KÜTÜBİ SİTTE-KONULARA GÖRE HADİS
KONULAR LİSTESİ ÜZERİNE TIKLAYIN.
[TOP]
[TOP]
[TOP]
KÜTÜBİ SİTTE KONULARA GÖRE
. Abdest .
. Af ve Mağfiret .
. Alçak Gönüllü Olma
.
. Alem .
. Alım-Satım .
. Allah ın Sıfatları .
.
Allah Korkusuyla Ağlamak .
. Arazi .
. Ariyet .
.
Arkadaş .
. Ashab-ı Kiram .
. Av Konusu .
.
Azad .
. Bazı Amellerin Fazileti .
. Bazı Mekanların
Fazileti .
. Bazı Peygamberlerin Faziletleri .
. Bazı
Zamanların Fazileti .
. Bedir, Akabe .
. Bina .
.
Borç .
. Cennet ve Cehennem .
. Cidal Mîra .
.
Cihad .
. Cimrilik .
. Dava .
. Davet .
.
Dil .
. Diyet .
. Dua .
. Dünya .
.
Ecel .
. Ehl-i Beyt .
. Ensar .
. Fakirler
.
. Fakr .
. Fitne .
. Gasb .
. Gazveler
.
. Gıybet .
. Gusül Abdesti .
. Hac .
.
Haraç .
. Hased .
. Hastalık ve Musibetler .
.
Haya .
. Hayız .
. Hediye .
. Hırs .
.
Hibe .
. Hicretler .
. Hikmet .
. Hilafet
.
. Hudud .
. Hul .
. Hulk ( Huy ) .
.
İçecekler .
. İddet .
. İflas .
. İlim .
.
İman ve İslam ın Fazileti .
. isim .
. İslam .
.
itikaf .
. itikaf, İhyau'l-mevat .
. itikaf,îlâ .
.
İyi sıfatlarıyla anma .
. İyilik .
. Kader .
.
Kadının Hakkı .
. Kadının Yolculuğu .
. Kanaat .
.
Kaplarla ilgili .
. Kasâme .
. Katil .
. Kebair
.
. Kesb .
. Kesimler .
. Kısas .
.
Kıskançlık .
. Kıssalar .
. Kıyamet .
. Kibir
.
. Kitabu'z-Zikr .
. Kocanın hanımı üzerindeki hakkı .
.
Korku .
. Kur'an ve Sünnet .
. Kur'an'ı Kerim'i Okuma
.
. Kurban .
. Lanetleme .
. Lian .
. Libas
.
. Lukata(buluntular) .
. Mahrem .
. Medh .
.
Mehr .
. Mescidler .
. Mev'izeler .
. Miras
.
. Misafirlik(ziyaret) .
. Mizah ve şakalaşma .
.
Mudarebe .
. Muhtelif cemaatler .
. Muhtelif hadisler
.
. Musiki ve eğlence .
. Muskalar .
. Muzâra'a
.
. Müdebber .
. Müsabaka .
. Müsteşar .
.
Namaz .
. Nasihat ve meşveret .
. Nefis .
.
Nezir .
. Nifak .
. Nikah .
. Niyet .
.
Oruç .
. Oyun ve eğlence .
. Öfke(gadab) .
.
Ölüm .
. Ölümü hatırlamak .
. Perhiz .
.
Rahmet(merhamet) .
. Rehin .
. Resulullah'ın Ailesi
.
. Rıfk .
. Rüya .
. Rya .
. Sabır .
.
Sadaka .
. Sadaka ve nafaka .
. Sahabe dışında .
.
Sehavet ve kerem .
. Sıdk ve doğruluk .
. Sıla-i rahm
.
. Sihir ve kehanet .
. Sohbet .
. Sual .
.
Suf'a .
. Şeytan .
. Şiir .
. Şirketler .
.
Taharet .
. Talak .
. Tefsir .
. Temizlik
.
. Teşekkür .
. Tevbe .
. Tevekkül ve yakin .
.
Teyemmüm .
. Tıp .
. Uğursuzluk ve fal .
. Umrâ ve
rukba .
. Uyuma ve uyanma adabı .
. Ümmü veled .
.
Ümmü zer' hadisi .
. Vaad .
. Vakıf .
. Vasiyet
.
. Vefasızlık(gadr) .
. Vekâlet .
. Veled-i zina
.
. Vera' ve takva .
. Yalan .
. Yazı .
.
Yemin .
. Yeryüzü .
. Yıldızlar .
. Yiyecekler
.
. Yolculuk .
. Zekat .
. Zıhâr .
. Zinet
.
. Zulüm .
. Zühd .
. Zühd-fakr
.
[TOP]
ABDEST
Kimlik alan
3479 İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Cin gecesinde bana: "Kabında ne var?" diye
sordular. Ben: "Nebiz!" dedim. "Güzel bir meyve, temiz bir sudur" buyurdular.
Sonra da onunla abdest aldılar."
3551 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah'ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size
söylemiyeyim mi?'' "Evet ey Allah'ın Resülü, söyleyin!'' dediler.
Bunun üzerine saydı: "Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide
çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) Namazı beklemek. İşte bu ribattır,
işte bu ribattır. İşte bu ribattır."
3552 Ukbe İbnu Amir
radıyallahu anh anlatıyor: "Üzerimizde develeri gütme işi vardı, (bunu sırayla
yapıyorduk.) (Bir gün) gütme nöbeti bana gelmişti. Günün sonunda develeri kıra
ben çıkarıyordum. (Birgün, nöbetimden dönüşte) Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a geldim, ayakta halka hitabediyordu. Söylediklerinden şu sözlere
yetiştim: "Güzelce abdest alıp, sonra iki rek'at namaz kılan ve
namaza bütün ruhu ve benliği ile yönelen hiç kimse yoktur ki kendisine cennet
vacib olmasın!" (Bunları işitince kendimi tutamayıp:) "Bu ne
güzel!'' dedim. (Bu sözüm üzerine) önümde duran birisi: "Az önce
söylediği daha da güzeldi!'' dedi. (Bu da kim? diye) baktım. Meğer Ömer
İbnu'I-Hattab'mış. O, sözüne devam etti: "Seni gördüm, daha yeni
geldin. Sen gelmezden önce şöyle demişti: "Sizden kim abdestini alır
ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü
enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. (Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah
yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlüdür)" derse,
kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete
girer." Ebu Davud'un rivayetinde "...abdesti güzel yaparsa..."
denmiştir. Tirmizi'nin rivayetinde "....resûlühü (Allah'ın
...Resûlü)" kelimesinden sonra "Allah'ım, beni tevbe edenlerden kıl,
temizlenenlerden kıl" duası da vardır.
3553 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Mü'min -veya müslüman- bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak
işlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür
iner, ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte -veya suyun
son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla
giderek işlediği bütün günahları su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür
iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlarından arınmış olarak tertemiz
çıkar."
3554 Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim abdest alır ve abdestini güzel
yaparsa hataları vücudundan tırnak diplerine varıncaya kadar çıkar
dökülür.''
3555 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Osman
radıyallahu anh abdest aldı ve dedi ki: "Ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın şu benim abdestim gibi abdest aldığını, sonra da şöyle
söylediğini gördüm: "Kim bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları affedilir,
namazı ve mescide kadar yürümesi de nafile (ibadet)
olur."
3556 Amr İbnu Abese es-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kim abdest
suyunu hazırlar, mazmaza ve istinşakta bulunur (ağzına ve burnuna su çeker) ve
sümkürürse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra
Allah'ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, sakalın(ın bittiği mahallin)
etrafından su ile birlikte yüzü ile işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere
kadar kollarını yıkayınca, ellerinin günahları su ile birlikte parmak uçlarından
dökülür gider. Sonra başını meshedince, başının günahları saçın etrafından su
ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkayınca,
ayaklarının günahları, parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra
kalkıp namaz kılar, Allah'a hamd ve senada bulunur, O'na layık şekilde tazimini
gösterir ve kalbinden Allah'tan başkasını(n korku ve muhabbetini) çıkarırsa,
annesinden doğduğu gündeki gibi bütün günahlarından
arınır."
3557 Abdullah es-Sunabihi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min kul abdest aldıkça
mazmaza yaptı mı (ağzını yıkadı mı) günahlar ağzından çıkar. (Burnunu sümkürdü
mü) günahlar burnundan çıkar, yüzünü yıkadı mı günahlar göz kapaklarının altına
varıncaya kadar yüzünden çıkar. Ellerini yıkadı mı günahlar tırnak diplerine
varıncaya kadar ellerinden çıkar. Başını meshetti mi, günahlar kulaklarına
varıncaya kadar başından çıkar. Ayaklarını yıkadı mı, günahlar ayak
tırnaklarının altına varıncaya kadar ayaklarından çıkar. Sonra mescide kadar
yürümesi ve kılacağı namaz nafile (bir ibadet) olur.''
3558 Ebu
Ümame el-Bahili radıyallahu anh anlatıyor: "Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ı
dinledim, diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Abdest nasıl
alınır?'' diye sordum. Şöyle açıkladı: "Abdest mi? Abdest alınca
şöyle yaparsın: Önce iki avucunu tertemiz yıkarsın. Sonra yüzünü ve dirseklerine
kadar ellerini yıkarsın. Başını meshedersin, sonra da topuklarına kadar
ayaklarını yıkarsın. (Bunları tamamladın mı) bütün günahlarından arınmış
olursun. Bir de yüzünü Aziz ve Celil olan Allah için (secdeye) koyarsan, anandan
doğduğun gün gibi, hatalarından çıkmış olursun.'' Ebu Ümame der ki:
"Ey Amr İbnu Abese dedim, ne söylediğine dikkat et! Bu söylediklerinin hepsi bir
defasında veriliyor mu? "Vallahi dedi, bilesin ki artık yaşım
ilerledi, ecelim yaklaştı, (Allah'tan ölümden çok korkar bir haldeyim), ne
ihtiyacım var ki, Allah Resülü hakkında yalan söyleyeyim! Andolsun
söylediklerim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan kulaklarımın işitip,
hafızamın da zabtettiklerinden başkası değildir." Bu hadis, Nesai'nin
metninden alınmadır. Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ın müslüman oluşunu anlatan
uzunca bir hadisin son kısmıdır.
3559 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim abdestli
olduğu halde abdest tazelerse, AIlah bu sebeple kendisine on (misli) sevab
yazar.''
3560 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim abdest alıp: "Sübhaneke Allahümme ve
bihamdike estağfiruke ve etübu ileyke. (Rabbim seni tenzih ederim, Allah'ım
hamdim sanadır, senden bağışlanmak isterim, tevbem de sanadır)" derse, bu bir
kağıda yazılır, sonra bir mühür üzerine nakşedilir, sonra da Arş'ın altına
kaldırılır ve Kıyamete kadar (mühür) kırılmaz.''
3561 Humran Mevla
Osman anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh su istemişti. (Getirdim. Aldı ve) üç
kere ellerine dökerek yıkadı. Sonra sağ elini kaba sokup mazmaza ve istinşakta
bulundu (ağzına ve burnuna su alıp yıkadı). Sonra üç kere yüzünü, arkasından da
dirseklerine kadar üç kere ellerini yıkadı. Sonra başına meshetti, sonra da
topuklarına kadar ayaklarını üçer sefer yıkadı ve: "Ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı, şu abdestim gibi abdest alırken gördüm. Abdesti
bitince de şöyle demişti: "Kim şu abdestim gibi abdest alır,
arkasından iki rek'at namaz kılar ve namazda kendi kendine (dünyevi bir şey)
konuşmazsa geçmiş günahları affedilir."
3562 Ebu Davud'un İbnu
Müleyke'den kaydettiği bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Osman
radıyallahu anh'tan abdest hakkında (nasıl alınacağı) sorulmuştu. Hemen su
istedi ve derhal bir abdest kabı getirildi. Kaptan önce sağ eli üzerine su döktü
(ve onu yıkadı), sonra sağ elini kaba batırdı, üç kere mazmaza, üç kere
istinşakta bulundu. (önceki hadiste geçtiği üzere zikretti. Hadisdte şu ziyade
var): "Sonra elini daldırıp su aldı ve başına, kulaklarına meshetti, kulakların
iç ve dışlarını birer kere meshetti.''
3563 Yine Ebu Davud'un bir
diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Sağ eliyle sol eli üzerine su döktü, sonra
her ikisini de bileklere kadar yıkadı." Yine Ebu Davud 'un bir diğer
rivayetinde "Başını üç kere meshetti '' den miştir.
3564 Abdu Hayr
anlatıyor: "Hz. AIi radıyallahu anh bize geldi ve namaz kıldı. (Namazdan sonra
abdest) suyu istedi. "Suyu ne yapacak, namazı kıldı ya! Herhalde
bize öğretmek istiyor!" dedik. İçinde su olan bir kapla bir leğen getirildi.
Kaptan sağ eline su döktü: Üç defa ellerini yıkadı. Sonra üç kere mazmaza ve
istinşakta bulundu. Mazmaza ve istinşakı su aldığı eliyle yaptı. Sonra üç kere
yüzünü yıkadı, sağ elini üç kere yıkadı, üç kere sol elini yıkadı. Sonra elini
kaba batırdı, bir kere başını meshetti. Sonra üç kere sağ ayağını yıkadı, üç
kere sol ayağını yıkadı. Sonra: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın abdestini
bilmek kimin hoşuna giderse, işte o böyledir!"
dedi."
