma günü yolculuğa çıkması mekruh değildir. Fakat vakit girdikten sonra Cuma namazını kılmadan yola çıkması mekruhtur.

Mukim iken oruca niyet eden bir kimse, orucu akşama kadar devam ettirmek mecburiyetindedir. Ancak yolculukta geceden niyet etmediği oruçlarını kazaya bırakabilir.

Yanında mahremlerinden biri veya kocası bulunmayan bir kadın kesinlikle sefere çıkamaz, haramdır.

Vasıta üzerinde namaz ima ile kılınır. Rükû ve sücud yapılır. Ancak secde için, rükûdan biraz fazla eğilinir.

Tren ve Otobüs'te yön aranmaksızın oturarak namaz kılınabilir. Gemide ise mümkün mertebe kıbleye yönelmeye çalışmalıdır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.56 Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası

Previous topicNext topic
Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası
 

İSLÂM İLMİHALİ

Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası

 

Hastanın Namazı:

Dinimiz kolaylık dini olduğundan, hasta ve özürlü olanlara da ibadet hususunda bir takım kolaylıklar göstermiştir.

Ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyecek derecede hasta olan bir kimsenin oturarak kılmasına, oturarak kılamazsa yattığı yerde ima ile kılmasına müsaade etmiştir.

Oturdukları halde rükû ve secdeleri yapamayan hastalar da ima ile kılarlar. Îma, rükû ve secdelere işaret olmak üzere başı eğmek demektir. Başı secde için ima ederken rükûnunkinden biraz daha fazla eğmek gerekir, eşit yapılırsa namaz sahih olmaz.

Namazı oturarak kılmak, ayakta hiç duramayacak hastalar içindir. İftidah tekbirini ayakta alabilecek kadar takati olan hasta tekbiri aldıktan sonra oturur.

Namazını oturarak ve yaslanarak da kılamayan bir hasta arkası üstüne yatıp ima ile kılar, ayağını kıbleye uzatmamak için mümkünse dizlerini diker. Veya sağ yanı üzerine yatıp yüzünü kıbleye karşı tutar.

İma başın bütünüyle yapılan bir hareket olduğundan, imaya bile takatleri bulunmayan hastaların namazları sonraya kalır. Gözü, kalbi ve kaşları ile işaret ederek namaz kılınmaz.

Namaz kılarken hastalanan kimse eğer ayakta duramayacak duruma gelirse; oturduğu yerde rükû ve secde yaparak onu da yapamazsa ima ile, hatta gerekirse yattığı yerde ima ile namazını tamamlar.

Rahatsızlığından dolayı namazda oturamadığını söyleyen İmran İbn-i Husayn -radiyallahu anh-e Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Ayakta kıl. Gücün yetmezse otururken, ona da gücün yetmezse yatarak kıl." (Buharî. Tecrid-i sarih: 572)

 

Geçmiş Namazların Kazası:

Namazı vaktinde kılmaya "Edâ", vakti çıktıktan sonra kılmaya "Kaza", kılınan bir namazı herhangi bir halelden dolayı tekrar etmeye "İade" denir.

Bir namazı mazeretsiz yere kazaya bırakmak çok günahtır. Kaza edilse bile tevbe etmek gerekir.

Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın farzları ile vitir namazı kaza edilir, sünnetler kaza edilmez. Beş vakit namazın kazası da edâsı gibi farzdır.

Sabah namazı, güneş doğduktan öğleye kadar kılınırsa sünneti mukim iken yine iki kılınır.

Yolculuk esnasında kazaya kalan dört rekâtlı bir farz namaz mukim iken yine iki kılınır.

Namazlar kaza edilirken ezan ve ikâmet lâzımdır. Namaz birden fazla ise başlangıçta bir ezan okunur, her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirilir.

Kazaya kalan aynı vaktin namazı, usûlü üzere cemaatle de kılınabilir.

Kaza namazında aynı vaktin bulunması şart değildir. Kazaya kalmış bir akşam namazı öğleden sonra da kılınabilir.

Kazaya kalmış namazları altı vakitten az olan kimseye "Tertip sahibi" denir. Tertip sahibi olan bir kişi, bir vakit namazını bir özüründen dolayı kılamamışsa, öteki vakit namazını kılmadan muhakkak onu kaza etmelidir. Meselâ akşam namazını kılamayan tertip sahibinin, yatsıyı kılmadan önce akşamı kaza etmesi gerekir. Kılamadığı namazları altı vakit veya daha çok sayıya ulaşanlar, tertip sahibi olmaktan çıkarlar.

Kaza namazının belirli vakti yoktur. Üç kerahat vaktinin dışında istenilen her vakitte kılınır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.57 Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler ve Nafile Namazlar

Previous topicNext topic
Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler ve Nafile Namazlar
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler ve Nafile Namazlar

 

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler:

a. Güneşin doğuşundan bir mızrak boyu yükselmesine kadar, yani 45 dakika geçinceye kadar olan zaman. Bu süre sonunda kerahet vakti çıkmış, Bayram ve Kuşluk namazı kılma vakti girmiş olur.

b. Öğleye bir saat kala istiva vakti, yani güneşin en yüksek tepe noktasında bulunduğu zamandan, öğle namazı vaktine kadar olan zaman.

c. Güneşin sararmasından, yani gözleri kamaştırmaz hâle gelmesinden itibaren batışına kadar olan zaman.

Bu üç vakitte farz namaz, kazaya kalmış namaz, vitir namazı, cenaze namazı kılınmaz, daha önce okunmuş bir secde Âyet-i kerime'sinden dolayı tilâvet secdesi de yapılamaz. Bunlar yapılırsa iâdeleri gerekir.

Güneşin batışı hâlinde, geçmek üzere bulunan o günün ikindi namazı mekruh olarak kılınabilir.

Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olursa, mekruh olmakla birlikte iâdesi gerekmez.

İkinci fecrin doğmasından yani imsak vaktinden güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit ile ikindi namazı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar olan vakitte nafile namaz kılmak mekruhtur. Farz ve vâcip namaz mekruh değildir. Cenaze namazı ve tilâvet secdesi de mekruh olmaz. İkindi namazı vakti içinde erken kılınmış ise, güneşin sararmasına kadar kaza namazı kılınabilir.

Güneşin batışından sonra akşam namazını kılmadan nafile namazı kılmak mekruhtur.

 

NAFİLE NAMAZLAR

Abdest ve Gusül Namazı:

Her abdest ve gusülden sonra üzerindeki yaşlığı kuruyacak kadar vakit geçirmeden iki rekât namaz kılmak menduptur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir sabah:

"Yâ Bilal! İslâmiyet'te en çok kabulünü umduğun amelini bana haber ver zira, cennette önümde senin ayak seslerini işittim." buyurdu.

Bilal-i Habeşî -radiyallahu anh- ise şöyle cevap verdi:

"Gece ve gündüz her abdest aldığımda bu abdestle müyesser olduğu kadar namaz kıldım. Başka da bir amelde bulunduğumu bilmiyorum." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.58 NAFİLE NAMAZLAR (2)

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

NAFİLE NAMAZLAR (2)

 

TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI

Kerahat vakti dışında mescide girince oturmadan iki rekât namaz kılmak menduptur.

Eğer camide vakit namazı kılınıyorsa, Tahiyyetül mescid namazının yerini tutar.

Hadis-i şerif:

"Biriniz mescide girince iki rekât namaz kılmadan oturmasın." (Buhârî)

Kerahat vakitleri:

1- Güneşin doğuşundan itibaren kırkbeş dakikalık zaman. 2- Öğleye bir saat kalaki istivâ vakti. 3- İkindi-Akşam arasındaki zaman.

 

İŞRAK NAMAZI

Güneş doğduktan kırk beş dakika sonra iki rekât olarak kılınır, çok faziletlidir.

Hadis-i şerif:

"Sabahleyin her kemiğinize karşılık bir sadaka vardır. Her tesbih bir sadakadır. Her hamd bir sadakadır. Her tehlil bir sadakadır. Her tekbir sadakadır. İyiliği emretmek bir sadakadır. Kötülükten nehyetmek bir sadakadır.

Kuşluk vaktinde kılınan iki rekât namaz ise bütün bunlara bedeldir." (Müslim)

 

DUHA (KUŞLUK) NAMAZI

Bu namazın vakti gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar, istivâ vaktine yani öğleye bir saat kalaya kadar devam eder. Dört, sekiz veya on iki rekât olarak kılınır. Gündüz kılındığı için dört rekâtta bir selâm verilir.

Hadis-i şerif:

"Kim kuşluk namazı kılmaya devam ederse, günah-ı sağiresi deniz köpüğü kadar dahi olsa mağfiret olunur." (İbn-i Mâce)

 

EVVABİN NAMAZI

Akşam namazından sonra altı rekât olarak kılınır. İki rekâtta bir selâm verilir.

1. ve 2. rekâtlarda Fâtiha'dan sonra üçer İhlâs sûresi.

3. ve 4. rekâtlarda Fâtiha'dan sonra birer İhlâs sûresi.

5. rekâtta Fâtiha'dan sonra Felâk sûresi,

6. rekâtta ise Fâtiha'dan sonra Nâs sûresi okunur.

Hadis-i şerif:

"Akşam namazından sonra söz söylemeksizin altı rekât namaz kılmaya devam edenlerin elli senelik günah-ı sağiresi mağfur olur." (C. Sağir)

 

HIFZ-I İMAN HIFZ-U HİMÂYE NAMAZI

Evvabin namazının hemen arkasından kılınır.

Birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra bir Âyet-el Kürsî ve:

"Ey Rabb'imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırıp döndürme. Bize kendi nezdinden bir rahmet ver. Şüphesiz bağışı en çok olan sensin. Ey Rabb'imiz vukûunda aslâ şüphe olmayan bir günde sen insanları mutlaka toplayacaksın. Şüphesiz ki Allah sözünden dönmez." (Âl-i İmran: 8-9) Âyet-i kerime'si okunur.

İkinci rekâtta Fâtiha'dan sonra Elemneşrahleke sûresi okunur.

Selâm verdikten sonra secdeye gidilir ve on defa salâvat-ı şerife getirilir. Akabinde hıfz-ı iman hıfz-u himâye için Cenâb-ı Hakk'a niyazda bulunulur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.59 NAFİLE NAMAZLAR (3)

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

NAFİLE NAMAZLAR (3)

 

TEHECCÜD NAMAZI (1)

Gece kalkıp kılınan namazdır. İki rekâtta bir selâm verilir. İsteyen istediği kadar kılabilir.

Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde:

"Habib'im! Gecenin bir kısmında uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere Kur'an ile gece namazı kıl." buyuruyor. (İsrâ: 79)

Buradaki gece namazından murad, Teheccüd namazıdır. Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e farz, ümmet-i muhteremesine ise nafile olarak emredilmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gece namazlarında iki ayağı şişinceye kadar ayakta dururdu. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir gün kendisine;

"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etmişken, niçin bu kadar zahmet çekiyorsun?" deyince şöyle buyurdular:

"İşte bu gufran-ı ilâhi'ye karşı şükreden bir kul olmayayım mı?" (Buhârî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyurdular ki:

"Bir seher vaktinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana ve kızı Fâtıma -radiyallahu anhâ-ya ansızın ziyarete geldi.

'Siz teheccüde kalkmıyor musunuz?' buyurdu.

'Yâ Resulellah!' dedim. 'Hayatımız Allah'ın yed-i kudretindedir. Bizi uyandırmak dilerse uyandırır.'

Böyle söyleyince geri döndü ve bana hiç cevap vermedi. Yalnız yüzünü bizden çevirip giderken mübarek elini dizine vurdu ve şu Âyet-i kerime'yi okudu:

'İnsanlar ne de çok cidalcı (tartışmacı) oluyor.' (Kehf: 54)" (Buharî)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'in oğlu Abdullah -radiyallahu anh- buyuruyorlar ki:

"Saâdet devrinde kim bir rüyâ görürse, gelip onu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e anlatırdı. Ben de bir rüyâ görmeyi ve onu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arz etmeyi çok isterdim. O sıralarda ben çok gençtim ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında mescidde uyuyordum. Bir gece rüyâmda iki meleğin beni tutup cehenneme götürdüklerini, cehennemin kuyu gibi taştan örülü ve iki boynuzu olduğunu gördüm. İçinde bir çok tanıdık kimseler vardı. Korktum ve 'Cehennemden Allah'a sığınırım.' demeye başladım. Bu sırada bir başka melekle karşılaştık. Bana "Korkma" dedi.

Bu rüyâmı hemşirem Ümmül-müminin Hafsa -radiyallahu anhâ-ya anlattım. O da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arz ettiğinde:

"Abdullah ne iyi çocuktur. Bir de gece kalkıp namaz kılsa!." buyurmuş.

Bundan sonra ben geceleri çok az uyumaya başladım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 576)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gece namazını teşvik etmekle beraber itidalî de tavsiye buyurmuşlardır. Bir defasında mescide iki direğin arasına bir ip çekilmiş olduğunu görünce;

"Bu nedir?" diye sordular.

"Zevceniz Cahş kızı Zeyneb'indir. Namazda yorulunca bu ipe tutunur." denildiğinde buyurdular ki:

"Olmaz böyle şey. Bu ipi çözünüz. Sizden biriniz namaz kılacaksa zinde olarak kılsın. Yorulunca da oturup dinlensin." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.60 NAFİLE NAMAZLAR (4)

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR (4)
 

İSLÂM İLMİHALİ

NAFİLE NAMAZLAR (4)

 

TEHECCÜD NAMAZI (2)

Bir Hadis-i şerif'lerinde de buyuruyorlar ki:

"Sizden biriniz uyurken şeytan onun ensesine üç düğüm vurup 'Yat, daha gece uzun.' der, ensesini sıvazlar. O kimse uyanıp da zikrullahla meşgul olursa, o düğümün biri çözülür. Kalkıp abdest alırsa diğeri, namaz da kılarsa son düğüm çözülür. Artık o, gönlü hoş ve huzurlu bir hâlde sabaha çıkar.

Fakat zikretmez, abdest alıp namaz kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir hâlde sabahlar." (Buharî. Tecrid-i sarih: 588)

Teheccüd namazı çok faziletlidir. Hadis-i şerif'lere göre, farzlardan sonra en kıymetli namazdır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Farzlardan sonra namazların efdâli geceleri kılınan teheccüd namazıdır." (Müslim)

Sâlih kulların âdetidir. İnsanı Allah'a yaklaştırır. Günahlara kefarettir, günah işlemekten alıkoymaya sebeptir. Bedenî ve ruhî hastalıklara şifâdır.

Mümin için gece namazı mutlaka lüzumludur. Velev bir koyun sağacak kadar olsun.

Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir erkek, gecenin bir vaktinde karısını uyandırır da her ikisi namaz kılarsa çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar." (Ebû Davud)

"Rabb'imiz Tebâreke ve Teâlâ gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına inerek 'Bana kim duâ ederse, duâsına icâbet ederim. Kim benden isterse dilediğini veririm. Kim günahlarının bağışlanmasını isterse mağfiret ederim." buyurur. (Buharî. Tecrid-i sarih: 590)

"Gecede öyle bir saat vardır ki, bir müslüman o saate rastlar da Allah'tan dünyâ ve âhiret işinden bir hayır isterse Allah o kimsenin dileğini muhakkak verir. Bu her gece böyledir." (Müslim)

Cenâb-ı Hakk teheccüde kalkanları Kur'an-ı kerim'inde medh-ü senâ ediyor:

"Gece teheccüd namazı kılmak için yanları yataklarından uzaklaşır. Korku ve ümid ile Rabb'lerine duâ ederler. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de hayra harcarlar. Artık onlar için, yaptıklarına karşılık olarak gözler aydınlatıcı nimetlerden kendilerine neler hazırlandığını kimse bilemez." (Secde: 16-17)

"Onlar gecelerini Rabb'leri için kıyâma durarak ve secdeye kapanarak geçirirler." (Furkan: 64)

"Şüphesiz ki gece kalkıp ibâdet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır." (Müzzemmil: 6-7)

Teheccüd namazı kılanlar, hamama girip yıkanmış gibi olurlar. Tesbih namazı kılanlar ise, hamamda yıkanıp keselenenlere benzerler. Şu kadar var ki, yapılan bütün işler ahkâm dâiresinde olacak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.61 NAFİLE NAMAZLAR (5)

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR (5)
 

İSLÂM İLMİHALİ

NAFİLE NAMAZLAR (5)

 

TESBİH NAMAZI

Dört rekâtlı nâfile bir namazdır. Her rekâtinde 75 defa Sübhânellahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber diye tesbih tekbiri okunur. Kılınışı şöyledir:

Niyet edilir, Allahu Ekber diyerek namaza başlanır. Sübhâneke'den sonra 15 kere Sübhânellahi... okunur.

Euzü besmele çekilir. Fâtiha sûresi ve bir sûre okunduktan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Rükûya gidilir. 3 kere Sübhâne Rabbiyel aziym dedikten sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Semiallâhü Limen Hamideh denilerek kalkılır. Kıyamda 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Secdeye varılıp 3 kere Sübhane Rabbiyel âlâ dedikten sonra 10 defa Sübhânellahi ... okunur.

Secdeden tekbir ile kalkılıp oturunca 10 defa Sübhânellahi... okunur.

İkinci secdeye de tekbir ile varılıp 3 defa Sübhâne Rabbiyel âlâ'dan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Böylece bu tesbih 75 kere okunmuş olur.

Sonra ikinci rekâta kalkılır.

İlk önce 15 defa Sübhânellahi... okunur.

Besmele-i şerif, Fâtiha ve bir sûre'den sonra 10 defa Sübhânellahi... okunur.

Birinci rekâtta kılındığı gibi bir rekât daha kılınır ve oturulur.

Tahiyyat, Salli-Bârik duâları okunur, üçüncü rekâta kalkılır.

Üçüncü ve dördüncü rekâtlar da birinci rekâtlar gibi kılınarak selâm verilir. Bu suretle de dört rekâtta üçyüz tesbih okunmuş olur.

Gündüz kılınırsa bir selâmda, gece kılınırsa iki selâmda tamamlamak daha iyidir.

Tesbih namazının fazileti çok büyüktür. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz amcası Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'ne;

"Ey amcam Abbas! Sana bir ihsanda bulunayım mı?" buyurdular ve Tesbih namazının kılınışını tarif ettiler.

Bu namazı kıldığı takdirde günahlarının evvelini ve âhirini, eskisini ve yenisini, bilerek yaptığını bilmeyerek yaptığını, büyüğünü ve küçüğünü, gizlisini ve açığını, Hazret-i Allah'ın affedeceğini söylediler. Hatta Âlic bölgesinin kumları kadar da çok olsa bile...

Daha sonra buyurdular ki:

"Gücün yetiyorsa bu namazı hergün bir kere kıl. Hergün kılamazsan, her cuma bir kere kıl. Her cuma kılmaya gücün yetmezse her ay bir kere kıl. Her ay kılamazsan hiç değilse senede bir kere kıl. Onu da yapamazsan ömründe bir kez olsun bu namazı kıl." (Tirmizî - Ebu Dâvud)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.62 NAFİLE NAMAZLAR (6)

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR (6)
 

İSLÂM İLMİHALİ

NAFİLE NAMAZLAR (6)

 

İSTİHÂRE NAMAZI

Bir iş yapılmak istendiği zaman o şeyin kendi hakkında hayırlı olup olmadığına dair manevî bir işarete nail olmak için, iki rekât namaz kılıp Hazret-i Allah'tan hayırlısını istemek menduptur.

Ashab-ı kiram'dan Hazret-i Cabir -radiyallahu anh- şöyle demiştir:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi bize İstihare duâsını öğreterek buyurdu ki:

"Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman, iki rekât nafile namaz kılsın ve şöyle duâ etsin:

"Allah'ım! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayırlısını bana bildirmeni dilerim. Kudretinden güç isterim. Senin büyük keremini dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter, benim yetmez. Sen her şeyi bilirsin ben bilmem. Bilinmeyenleri bilen ancak sensin.

Allah'ım! Sen bilirsin, eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, işimin akibeti, hâlim ve istikbâlim hakkında hayırlı ise bunu bana nasip ve müyesser eyle. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, işimin âkıbeti, hâlim ve istikbâlim hakkında şerli ise, onu benden beni ondan çevir. Hayır nerede ise, onu bana mukadder ve müyesser kıl. Beni onunla memnun eyle." (Buharî)

Birinci rekâtta Kâfirun ikinci rekâtta İhlâs sûreleri okunur. Abdestli ve kıbleye yönelerek yatılır.

Bir Hadis-i şerif'te istihareye yedi gece devam edilmesi, kalbe ilk gelene bakılması tavsiye edilmiştir.

Bir Hadis-i şerif'te de:

"İşlerinde istihâre eden hüsrâna uğramaz. İstişâre eden pişman olmaz. Geçiminde iktisada riayet eden muhtaç olmaz." buyuruluyor. (C. Sağir)

 

HÂCET NAMAZI

Hadis-i şerif'te bildirildiğine göre; Allah-u Teâlâ'dan dünya ve ahirete âit herhangi bir hâceti olan veya Allah'ın kullarından birine işi düşen kişi, güzelce abdest alır, yatsıdan sonra iki veya dört rekât namaz kılar. Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e salâtü selâmda bulunur. Daha sonra hâcet duâsını okuyup, dileğini Allah-u Teâlâ'ya arzeder:

"Halim ve kerim olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Büyük arşın sahibi olan Allah bütün noksanlıklardan uzaktır. Hamd, âlemlerin Rabb'ine mahsustur.

Ey Allah'ım! Senden rahmetinin icaplarını, mağfiretini gerektiren şeyleri, her türlü iyiliğe nâil olmayı, her günahtan kurtulmayı isterim. Senden affetmediğin hiçbir günah, kurtarmadığın hiçbir dert ve hoşnud olduğun hâcetlerden gidermediğin hiçbir hâcet bırakmamanı dilerim." (İbn-i Mâce)

Birinci rekâtta Fatiha'dan sonra üç Âyet-el Kürsî, diğer rekât veya rekâtlarda birer defa İhlâs Felâk ve Nâs sûre-i şerif'leri okunur.

 

TEVBE NAMAZI

İşlenmiş herhangi bir günahtan dolayı, güzelce abdest alındıktan sonra kır bir yere çıkıp açık havada iki rekât namaz kılarak günahların bağışlanmasını Allah-u Teâlâ'dan dilemek Sünnet-i seniyye'dir.

 

YOLCULUK NAMAZI

Yolculuğa çıkarken veya yolculuktan dönünce iki rekât yolculuk namazı kılmak menduptur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sefere çıkacakları zaman iki rekât namaz kılar, döndükleri zaman da doğruca mescide varıp iki rekât namaz kıldıktan sonra hane-i saadetlerine giderlerdi.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.63 ORUÇ

Previous topicNext topic
ORUÇ
 

İSLÂM İLMİHALİ

ORUÇ

 

İslâm'ın binasını teşkil eden temel esaslarından ve en büyük erkânından birisi de Ramazan orucudur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerîme'sinde:

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Tâ ki korunasınız." buyuruyor. (Bakara: 183)

Oruç, niyet ederek, tan yeri ağarmaya başladığı zamandan güneş batıncaya kadar, yemek içmek, mukarenet gibi şeylerden uzak durmak demektir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yiyin için. Sonra da orucu gece oluncaya kadar tamamlayın." (Bakara: 187)

Bundan maksat, gündüzün beyazlığının gecenin siyahlığından ayırdedilmesidir.

Oruç gizli yapılan ve pek faziletli olan bir ibadettir. Orucun sevabı her türlü ölçülerin üstündedir.

Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî'de şöyle buyurur:

"Âdemoğlu'nun işlediği her iş kendisinindir, fakat oruç benimdir, onun mükâfatını ben vereceğim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 903)

Oruçlu bir kimse, mükâfat olarak Allah-u Teâlâ'nın rahmeti ile karşı karşıya gelmekle vâdolunmuştur.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Cennette reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet gününde bu kapıdan cennete yalnız oruçlular girerler, başka hiç kimse giremez. "Oruçlular nerede?" denilir. Hepsi kalkarlar ve içeri girerler, sonra da kapı kapanır, artık kimse giremez." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 898)

"Oruçlu olan kimse bir mümini gıybet veyahut ezâ ve cefâ etmedikçe iftar edinceye kadar ibâdettedir." (Câmiu's-sağir)

"Oruçta riyâ tasavvur olunmaz." (Münâvî)

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerîf'lerde orucun fazilet ve ehemmiyetinin beyan edilmesi, mazeretleri sebebiyle tutamayanların kaza etmesi lüzumu, kasten bozanların misliyle cezalandırılması, ihtiyarlık ve hastalığından dolayı tutamayanların ise fidye vermeleri orucun ibadetler arasındaki değerini göstermektedir.

Oruç, diğer ibadetlerin kabulüne de sebep olur. Oruç bedenin zikri olur, ucbu ve kibri kırar, huşûyu artırır, kalbi ve aklı nurlandırır.

Hadis-i şerif'lere göre her şeyin bir kapısı vardır, ibadetlerin kapısı da oruçtur. Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur.

Oruçlunun uykusu ibadet, susması tesbih sayılır. Ameli kat kat, duâsı makbul olur.

Şeriatın emrettiği zâhiri orucun yanında ayrıca tarikat ve hakikat oruçları da vardır:

Zahiri oruç; gündüzleri yemekten-içmekten ve mukarenetten kesilmektir. Ramazan ayında tutulur.

Tarikat orucu ise, ömür boyu devam eder. Mürid, gece gündüz bütün âzalarını kötü duygulardan muhafaza etmek mecburiyetindedir. Gıybet etmez, hiçbir fenâlık düşünmez, kimseye zulmetmez, dövmez, sövmez, duygularını kötüye kullanmaz. Duygularını kötülüğe kullandığı anda, fiilen yapmasa da orucu bozulmuş olur. İşte asıl oruç budur. Çünkü Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor ki:

"Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından onlara sadece bir açlık kalmıştır." (İbn-i Mâce)

Bu Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki, bir çok oruçlular iftar ediyorlar; farkında değiller, hem de oruç tuttuklarını zannediyorlar. Görünüşte yemeyip, içmeyip oruç tutuyorlar ama; yaptıkları hareketler hiç de bir oruçlunun hareketine benzemiyor.

Dolayısı ile birçok iftar edenler de vardır ki oruçludurlar, oruçları bozulmamıştır. Niyetleri dâima istikâmet üzerinde bulunur. Kötü duygu ve düşüncelerden kendilerini alıkoymuşlardır, istedikleri gibi hareket edemezler, istediklerini yiyip içemezler.

Hadis-i kudsî'de: "Oruç benim içindir, mükâfatını ben veririm." diye bildirilen oruç bu oruçtur.

Hakikat orucuna gelince; o da Hazret-i Allah'ın muhabbetini sırda muhafaza etmektir. Cenâb-ı Hakk'ı görmek sır gözü iledir, yoksa baş gözü ile görülmez. O muhabbeti duyacak ki, orucu devam edebilsin. Çünkü o insanları Hazret-i Allah kendisi için halketmiştir. Hadis-i kudsî'de "İnsan benim sırrımdır, ben de insanın sırrıyım." buyuruyor. Onlar dâima Hakk iledir. Dolayısı ile Hazret-i Allah o kullarının başka bir şeyle meşgul olmasını da istemez. İşte âhirette O'nunla olacak yakın kullar bunlar olmuş oluyor.

 

ORUCUN ÇEŞİTLERİ

•Farz olan oruçlar: Ramazan ayı orucu, Ramazan ayı orucunun kazası, kefaret oruçları.

•Vacib olan oruçlar: Adak orucu, itikaf adağının orucu, bozulmuş olan nafile orucun kazası.

•Sünnet olan oruçlar: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in tuttuğu ve ümmetine de tutmasını emrettiği nafile oruçlar: Muharrem ayının dokuz ve onuncu veya on ve onbirinci günü oruç tutmak.

•Müstehap olan oruçlar: Kameri ayların on üç, on dört, on beşinci günleri, Pazartesi ve Perşembe günleri, şevval ayında altı gün oruç tutmak...

•Mekruh olan oruçlar: Muharrem'in yalnız onuncu günü, yalnız Cuma günü oruç tutmak, kocasının izni olmadan bir kadının nafile oruç tutması mekruhtur.

•Haram olan oruçlar: Ramazan bayramı'nın birinci günü ile Kurban bayramı'nın dört gününde oruç tutmak.

 

Orucun Şartları:

Vücubunun Şartları: Müslüman olmak, akıllı olmak, büluğ çağına ermek.

Edasının Şartları: Sağlıklı olmak, mukim olmak.

Sıhhatinin Şartları: Hayız ve nifastan temizlik, niyet.

Hiçbir özürü yok iken Ramazan orucunu tutmamak veya tutulan orucu bozmak haramdır.

 

Oruçta Niyet:

Oruçta niyet şarttır. Asıl niyet, insanın kalben oruç tutacağını bilmesidir. Gece sahura kalkmak da niyet sayılır. Dil ile de söylemek sünnettir.

Ramazan orucu, zamanı belirlenmiş adak orucu ve nafile oruçların niyet zamanı, güneşin batışından başlayarak oruç günü istivâ vaktine yani güneşin tepe noktasına gelmesinden öncesine kadardır.

Ramazan orucunun kazası ile nafile oruçların kazası, kefaret oruçları ve mutlak adak oruçlarının niyetini tan yeri ağarıncaya kadar yani geceden yapmak gerekir. Ayrıca bu oruçları niyette belirtmek lâzımdır.

Ramazanda her gün için ayrı ayrı niyet etmek gerekir.

 

Oruç Tutmamayı veya Tutulan Orucu Bozmayı Mubah Kılan Şerî Mazaretler:

Hastalık, yolculuk, hâmile ve emzikli kadınların oruçtan zarar görme korkusu, hayız ve nifas hâli, şiddetli açlık ve susuzluk, düşkünlük ve ihtiyarlık.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"(Oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim o günlerde hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar." (Bakara: 184)

•Oruç tutmamayı mubah kılan özürlerin gündüz ortadan kalkması hâlinde, Ramazan ayına hürmet için, günün kalan kısmında yenilip içilmemesi gerekir.

 

Ramazan Hilâlini Gözetlemek:

Şaban-ı şerif ve Ramazan-ı şerif aylarının yirmi dokuzuncu günleri hilâli gözetlemek farz-ı kifâyedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Şu halde sizden her kim o aya erişirse oruç tutsun." buyuruyor. (Bakara: 185)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz, Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar ediniz. Hava bulutlu olursa Şaban'ın sayısını otuza tamamlayınız." (Buhârî)

Şaban-ı şerif'in yirmi dokuzuncu günü güneşin batışından sonra hilâl görülürse, ertesi günü Ramazan orucuna başlanır. Hava bulutlu veya dumanlı olup hilâl görülmüzse Şaban ayı otuz güne tamamlanır, diğer gün oruca başlanır.

Şaban-ı şerif'in yirmi dokuzuncu gününden sonraki günün otuzu mu Ramazan-ı şerif'in biri mi olduğunda şüphe varsa bu güne yevm-i şek (şüpheli gün) denir. Bu gün Ramazan orucu tutulmaz, Ramazan orucuna niyetlenmek mekruhtur, çünkü kesinlik kazanmamıştır. Nafile niyetiyle oruç tutulabilir.

Şevval ayının hilâli Ramazan-ı şerif'in yirmi dokuzuncu günü güneşin batışından sonra araştırılır. Hilâl görülürse ertesi günü bayram yapılır. Görülmezse Ramazan-ı şerif otuza tamamlanır, diğer günü bayram yapılır.

 

Orucu Bozup da Yalnız Gününe Gün Oruç Tutmayı (Kazayı) Gerektiren Şeyler:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Bu kolaylığı dilemesi, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı yüceltmeniz içindir. Umulur ki şükredersiniz!" (Bakara: 185)

Ramazan orucuna niyet etmeyerek gündüz yemek-içmek.

Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak.

Yenilip-içilmesi adet olmayan şeyleri bilerek yeyip-içmek. (çiğ pirinç, toprak, çakıl taşı, kâğıt, pamuk gibi)

Makata fitil koymak, ilâç akıtmak.

Buruna ilâç çekmek.

Kulağa yağ, ilâç damlatmak.

Bile bile genize duman çekmek. (Sigara gibi lezzet alınacak dumanlardan ise kefaret de gerekir.)

Sahur vakti geçtiği halde, geçmedi sanarak yemek yemek, mukarenette bulunmak.

İftar vakti gelmediği halde, geldi sanarak yemek yemek, mukarenette bulunmak.

Bir defada çok miktarda tuz yemek.

Dokunmakla veya elle oynamakla meni gelmesi.

Boğaza kaçan kar tanesini istemeyerek yutmak. (İsteğiyle yutarsa kefaret gerekir)

Şer'i bir şüphe üzerine orucu bozmak.

Unutarak yedikten sonra, oruç bozuldu zannıyla bile bile yemek.

Abdest alırken ağıza ve buruna alınan suyun hata ile boğaza kaçması.

Zorla oruç bozmak.

Mukim iken geceden niyet ettiği orucu, sefere çıkınca bozmak.

Kadınlar tenasül uzuvlarının içine bir şey damlatmak, parmakları ile yaşlık salmak veya bez tıkamak.

Büyük abdestten sonra temizlenirken makadın içine su kaçması.

Makadın içine çubuk gibi, şırınga ucu gibi bir şey sokmak. Bu şey tamamen makadın içine girerse kaza gerekir, bir kısmı dışında kalırsa oruç bozulmaz.

 

Orucu Bozup Hem Kazayı Hem de Kefareti Gerektiren Şeyler:

Mukarenette bulunmak. İki tarafı da gerektirir.

Yenilip içilebilecek bir şeyi bile bile yemek ve içmek.

Ağzına giren yağmur, kar ve doluyu yutmak. Çünkü ağzı biraz yummakla bunlardan korunabilir.

Sigara içmek, enfiye çekmek.

Azıcık tuz yemek, çünkü azında lezzet vardır.

Karının, kocanın veya sevdiği bir kimsenin tükürüğünü yutmak.

Son derece istekle zevcesine dokunmakla veya öpmekle inzal vaki olmadığı halde oruç bozuldu sanarak iftar etmek.

 

Orucu Bozmayan Şeyler:

Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek, mukarenette bulunmak.

Bakmak ve düşünmek suretiyle meni gelmesi.

İhtilâm olmak.

Cünüp olan kimsenin gusletmeyi sabah namazı vaktine kadar geciktirmesi. (Cünüp olarak üzerine güneş doğarsa günah olur.)

Boğaza toz veya sinek kaçması.

Dişleri arasında sahurdan kalan nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak.

Boğazına gelen balgamı yutmak.

Kulağa su kaçması.

Elde olmayarak boğaza duman gitmesi.

Ağıza alınan ilâcın tadının boğaza kaçması.

Mideden gelen kusuntuyu geri almak.

Göze ilâç akıtmak.

İdrar yoluna ilâç veya su akıtmak.

Çok az bile olsa kendi iradesi olmadan kusmak. Kendi isteği ile parmağını boğazına sokup ağız dolusu kusarsa bozulur.

Orucu bozmaya sadece niyetlenmek.

Ağız çalkalandıktan sonra ağızda kalan yaşlığı tükürükle birlikte yutmak.

Diş çektirmek bozmaz fakat çektirirken iğne vurulursa oruç bozulur.

Kan aldırmak veya Hacamat yaptırmak.

Oruçluya Müstehap Olan Şeyler:

Sahura kalkmak.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sahur yemeğini tavsiye buyurmuşlar ve onda bereket olduğunu söylemişlerdir.

Sahura kalkmak; teheccüd namazı kılmaya, zikrullahla, istiğfarla meşgul olmaya vesile olur. Sahuru geciktirmek de faziletlidir.

Güneş batar batmaz namazdan önce acele olarak orucu bozmak.

İftarı açtıktan sonra namaz kılınabilir.

Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"İftarda acele, sahûru imsak vaktine doğru geciktiriniz." (Tirmizî)

Orucu hurma ile, bulunmadığında su ile açmak.

İftar esnasında me'sur duâlardan okumak.

"Allahümme leke sumtu ve alâ rızkıke eftartü, ve aleyke tevekkeltü ve bike âmentü: Allah'ım! Senin için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim, Sana tevekkül ettim, Sana iman ettim."

Lüzumsuz fazla lâf konuşmaktan sakınmak.

Akrabalara, fakirlere yardımı ve sadakayı her zamankinden çok yapmak,

İbadetleri arttırmak, Kur'an-ı kerim okumak, zikrullahla, salât-ü selâmla meşgul olmak.

İtikafa girmek.

"Oruçlu olan kimse hurma ile iftar etsin, bulamadığı halde su ile iftar eylesin ki su temizdir." (Tirmizî)

 

Oruçluya Mekruh Olan Şeyler:

Mideye inmeyecek şekilde birşey tatmak.

Özürsüz ve gereksiz yere birşey çiğnemek.

Tükürüğü ağızda biriktirip yutmak.

Nefsinden emin olamayan bir oruçlunun zevcesini öpmesi, okşaması.

Nefsinden emin olsun olmasın, çıplak olarak sarılmaları, mekruhtur, buna fahiş mubaşeret denir. Dudaklarını emmesi de mekruhtur ki, buna da fahiş kuble denir.

Oruçlunun kendisini oruç tutamayacak kadar güçsüz duruma düşürecek kadar ağır iş yapması.

Bu sayılanlar harama yakın mekruhtur.

 

Oruçluya Mekruh Olmayan Şeyler:

Gül ve misk gibi bir şey koklamak.

Kendisini zayıf düşürmeyecekse kan aldırmak.

Misvak kullanmak.

Su ile ağzını çalkalamak.

Göze sürme çekmek.

Nefsinden emin olmak şartıyla oruçlunun zevcesini öpmesi, okşaması.

Müslümanlara Allah-u Teâlâ'nın bir ikramı olarak Ramazan gecelerinde mukarenette bulunmak helâl kılınmıştır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde hanımlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah sizin nefislerinize hiyanet etmekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı." (Bakara: 187)

 

Fidye:

Düşkünlükleri sebebiyle ölünceye kadar oruç tutamayacak kadar yaşlanmış olan veya iyileşmesi umulmayan sürekli hasta olan kimseler, tutamadıkları her orucun bedeli olarak bir fidye verirler.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Oruç tutmaya gücü yetmeyenler ise, bir yoksul doyumu fidye verir. Kim kendi isteğiyle nafile olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." (Bakara: 184)

Bir fidye bir fıtır sadakası karşılığıdır. Yani bir fakiri iki öğün doyurmaktır. Bunun karşılığı para olarak da verilebilir.

Fidye veremeyecek kadar fakir olan kimseler ise Allah-u Teâlâ'dan mağfiret dilerler.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.64 ZEKÂT

Previous topicNext topic
ZEKÂT
 

İSLÂM İLMİHALİ

ZEKÂT

 

Allah-u Teâlâ zekât verecek kadar zengin olan müslümanların mallarının belli bir miktarını fakirlere tahsis etmiştir. Bunun içindir ki zekât verilmeyen malda fakirlerin hakkı vardır. Bu hakkı sahibine veren kimse Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirip borcundan kurtulmuş olur. Üzerine zekât farz olan kimse ise zekâtını vermezse, fakirlerin malını gasbetmiş olur.

İslâm'da imandan sonra en önemli iki esas vardır. Bu rükünlerden birisi namaz, diğeri ise zekâttır.

Zekât ibadeti bir çok Âyet-i kerime'lerde namazla birlikte emredilmiştir:

"Namazı kılın, zekâtı verin." (Ahzâb: 33)

Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm'ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise "İslâm'ın köprüsüdür." Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.

Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ'nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde, zekâtı İslâm'ın beş temel esasından birisi saymıştır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"İslâmiyet'inizin kemâli zekât vermenize bağlıdır." (Münâvî)

Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, âhirette ise azaptan kurtulmuş olunur.

Zekât malı temizlediği için bu ismi almıştır. Kuyudan su çektikçe yerine su geldiği, budanan bağların daha çok üzüm verdiği gibi, zekât da malı hem temizler hem de bereketlendirir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlardan mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz.

Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, o böyle değildir. O zekâtı veren kimseler (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır." (Rum: 39)

İyiliklerinin karşılığı kat kat verilecek kimseler bunlardır.

Zekât fakirlerden önce zenginlerin menfaatınadır. Çünkü hem kat kat sevap kazanıyorlar, hem malları bereketleniyor, hem de malları zekâtla korunmuş oluyor.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Zekâtı vermek suretiyle malınızı muhafaza ediniz.

Fakirlere sadaka vererek hastaları tedavi ediniz.

Duâ ve tazarru ile belâ ve musibetleri reddediniz." (Münâvi)

"Sermayeden zekâtın çıkarılıp verilmesi serveti azaltmaz." (Müslim)

Zekât farz olan bir vergi, sadaka ise gönülden kopan bir yardımdır. Zekât farizasını yerine getirmekle sadakadan kurtuluş olmayacağı gibi, sadaka vermekle de zekât emri yerine getirilmiş olmaz.

Zekât verenler Kuran-ı kerim'de övülmektedir:

"Onlar verdiklerimizden hayra sarfederler." (Bakara: 3)

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:

"O müşrikler ki, zekâtlarını vermezler ve ahireti de inkâr ederler." (Fussilet: 7)

Buyurularak, zekât vermemenin âhireti inkâra alâmet olduğu anlaşılmaktadır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.65 Zekât Vermekten Kaçınanlar

Previous topicNext topic
Zekât Vermekten Kaçınanlar
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekât Vermekten Kaçınanlar

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Kim ki Allah kendisine mal verir, o da malın zekâtını vermezse, zekât verilmeyen mal kıyamet gününde mat zehirli, iki boynuzlu, gözleri kuru üzüm tanesi gibi bir ejderha olup, sahibinin boynuna dolanır, avurtlarını ağzı ile tutar, sonra 'Ben senin malınım, ben senin hazinenim!' der." buyurdu ve şu Âyet-i kerime'yi okudu:

"Allah'ın, kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik edenler hiçbir zaman onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Bu onların zararınadır. Cimrilik ettikleri şeyler kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Âl-i İmran: 180)

Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, ahirette ise azaptan kurtulmuş olunur. En mühimi, emr-i şerif yerine gelmiş olur.

Kulların mülkiyetinde olan her şey gerçekte Allah-u Teâlâ'nındır, müstakilen O'nun mülküdür. Bunlara sahip olanların hakiki mülkleri yoktur, kısa bir müddet için verilmiş birer emanettir. Herkes şu kısa ömür içinde kendisinin olduğunu zannettiği serveti, gün gelecek bırakmak zorunda kalacaktır. Sonra hepsi O'na dönecektir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar hâline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları, alnı ve sırtı dağlanmasın.

Bu levhalar soğudukça miktarı elli bin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılarak geri çevrileceklerdir. Nihayet kendisine ya cennet ya da cehenneme doğru (giden yol) gösterilecektir."

– Yâ Resulellah! Ya (zekâtı verilmeyen) develer ne olacak?

"Hiçbir deve sahibi de yoktur ki, bu hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp muhtaçlara vermek iken, onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde o develerin altına alabildiğine düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hariç kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ile ısırmasınlar.

Deve sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğnenip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade edilir. Bu iş, miktarı elli bin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete yahut cehenneme giden yolu kendisine gösterilir."

– Yâ Resulellah! Sığırlarla koyunlar ne olacak?

"Hiçbir sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyamet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde onların altına serilerek, o hayvanlardan hiçbirisi hariç kalmamak ve içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu boynuzları ile sürmesin, tırnakları ile ezmesinler.

Bu hayvanların önde bulunanları, üzerinden çiğneyip geçtikçe, sondakiler onun üzerine tekrar iade edilirler. Bu, miktarı elli bin sene olan bir günde tâ kullar arasında hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete veya cehenneme giden yolu kendisine gösterilir..."

(Devam edecek)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.66 Zekât Vermekten Kaçınanlar (2)

Previous topicNext topic
Zekât Vermekten Kaçınanlar (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekât Vermekten Kaçınanlar (2)

 

Geçen ay bir kısmını yayınladığımız Hadis-i şerif'in devamını arz ediyoruz:

– Yâ Resulellah! Ya atlar ne olacak?

"Atlar üç kısımdır: Bir kısmı sahibi için bir yük, bir kısmı sahibi için örtü, bir kısmı da sahibi için ecirdir.

Bir kimsenin övünmek, gösteriş ve müslümanlara düşmanlık için bağlayıp beslediği at, sahibine bir yüktür.

Bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği ve onun sırtında ve boynunda Allah'ın hakkı olduğunu unutmadığı at, onun için bir örtüdür.

Bir kimsenin Allah yolunda müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp beslediği at, sahibi için ecirdir.

At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler sayısınca sahibine sevap yazılır. Ona atın pislikleri ve idrarı sayısınca dahi sevap yazılır.

At, ipini koparır da bir veya bir iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktarınca sevap yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken, sulamaya niyeti olmadığı halde o nehirden su içerse, Allah sahibine onun içtiği su yudumları miktarınca sevap yazar."

– Yâ Resulellah! Ya merkepler ne olacak?

"Merkepler hakkında bana şu bir tek şümullü âyetten başka bir şey indirilmedi. Her kim zerre miktarı hayır işlerse onun mükâfatını görür, zerre miktarı kötülük işleyen de onun cezasını görür." (Müslim: 987)

Diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Deve (kıyamet) gününde bugünkü şeklinden daha güçlü ve kuvvetli bir halde sahibine gelir. Zekâtı verilmedi ise sahibine musallat olup tabanlarıyla onu çiğner.

Zekât verilmeyen koyun da gayet semiz ve kuvvetli hâli ile gelerek sahibine musallat olup tırnaklarıyla onu çiğner, boynuzlarıyla da süser.

Sakın sizden biriniz, kıyamet gününde omuzuna zekâtını vermediği koyununu yüklenip avaz avaz bağırarak ve 'Yâ Muhammed!' diye imdat isteyerek bana gelmesin. Ben ona 'Bugün seni kurtarmak için hiçbir yetkiye sahip değilim, dünyada ben sana hükm-i ilâhi'yi ulaştırdım' diye cevap veririm.

Deveyi yüklenerek gelip de 'Ya Muhammed' diye feryad etmesin. 'Bugün seni kurtaramam, ben sana hükm-i ilâhi'yi ulaştırmıştım.' diye cevap veririm." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 690)

"Cenâb-ı Allah zekât vermeyenlerin imanını da namazını da kabule şâyân buyurmaz." (Münâvî)

"Malının zekâtını vermeyen kıyâmet gününde cehennem ateşindedir." (Câmiu's-sağir)

"Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele." (Münavî)

Hazret-i Allah bize vermiş, bizim de vermemiz gerekir. Verilen şeylerle insanın malı eksilmez. Biz cahil insanlarız, vermekle azalacağını zannederiz.

Zekât veren bir insan ayrıca "Allah'ım! Bana verdiriyorsun, dileseydin aldırırdın, sana şükürler olsun." diye de şükretmelidir.

Zekât dinde zengin sayılan erkek ve kadın her müslümanın, zekâtı hak eden bir kısım müslümanlara sırf Allah rızası için senede bir kere malının muayyen bir miktarını vermesidir.

Zekâtın farz olması için mülkiyetteki malın nisaba ulaşması şarttır. Nisab miktarından az mala zekât düşmez.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.67 Zekât Hesabında Nisab ve Aslî İhtiyaçlar

Previous topicNext topic
Zekât Hesabında Nisab ve Aslî İhtiyaçlar
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekât Hesabında Nisab ve Aslî İhtiyaçlar

 

A) Nisab:

Nisab demek, zekâtın farz olması için dinin tanıdığı mal miktarı demektir. Zekât verilecek malın cinsi değişmekle nisab şekli de değişir.

Allah-u Teâlâ'nın kuluna ihsan ettiği mal, borcundan ve hâcet-i asliyesinden yâni aslî ihtiyaçlarından sonra, zekât verecek nisab miktarına yükselirse, bu gibi kimseler dinde zengin sayılırlar.

Meselâ koyun kırka, sığır otuza, deve beşe ulaşır; gümüş ikiyüz dirhemi, altın yirmi miskali bulursa veya bunların değerinde ticaret malı mevcut olursa, zekât vermek farz olur.

Böyle altını olmaz da, onların tutarı kadar nakit para bulunursa, onların da zekâtı verilecektir.

Zekât verebilmek için eldeki malın Nâmî yani artmaya müsait olması, Hakikaten veya Hükmen artıcı olması gerekir. Malın hakikaten artıcı olması, ya ticaret yolu ile veya hayvanlarda olduğu gibi üreme sureti ile olur. Hükmen artıcı olma, ticarete konmayan altın, gümüş ve paradır.

 

B) Aslî İhtiyaçlar (Hâcet-i Asliye):

Hâcet-i asliye demek, hayatta oldukça insanın muhtaç olduğu şeyler demektir. İnsanın geçimini sağlayan zarurî ihtiyaçlar her şeyden önce gelir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Her mal sahibi malında daha çok hak sahibidir." buyurmuşlardır. (Beyhâkî)

Ev-apartman, dükkân-mağaza, bağ-bahçe, han-hamam-otel, ev döşemesi, mobilyalar, altın ve gümüş olmayan kap-kacak gibi eşyalar, ev eşyaları, silahlar, ilim adamının kitapları, her türlü sanat aletleri, binek hayvanları, otomobil, ihtiyaçtan fazla bile olsa yazlık-kışlık elbiseler, yatak-yorgan, cariye, kişinin geçindirmek mecburiyetinde olduğu kimselerin bir yıllık masrafları aslî ihtiyaçlardır.

Bu sayılanlardan ayrı ayrı her biri veya hepsi ihtiyaçtan fazla ve kıymetleri de zenginlik derecesinden aşırı bile olsa, meselâ lüzumundan fazla halı, buzdolabı, çamaşır makinesi olsa, bunları bulundurmakta ticaret kasdı yoksa, zekât lâzım gelmez.

Hatta değerlendirildiği takdirde nisaba baliğ olsalar bile, zekât vermeye mecbur değildirler.

Ancak bunlar zengin durumda oldukları için kurban kesmeleri gerekir. Zekât da alamazlar.

Kadınların ziynet için kullandıkları inci, elmas, zümrüt, yakut veya bunlara benzer mücevherlerden ticaret kasdı olmadıkça zekât lâzım gelmez.

Sanat erbabının kullandığı aletlerden, meselâ bir doktorun âlet ve makinalarına da zekât gerekmez. Yalnız bu yollardan elde ettiği sermayenin gereken şartlardan sonra zekâtını vermesi fârzdır.

Fabrika, dükkân, daire, otomobil gibi enval, ticaret malı olmazsa zekâta tabi değildir.

Bunların gelirlerinden zekât verilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.68 Zekât Verilmesi Gereken Mallar

Previous topicNext topic
Zekât Verilmesi Gereken Mallar
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekât Verilmesi Gereken Mallar

 

Mühim Bir Husus:

Zekât verilecek malın hem borçtan, hem de sahibinin aslî ihtiyaçlarından artmış olması şarttır.

Aslî ihtiyaçların başında orta halli bir mesken gelmektedir. Aynı zamanda âile fertlerinden bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık nafakası olması gerekir.

Elinde bulunan altını veya hazır parası nisap miktarına ulaşsa bile, başını sokacak orta halli bir evi ve bir yıllık nafakası olmayan bir kimseye zekât farz değildir.

Bu neye benzer?

Suyu bulunan bir yolcu, yolda susuz kalabileceğini hesaba katarak, suyunu kullanmayıp teyemmüm etmektedir. Böyle bir durumda su yok hükmünde olduğu için teyemmüm câizdir.

Bunun gibi, bir kimsenin aslî ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere nisab miktarının üstünde parası olsa bile yok hükmündedir.

Meselâ bir kimsenin kırk koyunu olunca birini zekât olarak vermesi gerekiyor. Otuz dokuz olunca, arada bir fark olmasına rağmen zekât düşmüyor.

Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez." buyuruyor. (Bakara: 185)

Allah-u Teâlâ hiç kimseye takatinin dışında bir yük yüklememektedir.

 

C) Zekât Verilmesi Gereken Mallar:

Altın, Gümüş, Nakit Para:

Nisap miktarındaki altın ve gümüşten, ticaret niyet edilsin veya edilmesin zekât vermek farzdır.

Altının zekât nisabı 20 miskal,

Gümüşün zekât nisabı ise 200 dirhemdir.

Bugünkü ölçüye göre 20 şer'i miskal 80.18 gram, 200 şer'i dirhem ise 561.2 gramdır.

Şu halde borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak 80.18 gram altını veya 561.2 gram gümüşü, yahut bunlardan birinin karşılığı parası olan bir kimse dinen zengin sayılır ve üzerinden bir sene geçmişse zekât vermekle mükelleftir.

Altın, gümüş ve parada zekât nispeti kırkta bir yâni yüzde ikibuçuktur.

Her 20 miskal altında yarım miskal (1/40), her 200 dirhem gümüşte 5 dirhem (1/40) zekât verilir.

Altın ve gümüşün antika değerleri göz önüne alınmayıp, tartılarına göre değerlendirilir.

İtibar kıymete değil tartıyadır.

Ticari muâmelâtta kullanılan ve tedavülde olan banknot paraların kıymeti üzerinden zekât verilir.

Çünkü zamanımızda altın ve gümüş paralar tedavülden kalkmıştır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.69 Ticaret Malları'nın Zekâtı

Previous topicNext topic
Ticaret Malları'nın Zekâtı
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ticaret Malları'nın Zekâtı

 

Bir malın ticaret eşyası sayılabilmesi için, kâr sağlama gayesi, fiilen satışa arzetme unsurlarının bulunması gerekir.

Bütün ticaret mallarına zekât düşer.

Ticaret malları için ayrıca nisab miktarı belirtilmemiştir. Hangi cinsten olursa olsun bir ticaret malına zekât düşmesi için o malın değeri altın ve gümüşün nisabına göre râyiç para ile kıymetlendirilir ve ona göre zekât verilir.

Alım satım mallarında nisab miktarı 80.18 gram altının veya 561.2 gram gümüşün piyasa değeridir.

Bu değerde olan ticaret mallarının üzerinden bir yıl geçince, sene sonu değerlerinden zekât verilir.

Ticaret malının zekâtı altın ve gümüşten fakirlerin menfaatine hangisi daha uygun ise onun üzerinden hesap edilip verilir. Eldeki nakit paralar da ticaret malına eklenir.

Altın ile gümüşün nisabında, bunların bir cinsten bulunmaları şart değildir.

Binaenaleyh bir kimsenin bir miktar altını ile gümüşü bulunup da hepsinin kıymeti bir nisab miktarına, yâni 200 dirhem gümüşün değerine muadil bulunsa (1/40) nispetinde zekâtları lâzım gelir.

Meselâ bir kimsenin 100 dirhem gümüşü, yüz dirhem gümüş nispetinde de 10 miskal altını bulunsa, bunun için 5 dirhem 1/40 miktarı zekât lâzım gelir.

Bir kimsenin bir miktar altını, bir miktar gümüşü, biraz da ticaret malı bulunur ve hepsinin toplamı altın ve gümüş nisablarına baliğ olursa o surette verilmek lâzımdır.

Altın ve gümüşten başka, cins ve nisabları ayrı ayrı olan mallar birbirine katılmaz. Her cinsin zekâtı kendi nisabına göre verilir. Meselâ 35 koyunu, 25 sığırı, 4 devesi bulunan bir müslüman bu mallarının üzerinden bir yıl geçse dahi zekât vermekle mükellef değildir.

Ticaret mallarının her çeşidi birleştirilerek, meydana gelen nisabtan zekât verilir. (Bakkaliye malları, manifatura mağazasında bulunan mallar, eczanedeki ilâçlar, sebze ve meyva ticareti... gibi.)

Zekâta tâbi malların değerinin yıl içinde zaman zaman artıp eksilmeleri her zaman muhtemeldir. Onun için sene başında ve ortasındaki değer nazar-ı itibara alınmaz. Mühim olan sene sonundaki kıymetleridir.

Meselâ sene başında ve ortasında nisabın altına düşse ve böylece on bir ay devam ettikten sonra on ikinci ayda yine çoğalıp nisab miktarına ulaşsa, bunun zekâtını vermek icâbeder.

Bunun gibi, sene başındaki nisab miktarı mala, sene sonuna yakın ilâve edilen ziyade mal üzerinden ayrıca bir sene geçmesi düşünülemez. Ana para esastır, buna bağlı olarak diğer mallardan da sene geçmiş sayılır.

Sene tamam olunca o günkü râyice göre her çeşit malın toptan fiyatları yerinde tespit edilerek değerlendirilir, zekât matrahı bulunur. Bu matrah nisaba ulaşırsa yüzde iki buçuk nispetinde zekât verilir.

Zekât için kameri yıl (354 gün) esas alınır.

Ticaret için alınıp satılan arsa ve dairelerin zekâtı, bedelleri üzerinden verilir. Zirâ elde edilen bu mülk ticaret malı gibidir. Ticaret için olmayan ev ve arsaların zekâtı yoktur.

Zekâtta asıl olan her cins maldan aynen vermektir. Ancak zekât olarak ayrılan malın kıymetini de vermek caizdir.

Meselâ bir kimse altının zekâtı için para veya gümüş verebileceği gibi, zâhire veya kumaş da verebilir. Koyunun kendisi verilebileceği gibi, aynı kıymette elbise veya buğday, arpa, pirinç ve un gibi yiyecek, giyecek maddeleri de verilebilir.

Bu hususta fakirler için daha faydalı ve lüzumlu cihet tercih edilmelidir.

Bir kimse zekât vereceği malın cinsinden değil de parasını vermek isterse o malın o günkü alış fiyatından hesap ederek vermelidir.

Zekât vermek için ayırırken veya verirken niyet etmek şarttır. Niyetsiz zekât nafile olmuş olur.

Zekât verilen kimselerin zekât olduğunu bilmesi şart değildir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.70 Ehli Hayvanların Zekâtı

Previous topicNext topic
Ehli Hayvanların Zekâtı
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ehli Hayvanların Zekâtı

 

Senenin çoğunu ahırda geçiren hayvanlara Alûfe denir. Altı ay veya altı aydan daha az bir zaman dışında otlayanlar için zekât yoktur. Hususî otlaklarda mera parası verilerek yaydırılan hayvanlar da böyledir. Çift sürmek, yük taşımak ve et için beslenenlere de zekât lâzım gelmez.

Bu hayvanlar ticaret malı olarak elde bulundurulursa, ticaret malı zekâtına girerler. Kıymetleri itibariyle zekâtı verilir. Nisab adedi gözetilmez.

Üretmek, süt almak ve kuvvetlendirmek maksadıyla beslenip de senenin çoğunu kırlarda otlamak suretiyle geçiren hayvanlara ise Sâime denir.

İşte bu tarzda beslenen hayvanlar üzerlerinden sene aştığında zekâta tabi olurlar.

 

a) Koyun ve Keçinin Zekât Nisabı:

Koyun ve keçide nisab kırktır, kırktan noksan olursa zekât yoktur. Kırk koyun için bir koyun zekât verilir. Kırktan sonra yüzyirmibir koyuna kadar zekâta tabi değildir. Yüzyirmibir koyundan ikiyüzbir koyuna kadar iki koyun, ikiyüzbir koyundan dörtyüz koyuna kadar üç koyun, tam dörtyüz koyun için de dört koyun zekât verilir. Sonra her yüz koyunda bir koyun daha verilir. Beşyüzde beş, altıyüzde altı... gibi. Aradaki miktar zekâta tabi değildir. Verilecek koyun bir yaşını doldurmalıdır.

Keçi de koyun gibidir, bunlar bir cins sayılır. Erkek ve dişileri ayırt edilmez. Zekât nisabını tamamlamak için birbirine ilâve edilir. Meselâ otuz koyun ile on keçiden bir koyun zekât verilmesi gerekir.

Bu hayvanlar yalnız koyun veya keçiden ibaret bulunursa, koyun yerine keçi, keçi yerine koyun verilmez.

Bir yaşından aşağı olan kuzulara zekât düşmezse de, içlerinde bir tek bile büyük davar bulunacak olursa, bu küçük kuzular büyükmüş gibi sayılır. Zekât olarak da o büyüğünün verilmesi gerekir.

 

b) Sığır ve Mandanın Zekât Nisabı:

Sığırda nisab otuzdur, daha azında zekât yoktur. Otuz sığırdan kırk sığıra kadar zekât olarak bir yaşını doldurmuş erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk sığırdan altmış sığıra kadar iki yaşını doldurmuş erkek veya dişi buzağı verilir. Altmış sığırdan ise birer yaşını doldurmuş iki buzağı verilir. Yetmiş olursa birisi bir yaşını doldurmuş buzağı, diğeri iki yaşını doldurmuş bir dana verilir. Seksende iki yaşını doldurmuş iki dana, doksan olursa bir yaşını doldurmuş üç buzağı verilir. Yüz olursa; ikisi birer yaşını doldurmuş, birisi iki yaşını doldurmuş üç dana verilir.

Sığır ile manda arasında fark yoktur, ikisi de bir cins sayılır. Karışık oldukları takdirde birbirine ilâve edilir.

 

c) Develerin Zekât Nisabı:

Develerin nisabı beştir. Beş deveden dokuz deveye kadar bir koyun, onda iki, onbeşde üç, yirmide dört koyun verilir. Yirmibeşde iki yaşında bir dişi deve yavrusu verilir. Otuzbeş deveye kadar bir şey verilmez, otuzaltı olunca, kırkbeşe kadar üç yaşında bir dişi deve verilir. Kırkaltıda dört, altmışbirde beş yaşında bir dişi deve verilir. Yetmişaltı olursa üç yaşında iki dişi deve, doksanbirden yüzyirmiye kadar dört yaşında iki dişi deve verilir. Bundan sonra yüzkırkdörde kadar dört yaşında iki dişi devenin üzerine her beş devede bir koyun eklenir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.71 Ekin ve Meyvelerin Zekâtı (Öşür)

Previous topicNext topic
Ekin ve Meyvelerin Zekâtı (Öşür)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Ekin ve Meyvelerin Zekâtı (Öşür)

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde ekinleri ve meyveleri yaratanın kendisi olduğunu beyan buyuruyor:

"Çardaklı ve çardaksız cennet gibi üzüm bağlarını, tadları ve yemişleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, zeytin ve narları, birbirine hem benzer hem de benzemez bir halde meydana getiren hep Allah'tır." (En'am: 141)

Onlardan bir kısmı çardaklı olup, yüksek ağaçlar üzerine konulmuştur. Bir kısmı da çardaksız olarak, tarladaki hâliyle bırakılmıştır.

İnsanlar için meyve ve azık veren hurma ağaçlarını, yarattığı gibi; meyve ve tanelerinin rengi, tadı, hacmi ve kokusu farklı olan çeşitli gıda maddeleri veren türlü ekinleri yaratmıştır.

Allah-u Teâlâ bütün bu nimetleri yaratmasındaki ihsan ve iyiliği ortaya koyarak, bu nimetlerden faydalanmada helâl ve mubah oluşun asıl olduğunu belirtmek üzere şöyle buyuruyor:

"Herbiri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin." (En'am: 141)

Buradaki emir mubahlık ifade eder. Bu tür meyveler yetişip olgunlaştığında herbirinin meyvesinden, hurmasından ve üzümünden yiyin.

Bununla beraber:

"Hasat zamanı devşirildiği ve toplandığı gün de hakkını verin." (En'am: 141)

Bağ, bahçe ve hububat gibi Allah-u Teâlâ'nın verdiği nimetlerden yemek mubah olduğu gibi, toplandığında da fakir fukaranın hakkını unutmamak gerekmektedir.

"İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (En'am: 141)

Hepsini tasaddukta bulunup da, bunun sonucunda kendinizi muhtaç bir halde bırakmayınız, çoluk çocuğunuzun geçimini zorlaştırmayınız. Böyle yapmakla bu nimetlerin kadrini bilmemiş olursunuz. Çünkü israf eden kimseler, hakları yok ederler ve hadleri aşarlar.

 

Öşür:

İnsanın kazandığı malı zekât nisabına ulaşınca zekât farz olduğu gibi, topraktan alınan her türlü mahsulden, ağaçlardan alınan her türlü meyvelerden de "Öşr-i şer'î" adı ile zekât vermek farzdır.

Bu hususta diğer bir delil de şu Âyet-i kerime'dir:

"Ey inananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan (Allah için) sarfedin.

Size verilirse göz yummadan alamayacağınız kötü ve değersiz şeyleri sakın vermeye kalkmayın. Biliniz ki Allah ganidir, övülmeye lâyıktır..." (Bakara: 267)

İhsanda bulunanlara en güzel bir şekilde karşılığını verecektir.

Bugün bu emr-i ilâhî bilinmiyor veya bilinse de verilmesi ihmal ediliyor. Halbuki vermeyenler haram yemiş ve dolayısı ile de günahkâr olmuş olurlar.

Hatta öyle ki eğer bir kimse mahsul zekâtı olan öşürü vermeden ölürse, borçlu olduğu öşür miktarı terikesinden alınır. Diğer malların zekâtı öyle değildir, yani mirasçılar isterlerse verirler. Ölenin vasiyeti varsa o takdirde verilmesi gerekir.

Daha öşrü verilmemiş olan hububattan veya ağaç üstündeki meyvelerden yemek doğru değildir. Ancak öşrünü hesap edip ödemek niyetiyle yenilmesi helâl olur.

Öşür zekâtında itibar araziyedir, mal sahibine değildir. Bu bakımdan akıl ve büluğ şartı aranmaz, deli ve bunağın mahsulüne de farzdır.

Öşürde nisab şartı, aradan bir yıl geçmesi şartı da yoktur. Senede bir kaç mahsul alınsa bile, her defasında zekâtlarının fakir müslümanlara mutlaka verilmesi gerekir.

Azla çoğun farkı yoktur. Zira azdan az, çoktan çok verilir. Şu kadar var ki, çok bile olsa ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için öşür verilmez.

Dağlardan ve kimseye âit olmayan dağ ağaçlarından toplanan meyvelerden de öşür verilir.

Toprağa bağlı ağaçlara zekât düşmez, meyvelerine düşer. Sahibinin elinde olmayan her hangi bir sebeple mahsul yok olursa zekât kalkar...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.72 Öşür Zekâtının Miktarı

Previous topicNext topic
Öşür Zekâtının Miktarı
 

İSLÂM İLMİHALİ

Öşür Zekâtının Miktarı

 

Nisan 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Bu hususta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Nehirlerle yağmur sularının suladıkları mahsullerde öşür (yani onda bir) alınır. Hayvanla sulanan mahsullerde öşrün yarısı (yani yirmide bir) alınır." (Müslim: 981 - Ebu Dâvud: 1597)

Hadis-i şerif yağmur ve nehir suları ile sulanan mahsullerden onda bir yani yüzde on öşür verilmesi icabettiğine, hayvanla sulananlarda ise meşakkat ve masraf daha çok olduğu için yirmide bir yani yüzde beş öşür verilmesi icabettiğine delildir.

Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- şöyle buyurmuştur:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana, semâdan inen suyun suladığı mahsulden tam öşür (yani onda bir), âletle çıkarılan suyun suladığı mahsulden yarım öşür (yani yirmide bir) almamı emretti." (Nesâî)

Fakat günümüzde masraflar çok değişmiştir. Suya para verilmekte, sulamak için motora, biçilmesine, dövülmesine masraf yapılmakta, yakıta, ilâca, gübreye, ameleye para verilmekte, bir ürünü elde etmek için kat kat masraf yapılmaktadır. Dolayısıyle bu durumlarda da yirmide bir yani yüzde beş vermek gerekir.

Bu, Ümmet-i Muhammed'e bir kolaylıktır. Veren vermiş, alan da almış olacak. Verene kolaylık, alana nimet olacak.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in oğlu Abdullah -radiyallahu anh- der ki:

"Babam Ömer, Nebat halkından buğday ve zeytinyağından öşrün yarısını (yani yirmide bir nispetinde) alırdı. Bu davranışıyla kastı Medine'ye bunlardan çokça gelmesini sağlamaktı. Kıntiyye (denen buğday ve arpa dışında kalan nohut, mercimek, bakla nevinden tahıl) dan da öşür (yani onda bir) alıyordu." (Muvatta)

 

Zekât Düşen Mahsuller:

Buğday, arpa, pirinç, mercimek, nohut, darı, susam, fiy... gibi hububat çeşitleri, baklagiller, kokulu bitkiler, gül, çay, tütün, şeker kamışı, şeker pancarı, bal, pamuk, yonca, karpuz, kavun, zeytin, hurma, salatalık, patlıcan, domates, soğan, sarımsak... vb.

 

Arazinin Durumu:

Müslümanların ellerinde bulunan araziler hukuki yönden kısımlara ayrılmıştır.

1- Öşür Arazisi: Bunlar, isteyerek müslümanlığı kabul edenlerin ellerindeki topraklarla, harp neticesinde zorla fethedilip ganimet olarak İslâm mücahidlerine taksim edilen ve mülkiyet olarak verilen arazilerdir. Bu arazilerden öşür adı altında zekât alınır.

2- Harac Arazisi: Bunlar sulh yoluyla veya zorla fethedilip, eski gayr-i müslim sahiplerine veya başka gayr-i müslimlere mülk olarak verilen arazilerdir. Bu arazilerden harac adı altında vergi alınır. Bu topraklar öşre tâbi değildir.

Alâ bin Hadramî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

"Resulullah Aleyhisselâm beni Bahreyn'e veya Hecer'e gönderdi. Ben orada iki kardeş arasında müşterek olan bir bağdan vergi almak üzere giderdim. Kardeşin biri müslüman ise, onun payına düşenden öşür, müşrikten de harac alırdım." (İbn-i Mâce)

Demek oluyor ki müslüman olan kimse zekâtla, kâfir ise haracla mükelleftir.

Günümüzdeki müslümanların ellerindeki topraklar için "Öşrî" veya "Haracî" diye bir mesele kalmadığına göre; müslümanların ellerindeki toprakları geçmişteki durumuna göre değil de "Öşür arazisi" olarak kabul etmek gerekir.

Bu memleket İslâm beldesidir ve günümüzde bulunan araziler devlet tarafından halka mülk olarak verilmiştir. Zekât öşrî arazide gerekli olduğu gibi, haracî olan arazinin sahipleri müslüman oldukları zaman veya müslümanlar tarafından satın alındığı zaman artık o arazi haracî değil öşrî statüsüne girip zekâtının verilmesi gerekli olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.73 Madenlerin, Definelerin Zekâtı

Previous topicNext topic
Madenlerin, Definelerin Zekâtı
 

İSLÂM İLMİHALİ

Madenlerin, Definelerin Zekâtı

 

Mayıs 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Madenlerin Zekâtı:

Altın, gümüş, bakır, nikel, demir, kurşun gibi ateşte eriyen madenlerden beşte biri zekât olarak çıkarılır ve geriye kalan beşte dördü arazi sahibinin veya sahibi yoksa bulanındır.

Kireç, alçı, yakut, elmas gibi erimeyen madenlere zekât düşmez.

Bunların tamamı sahibinindir, sahibi yoksa bulanındır.

Su, tuz, zift, petrol... gibi sıvı madenlerden de zekât alınmaz, tamamı arazi sahibine aittir.

Ticarette kullanılanların gelirlerinin ticaret eşyası gibi zekâtı verilir.

 

Definelerin Zekâtı:

Üzerinde müslümanlara âit bir yazı veya işaret olan defineler yitik hükmüne girerler. Bunları bulanlar fakir iseler kendilerine harcarlar, değilseler fakirlere verebilirler.

Üzerinde müslüman olmayan milletlerin işareti olan defineler beşte bire tâbidir. Beşte dördü arazi sahibine, arazinin sahibi yoksa bulana ait olur.

Bir kimse kendi mülkünde define bulursa tamamı kendisine ait olur, beşte bir zekâtı yoktur.

İnci, mercan, balık... gibi denizden çıkarılan şeylere zekât düşmez.

Ticaret için kullanılırsa zekâtı verilir.

 

D) Zekât Kimlere Verilir?:

Zekât verilecek sekiz sınıf Kur'an-ı kerim'de belirlenmiştir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Zekâtlar: Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, hakîmdir." (Tevbe: 60)

Allah-u Teâlâ her şeyi ve herkesin durumunu, derecesini, neye hakkı olup neye olmadığını bilir. Her şeyi yerli yerine koyar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Yemen halkına vali olarak gönderdiği Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-e şu talimatı vermiştir:

"Onları, Allah'tan başka tapacak ilâh olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğumu tasdik etmeye çağır. Bunu yaparlarsa, Allah'ın her gün beş vakit namazı farz kıldığını onlara bildir. Bunu da yerine getirirlerse, Allah'ın onlara zenginlerinin mallarından alınacak ve yoksullara dağıtılacak zekâtı farz kıldığını bildir." (Buhari. Tecrid-i sârih: 686)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.74 Zekât Verilmeye Hak Kazanan Sekiz Sınıf

Previous topicNext topic
Zekât Verilmeye Hak Kazanan Sekiz Sınıf
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekât Verilmeye Hak Kazanan Sekiz Sınıf

 

Haziran 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

1. Fakirler:

Sahip olduğu malı ve elindeki parası nisap miktarını doldurmayan muhtaç kimselerdir. Bu gibi kimselere, meskenleri de olsa iş ve güçleri de olsa zekât verilebilir. Nice fakirler vardır ki zengin görünümündedirler, muhtaç durumda olduklarını gizlerler.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar yüzsuyu dökmediklerinden, durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Onları simâlarından tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler." (Bakara: 273)

Bunları tanımak müminlerin ferasetine bırakılmıştır.

 

2. Düşkünler:

Günlük yiyecekleri olmayacak kadar aşırı derecede düşkün kimseler. Bir Âyet-i kerime'de onlar için:

"Yere serilmiş miskin." (Beled: 16)

İfadesinin kullanılması, bu gibi kimselerin son derece yoksulluk ve sıkıntı içinde bulunduklarına işaret etmektedir. Miskinlik, fakirlikten daha aşağı bir durumda olmak mânâsına gelir. Dışarıdan bakıldığı zaman da belli olan kişi demektir. Hasılı, zekât herşeyden önce fakirler ve düşkünler içindir.

 

3. Zekât Memurları:

Bunlar zekâtları toplamak için görevlendirilen memurlardır. Tahsildarların, kâtiplerin, koruyucuların, hâsılı bütün bu işlerde görevli olarak çalışanların hizmetleri karşılığı olarak bu zekâtlardan ücretleri verilir. Onların yaptıkları bu gibi hizmetler, sonucu itibariyle fakirlerin ihtiyaçları yönünde yapılmaktadır.

Günümüzde ise zekât memuru yoktur.

 

4. Kalpleri İslâm'a Isındırılmak İstenenler:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke'nin fethinde yeni İslâm'a girmiş bazı kimselere zekâttan pay vermiştir. Bunların içinde henüz İslâm'a girmeyenler de vardı.

Bunlardan bazıları Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in hilâfeti zamanında yine zekâttan hisse almak için geldiklerinde Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- "Bu, Resulullah Aleyhisselâm'ın sizi İslâm'a ısındırmak için verdiği bir şeydi. Bugün ise Allah dini, size ihtiyaç olmayacak derecede yükseltti." buyurdu. Başta Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- olmak üzere bütün Ashab-ı kiram buna muvafakat ettiler.

 

5. Köleyi Kölelikten Kurtarmak İçin Harcama Yapılması:

Gerek kölenin bizzat kendisine, gerekse köleyi satın alıp azad edecek kimseye verilebilir.

Fakat günümüzde bu sınıf fiilen bulunmamaktadır.

 

6. Borçlarını Ödeyemeyecek Durumda Olan Borçlular:

Borcu yüzünden darda bulunan kimseye zekât vermek, borçsuz fakire vermekten daha faziletlidir.

Şu kadar var ki, Allah-u Teâlâ'nın nehyettiği fâiz, içki, kumar gibi haramları işleyerek borçlu düşenlere asla zekât verilmez.

 

7. Allah Yolunda Savaşa Katılmak İsteyenler:

Allah-u Teâlâ'ya itaat ve hayır yolunda bulunan herkes, ihtiyaç sahibi ise bu sınıfa girer. Böylece Allah yolunda cihad eden ve hayır işlerine koşturan kimseler desteklenmiş olur. Allah için ilim öğrenen kimseler de bu sınıfa girerler.

 

8. Yolda Parası Bitip, Memleketine Gidemeyecek Duruma Düşmüş Olan Yolcular:

Kendi memleketlerinde zengin de olsalar, yolculuk sırasında muhtaç duruma düşenlere, gideceği yere ulaştıracak kadar zekât verilebilir. Ancak böyle bir yolcunun, mümkünse zekât yerine borç alması daha hayırlıdır.

 

• Bir kimse zekâtını bu belirtilen sınıflardan herhangi birine verebileceği gibi, ikisine üçüne veya hepsine dağıtabilir. Zekât yakınlık sırasıyla önce yakın akrabaya, erkek kardeşlere, kız kardeşlere ve bunların çocuklarına, amca-hala ve bunların çocuklarına dayı ile teyzeye ve bunların çocuklarına, sonra diğer yakın akrabalara, komşulara, meslektaşlara, bulunduğu mahalle, kasaba ve şehir fukarasına, sonra diğer şehirlerdeki müslümanlara verilmesi daha sevablıdır.

Aynı zamanda aldığı parayı isyân ve israf yolunda sarfedecek olan kimselere vermemek, fukaranın işine yarayacak surette vermek, borçlu olanları borçlu olmayanlara tercih etmek efdâldir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.75 Zekâta Âit Bazı Meseleler

Previous topicNext topic
Zekâta Âit Bazı Meseleler
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekâta Âit Bazı Meseleler

 

Temmuz 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

E) Zekât Kimlere Verilmez?:

Ana-baba, dede ve ninelere, oğul, kız ve torunlara, karı veya kocadan herbiri diğerine, zekât vermekle mükellef bulunanlara, gayr-i müslim fakirlere zekât verilmez.

Zekât verilmesi câiz olmayan kimselere bile bile zekât vermek, verilmemiş hükmündedir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Malının zekâtını zekât düşmeyen kimseye veren, zekât vermemiş gibi olur." (Tirmizî)

Fâsık olanlara zekât verilemeyeceği gibi, dinde bölücülük yapanlarada zekât verilmez.

Çünkü bir başka Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Fâsığa ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur." (Münâvi)

Zekât fakirin hakkıdır. Bunlar ise fakirin boğazındaki lokmayı alıyorlar, süse lükse harcıyorlar.

 

F) Zekâtın Ödenmesi:

Bir müslüman sahip olduğu zekât malının miktarını bir yere yazmalı, zekâtın mutlaka hesabını yapmalıdır. Hesabı yapıldıktan sonra da belki boşluk kalmıştır diye fazla vermelidir. Saçıp savurmak da doğru değildir. Birden verirse, yarın veremeyecek hâle gelinebilir.

