NAMAZ HAKKINDA HERŞEY

Listeden Seçiniz

1. ANASAYFA
2. Namaz Hakkında Herşey
11. NAMAZ HAKKINDA HERŞEY
    11.1 Sesli Dinle
    11.2 İSLAM’IN TEMEL ESASLARI
        11.2.1 İSLÂM
        11.2.2 İman ve İslâm
        11.2.3 KELİME-İ ŞEHÂDET
        11.2.4 Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
        11.2.5 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
        11.2.6 İBADET
        11.2.7 İbadetlerde İhlâs
        11.2.8 EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN
        11.2.9 FARZ
        11.2.10 VÂCİP
        11.2.11 SÜNNET
        11.2.12 MÜSTEHAB
        11.2.13 MUBAH
        11.2.14 HARAM
        11.2.15 MEKRUH
        11.2.16 MÜFSİD
        11.2.17 New Topic
    11.3 DUÂ ve NİYAZ
    11.4 DİNİN DİREĞİ NAMAZ
    11.5 İLÂHİ EMİR-NAMAZ ve ZEKÂT
    11.6 Amellerin En Efdâlî Namaz Kılmaktır
    11.7 Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
    11.8 DİNDE KOLAYLIK
    11.9 TAHARET (TEMİZLİK)
        11.9.1 Abdest Nasıl Alınır Resimli Anlatım
        11.9.2 ABDEST
        11.9.3 Abdestin Vücubunun Şartları
        11.9.4 Abdestin Sünnetleri
        11.9.5 Abdestin Âdâbı (Müstehapları)
        11.9.6 Abdestin Mekruhları
        11.9.7 Abdestin Alınışı
        11.9.8 Abdesti Bozan Şeyler
        11.9.9 Özürlülerin Abdesti
        11.9.10 Misvak
        11.9.11 Abdest Duaları
        11.9.12 İstibrâ ve İstinca
        11.9.13 Tuvalet Âdâbı
        11.9.14 Meshetmek
        11.9.15 GUSÜL
        11.9.16 Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı
        11.9.17 Gusül ile İlgili Meseleler
        11.9.18 TEYEMMÜM
        11.9.19 Teyemmümün Alınışı
        11.9.20 Sular-Kuyular Necasetler ve Temizlenme Yolları
        11.9.21 NECASETLER VETEMİZLEME YOLLARI
        11.9.22 ABDEST KELİMESİ GEÇEN KÜTÜBİ SİTTEDEKİ HADİSLER
    11.10 NAMAZ
        11.10.1 NAMAZ VAKİTLERİ
        11.10.2 EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET
        11.10.3 Ezan ve İkâmete Âit Hükümler
        11.10.4 NAMAZIN KILINIŞI
            11.10.4.1 Kıyam-Rukü-Secde... Resimli Anlatım - İslami Konular
            11.10.4.2 Namazın Rükunleri
            11.10.4.3 Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim
            11.10.4.4 SABAH NAMAZI
            11.10.4.5 ÖĞLE NAMAZI
            11.10.4.6 İKİNDİ NAMAZI
            11.10.4.7 AKŞAM NAMAZI
            11.10.4.8 YATSI NAMAZI
        11.10.5 BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI
            11.10.5.1 BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI
            11.10.5.2 Sabah Namazı
            11.10.5.3 Öğle Namazı
            11.10.5.4 İkindi Namazı
            11.10.5.5 Akşam Namazı
            11.10.5.6 Yatsı Namazı
            11.10.5.7 Vitir Namazı
            11.10.5.8 Cuma Namazı
            11.10.5.9 Namaz Vakitlerinin Başlangıç ve Sonları-Hadis-i Şerif ile Belirlenmiştir
            11.10.5.10 ''Namaz üç vakittir.'' Diyenlere Sorun:
        11.10.6 FÂTİHA SÛRE-İ ŞERİF'İ
        11.10.7 ÂYETÜ’L-KÜRSÎ
        11.10.8 Namaz Sûreleri
        11.10.9 Namazda Okunan Tesbih,Dua Anlamları
        11.10.10 Namazda Okunan Duâlar
        11.10.11 Namazdan Sonra Okunacak Tesbihler
        11.10.12 NAMAZDA BÂTINİ ve ZÂHİRİ HUŞU
        11.10.13 Bâtınî Huşu
        11.10.14 Zâhirî Huşu
        11.10.15 NAMAZIN FARZLARI
        11.10.16 NAMAZIN VÂCİPLERİ
        11.10.17 NAMAZIN SÜNNETLERİ
        11.10.18 NAMAZIN ÂDÂBI(MÜSTEHABLARI)
        11.10.19 Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler
        11.10.20 Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)
        11.10.21 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,Sütre ve Namazda Tâdil-i Erkân
        11.10.22 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak
        11.10.23 Sütre
        11.10.24 Namazda Tâdil-i Erkân:
        11.10.25 Kadınların Namaz Kılma Şekli ve Sehiv Secdesi
        11.10.26 Sehiv (Yanılma) Secdesi:
        11.10.27 Tilâvet Secdesi
        11.10.28 Şükür Secdesi
        11.10.29 Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
        11.10.30 Sünnet Namazların Faziletleri
        11.10.31 CEMAATLE NAMAZ
            11.10.31.1 Cemaatle Namaz
            11.10.31.2 İmam ve Cemaat
            11.10.31.3 Safların Düzeni
            11.10.31.4 69-İmama Uyan Cemaatin Durumu
            11.10.31.5 70-Cemaate Gitmemeyi Mübah Kılan Özürler
            11.10.31.6 71- Farz Namaza Yetişmek
            11.10.31.7 72-Mescidler
            11.10.31.8 73-Cuma Günü ve Cuma Namazı
            11.10.31.9 74-Cumanın Bir Müslümana Farz Olmasının Şartları Şunlardır
            11.10.31.10 75-Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır
            11.10.31.11 76-Hutbe
            11.10.31.12 77-Cuma Namazı
            11.10.31.13 Bayram Namazları
            11.10.31.14 12-Teravih Namazı
            11.10.31.15 87-Seferîlik (Yolculuk)
            11.10.31.16 78-Hastanın Namazı
            11.10.31.17 79-Geçmiş Namazların Kazası
            11.10.31.18 80-Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler
        11.10.32 NAFİLE NAMAZLAR
            11.10.32.1 15-Abdest ve Gusül Namazı
            11.10.32.2 81-TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI
            11.10.32.3 16-İşrak Namazı
            11.10.32.4 17-Duha (Kuşluk) Namazı
            11.10.32.5 18-Evvâbin Namazı
            11.10.32.6 19-Hıfz-ı İman, Hıfz-u Himâye Namazı
            11.10.32.7 20-Teheccüd Namazı
            11.10.32.8 21-Tesbih Namazı
            11.10.32.9 83-İSTİHÂRE NAMAZI
            11.10.32.10 84-HÂCET NAMAZI
            11.10.32.11 85-TEVBE NAMAZI
            11.10.32.12 86-YOLCULUK NAMAZI
        11.10.33 Namaz Nasıl Kılınır
            11.10.33.1 MÜMİNİN MİRACI NAMAZ
            11.10.33.2 Namaz İle Hazret-i Allah'ın Huzurunda Olduğu Bilinmelidir
            11.10.33.3 32-Namaz Nasıl Kılınır
            11.10.33.4 33-Hazret-i Allah'ın Karşısında, O'nunla Namaz Kılmak
            11.10.33.5 34-Kâbe'nin Karşısında Namaz Kılmak
            11.10.33.6 35-Kâbe'ye Müteveccih Namaz Kılmak
        11.10.34 25-MÂNEVİ HAKİKATLER
            11.10.34.1 25-MÂNEVİ HAKİKATLER
            11.10.34.2 26-İbadet Ediyorum! Zannına Kapılma!
            11.10.34.3 27-Emre İtaat
            11.10.34.4 28-Üç Mühim Emir
            11.10.34.5 29-İman ve Sâlih Amel
            11.10.34.6 30-Eriyebilmek

[TOP]

11. NAMAZ HAKKINDA HERŞEY

Previous topicNext topic
Help >
NAMAZ HAKKINDA HERŞEY

[TOP]

11.1 Sesli Dinle

Previous topicNext topic
Sesli Dinle
&lot
  • 1-İbadet
  • 2-Namaz_İle_Hazret-iah'ın_Huzurunda_Olduğu_Bilinmelidir
  • 3-Amellerin En Efdâlî Namaz Kılmaktır
  • 4-BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI
  • 5-Sabah_Namazı
  • 6-Öğle Namazı
  • 7-İkindi Namazı
  • 8-Akşam Namazı
  • 9-Yatsı Namazı
  • 10-Vitir Namazı
  • 11-Cuma_Namazı
  • 12-Teravih_Namazı
  • 13-Namaz Vakitlerinin Başlangıç ve Sonları-Hadis-i Şerif ile Belirlenmiştir
  • 14-Kadınların Namaz Kılma Şekli ve Sehiv Secdesi
  • 15-Abdest_ve_Gusül_Namazı
  • 16-İşrak Namazı
  • 17-Duha (Kuşluk) Namazı
  • 18-Evvâbin Namazı
  • 19-Hıfz-ı İman, Hıfz-u Himâye Namazı
  • 20-Teheccüd Namazı
  • 21-Tesbih Namazı
  • 22-NAMAZDA BÂTINİ ve ZÂHİRİ HUŞU
  • 23-Bâtınî Huşu
  • 24-Zâhirî Huşu
  • 25-MÂNEVİ HAKİKATLER
  • 26-İbadet Ediyorum! Zannına Kapılma!
  • 27-Emre İtaat
  • 28-Üç Mühim Emir
  • 29-İman ve Sâlih Amel
  • 30-Eriyebilmek
  • 31-MÜMİNİN MİRACI NAMAZ
  • 32-Namaz Nasıl Kılınır
  • 33-Hazret-i Allah'ın Karşısında, O'nunla Namaz Kılmak
  • 34-Kâbe'nin Karşısında Namaz Kılmak
  • 35-Kâbe'ye Müteveccih Namaz Kılmak
  • 36-İLÂHİ EMİR-NAMAZ ve ZEKÂT
  • 37-NAMAZIN FARZLARI
  • 38-NAMAZIN VÂCİPLERİ
  • 39-EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET
  • 40-Ezan ve İkâmete Âit Hükümler
  • 41-Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim
  • 42-SABAH NAMAZI
  • 43-ÖĞLE NAMAZI
  • 44-İKİNDİ NAMAZI
  • 45-AKŞAM NAMAZI
  • 46-YATSI NAMAZI
  • 47-NAMAZ VAKİTLERİ
  • 48-Mükellef_Kime_Denir
  • 49-Ef'âl-i Mükellefin Ne Demektir
  • 50-FARZ
  • 51-VÂCİP
  • 52-SÜNNET
  • 53-MÜSTEHAB
  • 54-MUBAH
  • 55-HARAM
  • 56-MEKRUH
  • 57-MÜFSİD
  • 58-NAMAZIN SÜNNETLERİ
  • 59-NAMAZIN ÂDÂBI(MÜSTEHABLARI)
  • 60-Namazda_İşlenmesi_Mekruh_Olan_Şeyler
  • 61-Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)
  • 62-Tilâvet_Secdesi
  • 63-Şükür Secdesi
  • 64-Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
  • 65-Sünnet_Namazların_Faziletleri
  • 66-Cemaatle Namaz
  • 67-İmam_ve_Cemaat
  • 68-Safların Düzeni
  • 69-İmama_Uyan_Cemaatin_Durumu
  • 71-_Farz_Namaza_Yetişmek
  • 72-Mescidler
  • 73-Cuma Günü ve Cuma Namazı
  • 75-Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır
  • 76-Hutbe
  • 77-Cuma_Namazı
  • 78-Hastanın Namazı
  • 79-Geçmiş Namazların Kazası
  • 80-Namaz_Kılmanın_Mekruh_Olduğu_Vakitler
  • 81-TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI
  • 82-TESBİH NAMAZI
  • 83-İSTİHÂRE NAMAZI
  • 84-HÂCET NAMAZI
  • 85-TEVBE NAMAZI
  • 86-YOLCULUK NAMAZI
  • 87-Seferîlik (Yolculuk)
  • 88-Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
  • 89-ABDEST
  • 90-Abdestin Vücubunun Şartları
  • 91-Abdestin_Sünnetleri
  • 92-Abdestin Âdâbı (Müstehapları)
  • 93-Abdestin_Mekruhları
  • 94-Abdestin Alınışı
  • 95-Abdesti_Bozan_Şeyler
  • 96-Özürlülerin Abdesti
  • 97-Misvak
  • 98-Sular-Kuyular_Necasetler_ve_Temizlenme_Yolları
  • 99-NECASETLER_VETEMİZLEME_YOLLARI
  • 100-Meshetmek
  • 101-GUSÜL
  • 102-Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı
  • 103-Gusül ile İlgili Meseleler
  • 104-TEYEMMÜM
  • 105-Teyemmümün Alınışı
  • 106-İstibrâ ve İstinca
  • 107-Tuvalet Âdâbı
  • 108-Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak
  • 109-Sütre
  • 110-Namazda Tâdil-i Erkân

[TOP]

11.2 İSLAM’IN TEMEL ESASLARI

Previous topicNext topic
İSLAM’IN TEMEL ESASLARI

[TOP]

11.2.1 İSLÂM

Previous topicNext topic
İSLÂM
 

İSLÂM İLMİHALİ

İSLÂM

 

İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Musâ Aleyhisselâm'a indirilen İslâm, Hazret-i Nuh Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'a gönderilen İslâm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Muhammed Aleyhisselâm gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyuruyor. (Mâide: 3)

Artık İslâm'dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)

Çağlar boyunca insanlığın maddî mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir.

İslâm dururken eski dinlere uymak, gündüz gökte yıldız aramak gibidir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)

"Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O'na teslim olmuşlardır, nihayet de O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i imrân: 83)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)

"Aranızda dininden dönüp kâfir olarak ölen olursa, onların bütün yaptıkları dünyada da âhirette de boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, orada ebedi kalacaklardır." (Bakara: 217)

Allah-u Teâlâ kendi peygamberine ve dinine yardımını değişik biçimlerde, değişik tezahürlerle sürdürecektir. İslâmiyet kıyamete kadar pâyidar olacaktır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır." (Saf: 8)

"Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen Allah'tır. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar." (Tevbe: 33)

İslâm dini'nin diğer dinlerden üstün olması sadece Asr-ı saâdet'e mahsus olmayıp, kıyamete kadar bu hüküm bâkidir.

Hâlen de hak dini bütün dinlere üstündür ve bütün dinlere hâkimdir.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şâhid olarak Allah yeter." (Fetih: 28)

Her zaman ve mekânda İslâm'ın geleceği gece değil gündüzdür, sönük değil parlaktır.

Ara sıra basan gece zulmetleri, İslâm'ı dinlendirip tekrar uyandırmak içindir.

Âyet-i kerime'sinde buyuruyor:

"Allah içinizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl yeryüzüne hükümran kıldıysa, onları da yeryüzüne hükümran kılacak.

Ve onlar için seçip beğendiği dinlerini kuvvetlendirecek, korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra muhakkak emniyete kavuşturacak.

Öyle ki, bana ibâdet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak koşmasınlar.

Kim de bundan sonra inkâr eder, nankörlük ederse, işte onlar yoldan çıkmış olanlardır." (Nûr: 55)

[TOP]

11.2.2 İman ve İslâm

Previous topicNext topic
İman ve İslâm
 

İSLÂM İLMİHALİ

İman ve İslâm

 

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayete göre, şöyle buyurmuştur:

Günün birinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurunda bulunduğumuz sırada aniden bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı, üzerinde hiçbir yolculuk eseri görülmüyordu. Hiçbirimiz onu tanımıyorduk.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı, ellerini iki dizinin üzerine koydu ve "Yâ Muhammed! İslâm nedir, bana söyle!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resul'ü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün yeterse Beytullah'a haccetmendir." buyurdu.

O yabancı adam "Doğru söylüyorsun!" dedi. "Hem soruyor hem de tasdik ediyor" diye hayret ettik.

Sonra "İman nedir, bana söyle!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm da:

"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmandır." buyurdu.

O adam yine "Doğru söylüyorsun!" dedi. Devamla "İhsan nedir?" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm:

"İhsan, Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu göremiyorsan da O seni görüyor." buyurdu.

O yine "Doğru söylüyorsun!" dedi. Sonra "Kıyametin ne zaman kopacağını bana haber ver!" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm "Bu hususta kendisine sorulan kimse, sorandan daha bilgili değildir." buyurdu.

"O halde bana alâmetlerinden haber ver!" deyince Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"Cariyenin efendisini doğurması, yalın ayak, üstü çıplak ve fakir koyun çobanlarının yüksek binalar yapmakta birbirleriyle yarışmalarıdır."

Sonra o yabancı kimse çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Sonra Resulullah Aleyhisselâm bana "Yâ Ömer! Sual soran bu zâtın kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. "Allah ve Resul'ü bilir." dedim.

Buyurdu ki:

"O Cebrâil Aleyhisselâm idi. Size dininizi öğretmeye geldi." (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Kul hakkı müstesna olduğu halde İslâm dini, küfür zamanındaki günahı yok eder." (Ahmed bin Hanbel)

 

İMAN

İman mutlak tasdiktir. Söylenen sözü kendi isteği ile kabullenmek, gönülden benimsemek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten inanmak, teslim olmak, karşıdakine güven vermek demektir.

İslâm dinine göre ise; Allah-u Teâlâ'nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın O'nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.

İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas "Kelime-i Şehâdet" de toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet'i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye "inanmış" mânâsına gelen "Mümin" adı verilir.

İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime'sinde:

"Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin." buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)

Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:

"Bedevîler iman ettik dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bari müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi." (Hucurât: 14)

Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.

Allah-u Teâlâ'nın kendilerinden, kendilerinin de Allah-u Teâlâ'dan hoşnut olduğu kimseler hakkında ise şöyle buyuruluyor:

"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." (Mücâdele: 22)

"Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyânı ise çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." (Hucurât: 7)

İşte İslâm dinine göre iman; şehâdet kelimesinde ifade edilen, Hazret-i Allah'a ve Resul'ü Muhammed Aleyhisselâm'a imanla başlar, imanın altı esası olan "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere" kesin olarak inanmakla tam ifadesini bulur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"İman-ı kâmil, kalb ile mârifet, lisan ile ikrar, cevârih ve âzâ ile amel eylemekten ibârettir." (İbn-i Mâce)

"İmân-ı kâmil haramdan, tama'dan uzaktır." (Münâvî)

"İmân ile amel birbirinden ayrılmayan iki arkadaştır. Binâenaleyh iman amelsiz, amel imansız bir işe yaramaz." (Câmiu's-sağir)

"İman ne temenni ve arzu ile ve ne de zâhirde kendini sözle, ne fiilen evliyâullah'a benzetmekle olur. Lâkin müminin imanı öyle bir şeydir ki kalbinde yer tutmuş ola ve ibâdeti de onu tasdik ede." (Camiu's-sağir)

"İman söz ve ameldir. Zâid ve nakıs olabilir, artıp eksilebilir." (Buhârî)

Yani herkesin imanı amel ve ibâdeti nispetindedir.

"Cenâb-ı Allah amelsiz imanı ve imansız ameli kabul buyurmaz." (Münâvî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.2.3 KELİME-İ ŞEHÂDET

Previous topicNext topic
KELİME-İ ŞEHÂDET

 

KELİME-İ ŞEHÂDET

Kelime-i şehâdet müslümanlığın hem temel esaslarından birincisi hem de kapısıdır.

Müslüman olmanın ilk şartı iman etmektir. İman etmek için de önce Kelime-i şehâdet getirmelidir:

"Şüphesiz şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, yine şehâdet ederim ki Muhammed Aleyhisselâm Allah'ın kulu ve peygamberidir."

Bir kimse Kelime-i şehâdet'i gönülden ve inanarak söylerse bir anda kâfir iken müslüman olur. Allah-u Teâlâ'nın gadabına müstehak iken, rahmet ve merhametine nâil olur. Müslümanlık dairesine bu kapıdan girilir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çok mühim olduğu için Kelime-i şehâdet'i İslâm'ın birinci şartı olarak bildirmiştir.

Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, O'ndan başka ilâh bulunmadığına şehâdet edildikten sonra; Muhammed Aleyhisselâm'ın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet edilmektedir.

Allah-u Teâlâ ona inanmayı, imanın iki rüknünden birisi yaptı. Adını adı ile beraber andı. Fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini, yüceler yücesindeki değerini açık bir şekilde beşeriyete ilân etti. Onu yüceltmek için kendi isminden pay ayırdı. Kendisine mahsus "Aziz", "Rauf", "Rahim" isimlerini ona da atfetti. Âlemlere rahmet olarak gönderdi. O bir hidayet nûrudur, Hazret-i Allah'a varan hedefe onun yolundan gidilir. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Allah'ı Rabb, İslâm'ı din, Muhammed'i peygamber tanıyan kimse, imanın tadını tatmıştır." (Müslim)

Sahabe-i kiram'dan Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- Hazretleri ölüm döşeğinde iken ziyarete gelenlere:

"Yemin ederim ki, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-den ne duymuşsam hepsini size haber verdim. Yalnız bir rivâyetim var, bende çok zaman kaldı. Belki de bende tamamen kalma tehlikesi vardır. Onu da bugün size haber vereyim." buyurduktan sonra şu Hadis-i şerif'i naklettiler:

"Kim ki Kelime-i Şehâdet'i getirirse, Allah-u Teâlâ ona cehennem ateşini haram kılar." (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'te:

"Her kim Cenâb-ı Hakk'ın birliğine şehâdet ederse cennete dâhil olur." buyurulmaktadır. (Münavî)

Velev ki günahı nispetinde bir zaman azab görsün.

Enes -radiyallahu anh- şöyle buyururlar:

Muaz İbn-i Cebel deve üstünde Resullullah Aleyhisselâm'ın terkisinde idi. "Yâ Muaz!" buyurdu. "Lebbeyk yâ Resulellah!" diye cevap verdi. Bu durum üç kere tekerrür etti. Devamla buyurdular ki:

"Hiç kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resul'ü olduğuna şehadet etsin de Allah onu cehenneme haram kılmasın."

Muaz: "Yâ Resulellah! Müjdelenip sevinmeleri için bunu insanlara haber vereyim mi?" dedi. "Hayır, söyleme, sonra buna güvenirler." buyurdu. Fakat Muaz günahtan sıyrılmak için, vefatına yakın haber verdi. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 105)

"Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.

Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır bulunan kimse cehennemden çıkacaktır.

Allah'tan başka ilâh yoktur deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (iman) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 41)

"Bir kimse hulûs-ı kalb ile kelime-i tevhidi söylerse cennete dahil olur." (Tirmizî)

Yani günahı nispetinde azab görse bile, nihayet afv olunur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:

"Allah-u Teâlâ kıyamet günü bir kimseyi hesaba çekmek için herkesin önünde ayırır ve günahla dolu doksan dokuz defterini ortaya koyar. Her bir defterin büyüklüğü gözün uzanabileceği mesafe kadardır.

Allah-u Teâlâ 'Bu günahlardan kabul etmediğin ve meleklerin sana fazla yazdığı hususunda bir diyeceğin var mı?' diye sorar. Kul 'Hayır yâ Rabb'i!' der. Allah-u Teâlâ 'Bunlara karşı her hangi bir mazeretin var mı?' buyurur. O kimse de 'Hayır yâ Rabb'i!' diye cevap verir.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ 'Senin zannettiğin gibi değil. Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Bugün sana haksızlık yapılmayacaktır.' buyurur. Sonra, içinde:

"'Allah'tan başka ilâh olmadığına Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in O'nun kulu ve Resul'ü olduğuna şehâdet ederim.' Cümlesi yazılı küçük bir kâğıt parçasını çıkarır ve 'Gel kendi tartında bulun!' buyurur.

Kâğıdı gören kimse 'Yâ Rabb'i! Şu doksandokuz defterin karşısında bu kâğıdın ne kıymeti olur?' der. Allah-u Teâlâ 'Sana hiçbir haksızlık yapılmayacaktır.' buyurur ve defterler terazinin bir kefesine, Kelime-i şehâdet yazılı kâğıt da diğer kefesine konur. Şehâdet-i Celile'yi ihtiva eden kâğıt doksan dokuz defterden ağır gelir.

Hiçbir şey Allah Lâfza-i Celâl'inden daha ağır gelemez." (Tirmizî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.2.4 Allah-u Teâlâ'ya İnanmak

Previous topicNext topic
Allah-u Teâlâ'ya İnanmak
 

İSLÂM İLMİHALİ

Allah-u Teâlâ'ya İnanmak

 

Büluğ çağına eren akıllı her insanın, Allah-u Teâlâ'nın varlığına ve birliğine iman etmesi farzdır. Dini tebliğden haberi olmayan insanlar bile, O'nun varlığını ve birliğini akılları ile bulmakla mükelleftirler. Çünkü Allah-u Teâlâ insanları, kendisini bulacak ve inanacak bir kabiliyette yaratmıştır, bu inanç insanın fıtratında vardır.

Allah-u Teâlâ'yı inkâr edenlerin bile, başları dara geldiği zaman yine Allah-u Teâlâ'ya yöneldikleri görülmektedir.

Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Gemiye bindikleri zaman dini yalnız O'na has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat kendilerini karaya çıkararak kurtarınca, bir bakarsın ki hemen şirke koşarlar." (Ankebut: 65)

• Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, hakkı haksızlıktan ayırabilecek bir istidatta yaratılan insan, o büyük iman hakikatını da bulabilecek kabiliyettedir. Çünkü güzelde, iyide hep O vardır ve yaratılışın gayesi de zaten O'dur.

İman ve ibadet etme gücünde yaratılan insanoğlu, Allah-u Teâlâ'nın rahmetinin muktezası olarak da Peygamberler vasıtası ile takviye edilmişlerdir. Dini hükümleri bilebilmek için ilâhi hitaba ihtiyaç vardır.

• Zerreden kürreye kadar kâinatta her şey Allah-u Teâlâ'nın varlığına şehâdet etmektedir.

Âyet-i kerime'de:

"De ki: Göklerde ve yerde neler var, baksanıza!" buyuruluyor. (Yunus: 101)

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Onlar üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, donatmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yok!

Yeryüzünü de döşedik ve oraya sâbit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden çift çift bitirdik.

Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (Bunları yaptık.)" (Kaf: 6-7-8)

Yarattıklarının seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez. Âlemdeki akıllara durgunluk veren şeyler, O'nun kudretinin eserleridir.

Gökler, yıldızlar O'nun emriyle durmakta, rüzgârlar O'nun emriyle esmekte, denizler O'nun emriyle dalgalanmakta, mevsimler O'nun izniyle gelip gitmektedir.

O Allah ki; geceyi dinlenmemiz için karanlık, gündüzü de çalışmamız için aydınlık yapmıştır.

Eğer geceyi kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirseydi, yeryüzünü O'ndan başka kim aydınlatabilirdi? Gündüzü kıyamet gününe kadar uzatsaydı, geceyi O'ndan başka bize kim getirebilirdi?

O bize bütün bu ihsan ve ikramları verirken, hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:

"İşte Rabb'iniz Allah budur, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin, O her şeye vekildir." (En'âm: 102)

• Müslümanlıktaki Allah inancını, Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini "İhlâs" sûre-i şerifi en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir:

"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir."

"Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, Zât-ı ilâhî'ye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.

Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişâneleri vardır. O nişânelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhi sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idâre etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakiki mânâsıyla benzeri yoktur.

Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.

"Kul hüvallahu ehad" Âyet-i kerime'sinde insanların üç sınıfına ve bu sınıfların mertebelerine işaret edilmiştir.

"Hüve", "İşte O!" demektir. O ise hitap eden ile hitap edilen arasında malum olan şeydir. Bu "Hass'ül-has" olanların mertebesidir. Çünkü ârifler mârifetullah için delile muhtaç olmadıklarından, onlar için işâret kâfidir.

Daha sonra "Has" insanların mertebesine işaret için "Allah" lâfza-i celâli zikrolunmuştur. Zira onlar Allah-u Teâlâ'yı delillerle ispat etmeye çalışırlar. Yarattığı mahlûkatın yaratılışlarındaki ince sanattan Hâlik-ı Azimüşan'ın varlığına intikal ederler.

"Avam" halkın mertebesine işaret için de "Ehad" lâfzı gelmiştir. Çünkü onların anlayış kabiliyetleri diğerleri gibi olmadığından, şirke düşmemek için, Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, birliğini ifade eden "Ehad" lafzı zikredilmiştir.

Hükümlerinde birdir, hakimiyet O'nun şânıdır.

"Allah Samed'dir" Ehadiyet sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın ihtiyaç ve isteklerinde yegâne mercidir.

O öyle bir Allah ki;

İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.

Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.

Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'am ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.

Âyet-i kerime'sinde:

"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." buyuruyor. (İbrahim: 34)

Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.

O öyle bir Allah ki "Doğurmamış, doğurulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.

Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur." Hıristiyanlar da "İsâ Allah'ın oğludur." dediler. Arap müşrikleri ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek "Ehadiyet" akidesini bozdular ve "Tevhid inancı"na aykırı bir yol tuttular. Bu iftiralardan dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına mâruz kalmışlardır:

"Onlar o Rahman olan Allah'a bir evlât isnad ettiler diye, bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Oysa Rahman olan Allah'a çocuk isnad etmek asla yakışmaz." (Meryem: 90-91-92)

Müslümanlar ise "Lem yelid velem yûled" itikadı ile bu bozuk inançlardan tamamen kurtulmuşlardır.

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif'inin sonunda "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." fermânı ile, ilâhî sıfatlarının hepsinin neticesini beyan buyurmuştur.

Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi; sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.

O'nun bir ve Samed olması; doğurmadığını, doğurulmadığını, dengi ve benzerinin olmadığını göstermektedir.

Binâenaleyh İhlâs sûre-i şerif'i "Tevhid akidesi"nin özünü ihtiva etmektedir. İslâm'da ayrı bir önemi olması sebebiyledir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." buyurmuşlardır. (Buhârî)

Bu sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.

Beyan ettiği gerçekleri benimseyip inanan kimse dininde ihlâs sahibi olduğu, bu inançla ölen kimseyi de cehennemden halâs ettiği için Sûre-i ihlâs denmiştir.

Sûre-i tevhid: Allah-u Teâlâ'nın varlığını, birliğini, eşi benzeri ortağı olmadığını beyan eder.

Sûre-i tecrid: Allah-u Teâlâ'yı Zât-ı ecell-ü Â'lâ'sına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan ayırıp, kemâl sıfatları ile vasıflandırır.

Sûre-i mârifet: Mârifetullah bu sûre-i şerif'in mânâsına tamamıyla vâkıf olmakla tanımlanır.

Sûre-i velâyet: Bu sûre-i şerif'i kemâl-i edeble okuyan, tebliğ ettiği mânâlara nüfuz eden kimse velâyet makamına yükseltilir.

Sûre-i nûr: İnsanların gönüllerini nûrlandırır.

Sûre-i muhzar: Bu sûre-i şerif okunduğunda işitmek için melâike-i kiram hazır olur, kemâl-î edeple dinlerler.

Sûre-i esas: Bu sûre-i şerif'in mânâsı dinin esasını teşkil eder. Göklerle yer bu sûre-i şerif'in esası üzerine kurulmuştur.

Sûre-i necat: Okuyanı dünyada şirk ve küfürden, ahirette cehennemden necata sebep olur.

Sûre-i samed: Bu sûre-i şerif Allah-u Teâlâ'nın mutlak ganî olduğunu; her şeyin ve herkesin O'na muhtaç olduğunu, O'nun ise hiç kimseye muhtaç olmadığını anlatır.

Sûre-i berâet: Bu sûre-i şerif'i okuyan bir zât için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Gerçekten bu adam şirkten beri oldu." buyurmuşlardır.

"Kâfirun" sûre-i şerif'inde "Sizin dininiz size benim dinim bana." buyurularak, "Tevhid" ile "Şirk" arasındaki her türlü yakınlık, araya bir çizgi konularak kestirip atılmıştır.

Bu sûre-i şerif'te ise İslâm'ın getirdiği Tevhid akidesi bütün açıklığı ile zihinlere nakşedilmiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her gün sabah namazının sünnetini edâ ederlerken bu iki sûre-i şerif'i okurlardı.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.2.5 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

Previous topicNext topic
Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
 

İSLÂM İLMİHALİ

Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

 

Hâlik-ı Azîmüşan’ın zâtını idrak etmek, bir mahlûkun takati dışındadır. Biz Allah-u Teâlâ’yı ancak sıfatları ile tanıyabiliriz. O’nun yüce sıfatları; kemâlini, kuvvet ve kudretini, azamet ve ululuğunu, lütuf ve inayetlerini ifade eder. Bu ilâhi sıfatlar Âyet-i kerime’lerden ve Hadis-i şerif’lerden öğrenilmektedir.

Bu sıfatların bir kısmı yalnız Zât-ı akdes’ine mahsus olduğu ve yaratılmış olan varlıklara geçişi bulunmadığı için “Zâtî sıfatlar” denilmiştir. Allah-u Teâlâ’nın her türlü noksanlıklardan tenzih ve takdis edildiği için bu sıfatlara “Selbî” ve “Tenzihî” sıfatlar da denir.

Allah-u Teâlâ’nın zâtından gayrı varlıklarla ilgili olan sıfatlarına ise “Sübûtî sıfatlar” denir. Bu sıfatlar kâinatla alâkalı ve Allah-u Teâlâ’ya isnad olunan sıfatlardır.

Meselâ “Var olmak” zâtî sıfatlarındandır, ezelden sonsuza kadar vardır. Bu sıfatın yaratılmış varlıklarla hiçbir ilgisi yoktur. “İlim” sıfatı sübutî sıfattır, çünkü diğer varlıklarla ilgisi vardır. İnsanların ilimleri ise cüz’îdir, sınırlıdır.

Bir insanın bir iş yapmazdan önce, o işe âit “Usta” gibi bir sıfat alması düşünülemez. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları böyle değildir. O’nun hiçbir sıfatı sonradan olmamıştır. Mahlûkatını yaratmazdan önce de yaratıcı idi, rızıklandırmadan önce de rızıklandırıcı idi. Hiçbir sıfatı, mahlûkatın hiçbir sıfatına benzetilemez.

 

A. ZÂTÎ SIFATLARI:

 

1. Vücud:

Allah-u Teâlâ’nın var olması demektir. O’nun varlığı diğer varlıklar gibi başkası vasıtasıyla olmayıp, zâtının icabıdır.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki ben Allah’ım.” buyuruyor. (Tâhâ: 14)

 

2. Kıdem:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ezelîdir, öncesi ve başlangıcı yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“O hem Evvel’dir, hem Âhir’dir.” buyuruluyor. (Hâdîd: 3)

Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, O’nun olmadığı bir an düşünülemez.

 

3. Bekâ:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ebedîdir, sonsuzdur. Sonradan yok olmaktan münezzehtir. Varlığında hiçbir değişme olamaz.

Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor:

“O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır.” (Kasas: 88)

“Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb’inin vechi bâki kalacak.” (Rahman: 26-27)

 

4. Vahdaniyet:

Allah-u Teâlâ’nın bir olması demektir, her cihetten tektir.

Âyet-i kerime’de:

“De ki: O Allah bir tektir.” buyuruluyor. (İhlâs: 1)

Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde eşi, dengi ve benzeri bulunmayan birdir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök bozulup giderdi.” (Enbiyâ: 22)

 

5. Muhalefetün Lil-havadis:

Allah-u Teâlâ zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde yarattıklarından hiçbirine benzemez.

Âyet-i kerime’de:

“O’nun benzeri bir şey yoktur.” buyuruluyor. (Şûrâ: 11)

Hiçbir varlığa benzemediği gibi, hiçbir varlık da kendisine benzetilemez.

 

6. Kıyam bi-nefsihi (Kıyam bi-zâtihi):

Allah-u Teâlâ’nın varlığı da varlığının devamı da kendi zâtındandır. Varlığı için başka bir şeye muhtaç değildir. Ezelde nasıl ise, ebedî hep öyledir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” buyuruyor. (Ankebût: 6)

 

B. SÜBÛTÎ SIFATLARI:

1. Hayat:

Allah-u Teâlâ hakiki bir hayat ile diridir. Öyle bir hayat sahibidir ki hiç ölmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ezelî ve ebedî hayat ile bâki olan ölümsüz Allah’a tevekkül et!” buyuruyor. (Furkan: 58)

Canlılara hayat veren O’dur, bütün hayatların kaynağı O’dur.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:

“Allah o Allah’tır ki, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir. Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O’nunla kâimdir.” (Bakara: 255)

 

2. İlim:

Allah-u Teâlâ ilim sahibidir, her şeyi bilir. O’nun bilmediği, bilmeyeceği hiçbir şey düşünülemez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yaratan bilmez olur mu hiç?” buyuruyor. (Mülk: 14)

Denizleri damla damla, kumları tane tane bilir. O’nun ilmine göre gizli de âşikâr da birdir. Bilgisinde artma eksilme olmaz.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyurur:

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah’ın ilmindedir.” (En’am: 59)

 

3. Semi:

Allah-u Teâlâ her şeyi işitir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Duâ edenin duâsını, bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.” buyuruyor. (Bakara: 186)

Bütün sesleri aynı anda duyar. Bir sesi duyması, diğerini duymasına mâni olmaz. İşitmesi için sese, havaya, kulağa ihtiyacı yoktur.

 

4. Basar:

Allah-u Teâlâ her şeyi görür.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki O, kullarının her halinden haberdardır, her hâlini görür.” buyuruyor. (İsrâ: 30)

O’nun görme gücünün bir sınırı yoktur. Bir şeyi görmesi, diğerini görmemeyi gerektirmez. Görmesi için göze, ışığa, mesafeye ihtiyacı yoktur.

 

5. İrâde:

Allah-u Teâlâ her istediğini dilediği gibi yapar.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah ne dilerse yaratır. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece ‘Ol’ der, o da hemen oluverir.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 47)

O’nun iradesinin önüne geçecek, değiştirmeye zorlayacak bir irade düşünülemez. Hükmünü kimse bozamaz. Olmasını dilediği şey olur, O dilemezse hiçbir şey olmaz.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” buyuruyor. (İnsan: 30)

 

6. Kudret:

Allah-u Teâlâ’nın her şeye gücü yeter.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak bir güç yoktur. O her şeyi bilir ve güçlüdür.” buyuruyor. (Fâtır: 44)

Kudretinin karşısında duracak hiçbir kuvvet ve kudret yoktur.

İradesini yerleştirmek ve kuvvetini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etmiştir.

 

7. Kelâm:

Allah-u Teâlâ konuşur.

Âyet-i kerime’de:

“Allah Musa ile de konuşmuştu.” buyuruluyor. (Nisâ: 164)

Kitabımız Kur’an-ı kerim ve diğer indirilen kitaplar Allah kelâmıdır. Kullarına emir ve nehiylerini bildirmiş, müjdelemiş ve korkutmuştur.

O’nun kelâmı zâtına mahsustur. Konuşması için lisana, sese, havaya, harf ve kelimelere ihtiyacı yoktur.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Rabb’inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En’am: 115)

 

8. Tekvin:

Allah-u Teâlâ yaratıcıdır, O’ndan başka yaratıcı yoktur.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah her şeyin yaratıcısıdır, O her şeye Vekil’dir.” buyuruyor. (Zümer: 62)

Bir şeyi yaratmak istediğinde, onu düşünüp tasarlamaya, zamana, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Bu O’nun için pek kolaydır.” buyuruluyor. (Rum: 27)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.2.6 İBADET

Previous topicNext topic
İBADET
 

İSLÂM İLMİHALİ

İBADET

 

Allah-u Teâlâ dünya ve ahireti insan için, insanı da kendisini tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratmıştır.

İbadet; Allah-u Teâlâ'yı en büyük tâzim ve sevgi ile anmak, yüceltmek, O'na yaklaşmak için bir takım merasimler ifâ etmek demektir. Yaratılışımızın gayesi de budur.

Âyet-i kerime'sinde:

"Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım." buyuruyor. (Zâriyât: 56)

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize ibadet ediniz ki korunasınız." (Bakara: 21)

İbadetin sahası çok geniştir. Namaz, oruç, zekât, temizlik, cihad, duâ, zikrullah, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için yapılan her davranış ibâdetin bölümlerini teşkil etmektedir.

Her ibadetin bir hakikati vardır. Zâhirî fıkıh ibadetlerin dış şekliyle uğraşır, bâtınî fıkıh yani tasavvuf da bu şekillerin içindeki hakikati bulmaya çalışır.

Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerindeki nimetleri her an devam edip gitmektedir. İnsanoğlu yaşadığı sürece, ikram ve ihsanlar devam ettiği müddetçe, şükür ve ibadetler de devam eder.

Allah-u Teâlâ:

"Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et!" (Hicr: 99)

Âyet-i kerime'si ile ibadetlerin devamlı yapılmasını emir buyuruyor.

İbadetler Allah'ımız nasıl emretmiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nasıl göstermişse öylece yapılır. Zamanın değişmesi ile ibadetler değişmez, artma ve eksilme olmaz.

[TOP]

11.2.7 İbadetlerde İhlâs

Previous topicNext topic
İbadetlerde İhlâs
 

İbadetlerde İhlâs

 

İbadet, Allah-u Teâlâ’yı en büyük tâzim ve sevgi ile anmak, yüceltmek, buyruklarını yerine getirmektir. Yaratılışımızın gayesi de budur:

Âyet-i kerime’sinde:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor. (Zâriyat: 56)

Yaratanı tanımak, O’na gönülden teslim olmak, kulluk görevlerini yerine getirmek insanın en başta gelen vazifesidir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na güven.” (Hud: 123)

Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, ihlâsı terketmek de haramdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Kim Rabb’ine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabb’ine kullukta hiç ortak koşmasın.” buyuruyor. (Kehf: 110)

Amel ve ibadetlerde ihlâs üzere bulunmak, her işte yalnız Allah rızasını gözetmek, niyetlere O’nun rızasından başka şeyleri karıştırmamak şarttır.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Dini Allah’a has kılarak ihlâs ile kulluk et. Dikkat edin, hâlis din Allah’ındır.” (Zümer: 2-3)

“Allah, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.” (Yusuf: 40)

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Amel ve ibâdetinizi riyâdan, gösterişten hâlis ediniz. Yoksa Cenâb-ı Hakk kabûl buyurmaz.” (Nesâî)

“Dünya için ibâdet eden kimse ahiret rahatlığından ve cennetten mahrum olur.” (Münâvî)

Meğer ki ilâhi affa nâil bulunsun.

“Bir kimse halka göstermek maksadıyla amel ve ibâdette bulunursa gerçekten Cenâb-ı Hakk’ın yüce merhametinden mahrum olur.” (Camius-sağir)

Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh- Efendimiz’in oğlu Ali Zeynelâbidin -radiyallahu anh- Hazretleri ihrama girmişti. O anda benzi sarardı ve titremeye başladı, dili tutuldu konuşamıyordu. Onun bu hâlini görenler: “Niçin Lebbeyk demiyorsun?” dediler. Buyurdu ki: “Ben burada sığıntı gibi duruyorum. Korkuyorum ki ‘lebbeyk’ dediğim zaman, Allah’ım bana: ‘Seni buraya kim çağırdı? Ne lebbeyk ne de sa’deyk!’ diye cevap versin.”

Buna rağmen “Lebbeyk” dediği zaman baygınlık geçirdi, Hacc’ı bitirinceye kadar da baygınlığı devam etti.

Bunun içindir ki, oralarda korku ile ümit arasında bulunmak lâzımdır. Çünkü Allah-u Teâlâ senin gelişinden hoşlanmamış olabilir.

Bu neye benzer? Hiç hoşlanmadığın bir kimsenin evine misafir gelmesine benzer. Allah-u Teâlâ gelişinden hoşlanmadığı bir kişinin zikrinden de fikrinden de hoşlanmaz.

Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm’a şöyle vahyetmişti:

“Yâ Musâ! İsrailoğullarının zâlimlerine söyle ki beni zikretmesinler! Çünkü beni zikrederlerse ben de onları lânetle anacağım.”

Dâvud Aleyhisselâm’a ise şöyle vahyetmişti:

“Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise, onlara lânet etmem şeklindedir.” (Deylemî)

Kendilerine böyle söylenip söylenmediğinden kim emindir?

Bu husus sadece Hacc’la ilgili değildir. Namaz da böyledir, oruç da, zekât da, diğer ibadetler de böyledir.

Hadis-i şerif’lerde şöyle buyuruluyor:

“Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa o kimseye Cenâb-ı Allah’ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez.” (Ahmed bin Hanbel)

“Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından onlara sadece bir açlık kalmıştır.” (İbn-i Mâce)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

“Bir ameli yerine getirmek için göstereceğiniz ihtimamdan ziyade amelin kabul edilmesi için ihtimam ediniz.”

Kendini kabul ettirmen için oralarda ne yapman lâzım?

Son derece edep gerek. Yalnız ve yalnız Azamet-i İlâhî tefekkür edilecek. Âciz olduğunu, değersiz olduğunu, hiç olduğunu itiraf edeceksin. Boynunu öylece bükeceksin ve o boyun orada kalacak.

Gerçek mânâda Hacc böyle yapılır ve bu gibi kimselerin sayısı çok azdır. Bunlar Rahman’ın davetine icabet edenlerdir. O’nun lütfu ile gidip-gelirler.

Bir de şeytanın dâvetine icabet edenler, “Hacc’a gittim, hacı oldum geldim.” kabilinden gidip gelenler vardır, sayıları çoktur. Onlarınkisi “Uydum kalabalığa”dır. Güzel bir deryâya gitmiş, dalmış çıkmış. Yağmur yağdığı zaman, toprak suyu emer, nebatat fışkırtır. Taş ise suyun içine de girse, ancak dışı ıslanır, içine nüfuz etmez. Bunlar da böyledir.


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.2.8 EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN

Previous topicNext topic
EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN
 

EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN

 

Mükellef Kime Denir?

Âkil ve bâliğ olan, Allah-u Teâlâ'nın "Yapınız!" veya "Yapmayınız!" tarzındaki emirleri ve yasakları karşısında sorumlu bulunan kimseye mükellef denir.

"Âkil" iyiyi ve kötüyü, kâr ve zararı birbirinden ayıran kimse demektir.

"Bâliğ" ise, çocukluk çağından çıkıp erkeklik veya kadınlık çağına eren kimse demektir.

Erkek çocuklar için erginlik çağı 12-15 yaş arası, kız çocuklar için ise 9-15 yaş arasıdır. On beş yaşını doldurduğu halde büluğa ermeyen erkek ve kız, bu yaştan itibaren hükmen mükellef sayılır.

Mükellef olduktan sonra artık iyilikler kötülükler, günahlar sevaplar yazılmaya başlanır.

Allah-u Teâlâ'nın Kitab-ı kerim'inde, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sinde; yapılmasını istedikleri, hoşnud oldukları şeylere sevap, yasak ettikleri, yapılmasını istemedikleri şeylere günah denir.

Günahları sevapları, yasakları emirleri belirleyen kesin sözler ise "Ahkâm"dır. Ahkâm, hükümler demektir. "Namaz farzdır... Kumar haramdır." gibi sözler birer hükümdür.

 

Ef'âl-i Mükellefin Ne Demektir?

Mükellef olan herkesin "Farz" gibi yapmakla, "Haram" gibi yapmamakla sorumlu tutulduğu işlere ve hükümlere denir, mükellefin görevleri de denilebilir.

İşlenmesi gerekli olan şer'î hükümler: Farz, vacip, sünnet, müstehap.

İşlenip işlenmemesi isteğimize bırakılan hüküm: Mübah.

İşlenmesi doğru ve caiz olmayan şer'î hükümler: Haram, mekruh ve müfsittir.

[TOP]

11.2.9 FARZ

Previous topicNext topic
FARZ
 

 

1– FARZ

• İşlenmesi kesin olarak emredilen hükümlerdir.

• Farz iki kısımdır:

a) Farz-ı Ayın: Yerine getirilmesi her müslümana ayrı ayrı borç olan farzlardır. Beş vakitte namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek... gibi.

b) Farz-ı Kifâye: Her müslümana emredilen, fakat müslümanlardan bir kısmının o emri yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden sorumluluk kalkan farzlardır. Cenaze namazı... gibi.

• Farzın işlenmesinde sevap, özürsüz olarak terkedilmesinde günah vardır, inkâr edenler ise dinden çıkarlar.

[TOP]

11.2.10 VÂCİP

Previous topicNext topic
VÂCİP
 

2– VÂCİP

• Farz kadar açık ve kesin bir delile dayanmamakla beraber, işlenmesi farz gibi şart ve zaruri olan hükümlerdir. Vitir namazı kılmak, Ramazan'da fıtır sadakası vermek, Kurban bayramında kurban kesmek, bayram namazları kılmak... gibi.

• Vâcip olan hükümlerin işlenmesinde sevap olduğu gibi, terkedenler de günah işlemiş olurlar.

 

[TOP]

11.2.11 SÜNNET

Previous topicNext topic
SÜNNET
 

3– SÜNNET

• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in işledikleri ve bizim de işlememizi istedikleri hükümlerdir.

• Sünnet iki kısımdır:

a) Sünnet-i Müekkede: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sürekli olarak yaptığı şeylerdir.

Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleriyle, yatsı namazının son sünnetini kılmak... gibi.

b) Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bazen terkettiği şeylerdir.

İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünneti... gibi.

• Sünnet-i seniyye'ye riâyet edenler Allah-u Teâlâ'nın rızasını kazanırlar, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de şefaat-i uzmâsına nâil olurlar.

 

[TOP]

11.2.12 MÜSTEHAB

Previous topicNext topic
MÜSTEHAB
 

4– MÜSTEHAB

• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ara sıra işledikleri ve yolunda bulunup izinde gidenlerin de seve seve yaptıkları şeylerdir. Nafile namazlar, oruçlar, sadaka vermek... gibi.

• İşleyenler sevap kazanır, terkedenler bu sevaptan mahrum kalırlar.

 

[TOP]

11.2.13 MUBAH

Previous topicNext topic
MUBAH
 

5– MUBAH

• Yapılıp yapılmaması isteğimize bırakılan; işlenmesinde sevap, işlenmemesinde de günah olmayan şeylerdir. Bunlara helâl de denir. Yenilmesi helâl olan bir şeyi yemek veya yememek... gibi.

 

[TOP]

11.2.14 HARAM

Previous topicNext topic
HARAM
 

 

6– HARAM

• İşlenmesi kesin olarak yasak edilen fiillerdir. Adam öldürme, içki, kumar, fâiz, zinâ... gibi.

• Haram işleyenler dünyada şer'î cezâlara, âhirette ilâhi azaba uğrarlar. Haram işlemeyi terk edenler sevap ve mükâfatını görür. Haramı helâl sayanlar ise dinden çıkar.

[TOP]

11.2.15 MEKRUH

Previous topicNext topic
MEKRUH
 

7– MEKRUH

• İşlenmesi haram gibi açık ve kesin olmayan delillerle yasak edilen şeylerdir.

• Mekruh iki kısımdır:

a) Tahrimen (Harama Yakın) Mekruh: Vâcip olan şeylerin terkedilmesi; Hiçbir mâzeret olmadığı halde bekleyip güneş batarken ikindi namazı kılmak... gibi.

Tahrimen mekruh bir işi bile bile işleyen günahkâr olur.

b) Tenzihen (Helâla Yakın) Mekruh: Sağ elle sümkürüp burun temizlemek, abdest alırken suyu lüzumundan az veya fazla kullanmak.

• Mekruh, işlendiği amelin sevabını giderir.

 

[TOP]

11.2.16 MÜFSİD

Previous topicNext topic
MÜFSİD
 

8– MÜFSİD

• Başlanmış bir ibadeti bozan şeylere denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken bile bile yiyip içmek, abdestli iken yatarak uyumak... gibi.

[TOP]

11.2.17 New Topic

Previous topicNext topic
New Topic

[TOP]

11.3 DUÂ ve NİYAZ

Previous topicNext topic
DUÂ ve NİYAZ
 

 

"Duâ ve İlticânız Olmasaydı Rabb'im Size Değer Verir Miydi?" (Furkân: 77)

"Şüphesiz İnsan İçin Kendi Çalışmasından Başkası Yoktur." (Necm: 39)

"Her Secde Yerinde Yüzlerinizi O'na Doğrultun ve Dini Yalnız Kendisine Has Kılarak O'na Duâ Edin. İlk Önce Sizi Yarattığı Gibi, Yine O'na Döneceksiniz." (A'râf: 29)

"Gerçek Duâ Ancak O'nadır." (Ra'd: 14)

"Allah-u Teâlâ'nın Katında Duâdan Daha Değerli Bir Şey Yoktur." (Hadis-i Şerif)

DUÂ ve NİYAZ

 

Duâ etme fırsatı tanıması, hiç şüphesiz ki kullarının kendi faydalarınadır.
Bu da yapılmazsa, diğer yaratıklarla insanoğlunun arasında hiçbir fark kalmaz.
Kul ne için duâ edeceğini, kime ve kimin karşısında duâ ettiğini iyice düşünmeli, Hakk'ın huzurunda olduğunu daima hatırında tutmalı, kendi acziyetini göstermek için gereken her şeyi yapmalı; O'nun kudret ve azametini düşünüp, mahcubiyet, tezellül ve inkisar içinde duâ etmelidir.
Duâ demek Hakk'ın kapısını çalmak demektir, sadece dil alışkanlığı halinde bazı sözleri tekrarlayıp durmak demek değildir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz özlü duâları severdi.
Dil ile yapılan duânın yanında bir de fiilî duâ vardır. Bir kimse arzularını Rabb'inden dili ile istediği gibi, fiilen de teşebbüs etmesi, aklın gösterdiği sebeplere başvurması gerekir.

 

Duânın Önemi:

Duâ Allah-u Teâlâ'nın ululuğu ve azameti karşısında kulun aczini itiraf etmesi, O'na muhtaç olduğunu bilmesi, tazarru ve niyaz ile sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve kereminden hayır ve rahmet dilemesi, dergâh-ı ulûhiyetine yüz tutup ihtiyaçlarını yalnız O'na arzetmesidir.

Duâ sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın yüce Yaratıcı ile kurduğu bir köprüdür.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde:

"Allah-u Teâlâ'nın katında duâdan daha değerli bir şey yoktur." buyurmuşlardır. (Tirmizî - İbn-i Mâce)

Duâ namaz, oruç ve diğer ibadetler değerindedir. Hatta ibadetlerin özüdür. Duâda Allah-u Teâlâ ile kul arasında bir vasıta olmadığı için duâ kulluk makamlarının en önemlisidir.

Numan bin Beşir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Duâ ibadetin kendisidir." buyurdular ve şu Âyet-i kerime'yi okudular:

"Rabb'iniz buyurdu ki: Bana duâ edin, duânıza icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, alçaltılmış olarak cehenneme gireceklerdir." (Mümin: 60)

Görüldüğü üzere Âyet-i kerime'de "İstemek" emredilmiş olup, Allah-u Teâlâ'nın karşılık vermesi için kulun istemesi şart kılınmıştır. Hem öyle şart kılınmıştır ki, şartın yokluğundan, şarta bağlanan şeyin yokluğu gerekeceğinden terk edilmesine "Cehenneme gireceklerdir." diye tehdit getirilmiştir.

Allah-u Teâlâ kullarını kendisine duâ etmeye teşvik etmekte, duâlarını kabul edeceğine dair de teminat vermektedir.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Kulun kalbine duâ etme arzusu geldiğinde Rabb'ine duâ etsin. Çünkü Allah onu kabul edecektir." (Tirmizî)

İmâm-ı Rabbâni -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki; "Allah-u Teâlâ vermeyi istemeseydi, istek vermezdi."

Duâ etmeye yönelmek de Allah-u Teâlâ'nın bir tevfikidir.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kime duâ kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir." (Tirmizî: 3542)

Kişiye duâ kapısının açılması, çokça duâ etmeye muvaffak kılınmasıdır.

Rahmet kapısının açılması, duâsı sebebiyle bazen dileğinin aynen verilmesi, bazen de ona denk şekilde günahının affını ifade eder. Her ikisi de rahmettir.

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bütün iyilikleri işlemek ibadetin yarısı, duâ da öbür yarısıdır. Allah bir kulu için hayır murad ederse kalbini duâya meylettirir." (İbn-i Mâce)

Duâ ve niyaz peygamberlerin, velilerin ve kâmil insanların yoludur.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde kullarına yakın olduğunu bildirerek, onları duâ ve niyaza, ibadet ve taate teşvik etmektedir:

"Resul'üm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım. Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim.

Öyleyse onlar da benim davetime icabet etsinler, bana iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler." (Bakara: 186)

İnsanlar Allah-u Teâlâ'dan uzak olsalar da O yakındır. Hatta bize bizden yakındır.

Âyet-i kerime'sinde:

"Biz insana şah damarından daha yakınız." buyuruyor. (Kâff: 16)

İnsanın şerefi Allah-u Teâlâ'ya mârifet ve iman iledir.

Âyet-i kerime'sinde:

"De ki: Duâ ve ilticânız olmasaydı Rabb'im size değer verir miydi?" buyuruyor. (Furkân: 77)

Duâ etme fırsatı tanıması, hiç şüphesiz ki kullarının kendi faydalarınadır. Bu da yapılmazsa, diğer yaratıklarla insanoğlunun arasında hiçbir fark kalmaz.

Kul ne için duâ edeceğini, kime ve kimin karşısında duâ ettiğini iyice düşünmeli, Hakk'ın huzurunda olduğunu daima hatırında tutmalı, kendi acziyetini göstermek için gereken her şeyi yapmalı; O'nun kudret ve azametini düşünüp, mahcubiyet, tezellül ve inkisar içinde duâ etmelidir.

Duâ demek Hakk'ın kapısını çalmak demektir, sadece dil alışkanlığı halinde bazı sözleri tekrarlayıp durmak demek değildir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz özlü duâları severdi.

Dil ile yapılan duânın yanında bir de fiilî duâ vardır. Bir kimse arzularını Rabb'inden dili ile istediği gibi, fiilen de teşebbüs etmesi, aklın gösterdiği sebeplere başvurması gerekir.

Nitekim hastalıklardan kurtulmak için Allah-u Teâlâ'ya duâ edilmesi meşru olmakla birlikte, ilâç almak, maddî olarak tedâvî yollarına başvurmak Resulullah Aleyhisselâm tarafından tavsiye edilmiştir.

Helâl rızık talep edilmesini, rızkın bollaşması için Allah-u Teâlâ'ya duâ edilmesini tavsiye eden, duâlarında bunlara yer vererek fiilen numune olan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; rızkın meşru yollarını da göstermiş, ziraat, ticaret ve sanatla meşgul olmayı, bunların helâl rızık kapıları olduğunu söylemiştir.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başkası yoktur." (Necm: 39)

Duâ tedbire mâni değildir. Her hususta tedbirini almakla beraber, yine de duâ etmek zarureti vardır. Hatta tedbire başvururken, bunların faydalı olması için duâ etmek lâzımdır. Duâsız tedbirin faydası yoktur.

Her duâ Cenâb-ı Allah'ın katında muhafaza edilir. Âhiret için duâ eden kimse, elbette karşılığını âhirette görecektir. Duânın hayırlısı Allah-u Teâlâ'dan mağfiret dilemektir.

Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şu şekilde duâ edilmesini tavsiye etmişlerdir:

(Allahümme mağfiretüke evseu min zünûbî ve rahmetüke ercâ indî min amelî)

"Allah'ım! Senin bağışlaman benim günahımdan daha geniştir. Rahmetin benim yanımda amelimden daha ümit vericidir." (Hâkim)

Tam yerinde yapılmış olan, kabul edilip karşılık görecek olan duâ ve niyaz, ancak Allah-u Teâlâ'ya yapılan duâ ve ibadettir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Gerçek duâ ancak O'nadır." (Ra'd: 14)

Nitekim şâyân-ı kabul olan duâ da ancak O'na yapılacak duâ ve tazarrudan ibarettir.

"O'ndan başka duâ ettikleri, kendilerinin duâlarına hiçbir karşılık veremezler." (Ra'd: 14)

Onlara beyhude yere duâ etmiş olurlar. Çünkü karşılık veremezler, hiçbir dileklerini yerine getiremezler.

"Durumları ancak suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış kimsenin durumu gibidir. Oysa o hiçbir zaman suya kavuşamaz." (Ra'd: 14)

Ellerini suya uzatıp, suyun ellerinden ağzına kendiliğinden ulaşmasını isteyen kimsenin bu arzusu, su tarafından ne kadar gerçekleştirilemez ve imkânsız ise, onların Allah'tan başka duâ ettikleri şeylerin de bu isteklerini yerine getirebilmesi ihtimali o kadar imkânsızdır. Çünkü su cansızdır. Kendisine avuçlarını açıp uzatanın bu davranışını farketmez ve susadığını da anlayamaz. Ağzına gelmesini isteyecek olsa, su onun isteğini kabul edip ağzına kadar ulaşamaz.

"İşte kâfirlerin duâsı da ancak bunun gibi boşunadır." (Ra'd: 14)

Çünkü onlar duâ edecek olsalar dahi, Allah-u Teâlâ onların duâsını kabul etmeyecektir. Başkasına duâ edecek olurlarsa, onun da duâlarını kabul etme gücü bulunmamaktadır.

Burada yalnız şuursuz putlara değil, Allah-u Teâlâ'nın dışında ilâhlaştırılan bir takım önderler veya şahısların da o cansız putlar gibi, hiçbir duâya cevap veremeyecekleri, Allah-u Teâlâ'nın irâdesi olmadan hiçbir isteği yerine getiremeyecekleri beyan edilmektedir.

"İsteyen de âciz, istenen de..." (Hacc: 73)

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde yalnız kendisine kulluk yapılmasını, duâ edilmesini emir buyurmaktadır:

"O halde sakın Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma.

Yoksa azaba uğratılanlardan olursun." (Şuarâ: 213)

Bu hitâb-ı ilâhî bütün ehl-i imana karşı en ulvî tâlimâtı ihtivâ etmektedir.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir başka Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur." (Kasas: 88)

 

 

Duâ'nın Edepleri:

 

• Diğer ibadetlerde olduğu gibi; duâ için de, duânın kabulü için de şeklî ve ahlâkî âdâb ve şartlara riâyet etmek lâzımdır. Duâ eden kişinin engin bir edeb içinde olması gerekir.

• En mühim şart, sağlam bir itikada sahip olmaktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz Allah'a, dini yalnız O'na hâlis kılarak duâ edin." (Mümin: 14)

İbadet ve duânızı yalnızca Allah-u Teâlâ'ya halis kılınız ki dininizin vazifesini eda etmiş olasınız.

Diğer Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:

"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu." (Zümer: 11)

"Her secde yerinde yüzlerinizi O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na duâ edin.

İlk önce sizi yarattığı gibi, yine O'na döneceksiniz." (A'râf: 29)

• Duâ esnasında Allah-u Teâlâ'dan gayrı hiçbir şeye itimat etmeyerek tam bir teveccühle, sıdk ve sadâkatle boyun bükmeli, âciz ve muhtaç olduğunu ibraz etmeli, bütün himmetini Allah-u Teâlâ'ya bağlamalıdır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah ganîdir, siz fakirsiniz." (Muhammed: 38)

• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Allah-u Teâlâ'nın en büyük sevgilisi olduğu için onu duâlarda vesile kılmak şarttır.

Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)

Allah-u Teâlâ sıkıntılı halleri, dünya ve âhirete dair gam ve hüzünleri, onun şefaatı ve ilticâsı ile kullarından kaldırır. Çünkü o rahmet peygamberidir.

Bunun içindir ki duâların başında ve sonunda salât-ü selâm getirmek, enbiyâ ve evliyâya tevessül etmek lâzımdır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Sizden biriniz duâ etmek istediği zaman, önce Allah-u Teâlâ'ya hamd-ü senâ ile başlayıp, sonra Peygamber'e salavât getirsin, sonra da istediği duâyı yapsın."

"Aleyhisselât-u vesselâm Efendimiz'le ehl-i beytine salât-ü selâm okunmadıkça okunan duâ kabul makamına vâsıl olamaz." (C. Sağir)

• Allah-u Teâlâ'ya yakın olan kimselerin maiyyetinde bulunulduğu zamanlar fırsat bilinmelidir.

Nitekim bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"İyiliği, yüzleri güzel (nûrlu bir simaya sahip) insanların yanında arayın." (Taberânî)

• Duânın kabul olunmasında helâl kazancın, helâl lokmanın çok mühim yeri vardır.

Allah-u Teâlâ salih amelden, faydalı işler yapmaktan önce helâl olan şeylerden yemeyi emrederek:

"Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." buyurmuştur. (Müminûn: 51)

Haramlar, duâ ve ibadetlerin kabulüne mâni olur.

"Yâ Resulellah! Allah'a benim için yalvarıver de, duâsı makbul olanlardan olayım." diyen bir zâta Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Helâl yemek ye, duân kabul olsun." buyurdular. (Taberânî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Bir insan ki, büyük bir iştiyakla (Hacc ve Umre için) yola çıkar. Bir çok eziyetlere katlanır, toz toprak içinde kalır. Ellerini semâya doğru açıp 'Yâ Rabb'i yâ Rabb'i!' diye yalvardığı halde; yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve her türlü gıdası haramdır. Böyle bir adamın duâsı nasıl kabul edilir?" (Müslim)

• Varsa hak sahipleri ile helâllaşmak, zulümden kaçınmak, duâdan önce sadaka vermek de duânın kabulü için gereklidir.

Enes -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sadaka Rabb'inin gadabını söndürür." (Tirmizî)

• Duâ ederken abdestli bulunmalı, kıbleye müteveccih olarak huşû ile diz çökmeli, ısrarla ve azimle Allah-u Teâlâ'ya yalvarmalıdır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Duâ ve tazarru zamanında ziyâde ilhâh ve ısrâr edenleri Cenâb-ı Hakk sever." (C. Sağîr)

Abdullah bin Mes'ud -radiyallahu anh- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâyı üç kere yapmaktan, istiğfârı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." (Ebu Dâvud: 1524)

• Duâ günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için de acele edilmemeli, kabul edileceğine inanılarak duâ ısrarla sürdürülmelidir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Eğer bir kul Cenâb-ı Hakk'tan bir şey istirhâm eyler de arzusuna nâil olmazsa Cenâb-ı Allah onun için bir sevâb yazar." (C. Sağîr)

"Cenâb-ı Allah buyurur ki: Bir kul, ellerini kaldırıp benden taleb etmezse ona gadab ederim. (Zira bu hâl ya gafletinden veyahut kibrinden ileri gelir.)" (Münâvî)

• Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şerif'lerde geçen me'sur duâlarla duâ edilmelidir.

• Duâ esnasında sesi fazla yükseltmemelidir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'inize yalvara yakara gizlice duâ edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez." (A'râf: 55)

• Korku halinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek duâ etmelidir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Korkarak ve umarak O'na duâ edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır." (A'râf: 56)

Böyle duâ edenler, duâda ihsan mertebesine ermiş muhsinlerden olurlar. Duânın güzelliği de kalbin bu istikametiyledir.

• Duânın kabul olunacağına samimi bir kalp ile inanmalı, Allah-u Teâlâ'dan dilediği şeyi kesin bir lisan ile istemelidir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'a duânızın kabul edileceğine kesinlikle inanmış olarak duâ edin. Şunu da bilin ki Allah kendisinden gafil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duâsını kabul etmez." (Tirmizî)

Enes -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Biriniz duâ ettiği zaman, duâda kesinlik göstersin, isteğinde kararlı olsun. 'Allah'ım dilersen bana ver!' demesin. Çünkü Allah'ı zorlayacak hiç kimse yoktur." (Müslim: 2678)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Biriniz Allah'tan dilekte bulunduğunda bolca istesin. Çünkü Rabb'inden istemektedir." (C. Sağîr: 532)

 

Makbul Olan Duâ Zamanları:

• Günün her saatinde duâ ve niyaz halinde bulunulmakla birlikte, duâ etmek için şerefli vakitler gözetilmelidir.

• Üç aylar diye bilinen Receb, Şaban ve Ramazan ayları Rabb'imizin af ve mağfiretinin, feyiz ve bereketinin bol bol ihsan edildiği mübarek aylardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Receb ayı girince:

(Allahümme bârik lenâ fî Recebe ve Şa'bâne ve belliğnâ Ramazâne)

"Allah'ım! Receb ve Şâban'ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan'a kavuştur." diye duâ ederdi. (C. Sağîr)

Ramazan ayında yapılan duâlar çok kıymetlidir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Kim ki faziletine inanarak ve mükâfâtını Allah'tan umarak Ramazan ayını ihyâ ederse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî - Müslim)

"Ramazan'daki Cuma gününün diğer Cuma'lara olan üstünlüğü, Ramazan'ın diğer aylara üstünlüğü gibidir." (C. Sağîr: 5854)

• Arefe günü:

"Duâların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır." (Tirmizî)

• Mübarek gün ve geceler, Bayram geceleri:

"Beş gece vardır ki, o gecelerde yapılan duâlar geri çevrilmez:

1. Receb'in ilk gecesi,

2. Şaban'ın yarısı gecesi,

3. Cuma gecesi,

4. Ramazan bayramı gecesi,

5. Kurban bayramı gecesi." (Beyhakî)

• Cuma geceleri:

"Cuma gününde öyle bir an vardır ki, şayet bir müslüman o saate denk gelir de Allah'tan bir hayır isterse, Allah onu kendisine mutlaka verir." (Müslim: 852)

"Cuma gününde öyle bir an vardır ki, kul o saate denk gelecek şekilde Allah'tan bağışlanmasını isterse mutlaka bağışlanır." (C. Sağîr: 5914)

Eşref saatinin Cuma günü İkindi-Akşam arası olması ihtimali vardır.

• Seher vakitlerinde:

"Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ gecenin son üçte biri kaldığında dünya semâsına inerek 'Bana kim duâ ederse, duâsına icâbet ederim. Kim benden isterse dilediğini veririm. Kim günahlarının bağışlanmasını isterse mağfiret ederim.' buyurur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 590)

• Ezan ile ikamet arası:

"Ezân ile ikamet arasında okunan duâ kabul edilir, o esnâda duâ ediniz." (Tirmizî)

• Farz namazlardan sonra:

"Bir farz namazını huşû ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vâki olacak duâsı kabul olunur." (Münâvî)

• Kur'an-ı kerim hatminden sonra:

"Kur'an-ı Azîmüşân her ne vakit hatmolunursa akabinde okunan bir duâ kabule lâyık olur." (C. Sağîr)

• Secde esnasında:

"Secdede duâ etmeye çalışın. Zira secde halinde duânın müstecap olması umulur." (Müslim: 479)

• Oruçlu iken:

"Oruçlunun uykusu ibadet, susması tesbih, ameli kat kat sevaplı, duâsı makbuldür, günahları ise bağışlanır." (C. Sağîr: 9293)

• İftar açarken:

"Şüphesiz ki oruçlu için iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duâ hakkı vardır." (İbn-i Mâce)

• Kalpler rikkate geldiği, tüyler ürperdiği, Allah korkusu ile gözlerden yaş akarken:

"Kalbiniz rikkate gelip yumuşadığında duâ etmeyi fırsat biliniz. Çünkü bu hâl rahmettir." (C. Sağir: 1211)

• Sıkıntılı anlarda, hastalıklı günlerde:

"Musibete uğramış müminin duâsını ganimet biliniz." (C. Sağîr: 1212)

• Ayrıca yağmur yağarken, rüzgâr eserken, düşmanla karşılaşıldığı, harbin kızıştığı, Kâbe-i muazzama'nın görüldüğü, namaza durulacağı zaman, namazların sonunda, evinden ve âilesinden uzakta bulunduğu sırada, Çarşamba günleri öğle ile ikindi arasında yapılan duâlar da makbuldür.

 

Duâsı Makbul Olanlar:

 

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir çok Hadis-i şerif'lerinde;

Misafirin ev sahibine,

Babanın evlâdına,

Din kardeşlerinin birbirleri için yaptıkları duâların,

Ve ayrıca;

Ulemâ ve sülehânın,

Adaletli âmirlerin,

Gazilerin,

Mazlumun,

Yetimlerin,

Hastaların,

Ana-babalarını râzı eden evlâtların,

Kocalarına itaat eden saliha hanımların,

Hacc'dan yeni dönmüş olanların yaptıkları duâların reddolunmayacağını haber vermektedir.

"Kaçınmak, kaderi def'edemez. Lâkin sâlih kulların duâsı inmiş ve inecek olan belâ ve musibeti ortadan kaldırmaya vesîle olur. Öyle olunca, ey Allah'ın kulları duâ ediniz." (Ahmed bin Hanbel)

"Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür." (İbn-i Mâce)

"Din kardeşi hakkında gıyâbî olarak yapılan duâ dergâh-ı icâbetten geri çevrilmez." (Ebû Dâvud)

"Bir müslümanın yanında yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur.

Onun başında bu iş için görevli bir melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettikçe o görevli melek 'Âmin! Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin.'der." (Müslim: 2733)

"Üç durum vardır ki, onlarda hiçbir kulun duâsı geri çevrilmez:

Issız ve Allah'tan başka hiç kimsenin kendisini görmediği yerde kalkıp namaz kılan kimse.

Savaşta bir grupla beraber çarpışırken arkadaşları kaçtığı halde kendisi sebat eden kişi.

Gecenin sonuna doğru ibadet yapan kişi." (C. Sağîr: 3513)

"Nimete ermişlerin nimeti verenler hakkındaki hayır duâsı reddolunmaz." (C. Sağîr)

"Üç kimse vardır ki, duâlarını geri çevirmemek Allah'ın üzerine bir hakdır:

Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkını alıncaya kadar mazlum, evine dönünceye kadar misafir." (C. Sağîr: 3452)

"Bir hastanın yanına vardığında sana duâ etmesini iste. Çünkü onun duâsı meleklerin duâsı gibidir." (İbn-i Mâce)

"Bir kimsenin sevgilisi aleyhinde olan duâsının kabul buyrulmamasını Cenâb-ı Hakk'tan istirhâm eyledim." (Münâvî)

 

Bedduâ:

 

Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kendiniz aleyhine duâ etmeyin, çocuklarınız aleyhine duâ etmeyin, hizmetçileriniz aleyhine duâ etmeyin, mallarınız aleyhine duâ etmeyin. Ola ki, Allah'ın duâları kabul ettiği saate rastgelir de istediğiniz kabul ediliverir." (Ebu Dâvud: 1532)

Burada yasaklanan aleyhe duâ, bedduâdır, yani kötü temennilerde bulunmaktır. Kişinin kendisi için "Gözlerim kör olsun!", çocukları için "Allah canını alsın!", malı-mülkü için "Yok olsun!" gibi sözler sarfetmesidir.

Hadis-i şerif'te bu sözler Allah-u Teâlâ'nın duâları kabul ettiği bir ana rastlayacak olursa, kötü bir netice ile karşılaşılabileceği belirtiliyor.

Bir başka Hadis-i şerif'te, duâlara meleklerin "Âmin!" demeleri sebebiyle bir müslümanın kendisi için hayırdan başka bir temennide bulunmaması tavsiye edilmektedir.

Mazlumun bedduâsı da mutlak surette reddedilmez.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Mazlumun duâsından sakınınız. Zirâ hızlılıkta şimşek gibi kabul olunma makamına yükselir." (C. Sağîr)

"Mazlumun duâsı makbuldür, velev günâhkâr olsun." (Buhârî)

 

Zikrin Mânâ ve Önemi:

 

Zikrin mânâsı, Allah-u Teâlâ'nın yüceliğini meth-ü senâ etmek maksadı ile dilden ve gönülden gelen güzel kelimelerle anmak demektir.

Zikrullah; mârifetullah yolunun esası, kâlbin ve ruhun kavuşturucusu, imanın alâmeti, ibadetlerin özüdür.

Zikrullah; kâlplerin nûru, ruhların huzurudur. Gözlerin cilâsı, her derdin devâsıdır.

Zikrullah; kâlbe itminandır, enistir, en iyi arkadaştır.

Zikrullahla meşgul olmak, kâlbin düzelmesinin aslıdır. Geceleri zikrullahla ihyâ etmek, amellerin üstünü, hallerin en güzelidir.

Zikrullah ile gönül mâsivâdan, her türlü pisliklerden temizlenir. Zikrullahla kâlbi mâmur olanın iş ve ahlâkı güzel olur.

Zikri Allah olanın fikri de Allah olur. Zikrullaha devam Allah dostlarının âdetidir, Allah-u Teâlâ'nın bir nimetidir. Hakk'ı zikredeni Hakk da zikreder.

 

İlâhî Emir:

 

Zikrullah ilâhî bir emir gereğidir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:

"Benim zikrim için namaz kıl!" (Tâhâ: 14)

Âyet-i kerime'si ile namazı emretmiş olduğu gibi:

"Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin." (Ahzâb: 41)

Âyet-i kerime'si ile de kendisini zikretmeyi emretmiştir. Namaz da ilâhî bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.

Kur'an-ı kerim'de diğer ibadetler için "Çok çok namaz kılınız!", "Çok çok oruç tutunuz!" gibi ifadeler olmamasına karşılık "Allah'ı çok çok zikrediniz!" gibi ifadelerin bulunması, zikrullahın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermeye yeterlidir.

Âyet-i kerime'de:

"Zikrullah elbette en büyük (İbadet)tir." buyuruluyor. (Ankebût: 45)

Zikrullahtan daha büyük bir şey yoktur.

Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif'inin 91. Âyet-i kerime'sinde "Zikrullah" ile "Namaz"ı ayrı ayrı beyan etmiştir:

"Şeytan, içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister."

Bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:

"Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken de Allah'ı zikredin." (Nisâ: 103)

Bu emre uyan ve gereğini icrâ edenler Hakk'ın sevgisini kazanırlar.

Namaz ibadetlerin büyüğüdür, fakat her zaman kılınmaz. Zikrullah ise ayakta iken, otururken, yatarken... her zaman yapılabilir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Sabah akşam Rabb'inin ismini zikret!" (İnsan: 25)

 

Âyet-i Kerime'ler:

Allah-u Teâlâ Hazretleri:

"İman edenlerin zikrullah için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?" (Hadîd: 16)

Âyet-i kerime'si ile müminlerin kalplerini Allah'ın zikrine vermelerini emir buyurmaktadır. Kalplerin Hazret-i Allah'tan gafil olma tehlikesinden korunması, ancak zikrullah ile mümkündür.

Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Allah'ı çok çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşabilesiniz." (Enfâl: 45 ve Cum'a: 10)

Dünyada da ahirette de muvaffakiyetlere, saâdet ve selâmete eresiniz.

Allah-u Teâlâ mümin kullarına zâtını çokça zikretmelerini bildirerek, mal ve evlâtlara aldanma hususunda münafıklara benzemekten onları sakındırmaktadır:

"Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın.

Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfikûn: 9)

Zikrullahı bırakıp da dünya hayatının geçici zevklerine aldananların, ahirette çok büyük kayba uğrayacakları şüphesizdir.

"Rabb'ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif bir sesle sabah-akşam zikret! Sakın gafillerden olma!" (A'râf: 205)

Kalbin daima uyanık olsun ve Allah-u Teâlâ'yı zikretmeye devam et.

"Hacc ibadetlerinizi bitirdiğinizde, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 200)

Hacc'ın tamamı zikrullahtan ibarettir. Her yerde zikrullah ile emredilmiştir. Telbiye, Tekbir, İstiğfar, Salâvat... hepsi zikrullahtır.

"Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i haram'ın yanında Allah'ı zikredin." (Bakara: 198)

Kulun bu zikirleri Rabb'ine lâyık olan saygı ile ve en güzel bir şekilde yapması gerekir.

"Rabb'inin adını zikret ve her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel." (Müzzemmil: 8)

İşlerini bitirince kendini her şeyden çekerek Rabb'ine çekil, samimi bir şekilde O'na ibadet için vakit ayır, dünya alâkaları gönlünü meşgul etmesin.