3565 Nesai'nin bir diğer rivayeti şöyledir: ".. Başını
meshetti.'' -Şû'be, bir defasında alnından başının gerisine kadar (eliyle)
işaret etti- sonra dedi ki: "Ellerini tekrar geri getirip
getirmediğini bilmiyorum.''
3566 Ebu Davud'da, İbnu Abbas'tan
yapılan bir diğer rivayet şöyledir: "Ali radıyallahu anh yanıma girdi. Su dökmüş
(küçük abdest bozmuş) idi. Abdest suyu istedi. İçinde su olan bir kap getirdik.
Bana: "Ey İbnu Abbas! Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nasıl
abdest aldığını sana göstereyim mi?" dedi. Ben de: "Evet göster!" dedim. Bunun
üzerine su kabını elleri üzerine eğdi ve ellerini yıkadı. Sonra sağ elini kaba
soktu, onunla diğeri üzerine su döktü, sonra iki avucunu yıkadı. Sonra mazmaza
ve istinşakta bulundu. Sonra iki elini birden kaba soktu. İkisiyle birlikte su
avuçlayıp yüzüne çarptı. Sonra başparmaklarını kulaklarının ön kısmına soktu.
Sonra ikinci, üçüncü sefer aynı şeyleri tekrar etti. Sonra sağ eliyle bir avuç
su aldı ve bunu alnına döktü ve yüzü üzerine akmaya bıraktı. Sonra dirseklerine
kadar kollarını üçer kere yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını meshetti.
Sonra tekrar her iki elini beraberce kaba soktu. Bir avuç su alıp onu pabuç
içinde olan (sağ) ayağına vurdu ve o su ile ayağını yıkadı. Sonra aynı muameleyi
diğer ayağına, (sola) yaptı.'' (Abdullaş el-Havlani) der ki: "(İbnu
Abbas'a) sordum: "Ayaklar ayakkabı içinde olduğu halde mi?''. "Evet
dedi, ayakkabı içinde olduğu halde.'' Ben tekrar sordum: "Ayakkabı
içinde mi?'' "Evet! dedi, ayakkabı içinde!" Ben tekrar sordum:
"Ayakkabı içinde mi?'' "Evet! dedi, Ayakkabı içinde."
Nesai'nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir. "...Sonra bir avuç su ile üçer
defa mazmaza ve istinşakta bulundu."
3567 Abdullah İbnu Zeyd İbni
Asım İbni'l-Ensari radıyaIlahu anh'ın anlattığına göre, kendisine:
"Bizim için, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın abdestiyle bir abdest al (da
görelim)!" diye talepte bulunuldu. O, hemen bir kap (su) isteyip, önceki hadiste
anlatılan şekilde abdest aldı. Abdest alışını anlatan rivayette şu farklı
açıklama var: "Başını meshettikte ellerini (saçları üstünde) ileri
ve geri doğru yürüttü. (şöyle ki: Mesh ameliyesine başın ön kısmından başladı
ellerini enseye doğru götürdü. Sonra, başladığı yere kadar geri getirdi. Sonra
ayaklarını yıkadı.'' Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Başını üç
kere meshetti.''
3568 Buhari rahimehullah'ın bir rivayetinde şöyle
denmiştir: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (abdest uzuvlarını)
ikişer kere yıkayarak abdest aldı.'' Ebu Davud'un bir rivayetinde, Mikdam
İbnu Ma'dikerb'den şu kaydedilir: "Sonra başını, içiyle ve dışıyla
iki kulağını meshetti." Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şöyle
denmiştir: "Kulaklarını içleriyle dışlarıyla meshetti, parmaklarını kulaklarının
deliklerine soktu.''
3569 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir bedevi gelerek,
abdestten sordu. Resûlullah ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi. Sonra
da: "Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyadede bulunursa, fena
bir iş yapmış olur, haddi aşar ve zulmeder" buyurdu."
3570 Ebu
Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: " ..Sonra başını meshetti. Şehadet
parmaklarını kulaklarına soktu. Başparmaklarıyla kulaklarının dışlarını
meshetti. Şehadet parmaklarıyla kulakların içini meshetti..." Rivayetin sonunda
şu ifade var: "Abdest işte böyledir. Kim buna ziyadede bulunur veya
bundan eksiltme yaparsa kötü bir iş yapmış ve zulmetmiş olur -yahut zulmetmiş ve
kötü bir iş yapmış olur-." Nesai'nin rivayetinde özetle şöyle denmiştir:
".. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir bedevi geldi ve ondan abdest
hakkında sordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdestin alınışını, uzuvları
üçer sefer yıkayarak gösterdi, sonra şöyle söyledi: "Abdest işte böyledir. Kim
buna ziyadede bulunursa kötü bir iş yapmış, haddi aşmış ve de zulmetmiş olur.
''
3571 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest
aldı.''
3572 Ebu Davud'un bir rivayetinde İbnu Abbas radıyallahu
anhüma şöyle der: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nasıl abdest aldığını
size göstermemi ister misiniz?" İçinde su olan bir kab istedi, sağ
eliyle bir avuç su aIdı, mazmaza ve istinşak yaptı, sonra bir avuç daha aldı,
bununla iki elini birleştirip (iki eliyle) yüzünü yıkadı. Sonra bir avuç daha
aldı bununla sağ elini yıkadı. Sonra bir avuç da aldı, bununla sol elini yıkadı.
Sonra bir avuç su daha aldı, sonra elini çırptı, sonra başını ve kulaklarını
meshetti. Sonra bir kabza su daha aIdı sağ ayağının üzerine serpti, ayağında
nalın olduğu halde, sonra onu iki eliyle meshetti, elin biri ayağın üstünde,
diğeri de nalının aItında. Sonra aynı şeyi sol ayağa
yaptı.''
3573 Ebu Davud veTirmizi'nin bir başka rivayetinde
Rübeyyi' Bintu Muavvız İbni Afran radıyallahu anha der ki: ". .avuçlarını üç
kere yıkadı, yüzünü üç kere yıkadı, bir kere mazmaza ve istinşak yaptı. Ellerini
üçer üçer yıkadı. Başını iki kere meshetti. Başının gerisinden başladı, sonra
önünden. İki kulağını da (meshetti) içlerini de, dışlarını da. Ayaklarını da
üçer üçer yıkadı.''
3574 Bir diğer rivayette: "Başın tamamını
meshetti. Bunu, başın tepesinden başlayıp saçın döküldüğü her tarafa ulaşacak
şekilde saçın şeklini bozmadan icra etti" denmiştir.
3575 Bir
diğer rivayette şöyle gelmiştir: "...Başını meshetti, başın öne gelen kısmını
da, arkaya gelen kısmını da, şakaklarını da, kulaklarını da birer birer
meshetti.'' Bir diğer rivayette: "Elinde arta kalan su ile başını meshetti
'' denmiştir.
3576 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest aldı ve bunu, yüzünü üç, ellerini üç
sefer yıkayarak, "Kulaklar baştandır '' deyip başını da üç sefer meshederek
yaptı.'' Hammad der ki: "Bu rivayette geçen "Kulaklar baştandır''
ibaresi, Ebu Ümme'nin sözü mü yoksa Resûlullah'ın sözü mü bilemiyorum." Bu
metin Tirmizi'nindir. Ebu Davud'da şu ifade de yer alır: "Gözpınarlarını da
meshederdi.'' O rivayette: "Kulaklar baştandır'' da
demiştir.
3577 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer
radıyallahu anh bana şunu söyledi: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelmişti. Bunun abdest almış fakat ayaklarının üzerinde tırnak kadar bir yeri
yıkamadan bırakmış olduğunu gördü. ResüluIlah aleyhissalatu vesselam, adama
derhal müdahaIe etti: "Git abdestini güzel kıl!" Adam gidip yeniden
abdest aldı, sonra namazını kıldı."
3578 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde Resûlullah'ın ashabından biri şöyle anlatır: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, ayağının sırtında dirhem büyüklüğünde bir kısma su
değmemiş olduğu halde namaz kılmakta olduğunu görmüştü, derhal abdesti ve namazı
iade etmesini emretti."
3579 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Beraber olduğumuz bir sefer sırasında, bir ara Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bizden geride kaldı sonra tekrar kavuştu. Bu sırada namaz
vakti girmişti. Bizler de abdest alıyor, ayaklarımıza meshediyorduk. (Resûlullah
aleyhissalatu vesselam) yüksek sesle nida etti: "Ökçelerin ateşte
vay haline!" Bunu iki veya üç kere tekrarladı."
3580 Müslim'in bir
diğer rivayetinde şöyle denir: "Halk ikindi namazı sırasında acele etti ve bir
kısmı alelacele abdest aldı. Biz onlara ulaştık. Ökçelerine su değmemiş,
parlıyordu. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Öçelerin ateşte
vay haline! Abdesti tam alın!'' buyurdular.''
3581 Tirmizi der ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan şöyle rivayet edildi: "Ökçe
ve ayak çukurlarının ateşte vay haline."
3582 Hz. Cabir
radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre, kendisine sarık üzerine meshetmekten
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Hayır, olmaz, su ile saça
değilmelidir!''
3583 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir seriyye göndermişti. Askerler soğukla
karşılaşıp üşüdüler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a döndükleri zaman,
onlara sarıklarının ve mestlerinin üzerine meshetmelerini
emretti."
3584 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı abdest alırken gördüm. Üzerinde çizgili kırmızı bir
sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının ön kısmını meshetti, sarığını
çözmedi."
3585 Sabit İbnu Ebi Safiyye anlatıyor: "Ebu Cafer'e -ki
Muhammed el-Bakır'dır- dedim ki: "Hz. Cabir radıyallahu anh, sana Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın uzuvlarını birer birer, ikişer ikişer ve üçer üçer
yıkayarak abdest aldığını söyledi mi?" Bu soruma: "Evet!" diye cevap
verdi." Bir rivayette de: "Birer birer yıkayarak abdest aldı mı?"
diye sordum; "evet!'' diye cevap verdi'' şeklinde
gelmiştir..
3586 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ikişer ikişer yıkayarak abdest aldı ve: "Bu,
nur üzerine nurdur" buyurdu.''
3587 Hz. Osman radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, uzuvlarını üçer üçer
yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu: "Bu benim ve benden önceki
diğer peygamberlerin ve İbrahim aleyhissalam'ın
abdestidir."
3588 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer ümmetim üzerine zahmet
vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim."
Muvatta'nın rivayetinde: ". . her abdestte. . .''
denmiştir.
3589 Ebu Davud ve Tirmizi'nin Zeyd İbnu Halil el-Cüheni
radıyallahu anh'tan kaydettikleri rivayet şöyledir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Ümmetime zahmet vermeyecek
olsam, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim ve yatsı namazını da gecenin
üçte birine kadar te'hir ederdim.
3590 Tirmizi şu ziyadede
bulundu: "Zeyd İbnu Halid, namaza geldiği zaman misvağı kulağının üstünde
olurdu, tıpkı katibin, kulağı üstündeki kalemi gibi. Misvaklanmadan namaza
durmazdı. Misvaklandıktan sonra yine yerine koyardı."
3591 Hz.
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam gece
(namaza) kalktığı vakit ağzını misvakla ovalardı.''
3592 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın abdest suyu
ve misvakı (akşamdan hazırlanıp yanına) konulurdu. Gece kalkınca abdest bozar,
sonra misvaklanırdı.''
3593 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:
"(Resûlullah aleyhissalatu vesselam) gece veya gündüz yattığında ve kalktığında
mutlaka abdest almazdan önce misvaklanırdı."
3594 Yine Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Misvak ağız için temizlik vasıtasıdır. Rab Teala için de rıza
vesilesidir.''
3595 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a uğramıştım. Elindeki bir misvakla dişlerini
misvaklıyordu ve ü, ü diye bir ses çıkarıyordu, misvak ağzındaydı, sanki kusuyor
gibiydi."
3596 İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rüyamda gördüm ki, bir
misvakla dişlerimi misvaklıyorum. İki kişi yanıma geldi, biri diğerinden
büyüktü. Elimdeki misvakı onlardan küçük olana uzattım. Bana: "(Büyüğü)
büyükle!'' dendi. Bunun üzerine misvağı büyük olana verdim.'' Hadisi,
Buhari muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir, Müslim ise senetli olarak
kaydetmiştir.
3597 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana misvağını yıkamam için verirdi.
(Teberrük için, yıkamazdan) önce kendim kullanırdım, sonra yıkayıp ona
verirdim."
3598 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Uykudan uyanınca, sizden hiç
kimse, üç sefer yıkamadıkça ellerini kaba banmasın. Çünkü o, ellerinin geceyi
(vücudunun neresinde geçirdiğini bilemez."
3599 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim abdest alırsa istinsarda bulunsun (sümkürsün), kim taşla istinca yaparsa
teklesin."
3600 Müslim'in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Sizden
biri abdest alınca burnuna su çeksin, sonra sümkürsün." Bir diğer
rivayette: "...Burun deliklerine su çeksin, sonra sümkürsün''
şeklindedir.
3601 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz uykudan uyandığı
zaman üç kere sümkürsün. Zira şeytan, burnunun içinde
geceler.''
3602 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı bir avuç su ile hem mazmaza hem de istinşak
yaparken gördüm, bunu üç kere yapmıştı.''