Zekât verecek olan bir kimse, sene dolmadan evvel zekâtını verebileceği gibi, gelecek bir kaç senenin zekâtını da önceden verebilir.

Senenin dolmasını beklemeden, zekât niyetiyle mübrem ihtiyaçlılara ödemede bulunmak daha iyidir. Verdikçe kaydedilir, sonunda hesabı yapılır. Fazla çıkarsa gelecek senenin zekâtına sayılır, az ise tamamlanır.

Diyeceksiniz ki Ramazan-ı şerif'te vermek daha çok sevaplıdır. Ramazan-ı şerif'te herkes veriyor. Sen yapacağını Allah için yap, rızâyı gözetle, ötesini bırak. İhtiyaç zamanında ver, yeter ki ver...

 

G) Zekâta Âit Bazı Meseleler:

Zekât, fakir borçludaki alacağa sayılmaz.

Başka birinden alacağı olan kimse, alacağını aldığı vakit, geçen seneler için zekâtını verir.

Akrabaların fakir çocuklarına verilen bayram bahşişleri bile, niyet ile zekât yerine geçer. Yalnız çocuklar kâr ve zararı ayırt edebilecek yaşta olmalıdırlar.

Bir kimse, hanımının başka kocadan olan fakir çocuklarına zekât verebilir.

Zekât hesap edilirken kadının malı erkeğin malına ilâve edilmez.

Zekât fakirlere helâldir. Zenginin zekât alması ise haramdır.

Fâiz alandan da fâiz verenden de zekât alınmaz.

Borcun kul borcu olması gerekir. Yoksa kefâret, adak ve Hacc'ın farz oluşu gibi borçlar zenginin zekât vermesine mani değildir.

Vergi borçları, borç hükmündedir. Nisabdan düşülür.

Senetlerin veya çeklerin hepsi alacak veya borç hükmündedir.

 

H) Zekâta Âit Bazı Edepler:

• Zekâtı gönül hoşluğu içinde ayırıp vermelidir.

• Kazancın en helâlinden ve en hayırlısından vermelidir.

• Zekâtı gizli olarak çıkarıp vermek daha faziletlidir. Çünkü bu durum gösterişten uzaktır.

• Zekâtı vermekte acele etmelidir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın emirleri, acele yerine getirilmesi gereken işlerdendir.

• Fakirliğini gizli tutanları, hastalıklı ve âilesi kalabalık olanları, zâhid ve takvâ sahibi kimseleri bilhassa arayıp bulmak gerekmektedir.

Birçok Aşevleri'nde fakirlere aş dağıtılmaktadır:

 

Aş Kimlere Verilir?

• Zâhid ve takvâ sahibi olanları,

• Fakirliğini gizli tutanları,

• Hastalıklı ve âilesi kalabalık olanları bilhassa arayıp bulmak lâzımdır.

 

Aş Kimlere Verilmez?

• Fâiz alana ve verene,

• Süslü lükslü hayat sürene,

• Keyf için evine televizyon alana aş verilmez.

• Fâsıklara da verilmez, zira verilirse fıskının artmasına vesile olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.76 Zekâta Âit Bazı Meseleler (2)

Previous topicNext topic
Zekâta Âit Bazı Meseleler (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zekâta Âit Bazı Meseleler (2)

 

Ağustos 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

I) Devlete Verilen Vergi Zekât Yerine Geçmez:

Vergi kesinlikle zekât yerine geçmez. Çünkü her ikisinin gayeleri, sarf edilecek yerleri, miktarları birbirinden apayrıdır.

Zekâtın devlet eliyle alınması:

"Onların mallarından zekât al." (Tevbe: 103)

Âyet-i kerime'si ile ifade edilmiştir.

Asr-ı saâdet'te zekâtlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ve onun görevlendirdiği memurlara verilirdi. Ondan sonra halife olan Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-e veya tayin ettiği memurlara, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- devrinde de yine kendisine veya zekât memurlarına veriliyordu.

Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in hilâfeti zamanında da aynı şekilde devam etmişse de, onun şehid edilmesinden sonra müslümanların bir kısmı zekâtını devlete vermekte devam ettiler, diğer bir kısmı da kendileri dağıtmaya başladılar. Bu uygulama o günden bu güne kadar bu şekilde devam edegelmiştir.

Binaenaleyh İslâm devletinde toplanan zekâtlar Beytülmâl'e konulur, devlet üzerine aldığı fakirin hakkını yine fakirlere sarfeder, Tevbe Sûre-i şerif'inin 60. Âyet-i kerime'sinde tesbit edilen yerlere harcar. Zekât her şeyden önce bir ibadettir ve dinin gereğidir. Bu ibadet dinin emrettiği şekilde yapılır.

İslâm yaşanmıyorsa bu durumlar nazar-ı dikkate alınmadığı için, verilen vergiler hâliyle zekât yerine geçmez. Günümüzde her hâlükârda malın zekâtını çıkarıp vermek, mal sahiplerine âit bir vecibe durumuna gelmiştir.

 

İ) Fıtır Sadakası (Fitre) ve Kurban:

Aslî ihtiyaçlardan başka en az nisab miktarı bir mala sahip olan her müslümanın vermesi vâcip olan ve yiyeceklerle takdir edilen bir sadakadır.

Fıtır sadakasının vâcipliği Ramazan bayramı sabahı, sabah vaktinin girmesi ile başlar. Ancak bayramdan önce vermek câizdir. Böylece yoksullar bununla, bayram namazından çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Bayramdan sonraya bırakılması ile bu sadaka düşmez, kaza edilmesi gerekir.

Nisabdan murad, 200 dirhem (561.2 gram) gümüş veya 20 miskal (80.18 gram) altın veyahut bunların kıymetlerine muâdil bir maldır.

Bunda nisabın büyüyücü, artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir.

Her zekât veren mükellefe fıtır sadakası vermek vâcip olduğu gibi, zekâtta nisaba girmeyen bazı mallara sahip olan kimselere de fıtır sadakası vâcip olur.

Meselâ bir kimsenin aslî ihtiyaçları dışında nisab miktarı değerinde fazla eşyası, ihtiyaç dışı ev ve arazisi olursa, bunların üzerinden bir yıl geçmese bile zengin sayılır. Fıtır sadakası vermesi gerekir. Çünkü bu sadakada nisab için ticaret niyeti aranmaz.

Fitre, verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Bir kimse eşine, anne-babasına, çocuk ve torunlarına fitresini veremez.

Kurbanın nisabı da fıtır sadakasının nisabı gibidir. Bu gibi kimselerin kurban kesmeleri vâciptir.

Bir kimsenin kurban kesmesi için bütün vakitlerinde zengin olması şart değildir. Kurban Bayramı günlerinin başında veya sonunda zengin bulunması kurbanın vücubu için yeterlidir.

Bir de tarikat zekâtı vardır.

O ise ahiret fakirlerine, ahiret geçitlerinde lâzım olacak uhrevî bilgilerini vermektir. O onun hakkıdır. Hakikat ehli sevabını da onlara bağışlar. Onlar müflistir. Ne iyilikleri ne de sevapları vardır. Onlarda hiç sermaye bulunmaz. Yok ki olsun...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.77 HACC (1)

Previous topicNext topic
HACC (1)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC

 

Eylül 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Hacc'ın Farz Oluşu:

İslâm'ın beş temel esasından birisini teşkil eden Hacc farizası ömrün ibadeti, dinin tamamıdır. Din kemâlini onda bulur. Müminin hem malı hem de bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibadet olan Hacc, insanın bütün varlığını ilgilendirir ve büyük bir teslimiyetin ifadesidir.

Hacc, Mekke-i mükerreme'de bulunan Kâbe-i muazzama'yı ve onun civarındaki mübarek yerleri, kendine mahsus zaman içinde ve tayin edilen şekilde ziyaret etmektir.

Hacc'ın farziyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar.

Hacc'ın farz olduğuna dair Kur'an-ı kerim'de Âyet-i kerime'ler ve bunları tefsir eden Hadis-i şerif'ler vardır.

Kur'an-ı kerim, yoluna gücü yetenlerin Hacc görevini ifâ etmesinin Allah-u Teâlâ'nın insanlar üzerinde bir hakkı olduğunu beyan etmektedir:

"Hacc'a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe'yi ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." (Âl-i imran: 97)

Allah-u Teâlâ bu hakkı, oraya gidebilmeye gücü olanlara yüklemiştir. Hiç kimseye gücü üstünde bir yük yüklemez. İnsanın Hacc için gerekli olan bütün imkânlara kavuşması, şartların da bunu kolaylaştıracak bir durumda bulunması demektir.

"Kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnîdir." (Âl-i imran: 97)

Bu muhkem farzı terketmenin büyük bir günah olduğunu açıklamak için Allah-u Teâlâ onu küfür lâfzıyla ifade etmiştir.

Allah-u Teâlâ hiç kimsenin ibadet ve taatına muhtaç değildir. Bu gibi ibadetleri kullarına emretmesi, onların maddî ve mânevî menfaatleri içindir.

Müslümanlar ömürleri boyunca günde beş defa Kâbe-i muazzama'ya yönelerek namaz kılarlar. Her müslüman, imandan sonra en faziletli ibadet olan namazın kıblesinin mübarek mekânını görmek ister. Asırlar boyunca birçok müslümanın namaz, duâ ve niyazlarına sahne olan atmosferden nefes almayı arzu eder.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Kâbe-i muazzama'dan "Benim evim" diye bahsetmiştir. (Hacc: 26)

Bütün iradesiyle Allah-u Teâlâ'ya bağlanan mümin, O'nun evini ziyaret etmeyi en büyük mânevî zevk olarak telâkki eder.

Hacc'ın gerçekleştirildiği mekânla Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ve ilk müslümanların yaşadıkları mekânın aynı olması, gönüllerde apayrı bir duygu yaşatmaktadır. Mümin, bu mekânlarda bulunarak o demlerin mânevî ruhundan nasip almaktadır.

Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:

"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)

Böyle bir fedakârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.

İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.

"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)

Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.

Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur. Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.

Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanların bir arada ibadet yapması ile, aralarındaki birlik ve beraberlik canlı bir şekilde tecelli etmiş bulunur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.78 HACC (2)

Previous topicNext topic
HACC (2)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (2)

 

Kasım 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Hacc'ın Farz Oluşu (2)

Hacc sırasında dünyanın her tarafından Kâbe-i muazzama'ya gelen müslümanlar, aralarında önceden yapılmış herhangi bir anlaşma olmaksızın aynı fiilleri aynı şekilde gerçekleştirirler.

Hacc, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin meydana getirdiği gerçeğini ortaya koyar. Hacıların, müşahede ettiği faydalar saymakla bitmez.

"Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O'nun adını ansınlar." (Hacc: 28)

"Belli günler" kurban kesme günleridir. "Bismillâhi Allah-u Ekber" diyerek kurbanı Allah için kesmek gerekir.

"Siz de bunlardan yiyin, hem de yoksula fakire yedirin." (Hacc: 28)

Bu bir vecibedir, borç hükmünde olan bir vazifedir. "Sonra kirlerini gidersinler." (Hacc: 29)

Bu da Hacc ibadetini yerine getirdikten sonra traş olarak, saçlarını kısaltarak, tırnaklarını keserek, bıyığını ve sakalını düzelterek olur.

"Adaklarını yerine getirsinler." (Hacc: 29)

Allah-u Teâlâ'ya itaat maksadıyla adadıklarını kessinler, Hacc esnasında yapmayı adadıkları işleri yapsınlar.

"Ve Beyt-i atik'i tavaf etsinler." (Hacc: 29)

Hacc'ın rüknü olan "Ziyaret tavafı"nı yapsınlar. Bu ziyaret tavafı ile artık ihramdan çıkılmış olur.

 

Hadis-i Şerif'ler:

Hacc'ın İslâm'ın rükünlerinden, esaslarından ve kaidelerinden bir tanesi olduğuna dair birçok Hadis-i şerif'ler vardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât" yanında "Hacc"ı, İslâm'ın temellerinden biri olarak vasıflandırmış, böylece Hacc ibadeti İslâm'ın şartlarından biri olmuştur.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'ın tevhid olunması, namazın kılınması, zekâtın verilmesi, Ramazan orucunun tutulması ve Hacc." (Müslim: 16)

Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:

"Ey insanlar! Allah size Hacc'ı farz kılmıştır. O halde Hacc ibadetini yerine getiriniz." (Müslim: 1337)

Akra' bin Hâbis -radiyallahu anh- "Hacc her sene midir, ömürde bir kere midir?" diye sorduğunda:

"Bir keredir, fazla yapan nafile olarak yapmış olur." diye cevap verdi. (Ebu Dâvud: 1721)

Ömründe bir defa Hacc yapan bir müslüman, bu farzı yerine getirmiş olur. Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuştur:

"Hacc ediniz! Zâhirdeki kirleri su giderdiği gibi, günahları dahi Hacc imhâ eder." (Câmiu's-sağir)

Bu ise Allah-u Teâlâ'nın kulları için lütuf buyurduğu büyük nimetlerinden birisidir.

"Şer'i şerîfe uygun olan Hacc, cihaddan sayılmıştır." (Buhârî)

Hacc da cihad gibi meşakkat ve zahmet yönü ağır basan bir ibadettir. İnsanın mâneviyâtını yükseltir, umutlarını güçlendirir.

"Helâl para ile riyâsız ve Allah'ın rızâsı için haccedip kötü söz, kötü iş yapmadan dönenlerin büyük küçük günahları affolur. Anadan doğmuş gibi günahsız döner." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 756)

Sırf rızâ-i Bâri için yapılan bir Hacc ibâdeti, imanın daha önceki küfür halini tamamen sildiği gibi, geçmişte işlenmiş olan bütün günahlara kefaret olur. Kişi anasından doğduğu günkü gibi tertemiz bir halde evine döner, kalbi günah kirlerinden arınır. Böylece insan yeni bir hayatın kapılarını açar.

"Mebrur bir haccın mükâfatı ancak cennettir." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 844)

Çünkü cennet ve ondaki nimetler bahâ ile değil, bahâne ile kazanılır. Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Hacc'a gidenler ve Umre'ye gidenler Allah'ın misafirleridir. Allah duâlarını kabul eder ve onlar Allah'tan günahlarının bağışlanmasını isterlerse Allah onların günahlarını bağışlar." (İbn-i Mâce: 2892)

Hacc, Allah-u Teâlâ'ya verilen sözün yenilenmesine yardım eder, imanı güçlendirir. İlâhî rahmete ve affa dâir duyduğu güveni sağlamlaştırır. Müslümanlara muhteşem geçmişini hatırlatır. Hacc insanı sabra ve tahammüle alıştırır, zorluklara katlanmayı öğretir. Disiplin ve emirlere uyma şuuru kazanmasını sağlar.

Hacc: "Müminler ancak kardeştirler." (Hucurat: 10) Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu gibi, dünyanın her yerinde müminler arasındaki kardeşlik bağının gücünü gösterir. İnsanlar, gerçekten eşit olduklarını birlikte yaşayarak gösterirler. Arap olanla olmayanın, beyazla siyahın takvâ dışında üstünlüğünün bulunmadığı inancı vicdanlara yerleşir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.79 HACC (3)

Previous topicNext topic
HACC (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (3)

 

Aralık 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Kâbe-i Muazzama:

Kâbe-i muazzama, Mekke-i mükerreme şehrinde Mescid-i haram denilen câmi-i şerif'in ortasında, yaklaşık 13 metre yüksekliğinde 12 metre boyunda ve 11 metre genişliğinde taştan yapılmış dört köşe bir binadır.

Doğudaki köşesine "Rükn-i Şarkî" veya Hacer-i Esved bu köşede bulunduğu için "Rükn-i Hacer-i Esved", güney köşesi Yemen tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Yemânî", batı köşesi Şam tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Şâmî", kuzey köşesi Irak tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Irâkî" denir.

Kâbe-i muazzama'nın Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arasının karşısında zeminden bir metre kadar yüksek, bir buçuk metre kalınlığında yarım daire şeklinde bir duvar vardır ki, bu duvara "Hatîm", bu duvar ile Beytullah arasındaki boşluğa ise "Hicr" denir. Hicr (Hicr-i İsmail)'de İsmail Aleyhisselâm ile annesi Hazret-i Hacer Vâlidemiz medfun bulunmaktadır.

Hicr'de namaz kılınır, duâ edilir, fakat kıble olarak buraya karşı namaz kılınmaz. Rükn-i Hacer-i Esved ile Rükn-i Irâkî arasında zeminden iki metre yükseklikte Kâbe-i muazzama'nın kapısı vardır. Bu duvarın Rükn-i Hacer-i Esved ile kapı arasında kalan kısmına "Mültezem" denir. Makam-ı İbrahim ile zemzem kuyusu da Kâbe-i muazzama'nın bu cihetinde bulunurlar.

Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'yı ve Beyt-i haram'ı insanların dini hususlarında ayakta durabilmek, dünya ve ahiretlerinde maksatlarına uygun hareket edebilmek için yaratmıştır.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah Kâbe'yi, Beyt-i haram'ı insanlar için bir nizam kıldı." (Mâide: 97)

İnsanlar hacclarını umrelerini orada gerçekleştirirler, din ve dünyaları bununla ayaktadır. Korkan oraya sığınır, güçsüz orada emniyet bulur. Namaz kılanlar oraya yönelir. "Kezâ o haram ayı da, kurbanı da, boynu bağlı kurbanlıkları da insanlar için bir nizam kıldı." (Mâide: 97)

Bu haram ay Zilhicce'dir, çünkü diğer bütün aylar arasında onun özelliği, hacc mevsiminin bu ayda olmasıdır. Aynı zamanda Harem'e gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin hem de sahiplerinin emniyet içinde olmaları için sebep kılmıştır.

"Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir." (Mâide: 97)

İnsan hayatının böyle intizamlı bir düzenle ayakta durması, Allah-u Teâlâ'nın hikmetine ve hudutsuz ilmine delildir.

Allah-u Teâlâ Mekke-i mükerreme'nin şerefini artırmak ve ona verilen önemi belirtmek için Zât-ı akdes'ine izafe etmiştir. Bu şerefi O verdiği için, hiç kimsenin kaldırması ve o şerefi gidermesi mümkün değildir.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"(Resul'üm! De ki:) Ben bizzat kendisinin haram kıldığı bu şehrin Rabb'ine ibadet etmekle emrolundum. Her şey O'na âittir." (Neml: 91)

Çünkü bu şehirde Allah-u Teâlâ'nın Beyt-i muazzam'ı vardır. Burada kan dökülmez, hiç kimseye zulmedilmez, av avlanmaz, yaş bitkiler koparılmaz. "Ve ben müslümanlardan olmakla, Kur'an okumakla emrolundum." (Neml: 91-92)

Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'nın ulviyetini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"Şüphesiz ki insanlar için ilk kurulan Beyt, Mekke'deki mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan Kâbe'dir." (Âl-i imran: 96)

Kâbe-i muazzama'nın faziletli kılınmasının sırrı; kalpleri cezbetmesi, gönüllerin onu sevmesi, onu görmeyi arzu etmesi hususunda açıkça görülür. Müminler dünyanın dört bir yanından onu ziyarete gelirler, fakat ziyarete doyamazlar. Ne kadar fazla ziyaret etseler, o nispette arzuları artar. Kendisini Hacc ve Umre yaparak ziyaret edenler için hayır ve bereketi çoktur. Yeryüzündekilerin kıblesi olduğundan dolayı, onlar için hidayet ve nûr kaynağıdır. Meleklerin semâdaki tavaf ettikleri yer Beyt-i Mâmur olduğu gibi, insanların yeryüzünde tavaf ettikleri yer de Kâbe-i muazzama'dır.

"Onda apaçık âlâmetler ve İbrahim'in makamı vardır." (Âl-i imran: 97)

Bu makam, Beytullah'ı bina ederken İbrahim Aleyhisselâm'ın üzerinde durduğu ve ayaklarının iz bıraktığı taştır. Bu, birçok alâmetin yerine geçebilecek kadar büyük bir alâmettir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın kudretine, İbrahim Aleyhisselâm'ın nübüvvetine kuvvetli bir şekilde delâlet etmektedir. Çünkü mübarek ayakları oldukça sert bir taşta iz bırakmıştır.

"Kim oraya girerse güvenlik içinde olur." (Âl-i imran: 97) İşte bu da, oranın şerefini gösteren bir başka alâmettir. Oraya giren kimse emniyet içinde demektir, orada bulundukça kendisine zulüm yapılmaz. Yeryüzünde böyle bir yer yoktur. İbrahim Aleyhisselâm'dan beri bu böyledir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Kâbe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve emniyet mahalli kılmıştık." (Bakara: 125)

İnsanlar onu ziyaret etsinler, sevap kazansınlar, ona sığınanlar saldırılardan emin olsunlar. Oraya gidip ibadette bulunanlar için çok büyük sevaplar vardır...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.80 HACC (4)

Previous topicNext topic
HACC (4)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (4)

 

Ocak 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Kâbe-i Muazzama (2)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:

"İnsanlar önce kuşak kuşanmazdı, İsmail Aleyhisselâm'ın anası Hâcer beline kuşak bağlayıp elbisesinin eteğini uzatarak kumaşı Sâre'den gizledi. İbrahim Aleyhisselâm Hâcer'i henüz süt emen İsmail ile beraber alıp Burak'a bindirip Mekke-i mükerreme'ye geldi. Onları Kâbe yerinin yukarısına, şimdiki Zemzem'in bulunduğu yerin üst tarafındaki bir ağacın altına bıraktı. O sıralarda orada insan yerleşmemişti, su da yoktu. Onların yanında bir dağarcık hurma ve bir kırba su vardı. İbrahim Aleyhisselâm Şam'a dönerken Hâcer arkasına düşerek: 'Bizi bu ıssız yerde bırakıp nereye gidiyorsun?' diye seslendi.

İbrahim Aleyhisselâm karşılık vermeyip yürüdü. Hâcer: 'Bunu Allah'ın mı emretti?' diye sordu. İbrahim Aleyhisselâm: 'Evet' buyurdu. Hâcer: 'Öyle ise Allah bizi korur, bırakmaz.' dedi ve Kâbe'nin yanına döndü. İbrahim Aleyhisselâm gözden kaybolarak Seniyye mevkiine varınca ellerini kaldırdı ve şu kelimelerle duâ etti:

"Ey Rabb'imiz! Zürriyetimi ekin bitmez bir vâdide senin Harem evinin, Kâbe'nin yanına yerleştirdim. Ey Rabb'imiz! Namazlarını kılabilmeleri için insanlardan bir kısım kimselerin gönüllerini onlara meylettir. Onları her çeşit meyvelerle rızıklandır. Umulur ki sana şükrederler." (İbrahim: 37)

Hâcer çocuğunu emziriyor, kırbadaki sudan içiriyordu. Su bitti, Hâcer ve oğlu susadı, yavrusuna acıyarak bakıyordu. Çocuk susuzluktan ağlayarak yuvarlanıyordu. O buna dayanamayarak yakındaki Safâ dağına çıktı, etrafa baktı, insan ve su arıyordu. Bulamayınca eteğini toplayarak Merve dağına çıktı. Yedi defa böylece gidip geldi. (Bunun) hatırası olarak hacıların aynı tepeler arasında yedi kere Sa'y etmeleri meşru kılındı. Yedincide Merve'ye çıkınca bir ses duydu, kendi kendine dur bakalım dedi. Ve dinledi, ses gelen tarafa dikkatle baktı ve: 'Ey ses veren kişi! Bize hayrın, yardımın olacaksa gel.' dedi. Şimdiki Zemzem'in olduğu yere bakınca bir kuşun ökçe veya kanadı ile oranın toprağını eşerek suyu meydana çıkardığını gördü. Bu bir melekti.

Hâcer bu suyu içti ve çocuğunu emzirdi.

Melek ona: 'Korkmayın burada Allah'ın bir emri vardır. Bu çocuğun babası onu yapacaktır.' dedi.

Kâbe yüksekçe bir yerde bulunuyordu. Yağmur selleri geldiğinde sağından, solundan akardı. Hâcer Zemzem'le hem açlığını, hem susuzluğunu gidermeye çalışıyordu. Sonra Cürhüm kabilesinden bazı yolcular Geda'ya konmuşlardı. Zemzem yakınlarında kuşların dolaştığını gördüler, bu kadar zamandır buralarda kuş yoktu. Su çıkmış olmasını düşünerek oraya iki kişi yolladılar. Onlar Zemzem'i gördüler, dönüp kervandakilere durumu bildirdiler. Hep birlikte gelerek orada kalmaları için Hâcer'den izin istediler. Hâcer validemiz: 'Olur, fakat su benimdir. Size içme hakkı veririm!' dedi. Onlar da gelip kondular. Hâcer komşu arıyordu. Aradığını böylece bulmuş oldu. Onlar akrabalarını da oraya getirdiler. Orası bir kasaba haline geldi. İsmail Aleyhisselâm büyüdü, Cürhümlülerden fasih Arapça öğrendi ve onların gözüne girdi. Sonra onlardan bir kızla evlendi. Bu sırada Hâcer vefat etmişti. İbrahim, Burak ile bir günde Şam'dan Mekke'ye gelip giderdi. Bu ziyâret ayda bir oluyordu. Bir gelişinde oğlu İsmail'i evinde bulamadı. Karısına oğlunu sordu.

Kadın: 'Yiyecek bulmaya gitti!' dedi. İbrahim Aleyhisselâm: 'Geçiminiz ve doyumunuz nasıldır?' diye sordu. Kadın: 'Kötü, çok sıkıntıdayız.' dedi. İbrahim Aleyhisselâm: 'Kocan gelince selâm söyle, kapısının eşiğini değiştirsin' dedi.

İsmail Aleyhisselâm gelince, babasının gelip gittiğini kokusundan sezdi ve eve kim geldi, diye sordu. Karısı: 'Bir ihtiyar geldi. Seni ve geçimimizi sordu ben, dardayız, dedim.' dedi. İsmail Aleyhisselâm: 'Bir nasihatta bulundu mu?' diye sordu. Karısı: 'Kapının alt eşiğini değiştirsin' dediğini söyledi. İsmail Aleyhisselâm: 'O babamdı, seni boşamamı söylemiş.' buyurdu ve bunun üzerine İsmail karısına 'Babanın evine git!' diyerek onu boşadı. Sonra İsmail Aleyhisselâm Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi. İbrahim Aleyhisselâm, yine gelip oğlunu bulamayınca, karısına İsmail Aleyhisselâm'ı sordu. Kadın: 'Nafakamızı toplamaya gitti' dedi.

İbrahim Aleyhisselâm: 'Geçiminiz nasıl?' diye sordu. Gelin: 'Elhamdülillah iyiyiz.' dedi. İbrahim Aleyhisselâm: 'Neler yiyip içiyorsunuz?' diye sordu. Gelin: 'Av eti, süt...' dedi. İbrahim Aleyhisselâm onların etine, sütüne bereket duâsı yaptı. O günlerde onların buğdayı olsaydı İbrahim Aleyhisselâm buğday için de duâ ederdi. (İbn-i Abbas bunun izahında 'Etle süt Mekke'den başka yerde sağlığa yani yaşamaya yetmez. İbrahim Aleyhisselâm'ın duâsı bereketli olacak ki burada yetiyor!' der.)

İbrahim Aleyhisselâm Gelinine: 'Kocan gelince selâmımı söyle, eşiğini güzel tutsun!' deyip Şam'a döndü. İsmail Aleyhisselâm eve gelince karısına: 'Bugün eve kimse geldi mi?' diye sordu. Kadın: 'İhtiyar bir adam geldi. Size selâm etti. Eşiğini güzel tutsun' dedi. İsmail Aleyhisselâm: 'O babamdır. Sen eşiğimsin, hoş tutmamı söylemiş...' buyurdu. Bir gün İsmail Aleyhisselâm, adı geçen ağacın gölgesinde okunu düzeltiyordu. İbrahim Aleyhisselâm yine oraya geldi. Kalkıp elini eteğini öptü ve babasını kucakladı, sevincinden ağladı. İbrahim Aleyhisselâm oğluna: 'Allah şurada bir mescid yapmamızı emir buyurdu!' dedi. Hemen ikisi oradaki yüksekçe yere Kâbe'nin temelini attılar. Taşları İsmail Aleyhisselâm verir, İbrahim Aleyhisselâm yerine koyardı. Yapı yükselince şimdiki Makam-ı İbrahim denilen yerdeki taşı getirip babasının ayağının altına koydu. O yüksekte, İsmail Aleyhisselâm aşağıdan taş veriyordu. Yapı bitti, ikisi beraber şöyle duâ ettiler: 'Ey Rabb'imiz! Bizden kabul buyur, Sen her şeyi duyan ve bilensin!' (Bakara: 127-129)" (Buhari. Tecrid-i sarih: 1381) İbrahim Aleyhisselâm Kâbe-i muazzama'nın inşaatı bitince adı geçen taşın üstüne çıkarak kıyamete kadar gelecek insanları Hacc'a çağırmış ve o yıl oğluyla Hacc yapmışlardır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.81 HACC (5)

Previous topicNext topic
HACC (5)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (5)

 

Şubat 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Kâbe-i Muazzama (3)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:

"Yâ Resulellah! İsmail Aleyhisselâm'ın duvarı Kâbe'den mi?" diye sorduğunda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Evet!" buyurdular.

"Kureyş için ne mâni vardı ki duvarı Kâbe'ye dahil etmediler?" diye tekrar sorunca şöyle buyurdular:

"Kavminin harcı az idi, dar tuttular. Sonra İsmail Aleyhisselâm'ın temellerini başka bir duvarla çevirdiler. İstediklerini Kâbe'ye koymak, istemediklerini koymamak için böyle yaptılar. Eğer kavmin Kureyş, câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Kâbe'yi İsmâil'in temeli üzerine yeniden yapardım. Fakat böyle yapıldığında kavminin yüreklerine inkâr geleceğinden endişe ederim." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 783)

Yine Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Yâ Âişe! Kavmin câhiliyet devrine yakın olmamış olsaydı, Kâbe'nin yıkılıp yeniden Kureyş'in dışarıda bıraktığı (İsmail'in) temellerini de içine alacak şekilde yapılmasını emreder, doğuya batıya olmak üzere birer kapı koydurur, İbrahim Aleyhisselâm'ın esasına ulaştırırdım." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 784)

Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'e dayanarak, İslâm artık yerleşti diye Kâbe-i muazzama'yı ilk temeli üzerine yapmıştı. Zâlim Haccac orayı alınca yıkıp Kureyş'inki gibi yaptı. Abbasi halifesi Harun Reşid, onu da yıkıp Hazret-i İsmail'in temeli üzerine yapmak için İmam Mâlik'ten fetvâ istedi. O, bu iş oyuncak olmasın diye vermedi.

Kâbe-i muazzama on defa yapılmıştır: Melekler, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın oğulları, İbrahim Aleyhisselâm, Amâlikalılar, Cürhümlüler, Kuslular, Kureyş, Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh- ve Haccac.

Kâbe-i muazzama'nın yapılışı hakkında haber veren Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde geleceği hakkında da haber vermiştir:

"Ye'cüc ve Me'cüc'ten sonra Kâbe'de Hacc ve Umre yapılacaktır." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 789)

"Kâbe'yi, ince bacaklı Habeşliler'den biri yıkacak." (Buhârî Tecrid-i sarîh: 787)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.82 HACC (6)

Previous topicNext topic
HACC (6)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (6)

 

Mart 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

HACC'IN ÖNEMİ

 

Aceleyi Gerektiren Bir İbadet:

Allah-u Teâlâ malı ve sağlığı yerinde bulunan, akıllı ve mükellef olan, erkek ve kadın her zengin müslümana ömründe bir kere Hacc'a gitmesini farz kılmıştır.

• Hacc'ı farz kılan şartlar bir insanda toplanınca, onun hemen o yıl Hacc'a gitmesi gerekir. Hayatta kalınıp kalınmayacağı bilinmeyen daha sonraki yıla bırakılmamalıdır. Gidişini ertesi yıllara tehir etmesinden dolayı günahkâr olur. Hatta bu ibadeti uzun süre geciktiren müslümanın şâhitliği bile kabul edilmez.

Hacc ömürde nasıl olsa bir defadır diye ağır almak, tehir etmek asla câiz değildir.

Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Hacc edecek kimse acele etmelidir, geriye bırakmamalıdır. Çünkü zaman geçtikçe ya hasta olur, ya bineği kaybolur, veya ihtiyaçları ortaya çıkar." buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)

Üzerine Hacc farz olduğu halde bu farizayı yerine getirmeden ölen bir müslüman günahkâr olur. Hacc'ı umursamayarak terkeden kimseler hakkında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Kim ki, yiyecek içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Hacc etmezse, ister yahudi ister hıristiyan olarak ölsün, müsâvidir." (Tirmizî)

Hacc'ı terkedenlerin ehl-i kitab'a benzetilmeleri, onların da kitapları ile amel etmemelerinden ileri gelir.

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise "Yâ Resulellah! Hak yolunda savaşın en efdal iş olduğunu görüyoruz, biz de savaşa gitsek olmaz mı?" diye soran Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e:

"Sizin için cihadın üstünü, kabul olunmuş Hacc'dır; kadınlar için Hacc, cihaddan efdaldir." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 755)

• Bununla beraber ömrünün sonunda bu Hacc'ı yerine getiren kimse, Hacc vazifesini yaptığı için mesuliyetten kurtulur. Fakat Hacc etmeden önce ölürse, Hacc için vasiyet etmiş olsa bile günahkârdır. Vasiyeti malının üçte birinden yerine getirilir.

• Vasiyet etmeden ölen bir kimsenin vârisi, oğlu veya kızı isterse, kendiliğinden onun namına vekil gönderip Hacc yaptırır.

• Bir müslüman zengin olup da sağlığı yerinde olmazsa ve ömrünün sonuna kadar iyileşme ümidi bulunmayan bir hastalığa tutulmuş ise; o zaman kendisine vekâleten bir kimseyi Hacc'a gönderir. Zengin ve sağlığı da yerinde olan kimsenin yerine başkasının Hacc etmesi câiz değildir.

• Mâli durumu yerinde olup üzerine Hacc farz olan kimse Hacc'a gitmez de, daha sonra fakir düşecek olsa, artık Hacc üzerine borç olarak kalır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.83 HACC (7)

Previous topicNext topic
HACC (7)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (7)

 

Nisan 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

Kadının Mahreminin Yanında Bulunması:

Kendisine Hacc farz olan bir kadını yanında bir mahremi bulunduğu takdirde, Hacc'a gitmekten kocası men edemez. Fakat nafile Hacc için kocasından izin almak zorundadır, koca hanımını nafile Hacc'dan alıkoyabilir.

Yanında mahremi bulunmayan bir kadın kesinlikle Hacc'a gidemez.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadına, yanında mahremi olmaksızın bir gün bir gecelik mesafeye kadar yola çıkması helâl olmaz." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 565)

"Bir kadın kocası veya mahremi yokken iki günlük yola çıkamaz.

Ramazan, Kurban bayramı günleri oruç yok.

İki namazdan sonra namaz kılmak olamaz: Birisi ikindiden akşama güneş batıncaya kadar, diğeri sabah namazından güneş yükselinceye kadardır.

Üç mescidden başkası için yola düşülmez: Kâbe, benim mescidim, Mescid-i Aksâ." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 877)

Mahrem ifadesi; nesep, süt veya sıhrî hısımlık yüzünden kendisiyle ebediyyen haram olan kimseleri içine alır. Baba, dede, oğul, torun, kardeş, dayı, amca, damat, kayınpeder, sütoğul, sütkardeş, yeğen gibi.

Kızkardeşin, hala veya teyzenin kocası olmak, geçici evlenme engeli doğurduğundan, eniştelerle Hacc yolculuğu câiz olmaz.

Kadın ne kadar ihtiyar olursa olsun bu hüküm değişmez. Yanında mahremi veya kocası bulunmayan kadına Hacc farz olmaz. Eğer giderse günah işlemiş olur, Hacc'ı ise sahihtir. Bu durumda olan kadınlar vekil gönderirler. Hacc'a gidebilmek için, Hacc dönüşü boşanmak üzere, geçici evlilik câiz değildir.

 

Hacc'daki Feyiz ve Bereketler:

Hacc her türlü makam, rütbe, ırk, renk ve dil gibi farkları ortadan kaldıran, mü'minleri yekvücud halinde kaynaştıran, bedenî sıhhatin ve mâli varlığın şükran ifadesi olan mucizevî bir ibadettir. Allah-u Teâlâ'nın rızâsının, hoşnutluğunun bulunduğu, sonsuz rahmet deryasını içinde gizleyen ilâhî bir meclis, Rabbanî bir merkezdir. Orada feyiz deryalarının kaynağı vardır. O lütuf deryasında bulunma sırrı ile insan tekâmül eder.

Zikrullah'ın bir yolu da O'nun nişanelerini görmek ve onlara saygı göstermektir. Çünkü onlar görüldüğünde Allah-u Teâlâ hatırlanır. İnsan Rabb'ine karşı bir şevk duyar. Hacc'dan başka, kulun bu arzusunu yerine getirecek bir yol yoktur.

O kervanın hâli bambaşka; o kervan öyle bir kervan ki, merkeze gidiyor. O merkez bir nur beldesidir, uçsuz-bucaksız bir deryadır. Orada alınan bir nefes insana büyük mesafeler katettirir, çok büyük uhrevî saadetler ve menfaatler sağlar. O kervana katılmak, o meclis-i ilâhî'de bulunmak, o resmî geçitte geçmek çok büyük bir saâdettir.

Hadis-i şerif'te:

"Hacc Allah yoludur." buyuruluyor. (Ebu Dâvud)

Nice kudsî hatıraları sînesinde saklamış bulunan bu mübarek beldeleri ziyaretteki feyiz ve bereket, her türlü tasavvurun fevkindedir.

Vahyin nâzil olduğu, İslâm'ın doğup cihana yayıldığı, Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb-ı kiram'ının yaşadıkları yerleri görmek, şüphesiz ki büyük bir bahtiyarlıktır. Hacc esnasında insan birçok zahmetlerle, meşakkatlerle karşılaşıyor. O zahmetleri ancak muhabbet karşılar. O muhabbet olmazsa, insan bir zahmetle karşılaşınca, şeytanın iğvasına uyarak: "Ben buralara niye geldim?" diye hayalinden bile geçirse, bütün feyizlerden mahrum olabilir. Zahmet ne kadar çok olsa da rahmet onun fevkindedir. İnsan o zahmeti rahmet bilecek, her türlü meşakkati severek kabul edecek.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Amellerin efdali en güç olanıdır." buyururlar.

Görünüşte toz-toprak, zahmet-mihnet, fakat her nefes alış-verişte uhrevi bir hayat vardır. Burada bir damlaya hasretiz, orada deryada yüzüyorlar. Burada her şey var, hiçbir şey yok. Orada ise hiçbir şey yok, fakat her şey var. Manevî bakışla cennet, zâhiri bakışla feyiz deryası. Yukarıdan yağıyor, aşağıdan kaynıyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e Hacc'dan sonra kardeşi Abdurrahman -radiyallahu anh- ile umre için Temim'e giderken şöyle buyurdular:

"Senin sevabın harcadığın mal ve çektiğin sıkıntıya göredir." (Buhârî, Tecrid-i sarîh: 850)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.84 HACC (8)

Previous topicNext topic
HACC (8)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (8)

 

Mayıs 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

Hacca Gidenler Üç Gruptur:

Her insan niyetine, irâdesine bağlı olarak Hacc'dan farklı nasipler elde edebileceği gibi, hiç nasip almadan dönenler de vardır. Çünkü Hacc dış görünüşü itibarı ile sembolleri andırır, gerçekte ise birçok rûhî eğitimleri sağlar.