 

Kur'an-ı Kerim'de Geçen
Peygamber Efendimiz'in Duâları:

(Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ hû aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm)

"Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur, O'na tevekkül ederim, O büyük arşın sahibidir." (Tevbe: 129)

(Rabbiğfir ver-ham ve ente hayrür-râhimîn)

"Ey Rabb'im! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminûn: 118)

(Rabbi eûzübike min hemezâtiş-şeyâtîn. Ve eûzübike Rabbi en-yahdurûn)

"Ey Rabb'im! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabb'im! yanımda bulunmalarından da sana sığınırım." (Müminûn: 97-98)

(Allahümme fâtıres-semâvâti vel-ardi âlimel ğaybi veşşehâdeti, ente tahkümü beyne ibâdike fîmâ kânû fîhi yahtelifûn.)

"Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de âşikârı da bilen Allah'ım! Kullarının arasında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen verirsin." (Zümer: 46)

 

Hadis-i Şerif'lerde Geçen
Peygamber Efendimiz'in Duâları:

Enes -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu duâyı çok yapardı:

(Yâ mukallibel-kulûbi sebbit kalbî alâ dinike)

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!"

Ben bir gün kendisine:

"Yâ Resulellah! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim.

Bana şöyle cevap verdi:

"Evet! Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği tarafa çevirir." (Tirmizî: 2141)

Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ-dan:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

(Allahümme ya musarrifel-kulûbi sarrif kulûbena alâ taatike)

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taatına çevir." (Buhârî)

Enes -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, şu duâyı çok yaptığını rivayet etmiştir:

(Allahümme Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kınâ azâben-nâr)

"Ey Allah'ım! Ey Rabb'imiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1682)

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:

"En üstün duâ, Rabb'inden dünya ve âhirette af ve âfiyet dilemendir.

Çünkü af ve âfiyet dünyada ve âhirette sana verilirse kurtuldun demektir." (Tirmizî - İbn-i Mâce)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bir duâları:

(Allahümme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin velâ tenzî' minnî sâliha mâ a'taytenî)

 

"Ey Allah'ım! Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bırakma ve bana verdiğin iyi şeyleri geri alma." (Bezzâr)

Diğer bir duâları ise şöyledir:

(Lâ tekilnî ilâ nefsî feinneke in tekilnî ilâ nefsî tükarribünî mineş-şerri ve tübâidünî minel-hayri)

"Beni nefsime bırakma. Eğer sen beni nefsime bırakırsan, nefsim beni kötülüğe yaklaştırır ve iyilikten uzaklaştırır."

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle duâ ederdi:

(Rabbi eınnî velâ tuin aleyye vensurnî velâ tensur aleyye vemkürlî velâ temkür aleyye vehdinî ve yessirlîl-hüdâ vensurnî alâ men beğa aleyye, Rabbic'alnî leke şekkâran, leke zekkârân, leke rehhâban leke mitvâan, leke muhbiten ileyke evvâhan münîben. Rabbi tekabbel tevbetî vağsil havbetî ve ecib da'veti ve sebbit huccetî Ve seddid lisânî vehdi kalbi. Veslül sehîmete sadrî)

"Ey Rabbim! Bana yardım et, aleyhime yardım etme! Beni muzaffer kıl, aleyhime zafer verme! Lehime tertip kur, aleyhime kurma! Bana hidayet et ve hidayeti bana kolaylaştır! Üzerime saldırana karşı bana yardım et!

Ey Rabbim! Beni sana çok şükreden, seni çok zikreden, senden çok korkan, sana pek çok itaat eden, senin için eğilen ve sana yönelerek yakarışta bulunanlardan eyle!

Ey Rabbim! Tevbemi kabul eyle, günahlarımı yıkayıver, duâmı kabul buyur, delilimi sabit kıl, dilimi doğru kıl, kalbime hidayet et, göğsümün kin ve hasedini çıkar." (Tirmizi: 3551)

Ebu Ümâme -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- çok değişik duâlar yapardı. Biz bu duâlardan hiçbirini ezberleyemiyorduk. "Yâ Resulellah! Çok değişik duâlar yapıyorsun. Biz bunlardan hiçbirini ezberleyemedik." dedik.

Buyurdular ki:

"Bunların hepsini içine alan öz bir duâyı size haber vereyim mi? Şöyle duâ edersin:

(Allahümme innî es'elüke min hayri mâ seeleke minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem ve eûzü bike min şerri mesteâze minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem ve entel-müsteânu ve aleykel-belâğu ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)

"Ey Allah'ım! Peygamberin Muhammed'in senden dilediği hayırlardan ben de dilerim. Peygamberin Muhammed'in sığındığı şeylerden ben de sığınırım. Yardımına sığınılacak ancak sensin ve ancak senin yardımınla hayırlara ulaşılır. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir." (Tirmizi)

 

Diğer Peygamber Aleyhimüsselâm
Hazerâtı'nın Duâları:

Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile Hazret-i Havvâ Vâlidemiz'in duâları:

(Kâlâ Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ veinlem tağfirlenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel-hâsirîn)

"Dediler ki: Ey Rabb'imiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen ziyan edenlerden oluruz." (A'râf: 23)

 

Nuh Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi innî eûzübike en es'eleke mâ leyse lî bihi ilmün ve illâ tağfirlî ve terhamnî ekün minel-hâsirîn)

"Ey Rabb'im! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyan edenlerden olurum." (Hûd: 47)

(Rabbiğfirlî velivâlideyye velimen dehale beytî mü'minen velil-mü'minîne velil-mü'minâti velâ tezidiz-zâlimîne illâ tebârâ)

"Ey Rabb'im! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri inanan erkek ve kadınları bağışla! Zâlimlerin de helâkini artır!" (Nuh: 28)

 

İbrahim Aleyhisselâm ile oğlu İsmail Aleyhisselâm Kâbe-i muazzama'nın temellerini yükseltirken şöyle duâ ediyorlardı:

(Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entessemîul-alîm. Rabbenâ vec'alnâ müslimeyni leke vemin zürriyyetinâ ümmeten müslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tüb aleynâ inneke entet-tevvâbürrahim. Rabbenâ veb'as fîyhim rasûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtike veyüallimühümül-kitâbe vel-hikmete ve yüzekkîhim inneke entel-azîzül-hakîm)

"Ey Rabb'imiz! Yaptığımız bu hayırlı işi bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen işitensin bilensin.

Ey Rabb'imiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl. Neslimizden de sana teslim olan bir ümmet yetiştir. Bize ibâdet yerlerimizi göster. Tevbelerimizi kabul buyur. Tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.

Ey Rabb'imiz! Onlara kendi içlerinden senin âyetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları tezkiye edecek temizleyecek bir Peygamber gönder. Şüphesiz ki Aziz ve Hakim olan ancak sensin." (Bakara: 127-128-129)

(Veiz kale İbrâhîmu Rabbic'al hâzêl-belede âminen vecnübnî ve beniyye en na'büdel-esnâme. Rabbi innehünne ezlelne kesîran minen-nâsi femen tebianî feinnehu minnî vemen asânî feinneke gafûrur-rahîm. Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bivâdin ğayri zî zer'in inde beytikel-harâmi Rabbenâ liyukîmüsselâte fec'al ef'ideten minennâsi tehvi ileyhim ver-zukhüm mines-semerâti leallehüm yeşkürûn. Rabbenâ inneke ta'lemu mâ nuhfî vemâ nu'linu vemâ yahfâ alellâhî min şey'in fil-ardi velâ fis-semâi. Elhamdülillâhillezî vehebe lî alel-kiberi İsmâîle ve İshâka inne Rabbî lesemîudduâî. Rabbic'alnî mukîmessalâti ve min zürriyyetî Rabbenâ vetekabbel düâi. Rabbenâğfirlî velivâlideyye velil-mü'minîne yevme yekûmül-hisâb)

"İbrahim şöyle demişti:

Ey Rabb'im! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.

Ey Rabb'im! Çünkü o putlar insanlardan bir çoğunu saptırdılar. Bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi sana havale ederim, şüphesiz ki sen çok bağışlayan çok merhamet edensin.

Ey Rabb'imiz! Ey Sâhibimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için senin Beyt-i haram'ının yanında ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. İnsanların gönüllerini onlara meylettir, çeşitli meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki bu nimetlere şükrederler.

Ey Rabb'imiz! Doğrusu sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.

İhtiyarlık çağımda bana İsmail'i ve İshak'ı bağışlayan Allah'a hamdolsun! Şüphesiz ki Rabb'im duâları işitendir.

Ey Rabb'im! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle! Ey Rabb'imiz! Duâmı kabul buyur.

Ey Rabb'imiz! Hesap görülecek günde beni, anamı babamı, bütün inananları bağışla." (İbrahim: 35-41)

(Ellezî halekanî fehüve yehdîn. Vellezî hüve yüt'imunî ve yeskîn. Veizâ meriztü fehüve yeşfîn. Vellezî yümîytünî sümme yuhyîn. Vellezî etmeu en yağfira lî hatîetî yevmed-dîn. Rabbi heblî hükmen ve elhıknî bissâlihîn. Vec'al lî lisâne sıdkin fil-âhırîn. Vec'alnî min vereseti cennetin-naîm. Vağfir liebî innehû kâne mineddâllîn. Velâ tuhzinî yevme yüb'asûn.)

"Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur. Bana yediren, bana içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra beni diriltecek O'dur. Hesap gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.

Ey Rabb'im! Bana hikmet ver ve beni sâlihler zümresine kat. Benden sonra geleceklerin beni hayırla anmalarını nasip eyle! Beni nâim cennetinin vârislerinden kıl! Babamı da bağışla, çünkü o sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün beni utandırma!" (Şuarâ: 78-87)

 

Lût Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya'melûn.)

"Ey Rabb'im! Beni ve âilemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar!" (Şuarâ: 169)

(Rabbinsurnî alel-kavmil müfsidîn)

"Ey Rabb'im! Fesatçılara karşı bana yardım et!" (Ankebût: 30)

 

Yusuf Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbissicnü ehabbü ileyye mimmâ yed'ûnenî ileyhi ve illâ tasrif anhi keydehünne asbü ileyhinne ve ekün minel-câhilîn)

"Ey Rabb'im! Zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha sevimlidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve câhillerden olurum." (Yusuf: 33)

(Rabbi kad âteytenî minel-mülki ve allemtenî min te'vîlil-edâdîsi fâtırassemâvâti vel-ardi ente veliyyi fid-dünyâ vel-âhireti teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn)

"Ey Rabb'im! Sen bana hükümranlık verdin. Rüyâların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da âhirette de benim yârim ve yardımcım sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat!" (Yusuf: 101)

 

Musâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Kâle Rabbiş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlül ukdeten min lisâni yefkahü kavlî)

"Musâ dedi ki:

Ey Rabb'im! Göğsüme genişlik ver, işimi bana kolaylaştır. Dilimin düğümünü çöz ki sözümü anlasınlar." (Tâhâ: 25-28)

(Rabbi innî zalemtü nefsî fağfirlî)

"Ey Rabb'im! Ben nefsine zulmettim, beni bağışla." (Kasas: 16)

(Rabbi neccinî minel-kavmiz-zâlimîn)

"Ey Rabb'im! Beni şu zâlimler güruhundan kurtar!" (Kasas: 21)

(Rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr)

"Ey Rabb'im! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım." (Kasas: 24)

(Rabbiğfirlî veliahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamürrâhimîn)

"Ey Rabb'im! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine dâhil et. Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (A'râf: 151)

(Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyâye etühlikünâ bimâ fealessüfehâu minnâ in hiye illâ fitnetüke tuzillu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyünâ fağfirlenâ verhamnâ ve ente hayrül-ğafirîn. Vektüblenâ fî hâzihid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti innâ hüdnâ ileyke)

"Ey Rabb'im! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. Aramızdaki bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk edecek misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bu dünyada da bize iyilik yaz âhirette de! Çünkü biz sana yöneldik!" (A'râf: 155-156)

 

Eyyûb Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Ennî messeniyeddurru ve ente erhamürrâhimîn)

"Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (Enbiyâ: 83)

 

Yunus Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Lâilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn)

"Allah'ım! Senden başka ilâh yoktur, sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Gerçekten ben zâlimlerden oldum." (Enbiyâ: 87)

 

Süleyman Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi evzi'nî en eşküra ni'metekelletî en'amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a'mele sâlihan terdâhü ve edhılnî birahmetike fî ibâdikes-sâlihîn)

"Ey Rabb'im! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi, ve hoşnud olacağın iyi işi yapmamı gönlüme ihsan eyle. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!" (Neml: 19)

 

Zekeriyyâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi heblî min ledünke zürriyyeten tayyibeten inneke semîud-duâi)

"Ey Rabb'im! Tarafından bana hayırlı bir nesil bağışla. Doğrusu sen duâyı işitensin." (Âl-i imrân: 38)

(Rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrül-vârisîn)

"Ey Rabb'im! Beni yalnız bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın." (Enbiyâ: 89)

(İz nâdâ Rabbehu nidâen hafiyyen. Kâle:

Rabbi innî vehenel-azmü minnî veştealer-re'sü şey'en velem ekün biduâike Rabbi şakiyyâ. Veinnî hıftül-mevâliye min verâî ve kânetimraetî âkiran feheblî min ledünke veliyyâ. Yerisünî veyerisü min âli Yâ'kûbe vec'alhü Rabbi radiyyâ)

"Zekeriyyâ gizli bir seslenişle Rabb'ine yalvarmıştı:

Ey Rabb'im! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu, saçlarım ağardı.

Ey Rabb'im! Sana yalvarmak sayesinde şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım.

Doğrusu ben, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum.

Karım da kısırdır. (Ne olur) tarafından bana, yerime geçecek bir oğul bağışla, O bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Ey Rabb'im! Onu beğendiğin bir insan yap, rızânı kazanmasını sağla." (Meryem: 3-6)

 

İsâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(İn tüazzibhüm feinnehüm ibâdüke ve in tağfirlehüm feinneke entel-azîzül-hakîm)

"Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki sen izzet ve hikmet sahibisin." (Mâide: 118)

 

 

En Önemli Kulluk Görevi:

 

İstiâze; sığınma, korunma, talep etme mânâlarına gelir. Şeytandan, kötülük ve şerlerden, haramlardan günahlardan, cehennemden... Allah-u Teâlâ'ya sığınmak, kulluğun en mühim hususiyetlerindendir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Allah'a sığın!.." buyuruyor. (Mümin: 56)

Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenecek, kapısına başvurulacak yegâne mâbud O'dur.

Şeytan kıyamete kadar insanları iğva edeceğine yemin ettiği için, insanın etrafını çevirmekten vesveseler vermekten bir an olsun boş bulunmamaktadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde tekrar tekrar duâ edip yalvaran kişinin söyleyeceği lâfızlarla şeytanın iğvalarından, hile ve desiselerinden kendisine sığınmayı emir buyurmuştur:

"De ki: Rabb'im! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Rabb'im! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım." (Müminûn: 97-98)

Her insan daha hayatta iken noksanlıklarını gidermeye çalışmalı, her zaman için şeytanın şerrinden Allah-u Teâlâ'ya sığınarak muvaffakiyet dilemelidir.

İstiâze; Allah-u Teâlâ'ya yaklaşanların vasıtası, O'ndan korkanların sarıldığı ip, suçluların barınacakları çare, musibete uğrayanların merciidir. Kalp ve ruhu şeytanın istilâsından kurtarmaya ve Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himâyesi altına girmeye vesiledir.

İstiâze "Firâr-ı ilâllah" makamıdır. Şirkten Tevhid'e, küfürden imana, zulümden adalete, nifaktan sadakate, riyâdan ihlâsa, kibirden tevâzuya, cimrilikten cömertliğe, israftan kanaate, adâvetten muhabbete, tefrikadan ittifaka, kötülükten iyiliğe, günahtan sevaba... kaçıp sığınmaktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Allah'a kaçınız.!." buyuruyor. (Zâriyât: 50)

O'nun Zât-ı ulûhiyetine ilticâ edin, her işinizde O'na itimat ve teslimiyette bulunun.

Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenecek, kapısına başvurulacak yegâne mabud O'dur.

Bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Allah, rızâsını arayanları onunla kurtuluş yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onları dosdoğru bir yola iletir." (Mâide: 16)

Allah-u Teâlâ'nın ism-i şerif'lerinden birisi de "Mümin"dir. İmanı ihsan buyuran, emniyet bahşeden, kendisine iltica edip sığınanları hususi himayesine alıp muhafaza eden ve huzura erdiren demektir. Emniyet ve eman kaynağı O'dur, her şey her an O'na yönelip sığınmaya muhtaçtır.

Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere, Allah dostları bütün ibtilâlara, meşakkatlere, ezâ ve cefâlara karşı Hazret-i Allah'a tevekkül etmişler, huzuru O'na sığınmakta bulmuşlardır.

Nuh Aleyhisselâm cehalet ve bilgisizlikten, sebeplere bağlanmaktan Allah-u Teâlâ'ya sığınarak ilticâda bulunmuştur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"De ki: Ey Rabb'im! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyan edenlerden olurum." (Hûd: 47)

Onun bu sığınışı sayesinde Allah-u Teâlâ da kendisine emniyet vermiş, hem kendisini, hem de beraberinde olanları denizin şiddetli dalgalarından kurtarmıştır.

Yusuf Aleyhisselâm Züleyha'nın kendisine musallat olup zinaya düşürmesinden endişeli olduğu bir zamanda huzur içinde:

"Allah'a sığınırım." dedi. (Yusuf: 23)

Bu gönülden gelen istiâze sayesinde Allah-u Teâlâ onu böyle bir felâkete düşmekten korumuş hem de Mısır'a vezir yapmış, din ve dünya şerefine ulaştırmıştır.

Musa Aleyhisselâm, Firavun'un kendisini öldürmek için teşebbüs ettiğini duyunca, görünüşte Firavun ve hanedanına karşı çok zayıf görüldüğü halde, sebepleri yürüten Allah-u Teâlâ'ya sığındı.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Musa dedi ki:

Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabb'im sizin de Rabb'iniz olan Allah'a sığınırım." (Mümin: 27)

Musa Aleyhisselâm'ın bu yüksek beyanatı gösteriyor ki, her mümin her zaman her hususta Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, daima O'nun hıfz-u himayesine iltica etmelidir.

Allah-u Teâlâ Felâk ve Nas sûre-i şerif'lerinde kendisine sığınmayı tavsiye buyurmaktadır.

 

İstiâze (Sığınma) Duâları:

 

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bir çok Hadis-i şerif'lerinde istiâze duâları mevcuttur:

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururdu:

(Eûzü, biızzetikellezî lâilâhe illâ entellezî lâ yemûtu vel-cinnü vel-insü yemûtûn)

"Senin izzetine sığınırım. Sen o izzet sahibisin ki, senden başka ilâh yoktur, yalnız sen varsın. Sen ebedî hayat sahibisin. Cinler ve insanlar ise ölür giderler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2181)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- buyururlar ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in duâsından birisi de şu idi:

(Allahümme innî eûzü min zevâli ni'metike ve tehavvüli âfiyetike ve fücâeti nikmetike ve cemîi sehatike)

"Ey Allah'ım! Nimetin zevâlinden, âfiyetinin (belâya) dönüşmesinden, azabının ansızlığından, gadabını celbedecek bütün davranışlardan sana sığınırım." (Müslim)

Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâlarında şöyle söylerdi:

(Allahümme innî eûzübike min şerri mâ amiltü ve min şerri mâlem a'mel)

"Ey Allah'ım! Bütün yaptıklarımın şerrinden de yapmadıklarımın şerrinden de sana sığınıyorum." (Müslim)

Zeyd bin Erkam -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Size ancak Resulullah Aleyhisselâm'ın söylediği gibi söylüyorum. O şu duâyı yapardı:

(Allahümme innî eûzübike minel-aczi vel-keseli vel-cübni vel-buhli vel-heremi ve azâbil-kabri. Allahümme âti nefsî takvâhâ ve zekkâhâ ente hayrun men zekkâhâ. Ente veliyyehâ ve mevlâhâ. Allahümmi innî eûzübike min ilmin lâ yenfeu vemin kalbin lâ yahşeu vemin nefsin lâ teşbeu vemin da'vetin lâ yüstecâbü lehâ)

"Ey Allah'ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınırım.

Ey Allah'ım! Nefsime takvâsını ver ve onu pâk eyle! Onu pâk edecek yegâne sen varsın. Onun velisi ve mevlâsı sensin.

Ey Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duâdan sana sığınırım." (Müslim)

Şekel bin Humeyd -radiyallahu anh-in "Yâ Resulellah! Bana bir duâ öğretiver." demesi üzerine ona şöyle duâ etmesini söylediler:

(Allahümme innî eûzübike min şerri sem'i vemin şerri basarî vemin şerri lisânî vemin şerri kalbî vemin şerri meniyyin)

"Ey Allah'ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden, tenasül uzvumun şerrinden sana sığınırım." (Ebu Dâvud)

Sa'd bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh-den rivâyete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle duâ edilmesini tavsiye ederdi:

(Allahümme innî eûzübike minel-buhli ve eûzübike minel-cübni ve eûzübike en eradde ilâ erzelil-umuri ve eûzübike min fitnetit-dünyâ ya'nî fitnetet-deccâli ve eûzübike min azâbil-kabri)

"Allah'ım! Cimrilikten sana sığınırım. Korkaklıktan da sana sığınırım, perişanlık veren uzun ömürden sana sığınırım. Dünya fitnesi olan Deccal'den ve kabir azabından da sana sığınırım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2153)

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle duâ ederlerdi:

(Allahümme innî eûzübike minel-aczî vel-keseli vel-cübni vel-heremi vel-buhli ve eûzübike min azâbil-kabri ve eûzübike min fitnetil-mahyâ vel-memâti)

"Ey Allah'ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım." (Buhârî)

Abdullah bin Abbas -radiyallahü anhümâ-dan:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hasan ve Hüseyin'in üzerine şu duâyı okur ve onlara "Ceddiniz İbrahim de bu duâyı oğulları İsmâil ve İshak'ın üzerine okurdu." buyururdu:

(Eûzü bikelimâtillâhit-tâmmeti min külli şeytânin ve hammetin ve min külli aynin lâmmetin)

"Allah'ım! Bütün insanların, cinlerin, şeytanların ve zararlı şeylerin ve kem gözlerin şerrinden şifâ veren kelimelerine sığınırım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1384)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanı sıra uyumakta idim. Geceleyin uyandığımda yatakta yoktu. Karanlıkta elimle yokladım, elim ayağının altına rastladı.

Secdede idi ve şöyle duâ ediyordu:

(Allahümme innî eûzü birızâke min sehatike. Ve eûzü bimuâfâtike min ukûbetike ve eûzübike minke, lâ uhsî senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsike)

"Ey Allah'ım! Rızânı şefaatçı kılarak gadabından sana sığınıyorum. Affını şefaatçı yaparak vereceğin cezadan sana sığınıyorum. Senden sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini senâ ettiğin gibisin." (Tirmizî)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre bir zât Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelerek "Yâ Resulellah! Dün gece beni sokan akrepten neler çektim." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm;

"Eğer sen akşama erişince:

(Eûzü bikelimâtillâhit-tâmmâti min şerri mâ haleka)

'Yarattıklarının şerrinden Allah-u Teâlâ'nın tam kelimelerine sığınırım.' diye duâ etseydin, o akrep sana zarar vermezdi." buyurdu. (Müslim)

Diğer bir rivayette Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; bir kimse bir yere indiği zaman bu duayı okursa, oradan ayrılıncaya kadar kendisine hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini beyan buyurmuşlardır. (Müslim)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

(Allahümme inni eûzü bike mineş-şikâki ven-nifâki ve sûil-ahlâki)

"Ey Allah'ım! Ayrılık yapmaktan, münafıklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım." (Ebu Dâvud)

 

İmanı Korumak İçin İstiâze:

 

"Hatmü'l-Evliyâ" kitabının müellifi Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle söylemiştir:

"Allah-u Teâlâ'yı rüyâmda gördüm ve O'na;

'Yâ Rabb'i! Ben imanımı kaybetmekten korkuyorum.' dedim.

O da bana; sabahın farzı ile sünneti arasında bir kere şu duâyı okumamı emretti:

(Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ bedîussemâvâti vel-ard, yâ zel-celali vel-ikrâm, es'elüke en tuhyiye kalbî binûri mağrifetike ebeden. Yâ Allah! Yâ Allah! Yâ Allah!)

"Ey Hayy! Ey Kayyûm! Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Ey Celâl ve ikram sahibi! Senden, kalbimi marifetinin nuruyla ebediyyen diriltmeni isterim. Yâ Allah! Yâ Allah! Yâ Allah!"

 

Günlük Sığınma Duâsı:

 

Osman bin Affân -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Bir kul her günün sabahında ve gecenin akşamında üçer kere şu duâyı okursa kendisine hiçbir şey zarar vermez."

(Bismillâhillezi lâ yedurru meas-mihi şey'un fil-ardi velâ fissemâi vehüvessemîul-aliym)

"O Allah'ın adıyla sığınırım ki, yerde ve göktekilerinden hiçbir şey zarar veremez. O işitendir ve bilendir." (Ebu Dâvud)

Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in oğlu Eban -radiyallahu anh- kısmî felce uğramış idi. Babasından bu Hadis-i şerif'i rivayet ettiğinde, orada bulunanlardan bir kimse ona bakmaya başladı. Bunun üzerine şu sözü söyledi:

"Ne bakıyorsun? Dikkat et, Hadis-i şerif sana anlattığım gibidir. Fakat ben, Allah kaderini bana geçireceği için o gün bunu söyleyemedim." (Tirmizî)

 

Salât-ü Selâm İçin İlâhî Emir:

 

Allah-u Teâlâ, kulu ve Resul'ü Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini, yüceler yücesindeki mevkiini çok açık bir şekilde beşeriyete ilân etmiştir.

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed'e çok salât ve senâ ederler. Ey inananlar! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)

Peygamber'ine Allah-u Teâlâ'nın salâtı; onu en yüce makamda yâdetmesi, onu rahmeti ile rızâsı ile tebcil ve tebrik etmesidir.

Meleklerin salâtı ise; istiğfarda bulunmalarıdır. İnsanların ki de öyledir.

Ne yüce mertebedir ki, onu yaratan ona salât-ü selâm getiriyor, sevgili Peygamber'ini anıyor. Ulvî makamındaki melekler de onun için mağfiret diliyorlar, senâ ediyorlar.

Bu nimet ve şereften üstün bir ikbal ve ikram düşünülemez.

Sonra da süfli âlemdeki insanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine salât-ü selâm getirmelerini emrediyor.

Müminler bu sayede kendilerini zulmetten nûra kavuşturan, ulvî ufukların kapılarını açan peygamberlerine; salât ve selamlarını, hürmet ve tazimlerini övgü ve senâlarını, minnettarlıklarını arzetmiş oluyorlar.

Bu vesile ile de Allah katında itibar kazanmış, birçok ecir ve mükafatlara nâil olmuş oluyorlar.

Sâdık müminler asırlar boyu o Nûr'un aşkında ve şevkinde yaşamışlar, ona karşı besledikleri muhabbet bağından bir an olsun ayrılmamışlar, salât-ü selâm ile tebcil etmekten geri durmamışlardır.

Binaenaleyh Cenâb-ı Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in İsm-i şerif'leri anılınca "Allahümme salli ala seyyidina Muhammed" diye salâvât-ı şerife getirmek her müminin üzerine vâcibdir, bundan fazlasını söylemek sünnettir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Cenâb-ı Allah'a, O'nun razı olduğu halde kavuşmak isteyenler bana çokça salâvât göndersinler." buyuruyorlar. (Münavî)

Bir kimseyi çok anan, onu çok seviyor demektir. Kişi her zaman sevdiği ile beraber olur.

Bir Hadis-i şerif'te:

"Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, üzerime çok salât gönderendir." buyuruluyor. (Tirmizî)

 

Emr-i Peygamberî:

 

Ebu Talha -radiyallahu anh- buyurur ki:

Bir gün Resulullah Aleyhisselâm yüzü sevinçli olduğu halde geldi. "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik.

Buyurdular ki:

"Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi. Ya Muhammed! Rabb'in diyor ki: Sana salâvât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana yetmez mi?" (Nesaî)

Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"Bir şeyi talep edip de hasıl olmasından güçlük ve sıkıntı çeken kimse, bana çokça salât-ü selam göndersin. Gerçekten salât-u selâm sıkıntıların giderilmesinde, rızıkların çoğalmasında ve müşkillerin halledilmesinde yegane vesiledir." (Nevadir-ül Usûl)

"Bir kimse nezdinde ismim zikrolunduğu halde, bana salât-ü selam göndersin. Şüphesiz bana bir kere salât gönderenlere Cenâb-ı Allah on defa rahmet eder." (C. Sağir)

"Peygamber'e salât-ü selâm göndermek köle azad etmekten efdaldir." (Münâvî)

"Bana salât gönderenlere Cenâb-ı Hakk sırat köprüsü üzerinde bir nûr ihsan eder. Ehl-i nûr ise ehl-i nardan olmayacağı açıktır." (Nevadir-ül Usûl)

"Sizden cennette en ziyâde hûri kazanan kimse bana çokça salât-u selâm gönderenlerdir." (Münâvî)

"Bir kere bana salât gönderenlere Cenâb-ı Allah on defa rahmet eder." (Ebu Dâvud)

"Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on defa rahmet eder. On hatasını siler, on derecesini yükseltir." (Nesâi)

 

Mânevî İrtibat:

 

Salât-ü selâm her zaman getirilebilir. Kerahat vakitlerinde bile okunmasında mahzur yoktur. Bilhassa Cuma gecesinde ve gündüzünde salâvât-ı şerif okumakla fazla meşgul olunmalıdır.

Evs bin Evs -radiyallahu anh-den rivâyete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde benim üzerime çok salâvât getirin. Zira sizin salât ve selâmlarınız bana arz olunur." buyurdu.

Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm-:

"Yâ Resulellah! Getirdiğimiz salâvât size nasıl arz olunur, halbuki siz çürümüş bulunacaksınız." dediklerinde, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap verdiler:

"Allah-u Teâlâ peygamberlerinin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır." (Ebu Dâvud)

Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:

"Yeryüzünde Allah'ın gezici melekleri vardır. Ümmetimin selâmını bana tebliğ ederler." (Nesâî)

"Üzerime salâvât getirin. Zirâ nerede olsanız, getirdiğiniz salât-ü selâmlar bana ulaşır." (Ebu Dâvud)

 

Burnu Yerlerde Sürünecek Üç Kişi:

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edildiğine göre Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere çıkıp "Âmin, âmin, âmin..." buyurdular. "Yâ Resulellah! Bunu neden yaptın?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdiler:

"Cibril bana şöyle dedi: 'Anası babası yanında ihtiyarladığı halde onlara yaptığı evlâtlık sayesinde cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün!' Ben âmin dedim. Sonra Cibrîl 'Ramazan ayına erdiği halde kendisini af ettirmeye muvaffak olamadan bu ayı çıkaran kimsenin burnu yerlerde sürünsün!' dedi. Ben de âmin dedim. Sonra şöyle dedi: 'Yanında anıldığım halde bana salâvât getirmeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün!' Ben de âmin dedim." (Müslim)

 

Salli-Bârik Duâları:

 

Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm-dan bir zât "Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ bize senin üzerine salât-ü selâm göndermemizi emir buyurdu. Size nasıl salât-ü selâm getirelim?" diye sordu. Bunun üzerine bir müddet sükut etti. Orada bulunanlar bu sükutun uzamasından dolayı "Keşke sormasa idi." diye temenni ettiler. Daha sonra Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Salli-Bârik duâlarının okunmasını söylediler. (Müslim)

(Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm inneke hamidün mecîd)

"Ey Allah'ım! Rahmetini Muhammed Aleyhisselâm'ın ve onun akraba ve taallûkatının, itaatkâr ümmetinin üzerine indir. Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ve onun âile efradına nâzil buyurmuşsun. Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur."

(Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhîm ve alâ âli İbrâhîm inneke hamîdün mecîd)

"Ey Allah'ım! Muhammed Aleyhisselâm'ın onun akraba ve taallûkatının, itaatkâr ümmetinin bereketlerini daima artır. Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ve onun âile efradının bereketlerini artırdığın gibi. Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur."

 

Numune Bir Salâvat:

 

Ebu Hümeyd es-Saîdî -radiyallahu anh-den rivayete göre, Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- "Yâ Resulellah sana nasıl salâvât getirelim?" diye sordular. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise buyurdular ki:

(Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ salleyte alâ İbrahim ve bârik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrahim inneke hamidün mecid)

"Ey Allah'ım! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, İbrahim'e rahmet kıldığın gibi.

Muhammed'in, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, İbrahim'i mübarek kıldığın gibi.

Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur." (Buhârî-Müslim)

(Ve salla'llâhu alâ Hâtemü'r-rusül ve'l-enbiyâ ve vârisehu'l-ekmele fî husûsi Hatmiyyetühû Hâtemi'l-evliyâ'i'l-Muhammediyyîn)

"Allah'ın salâtı resullerin ve nebilerin Hâtem'inin ve onun Hatemiyyet hususundaki en kâmil vârisi olan, Muhammedî velilerin Hâtem'inin üzerine olsun!"

 

Salâvat Getirmemek:

 

Salât-ü selam getirmeyenler hakkında da Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Şüphesiz insanların en ziyade cimrisi ismimi işitip de bana salât-ü selâm göndermeyen kimsedir." (Tirmizî)

"Bir kimse ismimi işitir de bana salât-ü selâm getirmezse bana cefâ etmiş olur." (C. Sağir)

"Bir kimse indinde ismim zikrolunur da bana salât-ü selam göndermezse o kimse şakidir." (Münâvî)

"Bana salâvât vermeyi unutan kimse cennetin yolunu şaşırır." (İbn-i Mâce)

 

Salât-ı Münciye:

 

Sıkıntılı ve tehlikeli zamanlarda okunacak bir salâvât-ı şerife:

(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin salâten tüncinâ bihâ min cemîil-ahvâli vel-âfât. Ve takzî lenâ bihâ cemîal-hâcât. Ve tütahhirunâ bihâ min cemîisseyyiât. Veterfeunâ bihâ a'ledderecât. Vetübelliğunâ bihâ aksal-ğâyât. Min cemîil-hayrâti fil-hayâti ve ba'del-memât)

"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e ve onun âline salât eyle. Onun hürmetine bizi her türlü korku ve musibetlerden kurtarasın. Bütün ihtiyaçlarımızı o salâvât hürmetine gideresin. Bütün günahlardan o salâvât hürmetine temizleyesin. O salâvât hürmetine bizi derecelerin en üstününe erdiresin. O salâvât hürmetine hayatta ve öldükten sonra bütün hayırların en son gayesine ulaştırasın."

 

Salât-ı Tefriciye:

 

Sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarda, işlerde kolaylık, zarar ve tehlikelerden halâs için okunacak bir salâvat-ı şerife:

(Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tammen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil-ukadü ve tenfericu bihil-kürebü vetükzâ bihil-havâicü ve tünâlü bihir-rağâibü ve hüsnül-havâtimü ve yüsteskâl-ğamâmü bivechihil-kerîmi ve alâ âlihi ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma'lûmün leke)

"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed üzerine kusursuz bir salât, mükemmel bir selâm ve selâmet ihsan buyur.

O peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belâlar onun hürmetine açılıp dağılır. Hacetler ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara onun hürmetine ulaşılır, güzel neticeler onun hürmetine elde edilir. Onun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir.

Ey Allah'ım! Onun âline ve ashâbına her göz kırpacak zamanda, her nefes alacak zamanda, sana malum olan varlıklar sayısınca salât kıl!"

 

 

Sabah ve Akşam
Okunabilecek Duâlar:

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ashab'ına duâ öğretir ve şöyle buyururdu:

Sizden biriniz sabaha erdiği zaman:

(Allahümme bike esbahnâ ve bike emseynâ ve bike nahyâ ve bike nemûtü ve ileykel-masîr)

"Ey Allah'ım! Seninle sabaha vardık, seninle akşama vardık. Seninle yaşıyor, seninle ölüyoruz, dönüş sanadır." desin.

Akşama erdiği zaman da şöyle desin:

(Allahümme bike emseynâ ve bike esbahnâ ve bike nahyâ ve bike nemûtü ve ileyken-nüşûr)

"Ey Allah'ım! Seninle akşama vardık, seninle sabaha vardık, seninle yaşıyoruz, seninle ölüyoruz. Diriltmek sana mahsustur." (Tirmizî)

Enes -radiyallahu anh-den; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Kim akşama ve sabaha erdiği zaman;

(Radiynâ billâhi Rabben ve bil-islâmi dînen ve bi Muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme resûlen)

''Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak Muhammed -sallallahu aleyhi ve selem-e râzı olduk.' derse, onu râzı etmek de Allah'ın üzerine bir hak olmuş olur." (Ebu Dâvud)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den; Ebu Bekir Sıddık -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'a "Yâ Resulellah! Bana sabah ve akşama eriştiğimde söyleyeceğim bir kaç kelime emir buyur." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

(Allahümme fâtıres-semâvatî vel-ardi âlimel-ğaybi veş-şehâdeti Rabbe külli şey'in ve melikehu eşhedü en lâilâhe illâ ente eûzü bike min şerri nefsî ve şerriş-şeytâni ve şirkihi)

"Ey Allah'ım! Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi ve âşikârı bilen! Ey her şeyin Rabb'i ve Melik'i! Şehâdet ederim ki senden başka Mabûd-u bil-hakk yoktur. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınırım." de ve bunları sabaha çıktığında, akşama eriştiğinde ve yatağa girdiğinde söyle." (Ebu Dâvud)

 

Ezandan Sonra:

 

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

"Her kim ezanı işittiği zaman:

(Allahümme Rabbe hâzihid-da'vetit-tammeti ves-salâtil-kâimeti âti Muhammedenil-vesîlete vel-fazîlete veb'ashü makamen mahmûdenillezî veattehu)

"Ey Allah'ım! Bu tam dâvetin ve kılınacak namazın Rabb'i! Muhammed'e vesile ve fazilet ver, onu kendisine vâdettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır." derse, kıyamet günü şefaatıma erişir." (Buhari. Tecrid-i Sârih: 365)

 

Sıkıntılı Zamanlarda:

 

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in üzüntülü, sıkıntılı ve felâketli zamanda şu şekilde duâ buyurduğunu söylemiştir:

(Lâilâhe illâllahül-azîmül-halîm. Lâilâhe illâllahu Rabbül-arşil-azîm. Lâilâhe illâllahu Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül-arşil -kerîm)

"Azamet ve vakar sahibi Allah'tan başka, ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Arş-ı Âzam sahibi Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin ve yerin sahibi ve Arş-ı kerim'in mâliki Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2150)

Taberî der ki:

"Selef-i sâlihin bununla duâ eder ve buna Sıkıntı duâsı adını verirlerdi."

 

Şifa Âyet-i Kerime'leri:

 

(Ve yeşfi sudûra kavmin mü'minin. Ve yüzhib ğayza kulûbihim)

"Allah müminler topluluğunun gönüllerine şifâ versin ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin." (Tevbe: 14 -15)

(Ve nünezzilü minel-kur'âni mâ hüve şifâun ve rahmetün lil-mü'minîne ve lâ yezîdüzzâlimîne illâ hasâra)

"Biz Kur'an'dan öyle şeyler indiriyoruz ki, müminler için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise yalnızca ziyanını artırır." (İsrâ: 82)

(Ve izâ meriztü fehüve yeşfîn)

"Hastalandığım zaman bana şifâ veren Allah'tır." (Şuarâ: 80)

(Yâ eyyühennâsü kad câetküm mev'izatün min Rabbiküm ve şifâun limâ fis-sudûri ve hüden ve rahmetün lil-mü'minîn)

"Ey insanlar! Size Rabb'inizden bir öğüt, hastalanmış gönüllere bir şifâ ve müminler için hidayet rehberi ve rahmet gelmiştir." (Yunus: 57)

(Kul hüve lillezîne âmenû hüden ve şifâun)

"De ki: Kur'an müminler için hidâyet ve şifâdır." (Fussilet: 44)

 

Ağrılara Karşı:

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

Sağ elini vücudundan rahatsız olan yere koyup; yedi defa mesh etmeli ve her mesihde şu duâyı okumalıdır. Allah'ın izni ile şifâ bulur:

(Eûzü biızzetillâhi ve kudretihi min şerri mâ ecidü)

"Acısını duyduğum hastalığın şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım." (C. Sağir)

 

Her Türlü Hastalıklara Karşı:

 

Ebu Said el-Hudrî -radiyallahu anh- buyurur ki:

Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin yanına geldi ve "Yâ Muhammed! Hasta mısın?" diye sordu. "Evet" cevabını alınca Cebrâil Aleyhisselâm şu duâyı okudu:

(Bismillahi erkîke min külli dâin yü'zîke ve min şerri külli nefsin ev ayni hâsidin Allahü yeşfîke bismillâhi erkîke)

"Allah'ın adıyla. Sana ezâ veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifâ versin. Ben Allah'ın adı ile sana duâ ediyorum." (Müslim)

Yolculuklarda:

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir seferde olduğu ve seher vakti kalktığı vakit şöyle duâ ederdi:

(Bihamdillâhi ve hüsni belâihi aleyh. Rabbenâ sâhibnâ ve efdil aleynâ)

"Biz Allah'a nimetlerinden ve güzel imtihanından dolayı hamdederiz. Ey Rabb'imiz! Bizi muhafaza eyle! Üzerimize bol nimetlerin fazlasını ver!"

Ve şöyle buyurdu:

"Bir dinleyen şu sözümü başkalarına işittirsin. Bu sözlerimi cehennemden Allah'a sığınarak söylüyorum." (Müslim)

 

İş Yerini Açarken:

 

(Allahümme yâ müfettihal-ebvâbi iftah lenâ hayral-bâb. Allahümmerzuknâ rizkan halâlen ve rizkan vâsian birahmetikme yâ erhamerrâhimîn)

"Ey kapıları açan Allah'ım! Bize hayır kapısını aç! Rahmetinle bize helâl ve geniş rızık ver, ey merhametlilerin en merhametlisi!" (Tirmizî)

 

Borç Ödeme:

 

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e bir kimse gelerek borçlu olduğundan ve sıkıntısından bahsetti.

Ona buyurdu ki:

Resulullah Aleyhisselâm'dan öğrendiğim şu kelimelerle sığınırsan, dağ gibi borcun olsa bile sıkıntı duymadan ödersin.

(Allahümme ekfinî bihalâlike an harâmike ve eğninî bifazlike ammen sivâke)

"Allah'ım! Helâl kıldıklarınla, beni haram kıldıklarından uzak tut. Fazl-u kereminle beni senden gayrıya karşı müstağnî kıl." (Tirmizî)

 

Yemek Duâsı:

 

(Allahümmerzuknâ ıyşen bilâ belâin, ve amelen bilâ riyâin, ve dînen bilâ hevâin, ve afven bile ikâbin, ve mağfiraten bilâ azâbin, ve cenneten bilâ hisâbin, ve rü'yeten bilâ hicâbin, bilütfike ve keremike yâ ekremel ekremine veyâ erhamerrâhimin. Ni'meti celîlullah, bereketi halîlullah, şefaat yâ Resulellah. Elhamdülillâhillezi et'amenâ vesekânâ ve cealenâ minel-müslimin. Verahmetullahi ve berekâtühu alâ sâhibit-taâm vel-âkilin vel-hâdimin vel-hâzirin. Allahümme zid velâ tenkus bini'metike bihürmetil-fâtiha)

"Ey Allah'ım! Belâsız bir geçim, riyâsız bir amel, hevâsız bir din, cezasız bir af, azapsız bir bağışlama, hesapsız bir cennet ve perdesiz bir rü'yet ile bizi rızıklandır. Lütfunla ey keremlilerin en keremlisi ve ey merhametlilerin en merhametlisi!

Allah'ın celâletinin nimeti, Allah'ın Halil'inin bereketi, şefaat ey Allah'ın Resul'ü!

Bize yedirip içiren ve bizi müslümanlardan kılan Allah'a hamdolsun!

Allah'ın rahmeti ve bereketi yemek sahibine, yiyenlere, hizmet edenlere ve hazır olanlara olsun.

Allah'ım! Nimetini çoğalt, eksiltme bihürmetil-fâtiha."

 

Cinlerden Allah'a Sığınma:

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Miraç gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şule ile beni takip ediyordu. Her bakışımda onu görüyordum. Cibril bana 'İstersen sana bir duâ öğreteyim, o duâyı okursan, şulesi söner ve ağzının üstüne düşer.' dedi. 'Peki öğret!' dedim. 'Şu duâyı oku.' buyurdu:

(Euzü bivechillâhil-kerim, ve bikelimâtillâhit-tâmmâtilletî lâ yücâvizühünne berrun velâ fâcirun min şerri mâ yenzilü minessemâi ve şerri mâ ya'ricü fîhâ vemin şerri mâ zeree fil-ardi vemin şerri mâ yahrucü minhâ vemin fitenilleyli ven-nehârî vemin tavârikıl-leyli ven-nehâri illâ târikan yetruku bihayri yâ Rahman)

"Allah'ım! Kerim olan vechi hürmetine, muttakî olsun fâcir olsun hiç kimsenin onu aşıp daha güzelini söyleyemediği eksiksiz mükemmel kelimâtullah hakkı için; belâ olarak semâdan inen, semâya yükselen (cezaya mucip) şerlerden, yeryüzünde yarattığı şerden, yerden çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden, hayır getiren hadiseler hariç gece ve gündüz gelen musibetlerden Allah'a sığınırım. Ey Rahman!" (Muvattâ)

Hadis-i şerif'in başka rivayetinde "Bu duâyı okur okumaz ifrit ağzının üzerine düştü, ışığı da söndü." buyurulmaktadır.

Şeytan ve cinlerin şerrinden korunmak için Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, sabah-akşam şu sûre ve duâları okumalıdır:

1 Fâtiha Sûre-i Şerif'i,

1 Âyet-el Kürsi,

1 Amenerresulü (Bakara: 285-286),

3 İhlâs-ı Şerif,

5 Felâk Sûre-i Şerif'i,

6 Nas Sûre-i Şerif'i.

(Euzü bikelimâtillâhit-tammâti min şerri mâ halâkallâhu.)

(Euzü bikelimâtillâhit-tammâti min şerri mâ halâka ve zeraa ve berae.)

(Euzü bikelimâtillâhit-tammeti min külli şeytânin ve hammetin ve min külli aynin lâmmetin.)

"Allah'ın yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım.

Allah'ın yarattığı, ektiği ve var ettiği şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım.

Bütün insanların, cinlerin, şeytanların, zararlı şeylerin ve kem gözlerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım."

 

Dualar

Muhterem Ömer Öngüt'ün "Kalblerin Anahtarı" Külliyatı'nın bir cildi olan
"Hazret-i Kur'an'dan, Hazret-i Resulullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- Dilinden, Zevât-ı Kiram'dan DUÂLAR"
isimli eseri büyük boy ve küçük boy olarak neşredilerek Ümmet-i Muhammed'in istifadesine sunulmuştur.

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığı altında, selis bir üslupla kalpleri itminana kavuşturan izahların yapıldığı bu müstesna eserden başlıklar:
• Besmele-i Şerif'e • Duâ • Kur'an-ı Kerim • Kur'an-ı Kerim'de Geçen Duâ Âyet-i Kerime'leri • Zikrullah • Tehlil ve Tekbir • Tesbihat • Esmâ-i Hüsnâ • İsm-i Âzam Tercümanı • İstiâze • Tevbe ve İstiğfar • Salâvat-ı Şerif'e • Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Mübarek Dilinden Duâlar • Abdest • Namaz • Sabah ve Akşam, Yatıp Kalkarken Okunacak Duâlar • Sıkıntılı ve Üzüntülü Zamanlarda Okunacak Duâlar • Hastalık ve Tedavi • Yolculuk ile İlgili Duâlar • Muhtelif Vesilelerle Okunacak Duâlar • Cinler • Cin Tasallutundan Korunma • Sihir • Göz Değmesi (Nazar) • Cevşenü'l-Kebir • Evrad-ı Bahâiyye • Kenzül-Arş.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.4 DİNİN DİREĞİ NAMAZ

Previous topicNext topic
DİNİN DİREĞİ NAMAZ
 

İSLÂM İLMİHALİ

Dinin Direği "Namaz!"

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Namaz müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır." buyuruyor. (Nisâ: 103)

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Her şeyin bir alâmeti vardır. İmanın alâmeti de namazdır." (Münâvî)

"İşin başı İslâm'dır, onu ayakta tutan namazdır, zirvesi ise Allah yolunda cihaddır." (Tirmizî)

"Kıyamet gününde kulların hesaba çekilmesi namazdan başlar. Bu hesap doğru verilirse diğer amellerin de kabûlüne yardımı olur. Aksi takdirde hüküm tersine olur." (Tirmîzî)

"Cehennem ateşi azâbı hak eden müminlerin vücudunu yakar. Fakat Cenâb-ı Hakk'a secde ederken yere değen âzâya dokunamaz." (Buhârî)

"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa içinde yıkansa kiri kalır mı?"

– Hayır, hiçbir kir bırakmaz.

"İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 319)

"Gece ve gündüz melekleri bir biri peşine size gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde 'Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler 'Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık.' derler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 332)

Allah'a imandan sonra her müslümana en mühim farz, namazdır. Yalnız ümmet-i Muhammed'e değil, geçmiş ümmetlerin hepsine de farz kılınmıştır.

Namaz, Rabb'imiz Teâlâ Hazretleri'nin görünür-görünmez, bitmez, tükenmez ihsan ve ikrâmlarına karşı şükran ve tazimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibâdettir.

Hadis-i şerif'lere göre İslâm'ın şartı, dinin direği ve temeli, ibâdetlerin rehberi, cennetin anahtarıdır. Müminin miracı, kalbinin nûru, ruhunun gıdasıdır. Muttakilerin göz aydınlığıdır.

Namaz kılmakla, İslâm'ın esas ve büyük temeli kurulmuş, kişi kurtuluş ipine tutunmuş olur.

Amellerin en efdâlî vaktinde kılınan namazdır.

İnsan namaza ne kadar devamlı olursa, dinini de o kadar sağlamlaştırmış olur.

Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, namazlar vakit aralarındaki günahlara kefârettir.

Kötülüklerin önüne çekilmiş bir seddir. Hakîkatına inilerek edâ edilirse, insanı her türlü kötülüklerden korur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabb'inize ibadet edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz." (Hacc: 77)

İnsanı Mevlâ'sına en çok yaklaştıran ameli namazdır. Kulun Rabb'ine en yakın olduğu an secde anıdır. Namazda iken kulun üzerine ilâhi rahmet iner.

İbâdetlerin en mühimi en câmialısı namazdır. Namazda her türlü ibâdet şekilleri mevcuttur. Kimi melekler kıyamda, kimisi rükû ve secdede, kimileri de oturur vaziyette ibâdet ederler. Meleklerin ayrı ayrı yaptıkları bu ibâdetlerin tamamı namazda toplanmış bulunmaktadır. Ümmet-i Muhammed'e miraç hediyesidir.

Namazla din arasındaki münasebet, başın gövde ile olan münasebeti gibidir.

Namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır." (Müslim)

"Kul ile şirk arasında namazı terketme vardır." (Müslim)

Yani namaz terkedilince kul müşrik gibi olur.

"Namaz kılmayan kimse hiçbir din ihtiyar etmemiş gibidir." (Münâvî)

Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile şirk arasında bir engel kalmaz. Namaz insanı küfre düşmekten korur.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Her kim ikindi namazını (bilerek) terkederse, yaptığı ameli boşa gider." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 330)

[TOP]

11.5 İLÂHİ EMİR-NAMAZ ve ZEKÂT

Previous topicNext topic
İLÂHİ EMİR-NAMAZ ve ZEKÂT
 

İLÂHİ EMİR
“NAMAZ ve ZEKÂT”

 

Şereflerin en üstünü Hazret-i Allah’a kul olabilmektir. Bir mahlûk için, bunun fevkinde bir şey olamaz. O kulluğuna alır, kabul ederse tasarruf-u ilâhi’siyle, hıfz-u himaye’sine alır ve “Bu benim kulumdur” der. Hazret-i Allah ona her zaman sahip çıkar, onun sahibi olur. Bir insan Hazret-i Allah’a sıdkıyle bir kul olacak, yani sıdkıyle kapısına dayanacak. Ebeveyni de; annesi, babası hayatta ise Allah için onlara bakacak. Namazı zamanında kılıp cihatta bulunursa o insan çok kazananlardan olur. Çünkü namazı zamanında kılmaya azmeden kimse zekâtını da zamanında verir, ilâhi emirlere riâyet eder. İlâhi hükümlere eğilmiş, gönül vermiş, hülasa gönlünü Hazret-i Allah’a râm etmiş olur.

Şürayh İbn’ül-Hâris anlatıyor, Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in ashâbından birinin şöyle dediğini işittim.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Allah azze ve celle buyurdu ki: ‘Ey Ademoğlu sen bana doğru kalkarak yönel, ben sana doğru yürüyüp geleyim. Sen bana doğru yürüyerek gel, ben sana doğru koşarak geleyim.’”

Cenâb-ı Hakk kulunu çok sever hatta affetmek için kulunda hoşuna gidecek küçük bahaneler, vesileler arar. Bir kul Allah-u Teâlâ’ya ne kadar teveccüh eder yönelirse, Allah-u Teâlâ ona ondan daha fazla olarak teveccüh buyurur. Kul, Allah-u Teâlâ’ya kalkarak yönelirse, Allah-u Teâlâ ona yürüyerek gelir, kul yürüyerek Allah-u Teâlâ’ya yönelir giderse, Allah-u Teâlâ ona koşarak yönelir gider.

Hadis-i kudsî’deki Allah-u Teâlâ ile ilgili gelme ve koşma, mecâzi anlamdadır. Kula çabucak lütfetmesinden, vermesinden ve kulun az da olsa ibâdet ve taatini kat kat sevapla karşılaması mânâlarınadır.

Yani Allah-u Teâlâ;

“Ey insanoğlu! Bana ibadetini halisane yap, güzel amellerde bulun, beni çokça zikret, habibim Muhammed’e de çokça salât-ü selâm’da bulun, buna karşı ben de sana rahmet ve ihsanda bulunayım. Rızkını arttırayım, sıhhatine âfiyet vereyim ve seni bedenen ve ruhen sâlim huzurlu bir insan kılayım.” buyurmaktadır.

Mümin bu ulvî teveccühe nâil olmaya çalışmalıdır. Çünkü Hazret-i Allah kuluna sermaye koyacak ki o sermaye ile o kul iş yapsın. Onun için duâmızı “Allah’ım zâtına kul, Habibine ümmet et. Âkıbetimizi de hayırlı eyle.” diye yapacağız. O da kabul ediverirse bizim için dünya saâdeti, ahiret selâmeti budur.

Zekât ibadeti birçok Âyet-i kerime’lerde namazla birlikte emredilmiştir.

“Namazı kılınız, zekâtı veriniz.” (Bakara: 110)

İslâm’da imandan sonra en önemli iki esas vardır, bu rükûnlardan birisi namaz, diğeri ise zekâttır.

Namaz ile zekât Bakara sûre-i şerif’inin 110. Âyet-i kerime’sinde beraber emredilmiştir. Namazı kıldın, zekâtını vermedin namazın da kabul değil. Zekâtı verdin namazı kılmadın, zekâtın da kabul değil.

Çünkü Cenâb-ı Hakk:

“Namazı kılınız, zekâtı veriniz.” buyuruyor.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Cenâb-ı Allah zekât vermeyenlerin imanını da namazını da kabule şâyân buyurmaz.” (Münâvi)

Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm’ın direğidir. Namazı terkeden, dinini yıkmış olur. Zekât ise İslâm’ın köprüsüdür. Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.

Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ’nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde zekâtı İslâm’ın beş temel esasından birisi saymıştır ve:

“İslâmiyetinizin kemâli zekât vermenize bağlıdır.” buyurmuşlardır. (Münâvi)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kim ki Allah kendisine mal verir, o da malın zekâtını vermezse, zekât verilmeyen mal kıyamet gününde mat zehirli, iki boynuzlu, gözleri kuru üzüm tanesi gibi bir ejderha olup, sahibinin boynuna dolanır, avurtlarını ağzı ile tutar, sonra ‘Ben senin malınım, ben senin hazinenim!’ der.” buyurdu ve şu Âyet-i kerime’yi okudu:

“Allah’ın, kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik edenler hiçbir zaman onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Bu onların zararınadır. Cimrilik ettikleri şeyler kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Âl-i İmran: 180)

Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, ahirette ise azaptan kurtulmuş olunur. En mühimi, emr-i şerif yerine gelmiş olur.

Kulların mülkiyetinde olan her şey gerçekte Allah-u Teâlâ’nındır, müstakilen O’nun mülküdür. Bunlara sahip olanların hakiki mülkleri yoktur, kısa bir müddet için verilmiş birer emanettir. Herkes şu kısa ömür içinde kendisinin olduğunu zannettiği serveti, gün gelecek bırakmak zorunda kalacaktır. Sonra hepsi O’na dönecektir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar haline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları, alnı ve sırtı dağlanmasın.

Bu levhalar soğudukça miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılarak geri çevrileceklerdir. Nihayet kendisine ya cennet ya da cehenneme doğru (giden yol) gösterilecektir.”

-Yâ Resulellah! Ya (zekâtı verilmeyen) develer ne olacak?

“Hiçbir deve sahibi de yoktur ki, bu hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp muhtaçlara vermek iken, onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde o develerin altına alabildiğine düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hariç kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ile ısırmasınlar.

Deve sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğnenip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade edilir. Bu iş, miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete yahut cehenneme giden yolu kendisine gösterilir.”

-Yâ Resulellah! Sığırlarla koyunlar ne olacak?

“Hiçbir sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyamet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde onların altına serilerek, o hayvanlardan hiçbirisi hariç kalmamak ve içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu boynuzları ile sürmesin, tırnakları ile ezmesinler.

Bu hayvanların önde bulunanları, üzerinden çiğneyip geçtikçe, sondakiler onun üzerine tekrar iade edilirler. Bu, miktarı ellibin sene olan bir günde ta kullar arasında hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete veya cehenneme giden yolu kendisine gösterilir.”

-Yâ Resulellah? Ya atlar ne olacak?

“Atlar üç kısımdır: Bir kısmı sahibi için bir yük, bir kısmı sahibi için örtü, bir kısmı da sahibi için ecirdir.

Bir kimsenin övünmek, gösteriş ve müslümanlara düşmanlık için bağlayıp beslediği at, sahibine bir yüktür.

Bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği ve onun sırtında ve boynunda Allah’ın hakkı olduğunu unutmadığı at, onun için bir örtüdür.

Bir kimsenin Allah yolunda müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp beslediği at, sahibi için ecirdir.

At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler sayısınca sahibine sevap yazılır. Ona atın pislikleri ve idrarı sayısınca dahi sevap yazılır.

At, ipini koparır da bir veya bir iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktarınca sevap yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken, sulamaya niyeti olmadığı halde o nehirden su içerse, Allah sahibine onun içtiği su yudumları miktarınca sevap yazar.”

-Yâ Resulellah! Ya merkepler ne olacak?

“Merkepler hakkında bana şu bir tek şümullü âyetten başka bir şey indirilmedi. Her kim zerre miktarı hayır işlerse onun mükâfatını görür, zerre miktarı kötülük işleyen de onun cezasını görür.” (Müslim: 987)

Hazret-i Allah bize vermiş bizim de vermemiz gerekir. Verilen şeylerle insanın malı eksilmez. Biz cahil insanlarız, vermekle azalacağını zannederiz.

Zekât veren bir insan ayrıca “Allah’ım! Bana verdiriyorsun, dileseydin aldırırdın, sana şükürler olsun.” diye de şükretmelidir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz buyuruyor:

“Allah azze ve celle (Hadis-i kudsî’de) buyurdu ki:

‘Kulum, vaktinde namazı kılarsa, kendisine azâp etmeyeceğime ve cennete koyacağıma dâir sözüm vardır.’” (Hâkim - Âişe -radiyallahu anhâ’dan-)

Namaz imandan sonra gelen ve Allah ile kul arasında başlıca bir ibadettir. İslâm’ın şartlarından önde gelenidir ve kula miraç hediyesidir. Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılınmıştır. Peygamberimiz, sahâbe-i kiram ve diğer sâlih zâtlar, bu mübarek ibâdete çok ehemmiyet vermişlerdir.

Hadis-i şerif’e göre, mümin ile kâfiri ayıran farktır.

Peygamberimizin son sözleri de: “Namaza devam ediniz.” olmuştur.

Âyet-i kerime’lerde ve Hadis-i şerif’lerde namaz hakkında gayet önemle durulmuştur.

Âyet-i kerime’de:

“‘Sizi Sakar’a (alevli cehenneme) sokan nedir?’ Derler ki: ‘Biz namazımızı kılmıyorduk. Yoksulu doyurmuyorduk.’” buyuruyor. (Müddessir: 42-44)

İbn-i Mâce’nin rivayet ettiği bir Hadis-i kudsî’de Allah-u Teâlâ’nın, beş vakit namaza devam etmeyenler için cennete koyma hususunda bir vaadinin olmadığı buyurulur. Zari bütün ameller, namazın ihlâsla edâ edilmesine bağlıdır.

Nitekim bir Hadis-i şerif’te Peygamberimiz:

“Kulun kıyamet günü muhasebe olunacağı ilk şey namazdır. Eğer o düzgün (tam) olursa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğe o bozuk (noksan) olursa, diğer amelleri de bozuk olur.” buyuruyor.

Namaz Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin görünür görünmez, bitmez tükenmez ihsan ve ikramlarına karşı şükran ve tazimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibadettir.

Hadis-i şerif’e göre İslâm’ın şartı, dinin direği ve temeli, ibâdetlerin rehberi, cennetin anahtarıdır. Müminin miracı, kalbinin nuru, ruhunun gıdasıdır. Namaz kılmakla İslâm’ın esas ve büyük temeli kurulmuş, kişi kurtuluş ipine tutunmuş olur.

İnsan namaza ne kadar devamlı olursa, dinin de o kadar sağlamlaştırmış olur. Hakikatine inilerek edâ edilmiş bir namaz, kötülüklere büyük bir set olur. İnsanı Mevlâ’sına en çok yaklaştıran ameli namazdır. Kulun rabbisine en yakın olduğu an secde anıdır. Namazda iken kulun üzerine ilâhi rahmet iner.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa içinde yıkansa kiri kalır mı?"

– Hayır, hiçbir kir bırakmaz.

"İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder." (Buharî. Tecrid-i sarih: 319)

"Gece ve gündüz melekleri bir biri peşine size gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde 'Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler 'Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık.' derler." buyurmuşlardır. (Buharî. Tecrid-i sarih: 332)

Rabbimiz ibâdet ve taatlarımızı, namazımızı, zekâtımızı, orucumuzu, rızâsına uygun amellerimizi rızâsında artırsın, edâsını da kolaylaştırıversin.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.6 Amellerin En Efdâlî Namaz Kılmaktır

Previous topicNext topic
Amellerin En Efdâlî Namaz Kılmaktır
 

Amellerin En Efdâlî Namaz Kılmaktır:

 

İnsan namaza ne kadar devamlı olursa, dinini de o kadar sağlamlaştırmış olur. Vaktinde kılınan namaz çok kıymetlidir.

Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, namazlar vakit aralarındaki günahlara kefârettir.

Kötülüklerin önüne çekilmiş bir seddir. Hakîkatına inilerek edâ edilirse, insanı her türlü kötülüklerden korur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabb'inize ibadet edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz." (Hacc: 77)

İnsanı Mevlâ'sına en çok yaklaştıran ameli namazdır. Kulun Rabb'ine en yakın olduğu an secde anıdır. Namazda iken kulun üzerine ilâhi rahmet iner.

İbâdetlerin en mühimi en câmialısı namazdır. Namazda her türlü ibâdet şekilleri mevcuttur. Kimi melekler kıyamda, kimisi rükû ve secdede, kimileri de oturur vaziyette ibâdet ederler. Meleklerin ayrı ayrı yaptıkları bu ibâdetlerin tamamı namazda toplanmış bulunmaktadır. Ümmet-i Muhammed'e miraç hediyesidir.

Namazla din arasındaki münasebet, başın gövde ile olan münasebeti gibidir.

Namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terk etmek vardır." (Müslim)

"Kul ile şirk arasında namazı terk etme vardır." (Müslim)

Yani namaz terkedilince kul müşrik gibi olur.

"Küfürle iman arasında namazın terki vardır." (Tirmizî)

"Namaz kılmayan kimse hiçbir din ihtiyar etmemiş gibidir." (Münavî)

Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile şirk arasında bir engel kalmaz. Namaz insanı küfre düşmekten korur.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Her kim ikindi namazını (bilerek) terkederse, yaptığı ameli boşa gider." (Buharî. Tecrid-i sarih: 330)

Namazın on iki tane farzı vardır.

Dışındaki Farzlar: Hadesten tahâret, Necasetten tahâret, Setr-i avret, İstikbâl-i kıble, Vakit ve Niyet'tir.

İçindeki Farzlar ise; İftitah tekbiri, Kıyam, Kıraat, Rükû, Sücûd yani secde ve Ka'de-i ahîre.

Namaz için geçerli olan bu on iki farz, namazı namaz yapan esaslardır. Namazın içindeki altı ana esasların her birisini ayrı ayrı, tâdil-i erkân olarak yani düzgün bir şekilde kurallarına uygun olarak her bir rükünlerinin yapılması gerekir. Bu kurallar keyfi olarak ihmal edilemez. İhmal edilirse namazın sıhhati zarar görür. Bu altı farzdan birisi eksik olursa veyahut tâdil-i erkâna uygun bir şekilde yapılmazsa bu namaz, namaz olmaz!

Namaz kılarken tâdil-i erkâna riayet etmek, namazın kıyam, rükû, sücûd gibi rükûnlerini yaparken sükûnetle yerine getirmek gerekir.

Meselâ rükûdan kıyama kalkarken vücud dimdik bir hâle gelmeli, en az bir kere "Sübhanellahil-aziym" diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye gitmelidir. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir defasında mescide girdi. Derken bir kimse de gelip namaz kıldı. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelip selâm verdi. Selâmına karşılık verdikten sonra; "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı ve gelip selâm verdi. Resulullah Aleyhisselâm yine; "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. Bu üç kere oldu. Nihayet o kimse; "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bundan iyisini beceremiyorum, bana öğret!" deyince Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

"Namaza durduğunda tekbir getir, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'an oku. Sonra rükûda olduğuna kanaat getirinceye kadar eğil. Sonra başını kaldırıp dimdik oluncaya kadar doğrul. Sonra secdeye varıp yerine geldiğine kanaat getirinceye kadar secde et. Sonra tam oturuncaya kadar doğrul! Bütün namazlarında bunu yap." (Buhâri. Tecrîd-i sarîh: 423)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Sizden biri, rükû ve secdelerde belini tam olarak doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz." (Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce)

Bir diğer Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz orada bulunanlara sordu.

Bu suâl, bunlar hakkında henüz hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.

"Allah ve Resul'ü daha iyi bilir!" diye cevap verdiler. Resulullah Aleyhisselâm:

"Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır." buyurdu.

Bunun üzerine; "Yâ Resulellah! Kişi namazını nasıl çalar?" diye sordular. Şöyle buyurdular:

"Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz." (Muvatta)

Bir diğer rivayette ise;

"Namazda rükûyu, secdeleri ve huşûyu tamamlamaz." buyurulmaktadır. (Ahmed bin Hanbel)

Yalnız; zaruret hallerinde, rahatsızlıktan dolayı güç yetirilemeyen rükûnlarda ise bu rükûnları yapma, yerine getirilme veya tâdil-i erkân yapma zorunluluğu kalkar. Güç yetirebileceği bir şekilde tâdil-i erkân yaklaşımı şeklinde yapmaya çalışır.

Ashâb-ı kirâm'dan İmran ibn-i Husayn anlatıyor:

"Bevasir hastalığa tutulmuştum, Resulullah Aleyhisselâm'a namazı nasıl kılacağımı sordum:

"Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üstüne yatarak kıl. Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl." buyurdular." (Buhârî. Tirmizî. Ebu Dâvud. Nesâî)

Oturarak namaz kılan kimse rükû ve secde yapabiliyorsa yapar, öncelik bu şekildedir. Buna gücü yetmezse o zaman imâ ile yapar. Bu durumda secde için yaptığı imâ, rükû için yaptığı imâya göre biraz daha eğimli yapması vaciptir. Oturarak namaz, kişi teşehhüdde oturduğu gibi oturur. Bu şekilde oturmaya imkânı yoksa, rahatsızlığı engel oluyorsa o zaman dilediği şekilde oturur. Ayakta durmasına bir engel olmayıp, daha sonra buna dayanamayan kişi namaza ayakta başlar, daha sonra oturarak, oturduğu yerden rükû ve secdeleri yaparak devam eder. Bu şekilde kılmaya ve oturmaya gücü yetmeyen kişi ancak taburede oturarak namazını kılabilir.

Namazın ehemmiyetine dair bir hususu da önemine binaen arz edelim:

Nadir oğulları yahudilerinin sürgün edilmelerinden iki ay sonra idi. Enmar ve Sa'lebe oğulları kabilelerinin müslümanlarla çarpışmak üzere bir araya toplanmış oldukları Resulullah Aleyhisselâm'a haber verildi.

Acele olarak hazırlanan Resulullah Aleyhisselâm, yerine Hazret-i Osman -radiyallahu anh-i vekil bırakarak dört yüz küsur kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Zâtürrika' mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücâhidlerle çarpışmayı göze alamadıkları için dağ başlarına çekilmişlerdi.

Bir müddet burada beklediler. Öğle namazı vakti girince de müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle "Salât-ı havf" yani korku halinde namaz kıldılar.

Korku halinde namazın nasıl kılınacağı Kur'an-ı kerim'de şöyle açıklanmaktadır:

"Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.

Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)

"Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar.

Secdeye vardıklarında onlar arkanızda olsunlar.

Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber namazlarını kılsınlar.

Bütün tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar.

Kâfirler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gâfil olsanız da, size âni bir baskın yapsalar.

Eğer size yağmurdan ötürü bir eziyet erişir veya hasta olursanız silâhlarınızı bırakmanızda size günah yoktur.

Bununla beraber yine de bütün tedbirinizi alın.

Şüphesiz ki Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Nisâ: 102)

Âyet-i kerime'de beyan buyurulduğu üzere korku namazı, düşman karşısında bile namazın cemaatle kılınmasıdır.

Silâhlar, imkân nisbetinde namaz kılanın beraberinde olacak ve namaz kılan kimse her an düşmana karşı tetikte bulunacak.

Cemaatin bir yarısı imamın arkasında durur, iki rekâtlı bir namazın ilk rekâtını; üç veya dört rekâtlık bir namazın da ilk iki rekâtını imam ile beraber kılıp, ikinci secdeden veya birinci ka'deden sonra düşman karşısındaki yerini alır. Namazın bu kısmına katılmayan zümre, derhal gelip imamın arkasında yerini alır, imamla birlikte namazın geri kalan kısmını kılarlar ve selâm vermeden tekrar düşman karşısına giderler. İmam selâm verir namazdan çıkar. Birinci zümre döner gelir, namazın geri kalan kısmını kıraatsız olarak tamamlar, selâm verir, düşman karşısına gider. Sonra ikinci zümre gelir, namazlarını kıraatle tamamlayıp düşmanın karşısında yerini alır. Bunlar namazlarını, cemaat teşkil edilen yere gelmeksizin bulundukları yerde de tamamlayabilirler.

Böylece birinci gruptakiler imamla beraber iftitah tekbirini alma sevabını, ikinci gruptakiler ise imamla beraber selâm verme sevabını almış olurlar.

Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm Ashâb-ı Kiram'ı ile öğle namazını böyle kılmışlar, müşrikler de onların bu şekilde namaz kıldıklarını görmüşler, hatta: "Biz ne kötü yaptık, niye o sırada saldırıvermedik!" demişlerdir.

Daha sonraki zamanlarda Ashâb-ı kiram da, mecusilerle yaptıkları savaşlarda ve bazı cephelerde namazlarını bu şekilde kılmışlardır.

Savaş anında bile namaz kişilerin isteğine göre bırakılmamış ve kılınmıştır. Dikkat çekilmesi gereken husus ise savaş anında bile cemaatin terk edilmeyişidir.

Amellerin en efdâlî vaktinde kılınan namazdır.

Alâ İbn-u Abdurrahman'ın anlattığına göre, öğle namazından çıkınca, Basra'daki evinde Enes İbn-u Mâlik'e uğramıştı. Zaten evi de mescidin bitişiğindeydi. Der ki: "Huzuruna çıktığım zaman bana; ‘İkindiyi kıldınız mı?' diye sordu. Ben; ‘Hayır, şu anda öğle namazından çıktık' dedim.

İkindiyi kılın!' dedi. Kalkıp kıldık. Namazdan çıkınca;

Ben, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle söylediğini işittim' dedi;

"Bu, münafıkların namazıdır. Oturur, oturur şeytanın iki boynuzu arasına girinceye kadar güneşi bekler, sonra kalkıp dört rekât gagalar. Namazda Allah'ı pek az zikreder." (Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî)

Bu rivayet ikindi namazının ilk vaktinde kılınmasıyla ilgilidir. Hazret-i Enes -radiyallahu anh- öğle namazının henüz kılındığı bir anda ikindiyi kılmıştır. Anlaşılacağı üzere öğle namazında geciktirme olmuştur. Hazret-i Enes, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geciktirilen ikindi namazı için; "Münafıkların namazı" dediğini belirtir. Ebu Dâvud'un rivayetinde ise üç sefer tekrar edilir.

Namazı "Gagalamak"; süratle, hızlı hızlı kılmaktan dolayıdır. Kuşlar, yemlerini toplarken hızlı olarak başlarını indirip kaldırdıkları için namazını sürâtle kılanların hali kuşlara benzetilmiştir.

Kıraatları azdır, rükû ve secdeler de tesbihatları azdır, hülasâ çabuk kılanan namazda Allah-u Teâlâ az zikredilir. "Dört rekât" olarak belirtilmesi ise sadece farzın kılınmasından ileri gelmektedir. Geciktirenler zaten çoğunlukla ikindinin sünnetini de terkederler ki aslında İkindi namazı sünnetsiz olmaz.

[TOP]

11.7 Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!

Previous topicNext topic
Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!
 

Gösteriş İçin Namaz Kılanlar!

Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şerif'lerde dinin direği olan namaza dâir pek çok emir ve tavsiyeler vardır. Namaz kılanların Allah-u Teâlâ'nın pek büyük lütuflarına ereceklerine dâir müjdeler olduğu gibi, kılmayanlar veya gösteriş için namaz kılanlar hakkında da pek elim azaba uğrayacaklarına dâir ihtarlar vardır.

"Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" (Mâûn: 4)

Bu gibi kimselerin kıldıkları namaz sevap kazandıracak yerde, ağır bir biçimde cezalandırmayı gerektiren bir günah hâlini alır. Hiçbir faydasını görmedikleri gibi ilâhî azaba da düçar olurlar. İhlâslılar zümresinin az oluş sebebi de budur.

Namaz kılıyor amma, Allah-u Teâlâ onun namaz kılmasından hoşlanmıyor. Bu neye benzer? Hiç hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize misafir gelmesine benzer. Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin değil namazından, hiçbir ibadetinden, hiçbir iyiliğinden hoşlanmaz.

Davud Aleyhisselâm'a ise şöyle vahyetmişti:

"Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise, onlara lânet etmem şeklindedir." (Deylemî)

Bu husus sadece zikrullahla ilgili değildir. Namaz da böyledir, Hacc da böyledir, oruç da, zekât da, diğer ibadetler de böyledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)

Namaz gafletle kılıınsa, o namaz sahibini kötülüklerden alıkoymazsa Allah-u Teâlâ'dan uzaklaştırır.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz de şöyle buyururlar:

"Bir ameli yerine getirmek için göstereceğiniz ihtimamdan ziyade amelin kabul edilmesi için ihtimam ediniz."

Bunun içindir ki ibadetlerin kabulü için, "Uydum kalabalığa" kabilinden değil de, son derece ihlâs ve samimiyet gereklidir.

Allah-u Teâlâ: "Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline!" buyurduktan sonra mütebâki Âyet-i kerime'lerde bunun sebebini şöyle açıklıyor:

"Ki onlar kıldıkları namazlarından gafildirler." (Mâûn: 5)

Namazlarının Allah-u Teâlâ'yı anmakla en ufak bir ilgisi yoktur. Bir defacık olsun azamet-i ilâhîyi kalplerinde hissetmezler. Namaz boyunca ne okuduklarının şuurunda olmazlar, huzur ve huşû içinde kılmaya önem vermezler, eğilip kalkarlar. Vaktine dikkat etmezler. Namazı bir kulluk borcu olarak ciddiye almazlar, eğlence kabilinden suretâ kılarlar.

Kılmadıkları zaman bundan dolayı gelecek olan azaptan korkmazlar. Kılarlarsa sevap beklemezler...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

Gösteriş İçin Namaz Kılanlar! (2)

 

Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'sinde namaza üşenerek kalkanlar hakkında şöyle beyan buyurmaktadır:

"Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar." (Nisâ: 142)

Namazdan hoşlanmadıkları için, üzerlerinde bir ağırlık varmış gibi kalkarlar. Zira onların namaz kılmaya niyetleri yoktur. Sevap ummadıkları gibi, azaptan da korkmazlar. Kalpleri bozuk, niyetleri kötüdür.

"İnsanlara gösteriş yaparlar." (Nisâ: 142)

Kıldıkları namazlarıyla riyâkârlık yapmaktan çekinmezler, herkesin görmesini ve duymasını isterler.

Bu gibi kimselere:

"Beş vakit namazını kılıyor! İbadet vazifelerini yapıyor." denilemez.

Başkaları ile birlikte bulundukları zaman kılarlar, kendi başlarına kaldıkları zaman kılmazlar. Kılarken de belirlenen vakit içinde kılmayıp, tamamen vaktin dışına çıkarırlar. Çoğunlukla o namazın vakti çıkmak üzere iken, son vakitte çabuk çabuk kılarlar. Formalite gereği namazı çabucak yerine getirirler. Meselâ ikindi namazını son vakte kadar geciktirirler. Halbuki bu vakit namaz kılınması mekruh olan vakittir. Sonra kalkarlar, kargaların yiyecek gagaladığı gibi namazı gagalarlar. Namazı sadece bir şekil olarak kılar ve kurtulurlar. Namaz vaktinin gelip geçtiğini bile hissetmezler.

Hastalıklar ibadetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, kalbin mânen hasta olması da ibadetleri güçleştirir. Bu güçlük nefs-i emmâreden hasıl olmaktadır.

Âyet-i kerime'lerde:

"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." buyuruluyor. (Bakara: 45-46)

Namazı emredildiği şekilde, rükünlerini ve şartlarını gözeterek kılmaya aldırmazlar. Rüku ve secdeleri doğru dürüst yapmazlar, tâdil-i erkân'a riâyet etmezler. Kılıp kılmamayı önemsemezler, namaza ilgi duymazlar. Bazen kılar bazen kılmazlar, terk etmekten dolayı üzülmezler.

Halbuki namazı terketmek küfür alâmetlerindendir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır." (Müslim)

Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile küfür arasında bir engel kalmaz. Namaz ise insanı küfre düşmekten korur.

Namazı bırakanlar için azap vâdedildiği gibi, onların iyi kimseler olmadıkları da bir Âyet-i kerime'de beyan buyurulmaktadır:

"Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir." (Meryem: 59)

Onlar gerek dünyada ve gerekse ahirette bu yaptıklarının cezâsı ile karşılaşacaklardır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.8 DİNDE KOLAYLIK

Previous topicNext topic
DİNDE KOLAYLIK
 

İSLÂM İLMİHALİ

Dinde Kolaylık

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiş, takatleri nispetinde tekliflerde bulunmuştur.

Âyet-i kerime'lerinde:

"Allah ağır teklifleri sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisâ: 28)

"Allah bir kimseyi, ancak ona verdiği şeyle mükellef tutar. Allah bir güçlükten sonra ergeç bir kolaylık ihsan edecektir." (Talâk: 7)

"Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez." buyuruyor. (Bakara: 185)

Rahmet ve merhametinin engin tecellisinden dolayı; Allah-u Teâlâ bu ümmete, kendilerinden başka hiç kimseye vermediği iki haslet vermiştir. Onları bütün insanlar üzerine şahitler yapmış ve din işlerinde kendilerine hiçbir güçlük yüklememiştir.