3603 Talha İbnu Musarrıf
an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanına girdim, abdest alıyordu. Su yüzünden ve sakalından göğsüne
akıyordu. Mazmaza ve istinşakın arasını da ayırmıştı."
3604 Hz.
Ali radıyallahu anh 'tan anlatıldığına göre, su istemiş ve mazmaza ve istinşak
yapmış, sol eliyle sümkürmüş sonra da: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın temizliği böyleydi '' demiştir.
3605 Osman İbnu Affan
radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam sakalını
hilalliyor idi."
3606 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest alınca bir avuç su alır, onu çenesinin
altına tutup onunla sakalını hilaller ve: "Aziz ve Celil olan Rabbim böyle
emretti" derdi."
3607 Müstevrid İbnu Ş'eddad radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm. Abdest aldığı zaman
ayaklarının parmaklarını serçe parmağı ile
hilalliyordu."
3608 Lakit İbnu Sabıra radıyallahu anh anlatıyor:
"Dedim ki: "Ey Allah'ın Resülü! Bana abdestten haber ver!'' Aleyhissalatu
vesselam: "Abdesti tam al, parmaklar arasını hilalle, istinşak'da
mübalağa yap, oruçlu olursan mübalağa yapma''
buyurdu.''
3609 Rebi' Bintu Mu'arrız radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest aldı, (bu esnada) elini kulaklarının
hücresine soktu."
3610 Nafi merhum anlatıyor: "İbnu Ömer,
kulakları için suyu parmağıyla alırdı."
3611 Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetim, Kıyamet günü çağırıldıkları vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir
parlaklıkları olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkanı varsa parlaklığını
artırsın."
3612 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Ebu Hüreyre
radıyallahu anh abdest aldı, yüzünü yıkadı, ellerini yıkadı, ellerini yıkarken
nerdeyse omuza kadar yıkıyordu. Sonra ayaklarını yıkadı ve nerdeyse bacaklarına
kadar yükseldi. Sonra dedi ki: "Ben Resulullah aleyhissalatu veselam'ın,
"Ümmetim Kıyamet günü (abdest uzuvlarındaki) parlaklıkla gelir..." Gerisi
yukarıdaki gibi devam ediyor.
3613 Müslim'in diğer bir rivayetinde
şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın "...Mü'minin zineti,
abdestin yükseldiği yere kadar yükselir..."
3614 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (miktarca) bir
sa'dan beş müdd 'e kadar olan su ile yıkanır, bir müdd su ile de abdest
alırdı.'' Bir başka rivayette: "... beş mekkûk ile yıkanır, bir
mekkûk iIe de abdest alırdı" denmiştir. Bir diğer rivayette: " . .
beş. . '' denmiştir. Tirmizi'nin rivayetinde "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdest için iki rıtl su
kafidir.'' Ebu Davud'un rivayetinde: "...Resûlullah aleyhissalatu
vesselam iki rıtl ihtiva eden kapla abdest alır, bir sa' ile guslederdi ''
denmiştir.
3615 Sefine radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı bir sa' miktarındaki su cenabetten yıkar, bir müdd su
da abdestine yeterdi."
3616 Ümmü Ammare radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest aldı. Bu maksadla kendisine
içerisinde üçte iki müdd miktarında su bulunan bir kab getirilmişti.''
Nesai şunu ilave etmiştir: "Şu'be der ki: "Ben, Aleyhissalatu vesselam'ın
kollarını yıkadığını ve onları ovduğunu, kulaklarının iç kısmını meshettiğini
öğrendim. Ancak kulakların dışını da meshettiğini
bilmiyorum."
3617 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Bize Resûlullah aleyhissalatu vesselam gelmişti. Kendisine bakır kapta su
getirdik, onunla abdest aldı."
3618 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh
anlatıyor: "ResüIullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Abdest (sırasın)da
vesvese veren bir şeytan vardır. Adı da el-Velehan'dır. Öyleyse suyun
vesvesesinden kaçının."
3619 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın abdest aldıktan sonra kurulandığı bir bezi
vardı.''
3620 Hz. Mu'az radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, abdest alınca elbisesinin bir kenarıyla yüzünü
siliyordu.''
3621 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Abdesti olmayanın namazı yoktur.
Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti de abdest
değildir."
3622 Rabah İbnu Abdirrahman İbni Ebi Süfyan İbnu
Huveytip an ceddiha an ebiha 'dan rivayete göre demiştir ki: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Diyordu ki: "Üzerine Allah'ın
ismini zikretmeyen kişinin abdesti yoktur."
3623 Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Diyordu
ki: "Kim abdestinin başında Allah'ı zikrederse bedeninin tamamı temizlenir. Eğer
Allah'ın ismini zikretmezse bu kimsenin sadece abdest uzuvları
temizlenir."
3624 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a geldim, abdest alıyordu. Şu duayı okuduğunu işittim:
"Allahümma'ğfirli zenbi ve vassi'li fi dari ve barik li fi rızki (Allah'ım
günahımı mağfıret et, evimi bana genişlet, rızkımı bana mubarek
kıl."
3625 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça abdest
alınmaz.'' Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken,
kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı
çıkmasın.''
3626 "Sizden biri, karnında bir şeyler hissetse ve
fiilen çıkıp çıkmadığı hususunda tereddüd içinde kalsa, bir ses işitmedikçe veya
bir koku duymadıkça mescidden çıkmasın."
3627 Ebu Davud'da şöyle
gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve abdestinin
bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku
duymadıkça mescidi terketmesin."
3628 Abdullan İbnu Zeyd
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu veselam'a, namazda iken
hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman
buyurdular: "Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın
terketmesin.''
3629 Ebu Davud bir rivayette şu ziyadede
bulunmuştur: "Biriniz mescide girince, kabaları arasında bir şey hissedecek
olsa, çıkanın sesini işitmedikçe sakın mescidden dışarı
çıkmasın.''
3630 Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse
derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı iade
etsin."
3631 Bu hadisin Tirmizi'deki lafzı şöyle: "Bir bedevi
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! bizden bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel
kaçırsa, suyu da az ise ne yapmalıdır)?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Sizden biri yellenecek olursa abdest alsın. Kadınlara da
arkalarından temas etmeyiniz. Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve
açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma talebinde
bulunmaz."
3632 Muhammed İbnu Hanefiye anlatıyor: "Hz Ali
radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda
-kızı hanımım olması sebebiyle- Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
soramamıştım. Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anh'a söyledim, o sordu. Şu cevabı
almıştık: "(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve abdest
alır."
3633 Muvatta ve Ebu Davud'un rivayetIerinde Mikdad şöyle
demiştir: "Hz. Ali radıyallahu anh, bana, kendisi için Resûlullah'tan: "Kadınına
yakınlaşınca mezisi akan kimseye ne gerektiği hususunda sormamı söyledi. Ali
ilaveten dedi ki: "Zira yanımda Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kızı var,
bu sebeple bizzat sormaktan utanıyorum." Mikdad der ki: Ben bu
mesele hakkında Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordum. Şu cevabı
verdi: "Biriniz buna rastlarsa fercini su ile yıkasın. Namaz abdesti
ile abdest alsın." Ebu Davud bir başka rivayette şu ziyadeyi
kaydeder: "...zekerini ve iki husyesini yıkasın."
3634 Yine Ebu
Davud'un bir diğer rivayeti şöyledir: "Hz. Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben
mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale
geldim. Durumu Resulullah aleyhissalatu vesselam'a zikrettim -veya ona
zikredildi-. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: Öyle yapma, (her
seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz abdestiyle
abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!"
buyurdular."
3635 Sehl İbnu Hüneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
mezi akıntısından epey bir sıkıntıda idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum.
Sonunda Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bu husustan sordum.
Bana: "Meziden dolayı sana abdest kafidir!" buyurdular.
"Ey Allah'ın Resülü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım?'' dedim.
"Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana
yeterlidir!" cevabını verdi.''
3636 Abdullah İbnu Sa'd el-Ensari
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan guslü
gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı
verdi: "Bu mezidir. Her erkek mezi ifraz eder. Mezi akınca fercini
ve husyelerini yıkarsın, ve namaz abdestiyle de abdest
alırsın."
3637 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben de
(meziyi), kendimden ipek ipliği gibi iner görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri
görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz abdestiyle abdest alsın."
Burada meziyi kastetmiştir.- "
3638 Ebu'd-Derda radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir keresinde) kustu ve abdest
aldı.'' Ma'dan der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı Sevban
radıyallahu anh'a Şam camiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan
(mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi: Doğru söylemiş, o zaman abdest
suyunu da Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendilerine ben
dökmüştüm."
3639 Misver İbnu Mahreme'nin anlattığına göre: "Ömer
İbnu'I-Hattab radıyallahu anh'ın hançerlendiği gece huzuruna girdi ve Ömer'i
sabah namazı için uyandırdı. Ömer radıyallahu anh: "Namazı
terkedenin İslam'dan nasibi yoktur!'' buyurdu. Sonra Ömer, yarasından kan aktığı
halde namaz kıldı.''
3640 Hz Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte Zatu'r-Rika' gazvesine çıktık.
(Askerlerden) bir kişi, müşriklerden birinin hanımına temasta bulundu. Kocası
da: "Muhammed'in Ashabından kan dökmeden geri dönmeyeceğim'' diye
yemin etti. Evinden çıkıp Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı takibe koyuldu.
Resulullah aleyhissalatu vesselam bir verde mola verdi ve: "Kim bizi
(nöbet tutup) koruyacak?'' diye sordu. Muhacir ve Ensar'dan birer adam vazifeyi
üzerlerine aldılar. ResuIullah aleyhissalatu vesselam, bunlara: "Şu
geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!'' diye ferman buyurdu. Bu
iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanı, yattı. Ensari de namaz kılmaya
başladı. Derken takipçi adam da oraya geldi. (Namazdaki nöbetçinin)
silüetini görünce anladı ki, bu, askerlerin koruyucusudur, derhal bir ok attı ve
ok, eliyle koymuşcasına hedefini buldu. Ensari oku çıkarıp (namazına devam
etti). Müşrik (isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti.) Öyleki üçüncü
okunu da attı. Ensari de (yaraya aldırmadan) aynı şekilde namazına devam etti.
Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce)
yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı. Muhacirden olan zat,
Ensari arkadaşındaki kanı görünce: "Sübhanallah! Sana ilk oku atınca
beni niye uyandırmadın?" diye sordu. Arkadaşı: "Öyle bir sure
okuyordum ki, kesmek istemedim '' diye cevapladı.''
3641 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kadınlarından
birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi. Urve
rahimehullah der ki: "Kendisine: "Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!" dedim,
Hz. Aişe gülmekle cevap verdi.''
3642 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Erkeğin hanımını öpmesi ve ona
eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya
eliyle dokunursa abdest alması gerekir." Bu rivayetin bir benzeri İbnu
Mes'ud'dan gelmiştir.
3643 Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü, dedim, bir kimse hanımıyla cima yapsa fakat
inzal olmasa yıkanması gerekir mi?" "Kadına değen kısmını yıkar,
sonra abdest alır ve namaz kılar!" buyurdular."
3644 Talk İbnu Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına
geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi
idi. "Ey Allah'ın Resulü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine
değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?) '' Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: "O, kendisinden bir parça
değil midir?"
3645 Büsre Bintü Saffan (radıyallahu anha)
anlatıyor: "ResululIah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zekerine değen
abdest almadıkça namaz kılmasın.''
3646 Mus'ab İbnu Sa'd İbni Ebi
Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Sa'd İbni Ebi Vakkas
(radıyallahu anh)'a Kur'an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa'd: "Her
halde zekerine değdin?'' dedi. Ben "evet!" deyince: "Kalk, abdest
al!'' emretti. Ben de gidip abdest alıp geri
döndüm."
3647 Nafi rahimehullah anlatıyor: "Ben, bir sefer
sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun
abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine: "Bu, şimdiye kadar kıldığınızı
hiç görmediğim bir namaz!'' dedim. Şu açıklamayı yaptı: "Sabah namaz
kılmak üzere abdest aldım sonra fercime dokundum. Sonra da abdest almayı unuttum
(ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden abdest alıp namazımı
iade ettim.''
3648 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz
kılarlardı: (Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye: "Bu
sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu: "Vallahi evet!"
diye te'yid etti."
3649 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den
anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar, abdest almadan namaz
kılardı."
3650 Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler,
halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın."
3651 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ı
secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır.
İbnu Abbas der ki: "Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz,
(abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest,
yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahavet
basar.''
3652 Ubeydullah İbnu Abdillah İbni Utbe anlatıyor: "Hz.
Aişe (radıyallahu anha)'nin yanına girip, kendisine: "Bana
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın hastalığından bahsetmez misiniz?''
dedim. "Elbette '' dedi ve anlattı: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'ın hastalığı ağırlaşmıştı. Bir ara: "Halk namazı kıldı
mı?'' diye sordu. "Hayır ey Allah'ın Resülü, sizi bekliyorlar ''
dedik. "Benim için leğene su koyun!" emrettiler. Dediğini yaptık.
Yıkandılar. Sonra kalkmaya çalıştı. Ancak üzerine baygınlık geldi. Az sonra
açıldı. Tekrar: "Halk namazı kıldı mı?" diye sordu. "Hayır, ey
Allah'ın Resulü, sizi bekliyorlar!'' dedik. Halk oturmuş, yatsıyı kılmak üzere
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bekliyordu." Bu rivayet Buhari ve
Müslim tarafından tahric edilen uzunca bir rivayetten bir
parçadır.