Birincisi; Rahmân'ın davetine icabet edip, Rızâ-i Bâri için gidip gelenler,

İkincisi; Şeytanın dâvetine icabet edip gidenler,

Üçüncüsü ise; Gitme imkânı olmayıp da, Hacc'a iştiyakından dolayı ah ettiği için Allah-u Teâlâ'nın ruhen ziyaret ettirdiği kimseler.

Rızâ-i Bâri için gidenler, daha gitmeden evvel kendilerini hazırlamışlardır. Paraları helâldir, lokmaları helâldir. Onların hukuk-u nas ile işleri olmaz, haram ile iştigal etmezler. Niyetleri rızâdır, gayeleri Hacc'dır.

Şeytanın dâvetine icabet edenleri anlatabilmek için üç temsil arz edeceğim. Basit gibi görünüyor, fakat büyük dersler var. Rahmanî ile şeytanînin ayırım noktasını göstermek istiyoruz.

Cephesi Ravza-i Mutahhara'ya bakan bir otele zenci bir müslüman geliyor ve bir odaya yerleşiyor. Aynı odaya sert mizaçlı dört kişi daha geliyor. İçlerinden biri zenci müslümana "Kalk oradan!" diye bağırıyor. Onu oradan başka divana kaldırıyor.

Meğer o kimse Afrika'nın ileri gelenlerinden zengin ve nüfuzlu bir kişiymiş. Sabahleyin onlara büyük bir ziyafet hazırlatıyor, birini gönderip oda arkadaşlarını davet ettiriyor. Geliyorlar bakıyorlar ki masalar dayanmış döşenmiş. Kahvaltılarını yapıp çıkıyorlar. Birisi Rahman'ın dâvetine icabet eder, diğeri şeytanın davetiyle gider.

Bir başka temsil:

İki arkadaş Hacc'a gidiyor. Birisinin su kabı kaybolmuş, diğerinin iki tane var.

"Bana birisini satar mısın?"

"Satarım."

"Kaça satarsın?"

"Şu fiyata." diyor, bedelinin iki katı fiyat istiyor. O da o parayı verip su kabını alıyor. Hacc dönüşünde o adam bir rüya görüyor. O sene Hacc'a gidenlerin beratları dağıtılıyormuş. Onunkisini de vermişler. Bakmış ki onun kağıdında "Tüccar" diye yazıyor. "Ben de Hacc'a gittim." diyorsa da: "Hayır! Sen bir liralık su kabını iki liraya sattın, senin kaydın tüccar geçti." diyorlar.

Sırf ticaret için gidenlerin durumunu görün. Bu gibi kimselerin gümrükteki durumu ne kadar acıdır! Hacc mı, tüccarlık mı, yalancılık mı? Hacı olan kimse zemzemini, hurmasını, yüzüğünü alır döner, onun eşyayla ne işi var?

Üçüncü arz edeceğimiz husus bizzat başımızdan geçti. Medine-i Münevvere'ye vardığımızda otobüsün sahibi dedi ki; "Arkadaşlar! Burada kaç gün kalınacaksa kararlaştırın, herkes kendisini ona göre ayarlasın, sonra kararınızı değiştirmeyin." İstişare yapıldı, sekiz gün kalmaya karar verildi. "Sekiz gün sonra şu saatte şurada buluşalım, yola çıkalım." denildi.

Üç-dört gün sonra bir perşembe günü bir grup hacı tutturmuşlar "Gidelim!" dediler. "Arkadaşlar! Yarın Cuma, burada kılınan bir Cuma bin Cuma'yı kılmak gibidir, daha dört günümüz var." dedikse de onların dediği oldu. Gitmeye karar verince Ravza-i Mutahhara'ya gidip yatsıyı kıldım ve gece yola çıktık. 10-12 km. gitmeden 'Çat!' diye arabanın bir parçası kırıldı. Sabaha kadar orada bekledik. Kuşluk vakti parça geldi. "Hadi gidelim!" dediler. "Arkadaşlar! İşte Ravza-i Mutahhara görünüyor. Burada bir Cuma bin Cuma'ya bedel, araba ayağımızın altında, kılıp da gelelim." dedikse de kabul etmediler, "Biz sizi bekleyemeyiz." dediler. Nihayet yola çıktık. Bir benzinciye geldik. Önümüzde bir araba varken benzin bitti. Gelinceye kadar orada birkaç gün bekledik, zira o zamanlar yollar çöldü, ikmal güçtü. Gelinceye kadar kahvehanede yattık, kimsede çıt yok.

İşte bunlar da şeytanın dâvetine icabet edenlerdir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.85 HACC (9)

Previous topicNext topic
HACC (9)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (9)

 

Haziran 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

Hacc'ın Farz Olmasının Şartları:

Müslüman olmak,

Akıllı olmak,

• Büluğ çağında olmak,

Hür olmak,

Azık ve binit sağlamaya gücü yetmek,

• Hacc'ın farz olduğunu bilmek. (Bu şart, gayr-i müslim memleketlerde müslüman olanlar içindir. Bir İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar için, Hacc'ın farz olduğunu bilmemek mazeret sayılmaz.)

• Aslî ihtiyaçları dışında Hacc'a gidip gelinceye kadar yetecek mâli güce sahip olmak.

Yukarıdaki şartları hâiz olarak, Hacc farîzasının edâ edildiği vakte erişmiş olmak.

Bir kimseye Hacc'ın farz olması için bu şartların eksiksiz bulunması gerekir. Bu şartlardan birisi eksik olduğunda o kimsenin bizzat haccetmesi farz olmadığı gibi, yerine bedel göndermesi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez.

Kendisine Hacc farz olmamış bir kimsenin, Hacc'a gideceğim diye mülkünü satıp sonunda fakir düşmesi doğru bir hareket değildir. Allah-u Teâlâ insanlara güçlerinin üstünde bir şey teklif etmez.

Şu kadar var ki, bu şartlar eksiksiz gerçekleştiği halde Hacc'a gitmeyi geciktirir de, daha sonra haccetme imkânı bulamazsa, yerine bedel göndermeyi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir.

 

Hacc'ın Edâsının (Yerine Getirilmesinin) Şartları:

Vücutça sağlam olmak. Kör, kötürüm, felçli ve Hacc yolculuğuna dayanamayacak derecede hasta veya yaşlı olmamak.

• Hacc'ı yerine getirmeye mâni bir hâl bulunmamak. (Hapislik veya zorla alıkonulmak gibi)

• Yol güvenliği bulunmak,

• Kadınların yanlarında mahremlerinden birisinin bulunması,

• Eşi ölmüş kadınların iddet sürelerinin bitmiş olması. (Kocasından ayrılmış kadın üç ay, kocası ölmüş kadın da dört ay on gün beklemek zorundadır. Ne suretle olursa olsun iddet içinde Hacc'a gidemez.)

Not:

Hacc'ın farz olması için gerekli olan sekiz şarttan başka, edâsının şartlarına da eksiksiz hâiz olan kimselerin bizzat haccetmeleri farz olur.

Belirtilen bu sekiz şart bulunduğu halde edâsının şartları eksiksiz gerçekleşmediği takdirde, bizzat kendilerinin haccetmeleri farz olmaz, yerlerine bedel göndermeleri gerekir. Ölümleri halinde kendileri adına bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri lâzımdır.

 

Hacc'ın Sıhhatinin (Geçerli Olmasının) Şartları:

Müslüman olmak. Bu aynı zamanda farz olmasının da şartıdır.

Belirli mekan: Arafat ve Kâbe-i muazzama'dır. Hacc menâsikının her birini tayin edilen yerlerde yapmak şarttır.

• Belirli zaman: Arafat'ta vakfeyi Arefe gününün zeval vaktinden bayramın ilk gününün sabahı şafak sökünceye kadar yapmak.

Ziyaret tavafı ise bayram sabahından ömür sonuna kadar yapılabilir. Ancak farz olan ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vâcip olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya bırakana, vâcibi terk ettiği için kurban kesmek lâzım gelir.

Hacc niyetiyle ihrama girmek. Daha önce mubah olan bazı şeyleri, Hacc ve Umre süresince kişinin kendisine yasak kılması demektir.

 

Hacc'ın Rükünleri:

Hacc ibadetinin iki rüknü yani iki ana direği vardır: Arafat'ta vakfe, ziyaret tavafı.

İhram ise Hacc'ın şartıdır.

Hacc'ın tamam olabilmesi için bu iki rüknün şartlara uygun olarak edâ edilmiş olması gerekir. Hacc'ın, rükünler dışında kalan vâcib veya sünnet olan diğer menâsiki yapılmazsa veya noksan bırakılırsa, bunların bir kısmı için cezâ ve kefâret gerekir; fakat Hacc sahih olur, kaza edilmesi gerekmez.

Şu kadar var ki, rükünlerden birisi yapılmadığı takdirde ceza veya kefâret ödemekle Hacc sahih olmaz. Ya eksik kalan rüknün tamamlanması veya Hacc'ın kaza edilmesi gerekir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.86 HACC (10)

Previous topicNext topic
HACC (10)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (10)

 

Temmuz 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

HACC'IN VÂCİPLERİ

 

Hacc'ın belirtilen "Şartlar"ı ve "Rükünler"i dışında vâcip olan menâsiki de vardır. Hacc'ın vâciblerinden birinin mâzeretsiz terk edilmesiyle Hacc fâsid olmaz. Fakat dinen muteber sayılan bir mâzeret olmadan terk edilen her vâcip için kefaret gerekir.

Hacc'ın vâcipleri iki kısımdır:

 

1-Kendi Başlarına Müstakil Menâsik Olan Aslî Vâcipler:

 

Safâ ve Merve arasında Sa'y yapmak.

Müzdelife'de vakfe yapmak.

Remy-i cimâr. (Mina'da şeytan taşlamak)

Halk veya taksîr. (Saçları tıraş etmek veya kısaltmak)

Vedâ tavafı yapmak.

 

2-Farz, Vâcip veya Sünnet Olan Diğer Menâsike Bağlı Olan Fer'î Vâcipler:

 

a.İhramın Vâcipleri:

İhrama Mîkat denilen sınırı geçmeden girmek.

İhram yasaklarından sakınmak.

 

b.Tavafın Vâcipleri:

Hadesten taharet. (Tavafı abdestli olarak yapmak)

Setr-i avret. (Avret yerleri tamamen kapalı bulundurmak)

Kâbe'yi tavafa daima Hacer-i esved'in bulunduğu yerden veya hizasından başlamak.

Teyâmün. Kâbe'yi sol yana alarak sağından yürüyerek tavaf etmek.

Hatîm'in dışından dolaşmak.

Gücü yeten yürüyerek tavaf etmek.

Her tavaftan (yedi şavttan) sonra iki rekât namaz kılmak.

Ebu Hanife'ye göre farz olan ziyaret tavafını bayram günlerinde (bayramın üçüncü günü akşamına kadar) yapmak.

Şavtları yediye tamamlamak.

 

c.Say'in Vâcipleri:

Gücü yeten Say'i yürüyerek yapmak.

Şavtları yediye tamamlamak.

 

d.Arafat Vakfesinin Vâcipleri:

Gündüz Arafat'a çıkmış olanların, güneş batmadan önce Arafat bölgesinden ayrılmamaları.

 

e.Müzdelife'de Vâcipler:

Akşam ve yatsı namazlarını, yatsı vakti girdikten sonra "Cem-i tehîr" ile kılmak.

 

f.Mina'da Vâcipler:

Ebu Hanife'ye göre; akabe cemresini taşlama, kurban kesme ve tıraş olma arasındaki tertibe uymak.

Temettu veya Kıran haccı yapanların kurban kesmesi.

Kurbanı eyyam-ı nahr denilen bayram günlerinde ve Harem bölgesinde kesmek.

Tıraşı bayram günlerinde ve Harem bölgesinde olmak.

Cemrelere her gün atılacak taşları eksiksiz ve belirlenen zamanlarda atmak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.87 HACC (11)

Previous topicNext topic
HACC (11)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (11)

 

Ağustos 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

HACC'IN SÜNNETLERİ

 

Sünnetlerin yerine getirilmesi, Hacc'ın sevap ve faziletini artırır. Eksiksiz bir Hacc, ancak sünnetlerin de edâ edilmesiyle mümkündür. Mâzeretsiz olarak bir sünnetin terk edilmesi mekruhtur, fakat vacip terk edildiği zaman ceza gerektiği gibi cezayı gerektirmez.

Diğer ibadetlerde olduğu gibi, Hacc'ın da nasıl yapılacağını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizzat göstermiş ve:

"Hacc menâsikini benden öğreniniz, benim yaptığım gibi yapınız." buyurmuştur. (Müslim: 1297)

Bu Hadis-i şerif, Hacc ibadetleri hakkında büyük bir temeldir.

 

 

Hacc'ın Sünnetleri İki Kısımdır:

 

1-Kendi Başlarına Müstakil Menâsık Olan Aslî Sünnetler:

•Kudüm tavafı.

•Hacc hutbeleri.

a.Birinci hutbe, Zilhicce'nin yedinci günü öğle namazından sonra Mekke-i mükerreme'de okunur, insanlara Hacc hükümleri anlatılır.

b.İkinci hutbe, Arafat'ta Nemire mescidinde cem-i takdimle kılınan öğle ve ikindi namazından önce okunur.

c.Üçüncü hutbe Zilhicce'nin onbirinde bayramın ikinci günü öğle namazından sonra Mina'da okunur.

•Arefe gecesi Mina'da gecelemek. (8. Zilhicce)

•Bayram gecesi Müzdelife'de gecelemek. (9. Zilhicce)

•Bayram günlerinde Mina'da kalmak.

•Hacc sonunda Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye acele inmek. İnerken Muhassab veya Ebtah denilen düz vâdide azıcık dinlenmek.

 

2.Fer'î Sünnetler:

 

a.İhram İle İlgili Sünnetler:

•İhrama girmeden önce koltuk altı ve kasık kıllarını temizlemek, tırnak kesmek ve güzel koku sürünmek.

•İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. (Gusül temizlik için yapıldığından, kadınlar özel hallerinde de olsa yaparlar.)

•İhramın sünneti niyetiyle iki rekat namaz kılmak.

•Erkekler izâr ve ridâ denilen beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye bürünmek.

•İhramlı bulunduğu sürede her fırsatta telbiye getirmek.

•Telbiyeyi her başlayışta üç defa tekrarlamak.

•Telbiye'den sonra salâvât-ı şerife getirmek.

•Salâvât-ı şerife'den sonra Cenâb-ı Hakk'a duâlar etmek. Şu duâ okunabilir:

"Ey Allah'ım! Ben senden rızânı ve cennetini dilerim. Gazabından ve ateşinden sana sığınırım."

 

b. Mekke-i Mükerreme ve Kâbe-i Muazzama İle İlgili Sünnetler:

•Mümkünse Mekke-i mükerreme'ye gündüz vakti girmek.

•Girmeden önce mümkünse gusletmek veya abdest almak.

•Kâbe-i muazzama'yı görünce dilediği duâyı yapmak.

•Beytullah'ın önüne gelince tekbir ve tehlil getirmek.

•Mültezem'de yüzü ve göğsü Kâbe-i muazzama'nın duvarına yapıştırıp duâ ve niyazda bulunmak.

•Kimseye zahmet vermeksizin Kâbe-i muazzama'nın örtülerine yapışıp duâ etmek.

 

c. Tavafla İlgili Sünnetler:

•Tavafa başlarken, Hacer-i esved'in hizasına, Rükn-i Yemânî yönünden doğru gelmek.

•Tavafa başlarken ve her şavtın sonunda Hacer-i esved'i istilâm etmek.

•Sonunda Sa'y yapılacak tavaflarda (ziyaret tavafında) erkekler ıztıba ve remel yapmak.

•Bütün şavtları ara vermeden ard arda yapmak.

•Erkekler mümkün olduğu kadar Kâbe-i muazzama'ya yanaşmak.

•Mekke-i mükerreme'de bulundukça nafile tavafı çok yapmak.

•Tavaf esnasında zikrullah ile, tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.88 HACC (12)

Previous topicNext topic
HACC (12)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (12)

 

Eylül 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

 

Hacc'ın Fer'î Sünnetleri (2)

 

d.Sa'y İle İlgili Sünnetler:

Tavaf bitince ara vermeden sa'ye başlamak.

Sa'yı abdestli olarak yapmak.

Sa'ye gitmeden önce Hacer-i esved'i istilâm etmek.

Her şavtta Safa ile Merve'de Kâbe-i muazzama görülebilecek kadar yükseğe çıkıp o tarafa yönelerek tekbir, tehlil ve duâ etmek.

Erkekler yeşil renkle ışıklandırılmış sütunlar arasında hervele yapmak, diğer kısımlarda ise yavaş yürümek.

Sa'y esnasında tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak.

Bütün şavtları hiç ara vermeden ard arda yapmak.

 

e.Arafat ve Vakfe İle İlgili Sünnetler:

Zilhicce'nin dokuzunda Arefe günü güneşin doğuşundan sonra Arafat'a hareket etmek.

Nemire mescidinde öğle ile ikindi namazlarını cem-i takdim ile kılmak.

Vakfe esnasında abdestli bulunmak.

Vakfe için mümkünse zevalden sonra gusletmek.

Vakfeyi Cebel-i Rahme eteklerindeki siyah kayalıkların yanında yapmak.

Kıbleye yönelerek vakfe yapmak.

Gün boyunca telbiye, zikrullah, tesbih, tekbir, tehlil, salâvât ile, namaz ve duâ ile meşgul olmak; kendisi, ana-babası, âile efradı, geçmişleri ve bütün müminler için duâ ve niyazda bulunmak.

 

f.Müzdelife ve Vakfesi İle İlgili Sünnetler:

Arefe günü güneşin batışından sonra Arafat'tan Müzdelife'ye sükunetle ağır ağır inmek ve Müzdelife'de Meş'ar-i haram civarında konaklamak.

Vakit girince sabah namazını hemen kılmak.

•Namazdan sonra telbiye, tekbir, tehlil, duâ ve istiğfar ile meşgul olmak.

Vakfeyi ortalık iyice aydınlanıncaya kadar sürdürmek, ortalık iyice aydınlandıktan sonra güneş doğmadan Mina'ya hareket etmek.

 

g.Mina ve Remy-i Cimar İle İlgili Sünnetler:

Eşyasını çadırına koyduktan sonra, vakit geçirmeden Akabe cemresine taş atmak.

Taşları bayramın ilk günü öğleden önce, diğer günlerde ise öğleden sonra, güneş batmadan önce atmak.

Akabe cemresine taşlar atılırken Mekke-i mükerreme'yi sola, Mina'yı sağ tarafa almak. (Diğer iki cemreye her taraftan atılabilir.)

Taşları cemrelere üç buçuk-beş metre uzaklıktan atmak.

Yedi taşı ard arda atmak.

Atılan taşlar fındıktan küçük, nohuttan büyük olmak.

Teşrik günlerinde "Küçük", "Orta" ve "Akabe" cemrelerine taşları bu sıra ile atmak.

Küçük ve orta cemrelere taş attıktan sonra duâ etmek, Akabe cemresinden ise taş atar atmaz hemen ayrılmak.

Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye dönmekte acele edenler, bayramın üçüncü günü güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak.

 

h.Zemzem İle İlgili Sünnetler:

Vedâ tavafını yapıp iki rekât tavaf namazı kıldıktan sonra kana kana zemzem içmek ve dökünmek.

Zemzem'i Kâbe-i muazzama'ya karşı, ayakta ve Beytullah'a bakarak içmek.

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Zemzem suyu ne maksatla içilirse o maksat içindir (onun için faydalıdır)." (İbn-i Mâce: 3063)

Zemzem suyu ne niyetle içilirse Allah-u Teâlâ'nın lütfu ile o niyete uygun olarak netice alınır.

Herşeyden önce, kıyamet gününde susuzluk çekilmemesi dilek ve niyeti ile içilmesi uygun olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.89 HACC (13)

Previous topicNext topic
HACC (13)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (13)

 

Ekim 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

HACC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI

 

Hacc ve Umre'de vâcip olan menâsikten birinin terkedilmesine, zamanında yapılmamasına veya ihramlı iken yasak olan fiillerin yapılmasına "Cinayet" adı verilir. Hacc ve Umre esnasında işlenen bu cinayetlere ceza vermek gerekir. Hatta öyle ki, işlenen fiilin cinayet olduğunu bilip bilmemek arasında fark yoktur. Aynı zamanda kasten veya yanılma ile, hatırda iken veya unutarak, isteyerek veya baskı altında, uyanıkken veya uyku halinde, ayık veya baygın halde iken yapmak arasında da fark yoktur.

Bunları kasten yapmak günahtır. Cezâ ödemekle birlikte, ayrıca tevbe etmek de gerekir.

 

Cinayetler ve Cezâların Sıralaması:

 

1-Hacc veya Umre'yi Bozup Kazasını Gerektiren Cinayetler:

Hacc için ihrama girdikten sonra, henüz Arafat vakfesini yapmadan eşiyle cinsi temasta bulunmak.

Bu kişinin;

Bozulan bu Hacc'ı bırakmayıp tamamlaması,

İsterse nafile olsun, bozduğu bu Hacc'ı sonraki yıllardan birinde kazâ etmesi, kazâ Hacc'ını yaparken, bozulan Hacc'daki cinayeti sebebiyle bir dem (koyun veya keçi kesmesi) gerekir.

Umre için ihrama girdikten sonra, tavafın dört şavtını tamamlamadan cinsi temasta bulunmak.

Bu kişinin de;

Bozduğu bu Umre'yi bırakmayıp tamamlaması,

İşlediği cinayet sebebiyle bir koyun veya keçi kesmesi,

Bu umreyi uygun bir zamanda kazâ etmesi gerekir.

 

2.Yapılmasından Dolayı Bedene (Deve veya Sığır) Kurban Edilmesi Gereken Yasaklar:

Arafat'ta vakfeden sonra daha tıraş olup (veya saçları kısaltıp) ihramdan çıkmadan önce eşiyle cinsi temasta bulunmak.

Ziyaret tavafını cünüb, hayız veya nifas hallerinde yapmak. (İmkân bulunup da, bu tavaf temiz olarak yeniden yapılırsa cezâ düşer.)

 

3.Yapılmalarından Dolayı Yalnız Birer Dem (Koyun veya Keçi) Kurban Edilmesi Gereken Yasaklar:

Bunlar İki Kısımdır:

a. Hacc'ın Vâciplerinden Birini Terketmek veya Zamanında Yapmamakla İlgili Olanlar:

Mîkatı ihramsız geçmek. (Hacc veya Umre menâsikinden henüz bir şey yapmadan geri dönülüp mîkat sınırında ihrama girilirse cezâ düşer.)

Sa'yin tamamını veya çoğunu (dört veya daha çok şavtını) terketmek.

Müzdelife vakfesini hastalık, yaşlılık ve izdiham gibi bir mâzeret olmadığı halde, özürsüz terk etmek. (Böyle bir mâzereti olanlara bir şey gerekmez.)

Remy-i cimâr'ın tamamını terketmek veya bir günde atılması gereken taşların yarıdan çoğunu süresi içinde atmamak. (Yarıdan çoğu atılmışsa, eksik bırakılan her taş için sadaka vermek gerekir.)

Ziyaret veya Umre tavafının son üç şavtını veya sadece birini yapmamak.

Âfâki olanlar (Mîkat denilen noktaların sınırladığı bölgenin dışında ikamet eden kimseler), vedâ tavafının tamamını veya çoğunu yapmamak.

Ziyâret veya Umre tavafını abdestsiz vedâ veya kudüm tavafını cünüp halde yapmak. (Umre tavafını cünüp veya abdestsiz olarak yapan ve Sa'y edip tıraş olup ihramdan çıkan kimse, henüz Mekke'den ayrılmadan tavaf ve Sa'yi iâde ederse, bir ceza gerekmez.)

Arefe günü, Arafat'tan güneş batmadan önce ayrılmak.

Belirli zaman ve yerde yapılması gereken menâsiki, zamanında ve yerinde yapmamak.

Sıra ile yapılması vâcip olan menâsikte tertibe uymamak.

 

Not: Terkedilmesini veya geciktirilmesini câiz kılan muteber bir özürü olmadıkça, Hacc'ın vâciplerinden birinin terkedilmesi veya geciktirilmesi cezayı gerektirir. Kişinin elinde olmayıp, hastalık ve yaşlılık gibi bir engel sebebiyle terkedilen veya geciken bir vâcipten dolayı cezâ gerekmez. Meselâ, hastalık ve yaşlılık gibi bir sebeple tavaf ve Sa'yin yürüyerek yapılmaması, kadınların özel halleri dolayısıyle ziyaret tavafını bayram günlerinden sonraya bırakmaları ve gerekirse vedâ tavafını terketmeleri gibi...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.90 HACC (14)

Previous topicNext topic
HACC (14)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (14)

 

Kasım 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

HACC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (2)

 

b. İhram Yasaklarına Uymamakla İlgili Olanlar:

Bir defada ve aynı yerde olmak üzere vücudun veya bir uzvun tamamına güzel koku sürmek.

Değişik uzuvlara değişik zamanlarda veya ayrı ayrı yerlerde koku sürülürse, her biri için ayrı ceza gerekir. Bir uzvun tamamına değil de, sadece bir kısmına koku sürülürse sadaka vermek gerekir.

Güzel koku ihrama sürülürse, sürülen yerin eni ve boyu birer karıştan çok olup, etkisi bir gündüz veya gece boyunca devam ederse koyun veya keçi kesmek; sürüldüğü yer bir karıştan az veya kokusu bir gündüz yahut gece süresinden az devam ederse sadaka vermek gerekir.

Cezâ ödedikten sonra koku yıkanıp giderilmez de devam ederse, yeniden cezâ gerekir.

Uzuvlardan birine yağ sürmek veya süs için kına gibi bir şeyle boyamak.

Saç veya sakal gibi bir uzvunu süslemek için yağlamak (biryantin sürmek) veya kına gibi bir şeyle boyamak cezâyı gerektirir. Tedâvi için sürülen merhem veya kokusuz yağlar için cezâ gerekmez.

Bir gündüz veya bir gece süresince dikişli elbise, çorap veya topukları kapalı ayakkabı giymek, başı ve yüzü örtmek.

Eğer bunlar bir gündüz veya gece süresinden daha az bir zaman giyilir veya örtülürse, sadece sadaka vermek yeterlidir.

Saçını, sakalını veya vücudundan başka bir uzvunu tıraş etmek.

Saçın, sakalın veya başka bir uzvun dörtte birinden azının tıraş edilmesi sadaka vermeyi gerektirir.

Bir defada ve aynı yerde olmak şartı ile bütün tırnakları veya bir el yahut bir ayağın tırnaklarının tamamını kesmek.

El ve ayaklardan her birinin tırnakları değişik zamanlarda veya ayrı ayrı yerde kesilirse, her bir kesiş için ayrı cezâ gerekir.

Kendiliğinden kopan ve kırılan tırnaklar için bir şey gerekmez.

İlk tehallülden yani tıraş olduktan sonra, fakat henüz ziyaret tavafını yapmadan cinsi temasta bulunmak. (Elle boşalma da aynı hükümdedir.)

İhramlı iken eşini şehvetle öpmek, tutmak, okşamak... gibi cinsi temasa yol açabilecek davranışlarda bulunmak.

Şehvetle bakmak veya düşünmekle, inzal bile olsa bir ceza gerekmez.

 

Not:

1.Kıran haccında ihram yasakları ile ilgili cinayetlerden dolayı; biri Umre'nin biri de Hacc'ın ihramı olmak üzere, iki ihramın hürmetini korumak için iki kurban gerekir.

Umre tavafının abdestsiz yapılması gibi sadece Umre'yi; yahut remy-i cimâr veya vedâ tavafının terk edilmesi gibi sadece Hacc'ı ilgilendiren vâciplerden birinin terkiyle ilgili cinâyetler sebebiyle ise tek cezâ ödenir.

2. İhram yasaklarına uymamakla ilgili cinâyetler, bir zaruret ve mâzeret sebebiyle de işlenmiş olsalar, bunların cezâları düşmez. Ancak kasdi olmayan, zaruret veya hastalık sebebiyle bu yasaklardan birini yapan kişi muhayyerdir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Sizden her kim hasta olursa yahut başından gelen bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye vermesi gerekir." (Bakara: 196)

Kâb bin Ucre -radiyallahu anh- buyurur ki: Hudeybiye gazasında umre niyeti ile ihrama girdik. Başım böceklendi. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu görünce:

'Bunlar sana sıkıntı veriyor, değil mi?' dedi.

Ben 'Evet' deyince Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

'Hemen başını tıraş et. Üç gün kefaret orucu tut, üç sa' hurma veya hububatı fakire taksim et. Kolayına giderse kurban kes.' buyurdu. (Buhâri. Tecrid-i sarih: 861)

Bu durumda olan bir kişi;

Ya harem bölgesinde dilediği zaman bir dem (koyun veya keçi) kurban keser veya istediği yerde peş peşe yahut aralıklı olmak üzere üç gün oruç tutar,

Ya da altı fakiri sabahlı akşamlı bir gün veya bir fakiri altı gün doyurur. Yahut da altı fakire birer fıtır sadakası miktarı bağışta bulunur. Mekke fakiri efdaldir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.91 HACC (15)

Previous topicNext topic
HACC (15)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (15)

 

Aralık 2015
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

HACC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (3)

 

4. Her Birinin Yapılmasından Dolayı

Fıtır Sadakası Kadar Tasadduk Gerektiren Yasaklar:

Bir uzvun tamamına değil de, bir kısmına güzel koku veya yağ sürmek.

Saç veya sakalın, yahut başka bir uzvun dörtte birinden daha az kısmını tıraş etmek.

Bir el veya ayağın tırnaklarından bir kısmını kesmek veya bir el yahut ayağın tırnaklarının tamamını ayrı ayrı yerlerde, yahut değişik zamanlarda kesmek. Ancak her bir tırnak için ayrı cezâ gerekir.

Başı bir gündüz veya gece süresinden daha kısa bir zaman örtülü tutmak.

Bir gün veya bir geceden daha az bir süreyle dikişli elbise, topukları kapatan ayakkabı giymek veya başı örtmek.

Kudüm veya vedâ tavafını, yahut herhangi bir nafile tavafı abdestsiz olarak yapmak.

Vedâ tavafının veya Sa'y'in dördüncü şavttan sonraki şavtlarını eksik bırakmak. Eksik kalan her şavt için ayrı cezâ gerekir.

Cemrelere eksik taş atmak. Eksik kalan her taş için ayrı cezâ gerekir.

Başkasını tıraş etmek. Tıraş ettiği kimse ister ihramlı olsun, ister ihramsız olsun.

Üçten çok haşere, bit, çekirge vs. öldürmek.

 

 

5.Yapılmasından Dolayı Miktarı Belirsiz Tasadduk Gerektiren Yasaklar:

Üçten az haşere, bit veya çekirge öldürmek.

Vücudundan kıl koparmak. Bunları yapan bir kimse uygun bir tasaddukta bulunur.

 

 

6.Yapılmasından Dolayı Bedel (Değer) Ödemek Gereken Yasaklar, İki Kısımdır:

a.Karada Yaşayan Av Hayvanlarıyla İlgili Olanlar:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Hacc'da ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin! Sizden avı kasten öldürenin cezası; içinizden adâlet sahibi iki kişinin vereceği hükme göre ehlî hayvanlardan, öldürdüğüne denk ve Kâbe'ye varacak bir kurbanlıktır. Yahut onun kıymeti kadarıyla kefâret olarak yoksulları doyurmak veya onun dengi oruç tutmaktır. Tâ ki yaptığının vebalini tatmış olsun.

Allah daha önce olanı affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse, Allah da ondan karşılığını alır. Allah Aziz'dir, intikam sahibidir." (Mâide: 95)

"İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzurunda haşrolacağınız Allah'tan korkun!" (Mâide: 96)

İster kasten ister yanılma ile, bilmeyerek veya unutarak olsun, ihramlı iken karada yaşayan av hayvanlarını avlamak, avlayanlara yardımcı olmak veya yaralamak, kanadını kırmak, tüylerini yolmak, yumurtalarını almak... gibi davranışlarla bu hayvanlara zarar vermek haramdır, cezâ gerektirir.

Avlanan bir hayvan sebebiyle ödenecek kefaretin bedelini belirlemek için, bu hayvanın öldürüldüğü yerdeki kıymeti, adaletli iki kimsece takdir olunur.

Yasağı çiğneyen kimse; belirlenen bu bedeli dilerse her birine bir fıtır sadakası miktarından daha az veya daha çok olmamak üzere istediği yerde fakirlere dağıtır. Dilerse her fıtır sadakası miktarı için bir gün oruç tutar. Bir fıtır sadakasını iki ayrı fakire vermek veya birkaç sadaka miktarını toptan bir fakire vermek câiz değildir. Bu gibi kimse dilerse takdir edilen kıymette bir kurban satın alabilirse, Harem bölgesinde bir kurban keser. Bu durumda takdir edilen kıymet, kurban değerinden fazla da olsa, artan miktarın sadaka olarak verilmesi gerekmez.

Tilki ve arslan gibi eti yenmeyen hayvanlara, koyun ve keçi bedelinden daha çok kıymet belirlenmez. Eti yenen hayvanların kıymetleri ise koyun veya keçi bedelinden daha çok olabilir. Av hayvanı ölmeyip herhangi bir zarara uğramışsa, sağlam durumu ile zarara uğradığı durum arasındaki kıymet farkı belirlenir. Verilen zarar, hayvanı kendini savunamayacak duruma sokmuşsa, ölü hükmünde tutulup, tamamının kıymeti belirlenir, verilen zarar iyileştikten sonra hayvanda herhangi bir eser bırakmazsa ceza ödemek gerekmez.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Harem hudutları içinde zararlı olan beş türlü hayvan öldürülür: Karga, çaylak, akrep, fare ve saldırgan köpek." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 866)

Bunları Harem'de ve ihramda iken öldürene günah yoktur, herhangi bir cezâ gerekmez...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.92 HACC (16)

Previous topicNext topic
HACC (16)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (16)

 

Ocak 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

HACC ve UMRE İLE İLGİLİ YASAK FİİLER ve CEZALARI (4)

 

6.Yapılmasından Dolayı Bedel (Değer) Ödemek Gereken Yasaklar, İki Kısımdır (2)

 

b. Harem Bölgesinin Avları ve Bitkileri İle İlgili Olanlar:

Harem bölgesiyle ilgili yasaklar ve cezâlar sadece ihramlı kişiler için değildir. Bu bölgenin avının avlanması, kendiliğinden biten ve kurumuş olmayan ağaçların kesilmesi, bitkilerin koparılması herkes için haramdır. Bu mübarek bölgenin avını avlayan kişinin kıymetini tasadduk etmesi gerekir, yerine oruç tutması câiz olmaz. Kendiliğinden bitmiş ağaç ve bitkileri kesen veya koparan kimsenin, Harem bölgesi hakkını korumak için bunların bedelini sadaka olarak vermesi gerekir. Ancak bunları sahibi keserse herhangi bir cezâ gerekmez.

İnsanlar tarafından ekilip dikilen veya insanların ekip diktiği cinsten olan ağaç ve bitkilerin kesilmesinden ve koparılmasından dolayı bir cezâ gerekmez.

 

İhramlıya Yasak Olmayan Şeyler:

Banyo yapmak, kokusuz sabun kullanmak.
Kıl koparmadan kaşınmak.
Çiçek koklamak.
Gölgede bulunmak veya şemsiye kullanmak.
Kollarını giymeden omuzuna dikişli elbise almak.
Bele kemer bağlamak, omuza çanta asmak.
Baş hariç, üzerini bir örtü ile örtmek.
Yüzük ve kol saati takmak, silâh taşımak.
Diş çektirmek, kan aldırmak, iğne vurdurmak veya yaraya sargı sardırmak.
Deniz avı avlamak.
Diş fırçalamak.

 

Cezâ veya Kefâretin Edâ Edileceği Zaman ve Yer:

Cezânın edâsı için belirli bir zaman yoktur. Ömrün sonuna kadar her ne zaman yapılırsa edâ etmiş sayılır. Bununla beraber Hacc'da meydana gelen bir kusuru bir an evvel gidermek efdaldir. İfâ etmeden ölen bir kimse günahkâr olur, ölürken mirasçılarına vasiyet etmesi gereklidir.

Hacc'da gereken cezâ kurbanları, diğer hedy'lerde olduğu gibi ancak Harem bölgesi içinde kesilir. Oruç, sadaka ve bedelini ödeme cezâlarının edâsı için belirli bir yer yoktur. İstenilen her yer ve zamanda edâ edilebilir.

Sadakalar Harem bölgesinin fakirlerine verilebileceği gibi, başka fakirlere de verilebilir.

 

Hacc'da Kadınlarla İlgili Özel Şartlar:

Kadınlar bütün Hacc ve Umre menâsikinde erkekler gibidir. Ancak bazı hususlarda farklı hareket ederler:

İhramlı iken normal elbise, çorap, ayakkabı, eldiven ve mest giyebilirler. Başlarını örterler. Sadece yüzlerini örtmezler.

Telbiye, tekbir, tehlil ve duâ yaparken seslerini yükseltmezler.

Tavaf esnasında "Iztıba" ve "Remel" yapmazlar.

Sa'y esnasında "Hervele" yapmazlar.

İhramdan çıkmak için, saçlarının ucundan azıcık kesmekle yetinirler.

İzdiham olduğunda Makam-ı İbrahim'de namaz kılmazlar ve Hacer-i Esved'e yaklaşmazlar. Uzaktan işaretle istilâm ederler. Arafat'ta Cebel-i Rahme'de vakfe yapmak için erkekler arasına karışmazlar.

Hayız ve nifâs denilen özel halleri sebebiyle ziyaret tavafını bayram günlerinden sonra yapmakla ve vedâ tavafını terketmekle kendilerine ceza gerekmez.

Ay hâlinde iken ihrama giren veya ihrama girdikten sonra ay hâli gören kadınlar, tavaf dışında Hacc'ın bütün menâsikini yapabilirler. Bu durumda olan bir kadın kudüm ve umre tavafını yapmadan Arafat vakfesini yapmak mecburiyetinde kalırsa;

a. İfrad Haccı yapmak üzere sadece Hacc için ihrama girmişse, temizlendikten sonra ziyaret ve vedâ tavaflarını yapar. Kudüm tavafını terketmesi sebebiyle bir şey gerekmez, Hacc'ı tamam olur.

b. Temettu Haccı yapmak üzere umre için ihrama girmişse, Arafat'a çıkılacak zamana kadar temizlenmesini bekler.

Temizlenmezse veya temizlendikten sonra umre tavafını edâ etme zamanı ve imkânı bulamadan Arafat'a çıkmak mecburiyetinde kalırsa Hacc için niyet ederek ve telbiye yaparak umre ihramını iptal eder. Hacc'dan önce Umre yapmadığı için İfrad Haccı yapmış olur, şükür kurbanı kesmesi gerekmez. Şu kadar var ki, Hacc'dan sonra bu Umre'yi kaza eder ve iptal ettiği için cezâ kurbanı keser.

c.Kıran Hacc'ı yapmak üzere hem Umre hem de Hacc için ihrama girmişse, Umre tavafından önce Arafat vakfesi yapmakla, Umresini iptal etmiş sayılacağından İfrad Hacc'ı yapmış olur. Kıran Hacc'ı için şükür kurbanı kesmesi gerekmez. Hacc'dan sonra bu Umre'yi kaza eder ve ayrıca ceza kurbanı keser.