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki iş arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah olmadıkça o daima en kolayını tercih ederdi. (Buhârî)

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 63)

"Şüphesiz ki bu din çok kolaydır. Kim dini zorlaştırırsa altından kalkamaz, öyle olunca ortalama gidin." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 36)

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin kolaylık ifade eden beyanları incelendiğinde, onun her emrinin her yasağının müslümanlar için sırf kolaylıklardan ibaret olduğu kendiliğinden meydana çıkacaktır.

Meselâ namaz kılmak herkes için çok kolaydır. Oruç da, zekât da böyledir. Allah-u Teâlâ kullarına güç gelmemesi için malın hepsini veya yarısını değil de, kırkta birini vermeyi emretmiştir. Hacc ise ömürde bir defadır, yol emniyetinin olmadığı zamanlarda farziyeti kalkar.

Su bulunmadığı veya sağlığa zararlı olduğu halde abdest yerine teyemmüm yapılır.

Ayakta namaz kılmaya güçleri yetmeyenlerin oturarak kılmalarına, oturarak kılamayanların da yattığı yerde imâ ile kılmalarına müsaade edilmiştir.

Ve buna mümasil bir çok kolaylıklar vardır, dikkatle ve ibretle bakıldığında bu görülür.

Emirlerdeki kolaylıkların bir şâhidi de, bir çok kimselerin namaz-oruç gibi ibadetlerin artmasını istemeleridir.

Bunun yanında ibadet yapmak kendisine güç gelen kimseler de yok değildir. Bu güçlük nefs-i emmâreden hasıl olmaktadır.

Hastalıklar ibadetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, kalbin mânen hasta olması da ibadetleri güçleştirir.

Âyet-i kerime'de:

"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." buyuruluyor. (Bakara: 45-46)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.9 TAHARET (TEMİZLİK)

Previous topicNext topic
TAHARET (TEMİZLİK)
TAHARET (TEMİZLİK)

[TOP]

11.9.1 Abdest Nasıl Alınır Resimli Anlatım

Previous topicNext topic
Abdest Nasıl Alınır Resimli Anlatım



1) Önce kollar dirseklerin yukarısına kadar sıvanır, sonra“Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya” diye niyet edilir. Ve“Eûzü billahi mineşşey-tanirracîm, Bismillahirrahmanirrahîm” okunur



2) Eller bileklere kadar üç kere yıkanır. Parmak aralarının yıkanmasına dikkat edilir. Parmaklarda yüzük varsa oynatılıp altının yıkanması sağlanır.



3) Sağ avuç ile ağıza üç kere ayrı ayrı su alınıp her defasında iyice çalkalanır.



4) Sağ avuç ile buruna üç kere ayrı ayrı su çekilir.



5) Sol el ile sümkürülerek burun temizlenir.



6) Alında saçların bittiği yerden itibaren kulakların yumuşağına ve çene altına kadar yüzün her tarafı üç kere yıkanır.



7) Sağ kol dirseklerle beraber üç kere yıkanır. Yıkarken kolun her tarafı, kuru bir yer kalmayacak şekilde iyice ovulur.



8) Sol kol dirseklerle beraber üç kere yıkanır. Yıkarken kolun her tarafı, kuru bir yer kalmayacak şekilde iyice ovulur.



9) Eller yeni bir su ile ıslatılır. Sağ elin içi ve parmaklar başın üzerine konularak bir kere meshedilir.



10) Eller ıslatılarak sağ elin şehadet parmağı ile sağ kulağın içi, baş parmağı ile de kulağın dışı; sol elin şehadet parmağı ile sol kulağın içi, baş parmağı ile de kulağın arkası meshedilir.



11) Elleri yeniden ıslatmaya gerek olmadan geriye kalan üçer parmağın dışı ile de boyun meshedilir.




12) Sağ ayak üç kere topuklarla beraber yıkanır. Yıkamaya sağ parmak uçlarından başlanır ve parmak araları iyice temizlenir.



13) Sol ayak üç kere topuklarla beraber yıkanır. Yıkamaya sağ parmak uçlarından başlanır ve parmak araları iyice temizlenir.








[TOP]

11.9.2 ABDEST

Previous topicNext topic
ABDEST
 

ABDEST

Su ile yapılan bir temizliktir. Dinimizde abdestsiz ve gusülsüz yapılmayan herhangi bir ibadetin yapılması için; cünüp ise gusletmek, yani boy abdesti almak, abdestsiz ise abdest almak farzdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Ey inananlar! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın." (Mâide: 6)

Bu Âyet-i kerime'den anlaşıldığı üzere; yüzü, dirseklere kadar elleri yıkamak, başı meshetmek, topuk kemikleri ile beraber ayakları yıkamak farzdır.

 

[TOP]

11.9.3 Abdestin Vücubunun Şartları

Previous topicNext topic
Abdestin Vücubunun Şartları
 

Abdestin Vücubunun Şartları:

Müslüman olmak, büluğa ermiş olmak, akıllı olmak, abdestsiz olmak, abdest suyunun temiz olması, abdest almaya gücü olması, kadının hayız ve nifas üzere olmaması.

[TOP]

11.9.4 Abdestin Sünnetleri

Previous topicNext topic
Abdestin Sünnetleri
 

Abdestin Sünnetleri:

Abdesti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in abdesti gibi almak için, sünnetlere uymak gerekir.

• Niyet etmek,

• Euzü-besmele çekmek,

• Misvak kullanmak,

• Kıbleye dönmek,

• Elleri parmak uçlarından başlayarak bileklere kadar yıkamak,

• Sağ el ile ağıza üç kere su verip çalkalamak,

• Sağ el ile buruna üç kere su çekip sol el ile sümkürmek,

• Yüzün her yanını üç kere yıkamak, kaşların ve bıyığın altına su geçirmek, çeneden aşağı olan sakalı meshetmek,

• Önce sağ kolu, sonra sol kolu üçer kere yıkamak,

• Başın her tarafını önden başlayarak meshetmek,

• Kulakların içini ve dışını bir kere meshetmek,

• Boyunu ellerin arkasıyla meshetmek,

• Önce sağ ayağı, sonra sol ayağı parmak uçlarından başlayarak üçer defa yıkamak,

• El ve ayakları yıkarken parmak aralarını hilâllemek, yüzü yıkarken sakal diplerine su geçirmek, gözünün kenarına ve kaşına suyu ulaştırmak,

• Her âzâyı ova ova yıkamak, abdest uzuvlarında yıkanmadık yer bırakmamak,

• Abdest uzuvlarını yıkarken sırayı gözetmek,

• Çift olan abdest uzuvlarını yıkamaya sağdakinden başlamak,

• Abdest uzuvlarının biri kurumadan diğerini yıkamak,

• Abdest üzerine abdest almak,

• Abdest alırken dünya kelâmı konuşmamak.

 

[TOP]

11.9.5 Abdestin Âdâbı (Müstehapları)

Previous topicNext topic
Abdestin Âdâbı (Müstehapları)
 

Abdestin Âdâbı (Müstehapları):

• Henüz namaz vakti girmeden abdest alıp namaza hazır olmak,

• Abdesti temiz bir yerde almak,

• Mümkünse abdest alırken kıbleye yönelmek,

• Kalbiyle ettiği niyeti dil ile de söylemek,

• Üzerine su sıçramaması için, yüksekçe bir yerde bulunmak,

• Abdest alırken kimseden yardım beklememek,

• Abdestte niyeti baştan sona kadar hatırda tutmak,

• Her uzvu yıkarken "Bismillah" demek, abdest duası okumak,

• Zaruret olmadıkça konuşmamak,

• Eller yıkanırken parmaktaki yüzüğü kımıldatmak,

• Ağıza ve buruna sağ elle verip sol elle de sümkürmek,

• Yüz yıkanırken göz pınarlarını yoklamak,

• Kollar yıkanırken dirsekleri, ayaklar yıkanırken topukları aşırmak,

• Kulakları meshederken serçe parmaklarının uçlarını kulaklarının içlerine kadar sokup temizlenmesini sağlamak,

• Abdest alırken acele etmemek,

• Abdesti güneşte ısınmış su ile almamak,

• Abdest aldıktan sonra çok silinip kurulanmamak,

• Abdestten artan sudan kıbleye karşı ayakta biraz içmek,

• Abdesten sonra kıbleye karşı durup "Kelime-i şehadet" getirmek,

• Abdestin sonunda bir veya üç kere "Kadir sûre-i şerif'ini" okumak,

• Abdestten sonra mekruh vakit değilse iki rekât nafile namazı kılmak.

 

[TOP]

11.9.6 Abdestin Mekruhları

Previous topicNext topic
Abdestin Mekruhları
 

Abdestin Mekruhları:

• Abdestin sünnetlerine ve edeplerine aykırı şeyler yapmak,

• Abdest alırken suyu lüzumundan çok veya lüzumundan pek az kullanmak,

• Suyu uzuvlara bilhassa yüze çarpa çarpa kullanmak,

• Uzuvları üçten eksik veya fazla yıkamak,

• Ayrı ayrı su ile başı üç kere meshetmek.

[TOP]

11.9.7 Abdestin Alınışı

Previous topicNext topic
Abdestin Alınışı
 

Abdestin Alınışı:

• Euzü-besmele çekilerek niyet edilir.

• Bilenler abdest duâlarını okur, bilmeyenler her âzâyı yıkarken kelime-i şehâdet okur.

• Eller bileklere kadar, parmakların arası dahil olmak üzere, üçer defa güzelce yıkanır. Parmaklarda yüzük varsa kımıldatılır.

• Sağ avuçla ağıza üç kere su alınarak çalkalanır. Misvak varsa misvakla, yoksa sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile dişler ovularak temizlenir.

• Sağ avuçla buruna üç kere su çekilip sol el ile sümkürülür.

• Alından çene altına ve kulaklara kadar yüzün her yanı üç kere yıkanır. Sakal varsa diplerine su geçirilir, çeneden aşağı olan kısım meshedilir.

• Önce sağ sonra sol kol dirseklerle beraber üçer kere yıkanır.

• Sağ avuç ıslatılarak başın dörtte biri meshedilir.

• Eller yeniden ıslatılarak serçe parmakları ile kulakların içi, baş parmakla kulakların dışı, geri kalan üç parmağın dışı ile de boyun meshedilir.

• Önce sağ ayak, sonra sol ayak; parmak araları dahil olmak üzere ve topuk kemiklerini geçecek şekilde üçer defa güzelce yıkanır. Böylece abdest alınmış olur. Uzuvları birer kere yıkamak farz, diğer ikişer defası sünnettir. Üçten fazla veya noksan yıkamak mekruhtur.

Vesveseli olanlar "iki mi yıkadım üç mü yıkadım?" diye şüpheye düştükleri anda, iki bile yıkasa, üç yıkadığını kabul ederek abdeste devam etmelidir. Namaz böyle değildir. "İki rekât mı kıldım üç rekât mı kıldım?" diye şüpheye düşerlerse üç bile kılsa iki kıldığını kabul ederek namazını tamamlamalıdır.

[TOP]

11.9.8 Abdesti Bozan Şeyler

Previous topicNext topic
Abdesti Bozan Şeyler
 

Abdesti Bozan Şeyler:

Büyük ve küçük abdest bozmak veya yellenmek; vücuttan çıkıp etrafa yayılan kan, irin, sarı su; ağızdan tükrüğe eşit veya daha fazla kan gelmesi; düşecek şekilde bir yere dayanarak veya yatarak uyumak; ağız dolusu kusmak; namaz kılarken yanındakiler duyacak kadar gülmek; bayılmak abdesti bozar. Abdestsiz; namaz kılınmaz, Kur'an-ı kerim'e veya bir Âyet-i kerime'sine el sürülmez, secde Âyet-i kerimesi okuyunca secde edilmez, Kâbe-i muazzama ziyaret edilmez.

 

[TOP]

11.9.9 Özürlülerin Abdesti

Previous topicNext topic
Özürlülerin Abdesti
 

Özürlülerin Abdesti:

Abdesti bozan şeyin devam etmesi hâline özür denir. İdrarını tutamayan, gaz çıkaran, yarasından kan gelen, burnu kanayan... kimseler özürlü sayılırlar.

Bir insanın özürlü sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bir zaman kesilmemesi, diğer zamanlarda da vakitte bir kere olsun bulunması lâzımdır. Tam bir namaz vakti kesilmekle özür ortadan kalkar.

Özürlü olan beş vakit namazın her vaktinde abdest almak suretiyle namazını kılar. Aldığı abdest o namaz vaktinin tamamı için geçerlidir. Özründen başka bir şeyle abdesti bozulmadıkça bütün vakit devam eder. O vakit içinde bir tek abdestle her türlü ibadetini yapar, vaktin çıkması ile abdesti bozulur.

Sabah namazı için alınan abdest de güneşin doğmasıyla bozulduğu için, bayram ve işrak namazları için özürlünün tekrar abdest alması gerekir.

Özürden dolayı çamaşırlara bulaşan kan, idrar... gibi şeyleri yıkamak vâcip değildir. Çünkü ne kadar yıkasa yine de bulaşacaktır. Bununla beraber mümkün olduğu kadar yine de temizliğe dikkat etmelidir.

[TOP]

11.9.10 Misvak

Previous topicNext topic
Misvak
 

Misvak:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Ümmetime meşakkat vermek korkusu olmasaydı, kendilerine her namaz kılarken misvak kullanmayı emrederdim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 484)

"Misvak kullanılması fesâhati artırır." (Münâvî)

"Misvak kullanılarak abdest alınıp edâ olunan namazın, misvaksız kılınan namaz üzerine üstünlüğü pek çoktur." (Camius-sağir)

"Misvak ağzın kokusunu güzelleştirdiği gibi, Cenâb-ı Allah'ın dahî rızâsını mucib olur." (Münavî)

[TOP]

11.9.11 Abdest Duaları

Previous topicNext topic
Abdest Duaları

 

_________________________________


 


[TOP]

11.9.12 İstibrâ ve İstinca

Previous topicNext topic
İstibrâ ve İstinca
 

İSLÂM İLMİHALİ

İstibrâ ve İstinca

 

Küçük abdestten sonra sızıntı ve akıntıdan kurulanmaya "İstibrâ", büyük abdestten sonra temizlenmeye de "İstinca" denir.

Büyük abdestten sonra tam emniyet hâsıl oluncaya kadar su ile temizlenmek ve kurulanmak lâzımdır. Su bulunmadığı yerde temiz taş parçası veya sert toprak parçası ile istinca yapılabilir.

Küçük abdestten sonra, kalan yaşlığı giderip kurulamak da vâciptir. Abdest alırken veya aldıktan sonra gelen akıntı abdesti bozar, namaz da sahih olmaz. Diyebilirim ki bugün insanların yüzde doksanı, buna dikkat etmediklerinden abdestsiz namaz kılıyorlar. Bunu bizzat kendiniz tecrübe edin. Deneyin ki, kalbiniz mutmain olsun. Bardağı doldurup boşalttıktan sonra nasıl ki damla damla su akıyorsa, küçük abdestten sonra da mutlaka bir akıntı olur. İşte bu akıntı abdesti bozar. Kişinin abdestsiz namaz kılmasına sebep olur.

Bunun içindir ki bu husus üzerine dikkatlice eğilmek gerekiyor. Biraz oturmak, bir kaç adım yürümek, pamuk koymak, ıkınmak... gibi usullere başvurulur. Beş, on veya onbeş dakika kadar idrar kesintisi beklenir. Yine de kontrol şart, taharet lâzım. Kesilmiş olduğuna iyice kanaat getirmeden, abdest almamak gerekiyor.

Diğer taraftan kabir azabının çoğunun idrar sıçramasından, küçük abdest temizliğine dikkat etmemekten doğacağını Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde beyan buyuruyorlar:

"İstibrâ husûsunda takvâ üzere olunuz. Zira kabirde birinci muhasebe idrardan taharet hakkındadır." (Camiussağir)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında kabristan yanından geçerken kabirdeki iki kişinin sesini işitince;

"Bunlar azab görüyorlar. Hem de azab görmeleri kendilerince büyük bir şeyden değil. Evet günahları büyüktür. Birisi idrardan sakınmaz, taharetlenmezdi. Diğeri de iki kişinin arasını bozmak için söz taşırdı." buyurdular. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 163)

Kadınlar için bu daha mühimdir, namaz vakitlerinde değiştirmek üzere iki parmağı aşmayacak şekilde mutlaka emici bir bez koymalıdırlar. Fakat bu bezin ucunun görünmemesi lâzımdır. Bezin ucu dışarıya sarktığı zaman akıntı hududu aşar ve abdesti yine bozar.

 

[TOP]

11.9.13 Tuvalet Âdâbı

Previous topicNext topic
Tuvalet Âdâbı
 

 

Tuvalet Âdâbı:

• Tuvalete sol ayakla girilir ve sağ ayakla çıkılır.

• Girmeden önce Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in okuduğu şu duâ okunur:

"Allah'ım pislikten ve (cin-şeytan gibi) kötü yaratıklardan sana sığınırım." (Buhârî)

Çıkarken de şu duâ okunur:

"Eziyet ve sıkıntıyı giderip bana âfiyet veren Allah'a hamdolsun." (Tirmizî)

• İçeri girdikten sonra avret yerleri ayakta açılmaz, otururken açılır ve sol tarafa meyledilir. Açık arazide gözden uzaklaşılır veya bir şey örtünülür.

• Ceplerde Âyet-i kerime yazılı sayfa veya Kur'an-ı kerim'den bir şey varsa çıkarılır.

• Büyük abdest bozduktan sonra çıkış yerini yıkamak vâciptir. Cünüplükten, hayız ve nifasdan sonra guslederken ön ve arkayı yıkamak da böyledir.

Sadece küçük abdest bozulursa tenasül âletini yıkamak müstehaptır.

• Temizlenmek su ile olur ve sol el ile yapılır. Bir özür bulunmadıkça sağ el kullanılmaz, mekruhtur.

• Temiz taşla veya sert toprak parçası ile temizlenmek mümkündür. Su bulunmadığı veya su bulunduğu halde önce taşla üç defa silinip sonra su ile yıkamak efdaldir. Necis şeylerle temizlik yapılmaz. Bunun gibi kemik, insan ve hayvan yiyecekleri, kömür, kireç, cam, bez... gibi şeylerle temizlenmek mekruhtur.

• Tuvalette konuşmak, Allah'ı zikretmek, verilen selâma karşılık vermek, aksıranı ve okunan ezanı cevaplandırmak mekruhtur. Kendisi aksırdığı takdirde içinden hamdeder, dili ile söylemez.

• Başın kapalı olması da âdâbdandır.

• İhtiyaçtan fazla beklememeli, avret yerine ve çıkan pisliklere bakmamalı, içeride sümkürmemeli ve tükürmemelidir.

• Durgun veya akar sulara, çeşme ve su kenarlarına, ağaç altlarına, gölgelik yerlere, yol üzerine, mescid civarına, mezarlığa, karınca ve benzeri böceklerin yuvalarına küçük abdest bozmak mekruhtur.

Yerde ve duvarlarda bulunan deliklere küçük abdest bozmaktan kaçınmalıdır.

• Bir özürü yokken ayakta abdest bozmak mekruhtur.

• İnsanların görebilecekleri bir yerde istibra yapmak edebe aykırıdır.

• Hasta olan bir adamın hanımı veya hasta olan bir kadının kocası yoksa istinca terkedilir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.9.14 Meshetmek

Previous topicNext topic
Meshetmek
 

İSLÂM İLMİHALİ

Meshetmek-Gusül-Teyemmüm

 

Ayağa giyilen mest üzerine abdest alırken mesh yapılabilir. Bu bir kolaylıktan ibarettir.

Mest üzerine mesh yapmak sünnettir. Eller ıslatılır, önce sağ elin açılmış üç parmağı ile sağ mestin ucundan başlayarak topukları aşacak şekilde yukarıya doğru meshedilir. Sonra da sol el ile sol ayağın mesti meshedilir. Böylece sünnete uygun mesh yapılmış olur.

Meshin sahih olması için mestin abdestle giyilmiş olması, mestin ayakları topukları ile birlikte örtmüş olması, içine su almaması, ayağın üç küçük parmağı sığacak kadar deliği, söküğü bulunmaması ayakta bağsız durabilecek kadar kalınca ve yol yürümeye dayanıklı olması, her ayağın ön tarafından en az üç küçük parmak kadar bir kısmın mevcut olması şarttır. Ayaklardan birinin ön tarafı kesik olursa, ayakların ikisini de yıkamak gerekir. Fakat bir ayağı hiç olmayan kimse, diğer ayağına giydiği mest üzerine mesh yapabilir.

Yolcular abdestli olarak mestleri giydikten sonra o abdestin bozulduğu andan itibaren üç gün üç gece yani yetmiş iki saat, yolcu olmayanlar bir gün bir gece yani yirmi dört saat mestlerini çıkarmadan üzerine meshedebilirler. Abdesti bozan şeyler meshi de bozar, abdest alırken tekrar meshetmesi gerekir. Üzerine meshedilmiş mestlerden birisi veya ikisi çıkarsa, mesh müddeti geçerse mesh bozulur.

Sargı veya Yara Üzerine Meshetmek:

Abdest âzâlarının herhangi birinde bulunan bir yaraya, kırık ve çıkığa su dokundurulması mahzurlu ve tehlikeli ise; gerek bu kısımların, gerekse üzerine bağlanan sargı bezi, bant, alçı ve benzeri maddelerin üzerine mesh yapılabilir. Yaranın kendisini veya üzerine bağlanan maddelere meshetmek de zarar veriyorsa hiç el sürülmez.

Özür devam ettiği müddetçe meshe devam edilir. Sargıyı değiştirmek meshin yeniden yapılmasını gerektirmez. Yaranın abdestli iken sarılmış olması da şart değildir.

Bu hüküm gusül hakkında da böyledir.

 

[TOP]

11.9.15 GUSÜL

Previous topicNext topic
GUSÜL
 

GUSÜL

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Eğer cünüp olduysanız gusül abdesti alınız." buyuruyor. (Mâide: 6)

Bu bir emr-i ilâhî'dir ve kat'î bir farzdır.

Cünüplük ile, kadınların lohusalık ve âdet görme hallerinin sona ermesi guslü gerektirir.

Guslün Farzı Üçtür: Ağıza su verip çalkalamak, buruna su çekip temizlemek, vücudun her tarafını iyice yıkamak.

 

[TOP]

11.9.16 Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı

Previous topicNext topic
Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı
 

Âdâbına Uygun Olarak Gusül Abdestinin Alınışı:

Eûzü-besmele çekilerek niyet edilir.

Eller bileklere kadar yıkandıktan sonra sol elle avret mahalli yıkanıp temizlenir. Vücudun herhangi bir yerinde namaza mâni olabilecek bir pislik veya yapışmış bir madde varsa temizlenir.

Sağ avuca üç kere su alınarak ağız boğaza kadar çalkalanır. Yine sağ elle genize ulaşacak şekilde şiddetlice buruna üç kere su çekilir, sol elle sümkürülür.

Bundan sonrası tıpkı namaz abdesti gibi abdest alınarak tamamlanır. Basılan yerde su birikiyorsa, ayaklar çıkarken yıkanır.

Abdest bitince önce başa, sonra sağ ve sol omuza üçer kere su dökülür. Vücudun her tarafı ovularak, hiç kuru yer bırakılmamasına çalışılır. Birinci dökülen su farz, ikinci ve üçüncüsü sünnettir.

Göbek çukuruna, küpe deliklerine, saç ve sakal aralarına su gitmesine dikkat edilir.

[TOP]

11.9.17 Gusül ile İlgili Meseleler

Previous topicNext topic
Gusül ile İlgili Meseleler
 

Gusül ile İlgili Meseleler:

Cünüplük halinin husule gelmesi için meninin "Difk" şeklinde, yani tazyikli olarak şehvetle gelmesi şarttır. Korkudan ve ağır kaldırmaktan dolayı gelen meni; miktarı ne kadar çok olursa olsun, şehvetle ve tazyikle gelmediği için gusül abdesti gerektirmez.

Dokunma ve bakma neticesinde şehvetle gelen meniden dolayı da gusletmek gerekir.

İdrardan sonra gelen ve "Vedi" denilen koyu kirlimsi madde ile, şehevî uyanıklıktan sonra gelen ve "Mezi" adı verilen ince sıvı da guslü gerektirmez.

Yerinden şehvetle ayrılan meni, bedenden dışarı çıkmadıkça gusül icab etmez.

Rüyâda ihtilâm olduğunu görüp de, elbisesinde ıslaklık bulunmayan kimsenin gusletmesi gerekmez.

Mukarenet hâlinde, boşalma olsun olmasın, gusül gerekir.

İhtilâm olan veya mukarenette bulunan bir kimse küçük abdest bozmadan, çokça yürümeden biraz uyumadan yıkanıp da sonra kendisinden meninin artanı gelse tekrar yıkanmak icap eder.

Erkeklerin saç diplerini ve saçların tamamını yıkamaları gerekir. Kadınlarınsa saç diplerini yıkamaları kâfidir, saçları örgülü ise örgüyü çözmeleri şart değildir.

Guslün mekruhları abdestin mekruhları gibidir. Guslederken avret yerlerini örtmemek mekruhtur.

Gusül esnasında kıbleye karşı durulmaz, konuşulmaz ve duâ okunmaz.

İkinci bir mukarenetten önce gusül mecburiyeti yoktur. Böyle durumlarda abdest almak kâfidir.

Zaruret olmadıkça cünüp iken yemek, içmek doğru değildir.

Mekruh olmayan vakitlerde, gusülden sonra iki rekât nafile namaz kılmak müstehaptır.

Cünüplük olmasa bile Cuma günleri yıkanmak sünnettir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her Cuma günü namazdan evvel guslederlerdi. Bu guslün her müslümana gerekli olduğunu beyan buyurmuşlar ve teşvik etmişlerdir.

Guslü icabettiren bir durum olduğunda kirli durmamak, ilk fırsatta yıkanmak lâzımdır. Allah'ımızın emri, müslümanın boynunun borcu olduğu unutulmamalıdır. Bugün bir çok gençler guslü bilmiyorlar ve yapmıyorlar.

Özürsüz olarak gusül abdestini geciktirmek günahtır. Nerede kaldı ki cenabet gezmenin günahı ise pek çoktur.

Cünüplük hâlinin devam etmesi ne kadar kötü bir şey ki, o haldeyken Kur'an-ı kerîm okunmasına bile ruhsat verilmiyor.

 

[TOP]

11.9.18 TEYEMMÜM

Previous topicNext topic
TEYEMMÜM
 

TEYEMMÜM

Yeter derecede suyun bulunmadığı veya bulunup da kullanılmasının mahzurlu olduğu hallerde abdestin ve guslün yerine yüzü ve kolları temiz bir toprakla meshetmek suretiyle teyemmüm yapılır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Hasta iseniz veya yolculukta bulunuyorsanız, yahut biriniz abdest bozma yerinden gelmişse, veyahut kadınlara dokunmuşsanız (yaklaşmışsanız) ve su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir zorluk vermeyi istemez. Fakat O, temizlenmenizi ve üzerine olan nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz." (Mâide: 6)

Su takriben dört kilometre uzakta ise, su kullanıldığı takdirde hastalanmaktan veya hastalığın daha da artmasından korkulursa, suyun bulunduğu yerde tehlike varsa, mevcut suyu kullanınca susuz kalma ihtimâli varsa... teyemmüm yapılır.

İki Farzı Vardır: Niyet etmek, elleri toprağa iki kere vurup yüze ve kollara sürmek.

[TOP]

11.9.19 Teyemmümün Alınışı

Previous topicNext topic
Teyemmümün Alınışı

 

 

Teyemmümün Alınışı:

Abdest alacak gibi kollar sıvanır. Eûzü-besmele çekilir ve niyet edilir. Parmaklar açılarak iki elin içleri temiz bir toprağa, taş, kum veya mermere bir defa vurulur. İleri-geri çektikten sonra silkilir ve ellerle yüzün her tarafı meshedilir.

Sonra tekrar önceden yapıldığı gibi iki el toprağa vurulur. Yüzük, bilezik varsa kımıldatılır, parmak araları hilâllenir. Önce sol elin baş ve şehådet parmakları ayrılır, kalan üç parmağın içiyle sağ kolun dış yüzü, parmak uçlarından dirseklere kadar meshedilir. Daha sonra dirsekte sol el çevrilir, baş parmakla küçük parmak halka yapılır, sol elin avuç içi ile sağ kolun iç tarafı bileğe kadar meshedilir. Orada baş parmağın içi ile sağ elin baş parmağının üzeri meshedilir.

Sonra hiçbir yere dokunmadan aynı tarzda yani sıra ile sol kol meshedilir ve teyemmüm alınmış olur.

Abdest âzâlarının yarısı veya yarısından fazlası özürlü ise teyemmüm yapılır.

Çevresinde su bulunduğunu tahmin eden kimsenin, su aramadan teyemmüm yapması câiz değildir.

Abdest almaya veya gusletmeye gücü yetmeyen bir hasta, hem abdest için hem de gusül için teyemmüm yapabilir.

Su bulununca, özür ortadan kalkınca teyemmümün hükmü kalmaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.9.20 Sular-Kuyular Necasetler ve Temizlenme Yolları

Previous topicNext topic
Sular-Kuyular Necasetler ve Temizlenme Yolları
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sular-Kuyular
Necasetler ve Temizlenme Yolları

 

SULAR

Sular iki kısımdır:

1. Mutlak Sular: Yağmur, kar, dolu, dere, deniz, göl, ırmak, pınar, kuyu... suları hem temizdir, hem temizleyicidir. Bu sularla her türlü temizlik yapılır, içilir, yemek pişirilir abdest alınır, gusledilir.

2. Mukayyed Sular: Gül suyu, çiçek suyu, asma suyu, üzüm suyu... gibi sular, başka maddeden elde edilen sulardır. Bu sularla abdest alınmaz, gusledilmez fakat pislik yıkanır.

Ağzı temiz olan insanın ve atın, deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların, kuşların artıkları olan sular hem temizdir, hem temizleyicidir.

Kedilerin, tavukların, atmaca, şahin, doğan, çaylak, kartal gibi yırtıcı kuşların, fare gibi korunması güç olan hayvanların artığı temizdir ve temizleyicidir. Fakat başka su varken bunları kullanmak mekruhtur.

Abdest ve gusülde kullanılmış olan sular aslında temiz olup, maddi pislikleri temizlerse de, onunla tekrar abdest alınmaz, gusledilmez. Böyle suları içmek ve hamur yoğurmak mekruhtur.

İçine pislik düştüğü kesin olarak veya kuvvetli bir tahminle bilinen durgun ve az sularla; akıcı veya çok olduğu halde renk, tad ve kokusundan pislik karıştığı hissedilen sular pistir. Bunlarla temizlik yapılmaz. Zaruret olmadıkça temiz olmayan suları, her ne surette olursa olsun kullanmak haramdır.

Köpeğin, domuzun, kurdun, maymunun ve diğer yırtıcı hayvanların artıkları olan sular da temiz değildir.

Zaruret olmadıkça merkep ve katırın artığı olan sularla abdest almak, gusletmek doğru değildir. Fakat pislenen şeyler yıkanabilir.

 

KUYULAR

Arı, sinek, balık ve kurbağa gibi kanı olmayan hayvanlarla mutlak surette suda yaşayan hayvanlar ölmekle kuyunun suyunu pislemezler. Güvercin ve serçenin tersi de suyu bozmaz.

Kuyuya serçe, fare, kertenkele, sığırcık kuşu büyüklüğünde bir hayvanın düşüp ölmesi hâlinde kuyunun temizlenmesi için yirmi ilâ otuz kova su çekilir.

Tavuk, kaz, ördek, güvercin veya bunlar büyüklüğünde bir hayvan düşüp ölürse, kırk ilâ altmış kova şu çıkarmak lazımdır.

Bir insan veya koyun, köpek düşüp ölürse, bütün kuyuyu temizlemek gerekir.

Kuyuya düşen hayvan, cüssesi ne olursa olsun, ölür veya şişerse kuyunun bütün suyunu boşaltmak gerekir.

Kuyuya domuz düşerse, ölmeden çıkarılsa bile kuyunun temizlenmesi için bütün suyun boşaltılması gerekir.

Kan, idrar, şarap gibi akıcı bir pislik veya ördek, kaz, tavuk, insan, kedi, köpek gibi canlıların dışkıları kuyunun suyuna karışırsa, kuyunun suyunu tamamen çekmek gerekir.

Kuyunun dibinde sürekli su çıkaran bir kaynak mevcutsa ve bu suyun tamamını boşaltmaya imkân vermiyorsa ikiyüz kova su çıkartmak kuyunun suyunu çıkartmak için yeterlidir.

Kuyuya düşüp ölen fare ve benzeri bir hayvanın ne zaman düştüğü bilinmezse bakılır; eğer şişmemiş ve dağılmamışsa bu kuyunun suyundan kullanmış olanlar bir günlük namazı iade ederler ve suyun değdiği şeylerin hepsini yıkarlar. Eğer ölü hayvan şişmiş ve dağılmışsa kuyunun suyundan kullananlar üç günlük namazı iade ederler.

[TOP]

11.9.21 NECASETLER VETEMİZLEME YOLLARI

Previous topicNext topic
NECASETLER VETEMİZLEME YOLLARI
 

NECASETLER VE
TEMİZLEME YOLLARI

Namaz kılmak isteyen kimsenin vücudunda, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde, necaset (pislik) varsa bunları temizlemesi şarttır.

Ağır necaset sayılan bir madde katı ise bir dirhem (2.8 gram) ağırlığından, sıvı ise el ayasından büyük olursa namazın sıhhatine engeldir.

Ağır necasetler şunlardır: İnsanlardan çıkan; idrar, dışkı, meni, mezi, vedî, kan, irin, ağız dolusu kusuntu, hayız, nifas ve istihâze kanları. Eti yenmeyen hayvanların; idrarları, akan kanları, salyaları ve kuşlardan başka tüm hayvanların dışkısı. Eti yenen hayvanlardan; tavuk, kaz, ördek, hindi ve davar cinsi olanların dışkıları. Şarap ve diğer sarhoşluk veren içkiler.

Hafif necasetler bulaştığı elbisenin vücud organlarından birinin üzerine gelen parçasının (meselâ kolun) dörtte birinden fazlasını kaplıyorsa namazın sıhhatine engel teşkil eder.

Hafif necasetler şunlardır: Atın, eti yenen ehlî ve yabanî hayvanların idrar ve dışkıları. Etleri yenmeyen kuşların dışkıları.

Necasetler her çeşit temiz su ile, çiçek, meyve ve sebzelerden çıkan sularla ve sirkeyle yıkanarak temizlenir. Necaset bulaştığı şeyin üzerinde görünür şekilde ise izi yok oluncaya kadar yıkanır, bunun için belirli bir sayı yoktur. Ancak necaset idrar gibi görünmeyen cinsten olursa bulaştığı şeyi üç kere yıkamak ve her yıkamada sıkmak şarttır. Sıkma yıkayanın gücünün yettiği oranda olur.

Bıçak, kılıç, ayna gibi eşyalar silinmek suretiyle temizlenebilir.

Ayakkabı, mest gibi giyim eşyasına bulaşan necaset kurursa kazımak suretiyle temizlenebilir.

Meni yaş olursa yıkamak suretiyle temizlenir, eğer kurumuş halde bulunursa ovalamak suretiyle de temizlenebilir.

Usulüne uygun olarak kesildikten sonra, henüz iç organlarını çıkarmadan tüylerini yolmak için kaynar suya atılmış olan tavuk ve benzeri hayvan, pislenmiş olur ve artık hiçbir şekilde temizlenemez. Çünkü pis suyu içine çekmiştir. İşkembe de böyledir, yıkanıp temizlenmeden kaynar suya atılırsa bir daha temizlenemez.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.9.22 ABDEST KELİMESİ GEÇEN KÜTÜBİ SİTTEDEKİ HADİSLER