3653 Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma), küsuf
namazıyla ilgili rivayetinde der ki: "..Ben de (Resulullah'a uyarak) namaza
durdum. (Namazı öylesine uzattı ki) üzerime baygınlık geldi. Başımın üzerine su
dökmeye başladım." Urve rahimehullah der ki: "Abdest almadı.
''
3654 Ebu Hüreyre radıyallahu anh)'den nakledildiğine göre, Ebu
Hüreyre mescidde abdest alırken yanına Abdullah İbnu Karız gelir. Ona, Ebu
Hüreyre şu açıklamayı yapar: "Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu
sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resulallah aleyhissalatu vesselam'ın "Ateşte
pişen şeyler yiyince abdes alın" dediğini işittim."
3655 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) koyun
budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı.'' Buhari'nin bir başka
rivayetinde: "Tencereden eliyle etli kemik aldı'' denmiştir. Müslim'in bir
rivayetinde: "Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi''
denmiştir.
3656 Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm, elindeki koyun
budundan parça kesiyordu, ezan okundu. Hemen et dildiği bıçağı bırakıp namaza
koştu, abdest almadı."
3657 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) çıktı, beraberinde ben de vardım. Ensardan
bir kadına uğradı. Kadın ona bir koyun kesti. Bir tabak taze hurma getirdi,
ondan yeyip sonra öğle için abdest aldı ve namaz kıldı. Sonra (namazdan)
ayrıldı. Kadın ona koyundah arta kalan bir şeyler getirdi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) onu da yiyip ikindiyi kıldı, bu sırada abdest
almadı." Ebu Davud ve Nesai'nin rivayetinde: "Resulullah'ın son iki
icraatından biri ateşin değiştirdiğinden abdest almayı terketmekti''
denmiştir.
3658 Ubeyd İbnu Sümame el-Muradi anlatıyor: "Abdullah
İbnu'I-Haris İbni Cez' (radıyallahu anh), Mısır'a yanımıza geldi. Kendisi
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından idi. Mısır Camii'nde şu hadisi
anlatırken işittim: "Ben, öyle hatırlıyorum ki, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'la bir adamın evinde oturan yedi kişiden yedincisi veya altıdan
altıncısıydım. Derken Bilal (radıyallahu anh) geçti ve ezan okudu. Biz de
çıktık. Giderken bir adama uğradık tenceresi ateş üstündeydi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ona: "Tenceren yeterince pişti mi?'' diye sordu.
Adam: "Evet, annem babam sana feda olsun!" dedi. Resulullah bunun
üzerine bir parça aldı. Çiğnemesi devam ederken namaz için iftitah tekbiri aldı.
Ben bu sırada ona bakıyordum."
3659 Süveyd İbnu'n-Nu'man
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hayber Seferine Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) ile birlikte çıktık. Hayber yakınlarında olan Sahba'ya vardığımız
zaman Resulullah aleyhissalatu vesselam ikindi namazını kıldı. Namaz bitince
yiyecek getirilmesini ferman buyurdu. Sadece kavut getirilmişti. Bunun su ile
ıslatılmasını emir buyurdu. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)da,
biz de ondan yedik. Sonra akşam namazına kalktı. Ağzını mazmaza etti. Biz de
ağızlarımızı mazmaza ettik. Fakat abdest almadı."
3660 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam süt içti. Ne
mazmaza yaptı, ne abdest aldı; namazını kıldı."
3661 Cabir İbnu
Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelerek: "Koyun eti sebebiyle abdest alayım mı?'' diye
sordu. "Dilersen abdest al, dilemezsen alma!" diye cevap verdi. Adam
bunun üzerine: "Deve eti sebebiyle abdest alayım mı?'' diye sordu.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bu sefer: "Evet, deve eti
sebebiyle abdest al!" cevabını verdi. Adam tekrar: "Koyun
ağıllarında namaz kılayım mı?'' diye bir başka sual sordu: "Evet!''
cevabını aldı. Tekrar sordu: "Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım
mı?'' "Hayır!'' buyurdu Aleyhissalatu
vesselam."
3662 Ebu Davud ve Tirmizi'de Bera (radıyallahu anh)'nın
rivayetlerine göre Resulullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
demiştir: "Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar
şeytandandır." Koyun ağıllarından soruldu: "Oralarda
kılın, çünkü onlar berekettir'' buyurdular.''
3663 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, yollarda ayağa bulaşan pislik sebebiyle
abdest tazelemezdik."
3664 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam izarını sarmış olarak namaz kılarken, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ona: "Git, abdest al!" ferman buyurdu. Adam
gitti abdest aldı, sonra şelip (tekrar namaza durdu. Resulûllah (aleyhissalatu
vesselam) tekrar): "Git abdest al!" emretti. Adam gitti, abdest
aldı, geri geldi. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü, ona niye abdest
almasını emir buyurdunuz?'' diye sordu. "O, dedi, izarını sarkıtmış
olarak namaz kılıyordu. Allah, izarını sarkıtan erkeğin namazını kabul
buyurmaz!''
3665 Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Bana: "Ey
Muğire, su kabını al!'' emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) (la tenhaya gittik. O) benim gözümden kayboldu, kaza-yı hacet yaptı,
(geri döndü). Üzerinde Şami bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı.
Cübbesinin yenlerini çemreyip) kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler)
dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp cübbeyi sırtına koyup
kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için abdest aldı. Mestleri
üzerine meshetti, sonra namaz kıldı."
3666 Bir diğer rivayette:
"Mestlerini çıkarmada yardımcı olmak için eğildim. Bana: "Bırak
onları, zira ben, abdestli olarak mestlerimi giyindim" buyurdu ve üzerlerine
meshetti.''
3667 Müslim merhumun bir diğer rivayetinde:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) mestleri, başının ön kısmı (alnı) ve sarığı
üzerine meshetti '' denilmiştir.
3668 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) mestleri üzerine meshetmişti;
ben: "Ey Allah'ın Resulü! yoksa unuttunuz mu?'' dedim.
"Bilakis, dedi, belki sana unutturuldu. Aziz ve celil olan Rabbim, bana böyle
emretti.' '
3669 Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) mestleri ve örtüsü üzerine
meshetti."
3670 Ebu Davud'un rivayetinde şöyle denmiştir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de
O'na su taşırdım. (Kaza-yı hacet yapınca) abdest alırdı. Bu sırada sarığı ve
"bot'' ları üzerine meshederdi."
3671 Ebu Übeyde İbnu Muhammed
İbni Ammar İbni Yasir anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu
anh)'a mest üzerine meshetme hususunda sordum. "Ey kardeşimin oğlu, bu sünnettir
'' buyurdu. Bunun üzerine sarık üzerine meshetme hakkında sordum:
"Saça meshet!'' diye cevap verdi.''
3672 Cerir İbnu Abdillah
el-Beceli (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Cerir, abdest alıp mestleri
üzerine meshedince, kendisine: "Mest üzerine mesh mi yapıyorsun''
diye sormuşlardır. O da: "Evet demiştir, ben Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm. Bevletti sonra abdest aldı. (Sıra ayaklarına
gelince, yıkamayıp) mestlerinin üzerine meshetti '' dedi. A'meş der ki:
"İbrahim Neha'i dedi ki: "Bu hadis, Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un
ashabını taaccübe (hayrete) sevkediyordu, çünkü Cerir (radıyallahu anh)'in
müslüman oluşu Maide süresinin nüzülünden sonra idi."
3673 Ebu
Davud'un rivayetinde Cerrr şöyle demiştir: "Meshetmekten beni ne alıkoyacak?
Zira ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı meshederken gördüm!''
Bu sözü üzerine Cerir'e: "Bu, Maide suresinin nüzûlünden önceydi'' dendi de şu
cevabı verdi: "Hayır! Ben kesinlikle Maide suresinin nüzûlünden sonra müslüman
oldum."
3674 Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), Mekke'nin fethedildiği gün, beş vakit namazın hepsini
tek bir abdestle kıldı ve mestlerine meshetti. Hz. Ömer (radıyallahu
anh): "Bugün, hiç yapmadığın bir şeyi yaptın!'' dedi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "Ammden (bilerek) yaptım ey Ömer" cevabını
verdi.''
3675 Hz. Mugire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) abdest aldı ve çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine
meshetti. Ebu Davud der ki: "İbnu Mehdi, bu hadisi rivayet etmezdi. Çünkü
Muğire (radıyallahu anh)'den bilinene göre Aleyhissalatu vesselam mestlerine
meshediyordu." Yine Ebu Davud der ki: "Bu hadis Ebu Musa el-Eş'ari
(radıyallahu anh) tarafından da rivayet edilmiştir: "Aleyhissalatu
vesselam çorapları üzerine meshetti." Ancak bu rivayet muttasıl ve kuvvetli
değildir, (zayıftır). Ebu Davud der ki: "Çorap üzerine Ali İbnu Ebi
Talib, İbnu Mes'üd, Bera İbnu Azib, Enes İbnu Malik, Ebu Ümame, Sehl İbnu Sa'd
ve Amr İbnu Hureys (radıyallahu anhüm ecmain) ecmain de meshetmiştir. Bu
tatbikat Ömer İbnu'I-Hattab ve İbnu Abbas (radıyallahu anhüm)'dan da rivayet
edilmiştir.
3676 Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir kavmin kuyusuna
gelmiş, abdest alırken gördüm. Abdestini aldı, ayakkabılarına ve ayaklarına
meshetti."
3677 Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam mestin üst ve aşağı kısımlarını
meshederdi."
3678 Ebu Davud'un rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam mestlerinin sırtlarına
meshederdi." Tirmizi'nin bir başka rivayetinde de böyle
denmiştir.
3679 Hz. AIi (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Eğer din
insanın fikrine göre olsaydı, mestin altını meshetmek, üstünü meshetmekten evla
olurdu. Ancak ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın mestin üstünü
meshettiğini gördüm."
3680 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir:
"Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi abdest alırken gördüm, ayağının sırtını meshetti
ve dedi ki: "Eğer ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı böyle yapar
görmeseydim (ayağın altını meshetmeye daha Iayık düşünürdüm)
dedi."
3681 Bir diğer rivayette de şöyle gelmiştir: "Ben,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ayağın üstünü meshettiğini görünceye
kadar, daima, altını meshetmenin evla olduğunu
düşünürdüm."'
3682 Şüreyh İbnu Hani anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'ya mest üzerine meshetmekten sormaya geldim. Bana: "Sana Ebu
Talib'in oğlu (Hz. Ali) (radıyallahu anh)'yi tavsiye ederim, git ona sor. Zira
o, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte seyahatlerde bulunmuştur!"
dedi. Bunnun üzerine gidip ona sordum. Şu cevabı verdi: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), (mesh müddetini) yolcu için üç gün üç gece tuttu,
mukim için de bir gün bir gece tuttu.''
3683 Saffan İbnu Assal
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yolcu
olduğumuz zaman, bize mestlerimizi üç gün üç gece, cenabet hali dışında küçük ve
büyük abdest bozma, ve uyku sebebiyle çıkarmamamızı
emrederdi."
3684 Ubey İbnu İmare (radıyallahu anh) -ki bu Sahabi,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte her iki kıbleye namaz kılan
ilklerdendir- anlatıyor: "Bir gün Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek
sordum: "Ey Allah'ın Resulü! Mestlerimin üzerine meshedeyim mi?
'' "Evet!'' buyurdular. Ben tekrar: "Bir gün mü?''
dedim. "Bir gün!'' buyurdular. Ben tekrar: "İki gün
(olsa)?'' dedim. "İki gün!'' buyurdular. Ben tekrar: "Üç
gün (olsa)?'' dedim. "Evet! dilediğin kadar!''
buyurdular.''
3685 Bir rivayette de "..Hatta yediye kadar ulaştı.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam), sonunda: "Evet! Sana uygun
geldiği kadar!" buyurdular."
3686 Huzeyme İbnu Sabit (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Mest üzerine meshetmenin müddeti yolcu için üç gündür. Mukim için bir gün bir
gecedir!" (Bir başka rivayette şu ziyade gelmiştir): "Biz bu
müddetin uzatılmasını taleb etseydik, bize mutlaka
uzatırdı.''
6037 Abdullah İbnu Muhammed, babası tarikiyle dedesi
Akil'den naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Abdeste bir müdd,
gusle de bir sa' su yeterlidir" buyurmuştu" dedi. Bunun üzerine orada bulunan
bir zat Akil'e: "Bu kadar su bize yetmez" diye itiraz etti. Akil de: "Bu kadar
su, senden daha hayırlı, saçı da senden daha çok olan zata yetti" diye cevap
verdi. Burada kastettiği kimse Resûlullah aleyhissalatu vesselam
idi."
6038 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı şöyle derken işittim: "Allah, temizlik olmadan namazı,
çalınan maldan da sadakayı kabul etmez."
6039 Hz. Sevban
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Her hususta dosdoğru istikamet üzere olun; meyletmeyin. Ama buna güç
yetiremezsiniz. Öyleyse bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır. Kamil mü'minden
başkası abdesti (hakkı ile) muhafaza edemez."
6040 Ebu Ümame
radıyallahu anh, Resûlullah'tan naklen anlatmıştır: "İstikamet üzere olun!