Vedâ tavafını yapmadan ay halini gören ve temizlenmeden Mekke-i mükerreme'den ayrılan kadınlardan vedâ tavafı sakıt olur. Bundan dolayı cezâ gerekmez. Ancak, yola çıkmak üzere hazırlanmış bile olsalar, henüz Mekke-i mükerreme'den ayrılmadan temizlenen kadınların, gusledip vedâ tavafını yapmaları vâcip olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.93 HACC (17)

Previous topicNext topic
HACC (17)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (17)

 

Şubat 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT

 

1. Ön Hazırlıklar:

 

Hacc yolculuğuna çıkan bir kimsede evvelâ ihlâs olacak, niyet-i halisa olacak. Hacc'ın dindeki yerini, Allah katındaki önemini kavramış olarak şevkle ve azimle yola çıkacak. İçinde Hakk'tan gayrı hiçbir arzu ve düşünce olmayacak, sırf rızâ-i Bâri olacak.

Eğer niyeti hâlis ise Allah-u Teâlâ meleklerine emir buyurur, onlar da onu mânevî kanatlarına alırlar. O mânevî himaye altında gidilir ve gelinir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Hacılar gidiş ve dönüşlerinde Cenâb-ı Allah'ın hıfz-u himayesinde, koruması altındadır." (Münavî)

Niyet halis olmazsa; hele hele nam, şöhret ve gösteriş için gidilirse, zahmetten başka bir şey eline geçmez.

Hadis-i şerif'te:

"Bir kimse halka göstermek maksadıyla amel ve ibadette bulunursa, gerçekten Cenâb-ı Allah'ın yüce merhametinden mahrum olur." buyuruluyor. (Câmiü's-sağîr)

Yolda ve Hacc süresince kendisine yetecek maddî imkânları hazırlayacak.

Helâl lokma yiyecek, helâl para ile yola çıkacak. Çünkü haram para ile haccetmek haramdır.

Kimsenin hakkı üzerinde bulunmayacak, zulmen aldığı malları sahiplerine iâde edecek, haksız yere kimse ile dargınlığı olmayacak, muâmele gördüğü herkesle helâlleşecek, ana-babasının muhakkak rızasını alacak, din adına din-i mübini parçalayan bölücülerden olmayacak, fâizle iştigal etmeyecek. Üzerinde hukuk-u nas yani kul hakkı olan, Emr-i ilâhî'yi çiğneyerek oraya giden bir kimsenin duâsı nasıl kabul edilir?

Mümkünse tecrübesinden faydalanabileceği mütekâmil ve feyizli bir arkadaşla yola çıkılır. Çünkü sâlih arkadaş unuttuğu zaman hatırlatır, hatırladığı zaman kendisine yardımcı olur. Edebi, sabrı, güzel ahlâkı öğretir.

Alacak-verecekleri varsa bunları bir kâğıda yazıp bırakır, âile efradına vasiyetini yapar.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde Hacc'ın mevsimini ve hacıların riâyet edecekleri hususları bildirmektedir:

"Hacc bilinen aylardır." (Bakara: 197)

Bu bilinen aylar Şevval ve Zilkâde ile Zilhicce ayının onuna kadar olan süredir. Hacc'a dair herhangi bir fiil, ancak bu zamanlarda sahih olur.

"Her kim o aylarda Hacc'a niyet ederse, bilmelidir ki Hacc'da refes, füsuk ve cidal yoktur." (Bakara: 197)

Refes: Her türlü kötü ve müstehcen kelimelerin söylenmesini ifade eden bir kelimedir. Cinsi temas veya cinsi temasa yol açan ellerin birbirine değmesi, bu hususlarda konuşmak, kadınlarla şakalaşmak hep bu kelimenin şümulüne girer. Çünkü bu gibi şeylerin hepsi, yasak edilen cimânın vukuuna sebep olur.

Füsuk: Allah-u Teâlâ'ya isyan sayılacak her türlü günahlardır.

Cidâl ise; kin ve düşmanlığa götürecek şekilde ve güzel ahlâkı zedeleyici tarzda, dargınlık ve husumette ileri gitmektir. Beytullah'a ziyarete giden bir kimsenin, etrafındakilere yumuşak davranması, hiç kimseye eziyet vermemesi gerekir. O yolda mücadele ve münakaşa yasak edilmiştir. Hacc böyle tam bir bağlılık ve uyum içinde yapılmalı, Hacc'da hiçbir ibadette bulunmayan bir nefis terbiyesi ve ahlâkî alıştırma hikmetleri bulunduğu unutulmamalıdır.

"Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir." (Bakara: 197)

Karşılığında size en güzel şekilde mükâfât ihsan eder, fakat hiçbir kötülüğünüzü görmek istemez.

O halde;

"Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvâdır." (Bakara: 197)

Allah-u Teâlâ dünya hayatında yolculuk için kullarına azık edinmelerini emredince, ahiret için de azık edinmelerinin yolunu göstermektedir.

Âyet-i kerime'den anlaşıldığına göre; insan için iki yolculuk kararlaştırılmıştır. Birisi dünyada yolculuk, birisi de dünyadan yolculuktur. Dünyada yolculuk için yiyecek, içecek, binecek ve gerektiğinde harcayacak azık ve yiyecek lâzım olduğu gibi, dünyadan yolculuk için de azık lâzımdır. Bu da mârifetullah ve muhabbetullahla, O'nun hıfz-u himayesi altına girmekle olur. Bu takvâ azığı diğerinden daha hayırlıdır.

"Ey akıl sahipleri! Benden korkun!" (Bakara: 197)

Benim emirlerime aykırı davranmaktan sakının.

"Rabb'inizin lütuf ve ihsanını aramanızda size hiçbir vebal ve günah yoktur." (Bakara: 198)

İsterse Hacc aylarında olsun kazanç ve ticaretle rızıklarınızı, ihtiyaçlarınızı kazanmaktan yasaklanmış değilsiniz...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.94 HACC (18)

Previous topicNext topic
HACC (18)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (18)

 

Mart 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (2)

 

1. Ön Hazırlıklar (2)

 

Hacc'ın esrarını hiçbir beşerin havsalası anlayıp idrak edemez. Evden çıkıp dönünceye kadar her bir makamın, her emir ve yasağın ayrı ayrı niyetleri, ibret ve işaretleri vardır.

Hacc yolculuğu âhiret yolculuğunun bir benzeridir. Bu yolculuğa hazırlanırken âhiret yolculuğunu da gözden uzak tutmamalıdır.

Bir ay gibi bir zaman sürecek olan bir yolculuk için bu kadar tedbirler alınıyor, hazırlıklar yapılıyor. Halbuki belki de ölüm yolculuğu kendisine bu yolculuktan daha yakındır. Bunun içindir ki:

"Her insan ölümü tadacaktır." (Âl-i imran: 185)

Âyet-i kerime'si mucibince, muhakkak olan ölümün amansız pençesine düşeceğini ve bilcümle malından, çocuklarından ayrılarak sadece bir kefen ile âhiret yolculuğuna çıkacağını düşünmelidir.

"O gün ki ne mallar fayda verir ne de oğullar... Meğer ki Allah'a tamamen sâlim ve temiz bir kalb ile gelenler ola." (Şuarâ: 88-89)

İhramlarını alıp bavuluna koyarken, öldüğünde sarınacağı kefen olarak düşünmelidir. Orada bavulunu açacaksın, âhirette amel bavulunu açacaksın.

İhram giyen hacılar, dünyalık elbisesini çıkarıp âhiret kefenine bürünmüş, kendilerinin bir ölüden farksız olduklarını farzederek, bütün dünyevî alâkalardan ilgilerini kesmişler demektir. Ölümü nefse muhakkak duyurmak gerekiyor. Çünkü gidenle kalan arasında bir gün fark var. Hacc ibadetinin bütün vazifeleri insana âhiret menzillerini hatırlatır.

Âyet-i kerime'de:

"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." buyuruluyor. (Hacc: 28)

Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler, hem dünya hem de ahiretle ilgilidir.

 

 

2. Hacc Yolculuğuna Çıkış:

 

Yola çıkılacağı zaman iki rekât namaz kılınır. Birinci rekâtta Fatiha'dan sonra "Kâfirûn" sûresi, ikinci rekatta "İhlâs" sûresi okunur. Namazdan sonra şöyle duâ edilir:

"Allah'ın ismini anarak yola çıkıyorum. Allah'a tevekkül ettim. Güç ve kuvvet sadece Allah'ın ikram ve ihsanı iledir.

Allah'ım! Sapıklığa düşmekten ve saptırıcı olmaktan, hata yapmaktan ve yaptırmaktan, zulmetmekten, zulme uğramaktan, cahillik etmekten ve cahilce davranışlarla karşılaşmaktan sana sığınırım." Ayağa kalktığında Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen şu duâ okunmalıdır:

"Allah'ım sana yöneldim, sana dayandım. Allah'ım! Beni ilgilendiren ve benim önem vermediğim şeylerde sen bana kâfi ol. Allah'ım! Beni takvâ ile azıklandır, günahımı bağışla."

Bir taraftan gerekli hazırlıkları yaparken, diğer taraftan da günahlarına tevbe etmelidir.

Âile efradı ve dostları ile vedâlaşarak helâlleşmeli ve hayır duâlarını istemelidir.

Kendisini uğurlayanlar da vedâ anında ona:

"Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u emânetinde ol, Allah sana takvâ ihsan etsin, kötülüklerden seni uzak eylesin, günahını af buyursun, gittiğin her yerde sana hayır göstersin." demelidir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-yı Hacc'a uğurlarken Bakî kabristanına kadar yürüyerek teşyi etmiş ve: "Allah'ın ismi ile gidin. Yâ Rabb'i! Bunlara yardım eyle." buyurmuştur.

Yola çıkarken sadaka vermek selâmete sebeptir. Dönüşte de vermek doğru olur.

Vasıtaya binildiğinde şöyle duâ edilir:

"Bu vasıtayı bizim hizmetimize veren, şanı yüce Allah'ı tesbih ve tenzih ederiz. O'nun lütfu olmasaydı biz bunu emrimiz altına alamazdık. Şüphesiz ki biz Rabb'imize döneceğiz. Allah'ım! Biz bu yolculuğumuzda senden iyilik, takvâ ve senin hoşnud olacağın işleri bize nasib etmeni dileriz. Allah'ım! Bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır. Uzaklığını yakınlaştır. Allah'ım! Yolculuğun her türlü sıkıntılarından ve meşakkatlerinden sana sığınırım. Çirkin bir görünüşe düşmekten, malıma, âileme ve çocuklarıma kötü bir dönüşle dönmekten, (başlarına bir kötülük gelmesinden) sana sığınırım."

Vasıtaya oturunca yedi kere şu tesbih okunur:

"Sübhânallâhi vel hamdülillâhi velâ ilâhe İllâllahü vallâhü ekber."

"Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ve tesbih eder ve Allah'a hamd ederim. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür."

Daha sonra şu duâ okunur:

"Bizi doğru yola hidayet eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize hidayet yolunu nasib etmeseydi, biz kendiliğimizden bu yolu bulamazdık. Allah'ım! Bizleri vasıtalar üstünde taşıyan sensin, her işimizde yardımcı sensin."

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.95 HACC (19)

Previous topicNext topic
HACC (19)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (19)

 

Nisan 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (3)

 

3. Mikata Geliş:

 

İhrama girilecek yerlere mikat denir. Mikat ihram için belirli sınır demektir. Mekke-i Mükerreme'ye dünyanın dört bir tarafından kara, deniz ve hava yolu ile, gerek Hacc gerekse başka maksatla gelen müslümanlar, mikat adı verilen bu sınır yerlerini ihramsız olarak geçemezler. İhram bu mübârek beldeye ta'zim için vacip kılınmıştır. Mikat yerlerini ihramsız geçenler, mümkünse dönüp burada ihrama girerler. Aksi halde ceza olarak kurban kesmeleri gerekir.

Mekke-i mükerreme'nin civarı boyunca her yönden takriben on millik mıntıkaya "Harem" adı verilir. Bu kısma gayr-i müslimlerin girmesi yasaktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bazı mikat yerlerini bizzat tespit buyurmuşlardır:

"Medine halkı Zü'l-Hüleyfe, Şamlılar Cuhfe, Necidliler Karn'dan ihrâm giyer." (Buhâri. Tecrid-i sarih: 758)

Medine tarafından gelenlerin ihrama giriş yerleri bugün Abâru-Alî denilen Zü'l-huleyfe'dir ve Mekke-i mükerreme'ye 450 km'lik bir mesafede bulunmaktadır. En uzak mikat burasıdır.

Mısır, Suriye, Kuzey Afrika ülkelerinden gelenlerin mikatları Râbığ civarındaki Cuhfe'dir. Râbığ Mekke-i mükerreme'ye 204 km. Cuhfe ise 187 km. mesafededir.

Irak tarafından gelenlerin ihram yeri, Mekke-i mükerreme'nin kuzey-doğusunda 94 km. uzaklıkta bulunan Zât-ı Irk'tır.

Mekke-i mükerreme'nin doğusunda, Kuveyt tarafından gelenlerin ihram yerleri aynı uzaklıkta bulunan Karnu'l-menâzil'dir. Bugün buraya Es-Seyl denilmektedir.

Yemen ve Hindistan yönünden gelenlerin mikatları Mekke-i mükerreme'ye 54 km. güneyinde bulunan Yelemlem'dir.

Bu mikatları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tayin ettiği için Hacc, Umre, ticaret veya başka bir maksatla gelen her müslümanın buralarda veya daha önce ihrama girmesi lâzımdır. Eğer yol bu noktalardan geçmiyorsa, bu mikatların hizalarından ihrama girilir.

Mikat sınırlarının içinde bulunan kimseler ihramsız olarak Mekke-i mükerreme'ye girebilirler. Fakat Hacc veya Umre için, bulundukları yerden ihrama girerler.

Uzun bir yolculuktan sonra mikata geldiğinde, ölümle dünyadan çıkıp kıyamet mikatlarına vardığını; can alınırken, kabir suallerine cevap verirken, kabirde yalnız kaldığında başına gelecek zorlukları hatırlamalıdır.

 

 

İhrama Girecek Olanların Yapmaları Gereken İşler:

 

Gusül abdesti almak sünnet-i müekkededir. Bu gusül sırf vücudu temizlemek, arınmak içindir. Bu bakımdan özel durumlarında olan kadınların da gusletmeleri sünnettir. Bu mümkün olmazsa abdest alınır.

Tırnaklar kesilir, koltuk altı ve kasık kılları temizlenir.

Gerekiyorsa tıraş olunur, bıyıklar düzeltilir.

Erkekler iç ve dış bütün elbiselerinden soyunurlar. Bellerine sadece "İzar" denilen ve banyo havlusu gibi, dikişsiz beyaz bir havlu; omuza da göğüs ile sırtı örten ve "Rida" denilen başka bir havlu örtünürler. Baş ve ayaklar açık durur. Topukları ve mümkün mertebe üzeri açık terlik giyilebilir. Kadınlar her zamanki elbiselerini giyerler ve örtülü bulunurlar.

İhrama büründükten sonra, eğer mekruh vakit değilse, "İhram namazı kılmaya" diye niyet edilerek iki rekât namaz kılınır. İlk rekatta "Kâfirûn", ikinci rekatta "İhlâs" sûrelerini okumak efdaldir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Zü'l-huleyfe'de iki rekât namaz kılmış, sonra da ihrama girmiştir.

Cabir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah rızâsı için gününü akşama kadar güneş altında geçiren hiçbir ihramlı yoktur ki, günahları güneşle beraber batmasın (bağışlanmasın) ve annesinin kendisini doğurduğu (günkü günahsız) hâle dönüşmesin." (İbn-i Mâce: 2925)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.96 HACC (20)

Previous topicNext topic
HACC (20)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (20)

 

Mayıs 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (4)

 

4. Namazdan Sonra Niyet Edilir:

 

Hacc'ın edâ edilişi itibariyle üç çeşidi olduğu için, kim hangi Hacc'ı yapacaksa o Hacc'ın niyeti yapılır.

 

a.Hacc-ı İfrad:

Yalnız farz olan Hacc'a niyet edilerek yapılan Hacc'dır. Hacc menâsiki bütünüyle yerine getirildikten sonra Umre için ihrama girilir ve Umre yapılır.

Niyeti şöyledir:

 

"Allahümme innî üridül-hacce feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî"

 

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. Onun edâsını bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."

Bu Hacc'ı yapana Müfrid denir. Bu Hacc'a niyet edenler Akabe cemresini atıncaya kadar ihramda kalır. Akabe cemresinden sonra dilerse kurban keser. Çünkü İfrad Hacc'ı yapana kurban kesmek vâcip değildir. Dilerse nafile olarak keser. Sonra tıraş olur veya saçlarını kısaltır ve ihramdan çıkar.

 

b.Hacc-ı Temettu:

İhrama girerken yalnız Umre'ye niyet edilen ve Umre işleri bittikten sonra Hacc için yeniden ihrama girerek yapılan Hacc şeklidir.

Niyeti şöyledir:

 

"Allahümme innî ürîdül-umrete feyessirhâ lî vetekabbelhâ minnî"

 

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Umre yapmak istiyorum. Onun edâsını bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."

Bu çeşit Hacc'ı yapana Mütemetti denir. Bu Hacc'ı yapmak isteyen kimse, mikatta Umre niyetiyle ihrama girer. Mekke-i mürerreme'ye ulaşınca tavafını yapar Sa'y eder, tıraş olur veya saçlarını kısaltır. Böylece Umre'yi tamamlayıp ihramdan çıkar, normal elbiselerini giyer, ihramlı olmayanlara mubah olan şeylerden faydalanır.

 

c.Hacc-ı Kıran:

Hem Umre'ye hem Hacc'a birlikte niyet edilerek, her ikisi de bir ihramda birleştirilerek yapılan Hacc'dır.

Niyeti şöyledir:

 

"Allahümme innî ürîdül-umrete vel-hacce feyessirhümâ lî vetekabbelhümâ minnî"

 

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Umre ve Hacc yapmak istiyorum. Bunların edâsını bana kolaylaştır ve onları benden kabul buyur."

Bu Hacc'ı yapana Kârîn denir. Kişi Umre ile beraber Hacc yapmak üzere mikatta ihrama girer. Umre'yi tamamlar, ihramdan çıkmaz. İhramın yasak ve gereklerine riâyet ederek Hacc menâsikine başlar. Kudüm tavafını yapar, Arafat'ta vakfe yapar. Bayram'ın birinci günü Akabe cemresini attıktan sonra kurbanını kesip tıraş olur, ihramdan çıkar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Akik vâdisinde bulunduğu bir sırada şöyle buyurmuşlardır:

"Bana Rabb'im tarafından gelen Cibrîl, bu gece de geldi ve: 'Bu mübarek vâdide namaz kıl, Hacc ve Umre'ye (Kıran'a) beraber niyet et.' dedi." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 760)

Bu üç çeşit Hacc'dan hangisi yapılırsa yapılsın, Hacc farizası yerine getirilmiş olur. Bunların en faziletlisi ise "Hacc-ı Kıran"dır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.97 HACC (21)

Previous topicNext topic
HACC (21)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (21)

 

Haziran 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (5)

 

5.Niyet Yapıldıktan Sonra Yüksek Sesle "Telbiye"ye Başlanır:

 

"Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel-hamde ven-ni'mete leke vel-mülk. Lâ şerîke lek"

"Ey Allah'ım! Senin dâvetine her zaman icabet ettim. Hamd sana yaraşır, her nimet sendendir, mülk sana mahsustur. Senin eşin ve ortağın yoktur." (Buhârî)

•İhrama girildiğinde "Telbiye"yi bir defa okumak farzdır. Birden fazla okumak ve hâl ve hareketlerin değişikliğinde, bir yere girerken, çıkarken, otururken, kalkarken, başkalarıyla karşılaşırken tekrarlamak sünnettir. Her sabah ve akşam sık sık okumak müstehaptır.

•"Telbiye"ye her başlayışta üç kere tekrarlamak, sonra "Tekbir", "Tehlil" ve "Salâvât-ı şerif" okumak sünnettir. Hanımlar seslerini yükseltemezler, sadece kendilerinin işitebilecekleri bir ses tonu ile okurlar.

Zeyd bin Hâlid el-Cühenî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Cebrâil bana gelerek: 'Yâ Muhammed! Ashabına emret. Lebbeyk duâsını yüksek sesle okusunlar. Çünkü telbiye Hacc'ın alâmetlerindendir.' dedi." (İbn-i Mâce: 2923)

Sehl bin Sa'd -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Telbiye'yi okuyan herhangi bir kimse bunu okuduğu zaman onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve kerpiç de Lebbeyk zikrini yapar. Yer küresi şuradan ve şuradan bitinceye kadar." (İbn-i Mâce: 2921)

 

Tekbir:

"Allahu Ekber, Allahu Ekber. Lâ ilâhe illâllahu vallahu Ekber. Allahu Ekber Velillâhil-hamd"

"Allah büyüktür, Allah büyüktür. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah büyüktür, Allah büyüktür. Hamd O'na mahsustur."

 

Tehlil:

"Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerîke leh. Lehül-mülkü velehül-hamdü vehüve alâ külli şey'in kadîr"

"Allah'tan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ve benzeri yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter."

•"Niyet" ve "Telbiye"nin yapılması ile ihrama girilmiş ve "İhram yasakları" başlamış olur.

 

Telbiye'deki Sır:

Telbiyenin mânâsı Allah-u Teâlâ'nın dâvetine icabet etmektir. Bu nokta çok hassas ve çok mühimdir. Sen geldin amma, "Lebbeyk" diyerek davete icabet ettiğini söylüyorsun amma, senin gelişinden hoşlandı mı hoşlanmadı mı? Bunu biliyor musun? Bilmiyorsun.

Size bunun temsilini arzedelim:

Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- Efendimiz'in oğlu Ali Zeynelâbidin -radiyallahu anh- Hazretleri ihrama girmişti. O anda benzi sarardı ve titremeye başladı, dili tutuldu konuşamıyordu. Onun bu halini görenler: "Niçin Lebbeyk demiyorsun?" dediler.

Buyurdu ki:

"Ben burada sığıntı gibi duruyorum. Korkuyorum ki 'lebbeyk' dediğim zaman, Allah'ım bana: 'Seni buraya kim çağırdı? Ne lebbeyk ne de sa'deyk!' diye cevap versin."

Buna rağmen "Lebbeyk" dediği zaman baygınlık geçirdi, Hacc'ı bitirinceye kadar da baygınlığı devam etti.

Bunun içindir ki, oralarda korku ile ümit arasında bulunmak lâzımdır. Çünkü Allah-u Teâlâ senin gelişinden hoşlanmamış olabilir.

Bu neye benzer? Hiç hoşlanmadığın bir kimsenin evine misafir gelmesine benzer. Allah-u Teâlâ gelişinden hoşlanmadığı bir kişinin zikrinden de fikrinden de hoşlanmaz.

Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm'a şöyle vahyetmişti:

"Yâ Musâ! İsrailoğullarının zâlimlerine söyle ki beni zikretmesinler! Çünkü beni zikrederlerse ben de onları lânetle anacağım."

Dâvud Aleyhisselâm'a ise şöyle vahyetmişti:

"Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise, onlara lânet etmem şeklindedir." (Deylemî)

Kendilerine böyle söylenip söylenmediğinden kim emindir?

Bu husus sadece Hacc'la ilgili değildir. Namaz da böyledir, oruç da, zekât da, diğer ibadetler de böyledir...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.98 HACC (22)

Previous topicNext topic
HACC (22)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (22)

 

Temmuz 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (6)

 

Telbiye'deki Sır (2)

 

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)

"Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından onlara sadece bir açlık kalmıştır." (İbn-i Mâce)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

"Bir ameli yerine getirmek için göstereceğiniz ihtimamdan ziyade amelin kabul edilmesi için ihtimam ediniz."

Kendini kabul ettirmen için oralarda ne yapman lâzım?

Son derece edep gerek. Yalnız ve yalnız Azamet-i İlâhî tefekkür edilecek. Âciz olduğunu, değersiz olduğunu, hiç olduğunu itiraf edeceksin. Boynunu öylece bükeceksin ve o boyun orada kalacak.

Gerçek mânâda Hacc böyle yapılır ve bu gibi kimselerin sayısı çok azdır. Bunlar Rahman'ın dâvetine icabet edenlerdir. O'nun lütfu ile gidip-gelirler.

Bir de şeytanın dâvetine icabet edenler, "Hacca gittim, hacı oldum geldim." kabilinden gidip gelenler vardır, sayıları çoktur. Onlarınkisi "Uydum kalabalığa"dır. Güzel bir deryaya gitmiş, dalmış çıkmış. Yağmur yağdığı zaman, toprak suyu emer, nebatat fışkırtır. Taş ise suyun içine de girse, ancak dışı ıslanır, içine nüfuz etmez. Bunlar da böyledir.

Mikatta "Lebbeyk!" diyerek sesini yükselten kişi Allah-u Teâlâ'nın davet emrine uyduğunu hatırlamalıdır.

Çünkü Âyet-i kerime'de:

"İnsanları Hacc'a çağır." buyuruluyor. (Hacc: 27)

 

 

6. Mekke-i Mükerreme'ye Geliş:

 

Allah-u Teâlâ Mekke-i Mükerreme'yi doğuların ve batıların kıblesi olan Kâbe-i muazzama ile şereflendirmiş, rahmetinin indiği yer kılmış ve Âyet-i kerime'sinde üzerine yemin ederek şöyle buyurmuştur:

"Bu beldeye yemin ederim ki!" (Beled: 1)

Allah-u Teâlâ bu beldeyi güvenli kılmıştır. Hâtem-i enbiyâ olan Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm bu beldede dünyaya gelmiştir.

"Sen bu beldede oturmaktasın." (Beled: 2)

İçinde Muhammed Aleyhisselâm'ı bulundurmakla Mekke-i Mükerreme daha da şeref kazanmıştır.

Mekke-i Mükerreme'ye yaklaşıldığında Harem sınırında şu duâ okunur:

"Allahümme hâzâ haramüke ve emnüke feharrimnî alen-nâri ve âminnî azâbeke yevme teb'asü ibâdeke vec'alnî min evliyâike ve ehl-i tâatike"

"Allah'ım! Burası senin haremindir ve emin kıldığın beldedir. Benim vücudumu da cehennem ateşine haram kıl! Kullarını yeniden dirilteceğin günde, beni azabından emin olanlardan eyle! Ve beni sana itaat eden sevgili kullarından eyle!"

Kâbe-i muazzama ve çevresi için kullanılan "Harem" tabiri, bölgedeki bütün ilişkilerin Allah-u Teâlâ'nın emir ve yasaklarına saygı esasına göre düzenlendiğini, başta insan olmak üzere ağaç ve bitkilerden hayvanlara kadar bölgedeki bütün varlıkların ilâhî muhafaza altına alındığının ifadesidir.

İnsan kendisini bu lütfa ehil görmeyip, Allah-u Teâlâ'nın haremine mahrum olarak girmekten korkarak ve fakat rahmetini ümit ederek tevazu ile, edeple girmeli, kendisini bu makamlara ve bu mertebelere ulaştırdığı için Allah-u Teâlâ'ya şükretmelidir...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.99 HACC (23)

Previous topicNext topic
HACC (23)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (23)

 

Kasım 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (7)

 

6. Mekke-i Mükerreme'ye Geliş (2)

 

Mekke-i Mükerreme'ye girerken de şu duâ okunur:

"Allah'ım! Bu mübarek belde senin beldendir. Şu beyt senin evindir. Emrine uyarak, takdirine râzı olarak, fermanına boyun eğerek, rahmetini talep etmek ve taatına yönelmek için geldim.

Azabından korkup sana sığınan kişinin isteği gibi, beni affınla mağfiretinle karşılamanı, rahmetinle günahlarımdan vazgeçivermeni ve beni cennetine koymanı senden niyaz ediyorum.

Allah'ım! Sen öyle bir Allah'sın ki, kendisinden başka ilâh bulunmayan, Rahman ve Rahim olan Allah'sın! Senden duâlarımıza icabet etmeni, hayırlı arzularımızı gerçekleştirmeni, yaratıklarından kendilerini bizden müstağni kıldığın kimselere bizi muhtaç etmemeni ve Efendimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in dünya ve âhirette şerefini, makam ve mertebesini yüceltmeni niyaz ediyoruz."

Bu mübarek nûr beldesine Beytullah'a müteveccih ve ona ta'zim ifadesi ile Mualla kapısından gündüz girmelidir. Müstehap olan gusül abdesti almaktır veya abdest alınır. İlk iş Kâbe-i muazzama'ya gitmek olmalıdır.

Beytullah'ın heybetini mânevî yüceliğini göz önünde bulundurarak ve Azamet-i İlâhi'yi tefekkür ederek, yaşlı gözlerle Tekbir, Tehlil ve Salâvat getirerek "Babüsselam"dan içeri girilir. Telbiye kesilir.

Mescid-i Haram kapısından ayağını atarken şu duâ okunur:

"Allah'ın ismiyle O'nunla giriyorum. Allah yolu ve Resulullah Aleyhisselâm'ın milleti üzerinde bulunuyorum."

 

 

7. Kâbe-i Muazzama'yı Görünce Üç Defa Tekbir ve Tehlil Getirip Duâ Edilir:

 

"Allah'ım! Şu Beyt'in şeref, hürmet, azamet ve heybetini, iyiliğini artır.

Ey Rabb'im! Ona hürmet ve ta'zimde bulunan, Hacc ve Umre yaparak onu ziyaret edenlerin de şeref, mertebe ve iyiliğini artır.

Allah'ım! Sen Selâm'sın, esenlik ancak sendendir. Bizi de esenlikle yaşat ve senin esenlik yurdun olan cennete koy. Ey celâl ve ikram sahibi Allah'ım! Sen her şeyden yüce, her şeyden üstünsün."

Beytullah görülünce yapılan duâların kabul olacağı umulduğundan "Allah'ım! Yapacağım duâlarımı kabul buyur!" diye duâ edilebilir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Kâbe-i Muazzama'ya nazar etmek ibâdettir." buyurmuşlardır. (Camiu's-sağir)

 

 

Kâbe-i Muazzama ilk görüldüğünde, azameti gönülde hazır bulundurulmalı; ona karşı yapılan hürmet ve tâzimin, sahibine karşı yapılan tâzim olduğunu tefekkür etmelidir. Beytullah'ın şerefi Allah-u Teala'nın zât-ı ulûhiyetine izafe edilmesinden ileri gelmektedir. Muhabbet ve iştiyâkla hem Kâbe-i muazzama'ya hem de onun Rabb'ine şiddetle tâlip olduğunu göstermiş oluyorsun.

Hacc yolculuğundan maksat Kâbe-i muazzama'dır, âhiret yolculuğundan maksat ise onun Sahib'idir.

Allah-u Teâlâ'nın Beyt-i muazzaması'na, gayesi orası değil de başka şey için giden bir kimsenin bu hareketinden daha çirkin ne olabilir? Onun Hazret-i Allah ile ne ilgisi olabilir?

 

Yeri gelmişken bu hususu bir temsil ile arzedelim:

Bir zât Hacc'a gitmek için hazırlığa başlar. Evde sık sık "Beytullah" yani "Allah'ın evi" ismi geçince çocuğunu da bir merak sarar. Allah'ın evi olduğuna göre, demek ki kendisi de evde bulunuyor diye düşünür. "Ben de gideceğim!" diye tutturur. Babası ne kadar olmaz dediyse de ısrarı karşısında götürmeye mecbur kalır. Kâbe-i muazzama'ya gelirler. Çocuk "Allah!" der ve o anda ölür. Babası bu hâl karşısında hayretler içinde kalır. Ona mânen buyurulur ki:

"Sen evime geliyordun, o ise bana geliyordu, gördü, tahammül edemedi, gitti."

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.100 HACC (24)

Previous topicNext topic
HACC (24)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (24)

 

Aralık 2016
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (8)

 

8. Tavaf (1)

 

Mescid-i haram'a girildiğinde Hacer-i esved'in bulunduğu köşeye yönelinir, cemaatle namaz kılınmıyorsa "Kudüm" tavafını yapmaya başlanır. Bu tavaf Kâbe-i muazzama'ya gelen kişinin yapacağı ilk ibadettir.

Ridâ denilen omuz örtüsünün bir ucu sağ koltuk altından alınarak sol omuz üzerine atılır. Sağ omuz ve kol açık bulundurulur. Buna "Iztıba" denilir. Her zaman yapılmaz, sadece "Remel" yapılan tavaflarda sünnettir, tavaf bitince omuz kapatılır.

Remel, erkeklerin tavafın ilk üç şavtında kısa adımlarla koşarak ve omuzları silkerek çalımlı ve süratli yürümeleri demektir. Sonunda "Sa'y" edilecek tavaflarda remel yapılır. Sonunda "Sa'y" edilmeyen tavaflarda yapmak gerekmez. Rükn-i yemânî ile Hacer-i Esved arasında da remel yapılmaz.

•Kudüm tavafı yapmak için önce niyet edilir.

İfrad haccı yapanların niyeti:

"Allahümme innî ürîdü tavâfe beytikel-harâmi feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî seb'ate eşvâtin tavâfel-kudûmi Lillâhi Teâlâ azze ve celle"

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Kudüm tavafını yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur."

Temettu ve Kıran haccı yapanların niyeti:

"Allahümme innî ürîdü tavâfe beytikel-harâmi feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî seb'ate eşvâtin tavâfel-umreti Lillâhi Teâlâ azze ve celle"

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Umre tavafını yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."

Tavaf Kâbe-i muazzama sola alınarak Hacer-i esved'in bulunduğu köşeden başlayıp, yine aynı köşede bitirilmek üzere tâzimle yedi defa dolaşmaktır. Devirlerden her birine şavt denir. Her şavtta okunacak ayrı ayrı duâlar var ise de, mutlaka bunların okunması zorunlu değildir. Tekbir, Tehlil ve Tesbih söylenebilir veya başka duâlar okunabilir. "Salâvât-ı şerife" okumayı tavsiye ederiz.

Bu "Kudüm" tavafının ilk üç şavtında "Remel" yapılır, sonra omuz ihramı eski haline getirilerek tavafa devam edilir.

Tavafta ayrı bir tezellül vardır. Allah-u Zülcelâl Hazretleri'nin evine gelmiş, o nûrun cezbesiyle dönmektedir.

Tavaf birçok yönlerden namaz gibidir. Hadesten ve necasetten taharet, setr-i avret, Beytullah'a bağlanmak bunda da mevcuttur. Ancak namazda konuşmak yoktur. Tavafta buna müsaade edilmiştir. Fakat imkân nispetinde az ve hayırlı olması gerekmektedir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Beytullah etrafında tavaf, namaz gibidir. Ancak bunda konuşabilirsiniz. Öyle ise kim tavaf sırasında konuşursa sadece hayır konuşsun." (Tirmizi: 960)

Tavaf esnasında çok büyük edep ve tâzim lâzımdır. Çünkü zahirde O'nun lütuf dairesinde bulunuyorsun ve dönüyorsun. Tavafını huzurla, huşu ile, edeple yap, kimseyi itip kakma. Orada Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in ruhaniyetleri, Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı'nın, velilerin ruhaniyetleri mevcuttur. Sen onları görmezsin.

Tavaf yaparlarken birisinin gözleri görmeyen bir kimseyi ipe bağlayıp çekerek tavaf ettirdiğini gören Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ipi kopararak:

"Elinle tut da tavaf yaptır." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 802)

Tavafa başlarken tekbir, tehlil ve salâvatla Hacer-i esved'e yönelinir. Eller namaza durur gibi kulak hizasına kadar kaldırılır. "Bismillâhi Allah-u Ekber" denilerek üzerine konur ve ellerin arasından Hacer-i esved hürmetle öpülür.

Eğer izdiham varsa, kolayca yaklaşmak mümkün olmayıp edep ihlâl edilecekse, "Bismillâhi Allah-u Ekber" diyerek karşıdan istilâm edilir. Yani avuçlar açılıp Hacer-i esved'e konuluyormuş gibi işaret edilerek selâmlanır.

Başkalarını rahatsız etmek doğru değildir. Çünkü bu selâmlama sünnet, müslümanlara eziyet vermekten kaçınmak ise vâciptir...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.101 HACC (25)

Previous topicNext topic
HACC (25)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (25)

 

Şubat 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 38

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (9)

 

8. Tavaf (2)

 

Tavafa Hacer-i esved'in gerisinden başlanabilir. Fakat daha ileriden başlanırsa o şavt eksik kalır.

Her şavtın başında Hacer-i esved öpülür veya hizasına geldikçe selâmlanır ve şu duâ okunur:

"Sübhânellâhi velhamdü Lillâhi velâ ilâhe illâllahu vallahu ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm. Ves-salâtü ves-selâmu alâ Resûlillâhi Muhammed. Allahümme îmânen bike ve tasdîkan bikitâbike ve vefâen biahdike vettibâan lisünneti nebiyyike ve habîbike Muhammed"

"Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ı tesbih ve tenzih ederim. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Emirlerine uymak ve yasaklardan sakınmak için güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Salât ve selâm Allah'ın yüce Resul'ü Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in üzerine olsun.

Allah'ım! Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, sana verdiğimiz söz ve ahde bağlı kalarak, Peygamber'in ve Habib'in Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünnetine uyarak bu ibadeti yapıyorum."

O kişi istilâm etmekle Allah-u Teâlâ'ya ibadet ve taat hususunda biat etmiş oluyor.

Hadis-i şerif'te:

"Hacer-i esved Allah-u Teâlâ'nın yeryüzündeki sağ elidir, onunla dilediği kulu ile, kişinin kardeşi ile musafaha yaptığı gibi musafaha eder." buyuruyor.

Diğer taraftan da her elini uzatanın manevî fotoğrafını çeker, kaydını da yapar. Çünkü Allah-u Teâlâ onu Cennet-i âlâ'dan göndermiştir. İçindeki esrarı bir gönderen bilir, bir de Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i bilir.

Çünkü Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz Hacer-i esved'i öptükten sonra:

"Çok iyi biliyorum ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taşsın. Eğer Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in seni öptüğünü görmeseydim aslâ seni öpmezdim." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 791)

Yani:

"Ben sendeki esrarı bilmiyorum, amma Resulullah Aleyhisselâm biliyordu." demek istediler.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- der ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hacer-i esved'e karşı durdu. Sonra dudaklarını onun üzerine bırakıp uzun süre ağladıktan sonra ondan ayrıldı. Baktı ki Ömer -radiyallah-u anh- de ağlıyor.

Bunun üzerine buyurdu ki:

"Yâ Ömer! Göz yaşları burada dökülür." (İbn-i Mâce: 2945)

Diğer Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Hacer-i esved cennetten gelmedir. Kardan beyaz olduğu halde müşriklerin günahından müteessir olarak siyahlanmıştır." (Câmiü's-sağîr)

Allah-u Teâlâ bazı günleri, geceleri ve ayları diğer zamanlardan üstün kıldığı gibi, bazı yerleri ve beldeleri diğer yerlerden faziletli saydığı gibi, bazı taşları da diğerlerinden üstün kılmıştır.

"Kur'an ile Hacer-i esved yeryüzünden kalkmadıkça kıyamet kopmaz." (Münâvî)

"Beytullah'ı tavaf etmek terkolunmadıkça kıyamet kopmaz." (Buhârî)

 

 

Tavafın Her Şavt'ında Rükn-i Yemânî İle Rükn-i Hacer-i Esved Arasında Okunacak Duâ:

 

"Allâhümme Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten, ve kınâ azâbe'n-nâr, ve edhılnel-cennete meal-ebrâr, ya Azîzü yâ Ğaffâr, yâ Rabbel-âlemin."