Previous topicNext topic
ABDEST KELİMESİ GEÇEN KÜTÜBİ SİTTEDEKİ HADİSLER
Kimlik alan
100 Hazreti Aişe (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre, " Hazreti Peygamber (aleyhissalatu vesselam) mescitte itikafda olduğu sırada, kendisi de hayızken, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın saçlarını taramıştır. Bu hizmeti yaparken kendisi odasından ayrılmamış; Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) başını ona uzatmıştır. Hazreti Peygamber (aleyhissalatu vesselam) itikafta iken, (büyük veya küçük Abdest bozmak gibi) zaruri bir ihtiyaç olmadıkça odaya girmezdi." Ebu Davud'da şu ziyade var: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) itikafda iken hastaya uğrar, oyalanmadan halini sorar geçerdi. Hazreti Aişe buyurdu ki: "Aslında, mûtekif için sünnet olanı, hasta ziyaretine gitmemesi, cenaze merasimine katılmaması, kadına temas etmemesi, kadının tenine tenini değedirmemesi, zaruri ihtiyaç dışında da itikaf yoktur."
146 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: " Hazreti Ömer (radıyallahu anh) sıcak su ile ve bir Hıristiyan kadının evinde onun su kabıyla Abdest aldı." Bu rivayeti Rezin tahric etti. Derim ki: Bunu Buhari bab başlığı olarak kaydetmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
540 Hazreti Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hastalanmıştım. Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize geldikleri sırada baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Abdest aldılar ve Abdest suyundan üzerime serptiler. Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı görmez miyim! Hemen sordum: "Ya Resûlullah (görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?" Bana cevap vermede acele etmedi. Derken miras ayeti geldi: "(Ey Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki: "Allah size ikinci dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi ona tamamen varis olur. Eğer kız kardeşi kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilir" (Nisa, 176). Bir rivayette şöyle denmektedir: "...(Sorum üzerine) feraiz ayeti indi." Bir başka rivayette de: "Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder..." (Nisa11) ayeti indi" denir. Tirmizi'nin rivayetinde Cabir hazretleri (radıyallahu anh) şöyle der: "Benim yedi tane kızkardeşim vardı..." Ebu Davud'un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: " Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar hakkında fetva veriyor..." ikinci derece mirascılar: Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri olan kimse.
784 Alkame anlatıyor: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki: "- Sizden kimse, cin gecesinde Hazreti Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e refakat etti mi?" "- Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalatu vesselam) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor. "- Ey Allah'ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik" dedik. "- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur'an-ı Kerim'i okudum" buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize şu tenbihte bulundu: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) Abdest bozduktan sonra istinca etmeyirı, çünkü onlar (cinni olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir."
1403 Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güneş battığı zaman Arafat'tan (ifaza yaparak) yola çıktı. Dağ geçidine geldiği zaman deveden inip bevletti. Sonra Abdest aldı. Abdesti bol su kullanarak değil, hafıfçe aldı. Ben: "Namaz mı kılacağız ey Allah'ın Resûlü`?" diye sordum. "Hayır, namaz önümüzde!" dedi ve devesine bindi. Müzdelife'ye gelince hayvandan indi ve yeniden Abdest aldı. Bu sefer bol su kullandı.Sonra namaz başladı. Akşam namazını kıldı. Sonra herkes devesini ıhdı.Yine namaza başlandı. Bu sefer de yatsıyı kıldı. İkisi arasında başka bir namaz kılmadı."
1548 Ubeyd İbnu Cüreye anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e: "Seni dört şey yaparken görüyorum. Bunları arkadaşlarından bir başkasının yaptığını görmedim" dedim. Bana: "Ey İbnıı Cüreye, onlar nedir`?" diye sordu. Ben de saydım: "Sen Kabe'nin rükünlerinden sadece iki Yemani rükne (rükn-i Yemani. ve rükn-i Hacer) temasta bulunuyor, diğerlerine temas etmiyorsun. Keza senin tüysüz deriden ma'mul nalın giydiğini görüyorum. Keza senin (saç ve sakalını) sarıya boyadığını görüyorum. Keza seni Mekke'de gördüm, herkes (Zilhicce) hilalini görünce ihrama girdikleri halde sen terviye günü (8 Zilhicce) ihrama girdin!" Bana şu açıklamayı yaptı: "Rükünlere temasa gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)' ın, sadece iki rükne temas ettiğini gördüm. Tüyü yolunmuş nalına gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın nalınlarında hiç tüy görmedim. Ayakları onların içinde iken Abdest alırdı. Ben onu giymeyi seviyorum. Sarıya gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın onunla boyandığını gördüm. Ben onunla boyanmayı seviyorum. İhrama girmeye gelince, ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın devesi, onu yola koyuncaya kadar telbiye çektiğini görmedim."
1727 Hazreti Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Akşamdan (Abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp Allah'tan dünya ve ahiret için hayır taleb eden hiç kimse yoktur ki Allah dilediğini vermesin."
1864 Esma İbnu'I-Hakem el-Fezari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hazreti Ali'yi dinledim, şöyle demişti: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan bir hadis dinledim mi, Allah Teala hazretlerinin faydalanmamı dilediği kadar ondan istifade ediyordum. Şayet bir adam O'ndan hadis rivayet edecek olsa (gerçekten duydun mu diye) yemin ettiriyordum. Yemin edince onu tasdik edip rivayetini kabül ediyordum." Hazreti Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh) bana şu hadisi rivayet etti ve bu rivayetinde Ebu Bekir doğru söyledi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim, demişti ki: "Günah işleyip arkasından kalkıp Abdest alarak iki rekat namaz kılan sonra da Allah Teala hazretlerine tevbe eden her insan mutlaka mağfiret olunur." Sonra da şu ayeti okudu. (Mealen): "Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? (Al-i İmran 135).
2295 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resülü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!" dedi, Resûlullah adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalatu vesselam yine sükut buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben de adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama: "Evinden çıkınca Abdest almış, Abdestini de güzel yapmış mıydın?" buyurdu. O: "Evet ey Allah'ın Resülü!" dedi. Efendimiz: "Sonra da bizimle namaz kıldın mı?" diye sordu. Adam: "Evet ey Allah'ın Resülü!" deyince, Efendimiz: "Öyleyse Allah Teala hazretleri haddini -veya günahını demişti- affetti" buyurdu."
2297 Asım İbnu Süfyan es-Sakafi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, bunlar Selasil gazvesine gitmişler. Fakat fiilen gazveye iştirak edememişlerdi. Bunun üzerine kendilerini Allah yoluna verdiler. Sonra Hazreti Muaviye (radıyallahu anh)'nin yanına döndüler. Hazreti Muaviye'nin yanında Ebu Eyyüb el-Ensari ve Ukbe İbnu Amir vardı. Asım: "Ey Ebu Eyyüb! dedi. Bu sene gazveyi kaçırdık. Bize, (bunun telafisi için bir çare) haber verildi. Buna göre, kim dört mescitte namaz kılarsa, günahları affedilirmiş." Ebu Eyyüb: "Ey kardeşimin oğlu! dedi. Ben sana bundan daha kolayını haber vereyim. Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü işittim: "kim emredildiği şekilde (mükemmel olarak) Abdestini alır, emredildiği şekilde namazını kılarsa, önceden yapmış olduğu (kusurlu) ameli sebebiyle affolunur. " Ey Ukbe! (Resûlullah'ın tebşiri) böyleydi değil mi?" Ukbe: "Evet!" dedi."
2299 İmam Malik (radıyallahu anh)'e ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "İstikamet üzere olun. (Bunun sevabını) siz sayamazsınız. Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır. (Zahiri ue batini temizliği koruyarak) Abdestli olmaya ancak mü'min rlayet eder."
2303 Rebi'a İbnu Ka'b el-Eslemi anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraber gecelemiştim, kendisine Abdest suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana: "Dile benden (ne dilersen)!" buyurdu. Ben: "Senden cennette seninle beraberlik diliyorum!" dedim. Bana: "Veya bundan başka birşey?" dedi. Ben: "Hayır, sadece bunu istiyorum!" dedim. "Öyleyse kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu."
3560 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdest alıp: "Sübhaneke Allahümme ve bihamdike estağfiruke ve etübu ileyke. (Rabbim seni tenzih ederim, Allah'ım hamdim sanadır, senden bağışlanmak isterim, tevbem de sanadır)" derse, bu bir kağıda yazılır, sonra bir mühür üzerine nakşedilir, sonra da Arş'ın altına kaldırılır ve Kıyamete kadar (mühür) kırılmaz.''
3561 Humran Mevla Osman anlatıyor: " Hazreti Osman radıyallahu anh su istemişti. (Getirdim. Aldı ve) üç kere ellerine dökerek yıkadı. Sonra sağ elini kaba sokup mazmaza ve istinşakta bulundu (ağzına ve burnuna su alıp yıkadı). Sonra üç kere yüzünü, arkasından da dirseklerine kadar üç kere ellerini yıkadı. Sonra başına meshetti, sonra da topuklarına kadar ayaklarını üçer sefer yıkadı ve: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı, şu Abdestim gibi Abdest alırken gördüm. Abdesti bitince de şöyle demişti: "Kim şu Abdestim gibi Abdest alır, arkasından iki rek'at namaz kılar ve namazda kendi kendine (dünyevi bir şey) konuşmazsa geçmiş günahları affedilir."
3562 Ebu Davud'un İbnu Müleyke'den kaydettiği bir başka rivayette şöyle gelmiştir: " Hazreti Osman radıyallahu anh'tan Abdest hakkında (nasıl alınacağı) sorulmuştu. Hemen su istedi ve derhal bir Abdest kabı getirildi. Kaptan önce sağ eli üzerine su döktü (ve onu yıkadı), sonra sağ elini kaba batırdı, üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu. (önceki hadiste geçtiği üzere zikretti. Hadisdte şu ziyade var): "Sonra elini daldırıp su aldı ve başına, kulaklarına meshetti, kulakların iç ve dışlarını birer kere meshetti.''
3564 Abdu Hayr anlatıyor: " Hazreti AIi radıyallahu anh bize geldi ve namaz kıldı. (Namazdan sonra Abdest) suyu istedi. "Suyu ne yapacak, namazı kıldı ya! Herhalde bize öğretmek istiyor!" dedik. İçinde su olan bir kapla bir leğen getirildi. Kaptan sağ eline su döktü: Üç defa ellerini yıkadı. Sonra üç kere mazmaza ve istinşakta bulundu. Mazmaza ve istinşakı su aldığı eliyle yaptı. Sonra üç kere yüzünü yıkadı, sağ elini üç kere yıkadı, üç kere sol elini yıkadı. Sonra elini kaba batırdı, bir kere başını meshetti. Sonra üç kere sağ ayağını yıkadı, üç kere sol ayağını yıkadı. Sonra: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Abdestini bilmek kimin hoşuna giderse, işte o böyledir!" dedi."
3566 Ebu Davud'da, İbnu Abbas'tan yapılan bir diğer rivayet şöyledir: "Ali radıyallahu anh yanıma girdi. Su dökmüş (küçük Abdest bozmuş) idi. Abdest suyu istedi. İçinde su olan bir kap getirdik. Bana: "Ey İbnu Abbas! Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nasıl Abdest aldığını sana göstereyim mi?" dedi. Ben de: "Evet göster!" dedim. Bunun üzerine su kabını elleri üzerine eğdi ve ellerini yıkadı. Sonra sağ elini kaba soktu, onunla diğeri üzerine su döktü, sonra iki avucunu yıkadı. Sonra mazmaza ve istinşakta bulundu. Sonra iki elini birden kaba soktu. İkisiyle birlikte su avuçlayıp yüzüne çarptı. Sonra başparmaklarını kulaklarının ön kısmına soktu. Sonra ikinci, üçüncü sefer aynı şeyleri tekrar etti. Sonra sağ eliyle bir avuç su aldı ve bunu alnına döktü ve yüzü üzerine akmaya bıraktı. Sonra dirseklerine kadar kollarını üçer kere yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını meshetti. Sonra tekrar her iki elini beraberce kaba soktu. Bir avuç su alıp onu pabuç içinde olan (sağ) ayağına vurdu ve o su ile ayağını yıkadı. Sonra aynı muameleyi diğer ayağına, (sola) yaptı.'' (Abdullaş el-Havlani) der ki: "(İbnu Abbas'a) sordum: "Ayaklar ayakkabı içinde olduğu halde mi?''. "Evet dedi, ayakkabı içinde olduğu halde.'' Ben tekrar sordum: "Ayakkabı içinde mi?'' "Evet! dedi, ayakkabı içinde!" Ben tekrar sordum: "Ayakkabı içinde mi?'' "Evet! dedi, Ayakkabı içinde." Nesai'nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir. "...Sonra bir avuç su ile üçer defa mazmaza ve istinşakta bulundu."
3567 Abdullah İbnu Zeyd İbni Asım İbni'l-Ensari radıyaIlahu anh'ın anlattığına göre, kendisine: "Bizim için, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Abdestiyle bir Abdest al (da görelim)!" diye talepte bulunuldu. O, hemen bir kap (su) isteyip, önceki hadiste anlatılan şekilde Abdest aldı. Abdest alışını anlatan rivayette şu farklı açıklama var: "Başını meshettikte ellerini (saçları üstünde) ileri ve geri doğru yürüttü. (şöyle ki: Mesh ameliyesine başın ön kısmından başladı ellerini enseye doğru götürdü. Sonra, başladığı yere kadar geri getirdi. Sonra ayaklarını yıkadı.'' Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Başını üç kere meshetti.''
3568 Buhari rahimehullah'ın bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (Abdest uzuvlarını) ikişer kere yıkayarak Abdest aldı.'' Ebu Davud'un bir rivayetinde, Mikdam İbnu Ma'dikerb'den şu kaydedilir: "Sonra başını, içiyle ve dışıyla iki kulağını meshetti." Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şöyle denmiştir: "Kulaklarını içleriyle dışlarıyla meshetti, parmaklarını kulaklarının deliklerine soktu.''
3569 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir bedevi gelerek, Abdestten sordu. Resûlullah ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi. Sonra da: "Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa, fena bir iş yapmış olur, haddi aşar ve zulmeder" buyurdu."
3570 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: " ..Sonra başını meshetti. Şehadet parmaklarını kulaklarına soktu. Başparmaklarıyla kulaklarının dışlarını meshetti. Şehadet parmaklarıyla kulakların içini meshetti..." Rivayetin sonunda şu ifade var: "Abdest işte böyledir. Kim buna ziyadede bulunur veya bundan eksiltme yaparsa kötü bir iş yapmış ve zulmetmiş olur -yahut zulmetmiş ve kötü bir iş yapmış olur-." Nesai'nin rivayetinde özetle şöyle denmiştir: ".. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir bedevi geldi ve ondan Abdest hakkında sordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdestin alınışını, uzuvları üçer sefer yıkayarak gösterdi, sonra şöyle söyledi: "Abdest işte böyledir. Kim buna ziyadede bulunursa kötü bir iş yapmış, haddi aşmış ve de zulmetmiş olur. ''
3571 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam uzuvlarını birer kere yıkayarak Abdest aldı.''
3572 Ebu Davud'un bir rivayetinde İbnu Abbas radıyallahu anhüma şöyle der: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nasıl Abdest aldığını size göstermemi ister misiniz?" İçinde su olan bir kab istedi, sağ eliyle bir avuç su aIdı, mazmaza ve istinşak yaptı, sonra bir avuç daha aldı, bununla iki elini birleştirip (iki eliyle) yüzünü yıkadı. Sonra bir avuç daha aldı bununla sağ elini yıkadı. Sonra bir avuç da aldı, bununla sol elini yıkadı. Sonra bir avuç su daha aldı, sonra elini çırptı, sonra başını ve kulaklarını meshetti. Sonra bir kabza su daha aIdı sağ ayağının üzerine serpti, ayağında nalın olduğu halde, sonra onu iki eliyle meshetti, elin biri ayağın üstünde, diğeri de nalının aItında. Sonra aynı şeyi sol ayağa yaptı.''
3576 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldı ve bunu, yüzünü üç, ellerini üç sefer yıkayarak, "Kulaklar baştandır '' deyip başını da üç sefer meshederek yaptı.'' Hammad der ki: "Bu rivayette geçen "Kulaklar baştandır'' ibaresi, Ebu Ümme'nin sözü mü yoksa Resûlullah'ın sözü mü bilemiyorum." Bu metin Tirmizi'nindir. Ebu Davud'da şu ifade de yer alır: "Gözpınarlarını da meshederdi.'' O rivayette: "Kulaklar baştandır'' da demiştir.
3577 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: " Hazreti Ömer radıyallahu anh bana şunu söyledi: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelmişti. Bunun Abdest almış fakat ayaklarının üzerinde tırnak kadar bir yeri yıkamadan bırakmış olduğunu gördü. ResüluIlah aleyhissalatu vesselam, adama derhal müdahaIe etti: "Git Abdestini güzel kıl!" Adam gidip yeniden Abdest aldı, sonra namazını kıldı."
3578 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde Resûlullah'ın ashabından biri şöyle anlatır: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ayağının sırtında dirhem büyüklüğünde bir kısma su değmemiş olduğu halde namaz kılmakta olduğunu görmüştü, derhal Abdesti ve namazı lade etmesini emretti."
3579 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Beraber olduğumuz bir sefer sırasında, bir ara Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizden geride kaldı sonra tekrar kavuştu. Bu sırada namaz vakti girmişti. Bizler de Abdest alıyor, ayaklarımıza meshediyorduk. (Resûlullah aleyhissalatu vesselam) yüksek sesle nida etti: "Ökçelerin ateşte vay haline!" Bunu iki veya üç kere tekrarladı."
3580 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Halk ikindi namazı sırasında acele etti ve bir kısmı alelacele Abdest aldı. Biz onlara ulaştık. Ökçelerine su değmemiş, parlıyordu. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Öçelerin ateşte vay haline! Abdesti tam alın!'' buyurdular.''
3584 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Abdest alırken gördüm. Üzerinde çizgili kırmızı bir sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının ön kısmını meshetti, sarığını çözmedi."
3585 Sabit İbnu Ebi Safiyye anlatıyor: "Ebu Cafer'e -ki Muhammed el-Bakır'dır- dedim ki: " Hazreti Cabir radıyallahu anh, sana Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın uzuvlarını birer birer, ikişer ikişer ve üçer üçer yıkayarak Abdest aldığını söyledi mi?" Bu soruma: "Evet!" diye cevap verdi." Bir rivayette de: "Birer birer yıkayarak Abdest aldı mı?" diye sordum; "evet!'' diye cevap verdi'' şeklinde gelmiştir..
3586 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ikişer ikişer yıkayarak Abdest aldı ve: "Bu, nur üzerine nurdur" buyurdu.''
3587 Hazreti Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, uzuvlarını üçer üçer yıkayarak Abdest aldı ve şöyle buyurdu: "Bu benim ve benden önceki diğer peygamberlerin ve İbrahim aleyhissalam'ın Abdestidir."
3588 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer ümmetim üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim." Muvatta'nın rivayetinde: ". . her Abdestte. . .'' denmiştir.
4131 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur"; "Rabbine Abdest suyu dök"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyyidim", "efendim" desin. Sizden kimse abdi (kulum), emeti (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım, yavrum" desin."
1921 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim yatağına temiz (Abdestli) olarak girer ue uyku bastırıncaya kadar Allah'ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah'tan dünya veya ahiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teala, istediğini mutlaka ona verir."
2317 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah'la beraber bir gece boyu yürüdük. Cemaatten bazıları: "Ey Allah'ın Resülü! Bize mola verseniz!" diye talepte bulundular. Efendimiz: "Namaz vaktine uyuya kalmanızdan korkuyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Bilal: "Ben sizi uyandırırım!" dedi. Böylece Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mola verdi ve herkes yattı. Nöbette kalan Bilal de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri kapanıverdi, o da uyuyakaldı. Güneşin doğmasıyla Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) uyandı ve: "Ey BilaI! Sözün ne oldu?" diye seslendi ve Hazreti Bilal: "Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi" diyerek cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Allah Teala Hazretleri, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey BilaI! Halka namaz için ezan oku" buyurdu. Sonra Abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca kalktı, kafileye cemaatle namaz kıldırdı."
2318 Bu hadis Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Güneşin harareti onları uyandırınca kalktılar, bir müddet yürüdüler, sonra tekrar konaklayıp Abdest aldılar. Hazreti Bilal (radıyallahu anh) ezan okudu. Sabahın iki rekatlik (sünnet) namazını kıldılar, sonra da sabah namazını (kazaen) kıldılar. Namazdan sonra hayvanlara binip yola koyuldular. Giderken birbirlerine: "Namazımızda ihmalkarlık ettik" diye yakınıyorlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Uyurken (vaki olan namaz kaçması) ihmal sayılmaz, ihmal uyanıklıktadır. Sizden biri, herhangi bir namazda gaflete düşer kaçırırsa, hatırlayınca onu hemen kılsın. Ertesi sabahın namazı da mütad vaktinde kılınır" buyurdu."
2325 Hazreti Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: " Hazreti Ömer, Hendek savaşı sırasında bir keresinde güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş kafirlerine küfretmeye başladı ve bu meyanda: "Ey Allah'ın Resülü dedi, güneş batmak üzereyken ikindi namazını (güç bela) kılabildim." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Vallahi ikindiyi ben kılamadım!" dedi. Beraberce kalkıp Butha'ya gittik. Orada Efendimiz Abdest aldı, biz de Abdest aldık. Güneş battıktan sonra ikindiyi kıldı, sonra da akşamı kıldı."
2433 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ezan Resûlullah devrinde ikişer ikişer idi. İkamet de birer birer. Ancak (müezzin), ayrıca ikişer sefer olmak üzere kad kameti'-salat, kad kameti's-salat da derdi." İbnu Ömer devam eder: "Biz, ikameti işittik mi Abdest alır, namaza giderdik."
2443 Ziyad İbnu'l-Haris es-Sudai (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sabah ezanının ilk vakti girince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana emretti, ben de ezan okudum ve: "İkamet de getireyim mi ey Allah'ın Resülü?" diye sordum. (Soruma hemen cevap vermeyip) doğu tarafına, fecre bakmaya başladı ve: "Hayır!" dedi. Ne zaman ki şafak söktü Hazreti Peygamber (bineğinden) indi, Abdest bozdu. Sonra bana doğru geldi. (Bu ara Ashabı da toplandı. Abdestini aldı. Bilal ikamet okumak istedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Suda'nın kardeşi ezan okudu, ezanı okuyan ikameti getirsin!" dedi. Ben de ikamet getirdim."
2448 Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Namaz için ezanı ancak Abdestli olan okusun."
2449 Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Ezanı ancak Abdestli olan okusun." Tirmizi der ki: "Önceki rivayet daha sahihtir."
2633 Rifaa İbnu Rafi' (radıyallahu anh) anlatıyor:"Biz mescidde iken bedevi kılıklı bir adam çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde (yani rükunleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verdi: Efendimiz: "Üzerine olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!" buyurdu. Adam döndü (tekrar) namaz kılıp geldi, Resûlullah'a selam verdi. Aleyhissalatu vesselam selamına mukabele etti ve: "Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!" dedi. Adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi yaptı, her seferinde Aleyhissalatu vesselam: "Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!" dedi. Halk korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi. Adam sonuncu sefer: "Ben bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Tamam. Namaza kalkınca önce Allah'ın sana emrettiği şekilde Abdest aI. Sonra (ezan okuyarak) şehadet getir. İkamet getir (namaza dur). Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa Allah'a hamdet, tekbir getir, tehlil getir, sonra rükuya git. Rükü halinde itmi'nana er (azaların rüküda mütedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidale er, sonra secdeye git ve secde halinde itidale er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra kalk. İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel (kılmış olursun). (Bundan bir şey) eksik bırakırsan namazını eksilttin demektir." Ravi der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sonuncu sözü Ashab'a önceki: (Dön, namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay (ve rahatlatıcı) oldu. Zira (bu söze göre), sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında eksiklik oluyor ve fakat tamamı heba olmuyordu."
2636 Yine Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Öğle namazı başlardı, bu anda bir kimse Baki'ye gider, ihtiyacını görür, sonra Abdest alır, gelir ve uzunluğu sebebiyle Resulullah'ın birinci rek'atine yetişirdi."
2641 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah, sizlerin namazını hades vaki olunca yeniden Abdest almadıkça kabul etmez."
2642 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Abdesti olmayanın namazı da yoktur. Üzerine besmele çekmeyenin Abdesti yoktur."
2643 Hazreti Enes (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın her namaz için Abdest aldığını söylemişti, kendisine: "Siz nasıl yapıyordunuz?" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "Aldığımız Abdest bozuluncaya kadar bize yetiyordu."
2644 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih günü bütün namazları tek Abdestle kıldı. Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) kendisine: "Ey Allah'ın Resülü, bugün Şimdiye kadar hiç yapmadığın şeyi yapmış olmalısın?" demişti, şu cevapta bulundu: "Ey Ömer, bunu bilerek yaptım."
2645 Hazreti Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Namaz kılarken kimin Abdesti kozulacak olursa hemen namazdan çıksın. Eğer cemaatle kılınan bir namazda ise burnunu tutarak ayrılsın." Burnunu tutmasını emretmesi, cemaate burnu kanamış zannını vermek içindir. Bu davranış, avretin örtülmesi ve kabihin gizlenmesi hususunda bir nevi edebe rlayettir.
2727 Abdullah İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr (rahimehullah) anlatıyor: " Hazreti Aişe (radıyallahu anha)' nin yanında idik. Yemeği getirildi. Derken Kasım İbnu Muhammed namaza kalktı, Hazreti Aişe: "Resulullah (alehissalatu vesselam) 'ın şöyle söylediğini işittim '' dedi: "Yemeğin yanında namaz kılınmaz, iki habisin (yani büyük ve küçük Abdestin) sıkışmasında da kılınmaz. ''
2753 Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından yirmibeş kat fazladır. Şöyle ki, Abdest alınca güzel bir Abdest alır, sonra mescide gider, evinden çıkarken sadece mescid gayesiyle çıkmıştır. Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir günahı affedilir. Namazı kıldı mı, namazgahında olduğu müddetçe melekler ona rahmet okumaya devam ederler ve şöyle derler: "Ey Rabbimiz buna rahmet et, merhamet buyur." "Sizden herkes, namaz beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir."
2784 Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Üç şey vardır, onları yapmak kimseye helal olmaz: "Kişi bir kavme imamlık yapar, sonra da sadece kendisi için dua eder, cemaatini dua dışı bırakır; bunu yapan onlara ihanet eder. Kişi, izin almazdan önce bir evin içine bakamaz, bunu yapan ev halkına ihanet eder. Kişi küçük Abdestine sıkışmış iken hafifleyinceye kadar namaz kılamaz."
2821 Abdullah İbnu Amr İbni 'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İmam namazı kılıp teşehhüdü tamamladıktan sonra, selam vermezden önce hades vaki olsa (yani Abdesti bozulsa), namazı tamamlanmıştır, namazını tamamlayan cemaatteki diğer kimselerin namazı da tamamlanmıştır.''
2980 Ubadetu'b'nu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Geceleyin kim uyanırsa şunu söylesin: "Allah'tan başka ilah yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd de O'na aittir, O herşeye kadirdir. Hamd Allah'a aittir, Allah münezzehtir, Allah büyüktür, bütün amel ve ibadetler için gereken güç ve kuvvet Allah'tandır. Sonra aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Rabbim beni affet!'' desin veya dua ederse duasına cevap verilir. Eğer Abdest alır ve namaz kılarsa namazı kabûl edilir.''
2984 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düyüm yerine eliyle vurarak üzerine uzun bir gece olsun, yat" dileğinde bulunur. Adam uyanır ve Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür, Abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür, namaz kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabaha erer."
3067 Abdullah İbnu Ebi Evfa (radıyallatıu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kimin Allah'a veya herhangi bir insana ihtiyacı hasıl olursa önce Abdest alsın, Abdesti de güzel yapsın, sonra iki rek'at namaz kılsın, sonra Allah Teala Hazretlerine senada bulunsun, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a salat okusun, sonra şu duayı okusun: "Halim, kerim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Arş-ı Azam'ın Rabbi noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd alemlerin Rabbine aittir. Rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini celbedecek esbabı (hakkımda yaratmanı) taleb ediyor, her çeşit günahtan koruman için yalvarıyor, her çeşit iyilikten zenginlik, her çeşit günahtan selamet diliyorum. Rabbim! Affetmediğin hiçbir günahımı, kaldırmadığın hiçbir sıkıntımı bırakma! Hangi amelden razı isen onu ver, ey rahim olan, bana en ziyade rahmet gösteren Rabbim!''
3109 Ma'dan İbnu Talha, kendisine Ebu'd-Derda (radıyallahu anh)'nın şunu anlattığını söylemiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kustu ve orucunu açtı. Sevban (radıyallahu anha) bu meseleyi sordu. Sevban: "Doğru söylemiş, o zaman Abdest suyunu ben döktüm'' dedi.''
3376 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdest alır ve Abdestini mükemmel kılar, sevab ümidiyle müslüman kardeşini hasta iken ziyaret ederse, ateşten, yetmiş yıllık yürüme mesafesi kadar uzaklaştırılır."
3467 Hazreti Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor. "Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Ey Allah'ın Resulu! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile Abdest alabilir miyiz?" diye sordu. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helaldır" cevabını verdi."
3474 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın zevcelerinden biri bir tekne içerisinden su alarak yıkanmıştı. Aynı teknede yıkanmak veya Abdest almak üzere Aleyhissalatu vesselam geldi. Zevcesi: "Ben cünübtüm!" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Su cünüb olmaz!" buyurdular."
3475 Ebu Cuhayfe radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam öğle vakti yanımıza çıktı. Kendisine Abdest suyu getirildi. Abdest aldı. Halk, onun Abdest suyundan arta kalanı kapışmaya başladı. Bir parça alabilen, onu teberrüken vücuduna sürünuyor idi. Hiç alamayan, arkadaşının elindeki yaşlığa değmeye çalışıyordu."
3478 İbnu Ömer radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında erkekler ve kadınlar beraberce bir kaptan Abdest alıyor idiler."
3479 İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Cin gecesinde bana: "Kabında ne var?" diye sordular. Ben: "Nebiz!" dedim. "Güzel bir meyve, temiz bir sudur" buyurdular. Sonra da onunla Abdest aldılar."
3498 Kebşe Bintu Ka'b İbnu Malik -ki, İbnu Ebi Katade'nin nikahı altında idi- anlatıyor: "Ebu Katade radıyallahu anh yanıma girdi. Kendisine Abdest suyu hazırladım. Bu sırada, sudan içmek üzere bir kedi geldi. Ebu Katade kabı uzattı, kedi içti." Kebşe sözlerine devamla der ki: "Ebu Katade kendisine bakmakta olduğumu gördü ve: "Ey kardeşimin kızı, buna hayret mi ediyorsun?" dedi. Ben de: "Evet!" demiş bulundum. Bunun üzerine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kedi necis değildir. Kedi sizin etrafınızda çokça dolaşır" buyurdular." dedi."
3499 Davud İbnu Salih İbni Dinar et-Temmar, annesinden anlatıyor: "Efendim beni, Hazreti Aişe radıyallahu anha'ya bir miktar yemekle gönderdi. Gelince Hazreti Aişe'yi namaz kılıyor buldum. Bana, elimdekini koymamı işaret etti. (Ben de bıraktım). Ancak bir kedi gelerek üzerinden yedi. Hazreti Aişe radıyallahu anha, namazından çıkınca, kedinin yediği yerden yemeği (bir miktar) yedi. Sonra da şu açıklamayı yaptı: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kedi necis değildir, o sizi çokça dolaşan birisidir" demişti. Ben ayrıca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kedinin artığıyla Abdest aldığını gördüm.''
3502 Yine Ebu Davud'da Ebu Sa'id radıyallahu anh'tan kaydedilen bir rivayette denir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir koyunu beceriksizce yüzmekte olan bir köleye uğramıştı. Ona: "Çekil de sana göstereyim!" dedi. Derhal elini deri ile et arasına soktu. Elini, bütün kolu koltuğa kadar derinin altında kalacak şekilde ilerletti. Sonra gidip Abdest almadı halka namaz kıldırdı.." Bir rivayette, "Yani suya değmedi" ziyadesi vardır.
3509 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte idim. Aleyhissalatu vesselam küçük Abdest bozmak ihtiyacını duymuştu. Hemen bir duvarın dibine, kumlu toprak bulunan bir noktaya gelip Abdest bozdular. Sonra da: "Sizden biri, küçük Abdest bozmak isteyince bevli için uygun bir yer arasın!" buyurdular."
3511 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "İki lanetten korkun!" buyurdular. Ashab: "İki lanet de nedir?" diye sorunca, açıkladılar: "İnsanların yollarına Abdest bozanla, gölgelerine Abdest bozanlardır!''
3512 Yine Ebu Davud, Hazreti Mu'az radıyallahu anh'tan şu rivayeti kaydetmiştir: "Lanete sebep olan üç yere Abdest bozmaktan kaçının: Su yollarına, işlek yollara ve gölgeliklere."
3515 Ümeyme Bintu Rukiyye radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın karyolasının altında bulundurduğu hurma küttüğünden bir çanağı vardı. Geceleyin ona küçük Abdest bozardı.''
3516 Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Helaya gittiğiniz vakit, (Abdest bozarken) kıbleye ne önünüzü ne de arkanızı dönmeyin. Fakat yüzünüzü doğuya ve batıya dönderin." Ebu Eyyüb der ki: "Şam'a gelince helaların yönlerinin hep kıble cihetine inşa edildiğini gördük. Onları (kullanırken yönümüzü yan çeviriyor, ayrıca Allah'tan mağfiret de diliyorduk."
3517 İmam Malik'in bir rivayeti şöyledir: "Ebu Eyyub radıyallahu anh Mısır'da iken demiştir ki: "Vallahi bu kiryas denen kenefleri nasıl kullanacağımı bilemiyorum. Zira Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Biriniz büyük veya küçük Abdest bozunca kıbleye yönelmesin, arka fercini de çevirmesin" demişti.''
3521 Hazreti Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam ile beraber idim. Bir kavmin küllüğüne gelince durup, ayakta küçük Abdest bozdu.''
3522 Ebu Vail'den şelen bir rivayet şöyle: "Ebu Musa radıyallahu anh küçük Abdest hususunda çok titiz davranır (üzerine sıçrantı değmemesi için azami gayreti gösterirdi. O kadar ki,) küçük Abdestini bir şişe içerisine bozar ve: "Beni İsrail'den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bıçakla kazırdı" derdi. (Bunu işiten) Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: "Arkadaşınızın titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben, Resülullah aleyhissalatu vesselam'la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta bevletti. Ben bu esnada kendilerinden uzaklaşmak istedim. Bana yakın durmamı işaret buyurdu. Geri gelip, hemen arkasında dikilip Abdestini bozuncaya kadar bekledim.''
3524 Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben ayakta Abdest bozarken, Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni gördü ve: "Ey Ömer, ayakta akıtma" buyurdu. Ondan sonra hiç ayakta akıtmadım"
3525 Ubeydullah, Nafi'den, o da Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlattığına göre, Hazreti Ömer radıyallahu anh: "Ben müslüman olduğum zamandan beri ayakta Abdest bozmadım!" demiştir." Tirmizi: "Bu, Hazreti Ömer'den daha sıhhatli olan rivayettir. Önceki rivayet zayıftır'' der. Keza ilaveten der ki: "Ayakta Abdest bozma yasağı te'dib içindir, tahrim için değil.'' Yine der ki: "İbnu Mes'ud radıyallahu anh'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kişinin ayakta akıtması, nefsine karşı işlediği bir kabalıktır."
3526 Hazreti Aişe radıyallahu anh'dan rivayete göre şöyle derdi: "Size kim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ayakta bevlettiğini söylerse, sakın onu tasdik etmeyin. O, daima çömelerek Abdest bozardı."
3528 Abdurrahman İbnu Hasene radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, elinde kalkan gibi bir şey olduğu halde bize doğru geldi ve onu yere bıraktı. Sonra onun gerisine çömelip ona doğru küçük Abdest bozdu. Yanımızdakilerden biri: "(Resûlullah'a) bakın, tıpkı kadınlar gibi Abdest bozuyor" dedi. Aleyhissalatu vesselam bu sözü işitmişti. "Beni İsrail'in arkadaşının başına geleni işitmedin mi" dedi ve devam etti: "Onlara idrar bulaşınca, bıçakla idrarın değdiği yeri kazıyorlardı. Arkadaşları onları bu tatbikattan yasakladı. Bu adam, yasaklaması sebebiyle kabrinde azaba uğradı."
3531 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim yüzüne sürme çekerse teklesin. Bu sözümü kim tutarsa işi en güzel şekilde yapmış olur, tutmayana bir mahzur yok. Kim Abdest bozduktan sonra taş kullanarak temizlenirse teklesin. Kim böyle yaparsa güzel yapar, kim, de yapmazsa bir mahzur yok. Kim yemek yer ve dişlerinin arasından bir şey çıkarırsa onu dışarı atsın, kim de diliyle çıkarmışsa onu yesin. Kim bu söylediğimi yaparsa güzel yapar, kim de yapmazsa bir mahzur yok. Kim helaya giderse (imkan nisbetinde) tesettürde bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs., den) bir tümsek yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insanoğlunun makadlarıyla (oturak kısmıyla) oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapamayana bir beis yok."
3532 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest bozmak isteyince, hiç kimsenin göremeyeceği kadar uzaklara giderdi."
3533 Hazreti Selman radıyallahu anh'ın anlattığına göre, müşrikler kendisine: "Sizin arkadaşınızın (Aleyhissalatu vesselam) sizlere helada Abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyoruz'' demişlerdir. O da onlara Şöyle cevap vermiştir: "Evet, doğrudur. Resülümüz aleyhissalatu vesselam, bizi sağ elimizle istimca yapmaktan nehyetti, büyük veya küçük Abdest bozarken, kıbleye yönelmekten de nehyetti. Abdest bozduktan sonra istinca ederken kurumuş hayvan mayısını veya kemiği kullanmamızı da nehyetti ve dedi ki: "Sizden kimse, üç taştan daha azı ile istinca etmesin.''
3543 Süfyan İbnu 'l-Hakem veya Hakem İbnu Süfyan es-Sakafi anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bevledince Abdest alır ve (istincada) su kullanırdı.''
3544 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam anlatıyor: "Bana Cibril aleyhissalam geldi ve: "Ey Muhammed, Abdest aldınmı intidahda bulun!'' emretti'' dedi.''
3545 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bevletti. Hazreti Ömer de arkasında, elinde su kabı olduğu halde durdu. Resûlullah onu görünce: "Bu da ne, ey Ömer?'' buyurdular. Hazreti Ömer: "Sudur yıkanırsın!'' dedi. Resûlullah: "Ben her bevledişimde Abdest almakla emrolunmadım, bunu yapacak olsam bu, (ümmete vacib) bir sünnet olur" buyurdular."
3548 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest bozmaya çıkmıştı. Bana üç taş bulmamı söyledi. İkisini buldum üçüncü taşı aradım fakat bulamadım. Onun yerine bir kurumuş mayıs aldım ve onu getirdim. Taşları aldı, mayısı attı ve: "Bu necistir!" buyurdu."
3551 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söylemiyeyim mi?'' "Evet ey Allah'ın Resülü, söyleyin!'' dediler. Bunun üzerine saydı: "Zahmetine rağmen Abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) Namazı beklemek. İşte bu ribattır, işte bu ribattır. İşte bu ribattır."
3552 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Üzerimizde develeri gütme işi vardı, (bunu sırayla yapıyorduk.) (Bir gün) gütme nöbeti bana gelmişti. Günün sonunda develeri kıra ben çıkarıyordum. (Birgün, nöbetimden dönüşte) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim, ayakta halka hitabediyordu. Söylediklerinden şu sözlere yetiştim: "Güzelce Abdest alıp, sonra iki rek'at namaz kılan ve namaza bütün ruhu ve benliği ile yönelen hiç kimse yoktur ki kendisine cennet vacib olmasın!" (Bunları işitince kendimi tutamayıp:) "Bu ne güzel!'' dedim. (Bu sözüm üzerine) önümde duran birisi: "Az önce söylediği daha da güzeldi!'' dedi. (Bu da kim? diye) baktım. Meğer Ömer İbnu'I-Hattab'mış. O, sözüne devam etti: "Seni gördüm, daha yeni geldin. Sen gelmezden önce şöyle demişti: "Sizden kim Abdestini alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. (Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlüdür)" derse, kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete girer." Ebu Davud'un rivayetinde "...Abdesti güzel yaparsa..." denmiştir. Tirmizi'nin rivayetinde "....resûlühü (Allah'ın ...Resûlü)" kelimesinden sonra "Allah'ım, beni tevbe edenlerden kıl, temizlenenlerden kıl" duası da vardır.
3553 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min -veya müslüman- bir kul Abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner, ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte -veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki Abdest tamamlanınca) günahlarından arınmış olarak tertemiz çıkar."
3554 Hazreti Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdest alır ve Abdestini güzel yaparsa hataları vücudundan tırnak diplerine varıncaya kadar çıkar dökülür.''
3555 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: " Hazreti Osman radıyallahu anh Abdest aldı ve dedi ki: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şu benim Abdestim gibi Abdest aldığını, sonra da şöyle söylediğini gördüm: "Kim bu şekilde Abdest alırsa geçmiş günahları affedilir, namazı ve mescide kadar yürümesi de nafile (ibadet) olur."
3556 Amr İbnu Abese es-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kim Abdest suyunu hazırlar, mazmaza ve istinşakta bulunur (ağzına ve burnuna su çeker) ve sümkürürse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra Allah'ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, sakalın(ın bittiği mahallin) etrafından su ile birlikte yüzü ile işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere kadar kollarını yıkayınca, ellerinin günahları su ile birlikte parmak uçlarından dökülür gider. Sonra başını meshedince, başının günahları saçın etrafından su ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkayınca, ayaklarının günahları, parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra kalkıp namaz kılar, Allah'a hamd ve senada bulunur, O'na layık şekilde tazimini gösterir ve kalbinden Allah'tan başkasını(n korku ve muhabbetini) çıkarırsa, annesinden doğduğu gündeki gibi bütün günahlarından arınır."
3557 Abdullah es-Sunabihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min kul Abdest aldıkça mazmaza yaptı mı (ağzını yıkadı mı) günahlar ağzından çıkar. (Burnunu sümkürdü mü) günahlar burnundan çıkar, yüzünü yıkadı mı günahlar göz kapaklarının altına varıncaya kadar yüzünden çıkar. Ellerini yıkadı mı günahlar tırnak diplerine varıncaya kadar ellerinden çıkar. Başını meshetti mi, günahlar kulaklarına varıncaya kadar başından çıkar. Ayaklarını yıkadı mı, günahlar ayak tırnaklarının altına varıncaya kadar ayaklarından çıkar. Sonra mescide kadar yürümesi ve kılacağı namaz nafile (bir ibadet) olur.''
3558 Ebu Ümame el-Bahili radıyallahu anh anlatıyor: "Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ı dinledim, diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Abdest nasıl alınır?'' diye sordum. Şöyle açıkladı: "Abdest mi? Abdest alınca şöyle yaparsın: Önce iki avucunu tertemiz yıkarsın. Sonra yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkarsın. Başını meshedersin, sonra da topuklarına kadar ayaklarını yıkarsın. (Bunları tamamladın mı) bütün günahlarından arınmış olursun. Bir de yüzünü Aziz ve Celil olan Allah için (secdeye) koyarsan, anandan doğduğun gün gibi, hatalarından çıkmış olursun.'' Ebu Ümame der ki: "Ey Amr İbnu Abese dedim, ne söylediğine dikkat et! Bu söylediklerinin hepsi bir defasında veriliyor mu? "Vallahi dedi, bilesin ki artık yaşım ilerledi, ecelim yaklaştı, (Allah'tan ölümden çok korkar bir haldeyim), ne ihtiyacım var ki, Allah Resülü hakkında yalan söyleyeyim! Andolsun söylediklerim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan kulaklarımın işitip, hafızamın da zabtettiklerinden başkası değildir." Bu hadis, Nesai'nin metninden alınmadır. Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ın müslüman oluşunu anlatan uzunca bir hadisin son kısmıdır.
3559 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdestli olduğu halde Abdest tazelerse, AIlah bu sebeple kendisine on (misli) sevab yazar.''
3592 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın Abdest suyu ve misvakı (akşamdan hazırlanıp yanına) konulurdu. Gece kalkınca Abdest bozar, sonra misvaklanırdı.''
3593 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam) gece veya gündüz yattığında ve kalktığında mutlaka Abdest almazdan önce misvaklanırdı."
3599 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdest alırsa istinsarda bulunsun (sümkürsün), kim taşla istinca yaparsa teklesin."
3600 Müslim'in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Sizden biri Abdest alınca burnuna su çeksin, sonra sümkürsün." Bir diğer rivayette: "...Burun deliklerine su çeksin, sonra sümkürsün'' şeklindedir.
3603 Talha İbnu Musarrıf an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girdim, Abdest alıyordu. Su yüzünden ve sakalından göğsüne akıyordu. Mazmaza ve istinşakın arasını da ayırmıştı."
3606 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest alınca bir avuç su alır, onu çenesinin altına tutup onunla sakalını hilaller ve: "Aziz ve Celil olan Rabbim böyle emretti" derdi."
3607 Müstevrid İbnu Ş'eddad radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm. Abdest aldığı zaman ayaklarının parmaklarını serçe parmağı ile hilalliyordu."
3608 Lakit İbnu Sabıra radıyallahu anh anlatıyor: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resülü! Bana Abdestten haber ver!'' Aleyhissalatu vesselam: "Abdesti tam al, parmaklar arasını hilalle, istinşak'da mübalağa yap, oruçlu olursan mübalağa yapma'' buyurdu.''
3609 Rebi' Bintu Mu'arrız radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldı, (bu esnada) elini kulaklarının hücresine soktu."
3611 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim, Kıyamet günü çağırıldıkları vakit Abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıkları olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkanı varsa parlaklığını artırsın."
3612 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Ebu Hüreyre radıyallahu anh Abdest aldı, yüzünü yıkadı, ellerini yıkadı, ellerini yıkarken nerdeyse omuza kadar yıkıyordu. Sonra ayaklarını yıkadı ve nerdeyse bacaklarına kadar yükseldi. Sonra dedi ki: "Ben Resulullah aleyhissalatu veselam'ın, "Ümmetim Kıyamet günü (Abdest uzuvlarındaki) parlaklıkla gelir..." Gerisi yukarıdaki gibi devam ediyor.
3613 Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın "...Mü'minin zineti, Abdestin yükseldiği yere kadar yükselir..."
3614 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (miktarca) bir sa'dan beş müdd 'e kadar olan su ile yıkanır, bir müdd su ile de Abdest alırdı.'' Bir başka rivayette: "... beş mekkûk ile yıkanır, bir mekkûk iIe de Abdest alırdı" denmiştir. Bir diğer rivayette: " . . beş. . '' denmiştir. Tirmizi'nin rivayetinde "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdest için iki rıtl su kafidir.'' Ebu Davud'un rivayetinde: "...Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki rıtl ihtiva eden kapla Abdest alır, bir sa' ile guslederdi '' denmiştir.
3615 Sefine radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı bir sa' miktarındaki su cenabetten yıkar, bir müdd su da Abdestine yeterdi."
3616 Ümmü Ammare radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldı. Bu maksadla kendisine içerisinde üçte iki müdd miktarında su bulunan bir kab getirilmişti.'' Nesai şunu ilave etmiştir: "Şu'be der ki: "Ben, Aleyhissalatu vesselam'ın kollarını yıkadığını ve onları ovduğunu, kulaklarının iç kısmını meshettiğini öğrendim. Ancak kulakların dışını da meshettiğini bilmiyorum."
3617 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Bize Resûlullah aleyhissalatu vesselam gelmişti. Kendisine bakır kapta su getirdik, onunla Abdest aldı."
3618 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "ResüIullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdest (sırasın)da vesvese veren bir şeytan vardır. Adı da el-Velehan'dır. Öyleyse suyun vesvesesinden kaçının."
3619 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Abdest aldıktan sonra kurulandığı bir bezi vardı.''
3620 Hazreti Mu'az radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, Abdest alınca elbisesinin bir kenarıyla yüzünü siliyordu.''
3621 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Abdesti olmayanın namazı yoktur. Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kimsenin Abdesti de Abdest değildir."
3622 Rabah İbnu Abdirrahman İbni Ebi Süfyan İbnu Huveytip an ceddiha an ebiha 'dan rivayete göre demiştir ki: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Diyordu ki: "Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kişinin Abdesti yoktur."
3623 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Diyordu ki: "Kim Abdestinin başında Allah'ı zikrederse bedeninin tamamı temizlenir. Eğer Allah'ın ismini zikretmezse bu kimsenin sadece Abdest uzuvları temizlenir."
3624 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim, Abdest alıyordu. Şu duayı okuduğunu işittim: "Allahümma'ğfirli zenbi ve vassi'li fi dari ve barik li fi rızki (Allah'ım günahımı mağfıret et, evimi bana genişlet, rızkımı bana mubarek kıl."
3625 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça Abdest alınmaz.'' Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.''
3627 Ebu Davud'da şöyle gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve Abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidi terketmesin."
3628 Abdullan İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu veselam'a, namazda iken hayaline Abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman buyurdular: "Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.''
3630 Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, Abdest alsın ve namazı lade etsin."
3631 Bu hadisin Tirmizi'deki lafzı şöyle: "Bir bedevi gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! bizden bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel kaçırsa, suyu da az ise ne yapmalıdır)?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Sizden biri yellenecek olursa Abdest alsın. Kadınlara da arkalarından temas etmeyiniz. Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma talebinde bulunmaz."
3632 Muhammed İbnu Hanefiye anlatıyor: "Hz Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda -kızı hanımım olması sebebiyle- Resulullah aleyhissalatu vesselam'a soramamıştım. Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anh'a söyledim, o sordu. Şu cevabı almıştık: "(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve Abdest alır."
3633 Muvatta ve Ebu Davud'un rivayetIerinde Mikdad şöyle demiştir: " Hazreti Ali radıyallahu anh, bana, kendisi için Resûlullah'tan: "Kadınına yakınlaşınca mezisi akan kimseye ne gerektiği hususunda sormamı söyledi. Ali ilaveten dedi ki: "Zira yanımda Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kızı var, bu sebeple bizzat sormaktan utanıyorum." Mikdad der ki: Ben bu mesele hakkında Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordum. Şu cevabı verdi: "Biriniz buna rastlarsa fercini su ile yıkasın. Namaz Abdesti ile Abdest alsın." Ebu Davud bir başka rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "...zekerini ve iki husyesini yıkasın."
3634 Yine Ebu Davud'un bir diğer rivayeti şöyledir: " Hazreti Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale geldim. Durumu Resulullah aleyhissalatu vesselam'a zikrettim -veya ona zikredildi-. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: Öyle yapma, (her seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz Abdestiyle Abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!" buyurdular."
3635 Sehl İbnu Hüneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntıda idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum. Sonunda Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bu husustan sordum. Bana: "Meziden dolayı sana Abdest kafidir!" buyurdular. "Ey Allah'ın Resülü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım?'' dedim. "Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana yeterlidir!" cevabını verdi.''
3636 Abdullah İbnu Sa'd el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan guslü gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı verdi: "Bu mezidir. Her erkek mezi ifraz eder. Mezi akınca fercini ve husyelerini yıkarsın, ve namaz Abdestiyle de Abdest alırsın."
3637 Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben de (meziyi), kendimden ipek ipliği gibi iner görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz Abdestiyle Abdest alsın." Burada meziyi kastetmiştir.- "
3638 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir keresinde) kustu ve Abdest aldı.'' Ma'dan der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı Sevban radıyallahu anh'a Şam camiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan (mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi: Doğru söylemiş, o zaman Abdest suyunu da Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendilerine ben dökmüştüm."
3641 Hazreti Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, Abdest tazelemedi. Urve rahimehullah der ki: "Kendisine: "Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!" dedim, Hazreti Aişe gülmekle cevap verdi.''
3642 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Erkeğin hanımını öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa Abdest alması gerekir." Bu rivayetin bir benzeri İbnu Mes'ud'dan gelmiştir.
3643 Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü, dedim, bir kimse hanımıyla cima yapsa fakat inzal olmasa yıkanması gerekir mi?" "Kadına değen kısmını yıkar, sonra Abdest alır ve namaz kılar!" buyurdular."
3644 Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi. "Ey Allah'ın Resulü! dedi, kişi Abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (Abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?) '' Resulullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: "O, kendisinden bir parça değil midir?"
3645 Büsre Bintü Saffan (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zekerine değen Abdest almadıkça namaz kılmasın.''
3646 Mus'ab İbnu Sa'd İbni Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Sa'd İbni Ebi Vakkas (radıyallahu anh)'a Kur'an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa'd: "Her halde zekerine değdin?'' dedi. Ben "evet!" deyince: "Kalk, Abdest al!'' emretti. Ben de gidip Abdest alıp geri döndüm."
3647 Nafi rahimehullah anlatıyor: "Ben, bir sefer sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun Abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine: "Bu, şimdiye kadar kıldığınızı hiç görmediğim bir namaz!'' dedim. Şu açıklamayı yaptı: "Sabah namaz kılmak üzere Abdest aldım sonra fercime dokundum. Sonra da Abdest almayı unuttum (ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden Abdest alıp namazımı lade ettim.''
3648 Hazreti Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra Abdest almadan namaz kılarlardı: (Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye: "Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu: "Vallahi evet!" diye te'yid etti."
3649 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar, Abdest almadan namaz kılardı."
3650 Hazreti Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan Abdest alsın."
3651 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalatu vesselam) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (Abdest almadan) namaz kılmıştır. İbnu Abbas der ki: "Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (Abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahavet basar.''
3653 Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma), küsuf namazıyla ilgili rivayetinde der ki: "..Ben de (Resulullah'a uyarak) namaza durdum. (Namazı öylesine uzattı ki) üzerime baygınlık geldi. Başımın üzerine su dökmeye başladım." Urve rahimehullah der ki: "Abdest almadı. ''
3654 Ebu Hüreyre radıyallahu anh)'den nakledildiğine göre, Ebu Hüreyre mescidde Abdest alırken yanına Abdullah İbnu Karız gelir. Ona, Ebu Hüreyre şu açıklamayı yapar: "Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple Abdest alıyorum. Çünkü ben Resulallah aleyhissalatu vesselam'ın "Ateşte pişen şeyler yiyince abdes alın" dediğini işittim."
3655 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) koyun budu yedi ve namaz kıldı, Abdest almadı.'' Buhari'nin bir başka rivayetinde: "Tencereden eliyle etli kemik aldı'' denmiştir. Müslim'in bir rivayetinde: "Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, Abdest tazelemedi'' denmiştir.
3656 Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm, elindeki koyun budundan parça kesiyordu, ezan okundu. Hemen et dildiği bıçağı bırakıp namaza koştu, Abdest almadı."
3657 Hazreti Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) çıktı, beraberinde ben de vardım. Ensardan bir kadına uğradı. Kadın ona bir koyun kesti. Bir tabak taze hurma getirdi, ondan yeyip sonra öğle için Abdest aldı ve namaz kıldı. Sonra (namazdan) ayrıldı. Kadın ona koyundah arta kalan bir şeyler getirdi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onu da yiyip ikindiyi kıldı, bu sırada Abdest almadı." Ebu Davud ve Nesai'nin rivayetinde: "Resulullah'ın son iki icraatından biri ateşin değiştirdiğinden Abdest almayı terketmekti'' denmiştir.
3659 Süveyd İbnu'n-Nu'man (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hayber Seferine Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte çıktık. Hayber yakınlarında olan Sahba'ya vardığımız zaman Resulullah aleyhissalatu vesselam ikindi namazını kıldı. Namaz bitince yiyecek getirilmesini ferman buyurdu. Sadece kavut getirilmişti. Bunun su ile ıslatılmasını emir buyurdu. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)da, biz de ondan yedik. Sonra akşam namazına kalktı. Ağzını mazmaza etti. Biz de ağızlarımızı mazmaza ettik. Fakat Abdest almadı."
3660 Hazreti Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam süt içti. Ne mazmaza yaptı, ne Abdest aldı; namazını kıldı."
3661 Cabir İbnu Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Koyun eti sebebiyle Abdest alayım mı?'' diye sordu. "Dilersen Abdest al, dilemezsen alma!" diye cevap verdi. Adam bunun üzerine: "Deve eti sebebiyle Abdest alayım mı?'' diye sordu. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bu sefer: "Evet, deve eti sebebiyle Abdest al!" cevabını verdi. Adam tekrar: "Koyun ağıllarında namaz kılayım mı?'' diye bir başka sual sordu: "Evet!'' cevabını aldı. Tekrar sordu: "Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım mı?'' "Hayır!'' buyurdu Aleyhissalatu vesselam."
3663 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, yollarda ayağa bulaşan pislik sebebiyle Abdest tazelemezdik."
3664 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam izarını sarmış olarak namaz kılarken, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ona: "Git, Abdest al!" ferman buyurdu. Adam gitti Abdest aldı, sonra şelip (tekrar namaza durdu. Resulûllah (aleyhissalatu vesselam) tekrar): "Git Abdest al!" emretti. Adam gitti, Abdest aldı, geri geldi. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü, ona niye Abdest almasını emir buyurdunuz?'' diye sordu. "O, dedi, izarını sarkıtmış olarak namaz kılıyordu. Allah, izarını sarkıtan erkeğin namazını kabul buyurmaz!''
3665 Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Bana: "Ey Muğire, su kabını al!'' emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) (la tenhaya gittik. O) benim gözümden kayboldu, kaza-yı hacet yaptı, (geri döndü). Üzerinde Şami bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı. Cübbesinin yenlerini çemreyip) kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler) dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp cübbeyi sırtına koyup kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için Abdest aldı. Mestleri üzerine meshetti, sonra namaz kıldı."
3666 Bir diğer rivayette: "Mestlerini çıkarmada yardımcı olmak için eğildim. Bana: "Bırak onları, zira ben, Abdestli olarak mestlerimi giyindim" buyurdu ve üzerlerine meshetti.''
3670 Ebu Davud'un rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de O'na su taşırdım. (Kaza-yı hacet yapınca) Abdest alırdı. Bu sırada sarığı ve "bot'' ları üzerine meshederdi."
3672 Cerir İbnu Abdillah el-Beceli (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Cerir, Abdest alıp mestleri üzerine meshedince, kendisine: "Mest üzerine mesh mi yapıyorsun'' diye sormuşlardır. O da: "Evet demiştir, ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm. Bevletti sonra Abdest aldı. (Sıra ayaklarına gelince, yıkamayıp) mestlerinin üzerine meshetti '' dedi. A'meş der ki: "İbrahim Neha'i dedi ki: "Bu hadis, Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un ashabını taaccübe (hayrete) sevkediyordu, çünkü Cerir (radıyallahu anh)'in müslüman oluşu Maide süresinin nüzülünden sonra idi."
3674 Hazreti Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Mekke'nin fethedildiği gün, beş vakit namazın hepsini tek bir Abdestle kıldı ve mestlerine meshetti. Hazreti Ömer (radıyallahu anh): "Bugün, hiç yapmadığın bir şeyi yaptın!'' dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Ammden (bilerek) yaptım ey Ömer" cevabını verdi.''
3675 Hazreti Mugire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Abdest aldı ve çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine meshetti. Ebu Davud der ki: "İbnu Mehdi, bu hadisi rivayet etmezdi. Çünkü Muğire (radıyallahu anh)'den bilinene göre Aleyhissalatu vesselam mestlerine meshediyordu." Yine Ebu Davud der ki: "Bu hadis Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) tarafından da rivayet edilmiştir: "Aleyhissalatu vesselam çorapları üzerine meshetti." Ancak bu rivayet muttasıl ve kuvvetli değildir, (zayıftır). Ebu Davud der ki: "Çorap üzerine Ali İbnu Ebi Talib, İbnu Mes'üd, Bera İbnu Azib, Enes İbnu Malik, Ebu Ümame, Sehl İbnu Sa'd ve Amr İbnu Hureys (radıyallahu anhüm ecmain) ecmain de meshetmiştir. Bu tatbikat Ömer İbnu'I-Hattab ve İbnu Abbas (radıyallahu anhüm)'dan da rivayet edilmiştir.
3676 Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir kavmin kuyusuna gelmiş, Abdest alırken gördüm. Abdestini aldı, ayakkabılarına ve ayaklarına meshetti."
3680 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: " Hazreti Ali (radıyallahu anh)'yi Abdest alırken gördüm, ayağının sırtını meshetti ve dedi ki: "Eğer ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı böyle yapar görmeseydim (ayağın altını meshetmeye daha layık düşünürdüm) dedi."
3683 Saffan İbnu Assal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yolcu olduğumuz zaman, bize mestlerimizi üç gün üç gece, cenabet hali dışında küçük ve büyük Abdest bozma, ve uyku sebebiyle çıkarmamamızı emrederdi."
3688 Ebu Davud'un rivayetinde Hazreti Aişe (radıyallahu anha) der ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Üseyd İbnu Hudavr (radıyallahu anh)'la Hazreti Enes'i, Hazreti Aişe (radıyallahu anha)'nin kaybettiği kolyeyi aramaya gönderdi. Bu esnada namaz vakti girdi. Abdestsiz namaz kıldılar. Gelip durumu Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a haber verdiler. Bunun üzerine teyemmüm ayeti indirildi.'' Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Üseyd, Hazreti Aişe'ye: "Allah sana rahmetini bol kılsın, senin başına hoşlanmadığın her ne gelmiş ise onda Allah senin için de müslümanlar için de bir ferec (sıkıntıdan kurtulma) kılmıştır '' dedi.''
3698 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "On yıl boyu su bulamasa da, temiz toprak müslümanın Abdest suyudur. Suyu bulunca, bedenini onunla meshlesin, zira bu daha hayırlıdır.''
3699 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a teyemmümden sorulmuştu: Dedi ki: "Allah Teala Hazretleri, Kitab-ı Mübin'in de, Abdesti zikrederken şöyle buyurmuştur: "Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." Teyemmüm hakkında da şöyle buyurdu: "Yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin.'' (Yine ayet-i kerime'de Cenab-ı Hak) şöyle buyurdular: "Kadın veya erkek hırsızın elini kesin." Hırsızın elini kesmede sünnet (bilekten itibaren) avuç kısmı kesmektir (bilek- dirsek arası kesilmez), öyleyse, teyemmüm yapılacak kısım yüz ve (bileğe kadar) ellerdir.''
3703 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "İki kişi bir sefere çıktılar. Derken namaz vakti girdi. Beraberlerinde su olmadığı için temiz toprakla teyemmüm ettiler ve namazlarını kıldılar. Sonra vakti içinde su buldular. Bunlardan biri, Abdesti de namazı da lade etti, diğeri lade etmedi. Sonra Resulullah Aleyhissalatu vesselam'a gelince durumu anlattılar. Resulullah aleyhissalatu vesselam, lade etmeyene: "Sünnete isabet ettin, namazın sana yeterlidir!" dedi. Abdesti ve namazı lade eden zata da: "Sana iki kat ücret var!" ferman buyurdu."
3708 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ensar'dan birine adam göndererek, yanına çağırttı. Ensari, başından sular damlaya damlaya geldi. Aleyhissalatu vesselam: "Herhalde sana acele ettirdik?'' buyurdu. Ensari: "Evet ey Allah'ın resulü!'' deyince: "Acele ettirilir veya inzal olmazsan gusletmen gerekmez. Sadece Abdest gerekir'' buyurdular.''
3718 Hazreti Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten gusledince önce ellerini yıkamaktan başlardı, sonra namaz Abdesti gibi Abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya batırır, onlarla saç diplerini hilallerdi. Deriyi ıslattığı kanaati hasıl olunca tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kısımlarını yıkardı. En sonra da ayaklarını yıkardı.''
3724 Hazreti Meymune (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten yıkanırken ben O'na perde oldum, (şöyle yıkanmıştı): Önce ellerini yıkadı. Sonra sağ eliyle (kaptan) solu üzerine su dökerek fercini ve (meniden) bulaşanları yıkadı. Sonra elini duvara -veya yere- sürdü. Sonra namaz Abdesti gibi Abdest aldı, ancak ayaklarını yıkamayı terketti. Sonra üzerine su döktü. Sonra ayaklarını çekip yıkadı. Aleyhissalatu vesselam'ın cenabetten guslü işte böyledir."
3730 Ebu Sa'idi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz ehline temas eder, sonra tekrar etmek dilerse ikisi arasında Abdest alsın.''
3731 Hazreti Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yıkanır, (sabahtan önce) iki rek'at namazla sabah namazını kılardı. Gusülden sonra Aleyhissalatu vesselam'ın bir de Abdest aldığını zannetmiyorum.''
3747 Hazreti Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cünübken uyumak istediği takdirde fercini yıkar ve namaz Abdestiyle Abdest alırdı.''
3748 Müslim'in bir rivayetinde: ". .Yemek veya uyumak istediği zaman namaz Abdestiyle Abdest alırdı '' denmiştir.
3749 Müslim'in, Abdullah İbnu Ebi Kays 'tan yaptığı diğer bir rivayette Abdullah der ki: " Hazreti Aişe (radıyallahu anha) 'ya Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vitir namazından sordum. '' Hadisi zikreder. Hadiste şu ibare de var: " Hazreti Aişe'ye: "Resulullah cünübken ne yapardı, uyumadan önce yıkanır mıydı? Veya yıkanmadan önce uyur muydu?'' diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bunların hepsini yapardı. Bazan yıkanır ve sonra uyur, bazan Abdest alır ve uyurdu." Bunu işitince: "Bu meselede genişlik koyan Allah'a hamdolsun!" dedim..."
3751 Tirmizi ve Ebu Davud 'un bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cünübken uyur ve hiç suya dokunmazdı." Tirmizi der ki: " Hazreti Aişe'den, Aleyhissalatu vesselam'ın uyumazdan önce Abdest aldığı da rivayet edilmiştir ve bu rivayet en sahih olanıdır."
3753 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh), geceleyin Cünüb olduğunu, (ne yapması gerektiğini) sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Abdest al, uzvunu yıka, sonra uyu!" buyurdular. "
3771 İbnu Ömer ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhüm anlatıyor: "Cuma günü, Ömer İbnu'l-Hattab hutbe verirken, Osman İbnu Affan mescide girdi. Ömer radıyallahu anh minberden ona seslendi: "Vaktin farkında mısın, (niye cumaya geciktin!)" Hazreti Osman: "Bugün meşguliyetim vardı. Eve gelir gelmez ezanı işittim. Abdest almanın dışında bir oyalanmam da olmadı!" açıklamasında bulundu. Hazreti Ömer radıyallahu anh: "Keza Abdest(le yetinmen de bir eksiklik). Biliyorsun, Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize yıkanmayı da emretmişti."
3775 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cuma günü kim Abdest alırsa bununla (o, sünneti yerine getirmiş, fazilete ermiş) olur ve (sünneti yapmış olma) nimetine erer. Ama cuma günü kim de guslederse (bilsin ki) gusül daha faziletlidir."
3781 Bir diğer rivayette: "Onu üç, beş, yedi ve daha fazla olmak üzere tek olarak yıkayın. Sağ tarafından ve Abdest uzuvlarından yıkamaya başlayın" buyurdu" denmiştir. aynı rivayette Ümmü Atiyye radıyallahu anha: "Yıkayan kadınlar, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kızının başına üç örgü yaptılar. (Şöyle ki): Önce saçının örgülerini bozdular sonra yıkadılar, en sonda tekrar üç örgü yaptılar." Süfyan der ki: "Örgünün ikisi yanda biri alnında idi."
3784 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kim ölü yıkarsa, yıkansın" buyurdular." Ebu Davud'un rivayetinde: "Kim de cenaze taşırsa Abdestlensin" ziyadesi mevcuttur.
3787 Nafi anlatıyor. "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Said İbnu Zeyd'in bir oğluna mübaşereten tahnit yaptı ve (kabre) taşıdı. Sonra mescide girip, Abdest almaksızın namaz kıldı."
3829 Esma Bintu Umeys radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim. Fatıma Bintu Ebi Hubeyş, şu şu kadar zamandan beri kanama geçiriyor, namazı bıraktı!" (Bu sözün üzerine Aleyhissalatu vesselam): "Sübhanallah! (hiç namaz bırakılır mı?) Bu şeytandan (biir oyun. Kapılmamalıydı. Söyleyin ona), bir leğene (su koyup içine) otursun. Eğer suyun üstünde (kanamadan hasıl olan) bir sarılık görürse, öğle ve ikindi için tek bir gusül yapsın; akşam ve yatsı için de tek bir gusül yapsın. Sabah için de ayrı bir gusül yapsın. Bu arada (kılacağı namazlar için) Abdest alsın" buyurdular." İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "(Her namaz için) gusletmek, kadıncağıza zor gelmeye başlayınca iki namazın arasını birleştirmeyi emretmişti."
3831 Sümeyy Mevla İbnu Ebi Bekr İbni Abdirrahman anlatıyor: "Ka'ka ve Zeyd İbnu Eslem, beni, Sa'id İbnu Müseyyeb rahimehullah'a gönderip müstehazenin nasıl yıkanacağını sordular. Said şöyle açıkladı: "Müstehaze, öğleden öğleye yıkanır ve her namaz için Abdest alır. Şayet kan galebe çalacak olursaa bir bezle sargı yapar." (Ebu Davud) der ki: "İbnu Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den de bu şekilde (yani "Öğleden öğleye yıkanır" diye) rivayet edildi. Bu, aynı zamanda Salim İbnu Abdillah, Hasan Basri ve Ata rahimehumullah'ın görüşüdür." İmam Malik dedi ki: "Zannım o ki, İbnu Müseyyeb'in hadisi "temizlik vaktinden temizlik vaktine" olacaktı; "öğle vaktinden öğle vaktine" şeklinde gelmiştir. Herhalde buna bir vehim karışmış." Bu hadisi el-Misver İbnu Abdilmelik de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde da " temizlik vaktinden temizlik vaktine" şeklinde gelmiştir. Şu halde raviler bunu "öğleden öğleye" diye çevirmiş olmalı. Derim ki: "Kadi İyaz'ın zikrine göre .................. noktalı rivayet sahihtir. Doğruyu Allah bilir."
3849 Abdullah İbnu İkraş İbnu Züeyb babasından naklediyor: "Kavmim Beni Mürre İbnu Abid, benimle mallarının sadakasını Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gönderdi. Medine'ye gelince O'nu aleyhissalatu vesselam Muhacir ve Ensar'ın arasında oturmuş buldum. Elimden tutup beni Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın evine götürdü. Varınca: "Yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Bize, içerisinde bolca serid ve (kuşbaşı) et parçaları olan bir tepsi getirildi. Ondan yemek için yanaştık. Ben elimle kabın her tarafını yokladım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam önünden yedi. (Bir ara) sol eliyle sağ elimden tuttu ve: "Ey İkraş! bir yerden ye. Çünkü (kabın içindeki yemek) tek bir yemektir. (Her taraf birdir)" buyurdu. Sonra bize, içerisinde taze ve kuru çeşitli hurmalar bulunan bir tabak getirildi. Bu sefer önümden yemeye balşadım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın eli ise, tabağın her tarafında dolaşıyordu. Bana da: "Ey İkraş! Dilediğin yerinden (alıp) ye. Çünkü (tabağın içendekilerin hepsi) aynı çeşit değil" buyurdu. Sonra bize su getirildi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam elini yıkadı elinin ıslaklığı ile yüzünü kollarını ve başını meshette ve: "Ey İkraş! Bu, ateşte pişenden (yenince alınması gereken) Abdesttir" buyurdu."
3862 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gün heladan çıkmıştı. Hemen kendisine bir yemek takdim edildi. (O da kabul buyurdu. Ashabtan bazısı:)" Size Abdest suyu getirmeyelim mi?" dediler. Onlara: "Namaza kalkınca Abdest almakla emrolundum!" cevabını verdi.."
4013 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Gözü değene (ain) Abdest alması emredilir, onun Abdest suyu alınır, bununla göz değmesine uğrayan (main) yıkanırdı."
4014 Muhammed İbnu Ebi Ümame İbni Sehl İbni Hanif, babasından şunları işittiğini anlatmıştır: "Babam Sehl radıyallahu anh (Cuhfe yakınlarındaki) Harrar nam mevkide yıkandı. Üzerindeki cübbeyi çıkardı. Bu sırada Amir İbnu Rebi'a ona bakıyordu. Sehl, bembeyaz bir tene, güzel görünüşlü bir cilde sahipti. Amir: "Ne bugünkü bir manzarayı, ne de böylesine ancak çadıra çekilmiş bakirede bulunabilen bir cildi hiç görmedim" dedi. Sehl daha orada iken hummaya yakalandı ve rahatsızlığı şiddet peyda etti (ve yere yıkıldı). Durum Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a haber verildi ve: "Başını kaldırmıyor" dendi. Halbuki Sehl orduya kaydedilmişti. "Ya Resûlullah o, sizinle gelemez Vallahi başını bile kaldıramıyor!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Onunla ilgili olarak herhangi bir kimseyi ittiham ediyor musunuz?" diye sordu. "Amir İbnu Rebi'a var" dediler. Resûlullah, onu çağırtıp kendisine kızdı ve: "Sizden biri niye kardeşini öldürüyor? Niye bir "Barekallah!" demedin? Onun için Abdest al!" buyurdu. Bunun üzerine Amir yüzünü, ellerini, kollarını, dizlerini ve ayaklarının etrafını ve izarının içini bir kaba yıkadı. Sonra, bir adam bu suyu onun (Sehl'in) üzerine arkasından döktü; derken o anında iyileşti."
4236 Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan almış. Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hudeybiye senesinde Medine'den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca Aleyhissalatu vesselam: "Halid İbnu'l-Velid, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-Gamim'dedir, siz sağ tarafı takib edin!" dedi. Vallahi, Halid müslümanların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş'e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam yoluna devam etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi. Halk: "Kalk, kalk, yürü, yürü!" dedi ise, de deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın devesi) Kasva çöküp kaldı. Kasva çöküp kaldı!" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Hayır! Kasva çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, "Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zat" dourdurmuştur!" buyurdu. Sonra ilave etti: "Nefsimi kudret eliyle tutan o Zat'a yemin olsun. (Kureyş, Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı şeyleri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!" Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Ravi dedi ki: Resûlullah aleyhissalatu vesselam Kureyş tarafından saptı, suyu az olan Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi. (Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok geçmeden suyu kurudu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a susuzluktan şikayette bulundular. Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam etti. Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Kuza'i, Huza'a kabilesinden bir grupla çıkageldi. Huza'alılar (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihame kabileleri arasında Resulullah'ın sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki: "Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Amir İbnu Lüeyy kabilelerini birçok Hudeybiye sularının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak. Beytullah'ı ziyaretine mani olacak olmasınlar! Resûlullah aleyhissalatu vesselam dedi ki: "Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş'in (iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime itiraz
4238 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalatu vesselam, bizi bir ağacın altında blat etmeye çağırdı. Önce ben blat ettim, sonra herkes gelip sırayla blat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca: "Ey Seleme, blat et!" buyurdu." "Ey Allah'ın Resulü, en başta ben blat ettim!" dedim. "Yine de!" buyurdu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni çıplak, yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya devam etti. Son kişiden de bey'at alınca: "Ey Seleme, sen bana blat etmiyor musun?" dedi. "Ey Allah'ın Resulü, ben sana başta da, ortada (da olmak üzere iki kere) blat ettim" dedim. "Olsun, yine de" buyurdu. Ben de üçüncü sefer blat ettim. Sonra bana: "Ey Seleme! Benim sana verdiğim kalkanın nerede?" dedi. "Ey Allah'ın Resulü dedim, amcam Amir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalatu vesselam güldü ve: "Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin: "Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden daha sevgili olsun!" Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki; birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. ben Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh'ın hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü) Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve ailemi terketmiştim. Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim. silahlarını ağaca asıp yattılar. Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu: "Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!" "Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da: "Muhammed'in yüzünü mükerrem kkılan o Zat'a yemin olsun, sakın sizden kimse başını kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!" dedim. Sonra onları sürerek Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirdim. O sırada amcam Amir radıyallahu anh da Abelat'tan Mikrez denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam onlara bir nazar edip: "Bırakın onları, fücûrun başı da sonu da onların olsun!" dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şu ayeti indirdi: "O sizi Mekke'nin karnında (hududu içinde) onlara karşı muzaffer
4264 Hazreti Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Huneyn Gazvesi'nden fariğ olunca, Ebu Amir radıyallahu anh'ı bir askeri birliğin başında Evtas'a gönderdi. Ebu Amir, orada Dureyd İbnu's-Sımme ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü. Allah da adamlarını hezimete uğrattı. (O sırada) ben Ebu Amir ile beraberdim. Dizine bir ok atıldı. Yanına gelip: "bu oku sana kim attı?" diye sordum. Bana bir şahsı işaret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona yönelip, yanına vardım. Beni görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm. "Utanmıyor musun, durmuyor musun?" diye peşinden bağırmaya başladım. Birden durdu. Karşılıklı olarak bir-iki kılıç salladık. Derken ben onu öldürdüm. Sonra gelip Ebu Amir'e: "Allah seninkinin canını aldı!" dedim. "Hele şu oku bir çek!" dedi. Ben oku çektim. (Okun yerinden) su çıktı. "Ey kardeşimin oğlu, dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a benden selam söyle, benim için Allah'tan mağfiret dileyiversin." Ebu Amir, birliğin komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup sonra vefat etti. Dönünce, durumdan Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a bilgi verdim. Bir miktar su getirtti, Abdest alıp ellerini kaldırdı. Koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dua etti. "Allahım, Ubeyd Ebu Amir'e mağfiret buyur. Allahım, Kıyamet günü onu, onun derecesini kullarının -veya insanların- birçoğunun derecesinden üstün tut!" "(Ey Allah'ın Resûlü) benim için de istiğfar ediver!" dedim. "Allahım, Abdullah İbnu Kays'ın günahını mağfiret et! Onu, Kıyamet günü iyi bir yere koy!" dedi. Ebu Bürde der ki: "O iki duadan biri Ebu Amir içindi, diğeri de Ebu Musa içindi."
4283 Ebu Vail radıyallahu anh anlatıyor: "Urve İbnu Muhammed es-Sa'di'nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve'yi kızdırdı. Urve kalkıp Abdest aldı ve: "Babam, dedem Atiyye radıyallahu anh'tan anlattı ki, o, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp Abdest alsın."
4343 Hazreti Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Bilal! Ne ile benden önce cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını duydum. Sonra altından şerefeleri olan murabba bir köşke geldim. "Bu köşk kimin?" diye sordum. "Araplardan birinin!" dediler. Ben cevaben: "Ama ben de bir Arabım, (benim olmadığına göre) bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine: "Kureyş'ten birinin!" dediler. Ben tekrar: "Ben de bir Kureyşliyim, bu köşk kimin?" dedim. Bu sefer: "Muhammed ümmetinden birinin!" dediler. Ben de: "Muhammed benim, bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine: "Ömer İbnu'l-Hattab'ın!" dediler, radıyallahu anh. Bunun üzerine bilal: "Ya Resûlullah! Her ezan okuyuşumda iki rek'at namaz kıldım. Her ne zaman hades vaki oldu ise derhal Abdest tazeledim ve Allah'a iki rek'at namaz kılmayı üzerimde borç gördüm" dedi. Bilal'in bu açıklaması üzerine Aleyhissalatu vesselam: "İşte bu iki şey sebebiyle (cennete girmede benden evvel davranmış olmalısın)" buyurdular."
4422 Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Bilal! İslam olalıdan beri işlediğin ve en çok menfaat ümid ettiğin ameli bana söyler misin? Çünkü ben, bu gece (rüyamda), cennette ön tarafımda senin ayakkabılarının sesini işittim!" Bilal şu cevabı verdi: "Ben İslam'da, nazarımda, daha çok menfaat umduğum şu amelden başkasını işlemedim: Gece olsun gündüz olsun tam bir temizlik yaptığım (Abdest aldığım) zaman, mutlaka bana kılmam yazılan bir namaz kılarım."
4494 Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet gününde, ümmetimin (iki alameti olacak: Biri) secde sebebiyle alnındaki parlaklık, (diğeri de) Abdest sebebiyle kollarındaki parlaklıktır."
4609 Zeyd İbnu Halid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim güzelce Abdest alır, sonra da iki rek'at namaz kılar ve namazında gaflete yer vermezse Allah, (seğairden olan) geçmiş günahlarını mağfiret buyurur."
4619 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmibeş kat daha sevablıdır. Çünkü, güzelce Abdest alır, mescide gider. Bu gidişte gayesi sadece ve sadece namazdır. Her adım atışında bir derece yükseltilir, günahından da bini dökülür. Namazını kılınca, namazgahında kıldığı müddetçe melekler ona mağfiret duasında bulunur ve: "Allahım ona mağfiret et, Allahım ona rahmet et, Allahım onun tevbesini kabul et" derler. Bu kimseye, orada eza vermedikçe, hadeste bulunmadıkça böyle devam eder." Ebu Hureyre radıyallahu anh'a: "Hadeste bulunması ne demek?" diye sorulmuştu: "Sesli veya sessiz yel bırakmadıkça!" diye açıkladı. "Sizden biri, namazı beklediği müddetçe namazdadır."
4620 Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Ensardan biri ölmek üzere idi. Dedi ki: "Size bir hadis rivayet edeceğim. Bunu da sadece sevap ümidiyle yapacağım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, şöyle buyurmuştu: "Biriniz Abdest alır ve Abdestini güzel yapar sonra da namaza giderse, sağ adımını her atışta, bu adım sebebiyle Allah mutlaka ona bir sevap yazar; sol adımını attıkça da her seferinde mutlaka bir günahını döker. -Öyleyse (mescide) yaklaşsın veya uzaklaşsın- mescide gelir ve cemaatle namazını kılarsa mağfirete mazhar olur. Mescide geldiğinde namazın birkaç rek'ati kılınmış; birkaç rek'ati kalmış ise yetiştiğini cemaatle kılıp, kaçırdıklarını da tamamlamışsa, keza mağfirete mazhar olur. Eğer mescide geldiğinde namazı kılınmış bulur ve tek başına tamamlarsa yine mağfirete mazhar olur."
4625 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim güzel bir şekilde Abdest alır, müslüman kardeşine, sevap düşüncesiyle hasta ziyaretinde bulunursa, cehennemden yetmiş yılllık yürüme mesafesi uzaklaştırılır." Sabit dedi ki: "Ey Ebu Hamza, harif nedir? diye Enes'ten sordum. Bana: "Yıl!" diye cevap verdi."
4638 Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülilllah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır, kimisi de helak eder."
5049 Müslim'in diğer bir rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim Havz'ın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!" Yanımdakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler. "Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alametiniz olacak. Sizler yanıma alın ve Abdest uzuvlarında, Abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim Ashabım, onlar benim Ashabım!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip: "Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek." Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan daha çoktur."
5093 Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük Abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Adem'in yaratılışı üzere, altmış zira boyunda tek bir adam suretinde olacaklar."
5094 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam : "Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük Abdest bozmazlar, sümkürmezler de!" buyurmuştu. Ashab: "Peki yedikleri ne olur?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter! Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham olunur."
5221 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı sebtiyye ayakkabısını giyerken gördüm. Sebtiyye ayakkabısı, üzerinde hiç tüy bulunmayan ayakkabıdır. Aleyhissalatu vesselam bu ayakkabı içinde Abdest alıyordu. Ben bu ayakkabıyı giymeyi severim."
5237 Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a üzerinde yünden şami bir cübbe olduğu halde Abdest suyunu döktüm. Cübbenin yenleri dar idi. Elini çıkar(ıp cübbenin yenlerini çemre)mek istedi. Fakat kol dar gelince, (cübbeyi omuzuna atarak) ellerini bedeninin altından çıkardı ve yıkadı."
5449 Osman İbnu Hakim anlatıyor: "Harice İbnu Zeyd elimden tutup beni bir kabrin üzerine oturttu ve amcan Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh'tan haber verdi. Buna göre, Zeyd şöyle demişti: "Kabir üzerine oturmanın mekruhluğu, onun üzerinde Abdest bozanlaradır."
5488 Talk İbnu Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a heyet olarak yola çıktık. Gelip ona blat ettik, Onunla namaz kıldık. Kendisine, memleketimizde Ehl-i Kitaba ait bir mabedin olduğunu haber verdik. Abdest suyunun fazlasından bize hibede bulunmasını talep ettik. Su getirtip abdast aldı, mazmaza yaptı, sonra bunu bir kaba bizim için döktü. Dedi ki: "(Haydi gidin! Memleketinize varınca (o eski) mabedinizi yıkın. Bu suyu onun yerine çileyin, orasını mescid yapın!" "Biz: "Ama yerimiz uzak,hararet şiddetlidir. Bu su (buharlaşıp) kurur" dedik. Bize: "Ona bir müdd su ilave edin. O (Abdest artığı) öbürünün (ilave edilen suyun) güzelliğini de arttırır" buyurdular. Oradan ayrılıp memleketimize geldik. Mabedimizi yıktık. Sonra yerine o suyu çiledik, orayı kendimize mescid yaptık. İçerisinde ezan okuduk. Rahibi, Tayylı bir adamdı, ezanı işitince: "Bu hak bir davettir!" dedi. Sonra dağın sırtındaki sel yataklarından birine yöneldi. Bir daha onu göremedik."
5555 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı ikindi namazının vakti girince gördüm. Halk Abdest alacak su arıyordu, bulamadılar. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a Abdest suyu getirildi. Hemen elini içine koydu ve halka ondan Abdest almalarını emretti. Enes der ki: "Ben suyun parmaklarının altından kaynadığını gördüm. Halk en sonuncuya varıncaya kadar Abdestini aldı."
5556 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Hudeybiye günü, halk susadı. Aleyhissalatu vesselam'a geldiler. Resûlullah'ın önünde deriden mamul bir su kabı vardı, Abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine: "Neyiniz var?" diye sordu. "Yanımızda Abdest almaya ve içmeye önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı!" dediler. Aleyhissalatu vesselam, derhal ellerini kaba koydu. Derken, parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı gözelerin kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik." Hazreti Cabir'e: "O gün kaç kişiydiniz?" denildi. "Eğer, dedi biz yüzbin de olsak su yetecekti, ama biz binbeşyüz kişi idik" cevabını verdi."
5739 Bera İbnu'l-Azib radıyallahu anh anlatıyor: " Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde babama uğradı. Ondan bir semer satın aldı. (Babam) Azib'e: "Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar götürüversin!" dedi. Babam bana: "Hay onu götürüver!" dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini alacaktı. Babam, Ebu Bekr'e: "Ey Ebu Bekr! Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la (hicret ettiğin) gece ne yaptınız?" diye sordu. "Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç kimseye rastlamadık. Önümüze uzun bir kaya çıktı. Kayanın henüz güneşin değmediği bir gölgesi vardı. Yanına konakladık. Ben kayanın yanına geldim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın duldasında uyuması için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayıp: "Ey Allah'ın Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup şurada) uyuyun, ben etrafınızı gözetlerim!" dedim. Derken yatıp uyudu, ben de çıkıp etrafını gözetlemeye başladım. Kayaya doğru sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla karşılaştım. O da bizim gibi gölgeye sığınmak istiyordu. "Sen kimlerdensin ey delikanlı?" diye sordum. Medine veya Mekke'den bir adama aitti. Ben tekrar: "Koyununda süt var mı?" dedim. "Evet!" dedi. "Sağar mısın?" dedim. Tabii dedi ve sağmak üzere bir koyun yakaladı. "Memede kıl, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunları bir çırp!" dedim. Dediğimi yaptı, beraberindeki bir kaba bir miktar süt sağdı. Benim de yanımda Resûlullah aleyhissalatu vesselam için taşıdığım bir kap vardı. İçmede, Abdestte onu kullanırdı. (Sütü kendi kabıma aktararak) Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldim. Uyuyordu. Uyandırmak istemedim. Uyanıncaya kadar yanında durdum. Süte biraz su kattım, dibi serinledi. "Ey Allah'ın Resülü, buyurun için!" dedim. O içti ben de memnun oldum. Sonra: "Yola koyulma vakti gelmedi mi?" dedi. "Evet!" dedim. Güneşin zevalinden sonra hareket ettik. Peşimize Süraka İbnu Malik İbni Cu'şem düştü. Biz sert bir arazide yürüyorduk. "Ey Allah'ın Resülü, bize yaklaştı!" dedim. "Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. Aleyhissalatu vesselam, Sürakaya beddua etti. Derhal atının ön ayağı karnına kadar yere saplandı. Süraka: "Anladım ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri sizden geri çevireceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri döndü. Yol boyu her kime rastladı ise: "Ben size bedel burada gereken (aramayı) yaptım (kimse yok)!" dedi. Böylece her kime rastladı ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdiği sözü tuttu."
5938 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (Allah 'ın emir ve yasaklarını tebliğ eden) me'mur bir kul idi. Bize (Al-i Beytine) insanlardan ayrı olarak üç şey dışında hiçbir tefrikte bulunmadı. O üç şey de şunlardır: - Abdesti mükemmel yapmamızı emretti. - Sadaka yemememizi emretti. - Merkebi at üzerine aşırmamamızı emretti."
6037 Abdullah İbnu Muhammed, babası tarikiyle dedesi Akil'den naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Abdeste bir müdd, gusle de bir sa' su yeterlidir" buyurmuştu" dedi. Bunun üzerine orada bulunan bir zat Akil'e: "Bu kadar su bize yetmez" diye itiraz etti. Akil de: "Bu kadar su, senden daha hayırlı, saçı da senden daha çok olan zata yetti" diye cevap verdi. Burada kastettiği kimse Resûlullah aleyhissalatu vesselam idi."
6039 Hazreti Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her hususta dosdoğru istikamet üzere olun; meyletmeyin. Ama buna güç yetiremezsiniz. Öyleyse bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır. Kamil mü'minden başkası Abdesti (hakkı ile) muhafaza edemez."
6040 Ebu Ümame radıyallahu anh, Resûlullah'tan naklen anlatmıştır: "İstikamet üzere olun! İstikamet üzere olsanız, bu ne iyidir! Amellerinizin en hayırlısı namazdır. Abdesti ancak kamil mü'minler (hakkıyla) muhafaza ederler."
6041 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü denildi. Ümmetinden, görmediğin kimseleri (Kıyamet günü) nasıl tanıyacaksın?" Şu cevabı verdi: "Ümmetim, Abdest sebebiyle alınlarında nur, kollarında nur, ayaklarında nur taşıyacaklar (bu nurla onları tanıyacağım)."
6042 Humran Mevla Osman İbni Affan radıyallahu anhüma anlatıyor: "Osman İbnu Affan'ı oturma yerlerine otururken gördüm. Abdest suyu istedi ve Abdest aldı. Sonra da: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı oturduğum şu yerde oturmuş, benim şu Abdestim gibi Abdest aldığını gördüm. Abdestten sonra şöyle demişti: "Kim şu Abdestim gibi Abdest alırsa, geçmiş (küçük) günahları affedilir." Resûlullah sonra şunu ilave etti: "Sakın gurura düşmeyiniz."
6050 Ma'kıl İbnu Ebi Ma'kıl el-Esedi radıyallahu anh -ki Resûlullah'a arkadaşlık yapmıştı- anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam büyük veya küçük Abdest sırasında iki kıbleye yönelmemizi yasakladı."
6051 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına göre, kendisi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, büyük veya küçük Abdest bozarken kıbleye yönelmmeyi yasakladığına şahid olmuştur."
6053 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında, fercleriyle kıbleye yönelmekten hoşlanmayan bazı kimseler zikredilmişti, şöyle buyurdular: "Bunların öyle yaptıklarını sanıyorum. Benim Abdest bozmak üzere oturduğum yeri kıbleye çevirin."
6056 Ebu Sa'id el-Hımyeri rahimehullah anlatıyor: "Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabınca işitilmemiş şeyler rivayet ediyor, onların işittiği (birçok) şeylerde de sükut ediyordu. Abdullah İhnu Amr radıyallahu anhüma'ya onun rivayet ettiği bir hadis ulaşmıştı ki: "Allah'a yemin olsun! Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bunu söylediğini işitmedim. Muaz'ın, kaza-i hacet hususunda sizi yakında fitneye atmasından korkarım!" dedi. Onun bu sözü Muaz'a ulaştı (ve bir gün) Abdullah'la karşılaştı. Muaz: "Ey Abdullah İbnu Ömer! Şurası muhakkak ki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan gelen bir hadisi tekzib etmek nifaktır. Bunun günahı da bunu söyleyenedir. Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini kesinlikle dinlemiştim: "Lanete sebep olan şu üç şeyden kaçının: Suyun geldiği yollara, (halkın istifade ettiği) gölgelere, yolların üstüne Abdest bozmak."
6057 Hazreti Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Geceleyin yolların üzerine yatmaktan, oralarda namaz kılmaktan sakının. Çünkü yolların üstü yılanların ve vahşi havvanların sığınağıdır. Yolların üzerine Abdest bozmaktan da sakının. Çünkü bu, lanet vesilesidir."
6058 Salim radıyallahu anh babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yol ortasında namaz kılmayı, oralarda büyük veya küçük Abdest bozmayı yasakladı."
6059 Hazreti Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Bir seferde Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdim. Abdest bozmak üzere uzaklaştı. Sonra geldi. Su istedi ve Abdest aldı."
6061 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "ResûIullah aleyhissalatu vesselam bir defasında dağ yoluna saparak küçük Abdest bozdu. Abdest bozarken, (yere yaklaşarak nazarlara ve sıçrantılara karşı ihtiyat maksadıyla bacaklarını öyIe açtı ki) uyluk kemikleri yerlerinden ayrılacak diye içimden ona acıma geçti."
6062 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse (akar olmayan)durgun suya küçük Abdestini bozmasın."
6065 Hazreti Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam küçük Abdest bozmakta iken bir adam yanına geldi ve selam verdi. Resûlullah ona: "Beni bu halde görünce selam verme! Zira sen bu durumda selam da versen ben senin selamına mukabele etmem!" buyurdular."
6066 Ebu Süfyan radıyallahu anh anlatıyor: "Bana Ebu Eyyûb el-Ensari, Cabir İbnu Abdillah, Enes İbnu Malik haber verdiler ki, Tevbe sûresinin 108. ayeti -ki meal-i şerifi şöyledir: "Orada maddi ve manevi pisliklerden temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çokca temizlenenleri sever"- nazil olduğu vakit Resûlullah: "Ey Ensar cemaati! Allah sizi temizlik hususunda övmektedir, (bu övgüye sebep olan) temizliğiniz nedir?" diye sordular. Onlar da: "Biz namaz için Abdest alırız, cünüblüğe karşı yıkanırız, su ile de istinca yaparız!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Övgü işte bunun için! Buna devam edin!" buyurdular."
6068 Hazreti Aişe anlatıyor: "Ben Resûlullah için geceleyin, üzeri örtülü üç kap hazırlardım; birisi Abdesti için, birisi misvak için, biri de içmesi için."
6069 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ne Abdest suyu (hazırlama ve dökme işini) ne de sadaka dağıtma işini başkasına bırakmaz, bizzat yapardı."
6070 Hazreti Aişe anlatıyor: "Ben ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam ikimiz de tek bir kapta(ki suda)n Abdest alırdık. Bundan önce suya kedinin değdiği de olurdu."
6074 Abdullah İbnu Mes'ud anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bana, cin gecesi: "Yanında Abdest alacak su var mı?" diye sormuştu. Ben: "Hayır, yok! Ancak bir kabın içinde bir miktar nebiz var" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Hurma temizdir, su da temizleyicidir!" buyurdu ve hemen onunla Abdest aldı."
6075 Abdullah İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, cin gecesinde İbnu Mes'ud'a: "Yanında su var mı?" diye sordu. O: "Hayır su yok. Ancak bir tulumda nebiz var!" deyince Aleyhissalatu vesselam: "Hurma temizdir, su da temizleyicidir (binaenaleyh nebiz temizdir) bana dök (Abdest alayım)" buyurdular."
6077 Resülullah aleyhissalatu vesselam'ın kızı Rukiyye radıyallahu anha'nın cariyesi Ümmü Ayyaş radıyallahu anha demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam oturuyor olduğu halde ben kendim ayakta olduğum halde (gerekli hizmetleri yaparak) ona Abdest aldırırdım."
6079 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzerine besmele çekmeyenin Abdesti yoktur."
6080 Sehl İbnu Sa'd es Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdesti almayanın namazı yoktur. Abdest alırken Allah'ın ismini zikretmeyenin de Abdesti yoktur. Resûlullah'a salat (u selam) okumayanın da namazı yoktur. Keza Ensarı sevmeyenin de namazı yoktur."
6081 Hazreti Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldı. Bu esnada bir avuç su ile üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu."
6082 Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Tebük seferi sırasında Abdest uzuvlarını birer kere yıkayarak Abdest alırken gördüm."
6083 Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Abdest alırken gördüm (yıkanacak uzuvlarını) üçer kere yıkamış, başına da bir kere meshetmişti."
6084 Ebu Malik el-Eş'ari anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (uzuvlarını) üçer sefer yıkayarak Abdest alırdı."
6085 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir defasında Abdest uzuvlarını) birer kere yıkayarak Abdest aldı ve: "Bu Abdest, Allah'ın bunsuz hiçbir namazını kabul etmeyeceği kimsenin Abdestidir!" buyurdu. Sonra Abdest uzuvlarını ikişer sefer yıkayarak aldı ve: "Bu Abdestlerin kıymetlisidir!" buyurdu. Sonra üçer sefer yıkayarak Abdest aldı ve: "Bu, Abdestin en mükemmel olanıdır. Ayrıca bu, hem benim, hem de Halilullah olan Hazreti İbrahim aleyhisselam'ın Abdestidir. Kim bu şekilde Abdest alır, tamamlayınca da eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resulühü "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir" derse kendisine cennetin sekiz kapısı birden açılır, hangi kapısından dilerse ondan içeri girer!" buyurdular."
6086 Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor "Resûlullah aleyhissalatu vesselam su getirtip (uzuvlarını) birer birer yıkayarak Abdest aldı. "İşte bu Abdest vazifesidir!" buyurdu. Yahut da: "İşte bu, yapmadığı taktirde, Allah'ın namazını kabul etmeyeceği, kişinin (yapması gereken asgari) Abdestidir!" buyurdu. Sonra ikşer ikişer yıkayarak Abdest aldı. Sonra: "Bu da, Allah'ın ücretini iki hisse verdiği kişinin Abdestidir!" buyurdu. Üçer sefer yıkayarak Abdest aldı ve: "İşte bu benim ve benden önceki peygamberlerin Abdestidir!" buyurdu."
6087 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest alan bir adam görmştü: "İsraf etme! İsraf etme!" buyurdular."
6088 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Abdest almakta olan Sa'd'a uğramıştı: "Bu israf da ne?" buyurdular. Sa'd: "Abdestte dahi israf olur mu?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet! cevabını verdi, akan bir nehir üzerinde olsan bile!"
6089 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Yaptığınız taktirde AIlah'ın günahlarınızı affedip, sevabınızı artırdığı ameli size söyleyeyim mi?" "Evet ey Allah'ın Resülü, söyleyin!" dediler. "Sıkıntıya rağmen Abdesti mükemmel yapmak, mescidlere çok yürümek, bir namazdan sonra müteakip namazı beklemek."
6090 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldığı zaman mübarek parmaklarını açarak sakalını hilaller ve bunu iki sefer yapardı."
6091 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Abdest alınca, yanaklarını biraz ovduktan sonra sakalını alt kısmından (yukarı doğru) parmaklarıyla karıştırırdı."
6092 Ebu Eyyub el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor "Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın Abdest alınca sakalını hilallediğini gördüm."
6093 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Abdest alırken gördüm, başını bir kere meshetmişti."
6095 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Namaza kalktığın vakit Abdesti mükemmel yap. (Bu cümleden olarak) suyu ayak ve el parmaklarının arasına iyice ulaştır."
6096 Ubeydullah İbnu Ebi Rafi' radıyallahu anh babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest alınca altına su ulaşsın diye yüzüğünü oynatırdı."
6097 Hazreti Cabir İbnû Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Abdest sırasında yıkanmayan) ökçe üzerindeki kalın sinirlerin vay ateşten çekeceklerine!"
6098 Halid İbnu'l-Velid, Yezid İbnu Ebi Süfyan, Şurahbil İbnu Hasene, Amr İbnu'l-As radıyallahu anhüm ecmain'den herbiri, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Abdesti mükemmel alın! (Abdest sırasında iyi yıkanmayan) ökçelerin vay ateşten çekeceklerine!"
6099 Mikdam İbnu Ma'dikerb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Abdest aldı ve ayaklarını üçer sefer yıkadı."
6100 Rübeyyi' radıyallahu anh anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma bana gelerek, şu malum hadisten sordu. -Burada Rübeyyi' "Resûlullah Abdest aldı ve ayaklarını yıkadı" şeklinde yaptığı rivayeti kasteder- ve bana dedi ki: "Halk (yani bütün ashab-ı kiram hazeratı) ayakları yıkamaktan başka bir şeyi caiz görmezler. Halbuki ben, Kitabullah'ta sadece mesh görüyorum."
6101 Zeyd İbnu Harise anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cebrail aleyhisselam bana Abdesti öğretti. Bu meyanda bana, Abdestten sonra, çıkacak bevl (sızıntısından hasıl olacak vesveseyi önlemek) için elbisemin altına su serpmemi emretti."
6102 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldı ve fercine (ön tarafına) su serpti."
6103 Selmanu'l-Farisi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest aldılar. Sonra üzerindeki yün cübbesini ters çevirip (iç tarafıyla) yüzlerini sildiler."
6104 Hazreti Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Abdest alınca onu mükemmel kılar, sonra da üç kere: "Eşhedü enla ilahe illalahu vahdehu la şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resülühü" derse, kendisine cennetin sekiz kapısı açılır, dilediğinden içeri girer."
6108 Hazreti Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz zekerine (erkeklik uzvuna) dokunacak olursa ona Abdest almak gerekir."
6109 Ümmü Habibe ve Ebu Eyyub radıyallahu anhüma'dan rivayet edildiğine göre "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Fercine (cinsiyet uzvuna) dokunan Abdest alsın" dediğini işitmişlerdir."
6111 Yezid İbnu Ebi Malik'ten rivayet edildiğine göre, "Enes İbnu Malik radıyallahu anh ellerini kulaklarının üstüne koyarak: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Ateşte pişen şeyi yiyince Abdest alın" dediğini işitmemişsem kulaklarım sağır olsun!" derdi."
6112 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hazreti Ebu Bekr ve Hazreti Ömer ekmek ve et yediler ve Abdest tazelemediler."
6114 Üseyd İbnu Hudayr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun sütünü içince Abdest almayın, deve sütünü içince Abdest alın."
6115 Abdullah İbnu Amr anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Devenin etini yeyince Abdest alın, koyunun etini yeyince Abdest almayın. Deve sütü içince de Abdest alın, koyun sütü içince Abdest almayın; koyun ağılında namaz kılın, deve ağıllarında namaz kılmayın" buyurdular."
6117 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hanımlarından birini öptü, sonra çıkıp namaza gitti, Abdest almadı." (Ravi Urve der ki): "O mutlaka sendin!" dedim, Aişe güldü."
6118 Yine Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest alır, sonra (zevcesini) öper ve Abdest almadan namaz kılardı. Bunu bana yaptığı da olurdu."
6119 Ebu Gutayf el-Huzeli anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer'i mesciddeki ders halkasında dinlemiştim. Namaz vakti girince, kalkıp Abdest aldı ve namaz kıldı, sonra tekrar tedris halkasına döndü. İkindi vakti olunca, yine kalkıp Abdest aldı, namaz kıldı, tekrar yerine geldi. Akşam vakti girince, kalkıp Abdest aldı ve namaz kıldı sonra yerine geldi. Ben: "Allah seni ıslah buyursun her namaz girince Abdest almak farz mı sünnet mi?" dedim. "Sen hep beni ve yaptığımı mı gözetledin?" dedi. "Evet!" dedim. Bunun üzerine: "Hayır" dedi ve açıkladı: "Eğer sabah namazı için Abdest alsam onunla bütün namazları kılabilirim, (bu caizdir), yeter ki Abdestimi bozmamış olayım. Ancak Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Kim Abdest üzerine Abdest alırsa ona on hasenat vardır" dediğini işittim de bu hasenelere talip oldum."
6120 Ebu Saidi'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a namazda Abdestin bozulduğuna dair düşülecek şüpheden sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "Kulağına bir ses, burnuna bir koku gelinceye kadar namazdan ayrılmasın."
6121 Muhammed İbnu Amr İbnu Ata rahimehullah anlatıyor: "Ben, Saib İbnu Yezid'i elbisesini koklarken gördüm ve: "Bunu niçin yapıyorsun?" diye sordum. Bana: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın "Abdest, koku veya işitmek sebebiyle vacib olur!" buyurdular" dediğini işittim, bunun için kokluyorum" dedi.
6132 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Ben, bir sefer sırasında Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdim. Bir ara "su var mı?" diyerek Abdest suyu getirtti. Abdest alıp mestleri üzerine meshetti. Sonra orduya yetişerek askerlere namaz kıldırdı."
6133 Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün yolda giderken) Abdest almakta olan ve bu sırada mestlerini de yıkayan bir adama rastladı. Onu mestlerini yıkamaktan men edercesine eliyle işaret ederek: "Sen sadece şöyle meshetmekle emrolundun" buyurdu ve mübarek elinin parmaklarıyla ayak parmaklarının ucundan bacağın dibine (mafsal kısma) kadar çizgiler çekerek gösterdi."
6136 Ebu Saidi'I-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Kendisi geceleyin cünüb olur, o halde uyumak ister. Resülullah aleyhissalatu vesselam ise, ona Abdest alıp öyle uyumasını emreder."
6141 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest bozma hususunda darlanan kimseye (Abdestini bozmadan) namaz kılmayı yasakladı."
6142 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse (Abdest bozma) sıkıntısı varken namaza durmasın."
6151 Hazreti Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Bilek kemiklerimden biri kırılmıştı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (Abdest sırasında ne yapmam gerektiğini) sordum. Aleyhissalatu vesselam bana, sargı üzerinden meshetmemi söyledi."
6153 Abdülcebbar İbnu Vail babası Vail radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (Abdest için içi su dolu) bir kova getirildiğini gördüm. Aleyhissalatu vesselam, o sudan ağzına alıp mazmaza yaptı, misk kokulu veya miskten daha hoş kolulu olarak suyu fem-i mübareklerinden kovaya bıraktı. Sonra burnuna da su çekip bu suyu kovanın dışına attı."
6182 Vasile İbnu'l-Eska radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mescidlerinizi çocuklarınızdan, delilerinizden, alış-verişlerinizden, davalarınızın ikamesinden, sesinizi yükseltmekten, hadlerinizin icrasından, kılıçlarınızı kınlarından sıyırmaktan uzak tutun. Mescidlerin kapılarının yakınlarında Abdest yerleri yapın. Mescidlerinizi, cuma günü buhurlayarak güzel kokulu kılın."
6192 Ebu Saidi 'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir defasında yanındakilere): "Allah'ın kendisiyle hataları örtüp, sevapları artırdığı şeyi size göstereyim mi?" demişti. Ashab: "Evet söyleyin ey Allah'ın Resulü!" dediler. Bunun üzerine: "O şey, zahmetli durumlarda bile Abdesti tam almak, mescidlere çok adım atmak, namazdan sonra müteakip namazı beklemek!" buyurdular."
6274 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a günü Abdest alan kimse bununla fazilet kazanır. Bu, güzel bir ameldir. Farzı da yerine getirmiş olur. Kim de guslederse, gusül daha faziletlidir."
6297 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Abdest alınca, iki rek'at namaz kılar sonra (mescide) giderdi."
6301 Abdullah İbnu'l-Haris anlatıyor: " Hazreti Muaviye (bir gün Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın muhterem zevceleri Ümmü Seleme radıyallahu anha'ya bir elçi gönderdi. Elçinin yanında ben de vardım. Elçi Ümmü Seleme'ye sordu. O da şöyle cevap verdi: "(Zekat toplamak üzere) bir memur göndermiş olan Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün benim odamda öğle namazı için Abdest aldığı sırada yanında çokça muhacir vardı. Resulullah muhacirlerin meseleleriyle yakinen ilgileniyor idi. Derken kapı vuruldu. Kapıya çıktı (tahsildar gelmişti). Önce öğle namazı (nın farzını) kıldı; sonra, tahsildarın getirdiğini taksim etmek üzere oturdu. Bu taksim işi ikindi vakti girinceye kadar devam etti. Sonra odama girdi, iki rekat namaz kıldı ve arkadan şu açıklamayı yaptı: "Tahsildarla olan meşguliyetim, bu iki rek'ati öğlenin peşinden kılmama mani oldu. Bu sebeple onları ikindiden sonra kıldım."
6314 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselm buyurdular ki: "Kime namazda iken kusma veya burun kanaması veya bulantılı kusma veya mezi akması hallerinden biri isabet ederse, hemen gidip Abdest alsın. Sonra gelip namazının üzerine (kılamadığı kısmı) bina etsin. İşte bu sırada (dünyevi kelamla) konuşmasın."
6363 Abdullah İbnu Ebi Evfa el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resulullah aleyhissalatu vesselam yanımıza geldi ve: "Kimin Allah'a veya mahlukatından birine bir haceti varsa Abdest alsın, iki rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı okusun: Lailahe illallahu'l-Halimu'l-Kerim. Subhanallahi Rabbi'l-Arşi'l-azim. Elhamdulillahi Rabbi'l-Alemin. Allahümme inni eselüke mucibatı rahmetike ve azaime mağfiretike ve'l-ganimete min külli birrin Vesselamete min külli ismin, Es'elüke ella teda'a li zenben illa ğafartehü. Ve la hemmen illa ferrectehu vela haceten hiye leke rıdan illa kaday teha li (Halim ve kerim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Büyük Arşın Rabbi noksan sıfatlardan mukaddestir. Hamd alemlerin Rabbine aittir. Allah'ım, şüphesiz ben, senin rahmetine vesile olan sebepleri, mağfretini gerektiren hasletleri, her hayrın ganimetlerini ve her günahtan selamette olmayı senden dilerim. Allahım! Her günahımı bağışlamanı, her kederimi gidermeni, rızana uyan her dileğimigörmeni senden talep ediyorum)." Sonra Allah'tan dünya ve ahiretle ilgili ne dilerse ister, çünkü şüphesiz (o dilek) takdir edilir."
6435 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir ateş koru veya bir kılıç üzerinde yürümek veya ayakkabımı ayağımla dikmek, bana bir müslümanın kabri üzerinde yürümekten daha sevimlidir. Ha kabirler arasında Abdestimi bozmuşum, ha çarşı ortasında. (Nazarımda ikisi de birdir)."
6920 Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam heladan çıkmışlardı. Bu esnada bir yemek getirildi. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Size Abdest suyu getirmeyeyim mi?" dedi. Efendimiz: "Namaz mı kılacağım ki, (şimdilik gerek yok)" buyurdular."
6937 Abdullah İbnu'l-Haris İbnu'l-Cez'ez-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte mescidde kızartılmış bir parça et yedik. Sonra ellerimizi çakıllarla silip Abdest almadan namaza durduk."
6974 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam için, geceleyin ağzı kapalı üç kap hazırlardım: Bir kap Abdest suyu için, bir kap misvakı için, bir kap içeceği için."
7025 Selman el-Farisi radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdest almıştı. Üzerindeki yün cübbeyi çevirip onun (iç kısmı) ile yüzünü sildi."
7058 Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü insanlar saf saf olurlar -İbnu Nümeyr dedi ki:"Cennet ehli saf saf olurlar: Derken cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine uğrar ve: "Ey fülan! Hatırladın mı sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim" der, (ve bu suretle şefaat diler). (Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdu ki:) "Adam, o kimseye şefaat eder. (Cehennemlik olan bir başka) adam, cennetlik olan bir başkasının yanından geçer ve ona: "Sana Abdest suyu verdiğimi hatırlıyor musun?" der (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder." (Ravi) İbnu Nümeyr (rivayetinde biraz farkla) şöyle der: "Ve cehennemlik olanlardan biri cennetlik olanlardan birine): "Ey falan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben o gün senin için gitmiştim. (Bu sözüyle şefaatini ister. Cennetlik olan) kimse de ona şefaat eder."
7118 Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle yalvardılar: "Allahım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği taktirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum." Hazreti Aişe'nin belirttiğine göre, bir başka gün Aleyhissalatu vesselam'ın, kendisine "Ey Aişe! Kendisiyle dua edildiği taktirde icabet ettiği ismi, Allah'ın bana gösterdiğini sen biliyor musun?" diye sormuştu. Hazreti Aişe der ki: "Ben: "Ey AIlah'ın Resülü! Annem babam sana feda olsun, onu bana da öğret!" dedim. "Ey Aişe onu sana öğretmem uygun düşmez!" buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp, başını öptüm ve: "Ey Allah'ın Resülü! Onu bana öğret" diye ricada bulundum. O yine: "Onu sana öğretmem uygun olmaz, ey Aişe! Onunla senin dünyevi bir şey talep etmen uygunsuz olur" buyurdu." Hazreti Aişe devamla der ki: "Ben de kalkıp Abdest aldım, sonra iki rekat namaz kıldım, sonra: "Allahım! Sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum.Sana Birrurrahim isminle dua ediyorum. Sana bildiğim ve bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle" diye dua ettim." Aişe devamla der ki: "Bu duam üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam güldü ve: "İsm-i azam, senin yaptığın şu duanın içinde geçti" buyurdu."

[TOP]

11.10 NAMAZ

Previous topicNext topic
NAMAZ

[TOP]

11.10.1 NAMAZ VAKİTLERİ

Previous topicNext topic
NAMAZ VAKİTLERİ
 

NAMAZ VAKİTLERİ

Sabah Namazının Vakti: Tan yeri ağarıp karanlık açıldıktan sonra başlar, güneş doğmasından biraz önceye kadar devam eder.

Sabah namazını karanlık açıldıktan sonra kılmak müstehaptır.

Öğle Namazının Vakti: Güneş tam tepeye geldiği zaman başlar, dikili bir şeyin gölgesi iki misli oluncaya kadar devam eder.

Öğle namazını yazın biraz geciktirmek, kışın da tam vaktinde kılmak sevaptır.

İkindi Namazının Vakti: Öğle vakti bitiminden güneş batıncaya kadar sürer.

İkindiyi vakti girer girmez kılmayıp biraz geciktirmek müstehap, güneşten göz kamaşmayacak vakte bırakmak mekruhtur.

Akşam Namazının Vakti: Güneş battıktan sonra başlar, batıdaki kızıllık veya beyazlık kayboluncaya kadar devam eder.

Akşam namazını dâima yıldız görünmeden kılmak müstehaptır.

Yatsı Namazının Vakti: Akşam vaktinin çıkmasından, sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır.

Yatsı namazını kışın gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehap, gece yarısına kadar geciktirmek mübah, gece yarısından sonraya bırakmak mekruhtur. Yazın tam vaktinde kılmak müstehaptır.

Vitri mümkün olduğu takdirde gecenin sonlarına doğru bırakmak daha sevaptır.

 

[TOP]

11.10.2 EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET

Previous topicNext topic
EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET
 

EZAN-I MUHAMMEDÎ VE İKÂMET:

Ezan müslümanlığın şiârıdır, vâcip kuvvetinde müekked bir sünnettir. Bir dâvet hükmündedir, vakit girince okunur.

Okunuşu şu şekildedir:

Allahu Ekber Allahu Ekber, Allahu Ekber Allahu Ekber.

Eşhedü enlâ ilâhe illâllah, Eşhedü enlâ ilâhe illâllah.

Eşhedü enne Muhammeden Resulullah, Eşhedü enne Muhammeden Resulullah.

Hayyâalessalâh, Hayyâalessalâh.

Hayyâalel-felâh, Hayyâalel-felâh.

Allahu Ekber Allahu Ekber, Lâ ilâhe illâllah.

Sabah ezanında "Hayyâalel-felâh"dan sonra iki defa "Essalâtü hayrun min'en-nevm" denilir. İkâmette ise yine iki defa "Kad kametissalâh" denilir.

[TOP]

11.10.3 Ezan ve İkâmete Âit Hükümler

Previous topicNext topic
Ezan ve İkâmete Âit Hükümler
 

Ezan ve İkâmete Âit Hükümler:

Ezanı işiten kimsenin Kur'an-ı kerim okuyor bile olsa, durup dinlemesi efdâldir.

Ezanı ve ikâmeti işiten kimse bunları kendi kendine müezzinle beraber tekrar eder. Yalnız "Hayyâalessalâh ve Hayyâalel-felâh"larda "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" denir. Sabah ezanında "Essalâtü hayrun min'en-nevm" denilirken "Sadakte ve berarte" yani "sâdıksın, doğru söylüyorsun." denir.

Ezan bitince hem müezzin hem de işitenler vesile duâsını okurlar.

Ezan ve ikâmet erkekler için namazın sünnetinden olduğu için, beş vakit farz edâ edilirken de kazâ edilirken de ezan okunup kamet getirilir. Bir kaç kaza namazını bir arada kılmak isteyen kimse, başlangıçta bir ezan okur, her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Ezan okununca, şeytan zıplayarak yellene yellene ezanı duymayacak kadar geriye kaçar, ses kesilince yine döner.

Kâmet edilince tekrar yüz-geri edip kaçar.

Bitince, namaz kılan ile kalbi arasına fitne sokmak için yine hücuma geçer. 'Şunu şunu hatırla!' der. Kaç rekât namaz kıldığını bilemeyecek duruma getirinceye kadar hatırlayamayacağı şeyleri kişiye hatırlatır." (Buhârî. Tecrîd-i Sarîh: 360)

"İnsanlar, müezzinlikte ve birinci saftaki sevabı bilseydiler, kurasız kimse ezan okuyamaz, birinci safta yer bulamazdı.

Camiye erken gitmekteki sevabı bilselerdi koşuşarak giderlerdi.

Yatsı ve sabah namazlarındaki ecri bilselerdi aksayarak da olsa bu namazlara gelirlerdi." (Buhârî. Tecrîd-i Sarîh: 366)

 

[TOP]

11.10.4 NAMAZIN KILINIŞI

Previous topicNext topic
NAMAZIN KILINIŞI

[TOP]

11.10.4.1 Kıyam-Rukü-Secde... Resimli Anlatım - İslami Konular

Previous topicNext topic
Kıyam-Rukü-Secde... Resimli Anlatım - İslami Konular

[TOP]

11.10.4.2 Namazın Rükunleri

Previous topicNext topic
Namazın Rükunleri

Namazın Rükunleri


1) Iftitah Tekbiri: Namaza baslarken tekbir almak demektir.

2) Kiyam: Namazda ayakta durmak demektir.

3) Kiraat: Namazda ayakta iken biraz Kur'an okumaktir.

4) Rükû': Namazda eller diz kapagina erisecek kadar egilmektir.

5) Sücûd: Rükû'dan sonra ayaklar, dizler ve ellerle beraber alni yere koymaktir.

6) Ka'de-i Ahîre: Namazin sonunda "Ettehiyyatü" okuyacak kadar oturmak demektir.

[TOP]

11.10.4.3 Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim

Previous topicNext topic
Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim
 

BEŞ VAKİT NAMAZ

Beş vakit namazın rekâtlarına ve kılınışına geçmeden önce iki rekâtlık bir namazın kılınışını görelim:

Eûzü-besmele çekilerek niyet edilir. (Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının sünnetini kılmaya gibi.)

• "Allahu Ekber" diyerek eller kaldırılır ve göbeğin altına bağlanır.

• "Sübhaneke" duâsı okunur, "Eûzü-besmele" çekilir, "Fâtiha" sûresi okunur, "Âmin" denir ve bir sûre okunur.

• "Allahu Ekber" diyerek rükûya eğilinir, üç kere "Sübhane Rabbiyel Azim" denir. "Semiallahu Limen Hamideh" diyerek doğrulunur ve "Rabbenâ lekel Hamd" denir.

• "Allahu Ekber" diyerek secdeye gidilir. Üç kere "Sübhâne Rabbiyel Â'lâ" denir. "Allahu Ekber" diyerek oturulur. "Allahu Ekber" diyerek yine secdeye gidilir, üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denir.

• "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. Sadece "Besmele" çekilerek "Fâtiha" sûresi okunur, "Âmin" denir ve bir sûre okunur.

• "Allahu Ekber" diyerek aynı birinci rekâtta olduğu gibi rükûya gidilir, secdeler yapılır ve "Allahu Ekber" diyerek oturulur.

• "Ettahiyyatü" duâsı, "Allahümme Salli" ve "Allahümme Bârik" salâvât-ı şerif'leri ile "Rabbenâ âtina...", "Rabbenağfirlî..." duâları okunur. "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek önce sağa sonra sola selâm verilir.

Selâmdan sonra "Allahümme entesselâm, ve minkesselâm, tebârekte yâ zelcelâli vel-ikram" denir.

Bütün namazların ilk iki rekâtı, sabahın sünneti ve farzı, cuma'nın farzı, akşam'ın sünneti, öğle ve yatsı'nın son sünnetleri bu şekilde kılınır. Sâdece niyetleri değişiktir.

[TOP]

11.10.4.4 SABAH NAMAZI

Previous topicNext topic
SABAH NAMAZI
 

SABAH NAMAZI:

Dört rekâttır: İkisi sünnet ikisi farz.

Her iki rekât da yukarıda anlatıldığı gibi kılınır.

 

[TOP]

11.10.4.5 ÖĞLE NAMAZI

Previous topicNext topic
ÖĞLE NAMAZI
 

ÖĞLE NAMAZI:

On rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet.

• Sünnetin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur ve "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Besmele" çekilerek devam edilir ve iki rekât daha kılınarak selâm verilir.

• Farzın kılınışı: Sünnetin kılınışı gibi kılınır. Yalnız üçüncü ve dördüncü rekâtlarda "Fâtiha" dan sonra sûre okunmaz.

• Son sünnetin kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

[TOP]

11.10.4.6 İKİNDİ NAMAZI

Previous topicNext topic
İKİNDİ NAMAZI
 

İKİNDİ NAMAZI:

Sekiz rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz.

• Sünnetin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca "Ettahiyyatü" ile beraber "Salli-Barik" duâları okunur. "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Sübhaneke" duâsı okunur. "Eûzü-Besmele" çekilerek devam edilir ve iki rekât daha kılınarak selâm verilir.

• Farzın kılınışı: Öğle namazının farzı gibi kılınır.

[TOP]

11.10.4.7 AKŞAM NAMAZI

Previous topicNext topic
AKŞAM NAMAZI
 

AKŞAM NAMAZI:

Beş rekâttır: Üçü farz, ikisi sünnet.

• Farzın kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur. "Allahu Ekber" diyerek kalkılır. "Besmele" çekilerek "Fâtiha" okunur. Sûre okunmadan rükûya gidilerek bir rekât daha kılınır ve selâm verilir.

• Sünnet'in kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

 

[TOP]

11.10.4.8 YATSI NAMAZI

Previous topicNext topic
YATSI NAMAZI
 

YATSI NAMAZI:

On üç rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet, üçü vitir.

• Sünnetin kılınışı: İkindi'nin sünneti gibi kılınır.

• Farzın kılınışı: Öğle ve İkindi'nin farzı gibi kılınır.

• Son sünnetin kılınışı: Sabah'ın sünneti gibi kılınır.

• Vitirin kılınışı: İlk iki rekât kılınıp oturunca sadece "Ettahiyyatü" okunur. "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkılır. "Besmele" çekilerek "Fâtiha" ve bir sûre okunur. "Allahu Ekber" diyerek eller kaldırılıp bağlanır. Kunut adı verilen "Allahümme innâ nestaînüke" ve "Allahümme iyyakena'büdü..." duâları okunur. "Allahu Ekber" diyerek rükûya gidilir. Böylece bir rekât daha kılınarak selâm verilir.

Kunut duâlarını bilmeyenler "Rabbenâ âtina..." Âyet-i kerime'sini okuyabilir. Üç kere "Allahümmağfirlî" de diyebilir.

[TOP]

11.10.5 BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI

Previous topicNext topic
BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI
BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI

[TOP]

11.10.5.1 BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI

Previous topicNext topic
BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN-ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI
 

BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZİYETİNİN

ÂYET-İ KERİME ve HADİS-İ ŞERİF'LERLE İZAHI

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Veda haccı hutbesinde ümmetine bıraktığını açıkladığı ve sımsıkı sarıldıkları takdirde, hiçbir zaman yollarını şaşırmayacaklarını haber verdiği iki şeyden ikincisi Kitabullah'tan sonra Sünnet'tir.