İstikamet üzere olsanız, bu ne iyidir! Amellerinizin en hayırlısı namazdır.
Abdesti ancak kamil mü'minler (hakkıyla) muhafaza
ederler."
6041 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resulü denildi. Ümmetinden, görmediğin kimseleri (Kıyamet günü) nasıl
tanıyacaksın?" Şu cevabı verdi: "Ümmetim, abdest sebebiyle alınlarında nur,
kollarında nur, ayaklarında nur taşıyacaklar (bu nurla onları
tanıyacağım)."
6042 Humran Mevla Osman İbni Affan radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Osman İbnu Affan'ı oturma yerlerine otururken gördüm. Abdest
suyu istedi ve abdest aldı. Sonra da: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı
oturduğum şu yerde oturmuş, benim şu abdestim gibi abdest aldığını gördüm.
Abdestten sonra şöyle demişti: "Kim şu abdestim gibi abdest alırsa, geçmiş
(küçük) günahları affedilir." Resûlullah sonra şunu ilave etti:
"Sakın gurura düşmeyiniz."
6043 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dişlerinizi
misvaklayın. Çünkü misvak ağız için temizlik sebebidir, Allah'ın rızasına
vesiledir. Cibril her gelişinde bana misvakı tavsiye etti; öyle ki bana ve
ümmetime farz kılacağından korktum. Ümmetime zorluk veririm diye endişe
etmeseydim bunu onlara farz kılardım. Ben öyle (ciddi) misvak kullanırım ki,
öndeki dişlerimin (veya diş etlerimin) diplerinden kazınacağı endişesine
kapılırım."
6044 Hz. Ali radıyallahu anh buyurmuştur ki: "Muhakkak
ki ağızlarınız Kur'an'ın yollarıdır, onları misvakla
temizleyin."
[TOP]
AF VE MAĞFİRET
Kimlik alan
4111 Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah Teala hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah
işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler
yaratırdı."
4112 Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan
Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak
eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları
mağfiret ederdi." Rezin şu ziyadede bulundu: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdu ki: "Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki,
günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e düşeceğinizden
korkarım." Bu rivayet, Münziri'nin et-Terğib ve't-Terhib'inde
kaydedilmiştir (4, 20).
4113 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir hadis-i kudsi'de) Rabbinden
naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi günahımı affet!"
dedi. Hak Teala da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki
günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi
vardır." Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı
affet!" der. Alllah Teala Hazretleri de: "Kulum bir
günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir
Rabbi vardır." Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim
beni affeyle!" der. Allah Teala da: "Kulum günah işledi ve bildi ki,
günahı affeden veya günah sebebiyle muahaze eden bir Rabbi olduğunu bildi.
Dilediğini yap, ben seni affettim!" buyurdu."
4114 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala Hazretleri diyor ki: "Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid
ettikçe ben senden her ne sadır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Ademoğlu!
Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar
etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey ademoğlu! Bana arz dolusu hata ile
gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu
mağfiretimle karşılarım."
4115 Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir adam: "Vallahi Allah
falancayı mağfiret etmiyecek!" diye kesip attı. Allah Teala Hazretleri de:
"Falancaya mağfiret etmiyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben ona mağfiret
ettim, senin amelini de iptal ettim!" buyurdu."
4116 Hz. Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Beni İsrail'de birbirine zıd maksad güden iki kişi vardı: Biri günahkardı,
diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan diğerine günah işlerken
rastlardı da: "Vazgeç!" derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine,
"vazgeç" dedi. Öbürü: "Beni Allah'la başbaşa bırak. Sen benim başıma
müfettiş misin?" dedi. Öbürü: "Vallahi Allah seni mağfiret etmez. Veya: "Allah
seni cennetine koymaz!" dedi. Bunun üzerine Allah ikisinin de ruhlarını
kabzetti. Bunlar Rabülaleminin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teala
Hazretleri ibadette gayret edene: "Sen benim elimdekine kadir misin?" dedi.
Günahkara da dönerek: "Git, rahmetimle cennete gir!" buyurdu. Diğeri için de:
"Bunu ateşe götürün!" emretti." Ebu Hüreyre radıyallahu anh der ki:
"(Adamcağız Allah'ın gadabına dokunan münasebetsiz) bir kelime konuştu, bu
kelime dünyasını da, ahiretini de heba etti."
4117 Yine Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm
gelip çatınca oğullarına dedi ki: "Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin
ve rüzgarın önünde saçın. Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa
hiç kimseye vermediği azabı verir!" Ölünce, bu söylediği ona
yapıldı. Allah da arz'a emrederek: "Sende ondan ne varsa bana
toplayıver!" dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. "Sen böyle bir
vasiyeti niye yaptın?" diye Rabb Teala sordu. "Senden korktuğum için
ey Rabbim!" cevabını verdi. Allah Teala Hazretleri bu cevap üzerine onu
affetti."
4118 Ümmü'd-Derda radıyallahu anha anlatıyor:
"Ebu'd-derda radıyallahu anh'ı işittim. Demişti ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı işittim, şöyle buyurdu: "Müşrik olarak ölenle, bir müslümanı haksız
yere öldüren hariç, Allah bütün günahları
affedebilir."
[TOP]
ALÇAK GÖNÜLLÜ OLMA
Kimlik alan
7234 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri
buyurdular ki: "Büyüklük benim ridamdır, azamet de benim izarımdır. Kim,
bunlardan birinde benimle iddialaşmaya kalkarsa, onu cehenıneme
atarım."
7235 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin
rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu
sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa,
Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline
(aşağıların aşağısına) atar."
7236 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Medine ehlinden bir cariye bile Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
elinden tutardı ve Aleyhissalatu vesselam elini onun elinden çekmezdi de, cariye
ihtiyacı için, O'nu Medine'nin istediği semtine çeker götürürdü. (Resûlullah
tevazu gösterir, itiraz etmezdi)."
[TOP]
ALEM
Kimlik alan
1656 İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna girmiştim.
(O sırada) Beni Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara: "Ey
Beni Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
"Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l-malden) iki kere bağış yap!" diye talepde
bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yüzünden rengi attı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna
(Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ari) girmişti.
Onlara: "Ey Yemenliler! Beni Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz
bari kabul edin!" dedi. Onlar: "Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!"
dediler ve arkadan ilave ettiler: "Biz dinimizi öğrenmeye ve bu
(yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun
üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), mahlükatın ve Arş'ın başlangıcını
anlatmaya başladı: "Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey
yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı.
Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi
yazdı."
1657 Ebu Rezin el-Ukeyli (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana
şu cevabı verdi: "el-Ama'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava
vardı. Arşını su üzerinde yarattı." Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu
söyledi: el-Ama, yani "Allah'la birlikte başka bir şey yoktu"
demektir."
1658 Tarık İbnu Şihab (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ömer İbnu'l-Hattab dedi ki: "(Birgün) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
aramızdan doğrularak mahlükatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş olan
gelecek olan bütün safaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme
girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi, bir kısmı
unuttu."
1659 İbnu Mes'üd (radıyallahu anh.) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri aklı
yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O
da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha
sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlükatın en sevgilisi
olana bindireceğim."
1660 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Allah'ın meleklerinden olan Arş'ın
taşıyıcılarından bir melek hakkında rivayette bulunmam için bana izin verildi"
dedi ve ilave etti: "Onun kulak yumuşağı. ile ensesi arasındaki uzaklık yedi yüz
senelik mesafedir"
1661 Hz.Abbas İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Batha nam mevkide, aralarında Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti.
Herkes ona baktı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bunun ismi
nedir bileniniz var mı?" diye sordu. "Evet bu buluttur!" dediler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Buna müzn de denir" dedi.
Oradakiler: "Evet müzn de denir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) : "Anan da denir" buyurdu. Ashab
da: "Evet anan da denir" dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne
kadardır?" diye sordu. "Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye
cevapladılar. "Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş
bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da)
böyledir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yedi semayı sayarak
her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave
etti: "Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile
dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde
sekiz adet yabani keçi (süretinde melek) var. Bunların sınnakları ile dizleri
arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının
gerisirıde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema
arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir."
Bir rivayette şu açıklama yer alır: "Bu hadisi Camiu'1-Usül sahibi, Kütüb-i
Sitte'ye dahil kitaplardan hiçbirine nisbet etmemiştir." Katade ve
Abdullah'dan yapılan bir rivayet şöyle: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ashalbıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti: "Bunun ne
olduğunu biliyor musunuz? Bu, el-anan (denen buluttur), bu arzımızın sakasıdır.
Allah Teala bunu kendisine hiç ibadet etmeyen bir kavme göndererek (su
ihtiyaçlarını görür)" dedi. Bir müddet sonra devamla: "Bu sema nedir
biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde diğer
bir sema vardır" dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra
konuşmasına devamla: "İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor
musuzıuz?" diye sorduktan sonra "Beş yüz yıl!" dedi. Sonra tekrar:
"Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun
gerisinde Arş var. Allah, Arş'ın fevkindedir. Ademoğlunun ef'alinden hiçbiri
O'na gizli kalmaz" buyurdu. Sonra tekrar: "Bu arz nedir, biliyor
musunuz? Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var.
Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı" hadisi
zikretti."
1662 Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan yapılan
rivayette, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)şöyle buyurmuştur: "Allah yedi
semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir.
" Derim ki: "Tirmizi'nin Cami'inde yer alan Katade hadisi, bazı
takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlarla Hasan Basri an Ebi Hüreyre tarikinden
merfu olarak gelmiştir. Allahu a'lem.
1663 Cübeyr İbnu
Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor. "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir
bedevi gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, (kuraklıktan) insanlar
meşakkate düştüler. Aile efradı zayiata uğradı. Hayvanlarımız da helak oldular.
Bizim için Allah'a dua et, su göndersin. Zira biz Allah'a karşı senin şefaatini,
sana karşı da Allah'ın şefaatini taleb ediyoruz!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) adama şu mukabelede bulundu: "Yazık sana,
söylediğin şeyin idrakinde misin ? Sübhanallah!" Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) sübhanallahları o kadar tekrar etti ki bunun tesiri
Ashab'ın yüzünden okunmaya başladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sözüne şöyle devam etti: "Yazık sana, mahlukatından hiç kimseye
karşı Allah şefaatçi kılınmaz. Allah'ın şanı böyle bir şey yapmaktan çok
yücedir. Bak hele! Sen Allah'ın (azametinin) ne olduğunu biliyor musun? O'nun
Arş'ı, semavatının' şöyle üzerindedir.-Parmaklarıyla işaret ederek- tıpkı
üzerinde bir kubbe gibi. Arş Zat-ı Zülcelal sebebiyle inleyip ses çıkarır, tıpkı
süvarisi sebebiyle atın ses çıkarması gibi. "
1664 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün
elimden tuttu ve şu açıklamayı yaptı: "Allah toprağı cumartesi günü
yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; ağaçları pazartesi günü yarattı.
Mekruhları salı günü yarattı. Nuru çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları
perşembe günü yaydı. Hz.Adem (aleyhisselam)'i cuma günü ikindi vaktinden sonra,
ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak
yarattı."
1665 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Güneş
batarken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte mescidde idim.
Bana: "Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye
sordu. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilirler!" dedim.
"Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin
verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın
(kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir.
Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenab-ı Hakk'ın şu sözü haber
vermektedir. (Mealen): "Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu
aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir"(Yasin 38).
1666 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki.: "Güneş ve Ay kıyamet günü sarılırlar."
1667 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Yahudiler, gök gürültüsünün ne olduğunu
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den sordular: "Bulutlara
müvekkel olan melektir. Beraberinde ateşten kamçılar var. Bununla bulutları
Allah'ın dilediği yere sevkeder"diye cevap verdi. Onlar tekrar
sordular: "Ya şu işitilen ses, o nedir?" "Bu, bulutların
istenen yere gitmeleri için onlara yapılan bir sevkdir" dedi.
Yahudiler: "Doğru söyledin. Şimdi de İsrail'in Yakub
(aleyhisselam)kendisine haram kıldığı şey nedir onu söyle?" dediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) : "Hz. Yakub (ırku'n-nesa denen) uyluk
mafsalından başlayıp dize, topuğa kadar inen. bir ağrıdan muzdarib idi. Deve eti
ve sütü dışında kendine uygun gelen (ne yiyecek, ne içecek) münasip bir şey
yoktu. Bu sebeple o da bunları haram etti" dedi. Yahudiler: "Doğru söyledin"
dediler."
1668 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cehennem, Rabbine şikayet
ederek dedi ki: "Ey Rabbim, bir kısmım diğer kısmımı yiyor. " Bunun üzerine ona
iki nefes, izin verdi: Bir nefes, kışta, bir nefes de yazda. İşte bu (yaz
nefesi), en şiddetli şekilde hissettiğiniz hararettir. Öbürü de (kışta) en
şiddetli bulduğunuz soğuktur."