"Ey Allah'ım, ey Rabbimiz, bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver; bizi cehennem azâbından koru ve iyilerle birlikte cennetine koy. Ey âlemlerin Rabb'i olan Azîz ve çok bağışlayıcı Allah'ım, günahlarımızı bağışla."

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.102 HACC (26)

Previous topicNext topic
HACC (26)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (26)

 

Mart 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (10)

 

Tavaf Namazı:

 

Yedinci şavtın sonunda Hacer-i esved istilâm edildikten sonra tavaf bitmiş olur. Mescid-i haram'ın içinde mümkünse Makam-ı İbrahim diye anılan mübarek yerin arkasında iki rekât namaz kılınıp duâ edilir. İlk rekâtta Fâtiha'dan sonra "Kâfirûn", ikinci rekatta "İhlâs" sûreleri okunur.

Orada yer yoksa Mescid-i haram'ın neresinde olsa kılınır.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Mekke'ye geldi, Kâbe'yi yedi defa tavaf ettikten sonra iki rekât namaz kıldı." (İbn-i Mâce: 2959)

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Kâbeyi yedi defa tavâf edip iki rekat namaz kılan kimse bir köle azad etmiş gibi sevap kazanır." (Nesâî)

Ardından Zemzem kuyusunun bulunduğu bölüme geçilerek kana kana Zemzem içilir ve yine duâ edilir.

Zemzem içerken okunacak duâ:

(Allahümme innî es'elüke ilmen nâfian ve rızkan vâsian ve şifâen min külli dâin ve sekam)

"Allah'ım! Senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü dert için şifâ diliyorum."

 

 

Tavaf Namazından Sonra

Okunacak Duâ:

 

"Allah'ım! Bütün hamd ve senâlar sana mahsustur, her kemâl sana âittir, bütün büyüklük ve yücelikler senindir, bütün tâzim ve takdis sanadır. Allah'ım! Ömrümün geçen kısmında işlediğim günahları bağışla, kalan kısmında da sana isyandan beni koru. Ey bütün üstünlüklerin sahibi Allah'ım! Râzı olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle. Allah'ım! Senden dinim, dünyam, âilem ve malım hakkında af, iffet, sıhhat ve âfiyet dilerim. Allah'ım! Açıklanmasından utanacağım ayıplarımı ört, korkumu emniyete döndür. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden, altımdan gelebilecek her kötülük ve tehlikeden beni koru. Altımdan âfet ve musîbetlere dücâr edilmekten de sana sığınırım.

Allah'ım! Şu kutsal makamında bizim için bağışlamadığın tek bir günah, örtüp gizlemeyeceğin hiçbir ayıp, sevince çevirmediğin tek bir üzüntü, ödetmeyeceğin hiçbir borç, gerek dünya, gerek âhiret ihtiyaçlarından senin hoşnut olduğun ve bizim için yararlı olan şeylerden karşılamadığın hiçbir ihtiyaç bırakma, ey merhametlilerin en merhametlisi Rabbim, duâlarımıza icâbet eyle! Allah'ım! Her işimin koruyucusu olan dinimle beni salâha götür. Yaşayış ve geçim yerim olan dünyâmı bana yararlı kıl. Gideceğim yer olan âhiretimi düzelt. Hayatta bana her hayrı artır, ölümü benim için bütün kötülüklerden kurtuluş kıl.

Allah'ım! Senden bana işimde sebât ve doğru yolda kararlılık vermeni dilerim. Sonsuz nimetlerine şükür ve sana güzelce kulluk ve ibâdet için tevfikini isterim. Senden selîm bir kalp ve doğru konuşan lisan isterim. Bildiğin bütün hayr ve iyilikleri ihsân etmeni, bildiğin bütün şer ve kütülüklerden beni korumanı, bildiğin bütün günahlarımı bağışlamanı niyâz ederim. Sen en gizli şeyleri de bilensin."

 

 

Mültezem'de Okunacak Duâ:

 

"Ey kutlu Kâbe'nin Rabb'i! Cömertlik, kerem, fazîlet, lütuf, bağış ve ihsan sâhibi olan Allah'ım! Bizi, anne ve babalarımızı, kardeşlerimizi ve çocuklarımızı cehennem ateşinden âzâd eyle, Allah'ım! Bütün işlerimizin sonucunu güzel eyle, bizi dünyada horlanmaktan, âhirette azâba düçar olmaktan koru. Allah'ım! Ben senin kulunum ve kullarından birinin çocuğuyum. İşte huzurunda, kapının altında, eşiğine yapışmış halde, rahmetini umarak ve âzâbından korkarak duruyorum, ey ihsânı bol olan Allah'ım.

Allah'ım! Senden nâmımı yüceltmeni, üzerimdeki günah yükünü kaldırmanı, işlerimi yoluna koymanı, kalbimi temizlemeni, kabrimde beni aydınlatmanı, günahlarımı yarlığamanı diliyorum. Allah'ım! Senden cennette yüksek dereceler istiyorum, lütfunla nâil eyle."

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.103 HACC (27)

Previous topicNext topic
HACC (27)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (27)

 

Nisan 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (11)

 

Hatîm'de Okunacak Duâ:

 

"Allah'ım! Sen benim Rabb'imsin, senden başka kulluk edilecek hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın, ben senin kulunum ve gücüm yettiğince ezelde sana verdiğim söz ve ahd ü mîsâk üzerindeyim. İşlediğim günahların şerrinden sana sığınıyorum. Lütfettiğin nimetlerini ikrâr ve itirâf ediyorum, günahlarımı da itirâf ediyorum. Affet sen beni Allah'ım! Çünkü senden başka, günahları hiç kimse affetmez. Allah'ım! Sâlih kullarının istediği bütün hayırları senden istiyorum! Sâlih kullarının sana sığındığı bütün kötülüklerden de sana sığınıyorum. Allah'ım! Güzel isimlerin ve yüce sıfatların hürmetine, senin sevginden ve cennette seni temâşâdan uzaklaştıracak her türlü vasıftan kalblerimizi temizle. Ey celâl ve ikrâm sâhibi Allah'ım! Sana kavuşma arzusu ile, sünnet ve cemâat yolu üzere hayatımızı sona erdir. Allah'ım! Kalbimi ilimle aydınlat, bedenimi sana tâatte kullan, gönlümü fitnelerden temizle, zihnimi seni düşünmekle meşgûl et, şeytanın vesveselerinden beni koru, ondan beni koru ki üzerimde hâkimiyet kuramasın, ey Rahmân olan Allah'ım! Rabb'imiz! Biz şüphesiz sana inandık, günahlarımızı bize bağışla ve bizi cehennemin âzâbından koru."

 

 

9. Safâ ile Merve Arasında Sa'y:

 

• Kudüm tavafını müteakip iki rekât namaz kılındıktan sonra, Hacer-i esved tekrar istilâm edilip Kâbe-i muazzama'nın hemen yakınında bulunan "Safâ"ya gidilir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Safâ ile Merve Allah'ın nişanelerindendir." (Bakara: 158)

İbadet ve O'na yaklaşmak için konulmuş belirtilerden, dinin alâmetlerinden, Hacc ibadetinin yapıldığı yerlerden ve kulluğumuzu gösterme vesilelerindendir.

Sa'y, müslümanların sırf Allah-u Teâlâ istediği için katıldığı bir yürüyüştür. Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları paylaşanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu farkeder.

"Kim ki Hacc veya Umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse, bunlar arasında tavaf etmesinde kendisine bir vebal yoktur." (Bakara: 158)

Tavaf aslında bir şeyin etrafında dönmek demektir. Burada Safâ ve Merve arasında Sa'y kastedilmektedir.

"Her kim gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz ki Allah karşılığını verir, O her şeyi bilir." (Bakara: 158)

Vazifelerin yerine getirilmesinden başka sırf gönüllü olarak devam edilen nafile hayırlar, bu kadar büyük saâdet sebebidirler.

 

• Sa'y İle İlgili Bazı Hükümler:

 

Sa'y mutlaka bir tavaftan sonra yapılır, kendi başına müstakil bir ibadet değildir. Tavaftan sonra arada fasıla olabilir, fakat tavaf namazından sonra ara vermeden yapılması sünnettir.

Gerek Hacc, gerek Umre için birer defa yapılır, nafilesi yoktur. Bunun içindir ki her tavaftan sonra Sa'y yapılmaz.

Umre Sa'yi, umre tavafından sonra yapılır. O anda yapılmazsa, daha sonra ihramdan çıkmadan uygun bir zamanda yapılması gerekir. İhramdan çıktıktan sonra yapılırsa ceza gerekir.

Hacc Sa'yinin ziyaret tavafından sonra yapılması efdaldir. Fakat ziyaret tavafından sonra izdiham olacağından, daha önce kudüm tavafından veya herhangi nafile bir tavaftan sonra da yapılabilir.

İfrad veya Kıran hacc'ı yapanlar, Kudüm tavafından sonra Hacc'ın Sa'yini yapmamışlarsa, ziyaret tavafından önce yapmak istedikleri takdirde, diledikleri zaman nafile bir tavaftan sonra Hacc'ın Sa'yini yapabilirler.

Temettu Hacc'ı yapanlardan da ziyaret tavafından önce Hacc Sa'yini yapmak isteyenler, Terviye günü veya daha önce Hacc için ihrama girdikten sonra, nafile bir tavafın peşinden Hacc Sa'yini yapabilirler. Henüz Hacc için ihrama girmeden Hacc Sa'yini yapamazlar.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.104 HACC (28)

Previous topicNext topic
HACC (28)


İSLÂM İLMİHALİ

HACC (28)

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (12)

 

• İfrad Haccı Yapanların Niyeti:

“Allahümme innî ürîdü en es’â mâ beynes-safâ vel-mervete seb’ate eşvâtin sa’yel-hacci Lillâhi Teâlâ azze ve celle.”

“Allah’ım! Senin rızânı kazanmak için Safâ ile Merve arasında Hacc sa’yini yapmak istiyorum. Bunun edâsını bana kolaylaştır ve benden kabul buyur.”

 

• Temettu ve Kıran Hacc’ını Yapanların Niyeti:

“Allahümme innî ürîdü en es’â mâ beynes-safâ vel-merveti seb’ate eşvâtin sa’yel-umreti Lillâhi Teâlâ azze ve celle.”

“Allah’ım! Senin rızanı kazanmak için Safâ ile Merve arasında umre sa’yini yap-mak istiyorum. Bunun edasını bana kolaylaştır ve benden kabul buyur.”

Kâbe-i muazzama’ya dönülerek “Tekbir”, “Tehlil” ve “Salâvât” getirilir. Eller kaldırılarak duâlar yapılır ve sa’ye başlanır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuş-lardır:

“Beytullah’ı tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında Sa’y etmek ve şeytan taşla-mak Allah-u Teâlâ’yı zikretmek için emredilmiştir.” (Ebu Dâvud: 1888)

• Tavaf’tan sonra Safâ Merve arasında sa’y yapılır. Çok ulvî makamlardır.

Hazret-i Hâcer vâlidemizin Allah-u Teâlâ’nın emrine boyun eğerek çölün ortasında, ço-cuğu İsmâil Aleyhisselâm ile tek başlarına kalmaları ve tepeden tepeye koşarak su aramasını temsil eden Sa’y ibadeti, kulun yalnız Allah-u Teâlâ’ya güvenmesini ve O’ndan isteyenin eli boş dönmeyeceğini ifade etmektedir.

Sa’y yapılırken mizanda amellerin tartıldığı zamanı tefekkür ederek; Safâ’yı iyilikleri tartan kefeye, Merve’yi kötülükleri tartan kefeye benzetmelidir. Böylece iki kefe ara-sında gidip gelirken hangi tarafın ağır, hangi tarafın hafif olduğunu görür gibi; azap ile mağfiret arasında gidip geldiğini hatırlamalıdır.

Safâ tepeciğinden Merve tepeciğine doğru yavaş yavaş yürünür. Safâ’dan Merve’ye dört gidiş, Merve’den Safâ’ya üç dönüş yapılır. Toplamı yedi şavt olmuş olur. Yedi şavt ise bir sa’y eder. Her şavtın duâsı vardır…

• Safâ ile Merve arasındaki her iki yolda da birer yeşil direk vardır. Karşılıklı dikilen bu direkler arasından geçerken erkekler hızlı, çalımlı ve canlı yürürler. Buna “Hervele” denir. Kadınlar normal şekilde yürürler.

Burada şöyle duâ edilir:

“Allahümmağfir verham ve tecâvez ammâ ta’lem feinneke entel-aliyyül-a’zam”

“Allah’ım! Bizi bağışla, bize merhamet et. Mâlumun bulunan günahlarımızdan geçiver. Hiç şüphesiz ki sen en yücesin, en büyüksün.”

Hervele adı verilen bu çalımlı ve hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini aksettirir.

Merve’ye varıldığı zaman, orada da Kâbe-i muazzama’ya doğru yönelip “Tekbir”, “Teh-lil” ve “Salâvât” getirilir. Eller kaldırılarak, içten geldiği gibi duâ yapılır.


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.105 HACC (29)

Previous topicNext topic
HACC (29)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (29)

 

Haziran 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (13)

 

Sa'y tamamlandıktan sonra Merve'de şu duâ okunur:

 

"Rabbenâ tekabbel minnâ, ve âfinâ va'fü annâ. Alâ tâatike ve şükrike eınnâ, ve alâ ğayrike lâ tekilnâ, ve alel-imâni vel-İslâmil-kâmili cemîan teveffenâ ve ente râdın annâ.

Allâhümmerhamnî bi terkil-meâsî ebeden mâ ebkaytenî verhamnî en etekellefe mâ lâ ya'nînî, verzuknî husnen-nazari fî mâ yurdîke annî. Yâ erhamer-râhimîn."

 

"Ey Rabb'imiz! İbadet ve taatlarımızı kabul buyur. Bize âfiyet ver ve bizi bağışla! Sana ibadet, taat ve şükürde bulunmamız için bize yardım et. Kendinden başkasına bizi terketme! Bizden hoşnud olarak İman ve İslâm üzerine dünya hayatını tamamlamayı hepimize nâsip eyle!

Allah'ım! Yaşattığın müddetçe günahlardan uzaklaştırmak suretiyle bana merhamet eyle! Dünya ve âhirette bir fayda sağlamayan boş işleri zor göstererek bana merhamet eyle! Yaptığımda hoşnud olacağın şeyleri ise bana güzel göster, ey merhametlilerin en merhametlisi!"

Sa'yin yedinci şavtı bitip Merve'ye gelindiğinde "Temettu" haccına niyet edenler tıraş olurlar veya saçlarını kısaltarak ihramdan çıkarlar, normal elbiselerini giyerler. Hacc için tekrar ihrama girinceye kadar bütün ihram yasakları üzerlerinden kalkar.

Kadınların ihramdan çıkmaları için saçlarının uçlarından bir miktar kesmeleri yeterlidir.

 

 

Tıraş olurken de, Hakk'tan gayrısını kalpten kazımaya azmedilecek.

 

 

"İfrad" haccı yapanlar, doğrudan doğruya hacca niyet ettikleri için ihramdan çıkmazlar. "Terviye" gününe kadar beklerler.

"Kıran" haccı yapanların ise bu sa'ydan sonra umreleri tamamlanmış olur. Sadece umreye değil de, hacca da niyet ettikleri için sa'ydan sonra onlar da ihramdan çıkmazlar. Arzu ederlerse biraz dinlendikten sonra "Kudüm" tavafına niyet ederek kudüm tavafı yaparlar ve iki rekât tavaf namazı kılarlar. Daha sonra da "Hacc sa'yi"ne niyet ederek "Umre sa'yi" yaptıkları gibi "Hacc sa'yi" yaparlar. Yine ihramdan çıkmazlar. "İfrad" haccı yapanlar gibi onlar da ihramdan çıkmazlar, "Terviye" gününe kadar beklerler.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.106 HACC (30)

Previous topicNext topic
HACC (30)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (30)

 

Temmuz 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (14)

 

• Asr-ı Saâdette Bazı Tatbikatlar:

 

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:

"Zilkâde'nin son on gününde Peygamberimizle Hacc ve Umre'ye niyet ederek Medine'den çıkıp Mikât'a geldik.

Kimi yalnız Hacc niyeti ile, kimisi Hacc ve Umre, kimisi de yalnız Umre niyeti ile ihrama girmişti. Mekke'ye on mil olan Seref'e inince Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ashabın yanına geldi ve:

'Yanında kurban olmayıp Hacc niyetini Umreye çevirmek isteyen çevirsin, kurbanı olan çevirmesin, ihramdan çıkmasın.' buyurdu.

Ashab böyle yaptılar, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ve yanındakilerin bir kısmı kurbanları ve haccetmeye güçleri bulunduğundan Hacc niyetini Umre'ye çevirmediler.

Ben aybaşı olduğumdan ağlıyordum. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gelip:

'Ne ağlıyorsun hanım?' dedi.

'Ashabınıza Umre için emir verdiniz, ben şu halimden dolayı bundan mahrum kaldım.' deyince, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

'Öyle ise o sana zarar vermez. Bu, bütün âdem kızlarına Allah'ın yazısıdır. Hacc niyetinde dur, sonra Umre'nin de nasip olmasını umarım.' buyurdu.

Hacc ettik, Mina'ya geldik, temizlendim, boy abdesti aldım, Kâbe'ye gelip tavaf ettim, tekrar Mina'ya geldim, sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile Mina'nın sonuna geldik. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- kardeşim Abdurrahman'a:

'Haydi hemşirenle beraber haremden çık. O Umre yapsın, sonra buraya geliniz, ben sizi bekleyeceğim!' buyurdu.

Sonra Te'nîm'e Umre için gidip Kâbe'yi tavaf ettim, sa'y ve taksir (saçları kısaltmak) ile umremi tamamlayarak seherde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına geldik. O bize:

'Bitirdiniz mi?' buyurdu. 'Evet bitirdim.' dedim.

Resulullah Aleyhisselâm ashaba yola çıkmalarını bildirdi. Onlar da yola çıktılar." (Buhâri)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz Hacc-ı kıran'a niyet etmişti. Umre yapamayacağından, Hacc ile Umre'yi birleştiremeyeceğinden endişe ediyordu.

Umre tavafını yapmadan önce hayız olması sebebiyle Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kadınları ilgilendiren mühim bir meselenin hükmünü teşri etmiştir. Hayızlı kadın tavaf hariç bütün menâsikini edâ eder. Temizlendikten sonra da tavaf ve dilerse Umre yaparak Hacc'ını eksiksiz ikmal eder. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz Umre de yapabilmek için kardeşiyle Ten'im'e gidip yeniden ihrama girmiş, Hacc'dan sonra Umre yapmıştır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.107 HACC (31)

Previous topicNext topic
HACC (31)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (31)

 

Ağustos 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (15)

 

•Asr-ı Saâdette Bazı Tatbikatlar (2)

 

Câbir -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:

"Vedâ Haccında, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında yalnız Hacc niyeti ile ihrama girmiştik, sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bize:

'Hacc'ınızı Umre'ye çevirerek Kâbe'yi tavaf ediniz. Safâ ve Merve arasında say yapıp saçlarınızı kısaltarak ihramlarınızdan çıkınız. Sonra öylece ihramsız olarak kalınız. (Zilhiccenin sekizi) Terviye günü olunca, tekrar hacc niyeti ile ihrama giriniz. Önce yaptığınız yalnız Hacc'ı, Umre'ye çeviriniz." buyurdu.

Ashâb:

'Yâ Resulellah! Hacc niyetimizi nasıl Umre'ye çeviririz, halbuki biz ona Hacc adı vermiştik?' dediler.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

'Emrettiğimi yapınız, eğer kurbanımı işaretleyerek göndermiş olmasaydım size emrettiğimi ben de yapardım. Lâkin kurbanım yerine (Mina'ya) varıncaya kadar ihram bana helâl olmayacaktır." buyurdu.

Ashâb, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in emrine uyarak Hacc'larını Umre'ye çevirdiler." (Buhâri. Tecrid-i Sarih: 780)

Ashâb-ı kiram Mekke-i mükerreme'ye Zilhicce'nin dördünde gelmişlerdi. Sekizinde tekrar Hacc için ihrama gireceklerdi. Üç-dört gün gibi kısa bir müddet için ihramdan çıkmaya, o mânevî havayı terketmeye değmeyeceğini düşündüler.

Diğer taraftan; cahiliye devrinde Hacc aylarında Umre yapmayı, günah sayıyorlardı. Bunun için itiraz etmişler, ihramdan çıkmayı istememişlerdi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz babalarının geleneklerinden makul ve meşru olmayanı değiştirmiş, olanları da aynen bırakmış, Hacc'la ilgili bir câhiliye geleneğini kaldırmıştır.

Bu tatbikat sadece Ashâb-ı kiram'a mahsus kalmıştır. Hacc için yapılan niyeti herkesin her zaman Umre'ye çevirmesi câiz değildir.

Bilâl bin Hâris -radiyallahu anh- der ki:

"Yâ Resulellah! Hacc için yapılan niyeti Umre'ye çevirmek sadece bize mi hastır, yoksa bizden sonrakiler için de câiz olacak mıdır?" diye sordu.

Bana şu cevabı verdi:

"Bu sadece size hastır." (Ebu Dâvud)

 

 

İlâhî Hükümler:

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde helâl ve haram olan yiyecekleri açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

"İhramlı iken avlamayı helâl saymamanız şartıyla, çeşitli hayvanlar size helâl kılındı. Ancak haram oldukları size okunanlar müstesnâ. Şüphesiz ki Allah dilediği hükmü verir." (Mâide: 1)

Asıl itibariyle bütün hükümler O'nun istek ve irâdesine tâbidir, neyi helâl neyi haram kılacağına O karar verir. O'nun hiçbir hükmüne, hiçbir kimsenin itiraz etmeye salâhiyeti yoktur.

Bunun içindir ki;

"Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hayvanlara, gerdanlıklara ve Rablerinden lütuf ve rızâ talep ederek Beyt-i haram'ı ziyarete gelenlere hürmetsizlik etmeyin." (Mâide: 2)

Yani bütün alâmetlere hürmet edin, hürmeti terketmeyin. Allah-u Teâlâ'nın, kulları için koyduğu hükümlerin dışına çıkmayın, çizdiği sınırları geçmeyin.

Bu ilâhî beyanda Allah-u Teâlâ'nın yücelttiği yer ve zamanlara saygı ve hürmet göstermeye işaret vardır.

"İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz." (Mâide: 2)

İhramlarınızı çıkardıktan sonra sizin için avlanmak helâldir. Fakat Harem'de yapılan av, ne ihramlı ne ihramsız hiçbir şekilde câiz değildir.

"Sizi Mescid-i haram'a sokmadıkları için bir kavme olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sevketmesin." (Mâide: 2)

Bir topluluğun sizi Mescid-i haram'dan engellemiş olmasına duyduğunuz kin, sakın sizi onlara zulmetmeye sevketmesin, sizi günaha sokmasın.

"Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah'ın vereceği ceza çok şiddetlidir." (Mâide: 2)

Dayanılır bir şey değildir. O'ndan korkmayanlar için O'nun intikamı daha da şiddetli olacaktır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.108 HACC (32)

Previous topicNext topic
HACC (32)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (32)

 

Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (16)

 

10. Terviye Gününe Kadar:

 

Bundan sonra Zilhicce'nin 8. günü olan "Terviye" gününe kadar; "Kıran" ve "İfrad" Hacc'larına niyet edenler ihramlı olarak, "Temettu haccı"na niyet edenler ihramsız olarak Mekke-i mükerreme'de kalırlar. Fırsat buldukça gece ve gündüz diledikleri kadar "Nâfile Tavaf" yaparlar.

Mümkün mertebe tavafı elliden az yapmamaya gayret etmek lâzımdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Beyt-i mükerrem'i elli defa tavaf eden kimse anasından yeni doğmuş gibi günahsız olur." (Buharî-Müslim)

Bu tavaflarda kudüm tavafında olduğu gibi sağ omuzu açmak ve remel yapmak yoktur.

Mescid-i haram'da yapılan her türlü ibadet çok makbuldür.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Kâbe-i muazzama'ya bakmak ibadettir." (C. Sağir)

Buyurdukları gibi bir başka Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Beyt-i şerif'te (Kâbe-i muazzama'da) edâ olunan namazın biri, diğer yerlerdeki namazların yüz binine muâdildir." (Tirmizî)

Beş vakit namazları mümkün olduğu kadar Harem-i şerif'te kılmak için azami gayret göstermelidir.

 

11. Terviye Günü (8. Zilhicce):

 

Mekke-i mükerreme'den ayrılıp "Telbiye", "Tekbir", "Tehlil" ve "Salâvât" okuyarak "Mina"ya hareket edilir. Arafat'a giderken Mina'ya uğrayıp, öğle namazını orada kılmak ve o gece orada yatmak sünnettir.

"Temettu haccı" yapanlar Terviye günü Hacc için yeniden Mekke-i mükerreme'de ihrama girerler.

İhram için gerekli temizliği ve hazırlığı yaptıktan sonra iki rekât ihram namazı kılarlar ve:

"Allahümme innî ürîydül-hacca, feyessirhü lî, vetekabbelhu minnî."

"Allah'm! Senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. Onun edâsını bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."

Diyerek hacca niyet ederler ve "Telbiye" yaparak yeniden ihrama girerler. İhram yasakları tekrar başlar.

"İfrad" ve "Kıran" haccı yapanlar ise, zaten ihramda oldukları için ihramlı olarak Mina'ya giderler.

Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve ertesi günün sabah namazını Mina'da kılıp, güneş doğduktan sonra oradan ayrılmak müstehaptır.

Mina'ya uğramadan Arafat'a gidilirse bir şey lâzım gelmez, fakat sünnete aykırı hareket edilmiş olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.109 HACC (33)

Previous topicNext topic
HACC (33)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (33)

 

Ekim 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (17)

 

12. Arefe Günü (9. Zilhicce):

 

Arefe günü sabahı Arafat'a gelinir. Hacc'ın iki rüknünden biri olan "Vakfe" burada yapılır. Vakfeye duran bir insan, kendisini Mevlâsı'nın huzurunda hesap veren günahkâr bir kul olduğunun idrâki içinde bulunur. Gün boyunca "Telbiye", "Tekbir", "Tehlil", "Zikrullah" ve "Tesbih" ile meşgul olunur. Günahlara tevbe edilip bağışlanması için gözyaşı dökülür. Çünkü Arafat duâların en çok kabul edildiği yerlerden, Arefe günü de en makbul olduğu zamandır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Duâların en faziletlisi Arefe günü yapılan duâdır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz şudur:

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir, ortağı yoktur, mülk ve hamd O'na âittir. O her şeye kâdirdir." (Tirmizî)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemizden rivayete göre bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:

"Allah hiçbir günde, Arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azâd etmez. Allah (mahlukata) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder. 'Bunlar ne istiyorlar?' diye sorar." (Müslim: 1348)

Öğle namazı vakti girince, vakfenin de vakti başlar ve güneşin batmasına kadar devam eder.

Öğle ve ikindi namazları, "Nemire mescidi"nde veya çadırlarda öğle vakti içinde birlikte "Cem-i takdim" ile; yani cemaatle öğle namazı, hemen arkasından da ikindi namazı birleştirilerek kılınır.

Namazlardan sonra mümkün olursa "Cebel-i Rahme" yakınlarında, mümkün olmazsa çadırlarda vakfe yapılır.

"Urene içi" hariç, Arafat'ın her yeri vakfe mahallidir. Uygun bir zamanda ayakta duâ ederek vakfe yapılabilir.

Arafat'ta Rabb'ine yönelen insan, daha bu dünyada iken O'nun huzurunda durmanın mânâsını; makam, servet, ilim... gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar.

Arafat öyle ulvî bir makam ki, insanların kafileler halinde mahşere sevkiyatını hatırlatır.

Sûr'a üfürülmüş, insanlar kabirlerinden kalkmışlar, sel gibi mahşer yerine gelmişler.

"O gün bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir." (Şûrâ: 7)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere insanların orada iki sınıf olduğunu; kimisinin makbul, kimisinin merdud oluşunu, kimisine cennete gitmek için izin verildiğini, kimisinin geri çevrildiğini, oradaki insanların izdihamını, kendisinin ise makbul mu, merdud mu olduğunu bilmediği için korku ve ümit arasında mütereddid bir halde bulunduğunu düşünmelidir.

Her grubun delillerinin arkasında ibadet yerlerine gittiklerini görünce, mahşer arasatında peygamber ve önderleriyle toplaşan insan sınıflarını tefekkür etmelidir.

Çünkü Âyet-i kerime'de:

"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız." buyuruluyor. (İsrâ: 71)

Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa onunla çağırılacak, o nereye götürülürse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler.

Peygamberine inanmış, ona ümmet olmuş kimseler peygamberinin izinde ve yolundadır. Yoldan sapmış sahte imamlara, önderlere tâbi olmuş kimseler de onlarla beraberdirler. İyiler iyilerin arkasında, kötüler de kötülerin arkasında.

Arafat vakfesi sâlihlerden, gönül erbabı kişilerden hâli değildir.

Onlar kendileri için değil ümmet-i Muhammed için duâ ederler. Allah-u Teâlâ dilediği kullarını oraya çeker, o birkaç kişinin tazarru ve niyazları ile umulur ki Allah-u Teâlâ birçok kimseyi bağışlar. Bağışlanmak için de, duâların kabul olması için gereken şartların yerine gelmesi lâzımdır.

O şartlar da; helâl lokma, helâl kazanç, hukuk-u nas ile gelmemiş olmak, haksız yere kimse ile dargın olmamak, ana-babanın muhakkak rızasını almak, faizle iştigal etmemek, bölücü olmamak...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.110 HACC (34)

Previous topicNext topic
HACC (34)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (34)

 

Kasım 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (18)

 

12. Arefe Günü (9. Zilhicce) (2)

 

Arafat; Rahmet-i ilâhî denizidir, orası günahlardan soyunma yeridir. Öyle resmî bir makamdır ki, bir resmi geçit yeridir.

Arefe günü Arafat'ta hacının oruç tutmaması müstehaptır.

Meymune -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre:

"Halk Arefe günü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in oruçlu olup olmadığından şüphe ettiler.

Bunun üzerine Meymune -radiyallahu anhâ- ona bir kap süt gönderdi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vakfe yerinde vakfe yapmakta idi. Bu sütü halkın gözleri önünde içti." (Müslim: 1124)

Bunun hikmeti duâ ve Hacc amelleri için zinde kalmak ve Resulullah Aleyhisselâm'a uymaktır.

Yine Müslim'in rivayet ettiği; "Arefe orucunun iki senenin günahlarına kefaret olduğu"na dâir Hadis-i şerif hacı olmayanlar hakkındadır.

Arafat'ta gizli sesle duâ edip yalvarmak sünnettir.

Bu duânın şekli belirlenmemiştir. İsteyen dilediği şekilde duâ edip hâlini Allah-u Teâlâ'ya arz edebilir. Makbul olanı da budur...

 

 

13. Arafat'tan Ayrılış, Müzdelife'ye Geliş:

 

Arefe günü akşamı güneş batar batmaz Arafat'tan Müzdelife'ye hareket edilir. Yolda yine "Telbiye"ye, duâ ve tesbihlere devam edilir.

 

"Allahümme lâ tec'alhü âhirel-ahdi bihâzelmevkıfi verzuknîhi mâ ebkaytenî vec'alnîl-yevme müflehan merhûman müsteceben duâî mağfuran zünübî yâ erhamerrâhimîne."

"Ey Allah'ım! Bu vazifemi sonuncu kılma. Beni dünyada hayatta bıraktığın müddetçe onun feyiz ve bereketiyle rızıklandır. Bugün beni kurtuluşa, rahmete ermiş, duâm kabul olunmuş, günahlarım bağışlanmış kıl ey merhamet edenlerin en çok merhamet edicisi!"

 

Arafat'tan çekilirken sükûnetle hareket etmek sünnettir. Acele etmek, koşturmak edebe aykırıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ Haccı sırasında Arafat'dan Müzdelife'ye gelirken arkasında bir gürültü işitti.

Şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sükûneti muhafaza ediniz. Zirâ iyilik ve ihsan böyle gürültü patırtı ile olmaz." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 815)

 

Müzdelife'ye gelince bir ezan iki ikametle yatsı vakti içinde akşam ve yatsı namazları beraber kılınır.

Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Müzdelife'de iki namazın vakti değiştirildi; akşam yatsı ile beraber, sabah da şafakla kılınacaktır.

(Karanlık olmadıkça Arafat'tan Müzdelife'ye) insanlar topluca gelmesinler." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 818)

 

Müzdelife'ye gelince, tekbir getirerek şu duâ okunur:

 

"Allahümme inne hâzihi müzdelifete cema'te fîhâ elsinetün muhtelifetün, tes'elüke havâice mü'telifeten. Fec'alnî mimmen deâke festecebte lehu ve tevekkele aleyke fekefeyteh."

"Allah'ım! Burası Müzdelife'dir.

Senden dileyen çeşitli insanları buraya topladın.

Beni de sana yalvarıp duâsını kabul ettiğin, sana tevekkül edip, senin de ihtiyaçlarını karşıladığın kullarından eyle."

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.111 HACC (35)

Previous topicNext topic
HACC (35)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (35)

 

Aralık 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (19)

 

13. Arafat'tan Ayrılış, Müzdelife'ye Geliş (2)

 

Sene sonunda iyi bir karne alan çocuk, evine sevine sevine koşarak geldiği gibi; duânın kabul olması için yerine getirilmesi gereken şartlara riayet edenler de sevine sevine koşarak Müzdelife'ye gelirler.

Müzdelife olsun, Mina olsun çok kıymetli mekân ve makamlardır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meşar-i haram'ın yanında Allah'ı zikredin." (Bakara: 198)

Kulun bu zikirleri Rabb'ine lâyık olan saygı ile ve en güzel bir şekilde yapması gerekir.

Meş'ar-i haram, Müzdelife'de Kuzah dağı adı verilen ve üzerinde Mîkâde denilen silindir şeklinde bir taş bulunan tepedir, şimdi üzerine bina yapılmıştır. Asıl Meş'ar-i haram burası, Meş'ar-i haram'ın yanı da Müzdelife'dir.

Arafat'ın Urene vâdisinden başka her tarafı vakfe yeri olduğu gibi, Müzdelife'nin de Muhassir vâdisinden başka her tarafı vakfe yeridir. Müzdelife Harem-i şerif'e dahildir.

"O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece zikredin." (Bakara: 198)

Zikrullah hidayete ermenin bir şükran ifadesidir.

"Bundan evvel siz sapıklardan idiniz." (Bakara: 198)

İman ve ibadetten haberiniz yoktu. Allah-u Teâlâ'yı nasıl zikredeceğinizi bilmiyordunuz.

Bu hali insanlar gerçekten dönüş yapıp hidayete erdikleri zaman anlayabilirler.

"Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün ve Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Bakara: 199)

Siz bağışlanma dilerseniz, O rahmetiyle günahlarınızı bağışlar.

"Nihayet Hacc ibadetlerinizi bitirdiğinizde, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 200)

Hacc'ın tamamı zikirden ibarettir. Her yerde zikrullah ile emredilmiştir. Telbiye, Tekbir, İstiğfar, Salâvat... hepsi zikirdir.

O gece mümkün olduğu kadar, zikrullahla, ibadet taatla geçirilir. Şeytan taşlamada kullanılmak üzere birer mermi mesabesinde olan 70 kadar küçük taş toplanır.

Taşların temiz olması ve Müzdelife'den toplanması müstehaptır, Mina'dan toplanması da câizdir.

 

 

Teşrik Tekbirleri:

 

Allah-u Teâlâ Teşrik günlerinde yapılacak tekbirlere işaret ederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrik'te) Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 203)

Tekbir ve tehlilde bulununuz. Namazların arkasından, kurbanları keserken ve taşları atarken tekbir alınız.

Hacc'la ilgili Âyet-i kerime'lerde bir "Eyyâm-ı mâdûdat" yani "Sayılı günler", bir de "Eyyâm-ı mâlumat" yani "Bilinen günler" vardır. Bilinen günler; Zilhicce'nin ilk on günüdür. Sayılı günler ise; beş vakit namazın farzlarından sonra Tekbir alınan günleridir. Arefe günü sabahından bayramın dördüncü gününe kadar beş gündür.

Teşrik, yüksek sesle tekbir almaktır. İbrahim Aleyhisselâm'a nispet edilen ve yüksek sesle alınan ve bilinmekte olan hususi tekbire "Teşrik tekbiri" denir. Arefe günü sabahından kurban bayramının dördüncü günü akşamına kadar geçen süre tekbir ve zikir günleridir.

"Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona bir günah yoktur." (Bakara: 203)

Her ne kadar sonraya kalmak daha faziletli ise de, bayramdan sonra Mina'da iki gün kalıp dönmek de câizdir, buna ruhsat verilmiştir, dönen kişi mesul değildir. Acele etmek ve geri kalmak isteğe bağlıdır. Çünkü bazen fazileti daha çok olan ile daha az olan arasında kişi muhayyer bırakılabilir. Nitekim oruç tutmak daha faziletli olmakla birlikte, yolcu olanlar tutup tutmamak arasında muhayyerdirler.

"Her kim geri kalırsa, ona da bir günah yoktur. Bu, takvâ sahibi olanlar içindir." (Bakara: 203)

Çünkü takvâ sahipleri her yaptığı ibadeti en ince teferruâtına kadar yapar, Hacc'ını en güzel bir şekilde tamamlamak ister, en küçük bir kusurdan sakınır. Gerçek hacı, işte böyle takvâ sahibi olan kimsedir.

"O halde Allah'tan korkun. Biliniz ki O'nun huzurunda toplanacaksınız." (Bakara: 203)

Bunu bilhassa biliniz. Çünkü siz mahşerdeki toplanmayı hatırlatan Arafat'ta durmuş, o heyecanı yaşamış, dünyadaki bir benzerini görmüş bulunuyorsunuz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.112 HACC (36)

Previous topicNext topic
HACC (36)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (36)

 

Ocak 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (20)

 

14. Bayramın Birinci Günü (10. Zilhicce):

 

Vakti girince sabah namazı erkence kılınır, daha sonra Müzdelife vakfesi yapılır.

Bu vakfenin vakti, tan yeri ağırmaya başlamasından, güneşin doğmasına kadar olan müddettir.

Daha sonra Meş'ar-i haram'a gidilir, kıbleye karşı durup duâ edilir:

"Allahümme bihakkıl-meş'aril-harâmi vel-beytil-harâmi ver-rükni vel-mekâmi, ebliğ rûha Muhammedin minnat-tahiyyete ves-selâme ve edhılnâ dâres-selâmi, yâ zel-celâli vel-ikram."

"Allah'ım! Meş'ar-i haram hürmetine, haram evin hürmetine, rükün ve makam hürmetine, Muhammed'in ruhuna bizden tahiyyeler ilet, bizi esenlik evine koy! Ey celâl ve ikram sahibi!"

Ortalık iyice aydınlanınca Mina'ya hareket edilir. Yol boyunca "Telbiye", "Tekbir", "Tehlil", "Zikir" ve "Tesbih" ile meşgul olunur.

Mina'da ilk yapılacak şey, "Akabe Cemresi"ne yani büyük şeytana taş atmaktır. Bu taşları atmanın vakti bir tam gündür. Orta ve küçük cemrelere birinci gün taş atılmaz.