"Hepiniz topluca sımsıkı, Allah'ın ipine sarılın!" (Âl-i imrân: 103)

Âyet-i kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad, kitap ve sünnettir. Buhari'nin rivayetine göre Cebrail Aleyhisselâm, Resulullah Aleyhisselâm'a Kuran-ı kerim'i indirdiği gibi, Sünnet'i de indirmiş ve öğretmiştir. Kuran-ı kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i şerif'ler de vahiydir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." buyuruyor. (Necm: 3-4)

Yani her sözü ilâhî bir vahye isnad eder.

Resulullah Aleyhisselâm bir taraftan kendisine vahyedilen Âyet-i kerime'leri Allah'tan aldığı gibi arttırma ve eksiltme yapmadan bütünüyle tebliğ ederken, diğer taraftan da onlardan ne gibi mânâlar kastedilmiş olduğunu sözleriyle işleriyle tefsir ve izah eder, sarih hükümler ortaya koyardı.

Âyet-i kerime'lerde:

"Resul'üm! Biz sana bu Kur'an'ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın." (Nahl: 44)

"O size bilmediklerinizi öğretir." buyuruluyor. (Bakara: 151)

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde namazın farz olduğunu bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ'dan aldığı vahiy ve ilham ile namazın vakitlerini, rekâtlarını, âdâb ve erkânını, nasıl kılınacağını hem anlattı hem de müslümanların gözü önünde kıldı.

Sonra da:

"Beni namaz kılarken nasıl görmüşseniz, siz de öylece kılınız." buyurdu. (Buhârî)

Bunun gibi, dinin açık bir hükmü bulunmayan esasları bir bir açıklamış, geriye bir şey bırakılmamıştır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp ‘Bilemiyorum! Biz Allah'ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.' derken bulmayayım." (Tirmizî)

Zancılar bunu yapıyor. Zira onlar nefislerine dayanarak hareket ediyorlar.

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Hiçbirinizin arzuları benim tebliğ ettiğim şeylere tâbi olmadıkça kâmil mümin olmaz." (Mişkât'ül-mesâbih)

Resulullah Aleyhisselâm'ın emrine itaat etmek farz olup, aykırı hareket etmek ise haramdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Resulullah size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının." buyuruyor. (Haşr: 7)

Bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Biz hiçbir peygamberi Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik." (Nisâ: 64)

Allah-u Teâlâ ona itaatı kendisine yapılacak itaatla birlikte emretti. Ona yapılan itaatı kendisine yapılan itaat gibi saydı ve:

"Peygamber'e itaat eden, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur." buyurdu. (Nisâ: 80)

Bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, o gerçekten büyük kurtuluşa ermiştir." (Ahzâb: 71)

Bunun yegâne sebebi; kendi arzusu ile konuşmaması, konuştuğunun da ancak kendisine vahyedilenden ibaret oluşudur.

Allah-u Teâlâ ile Peygamber'i arasında ayrılık gayrılık düşünülemez.

Ona itaat Allah-u Teâlâ'ya itaatın yolu, hatta bizâtihidir.

Allah-u Teâlâ ona uymayı ve yolundan ayrılmamayı emir buyurdu:

"O Peygamber'e uyun ki doğru yolu bulasınız." (A'râf: 158)

"Peygamber'e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (Nûr: 56)

"Eğer siz gerçekten müminlerseniz Allah'a ve Peygamber'ine itaat ediniz." (Enfâl: 1)

Ona tâbi olmak, yolunda bulunmak; hem Allah sevgisinin delili ve tezahürü, hem de Allah tarafından sevilmenin sebebidir. İnsanı Allah sevgisine mazhar eder.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! Onlara söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Âl-i imrân: 31)

İhtilâfların çözümünü Hazret-i Allah ve Resul'üne arzetmek ilâhî bir emirdir.

"Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu hemen Allah'a ve Peygamber'e arzedin. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız!" (Nisâ: 59)

Allah-u Teâlâ iman edip itaat edenlere bitmez tükenmez mükâfatlar vâdetti:

"Ey insanlar! Rabb'inizden size hak bir Peygamber gelmiştir. O halde kendi hayrınıza olarak hemen ona iman edin." (Nisâ:170)

"Ey inananlar! Allah'tan korkun ve Peygamber'ine inanın ki; size rahmetini iki kat versin, ışığında yürüyeceğiniz bir nur ihsan etsin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (Hadîd: 28)

Gönüldeki gerçek imanı ortaya çıkaran en büyük ölçü, en büyük delil Allah'ın ve Peygamber'in hükmüne rızâ göstermektir. İnananlar tereddüt etmeksizin boyun eğerler. Bu ise, Allah'a ve Peygamber'ine karşı takınılması gereken edep tavrıdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygamber'ine çağırıldıkları zaman, mü'minlerin sözü sadece ‘İşittik, itaat ettik!' demekten ibarettir. İşte gerçek saâdete erenler onlardır.

Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, Allah'tan korkar ve O'ndan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Nûr: 51-52)

Fakir der ki "Bütün insanlar ve cinler Allah-u Teâlâ'nın bir Âyet-i kerime'sini inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'nın kelâmını hafife alanlar değil, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Hadis-i şerif'ini hafife alanlara dahi kâfirdir derim.

İşte ispatı!

Asr-ı saâdet'te iki kimse Huzur-u nebevî'de hasımlaştılar. Resulullah Aleyhisselâm hak sahibi lehine hükmetti. Aleyhine hüküm verilen "Râzı olmam! Bir de Hattab oğlu Ömer'e gidelim." dedi ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-ın yanına vardılar. Lehine hüküm verilen "Ya Ömer! Biz Peygamber Aleyhisselâm'a giderek hasımlaştık. Benim lehime bunun aleyhine hükmetti. Bu ise râzı olmayıp reddetti." deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- "Böyle mi oldu?" diye sordu, öteki "Evet" dedi. Bunun üzerine "Ben sizin yanınıza gelip aranızda hüküm verinceye kadar yerinizden ayrılmayın." diyerek evine girdi ve kılıcı elinde olduğu halde yanlarına geldi. Râzı olmayı reddedeni bir vuruşta öldürdü. Öteki arkasını dönerek Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına kaçtı ve "Ya Resulellah! Vallahi Ömer arkadaşımızı öldürdü eğer müdahale etseydim beni de öldürecekti." dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Ömer'in bir mümini öldürmeye kalkışacağını sanmazdım." buyurdu.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:

"Hayır öyle değil! Rabb'in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı yüreklerinde hiçbir sıkıntı bir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisâ: 65)

Âyet-i kerime'sini indirdi. (İbn-i Kesir)

İşte bundan ötürüdür ki Resulullah Aleyhisselâm'ın Hadis-i şerif'lerini hafife alanlar bu duruma düşmüşlerdir.

Allah ve Peygamber sevgisinin bütün sevgilerin üzerinde tutulması gerekir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir. Zevceleri ise müminlerin anneleridir." buyuruyor. (Ahzâb: 6)

Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:

"Ben her mümine kendisinden daha evlâyım." (Müslim)

"Hiçbir kimse ben kendisine babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevgili oluncaya kadar kâmil mümin olamaz." (Buhârî)

Allah-u Teâlâ Resul'üne itaat etmeyenlere en çetin azap edeceğini beyân buyurmuştur:

"Peygamber'in buyruğuna aykırı hareket edenler başlarına bir belâ gelmesinden, veya acıklı bir azaba uğramaktan sakınsınlar." (Nûr: 63)

"Kim Allah'a ve Peygamber'ine karşı koyarsa, bilsin ki Allah'ın cezası çok şiddetlidir." (Enfâl: 13)

"Kim Allah'a ve peygambere isyan ederse, ona içinde sonsuz ve temelli kalacakları cehennem ateşi vardır." (Cin: 23)

"Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin, karşı gelmekten çekinin. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Peygamber'inizin vazifesi sadece açıkça duyurmak ve bildirmektir." (Mâide: 92)

 

 

Beş vakit namazın vakitleri, dinimizdeki yeri ve önemi; Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle ve hükmüyle, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle belirlenmiştir.

Herkesin bilmesi için bütün bunları bir bir size izah ediyoruz.

Allah-u Teâlâ'ya iman ettikten sonra, müslümanların yerine getirmeleri gereken farzların başında beş vakit namaz gelir.

Âyet-i kerime'de:

"Namazı dosdoğru kılın. Şüphesiz ki namaz mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır." buyuruluyor. (Nisâ: 103)

Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şeriflerde namaza dair pek çok emir ve tavsiyeler vardır. Namaz kılanların Allah-u Teâlâ'nın çok büyük lûtuflarına ereceklerine dair müjdeler olduğu gibi, kılmayanlar hakkında da pek elîm azaba uğrayacaklarına dair ihtarlar vardır.

Bir Âyet-i kerime'de de günahkârlara "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan uzağa sorulduğu zaman:

"Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk, bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk. Ceza gününü yalanlıyorduk. Ölüm bize bu halde iken gelip çattı." diyecekleri haber verilmektedir. (Müddessir: 43-47)

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'lerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." (Bakara: 45-46)

"Namaza üşene üşene gelirler." (Tevbe: 54)

Kıyamet günü kulun ilk önce hesaba çekilecek ameli namazdır. Bu hesap doğru verilirse diğer amellerin kabulüne yardımı olur. Aksi halde ümitsizliğe düşer, hüsrana uğrar.

Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe namazlar vakit arasındaki günahlara keffarettir.

Namazın faziletine nihayet yoktur.

[TOP]

11.10.5.2 Sabah Namazı

Previous topicNext topic
Sabah Namazı
 

Sabah Namazı:

 

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Gündüz güneşin dönüp batıya yönelmesinden, gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl. Bir de sabah namazı kıl. Çünkü sabah namazı şâhitlidir." (İsrâ: 78)

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde beş vakit namazı beyân buyurmuş, hususiyetle sabah namazını emretmiştir.

Şöyle ki Âyet-i kerime'de geçen "Güneşin dönmesi"nden yani zeval vaktinden sonra "Öğle" ve "İkindi" namazı; "Güneşin batması"ndan sonra da "Akşam" ve "Yatsı" namazları vardır. Sabah namazı ise ayrıca zikredilmiş ve bu namazın şâhitli olduğu belirtilmiştir.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Size gece ve gündüz melekleri birbiri peşine gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde ‘Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler ‘Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık' derler." (Buhârî; Tecrîd-i sarîh: 332)

"Gecenin bir kısmında ve yıldızlar kaybolurken de O'nu tesbih et!" (Tûr: 49)

Âyet-i kerime'sindeki "Gecenin bir kısmı", "Akşam" ve "Yatsı" namazları, "Yıldızların kayboluşundan sonraki" namaz ise "Sabah" namazıdır.

"Gündüzün iki ucunda ve gecenin de yakın saatlerinde namaz kıl!" (Hûd: 114)

Âyet-i kerime'sindeki "Gündüzün iki ucunda" emredilen namazlar "Sabah", "Öğle" ve "İkindi" namazları; "Gecenin yakın saatlerinde" kılınan namazlar ise "Akşam" ve "Yatsı" namazlarıdır.

Cerir bin Abdullah -radiyallahu anh-dan rivayet edilmiştir:

"Bir gece Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte oturuyorduk. Aya bakarak şöyle buyurdu:

"Muhakkak siz, Rabb'inizi şu ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz, bunda hiç şüphe etmeyiniz. Elinizden gelirse güneşin doğmasından ve batmasından önceki "Sabah ve İkindi" namazlarını hiç geçirmeyin."

Sonra Cerir -radiyallahu anh- Kaf sûresi'nin 39. Âyet-i kerime'sini okumuştur. (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 331)

[TOP]

11.10.5.3 Öğle Namazı

Previous topicNext topic
Öğle Namazı
 

Öğle Namazı:

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"O halde siz akşama ulaştığınızda ve sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur." (Rûm: 17-18)

Burada Allah-u Teâlâ beş vakit namazı emir buyurmuş, hususiyetle öğle namazını emretmiş oluyor.

Şöyle ki Âyet-i kerime'de geçen "Akşama ulaştığınızda" tabiri "Akşam" ve "Yatsı" namazlarına "Sabaha kavuştuğunuzda" tabiri "Sabah" namazına, "Gündüzün sonunda" tabiri "İkindi" namazına delâlet etmektedir. "Hîne tüzhirûn" yani "Öğle vaktine eriştiğinizde" tabirinden de açık olarak öğle namazı emredilmektedir.

"Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabb'ini hamd ile tesbih et." (Kaf: 39)

Âyet-i kerime'sinde geçen "Güneşin doğuşundan önceki tesbih"ten murad "Sabah namazı"dır. "Batışından önceki tesbih"ten murad ise "Öğle" ve "İkindi" namazlarıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Öğleyin sıcak şiddetlendiği vakitte namazınızı geciktirerek serinlikte kılınız." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 321)

Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, öğlenin farzından önce dört rekât sünneti bırakmadığını haber vermişlerdir.

 

 

[TOP]

11.10.5.4 İkindi Namazı

Previous topicNext topic
İkindi Namazı
 

 

İkindi Namazı:

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Namazları ve orta namazı muhafaza edin, gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." (Bakara: 238)

Allah-u Teâlâ bu beyanı ile namazları emrettiği gibi, orta namazını da hususiyetle emir buyurmaktadır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu orta namazın "İkindi" namazı olduğunu beyan buyurmuşlardır. (Müslim)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayete göre, müşrikler Hendek savaşı günü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ikindi namazı kılmaktan alıkoymuşlardı. Mücahidler de kılamadılar. Bunun üzerine buyurdular ki:

"Onlar bizi orta namazdan alıkoydular Allah da onların kalplerini ve evlerini ateşle doldursun." (Müslim)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kılan kimse cehenneme girmez." (Müslim)

"İki soğuk vaktin (sabah ve ikindi) namazını kılan cennete girer." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 343)

"İkindinin farzından önce dört rekât sünneti kılmaya devam edenleri Allah cehenneme haram kılar." (Tirmizî)

"Her kim ikindi namazını (bilerek) terkederse, yaptığı ameli boşa gider." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 330)

[TOP]

11.10.5.5 Akşam Namazı

Previous topicNext topic
Akşam Namazı
 

Akşam Namazı:

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Gecenin bir kısmında O'na secde et ve O'nu geceleri uzun uzun tesbih et." (İnsan: 26)

Âyet-i kerime'de geçen "Gecenin bir kısmı"ndan murad "Akşam" ile "Yatsı" namazlarıdır. "Geceleri uzun uzun tesbih" ise Resulullah Aleyhisselâm'a farz kılınan "Teheccüd" namazıdır.

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından O'nu tesbih et." (Kaf: 40)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Akşam namazının isminde bedevîler sakın size galebe etmesin. Zira onlar akşama yatsı derler." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 337)

"Akşam yemeğiniz hazır olursa, akşam namazınızı kılmadan evvel yemeği yiyin. Acele edip de yemeği bırakmayın." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 391)

 

 

[TOP]

11.10.5.6 Yatsı Namazı

Previous topicNext topic
Yatsı Namazı
 

Yatsı Namazı:

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"O halde siz akşama ulaştığınızda ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin." (Rûm: 17)

Âyet-i kerime'de adı geçen "Akşama ulaştığınızda" tabiri "Akşam" ve "Yatsı" namazlarına delâlet etmektedir.

"Gecenin bir kısmında O'nu tesbih et." (Tûr: 49)

Âyet-i kerime'sinde emredilen namaz "Akşam" ve "Yatsı" namazlarıdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir kimse yatsı namazını cemaatle kılarsa, o gecenin yarısını ibadetle geçirmiş olur. Eğer sabah namazını da cemaatle kılarsa bütün geceyi ihyâ etmiş olur." (Müslim)

"Münâfıklara sabah ile yatsı namazından daha ağır hiçbir namaz yoktur. Halbuki bu iki namazın sevabını bilselerdi, topallayarak da olsa gelirlerdi." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 383)

"Ümmetime zor gelmeyecek olsaydı, yatsı namazının böyle (gecenin üçte birinde) kılınmasını emrederdim." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 340)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında mücahidleri teçhiz ile uğraşırken yatsı namazını oldukça geciktirerek kıldı, sonra cemaate dönerek şöyle buyurdu:

"Telâşlanmayınız, yavaş olunuz! Sizi müjdelerim ki Allah'ın size olan nimetlerinden biri de elbet bu saatte namaz kılan sizden başka kimsenin olmayışıdır. Yahut bu saatte sizden başka hiçbir kimse namaz kılmamıştır." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 339)

[TOP]

11.10.5.7 Vitir Namazı

Previous topicNext topic
Vitir Namazı
 

 

 

Vitir Namazı:

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki: "Vitir, bir hakk-ı ilâhî'dir. Her kim vitir namazını kılmazsa bizden değildir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: cild 3, sh: 207)

"Allah-u Teâlâ (beş vakit namazdan başka) ziyade olarak bir namaz daha emretmiştir. O da vitir namazıdır." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, cild 3, sh: 208)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz şöyle buyurmuşlardır: "Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gecenin her vaktinde vitir kılmıştır." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 527)

 

 

[TOP]

11.10.5.8 Cuma Namazı

Previous topicNext topic
Cuma Namazı
 

Cuma Namazı:

 

Cuma günü müslümanların bayramıdır. Bayram namazları vâcib olduğu halde Cuma namazı kılmak farz-ı ayın'dır. Her müslümana farzdır.

Cuma'nın fazileti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar, kâfir olur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyuruyor ki:

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz kılmak için ezan okunduğu zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış-verişi, işi gücü bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." (Cuma: 9-10)

Cuma vaktinde dünya işleri ile ve Cuma namazına gitmekten alıkoyacak herşeyle uğraşmak haramdır.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul duruma düşürülmeden önce (hastalık, yaşlılık çökmeden) salih ameller yapmaya koşun. Allah'ı zikretmekle, gizli ve açık çok sadaka vermekle O'nun sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki rızıklanasınız, yardım olunasınız ve ıslah edilesiniz.

Ey insanlar! Şunu da muhakkak biliniz ki, Allah-u Teâlâ Cuma'yı içinde bulunduğunuz şu yılımın şu ayında, şu günümde ve makamımda kıyamet gününe kadar farz kılmıştır. Binaenaleyh her kim benim hayatımda veya benden sonra adil ve zâlim bir imamı olduğu halde, Cuma namazını hafife alarak veya farziyetini inkâr ederek terkederse, Allah onun dağınık işlerini toparlatmasın, iki yakasını bir yere getirmesin ve işinde bereket vermesin. Haberiniz olsun ki o kimsenin namazı yoktur. İyi biliniz ki; o kimsenin zekâtı da yoktur. Haccı ve orucu da yoktur. İyi biliniz ki onun iyiliği de yoktur. Nihayet tevbe edinceye kadar. Her kim tevbe ederse Allah-u Teâlâ onun tevbesini kabul eder." (İbn-i Mâce)

"Cuma gününde bir saat vardır ki, bir müslüman kul, namaz kılarken Allah'tan bir şey isterse muhakkak Allah o kimseye istediğini verir." (Buharî. Tecrid-i sarih: 507)

"Cuma günü mescid kapılarının her birinde melekler bulunur ve gelenleri sıra ile kaydederler. İmam minbere oturunca defteri kapatır, hutbe dinlerler." (Buharî. Tecrid-i sarih: 1327)

Ayrıca Cuma gününün faziletine dair pek çok Hadis-i şerif vardır. Ezcümle, üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı olduğu, Adem Aleyhisselâm'ın o gün yaratıldığı, cennete o gün konulduğu, o gün cennetten yeryüzüne indirildiği, kıyametin de o gün kopacağı beyan buyurulmuştur:

"Cuma gününe rastlayan hasenâtın ecri kat kattır." (Münavî)

"Özürsüz olarak üç Cuma namazını terkedenler münâfıklar topluluğundan yazılırlar." (Tirmizî)

"Cuma günü vefat eden mümin kabir azabından hıfz buyurulur." (Tirmizî)

Bu mübarek gün, günlerin efendisi olduğundan, gereken değeri vermek, gecesini de gündüzünü de ihya etmek İslâm âdablarındandır.

Bu gün için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, en güzel elbiseleri giymek, bol bol salat-ü selâmla meşgul olmak, mümkün olduğu kadar cumaya erken gitmek sünnettir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Cuma günü cünüplükten yıkanan, sonra (Cuma'ya en erken) giden kimse bir deve, ikinci saatte giden bir sığır, üçüncü saatte giden bir koç kurban etmiş gibidir.

Dördüncü saatte giden bir tavuk kesmiş, beşinci saatte giden bir yumurta vermiş gibidir.

İmam hutbeye çıkınca melekler gelir, hutbeyi dinlerler." (Buharî. Tecrid-i sarih: 480)

"Hiçbir kimse yoktur ki, Cuma günü yıkansın, elinden geldiği kadar paklansın, güzel kokusu ile kokulansın, sonra evinden çıksın, iki kişi arasını yarmaksızın ona takdir edildiği kadar namaz kılsın, sonra da imam hutbe okurken sükûnetle dinlesin de geçenki Cuma ile bu Cuma arasındaki günahları bağışlanmasın." (Buharî. Tecrid-i sarih: 481)

Medine'nin yakınındaki Avâli'den, toz-toprak içinde Cuma'ya gelenlere Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Şu gününüz için keşke iyice temizlik yapaydınız." buyurmuştur. (Buharî. Tecrid-i sarih: 489)

Ayrıca o gün az da olsa sadaka vermek çok faziletlidir.

[TOP]

11.10.5.9 Namaz Vakitlerinin Başlangıç ve Sonları-Hadis-i Şerif ile Belirlenmiştir

Previous topicNext topic
Namaz Vakitlerinin Başlangıç ve Sonları-Hadis-i Şerif ile Belirlenmiştir
 

Namaz Vakitlerinin Başlangıç ve Sonları

Hadis-i Şerif ile Belirlenmiştir:

 

Rivayet olunur ki Ebu Mesud Ensâri -radiyallahu anh- Irak'ta iken bir gün Muğire bin Şûbe -radiyallahu anh-ın yanına girdi. O gün Muğire nasılsa ikindi namazını geç vakte bırakmıştı. Ona dedi ki:

"Ya Muğire! Bu yaptığın nedir? Bilmiyor musun ki, Cebrâil inip namaz kıldı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında) kıldı.

Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

Sonra ‘İşte ben bununla emrolundum.' dedi." (Buhâri, Tecrîd-i sarîh: 315)

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Cebrâil Aleyhisselâm iki defa Beyt-i muazzama'nın yanında bana imam oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin verdiği gölge bir nalın tasması kadar uzandığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucu bozduğu vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazlarını kıldırdı.

Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını gecenin üçte birine doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı.

Sonra bana döndü ve ‘Ya Muhammed! Bu senden evvelki Enbiyâ'nın vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır.' dedi." (Ebu Dâvud, Nesâi, Tirmizî), (Tecrîd-i sarîh, cild: 2. sh: 462)

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri namaz kılmayı farz kılmıştır. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerde namazın vakitleri, nasıl kılınacağı beyan edilmiştir.

Cebrâil Aleyhisselâm gelerek Resulullah Aleyhisselâm'a tarif etmiştir.

[TOP]

11.10.5.10 ''Namaz üç vakittir.'' Diyenlere Sorun:

Previous topicNext topic
''Namaz üç vakittir.'' Diyenlere Sorun:
 

"Namaz üç vakittir." Diyenlere Sorun:

 

1. Siz namaz kılıyor musunuz? Kılıyorsunuz da mı hükm-ü ilâhîyi ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emirlerini tahrip ve tahrif ederek değiştirmek istiyorsunuz?

2. Biz de kılıyoruz derlerse "Kaç vakit kılıyorsunuz? Resulullah Aleyhisselâm'a Cebrâil Aleyhisselâm beş vakti tâlim etti, size üç vakti kim tâlim etti?"

3. Onlara sorun asıl gayeniz nedir? Size ne cevap vereceklerine dikkat edin.

 

 

"Hakikat ile Dalâleti Bilmemiz Lâzım" isimli ilk baskısı 1990'lı yıllarda yapılan eserinde şöyle buyurmuştu:

Rüşdî ve Reşat'ın telefonları paralel çalışır. Mühim olan telefonun santralıdır. Merkezi ise hıristiyan âlemidir. İslâm'ın gerek Amerika'da gerekse İngiltere'de yayılması onları tedirgin etti. Bunu önleyebilmek için çaba sarfediyorlar. Bir taraftan yalancı peygamberler çıkartmakla, Hazret-i Kur'an'ı tahrif etmekle tahribe çalışıyorlar, diğer taraftan ise Sebeb-i mevcudat olan Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i inkâr yolunu tutuyorlar.

Âyet-i kerime'lerde söyle buyuruluyor:

"Şüphesiz ki bu Kur'an hak ile bâtılı ayıran bir sözdür, o bir eğlence değildir.

Onlar (onu iptal etmek için) bir tuzak kuruyorlar. Ben de bir tuzak kurmaktayım, hilelerine karşılık vereceğim.

Hele sen o inkârcılara mühlet ver, onları biraz kendi hâllerine bırak." (Târık: 13-17)

"Ellerinin yazdıklarından ötürü vay hâline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay hâline onların!" (Bakara: 79)

Ve bunu sinsi sinsi yapmalarını, karagöz oyununa benzetirsek; ipler hıristiyanın elinde, perdede Reşat (Reşat Halife) ile Rüşdî (Salman Rüşdî) görünüyor.

Dikkat edin üçüncü hücumları da namaz olacaktır. Gayeleri İslâm'ı esasından çıkarmaya çalışmak ve hıristiyanlık dinini yaymaktır. Kendileri cehenneme gittikleri gibi, başkalarını da sürüklemek istiyorlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)

"Andolsun ki ‘Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.' diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere çok acıklı bir azap dokunacaktır." (Mâide: 73)

Bunların buradaki tâbilerine de çok dikkat etmek lâzım.

Dikkat ederseniz bunlara tâbi olanlar bundan evvel de: "Cuma namazı kılınmaz." demekle Hazret-i Allah ve Resul'üne karşı gelmişlerdi. Halbuki Kur'an-ı kerim'de hususiyetle Cuma sûre-i şerif'i var, bunca Hadis-i şerif'ler mevcut.

Ezcümle Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bir takım kimseler ya Cuma namazlarını terketmekten vazgeçerler veya Allah-u Teâlâ onların kalplerini muhakkak ki mühürleyecektir. Sonra da onlar gafillerden olurlar." (Müslim. K. Cuma: 40)

Bir insan bir mevzuya girmek istediği zaman Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif ile girecek.

Âyet-i kerime'de:

"Allah ve Resul'ü doğru söylemiştir." buyuruluyor. (Ahzâb: 22)

Bu bakımdan Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif esastır, diğerleri lâftır. Hangi meselede olursa olsun, kim söylerse söylesin, lâfa itibar edilmez.

Cihad daha evvel harp sahalarında yapılırdı. Şimdi ise küffar içten içe çalışıyor. Bunun için müslümanların uyanık bulunması lâzımdır.

Türkiye'de durmadan propogandasını yapıyorlar, en müsait yer olarak burayı buluyorlar. Niçin? Mânen yoksun olanlar taklitçiliğe ve nakilciliğe meylettikleri için.

 

[TOP]

11.10.6 FÂTİHA SÛRE-İ ŞERİF'İ

Previous topicNext topic
FÂTİHA SÛRE-İ ŞERİF'İ

 

Bismillâhirrahmânirrahîm
"Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla.
Âlemlerin Rabb'i Olan Allah'a Hamdolsun.
O, Rahman ve Rahîm'dir.
Din Gününün Sahibidir.
(Ey Rabb'imiz!) Ancak Sana Kulluk Eder ve Yalnız Senden Yardım Dileriz.
Bize Doğru Yolu Göster.
Kendilerine Lütuf ve İkramda Bulunduğun Kimselerin Yoluna Eriştir. Gazaba Uğramış ve Sapmış Olanların Yoluna Değil!"
(Fâtiha: 1-7)

"Nefsimi Kudret Elinde Tutan Allah'a Yemin Ederim ki, Allah Fâtiha'nın Bir Mislini Ne Tevrat'ta, Ne de İncil'de, Ne Zebur'da, Ne de Furkân'da İndirmemiştir. O (Namazlarda) Tekrarla Okunan Yedi Âyet ve Bana İhsan Edilen Kur'an-ı Azîm'dir." (Tirmizî)

FÂTİHA SÛRE-İ ŞERİF'İ

 

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhüma- buyurur ki:

Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında bulunduğu bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı ve:

"İşte gökten bir kapı açıldı. Bu güne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı." dedi.

Gökten bir melek indi. Cebrâil Aleyhisselâm sözlerine devam etti:

"İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti."

Melek selâm verdi ve Resulullah Aleyhisselâm'a:
"Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bu iki nur senden önce, başka hiçbir peygambere verilmemişti. Birisi Fâtiha sûresi, diğeri de Bakara sûre'sinin son âyetleri (Âmenerrasûlü). Onlardan okuduğun her harf karşılığında sana büyük sevap verilecektir." dedi. (Müslim: 806)

 

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminin ilk yıllarında tamamı bir defada nâzil olmuştur. Yedi Âyet-i kerime, yirmi beş kelime ve yüz on üç harften müteşekkildir.

Bu Sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.

Kur'an-ı kerim'in ilk Sûre-i şerif'i ve bir bakıma hülâsası olduğu, namazda Rabb'i ile kulu arasında ilâhî bir şifre olduğu için "Açan", "Açış yapan" mânâsına "Fâtiha" adını almıştır.

İlk Âyet-i kerime'si "Hamd" ile başladığı için "Hamd sûre-i şerif'i" de denilmiştir. Halk dilinde "Elham" olarak anılmaktadır.

Kur'an-ı kerim'in özü olduğu için "Kitab'ın anası" mânâsında "Ümmü'l-kitab" adını alır.

"İki defa inen, daima tekrarlanan yedi âyet" mânâsında "Seb'u'l-mesâni" denilir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Resul'üm! Andolsun ki biz sana daima tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'an'ı verdik." (Hicr: 87)

Ayrıca: "Tam ve mükemmel" mânâsına gelen "Sûretü'l-Vâfiye", "Yeterli" mânâsına gelen "Sûretü'l-Kâfiye", insanlara şifâ verdiği için "Sûretü'ş-Şâfiye", Kur'an-ı kerim'in temeli olduğu için "Esâsü'l-Kur'an", her namazda okunduğu için "Sûretü's-Salât", özlü duâları içine aldığı için "Sûretü'd-Duâ" ve şükrün gereğini ifade etiği için "Sûretü'ş-Şükr" olarak da anılmaktadır.

Ebu Saîd bin Muallâ -radiyallahu anh- buyurur ki:

"Mescidde namaz kılıyordum. Beni Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- çağırdı. Namazı bozup gidemedim. Sonra yanına vararak: 'Namazda olduğum için geç kaldım yâ Resulellah!' dedim.

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:

"Allah Kur'an-ı kerim'de:

'Ey iman edenler! Allah ve Resul'ü size hayat verecek bir şey için sizi çağırdığında hemen icabet edin!' (Enfâl: 24)

Buyurmadı mı?' diye ikaz etti.

Sonra bana: 'Ey Said! Ben mescidden çıkmadan sana bir sûre öğreteceğim ki, o Kur'an'ın en büyük sûresidir.' buyurdu. Sonra elimi tuttu. Mescidden çıkmak istediği sırada: 'Yâ Resulellah! Hani bana büyük bir sûre öğretecektiniz?' dedim.

Buyurdu ki:

"O sûre 'Elhamdü Lillâhi Rabbi'l-âlemin' sûresidir. Seb'u'l-mesâni yani mükerreren nâzil olmuş yedi âyet ve bana verilmiş olan Kur'an-ı azim'dir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1672)

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah Fâtiha'nın bir mislini ne Tevrat'ta, ne de İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkân'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi âyet ve bana ihsan edilen Kur'an-ı azîm'dir." (Tirmizî)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhüma- buyurur ki:

Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında bulunduğu bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı ve:

"İşte gökten bir kapı açıldı. Bu güne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı." dedi.

Gökten bir melek indi. Cebrâil Aleyhisselâm sözlerine devam etti:

"İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti."

Melek selâm verdi ve Resulullah Aleyhisselâm'a: "Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bu iki nur senden önce, başka hiçbir peygambere verilmemişti. Birisi Fâtiha sûresi, diğeri de Bakara sûre'sinin son âyetleri (Âmenerrasûlü). Onlardan okuduğun her harf karşılığında sana büyük sevap verilecektir." dedi. (Müslim: 806)

Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde:

"Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 422)

Bunun içindir ki namazların her rekâtında okunur.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyete göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, Âzîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ'dan şu Kudsî Hadis-i şerif'i nakletmişlerdir:

"Fâtiha'yı kendimle kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine verilecektir."

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu şöyle beyan ediyor:

"Bir kul: 'Elhamdü lil-lâhi Rabb'i-âlemin' dediği zaman Allah-u Teâlâ: 'Kulum bana hamdetti.' buyurur.

Kul: 'Er-rahmâni'r-rahim' dediği zaman Allah-u Teâlâ: 'Kulum beni umumi ve hususi mânâda olan merhametle andı, beni övdü, senâ etti.' buyurur.

Kul: 'Mâliki yevmiddîn' dediği zaman Allah-u Teâlâ: 'Kulum beni tâzim etti, saygı gösterdi, beni büyük tanıdı.' buyurur.

Kul: 'İyyake na'büdü ve iyyâke nestaîn' deyince Allah-u Teâlâ: 'Bu benimle kulum arasındadır. (ibadet kuluma, yardım da bana âittir). Kulumun isteği verilecektir.' buyurur.

Kul: 'İhdina's-sırâta'l-müstakîm, sıratallezîne en amte aleyhim, ğayri'l-mağdûbi aleyhim veled-dâlliyn.' dediği zaman Allah-u Teâlâ: 'Bu dilek kula âittir, ona isteği verilecektir.' buyurur." (Ahmed bin Hanbel - Müslim: 395)

Enes -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Uyku için yatağa yatarken evvelâ Fâtiha, ikinci olarak İhlâs sûresini okuduğun halde ölümden başka her şeyden emîn olursun." (Câmiu's-sağîr)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Fâtiha Sûre-i şerif'i ile ilgili olarak Hazret-i Cabir -radiyallahu anh-e şöyle buyurdular:

"Dikkat et! Sana Kur'an'da nazil olan en büyük sûreyi bildiriyorum. O Fâtiha sûresidir. Zira onda her derde karşı bir şifa vardır." (Ramuz'ul-ehadis: 6167)

 

Muhtevâsı:

Bu Sûre-i celîle Kur'an-ı kerim'in mukaddimesi mesabesinde olup mânâ itibarı ile Kur'an-ı kerim'e denk bir sûre olarak kabul edilir.

İnsanlara dünya saâdetlerini ahiret selâmetlerini kazandırmak, hidayet yollarını göstermek için gönderilmiş olan Kur'an-ı Azîmüşân'ın gayesini, ihtiva ettiği esasları öz olarak içine almıştır.

Allah-u Teâlâ'nın her türlü hamd ve senâya, övgüye ve tâzime lâyık olduğu, vahdaniyeti, azameti, O'ndan başka sığınılacak, kulluk edilecek mâbûd-u bil-hak olmadığı, her türlü destek ve yardımın yalnızca O'ndan geldiği, hidayete ermek de, hidayetten sapmak da O'nun kudret elinde olduğu beyan buyurulmaktadır.

 

Eûzü Besmele:

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim okumak isteyen kimseye, ilk önce şeytanın şerrinden Zât-ı akdes'ine sığınmasını emretmektedir:

"Kur'an okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın." (Nahl: 98)

Bu sığınma da:

"Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım!" demektir.

Kur'an-ı kerim tilâvetinden faydalanmak isteyenler "Besmele"den önce bu "İstiâze"yi okumak suretiyle bu tavsiye emrini yerine getirmektedirler.

Allah ile kulları arasındaki derûnî münasebeti ifade eden ve her hayrın anahtarı, İslâm'ın bir sembolü olan Besmele-i şerife'ye gelince;

"Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla." beyanının Kur'an-ı kerim'den bir Âyet-i kerime olup olmaması ihtilâflıdır.

Şöyle ki;

Neml sûre-i şerif'inin 30. Âyet-i kerime'sinde geçen "Besmele"nin Âyet-i kerime olduğu kesindir. Tevbe sûre-i şerif'inin başında bulunmaması istisnâ edilirse, Sûre-i şerif'lerin başlarındaki 113 Besmele'nin her birinin müstakil birer Âyet-i kerime olup olmadığında ihtilâf vardı.

İmam-ı Şâfi -r. aleyh- her birinin başında bulunduğu Sûre-i şerif'ten bir Âyet-i kerime olduğunu söylemiş, böyle olunca da Fâtiha sûre-i şerif'inin başındaki Besmele'yi birinci Âyet-i kerime olarak kabul etmiştir.

İmam-ı Âzam -r. aleyh- ise her birinin müstakil bir Âyet-i kerime olduğunu, fakat başında bulunduğu Sûre-i şerif'in bir cüz'ü olmadığını, sadece Sûre-i şerif'lerin arasını ayırmak ve teberrük olunması için nâzil olduğunu söylemiştir.

Besmele-i şerif'in hülâsa olarak mânâsı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile, O'nun izni ve emri ile, O'nun rızâsı için yapıyorum. Her türlü yardım, kuvvet ve kudret O'ndandır. O yardım etmezse, bu kuvvet ve kudreti vermezse hiçbir şey yapamam, hiçbir işte muvaffak olamam." diyerek acziyetini ortaya koymak ve her işi Yaratıcı'ya havale etmektedir.

 

"Allah" Lâfza-i Celâl'i:

"Allah"; Lâfza-i celîl'i Zât-ı akdes'inden başka hiçbir ilâh bulunmayan Vâcibü'l-vücud'un zât ismi olup, ulûhiyete âit sıfatların hepsini kendisinde toplamıştır. İsimler içinde en büyüğü en mübârek olanıdır. Bu bir İsm-i âzâm'dır.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır.

"Hiç sen Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?" (Meryem: 65)

"Allah" İsm-i şerif'i başka dillere çevrilemez. Farsça'da "Hüdâ", Türkçe'de "Tanrı", İngilizce'de "God"; Allah İsm-i şerif'inin karşılığı değil, "İlâh"ın karşılığıdır, hepsi de umumî mânâ ifade ederler.

"Allah" İsm-i şerif'i herhangi bir kelimeden türetilmiş veya başka bir dilden Arapça'ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren has bir isim olarak kullanılmıştır. Allah-u Teâlâ'nın Zât-ı akdes'i bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi, "Allah" İsm-i şerif'i de öyledir.

Dikkat edilirse "Allah" İsm-i celâl'inin her harfinde O vardır. Şöyle ki;

Baştaki elif kaldrırılırsa "Lillâh" olur, "Allah için" demektir. Birinci lâm kaldırılırsa "Lehu" olur, "O'nun için" demektir. İkinci lâm kaldırıldığı zaman "Hû" kalır, o da Allah-u Teâlâ'ya râcidir.

Bu İsm-i şerif ulûhiyet vasfından değil, ulûhiyet mâbudiyet vasfı ondan alınmıştır.

Allah-u Teâlâ, ibadet edilen zât olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilendir. O'nun ilâhlığı, tapılmayı ve kulluk edilmeye lâyık olması kendiliğindendir.

Bir insan puta tapar, ateşe güneşe, veya sevdiği bazı şeylere tapar. Taptığı zaman onlar ilâh olurlar. Bunlardan vazgeçilip cayıldığı zaman onlar ilâhlık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar Allah-u Teâlâ'yı ister Mâbud tanısın, ister tanımasınlar, O bizzat Mâbud'dur. O'na herkes ibadet ve kulluk borçludur.

 

Hamd ve Senâ:

"Hamîd" Allah-u Teâlâ'nın bir İsm-i şerif'idir. "Ancak kendisine hamd ve senâ edilen, her türlü medih ve övgüye lâyık olan." demektir. "Hamd" ise, övülmeye lâyık olan zâtın kemâlinin açıkça ortaya konulmasıdır. Bütün hamd ve senâlarla, şükürlerle, medihlerle kendisine tâzim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet O'dur. Çünkü hamd ve senâyı icabettiren bütün kemâlât ancak O'nda mevcuttur. En güzel övgüler ancak O'na yaraşır, O her övgüye lâyıktır.

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah'a hamdolsun" (Fâtiha: 1)

Âyet-i kerime, hamdin Allah-u Teâlâ'ya mahsus olduğunu bildirmekle beraber; işaret ettiği mânâ itibarı ile: "Âlemlerin Rabb'i Allah'a hamdediniz." demektir. Hamd Allah-u Teâlâ'nın emri, insanın ise kulluk vazifesidir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Elhamdülillah de!" (Neml: 59)

Bütün âlemleri yaratmış, hiçbir karşılık beklemeden bol bol nimetler vermiştir. Ruh O'nun, beden O'nun, mülk O'nun, nimet O'nun, lütuf O'nun... O her nimetin kaynağıdır.

"Hamd", nimetler karşısında O'nu senâ etmektir. Bu da ancak nimeti bilmekle olur. O'nun nimetlerini saymak ise imkânsızdır. Bu hakikat bilinip itiraf edilince, her türlü methü senânın Allah-u Teâlâ'ya mahsus olduğu ve O'nun hakkı olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur.

İnsan "Elhamdülillah" dediği zaman hamdin Allah'a âit olduğunu dil ile ikrar ve itiraf ederken; kalbi ile de hamde lâyık olan Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, azametini, O'ndan başka ibâdete lâyık Mâbud-u bil-hak olmadığını, yaratan, yaşatan, öldüren yalnız O olduğunu tasdik etmelidir. Diğer taraftan rızâsını umarak, ancak O'na yönelerek, emir ve yasaklarına tam bir teslimiyetle kulluk vazifelerine devam etmelidir.

İnsan ne kadar hamd ve senâ etmeye çalışsa bile gerçek mânâda senâ edemeyeceği açık bir gerçektir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir duâlarında şöyle buyurmuşlardır:

"Ben seni lâyık olduğun gibi senâ edemem. Sen kendini nasıl senâ ettiysen öylesin." (Müslim)

"Rabb" terbiye eden, ıslâh eden, yetiştiren mânâsına geldiği gibi; sahip mânâsına da gelir.

Bu kelime Allah-u Teâlâ'dan başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü bu kelime varlık âlemini yoktan vârederek yaratan, yarattıklarını bir nizam içinde olgunlaştıran, terbiyeden geçiren, her ihtiyacı temin eden, dilediği her şeyi kendi iradesi ile dilediği şekilde yapabilecek kuvvet ve kudrete sahip olan Allah-u Teâlâ'ya işaret eder.

İnsanların yegâne mürebbisi O'dur. Bir şeyi veya bir insanı başlangıcında ele alarak, derece derece yetiştiren, terbiye eden O'dur. Zâhirleri nimet ile, bâtınları rahmet ile terbiye eder. İnsan bu terbiyeden en büyük nasibini almıştır. Bu bakımdan insanoğlu Yaratıcı'sına, nimetlerle donatıcısına hamdetmek, O'nu en güzel övgülerle övmek zorundadır.

Bütün âlemleri yaratan, terbiye eden, her şeye şekil veren Allah'tır. Topraktan yaratıyor, toprağın üzerinde gezdiriyor, topraktan rızıklandırıyor. Bütün nimetlerini ve ziynetlerini tepsisinin üzerinde gezdiriyor.

Nitekim O'nun bir ism-i şerifi de "Vehhâb"dır. Hesaba gelmeyen her türlü nimetlerini, hiçbir karşılık beklemeden gayb hazinesinden daima ihsanda bulunuyor.

Gecesi, gündüzü, ayı, güneşi, insanı, hayvanı, cemâdâtı, nebâtâtı, mevcûdâtı... Hepsi o tepsinin üzerinde.

Biz o sahnede imtihandayız.

"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere bizi denemek için gönderdi. Fakat sen tepside kaldın, nimetlere daldın. Yaratan'ı bilmeye ve bulmaya çalışmadın.

Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:

"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor. Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)

Bu başkasından murad şeytandır.

Nankör insan sahnede olduğunu unuttu. Yaratan'ını gerçekten bilemedi ve bulamadı. Hazret-i Allah'ın yarattığı mülkün içinde Hazret-i Allah'ı arıyor. Bu bir cehalet değil midir?

Kimi "Göklerdedir." diyor. Kimisi ise "Arşurahman'dadır." diyor. Yani O'nun yarattığı tepside "Yaratan"ı arıyor.

Sen O'nu nasıl bilebilirsin? O'nu bilmen için O'nu bileni bulman lâzımdır. O'nu bileni bulmadıkça Hakk'ı nasıl bilirsin, Hakk'a nasıl varırsın?

"Âlemler"e gelince;

Âlemlerden murad; mevcûdiyeti düşünülebilen, Yaratıcı'nın varlığına delil teşkil eden, Allah-u Teâlâ'nın dışındaki canlı ve cansız, maddî ve mânevî, gözle görülen ve görülmeyen, bilinen ve bilinmeyen bütün varlıklardır. O bütün mevcudâtı yaratan ve terbiye eden Rabbü'l-âlemîn'dir, onların tasarruf ve hâkimiyeti kendi idaresinde bulunmakta olup, göklerin ve yerin sırlarını sadece O bilir.

Kur'an-ı kerim'de yetmiş üç yerde "Âlemîn" kelimesi geçmekte olup, bunların kırk ikisinde "Rabbü'l-âlemîn" terkibiyle anılarak Allah-u Teâlâ'nın bütün varlıkların ilâhı olduğu beyan edilmektedir.

Enbiyâ sûre-i şerif'inin 107. Âyet-i kerime'sinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in "Âlemlere rahmet" olduğu haber verilmektedir.

"Resul'üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)

Nasıl ki Allah-u Teâlâ Arş'tan bütün insanlara vücud ve hayat veriyorsa, mânevî hayat da yalnız ve yalnız "Rahmeten Lil-âlemin" olan, Allah-u Teâlâ'nın Resul-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm'dan gelir. Yani bir kimseye mânen ne verilmişse Allah-u Teâlâ'nın Nûr'u olan Resulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla verilmiştir. O mânevî hayat kaynağından hayat suyu gelmedikçe kişide hayat olamaz.

 

"Rahman" ve "Rahîm":

En güzel isimler Allah-u Teâlâ'nındır, o en güzel isimlerle O'na kulluk yapmak ve duâ etmek gerekiyor.

"O Rahman ve Rahîm'dir." (Fâtiha: 2)

"Rahman"; rahmet kelimesinden türemiş olup son derece merhametli demektir. Allah-u Teâlâ'nın sıfat ismidir, rahmeti ezelden ebede sonsuzdur. O'nun bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları yaratması, canlılara rızık vermesi, her şeyi yerli yerinde nizama koyması, sonsuz rahmetinin bir neticesidir. Hatta bu rahmet o kadar umumî ve şümullüdür ki, hak edip etmemesine, lâyık olup olmamasına bakmaz; mümin-kâfir, mûtî-âsî, âlim-câhil, çalışkan-tembel, haklı-haksız... ayırmadan rahmetini herkese her mahlûka şâmil kılmıştır.

"Rahîm" de aynı şekilde sıfat ismi olup; inanıp sâlih amel işleyenleri, verdiği nimetleri iyiye kullananları ahirette daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran demektir.

Dünyada inananı-inanmayanı, çalışanı-çalışmayanı ayırdetmeden bütün mahlûkatına sayısız dünyevî nimetler bahşedip, onları korurken; âhirette de inananı, çalışanı ayırıp onları cennet ve Cemâlullah ile mükâfatlandırması, işte bu "Rahîm" sıfatının bir neticesidir.

 

Din Gününün Sahibi:

Allah-u Teâlâ mülk ve melekûtun yegâne sahibi, mutlak hükümdârı olduğu gibi, O'nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığı ahirette de devam eder.

"O din gününün sâhibidir." (Fâtiha: 3)

"Din günü" her yapılanın karşılığının verileceği son gün demektir. O gün, kendi mülkünde tasarrufta bulunan mülk sahibi gibi tasarrufta bulunacak, tasarrufuna ortak olacak hiç kimse bulunmayacaktır. O vâdolunan gün mutlaka gelecek ve insanlar Allah-u Teâlâ'nın huzurunda hesaba çekilecekler, iyi ve kötü ne yapmışlarsa karşılığını mutlaka göreceklerdir.

"Bugün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah'ındır!" (Mümin: 16)

Soruyu soran da O, cevap veren de O...

Bir ortağı olmak şöyle dursun, her şey O'nun kahrına mahkûmdur. O gün bütün yetkiler O'nun elindedir.

Öyle bir hesap günü ki; inananla inanmayanı, itaatkârla isyankârı, şükredenle nankörü, zulmedenle zulme uğrayanı orada ayıracaktır. İyileri mükâfatlandırıp, kötüleri cezalandıracak, dilediğini bağışlayacaktır.

O gün hüküm günüdür, özür beyan etme günü değildir.

"O gün gerçek hükümranlık Rahman olan Allah'ındır." (Furkân: 26)

Dünyada geçici olarak emaneten mülk ve saltanat sahibi olanların hükümleri; ölümleri ile ellerinden alınır, yaptıklarının iyi ve kötü hesabı kalır. O gün O'ndan başka hiç kimse mülk sahibi değildir, dünyadaki gibi mülkleri de yoktur.

O gün tek hâkim O'dur. Hükmünde O'na hiç kimse, hiçbir şekilde ortak olamaz. Affetmek veya cezalandırmak bütünüyle O'nun kudret elindedir. Cezâlandırmak istediği bir kişiyi, kimsenin affetmeye gücü olmadığı gibi, affetmek istediği bir kişiye de kimsenin cezâ verdirmeye gücü yetmez. Başkasının işlediği bir günah bir kimsenin hesap defterine yazılmadığı gibi, hiç kimse işlediği günahın cezâsından fazlasına çarptırılmaz. Hiç kimseye zulmetmemesi O'nun şânındandır. Verdiği bir kararı hiç kimse değiştirmeye güç getiremez. Her işi adaletlidir, her hükmü hakkâniyetlidir.

 

Kulluğun Özü:

Mümin duâ ederken âlemlerin Rabb'i olan Allah'a gönülden yönelerek ve bağlanarak duâ eder.

"(Ey Rabb'imiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz." (Fâtiha: 4)

İbadet; tevâzu göstermek, itaat etmek, boyun eğmek, sımsıkı yapışmak, sarılmak, hiçbir surette bırakmamak mânâsına gelir. İbadet bir kulun kendisini Rabb'ine bağlaması, zikriyle fikriyle O'nda bulunması, O'nda yaşaması, kulluğunun gerektirdiği bütün vazifelerini yapması demektir. Kulluk en geniş mânâsı ile Allah-u Teâlâ'nın her takdirine rızâ göstermek ve teslim olmaktır.

Kulluk yüce bir makamdır. Kul o makamda huzurda bulunmanın saâdetine nâil olur.

Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz elinden tutarak: "Ey Muâz! Cidden seni seviyorum. Her namazın ardından:

'Ey Allah'm! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel bir şekilde ibadet etmek için bana yardım eyle!' diye söyleyegeldiğin duâyı bırakmamanı tavsiye ederim." buyurdu. (Müslim)

İbadette asıl gaye Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri'dir. Yardım dileme ise O'na tevessül etmektir. Allah-u Teâlâ yalnız kendisine ihlâsla ibadet etmemizi ve her işte yalnız kendisinden yardım dilememizi emir buyurmaktadır.

Kul: "Yalnız sana ibadet ederiz!" demekle şirkten uzaklaşmakta, "Yalnız senden yardım dileriz!" demekle de her türlü güç ve kuvvetten ayrılarak her işini Allah-u Teâlâ'ya dayandırmaktadır. Zira insan O'nun yardımı olmazsa, ne kulluk görevini yapabilir ne de diğer işlerini... Her iş ancak O'nun yardımı ile neticelenir.

Bu Âyet-i kerime kul ile Hâlik'ı arasındadır. Kul doğrudan doğruya Hâlik'ına münacaatta bulunmaktadır.

 

Sırât-ı Müstakîm:

Allah-u Teâlâ kendi zâtını bilmek ve doğru yolu bulmak için lütuf ve keremi ile kullarında muvaffakiyet halkeder. O kime hidayeti nasip ederse, yardım ederse, doğru yolu bulmuş olur. Hakk ile bâtılı, iman ile küfrü, doğru ile eğriyi, hayır ile şerri, güzel ile çirkini ayırır ve hakikate yönelir. Kimi de sapıklığı ile başbaşa bırakırsa, yardım etmezse, doğru yolu bulamaz.

Bunun içindir ki hayatın her safhasında dergâh-ı ulûhiyetten bu yardımı, bu muvaffakiyeti dilemek lâzımdır.

"Bize doğru yolu göster!" (Fâtiha: 5)

"Hiçbir eğriliği bulunmayan yol" mânâsına gelen "Sırât-ı müstakim"; Allah yoludur, İslâm'dır. Allah-u Teâlâ'ya vâsıl olmak için müşâhade ile neticelenen bir mücâhede yolu bulmak ve o yola ulaşmak demektir. Bunun için de Allah-u Teâlâ'dan yardım isterken Sırât-ı müstakîm'i göstermesi ve buldurması istenmelidir.

Sırât-ı müstakîm'e muvaffak olan bir kimse; Allah-u Teâlâ'nın kendilerine nimetler ihsan ettiği peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, sâlihlerin yoluna muvaffak olur.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'âm: 153)

Kul Allah'tan gayrı her şeyden yüz çevirmedikçe "Sırat-ı müstakîm"e ulaşamaz.

Bir kul gece ve gündüz, her an ve her durumda Allah-u Teâlâ'nın kendisini Sırat-ı müstakîm'de sâbit kılmasına muhtaçtır. Bu ihtiyacı her an çoğalmakta ve devam etmektedir. Bunun içindir ki her namazda ve hususiyetle diğer feyizli zamanlarda bu ihtiyaç: "Bizi doğru yola ulaştır!" diye Allah-u Teâlâ'ya arzedilmektedir. Yolun en büyüğü ve en güzeli, Allah-u Teâlâ'nın yardımının yoluna, insanı cennet-i âlâ'ya götürecek ve onun yüksek derecelerine ulaştıracak yola girmektir. Hiç şüphesiz ki doğru yolu bulmak, dünya saâdetine ve ahiret selâmetine ermenin kesin bir teminatıdır.

 

Nimet Verilenlerin Yolu:

Kulun Allah-u Teâlâ'dan isteyebileceği en büyük yardım, nimetler verdiği sevgili kullarının yürüdüğü yola kavuşmaktır. İnsanlar, kendilerini Hakk'a kılavuzlayacak, hakikate yöneltecek, himmet ve gayretlerini artıracak bu Allah dostlarına muhtaçtırlar.

"Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna eriştir." (Fâtiha: 6)

Bu yol Allah-u Teâlâ'nın bizzat desteklediği, kendilerine nimetler ihsan ve ikram ettiği, dünya saâdetine ahiret selâmetine ulaştırdığı Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın, Evliyâullah Hazerâtı'nın ve sâir müminlerin yoludur.

Allah-u Teâlâ onları derece derece hidayet, iman ve yakîn, ilim ve irfan, itaat ve teslimiyet nimetleriyle nimetlendirmiş, her türlü gösterişten uzak olan hakikat nuruyla nurlandırmıştır.

Yusuf Aleyhisselâm bir peygamber olduğu halde:

"Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat!" (Yusuf: 101)

Diye duâ etmiş ve bu dilek ile ahirete intikal etmiştir. Gerçekten de Allah-u Teâlâ'ya gönülden bağlı olanların can atacakları arzu ve gaye işte bu sondur.

"Hamd olsun Allah'a, selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına." (Neml: 59)

 

Gazaba Uğrayanların ve Sapanların Yolu:

Sırât-ı müstakim'e ulaştırması için Allah-u Teâlâ'ya niyazda bulunmak gerektiği gibi, dalâlet yollarına sapmamak için de duâ ve tazarruda bulunmak gerekmektedir.

"Gazaba uğramış ve sapmış olanların yoluna değil!" (Fâtiha: 7)

Adiyy İbn-u Hâtim -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"(Fâtiha'da geçen) 'Elmağdûb aleyhim = Allah'ın gazabına uğrayanlar' yahudilerdir, 'Eddâllîn = Sapıtanlar'da hıristiyanlardır." (Tirmizî)

Gazaba uğrayanlar ve lânetlenenler ehl-i kitap olan yahudilerdir, sapıklığa düşenler de yine ehl-i kitaptan olan hıristiyanlardır. Onlar Hakk'ı önce tanıdılar sonra terkettiler, Allah-u Teâlâ'ya lâyık olmayan sıfatlar yakıştırdılar, küfür ve sapıklıklarında inat ettiler. Kendilerine verilen sayısız nimetleri unuttular. İlmi de ameli de yitirdiler. Hakk yolunda olduklarını zannettikleri halde, aslâ o yolda olamadılar. Şeytanı dost edindiler, hevâ ve heveslerini ilâh edindiler. Ahireti unutup dünyaya daldılar. Bile bile Allah-u Teâlâ'nın hak dininden çıktılar. Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu ve onlara gazab etti.

Gazaba uğrayanlar ve sapıklığa düşenler onlar olduğu gibi, geçmiş devirlerde yaşamış olan ve onlar gibi gazaba uğrayan ve sapıklığa düşen kavimler de hiç şüphesiz ki bu hükmün içindedirler.

Bunların korkunç âkıbetlerinden ders almasını bilen müminler, aynı duruma düşmemek için bu Âyet-i kerime'de öğretildiği şekilde Rabb'lerine yönelirler ve son nefeslerine kadar bu naz ve niyazlarına devam ederler.

Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'de yahudilerin gazaba uğrama durumları ifade edilmiştir:

"Üzerlerine zillet ve meskenet, horluk ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu; çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberlerini öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, haddi aşıp aşırı gittikleri için bunu hak ettiler." (Bakara: 61)

Nankörlükleri, peygamberlerini öldürdükleri, isyana daldıkları, mütecaviz oldukları beyan edilmektedir.

"Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, zillet altında kalmaya mahkûmdurlar. Meğer ki Allah'ın ahdine ve insanların ahdine sığınmış olsunlar. Onlar Allah'tan bir gazaba uğramışlardır ve üzerlerine miskinlik (damgası) vurulmuştur." (Âl-i imrân: 112)

"Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah'ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah'ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar." (Bakara: 90)

Onların küfre sapmalarının sebebi kıskançlık ve büyüklük taslamak olduğuna göre, hor ve hakir kılınmakla onlara karşılık verilmiş oldu.

"Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi? Onlar Allah'ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle Tağut'a tapanlardır. İşte onlar mevki bakımından daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapmış bulunanlardır." (Mâide: 60)

"Allah'ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi? Onlar ne sizdendir, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar." (Mücâdele: 14)

Hıristiyanların sapıtmaları; kitaplarını tahrif ederek, Hazret-i İsa'ya ulûhiyet isnad etmeleri, Hazret-i Allah'ın tek'lik sıfatında sapmışlığa giderek üçlemeleri gibi sebeplerle haktan ayrılarak sapıtmışlardır.

"'Allah, Meryemoğlu Mesih'tir.' diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır." (Mâide: 72)

"Andolsun ki: 'Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.' diyenler kâfir olmuşlardır." (Mâide: 73)

"De ki: Ey kâfirler!

Ben sizin taptıklarınıza tapmam.

Benim taptığıma da siz tapmazsınız.

Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim.

Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz.

Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn: 1-6)

Fâtiha Sûre-i şerif'inin arkasından: "Duâmızı kabul buyur!" mânâsına gelen "Âmin" sözünü söylemek Sünnet-i seniye'dir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

"İmam namazda Fâtiha'nın bitiminde âmin deyince, siz de âmin deyiniz. Zira her kimin âmin demesi meleklerin âmin demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 435)

 

Mârifetullah:

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattığını beyan buyurduğu halde, insanlar O'nu hâlâ yarattığı mülkünün içinde arıyor ve zannediyorlar. Bu zanla hakikat hiçbir zaman anlaşılamaz.

Arşurahman, diğer bütün cisimleri kuşatan bir cisimdir. O ise Arşurahman'ı da kuşatmıştır.

"Allah herşeyi çepeçevre kuşatandır." (Nisa: 126)

Çünkü Allah-u Teâlâ her şeyi çepeçevre kuşattığından dolayı nereye baksan yanız O'nu göreceksin. Herkes O'nu bu mülkün içinde, mekânların içinde arıyor. Halbuki bütün mekânlar O'nda mekândır, O'nun mekânı yoktur.

Furkân sûre-i şerif'inde şöyle buyurulmaktadır:

"Rahman'dır." (Furkân: 59)

O'nun rahmeti bütün varlıkları kaplamıştır. Varlık ve hayat O'nun rahmetinin eseridir. Bütün kâinata Allah'ın arşından hayat ve vücud dağılmaktadır.

O "Rahman"dır, bütün âlemleri rahmeti ile kuşatmıştır.

Bunu da bilebilmen için hiç olduğunu ve bir maskeden ibaret olduğunu görmen lâzımdır. Ancak o zaman husule gelir.

Zira Âyet-i kerime'sinde:

"Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır." buyuruyor. (Nisâ: 126)

Sen ise onu da bilmiyorsun ve görmüyorsun.

"Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür. Üstelik iyice yolunu şaşırmıştır." (İsrâ: 72)

Bu dünyada Allah-u Teâlâ'nın âyet ve beyyinâtına karşı kör olan, hakikati göremeyen, hak rehbere uymayan kimseler âhirette de kördürler.

"Allah-u nûrus-semâvâti vel-ard" Âyet-i kerime'sinin sırrına ve esrarına mazhar olman için halkı Hakk'a götüreni bulman lâzımdır. Çünkü onu Hazret-i Allah tayin etmiştir.

Âyet-i kerime'sinde:

"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da var ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'râf: 181)

Hakk'a vardığın zaman, gerçeği öğrendiğinde, yalnız "O" olduğunu hem göreceksin hem de bileceksin.

Meğer hep O imiş, âlem bir tepsi imiş.

Allah-u Teâlâ Arş'tan bütün insanlara vücud ve hayat veriyor, mânevî hayat da yalnız ve yalnız "Rahmeten lil-âlemin" olan, Allah-u Teâlâ'nın Resul-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm'dan gelir. O hayat kaynağıdır. Her şeyin özü ve evvelidir. O sebebi mevcûdattır. O olmasaydı felekler yaratılmayacaktı. Hidayet rehberidir. Mânevi hayat odur. Onsuz mânevi hayat olmaz. Yani bir kimseye mânen ne verilmişse Allah-u Teâlâ'nın nuru olan Resulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla verilmiştir. O mânevî hayat kaynağından hayat suyu gelmedikçe hiç kimsede hayat olamaz.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Hamd, âlemlerin Rabb'i Allah'a mahsustur." (Fâtiha: 1)

O, bütün âlemlerin Rabb'idir. Âlemleri yoktan yarattığı için O'na "Rabbü'l-âlemîn" denilmiştir. Topraktan yaratıyor, toprağın üzerinde gezdiriyor, topraktan rızıklandırıyor. Bütün nimetlerini ve ziynetlerini tepsisinin üzerinde gezdiriyor. İçte O.

Bu âlemleri O yoktan var etti ve şekil verdi. Âlemlerin Rabb'i yalnız O'dur. Dilediği anda yaratır, dilediği anda yok eder. Yok iken yaratıyor, var iken yok ediyor.

Hücreleri yaratıp öldürdüğü gibi, kâinatı da yaratıp öldürüyor. Hücrelerini an be an öldürüp dirilttiğinden hiç kimsenin haberi yok, bütün kâinat da böyledir.

Dilediği zaman yaratıyor, dilediği zaman öldürüyor. Dirilten de O, öldüren de O. Bu tecelliyâttan âlemlerin hiç haberi olmaz. İnsanoğlu zannediyor ki kendisi var, O'na bakmaya çalışıyor. Ne kadar ters bir durum!

Halbuki gerek insan gerek kâinât yalnız bir perdeden ibarettir. Perdeyi kaldır O var. Perdeye "Ol!" diyor, perde oluyor. Yaratan O'dur. Yani O içte, sen dışta... Sen dıştasın, içtekini aramaya, perdede O'nu görmeye çalışıyorsun. Bu mümkün değildir. Sen bir perdeden ibaretsin, kâinât da bir perdedir. Perdeyi kaldır O var.

Sen âlemlerin içinde bulunduğun halde bu sözü söylersen, sözden ibaret kalır.

"Erden Hakk'a varmak gerek,

Varanları bulmak gerek."

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Sâdıklarla beraber olunuz." buyuruyor. (Tevbe: 119)

Dünyaya geliş sebebin budur. Nasibin varsa Hakk'ı bulursun. Bulamadın, bil ki zannında kaldın.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım." buyuruyor. (Zâriyat: 56)

O'nu bilmek, O'nu bulmak; O'nu bilerek ihlâs ile ibadet etmekle kaimdir.

Zira dikkat et! Hem "Elhamdü lillâhi Rabbil-âlemin" diyorsun, bütün âlemleri yarattığını söylüyorsun; fakat söylediğinin mânâsını aslında sen de bilmiyorsun. O'nu bilmediğin için, yarattığı mülkünün içinde Yaratan'ı arıyorsun.

O'nun İsm-i şerif'lerinden birisi de "Kayyum"dur. Her şeye hâkim olan, bütün varlıkları ayakta tutan, her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durması için sebepler ihsan buyuran O'dur. Her şey Hakk ile kaimdir.

İnsan "Rabbü'l-âlemîn" diyor amma ne söylediğini bilmiyor. O "Rabb"dır, âlemleri O yaratmıştır. Âlemler Allah değildir. O ayrı, O ayrıdır. Âlemler "Ol!" demekten ibarettir, Rabbü'l-âlemin "Ol!" diyor oluveriyor. Zerre de böyledir, kürre de böyledir. Her şey "Ol!" demekle olmuştur. Fakat Allah-u Teâlâ'nın ayrı, âlemlerin ayrı olduğunu kimse bilmiyor.

Binaenaleyh hem O'dur, hem O'ndandır. Her zerrede O'nun varlığı mevcuttur. Her şey ceset, O ise ruhtur. Nasıl ki sende bir ceset var. Allah-u Teâlâ'nın emri ile, ruhu ile duruyorsun. Kâinat da böyledir. Ruhsuz cesedin ne hükmü olabilir?

En ince sırlardan birisi; Allah-u Teâlâ'yı görmek, kabuk mesabesindeki kâinatı O'ndan ayrı görmektir. Ruh ile cesedin, yani öz ile kabuğun irtibatı, Hâlik ile mahlûkun irtibatı demektir.

"Elhamdü lillâhi Rabb'il-âlemîn" O âlemlerin Rab'bidir. "Ey bütün bu âlemleri yoktan var eden, nimetlere gark eden!" dediğin zaman, sen şimdi âlemlerin içinde kaldın, O ayrıldı. O ayrı, sen ayrı, âlemler ayrı.

"Yaratıcı yalnız sensin, kâinatı da böyle yarattın. Bu mahlûkatın içinde ben de varım." diyorsun.

Bu hakikat karşısında hakikat ehlininin durumuna gelince;

Onlar içindekini görür. Kabuğu ayrı, özü ayrı olduğunu görür. Kâinatın özü ile cesedin ayrı olduğunu görür.

Onlar "Elhamdü Lillâhi Rabbi'l-âlemîn" dedikleri zaman, kendilerinden zerre kalmaz. Niçin kalmaz? "Rabbü'l-âlemîn"i gördüğü için, her şeyin O'ndan olduğunu bildiği için kalmaz. Çünkü her şey O'nun "Ol!" emrine tâbidir, o kadar.

"Rabbü'l-âlemîn"i gördükleri zaman O husule geliyor.

Bir kar tanesi denize düştüğü zaman eriyip hiç olduğu gibi, onlar da Allah-u Teâlâ'nın tecellî etmesiyle hiç olurlar. O'ndan başka ilâh yok zaten.

Kendileri mahvoldukları için "Rabbü'l-âlemîn" deyince âlemleri yaratanı görür, kendisini görmez, âlemleri de görmez.

O'nu bulanlar Hakka'l-yakîn olanlardır. Allah-u Teâlâ bunları kendisi için yaratmıştır. Bunları Allah-u Teâlâ sevmiş, seçmiş, huzuruna almış. Onlar her şeyden fazla Allah'ı sever ve tercih ederler, Allah da onları sever. Allah'a varmış, varlığını ifnâ etmiştir. Ledünî ilme vâkıf olmuşlardır. Yani Hakk'a vâsıl olmuş, Hakk'ta fânî olmuşlardır. Onlar Hakk'ı sever, Hakk'tan gayrısından yüz çevirirler. Hep Hakk ile olmak ister, yaratılmışlara hiçbir zaman meyletmek istemezler. Yaratılmışlarla meşgul değiller, onları sevmezler.

Yaratan'ı görüyor, yaratılmışları biliyor. Allah-u Teâlâ onları yalnız kendisi için yaratmıştır. Bu yüzden başka bir şeyle uğraşmalarını istemez.

O, âlemleri yaratanı görüyor. Âlemleri görmek bile istemiyor. Çünkü zaten âlemleri Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurundan yaratmış, nuru da kendinden yaratmış. Ne büyük yaratıcı! Yaratanı gördüğü için yaratılana hiç kıymet vermez. Nazarı itibara almaz. Yaratan'ı görüyor, Yaratan'la meşgul, Yaratan'ın huzurunda.

Onlar Hakk'ı sever, Hakk'a iletir ve Hakk ile hüküm verirler.

Siz bu hakikati anlamıyorsunuz, anlasanız bile zâhirini anlıyorsunuz. Fakat tatbikata geçtiği zaman okuyamazsınız, ancak tariflerini okursunuz. Biz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle bunun kendisini okuruz.

O'nun varlığını kendimde hissetiğim, kendimi kaldırdığım zaman O çıkıyor.

Ben bildim, buldum... Ben yokum, hükümsüzüm. Ben zerre bir hakîrim. O da O'nun. Ben yokum O var. Kâinat da bilsin böyle olduğunu, kâinat da bulsun O olduğunu.

Benim hamdim O'na mahsus. O yarattı, O donattı. O bildiriyor, O gösteriyor. O yaratıyor, O yaşatıyor, aynı zamanda O yönetiyor.

"Elhamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîn" O öyle bir Allah ki, âlemlerin yaratıcısı ve mürebbisidir. Âlemler maske gibi hükümsüzdür. Çünkü "Ol!" emriyle oluyor, "Öl!" emriyle ölüyor.

Allah-u Teâlâ bu Ãyet-i kerime'nin sırrına kimi mazhar ederse, o bilir ve görür. Kişi Allah-u Teâlâ'nın boyası ile boyandığı zaman husule gelir.

En ince sır ilmi, sırların sırlarının özü bu üç noktadadır, mârifetullah ilminin hülâsasıdır. Bu noktayı kavradığınız zaman ilimlerin anahtarını kavramış olacaksınız.

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif'inde:

"De ki: O Allah birdir, Allah Samed'dir." buyuruyor. (İhlâs: 1-2)

O birdir, O yaratıyor, yarattıkları O'nun içindedir. Siz Hazret-i Allah'a dıştan bakıyorsunuz, ehl-i hakikat ise O'na içten bakıyor. Onlar derler ki "Her şeyi O kuşattı, ben içindeyim." Onlar "Ehad" deyince O'ndan başkasını görmezler.

Farz-ı muhal ki bir bardak var. Bu bardak hükümsüzdür, sahibi içine ne koyarsa, konulan şeyin hükmü olur. O "Samed" dir, her şey O'na muhtaçtır. Çünkü O yaratıyor, O yarattığı için her şey O'na muhtaç.

O sana hayat veriyor, O'nunla kaimsin. Sen ise hâlâ O'nu mülkün içinde zannediyorsun.

Bazı Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ'nın her şeyi yarattığı, bazı Âyet-i kerime'lerde her şeyi kuşattığı, bazı Âyet-i kerime'lerde ise kâinatı donattığı, her şeyin O'na muhtaç olduğu beyan buyuruluyor.

Her görünen şey O'na perdedir.

O Zâhir'dir. Zâhir O amma kimse O'nu görmüyor da perdeyi görüyor. Onu O yaratıyor, her şey O'nunla kaimdir. Sen de O'nunla kaimsin, yarattığı perde de O'nunla kaimdir. İnsanoğlu bunu bilmiyor.

 

 

[TOP]

11.10.7 ÂYETÜ’L-KÜRSÎ

Previous topicNext topic
ÂYETÜ’L-KÜRSÎ
 

“Allah O Allah’tır ki, Kendisinden Başka Hiçbir İlâh Yoktur.

O Hayy ve Kayyum’dur.
(Ezelî ve Ebedî Hayat ile Bâkidir. Zât ve Kemâl Sıfatları İle Her Şeye Hâkim Olup, Bütün Varlıklar O’nunla Kâimdir).

O’nu Uyuklama da Uyku da Tutmaz.

Göklerde ve Yerde Olanların Hepsi O’nundur.

O’nun İzni Olmadan, Katında Kim Şefaat Edebilir?

O, Kullarının İşlediklerini ve İşleyeceklerini Bilir.

O’nun Dilediğinden Başka, İnsanlar O’nun İlminden Hiçbir Şeyi Kavrayamazlar.

O’nun Kürsüsü Gökleri ve Yeri Kuşatmıştır.

Gökleri ve Yeri Koruyup Gözetmek Kendisine Ağır Gelmez.

O Öyle Yüce, Öyle Azametlidir.”

(Bakara: 255)

 

EN BÜYÜK ÂYET-İ KERİME
“ÂYETÜ’L-KÜRSΔ

 

Übey bin Kâb -radiyallahu anh- der ki:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana:
“Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Ben: “Allah ve Peygamber’i daha iyi bilir.” dedim.

Tekrar sordu: “Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?”

Cevap olarak: “‘Allahu lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül-kayyum’ âyetidir.” dedim.

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz eliyle göğsüme vurdu ve:
“Vallahi ilim sana mübarek olsun ey Ebu Münzir!” buyurdu.”

(Müslim: 810)

 

 

Niçin En Büyük Âyet-i Kerime?

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde en büyük Âyet-i kerime’nin Bakara sûre-i şerif’inde olduğunu haber vermiştir.

Çünkü bu Âyet-i kerime Allah-u Teâlâ’nın sıfat-ı ilâhî’sini, hakimiyet-i sübhânî’sini, azamet ve kibriyâ’sını en beliğ ve en güzel bir şekilde telkin ve tavsif etmektedir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Her şeyin bir şerefesi yani üst noktası vardır. Kur’an’ın üst noktası da Bakara sûresi’dir. Bu sûrede bir âyet vardır ki, o Kur’an âyetlerinin efendisidir. O Âyetü’l- kürsî’dir.” (Tirmizî: 2881)

Übey bin Kâb -radiyallahu anh- der ki:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana:

“Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Ben: “Allah ve Peygamber’i daha iyi bilir.” dedim.

Tekrar sordu:

“Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?”

Cevap olarak:

“‘Allahu lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül-kayyum’ âyetidir.” dedim.

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz eliyle göğsüme vurdu ve:

“Vallahi ilim sana mübarek olsun ey Ebu Münzir!” buyurdu.” (Müslim: 810)

Tamamı on cümleden ibaret olan Âyet-ül kürsî’de; Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyeti, O’nun Hayy ve Kayyum olduğu, uyuklama ve dalgınlık gibi beşerî sıfatlardan münezzeh olup kâinatı kendi tasarrufunda bulundurduğu, O’nun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, hayat sırrı, ilim sırrı, ilminin geçmişi ve geleceği kuşattığı, hâkimiyet sırrı, kudretinin gökleri ve yeri kapladığı ve Zât’ının çok yüce olduğu bildirilerek Tevhid inancının esasları açık bir şekilde ifade edilmiştir.

 

Hayy ve Kayyûm:

Hazret-i Kur’an’ın en büyük Âyet-i kerime’sinin sırrını açacağız ve izahını yapacağız. Bu sırları açmakla, birçok hususlarda ne demek istediğimizi bir nebze olsun anlamış ve kavramış olacaksınız.

Allah-u Teâlâ buyurur ki:

“Allah o Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.” (Bakara: 255)

Âyet-i kerime’de geçen “Hû” maskedir, yarattığı bütün mevcûdat bir maskeden ibarettir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir. Bu maske bütün mevcûdâtı içine alıyor. Var olan O’dur. Herkes maskeyi görüyor, O’nu görmüyor.

“Lâ ilâhe”; O’ndan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O’dur. Bu yarattıkları Allah değildir, hepsi de “Lâ”dan ibarettir. Çünkü “Lâ” dediğin zaman “Onlar Allah değil” diyorsun. Bu maske de “Lâ”dan ve “Ol!” emrinden ibarettir. Her yarattığı şeye sadece “Ol!” diyor, o da dilediği şekilde oluveriyor. Ne dilemişse o oluyor. Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. Herşey O değil, fakat hiçbir şey de O’ndan ayrı değil.

Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O’na mahsustur. Her cihetten tektir. Varlığının başlangıcı yoktur. Varlığı daimîdir, nihayete ermez.

Varlığına şahit yine kendi varlığıdır. Her varlık O’nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O’nunla var olmuştur.

“O Hayy ve Kayyûm’dur.” (Bakara: 255)

Hayy: Ezelî ve ebedî hayat ile berhayattır. Ezelden ebediyete kadar bütün hayat ve ebedîlik O’nun zâtı ile kâimdir.

Kayyûm: Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O’nunla kâimdir.

Allah-u Teâlâ kendi Zât’ı ile hayattadır, yarattıkları ise O’nun hayat vermesi ile, O’nun kudreti ile yaşamaktadırlar. Her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durmak için sebepler ihsan buyurmuştur. Hayy ve Kayyum ancak O’dur. Ancak O var, O yaratıyor, her şey O’nunla kâimdir. İnsanların akılları ve ilimleri bu noktayı kavrayamadığı için yeri görür, göğü görür, amma Hakk’ı göremez. Görmesi de mümkün değildir. Tutulanlar görülüyor da, tutan görülmüyor.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de:

“Açlığa devam et beni görürsün. İnsanlardan uzaklaş bana kavuşursun.” buyuruyor.

Demek ki görülüyormuş.

Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri:

“Ben Allah’ımı gördüm, başka bir şey görmedim.” buyurmuştur. Yani “O’ndan başka bir şey yok ki onu göreyim.”

Demek oluyor ki Allah-u Teâlâ dilediği kimseye esrârını bildiriyor.

O’ndan başka varlık yok zaten, hepsi de “Lâ”dan ibarettir. Bu gördüğünüz kâinat ve içindekiler nur malzemelerinden yapılmıştır ve “Ol!” demekle olmuştur.

Maskeyi kaldıran Zât-ı kibriyâ kendi varlığını ortaya koyuyor ve: “Var olan her şeyi ben yaratıyorum, benim kudretimle ayakta duruyor, her şey benimle kâimdir.” diyor.

Görebilen bunu da görebiliyor.

Meselâ bir insan, elinde bulunan şeyi bilir. Allah-u Teâlâ âlemleri öyle tutuyor ve öyle biliyor. Bütün yarattıklarını muhafaza etmesi, tutması, gözetmesi, yaşatması yalnız O’na mahsustur. O tuttuğu için O her şeye hâkimdir, her zerre O’nun varlığı ile kâimdir. O’nun varlığı her şeyi kuşatmıştır, hükmünde hikmet sahibidir.

Dikkat ederseniz bir damla kerih suyu kan pıhtısından cenin haline getiriyor. Fakat o cenin ölüdür. O yaratıyor amma o cenin başlangıçta cansızdır. Sonra ona ruh veriyor ve cenin canlanıyor. Ne oldu şimdi? Hayy ve Kayyum olan Allah onu yarattı, o O’nunla kâim oldu. Bir et parçası idi, cansız ve hareketsizdi. Ona “Ol!” dediği zaman O’nunla hayat buldu, canlandı, mukadderâtı da o anda yazıldı. Âdem Aleyhisselâm da bu şekilde “Ol!” demekle canlanmadı mı? İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.

Her zerreyi yaratan, kürreyi de donatan O’dur. O hem yaratıyor, hem de yönetiyor. Zira O Ehad’dır. Yarattıkları hem O’nunla kâimdir, hem de O’na muhtaçtır.

Allah-u Teâlâ hem yaratıyor, hem donatıyor, hem de tutuyor. Bu yaratmayı ve donatmayı yarattıkları yapabilir mi? Hayır yapamaz. O halde vücud O, mevcud O...