1669 Katade (rahimehullah)
anlatıyor: "Bu yıldızlar üç maksatla yaratıldı: 1- Allah onları
semaya zinet (ve süs) kıldı. 2- Şeytanlara atılacak taş
kıldı. 3- Geceleri istikamet tayin etmede işaretler kıldı. Kim
yıldızlar hakkında bunlar dışında bir te'vil ileri sürerse (kendi ilave ettiği)
hissesinde hataya düşer, nasibini kaybeder, manasız bir yükün altına girer ve
hakkında bilgisi olmayan, peygamberler ve meleklerin bile bilmekte aciz
kaldıkları bir şeye burnunu sokmuş olur. Allah'a yeminle söylüyorum: Allah hiç
kimsenin ne hayatını, ne rızkını, ne de ölümünü herhangi bir yıldızla irtibatlı
kılmamıştır. (Aksini iddia edenler) Allah hakkında yalan söyleyerek iftira
ediyorlar..."
1670 Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim, şunu söyledi: "Allah Teala
hazret1eri, Adem'i, yeryüzünün bütün (cüzler)inden almış olduğu bir avuç
topraktan yarattı. Adem'in oğulları da arzın kısımlarına göre vücuda geldi. Bir
kısmı beyazdır, bir kısmı kızıldır, bir kısmı siyahdır. Bunlar arasında orta
(renkliler) de var. Ayrıca bir kısmı uysaldır, bir kısmı haşindir, bir kısmı
habis (kötü kalbli), bir kısmı iyi kalblidir."
1671 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah Teala, Hz. Adem (aleyhisselam)'ı yarattığı ve ruh üflediği
zaman, Adem hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, izni ile Teala'ya hamdetti. Rabbi
de ona: "Ey Adem, yerhamukallah (Allah sana rahmet etsin),
(mukarreb) meleklerden şu oturan gruba git ve "Esselamu aleyküm" de!" dedi. (Hz.
Adem öyle yaptı. Hitab ettiği melekler): "Ve aleyke's-selamu ve
rahmetullahi ve berekatuhu!" diye karşılık verdiler. Sonra Adem (aleyhisselam)
Rabbine döndü. Rabbi ona: "Bu cümle senin ve evladlarının
aralarındaki selamlaşmadır" dedi. Allah Teala hazretleri, elleri
kapalı olduğu halde Adem'e: "Dilediğini seç!" dedi. Hz.
Adem: "Rabbimin sağ elini seçtim! Rabbimin iki eli de sağdır,
mübarektir" dedi. Sonra Allahu Teala hazretleri sağ elini açtı. İçinde Hz. Adem
ve onun zürriyeti(nin emsalleri) vardı. Hz. Adem (aleyhisselam): "Ey
Rabbim, bunlar nedir?" dedi. Rabb Teala: "Bunlar senin
zürriyetindir" dedi. Her insanın iki gözünün arasında ömrü yazılıydı. Aralarında
biri hepsinden daha parlak, daha nurlu idi. Hz. Adem: "Ey Rabbim !
Bu kimdir?" dedi. Rabb Telala hazretleri: "Bu senin oğlun Davud'dur.
Ben ona kırk yıllık ömür takdir ettim" dedi. Adem aleyhisselam: "Ey
Rabbim onun ömrünü uzat!" talebinde bulundu. Rabb Teala: "Bu ona
takdir edilmiş olandır!" deyince, Adem: "Ey Rabbim, ben ona kendi
ömrümden altmış senesini verdim"diye ısrar etti. Bunun üzerine Rabb
Teala: "Sen ve bu (talebin berabersiniz)." buyurdu.
Sonra Adem cennete yerleştirildi. Allah'ın dilediği kadar orada kaldı. Sonra
cennetten (arza) indirildi. Adem burada kendi ecelini yıl be-yıl sayıp
hesaplıyordu. Derken ölüm meleği geldi. Hz. Adem (aleyhisselam) ona:
"Acele ettin, erken geldin. Bana bin yıl ömür takdir edilmişti!"
dedi. Melek: "İyi ama sen oğlun Davud a altmış senesini
verdin" dedi. Ne var ki O bunu inkar etti, zürriyeti de inkar etti; o unuttu,
zürriyeti de unuttu. " Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave
etti: "O günderı itibaren yazma ve şahidlik emredildi."
1672 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Melekler nurdan yaratıldılar, cinler dumanlı bir alevden
yaratıldılar. Adem de size vasfı yapılandan yaratıldı. "
1673 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hayır, Allah'a kasem olsun Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), Hz. İsa'nın kızıl çehreli olduğunu söylemedi. Ancak
şunu söyledi: "Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Beytullah'ı tavafediyordum.
O sırada düz saçlı, kumral benizli, başından su akar vaziyette iki kişiye
dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini gördüm. "Bu kim?"
dedim. "Meryem'in oğlu!" dediler. Bunun üzerine daha
yakından görmek için ilerledim. Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gözü
üzüm gibi pertlek bir adam daha vardı. "Bu kim?" dedim.
"Bu, Deccal !" dediler. İnsanlardan en çok ona benzeyeni İbnu
Katan'dı." Zühri der ki: "İbnu Katan, cahiliye devrinde vefat eden
Huzaalı bir kimseydi."
1674 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana geçmiş peygamberler
(aleyhimusselam) arzedildiler. Hz. Musa zayıfca bir erkekti. Sanki Şenûe
kabilesinden (uzun boylu) birine benziyordu. Hz. İsa (aleyhisselam)'yı da
gördüm, gördüklerim içinde ona en çok benzeyen Ürve İbnu Mes'üd idi. Hz. İbrahim
(aleyhisselam)'i de gördüm, gördüklerim arasında ona en çok benzeyen,
arkadaşınızdı -yani kendisini kastediyor- Hz. Cebrail (aleyhisselam)'i de
gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Dıhye İbnu Halife
idi."
1675 Semure İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Sam, Arapların
babasıdır.Yafes, Rumların babasıdır. Ham Habeşilerin
babasıdır."
1676 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zekeriyya (aleyhisselam)
marangoz idi."
[TOP]
ALIM SATIM
Kimlik alan
193 Ebu Sa'id el-Hudri (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Emin ve
doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak
zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle
beraberdir."
194 Tirmizi'nin, Rifa'a İbnu Rafi'den yaptığı diğer
bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kıyamat günü tüccarlar facirler
(günahkarlar) olarak diriltilecekler. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar
ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna"
195 Kays İbnu Ebi Gareze
el-Gıfari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz hicret etmezden önce simsarlar
olarak isimlendiriliyorduk. Bir gün, Medine'de, bize Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) uğradı. Bize ondan daha iyi bir isim verdi. Buyurdu ki:
"Ey tüccarlar, satış işine, yemin ve boş söz karışır..." Bir başka
rivayette şöyle denmiştir: "Satış işine yemin ve yalan bulaşmaktadır, siz
(Rabbin gadabını söndüren) sadaka karıştırın"
196 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim,
diyordu ki: "(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti artırır.
(Halbuki gerçekte) kazancı giderir." Ebu Davud'da "Bereketi giderir"
şeklindedir.
197 Hakim İbnu Hizam (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Alıp-satanlar"
birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıp-satanlar
alış-verişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alış-verişleri
her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları) gözlerlerse,
belli bir kar sağlasalar bile, alış-verişlerinin bereketini
kaybederler." Bir rivayet şöyledir: "Alış-verişlerinin bereketi yok
edilir: Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz
kılar."
198 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Satışında, satın alışında, borcunu
ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini bol
kılsın".
199 Tirmizi'nin rivayeti şöyledir: "Allah, sizden önce
yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık
gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince (kabalık ve
sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi."
200 Tirmizi'nin
Ebu Hüreyre'den kaydettiği bir rivayette Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
şöyle buyurur: "Allah, satıştaki müsamahayı, satın alıştaki müsamahayı,
ödemedeki müsamahayı sever"
201 Huzeyfe ve Ebu Mes'ud el-Bedri
(radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini
işittiklerini anlatır: "Sizden önce yaşamış olan birisine, ruhunu kabzetmek
üzere melek gelmiş idi, sordu: "-Bir hayır işledin mi?"
Adam: "-Bilmiyorum" diye cevapladı. Kendisine tekrar:
"-Hele bir düşün (belki hatırlarsın) dendi. Adam: "-Bir şey
hatırlamıyorum, ancak dünyada iken, insanlarla alış-veriş yapardım. Bu
muamelelerimde zengine ödeme müddetini uzatır, fakire de (ödeme işlerinde
müsamaha ve bazı eksikliklerini bağışlamak sûretiyle) kolaylık gösterirdim"
dedi. Allah onu (bu kadarcık iyiliği sebebiyle affedip) cennetine
koydu."
202 Amra Bintu Abdirrahman (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Bir adam bir meyve bahçesinin meyvelerini toptan satın aldı. Meyveyi toplayıp
miktarını tayin edince, tahmin edilenden noksan buldu. Bahçe sahibini görerek
eksik çıkan kısmı hesaptan düşmesini veya alım-satım akdinden dönmesini
talebetti. Fakat adam teklif edilenleri kabul etmemeye yemin etti. Bunun üzerine
müşterinin annesi, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat ederek
durumu arzetti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "O adam, hayır yapmamaya
yemin etmiştir" buyurdu. Bu sözü işiten bahçe sahibi Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, talebini kabul ettim"
dedi.
203 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim bir Müslümanın ikalesini
(yani alım-satım akdini feshetmesini) kabul ederse, Allah da onu düşmekten
kurtarır"
204 İbnu Ömer anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "(Şer'i hukuku ödemek için) vezin'de Mekke halkının
vezn'i esastır, keyl'de de Medine halkının keyl'i
esastır."
205 Mikdam İbnu Ma'dikerb (radıyallahu anh) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü nakletti: "Yiyeceklerinizi kile ile ölçün,
sizin için mübarek kılınsın."
206 İbnu Abbas (radıyallahu anh)
anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) mikyal (ölçek) ve mizan
(terazi) kullananlara şöyle hitab etti: "Sizler bizden önce gelip geçen
kavimleri helak eden iki işi üzerinize almış
bulunmaktasınız"
207 İbnu Harmele (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ümmü Habib Bintü Züeyb İbnu Kays el-Müzenniyye, bize (ölçüm işlerinde
kullanılan) bir sa' bağışladı. Ümmü Habib bize rivayet etti ki, kendisine, İbnu
Ahi Safiyye'den geldiğine göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i
pakleri Safiyye validemiz (radıyallahu anha) bağışlanan bu sa'in, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in kullandığı sa' olduğunu söylemiştir. Ravilerden Enes
İbnu İyaz der ki: "Ben bu sa'ı denedim, (kontrol ettim) gördüm ki bu sa', Emevi
Halifesi Hişam İbnu Abdi'l-Melik'in kullandığı müdd'le iki buçuk müdd miktarında
idi".
208 es-Saib İbnu Yezid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) devrinde bir sa', bugün sizlerin kullanmakta
olduğunuz müdd'le, bir müdden üçte bir müdd miktarında fazla idi. Ancak bu
miktara Ömer İbnu Abdilaziz merhum zamanında ilave
bulunuldu.
209 Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sattığın zaman tart, satın alınca
tarttır."
210 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular: "Allah'ın en çok sevdiği yerler
mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve
pazarlardır."
211 Selman (radıyallahu anh) diyor ki: "Elinden
geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı,
şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da
orada dalgalanır."
212 Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Bizim
çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın"
buyurmuştur.
213 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:
"Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin merdivenlerinde bir dükkan sahibi olup, her gün
elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep
cemaatle kılmak, Allah'ın helal kıldıklarını da haram etmemek şartlarını
arzulamaktan ziyade, Allahu Teala'nın, haklarında: "...o kimseler ki ne bir
ticaret ne de bir alış veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz" (Nur, 36)
övgüsünü kullandığı kimselerden olmamaktan korkarım."
214 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'i Mekke'de işittim, şöyle buyuruyordu: "Cenab-ı Allah
içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı." Bunun üzerine: "Ey
Allah'ın Resûlü "ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zira onunla
gemiler yağların, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır" dendi. Cevaben: "O
(nun satışı) haramdır" buyurdu ve ilave etti: "Allah Yahudilerin canını alsın.
Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler,
sonra satıp parasını yediler."
215 Abdurrahman İbnu Va'le'nin
anlattığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan üzüm şırası hakkında sorunca
ondan şu cevabı almıştır: "Adamın biri Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir
şarap dağarcığı hediye etmişti, kendisine "Allah'ın bunu haram kıldığını
bilmiyor musun?" dedi. Adam: "Hayır bilmiyorum" cevabını verdi ve yanında
bulunan birisine birşeyler fısıldadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama
"Ona ne fısıldadın?" diye sorunca adam: "Onu satmasını emrettim" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "İçilmesi haram olanın satılması da
haramdır" buyurdu ve iki şarap dağarcığının ağızlarını açarak içlerini
boşalttı."
216 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i Kabe'nin yanında otururken gördüm. Bir ara
başını semaya kaldırarak güldü ve şunu söyledi: "-Allah Yahudilere Lanet etsin,
Allah Yahudilere lanet etsin, Allah Yahudilere lanet etsin! Allah onlara (ölmüş
hayvanların) iç yağını yasaklamıştı tutup bunu sattılar ve parasını yediler.
Halbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da
haram etti demektir."
217 el-Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim içki satarsa, hınzır
kasaplığı da yapsın"
218 Ebu Talha (radıyallahu anh) anlattığına
göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan "İçkiye varis olan yetimler"
hakkında sormuştur. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Dök onu!" emretmiştir.
Ebu Talha: "Sirke yapsam olmaz mı?" deyince de "Hayır!" diye cevap
vermiştir." Tirmizi'nin rivayetinde: "Şarabı dök, küplerini de kır"
buyurmuştur.