Sağ elin baş ve şehadet parmağı ucuyla yedi taş arka arkaya ve birer birer atılır. Taşların hedefine isabet etmesi şarttır. Her taş atılırken "Allah-u Ekber" denir ve ilk taşın atılmasıyla artık telbiyeye son verilir.

Bu taşlama, insanları günahlara düşürmeye çalışan şeytana karşı bir tür tepkinin, ona karşı direnmenin sembolik bir ifadesidir.

 

Taşlamanın Sıhhatinin Şartları:

 

Taşları kümelere fırlatarak atmak.

Atılan şeylerin taş, kurumuş çamur gibi üzerinde teyemmüm câiz olacak şey cinsinden olması.

Taşları ayrı ayrı atmak.

Taşları kümelerin üzerine veya yakınına düşürmek. (Birbuçuk metre uzağına düşerse sahih olmaz.)

Taşların kümelerin üzerine, atanın fiili sonucu ulaşması. (Atılan taş bir yere düştükten veya çarptıktan sonra, kendiliğinden atılan yere ulaşırsa, sahih olur.)

Gücü yetenin taşları bizzat kendisi atması. (Ayakta namaz kılamayacak derecede hasta veya güçsüz olanlar, başkasını vekil ederek taşlarını attırırlar.)

Taşları Remy-i cimâr için belirlenen vakit içinde atmak.

Şeytan taşlamada çok esrarlar vardır. Cemrelere taş atılırken niyet şöyle olacak:

"Allah'ım! Ben bu taşı şeytana atıyorum. İçimdeki hırs, hased, kin, kibir, ucb, riyâ, şehvet, yalancılık... gibi kötü huylarımı atıver."

Her bir taş atılırken bir ahlâk-ı zemime kalbten geçirilecek.

Şeytan Taşlarken Okunacak Duâ:

"Bismillâh, Allâhü Ekber, rağmen liş-şeytâni ve hizbih. Allâhümme'calhü haccen mebrûra, ve zenben mağfûrâ, ve sa'yen meşkûra, ve amelen sâlihan makbûlâ, ve ticâraten len tebûr. Bi keramike yâ ekramel-ekremîn, ve bi rahmetike yâ erhamer-râhimîn."

"Allah'ın adıyla, Allah en büyüktür. Şeytanın ve taraftarlarının burnunun yere sürtülmesi (zelîl ve hakir olması) için atıyorum.

Allah'ım! Haccımı makbûl eyle, günahlarımı bağışla, sa'y-u gayretimi şükre değer kıl, işlerimi sâlih ve makbûl, ticaretimi daima kazançlı eyle. Merhametlilerin en merhametlisi, kerem sahiplerinin en kerîmi olan Rabb'im, lutf-u kereminle ve merhametinle muamele eyle."

Üç cemreye de ayrı ayrı taş atmakla; tardedilen şeytanın hayat boyunca öne süreceği hilelerini ve müdahalelerini kırmak, her çıkışında onunla mücadele etmek gerektiği işaret edilmiş oluyor.

 

Remy-i Cimâr'ın Mekruhları:

 

Bir taşı kırıp, birkaç taş yaparak atmak.

Atarken yerine ulaşmayan taşı alıp yeniden atmak.

Cemre mahallinden, başkalarının attıkları taşları alıp atmak.

Temiz olmayan taşları atmak.

Bir cemreye aynı gün yediden fazla taş atmak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.113 HACC (37)

Previous topicNext topic
HACC (37)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (37)

 

Şubat 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (21)

 

15. Kurban:

 

Taşları attıktan sonra kurban kesilir. İfrad Haccı yapanların "Şükür kurbanı" kesmeleri vacip değildir. Arzu ederlerse sevap için nafile olarak kesebilirler. Bu kurbanın etinden sahipleri yiyebilir.

Temettu ve Kıran Haccı yapanlara şükür kurbanı kesmek vâciptir. Kıran Haccında şükür kurbanı kesemeyen kimse, bayramdan önce üç gün, evine döndükten sonra yedi gün olmak üzere on gün oruç tutar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Hacc'ı da Umre'yi de Allah için tamamlayın." (Bakara: 196)

Şartları ve farzlarıyla, hiçbir şeyi eksik bırakmadan, tam mânâsıyla ve Allah için yerine getiriniz.

"Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin." (Bakara: 196)

Hastalık ve düşman tehlikesi sebebiyle Hacc ve Umre'yi tamamlamanız engellenirse ve ihramdan çıkmak isterseniz; kolayınıza gelen deve, sığır veya koyundan birini kurban kesmeniz gerekir. Sığır veya deve kesilmesi daha faziletlidir. Bu Âyet-i kerime'den dinde kolaylığın esas olduğu anlaşılmaktadır. Hacc'ın birinci gayesi farz olan ibadeti ifâ etmektir.

"Bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar da başınızı tıraş etmeyin." (Bakara: 196)

Burada henüz Hacc ve Umre tamamlanmadan karşı karşıya kalınması mümkün olan hallerden ve bu durumdan nasıl çıkılabileceğinden sözedilmektedir.

Böyle bir durumda ihramlı bir kimse, ihramdan çıkmak isterse, Harem-i şerif'e kolayına gelen bir kurban gönderir. Gönderdiği kimse ile bir gün kararlaştırır. O gün gelip de kurbanın kesildiği zamanı hasıl olduğu zaman başını tıraş edip ihramdan çıkabilir.

Âyet-i kerime'de geçen "Hedy"; deve, sığır, davar cinsinden Beytullah'a hediye edilen kurbanlıkların ismidir ki, en azı bir koyun veya keçidir. İhramdan çıkmak; saçları tıraş etmekle gerçekleşeceğine ve ihram esnasında saçlar tıraş edilmeyeceğine göre, şayet saçların tıraş edilmesi zarureti ortaya çıkarsa yapılacak olan durum nedir? İşte bu hususu Allah-u Teâlâ şöyle açıklamaktadır:

"İçinizden her kim hasta olursa veya başında bir rahatsızlığı varsa ona oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir." (Bakara: 196)

Bu, umumi hükümden sonra istisnâi bir hükümdür. Tıraş olmayı gerektirecek zorunlu bir durum ortaya çıkarsa, bunun da hükmü açıklanmış bulunuyor.

Bahis mevzuu edilen fidye; ya üç gün oruç tutmak veya altı fakire (üç sa' miktarınca) sadaka vermek veya en az bir koyun olmak üzere bir kurban kesmektir. Böyle bir kimse muhayyer bırakılır, bunların hangisini yaparsa yeterlidir.

"Emin olduğunuz vakitte kim Hacc zamanına kadar Umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir." (Bakara: 196)

Şayet siz bir engel ile karşılaşmadan Hacc'ın erkânını edâ etme imkânını bulur ve Temettu Haccı yapmak isterseniz, kendinize kolay gelen cinsten bir kurban kesin. Allah-u Teâlâ'nın bu beyanından Temettu veya Kıran Haccı yapan kimsenin kurban kesmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Eğer kurban kesmek imkânı bulamayacak olursa ne yapacaktır?

Bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Kurban kesemeyen kimse Hacc günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman da yedi olmak üzere tam on gün oruç tutar." (Bakara: 196)

Yani kurban kesmek imkânı bulamayan bir kimse on gün oruç tutar. Müstehap olan Zilhicce'nin yedinci, sekizinci ve dokuzuncu günleridir. Geriye kalan yedi günü de memleketine dönüşte tamamlar.

Temettu veya Kıran Haccı yapan kimse şükür kurbanı kesmeye gücü yetmez ve kurban bayramından önceki üç gün orucu da tutmamış bulunursa, sonraki yedi gün de tutması gerekmez. Bunun yerine kurban kesmesi gerekir.

"Bu söylenenler, âilesi Mescid-i haram civarında oturmayanlar içindir." (Bakara: 196)

Bu şekildeki Temettu müsaadesi Harem mikatlarının dışında kalan âfâkiler içindir. Mekkeliler'in ve Mikat sınırları içinde yaşayanların ise Kıran ve Temettu Haccı yapmaları helâl değildir. Onlar yalnız İfrad Haccı yaptıklarından, şükür kurbanı kesmeleri gerekmez.

"Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah, azabı pek şiddetli olandır." (Bakara: 196)

İşte bu hükümleri yerine getirmenin yegâne teminatı takvâdır. Öyleyse; Bu ulvî vazifenizi Rızâ-i Bârî'ye uygun bir şekilde ifâ ediniz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.114 HACC (38)

Previous topicNext topic
HACC (38)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (38)

 

Mart 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (22)

 

 

15. Kurban (2)

 

Kurban kesmekte birçok hikmetler vardır. Bu emr-i şerifi yerine getirmekle, başına gelecek nice ibtilâları, kazaları Allah-u Teâlâ senden uzaklaştırıyor. Diğer taraftan da kabul olunan kurbanın her parçası ile senin her bir uzvunu cehennemden azad ediyor.

Bir Hadis-i şerif'te:

"Kurbanlarınızı büyük büyük kesiniz. Şüphesiz ki onlar sıratta sizin bineklerinizdir." buyuruluyor.

Orada kesilen kurban, müminin sırf Allah-u Teâlâ istediği için malından vazgeçebildiğini belirtmesi ve bizzat kendini dahi Allah yolunda kurban edebileceğini fiilen göstermesi açısından çok önemlidir.

 

Kurban keserken şu duâ okunur:

"Bismillahi vallahu Ekber. Allahümme minke ve bike ve ileyke tekabbel minnî kemâ tekabbelte min halilike İbrahim."

"Allah'ın ismiyle kesiyorum. Allah en büyüktür. Allah'ım! Bu sendendir ve sanadır. Halil'in İbrahim'den kabul buyurduğun gibi benden de kabul buyur."

 

 

16. Halk ve Taksir:

 

Kurban kestikten sonra ihramdan çıkmak için tıraş olunur veya saçlardan biraz kırpılır. Fakat tamamını kestirmek daha efdaldir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vedâ haccı sırasında Mina'da ihramdan çıkmak için tıraş oldu ve:

"Ey Allah'ım! Tıraş olanlara merhamet et. Ey Allah'ım! Tıraş olanlara ve saçını kısaltanlara merhamet et." buyurdular. (Buhâri-Müslim)

Saçların tıraş edilmesi veya kısaltılması da Hacc ve Umre'nin vâcip olan menâsikindendir.

Halk; Ustura veya tıraş makinesi ile saçların dibinden kesilmesi.

Taksir ise; Makas veya benzeri bir âletle saçların uçlarından bir miktar kesilip kısaltılmasıdır.

Halk veya taksirin yeri Harem bölgesidir. Harem bölgesi dışında tıraş olmakla da ihramdan çıkılır, fakat ceza gerekir.

Kadınlar, uçlarından bir miktar keserek saçlarını kısaltırlar. Saçlarını dipten tıraş etmeleri mekruhtur.

Başında saç olmayanlar ustura veya tıraş makinasını başlarında gezdirmekle ihramdan çıkmış olurlar.

Saçlar kısaltılırken uçlarından kesilecek miktar, parmak ucu uzunluğundan daha kısa olmamalıdır.

Hacıların kendi saçlarını kendileri tıraş etmeleri veya kısaltmaları câiz olduğu gibi, henüz kendileri tıraş olmadan başkalarının saçlarını tıraş etmeleri veya kısaltmaları da câizdir.

Tıraştan sonra artık ihramdan çıkılmış olur.

İhramdan çıkmak "Elbise giyinme, koku sürünme; saç, sakal, bıyık kesme, avlanma, cinsî temas..." gibi yasakların kalkması demektir.

Hacc'da cinsî temas dışındaki yasakların kalkmasına "Küçük tehallül" veya "İlk tehallül" denir. Tıraştan sonra ilk tehallül gerçekleşmiş, cinsî temas dışındaki ihram yasakları kalkmış olur.

Ziyaret tavafının yapılması ile "Büyük tehallül" veya "İkinci tehallül" olur, cinsî temas dahil bütün ihram yasakları kalkar.

Şu kadar var ki, ilk tehallülü sağlayan menâsik yapılmadıkça, ziyaret tavafı yapmakla ne küçük ne de büyük tehallül olur.

 

Tıraş olduktan sonra şu duâ okunur:

"Elhamdülillâhillezî kadâ annâ nüsükenâ. Allahümme zidnâ îmânen ve yakînen ve tevfîkan ve avnen vağfirlenâ ve liâbâinâ ve ümmehâtinâ ve cemîilmüslimîne ecmaîn."

"Hacc menasikini tamamlamayı nasib eden Allah'a sonsuz hamd-ü senalar olsun.

Allah'ım! İmanımızı artır, yakîn ihsan eyle, tevfikini ve yardımını ikram, ihsan eyle. Günahlarımızı bağışla, anne babalarımızın, geçmişlerimizin ve bütün müslümanların günahlarını bağışla!"

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.115 HACC (39)

Previous topicNext topic
HACC (39)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (39)

 

Nisan 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (23)

 

17. Farz Olan Ziyaret Tavafı:

 

Mümkün olursa aynı gün "Ziyaret (İfâda)" tavafını yapmak üzere Mekke-i mükerreme'ye gelinir, bayramın ilk günü yapılması efdaldir. Mümkün olmazsa ikinci ve üçüncü günler de yapılabilir.

Ziyaret tavafı farzdır. Hacc ibadetinin iki rüknünden, iki ana direğinden biridir.

Bu tavafın niyeti şöyledir:

"Allahümme innî ürîdü tavâfe beytikel-harâmi feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî seb'ate eşvâtin tavâfel-ifâdati lillâhi Teâlâ azze ve celle"

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için ziyaret tavafını yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur."

Ziyaret tavafından sonra sa'y yapmak gerekmez. Daha önce kudüm tavafı yapılırken, Hacc'ın sa'yini yapmamış olanlar, tavaf namazından sonra Hacc sa'yini de yaparlar.

Tavaf yapıldıktan sonra, üç gün kalmak üzere tekrar Mina'ya gidilir.

Şeytan taşlama günlerinde Mina'da gecelemek sünnet, başka yerde kalmak mekruhtur.

 

 

18. Bayramın İkinci Günü (11. Zilhicce):

 

Öğle vaktinde güneş tepede iken şeytan taşlama vakti girer. "Küçük", "Orta" ve "Akabe" cemrelerine aynı minval üzere yedişer taş atılır.

 

 

19. Bayramın Üçüncü Günü (12. Zilhicce):

 

Bir gün önce olduğu gibi yine öğle üzeri aynı minval üzere üç cemreye yedişer taş atılır. Böylece üç günde 49 taş atılmış olur.

Mekke-i mükerreme'ye dönmek için acele ediliyorsa, Bayramın üçüncü günü taşlar atıldıktan sonra, henüz güneş batmadan Mina'dan ayrılmak sünnettir. Buna "İlk nefîr" denir. Güneş battıktan sonra ayrılmak mekruhtur, fakat cezâ gerekmez.

Bayramın dördüncü günü sabahı (13 Zilhicce) fecr-i sâdık'ın zuhurundan önce Mina'dan ayrılmamış olanlar, o gün de her üç cemreye sıra ile yedişer taş atarlar. Dördüncü gün taşların zevalden (öğleden) önce atılması da câizdir.

Bayramın dördüncü günü taşlar atıldıktan sonra artık Mina'da kalınmaz, Mekke-i mükerreme'ye gelinir. Buna da "İkinci nefîr" denir.

• Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye dönüşte "Muhassab" denilen yerde durup bir müddet dinlenmek sünnettir.

 

 

20. Vedâ Tavafı:

 

Vedâ tavafı, Hacc'ın son menâsikidir. Hacc'ın edâsından sonra memleketlerine dönmek üzere Mekke-i mükerreme'den ayrılan âfâkî hacıların vedâ tavafı yapmaları vâciptir. Bu tavafa "Tavaf-ı sader" de denir. Hacılar bu tavafla Beytullah'a vedâ etmiş olurlar.

Niyeti şöyledir:

"Allahümme innî ürîdü tavafe beytikel-harâmi feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî seb'ate eşvâtin tavâfel-vedâi lillâhi Teâlâ azze ve celle."

"Allah'ım! Senin rızânı kazanmak için vedâ tavafını yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur."

İki rekât tavaf namazı kılınır. Tavaf namazından sonra Kâbe-i muazzama'ya karşı, ayakta, kana kana zemzem suyu içilir ve yerleri ıslatmadan mümkünse üzerine de dökülür.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Zemzem suyu ihlâs ve yakin ile içilirse her derde devâdır." (C. Sağir)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.116 HACC (40)

Previous topicNext topic
HACC (40)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (40)

 

Mayıs 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

HACC HAKKINDA BİR TATBİKAT (24)

 

Vedâ Tavafından Sonra Okunacak Duâ:

 

"Allahümme inne hâzâ beytükellezî cealtehü mübareken ve hüden lil-âlemîn. Allahümme kemâ hedeytenî lehü fetekabbelhü minnî, velâ tec'al hâzâ âhirel-ahdi min beytike verzuknîl-avde ileyhi kerrâtin ba'de merrâtin hattâ terdâ annî, birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Âyibûne, tâibûna, âbidûne, sâihûne, râkiûne, sâcidûne, lirabbinâ hâmidûn. Allahümme bike esteıynü ve aleyke tevekkeltü. Allahümme zellil lî suûbete emrî ve sehhil aleyye meşekkate seferî, verzuknî minel-hayri küllihi vasrif annîş-şerre küllehu. Rabbişrahlî sadrî ve yessirlî emrî. Allahümme innî estahfizuke ve estevdiuke nefsî ve dînî ve ehlî ve ekâribî ve külle mâ en'amte bihi aleyye ve aleyhim min âhiretin ve dünyâ, fahfaznâ ecmaîne min külli sevâin yâ kerîm. Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fîl-âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr. Rabbenâğfirlî velivâlideyye velil-mü'minîne yevme yekûmül-hısâb, birahmetike yâ erhamerrahimîn. Veselâmun alel-mürselîn. Vel-hamdü Lillâhi Rabbil-âlemîn."

"Allah'ım! Şu beyt senin mübarek ve bütün âlemler için hidâyet vâsıtası kıldığın yüce Kâbe'dir. Allah'ım! Beni onu ziyârete yönelttiğin gibi Hacc ve ziyâretimi de kabûl eyle. Rabbim! Bunu mübarek beytine son ahd-ü misâkım ve ziyâretim kılma, tekrar tekrar, benden râzı oluncaya kadar bu mübarek makama dönmeyi, beytini tavâf ve ziyâreti nasip eyle. Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah'ım! Rahmetinle muâmele eyle. Dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kullukta dâimiz, emrinle seyahat ediyoruz, rukû ve secde ediyoruz ve Rabb'imize hamdediyoruz.

Allah'ım! Yalnız senden yardım istiyor, yalnız sana güveniyorum. İşimdeki zorlukları kolaylaştır, yolculukta karşılaşacağım sıkıntıları hafiflet, bana bütün hayırları ihsân et, bütün kötülükleri benden uzaklaştır. Rabb'im! Gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır.

Allah'ım! Nefsimi, dinimi, âilemi, yakınlarımı, dünya ve âhiret için bana ve onlara ihsân ettiğin bütün nimetleri sana emânet ediyor, Senin muhafazana bırakıyorum. Ey kerem sahibi Rabb'im! Cümlemizi her türlü kötülüklerden muhâfaza eyle.

Rabb'imiz! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver, bizi cehennemin azâbından koru. Rabb'imiz! Hesab verilecek olan kıyâmet günü beni, annemi, babamı ve bütün mü'minleri bağışla, rahmetinle muâmele eyle. Bütün peygamberlere selâm olsun, âlemlerin Rabb'i Allah'a hamd olsun."

 

Zemzem içerken şu duâ okunur:

"Allahümmec'alhü şifâen min külli dâin ve sekamin verzuknîl-ihlâse vel-yakîne vel-muâfâte fid-dünyâ vel-âhireti"

"Allah'ım! Bu suyu her hastalık ve illetten şifâ bulmaya sebep eyle. İhlâs ve yâkîn ile beni rızıklandır. Dünya ve âhirette âfiyet ihsan eyle."

 

Sonra yüzler Beytullah'tan çevrilmeksizin arka arka çekilerek tahassür ve teessürler içinde Harem-i şerif'ten çıkılır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.117 HACC (41)

Previous topicNext topic
HACC (41)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (41)

 

Haziran 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

İHSÂR ve FEVÂT

 

İhsâr:

 

Hacc için ihrama girmiş bir kimsenin, Arafat'ta vakfe ile ziyaret tavafından alıkonması; Umre için ihrama girmiş olanın da tavaftan engellenmesi demektir.

Düşman, hastalık, paranın kaybolması veya bitmesi, kadının yanındaki mahreminin ölmesi gibi engeller İhsar'a sebep olabilir. Hacc ve Umre yapmasına engel durum bulunan ihsarlı kimse Harem bölgesinde bir kurban keserek ihramdan çıkar.

Eğer Harem bölgesi dışında ise, belirli bir vakitte kesilmek üzere kurbanlık hayvan veya bedelini gönderir. Belirlenen vakit gelince tıraş olmasa bile ihramdan çıkmış sayılır.

Bu şekilde ihramdan çıkan kimse; Hacc'a niyetlenmişse kaza olarak bir Hacc ve bir Umre yapması, Kıran haccına niyetlenmişse bir Hacc iki Umre yapması, Umre'ye niyetlenmişse bir Umre yapması gerekir.

Vakfe veya tavaftan birini yapma imkânı olursa, ihsâr gerçekleşmiş olmaz.

İhsârlı kimse, Kıran haccı için ihrama girmişse hem Hacc, hem de Umre için, iki ayrı ihsâr kurbanı kesmesi gerekir.

 

 

Fevât:

 

Hacc yapmak üzere ihrama girmiş olan kimsenin, Arafat vakfesini kaçırması demektir. Bayram sabahı tan yeri ağarmaya başlamadan önce, ister bir mâzeret sebebiyle, ister mazeretsiz olsun, Arafat bölgesine ulaşamayan kimse Hacc'a yetişememiş olur.

Bu gibi kimseler;

İfrat haccı yapmak üzere Hacc için ihrama girmişse, Umre yapıp ihramdan çıkar. Daha sonraki yıllarda Hacc'ını kaza eder.

Umre'yi tamamladıktan sonra Temettu haccı için ihrama girmişse, vakfeye yetişememekle Temettu bâtıl olur, şükür kurbanı kesmesi gerekmez. Bir Umre daha yaparak ihramdan çıkar, daha sonraki yıllarda Hacc'ını kaza eder.

Kıran haccı için ihrama girmişse; vakfenin fevtinden önce Umre tavafını ve sa'yini yapmışsa, İfrat haccında olduğu gibi, ikinci bir Umre daha yaparak ihramdan çıkar, şükür kurbanı kesmesi gerekmez. Vakfenin fevtinden önce, Umre tavafı ve sa'yini yapmışsa önce umre ihramından çıkmak için tavaf ve sa'y yapar. Sonra Hacc ihramı için ikinci defa tavaf ve sa'y yapar, tıraş olup ihramdan çıkar. Daha sonraki yıllarda sadece Hacc'ını kaza etmesi gerekir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.118 HACC (42)

Previous topicNext topic
HACC (42)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (42)

 

Temmuz 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

BEDEL (VEKÂLET) YOLU İLE HACC

 

Bedel yolu ile Hacc, üzerine hacc farz olmuş bir kişinin bu ibadeti yerine getirmekten aciz olması ve bu acizliğinin de devamlı olması sebebi ile kendi yerine haccetmesi için başka birini göndermesiyle olur.

Vedâ haccı sırasında bir kadın: "Yâ Resulellah! Babam haccın farz oluşuna yetişti, ihtiyar olduğu için deve üzerinde duramıyor, ona vekâleten ben Hacc etsem olur mu?" deyince Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Evet olur." buyurdu. (Buhâri. Tecrid-i sarih: 752)

"Yâ Resulellah! Annem haccetmeyi adamıştı, fakat bunu yapamadan öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim?" diye soran bir kadına ise şöyle buyurdular:

"Evet, onun yerine hacc yap. Ananın üzerinde bir kul borcu olsaydı, onu öderdin değil mi? Allah'a olan borçlarınızı veriniz. Zira O, ödenmeye daha lâyıktır." (Buhâri. Tecrid-i sarih: 874)

Adına haccedilecek kişiye, Hacc önceden farz olmuş olmalıdır.

Hacc masrafları gönderen kimse tarafından karşılanır. Belirli bir ücret üzerine anlaşma yapılamaz, bütün masrafları gönderenin kabullenmesi gerekir. Bedel yapana ayrıca ücret verilmez. Çünkü Hacc ibadettir, ibadetler maddî ücret karşılığında değil, sadece Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak maksadıyla yapılır.

Kendi parası ile başkası adına hacceden kimse, kendisi için haccetmiş olur. Ancak, dilerse sevabını o kimseye bağışlayabilir. Bir kimsenin mirasçısı, onun adına kendi parasıyla hacceder veya ettirebilir.

Bedel olarak Hacc'a giden kimse ihrama girdiği zaman gönderen kişi adına Hacc edeceğine niyet etmeli ve gönderenin istediği Haccı yapmalıdır. Mesela, gönderen İfrad haccı yapılmasını isterse, bunu yapması gerekir. Kıran veya Temettu haccı yapsa gönderen adına yapmış sayılmaz. Aldığı masraf bedelini iade etmesi gerekir.

Vekil, yolculuk ve Hacc esnasında israf etmeden ve aşırı derecede kısmadan, gönderenin verdiği parayı normal şekilde sarfeder. Artan parayı dönüşünde iâde eder. Artan paranın geri alınmayarak, gönül hoşluğu ile vekile hediye edilmesi de câizdir.

Yapılan bütün cinayetlerin keffaretini bedel olarak giden kimse öder. Çünkü bunlara kendi sebep olmuştur. Eğer Arafat'da vakfe yapmadan Hacc'ı bozan bir iş yaparsa bütün masrafları kendi karşılar, aldığı masraf bedelini iade eder.

Bedel olarak giden kimsenin daha önce hacc etmiş olması şart değildir. Ancak daha önce haccetmiş birini göndermek daha faziletlidir.

Yanında eşi veya mahremi bulunan kadın da, başkası adına vekil olarak haccedebilir.

Bir kimse ölmeden önce kendi adına Hacc yapılmasını vasiyet etmişse, geriye bırakmış olduğu malın üçte birinden bu Hacc yaptırılır. Eğer vasiyet etmemişse mirasçılar vekil göndermekle mükellef olmazlar, varisi isterse onun adına başkasını Hacc'a gönderebilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.119 HACC (43)

Previous topicNext topic
HACC (43)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (43)

 

Eylül 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 43

 

UMRE

 

• Umre; belirli bir zamana bağlı olmaksızın, usulüne göre ihrama girdikten sonra tavaf ve sa'y yapıp, tıraş olmaktan ibarettir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Umre Hacc-ı asgar (küçük hacc) demektir." buyuruyorlar.

Bu bakımdan bir müslümanın Umre yaparken, onu bir küçük Hacc bilerek, ona göre yapması, Hacc'da uyulması gereken bütün edeplere umrede de uyması gerekir.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Umre, iki umre arasında geçen vakitteki günahlar için kefarettir. Gösterişsiz ve günahsız yapılan Hacc'ın mükâfatı da cennettir." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 844)

• Ömürde bir defa yapılması Sünnet-i müekkede'dir. İhram, tavaf, sa'y ile meydana gelir, tıraş olmak veya saç kırptırmakla sona erer. İhram şarttır. Hacc'da olduğu gibi Arafat ve Müzdelife vakfeleri, Mina'da cemre ve kurban yoktur. Fakat vacip terk edilecek olursa kurban kesilmesi gerekir.

• Kokular sürünerek ihram giyenin durumunu soran bir zâta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

"Üstündeki kokuyu üç kere yıka, üzerindeki cübbeyi çıkar, ihramı giy, Hacc'da yaptıklarını Umre'de de yap." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 762)

• Hacc'ın sünnetleri ve edepleri umrenin de sünnet ve edepleridir. Bunları terk etmek tenzihen mekruhtur.

Umre için muayyen aylar yoktur. Arefe günü ile Kurban bayramı günü ve teşrik günleri dışında senenin her mevsiminde yapılabilir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz dört defa Umre yapmıştır. Bunların hepsi de Hacc ile beraber yaptığı dışında Zilkade ayındadır. (Müslim)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bir defasında Umre'ye gitmek için izin istemiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de kendisine izin vermiş ve şöyle buyurmuştur:

"Ey kardeşciğim! Sen duânın bir parçasına bizi de ortak et ve bizi unutma!" (İbn-i Mâce: 2894)

• Umreyi Ramazan-ı şerif'te yapmak daha faziletlidir.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Vedâ hacc'ından Medine-i münevvere'ye dönerken Ümmü Sinan -radiyallahu anhâ-ya:

"Bizimle Hacc'a niye gelmedin?" buyurdu.

Ümmü Sinan -radiyallahu anhâ-:

"Devemizin birine kocam binip sizinle Hacc etti, biri de dolap çeviriyordu da ondan." deyince Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

"Ramazanda benimle Umre yapmak Hacc gibi olur." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 876)

Hacc için ihrama girecek kimsenin yapacağı her şey, Umre için ihrama girmiş olan kimse tarafından da yapılır. Hacc için ihrama giren kimsenin sakınacağı şeylerden, Umre için ihrama girmiş olan da sakınmalıdır...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.120 HACC (44)

Previous topicNext topic
HACC (44)
 

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (44)

 

Ekim 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

UMRE (2)

 

• Umre yapmak isteyen kimseler Mîkat sınırı veya Harem bölgesi dışında ihrama girmek için gerekli hazırlığı yaptıktan sonra iki rekat ihram namazı kılarlar.

• Namazdan sonra:

"Allahümme innî ürîdül-umrete feyessirhâ lî ve tekabbelhâ minnî."

"Allah'ım! Senin rızân için Umre yapmak istiyorum. Onun edâsını bana kolay kıl ve benden kabul eyle."

Diye niyet ederler ve Telbiye'ye başlarlar. Böylece ihrama girilmiş olur.

Telbiye, Tekbir, Tehlil ve salâvât-ı şerife'ye devam ederek Harem-i şerif'e gelirler.

"Allahümme innî ürîdü tavâfe beytikel-harâmi feyessirhü lî ve tekabbelhü minnî seb'ate eşvâtin tavâfel-umreti Lillâhi Teâlâ azze ve celle"

"Allah'ım! Senin rızânı kazanmak için Umre tavafını yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."

Diye niyet ederek, usûlüne göre umre tavafını yaparlar.

Bu tavaftan sonra Umre'nin sa'yi yapılacağından tavaf esnâsında "Iztıba" ve ilk üç şavtta "Remel" yaparlar.

• Tavaf namazını kıldıktan sonra Safâ ve Merve'ye gidip:

"Allahümme innî ürîdü en es'â mâ beynes-safâ vel-merveti seb'ate eşvâtin sa'yel-umreti Lillâhi Teâlâ azze ve celle."

"Allah'ım! Senin rızanı kazanmak için Safâ ile Merve arasında umre sa'yini yapmak istiyorum. Bunun edasını bana kolaylaştır ve benden kabul buyur."

Diye niyet ederek usûlüne göre umre sa'yini yaparlar.

• Bundan sonra tıraş olunarak ihramdan çıkılır ve umre sona ermiş olur.

Orada kalındığı müddetçe Kâbe-i muazzama tavaf edilmeye devam edilir.

Hacc'da olduğu gibi, mümkün oldukça tavafı elliden aşağı yapmamaya gayret etmek lâzımdır. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, elli tavaf yapan bir müslümanın anasından yeni doğmuş gibi günahsız olacağını beyan buyurmuşlardır. (Buhârî)

• Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz savaş veya Umre'den dönerken dağ ve tepe gibi yüksek yere çıktıkça üç defa tekbir alır:

"Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh. Lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Âyibûne, tâibûne, âbidûne, sâcidüne lirabbinâ hâmidûn. Sadakallâhu va'dehü ve nasara abdehü ve hezemel-ahzâbe vahdeh."

"Allah'tan başka ilâh yoktur; ortağı yoktur, mülk ve övgü O'nundur, her şeye gücü yeter. Dönenleriz, tevbe edenleriz, kulluk ve secde edenleriz, Rabb'imizi övenleriz. Allah'ın vaadi doğrudur; kuluna yardım etti, düşman alaylarını yalnız kendisi dağıttı." buyururlardı. (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 583)

• Hangi yolculuk olursa olsun, bir an önce eve dönmek müstehaptır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Yolculuk ıstıraplıdır. Kişinin yemesini içmesini uykusunu engeller. İşini bitiren evine çabuk dönsün." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 858)

Çünkü yolcu bir kimse yiyeceği, içeceği ve uykusu bakımından evinde gördüğü rahatı bulamaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.121 HACC (45)

Previous topicNext topic
HACC (45)

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (45)

 

Kasım 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 43

 

MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET

 

Hacc menasiki sona erince Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Ravza-i pâk'ini ziyaret için Medine-i münevvere'ye gidilir. Yolda her zamandan daha çok salât-ü selâm getirilir.

Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir kimse hacceder, ondan sonra kabrimi ziyaret ederse, hayatımda beni ziyaret etmiş gibi olur." (Câmiüs-sağir)

"Kabrimi ziyaret eden kimseye şefaatim vâcib olur." (Keşfül-hafâ)

"Bir kimse haccettikten sonra beni ziyaret etmezse, bana cefa etmiş olur." (Câmiüs-sağir)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi ziyaret, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmanın ve Peygamber sevgisini gönüllere yerleştirmenin en güzel vesilesidir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)

Bu ilâhî beyandan anlaşılıyor ki, hayat-ı saâdetlerinde olduğu gibi, bekâ âlemine intikal ettikten sonra da müminler huzuruna gider ve orada Allah-u Teâlâ'dan af dilerlerse, elleri boş çevrilmez.

Bu itibarla hacceden her müslümanın Hacc'dan önce ve sonra Medine-i münevvere'yi ziyaret etmesi, Mescid-i nebevî'de namaz kılması asırlar boyunca müslümanlar arasında terkedilmeyen bir sünnet olarak devam edegelmiştir. Müslüman Resulullah Aleyhisselâm'ı kitaptaki bilgilerle tanımanın ötesinde sanki onu bizzat görerek imanını ve ikrarını tazelemiş olur. Yaşadığı yerleri ve kabr-i şerifini ziyaret etmiş, tebliğ vazifesini en yüksek seviyede yerine getirdiği mekânlarda onun risaletine bir daha şehâdet etmiş olur.

 

Medine-i Münevvere Uzaktan Görününce Okunacak Duâ:

"Allahümme hâzâ haremü nebiyyike ve mehbitu vahyike, femnün aleyye bid-duhuli fîhi, vec'alhü vikâyeten lî minennâr. Ve emânen minel-azâbi, vec'alnî minel-fâizîne bi-şefâatil-Mustafa yevmel-meâb."

"Allah'ım! Burası senin peygamberin Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haremidir, Senin vahyinin ona indiği mübârek beldedir. Bu ziyâretimi, benim için cehennemden korunma, hesâb ve azâbtan güven vesilesi kıl. Beni dönüş günü sevgili Peygamber'in şefâatiyle kurtuluşa erenlerden eyle."

 

Mescid-i Nebevî'ye Varınca Okunacak Duâ:

"Bismillâh ve alâ milleti Resulillâh. Rabbi edhılnî müdhale sıdkın ve ahricnî muhrace sıdkın vec'allî min ledünke sultânen nasîrâ. Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahim'e ve alâ âl-i İbrahim, inneke hamîdün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahim ve alâ âl-i İbrâhim, inneke hamîdün mecîd. Allahümmağfir lî zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fazlik."

"Allah'ın yüce adı ile, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünneti üzere... Rabb'im! Beni dâhil ettiğin bu mukaddes beldeye esenlik ve hoşnutlukla koy, çıkaracağın yerden selâmetle çıkar, bana yüce katından beni destekleyici kuvvet ihsân eyle. Allah'ım! İbrahim ve âilesinin şeref ve mertebesini yüce kıldığın gibi, sevgili Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in şeref ve mertebesini de yücelt. Şüphesiz ki sen övülmeye lâyıksın, yüce kerem ve şân sâhibisin. Allah'ım! İbrahim ve âilesinin şânını yücelttiğin ve yakışmayan sıfatlardan uzak kıldığın gibi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in ve onun temiz âilesinin şânını da yücelt ve yakışıksız sıfatlardan uzak eyle. Şüphesiz ki sen övülmeye lâyıksın, yüce kerem ve şân sahibisin. Allah'ım! Günahlarımı yarlığa, rahmet, lütuf ve fazilet kapılarını aç bana."

Mümkün olursa bu "Nûr beldesi"ne girmeden veya girdikten ve eşyasını kalacağı yere yerleştirdikten sonra gusledilir, güzel koku sürünülür. Salâvât-ı şerif'e getirerek huzur ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in Harem-i şerif'ine gelinir. Bâb'üs-selâm veya Bâb-ı Cibrîl denilen kapıların birinden Mescid'e girilir. O edebi bahşetmesi için Allah-u Teâlâ'ya sığınarak ziyaret edilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.122 HACC (46)

Previous topicNext topic
HACC (46)

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (46)

 

Aralık 2018
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET (2)

 

Kerahat vakti değilse iki rekât Tahiyyetül-mescid namazı kılınır. İmkân bulunursa bu namazı kabr-i saâdet ile minber arasında kalan kısımda kılmak çok faziletlidir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Minberim ile hânemin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." (Buhârî)

Mescid-i nebevî'de ard arda kırk vakit namaz kılmak çok faziletlidir.

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kim benim mescidimde hiç birini kaçırmadan ard arda kırk vakit namaz kılarsa ona ateşten kurtulma, kabir azabından kurtulma ve münafıklıktan uzak olma beratı yazılır." (Ahmed bin Hanbel)

Medine-i münevvere'de kalındığı müddetçe Mescid-i nebevî'den ayrılmamak gerekiyor.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Beyt-i şerif'de edâ olunan namazın birisi diğer yerlerdeki namazların yüzbinine ve benim mescidimde kılınan namazın biri, aynı şekilde başka yerlerde kılınan namazların binine ve Beyt-i makdis'te (Mescid-i aksa'da) kılınan namazın birisi dahi diğer yerlerde kılınan namazların beşyüzüne denktir." (Tirmizî)

Müslüman olup Medine'de göçmen olarak kalacağına dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e biat eden bir bedevî ertesi günü sıtmaya yakalanınca, tekrar eski yerine dönmek için biattan muaf tutulmasını istemiş ancak her defasında reddeden Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Medine demircilerin körüğü gibidir. Demirin pasını giderir. İyisini, madenini parlatır." (Buhârî)

Öyle bir Medine ki, lâyık olmayanı dışarı atar.

Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Medine-i münevvere'de bir Ramazan-ı şerif'i tutmak, diğer beldelerin bin Ramazan'ından, kezâ bir Cuma namazını orada edâ etmek diğer beldelerin bin Cuma'sından efdâldir." (Câmiüs-sağir)

"Allah'ım! Bize Medine'yi, Mekke'yi sevdiğimiz gibi hattâ daha fazlası ile sevdir. Rızık ve azıklarımıza bereket ihsan et; Medine'yi bize sıhhatli kıl, sıtmasını Cuhfe'ye defet." (Buhârî)

Medine-i münevvere bir nur beldesidir. Gerçekten çok büyük hürmet ve tâzim lâzımdır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Medine Âir dağından filân yere kadar haremdir, muhteremdir. Kim ki Medine'nin bu haremi içinde dine aykırı bir bidat çıkarır, Kitap ve Sünnet'e muhalif bir iş işlerse, veya çıkaranı korursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Bunların ne tevbesi ne de fidyesi kabul olunmaz." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 882)

"Medine, falan yerden filân yere kadar haramdır. Ağaçları kesilmez. Kim bunu yaparsa Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun." (Buhârî)

Ayrıca Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketten iki kat fazlasını Medine'ye ihsan eyle!" diye duâ etmişlerdir. (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 895)

O mübarek nur beldesinde büyük bir aşk deryası vardır, herkesin göremeyeceği bir âlem mevcuttur. Çok büyük bir makamdır.