Maskenin altındakini gören maskeye itibar etmez. Onlar “Lâ”dan ibarettir, maske ilâh değildir.

Meselâ sen zannediyorsun ki sen sensin. Hayır! Sen “Ol!” emrinden ibaretsin.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Resul’üm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki: Ruh Rabb’imin emrindendir.” (İsrâ: 85)

Her şey seni yaratan Rabb’inin emrinden ibarettir. Amma sen bilmedin, bilemedin.

Ne güzel yarattı, âzâlarıyla donattı, en güzel bir biçim verdi. Öyle ki bu durum karşısında sen de kendini müstakil zannettin.

Ve fakat ruhunu çekince, verdiğini alınca, hani sen sendin?

Sen de O’nunla kâimsin, bütün yarattıkları da O’nunla kâimdir, amma O görülmüyor. Sen yarattıklarını görüyorsun ve orada kalıyorsun, kendi kendini de aldatmış oluyorsun.

Ve fakat O’nu gören, yani Allah-u Teâlâ’yı gören, O’nun gösterdiği kadar her şeyin hakikatini görür. Bir perdeden, bir kabuktan, bir örtüden ibaret olduğunu görür. Meğer O’nu örten hep bir örtü imiş.

Allah-u Teâlâ bir kulunun kalp kilidini açtığı ve içeride O’nun olduğunu gördüğü zaman; işte o zaman o kul da görür ki gerek kendisi ve gerekse yarattığı bütün âlemler hep O imiş. Her şey bir perdeden, bir kabuktan ibaret imiş, hepsi de “Ol!” emrinden husule gelmiş.

Hazret-i Kur’an’ın en ince noktası Âyet-ül kürsî ile İhlâs-ı şerif’tir. Bu sırrı bilebilmek için Allah-u Teâlâ’yı görmek şarttır. O’nu görmeyen kimse ne bilir, ne de hafsalası alır. Duysa da yine bilmez. Ne ilmi yeter, ne de aklı yeter. Çünkü aklın da ilmin de “Ulül-elbâb”ına dayanan bir husustur. “Ulül-elbâb” Allah-u Teâlâ’nın duyurması ve göstermesi ile husule gelen akıldır. Bu noktaya gelen kimsenin aklı da ilmi de durur. Bu sahaya hiçbir ilim giremez.

Şu kadar var ki Evliyâullah’tan bazı zevât-ı kiram bu hususa işaret etmişlerdir.

Nitekim Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fethü’r-Rabbânî” adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

“O öyle bir kuldur ki, Hakk’a vâsıl olmuş, O’nu görmüş ve mâsivâ denen Hakk’ın zâtından gayrı şeyleri bilmiştir.” (60. Meclis)

Onlar bu hususu görerek ve bilerek konuşuyorlar. Allah-u Teâlâ’yı gören, gösterdiği kadar bilir, başkasına şâmil değildir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem-i veli hakkında bin küsur sene önce “Hatmü’l-Evliyâ” ismiyle müstakil bir eser yazmış ve onun Allah-u Teâlâ’nın hususi himayesinde olacağını, O’nu göreceğini ve O’nunla konuşacağını açıklamıştır.

Eserin yirmi birinci bölümünde şöyle buyurmaktadır:

“Sonra başka bir mertebeye yükselir, o da Heybet ve Üns’tür. Heybet O’nun celâlindendir, Üns ise O’nun cemâlindendir. O’nun celâline baktığında korkar ve toplanır. Şayet onu bu şekilde bırakırsa bütün işlerinde âciz olur, atılmış bir elbise gibi olur veya ruhsuz bir vücut olur. O’nun cemâline baktığında bütün damarları sevinçten dolup taşar. Şayet onu bu şekilde bırakırsa nefsi coşar ve sınırı aşar. Heybet onun şiârı, Üns ise onun elbisesi olur. Böylece kalbi dosdoğru olur ve nefsi sevinir. Sonra onu başka bir mertebeye yükseltir. O mertebe ‘İnfirad billâh’ yani ‘Allah ile kalma’dır.”

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nevâdirü’l-Usûl” adlı eserinde ise velâyet mertebelerinin en üst derecesine vâris olan Hâtem-i veli’nin vasıflarını bir bir beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

“Ehlullah’ın bir kısmı en yüksek velâyet derecesine sahip olur. Bu kimse, Allah-u Teâlâ’nın, kendisini velâyeti için seçip kullandığı bir kuldur.

O Allah-u Teâlâ’nın kabzasında (hususi himayesinde) hareket eder, O’nunla konuşur, O’nunla görür, O’nunla tutar, O’nunla anlar.” (Nevâdirü’l-Usûl, cilt:1, sh: 339)

İlmin sonu Hazret-i Allah’a dayanır. Bu ilme “İlm-i billâh” denildiği gibi, “Ledünî ilim” de denilir.

Bu ilme mazhar olan Hakk’ı görür, Hakk’tan görür. Ve fakat Allah-u Teâlâ’nın tecelliyâtının sonu yoktur.

“Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez.

Şüphe yok ki Allah Azîz’dir, hikmet sahibidir.” (Lokman: 27)

Kelimât-ı ilâhiye’nin sonu yoktur. Çünkü O’nun ilmine ve hikmetine sınır konulamaz, iradesini dilediği şekilde kullanır. Kayıt ve hudut tanımaksızın hükmünü icrâ etmektedir.

Hakk’ı gören ise Cenâb-ı Vâcib’ül-vücud Hazretleri’nden başka hiçbir şey görmez. Yani Allah-u Teâlâ’yı gören, O’ndan başka bir şey görmez ve görmek de istemez. Zira her şey “Lâ”dan ibarettir. “Lâ mevcûde illâllâh” tevhidinin sırrına vâkıf ettirdiği kimseler hem görür, hem söyler, hem de o hâl ile yaşarlar. Her hâl ve kâllerinde hikmet-i ilâhî mevcuttur. Birer numunedirler, birer Hakk adamı, Hakk dostudurlar. Onlar O’nun himayesinde, tasarruf-u ilâhiyesindedirler. O’nun gözetimi altında iş ve icraat yaparlar.

İmam-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Ayrıca Allah-u Teâlâ ile karşılaşmanın, O’nun cemâl-i bâkemâline bakmanın ve O’na mânen yakınlaşmanın ne demek olduğunu da anlar.” (İhyâ-u ulûmi’d-din)

Çok iyi anlar. Çünkü Allah-u Teâlâ öyle buyuruyor. Öyle tecellî ediyor, öyle husule getiriyor ki, oradan anlıyor. Bu, mahlûkun Hâlik’ına yaklaşması değildir. Hakk’ın mahlûkuna tecelliyatıdır. Hâlik tecellî edecek ki, o vâkıf olacak. Mahlûkun yeri değil orası. Oysa O’na her şey kolay.

 

Vâhidiyet ve Samediyet:

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Allah bir tektir.” (İhlâs: 1)

Allah-u Teâlâ müstakil bir vücuttur. O’ndan başka hiçbir mevcut yoktur.

Fakir “Kul hüvallahu ehad” dediğim zaman O’nu zikrediyorum, ismini zikretmiyorum. Ehad dediğim zaman Ehad’ı görmem lâzım.

“Allah Samed’dir.” (İhlâs: 2)

Ehad O, yarattığı her şey O’nunla kâim olduğu için her şey O’na muhtaçtır. Var olan yalnız O’dur, Ehad yalnız O’dur, başka Ehad yok. Bütün varlıklara “Ol!” demekle bir sûret, bir şekil vermiş, var etmiştir. Yer görülüyor, gök görülüyor, insan görülüyor. Murad ettiği gibi tecellî etmiş, bir sûretle görülüyor. Amma O’ndan başka Ehad yok.

Olanlar da O’nunla var olmuştur. Biz Hazret-i Allah’ı görürüz, yaratılanları öyle görürüz. O’ndan başka hiçbir şey yok.

İnsan Allah-u Teâlâ ile kâim olduğu halde bunu bilmiyor. O varlığını çektiği zaman leş oluyor. Hani sen vardın? Sen de böylesin, bütün varlıklar da böyledir.

“Doğurmamış, doğurulmamıştır.” (İhlâs: 3)

Zira doğma ve doğurma yarattıklarına âittir. O Allah ki vardır, müstakil var olan O’dur, varlıkları yaratan O’dur. O’ndan başka müstakil ne vücud var, ne de mevcud. O, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.

“Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.” (İhlâs: 4)

Hiçbir dengi ve benzeri olmamak yalnızca O’na mahsustur.

Hülâsa olarak; her şey O’nunla kâim, sen de O’nunla kâimsin, zerre de, kürre de, her şey O’nunla kâimdir, O’nunla ayakta duruyor.

Kişi Âyet-ül kürsî’yi okuyor amma, kendinin O’nunla kâim olduğunu ve kâinatın da O’nunla kâim olduğunu bilmiyor.

Bu sebepledir ki, en büyük Âyet-i kerime budur.

Müfessirler bu Âyet-i kerime’yi açıklarken: “Her şey O’nunla kâimdir.” demişler, fakat: “Sen de O’nunla kâimsin.” dememişlerdir. Çünkü mânevî, bâtınî noktaların da zâhirinde kalmışlardır.

Mârifetullah ehli Allah-u Teâlâ’nın öğrettiğini bilir. O öğrettiği için ve herkese ayrı ayrı tecellî ettiği için o bilgi kimsede bulunmaz.

Her şeyi O’nun yarattığını ve her şeyin O’nunla kâim olduğunu ancak hakikat ehli bilir ve görür. Amma sizin bildiğiniz göz ile değil de, O’nun gösterdiği göz ile hem görülür, hem bilinir. Yoksa bir beşer gözü ile değildir.

İnsan Allah-u Teâlâ’nın yarattığı ve donattığı bütün âlemlerin “Lâ”dan ibaret olduğunu görmedikçe hiçbir zaman “İlâh”ı, yani Allah-u Teâlâ’yı göremez ve lâyık-ı veçhile bilemez. Bilgileri zandan ibarettir, bu böyledir.

Âyet-i kerime’sinde:

“İçinizde... Görmüyor musunuz?” buyuruyor. (Zâriyat: 21)

Bu bir Allah kelâmı değil midir?

Sen bu hakikati anlamıyorsun diye bu Âyet-i kerime’yi beyan etmeyelim mi? Senin gözün körse güneşin suçu nedir? Hakikat budur, ilâhî hüküm böyledir.

Bu hitâb-ı ilâhî yalnız insana değil, zerreden kürreye kadar yarattığı ve donattığı bütün âlemlere O’nun hitâb-ı ilâhî’sidir.

Gerçek Mürşid-i kâmil O’nu gördüğü zaman, kâinatın bir maske olduğunu görür. Maskeyi de görür, maskeyi kaldıranı da görür.

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz süflî arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah’ın üzerine düşerdi.” (Tirmizî)

Demek ki Allah-u Teâlâ kime gösterirse o görüyor.

O’ndan başka hiçbir şey yok ki düşsün! Ötekiler “Ol!” ve “Öl!”, işte bundan ibarettir. Düşen O’nun üzerine düşer.

O her şeyin takdirini dürmüş, şeklini şemâlini vermiştir, ondan sonra “Böyle ol!” demiştir, o da dilediği şekilde oluvermiştir. O görünenleri öyle murad ettiği için öyle göstermiş. Demek ki O var, O’ndan başka birşey yok, O’nun hükmünden başka birşey yok.

Her şeyi O tutuyor, O yaratıyor, O öldürüyor. Fakat insan tutulanı görüyor da tutanı görmüyor. Yani yaratılmışları görüyor da Yaratan’ı görmüyor.

Fakir der ki: “Siz Allah-u Teâlâ’nın tuttuğu şeyi görürsünüz, Elhamdülillâh biz tutanı görürüz. Yaratan’ı gördüğüm için, bu yaratılanların bir perdeden ibaret olduğunu görüyorum.”

Bu beyanlar duyanlar içindir, işitenler için değil. Kime ne duyurdu ise o anlar. İyi bilin ki, bunların hepsi Allah-u Teâlâ’nın göstermesiyle, bildirmesiyle, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nur ışığı ile görerek ve bilerek söyleniyor.

Sakın bu ilme dalmayın. İlminiz ve aklınız yetmez. Yetmediğine göre inkâr yollarına kalkışmayın. Evliyâullah’ın beyanlarını inceleyin, onlara itimat edin ve kurtulun. Bütün delilleri önünüze sürüyorum, oku ve geç, anlamaya kalkışma.

Bu sırlar niçin anlaşılmıyor?

Bu hususta bir Âyet-i kerime arzedelim:

“Yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratan Allah’tır. Allah’ın fermanı bunların arasından iner ki, böylece Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talâk: 12)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhüma- Hazretleri buyururlar ki:

“Eğer bu Âyet-i kerime’nin size tefsirini yapacak olsam, beni mutlaka taş yağmuruna tutarsınız.”

Size bu anlatılanlar sanmayın ki bilinmiyor. Allah-u Teâlâ fakire öyle bir üslup vermiş ki, İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri’nin buyurduğu mevzuları açıyoruz da kimse farkında değil. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri yerleştirdiğimiz için, o söylediğimiz söz kayboluyor. Kişi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i görüyor, o mevzuyu unutuyor. Sizin anlayacağınız şekilde açıldığı için şaşkınlık yapmıyor. Yoksa kapalı tuttuğumuz yerler çok azdır.

Zerreden kürreye kadar her şey her şeyi kuşatmıştır. Kimini zar ile kuşatmış, kimini deri ile, kimini kabuk ile...

Yani Allah-u Teâlâ her zerreyi bir şey ile çevirmiştir. Yer de böyledir, gök de böyledir. Arşurahman ile de her şeyi kuşattırmıştır. Allah-u Teâlâ ise her şeyi kuşatmıştır, bütün âlemleri çepeçevre çevirmiştir.

İşte bunun ispatı:

“Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır.” (Nisâ: 126)

Çünkü Allah-u Teâlâ her şeyi çepeçevre kuşattığından nereye baksan yalnız O’nu göreceksin.

Herkes O’nu bu mülkün içinde, mekânların içinde arıyor. Halbuki bütün mekânlar O’nda mekândır, O’nun mekânı yoktur.

İyi bil ki O’nu gören, O’ndan gören, bütün âlemlerin bir kabuk, bir perde, bir maskeden ibaret olduğunu görür ve bilir.

“Yüzünüzü hangi cihete çevirirseniz çevirin, vech-i ilâhî oradadır.” (Bakara: 115)

Çünkü:

“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nûr: 35)

O’ndan başka ne vücud var, ne de mevcud var. Gösterdikleri bunu görüyor, böyle olduğunu da biliyor. Amma sen “Lâ”da kaldın, yeri göğü gördün, orada kaldın. O’nun nuru olduğunu göremedin ve bilemedin. Aslı O’dur, perdede başkası görülür. Mevcûdat O’nun nurundan birer nurdur.

Gösterdikleri bunu görüyor, böyle olduğunu da biliyor. Hem görüyor, hem biliyor. Amma sen hem görmüyorsun, hem bilmiyorsun.

Bunu neden kavrayamıyorsunuz?

İlminiz ilmel-yakîn, aklınız da akl-ı meaş olduğu için kavrayamıyorsunuz.

Bu Âyet-i kerime’nin tecelliyâtına nerede mazhar olunur?

Kişi Allah-u Teâlâ’nın içinde olduğunu gördüğü zaman,

Kendisinin bir maskeden, bir paçavradan ibaret olduğunu anladığı zaman,

Mükevvenâtı kendi nurundan yarattığını ve donattığını gördüğü zaman, bu Âyet-i kerime’nin sırrına ve tecelliyâtına mazhar olur.

Çünkü nurundan “Nur”unu yarattı, o “Nur” ile mükevvenâtı donattı. Bütün bu sır bunun içindedir. Hep nur... Yer de nur, gök de nur, taş da nur, toprak da nur.

Ancak bu tecellîyata kimi mazhar ederse, O’nu hem görür, hem de bilir. Çünkü o kendisini görmüyor, Hakk’ı görüyor, Hakk’tan görüyor.

O’nun göstermesiyle, O’nun bildirmesiyle bu mümkün olur. Zan ilmi kati surette buraya erişemez. Birçok velilere dahi bu tecellîyat verilmemiştir.

Eğer bu noktayı bir kavrayabilirsen, göklerin ve yerin nur olduğunu gözünle göremesen de, inanmakla kurtulmuş olursun.

Vaktaki içinde O olduğunu gördüğün zaman, kendinin bir maskeden, bir örtüden, bir paçavradan ibaret olduğunu gördüğün zaman; bir de bakarsın ki, meğer nurundan “Nur”unu yaratmış, o “Nur” ile mükevvenâtı donatmış.

Yani bu mükevvenâtın malzemesi nur.

Nitekim Âyet-i kerime’sinde:

“Resul’üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyuruyor. (Enbiyâ: 107)

Bu “Nur”un sayesinde âlemlere rahmet ve hayat veriyor. Âlemlerin hayat bulması o “Nur” sayesindedir. Çünkü onu âlemlere rahmet için yaratmıştır. O bir hayat kaynağıdır, hayatı ondan fışkırttı. Hem “Rahmeten Lil-âlemîn”dir, hem de “Ebu’l-ervah”tır.

O “Rahmeten Lil-âlemîn” olduğu için âlemdeki her zerre nasibini ondan alıyor. Ay da, güneş de, yer de, gök de, her şey o nurdan alıyor. Nereye baksan o nur. Ona verildiğinden ötürü kâinat ona muhtaçtır.

Görebilenin onu bu çizgide görmesi lâzımdır, fakat bu çizgide kaç kişi görebiliyor?

 

O Tutuyor, O Yaşatıyor:

Zerreden kürreye kadar yarattığı her şeyi tuttuğuna en belirgin bir misal olmak üzere Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Üzerlerinde kanat çırpıp duran kuşları görmüyorlar mı? Onları havada tutan Rahman’dan başkası değildir.

O her şeyi görmektedir.” (Mülk: 19)

Uçarken kolaylık için kanatlarını açıp örtmeyi ilham eden, uçan her kuşu havada tutan, onları iri cüsselerine rağmen yere düşmekten koruyan, rahmeti bütün kâinatı kaplamış olan yaratıcı Rahman’dan başkası değildir.

Sadece kuşlar değil; insanları da, her şeyi tutan O’dur. Kâinattaki her şey O’nun murakabası altındadır. Kudret elini çektiği zaman düşer kalırlar.

Bu muhteşem kâinat Allah-u Teâlâ’nın izniyle ayakta durmaktadır. Gökleri ve yeri tutup zevalden koruyan, ortaksız olarak takdir ve tedbir eyleyen O’dur.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor.” (Fâtır: 41)

Onların belirli vakitlerden önce yok olmalarını istemediği için muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar.

“Andolsun ki eğer nizamları bir bozulacak olursa, onları kendinden başka kim tutabilir?” (Fâtır: 41)

Göklerin ve yerin, oldukları şekilde devamlarını sağlamaya O’ndan başka kimsenin gücü yetmez.

“Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmemesi için O tutar.” (Hacc: 65)

Mevcut düzen ilâhî kudretin tezahürüyle kurulduğu gibi, yine o ilâhî kudretin tecellisi ile bozulacaktır.

 

Hakk’ı Gören Kendini Görmez,
Kendini Gören Hakk’ı Göremez:

Var olan Allah-u Teâlâ’dır. Herkes maskeyi görüyor, O’nu görmüyor. Her görünen şey maskedir, O’na perdedir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Hiçbir göz O’na erişemez, ihata ve idrak edemez. Fakat O bütün gözleri ihata eder.” (En’âm: 103)

Baş gözü Allah-u Teâlâ’yı göremez. Fakat O, kalp gözünü açtığı zaman, kişi O’nu da görür, O’nun gösterdiklerini de görür.

Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanı ile insanın da kâinatın da bir maske olduğunu açklıyor.

İnsan bir maske takarsa maskeyi görürsün. Fakat o bir kâğıt parçasıdır, çıkardığın zaman aslını görürsün. Bu da böyledir. Eğer Hakk’ı görürsen, kâinatın bir maske olduğunu görürsün, maskeye hiç değer vermezsin. Maskeyi çıkardığın zaman hiçbirinin hükmü kalmaz.

İşte Hazret-i Allah budur.

Gerçek Mürşid-i kâmil O’nu gördüğü zaman, kâinatın bir maske olduğunu görür. Maskeyi de görür, maskeyi kaldırdığını da görür.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Biz ona iki göz vermedik mi?” (Beled: 8)

Allah-u Teâlâ insana bir baş gözü bir de kalp gözü vermiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Her insanın kalbinin iki gözü vardır. O gözlerle gaybı kavrayabilir. Allah bir kuluna hayır murad ederse, gözünün göremediği şeyi görebilmesi için kalbinin gözlerini açar.” buyurmuşlardır.

Siz perdeyi ve perdenin üstündekileri görüp O’nu görmüyorsunuz. Fakat içinde olanı gören ve bilen var. İçinde olanı gören ve bilen, yalnız O’nu görür. Kâinatın da, kendisinin de, perdenin de hükümsüz olduğunu bilir. Fakir bunu bir cümle ile ifade ederiz:

“Allah-u Teâlâ’yı gören kendini görmez, kendini gören Allah-u Teâlâ’yı göremez.” Bütün esrar işte bu noktadadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Size Rabb’inizden basiret (kalp gözü) gelmiştir. Kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir.” (En’âm: 104)

Göze göre “Görme” ne ise, kalbe göre “Basiret” de odur.

Gözlerin görmesine sebep olan görme nuruna göz denildiği gibi, kalbin görmesine sebep olan kalp gözüne de basiret denilir.

Basiret; Allah-u Teâlâ’nın subûtî sıfatlarından biri olan “Basar”ın kullarındaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olanların gözlerinden perde kalkar. İnsanın dış âlemi gören bedendeki iki gözüne karşılık, kalbin de iç âlemi gören gözü vardır ve buna “Mârifet gözü” ve “Kalp gözü” gibi isimler verilmiştir.

Allah-u Teâlâ Haşr sûre-i şerif’inin 2. Âyet-i kerime’sinde bu basiret sahiplerini “Ulü’l-ebsâr” olarak vasıflandırmaktadır.

Basiret Allah-u Teâlâ’nın mümin kulunun kalbine attığı öyle bir nurdur ki, bu nur sayesinde hakikati kavrar.

İnsanların hakikati görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an-ı kerim âyetlerine “Basiretler” mânâsına gelen “Besâir” denilmiştir. (A’râf: 203 ve Kasas: 43)

Kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında da “Körler” gibi tabirler kullanılmaktadır. (Bakara: 18)

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir.” (Hacc: 46)

Asıl körlük göz körlüğü değil kalp körlüğüdür. Bu körlükteki zararın sınırı ve sonu yoktur.

Allah-u Teâlâ “Hakikat”ı apaçık ortaya koyar, duyurmak istediklerinin basiretlerini açar, duyurmak istediğini duyurur, göstermek istediğini gösterir. Diğer taraftan da lâyık olmayan gözlere göstermez, basiretlerini bağlar, körlük ve karanlık içinde bırakır.

Gerçek mürşidin Hazret-i Allah olduğunu O’nun bana ilham ettiği üslupla âcizâne o kadar sade bir şekilde anlatıyorum ki, anlamamanız mümkün değildir. Fakat anlamıyorsunuz, çünkü aklınız orada değil, nefsiniz o mertebede değil.

Basiret sahiplerine gelince, Allah-u Teâlâ onların gözlerini açmış, hakikati göstermiştir.

Hülâsa olarak arzetmek istediğimiz şu ki; zâhirî ilmi halk öğretir, bâtınî ilmi Hakk öğretir. Zâhirî ilim tahsil edildikçe insanın bilgisi artar, Allah-u Teâlâ öğrettikçe insanın hakikat bilgisi artar.

 

Uyku ve Uyuklama:

O öyle bir “Hayy” ve “Kayyum”dur ki, Zât-ı Akdes’ine hiçbir eksiklik ve gaflet ulaşmaz, mahlûkatından aslâ gafil kalmaz. Mükevvenatın her haline dâima vâkıftır.

“O’nu uyuklama da uyku da tutmaz.” (Bakara: 255)

Yarattığı bütün âlemleri tuttuğu için, âlemlerin varlığı O’nunla kâim olduğu için O’nda ne bir uyuklama, ne de uyku aslâ düşünülemez.

Şoför direksiyonda uyursa ne olur? Bütün âlemleri yaratan, yaşatan, ayakta tutan Allah-u Teâlâ uyuklamaz, O’nu uyku da tutmaz. Bir an için uyuklamış olduğu farzedilse, böyle bir durum bütün kâinatın yok olmasına vesile olur.

 

O’nun ve O’ndandır:

Mülk Allah-u Teâlâ’nındır. Mülkünün hem sahibi, hem hükümdarıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hâkimiyetinde, mülkünde hiç kimse O’na ortak değildir.

“Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur.” (Bakara: 255)

O, göklerde ve yerde, ikisi arasında olan her şeyin sahibidir. Melekler, insanlar, cinler, ne varsa hepsi O’nun mülküdür, yarattığı ve yönettiği varlıklardır. Her birisinde yegâne mutasarrıf O’dur. Hepsi O’nun idaresi, gücü ve hâkimiyeti altındadır. Dilediğini var eder, dilediğini yok eder. Ululuğu ile göktekileri yere indirir, inâyet nuru ile yerdekileri göklere çıkarır.

O’nun mülkünde ancak O’nun emirleri ve kudreti hüküm sürer. Takdirine ve tedbirine hiç kimse karşı gelemez. Bu muazzam ve muhteşem nizamın binlerce seneden beri hiç şaşmadan devam edegelmesi, ancak ezelî ve ebedî bir yaratıcının hikmeti mucibince mümkün olmaktadır.

 

Yaratmak Allah-u Teâlâ’ya Mahsustur:

Yaratmak; olmayanı, bilinmeyeni ortaya koymak, hiç yoktan var etmektir. Bu da yalnız Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.

Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden, her yarattığını birbirine uygun, yeni bir icat ile numunesiz olarak yaratan O’dur.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer: 62)

Her şeye ihtimamla bir şekil ve hususiyet verir, düzenler ve en güzel bir biçimde terkip eder. Yarattığı şeylerde güzelliğinin kemâlini gösterir.

Bir şeyi yaratmak istediğinde; onu düşünüp tasarlamaya, zamana, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. Kâinatı ve içindeki her şeyi misilsiz, benzersiz yaratmıştır. Her şeyin en güzelini, en güzel hikmetlerle yaratan O’dur. İnsanların yaptığı, sadece O’nun verdiği akıl sayesinde yaratılanların sırlarını keşfetmekten ibarettir.

Bütün insanlar bir araya gelseler, ilimlerini fenlerini ortaya koysalar bir tek incir çekirdeğini, bir buğday tanesini yapabilirler mi? Veyahut bir sivrisineği, bir tek kılı yoktan var edip onlara can verebilirler mi?

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de şöyle ferman buyuruyor:

“Benim yarattığım gibi birşey yaratmaya kalkışandan daha zâlim kim olabilir? Bir karınca veya bir arpa tanesi yaratsınlar!” (Müslim. Libas, 101)

Bir tek yaprak karşısında bütün yarattıkları âciz kalır. O ise o yaprağın ne zaman yaratılacağını, o yaprağın vazifesini, yapacağı zikrini, ömrünü bilmektedir. O’nun izni olmadan o yaprak düşmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.” buyuruyor. (En’âm: 59)

Ezelî ilmi her şeye şâmildir. Her nerede ve her ne zaman bir ağaçtan bir yaprak düşerse, Allah-u Teâlâ onun yerini de zamanını da en ince teferruâtı ile bilir.

En küçük misal olan “Yaprak düşmesi” misali ile bütün hal ve ahvale işaret edilmiştir.

Büyük ve küçük, gizli ve açık, görünmeyen ve görünen, düşünülen ve hissedilen, hayat ve ölüm, olmuş ve olacak her şey bütün genişliği ve inceliğiyle Allah-u Teâlâ’nın ilmindedir.

İşte Allah böyle bir Allah’tır, yaratıcı yalnız O’dur.

Allah-u Teâlâ’nın beni yaratış şeklini gözünüze getiriyorum. Ben kendimi orada bir resim, bir robot olarak görüyorum. Beni yaratıyor, yaratış şeklini görüyorum. Âzâ nimetleriyle donatıyor, onu görür gibiyim. Sonra o uzuvları bir bir yerine koyuyor, onu görüyorum. Sonra sıfatı ile beraber beni gösteriyor.

Ve derim ki:

“Allah’ım! Sen beni yarattın, nimetlerle donattın, âzâ nimetlerini dilediğin şekilde teşekkül ettirdin. Varlığından, birliğinden, azametinden, kudretinden, mülkünden haberdar eyledin. Sana sonsuz şükürler olsun.

Bana bir suret verdin, suretiyle beraber çıkardın.

Yarattığın için varlığını biliyorum, birliğini biliyorum, azametini görüyorum, mülkünde de bulunuyorum.”

Bütün bunları bu şekilde gözden geçiririm. Ben orada robot oldum, O yaratıcı oldu.

Yine derim ki:

“Allah’ım! Râzı olup olmadığın şeyleri bildirmek için ve Zât’ına ulaşacak yolu göstermek ve buldurmak için kitaplar indirdin, peygamberler gönderdin.

Allah’ım! Lütfunla ulaştırdığın kullarından eyle!

Mülkünde bulunduruyorsun, cennet-i âlâ’da yaşatır gibi nimetlerle rızıklandırıyorsun. Sen bana dünyayı cennet hâline getirdin.

Beni şükredici, zikredici, tefekkür edici ve sabredicilerden et, amma nankörlerden etme.”

Asıl şükür Allah ile Allah’a yapılan şükürdür. Hakiki namaz da, hakiki zikir de böyledir, övünmek de böyledir. O’nunla ibadet edilirse, ibadetin özüne inilmiş olur. Bir insan Allah ile övünürse, övünmelerin en güzelini yapmış olur.

Her gün bu şekilde bu işin içinde yoğurulurum. Söylüyorum değil yoğuruluyorum. O zaman O Hazret-i Allah oluyor, ben ise kurulmuş bir robot oluyorum. O bana ruh verdiği için o robot konuşuyor. Ben bir robottan ibaretim. O’nun idare ettiği bir robot. Robotu O yapıyor, düzenliyor, insan şekline koyuyor. Ben de görüyorum, bir robot! Robotla onun arası ne ise, Hâlik ile mahlûkun arası da budur. Birisi halkın robotu, birisi Hakk’ın robotu.

İşte Hazret-i Allah budur! Yaratan, yaşatan, nimetlerle merzuk eden hep O. Mülk de O’nun. O Hazret-i Allah, sen yaratılmış bir mahlûk. Kâinatı da bununla ölçerim. Ben ne isem kâinat da budur. Tabii ki bu noktada söyleyemediğim çok sırlar var.

Hazret-i Allah’ı gördüğüm zaman kâinatı resim olarak görürüm. Yalnız O var, ötekiler resimden ibaret.

İnsan Allah-u Teâlâ ile kendisini ayıramıyor, müstakil bir varlık zannediyor. Ayırması da mümkün değildir. Ancak murad ettiği kuluna âit bir bilgidir. Bütün kâinat bu şekildedir. Perdeyi kaldırdığın zaman O var. Sana bu elbiseyi geçiren, kâinata da aynı elbiseyi geçiriyor. Halbuki içinde O var.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İçinizde... Görmüyor musunuz?” buyuruyor. (Zâriyat: 21)

O, içinde O’nun olduğunu biliyor, onunla irtibat kuruyor, O’nunla nefes alıyor.

Bu ilâhî hitap insana olduğu gibi, bütün âlemlere de şâmildir. Allah-u Teâlâ’nın göstermesiyle, fakir, âlemlerde O’ndan başka bir şey görmüyorum.

Tabii ki bir noktaya kadar açabiliyorum. Eğer Allah-u Teâlâ size bu noktayı ayn’el-yakin kavratırsa; yaratılanları görmüş, Yaratan’ı da bilmiş olursunuz. Zaten yaratılanların bir kısmı görülüyor, amma Yaratan görülmüyor. Biz âlemleri gördüğümüz zaman bir kabuk olarak görüyoruz. Fakir onu görür de söyler. Yani görmediğim şeyi söylemiyorum. Fakat anlatmam mümkün değildir. Öz Hakk’ı bilmek ve bulmaktır, öz budur.

Onun içindir ki İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Onların ilimleri bu ilimlere nisbetle kabuk kalır.” buyurmuşlardır. (317. Mektup)

İşte bu sırlar bunlardır.

Allah-u Teâlâ zâtına çektiği kimseleri kendi odasına almıştır. O, O’nun verdiği ilimle ilimlenmiş, has odanın esrarını oradan almıştır. Ondan başka hiçbir ferdin aklı ve ilmi yetmez. Doğrudan doğruya O’nun ihsanıdır, O’nun ikramıdır, O’nun vergisidir, O’nun bildirmesidir, O’nun göstermesidir. Çünkü robot robottur, hükümsüzdür.

Bu anlattığımız sırlar esrar odasının sırlarının sırlarından, hakikat incilerindendir.

 

Şefaat İzni:

Şefaat bir kimsenin suçunu affettirmek, kendisinden cezayı gidermek için hakkında yapılan bir iltimas ve istirhamdan ibarettir.

Günahı sevabından çok olduğu için cehenneme girmeyi hak eden günahkâr müminlere; Allah-u Teâlâ’nın izni ile peygamberler, sıddıklar, âlimler, şehidler şefaat edeceklerdir.

O kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. Bu yetki O’na âittir.

“O’nun izni olmadan, katında kim şefaat edebilir?” (Bakara: 255)

Buna kim cesaret edebilir? Şefaat izni verilenler de hep O’nun rızâsı ve izni doğrultusunda âile efrâdına, yakınlarına ve dostlarına şefaat ederler. O’nun izin vermediği hiç kimse şefaat edemez.

Şefaat ancak şefaata ehil olanlara fayda sağlar. Ehil olmayanlara o gün hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez.

Allah-u Teâlâ’nın engin merhametini ortaya koyan bu ilâhî hitap bütün âlemlere şâmildir. Bu sır bize yeni tecellî etti. Bütün âlemlerin ve içindekilerin, O’nun izni olmadan hiçbir şeyi yapamayacakları ve yapmadıkları ifadesi çıkıyor.

Zâhirî mânâsı; O’nun izni olmadıkça kimse kimseye şefaat edemez.

Bâtınî mânâsı ise Hakk’ı görenlere âit bir husustur. Bütün âlemlere şâmil olduğunu hem bilir, hem görür. Bütün âlemler yapılacak her işi, ancak O’nun izniyle ve emriyle yaparlar. O izin vermedikçe, O hükmetmedikçe, hiç kimsenin hiç kimseye aslâ yardımı olamaz. Âlemlerde O’ndan başka birşey yok ki, kim kime yardım edebilir, kim kime şefaat edebilir? Çünkü bütün âlemleri O halketmiş, O’nunla ayakta duruyor. Fakat bu hususun zâhirî ilimle bilinmesi mümkün değildir. O Allah-u Teâlâ’yı bilmiyor ki yaratılanları bilsin. O’nu yarattığı cisimlerde arıyor.

Abdullah bin Ebi’l-Ced’a -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i şöyle buyururken işittim:

“Andolsun ki ümmetimden bir kimsenin şefaatiyle Temimoğulları’ndan daha çok kimse cennete girecektir.”

Ashâb-ı kiram:

“Senden başka bir kimsenin mi yâ Resulellah?” dediler.

“Benden başka bir kimse!” buyurdu.” (Tirmizî - İbn-i Mâce: 1443, 1444)

Önce kapıyı Resulullah Aleyhisselâm açacak, sonra ondaki salâhiyet ona verilecek.

Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

“Şüphesiz ki cennetlikler, üzerlerindeki köşk sahiplerini sizin doğu ve batı ufkunda kavuşmakta olan parlak yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Çünkü aralarında fark vardır.”

Ashâb-ı kiram:

“Yâ Resulellah! Bunlar peygamberlerin yerleridir. Başkaları onlara ulaşamaz.” deyince buyurdular ki:

“Bilâkis!.. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onlar Allah’a iman eden ve peygamberleri tasdik eden birtakım adamlardır.” (Müslim: 2831)

 

Allah-u Teâlâ’nın Ezelî ve Ebedî İlmi:

Ezelî ve ebedî ilmi ile olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen O’dur. O’nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli hiçbir şey yoktur.

“O, kullarının işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.” (Bakara: 255)

Allah-u Teâlâ daha ruh verilmeden önce, cenin halinde iken kişinin bütün mukadderatını biliyordu. Çünkü O yazdırıyor, nasıl bilmesin?

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Sizin her birinizin yaratılışı ana rahminde nutfe olarak kırk gün derlenir toplanır.

Sonra o kadar zamanda pıhtılaşmış kan aleka olur.

Sonra yine kırk günde et parçası mudğa olur.

Daha sonra Allah-u Teâlâ bir melek gönderir ve o ceninin neler yapacağını, rızkını, ecelini, şâki mi sâid mi olacağını yazması o meleğe emrolunur. Bundan sonra cenine ruh üfürülür.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1324)

Görülüyor ki insana henüz ruh verilmeden, iki santimlik bir cenin halindeyken mukadderâtı yazılmaktadır.

Allah öyle bir Allah’tır ki, kişiye daha ruh verilmeden önce, cenin halindeyken bütün mukadderatını biliyordu.

“Yaratan bilmez olur mu hiç?” buyuruyor. (Mülk: 14)

Kullarının bütün sırlarına vâkıftır.

Şehirlerin girişlerinde “Filân şehirdir.” diye levhalar bulunur. Çıkışta da aynı levha vardır, çıkış olduğunu bildirmek için kırmızı bir çizgi çizilmiştir. Halbuki o levhalar aynı zamanda yazıldı. Girerken şehrin ismini, çıkarken bitimini görüyoruz. Bunun gibi, Allah-u Teâlâ daha biz dünyaya gelmezden evvel girişimizi de çıkışımızı da takdir etmişti. Ne yapacağımızı hep biliyordu. Bu bilgisi üzerine takdir etmiştir. Biz bir mahlûk iken o tabelâları yazıyoruz, oraya oraya dikiyoruz. O Hâlik’tır, O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

Bir insanın yüz sene ömrü olsa, en son nefesinde söyleyeceği sözden, yapacağı işten, son lokmasına kadar yiyeceğinden, içecek suyundan haberi vardır. Yalnız insan değil, yarattığı bütün mevcûdat zerreden kürreye kadar böyledir. Bu hükmü O tayin ve takdir ettiği için her şeyi biliyor. Bu bilgi O’na mahsustur.

O’nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli kalan hiçbir şey yoktur.

 

İLMULLAH

Seçkinler:

İnsanların bilgisi sınırlıdır. Ancak Allah-u Teâlâ’nın dilediği kadar kavrayabilirler. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.

“O’nun dilediğinden başka, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.” (Bakara: 255)

İlâhî sırları kime duyurursa onun bilebileceğini, başka kimsenin bilemeyeceğini beyan buyuruyor. Bu gibi kimseler Allah-u Teâlâ’nın duyurduğu kadar, gösterdiği ve bildirdiği kadar hepsini bilir. Bu Âyet-i kerime mucibince dilediğine dilediği kadar bildirir.

Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Rabb’im bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine vâris kıldı.” (El-mevâhib’ül-Ledüniyye)

Allah-u Teâlâ dilediğini seçer, dilediğini zâtına çeker, Kudsî ruh ile destekler. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu da ona takar ve ihsan eder, dilediğini dilediğine vâris eder.

Nitekim bir Âyet-i kerime’sinde:

“Allah dilediği kulunu zâtına seçer.” buyuruyor. (Şûrâ: 13)

Bunlar Allah-u Teâlâ’nın sırf kendi zâtı için yarattığı has kullardır. Onları ne dünya için ne ahiret için yaratmamıştır. Onlarda varlığın zerresi bulunmaz, var olan Allah-u Teâlâ’dan başkası aranmaz.

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Şüphesiz ki insanlardan Allah’a yakın olanlar vardır.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kiram:

“Yâ Resulellah! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Buyurdular ki:

“Onlar Kur’an ehli, Allah ehli ve Allah’ın has kullarıdır.” (İbn-i Mâce: 215)

Onlar, Kur’an ehli olmaları sebebiyle Allah-u Teâlâ’nın ilâhî hükmü mucibince hareket ederler.

Onlar Hakk ehlidir, halk ehli değil. Allah-u Teâlâ’nın hıfz-u himayesinde, tasarruf-u ilâhîdedirler. İrade ve arzuları olmaz, çıkacak hükm-i ilâhî’ye tâbidirler.

Kendisi için yarattığı bu has kullar Hakk’tan gayrısını düşünmezler, Cenâb-ı Hakk da onların başka şeyle meşgul olmalarını istemez.

Bütün bu lütuflar hep O’nun ihsanı ve ikramı ile mümkündür. Hiç şüphesiz ki bu lütuflara mahlûkun aklı hem ermez, hem almaz.

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Rahman olan Allah’ın cezbelerinden bir cezbe, insanların ve cinlerin ameline denktir.” (Keşfü’l-hafâ)

Allah-u Teâlâ kimi sevdiyse, kimi kendisine çektiyse bu ilâhî lütfa nâil olur. O seni bir anda çekiverir. Milyarlarca sene yürüsen bu lütfa nâil olamazsın.

 

Allah-u Teâlâ İle Mülâkat:

İlim içinde ilimler mevcuttur. “Zâhirî, Bâtınî, Ledünî ilimler” olduğu gibi, “İlme’l-yakîn, Ayne’l-yakîn ve Hakka’l-yakîn ilimler” de vardır.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’al-yakîn mertebesindedirler.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Ümmetimin âlimleri benî İsrail’in peygamberleri gibidir.” buyurdu. (Keşfü’l-hafâ)

Allah-u Teâlâ onları Hakk’al-yakîn’e erdirdiği gibi, bunları da Hakk’al yakîn’e erdirdiği için seviyeleri aynıdır.

Allah-u Teâlâ bir insanla üç şekilde konuştuğunu Şûrâ sûre-i şerif’inin 51. Âyet-i kerime’sinde şu şekilde beyan buyurmaktadır:

“Allah’ın bir insanla konuşması mümkün değildir. Ancak;

Vahiy yoluyla,

Veya perde arkasından konuşur.

Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder.

O, yücedir, hikmet sahibidir.” (Şûrâ: 51)

Âyet-i kerime’de geçen birinci ve üçüncü şekil malumdur. Vahiy Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’e verilen ilâhî kelimelerdir. Allah-u Teâlâ emir ve nehiylerini muhtelif şekillerde onlara duyurur. Onlar da aldıkları vahiyleri muhataplarına “Allah-u Teâlâ böyle vahyetti.” şeklinde duyururlar. Vahyin de ayrıca muhtelif şekilleri vardır.

“Perde arkasından konuşma”ya gelince;

Âyet-i kerime’de beyan buyurulduğu üzere, bunlar perde arkasından Allah-u Teâlâ ile konuşanlardır ve Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bulunurlar.

Huzurunda olacak ki konuşacak. Onları huzuruna almış, mülâkatla dilediğini bildiriyor ve gösteriyor.

Bunun mümkün olduğuna itiraz etmemeniz için Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin bu noktada bir ifşaatlarını arzedelim:

“O, Allah-u Teâlâ’nın kabzasında (hususi himayesinde) hareket eder, O’nunla konuşur.” buyurmuşlardır. (Nevâdirül-usûl)

Âyet-i kerime’de beyan buyurulan bu perde nedir?

Bu perde senin varlığındır, vücudundur. O senden sana yakın, seninle O’nun arasında senin varlığın var, perden var. Perdeni ne kadar inceltirsen, o kadar O’na yakınsın. Perdeyi kaldırabilirsen, O’nunla başbaşa kalırsın. Artık sen yoksun O var. Perde kalktı çünkü.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 16)

Senden sana yakın olan, sana duyuruyor, buyuruyor. Buyurduklarını sana duyuruyor. Sen bir perdesin, O dilediği şekilde mahlûku ile konuşur.

O içeride, senden de sana yakın. Amma sen perdesin, O’nu görmüyorsun.

“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere; bu lütuflar ancak Allah-u Teâlâ’nın kendisi için seçtiği ve çektiği kullarına mahsustur, umuma şâmil değildir. Onu kendisi için yaratmıştır, öyle murad ettiği için yaratmıştır, yaratılış sebebi odur. Sevdiği için de huzuruna almıştır.

Demek oluyor ki Allah-u Teâlâ dilediği zaman o kulunu huzuruna alıyor ve onunla konuşuyor, dilediğini ona duyuruyor, bütün hakikatleri bildiriyor. Dilediğine harfsiz hurufatsız ilham ediyor.

Nasıl konuşur? O zaten sana senden yakındır, senin varlığın bir perdeden ibarettir. O lâtif perdenin arkasında sana hitap ediyor. Huzuruna alıyor ve hitap ediyor. O anda arada hiçbir vasıta yoktur.

Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakın bir melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir.” (Keşfü’l-hafâ)

Ne melek girebilir, ne de şeytan girebilir, hiçbir şey giremez.

En son derecesini şöyle izah edelim:

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

“Ey Allah’ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1665)

Onun arkadaşı O idi ve ahirete giderken de son kelâmı bu idi. Hayat boyunca Allah-u Teâlâ ile arkadaşlık yaptı ve en çok sevdiği arkadaşına kavuştu. Bir kişi o kişiyi görecek ki arkadaş olsun. Görülmeyen bir kişi arkadaş olamaz. O kişiyi görünce O’nunla olacak.

Bu hâle ermenin şartları nedir?

Kalp üzerinde yedi perde vardır. Bu yedi perdenin kalkması; sıfat-ı hayvaniyeden arınması, ahlâk-ı zemimeden sıyrılması ile kâimdir. Bu ise nefis sâfiyeye çıktıktan sonra husule gelir ve bu hâller tecellî etmeye başlar. Onun artık Allah-u Teâlâ’dan gayrı hiçbir arzusu olmaz, ne dünya ne de ahiret.

Bu lütuf hass’ül-has olanlara âittir.

Hass’ül-has kimdir? Varlığından, benliğinden zerre dahi kalmayınca hass’ül-has olur. Toz kadar varlık bile bir varlık sayılır. Farz-ı muhal ki bütün dünya senin vücudun. Bu vücut zerre zerre parçalansa, bir tek zerre Var’a mânidir.

Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyururlar:

“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır.” (Fusûsü’l-Hikem)

Diyeceksiniz ki; Allah-u Teâlâ ile mülâkat mümkün müdür? Evet, murad-ı ilâhî olduğu zaman mümkündür.

Bu mülâkat; dilediği esrarını öğretmek, bildirmek ve göstermek için, Allah-u Teâlâ’nın kendisi için seçtiği ve çektiği hass’ül-has kullarına mahsustur.

Bu mülâkat bazen perde arkasındandır. Kabuktan ibaret olan cesedi attığın zaman, kabuksuz olarak da tecellî eder.

Bir temsil verelim. Denize düştüğün zaman, canını kurtarmak için en sevdiğin elbiseni üzerinden çıkarıp atmak istersin.

Oysa Allah-u Teâlâ’nın lütuf deryasına düştüğün zaman, imanını kurtarıp sevdiğine kavuşmak için sevdiğin vücut elbisesini atmak istersin.

Burası insanın kendini inkâr etme noktasıdır.

Zira bütün günahlar bu vücut elbisesi ile işleniyor. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nur idi. Onun elbiseyi çıkarmasına lüzum yok idi. Mirac-ı şerif buna delildir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh Hazretleri “Hatmü’l-Evliya” adlı eserinin yirmi birinci bölümünde buyurur ki:

“Allah-u Teâlâ onu kendi nefsi için canlı kılar. Bu kul O’nunla konuşur, O’nunla düşünür ve O’nunla bilir.”

Şu kadar var ki Rabbül-âlemin, dilediği kulunu huzuruna alır, mülâkat eder. Zira vücud O, mevcud O... Kabuğun, vücudun yanında ne hükmü var? Kabuktan çıkarsan, Cânân’a kavuşursun.

Farz-ı muhal ki bir dükkân var, dükkânın vitrini var, içinde mallar malzemeler var, kepengi var, bir de dükkânın sahibi var.

Yarattığı bütün mükevvenat O’nun dükkânıdır. İnsan da bir dükkândır, kâinat da bir dükkândır. Allah-u Teâlâ öyle bir dükkân, öyle bir vitrin yapmış ki; dışı görülüyor, içi görülmüyor.

İnsanlar bu hususta kısım kısımdır. Kepengi herkes görür. Kimisi vitrinde kalır, kimisi içine bakar, ne olup olmadığını görür, kimisi de dükkân sahibini görür. Bu ise Hakk’al yakîn bir ilimdir.

Onlar:

“İçinizde.... Görmüyor musunuz? (Zâriyat: 21)

Âyet-i kerimesi’nin tecelliyatına mazhar oldukları için içindekini görürler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Müminin ferasetinden korkunuz, çünkü o, Azîz ve Celîl olan Allah’ın nuru ile bakar.” (Münâvî)

Dükkân kapalı amma, onlar dükkânın içinde ne olduğunu biliyorlar, yalnız onlar biliyorlar. Fakat mühim olan dükkân değil, dükkânın içindekiler değil, dükkân sahibini görebilmektir. O’nu bilebilmektir.

İçinde olduğunu hissetmek başka, bulmak başka, içindekini bizzat görmek başka. Görmek, bulmaktan çok daha mühimdir. Arasında çok fark vardır. Allah-u Teâlâ tecellî ederse O görülür. O ise en sondur.

Bulanlar tecellî ettiğini görür, amma O’nu görmez.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de:

“Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” buyuruyor. (Keşfü’l-hafâ: 2256)

Demek ki sığabiliyormuş.

İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Kul olan neylesin mal ile câhı,

Yetmez mi bulduk da senin gibi şâhı?” buyuruyorlar.

Bütün zevât-ı kiram “Bulmak”tan bahsetmiş, “Görmek” ise dilediğine mahsustur.

Bunun içindir ki İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Bu marifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır.” buyurmuşlardır. (317. Mektup)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan korkar takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara: 282)

Hem bildirir, hem gösterir. Kişinin varlığı bir perdeden ibarettir, içinde O var. İşte gören ve bilen yalnız bunlardır, sır ve tecelliyat-ı ilâhî’ye yalnız bunlar mazhardırlar.

Bunlar Fenâfillâh’a erenlerdir, bu lütuf Allah-u Teâlâ’nın bir ihsanıdır, vehbî ilimdir.

Bütün bu fazilet ve meziyet Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vekâletini taşıdığı için, onun nurunu taşıdıklarından ötürüdür. Allah-u Teâlâ o nuru kime takarsa, her şey o nurdadır. İnsanda hiçbir şey yoktur.

Has ilim neye benzer? Çeşmeden su akar, fakat o su çeşmeye âit değildir. Allah-u Teâlâ ne akıtıyorsa, ne kadar akıtıyorsa o kadar akar. Ne bildirirse Marifetullah ehli onu bilir, ne gösterirse onu görür. Dilediğine kendisini bildirir, dilediğine de kendisini gösterir.

Allah-u Teâlâ aradaki perdeleri kaldırarak, irâde buyurduğu bahtiyar kullarını o nura erdirir.

Sevdiği ve seçtiği kulunu kendisine çeker, yüzüne yüzü ile tecellî eder, dilediğini lütfeder.

Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır:

“Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?”

(Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu.)

“Onlara ilk vereceğim şey, nuru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler.” (Hâkim)

Bu lütuf Allah-u Teâlâ’nın sevdiği ve seçtiği kullara mahsustur, başkasına şâmil değildir.

Hadis-i kudsî’de geçen: “Ben yüzümle onlara yönelirim.” ifadesi, onları huzuruna alacak ki, yüzü ile yönelmiş olsun ve onda tecellî etsin.

Burada görülüyor ki verilene böyle veriliyor. Allah-u Teâlâ ancak dilediği kulunun kalbine bu nuru ve bu ilmi koyuyor. Bu hâl O’nun has kullarına mahsustur. Onlar ilâhî sırların esrar odalarıdırlar. Yalnız ve yalnız onlar hakikatlere vâkıftırlar. Hakk’ın bütün duyurduklarını bilirler, bazısını ifşâ etseler de hepsini etmezler.

Allah-u Teâlâ veli kullarını bize tarif ediyor ve diğer bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruyor:

“Kulun benimle meşgul olması, en fazla önem verdiği şey olursa, onun arzu ve lezzetini zikrimde kılarım. Arzu ve lezzetini zikrimde kılarsam da o bana âşık olur, ben de ona âşık olurum.

O bana, ben ona âşık olunca da, onunla aramdaki perdeyi kaldırırım.

Bu hâli onun umumî hâli kılarım. İnsanlar yanıldığı zaman o yanılmaz.

Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir.

Gerçek kahramanlar onlardır.

Onlar öyle kimselerdir ki yer ehline bir cezâ ve azap vermek istediğim zaman onları hatırlarım da azaptan vazgeçerim.” (Ebu Nuaym, Hilye)

Bunlar Hakk ehlidir. Hakk’ın öğretmesiyle “Has ilim”e mazhardırlar ve fakat halk ehli bu hakikatleri anlamaz. Allah-u Teâlâ vermediği için bu gerçeklerden haberi olmaz.

“Sana gelmeyen bir ilim gerçekten bana gelmiştir.” (Meryem: 43)

Âyet-i kerime’sinde bu mânâ vardır.

Zira birinin muallimi Allah-u Teâlâ’dır, diğerinin muallimi benî beşerdir. Birisine Hakk öğretir, dilediği kadar hakikate mazhar kılar. Diğerinin ilmi satır ilmidir, nasibini satırdan almıştır.

Bu ilim Allah-u Teâlâ’nın bir lütfudur. Kime Resulullah Aleyhisselâm’ın nurunu takarsa, Kudsî ruh’la desteklerse ancak onlarda tecellî eder. Yani kişi bunu kendisinde aramasın, zan ilmiyle bu noktaya erişmek mümkün değildir.

Nitekim Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

Herkeste bir ruh var, onlarda iki ruh var.

Bu Kudsî ruh Allah-u Teâlâ’nın bizzat desteğidir. Bu Kudsî ruh ile, Resulullah Aleyhisselâm’ın nuru ile bu esrarlar ancak bilinir ve çözülür, başkasına şâmil değildir.

Bu ilmi kâğıda dökmemizdeki gayemiz, böyle bir ilmin oluşunu, ehlinin de mevcut olduğunu belirtmektir.

Allah-u Teâlâ zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimlerin öğrenilmesi için de bâtınî ulemayı, mârifetullah ehlini eksik etmemiştir.

Ve fakat bu gibi kimseler yok denecek kadar azdır.

Bu ilim marifetullah ehline, Has ve Hass’ül-has olanlara verilen ilimlerdir. Onların ilimleri dahi derece derecedir. Marifetullah ehlinin ilmi ayrıdır, Has olanın ilmi ayrıdır, Hass’ül-has olanın ilmi yine ayrıdır. Onun içindir ki sakın ileriye gidip çizmeden yukarıya çıkma, anlayayım deme. Bu ilim size ait değildir, ilâhi bir lütuftur.

Allah-u Teâlâ’nın sevip seçtiği, kendisine çektiği, esrârını duyurduğu kimseden başka bu sırrı bilen olmaz. Gören yalnız bunlardır.

 

İlmullah’ın Hülâsası:

Gerek sen ve gerekse âlemler Hakk ile kâinat arasındaki berzahtır.

Şöyle ki:

O içinde, sen perde. Sen aslında içerde nefes alıp veriyorsun. Amma Hakk’ı görmediğin için sen kendini müstakil zannediyorsun.

Ve fakat varlığını çekince nefes alabilir mi? Hayır!

Sen de böylesin, yarattığı bütün âlemler de böyle. Hepsi de Allah-u Teâlâ’ya muhtaç olduğu gibi, aslında hepsi perdeden ibarettir.

Vücud O, mevcud O...

O’nu gören böyle olduğunu görür. Yaratılanlar ise hepsi de “Ol!” emr-i şerif’inden ibarettir, o kadar.

Perdeyi kaldırabilirsen O var. Amma sen perdede kaldın. Vücud elbiseni çıkar O var. Kâinat da böyledir. Çıkaramadığın için sen kendini gördün, orada kaldın. Oysa Allah-u Teâlâ ayrıdır, perde ayrıdır. Hakk’ı gören perdeyi de görür. Perdede Nakkaş’ın âsârını da görür. O her şeyi çepeçevre çevirmiştir. “Kün!” demesi ile her şey olmuştur. O Ehad’dır, her şey O’na muhtaçtır.

Nitekim Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ilmin ineceğini ve bu ilmin “İlm-i billâh”ın hülâsası olduğunu beyan etmiştir.

Onun bizzat kendi beyanını olduğu gibi naklediyorum:

“Bu ilim ilm-i billâhın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir. Bu ilmi, Nebî ve Resûller’den görebilenler ancak Hâtem-i nübüvvet olan Muhammed Aleyhisselâm’ın mişkâtından görürler.

Velilerden görebilenler de ancak onun mirasçısı olan Hâtem-i velinin mişkâtından (kandilinden) görürler, hatta peygamberler, o ilmi ne zaman müşahade etseler ancak Hâtem-i velâyet kandilinin ışığıyla görürler.” (Fusûsu’l-Hikem. Çeviren N. Gençosman. Sh: 43-44)

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Mektubat” adlı eserinin “317. Mektub”unda Allah-u Teâlâ’nın ona nasıl bir ilim bahşedeceğini, diğer velilere verilen ilmin bu ilmin yanında kabuktan ibaret kalacağını, ona ise ilmin özünü ihsan edeceğini açıklamıştır.

“Bu ilim ve marifet; haller, vecdler, tecelliyat ve zuhurat libasına girmiştir. Bu dikkat sonunda, elbette bileceklerdir ki, bu marifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyanın da marifeti ötesindedir. Hatta, onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu marifet dahi, o kabuğun özüdür.”

İşte o ilim bu ilimdir.

Âyet-i kerime’de Hızır Aleyhisselâm hakkında:

“Tarafımızdan has bir ilim öğrettik.” (Kehf: 65)

Buyurulan ilimdir. Marifetullah ehli “Ulül-elbâb” olmasına rağmen, bu onun özüdür.

1652-1728 yılları arasında yaşayan İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri “Kenz-i Mahfi” adlı eserinin “10. Bahis”inde Hâtem-i veli’nin ilmi hususunda mühim ifşaatlarda bulunmuş; bu zâtın diğer velilerden üstün oluşuna delil olarak neşredeceği kitapları göstermiştir.

Müellif, eserinin 123. ve 162. sayfalarında, kendisinden ikiyüz sene sonra gelecek olan zâttan ve eserlerinden şöyle bahsetmiştir:

“Vâris-i nebi olanlar arasında, kendilerine ilim nasip edilen, bir de bu ilim üzerine eser yazabilen, elbette ki yazamayandan daha kuvvetlidir.”

“Hâtem’ül-velî -kuddise sırruh- ise, bütün velîlerden üstündür. Çünkü, en kâmil varis odur. Buna delil ise, tasnif ettiği eserlerinin pek çok olacağıdır. Ki bu, ehline gizli değildir.” (Kenz-i Mahfî)

Şeyhü’l-ekber Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu husustaki tasdikini Fusûs’ul-Hikem adlı eserinde:

“O, zâhirde tâbi olduğu hükmü, bâtında Allah’tan alır.” sözü ile ifade etmiştir. (sh: 45)

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri: “Bu bir kitaptır ki, ilâhî kitapların hepsi de bunda dercedilmiştir.” buyuruyor. Bütün ilâhî kitapların hülâsası Kur’an-ı kerim’dir. Kur’an-ı kerim’in bütün Âyet-i kerime’leri girdiğine göre kütüb-i semâvî bu kitaplara yayılmış demektir. Bunu da Allah-u Teâlâ başka kimseye nasip etmemiştir.

 

Has İlim:

Mevzunun daha iyi anlaşılabilmesi için Kur’an-ı kerim’de ve Hadis-i şerif’lerde beyan edilen, Allah-u Teâlâ’nın Musa Aleyhisselâm’ı “Has ilim”e mazhar olan Hızır Aleyhisselâm’a göndermesini arzedeceğiz.

Musa Aleyhisselâm bir gün halkı topladı ve onlara etkili bir hitabede bulundu. Kalpler yumuşadı, gözlerden yaşlar aktı. Bunun üzerine cemaatin içinden birisi: “İnsanların en âlimi kimdir?” diye sordu. O ise: “En âlim benim!” dedi. “Allah bilir” diyerek en iyi bilmeyi O’na nispet etmediği için, Allah-u Teâlâ bu sözünü hoş görmedi.

Bunun üzerine kendisine:

“İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum, senden daha âlimdir.” diye vahyetti. (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 102)

Musa Aleyhisselâm:

“Yâ Rabb’i! Ben o âlim zâtı nasıl bulabilirim?” diye sordu. Ona denildi ki:

“Bir zembilin içine bir balık koy, onu sırtına al. O balığı nerede kaybedersen o âlim kulum oradadır.”

Musa Aleyhisselâm bunun üzerine genç arkadaşı Yûşâ bin Nûn ile birlikte zembile tuzlu bir balık koyarak yola çıktı ve balığı kaybedince kendisine bildirmesini söyledi.

Yûşâ bin Nûn, Musa Aleyhisselâm’ın ashâbının büyüklerindendir ve ölünceye kadar ondan hiç ayrılmamıştır.

O iki denizin birleştiği yer, Allah-u Teâlâ’nın Musa Aleyhisselâm’ı Hazret-i Hızır’la buluşturmaya söz verdiği yerdir. Musa Aleyhisselâm bu yeri bulabilmek için uzun zaman gideceğini söylemiş, bu has ilmi elde edebilmek için her türlü sıkıntıya katlanmaya râzı olmuştur.

Yürüye yürüye nihayet bir kayanın yanına vardılar, orada her ikisi de uyuyakaldılar.

Onlar uyurken balık harekete geçti. Zembilden ayrılarak denizin içine doğru kayıp gitti. Allah-u Teâlâ ondan suyun akıntısını kesti, öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Her ikisi de bu manzaraya şaşırdılar. Zira buluşma yerine gelmişlerdi, lâkin farkında değillerdi.

Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Aradıklarını bulmak için alâmet olacak olan balığın ne halde olduğuna dikkat etmek hatırlarına gelmedi.

Sabah olunca Musa Aleyhisselâm genç arkadaşına:

“Yemeğimizi getir, şu yolculukta yorulduk.” dedi. Halbuki emrolunan yere gelinceye kadar yorgunluk duymamıştı.

Yemek istesin diye, kendisine açlık ve yorgunluk verilmişti.

Yûşâ bin Nûn, kayaya sığındıkları sırada balığı unuttuğunu, balığın canlanarak, denizde şaşılacak bir şekilde yolunu bulup gittiğini gördüğünü söyledi. Bunun içindir ki varacakları yere vardıklarının farkına varamayarak geçtiler gittiler. Musa Alayhisselâm: “İşte aradığımız o idi.” dedi. İzlerinin üzerine hemen geri döndüler.

Geldikleri zaman yolda bıraktıkları izleri araştırarak onları takip ettiler. Çünkü balığın kaybolması, aradıkları zât ile kavuşmanın bir belirtisi olacaktı. Nihayet balığın canlanıp denize atladığı kayaya kadar geldiler.

“Derken kendisine nezdimizden bir rahmet verdiğimiz, tarafımızdan has bir ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu (Hızır’ı) buldular.” (Kehf: 65)

Bu kul elbisesine bürünmüştü. Musa Aleyhisselâm ona selâm verdi ve konuştular:

- Burada selâm ne gezer?

- Ben Musa’yım!

- Benî İsrail’in Musa’sı mı?

- Evet! Benî İsrail’in Musa’sı!

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Musa ona: ‘Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da tâlim etmen için sana tâbi olayım mı?’ dedi.” (Kehf: 66)

Musa Aleyhisselâm Hızır Aleyhisselâm’la karşılaştıktan sonra, kendisine bazı gizli bilgileri öğretmesi için arkadaşlık teklifinde bulundu. Onun öğrenmek için böyle söylemesi, tâbi olmanın değeri ve yüceliği hususunda en bâriz delildir. O ulül-azm bir peygamber olduğu halde Hızır Aleyhisselâm’a tâbi olmakla bunu göstermiş oldu.

Allah-u Teâlâ Hızır Aleyhisselâm’a kendi katından bir fazilet ve salâhiyet vermiş ve yine onu vasıtasız bir şekilde bir takım ilimlerle mücehhez kılmıştı. Ona öğretilen ilim, Musa Aleyhisselâm’ın ilminden bambaşka bir ilim, hususi ve has bir ilim idi. “İlm-i Ledün” ve “İlm-i Bâtın” gibi değişik isimlerle ifade edilen, geçmiş ve geleceğe şâmil bir ilimdir. Bu ilim, ilm-i zâhir ehlince meçhuldür. Bu ilim kesble elde edilmez, mevhibe-i ilâhî’dir. Allah-u Teâlâ’nın, kendisine yakınlık tahsis ettiği kimselere verdiği lütfudur.

Eğer bir kimse ilimle yetinecek olsaydı, Musa Aleyhisselâm yetinirdi. Fakat o yetinmedi, Hızır Aleyhisselâm’a uymak istedi.

Bu izin istemeye cevap olarak dedi ki:

“Hakikatini kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredebilirsin?” (Kehf: 68)

Benimle beraber olduğun zaman bir takım şeyler göreceksin ki, sır ve hikmetinden haberin olmayacak, dış görünüşe göre şeriata muhalif görünecek. Sen bir şeriat sahibi olman itibariyle, onları dış görünüşlerine göre uygun görmeyip itiraz etme gereği duyacaksın.

Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a şöyle söyledi:

“Ben Allah’ın bana kendi ilminden verdiği bir ilim üzere yürüyorum ki sen onu bilmezsin. Allah’ın sana öğrettiği ilmi de ben bilmem.” (Buhârî)

Musa Aleyhisselâm Ulül-azm bir peygamberdi, Allah-u Teâlâ ile konuşmuş ve “Kelîmullah” lakabıyla müşerref olmuştu. Fakat Allah-u Teâlâ onu bu has ilme erdirmemişti. Bu sırra vâkıf değildi.

Musa Aleyhisselâm’ın anlamadığı ilmi sen mi anlayacaksın?

Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir. Bu ilim verilmedir, kişide hiçbir şey yoktur.

Hızır Aleyhisselâm’ın bu beyanı şâyân-ı hayrettir. Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir. Bu böyledir. Musa Aleyhisselâm’ın, Hızır Aleyhisselâm’ın ilmine ihtiyacı vardı. Çünkü onun ilmi “Ledün ilmi” idi. Fakat Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a muhtaç değildi. Muhtaç olmadığı için gizli hakikatları ona açtı. Musa Aleyhisselâm o zaman gerçeği anladı.

Hızır Aleyhisselâm ilim öğrenmesi şartıyla ona tâbi olmasına izin verdi. Fakat kendisiyle arkadaşlık yapması esnasında uyması gereken bazı şartları da istedi.

“O kul dedi ki: O halde eğer bana tâbi olacaksan, ben sana anlatmadıkça, herhangi birşey hakkında bana soru sorma!” (Kehf: 70)

Musa Aleyhisselâm, takınılması gereken edebe riayet etmek için onun bu şartını kabul etti. Bunun üzerine kalkıp yola koyuldular.

Her ikisi de gemiye bininceye kadar deniz sahilinde yürüdüler. Nihayet yanlarından bir gemi geçti. İçindekiler Hızır Aleyhisselâm’ı tanıdıkları için ücretsiz olarak gemiye aldılar.

Nihayet bir gemiye bindiler. Hızır Aleyhisselâm gemiyi deliverdi. Musa Aleyhisselâm:

“İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.” dedi.

Bu gemi her ikisiyle beraber birçok kimseleri taşıyordu. Zâhiren bakıldığı takdirde bu yapılan hareket hem gemiyi hem de yolcuları boğulma tehlikesiyle yüz yüze getirebilirdi. Musa Aleyhisselâm bu durum karşısında, verdiği sözün ne olduğunu hatırlamamıştı.

O bu sözleri söyleyince, Hızır Aleyhisselâm da daha önce geçen şartı nazik bir şekilde hatırlattı: “Ben sana: ‘Benimle beraber olmaya sabredemezsin!’ demedim mi?’ dedi.”

Bu yolculuklarında bir serçe kuşu gelip geminin kenarına konmuştu. Denizden bir-iki damla su aldı.

Hızır Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

“Yâ Musa! Benim ilmimle senin ilmin, Allah’ın ilmi yanında şu serçenin denizden aldığı kadardır.” (Buhari)

Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’a Allah-u Teâlâ’yı tarif ediyor. Çünkü o: “En âlim benim.” demişti. Ona kimin en âlim olduğunu öğretiyor. Ne sen biliyorsun, ne de ben biliyorum. Âlim olan Allah-u Teâlâ’dır, âlim O’dur.

Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm’ın ricası üzerine mazeretini kabul etti, sahile geldiklerinde gemiden indiler.

Yolculuklarına devam ederken oyun oynamakta olan bazı çocuklara rastladılar. İçlerinde parlak yüzlü ve sevimli bir çocuk vardı. Hızır Aleyhisselâm onu perçeminden tuttuğu gibi başını gövdesinden ayırdı.

Musa Aleyhisselâm bunu görünce dayanamadı, birincisinden daha şiddetli bir şekilde tepki gösterdi. Verdiği söz kendisine hatırlatılmasına rağmen şöyle dedi:

“Mâsum bir canı, bir cana karşılık olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın!”

Musa Aleyhisselâm hemen kendine geldi, iki defa sözünden döndüğünü anladı. Son bir fırsat daha verilmesini istirham etti.

Yine yürüyüp gittiler ve nihayet bir memleket halkına varıp, onlardan yiyecek istediler. Halk kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Halbuki her ikisi de aç idiler.

Derken, orada yıkılmak üzere olan bir duvarla karşılaştılar. Hızır Aleyhisselâm onu doğrultuverdi.

Eliyle işaret etmek suretiyle, eski hali gibi dümdüz yapıverdi.

Musa Aleyhisselâm bunu görünce:

“İsteseydin, elbette buna karşılık bir ücret alırdın.” dedi.

Yiyecek istemek gibi acı bir ihtiyacın gerçekten olduğu bir sırada, mümkün olan bir kazancı bırakıp, boşu boşuna bir iyilik yapmaya kalkışmak Musa Aleyhisselâm’a mânâsız gibi göründü ve sabrını tutamadı.

Onun için Hızır Aleyhisselâm da:

“İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır.” dedi.

Bu üç meselenin hakikati Kur’an-ı kerim’de şu şekilde izah ediliyor:

“Şimdi sana dayanamadığın işlerin içyüzünü haber vereyim. Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula ait idi. Ben onu (tamire muhtaç) ayıplı göstermek istedim. Çünkü gideceği yerde her güzel gemiyi zorla alan bir kral vardı.” (Kehf: 78-79)

“Çocuğa gelince; onun ana ve babası mümin insanlardı. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. İstedik ki Rabb’leri onlara o çocuktan daha temiz ve daha çok merhametli bir evlât versin.” (Kehf: 80-81)

“Duvar ise; o şehirde iki yetim oğlana âitti. Duvarın altında bu oğlanlar için saklı bir hazine vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabb’in diledi ki onlar erginlik çağına ulaşsınlar ve Rabb’inden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin iç yüzü budur.” (Kehf: 82)

Kaldırılan perdenin ve ortaya dökülen sırların cezbesi içerisinde Hızır Aleyhisselâm birden gözlerden kayboldu.

Bu ilâhî beyanlardan anlaşıldığına göre; Musa Aleyhisselâm’ın görünürde zararlı ve beğenilmez gördüğü şeyler, hakikatte öyle değilmiş. Onun hoşlanmaması, hikmetini kavrayamamasından ileri geliyormuş. Öyle ki o gizli sebepler açıklanınca zâhir ve bâtın birleşiyor, hiçbir çelişme kalmıyor.

 

Kürsü:

İlâhi iktidarın tecellî yeri olan Kürsü, emrin ve nehyin geçerli olduğu mahaldir.

“O’nun Kürsü’sü gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara: 255)

Göklerde ve yerdeki bütün varlıklar, içinden ve dışından bu Kürsü ile kuşatılmıştır. Bu arada hiçbir zerre bulunmaz ki, orada Allah-u Teâlâ’nın hükmünün tecellî yeri olan Kürsü’sünün hükmü geçerli olmasın.

Hiçbir şey O’nun kudret ve hakimiyetinden hariç kalamaz.

Gökler ve yer Kürsü’nün içinde, Kürsü ise Arş’ın altındadır. Kürsü’nün kürsü olması, sırf cisim olmasından dolayı değil, mânevî kuvvetlerin tecellisine sahne olmasındandır. Kürsü’nün cisimle ilgili olması, Allah-u Teâlâ’ya cisimlik isnadını gerekli kılmaz. Çünkü bu bir “Oturma nispeti” olmayıp “Rabb’lık nispeti”dir. Bu bakımdan ne Kürsü’nün ne de Arş’ın Allah-u Teâlâ ile ilgisi, bir yer tutma şeklinde değildir.

Nitekim bir Âyet-i kerime’de:

“O’nun benzeri bir şey yoktur.” buyuruluyor. (Şûrâ: 11)

Onun yaptığı gibisini yapacak da yoktur.

 

O Öyle Bir Allah Ki!:

“Gökleri ve yeri koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O öyle yüce, öyle azametlidir.” (Bakara: 255)

Gökleri ve yeri korumak, onlarda bulunanları, aralarındaki her şeyi muhafaza etmek O’na göre çok kolaydır. O’nun zât-ı ehadiyeti bir meşakkate uğramaktan münezzehtir. O her şeyi murakaba edendir, hiçbir şey O’ndan gizli değildir, hiçbir şeyin bilgisi O’na gizli kalmaz.

Gerçek koruyucu O’dur, her şey varlığını O’nun hıfz-u himayesinde sürdürür. Gerçek yücelik ve ululuk O’na mahsustur. O’nun yüceliği her bakımdan sınırsızdır. Kâinat O’nun yüceliğinin şahididir.

O’nun azametini akıllar kavrayamaz, ululuğunu idrakten âciz kalır. O nasıl büyükse öyle büyüktür. Her şey O’nun büyüklüğünün şâhididir.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

11.10.8 Namaz Sûreleri

Previous topicNext topic
Namaz Sûreleri

Fatiha Sûresi:
Namazda ayakta iken okunur.


Okunuşu
1. Bismillahirrahmanirrahim
2. El hamdü lillahi rabbil alemin
3. Er rahmanir rahıym
4. Maliki yevmid din
5. İyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn
6. İhdinas sıratal müstekıym
7. Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin


Anlamı:

FATİHA
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(1. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir, 7 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

2. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

3. O, Rahman ve Rahim’dir.

4. Din gününün sahibidir.

5. (Ey Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.

6. Bize doğru yolu göster.

7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna eriştir. Gadaba uğramış ve sapmış olanların yoluna değil.


Asr Sûresi:
Bismillahirrahmanirrahim
1. Vel asr
2. İnnel insane le fi husr
3. İllellezıne amenu ve amilus salihati vetevasav bil hakkı ve tevasav bis sabr


Anlamı

ASR
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(103. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 3 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Asra yemin olsun ki!

2. İnsan gerçekten hüsran içindedir.

3. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâ.

 


Fil Sûresi:
Bu ve bundan sonra gelen sûreler, namazlarda ayakta iken ve fatihadan sonra okunur.


Okunuşu
Bismillahirrahmanirrahim
1. E lem tera keyfe feale rabbüke bi ashabil fıl
2. E lem yec'al keydehüm fı tadlıl
3. Ve ersele aleyhim tayran ebabıl
4. Termıhim bi hıcaratin min siccıl
5. Fecealehüm keasfin me'kul


Anlamı:

FİL
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(105. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Resulüm! Görmedin mi Rabb'in (Kâbe'yi yıkmaya gelen) fil sahiplerine ne yaptı?

2. Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?

3. Üzerlerine sürü sürü Ebabil kuşları gönderdi.

4. O kuşlar onlara ateşte pişirilmiş (sert) taşlar atıyorlardı.

5. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı.


Kurayş Sûresi:
Okunuşu
Bismillahirrahmanirrahim
1. Li iylafi kurayş
2. İylafihim rıhleteş şitai ves sayf
3. Felya'büdu rabbe hazelbeyt
4. Ellezı at'amehüm min cuıv ve amenehüm min havf


Anlamı:

 

KUREYŞ
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(106. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Kureyş kabilesi alıştırıldığı (uzlaşması ve anlaşması sağlandığı) için,

2. Kış ve yaz seyahatlerinde alıştırıldıkları için,

3. Bu Beyt'in (Kâbe'nin) Rabbine kulluk etsinler.

4. O ki, kendilerini açken doyurmuş, korku içindeyken her türlü korkudan emin kılmıştır.

 

Maun Süresi
Okunuşu
Bismillahirrahmanirrahim
1. E raeytellezi yükezzibü bid din
2. Fe zalikellezi yedu'ul yetim
3. Ve la yehuddu ala taamil miskin
4. Fe veylün lil müsallin
5. Ellezine hüm an salatihim sahun
6. Ellezine hüm yüraun
7. Ve yemneunel maun


Anlamı:

MÂÛN
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(107. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 7 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Resulüm! Dini yalanlayanı gördün mü?

2. Yetimi itip kakan odur.

3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.

4. Yazıklar olsun o namaz kılanların haline!

5. Ki onlar kıldıkları namazdan gâfildirler.

6. Onlar riyâkârlık (gösteriş) yaparlar.

7. Zekâtı da menederler.

 

Kevser Süresi

Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim

1. İnna a'taynakel kevser

2. Fe salli li rabbike venhar

3. İnne şanieke hüvel'ebter

Anlamı

KEVSER
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(108. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 3 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Resulüm! Gerçekten biz sana tükenmeyen pek çok nimet vermişizdir.

2. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes.

3. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan dil uzatan kimsedir.

 


Kafirun Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kul ya eyyühel kafirun
2. La a'büdü ma ta'büdun
3. Ve la entüm abidune ma a'büd
4. Ve la ene abidün ma abedtüm
5. Ve la entüm abidune ma a'büd
6. Leküm diynüküm ve liye din


Anlamı

KÂFİRÛN
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(109. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 6 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. De ki: Ey kâfirler!

2. Ben sizin taptıklarınıza tapmam.

3. Benim taptığıma da siz tapmazsınız.

4. Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim.

5. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz.

6. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.


Nasr Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. İza cae nasrullahi velfeth
2. Veraeytennase yedhulune fiy diynillahi efvace
3. Fesebbıh bihamdi rabbike vestağfirh* innehu kane tevvaba


Anlamı

NASR
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(110. Sûre)

(Medine döneminde inmiştir. 3 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Resulüm! Allah'ın yardımı ve zafer günü geldiğinde,

2. Ve insanların akın akın dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde,

3. Hemen Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir.

 

Leheb Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. Tebbet yeda ebiy lehebiv ve tebb
2. Ma ağna 'anhü malühu ve ma keseb
3. Seyasla naran zate leheb
4. Vemraetüh* hammaletel hatab
5. Fi cidiha hablüm mim mesed


Anlamı

TEBBET
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(111. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Ebu Leheb'in elleri kurusun! Zaten kurudu, mahvoldu.

2. Ne malı ne de kazandıkları onu kurtaramadı.

3. O alev alev yükselen bir ateşe girecektir.

4. Odun taşıyıcısı olarak karısı da,

5. Boynunda liften bükülmüş bir ip olduğu halde.

 

İhlas Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kul hüvallahü ehad
2. Allahüs samed
3. Lem yelid ve lem yuled
4. Ve lem yekün lehu küfüven ehad


Anlamı

İHLÂS
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(112. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. De ki: O Allah bir tektir.

2. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir.

3. Doğurmamış, doğurulmamıştır.

4. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir.

 


Felak Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kul e'uzü birabbilfelak
2. Minşerri ma halak
3. Ve min şerri ğasikın iza vekab
4. Ve min şerrinneffasati fiyl'ukad
5. Ve min şerri hasidin iza hased


Anlamı

FELÂK
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(113. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.

2. Yaratıkların şerrinden.

3. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.

4. Düğümleri üfürüp büyü yapan büyücülerin şerrinden.

5. Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.