219 İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle demiştir: "Bir
yiyecek satın alan kimse, onu kabzetmeden önce satamaz"
220 Bir
diğer rivayette: "...malı kabzedinceye kadar" ziyadesi vardır. İbnu Ömer der ki:
"Biz hayvanla gelenlerden tartmadan göz kararıyla yiyecek satın alırdık. Sonra
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) satın aldığımız bu şeyleri başka yere
naklederek yerini değiştirmeden satmamızı yasakladı"
221 Hakim
İbnu Hizam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, bana gelip,
birşeyler almak isteyenler oluyor. Halbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda
bilahere çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?"
"Hayır dedi, yanında mevcut olmayan şeyi satma."
222 İbnu Abbas
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir kimsenin,
yiyecek maddesini tam olarak kabzetmiş olmadan satmasını yasakladı. Tavus derki:
"İbnu Abbas'a "Bu nasıl olur?" diye sordum da bana şu cevabı verdi: "Bu
dirhemlerin dirhemlerle alınıp satılmasıdır, yiyecek maddesi ise tehir
edilmiştir."
223 Süleyman İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Mervan İbnu'l-Hakem'e: -Sen faiz
ticaretini helal kıldın dedi. Mervan: -Ne yapmışım? diye sordu. Ebu
Hüreyre tekrar: -Sen sened satışını helal addetmişsin. Halbuki
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), tam olarak kabzedilmezden önce yiyecek
satışını yasakladı, dedi. Ravi der ki: "Bu konuşma üzerine Mervan halka hitap
ederek sened satışını yasakladı." Süleyman ilave etti: "Ben muhafızların bu
senedleri, halkın elinden topladıklarını gördüm."
224 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'le beraber bulunuyorduk. Ben Hz. Ömer'e ait, yüke yeni alıştırılan
henüz zabtı zor bir devenin üzerindeydim. Deve dik başlılık edip cemaatin önüne
önüne giderdi. Babam Ömer (radıyallahu anh) devenin bu davranışından üzülür, onu
tekrar geriye atardı. Bana da: "Devene sahib ol, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın önüne geçmesin" derdi. Sonunda Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): -Ey Ömer, onu bana sat dedi. -Pekala o senin
olsun ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Böylece deveyi Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) ondan satın almış oldu. Sonra da Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bana dönerek: "Ey Abdullah, deveyi sana bağışladım, artık o senindir, onu
istediğin gibi kullan" dedi.
225 İbnu Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle emretti: "Ağaçların
üzerinde o yılın meyveleri (olgunlaşmaya) salih olduğu (kızarmak, sararmak
sûretiyle) zahir olana kadar, meyveleri satmayın. Yaş hurmayı kuru hurma
karşılığında da satmayın." Yine Abdullah İbnu Ömer, Zeyd İbnu
Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
yaş hurmayı kurusu ile değiştirmeyi yasakladıktan sonra, ariyyenin (muayyen bir
ağacın başındaki yaş hurmayı) yerdeki yaş veya kuru hurma ile tebdiline müsaade
buyurdu. Bu çeşit bir değiş tokuşa başka alım-satımlarda müsaade buyurmadı."
İbnu Ömer'e meyvenin salih olarak ortaya çıkması nedir? diye sorulunca şu cevabı
verirdi: "Meyvenin afete uğrayarak zarar görme tehlikesini
atlatmasıdır."
226 Buhari'nin dışındaki müelliflerin kaydettiği
bir diğer rivayette şöyle denir: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) meyvesi
olgunlaşıncaya kadar hurmayı, danesi beyazlaşıp afetten emin oluncaya kadar
başağı satmaktan men etti. Bu muameleden satıcı da alıcı da
yasaklanmıştır.
227 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) olgunlaşmazdan önce meyvenin ağacın başında
iken satılmasını yasakladı. Kendisine (aleyhissalatu vesselam) meyvenin
olgunlaşması ile ne kastediliyor? diye sorulunca: "Onun kızarması ve
sararmasıdır" diye açıkladı ve ilave etti: "Cenab-ı Hakk bir afet vererek
meyveye mani olacak olsa, kardeşinden aldığın parayı nasıl helal
addedeceksin?"
228 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) alacalanmazdan önce meyvenin satılmasını
yasakladı. "Meyvenin alacalanması nedir?" diye sorulunca: "Kızarması, sararması
ve yenir hale gelmesidir" diye açıkladı.
229 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) siyahlanmazdan önce üzümün,
sertleşmezden önce hububatın satılmasını yasakladı."
230 Harice
İbnu Zeyd (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, babası, süreyya yıldızı
doğmadıkça meyve satmazdı.
231 Sehl İbnu Ebi Hasme (radıyallahu
anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) yaş hurmayı kuru hurma
ile değiştirmeyi yasakladı ve "Bu riba'dır, buna müzabene denir" buyurdu. Ancak
ariyye satışını bundan istisna etti. Ariyye bahçe sahibinin ayırdığı bir veya
iki hurma ağacıdır. Onların başındaki meyvenin kuruyunca ne kadar olacağını göz
kararıyla tahmin eder. Bunun bedelince yaş hurma (satın alıp) yer".
Tirmizi bir başka rivayette şu ilaveyi kaydeder: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) yaş üzümü kuru üzümle her meyveyi, meyve cinsinden tahmini
karşılığıyla satmayı yasakladı." Yahya İbnu Said ariyye'yi şöyle açıkladı:
"Kişinin ailesine yedirmek maksadıyla birkaç hurma ağacının yaş meyvesini,
-miktarını tahmin yoluyla takdir edip- kuru hurma karşılığında satın
almasıdır."
232 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam), kuru hurma vererek, tahmin yoluyla
ariyyelerin satın alınmasına, beş vask veya beş vasktan az miktar için izin
verdi. "Ravilerden biri, "beş vask" mı? dedi, yoksa "beş vasktan az" mı? dedi
diye şüphe etmiştir.
233 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) müzabene ve muhakala'yı yasakladı.
Müzabene, yeni meyvenin daha hurma, ağacının başında iken satın alınmasıdır.
İmam Malik "...kuru hurma vererek" ziyadesini kaydetti. Muhakale de
buğday karşılığında tarlanın kiralanmasıdır.
234 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) müzabene'yi
yasakladı. Müzabene, yaş hurmayı, ölçeğe vurarak kuru hurma mukabili satmaktır,
keza taze üzümü ölçeğe vurarak kuru üzüm karşılığında
satmaktır."
235 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ekini, ölçekli olarak buğdayla satmaktan
yasakladı."
236 Sahiheyn'in Hz. Cabir'den kaydettikleri bir
rivayet de şöyle: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Muhabere ve Muhakale'yi
yasakladı. Ata der ki: "Cabir bize şu açıklamayı yaptı: Mahabere: Boş araziyi,
sahibi bir başkasına verir. Alan adam bütün masrafları karşılayarak tarlayı
eker. Tarla sahibi mahsülden hisse alır. Müzabene'ye gelince, bunun "daha ağaçta
iken yaş hurmayı, kuru harma ile ölçekle satmak" olduğunu söyledi. Muhakale ise,
ekinden cari bir alış-veriş, müzabene'ye benzer, ekinin ölçekle buğday mukabili
satılmasıdır.
237 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) muhakale, müzabene, muaveme ve muharebe
suretiyle yapılan alış-verişleri yasakladı. -Ravi der ki: Muaveme, bir kaç yılı
içine alan bir satıştır.- Keza, sünya'yı da yasakladı" Sünen müellifleri şu
ziyadeyi kaydederler. "...bilinme durumu hariç"
238 Nesai'nin
diğer bir rivayetinde: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)... muhadara ve
muhabere satışlarını yasakladı" der. Ravi şu açıklamayı yaptı: Muhadara,
hurmanın alaca düşmezden önce satılmasıdır, muhabere de, yığının, (miktarını göz
kararıyla tahmin edip) şu kadar bu kadar sa'ya satmaktır. Buhari,
Enes'ten şu ziyadeyi kaydetti: "...mülamese ve münabeze'yi de...
yasakladı."
239 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh) buyurdu ki: "Efendisinden çocuk doğuran cariyeyi efendisi
artık satamaz, hibe edemez, miras olarak da bırakamaz. Hayatta kaldığı müddetçe
ondan istifade eder. Ölecek olursa cariye hür olur."
240 Rezin,
Hz. Cabir (radıyallahu anh)'in şu sözünü kaydeder: "Biz Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) zamanında ümmü
veled'i satardık. Hz. Ömer bu alış-verişten bizi yasaklayınca terk ettik."
İbnu'l-Esir: "Bu rivayeti ana kaynaklarda (Usûl) göremedim"
der.
241 İbnu Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) vela'nın alım-satımını ve hibe edilmesini
yasakladı." Bazı alimler, hadisteki "...hibe edilmesini..." kısmının, Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sözü olamıyacağını iddia
etmiştir.
242 İyas İbnu Abdillah (radıyallahu anh) "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in suyun satılmasını yasakladığını" rivayet
etmiştir.
243 Hz. Cabir' (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine
göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) "Suyun fazlasını satmayı
yasaklamıştır."
244 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın: "Ot satmak maksadıyla suyun fazlası satılmaz"
dediğini rivayet etmiştir.
245 Nesai dışındaki beş kitapta
geldiğine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle emretmiştir: "Ota
mani olmak maksadıyla suyun fazlasına mani olmayın."
246 Amra
Bintu Abdirrahman'ın naklettiğine göre Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurmuştur: "Kuyu suyunun fazlası yasaklanamaz"
247 Muhacirlerden
bir kişi şunu anlatmıştır: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte
üç defa gazveye katıldım. Onun şöyle söylediğini işittim: "Müslümanlar üç şeyde
ortaktırlar: Suda, otda ve ateşte."
248 Büheysetu'l-Fezariyye
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan
izin isteyerek kendisi ile kamisi arasına girdi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı öpüyor ve kucaklıyordu. Sonra: "Ey Allah'ın Rasûlü yasaklanması
yasak olan şey nedir? bana söyle" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Tuz!" dedi. Babam tekrar sordu: "Başka ne var?" Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Ateş!" dedi. Sonra tekrar sordu: "Ey Allah'ın Resûlü yasaklanması
helal olmayan şey nedir?" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Hayır yapman
kendine hayırdır" cevabını verdi"
249 Ebu Ümame (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şarkıcı
cariyeleri satmayın, satın da almayın. Onlara (musiki) de öğretmeyin. Onları
alıp satmak şartıyla yaptığınız ticarette hayır yoktur, onlar için ödenen para
haramdır." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: "Şu ayet bu gibiler
hakkında nazil olmuştur: "İnsanlardan bazıları, bir bilgisi olmadığı halde,
Allah yolundan saptırmak için boş sözlere müşteri çıkarlar. Allah yolunu alaya
alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azab vardır" (Lokman
6),
250 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) taksimden önce ganimetin satılmasını
yasakladı."
251 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Cahiliye insanları, devenin etini, karnındakinin hamileliği vaktine satarlardı.
"Karnındakinin hamileliği" devenin karnındakini doğurması, doğanın da büyüyüp
hamile kalmasıdır. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu alış-verişi
yasakladı." Buhari'nin bir rivayetinde "...sonra karnındaki de doğar"
denir.
252 İbnu Abbas (radıyallahu anh)'ın naklettiğine göre
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Ödemenin, karnındakinin
doğumuna tehiri riba (faiz)dır."
253 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) erkek deveye (parayla) çekmeyi
yasakladı."
254 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hassan
(radıyallahu anh), Ebu Talha (radıyallahu anh)'nın tasadduk ettiği Beyruha adlı
bahçeden hissesine düşen kısmı (Hz. Muaviye'ye yüzbin dirheme) satmıştı.
Kendisine: "Ebu Talha'nın sadakasını satıyor musun?" dediler. Şu cevabı verdi:
"Yani bir sa' hurmayı, bir sa' para mukabilinde satmayayım
mı?"
255 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) hayvanın et mukabilinde satılmasını yasakladı."
256 İbnu
Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelerek alış-verişte aldatıldığını söyledi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kendisine: "Alış-veriş yaptığın kimseye: Aldatmaca yok!
de" buyurdu.
257 Abdülmecid İBnu Vehb anlatıyor: "Bana, el-Adda'
İbnu Halid (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana
yazdığı bir mektubu sana okuyayım mı?" dedi. Ben: "Memnuniyetle!" deyince bir
mektup çıkardı. Mektupta şunlar yazılı idi: "Bu, el-Adda İbnu Halid İbni
Zehve'nin Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'den satın aldığı şeyi tevsik eder.
el-Adda ondan bir köle veya cariye satın aldı. Kölede, ne herhangi bir hastalık,
ne (zina, hırsızlık, kaçma gibi) bir düşkünlük ne de (satışını gayr-ı meşru
kılan hürr asıllı bulunmak, emanet ve rehin olarak verilmiş olmak gibi) haramlık
yoktur. Bu Müslümanın Müslümana satışıdır."
258 İbnu Ebi Evfa
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam çarşıya satmak üzere mal koydu.