Şâirin dediği gibi:

 

"Sakın terk-i edebten kûy-ı mahbubu Hüdâ'dır bu,

Nazargâh-ı ilâhidir, makam-ı Mustafa'dır bu."

 

Her an huzurda olma hâlini muhafaza edip, çok resmi durulmalıdır. Kişi her zaman edebini muhafaza etmeli, içini, dişini, dışını temiz tutmalıdır.

Böyle hareket edilirse büyük lütuflara nâil olunur, kimsenin görmediği güzel nimetlerle, ihsanlarla merzuk olunur.

Orada alınacak bir tek nefeste bile mânevî bir hayat gizlidir. Orada cennet hayatı var. Burası bir damla feyze muhtaç, orada feyiz deryaları mevcut.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.123 HACC (47)

Previous topicNext topic
HACC (47)

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (47)

 

Ocak 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ ZİYARET (3)

 

Yalnız o nur beldesinde bulunmanın bir de tehlikesi var. Orada işlenecek küçük bir hata çok büyüktür. En büyük zarar da lâubalîlikten ileri gelir. Lâubalî olup sünepeleşmektense uzak durup o aşk halini gönülde tutmak daha hayırlıdır.

Bir zât, Medine-i münevvere'ye yerleşmek isteyen ihvanına:

"Oğlum cisminin orada kalbinin burada olmasından, kalbinin orada cisminin burada olması daha hayırlıdır." buyuruyor.

Bu hususu çok kestirmeden anlatmak için şöyle deriz:

"Hazret-i Allah'a karşı bir kusur işlersem, dilerse affeder diye ümidim vardır. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine karşı işlersem affetmez diye kanaatım hasıl olmuştur"

Çünkü onu çok seviyor.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde Medine-i Münevvere'nin geleceğinden şöyle haber vermiştir:

"(Bir zaman) Medine, hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek. İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirlerken onun perişanlığını görererek korkup, yüzüstü düşerek öleceklerdir." (Buhârî)

"Medine'ye Deccal'in korkusu girmeyecektir. O gün onun yedi kapısında ikişer melek bekçilik edecektir." (Buhârî)

"Medine'nin girecek yerlerinde melekler beklediğinden oraya tâun ve Deccal girmeyecektir." (Buhârî)

"Muhakkak iman, yılanın deliğine toplandığı gibi Medine'ye akıp toplanacaktır." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 887)

"Mekke ve Medine'den başka, Deccal'in ayak basmayacağı yer kalmayacaktır. Bunların giriş yerlerinde saf saf melekler bekleyecek; sonra Medine üç defa zelzele ile çalkalanacak ve ne kadar münafık ve kâfir varsa Medine'den çıkacaktır. (Deccal'in yanına gideceklerdir.)" (Buhârî)

"Deccal çıkacak; Medine'ye giremeyip bazı kumluğuna inecek, Medine'den insanların hayırlısı olan bir kahraman çıkarak Deccal'e:

– 'Ben şâhitlik ederim ki, Allah'ın elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haber verdiği Deccal sensin.' diyecek.

Deccal halka:

– 'Ben bunu öldürüp diriltirsem, benim Tanrı olduğumdan şüphe eder misiniz?' diyecek.

Halk:

– 'Şüphe etmeyiz.' diyecekler.

Deccal, o kahraman insanı öldürüp diriltecek.

O kimse:

– 'Bugün daha iyi anladım. (Sen yalancısın, Deccal'sin.)' diyecek.

Deccal:

– 'Onu yine öldürürüm' diyecek fakat öldüremeyecek." (Buhârî)

Medine-i münevvere'den ayrılırken Resulullah Aleyhisselâm ziyaret edilir, iki rekât namaz kılınarak vedâ edilir ve namazdan sonra şu duâ okunur:

"Allâhümme lâ tec'al hâzâ âhiral-ahdi bi harami resûlik, ve yessiril-avde ilel-harameyni sebîlen sehleten bi mennike ve fadlik, verzuknel-afve vel-âfiyete fid-dîni ved-dünyâ vel-âhirah, ve ruddenâ sâlimîn, ilâ evtâninâ âminîn.

Allâhümme innâ nes'elüke fî seferinâ hâzel-birra vet-takvâ, ve minel-ameli mâ tühıbbu ve tardâ, vec'alnâ meallezîne en'amellâhü aleyhim minen-nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sâlihîn, bi fadlike ve keramike yâ ekramel-ekramîn ve selâmün alel-murselîn vel-hamdü lillâhi rabbil-âlemîn."

"Allah'ım! Bu ziyâretimi son ziyâret, bu duâ ve niyâzlarımı, Rasul'ünün Hareminde yaptığım duâ ve niyâzların sonuncusu eyleme. Lutf-u kereminle 'Haremeyni'ş-şerifeyn'i tekrar tekrar ziyâret için kolaylıklar ihsân eyle. Günahlarımızı affedip din, dünya ve âhiretle ilgili işlerimizde âfiyetler ikrâm eyle. Yurdumuza, sâlimen, güvenlik içinde dönmeyi nasip eyle.

Allah'ım! Bu yolculuğumuzda senden iyilik, takvâ ve senin sevip hoşnut olacağın şeyleri nasip etmeni istiyoruz, onları bize ihsân eyle. Ey keremi sonsuz Rabb'imiz, lütf-u ihsânınla bizi kıyâmette, kendilerine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle birlikte haşr-u cem' eyle. Bütün peygamberlere selâm olsun. Âlemlerin Rabbi Allah'a da hamd olsun."

 

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.124 HACC (48)

Previous topicNext topic
HACC (48)

İSLÂM İLMİHALİ

HACC (48)

 

Şubat 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

 

Ziyaret Yerleri:

 

Mekke-i Mükerreme:

Cennet-ül mualla mezarlığı.

Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in kabr-i şerifleri.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in doğduğu ev,

Cin mescidi.

 

Medine-i Münevvere:

Cennet-ül baki.

Uhud şehidleri.

Kuba Mescidi.

Mescid-i Cuma,

Gamame Mescidi.

Mescid-i Kıbleteyn.

Hendek'te Yedi Mescidler.

 

 

Hacc Dönüşü:

 

Hacı memleketine geldiğinde sünnet olan önce mescide gidip iki rekât namaz kılmaktır. Sonra evine gider ve Allah-u Teâlâ'ya şükür olarak da iki rekât namaz kılar.

Eve gece değil gündüz girmelidir.

Evine girdiğinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in söylediğini söylemek müstehaptır.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre seferden dönüp evine girdiğinde şöyle buyururdu:

"Tevben tevben, lirabbinâ evben, lâ yuğâdiru havben"

"Rabbimizden kâmil mânâda olan ve hiç günah bırakmayan bir tevbe dileriz."

Hacc'dan dönen müslümana: "Allah Hacc'ını kabul etsin, günahını bağışlasın, harcadıklarının yerine daha iyisini versin." gibi sözler söylemek müstehaptır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Allah'ım! Hacıyı ve hacının kendisi için istiğfar ettiği kişiyi bağışla!" buyurmuştur. (Hâkim)

Hacının döndükten sonraki hâli, Hacc'a gitmeden önceki hâlinden hayırlı olmalı, her zaman hayır ve hasenâtını artırmaya, ahirete daha çok yönelmeye çalışmalıdır. Çünkü bu, Hacc'ın kabul olduğunun işaretlerindendir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.125 İlâhi Hükümler

Previous topicNext topic
İlâhi Hükümler

İSLÂM İLMİHALİ

İlâhi Hükümler

 

Mart 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 44

 

 

Üstün sıfatlarla mükerrem olarak yarattığı insanların dünya saâdetine, âhiret selâmetine kavuşabilmeleri için; hayatlarını tanzim edecek hükümler, emir ve yasaklar koyma hakkı yalnız Hazret-i Allah'a âittir.

Bunun içindir ki, ilk insanı ilk peygamber kılmış, insanların irade ve terbiyesini peygamberleri vasıtası ile gönderdiği ilâhi hükümlerle bizzat üzerine almıştır.

Âyet-i kerime'lerinde:

"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a âittir." (Nahl: 9)

"Hüküm ancak Allah'ındır. O, yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur." (Yusuf: 40)

"Bu hükümler Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'ın hududlarını aşarsa, kendine yazık etmiş olur." buyuruyor. (Talâk: 1)

Hazret-i Allah'ın bütün hükümlerinde, emir ve yasaklarında birer hikmet, insanlar için birer menfaat vardır. Bu hikmet ya bir zararı gidermek veya bir menfaat sağlamak içindir.

Binaenaleyh neyi emretmişse seve seve yapmak, neleri yasaklamışsa onlardan uzak durmak üzerimize farzdır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Allah'ın emrini aziz tut ki, Allah da seni aziz kılsın."

 

 

Zikrullah:

 

Zikrin mânâsı, Allah-u Teâlâ'nın yüceliğini meth-ü senâ etmek maksadı ile dilden ve gönülden gelen güzel kelimelerle anmak demektir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:

"Benim zikrim için namaz kıl!" (Tâhâ: 14)

Âyet-i kerime'si ile namazı emretmiş olduğu gibi:

"Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin." (Ahzab: 41)

Âyet-i kerime'si ile de kendisini zikretmeyi emretmiştir. Namaz da ilâhî bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.

Âyet-i kerime'de:

"Zikrullah elbette en büyük (ibadet)tir." buyuruluyor. (Ankebut: 45)

Allah-u Teâlâ Mâide sûresi 91. Âyet-i kerime'sinde zikrullah ile namazı ayrı ayrı beyan etmiştir:

"Şeytan, içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister."

Bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:

"Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken de Allah'ı zikredin." (Nisâ: 103)

Bu emre uyan ve gereğini icrâ edenler Hakk'ın sevgisini kazanırlar.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.126 Zikrullah (2)

Previous topicNext topic
Zikrullah (2)

İSLÂM İLMİHALİ

Zikrullah (2)

 

Nisan 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

 

Allah-u Teâlâ Hazretleri:

"İman edenlerin zikrullah için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?" (Hadid: 16)

Âyet-i kerime'si ile müminlerin kalplerini Allah'ın zikrine vermelerini emir buyurmaktadır. Kalplerin Hazret-i Allah'tan gâfil olma tehlikesinden korunması, ancak zikrullah ile mümkündür.

Diğer âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Allah'ı çok çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşabilesiniz." (Enfâl: 45 ve Cum'a: 10)

"Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın." (Münâfikûn: 9)

"Rabb'ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif bir sesle sabah-akşam zikret! Sakın gâfillerden olma!" (A'raf: 205)

"Hacc ibadetlerinizi bitirdiğinizde, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 200)

"Rabb'inin adını an ve her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel." (Müzzemmil: 8)

Allah-u Teâlâ iman edip amel-i sâlih işleyenleri ve çok çok zikredenleri ayırmaktadır:

"Ancak iman edip amel-i sâlih işleyenler ve Allah'ı çok çok zikredenler müstesnâdırlar." (Şuarâ: 227)

Zikrullah, hidayete ermenin bir şükran ifadesidir:

"O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece zikredin." (Bakara: 198)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Zikre muvaffakiyet Allah tarafından bir nimettir. O nimetin şükrünü yerine getiriniz." (Münâvî)

İnanan bir mümin için hidayete ererek dünya saâdetine ve âhiret selâmetine nâil olmaktan daha büyük bir lütuf tasavvur edilemez.

Kudsî Hadisi şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Ey Âdemoğlu! Beni zikrettikçe şükrümü ifa etmiş ve beni unuttukça hakkımı unutmuş olursun." (C. Sağir)

"Ben kulumun zannına göreyim, beni zikrettiği yerde ben onunlayım. Kulum beni kendi içinde zikrederse, ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Beni toplulukta zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir toplulukta zikrederim." (Buharî)

Zikrullah; dinimizin emri, imanın alâmeti, ibâdetlerin beyni, aklın nûru, kalbin cilâsı, ruhun hayatı, gönlümüzün miracı ve her derdin ilâcıdır.

Hadis-i şerif'te:

"Zikrullah kalplerin şifâsıdır." buyuruluyor. (Münâvî)

Zikir nûrdur, zikrullahla meşgul olanın içi nûrlanır. İç nûrlanınca hikmet husule gelir.

Zikrullah, kulu gafletten koruyan mânevî bir zırhtır.

Rızâullah'a, Likâullah'a vâsıl olmak isteyenler zikrullaha devam etsinler.

"İnsan bir şeyi severse, daima onu yâdeder." (C. Sağir)

Hadis-i şerif'i mucibince, bir şeyi seven onu hiç dilinden düşürmez.

Allah-u Teâlâ da o kulunu şu ilâhî iltifatlarla taltif buyurur:

"Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim." (İbn-i Mâce)

"Bir kul benim zikrimle meşgul olmasından dolayı kendi ihtiyaçlarının talebini unutursa ben o kuluma kendisi istemezden önce in'am ve ihsan ederim." (Tirmizi)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

10.127 Zikrullah (3)

Previous topicNext topic
Zikrullah (3)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zikrullah (3)

 

Mayıs 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

 

Zikrullah Allah sevgisini tahrik ederek sonsuz bir şevk verir, zikrullahla kalpler arınır ve sükun bulur:

"Onlar o kimselerdir ki iman etmişlerdir ve kalpleri zikrullahla mutmain olmuş, sükun bulmuştur. Çok iyi bilin ki kâlpler ancak zikrullahla itminana kavuşur, huzur bulur." (Ra'd: 28)

Zikrullah taatlerin efdâlidir. Çünkü zikrin sevabı Allah-u Teâlâ'nın kulunu zikretmesidir.

Âyet-i kerime'sinde:

"Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim." buyuruyor. (Bakara: 152)

Zikrullah ibâdetlerin en kolayı ve fakat en faziletlisidir. Böylesine faziletli ve yüce olunca, elbetteki zikredenler de insanların en yücesi olur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri diğer bir çok Âyet-i kerime'lerinde zikrullahı teşvik buyurarak, zikrullahla meşgul olanları meth-ü senâ etmiştir:

"Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz.

Onlar gönüllerin ve gözlerin halden hâle döneceği günden korkarlar." (Nûr: 37)

"Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer." (Enfâl: 2)

"Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah'ı zikrederler." (Âl-i İmran: 191)

"Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlara, Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab: 35)

"Takvâya erenler, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca Allah'ı zikrederler. Bir de bakarsın ki onlar gerçeği görüp bilmişlerdir bile." (A'raf: 201)

"Onlar bir kötülük yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler." (Âl-i İmran: 135)

Musa Aleyhisselâm Firavun'a Hakk ve hakikati tebliğ etmek için Allah-u Teâlâ'dan emir aldığı zaman, kardeşi Harun Aleyhisselâm'ı kendisine yardımcı vermesini niyaz etmiştir.

Daha sonra Musa Aleyhisselâm'ın şöyle söylediği Âyet-i kerime'de beyan buyurulmaktadır:

"Ki seni daha çok tesbih edelim ve seni daha çok zikredelim." (Tâhâ: 33-34)

Allah-u Teâlâ duâsını kabul ederek şöyle buyurdu:

"Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin, beni zikrimde gevşek davranmayın." (Tâhâ: 42)

Diğer taraftan zikrullahı sevmeyenler ve karşı çıkanlar Âyet-i kerime'lerde zemmedilmektedir:

"Allah ortaksız olarak zikredildiği zaman ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar." (Zümer: 45)

"Şeytan onlara galebe çaldı ve zikrullahı onlara unutturdu. İşte onlar şeytandan yana olanlardır." (Mücâdele: 19)

"Kalpleri Allah'ı zikretmeye kaskatı olan kimselere ise yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler." (Zümer: 22)

"Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir." (Tâhâ: 124)

"Kim Rabb'inin zikrinden yüz çevirirse, Rabb'i onu gittikçe artan bir azaba uğratır." (Cin: 17)

"Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme." (Kehf: 28)

"Bizim zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir." (Necm: 29)

"Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar." (En'am: 91)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.128 Zikrullah (4)

Previous topicNext topic
Zikrullah (4)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zikrullah (4)

 

Haziran 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40

 

 

Allah-u Teâlâ'nın bir kulunu sevmesi, muhakkak ki o kulun zikrullahı sevmesi ve iştigal etmesi ile kâimdir. Etmeyenlerin ise cezalandırılacakları vaad ve vaîdinin bir neticesidir.

"Allah-u Teâlâ'ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir." (C. Sağir)

Hadis-i şerif'i ile Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zikrullahı sevmeyenleri Allah-u Teâlâ'nın sevmediğini ve buğzettiğini beyan buyuruyor.

Cenâb-ı Hakk Hazretleri ise Kur'an-ı kerim'inde:

"Allah'ı unuttuklarından dolayı Allah'ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın, onlar fâsıkların ta kendileridir." (Haşr: 19)

Âyet-i kerime'si mucibince, zikir ve fikirden gâfil olan müminleri fâsık kelimesi ile tabir buyuruyor.

Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'ya hitaben; "Yâ Rabb'i! Ben istiyorum ki kullarından kimi sevdiğini bileyim de, ben de onu seveyim." dedi.

Allah-u Teâlâ buyurdu ki:

"Beni çok zikreden kulumu gördüğün zaman bil ki ben onu severim. Beni zikretmeyenleri de gördüğün zaman anla ki ben ona buğzederim." (Tirmizi)

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında ise Âyet-i kerime'sinde:

"Onlar Allah'ı pek az zikrederler." buyurmuştur. (Nisâ: 142)

Allah-u Teâlâ:

"Onlar Allah'ı unuttu, Allah da onları unuttu." (Tevbe: 67)

Âyet-i kerimesi ile münâfıkları Allah'ın zikrinden gâfil oldukları için, onları lütuf ve ihsanlarından mahrum bıraktığını beyan buyurmaktadır.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Bir kimse Allah'ı çok zikretmezse imandan uzaklaşır."

 

 

Her ibadetin belli bir şartı olduğu halde, zikrullah için hiçbir şart yoktur. Ayakta, oturarak, yatarak bile zikretmek câizdir. Abdestli olmak efdâl olduğu halde, abdestsiz olarak da yapılabilir.

 

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insan hayatının her safhası için müstesnâ bir numunedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Andolsun ki Resulullah sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı arzu edenler ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir numunedir." buyuruyor. (Ahzâb: 21)

O Resulullah Aleyhisselâm ki zikrullahın fazilet ve meziyetini Hadis-i şerif'lerinde şöyle beyan buyurmaktadır:

– "Amellerinizin en hayırlısını, Melik'iniz katında en temizini, derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infak etmenizden daha hayırlı, düşmanlarınızla karşılaşıp boyunlarını vurmanız ve onların da sizin boynunuzu vurup şehit etmelerinden daha hayırlı olan bir işi haber vereyim mi?"

– "Evet yâ Resulellah!"

– "Allah-u Teâlâ'yı zikretmektir." (Tirmizi)

– "Yâ Resulellah! Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha üstündür?"

– "Allah'ı çok zikredenler!"

– "Yâ Resulellah! Allah yolundaki gaziden de mi?"

– "Kırılıncaya ve kana boyanıncaya kadar kılıcını kâfirlere ve müşriklere çalsa da, Allah'ı çok zikredenler derece bakımından ondan daha üstündür." (Tirmizi)

 

Bir kimse; "Yâ Resulellah! Hangi cihadın ecri daha büyüktür?" diye sordu,

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "Allah-u Teâlâ'yı en çok zikredenlerinki." buyurdu.

Bundan sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hepsine aynı cevabı verdi.

Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-e; "Hayırların hepsini Allah-u Teâlâ'yı zikrendenler alıp gitti." dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de "Evet" buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.129 Zikrullah (5)

Previous topicNext topic
Zikrullah (5)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Zikrullah (5)

 

Temmuz 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

 

"– Yâ Resulellah İslâmî hükümler çoğaldı. Bana sımsıkı sarılacağım bir şeyi haber ver!"

"– Dilin, Allah-u Teâlâ'nın zikriyle devamlı ıslak bulunsun." (Tirmizi)

"– Müferridler yarışı kazandılar!"

"– Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?"

"– Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ'nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşamazlar.

Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler." (Hâkim)

"Kim ki sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra oturup, güneş doğuncaya kadar Allah-u Teâlâ'yı zikrederse, sonra da iki rekât namaz kılarsa, kendisi tam bir hacc, tam bir umre sevabı gibi sevap kazanır." (Tirmizi)

"Çok zikreden kimseyi Cenâb-ı Allah sever." (C. Sağir)

"Kıyamet gününde Allah katında en faziletli kul, dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı çok zikretmiş olandır." (C. Sağir)

"Muhabbetin çokluğundan dolayı Cenâb-ı Allah'ı kalbinden çıkarmayan kimse nifaktan kurtulur." (C. Sağir)

"Allah-u Teâlâ'yı çok zikretmekle o derece mest olunuz ki, münâfıklar sizi mecnun zannetsinler." (C. Sağir)

"Şüphesiz ki her şeye cilâ verecek bir âlet var, kalbin cilâsı ise zikrullahtır.

Azaptan kurtulmak için zikrullah gibi bir şey olamaz. Meğer ki kılıcın kırılıncaya kadar Allah yolunda muharebe edesin." (C. Sağir)

"Zikir, farz olmayan oruçtan efdâldir." (Münâvî)

"Zikir sadakadan efdâldir." (Münâvî)

"Şeytan insanoğlunun kalbine nüfuz etmek için istilâ eder.

Lâkin kalp, Cenâb-ı Allah'ı zikredince ümitsiz olarak geri çekilir. Unutursa istilâ eder." (Nevadir-ül usûl)

"Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerine de tünemiş vaziyette bekler.

Allah-u Teâlâ'yı zikredince çekilir, gaflet edince vesvese verir." (Buharî)

"Rabb'ini zikredenlerle etmeyenlerin misali, diri ve ölü gibidir." (Buharî)

"İçerisinde Allah zikredilen ev ile zikredilmeyen evin misali, diri ile ölü gibidir." (Buharî)

"Zikrin ekmeli hafi (gizli) ve rızkın efdâli ise yetecek kadar olandır." (Münâvî)

"Zikrin efdâli Lâ ilâhe illâllah, duânın efdâli ise Elhamdülillah'tır" (İbn-i Mâce)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.130 Zikrullah (6)

Previous topicNext topic
Zikrullah (6)

İSLÂM İLMİHALİ

Zikrullah (6)

 

Ağustos 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 45

 

 

İcrâ-yı zikrullah için teşkil edilen halkaların fâzileti hakkında da birçok Hadis-i şerif'ler mevcuttur.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ'nın yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan melekleri vardır. Onlar Aziz ve Celil olan Allah'ı zikreden bir topluluğu bulunca 'Aradığınız buradadır.' diye birbirlerini çağırırlar. Hepsi orada toplanıp onları dünya semâsına kadar kanatları ile çepeçevre kuşatırlar. Cenâb-ı Hakk onların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde sorar:

 Kullarım ne söylüyor?

 Seni tesbih edip zikrediyorlar. Tekbir getirip hamd ve senâ ediyorlar.

 Onlar beni gördüler mi?

 Hayır, vallahi seni görmediler!

 Beni görecek olurlarsa ne yaparlar?

 Sana daha çok ibadet eder, daha çok hamd ve senâda bulunurlar, daha çok tesbih ederler.

 Kullarım benden ne diliyorlar?

 Cenneti istiyorlar.

 Onlar cenneti gördüler mi?

 Hayır, vallahi görmediler!

 Görecek olurlarsa ne yaparlar?

 Cennete karşı daha düşkün, onu istekte daha kuvvetli ve ona rağbetleri daha büyük olurdu.

 Peki neden korkup bana sığınıyorlar?

 Cehennem ateşinden.

 Onu gördüler mi?

 Hayır, vallahi görmediler!

 Ya görselerdi?

 Ondan daha çok kaçar, daha çok korkarlardı.

 O halde sizler şahid olun ki, ben bu zikir meclisinde bulunanları mağfiret ettim.

Bunun üzerine meleklerden birisi der ki:

 Onların içindeki falan kimse onlardan değildir. O zikir için değil, şahsi bir iş için gelmişti.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

 Onlar öyle kâmil kimselerdir ki; onların meclisinde bulunan şâki olmaz sevaptan mahrum kalmaz." (Buhâri. Tecrîd-i sârih: 2161)

"Cennet bahçesine uğradığınız zaman meyvelerinden yiyiniz.

 Yâ Resulellah! Cennet bahçesinden murad nedir?

Zikrullah için teşkil edilen halkadır." (C. Sağir)

"Hiçbir topluluk zikrullah için toplanıp dağılmadı ki, zikirlerine sebep, Cenâb-ı Hakk tarafından af ve mağfiret ile müjdelenmesin." (C. Sağir)

"Sırf Allah'ı zikretmek için bir mecliste oturanları melekler halka çevirerek kuşatırlar, ilâhi rahmet onları kaplar, üzerlerine sekinet ve vekar iner. Allah-u Teâlâ, katında bulunanlara onlardan bahseder." (Müslim)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ashâbından halka kurmuş bir cemaatin yanına geldi. "Niçin oturuyorsunuz?" diye sordu. Onlar da 'Bizi İslâm'a hidayet etmesinden ve bize bunu ihsân buyurmasından dolayı, Allah'ı zikir ve O'na hamd-ü senâ etmek için oturmuş bulunuyoruz.' dediler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Sırf bu sebeple mi oturdunuz?" diye yemin verdi. 'Evet' dediler, 'Vallahi biz ancak zikir için oturduk.'

Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

"Ben size inanmadığım için yemin vermedim. Lâkin bana Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve Allah'ın sizlerle meleklerine iftihar ettiğini haber verdiği için yemin vererek sordum." (Müslim)

Ashâb-ı kiram'dan Şeddad bin Evs -radiyallahu anh- ile Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber bulunuyorduk; "Aranızda garip yani ehl-i kitap var mı?" diye sordu. "Hayır!" dedik. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti ve "Lâ ilâhe illâllah deyiniz." buyurdu. Bir saat kadar birlikte "Lâ ilâhe illâllah" dedik.

Resulullah Aleyhisselâm sonra da:

"Allah'a hamdolsun, Sen beni kelime-i Tevhid'le gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de bana bunun üzerine vaat ettin, şüphesiz ki Sen vaadinden dönmezsin." diyerek duâ etti ve buyurdu ki:

"Müjdeler olsun, Allah Azze ve Celle sizi mağfiret etti." (Ahmed bin Hanbel)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.131 Duâ (1)

Previous topicNext topic
Duâ (1)

İSLÂM İLMİHALİ

Duâ (1)

 

Eylül 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 42

 

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde:

"Bana duâ edin, duânıza icâbet edeyim." (Mümin: 60)

"Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim." (Bakara: 186)

"De ki: Duâ ve ilticânız olmasaydı Rabb'im size değer verir miydi?" buyuruyor. (Furkan: 77)

Duâ; kulun aczini itiraf etmesi, Hazret-i Allah'a muhtaç olduğunu bilmesi, tazarru ve niyaz ile lütuf ve kereminden hayır ve rahmet dilemesi, dergâhına yüz tutup ihtiyaçlarını yalnız O'na arzetmesidir.

Namaz, oruç ve diğer ibadetler değerindedir. Hatta ibadetlerin özüdür. İlâhî rahmetin celbine ve belâların reddine sebep olurlar.

Kul ne için duâ edeceğini, kime ve kimin karşısında duâ ettiğini iyice düşünmeli, Hakk'ın huzurunda olduğunu daima hatırında tutmalı, kendi acziyetini göstermek için gereken her şeyi yapmalı; O'nun kudret ve azametini düşünüp, mahcubiyet, tezellül ve inkisar içinde duâ etmelidir.

Duâ demek Hakk'ın kapısını çalmak demektir, sadece dil alışkanlığı halinde bazı sözleri tekrarlayıp durmak demek değildir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz özlü duâları severdi.

Duâ esnasında Allah'tan gayrı hiçbir şeye itimat etmeyerek tam bir teveccühle, sıdk ve sadakatle boyun bükmelidir.

Duâ tedbire mâni değildir. Her hususta tedbirini almakla beraber, yine de duâ etmek zarureti vardır. Hatta tedbire başvururken, bunların faydalı olması için duâ etmek lâzımdır. Duâsız tedbirin faydası yoktur.

Her duâ Cenâb-ı Hakk'ın indinde muhafaza edilir. Ahireti için duâ eden kimse, elbette karşılığını âhirette görecektir. Duânın hayırlısı Hazret-i Allah'tan mağfiret dilemektir.

Duâ ve niyaz, peygamberlerin, velilerin ve kâmil insanların yoludur.

Duânın kabûlünde, âdâp ve şartlarına riâyet etmek lâzımdır. En mühim şart helâl lokma yemek ve bütün himmetini Allah'a bağlamaktır.

Varsa, hak sahipleri ile helâllaşmak, duâdan önce sadaka vermek de duânın kabulü için gereklidir.

Duâ ederken abdestli bulunmak, kıbleye müteveccih olarak diz çökmek, ısrarla azimle Hazret-i Allah'a yalvarmak, duânın başında ve sonunda Salât-ü selâm getirmek, Enbiyâ ve Evliyâ'ya tevessül etmek lâzımdır...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.132 Duâ (2)

Previous topicNext topic
Duâ (2)

İSLÂM İLMİHALİ

Duâ (2)

 

Ekim 2019
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 44

 

 

Duâ etmek için şerefli vakitler gözetilmelidir.

Ramazan, Arefe, Bayram, Cuma günlerinde ve hususiyetle seher vakitlerinde huzurla yapılan duâlar çok kıymetlidir. (Eşref saatinin Cuma günü ikindi-akşam arası olması ihtimali vardır.) Ezan ile kâmet arasında, secdede, oruçlu iken, iftar açarken, kalbler rikkate geldiği, tüyler ürperdiği zamanlar, sıkıntılı anlarda, hastalıklı günlerde, Allah korkusu ile gözyaşı dökerken, yağmur yağarken, rüzgâr eserken, düşmanla karşılaşıldığı, harbin kızıştığı, Kâbe-i muazzama'nın görüldüğü, namaza durulacağı zaman, namazların sonunda, evinden ve ailesinden uzakta bulunduğu sırada, Çarşamba günleri öğle ile ikindi arası, Kur'ân-ı kerim hatminden sonra yapılan duâların, misafirin ev sahibine, babanın evlâdına, din kardeşlerinin birbirleri için yaptıkları duâların ve ayrıca gâzilerin, mazlumun, ulemâ ve sulehanın, yetimlerin, hastaların, ana-babalarını râzı eden evlâtların, kocasına itaat eden sâliha hanımların, haccdan yeni dönmüş olanların yaptıkları duâların reddolunmayacağını Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde haber vermektedir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Duâ ve tazarru zamanında ziyâde ilhâh ve ısrâr edenleri Cenâb-ı Hakk sever." (Camiû's-sağir)

"Eğer bir kul Cenâb-ı Hakk'tan bir şey istirhâm eyler de arzusuna nâil olmazsa Cenâb-ı Allah onun için bir sevâb yazar." (Camiu's-sağir)

"Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür." (İbn-i Mâce)

"Din kardeşi hakkında gıyâbî olarak yapılan duâ dergâh-ı icâbetten geri çevrilmez." (Ebû Dâvud)

"Nimete ermişlerin nimeti verenler hakkındaki hayır duâsı reddolunmaz." (Camiu's-sağir)

"Ezân ile ikâmet arasında okunan duâ kabûl edilir, o esnâda duâ ediniz." (Tirmizî)

"Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz'le ehl-i beyt'ine salât-ü selâm okunmadıkça okunan duâ kabul makamına vâsıl olamaz." (Camiu's-sağir)

"Cenâb-ı Allah buyurur ki: Bir kul, ellerini kaldırıp benden taleb etmezse ona gadab ederim. (Zîra bu hâl ya gafletinden veyahut kibrinden ileri gelir.)" (Münâvî)

"Kaçınmak, kaderi def edemez. Lâkin sâlih kulların duâsı inmiş ve inecek olan belâ ve musîbeti ortadan kaldırmaya vesîle olur. Öyle olunca, ey Allah'ın kulları duâ ediniz." (Ahmed bin Hanbel)

"Kur'an-ı Azîmüşşân her ne vakit hatmolunursa akabinde okunan bir duâ kabûle lâyık olur." (Camiu's-sağir)

"Bir kimsenin sevgilisi aleyhinde olan duâsının kabul buyurulmamasını Cenâb-ı Hakk'tan istirhâm eyledim." (Münâvî)

"Bir farz namazını huşû ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vâki olacak duâsı kabûl olunur." (Münâvî)

"Mazlumun duâsından sakınınız. Zîrâ hızlılıkta şimşek gibi kabul olunma makamına yükselir." (Camiu's-sağir)

"Mazlumun duâsı makbûldür, velev günâhkâr olsun." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

10.133 Salâvât-ı Şerif'e

Previous topicNext topic
Salâvât-ı Şerif'e


İSLAM İLMİHALİ

Salâvât-ı Şerif'e

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve gönülden teslim olun." buyuruyor. (Ahzâb: 56)

Binaenaleyh Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in İsm-i şerif'leri anılınca; "Allahümme salli ala seyyidina Muhammed" diye salâvât-ı şerife getirmek her müminin üzerine vâcibdir, bundan fazlasını söylemek sünnettir.

Salâvât-ı şerife vesilesiyle birçok ecre nâil olacağımız muhakkaktır. Zira Cenâb-ı Hakk'ın emrettiği şeyi işlemekte elbette sevap vardır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Cenâb-ı Allah'a, O'nun râzı olduğu halde kavuşmak isteyenler bana çokça salâvât göndersinler." buyuruyorlar. (Münâvi)

Bir kimseyi çok anan, onu çok seviyor demektir. Kişi her zaman sevdiği ile beraber olur.

Hadis-i şerif'te:

"Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, üzerime çok salât gönderendir." buyuruluyor. (Tirmizî)

Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Bir şeyi talep edip de hâsıl olmasından güçlük ve sıkıntı çeken kimse, bana çokça salât-ü selâm göndersin. Gerçekten salât-ü selâm sıkıntıların giderilmesinde, rızıkların çoğalmasında ve müşkillerin halledilmesinde yegâne vesiledir." (Nevadir-ül usûl)

"Bir kimse nezdinde ismim zikrolunduğu halde, bana salât-ü selâm göndersin. Şüphesiz bana bir kere salât gönderenlere Cenâb-ı Allah on defa rahmet eder." (Camiu's-sağir)

"Efdâl-i Kâinât Efendimiz'e salât-ü selâm göndermek köle âzad etmekten efdâldir." (Münâvi)

"Bana salât gönderenlere Cenâb-ı Hakk sırat köprüsü üzerinde bir nûr ihsân eder. Ehl-i nûr ise ehl-i nârdan olmayacağı açıktır." (Nevadir-ül usûl)

"Sizden cennette en ziyâde hûri kazanan kimse bana çokça salât-ü selâm gönderenlerdir." (Münâvî)

"Bir kere bana salât gönderenlere Cenâb-ı Allah on defa rahmet eder." (Ebu Dâvud)

"Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on defa rahmet eder. On hatasını siler, on derecesini yükseltir." (Nesâi)

Salât-ü selâm her zaman getirilebilir. Kerahat vakitlerinde bile okunmasında mahzur yoktur. Bilhassa Cuma gecesinde ve gündüzünde salâvât-ı şerif okumakla fazla meşgul olmalıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde benim üzerime çok salâvât getirin. Zira sizin salât ve selâmlarınız bana arz olunur." buyurdu.

Ashâb-ı kiram -radiyallahu anh-:

"Yâ Resulellah! Getirdiğimiz salâvât size nasıl arz olunur, halbuki siz çürümüş bulunacaksınız." dediklerinde, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap verdiler:

"Allah-u Teâlâ peygamberlerinin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır." (Ebu Dâvud)

[TOP]

10.134 Salâvât-ı Şerif'e (2)

Previous topicNext topic
Salâvât-ı Şerif'e (2)

İSLAM İLMİHALİ

Salâvât-ı Şerif'e (2)

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edildiğine göre Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere çıkıp "Âmin, âmin, âmin..." buyurdular.

"Yâ Resulellah! Bunu neden yaptın?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdiler:

"Cibril bana şöyle dedi: Anası babası yanında ihtiyarladığı halde onlara yaptığı evlâtlık sayesinde cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün. Ben âmin dedim. Sonra Cibril Ramazan ayına erdiği halde kendisini af ettirmeye muvaffak olamadan bu ayı çıkaran kimsenin burnu yerlerde sürünsün, dedi. Ben de âmin dedim. Sonra şöyle dedi: Yanında anıldığım halde bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün. Ben de âmin dedim." (Müslim)

Ashâb-ı kiram -radiyallahu anh-dan bir zât "Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ bize senin üzerine Salât-ü selâm göndermemizi emir buyurdu. Size nasıl Salât-ü selâm getirelim?" diye sordu. Bunun üzerine bir müddet sükut etti. Orada bulunanlar bu sükutun uzamasından dolayı "Keşke sormasa idi." diye temenni ettiler. Daha sonra Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Salli-Bârik duâlarının okunmasını söylediler. (Müslim)

Salât-ü selâm getirmeyenler hakkında da Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Şüphesiz insanların en ziyâde cimrisi ismimi işitip de bana Salât-ü selâm göndermeyen kimsedir." (Tirmizî)

"Bir kimse ismimi işitir de bana Salât-ü selâm getirmezse bana cefâ etmiş olur." (Câmiu's-sağir)

"Bir kimse indinde ismim zikrolunur da bana Salât-ü selâm göndermezse o kimse şakidir." (Münâvî)

"Bana salâvât vermeyi unutan kimse cennetin yolunu şaşırır." (İbn-i Mâce)

 

Beliğ Bir Salâvât-ı Şerif'e:

Allah'ım! Peygamber'in Muhammed'e salât kıl. Seçkin kullarının ettiği salâvât adedince, salâvât getirmeyen şerliler adedince, yağmurların damlaları adedince, ağaçların yaprakları adedince, seherlerde istiğfar edenlerin nefesleri adedince, haşr ve karar gününe kadar olmuş ve olacaklar adedince ona salât kıl! Gece ve gündüzler birbirini takip ettikçe ona salât kıl! Melevan değiştikçe, Asaran birbirini takip ettikçe, Cedidan tekrar kılındıkça, Ferkadan karşılaştıkça, denizlerin dalgaları adedince, toprak ve taşların adedince, tahiyye ve selâmlarımızı onun ruhuna ve Ehl-i beyt'inin ervahına tebliğ kıl Allah'ım ve cümle nebi ve resullere, hamd, âlemlerin Rabb'ine has, Allah'ım! Muhammed'e ve âlâ Muhammed'e her zerrenin binlerce bin adediyle salât kıl, Allah'ım! Peygamber'in Muhammed'e, âline ashâbına salât ve selâm kıl, Ey Subbuh, Ey Kuddus! Rabb'imiz, melâike ve ruhun Rabb'i olan, yâ Rabb'i! Mağfiret et, merhamet et, bende bildiğin kötülüklerle cezalandırma, affeyle. Sen en aziz, en kerimsin.