 

Nas Süresi
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kul e'uzü birabbinnas
2. Melikinnas
3. İlahinnas
4. Min şerrilvesvasil hannas
5. Elleziy yüvesvisü fiysudurinnas
6. Minel cinnetivennas


Anlamı

NÂS
SÛRE-İ ŞERİF'İ

(114. Sûre)

(Mekke döneminde inmiştir. 6 âyettir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. De ki: Sığınırım insanların Rabbine.

2. İnsanların Melik'ine.

3. İnsanların İlâh'ına.

4. O sinsi vesvesecinin (şeytanın) şerrinden.

5. Ki o, insanların göğüslerine hep vesvese verir.

6. Gerek cinlerden olsun, gerek insanlardan.

[TOP]

11.10.9 Namazda Okunan Tesbih,Dua Anlamları

Previous topicNext topic
Namazda Okunan Tesbih,Dua Anlamları

Namazda Okunan Tesbih,Dua Anlamları

Allahü ekber: Allah büyüktür.

Sübhane rabbiyel azim: Azim olan Rabbimi bütün noksanlıklardan tenzih ederim.

Sübhane rabbiyel a’la: Her şeyden yüksek, yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim.

Semiallahü limen hamideh: Allahü teâlâ kendisine hamd edeni işitir, bilir.

Rabbena lekel hamd:Rabbim sana hamd olsun.

Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü:Huzur ve selamet, Allahü teâlânın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.

Allahümme entesselam ve minkesselam tebarekte ya zelcelali vel ikram:Ya Rabbi sen selamsın, selam da sendendir

Estağfirullah: Allah’ım beni affet.

Sübhane rabbiyel aliyyil a’lel vehhab:İhsanı bol olan yüce Rabbimi tenzih ederim.

Allahümmahşurna fi zümretissalihin:Allah’ım bizi salihlerle haşret.

Tesbih: Sübhanallah: Allah’ım seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.

Tekbir: Allahü ekber: Allah büyüktür

Tahmid: Elhamdülillah: Allah’a hamd, şükrederim

Temcid: Lâ havle velâ kuvvete illâ billah: Her türlü kuvvet ve kudret ancak Allah’tandır.

Âmin: Kabul et ya Rabbi.




İstiğfar duası:

Estağfirullah el-azim ellezi la ilahe illa hüv elhayyel kayyume ve etübü ileyh:Büyük Allah’ım, günahlarımı affet. Her şeyi yoktan var eden ve her an varlıkta durduran, yalnız Sensin! Sen hep varsın!

Estağfirullah min külli ma kerihallah:Ya Rabbi, razı olmadığın, beğenmediğin şeylerden, yaptıklarımı af et, yapmadıklarımı da yapmaktan koru!




Tehlil:

La ilahe illallah veya (La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir

Allah’tan başka ilah yok demektir. Yani İbadet olunmaya hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır, hak üzere başka mabud yoktur. Her şeyi yaratan bir Allah vardır, ortağı ve benzeri yoktur.




Salavat:

Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed:

Allah’ım Muhammed aleyhisselama ve Onun âline salat-ü selam olsun.




Telbiye:

Lebbeyk. Allahümme Lebbeyk. Lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-ni’mete vel mülke leke la şerike lek:

Buyur emret, ey varlığı mutlak lazım olan Allah’ım, emrine hazırım ve ilahi iradene itaat ederim. Senin benzerin ve ortağın yoktur.

Teşrik tekbiri:

Allahü ekber, Allahü ekber. La ilahe illallah. Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd:

Allah büyüktür, Ondan başka ilah yoktur, hamd ancak Allah içindir.




Muhammedün Resulullah:

Muhammed aleyhisselam Allahü teâlânın resulüdür.




Kelime-i tevhid:

La ilahe illallah Muhammedün Resulullah:

Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam Onun resulüdür.




Kelime-i şehadet:

Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü:

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim




Zammı Sure

Zamm, bilinen zam kelimesiyle aynı kökten gelir ilave, ek, fazlalık demeye gelir fatiha okunduktan sonra üzerine bir miktar daha kıraat edildiği için böyle denir




namazda fatihadan sonraki kıraat sürecinde, kur'andan okunan pasajların en az bir satır uzunluğunda olması gerekir (Küçük bir süre yada anlam ifade eden bir ayet) mesela kevser ve ihlas sureleri, sırayla 3 ve 4 ayetten oluşurken, uzunlukları bir satırdır dolayısıyla bir satırlık bir ayet veya bir ayet parçası da zammî sure kapsamındaki okumalara girer







Sonuç: Kur'andan okunan küçük süre yada herhangi üç kısa veya uzun bir ayet zammı süredir/yerine geçer




TAHMÎD (Hamd)




Övmek, razı olmak, hakkını ödemek ve teşekkür etmek anlamındaki "h-m-d" kökünden gelen tahmîd kavramı sözlükte; tekrar tekrar övmek, "el-hamdü lillah" demek, Allah'ı çok övmek demektir.




"el-Hamdü lillah", her türlü övgü Allah'a özgüdür, anlamına gelir. Arap dilinde hamd, medh ve şükür kelimeleri eş anlamlı kelimeler olmakla birlikte aralarında az da olsa fark vardır. Hamd, medhden daha özel, şükürden daha geneldir. Her şükür hamddir, ancak her hamd şükür değildir. Her hamd medhtir, ancak her medh hamd değildir.




Hamd, bir nimet verilsin verilmesin, övüleni sahip olduğu nitelikleriyle övmek; şükür, verilen nimet sebebiyle şükredileni övmek; medh ise kişiyi cömertliği veya güzelliği veya becerisi, yeteneği vb. sebeplerle övmektir.




Kur'ân, besmeleden sonra el-hamdü li'llah cümlesi ile başlamakta ve değişik sûrelerde 21 defa tekrarlanmaktadır. Yüce Allah, bu cümle ile hem her türlü övgünün kendisine ait olduğunu haber vermekte, hem de kullarından bu cümle ile kendisini övmelerini istemektedir.




"el-Hamdü" kelimesindeki tarif lamı olan "el" istiğrak için olup, "her türlü övgü, bütün övgü" anlamını "li'llâh" kelimesindeki "lam" ise istihkâk yani her türlü övgünün Allah'a mahsus olduğunu ifade eder.




Kur'ân'da, yerde ve gökte (Rûm, 30/18), dünya ve âhirette (Kasas, 28/70) her türlü övgünün Allah'a ait olduğu bildirilmiştir. el-Hamdü lillah cümlesinin ifade ettiği anlam lehû'l-hamd, (her türlü övgü O'na aittir) (Sebe', 34/1) fe-lillâhi'l-hamd (her türlü övgü O'na aittir) (Casiye, 45/36) cümleleriyle de ifade edilmiştir.




el-Hamdü lillah; medh, zikir, şükür, nimeti ikrar, minnet ve dua cümlesidir. el-Hamdü lillah diyen insan, yaratan, yaşatan, bütün nimetleri var eden ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olan Allah'ı anmış, övmüş, nimetlerini ikrar etmiş, minnet duymuş, O'na dua ve şükretmiş olur.




Peygamberimiz (a.s.); "el-Hamdü lillah dediğin zaman Allah'a şükretmiş olursun." (Taberî, I/60), "Duanın en efdali el-Hamdü lillah diye dua etmektir" demiştir (Tirmizî, Dua, 9).




Îmân edip sâlih amel işleyen cennet ashabının âhiretteki duaları da, "el-Hamdü lillahi Rabb'il-âlemîn" (her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur) şeklindedir (Yûnus, 10/10).




Hamd, nimet mukabilinde yapılır. Allah'ın insanlara olan nimetleri sayılmayacak kadar çoktur (İbrâhim 14/34). Bütün kâinât güzelliklerle ve nimetlerle dolu olup bütün bunlar övgüye değer mahiyettedir. Bütün bu güzellikler, nimetler ve övgüler, gerçekte Allah'a yöneliktir. Çünkü bunları var eden O'dur. İnsan, neyi ve kimi överse övsün neticede Allah'ı övmüş olur.




el-Hamdü lillah cümlesi Allah'ın hayat, ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla muttasıf olduğuna delalet eder. "el-Hamdü lillah" cümlesinde "lâ ilâhe illallâh" anlamı da vardır. Bu sebeple bazı İslâm bilginleri el-Hamdü lillah cümlesi, lâ ilâhe illa'llah cümlesinden daha fazîletlidir. Çünkü "el-hamdü lillah" cümlesi tevhîd ve hamd, "lâ ilâhe illallah" cümlesi ise sadece tevhîd cümlesidir demişlerdir.




"el-Hamdü lillah" cümlesi ile Allah övüldüğü ve anıldığı gibi varlığı, birliği, ilmi, iradesi, gücü ve nimetleri ikrar edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla hamd ile Allah'ın kemal sıfatları dile getirilmektedir.




Meleklerin (Bakara, 2/30), müminlerin (Secde, 32/15) ve kâinatta bulunan her şeyin (İsrâ, 17/44) hamd ile Allah'ı tesbih ettikleri bildirilmiştir. Yüce Allah, "Rabbini hamd ile tesbih et." (Hicr, 15/98) âyetinde insanlara hamd etmeyi emretmektedir. Müminler, hem namazlarında hem de hayatlarının her fırsatında Allah'a hamd ederler. Hamd görevini yapan müminler, Kur'ân'da "el-hâmidûn" olarak nitelenmiştir (Tevbe, 9/112). Bazı insanlar, dünyada hamd görevini ifa etmeseler de kıyamet koptuktan sonra mahşer yerinde toplanmak üzere çağrıldıklarında Allah'ı överek bu çağrıya uyacaklardır (İsrâ, 17/52).




İnsanların; kendilerini yarattığı (Bakara, 2/21), yeri, göğü, geceyi, gündüzü, ayı, güneşi kısaca her şeyi hizmetlerine sunduğu (Bakara, 2/29) ve sayısız nimetler verdiği için (İbrâhim, 14/32-34) Allah'a hamd ettikleri gibi bela, hastalık, üzüntü, zülüm vb bir musibetten kurtuldukları (Mü'minûn, 23/28) ve bir nimet elde ettikleri zaman da Allah'a hamd etmeleri gerekir.




Peygamberimiz (a.s.), bir şey yiyip içtiği zaman; "Bizi yediren, içiren ve bizi Müslümanlardan yapan Allah'a hamd olsun." diye dua etmiş (Tirmizi, Deavat, 56) ve "Bir şey yiyip içip de o nimet sebebiyle Allah'a hamd eden kuldan Allah razı olur." buyurmuştur (Müslim, Zikir, 89.)




Allah'a hamd edebilmek için, O'nun varlığına, birliğine peygamber ve kitaplarına, Kur'ân'da bildirdiklerine îmân etmek, sâlih ameller işlemek, emir ve yasaklarına uymak, Allah'ın, insanların ve diğer varlıkların haklarına riâyet etmek gerekir. (İ.K.)

[TOP]

11.10.10 Namazda Okunan Duâlar

Previous topicNext topic
Namazda Okunan Duâlar

Namazda Okunan Duâlar
• Sübhaneke Duâsı
• Ettahiyyatü Duâsı
• Salâvât-ı Şerifeler
• Rabbenâ Duâları
• Kunut Duâları

 

[TOP]

11.10.11 Namazdan Sonra Okunacak Tesbihler

Previous topicNext topic
Namazdan Sonra Okunacak Tesbihler

Namazdan sonra imam ve cemaatin üç kere:  اَسْتَغْفِرُ اللّهَ الْعَظيمَ الْكَريمَ الَّذى لا اِلَهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ وَاَتُوبُ اِلَيْهِ   Estağfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüve`l-hayyü`l-kayyûmü ve etûbü ileyh (*) demeleri sünnettir.Gerek yalnız başına, gerekse cemaatla kılarken istiğfarı müteâkip:  سُبْحَانَ اللّهِ وَالْحَمْدُ لِلّهِ وَلا اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ وَاللّهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّهِ الْعَلِىِّ الْعَظيم  Sübhânallahi ve`l-ham-dü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi`l-aliyyi`l-azîm (**) denir. Herkes Eûzü Besmele çekip Âyete`l-Kürsî`yi okur. Hadîs-i şerîfte: "Her kim beş vakit namazın sonunda Âyete`l-Kürsî`yi okursa, cennete girmekten onu ancak ölüm men`eder" buyurulmuştur. Âyete`l-Kürsî`den sonra İhlâs ve Muavvizeteyn de okunabilir. Bundan sonra 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa da Allahü Ekber denir. Tesbihleri el ile saymak sünnettir. Peygamberimiz parmaklarıyla tesbih ederlerdi. Fakat tesbih kullanmak da câizdir. Sahâbelerden taş sayarak tesbih edenler olmuştur. (Ebû Hüreyre Hazretlerinin düğümlü ipliği vardı. Onunla tesbih ederdi). El ile tesbihleri saymak, tesbih ile saymaktan efdaldir. Bundan sonra:  لا اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ وَحْدَهُ لاَ شَريكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلى كُلِّ شَئٍ قَديرٌ  Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerike leh. Lehü`l-mülkü ve lehü`l-hamdü ve hüve alâ külli şey`in kadîr... (*)  سَبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلى الْوَهَّابِ  Sübhâne rabbiye`l-aliyyi`l-a`le`l-vehhâb denilerek eller göğüs hizasına kaldırılır. Avuç içi yüze doğru meyilli olacak şekilde açılarak dua yapılır. Dua bittikten sonra yüz meshedilir.

 

* Yüzü mesh duada el kaldırmanın sünnetidir. El kaldırmadan dua edilmişse, yüzün meshi gerekmez. Yüzün meshindeki hikmet, bereketin kendisine gelmesi ve içine sirayetidir. Ve belânın def`ini, atânın husûlünü ummaktır. Tek elle mesh yapılmaz. Namaz tesbihatının ehemmiyetine dair Peygamberimizden şu hadîsi şerifler rivâyet edilmiştir:

 

1. "Kim ki her namazın sonunda 33 kere Allah`ı tesbih eder, 33 kere Allah`a hamdeder ve 33 kere de tekbir getirir ve sonunda da "Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü`l-mülkü ve lehü`l-hamdü ve hüve alâ külli şey`in kadîr" derse, deniz köpüğü kadar da olsa günahları afvedilir." (Müslim).

 

2. "Muhacirlerin fakirleri Resûlüllah`a (asm) geldiler ve:

 

- Servet sâhipleri yüksek dereceleri ve ebedî nimeti kaptılar. Bizim gibi namaz kılarlar, bizim gibi oruç tutarlar. Ve onların artan malı vardır. Onunla hac ederler, umre yaparlar, cihâd ederler ve sadaka verirler, dediler. Resûlüllah (A.S.M.):

 

- Size bir şey öğreteyim mi? Sizi geçenlere onunla yetişecek ve sizden sonrakileri onunla geçeceksiniz ve sizin gibi yapmadıkça hiçbiri sizden daha sevablı olmayacaktır" buyurdu.

 

- Evet yâ Resûlâllah! dediler. Resûlüllah (asm) de:

 

- Her namazın sonunda 33`er defa Sübhânallah, Elhamdü lillâh ve Allahü Ekber diyeceksiniz, buyurdu."

 

3. "Her farz namazın sonunda 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa Allahü Ekber diyen, hasara (ziyana) uğramaz."

 

4. Ebû Said el-Hudrî (ra) rivayet ediyor: Resûlüllah (sav):

 

- Allahü Teâlâ`nın rızasını kazanmaya vesile olan amelleri çok yapınız, buyurdu. Ashap: "Bu ameller hangileridir?" dediler.

 

- Allahü Ekber. Lâ ilâhe illâllah, Sübhânallah, Elhamdü lillâh, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözlerini söylemektir, buyurdu. (Hâkim, Müstedrek).

 

5. Ebu Hüreyre (ra) rivayet ediyor: "Resûlüllah bir gün:

 

"Zırhlarınızı giyiniz", buyurdu. Ashap:

 

"Yâ Resûlâllah! Düşman mı geldi?" dediler.

 

"Hayır, Cehennemden korunma zırhını giyiniz: Sübhânallah, Elhamdü lillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahü ekber, deyiniz. Bunlar kıyamet günü, önünüzden, arkanızdan sizi korurlar" cevabını verdi. (Hâkim, Müstedrek).

 

[TOP]

11.10.12 NAMAZDA BÂTINİ ve ZÂHİRİ HUŞU

Previous topicNext topic
NAMAZDA BÂTINİ ve ZÂHİRİ HUŞU
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (1)

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Resul'üm! Kitap'tan sana vahyedileni oku ve namaz kıl! Şüphesiz ki namaz insanı her türlü hayâsızlıktan ve fenâlıktan alıkoyar. Zikrullah elbette en büyük (İbadet)tir. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebût: 45)

Müminlerin her türlü kötülüklerden ve yasaklardan kaçınması icap ederken, nice namaz kılan kimselerin kendilerini haramdan ve yasaklardan kurtaramadıkları görülmektedir.

Bunun da sebebi namazda huzur ve huşuya dikkat edilmemesinden ileri gelmektedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Huşu ile namaz kılan müminler ahiret azabından kurtuldular." buyuruyor. (Müminûn: 1-2)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:

"Namazında huşu olmayan kimsenin namazı kabule lâyık olamaz, vaad olunan faydası da beklenemez." buyurmuşlardır. (Münâvî)

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Namazında sesini yükseltme, sesini o kadar da kısma, ikisi arasında bir yol tut." (İsrâ: 110)

Bu gibi kimseler ancak emri yerine getirerek farzı edâ etmiş ve namazı terkedenler için tayin olunan şer'i cezadan kendini kurtarmış olur.

Namazda huzur ve huşu şarttır. Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:

"Benim zikrim için namaz kıl!" buyuruyor. (Tâhâ: 14)

Bu Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki namaz kılmaktan maksat Allah-u Teâlâ'yı anmaktır. Namazı boyunca gaflette olan bir kimse, Allah'ı anmak için namaz kılanlardan olmamış olur.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde de:

"Gâfillerden olma." buyuruyor. (Â'râf: 205)

Namaz gafletle kılınırsa o namaz sahibini fuhşiyattan, münkerden alıkoymaz, Hazret-i Allah'tan uzaklaştırır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa, o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)

"Sâlih amelden ayrılmayan kimsenin iki rekât namazı, iyi ile kötü ameli karışık kimselerin bin rekât namazından efdâldir." (Münâvî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise:

"Nice namaz kılan var ki namazından sadece yorgunluk elde eder." buyuruyorlar. (Nesai)

Namazda huşu; hem zâhiri hem bâtıni olmak üzere iki kısımdır:

[TOP]

11.10.13 Bâtınî Huşu

Previous topicNext topic
Bâtınî Huşu
 

 

Bâtınî Huşu:

Namaz kılmaya başlayan bir kimse iftitah tekbirinden başlayıp selâm verinceye kadar, kendisinin Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir.

O'nun heybet ve azameti karşısında kendisinin ne derece hakir, fakir olduğunu, merhamete ve mağfirete muhtaç, günahkâr bir kul olduğunu tefekkür etmelidir.

İbadetler arasında Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği olan namaz sayesinde söz ve hareketleriyle af ve mağfiret talep edip O'nun lütuf ve ihsanını kazandıracak bir makamda bulunduğunu korku ve haşyetle düşünmelidir.

Bu şekilde kılınan namazımız melâike-i kiram'ın muhtelif şekillerdeki ibadetlerini içinde topladığı için, diğer ibadetlerin en faziletlisi, af ve mağfiret sebeplerinin en mükemmelidir.

Meleklerin bir kısmı ayakta bir kısmı oturarak, bir kısmı rükû ve secde ile meşguldürler. Diğer bazısı da "Allah-u Ekber", "Elhamdülillah", "Subhanallah" gibi tekbir, tahmid ve tesbih ile emrolunmuşlardır. Namaz kılan müslümanlar da, bu faziletlerin hepsinden kısmi de olsa feyz almaktadırlar.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.14 Zâhirî Huşu

Previous topicNext topic
Zâhirî Huşu
 

 

 

Zâhirî Huşu (1)

Bir insan namaza başlar başlamaz tam bir sükûnetle, etrafına bakmadan, azalarını lüzumsuz hareketlerden koruyarak, Allah-u Teâlâ'nın huzurunda bulunup dilinden dökülen kelimelerin mânâsını düşünmelidir.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Namaz içinde oraya buraya bakmak, kişinin namazından çaldığı hırsızlamadır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 420)

"Kişi, namazından ne kadar anlarsa, o derece namaz kılmış sayılır." buyurmuşlardır.

"Allah-u Ekber" deyince, Allah-u Teâlâ'nın herşeyden büyük olduğunu düşünmelidir.

Sübhaneke Allahümme ve bihamdik: Ey Allah'ım! Sana hamd ederek, her türlü noksanlardan tenzih ederim.

Vetebâre kesmük: Senin ism-i şerif'inin hayır ve bereketleri cem ettiğini bilirim.

Veteâlâ ceddük: Senin azamet ve şanını itiraf ederim.

Velâ ilâhe ğayrûk: Senden başka bir mabud olmadığını dil ile ikrar, kalp ile tasdik ederim.

Euzü billâhi mineşşeytanirracîm: Merhamet dergâhından kovulmuş şeytanın hile ve desiselerinden Cenâb-ı Hakk'a sığınırım.

• Bismillâhi: Cenâb-ı Allah'ın ism-i şerif'i dilimde ve kalbimde bulunduğu halde namaza başlıyorum.

Errahman: Öyle bir Allah ki dünyada merhameti herkese şâmil.

• Errahim: Ahirette ise itaatkâr kullarına cennet ve cemâlini ihsan buyurucudur.

• Elhamdü'lillâhi: Hamd ve sena bütün övgüler Allah-u Zülcelâl Hazretleri'ne mahsustur.

• Rabbil âlemin: Bütün âlemlerin yaratıcısı, rızıklandırıcısı, mürebbisidir.

• Errahmânirrahim: O Rahman ve Rahim'dir.

• Mâlik-i yevmiddin: Kıyamet gününün sahibi ve melikidir. Herkesin gözü onun lütuf ve keremindedir.

• İyyâke na'büdü: Allah'ım yalnız sana ibadet eder,

Ve iyyâke nestaiyn: Yalnız senden yardım bekleriz.

• İhdinâ: Bizlere hidayet eyle.

• Sırâtalmüstakim: Cennete uzanan doğru bir yolu.

• Sıratalleziyne en'amte aleyhim: Nimetlerine nâil olan nebilerin ve velilerin süluk ettikleri şeriat ve tarikat-ı mutahharayı,

• Ğayril mâğdûbi aleyhim veleddalliyn: Gazabı haketmiş olanların ve doğru yoldan sapan yahudi ve hıristiyanların yolunu değil.

Namaz kılan kimse bu şekilde Fâtiha sûre-i şerifi'ni okuduktan sonra istediği bir sûre daha okur. Cenâb-ı Hakk'ı tâzim makamında rükûya eğilir, kendini küçültür.

Rükûda "Sübhâne rabbiyel aziym" diyerek, büyüklük zâtına mahsus olan Hazret-i Allah'ı bütün noksanlardan tenzih eyler.

• "Semiallahu limen hamideh" diyerek rükûdan kalkar. "Allah-u Teâlâ kendisine hamd edenin hamdini işitir ve kabul buyurur." demektir.

Rükûdan kalktığında da "Rabbenâ lekel hamd" der. "Ey Rabb'imiz. Hamd ancak sana mahsustur." mânâsına gelir.

Sonra secdeye varır.

Bilindiği gibi kulların fiillerinin, iş ve davranışlarının içinde en çok kabule lâyık olan şey mahviyettir. Yani bir insan kendini hakir, sağir, naçiz bir mahlûk olduğunu ve her nesi varsa Cenâb-ı Allah'ın mal ve mülkü bulunduğunu bilmektir.

Secdeye varmak, yerlere kapanmak, toprakla bir olmak ise fiili olarak mahviyeti temsil etmekte olduğu gibi dil ile de "Sübhâne rabbiyel a'lâ"yı okur. "Kuvvet, kudret, beden, mal ve mülk bakımından herkesten üstün olan Hazret-i Allah'ı bütün noksanlardan tenzih ederim." demektir.

İkinci secdeyi de yaptıktan sonra ikinci rekâta kalkar.

Aynı minval üzere onu da kılar ve teşehhüd için oturur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda Bâtınî ve Zâhirî Huşu (3)

 

Zâhirî Huşu (2)

Ettahiyyatü lillahi: Hamd ve sena gibi dil ile söylenerek yapılan kavli ibadetler Allah'a mahsustur.

• Vessalâvâtü: Salâvât gibi fiili ibadetler Allah'a mahsustur.

• Vettayyibat: Mâli ibadetlerin dahi hepsi O'na ait olduğunu itiraf eyler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç gecesinde huzuru Rabb'ül izzet'e varınca ve bu üç kelime-i tayyibe ile hamd ve sena vazifesini yerine getirince, Allah-u Teâlâ da üç kelime ile mukabelede bulundu.

"Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü." yani "Dünya ve ahiret azabından emniyetle beraber, Cenâb-ı Allah'ın rahmet ve âtıfeti, hayır ve bereketi senin üzerine olsun." demektir.

Ondan sonra tekrar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz, Allah-u Teâlâ'nın selâmına cevaben "Esselâmu aleyna ve alâ ibâdillahissalihiyn." yani "Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti ve inayeti bizim ve bütün enbiyanın, evliyânın üzerine olsun." tabiriyle meramını arzetmiştir.

Mübarek Miraç gecesinde meydana gelen bu ahvâle vakıf olan Cebrâil Aleyhisselâm da "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühu" yani "Cenâb-ı Allah'ın birliğine ve Muhammed Aleyhisselâm'ın Allah'ın kulu ve Resul'ü olduğuna şehâdet eylerim." buyurmuştur.

Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın isminin anıldığı zaman salât-u selâm gönderilmesinin lüzumu aşikâr olduğundan, "Ettahiyyatü"nün sonunda salât-u selâm getirilir...

Allahümme salli alâ Muhammed: Yâ Rabb'i, rahmetini Muhammed Aleyhisselâm üzerine indir.

Ve alâ âli Muhammed: Hem de Muhammed Aleyhisselâm'ın bütün akraba ve taallükâtı ile itaatkâr ümmeti üzerine indir.

Kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim, inneke hamidün mecid: Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ile onun âile efradına nâzil buyurmuşsan. Şüphesiz ki sen Hamid ve Mecid'sin" demelidir.

Bundan sonra "Rabbenâ..." gibi meşhur duâlardan okumalıdır. Sonra da namaza mahsus olan mukaddes ilâhi huzurdan çıkarak dünya âlemine dahil olacağı için; eğer imam ise hazır bulunan cemaata ve meleklere, tek başına kılıyorsa sağındaki ve solundaki meleklere hitaben "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah" diyerek namaz vazifesini bitirmiş olur.

Ettahiyyatü'yü okurken namazı kılan kişi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Allah-u Teâlâ'ya arz etmiş olduğu kelime-i tayyibeleri kendisi tarafından takdim etmelidir. Bir hikaye olarak okumamalıdır.

Namazın başından sonuna kadar huzur ve huşuyu muhafaza etmek evliyâullahın büyüklerinin güçlükle muktedir olabileceği meselelerden olduğu için, diğer insanlar için ise kolay olmadığı açıktır.

Şu kadar var ki namazın hangi rüknünde olursa olsun namaz kılan için o nispette kabul ümidi şüphesizdir. Bu bakımdan huzur ve huşu için mümkün olduğu kadar çalışıp gayret göstermelidir.

Namaz kılarken:

"Namaza başladığında son namazını kılar gibi kıl!" (Ahmed bin Hanbel)

Hadis-i şerif'ini de gönülden uzak tutmamak gerekir.

Cenâb-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri Tevhid'e inanan müslümanları muvaffak buyursun. Memur bulundukları namazlarını kemâl-i huzur ve huşu ile edâ etmekle kalplerini pür-nûr eylesin, amin.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.15 NAMAZIN FARZLARI

Previous topicNext topic
NAMAZIN FARZLARI
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazın Farzları ve Vâcipleri

 

NAMAZIN FARZLARI

1– Dışındaki Farzlar:

• Hadesten tahâret: Mânevî pisliklerden temizlenmek. Abdestsiz olanın abdest alması, gusül abdesti alması icap etmiş olanın gusletmesi.

• Necasetten tahâret: Namaza başlamadan önce; bedeni, elbise ve çamaşırları, namaz kılınacak yeri, namaza engel olacak gözle görülür her türlü pislikten temizlemek.

• Setr-i avret: Namazda vücudun kapatılması gereken yerleri örtmek.

• İstikbâl-i kıble: Namaz kılarken Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i muazzama'ya yönelmek.

• Vakit: Beş vakit namazı, vakti girince kılmak. Her namazın ilk vaktini ve son vaktini bilmek gerekir.

• Niyet: Kılınacak namazın hangi vaktin namazı olduğunu hatıra getirmek. Bu niyeti dil ile söylemek sünnettir.

2– İçindeki Farzlar:

• İftitah tekbiri: Namaza "Allahu Ekber" diyerek başlamak.

• Kıyam: Namazda ayakta durmak.

• Kıraat: Namazda ayakta iken Ku'an-ı kerim'den bir miktar okumak. (Üç kısa âyet, veya üç kısa âyete eşit uzunlukta bir âyet.)

• Rükû: Eller dizlere değecek kadar öne doğru eğilmek.

• Sücûd: Ayak, diz, el, alın ve burunu yere koymak suretiyle bir rekâtta iki kere secde etmek.

• Ka'de-i ahîre: Namazın sonunda "Ettahiyyatü"yü okuyacak kadar oturmak.

[TOP]

11.10.16 NAMAZIN VÂCİPLERİ

Previous topicNext topic
NAMAZIN VÂCİPLERİ
 

NAMAZIN VÂCİPLERİ

Her namaza "Allahu Ekber" lâfzıyla başlamak.

Her rekâtın başında "Fâtiha" sûresini okumak.

Fâtiha'yı sûre veya âyetten önce okumak.

Fâtiha'ya bir sûre veya âyet eklemek. Yani farz namazların ilk iki rekâtında, vitir ve nâfile namazların her rekâtında "Fâtiha"dan sonra bir sûre veya üç kısa âyet veya uzun bir âyet okumak.

İmamın, sabah, akşam, yatsı namazlarının birinci ve ikinci rekâtlarında, cuma, bayram, teravih ve vitir namazlarında Fâtiha ve sûreleri açıktan, öğle ve ikindide içinden okuması.

İmama uyan kimsenin namazların hepsinde Fâtiha ve sûre okumadan susması.

Vitir namazında kunut duâlarını okumak.

İki secdeyi birbiri ardınca yapmak, secdede burunu da alınla birlikte yere koymak.

Bir farzdan diğerine geçerken "Sübhanellah" diyecek kadar ara vermek.

Rükû ve secdelerden kalkarken iyice doğrulmak.

Tâdil-i erkâna riayet etmek.

Üç ve dört rekâtlı namazlarda, ikinci rekâttan sonra oturmak; ilk ve son oturuşta "Ettahiyyatü"yü okumak.

Namazların sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek. "Es-selâmu aleyküm ve rahmetullah" cümlesinin "Es-selâm" kısmını söylemek vâcip, diğer kısmını söylemek ise sünnettir.

Bayram namazlarını kılarken zâid tekbirleri almak.

Namazda yanılırsa sehiv secdesi yapmak.

Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi yapmak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.17 NAMAZIN SÜNNETLERİ

Previous topicNext topic
NAMAZIN SÜNNETLERİ
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazın Sünnetleri ve Müstehabları

 

NAMAZIN SÜNNETLERİ

"Allahu Ekber" diyerek namaza başlanırken, kunut ve bayram namazı tekbirleri alınırken avuç ayaları ön tarafa gelecek şekilde elleri kulak hizasına (kadınlar omuz hizasına) kaldırmak, sonra bağlamak.

Tekbir alırken parmakları tabii halde açık bulundurmak.

Namaza başlayınca içten "Sübhaneke" duâsını okumak.

Fâtiha sûresini okumaya başlamadan "Euzü-besmele" çekmek. Fâtiha'dan sonra sessizce "Âmin" demek.

İftitah tekbirinden başka bütün tekbirler.

Elleri bağlarken sağ elin içini göbeğin altında sol el üzerine koymak, sağ elin baş ve küçük parmakları ile sol bileği kavramak. (Kadınlar göğüsleri üzerine bağlar.)

Kıyamda iken iki ayak arasında dört parmak kadar bir aralık bırakmak

Rükûda üç kere "Sübhane Rabbiyel Azim" ve her secdede üçer kere "Sübhane Rabbiyel A'lâ" demek.

Rükûda parmaklar açık olarak diz kapaklarını tutmak. Dizleri dik, sırtı düz, başı dosdoğru tutmak. (Kadınlar rükûda dizlerini bükerler, bellerini fazla eğmezler.)

Doğrulurken "Semiallahu Limen Hamideh", doğrulunca da "Rabbenâ Lekel Hamd" demek.

Secdeye varırken önce dizleri, sonra elleri, sonra da yüzü yere koymak. Kalkarken önce yüzü, sonra elleri ve dizleri kaldırmak.

Secdelerde başı iki eller arasında yere koyup, elleri yüzden uzak bulundurmamak.

Sol ayağı yere yatırıp sağ ayağı dikmek.

İki secde arasında oturmak.

Oturuşta elleri dizlere koymak, "Ettahiyyatü" duâsını içinden okuduktan sonra "Allahümme Salli ve Allahümme Barik" duâlarını ve diğer duâları okumak.

Selâmda başı önce sağa sonra sola çevirmek. Her iki tarafa "Esselâmu aleyküm ve Rahmetullah" diye selâm vermek.

[TOP]

11.10.18 NAMAZIN ÂDÂBI(MÜSTEHABLARI)

Previous topicNext topic
NAMAZIN ÂDÂBI(MÜSTEHABLARI)
 

NAMAZIN ÂDÂBI
(MÜSTEHABLARI)

Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunu düşünmek, zâhirî ve bâtınî olarak huzur ve haşyet içinde bulunmak.

Ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayakların üzerine, secdede iken burunun iki kanadına, otururken kucağa, selâm verirken omuz başlarına bakmak.

Rükû ve secdelerde tesbihleri üçten ziyade yapmak (Beş, yedi, dokuz olabilir)

Öksürmek, geğirmek ve esnemek gibi şeyleri gücü yettiği kadar yapmamaya ve önlemeye çalışmak.

Müezzin "Hayyâalelfelâh" derken imam ve cemaat ayağa kalkmak.

"Kad kâmetissalâh" derken namaza başlamak.

[TOP]

11.10.19 Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler

Previous topicNext topic
Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler ile Namazın Müfsitleri

 

Namazda İşlenmesi Mekruh Olan Şeyler

Namazda elbisesiyle veya bir yeriyle oynamak.

Zihnini çok meşgul edecek bir hâl ile namaza durmak.

Esnemek veya gerinmek.

Parmak çıtlatmak.

İki elin parmaklarını birbirine geçirmek.

Başkasının huzuruna çıkılamayacak bir giyimle ve kollar sıvalı olarak namaza durmak.

Başı kıbleden çevirmek. Gözlerini yummak veya göğe dikmek.

Erkeklerin secdede kollarını yere yayması.

Önünde, yan taraflarında, başı üzerinde canlı resmi asılı dururken namaz kılmak.

İkinci rekâtı birinciden uzun yapmak.

İkinci rekâtta ilk okuduğu sûrenin üstündeki sûreyi okumak.

Sûrelerin arasını birer sûre ile atlamak.

Ezberinde başka sûre varken, bir sûreyi farz namazın bir tek rekâtında iki kere okumak. (Nafile namazlarda tekrar etmekte bir beis yoktur.)

Yenmek üzere bir yemek hazırlanmış olduğu halde namaza durmak.

Sıkışık abdestle namaza durmak.

Namaz kılanın önünde uyuyan kimselerin bulunması

Cemaatle kılınan namazlarda ön safta yer varken arka safta namaza durmak.

Namazın sünnetlerinden birini terketmek.

[TOP]

11.10.20 Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)

Previous topicNext topic
Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)
 

Namazın Müfsitleri (Bozan Şeyler)

Namazın farzlarından birini terketmek.

Namazda iken konuşmak, "Ah, oh.." demek, selâm vermek, selâm almak, kendi duyacağı kadar gülmek.

Namazda bir şey yemek, veya içmek, bir şeye üflemek.

Teyemmüm almış bir kimsenin, namazda iken suyu görmesi.

Mesh müddetinin namazda iken bitmesi.

Göğsünü kıbleden çevirmek.

Namazda iken bir iş yapmaya kalkışmak. (Uzaktan bakan bir kimse onun namazda olmadığını zanneder.)

Sabah namazını kılarken güneş doğmak.

Özürsüz olarak öksürmeğe çalışmak, boğazı hırıldatmak.

Âyet-i kerime'yi mânâsını bozacak şekilde yanlış okumak.

Aynı namazda erkekle kadının arada perde olmadan aynı hizada durması.

İmama uyanın bir rüknü imamdan önce yapması. (İmamdan önce rükû ve secdeden başını kaldırmak gibi.)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.21 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,Sütre ve Namazda Tâdil-i Erkân

Previous topicNext topic
Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,Sütre ve Namazda Tâdil-i Erkân
 

Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak,
Sütre ve Namazda Tâdil-i Erkân

 

Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak:

Namazda Kur'an-ı kerim okurken yanlışlık yapılmasına zelle denir. Bu yanlışlık ve değişiklik, bile bile kasten yapılırsa namaz bozulur.

Bu yanlışlık namazda bulunulduğu unutularak yapıldığı, okunan kelimenin benzeri Kur'an-ı kerim'de bulunmadığı, mânâsı da Kur'an-ı kerim'deki kelimenin mânâsından uzak olduğu takdirde namaz yine bozulur.

Namazda bulunulduğunu unutarak Kur'an-ı kerim'in okunuşunda yapılan hareke yanlışlığı ile namaz bozulmaz.

Şeddesiz bir harfi yanılarak şeddeli, şeddeli bir harfi şeddesiz okumak; uzatılarak okunacak bir harfi kısa, kısa okunacak bir harfi uzatarak okumak; ince okunacak bir harfi kalın, kalın okunacak bir harfi ince okumak; okurken durulacak yerde geçmek, geçilecek yerde durmak namazı bozmaz.

Dad'ı dal veya zal veya zı gibi; zal'ı da ze veya zı gibi; sad'ı sin; tı'yı te gibi okumak, bunları ayıramayanlar için namazı bozmaz.

Her müslümanın, namazı câiz olacak kadar Kur'an-ı kerim'i ezberlemesi farzdır.

 

Sütre:

Önünden insan geçmesi ihtimali olan bir yerde namaza duracak bir kimsenin yarım metre kadar veya daha fazla yükseklikte ve bir parmak kalınlığında bir sütre koyarak, siper edinmesi müstehaptır.

Sütreye yakın durmak, sütrenin tam karşısında dikilmeyip, onu kaşlarından birinin hizasına almak sünnettir.

Yer sert olduğunda kamçı gibi, şemsiye gibi şeyler uzunluğuna yere bırakılabilir.

Namaz cemaatle kılınıyorsa, imamın önüne koyduğu sütre, cemaat için de sütre sayılır.

Namaz kılanın önünden geçilirse namaz bozulmaz, fakat geçen günah işlemiş olur.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Kişi, namaz kılanın önünden geçmenin günahını bilseydi kırk (yıl veya ay veya gün) beklemeyi daha hayırlı bilir, geçmezdi." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 311)

 

Namazda Tâdil-i Erkân:

Namaz kılarken tâdil-i erkâna riayet etmek, namazın kıyam, rükû, sücûd gibi rükünlerini yaparken sükûnetle yerine getirmek gerekir.

Meselâ rükûdan kıyama kalkarken vücud dimdik bir hâle gelmeli, en az bir kere "Sübhanellahil-aziym" diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye gitmelidir. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir defasında mescide girdi. Derken bir kimse de gelip namaz kıldı. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelip selâm verdi. Selâmına karşılık verdikten sonra "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı ve gelip selâm verdi. Resulullah Aleyhisselâm yine "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. Bu üç kere oldu. Nihayet o kimse "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bundan iyisini beceremiyorum, bana öğret!" deyince Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

"Namaza durduğunda tekbir getir, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'an oku. Sonra rükûda olduğuna kanaat getirinceye kadar eğil. Sonra başını kaldırıp dimdik oluncaya kadar doğrul. Sonra secdeye varıp yerine geldiğine kanaat getirinceye kadar secde et. Sonra tam oturuncaya kadar doğrul!. Bütün namazlarında bunu yap." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 423)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.22 Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak

Previous topicNext topic
Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak
 

Namazda Kıraat Yanlışlığı Yapmak:

Namazda Kur'an-ı kerim okurken yanlışlık yapılmasına zelle denir. Bu yanlışlık ve değişiklik, bile bile kasten yapılırsa namaz bozulur.

Bu yanlışlık namazda bulunulduğu unutularak yapıldığı, okunan kelimenin benzeri Kur'an-ı kerim'de bulunmadığı, mânâsı da Kur'an-ı kerim'deki kelimenin mânâsından uzak olduğu takdirde namaz yine bozulur.

Namazda bulunulduğunu unutarak Kur'an-ı kerim'in okunuşunda yapılan hareke yanlışlığı ile namaz bozulmaz.

Şeddesiz bir harfi yanılarak şeddeli, şeddeli bir harfi şeddesiz okumak; uzatılarak okunacak bir harfi kısa, kısa okunacak bir harfi uzatarak okumak; ince okunacak bir harfi kalın, kalın okunacak bir harfi ince okumak; okurken durulacak yerde geçmek, geçilecek yerde durmak namazı bozmaz.

Dad'ı dal veya zal veya zı gibi; zal'ı da ze veya zı gibi; sad'ı sin; tı'yı te gibi okumak, bunları ayıramayanlar için namazı bozmaz.

Her müslümanın, namazı câiz olacak kadar Kur'an-ı kerim'i ezberlemesi farzdır.

[TOP]

11.10.23 Sütre

Previous topicNext topic
Sütre
 

Sütre:

Önünden insan geçmesi ihtimali olan bir yerde namaza duracak bir kimsenin yarım metre kadar veya daha fazla yükseklikte ve bir parmak kalınlığında bir sütre koyarak, siper edinmesi müstehaptır.

Sütreye yakın durmak, sütrenin tam karşısında dikilmeyip, onu kaşlarından birinin hizasına almak sünnettir.

Yer sert olduğunda kamçı gibi, şemsiye gibi şeyler uzunluğuna yere bırakılabilir.

Namaz cemaatle kılınıyorsa, imamın önüne koyduğu sütre, cemaat için de sütre sayılır.

Namaz kılanın önünden geçilirse namaz bozulmaz, fakat geçen günah işlemiş olur.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Kişi, namaz kılanın önünden geçmenin günahını bilseydi kırk (yıl veya ay veya gün) beklemeyi daha hayırlı bilir, geçmezdi." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 311)

[TOP]

11.10.24 Namazda Tâdil-i Erkân:

Previous topicNext topic
Namazda Tâdil-i Erkân:
 

Namazda Tâdil-i Erkân:

Namaz kılarken tâdil-i erkâna riayet etmek, namazın kıyam, rükû, sücûd gibi rükünlerini yaparken sükûnetle yerine getirmek gerekir.

Meselâ rükûdan kıyama kalkarken vücud dimdik bir hâle gelmeli, en az bir kere "Sübhanellahil-aziym" diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye gitmelidir. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir defasında mescide girdi. Derken bir kimse de gelip namaz kıldı. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelip selâm verdi. Selâmına karşılık verdikten sonra "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı ve gelip selâm verdi. Resulullah Aleyhisselâm yine "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. Bu üç kere oldu. Nihayet o kimse "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bundan iyisini beceremiyorum, bana öğret!" deyince Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

"Namaza durduğunda tekbir getir, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'an oku. Sonra rükûda olduğuna kanaat getirinceye kadar eğil. Sonra başını kaldırıp dimdik oluncaya kadar doğrul. Sonra secdeye varıp yerine geldiğine kanaat getirinceye kadar secde et. Sonra tam oturuncaya kadar doğrul!. Bütün namazlarında bunu yap." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 423)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.25 Kadınların Namaz Kılma Şekli ve Sehiv Secdesi

Previous topicNext topic
Kadınların Namaz Kılma Şekli ve Sehiv Secdesi
 

İSLÂM İLMİHALİ

Kadınların Namaz Kılma Şekli
ve Sehiv Secdesi

 

Kadınların Namaz Kılma Şekli:

Kadınların namazlarında bazı farklılıklar vardır:

Namazı kılmak için ezan okumazlar, ikâmet getirmezler.

Tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar ve göğüs üzerine koyarlar.

Kıyamda erkekler gibi dik değil, başları hafif bükük bir halde dururlar.

Rükûda dizlerini germeyip hafif bükerler.

Secdede dizlerini iyice bükerler, karınlarını uyluklarına, kollarını da vücutlarına yapıştırırlar.

Otururken sol kalçalarının üzerine oturup ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarırlar.

 

Sehiv (Yanılma) Secdesi:

Sehiv secdesi farzın tehirinden, vâcibin terk ve tehirinden dolayı lâzım gelir. Yani namazda farzlardan birisi unutularak geciktirilip zamanında yapılmazsa, bir de vaciplerden birisi unutularak zamanında yapılmazsa veya terk edilirse "sehiv secdesi" yapılır. Böylece namazdaki eksiklik tamamlanmış olur.

Meselâ vitir namazının tekbirini veya kunut duâlarını okumayı unutmak, üç veya dört rekâtlık namazlarda iki rekât kıldıktan sonra oturmayı unutmak... gibi.

 

• Sehiv secdesinin yapılışı:

Son oturuşta "Ettahiyyatü"den sonra imam olan kimse yalnız sağ tarafına, tek başına kılan kimse ise iki tarafına selâm verip "Allahu Ekber" diyerek iki kere secdeye gider. Oturduğunda "Ettahiyyatü" ile "Allahümme Salli, Allahümme Bârik"leri okur ve selâm verir.

Namazda bir kaç defa yanılma olsa bile tek bir sehiv secdesi kâfidir.

İmama uyan bir kimse bir hata yaparsa, sehiv secdesi yapması gerekmez.

İmam yanılırsa, imamla birlikte bütün cemaatin de secde etmesi lâzımdır.

Bir kimse selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapması lâzım geldiğini hatırlarsa; kıbleden dönmemiş ve konuşmamış ise yine sehiv secdesi yapar, kıbleden dönmüş ve konuşmuş ise yapamaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.26 Sehiv (Yanılma) Secdesi:

Previous topicNext topic
Sehiv (Yanılma) Secdesi:
 

Sehiv (Yanılma) Secdesi:

Sehiv secdesi farzın tehirinden, vâcibin terk ve tehirinden dolayı lâzım gelir. Yani namazda farzlardan birisi unutularak geciktirilip zamanında yapılmazsa, bir de vaciplerden birisi unutularak zamanında yapılmazsa veya terk edilirse "sehiv secdesi" yapılır. Böylece namazdaki eksiklik tamamlanmış olur.

Meselâ vitir namazının tekbirini veya kunut duâlarını okumayı unutmak, üç veya dört rekâtlık namazlarda iki rekât kıldıktan sonra oturmayı unutmak... gibi.

 

• Sehiv secdesinin yapılışı:

Son oturuşta "Ettahiyyatü"den sonra imam olan kimse yalnız sağ tarafına, tek başına kılan kimse ise iki tarafına selâm verip "Allahu Ekber" diyerek iki kere secdeye gider. Oturduğunda "Ettahiyyatü" ile "Allahümme Salli, Allahümme Bârik"leri okur ve selâm verir.

Namazda bir kaç defa yanılma olsa bile tek bir sehiv secdesi kâfidir.

İmama uyan bir kimse bir hata yaparsa, sehiv secdesi yapması gerekmez.

İmam yanılırsa, imamla birlikte bütün cemaatin de secde etmesi lâzımdır.

Bir kimse selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapması lâzım geldiğini hatırlarsa; kıbleden dönmemiş ve konuşmamış ise yine sehiv secdesi yapar, kıbleden dönmüş ve konuşmuş ise yapamaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.27 Tilâvet Secdesi

Previous topicNext topic
Tilâvet Secdesi
 

Tilâvet Secdesi ve Şükür Secdesi

 

Tilâvet Secdesi:

Kur'an-ı kerim'de on dört secde Âyet-i kerimesi vardır. Bunlardan birini okuyan veya dinleyen kimseye secde etmek vâciptir. Bu secdeye "Tilâvet Secdesi" denir.

Bu Âyet-i kerime'ler ya doğrudan doğruya secde etmeyi emretmekte veya kâfirlerin secde etmekten yüz çevirdiklerini beyan etmekte veyahut ki Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in secde emr-i şerifine uyduğunu anlatmakta olduğundan, bu mübarek kelâmları okuyunca veya işitince secde etmek vâcip olmuştur.

Yapan sevaba erer, yapmayan günaha girer.

Secdeyi vâcip kılan Âyet-i kerime'ler: A'râf (206), Ra'd (15), Nahl (49), İsrâ (107), Meryem (58), Hacc (18), Furkân (60), Neml (25), Secde (15), Sâd (24), Fussilet (37), Necm (62), İnşikâk (21), Alâk (19)

Bu on dört secde Âyet-i kerime'sini bir yerde okuyup, her biri için okudukça ayrıca bir secde yapan ve hepsini okuduktan sonra hepsine birden on dört secde yapan bir kimsenin her türlü belâdan korunacağı, kendisine üzüntü ve sıkıntı verecek hususlarda Allah-u Teâlâ'nın kifayet edeceği rivayet olunmuştur.

 

Yapılış şekli:

Tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın "Allahu Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denir ve "Allahu Ekber" diyerek secdeden kalkılır. Ayağa kalkarken de "Semi'na ve Eta'nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileykel masîr" denir.

Tilâvet secdesini yapacak kimsenin hadesten ve necasetten temiz, avret yerleri örtülü ve kıbleye yönelmiş olması şarttır. Cünüp olanlar, gusülden sonra secde ederler.

Bir toplulukta secde Âyet-i kerime'si okunursa, herkes kendi yerinde kıbleye dönüp beraberce secde ederler. Ayrı ayrı da yapılabilir.

Namazda okunan secde Âyet-i kerime'sinin secdesi namaz içinde iki Âyet-i kerime'den fazla okumadan yapılır. Ve kalkıp kalan yerden okumaya devam edilir.

Kur'an-ı kerim okurken secde Âyet-i kerime'lerini okumadan geçmek mekruhtur.

 

[TOP]

11.10.28 Şükür Secdesi

Previous topicNext topic
Şükür Secdesi
 

Şükür Secdesi:

Kavuşulan bir nimetten dolayı sevinçli zamanlarda veya bir musibetin bertaraf olmasından ve benzerlerinden dolayı Allah-u Teâlâ'ya şükür için secdeye kapanmak müstehaptır ve sevaptır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı bu secdeyi yapmışlardır.

"Allahu Ekber" diyerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiyel Â'lâ" denilir ve Allah-u Teâlâ'ya hamd edilir. "Allahu Ekber" diyerek kalkılır.

[TOP]

11.10.29 Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!

Previous topicNext topic
Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sünnet Yerine Kaza Kılınmaz!

 

"Kaza namazı olanlar, sünnet namazlarının yerine kaza namazı kılmalıdırlar." diye fetvâ verenler var, bu doğru mudur?

– Hayır, doğru değildir. Bu husus mezheplere göre farklı içtihadi görüş ve farklı amel gösterir. Her mezhebin fikrine amelde tâbi olan kişi, kendi mezhebinin içtihadına uymak mecburiyetindedir.

Hanefî mezhebinin içtihâdi görüşü şudur:

"Nafileleri kılmak, kaza namazlarını derhal kılmaya mâni olmaz. Ancak evlâ olanı revâtip denilen, farzların önünde ve sonunda kılınan sünnetlerle; Duha, Tesbih, Tahiyyetül-mescid, Evvabin gibi sünnetlerin dışında kalan nafilelerin yerine kazaya kalmış namazları kılmaktır." (Mezahib-i Erbaa. Cilt: 1, sh: 492)

Görülüyor ki Hanefi mezhebinde farz namazlarının ön ve sonlarındaki sünnetlerle, adı geçen Duhâ gibi sünnetlerin yerine kaza namazı kılmak câiz değildir. Bu sünnetlerin dışında kalan, meselâ Allah rızâsını kazanmak niyetiyle kılınan nafileler yerine ancak kazaya kalmış namaz borçlarını kılmak evlâdır.

Diğer mezheplerin içtihadi görüşlerini bu görüşe karıştıranların verdikleri cevap, mezheplerde telfik (yamama) olduğundan ve telfike de itibar edilmediğinden, kazası olanlar hem kaza namazlarını kılmalıdırlar, hem de sünnetleri terketmemelidirler.

Hanefi içtihadı böyle iken, bu iddia nefsani ve şeytânidir.

Ehl-i dünyâ, dünya kazancı için her türlü vasıtaya başvururlar. Topladıkları malı-mülkü korumak için canını ortaya koyarlar. Bunlar ne kadar nasipsizdirler ki, orada Allah için sarfedeceği beş dakikayı hesap ediyorlar, sünnet-i seniyyeyi hiçe müncer ediyorlar.

Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i şerif'lerinde:

"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda sünnet-i seniyyeme sarılanlara yüz şehid sevabı vardır." buyuruyorlar. (Beyhakî)

Bunlar müslümanları yüz şehid sevabından mahrum etmek istiyorlar.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruyorlar:

"Sünnetimi terkeden kimse, Allah katında hâsirun (ziyana uğrayanlar) güruhundan olur." (Münâvî)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm: 39)

Akıllı odur ki götüreceği şey için çalışandır. Akılsız ise bırakacağı şey için çalışandır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Biliniz ki, sizden bir fert yoktur, vârisinin malını kendi malından fazla sever. Hayatında tasadduk ettiğin şeyler kendi malındır, onların semeresini öldükten sonra görürsün. Senden sonraya bıraktığın mal ise varisinindir." (C. Sağir)

Sünnetler dahi kabul olmayan farz namazların yerine inşallah kâim olur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.30 Sünnet Namazların Faziletleri

Previous topicNext topic
Sünnet Namazların Faziletleri
 

İSLÂM İLMİHALİ

Sünnet Namazların Faziletleri

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Bir gün bir gecede on iki rekât sünnet-i müekkedeye devam eden kimse için Cenâb-ı Allah cennette bir köşk halk eder." (Tirmizî)

Sabah namazının iki rekât sünneti, "Sünnet-i müekkede"dir. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde; "Bana dünyadan ve içindekilerden sevgilidir." buyurmuşlardır. Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise; "Sizi süvari kovalasa bile yine sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyiniz." buyuruyorlar.

İmam sabah namazının farzını kılmaya başladığı zaman, eğer bu sünneti kıldıktan sonra imama farzın ikinci rekâtında yetişmeyi aklı keserse, o kimsenin bir kenara çekilip kılması sünnettir. Farzın ikinci rekâtına yetişilmeyecek gibi ise sünnet terkedilip imama uyulur.

Bu sünneti sabah namazından sonra kılmak caiz değildir. Ancak herhangi bir sebeple farz kılınamamışsa, o gün öğleye kadar farzla birlikte kaza edilir. Öğleden sonraya kalmışsa yalnız farzı kaza etmek gerekir. Sabah namazının sünnetini vaktin evvelinde ve hafifçe kılmak efdaldir.

Öğle namazının farzından önce kılınan sünnet, "Sünnet-i müekkede"dir.

Farz kılınmaya başlanıyorsa farza durulur, farzdan sonra kılınır.

Farzdan sonra kılınan iki rekât sünnet de "Sünnet-i müekkede"dir. Fazilet bakımından akşamın sünnetinden sonra gelir.

İkindinin farzından önce kılınan dört rekât sünnet "Sünnet-i gayr-i müekkede"dir. İkindinin farzı kılındıktan sonra bu sünneti kılmak câiz olmaz.

Akşamın farzından sonra kılınan iki rekât sünnet "Sünnet-i müekkede"dir. Bu namazda kıraatı uzatmak müstehaptır.

Yatsının farzından önce kılınan dört rekât sünnet, "Sünnet-i gayr-i müekkede"dir. Farzdan sonra kılınan sünnet ise "Sünnet-i müekkede"dir.

Cuma namazının farzından evvel ve sonra kılınan dörder rekâtlık sünnetler de "Sünnet-i müekkede"dir.

"Sünnetimi terkeden kimse Allah katında zarara uğrayanlar tâifesinden olur." (Tirmizî)

Eskiden nehir düz akıyordu, şimdi ise ters akıyor.

İslâmiyet yaşanıyordu, her yerde yaygındı, İslâm âdeti üzerinde ilâhî hükümlere bağlı olarak hareket ediliyordu. İslâm yolunda yürümek kolaydı. Herkes gidiyor, sen de kendiliğinden gidiyordun. Kendini o kaynağa kaptırdığın zaman seni götürüyordu.

Şimdi ise tamamen ters akıyor. Senin Hakk'a doğru gidişin, o suya doğru vurmana benziyor. Hatta o su da üstelik âfât suyu oldu. Eğer mâzallah insan bırakıldığında, ayağı kayar ve o âfâta kapılarak, imanını da ebedî hayatını da kaybeder.

İşte zaten;

"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniye'me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır." (Beyhakî)

Hadis-i şerif'inin sırrı burada toplanıyor. Bugün Sünnet-i seniye'ye riâyet edenler yüz şehit sevabı ile müjdelenmektedirler. Böyle bir mükâfatın verilmesi, yürüyenin çok az ve yürüyebilmenin çok güç olması sebebiyledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Amellerin efdali en güç olanıdır." buyuruyorlar. (Münâvî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31 CEMAATLE NAMAZ

Previous topicNext topic
CEMAATLE NAMAZ

[TOP]

11.10.31.1 Cemaatle Namaz

Previous topicNext topic
Cemaatle Namaz

İSLÂM İLMİHALİ

Cemaatle Namaz ve İmamlık

 

Namazı cemaatle kılmak dinin şiârıdır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece efdaldir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 378)

Âkıl bâliğ ve hür olan, topluca namaz kılmaya gücü yeten müslüman erkeklerin cemaatle Cuma namazını kılmaları farz, Bayram namazını kılmaları vâcip, beş vakit namazı kılmaları ise vâcip kadar kuvvetli bir sünnet-i müekkededir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde cemaatin önem ve faziletini beyan buyurmaktadır:

"İmamlar sizin için namaz kıldırırlar. Eğer isabet ederlerse hem sizlere hem de onlara sevap vardır. Eğer hata ederlerse sizler için sevap onlar için ikab vardır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 402)

"Cemaate devam etmeyenler pişmanlık duyup tevbe etmezlerse elbette evlerini yakarım." (İbn-i Mâce)

Yangın, cemaati terk edenlere dünyada ilâhî adaletin bir cezâsıdır. Bu Hadis-i şerif'in apaçık bir mucize olduğu herkesçe kabûl edilmiş olsa gerektir. Zîrâ zamanımızda câmii ve cemaatı terkedenler çoğaldığından yangın vukuu da hemen o nispette çoğalıyor.

"Bir kimse yatsı namazını cemaatle kılsa o gecenin yarısını ibadetle geçirmiş, aynı şekilde sabah namazını cemaatle kılarsa geceyi bütünüyle namaz ile ihyâ etmiş gibi olur." (Müslim)

"Kuvvet bulmak için İslâm dini'nin cemâate olan ihtiyacı, sevâb almak için müminlerin cemaate olan ihtiyâcından fazladır." (Münâvî)

"Cennetin ortasında oturmasını arzu eden kimse cemaat namazından ayrılmasın." (Tirmizî)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz namaz kılarken ayak patırtısı duydu, namazı bitirince "Ne oluyorsunuz?" diye sordu. "Namaza yetişmek için acele ettik." dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

"Bir daha öyle yapmayınız. Namaza geldiğinizde vakar ve sekinetten ayrılmayınız. Yetiştiğinizi kılar, yetişemediğinizi tamamlarsınız." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 374)

Resulullah Aleyhisselâm'a birisi gelip "Yâ Resulellah! Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallahi sabah namazına gitmekten âdeta geri kalıyorum." dedi. Resulullah Aleyhisselâm gadaplı bir şekilde buyurdu ki:

"İçinizden bazı kimselerde cemaati usandırıcılar vardır. Hanginiz imam olursanız kısa kıldırınız. Zira cemaat içinde zayıf, yaşlı, iş-güç sahibi kimseler vardır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 405)

İmam ve müezzinin faziletine dair Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:

"İmam ve müezzin için hâsıl olan ecir, cemaatin umumuna verilen ecrin bir mislidir." (Münâvi)

"Cenâb-ı Allah'ın in'âm ve ihsânını herkesten ziyâde bekleyen fî-sebîlillah ezan okuyanlardır." (Müslim)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.2 İmam ve Cemaat

Previous topicNext topic
İmam ve Cemaat
 

Cemaatle Namaz ve İmamlık (2)

 

İmam ve Cemaat:

İmam olacak kimsenin mümin, âkil bâliğ olması, erkek olması, namaz câiz olacak kadar Kuran-ı kerim'den ezberi bulunması, telâffuzunun düzgün olması, özür sahibi olmaması gerekir.

İmam olacak şahısta aranılacak vasıfların başında namaza ait meseleleri en iyi bilmek gelir. Bundan sonra kıraatı en güzel olan, takvâca en üstün olan, daha yaşlı olan, daha ahlâklı olan, güzel huylu güzel yüzlü güzel sesli olan, aslı nesli belli, elbisesi temiz olan imam olmaya tercih edilir.

Hülâsa mükemmel durumda olanın imameti daha faziletlidir.

Normal durumda olan özür sahibine, secde ve rükûunu normal yapabilen ima ile kılana, farzı kılan nafileyi kılana uymaz. Abdestlinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkayanın yaralarını meshedene, ayakta duranın oturana, nafile kılanın farz kılana uyması câizdir.

Namazın bitiminde imamın cemaate dönmesi sünnettir.

[TOP]

11.10.31.3 Safların Düzeni

Previous topicNext topic
Safların Düzeni
 

Safların Düzeni:

İmamdan başka tek bir kişi varsa, imamın sağında ve bir kaç parmak gerisinde durur. Arkasına veya soluna durmak mekruhtur.

İmamla beraber iki kişi cemaat bulunursa; birisi arkasına diğeri onun sağına, üç olursa soluna durur. Saf böylece bir sağına bir soluna olmak üzere genişler. İmamın, safın sağ veya sol önünde durması sünnete aykırıdır.

Cemaatın birisi erkek diğeri kadın olursa; erkek imamın sağında ve biraz gerisinde, kadın ise arkasında bulunur.

İmamın arkasında önce erkekler saf bağlar, sonra erkek çocuklar, daha sonra da kadınlar saf olurlar.

Mahremi bile olsa kadınlarla aynı hizada namaz kılmak, kadının sağındaki solundaki ve arkasındaki birer kişinin namazını bozar.

Camide ilk safın fazileti ve sevabı fazladır. İmamlığa ehil olmak şartıyla, imamın hemen arkasında durmak daha sevaplıdır. Birinci saf ikinci saftan, ikinci üçüncüden, üçüncü dördüncüden... daha faziletlidir.

Cemaatten birinin ön safta yer olduğu halde safın arkasında tek başına imama uyması mekruhtur.

Safların düzgün ve omuzlar birbirine değecek şekilde sık olması, açıklık bırakılmaması lâzımdır. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususta kesin emirler vermişlerdir. İmamın bu durumu cemaate daima hatırlatması lâzımdır.

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Namaza durduğunuz vakit saflarınızı güzelce düzeltiniz. Aksi halde Allah'ın yüzlerinizi ayrı ayrı tarafa çevireceğini muhakkak biliniz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 409)

"Namaz saflarınızı düzgün ediniz. Zira safların düzgünlüğü namazın doğru kılınması cümlesindendir." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.4 69-İmama Uyan Cemaatin Durumu

Previous topicNext topic
69-İmama Uyan Cemaatin Durumu
 

Cemaatle Namaz ve İmamlık (3)

 

İmama Uyan Cemaatin Durumu:

Namaza başlarken hem kılacağı namaza, hem de imama uymaya niyet edilir.

İmam olan kimsenin, eğer cemaat içinde kadın varsa; onlara imam olmaya niyet etmesi şarttır. Şayet etmez ise, kadınların imama uyarak kılacakları namaz sahih değildir.

İmama uyan cemaat, namaz girince yalnız içinden "Sübhâneke"yi okur ve susar. İmam "Fâtiha"yı açıktan okuyorsa, sonunda yavaşça "Âmin" der.

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"İmam namazda Fatiha'nın bitiminde âmin deyince, siz de âmin deyiniz. Zira her kimin âmin demesi meleklerin âmin demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 435)

Geçiş tekbirlerini imamla birlikte söyler. Rükûda üç kere "Sübhâne Rabbiyel Azîm" der. İmam "Semiallahu Limen Hamideh" diyerek doğrulurken "Rabbenâ Lekel Hamd", secdelerde de üçer kere "Sübhâne Rabbiyel Â'lâ" der.

İkinci ve sonraki rekâtların ayakta duruşunda cemaat hiçbir şey okumaz. Rükû ve sücûd tekbirlerini aynen okur.

Dört rekâtlı namazların birinci oturuşunda imam ve cemaat "Ettahiyyatü"yü, ikinci oturuşta "Ettahiyyatü" ile beraber salâvâtları ve duâları içten okurlar. İmam açıktan cemaat içinden selâm verir.

İmam namazda yanılırsa, yanıldığını hatırlatmak için cemaat tarafından "Sübhanellah" denir.

İmam okurken tutulursa, cemaatten biri Âyet-i kerime'nin alt tarafını okuyarak imama hatırlatır.

İmam cemaate usanç verecek şekilde namazı uzatmamalıdır, mekruhtur.

Namaz evde cemaatle kılınacak olursa, ev sahibi imam olur.

İmamın namazı bozulursa, cemaatinki de bozulur. O namaz yeniden kılınır.

Namazın rükünlerinde imama uymak vâciptir. Cemaat imama tâbidir, imamdan önce eğilmez, secde etmez, doğrulmaz, selâm vermez.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Sizden biriniz imamdan evvel (secdeden) başını kaldırınca; Allah'ın onun başını eşek başı yapmasından, yahut kılığını eşek kılığına sokmasından korkmaz mı?" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 400)

İki kişi bile olsa bir araya gelince namazı cemaatle kılmalıdır, yine cemaat sevabı hasıl olur.

 

[TOP]

11.10.31.5 70-Cemaate Gitmemeyi Mübah Kılan Özürler

Previous topicNext topic
70-Cemaate Gitmemeyi Mübah Kılan Özürler
 

Cemaate Gitmemeyi Mübah Kılan Özürler:

Şiddetli soğuk veya sıcak olması.

İleri derecede yağmur, kar, çamur ve zifiri karanlık olması.

Hastalık veya körlük.

Ayağı kesik, kötürüm veya iyice topal olmak.

Düşkün ihtiyar olmak.

Mal ve can korkusu olmak.

Yolcu olmak.

Dini ilim müzakeresi ile meşgul olmak.

Başından ayrıldığı takdirde, rahatsızlığı artacak bir hastanın başında bulunmak.

Bu gibi meşru mazeretler bulunmadıkça cemaati terketmek doğru olmaz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.6 71- Farz Namaza Yetişmek

Previous topicNext topic
71- Farz Namaza Yetişmek
 

İSLÂM İLMİHALİ

Farz Namaza Yetişmek

 

Cemaatle kılınan bir namaza, namaz aralarında yetişen bir kimse, hemen imama uyar, yetişemediği kısımları imam selâm verdikten sonra tamamlar.

Yalnız başına namaz kılmaya başlayan bir kimse, yanında aynı namaz için cemaat teşkil ettiğini görürse; henüz birinci rekâtın secdesini yapmamışsa ayakta iken hemen oturup sağ tarafa selâm vermek sûretiyle, namazı keser, farzı kılmak için imama uyar. Kendi başına devam etse namazı sahihtir, sadece cemaat sevabından mahrum olur.

Eğer ikinci rekâtın secdesini yapmış ise hüküm değişir. Namazın çoğunu kılmış ise devam eder, yarısından azını kılmış ise bozar ve imama uyar.

İmama, başlama tekbirinde yetişen kimsenin, imam açıktan okumaya başlamadıkça "Sübhaneke"yi okuması sünnettir. İmam açıktan okuduğu müddetçe "Sübhaneke" okumaz, imamı dinler.

İmam rükûda iken ayakta tekbir alıp, bir defa "Sübhanellah" diyecek kadar rükûda imama yetişen kimse o rekâta yetişmiş sayılır. İmama secdede yetişen kimse ise rekâta yetişememiştir.

İmama secdede yetişen kimse, ikinci rekâta kalkmasını beklemez, tekbir alıp secdeye varır, fakat rekâtı tamamlar.

Tamamlamak için de "Ettahiyyatü"yü okuyup imamın selâm vermesini bekler. Selâm verilince "Allahu Ekber" diyerek ayağa kalkar "Sübhaneke", "Eûzü-besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secdeleri yaparak selâm verir.

Üç rekâtlı akşam namazının üçüncü rekâtına yetişen bir kimse, selâm verdikten sonra kalkıp "Sübhaneke", "Eûzü-besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secde yapar, oturur, "Ettahiyyatü" okuyarak kalkar "Besmele", "Fâtiha" ve bir "Sûre" okur, rükû ve secde yapar, oturur "Ettahiyyatü", "Allahümme Salli-Bârik" ve dualardan sonra selâm verir.

Müezzin ikâmete kalkmış iken sünnete başlamak mekruhtur. Cemaatle namazın başladığını gören kimse, sünneti kılmayıp hemen imama uyması gerekir.

Yalnız Sabah'ın sünneti bundan hariçtir. Farza yetişmek mümkün olduğu takdirde bu sünneti mutlaka kılmalıdır. Farzı kıldıktan sonra bu sünnet kılınmaz.

Öğlenin sünneti farzdan sonra, son sünnetten önce kılınır.

Cuma günü hatip minberde iken veya minbere çıkarken sünnet kılınmaz. Kılınmaya başlanmışsa iki rekâtta selam verilir, sonra Cuma'nın son sünnetinden önce dört rekât olarak tekrar kılınır.

İkindinin sünnet-i gayr-i müekkedesi farzdan sonra kılınmaz. Yatsının sünnet-i gayr-i müekkedesi ise farzdan sonra kılınabilir.

Hususiyetle sabah namazının sünnetini evde kılıp farz için camiye gitmek çok faziletlidir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sünneti dâima hâne-i saâdetlerinde kılarlardı.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.7 72-Mescidler

Previous topicNext topic
72-Mescidler
 

İSLÂM İLMİHALİ

Mescidler

 

İbadetlerin toplu halde edâ edilebilmesi için câmi ve mescidler yapılmıştır. Dinimiz cemaat ruhuna büyük önem vermiştir. Cemaatte rahmet ve bereket vardır. Bunun içindir ki her mescidin fazileti çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler imar eder." (Tevbe: 18)

Mescidler Beytullah yani Allah'ın evi olduğu için gereken saygı gösterilmeli, edeblerine riâyet edilmeli ve her türlü taşkınlıktan sakınılmalıdır.

Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Kulluk vazifelerini yapmak için gönlü câmilere bağlı ve onları seven bir kimseyi görürseniz kemâl-i imânına şehâdet ediniz!" (Tirmizi)

"Gece karanlığında câmilere gidenleri kıyamet gününde nûr-i tâm ile müjdeleyiniz!" (Tirmizi)

"Câmiler, cennet bahçeleridir. (Binâenaleyh ibâdet için câmilerde bulunmak cennette bulunmak, demektir.)" (Buhârî - Müslim)

"Sırf Allah rızası için bir mescid binâ eden kimse için Cenâb-ı Allah cennette bir ev yapar." (Camiüssağir)

"Mescide komşu olan kimsenin mescidin dışında kıldığı namaz eksiktir." (Buhârî)

"Cemaate gidenler için yollarının uzaklığı ölçüsünde büyük mükâfât vardır." (Münâvi)

"İbadet ve tâât için mescide ülfet eden kimse Cenâb-ı Hakk'a ülfet etmiş demektir." (Ahmed bin Hanbel)

"Namaz kılmayı gözeten kimse namaza durmuş gibidir. Namazını edâ edinceye kadar sevâb devam eder." (Ebu Dâvud)

"Mescidde oturup namazı bekleyen kimse, bilfiil namazda bulunmuş gibidir." (Münâvi)

Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. İçi ve arsası mescid olduğu gibi, semâya kadar olan üst tarafı da mescid hükmündedir. Bu sebepledir ki, içinde yapılması mekruh ve yasak olan hususlar bunların üstünde de mekruh ve yasaktır.

Bir kimsenin kendi mahallindeki mescidde namaz kılması diğer mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir.

Mescidler gösterişten uzak ve sade olmalıdır. Duvarlarının ve kubbelerinin tezyin edilmesinde bir beis yoktur. Ancak kıble tarafının namaz kılanların dikkatlerini çekecek ve kâlplerinin huzurunu bozacak şekilde süslenmesi mekruh görülmüştür.

Namaz kılanın önünden geçmek günahtır. Fakat ileri saflarda yer varken arka tarafta namaz kılanın önünden ileri geçmek câizdir. Çünkü bu kimse kendine hürmet hakkını kaybetmiştir.

Mescidlere abdestli olarak sağ ayakla girilir ve:

"Allah'ım bana rahmet kapılarını aç!" diye duâ edilir.

Çıkarken de sol ayakla çıkılır ve şu duâ okunur:

"Allah'ım! Fazl ve kereminden talep ederim." (Müslim)

Mescidlere kollar sıvalı, palto omuzlara atılmış bir şekilde girilmez, dizleri dikerek veya ayakları uzatarak rastgele oturulmaz. Kirli ve ıslak ayaklarla, kirli çoraplarla girilmez.

Mescidlerin temizliğine zarar verici ve cemaati tiksindirici hallerden kaçınılmalıdır.

Kokusu eziyet veren soğan ve sarımsak gibi şeyleri yiyen kimselerin cemaat arasına girmeleri uygun değildir.

Mescidlerde yüksek sesle konuşulmaz, gürültü yapılmaz, dünya işleri konuşulmaz, alış-veriş yapılmaz, kaybolan mal ilân edilmez, parmaklar çıtlatılmaz.

Safları fazla sıkıştırıp namaz kılanların huzurunu kaçıracak şekilde ara yere girilmez.

Yer hususunda tartışılması ve itişilmesi mekruhtur.

Mescidin içinde dilencilik yapmak, dilencilere para vermek haramdır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.8 73-Cuma Günü ve Cuma Namazı

Previous topicNext topic
73-Cuma Günü ve Cuma Namazı
 

İSLÂM İLMİHALİ

Cuma Günü ve Cuma Namazı (1)

 

Cuma günü müslümanların bayramıdır. Bayram namazları vâcib olduğu halde Cuma namazı kılmak farz-ı ayın'dır. Her müslümana farzdır.

Cuma'nın fazileti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar, kâfir olur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyuruyor ki:

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz kılmak için ezan okunduğu zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış-verişi, işi gücü bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." (Cuma: 9-10)

Cuma vaktinde dünya işleri ile ve Cuma namazına gitmekten alıkoyacak herşeyle uğraşmak haramdır.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul duruma düşürülmeden önce (hastalık, yaşlılık çökmeden) salih ameller yapmaya koşun. Allah'ı zikretmekle, gizli ve açık çok sadaka vermekle O'nun sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki rızıklanasınız, yardım olunasınız ve ıslah edilesiniz.

Ey insanlar! Şunu da muhakkak biliniz ki, Allah-u Teâlâ Cuma'yı içinde bulunduğunuz şu yılımın şu ayında, şu günümde ve makamımda kıyamet gününe kadar farz kılmıştır. Binaenaleyh her kim benim hayatımda veya benden sonra adil ve zalim bir imamı olduğu halde, cuma namazını hafife alarak veya farziyetini inkâr ederek terkederse, Allah onun dağınık işlerini toparlatmasın, iki yakasını bir yere getirmesin ve işinde bereket vermesin. Haberiniz olsun ki o kimsenin namazı yoktur. İyi biliniz ki; o kimsenin zekâtı da yoktur. Haccı ve orucu da yoktur. İyi biliniz ki onun iyiliği de yoktur. Nihayet tevbe edinceye kadar. Her kim tevbe ederse Allah-u Teâlâ onun tevbesini kabul eder." (İbn-i Mâce)

"Cuma gününde bir saat vardır ki, bir müslüman kul, namaz kılarken Allah'tan bir şey isterse muhakkak Allah o kimseye istediğini verir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 507)

"Cuma günü mescid kapılarının her birinde melekler bulunur ve gelenleri sıra ile kaydederler. İmam minbere oturunca defteri kapatır, hutbe dinlerler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1327)

Ayrıca Cuma gününün faziletine dair pek çok Hadis-i şerif vardır. Ezcümle, üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı olduğu, Adem Aleyhisselâm'ın o gün yaratıldığı, cennete o gün konulduğu, o gün cennetten yeryüzüne indirildiği, kıyametin de o gün kopacağı beyan buyurulmuştur:

"Cuma gününe rastlayan hasenâtın ecri kat kattır." (Münavî)

"Özürsüz olarak üç cuma namazını terkedenler münâfıklar topluluğundan yazılırlar." (Tirmizî)

"Cuma günü vefat eden mümin kabir azabından hıfz buyurulur." (Tirmizî)

Bu mübarek gün, günlerin efendisi olduğundan, gereken değeri vermek, gecesini de gündüzünü de ihya etmek İslâm âdablarındandır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

İSLÂM İLMİHALİ

Cuma Günü ve Cuma Namazı (2)

 

Bu gün için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, en güzel elbiseleri giymek, bol bol salat-ü selâmla meşgul olmak, mümkün olduğu kadar cumaya erken gitmek sünnettir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Cuma günü cünüplükten yıkanan, sonra (Cuma'ya en erken) giden kimse bir deve, ikinci saatte giden bir sığır, üçüncü saatte giden bir koç kurban etmiş gibidir.

Dördüncü saatte giden bir tavuk kesmiş, beşinci saatte giden bir yumurta vermiş gibidir.

İmam hutbeye çıkınca melekler gelir, hutbeyi dinlerler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 480)

"Hiçbir kimse yoktur ki, Cuma günü yıkansın, elinden geldiği kadar paklansın, güzel kokusu ile kokulansın, sonra evinden çıksın, iki kişi arasını yarmaksızın ona takdir edildiği kadar namaz kılsın, sonra da imam hutbe okurken sükûnetle dinlesin de geçenki Cuma ile bu Cuma arasındaki günahları bağışlanmasın." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 481)

Medine'nin yakınındaki Avâli'den, toz-toprak içinde Cuma'ya gelenlere Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Şu gününüz için keşke iyice temizlik yapaydınız." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 489)

Ayrıca o gün az da olsa sadaka vermek çok faziletlidir.

[TOP]

11.10.31.9 74-Cumanın Bir Müslümana Farz Olmasının Şartları Şunlardır

Previous topicNext topic
74-Cumanın Bir Müslümana Farz Olmasının Şartları Şunlardır
 

Cumanın Bir Müslümana Farz Olmasının Şartları Şunlardır:

Erkek olmak, hür olmak, yolcu olmamak, sağlıklı olmak, gözleri ve ayakları sağlam olmak, zâlimin veya bir düşmanın tecavüzünden emin olmak.

[TOP]

11.10.31.10 75-Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır

Previous topicNext topic
75-Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır
 

 

Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları İse Şunlardır:

Öğle vakti girmiş olmak, namazdan önce hutbe okunmak, Cuma namazı kılınan yer herkese açık olmak, cuma kılınacak yer şehir veya şehir hükmünde olmak, imamdan başka en az üç erkek cemaat bulunmak, Cuma namazı kıldırmak için yetkili kılınan kişinin namazı kıldırması.

[TOP]

11.10.31.11 76-Hutbe

Previous topicNext topic
76-Hutbe
 

Hutbe:

Cuma namazından önce hutbe okumak farzdır, hutbesiz Cuma namazı sahih değildir.

İki hutbe okunur. Her ikisinde de hamd ve senâ yapılır. Allah-u Teâlâ'nın birliğine, Resulullah Aleyhisselâm'ın Peygamber'liğine şehâdet getirilir, salâvât okunur.

Hutbenin ilkinde müslümanlara öğüt verilir. Hafif bir oturuş ile biri diğerinden ayrılır. İkinci hutbede müslümanlara duâ edilir. Asıl şart olan birinci hutbedir, ikinci hutbe sünnettir.

Hutbenin şartları:

1. Vakit içinde okunması,

2. Namazdan önce okunması,

3. Hutbe niyetiyle okunması,

4. Cemaatın huzurunda okunması,

5. Hutbe okunurken üzerine cuma farz olanlardan en az bir kişinin bulunması,

6. Hutbe ile namazın arasının herhangi bir şeyle kesilmemesi.

Bazı hükümler:

Hatibin minbere çıkmak üzere ayağa kalkışından hutbeyi okuyup namazı kıldırmaya başlayışına kadar konuşmak, konuşana sus demek veya namaz kılmak harama yakın mekruhtur. Sadece konuşmak değil, sağa sola bakmak, dil ile duâ etmek, tesbih okumak da mekruhtur.

Namazda haram olan şey hutbe esnasında da haramdır. Bayram hutbeleri de Cuma hutbeleri gibidir. Yalnız Cuma hutbelerine hamd ile başlanırken bayram hutbelerine tekbir ile başlanır.

 

[TOP]

11.10.31.12 77-Cuma Namazı

Previous topicNext topic
77-Cuma Namazı
 

 

Cuma Namazı:

Cuma namazı on rekâttır. 4'ü sünnet, 2'si farz, 4'ü son sünnettir.

Her iki sünnette öğlen namazının sünneti gibi kılınır, farz ise sabah namazının farzı gibi kılınır.

Cumanın son dört rekât sünnetinden sonra dört rekât zuhr-i âhir, iki rekât da vaktin sünneti adıyla altı rekât daha namaz kılınır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.13 Bayram Namazları

Previous topicNext topic
Bayram Namazları
BAYRAM NAMAZLARI




Şevval ayının birinci günü fıtır, ya’nî Ramazan bayramının, Zilhiccenin onuncu günü ise, Kurban bayramının birinci günleridir. Bu iki günde, güneş doğduktan sonra, iki rek’at bayram namazı kılmak, erkeklere vâcibdir.




Bayram namazlarının şartları, Cuma namazının şartları gibidir. Fakat, burada hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur.




Ramazan bayramında namazdan önce tatlı [hurma veya şeker] yimek, gusül etmek, misvak kullanmak, en iyi elbiseleri giymek, fıtrayı namazdan önce vermek, yolda yavaşça tekbîr okumak müstehabdır.




Kurban bayramı namazından önce bir şey yimemek, namazdan sonra önce kurban eti yimek, namaza giderken yüksek sesle, özrü olan yavaşça tekbîr getirmek müstehabdır.




Bayram namazları iki rek’attir. Cemâat ile kılınır, yalnız kılınmaz. Ramazan ve Kurban bayramı namazlarının kılınışı aynıdır.




Bayram Namazı Nasıl Kılınır




1- Önce “Niyet ettim vâcib olan bayram namazını kılmağa, uydum hazır olan imâma” diye niyet ederek, namaza durulur. Sonra “Sübhâneke” okunur.




2- Sübhânekeden sonra eller üç defa tekbîr getirerek kulaklara kaldırılıp, birinci ve ikincisinde iki yana bırakılır. Üçüncüsünde, göbek altına bağlanır. İmâm önce Fâtiha, sonra bir sûre okur ve beraberce rükû’a eğilinir.




3- İkinci rek’atta, önce Fâtiha ve bir sûre okunur. Sonra iki el üç defa tekbîr getirerek kaldırılır. Üçüncüde de yanlara bırakılır. Dördüncü tekbîrde elleri kulaklara kaldırmayıp, rükû’a eğilinir. Kısaca: iki salla, bir bağla, üç salla, bir eğil! diye ezberlenir.




Teşrik Tekbîrleri




Kurban Bayramının arefesi günü, sabah namazından, dördüncü günü ikindi namazına kadar, hacıların ve hacca gitmeyenlerin, erkek, kadın herkesin, cemâat ile kılsın, yalnız kılsın, farz namazından sonra selâm verir vermez, bir kere “Teşrîk tekbîr”ini okuması vâcibdir.




Cenaze namazından sonra okunmaz. Camiden çıktıktan sonra veya konuştuktan sonra, okumak lâzım değildir.




İmâm tekbîri unutursa, cemâat terk etmez. Erkekler, yüksek sesle okuyabilir. Kadınlar yavaş söyler.




Teşrik Tekbîri:




“ALLAHÜ EKBER, ALLAHÜ EKBER. LÂ İLÂHE İLLALLAHÜ VALLAHÜ EKBER. ALLAHÜ EKBER VE LİLLÂHİLHAMD”.



[TOP]

11.10.31.14 12-Teravih Namazı

Previous topicNext topic
12-Teravih Namazı
 

 

 

Teravih Namazı:

 

Resulullah Aleyhisselâm Ramazan'ın birinci gecesinde teravihi mescidde kılmıştı. Cemaat de ona uydu. Bir daha kıldırmadı. Bunun sebebi sorulduğunda:

"Elbet ben gece namazının size farz olmasından korktum." buyurdular. (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 411)

Abdullah İbn-i Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre şöyle buyurmuşlardır:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ramazan'da yirmi rekât teravih ve vitir namazı kılardı." (Tecrîd-i sarîh, cild 4, sh: 75)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre, şöyle söylemiştir:

"Yâ Resulellah siz vitir namazı kılmadan uyur musunuz? diye sormuştum.

‘Yâ Âişe benim iki gözüm uyur kalbim uyumaz.' buyurdu." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 592)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-ın hilâfeti zamanında Ashâb-ı kiram'ın icmaı ile kalabalık cemaatle kılınmıştır.

• Erkek ve kadın her müslümanın teravih namazı kılması sünnet-i müekkede'dir.

• Ramazan gecelerinde yatsının son sünnetinden sonra yirmi rekât olarak kılınır. Vitir namazı ise teravihten sonra kılınır.

Teravih namazını on selâm ile ikişer rekât kılmak sevaplıdır. Dörder rekât da kılınır. Dörtten fazla rekâtta selâm vermek mekruhtur.

• Teravih namazını evde cemaatle kılmak bir fazilet olmasına rağmen, mescitte cematle kılmak daha üstün bir fazilettir.

• Teravih namazı orucun değil, Ramazan ayının sünnetidir. Bunun içindir ki oruç tutamayan hasta ve yolcu gibi özür sahiplerinin de bu namazı kılmaları sünnettir.

Vakti geçirilmiş olan teravih namazının kazası yapılmaz.

• Yatsının farzı kılındıktan sonra camiye gelen bir kişi, önce yatsının farzını kılar, sonra teravih kılmak için imama uyar. Daha sonra kılamadığı rekâtları kendi başına kılar.

[TOP]

11.10.31.15 87-Seferîlik (Yolculuk)

Previous topicNext topic
87-Seferîlik (Yolculuk)
 

İSLÂM İLMİHALİ

Seferîlik (Yolculuk) -1-

 

Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye mukim denildiği gibi, on beş günden az kalmak niyetiyle doksan kilometrelik veya daha uzak bir yolculuğa çıkan kimseye de misafir denir.

Yolculukta meşakkat olduğu için Allah-u Teâlâ müslümanlara bazı ruhsat ve kolaylıklar bahşetmiştir.

Şöyle ki:

a. Dört rekâtlık farzlar iki kılınır, iki ve üç rekâtlı farzlar aynen kılınır.

b. Sünnetleri kılacak olan tam kılar. Eğer gideceği yere ulaşmış, istirahati temin edilmişse sünnetleri kılar, yolculuk hâlinde ise veya otobüsü kaçırma gibi bir korkusu varsa kılmaz.

c. Misafir olana oruç tutmamak, Cuma ve Bayram namazlarına gitmemek ruhsatı da verilmiştir. Fakat isteyen seferde Cuma ve Bayram namazlarına gidebilir, orucunu tutabilir.

Yolculukta Ramazan orucunu tutamayan kimse dönüşte kaza eder.

d. Misafir, abdestli olarak mestleri giydikten sonra üç gün üç gece, yani yetmiş iki saat çıkarmadan üzerine meshedebilir.

e. Misafire kurban kesmek de vâcip olmaz.

Dört rekâtlık farzları tam kılmakla insan sevap kazanacağı yerde emr-i ilâhi'ye aykırı hareket etmiş olur. Bile bile selâm vermeden kalkıp iki rekâtı dört rekâta tamamlamak harama yakın mekruhtur, caiz değildir. Yalnışlıkla yapılmışsa sehiv secdesi gerekir. Her iki surette son iki rekât nafile olmuş olur.

Seferi olan bir kimse misafir olmayan (mukim) imama uyarsa, imamla beraber farzı dört kılar. Mukim olan misafir olana uyarsa, imam iki rekâtta selâm verdikten sonra ayağa kalkıp dörde tamamlar. Kalan iki rekâtta Fatiha'ları okumayıp, okuyacak kadar durur ve namazı bitirir.

Sabah ve akşam namazlarında misafir mukime, mukim de misafire uyabilir.

Bir mukim seferilik hâlinde kazaya kalmış namazlarını ikişer rekât kılacağı gibi, bir misafir de mukim olduğu zamanlarda kazaya kalmış namazlarını dörder rekât kılar.

Kişinin bulunduğu şehrin en son evini geçince seferilik ahkâmı başlar. Dönerken de en son evi geçince seferilik biter.

Seferi olan bir kimse, asıl vatanına dönse, orada fazla kalmaya niyet etmese bile seferilik sona erer.

Gidilen yerde en az on beş gün kalmaya niyet edilmedikçe, orada yıllarca da kalsa seferîlikten çıkılmaz. Gidilen yerde en az on beş gün kalmaya niyet edilse seferîlikten çıkılmış olur.

Vatanından sefer niyetiyle ayrılıp, henüz doksan kilometre yol almadan dönmek isteyen kimse, yolculuğu bozduğu için, vatanına daha gelmeden namazlarını tam kılmaya başlar...

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

İSLÂM İLMİHALİ

Seferîlik (Yolculuk) -2-

 

• Oturma ve yerleşme bakımından vatan üç kısımdır:

 

a. Aslî Vatan:

Bir insanın doğup büyüdüğü, vatan edinip yerleştiği, ömrü boyunca barınmak istediği veya evlenip de orada yaşamak istediği yerdir.

Aslî vatan ancak kendi misli ile bozulur. Bir kimse doğup yaşamakta olduğu yerden başka bir memlekete gidip de ömrünü geçirmek üzere orada yerleşirse, birinci vatanı bozulup, ikinci vatanı "aslî vatan" olur. Artık önceki vatanına geldiği zaman en az on beş gün kalmaya niyetlenmedikçe, farz namazları iki kılar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve Ashab-ı kiram'ından muhacirler Mekke-i Mükerreme'li idiler, orası onların aslî vatanları idi. Sonra Medine-i Münevvere'ye hicret edip de orasını vatan edinmeleri ile Mekke-i Mükerreme aslî vatan olmaktan çıktı. Oraya döndükleri zaman hep misafir namazı kılmışlardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke'nin fethinde orada namaz kıldırdığı zaman "Ey Mekke'liler! Siz namazlarınızı tamamlayın, çünkü biz seferiyiz." buyurdular.

Halbuki Ashab-ı kiram'dan bir çoklarının Mekke-i Mükerreme'de evleri bulunuyordu.

Aslî vatan birden çok olabilir.

Meselâ bir insan bir şehirde otururken, başka bir şehirde de ayrıca evlenmiş olsa, her iki şehirde asıl vatanı olur, hangisine gitse mukim sayılır. Ancak bu iki şehrin birinden diğerine giderken, yolculuk esnasında seferi olur.

 

b. İkâmet Vatanı:

Yolculuk hâlinde olan kimsenin içinde on beş gün veya daha fazla kalmaya niyetlendiği yerdir.

Aslî vatana dönmekle veya bir ikâmet vatanından başka bir ikâmet vatanına gitmekle bozulur.

Bir ikâmet vatanından ayrılan kimse tekrar oraya gittiğinde on beş günden az kalacaksa yine seferi olur.

 

c.Süknâ Vatanı:

Misafirin on beş günden az kalmaya niyetlendiği yerdir.

Cuma vakti girmeden önce şehirden çıkabilecek durumda olan bir kimsenin, Cuma günü yolculuğa çıkması mekruh değildir. Fakat vakit girdikten sonra Cuma namazını kılmadan yola çıkması mekruhtur.

Mukim iken oruca niyet eden bir kimse, orucu akşama kadar devam ettirmek mecburiyetindedir. Ancak yolculukta geceden niyet etmediği oruçlarını kazaya bırakabilir.

Yanında mahremlerinden biri veya kocası bulunmayan bir kadın kesinlikle sefere çıkamaz, haramdır.

Vasıta üzerinde namaz ima ile kılınır. Rükû ve sücud yapılır. Ancak secde için, rükûdan biraz fazla eğilinir.

Tren ve Otobüs'te yön aranmaksızın oturarak namaz kılınabilir. Gemide ise mümkün mertebe kıbleye yönelmeye çalışmalıdır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.16 78-Hastanın Namazı

Previous topicNext topic
78-Hastanın Namazı

Hastanın Namazı ve Geçmiş Namazların Kazası

 

Hastanın Namazı:

Dinimiz kolaylık dini olduğundan, hasta ve özürlü olanlara da ibadet hususunda bir takım kolaylıklar göstermiştir.

Ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyecek derecede hasta olan bir kimsenin oturarak kılmasına, oturarak kılamazsa yattığı yerde ima ile kılmasına müsaade etmiştir.

Oturdukları halde rükû ve secdeleri yapamayan hastalar da ima ile kılarlar. Îma, rükû ve secdelere işaret olmak üzere başı eğmek demektir. Başı secde için ima ederken rükûnunkinden biraz daha fazla eğmek gerekir, eşit yapılırsa namaz sahih olmaz.

Namazı oturarak kılmak, ayakta hiç duramayacak hastalar içindir. İftidah tekbirini ayakta alabilecek kadar takati olan hasta tekbiri aldıktan sonra oturur.

Namazını oturarak ve yaslanarak da kılamayan bir hasta arkası üstüne yatıp ima ile kılar, ayağını kıbleye uzatmamak için mümkünse dizlerini diker. Veya sağ yanı üzerine yatıp yüzünü kıbleye karşı tutar.

İma başın bütünüyle yapılan bir hareket olduğundan, imaya bile takatleri bulunmayan hastaların namazları sonraya kalır. Gözü, kalbi ve kaşları ile işaret ederek namaz kılınmaz.

Namaz kılarken hastalanan kimse eğer ayakta duramayacak duruma gelirse; oturduğu yerde rükû ve secde yaparak onu da yapamazsa ima ile, hatta gerekirse yattığı yerde ima ile namazını tamamlar.

Rahatsızlığından dolayı namazda oturamadığını söyleyen İmran İbn-i Husayn -radiyallahu anh-e Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Ayakta kıl. Gücün yetmezse otururken, ona da gücün yetmezse yatarak kıl." (Buharî. Tecrid-i sarih: 572)

 

[TOP]

11.10.31.17 79-Geçmiş Namazların Kazası

Previous topicNext topic
79-Geçmiş Namazların Kazası
 

 

Geçmiş Namazların Kazası:

Namazı vaktinde kılmaya "Edâ", vakti çıktıktan sonra kılmaya "Kaza", kılınan bir namazı herhangi bir halelden dolayı tekrar etmeye "İade" denir.

Bir namazı mazeretsiz yere kazaya bırakmak çok günahtır. Kaza edilse bile tevbe etmek gerekir.

Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın farzları ile vitir namazı kaza edilir, sünnetler kaza edilmez. Beş vakit namazın kazası da edâsı gibi farzdır.

Sabah namazı, güneş doğduktan öğleye kadar kılınırsa sünneti mukim iken yine iki kılınır.

Yolculuk esnasında kazaya kalan dört rekâtlı bir farz namaz mukim iken yine iki kılınır.

Namazlar kaza edilirken ezan ve ikâmet lâzımdır. Namaz birden fazla ise başlangıçta bir ezan okunur, her namaz için ayrı ayrı ikâmet getirilir.

Kazaya kalan aynı vaktin namazı, usûlü üzere cemaatle de kılınabilir.

Kaza namazında aynı vaktin bulunması şart değildir. Kazaya kalmış bir akşam namazı öğleden sonra da kılınabilir.

Kazaya kalmış namazları altı vakitten az olan kimseye "Tertip sahibi" denir. Tertip sahibi olan bir kişi, bir vakit namazını bir özüründen dolayı kılamamışsa, öteki vakit namazını kılmadan muhakkak onu kaza etmelidir. Meselâ akşam namazını kılamayan tertip sahibinin, yatsıyı kılmadan önce akşamı kaza etmesi gerekir. Kılamadığı namazları altı vakit veya daha çok sayıya ulaşanlar, tertip sahibi olmaktan çıkarlar.

Kaza namazının belirli vakti yoktur. Üç kerahat vaktinin dışında istenilen her vakitte kılınır.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.31.18 80-Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler

Previous topicNext topic
80-Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler
 

İSLÂM İLMİHALİ

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler ve Nafile Namazlar

 

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler:

a. Güneşin doğuşundan bir mızrak boyu yükselmesine kadar, yani 45 dakika geçinceye kadar olan zaman. Bu süre sonunda kerahet vakti çıkmış, Bayram ve Kuşluk namazı kılma vakti girmiş olur.

b. Öğleye bir saat kala istiva vakti, yani güneşin en yüksek tepe noktasında bulunduğu zamandan, öğle namazı vaktine kadar olan zaman.

c. Güneşin sararmasından, yani gözleri kamaştırmaz hâle gelmesinden itibaren batışına kadar olan zaman.

Bu üç vakitte farz namaz, kazaya kalmış namaz, vitir namazı, cenaze namazı kılınmaz, daha önce okunmuş bir secde Âyet-i kerime'sinden dolayı tilâvet secdesi de yapılamaz. Bunlar yapılırsa iâdeleri gerekir.

Güneşin batışı hâlinde, geçmek üzere bulunan o günün ikindi namazı mekruh olarak kılınabilir.

Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olursa, mekruh olmakla birlikte iâdesi gerekmez.

İkinci fecrin doğmasından yani imsak vaktinden güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit ile ikindi namazı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar olan vakitte nafile namaz kılmak mekruhtur. Farz ve vâcip namaz mekruh değildir. Cenaze namazı ve tilâvet secdesi de mekruh olmaz. İkindi namazı vakti içinde erken kılınmış ise, güneşin sararmasına kadar kaza namazı kılınabilir.

Güneşin batışından sonra akşam namazını kılmadan nafile namazı kılmak mekruhtur.

 

[TOP]

11.10.32 NAFİLE NAMAZLAR

Previous topicNext topic
NAFİLE NAMAZLAR

[TOP]

11.10.32.1 15-Abdest ve Gusül Namazı

Previous topicNext topic
15-Abdest ve Gusül Namazı
 

NAFİLE NAMAZLAR

Abdest ve Gusül Namazı:

Her abdest ve gusülden sonra üzerindeki yaşlığı kuruyacak kadar vakit geçirmeden iki rekât namaz kılmak menduptur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir sabah:

"Yâ Bilal! İslâmiyet'te en çok kabulünü umduğun amelini bana haber ver zira, cennette önümde senin ayak seslerini işittim." buyurdu.

Bilal-i Habeşî -radiyallahu anh- ise şöyle cevap verdi:

"Gece ve gündüz her abdest aldığımda bu abdestle müyesser olduğu kadar namaz kıldım. Başka da bir amelde bulunduğumu bilmiyorum." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.32.2 81-TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI

Previous topicNext topic
81-TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI
 

TAHİYYETÜL MESCİD NAMAZI

Kerahat vakti dışında mescide girince oturmadan iki rekât namaz kılmak menduptur.

Eğer camide vakit namazı kılınıyorsa, Tahiyyetül mescid namazının yerini tutar.

Hadis-i şerif:

"Biriniz mescide girince iki rekât namaz kılmadan oturmasın." (Buhârî)

Kerahat vakitleri:

1- Güneşin doğuşundan itibaren kırkbeş dakikalık zaman. 2- Öğleye bir saat kalaki istivâ vakti. 3- İkindi-Akşam arasındaki zaman.

[TOP]

11.10.32.3 16-İşrak Namazı

Previous topicNext topic
16-İşrak Namazı
 

İŞRAK NAMAZI

Güneş doğduktan kırk beş dakika sonra iki rekât olarak kılınır, çok faziletlidir.

Hadis-i şerif:

"Sabahleyin her kemiğinize karşılık bir sadaka vardır. Her tesbih bir sadakadır. Her hamd bir sadakadır. Her tehlil bir sadakadır. Her tekbir sadakadır. İyiliği emretmek bir sadakadır. Kötülükten nehyetmek bir sadakadır.

Kuşluk vaktinde kılınan iki rekât namaz ise bütün bunlara bedeldir." (Müslim)

 

[TOP]

11.10.32.4 17-Duha (Kuşluk) Namazı

Previous topicNext topic
17-Duha (Kuşluk) Namazı
 

DUHA (KUŞLUK) NAMAZI

Bu namazın vakti gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar, istivâ vaktine yani öğleye bir saat kalaya kadar devam eder. Dört, sekiz veya on iki rekât olarak kılınır. Gündüz kılındığı için dört rekâtta bir selâm verilir.

Hadis-i şerif:

"Kim kuşluk namazı kılmaya devam ederse, günah-ı sağiresi deniz köpüğü kadar dahi olsa mağfiret olunur." (İbn-i Mâce)

[TOP]

11.10.32.5 18-Evvâbin Namazı

Previous topicNext topic
18-Evvâbin Namazı
 

EVVABİN NAMAZI

Akşam namazından sonra altı rekât olarak kılınır. İki rekâtta bir selâm verilir.

1. ve 2. rekâtlarda Fâtiha'dan sonra üçer İhlâs sûresi.

3. ve 4. rekâtlarda Fâtiha'dan sonra birer İhlâs sûresi.

5. rekâtta Fâtiha'dan sonra Felâk sûresi,

6. rekâtta ise Fâtiha'dan sonra Nâs sûresi okunur.

Hadis-i şerif:

"Akşam namazından sonra söz söylemeksizin altı rekât namaz kılmaya devam edenlerin elli senelik günah-ı sağiresi mağfur olur." (C. Sağir)

 

[TOP]

11.10.32.6 19-Hıfz-ı İman, Hıfz-u Himâye Namazı

Previous topicNext topic
19-Hıfz-ı İman, Hıfz-u Himâye Namazı
 

HIFZ-I İMAN HIFZ-U HİMÂYE NAMAZI

Evvabin namazının hemen arkasından kılınır.

Birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra bir Âyet-el Kürsî ve:

"Ey Rabb'imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırıp döndürme. Bize kendi nezdinden bir rahmet ver. Şüphesiz bağışı en çok olan sensin. Ey Rabb'imiz vukûunda aslâ şüphe olmayan bir günde sen insanları mutlaka toplayacaksın. Şüphesiz ki Allah sözünden dönmez." (Âl-i İmran: 8-9) Âyet-i kerime'si okunur.

İkinci rekâtta Fâtiha'dan sonra Elemneşrahleke sûresi okunur.

Selâm verdikten sonra secdeye gidilir ve on defa salâvat-ı şerife getirilir. Akabinde hıfz-ı iman hıfz-u himâye için Cenâb-ı Hakk'a niyazda bulunulur.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.32.7 20-Teheccüd Namazı

Previous topicNext topic
20-Teheccüd Namazı
 

TEHECCÜD NAMAZI (1)

Gece kalkıp kılınan namazdır. İki rekâtta bir selâm verilir. İsteyen istediği kadar kılabilir.

Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde:

"Habib'im! Gecenin bir kısmında uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere Kur'an ile gece namazı kıl." buyuruyor. (İsrâ: 79)

Buradaki gece namazından murad, Teheccüd namazıdır. Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e farz, ümmet-i muhteremesine ise nafile olarak emredilmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gece namazlarında iki ayağı şişinceye kadar ayakta dururdu. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir gün kendisine;

"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etmişken, niçin bu kadar zahmet çekiyorsun?" deyince şöyle buyurdular:

"İşte bu gufran-ı ilâhi'ye karşı şükreden bir kul olmayayım mı?" (Buhârî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyurdular ki:

"Bir seher vaktinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana ve kızı Fâtıma -radiyallahu anhâ-ya ansızın ziyarete geldi.

'Siz teheccüde kalkmıyor musunuz?' buyurdu.

'Yâ Resulellah!' dedim. 'Hayatımız Allah'ın yed-i kudretindedir. Bizi uyandırmak dilerse uyandırır.'

Böyle söyleyince geri döndü ve bana hiç cevap vermedi. Yalnız yüzünü bizden çevirip giderken mübarek elini dizine vurdu ve şu Âyet-i kerime'yi okudu:

'İnsanlar ne de çok cidalcı (tartışmacı) oluyor.' (Kehf: 54)" (Buharî)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'in oğlu Abdullah -radiyallahu anh- buyuruyorlar ki:

"Saâdet devrinde kim bir rüyâ görürse, gelip onu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e anlatırdı. Ben de bir rüyâ görmeyi ve onu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arz etmeyi çok isterdim. O sıralarda ben çok gençtim ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında mescidde uyuyordum. Bir gece rüyâmda iki meleğin beni tutup cehenneme götürdüklerini, cehennemin kuyu gibi taştan örülü ve iki boynuzu olduğunu gördüm. İçinde bir çok tanıdık kimseler vardı. Korktum ve 'Cehennemden Allah'a sığınırım.' demeye başladım. Bu sırada bir başka melekle karşılaştık. Bana "Korkma" dedi.

Bu rüyâmı hemşirem Ümmül-müminin Hafsa -radiyallahu anhâ-ya anlattım. O da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arz ettiğinde:

"Abdullah ne iyi çocuktur. Bir de gece kalkıp namaz kılsa!." buyurmuş.

Bundan sonra ben geceleri çok az uyumaya başladım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 576)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gece namazını teşvik etmekle beraber itidalî de tavsiye buyurmuşlardır. Bir defasında mescide iki direğin arasına bir ip çekilmiş olduğunu görünce;

"Bu nedir?" diye sordular.

"Zevceniz Cahş kızı Zeyneb'indir. Namazda yorulunca bu ipe tutunur." denildiğinde buyurdular ki:

"Olmaz böyle şey. Bu ipi çözünüz. Sizden biriniz namaz kılacaksa zinde olarak kılsın. Yorulunca da oturup dinlensin." (Buhârî)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

TEHECCÜD NAMAZI (2)

Bir Hadis-i şerif'lerinde de buyuruyorlar ki:

"Sizden biriniz uyurken şeytan onun ensesine üç düğüm vurup 'Yat, daha gece uzun.' der, ensesini sıvazlar. O kimse uyanıp da zikrullahla meşgul olursa, o düğümün biri çözülür. Kalkıp abdest alırsa diğeri, namaz da kılarsa son düğüm çözülür. Artık o, gönlü hoş ve huzurlu bir hâlde sabaha çıkar.

Fakat zikretmez, abdest alıp namaz kılmazsa gönlü kirli ve uyuşuk bir hâlde sabahlar." (Buharî. Tecrid-i sarih: 588)

Teheccüd namazı çok faziletlidir. Hadis-i şerif'lere göre, farzlardan sonra en kıymetli namazdır.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Farzlardan sonra namazların efdâli geceleri kılınan teheccüd namazıdır." (Müslim)

Sâlih kulların âdetidir. İnsanı Allah'a yaklaştırır. Günahlara kefarettir, günah işlemekten alıkoymaya sebeptir. Bedenî ve ruhî hastalıklara şifâdır.

Mümin için gece namazı mutlaka lüzumludur. Velev bir koyun sağacak kadar olsun.

Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir erkek, gecenin bir vaktinde karısını uyandırır da her ikisi namaz kılarsa çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar." (Ebû Davud)

"Rabb'imiz Tebâreke ve Teâlâ gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına inerek 'Bana kim duâ ederse, duâsına icâbet ederim. Kim benden isterse dilediğini veririm. Kim günahlarının bağışlanmasını isterse mağfiret ederim." buyurur. (Buharî. Tecrid-i sarih: 590)

"Gecede öyle bir saat vardır ki, bir müslüman o saate rastlar da Allah'tan dünyâ ve âhiret işinden bir hayır isterse Allah o kimsenin dileğini muhakkak verir. Bu her gece böyledir." (Müslim)

Cenâb-ı Hakk teheccüde kalkanları Kur'an-ı kerim'inde medh-ü senâ ediyor:

"Gece teheccüd namazı kılmak için yanları yataklarından uzaklaşır. Korku ve ümid ile Rabb'lerine duâ ederler. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de hayra harcarlar. Artık onlar için, yaptıklarına karşılık olarak gözler aydınlatıcı nimetlerden kendilerine neler hazırlandığını kimse bilemez." (Secde: 16-17)

"Onlar gecelerini Rabb'leri için kıyâma durarak ve secdeye kapanarak geçirirler." (Furkan: 64)

"Şüphesiz ki gece kalkıp ibâdet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır." (Müzzemmil: 6-7)

Teheccüd namazı kılanlar, hamama girip yıkanmış gibi olurlar. Tesbih namazı kılanlar ise, hamamda yıkanıp keselenenlere benzerler. Şu kadar var ki, yapılan bütün işler ahkâm dâiresinde olacak.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.32.8 21-Tesbih Namazı

Previous topicNext topic
21-Tesbih Namazı
 

TESBİH NAMAZI

Dört rekâtlı nâfile bir namazdır. Her rekâtinde 75 defa Sübhânellahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber diye tesbih tekbiri okunur. Kılınışı şöyledir:

Niyet edilir, Allahu Ekber diyerek namaza başlanır. Sübhâneke'den sonra 15 kere Sübhânellahi... okunur.

Euzü besmele çekilir. Fâtiha sûresi ve bir sûre okunduktan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Rükûya gidilir. 3 kere Sübhâne Rabbiyel aziym dedikten sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Semiallâhü Limen Hamideh denilerek kalkılır. Kıyamda 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Secdeye varılıp 3 kere Sübhane Rabbiyel âlâ dedikten sonra 10 defa Sübhânellahi ... okunur.

Secdeden tekbir ile kalkılıp oturunca 10 defa Sübhânellahi... okunur.

İkinci secdeye de tekbir ile varılıp 3 defa Sübhâne Rabbiyel âlâ'dan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur.

Böylece bu tesbih 75 kere okunmuş olur.

Sonra ikinci rekâta kalkılır.

İlk önce 15 defa Sübhânellahi... okunur.

Besmele-i şerif, Fâtiha ve bir sûre'den sonra 10 defa Sübhânellahi... okunur.

Birinci rekâtta kılındığı gibi bir rekât daha kılınır ve oturulur.

Tahiyyat, Salli-Bârik duâları okunur, üçüncü rekâta kalkılır.

Üçüncü ve dördüncü rekâtlar da birinci rekâtlar gibi kılınarak selâm verilir. Bu suretle de dört rekâtta üçyüz tesbih okunmuş olur.

Gündüz kılınırsa bir selâmda, gece kılınırsa iki selâmda tamamlamak daha iyidir.

Tesbih namazının fazileti çok büyüktür. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz amcası Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'ne;

"Ey amcam Abbas! Sana bir ihsanda bulunayım mı?" buyurdular ve Tesbih namazının kılınışını tarif ettiler.

Bu namazı kıldığı takdirde günahlarının evvelini ve âhirini, eskisini ve yenisini, bilerek yaptığını bilmeyerek yaptığını, büyüğünü ve küçüğünü, gizlisini ve açığını, Hazret-i Allah'ın affedeceğini söylediler. Hatta Âlic bölgesinin kumları kadar da çok olsa bile...

Daha sonra buyurdular ki:

"Gücün yetiyorsa bu namazı hergün bir kere kıl. Hergün kılamazsan, her cuma bir kere kıl. Her cuma kılmaya gücün yetmezse her ay bir kere kıl. Her ay kılamazsan hiç değilse senede bir kere kıl. Onu da yapamazsan ömründe bir kez olsun bu namazı kıl." (Tirmizî - Ebu Dâvud)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.32.9 83-İSTİHÂRE NAMAZI

Previous topicNext topic
83-İSTİHÂRE NAMAZI
 

İSTİHÂRE NAMAZI

Bir iş yapılmak istendiği zaman o şeyin kendi hakkında hayırlı olup olmadığına dair manevî bir işarete nail olmak için, iki rekât namaz kılıp Hazret-i Allah'tan hayırlısını istemek menduptur.

Ashab-ı kiram'dan Hazret-i Cabir -radiyallahu anh- şöyle demiştir:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi bize İstihare duâsını öğreterek buyurdu ki:

"Sizden biriniz bir işe niyetlendiği zaman, iki rekât nafile namaz kılsın ve şöyle duâ etsin:

"Allah'ım! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayırlısını bana bildirmeni dilerim. Kudretinden güç isterim. Senin büyük keremini dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter, benim yetmez. Sen her şeyi bilirsin ben bilmem. Bilinmeyenleri bilen ancak sensin.

Allah'ım! Sen bilirsin, eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, işimin akibeti, hâlim ve istikbâlim hakkında hayırlı ise bunu bana nasip ve müyesser eyle. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, işimin âkıbeti, hâlim ve istikbâlim hakkında şerli ise, onu benden beni ondan çevir. Hayır nerede ise, onu bana mukadder ve müyesser kıl. Beni onunla memnun eyle." (Buharî)

Birinci rekâtta Kâfirun ikinci rekâtta İhlâs sûreleri okunur. Abdestli ve kıbleye yönelerek yatılır.

Bir Hadis-i şerif'te istihareye yedi gece devam edilmesi, kalbe ilk gelene bakılması tavsiye edilmiştir.

Bir Hadis-i şerif'te de:

"İşlerinde istihâre eden hüsrâna uğramaz. İstişâre eden pişman olmaz. Geçiminde iktisada riayet eden muhtaç olmaz." buyuruluyor. (C. Sağir)

[TOP]

11.10.32.10 84-HÂCET NAMAZI

Previous topicNext topic
84-HÂCET NAMAZI
 

HÂCET NAMAZI

Hadis-i şerif'te bildirildiğine göre; Allah-u Teâlâ'dan dünya ve ahirete âit herhangi bir hâceti olan veya Allah'ın kullarından birine işi düşen kişi, güzelce abdest alır, yatsıdan sonra iki veya dört rekât namaz kılar. Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e salâtü selâmda bulunur. Daha sonra hâcet duâsını okuyup, dileğini Allah-u Teâlâ'ya arzeder:

"Halim ve kerim olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Büyük arşın sahibi olan Allah bütün noksanlıklardan uzaktır. Hamd, âlemlerin Rabb'ine mahsustur.

Ey Allah'ım! Senden rahmetinin icaplarını, mağfiretini gerektiren şeyleri, her türlü iyiliğe nâil olmayı, her günahtan kurtulmayı isterim. Senden affetmediğin hiçbir günah, kurtarmadığın hiçbir dert ve hoşnud olduğun hâcetlerden gidermediğin hiçbir hâcet bırakmamanı dilerim." (İbn-i Mâce)

Birinci rekâtta Fatiha'dan sonra üç Âyet-el Kürsî, diğer rekât veya rekâtlarda birer defa İhlâs Felâk ve Nâs sûre-i şerif'leri okunur.

[TOP]

11.10.32.11 85-TEVBE NAMAZI

Previous topicNext topic
85-TEVBE NAMAZI
 

TEVBE NAMAZI

İşlenmiş herhangi bir günahtan dolayı, güzelce abdest alındıktan sonra kır bir yere çıkıp açık havada iki rekât namaz kılarak günahların bağışlanmasını Allah-u Teâlâ'dan dilemek Sünnet-i seniyye'dir.

 

[TOP]

11.10.32.12 86-YOLCULUK NAMAZI

Previous topicNext topic
86-YOLCULUK NAMAZI
 

YOLCULUK NAMAZI

Yolculuğa çıkarken veya yolculuktan dönünce iki rekât yolculuk namazı kılmak menduptur.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sefere çıkacakları zaman iki rekât namaz kılar, döndükleri zaman da doğruca mescide varıp iki rekât namaz kıldıktan sonra hane-i saadetlerine giderlerdi.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.33 Namaz Nasıl Kılınır

Previous topicNext topic
Namaz Nasıl Kılınır
32-Namaz Nasıl Kılınır

[TOP]

11.10.33.1 MÜMİNİN MİRACI NAMAZ

Previous topicNext topic
MÜMİNİN MİRACI NAMAZ
 

MÜMİNİN MİRACI NAMAZ

 

Bu mevzu muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'in "Kalblerin Anahtarı" külliyatından olan "Rütbe-i Bâlâ" isimli kitabından teberrüken alınmıştır:

Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

"Ben Hazret-i Allah'ı gördüm, başka bir şey görmedim."

Bu doğrudur.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz de:

"Görmediğim Allah'a ibadet etmem." buyuruyor.

Görüyor, her şeyin fâni olduğunu biliyor, O'nunla O'na ibadet ediyor.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:

"Kalbim, Rabb'imin nuru ile Rabb'imi gördü." buyurmuştur.

Kalp, Cemâl sıfatının tecellisine bir aynadır. Sıfatların tecellisi, fuad yani kalp gözü ile görülür.

"Fuad yani kalp, gördüğünü yalanlamadı." Âyet-i kerime'si bu mânâyı teyid etmektedir. (Necm: 11)

"Kim görürse kendi lehinedir." (En'âm: 104)

Demek ki görülüyormuş.

Siz bunların yalnız ismini duyuyorsunuz.

Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin buyurduğu "Ayrılmadan buluşma." bu oluyor.

O'nunla O'na namaz kılıyor.

Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde şöyle buyuruyorlar:

"O'nun ilmi râsih, nasibi yüce, Nur'u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir." (s. 73)

Onun ilmi ilmullahtır, yani ona ilim Allah-u Teâlâ tarafından gelir. O doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'nın ilmiyle hilmiyle desteği ile yürüyor.

İşte bu ilim, işte bu ilim...

Çünkü bir Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz O'nu öyle gördü. Bir de Cenâb-ı Allah dilediği kadar fakire nasip etmiş. Bu ilim onlarda yok. Yoksa onlar çok ilim sahibi. Bu zamanda bu ilmi, bu nuru indirdi, büyük lütufta bulunmuş. O'na O'nunla sonsuz şükürler olsun.

[TOP]

11.10.33.2 Namaz İle Hazret-i Allah'ın Huzurunda Olduğu Bilinmelidir

Previous topicNext topic
Namaz İle Hazret-i Allah'ın Huzurunda Olduğu Bilinmelidir
 

Namaz İle Hazret-i Allah'ın Huzurunda Olduğu Bilinmelidir:

 

Beş vakit namazın muhafazası, insanı âhiret azabından koruması; zâhirî ve bâtınî huşuuna riâyet etmekle husule gelir.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Ahirete iman edenler bu Kur'an'a da inanırlar ve namazlarını muhafaza ederler." (En'âm: 92)

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise namazlarını muhafaza edenler övülmektedir:

"O müminler ki emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Namazlarını muhafaza ederler. Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır." (Müminûn: 8-11)

Bir müslümanın kendisinin namaza bağlı bulunması kâfi gelmeyip ev halkının da namaza bağlılığının sağlanması istenmektedir:

"Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda sebat ile devamlı ol." (Tâhâ: 132)

Namazı bırakanlar için azap vâdedildiği gibi, onların iyi kimseler olmadıkları da Âyet-i kerime'de beyân buyurulmaktadır:

"Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir." (Meryem: 59)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Namazı terk eden kimse vefat edince Cenâb-ı Allah'ı gadab sıfatı ile bulur." (Münâvî)

Onun için İbn-i Mesud -radiyallahu anh- Hazretleri demiştir ki:

"Namazını gereği gibi yerine getirmeyen Allah-u Teâlâ'dan uzaklığını artırmaktan başka bir şey yapamaz."

Çünkü namazı huşu içerisinde tam bir teslimiyet ile sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmak gerekir.

"Namaz insanı her türlü hayâsızlıktan ve fenâlıktan alıkoyar." (Ankebût: 45)

Asıl olan, huşu ile kılınan namazın insanı kötülüklerden alıkoymasıdır. Kişi kötülüklere meyil ediyorsa namazında eksiklikler var demektir. Kötülük derken sadece aklımıza gelen büyük kötülükler, başkasına yapılan hareketler anlaşılmamalıdır. Kötülük; dedikodu, gıybet, emir sahibine itaatsizlik, toplumda huzur ve huşuyu bozacak fitne çıkaracak hâl ve hareketler. Buna mümasil mümin ahlâkına uymayan her türlü hareket kötülüktür. Kötü örnek olmaktır.

"Sâlih amelden ayrılmayan kimsenin iki rekât namazı, iyi ile kötü ameli karışık kimselerin bin rekât namazından efdâldir." (Münâvî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise:

"Nice namaz kılan var ki namazından sadece yorgunluk elde eder." buyuruyorlar. (Nesai)

Namaz kılmaya başlayan bir kimse iftitah tekbirinden başlayıp selâm verinceye kadar, kendisinin Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir.

• O'nun heybet ve azâmeti karşısında kendisinin ne derece hakir, fakir olduğunu, merhamete ve mağfirete muhtaç, günahkâr bir kul olduğunu tefekkür etmelidir.

• İbadetler arasında Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği olan namaz sayesinde söz ve hareketleriyle af ve mağfiret talep edip O'nun lütuf ve ihsanını kazandıracak bir makamda bulunduğunu korku ve haşyetle düşünmelidir.

• Bu şekilde kılınan namazımız Melâike-i kiram'ın muhtelif şekillerdeki ibadetlerini içinde topladığı için, diğer ibadetlerin en faziletlisi, af ve mağfiret sebeplerinin en mükemmelidir.

Meleklerin bir kısmı ayakta bir kısmı oturarak, bir kısmı rükû ve secde ile meşguldürler. Diğer bazısı da "Allah-u Ekber", "Elhamdülillah", "Subhanallah" gibi tekbir, tahmid ve tesbih ile emrolunmuşlardır. Namaz kılan müslümanlar da, bu faziletlerin hepsinden kısmi de olsa feyz almaktadırlar.

Bir insan namaza başlar başlamaz tam bir sükûnetle, etrafına bakmadan, azalarını lüzumsuz hareketlerden koruyarak, Allah-u Teâlâ'nın huzurunda bulunup dilinden dökülen kelimelerin mânâsını düşünmelidir.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Namaz içinde oraya buraya bakmak, kişinin namazından çaldığı hırsızlamadır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 420)

"Kişi, namazından ne kadar anlarsa, o derece namaz kılmış sayılır." buyurmuşlardır.

Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz anlatıyor:

"Resulullah Aleyhisselâtu vesselâm zamanında insanlar namaza durdukları vakit hiç kimsenin nazarı ayaklarını bastığı yerden ileri geçmezdi. Resulullah Aleyhisselâtu vesselâm vefat edince insanlar namaza durunca hiçbirisinin nazarı alnını koyduğu yerden ileri geçmezdi. Sonra Hazret-i Ebu Bekir vefat etti, Hazret-i Ömer devri geldi. Bu devirde insanların nazarı kıbleden dışarı çıkmadı. Hazret-i Osman halife olunca fitne başladı, insanlar da sağa sola bakmaya başladı." (Kütüb-i Sitte: 519)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde:

"Namaz müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır." buyuruyor. (Nisâ: 103)

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Her şeyin bir alâmeti vardır. İmanın alâmeti de namazdır." (Münâvî)

"İşin başı İslâm'dır, onu ayakta tutan namazdır, zirvesi ise Allah yolunda cihaddır." (Tirmizî)

"Kıyamet gününde kulların hesaba çekilmesi namazdan başlar. Bu hesap doğru verilirse diğer amellerin de kabûlüne yardımı olur. Aksi takdirde hüküm tersine olur." (Tirmîzî)

"Cehennem ateşi azâbı hak eden müminlerin vücudunu yakar. Fakat Cenâb-ı Hakk'a secde ederken yere değen âzâya dokunamaz." (Buhârî)

"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa içinde yıkansa kiri kalır mı?"

Hayır, hiçbir kir bırakmaz.

"İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder." (Buharî. Tecrid-i sarih: 319)

"Gece ve gündüz melekleri bir biri peşine size gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde 'Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler ‘Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık.' derler." (Buharî. Tecrid-i sarih: 332)

Allah'a imandan sonra her müslümana en mühim farz, namazdır. Yalnız ümmet-i Muhammed'e değil, geçmiş ümmetlerin hepsine de farz kılınmıştır.

Namaz, Rabb'imiz Teâlâ Hazretleri'nin görünür-görünmez, bitmez, tükenmez ihsan ve ikrâmlarına karşı şükran ve tazimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibâdettir.

Hadis-i şerif'lere göre İslâm'ın şartı, dinin direği ve temeli, ibâdetlerin rehberi, cennetin anahtarıdır. Müminin miracı, kalbinin nûru, ruhunun gıdasıdır. Muttakilerin göz aydınlığıdır.

Namaz kılmakla, İslâm'ın esas ve büyük temeli kurulmuş, kişi kurtuluş ipine tutunmuş olur.

[TOP]

11.10.33.3 32-Namaz Nasıl Kılınır

Previous topicNext topic
32-Namaz Nasıl Kılınır
 

Namaz Nasıl Kılınır?

 

Namaz üç türlü kılınır:

• Hazret-i Allah'ın karşısında kılınır.

• Kâbe'nin karşısında kılınır.

• Kıble'ye, Kâbe'ye müteveccih kılınır.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'in; "Görmediğim Allah'a ibadet etmem!" dediği budur. Görüyor göre göre O'na ibadet ediyor. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın yürüttüğü, duyurduğu, bildirdiği hususi kullardır. Bunlar dünya yüzüne nadir gelenlerdir.

Burada ilimler ayrıldı.

Namaz kılanlardan biri kıbleye müteveccih kılar, biri Kâbe-i muazzama'nın karşısında kılar, birisi de Hazret-i Allah'ın karşısında kılar. Şimdi bu namaz kılanlar ayrıldı.

Hidayet Allah-u Teâlâ'nın, kendi zâtını bilmek için lütuf ve keremi ile kullarında halkettiği muvaffakiyettir. İman nûrunu ihsan ettiği, kalbine akıttığı kulunu, mârifetullah nûru ile kudsî ruh ile destekler.

Bunlar vâris-i enbiya oldukları içindir ki, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin tecelliyâtına mazhar olmuşlardır. Yani bildirdiği kadar bilir, gösterdiği kadar görür. Hakk'ta fani olduğu zaman bunlar husule gelir.

Cenâb-ı Hakk'ı görür kendisini görmez, zira âyân-ı sâbite ile Hakk'ı tesbih eder, O'nunla ibadet eder.

Azamet-i ilâhî'nin karşısında bir zerre olarak Allah-u Teâlâ'ya ibadet, taat ve secdesini yapar.

"Kulhüvallahü Ehad" dediği zaman Azamet-i İlâhi'yi görür.

"Allahüssamed" yarattığı varlıkların O'na muhtaç olduğunu bilir.

Bu esrâr-ı İlâhiye ne zaman tecelli eder ki âyân-ı sâbite bütün âyân-ı sâbite'lerin Hazret-i Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu görür? Ve herşeyin Hakk ile kaim olduğunu gördüğü zaman Âyet'ül-kürsi'nin sırrına mazhar olur.

Fatiha-i şerif'te "Elhamdülillâhi rabbil âlemin" derken bu sırra mazhardır. Bu ise ancak Hazret-i Allah'ın boyası ile boyandığı zaman husule gelir.

"Allah'ın boyası ile boyanın! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?" (Bakara: 138)

Şimdi bu Âyet-i kerime nasıl anlaşılır?

Zâhir ehli der ki: Hazret-i Allah'ın emirlerini yaparsan, yasaklarından kaçarsan Hazret-i Allah'ın boyasına boyanmış olursun.

Bu çok zor amma çok güzeldir.

Hakikat ehli bu Âyet-i kerime'yi nasıl anlar?

Takvâ elbisesini giyersen, Hazret-i Allah'ın boyasına boyanmış olursun.

Mârifetullah ehli bu Âyet-i kerime'yi nasıl anlar?

Vücud elbisesini soyarsan Allah-u Teâlâ'nın elbisesini giymiş olursun. Bu Âyet-i kerime'nin gerçek mânâsı budur.

Bunu her tahiyyatta okurum ki, Yaratıcı'nın yaratışını göreyim, kendimin bir maske olduğunu bileyim.

Madem ki O var biz yokuz, bizim varlığımız bir damla kerih su, biz; "Ettehiyyâtü" derken ruhundan ruh veren deriz ve önce O'nu ortaya koyarız. Binayı kurdu, nâmütenâhi nimetlerle donattı, bunun zerresini idrakten dahi acizim. Ettahiyyatü'yü okurken daima bunları hatırlarım ve Sahib'imin varlığını ortaya koyarım, benim hiçbir hükmüm olmadığını anlarım.

"Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh." dediğimiz zaman nurundan nurunu yarattın, bütün kâinatı o nurdan donattın. Dikkat ederseniz buraya cisim girmiyor; nurundan nurunu yarattın, o nurdan kâinatı donattın. Şimdi mevcudat o nurdan mayalanmış, o çekirdekten husule gelmiş, o nurdan işlenmiş. Burada mevzumuz yalnız nurdur, cisim değildir. Çünkü bu mevzuda cismi karıştırdın mı; "küçücük bir adamdan âlemler nasıl hasıl oldu" dediğin zaman akıl durur.

Bir zerre olarak Hakk ile Hakk'ı tesbih eder. Ruh Cenâb-ı Hakk'ın lütuf tecelliyâtıyla nûrlanır, Nefsi ruha tâbidir. O da nûrlanmış olur, dolayısıyla vücudu da nûrlanır. Bunların hepsi husule geldiği zaman "Sirâcen münîrâ" olur. Her tecelliyât-ı İlâhi ile "Nûrun alâ nûr" olur. O artık Hakk iledir. En hoşlandığı şey Hazret-i Allah'ın hükmü olur. Onlarda arzu yaşamaz. Hayat ve vefat arasında hiç fark olmaz. Çıkacak hükm-ü İlâhî'ye peşinen teslim olmuştur. Bu onlara ihsan edilen lütuftur. Hazret-i Allah'a râm olmuştur. Bütün iradesini Hazret-i Allah'a teslim etmiştir.

[TOP]

11.10.33.4 33-Hazret-i Allah'ın Karşısında, O'nunla Namaz Kılmak

Previous topicNext topic
33-Hazret-i Allah'ın Karşısında, O'nunla Namaz Kılmak
 

1) Hazret-i Allah'ın Karşısında, O'nunla Namaz Kılmak:

 

Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın yürüttüğü, duyurduğu, bildirdiği hususi kullardır. Nadir gelenlerdir.

Şimdi O'nun karşısında kılan O'nunla kılıyor, O'na kılıyor. Bu hayat başka bir hayat, alem başka bir alem.

Gaye bu hayata varmak...

Âyet-i kerime'de:

"Yeryüzünde bulunan her şey fenâ bulacaktır." buyuruluyor. (Rahman: 26)

Cenâb-ı Hakk, bir kulu murad edip fâni eder de Zât-i Bâri husule geldiği zaman zaten O'ndan başka bir şey yok, bütün bu nokta burada toplanıyor. Fanda toplanıyor. Çünkü sen de yok olmadıkça, zerren de yok olmadıkça O'nu bulman, görmen mümkün değil. Çünkü o zerre mani.

Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ni çok büyük bir veli olarak tanıdığına ve zaman zaman onun rûhâniyetine teveccüh ettiğine dikkati çeken Molla Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri, ondan bu hususla ilgili olarak şu sözü nakleder:

"Ne zaman ki evliyânın önderi Hâce Muhammed Hakîm Tirmizî'nin -kuddise sırruh- rûhâniyetine teveccüh etsem, o teveccühün eseri sırf sıfatsızlık yönünde zuhur ederdi. Teveccühte ne kadar seyrolunsa da, yine onda ne bir eser, ne bir toz, ne de bir sıfat görünmezdi." (Nefâhatü'l-Üns, s. 132-133)

İşte Cenâb-ı Hakk onu öyle fani etmiş. Varlığı ile mevcut fakat kendi varlığını eritmiş. Ne kadar derin ilim değil mi? Bunlar çok derin.

Hazret-i Allah tecelli ettiği zaman müminin kalbinde kendisini görür.

Bunlar:

"Seni kendim için seçtim." (Tâhâ: 41)

Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere Allah-u Teâlâ'nın kendisi için yarattığı, sevip seçtiği, kendisine çektiği hass'ül-has olan kullardır. Onlara kendisini gösteriyor. O yalnız Allah-u Teâlâ'yı görüyor.

İçte de O'nu görüyor, dışta da O'nu görüyor, O'ndan başka bir mevcut olmadığını da görüyor. O'ndan başka mevcut yok zaten. Aynadaki de O, sendeki de O... Sen çık aradan kalsın Yaradan.

Bu esrar yalnız onlara mahsustur. Onlar nadiren gelenlerdir, onlar Vâkıf'lardır. Gören göz de bunlardır.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi de:

"Açlığa devam et beni görürsün. İnsanlardan uzaklaş bana kavuşursun." buyuruyor.

Demek ki görülüyormuş.

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz "Ben Allah'ımı gördüm başka bir şey görmedim." buyurduğu yer burası.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ise "Görmediğim Allah'a ibadet etmem." buyurmuştur.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'e; "Bu nasıl olur?" diye sorduklarında; "Gönül gözü, hakikat ışığıyla." buyurdular.

Bunlar Allah-u Teâlâ'ya göre göre ibâdet ediyorlar.

Bu Hazret-i Allah'ın kendi ilminden ihsan ettiği has bir ilimdir. Dilediğine verir.

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir." (Cum'a: 4)

Böyle Hazret-i Allah'a yaklaşmak gerekir. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:

"İçinizde..." (Zâriyât: 21)

Bir insanın namaz kılması için O'nu içeride görmesi lâzım ve O'nunla kılması lâzım.

Bir iç namazı vardır, bir de dış namazı vardır. Biz daha dışını bilmiyorken iç namazı nasıl olur? İç namazı; Hazret-i Allah'ın içinde olduğunu bilerek, O'nunla mülâkat yapmandır, O'nunla konuşmandır, O'nunla görüşmendir. Yani kıble ile değil. Kıbleye bedenini yönelteceksin, gönlünü ise O'na çevireceksin, hep O'nunla konuşacaksın.

Gerçek manada secde nedir? O'nun içeride olduğunu bilip O'nunla konuşman ve O'nunla O'na secde etmendir. Ben Hazret-i Allah'a namaz kılarken içimde kılıyorum. Kâbe ile aramda bir metre mesafe olsa bile ben içimde O'na secde ederim. İçimde ibadet ederim.

Şu halde iç namazı demek, hep Hazret-i Allah ile mülâki olmak, O'nunla konuşmak, O'nunla görüşmek, O'nunla hallenmek.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in buyurduğu;

"Biriniz namaza kalktığınız vakit Rabb'ine münâcât eder. Şüphesiz ki onun Rabb'i onunla kıble arasındadır." (Buhârî)

Beyanı dış namaz içindir.

Biraz önce izah edildiği üzere iç namazı kılan kalıbını kıbleye diker, gönlünü ise O'na çevirir, iç âlemi ile hallenir. Böylece namaz bitinceye kadar Hazret-i Allah ile konuşur, O'nunla görüşür, O'nunla sevişir, O'nunla kaynaşır. Bu namazı kılanlar, gönlünü Hakk'tan çevirdiği zaman namazı bozulur.

Meselâ;

"Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz." O'na hitap.

"Seni en güzel isimlerle tesbih ederiz." O'na hitap.

Bu neye benzer? Size bir temsille anlatayım:

Hazret-i Allah ile Allah'a ibadet etmek, O'nunla konuşmak demek. Başka türlü benim dostuma selâm söyle. Arada bu kadar fark var. Ötekisi senden sana yakın O'nunla konuşuyorsun, O'nunla görüşüyorsun, O'nu görüyorsun. Diğeri konuşuyorsun... Konuşuyorsun ama ne konuşuyorsun, kime konuşuyorsun? Arada bu kadar fark var. Onun için yol bu yol. Ama diyeceksiniz ki, buna kimse erer mi? Buna Cenâb-ı Hakk dilediğini erdirir. Ama yol o yol...

Bu hususta Musa Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm arasındaki hadise bir misal olması bakımından ehemmiyet arzeder.

Musa Aleyhisselâm tayin edilen vakitte Tur dağında Allah-u Teâlâ ile konuştuktan sonra:

"Rabb'im! Bana zâtını göster, sana bakayım!" dedi. (A'râf: 143)

Allah-u Teâlâ:

"Sen beni göremezsin. Fakat şu dağa bak! Eğer o yerinde durursa, sen de beni görürsün." buyurdu. (A'râf: 143)

Devamla Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Rabb'i dağa tecelli edince, onu yerle bir etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca ‘Allah'ım! Seni tenzih ederim, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim.' dedi. (A'râf: 143)

Allah-u Teâlâ Musâ Aleyhisselâm'ı sevdiği ve seçtiği halde, ona hakikati bildirmek için Hızır Aleyhisselâm'a gönderdi.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Derken kendisine nezdimizden bir rahmet verdiğimiz, tarafımızdan has bir ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu buldular.

Musa ona ‘Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da talim etmen için sana tâbi olayım mı?' dedi." (Kehf: 65-66)

Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm'la buluştuklarında:

"Ben Allah'ın bana kendi ilminden verdiği bir ilim üzere yürüyorum ki, sen onu bilmezsin. Allah'ın sana öğrettiği ilmi de ben bilmem." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 102)

Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir. Bu ilim verilme iledir, kişide hiçbir şey yoktur.

Allah-u Teâlâ'nın sevip seçtiği, kendisine çektiği, esrarını duyurduğundan mâdâ bu sırrı bilen olmaz.

Bunları niçin arzediyoruz? Nasibi olan nasibini alır, nasibi kadar alır.

Hakk'ta fâni olmuş, hiç olmuş. Kendini görmüyor, Hazret-i Allah'ı görüyor ve diyor ki; vücud O, mevcud O...

Hazret-i Allah ile kılınan namaz... İşte bunlar bu namazı kılıyorlar.

Allah-u Teâlâ buyuruyor:

"İçinizde... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)

Bu Âyet-i kerime'nin lütuf tecelliyâtına mazhar olan işte bunlardır. Bunlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in hem nübüvvetine, hem velâyetine mazhar olup, onun yolunda olduğu için şu iltifât-ı İlâhi'ye nail olmuşlardır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Yani üstün ve çok merhametli Allah'ın indirdiği (Kur'an yolu) üzerindesin." (Yâsin: 5)

Neden? Resulullah Aleyhisselâm'ın vekâletini taşıdığı için, onun nûruna mazhar olduğu için, onun yolunda yürüdüğü için.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah o Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûm'dur." (Bakara: 255)

Hayy: Ezelî ve ebedî hayat ile berhayattır. Ezelden ebediyete kadar bütün hayat ve ebedîlik O'nun zâtı ile kâimdir.

Kayyûm: Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O'nunla kâimdir.

"Hayy" ve "Kayyûm" ancak O'dur. Ancak O var, O yaratıyor, her şey O'nunla kaimdir. Yer de O'nunla kaim, gök de O'nunla kaim, insan da O'nunla kaim.

Çünkü diğer bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr: 35)

O'ndan başka ne vücud var, ne de mevcud var. Amma sen "Lâ"da kaldın, yeri göğü gördün, orada kaldın. O'nun nuru olduğunu göremedin ve bilemedin. Aslı O'dur, perdede başkası görülür. Mevcûdat O'nun nurundan birer nurdur.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ" kitabında: "O'nun yüzünün nur ve azameti nedir?" sorusunu sorarak bu sırrın zuhuruna çok evvel işaret etmişti. Bunun manası işte budur. Biz size Allah-u Teâlâ'nın "Nûr"unu ve "Azâmet-i İlâhi"yi tarif ediyoruz.

Meselâ bir insan var, öldüğü zaman yok oldu. Yok oldu amma Allah-u Teâlâ vardı, o O'nun varlığı ile vardı, öldü, öldü amma yine O var.

Gösterdikleri bunu görüyor, böyle olduğunu da biliyor. Hem görüyor, hem biliyor. Amma sen hem görmüyorsun, hem bilmiyorsun.

İnsanların akılları ve ilimleri bu noktayı kavrayamadığı için yeri görür, göğü görür, amma Hakk'ı göremez. Görmesi de mümkün değildir. Tutulanlar görülüyor da, tutan görülmüyor.

Fakir der ki: "Siz Allah-u Teâlâ'nın tuttuğu şeyi görürsünüz, Elhamdülillâh biz tutanı görürüz. Yaratan'ı gördüğüm için, bu yaratılanların bir perdeden ibaret olduğunu görüyorum."

Allah-u Teâlâ'yı biz böyle biliyoruz.

Burada ilmin hülâsası ortaya çıkıyor.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "317. Mektub"unda:

"Hatta, onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi, o kabuğun özüdür." buyurmuşlardır.

Biz size özü anlatıyoruz.

Abdülkerim-i Cîlî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-İnsânü'l-Kâmil" adlı eserinin son bölümünde, velâyeti hatmedecek olan zâttan söz ederken, yakınlık makamlarının özünün ona verildiğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"... Hitam makamı kurbet (yakınlık) makamının nihâyeti için bir isimdir. Kurbet makamının ise nihayeti yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın nihayeti yoktur. Lâkin Hitam ismi, kurbet makamlarının tümüne bir özettir.

Sözlerin özü; bir kimsenin ahâsılı kurbet makamı olursa, o Hâtemü'l-evliyâ olup; Hitam makamında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vekilidir." (c: 2, s. 478-479, trc: R. Göknar)

Farz-ı muhal ki kişi bir memlekete vardı, ayağını o memleketin toprağına bastı. Amma o memleketi bilmesi, tanıması mümkün değildir.

Kurbiyet makamının nihayeti yoktur. Allah-u Teâlâ'ya vâsıl olursun amma, Allah-u Teâlâ'nın nihayeti yoktur.

Bu nokta öyle bir makamdır ki; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz içeriye girip kaybolduğu zaman, deryaya dalar gibi istiğrak haline bürünürdü. Sahv haline gelip ayılmak istediği zaman Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e:

"Bana kelâm et, konuş yâ Hümeyra!" buyururlardı.

İşte bu nokta o makamdır. Fakat o onun tecelliyâtıdır. Başkasına tecellî etse, belki orada boğulur ve ayılamaz. Bu gizli noktayı size arzediyoruz. Bu ilmin ötesi yok. Özden bahsediyoruz, sözden değil; ilikten bahsediyoruz, kemikten değil!..

O'nun bana ne zaman tecellî edeceğini, ne zaman göstereceğini, ne zaman öğreteceğini ben bilemem. Bildirdiği zaman, gösterdiği zaman, öğrettiği zaman bilmiş oluyorum. Aslı budur.

İşte bu noktada çok derin ve gizli bir ilim var. Değinilmeyen, bahsedilmeyen, nüfuz edilmeyen çok güzel bir ilim var. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in kendisini kaybettiği yer de bu makamdır.

O anda arada hiçbir vasıta yoktur. Hazret-i Allah ile Hazret-i Allah'a vardığı zaman kayboluyor, daha sonra kendisine gelmek için Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e kelâm etmesini söylüyor. Yani o makamdan ayılabilmek için dışarıdan müdahaleye ihtiyaç hissederdi. Biz size işte bu son yeri tarif ediyoruz!

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakın bir melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir." (K. Hafâ)

Ne melek girebilir, ne de şeytan girebilir, hiçbir şey giremez!..

Şimdi mevzu açığa çıktı. Burası öyle bir yer, öyle bir makamdır. Size bahsedilen bu ilim de o makamdır, o makamın ilmidir. Onun ilmini, onun âşinâlığını size söylüyorum.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in hayat boyunca yaptığı bir duâları şöyledir:

"Ey Allah'ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1665)

Onun arkadaşı O idi ve ahirete intikal ederken de son kelâmı bu oldu.

Hayatı boyunca Allah-u Teâlâ ile arkadaşlık yaptı ve en çok sevdiği arkadaşına kavuştu.

Bir kişi o kişiyi görecek ki arkadaş olsun. Görülmeyen bir kişi arkadaş olamaz. Görecek ve bilecek ki O'nunla olacak.

O'nunla arkadaşlık ne demek? O içeride olup onu idare eder, sen O'nu göremezsin!

Farz-ı muhal ki bir tulum var, tulumu O idare ediyor. Herkes tulumu görüyor, içeride tasarruf edeni görmüyor.

Görünmeyen bilinmeyen bir kişiyle arkadaşlık olmaz. Göreceksin, bileceksin, tanıyacaksın ki sana arkadaşlık yapsın. O sana duyuracak, O sana duyurmadıkça duyamazsın. Bu "Hakk'al-yakîn" bir ilimdir, diğerleri ise "Ayn'el-yakîn"dir.

Sen maskeden ibaretsin. O sana kendini duyuracak, O sana kendini gösterecek ve bildirecek ki bilmiş ve görmüş olasın. Hep O, hep O'ndan... Maskenin ne hükmü var, bir kâğıt parçası!.. Senin kâğıt parçasından ne farkın var? Senin masken etten, onu da halkeden O...

Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zâta işaret ederek şöyle söylemiştir:

"Allah kullarından bir kulu en büyük dostu yapmayı dilediği vakit; ona zikir kapısını açar, yakınlık kapısını ona aralar, onu Tevhid kürsüsünün üzerinde oturtur, sonra da ondan perdeyi kaldırarak, müşâhade yolu ile ona ‘ferdâniyyet' i gösterir. O ‘ferdâniyyet'; yani ‘teklik' evine girer, O'nun kibriyâ ve cemâlini keşfeder. Gözü Cemâl'e ilişince de, artık kendisi diye bir şey kalmaz. Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur. Sübhan olan Allah'ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur." (Kitâbü't-Temhîdât, s. 68)

Bunun sırrını size arzedelim: Farz-ı muhal ki senin en yakın bir dostun var. Fakat Allah-u Teâlâ'dan daha yakın bir dost olamaz, Vallâhi olmaz! O'nu bulan dostu neyler? Dost olarak O yeter!

"Şüphesiz ki benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. Sâlihlerin işlerini O görür." (A'râf: 196)

Allah muhabbeti öyle bir muhabettir!

Allah-u Teâlâ ona bin tane can verse, bin tane de cânan verse, o Allah-u Teâlâ'yı tercih eder, bin canından da bin cânânından da vazgeçer. Görülmeyen Allah'a bu yapılmaz. Has odanın sırları buna derler işte!

Bu ifşaatları açmaya kendimi lâyık görmüyorum, çoğunu onun için açmıyorum. Açık amma kapalı. Zâhirini anlıyorsunuz, orada kalıyorsunuz. Aslını bilmeniz mümkün değil. Çünkü O'nu bilmen için de o olman, o işin Hakk'al-yakîn'i olman lâzım...

 

 

[TOP]

11.10.33.5 34-Kâbe'nin Karşısında Namaz Kılmak

Previous topicNext topic
34-Kâbe'nin Karşısında Namaz Kılmak
 

2) Kâbe'nin Karşısında Namaz Kılmak:

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Biriniz namaza kalktığınız vakit Rabb'ine münâcât eder. Şüphesiz ki onun Rabb'i onunla kıble arasındadır." (Buhârî)

Bu, Allah-u Teâlâ'yı görmeyenlere mahsustur. Bunlar Arif'lerdir.

Bunlar namaza durduğu zaman Hazret-i Allah'ı kıble ile kendisi arasında görürler. Hazret-i Allah'ın her yerde hazır ve her haline nazır olduğunu bilirler. Aslında O, kıbleden de sana daha yakın.

Hazret-i Allah'a namaz kılarken içimde kılıyorum. Kâbe-i Muazzama'nın karşısındayım, aramda bir metre mesafe var; ama içimde O'na secde ediyorum, O'na içimde ibadet ediyorum. Şimdi nerede kaldı onunla kıble arasında? Ne kadar uzak kaldı değil mi?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İhsan, Allah'a sanki O'nu görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Müslim)

Bunlar "Şaşı göz" olanlardır. Hazret-i Allah'ı görmüyor. Amma iman etmiş. Huzur-u ilâhiye duruyor, ibadet etmeye çalışıyor. Görmüyor amma, Allah-u Teâlâ'nın kendisini gördüğüne inanıyor.

Her şeyden evvel kalbi bu pazar yerinden, bu suretlerden kurtarıp, tahliye edip temizleyen, kalbini Hazret-i Allah'ın zikriyle fikriyle nûrlandıran ve kalb-i selim olan bir kimse şu ilâhi iltifata mazhar olur:

"O gün ki, ne mal fayda verir ne de oğullar... Meğer ki Allah'a tamamen salim ve temiz bir kalb ile gelenler ola." (Şuarâ: 88-89)

İşte bunlar kurtulmuşlardır.

 

 

[TOP]

11.10.33.6 35-Kâbe'ye Müteveccih Namaz Kılmak

Previous topicNext topic
35-Kâbe'ye Müteveccih Namaz Kılmak
 

3) Kâbe'ye Müteveccih Namaz Kılmak:

 

Zâhidlerin çoğu böyledir. Müslüman olmuş, namaz kılıyor ama, bunlar kör gözdür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır." (Ahzâb: 4)

Ki birisini muhabbet-i Mevlâ'ya, birisini muhabbet-i mâsivâya hasretsin.

Kalp birdir. Eğer o kalpde Hazret-i Allah'ın tecelliyâtı husule gelmişse, Hakk'tan gayrı bir şey bulunmaz. Ve fakat mâsivâ o kalbe girmişse Allah-u Teâlâ o kalpde bulunmaz.

Farz-ı muhal bir cami işgal edilmiş, orasını pazar yerine çevirmiş, suretlerle de doldurmuş ve sen de burada namaz kılmak mecburiyetindesin.

Âyet-i kerime'sinde:

"Namaz insanı her türlü hayâsızlıktan ve fenalıktan alıkoyar." (Ankebût: 45)

Allah-u Teâlâ böyle buyurduğu halde, neden namaz bizi her türlü kötülükten alıkoymuyor? Çünkü kalbimiz nefis tarafından işgal edilmiş, orayı pazar yerine çevirmiş. Böyle bir yerde ne derece huzur ile namaz kılınır?

Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Huşu olmayan kimsenin namazı kabule lâyık olamaz, vaad olunan faydası da beklenemez." (Münâvî)

Her şeyden mühim olan da huzur. Çünkü Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ buyurur ki:

"Huşu ile namaz kılan müminler ahiret azabından kurtuldular." (Müminûn: 1-2)

Ancak huzur ve huşu ile kılınan namaz insanı her kötülükten alıkoyar.

Namaz kılmayanların durumuna gelince... Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsan ile küfür arasında yalnız namazı terketmek vardır. (Yani namazı terk etmek insanı küfre yaklaştırır.)" (Müslim)

Ve bu kalp artık hastadır, gerçekten Hakk'tan hakikattan gafildir. Çünkü kalp nazargâh-ı İlâhî'dir. Pazar yerine çevrilmiş bu kalbin boşalması ve temizlenmesi lâzım. Bu da nefisle yapılacak ciddi bir mücadele ile kaimdir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Zikrullah kalblerin şifasıdır." (Münâvî)

Yani sizin kalbiniz hastadır, marazlıdır, bunun şifası Hazret-i Allah'ın zikrini kalbe yerleştirmektir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Nefsini temizleyen kurtulmuştur." (Şems: 9)

Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak." (Beyhaki)

Bunların durumu budur. Bunun da amili haram lokmadır.

Dikkat ederseniz kubbeli kubbeli camiler, yemyeşil halılar, içi dolu... Fakat ne buyurdu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz? "İçleri hidayetten mahrum olacak!" buyurdu. Bu ne acı şey!

İşte bundan ötürü zâhirde kalanların ekserisinin durumu böyledir. Neden? Zâhirden bâtına geçemedikleri için.

"Kıbleleri hanımları olacak." (Deylemî)

Hadis-i şerif'inde beyan buyurulduğu üzere kıbleye yöneliyor, fakat onun kalbi Hakk'tan gayrı şeylerle, mâsivâ ile dolmuş. Hanımı var, serveti var, malı var. Kalıbı namazda gönlü başka yerlerde. Bu gibi kimseler Hakk'ı nasıl bilebilir, nasıl görebilir?

Bunlar kıbleye yönelenlerdir, diğerlerini zaten ele almıyoruz.

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

11.10.34 25-MÂNEVİ HAKİKATLER

Previous topicNext topic
25-MÂNEVİ HAKİKATLER

[TOP]

11.10.34.1 25-MÂNEVİ HAKİKATLER

Previous topicNext topic
25-MÂNEVİ HAKİKATLER
 

MÂNEVİ HAKİKATLER

 

Cenâb-ı Hakk kullarına ibadet etmeyi emretmiştir. Kimisi yapmaz, o isyandadır. Kimi yapar, fakat; "Sen emrettin ben yapıyorum!" kabilinden, külfet ve töhmetle, zorlukla yapar. Hoşnutlukla ve seve seve yapmaz.

Kimisi de ibadetine dayanır. "Herkes isyân ediyor, ben ibadet ediyorum. Şu halde cennete girmeye hak kazanmış oluyorum!" der.

Bir diğeri ise çok ibadet eder, fakat ibadet edemediğini çok iyi bilir. "İbadet ediyorum!" demez de, Hazret-i Allah'ın onu ibadete sevkettiğini gözü ile görür ve Sevkeden'e bundan dolayı şükürle meşgul olur.

[TOP]

11.10.34.2 26-İbadet Ediyorum! Zannına Kapılma!

Previous topicNext topic
26-İbadet Ediyorum! Zannına Kapılma!
 

"İbadet Ediyorum!" Zannına Kapılma!

 

"Bir padişahın birçok hizmetçileri olur, her biri çeşitli işlerde çalışırlar. Fakat bazılarını hususi hizmetine kendi maiyyetine alır. O hizmetçinin şükür mü etmesi lâzım, böbürlenmesi mi lâzım?

Hazret-i Allah seni kulluğuna kabul buyurmuşsa, ibadet etme lütfunu bahşetmişse, bundan büyük saadet olamaz. Seni kendi maiyyetine huzuruna almış demektir. Başkasını almamış seni almış. Sen de seni maiyyetine alan Hazret-i Allah'ına çok şükret. "İbadet ediyorum!" zannına kapılma.

Sana bir iyilik bahşetmişse, bunu O'ndan bil, sakın kendine mâletme. Akıllı bir insan hiçbir zaman "Ben iyiyim, ben ibadet ediyorum, ben namaz kılıyorum..." diyemez.

Şayet seni sana bırakırsa, o gördüğün kötü insanların da en kötüsü olacaksın. Bunu böyle bil!"

[TOP]

11.10.34.3 27-Emre İtaat

Previous topicNext topic
27-Emre İtaat
 

Emre İtaat:

 

"Hazret-i Allah'ın ve Habib'i -sallallahu aleyhi ve sellem-inin emirlerine hassasiyetle itaat etmek lâzımdır. Meselâ; vaktinde kılınan namaz Hazret-i Allah'ın en sevdiği amellerdendir. Niçin? İkrah girmemesi için, emre itaat maksadıyla vakit gelince hemen kılınması lâzımdır.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "İftarda acele, sahûru imsak vaktine doğru geciktiriniz." buyuruyorlar. (Tirmizî)

"Biraz sonra orucumu açarım" veya "Sahur değil mi hemen yaparım!" gibi sözlerin altında ikrah vardır. Bu ise nefisten doğuyor."

[TOP]

11.10.34.4 28-Üç Mühim Emir

Previous topicNext topic
28-Üç Mühim Emir
 

 

Üç Mühim Emir:

 

Kur'an-ı kerim'de üç Âyet-i kerime'de ikişer emir vardır. Bu emirlerin her ikisinin de yerine getirilmesi lâzımdır. Birisi yapılmazsa diğeri de yapılmamış olur.

"Allah'a ve Peygamber'e itaat edin." (Âl-i imrân: 132)

Bir insan Hazret-i Allah'a itaat edip Habib'ine etmezse, Allah'a itaat etmiş sayılmaz.

"Namaz kılınız, zekâtı veriniz." (Bakara: 43)

Namaz kılan bir kimse, eğer zekâtını vermiyorsa, namaz kılmış olmaz.

"Bana ve anne-babana şükret." (Lokman: 14)

Hazret-i Allah'a şükredip de ana-babasına şükretmeyen bir insan Hazret-i Allah'a şükretmemiş demektir.

[TOP]

11.10.34.5 29-İman ve Sâlih Amel

Previous topicNext topic
29-İman ve Sâlih Amel
 

 

İman ve Sâlih Amel:

 

İslâm'ın nezafetine dahil olmak, karanlıklardan kurtulmak sâlih amel işlemekle mümkündür. Kur'an-ı kerim'de doksana yakın Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ; "İman edip, sâlih amel işleyenler" şeklinde buyurarak "İman" ile "Sâlih amel işlemeyi" bir arada zikretmiş, sâlih amel işleyenlere mükâfatlarını sonsuzca ihsan ve ikram ettiğini beyan etmiştir.

"İman edip, sâlih amel işleyenlere gelince; Allah onlara mükâfatlarını tam olarak verecektir." (Âl-i imrân: 57)

Herkesin imanı, amel ve ibadeti nispetindedir. Amel bu kadar önemli olup imanın alâmetidir.

Kimisi "İman ettim" der, hiçbir ameli yoktur. Namaz kılmaz, oruç tutmaz, taharet bilmez; ismi müslümandır. İslâm'ın nezafetinden, aydınlığından, medeniyetinden de nasibi yoktur.

Bir de münafıklar vardır ki;

"En iyi müslüman benim!" der, dış görünüşlerine bakınca aldanırsın. Ancak münafıktırlar, kâfirden daha beterdirler.

[TOP]

11.10.34.6 30-Eriyebilmek

Previous topicNext topic
30-Eriyebilmek
 

Eriyebilmek:

 

"Senelerdir riyâzet yapıyorum şunu yapıyorum bunu yapıyorum, bir türlü eremiyorum!" diyen bir zâtın bu sözü arz edildiğinde buyurdular ki:

Halbuki eremedim değil de "Eriyemedim!" dememiz lâzımdı. Ermeye değil de erimeye çalışmalıydık. Dikkat buyurulursa, Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bir insanı yoktan var etti, yine yok edecek. Her şey O'nun ve O'ndan... Sende ne var ki ne arayıp ne topluyorsun?

Hazret-i Allah bir insana bütün dünyayı verse, dünyadakileri de emrine verse, bu hâl kuyunun üzerindeki çürük tahtada oturmaya benzer. Her şey onun amma, hayat muvakkat olduğu için, her an göçebilirim korkusu ve huzursuzluğu vardır, ondan hiç gitmez. Tahta kırıldığı zaman kuyunun korkunç karanlığına gömülecek.

Halbuki erime yolunda bulunup, Hakk'a dayananlar öyle bir yere dayanmışlardır ki, göçerlerse Hakk'a göçerler. Onlar zaten göçmek için, Sahib-i Hakiki'ye bir an evvel kavuşmak için dayanırlar. Fakat vakit gelmediği için alınmazlar.

Diğerleri; "Gitmeyeyim!" diye çırpınırlar. Bütün dayandıkları çürük bir tahtadır. Tahta da üstündeki de mahva mahkûmdur.

Bu bakımdan insan nereye ve kime dayandığını çok iyi bilmelidir.

Bazı insanlar ibadetine dayanır. Açık olarak ifade edelim ki, Hazret-i Allah'ın gerçek kulları; "Allah'ım beni bana bırakma. Eğer nefsim kendisini beğenecek olursa helâk olurum!" diye çok niyaz ederler.

Kendilerine bir beğenme halinin gelmesindense, "Ah bir an evvel gitsem de böyle bir felâkete düşmesem!" diye ölümü çok arzu ederler.

Bir de ibadetin içindeki işlediğimiz günahları göz önüne getirelim. İbadetlerimiz Hakk'tan ne kadar uzak. Ehl-i hakikat yıkılıncaya kadar ibadet eder, sonra da anlayabildiği kadar, ibadetlerindeki kusurlar için gözyaşı döker.

"Anlayamadıklarımı da bilsem, göz yaşı yerine kendimi dökmem lâzım!" diye düşünür.

İbadetlerimize bu kadar istiğfar gerekirse, ya günahlarımız ne olacak? Durumumuz bu iken, bir de "Ben olayım!" sevdasına kapılmak akıl kârı değildir.