Müslümanlardan biri alıcı çıkınca, onu ikna için, "senin vermediğin parayı
ödedim" diye Allah'a kasem etmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah'ın
ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, işte onların ahirette bir
payları yoktur. Allah, kıyamet günü, onlara hitab etmeyecek, onlara bakmayacak,
onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir" (Al-i İmran,
77),
259 Amr İbnu Dinar anlatıyor: "Nevvas adında biri vardı.
Yanında su içme hastası bir deve vardı. İbnu Ömer (radıyallahu anh) bu deveyi
ortağından satın aldı. Ortağı kendisine uğrayınca: "Şu devemiz var ya onu
sattık" dedi: Ortağı "kime" deyince "şu şu evsafta bir yaşlıya" diye tarif etti.
Ortağı: "Öylemi, amma da yaptın, vallahi o zat İbnu Ömer'dir" dedi: "Sonra İbnu
Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ortağım sana su içme hastası bir deve satmış,
durumunu da sana söylememiş" dedi. İbnu Ömer: "Öyleyse götür onu" dedi. Adam
götürmek üzere tutunca: "Bırak deveyi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
hükmüne razıyız, sirayet yoktur" buyurdu."
260 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çarşıda bir
yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet
bulaştı. Adama: "Ey satıcı nedir bu?" diye çıkıştı. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü,
yağmur ıslattı, deyince: "Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz
mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir" buyurdu.
261 Ebu
Davud ve Tirmizi'nin rivayetlerinde (yukarıdaki hadiste) şu ziyade mevcuttur:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a "elini yığına daldır" diye vahyedildi, o
da elini daldırdı. Yığın ıslaktı. "Aldatan bizden değildir"
buyurdu."
262 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:
"Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber
vermeden satması haramdır."
263 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Deve ve
koyunun memelerinde süt bekletmeyin. Kim böyle sütü bekletilmiş bir sağmal
hayvan satın almışsa sağdıktan sonra muhayyerdir, dilerse kabul eder, dilerse
bir sa' miktarında kuru hurma da vererek iade
eder."
264 Buhari'nin bir başka rivayetinde "...Memun kalırsa
hayvanı tutar, memnun kalazsa iade eder. İade ettiği takdirde sağdığı süt için
bir sa' kuru hurma verir" denmektedir.
265 Müslim'in bir
rivayetinde "Müşteri satın aldığı sütü bekletilmiş sağmal hayvan hakkında üç gün
muhayyerdir. İade edecek olursa beraberinde bir sa' miktarında yiyecek verir,
buğday değil" denmektedir. Müslim'in bir başka rivayetinde: "...bir sa'
kuru hurma verir, buğday değil" denir. Buhari ve Müslim'in
rivayetlerinde: "Deve ve koyunun sütü (satış sırasında) memede bekletilmez"
buyurulur.
266 Nesai'nin bir rivayetinde: "Kim sütü bekletilmiş
bir deve veya davar satın alırsa..." denir.
267 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kim sütü memesinde bekletilmiş bir deve satın alırsa o üç gün muhayyerdir.
Şayed iade edecek olursa, hayvanla birlikte, sütü mislince veya sütünün iki
mislince buğday da verir."
268 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurdular ki: "(Alıcı
olmadığınız halde, fiyatları kızıştırmak için) müşteri ile satıcının aralarına
girmeyin."
269 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) diyor ki: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) müşteri kızıştırmayı yasakladı". İmam
Malik şu ilavede bulunur: "Kızıştırma (necş): Aslında alıcı olmadığın halde,
(araya girerek) mala değerinden fazla fiyat vermendir. Böylece (gerçekten almak
isteyen) bir başkası, seni takiben mala daha fazla fiyat vererek
aldanır."
270 İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:
"Müşteri kızıştıran, riba yemiş haindir. Bu iş, batıl bir aldatmadır, helal
değildir."
271 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un anlattığına göre:
"Kendisi, hanımından bir cariye satın alır. Ancak karısı bir şart koşarak der
ki: "Şayet cariyeyi satacak olursan, satın aldığın fiyatla ben alacağım." Bu
hususta Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e sordum. Bana: "Cariyeye yaklaşma. Onda
başka birisi için şart var" dedi.
272 Amr İbnu Şuayb İbni Muhammed
İbni Abdillah İbni Amr İbni'l-As babası tarikiyle ceddi Abdullah'tan rivayet
ettiğine göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), bey'u'l-urban'ı
yasaklamıştır." İmam Malik bey'ul-urban'ı şöyle tarif eder: "Kişinin bir
köle veya cariyeyi satın alıp veya bir hayvanı kiralayıp, sonra satan veya
kiralayan kimseye: "Sana şu kadar dirhem veya dinar veriyorum, şu şartla ki, ben
bu malı satın alır veya senden kiraladığım hayvana binersem sana vermiş olduğum
para, malın bedelinden veya hayvanın kirasından sayılacaktır. Şayet malı
almaktan, veya hayvanı kiralamaktan vazgeçersem, sana önceden vermiş olduğum
para senin olsun" der.
273 Abdullah İbnu Ebi Bekr'in anlattığına
göre: "Dedesi Muhammed İbnu Amr, el-Efrak adındaki bağının meyvesini dört bin
dirheme sattı. Bundan sekiz yüz dirheme (tekabül eden) hurmayı müstesna
kıldı."
274 İmam Malik (radıyallahu anh)'e ulaştığına göre, Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) satışı ve selefi yasaklamıştır.
İmam Malik bunu şöyle açıklar: "Bu, bir kimsenin diğerine şöyle demesidir:
"Senin malını şu şu fiyata alıyorum ancak bir şartla sen de benden şunu ve şunu
selef sûretiyle satın alacaksın". Bu çeşit bir muamele caiz
değildir."
275 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte gazveye katıldım. Ben su taşımada
kullandığımız devemizin üzerinde giderken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bana kavuştu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua
buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye başladı. Bana: "Deveni
nasıl görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz değdi" dedim.
"Onu bana satar mısın?" buyurdu. Ben utandım, bundan başka su taşıyan devemiz
yoktu. Yine de "evet" dedim ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak
şartıyla deveyi kendilerine sattım. Ona: "Ey Allah'ın Rasûlü yeni evliyim"
diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni
dayım karşıladı. Deveden sordu. Deve ile ilgili yaptıklarımı anlatınca beni
ayıpladı. İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Bakire
ile mi, dulla mı evlendin?" diye sormuştu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire
ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın
Resûlü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı
yaşta, onların terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç
biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu sebeple onlara bakıp terbiyelerini yapacak
birdulla evlendim" dedim." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarına gittim. Bana parasını verdi ve
deveyi de iade etti."
276 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Deveyi bana bir okiyye'ye sat" dedi. Ben:
"Hayır" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ısrar ederek: "Onu bana bir
okiyye'ye sat" dedi ben de sattım fakat evime kavuşuncaya kadar binme şartını
koştum. Medine'ye gelince, teslim etmek üzere deveyi Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a getirdim. Bana parasını hemen ödedi. Ben oradan ayrıldım. Arkamdan
birini göndererek: "Esasen senin devene müşteri değilim, sen deveni geri al
artık, o yine senin olsun" dedi. Bir diğer rivayette: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hayvanın sırtını Medine'ye kadar bana iade etti"
denir. Bir diğer rivayette: "Medine'ye kadar sırtı senin"
denir. Bir diğer rivayette: "...Medine'ye kadar sırtını şart kıldı"
ifadesi vardır. Buhari der ki: "Şart kılma ifadesi rivayetlerin çoğunda yer
alır. Sahih olan da budur." Bir diğer rivayette: "Deveyi, dört
dinara (sattım)" denir. Bu, dinarın on dirhem hesabından bir okiyye yapar. Diğer
bir rivayette "Bir okiyye altın'a" denir. Diğer bir rivayette "ikiyüz dirheme"
denir. Bir diğer rivayette "dört okiyye'ye" denir. Bir diğer rivayette "Yirmi
dinara" denir. Bir diğer rivayette: "Medine'ye geldiğim zaman
dikkatli ol hanımın hayızlı olabilir" buyurdu. Bu rivayette "Akşam vakti
Medine'ye geldim. Mescide uğradım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı orada
mescidin kapısında buldum. Bana "Şimdi mi geldin?" diye sordu. "Evet!" dedim.
Bana: "Deveni bırak, içeri gir, iki rek'at namaz kıl!" buyurdu. Ben hemen
girdim, namaz kıldım ve döndüm. Hz. Bilal'e emrederek bana bir okiyye tartmasını
söyledi. Bilal derhal tarttı ve biraz da fazla koydu" denir. Bir
diğer rivayette Cabir (radıyallahu anh) der ki: "(Evimize) girmek için gittiğim
zaman, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle uyardı: "Biraz ağır olun,
evlere geceleyin girelim. Böylece, saçı başı dağınık olanlar taranır, gurbette
kocası olanlar etek traşı olurlar."
277 Müslim'in bir diğer
rivayetinde şöyle gelmiştir: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"-Bana şu deveyi sat" buyurdu. Ben: "-Hayır satmam, size
bağışlıyorum, deve sizin olsun ey Allah'ın Resûlü" dedim. "-Olmaz,
bağış kabûl etmem, sat onu bana" buyurdu. Ben: "-Öyleyse, dedim, bir
adama bir okiyye miktarında altın borcum var, ona mukabil deveyi size sattım"
dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "-Aldım onu, ancak sen
yükünü Medine'ye kadar onun üzerinde götür" dedi. Medine'ye gelince,
Hz. Bilal (radıyallahu anh)'e: "-Cabir'e bir okiyye altın ver, biraz
da fazla olsun" emretti. Bilal bu söz üzerine bir kirat fazla tarttı. Kendi
kendime: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana verdiği fazla miktarı
yanımdan hiç ayırmayacağım" dedim. Harra harbinde, Şamlılar tarafından yağma
edilinceye kadar, kesemin dibinde duruyordu."
278 Yine Müslim'den
gelen bir başka rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bana,
deveyi şu, şu bedele sat, Allah da seni mağfiret buyursun, olmaz mı?" dedi. Ben
cevaben: "elbette, o sizin olsun" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir
taraftan miktarı artırmaya devam ediyor bir taraftan da: "Allah Teala sana
mağfiret buyursun" diyordu. Bu sözü üç kere tekrar
etti."
348 Hakim İbnu Hizam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar
birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (her şeyi)
beyan ederlerse bu alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Gerçeği
gizlerler ve yalan söylerlerse, alış-verişlerinin bereketi
kalmaz."
349 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Alış-veriş yapan
iki taraf, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Ancak, aralarında
muhayyerlik anlaşması varsa bu müstesna. Bu durumda, "karşı taraf pişman olur da
akdi bozar" korkusuyla birinin oradan ayrılması helal
olmaz.
350 Ebu Davud'un Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
hazretlerinden kaydettiği bir rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Alış veriş yapan her iki taraf da akitden memnun
kalmadıkça ayrılmasınlar."
351 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir bedeviyi, satıştan sonra
muhayyer kıldı."
352 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar ihtilafa
düşerlerse satanın sözü esas alınır. Müşteri muhayyer
bırakılır."
353 Ebu'l Vadi' anlatıyor: "Bir gazvede bulunduk. Bir
yere indik. Bir arkadaşımız, bir köle karşılığında bir at sattı. O günün geri
kalan kısmında ve geceleyin beraber kaldılar. Sabah olunca göç hazırlığı
yapıldı. Adam kalkarak atını eğerlemeye gitti. Bu satıştan pişman olmuştu.
Öbürüne gidip akdi bozmak istedi. Fakat diğeri kabul etmedi, atı vermeyi
reddetti ve "Aramızda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından Ebu
Berze hakem olsun" dedi. Ona gelip, durumu anlattılar. Ebu Berze: "Aranızda
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın hükmüyle hükmetmeme razı mısınız? Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurmuştu ki: "Alım-satım yapanlar,
birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler." Ben sizi ayrılmış
göremiyorum."
354 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) taksim edilmedikçe her (akar) malda şuf'a
hakkı bulunduğuna hükmetti. Araya sınırlar konup, yollar tayin edilince şuf'a
hakkı kalkar." Bu hadisi Beş Kitap da tahric etmiştir. Müslim'deki metin
şöyledir: "Henüz taksim edilmemiş arazi, mesken, bahçe gibi (akar nevinden) her
ortaklıkta şuf'a hakkı vardır. (Ortaklarından birinin) ortağına haber vermeden
satması helal olmaz. Satmadan önce haber verir, ortağı satın alır veya terkeder.
Ortağına haber vermeden satarsa, ortağı bu mala (aynı fiyat karşılığında) hak
sahibi olur."
355 Ebu Davud ve Tirmizi'de gelen bir diğer rivayet
şöyledir: "Komşu, komşusuna karşı şuf'a hakkına sahiptir. Aynı yoldan
işliyorlarsa, komşu bulunmadığı takdirde, gıyabında satış yapmaz,
bekler."
356 Tirmizi'nin bir diğer rivayetinde: "Evin komşusu eve
bir başkasından daha çok hak sahibidir"
buyrulmuştur.
357 Tirmizi'nin ve Ebu Davud'un Semure'den
yaptıkları bir rivayete göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurmuştur: "Evin komşusu komşunun evine veya tarlaya daha ziyade hak
sahibidir."
358 Amr İbnu'ş-Şerid'den anlattığına göre, Ebu Rafi
(radıyallahu anh)'nin şöyle söylediğini işitmiştir: "Komşu, yakın komşusuna
karşı daha çok hak sahibidir."
359 Şerid (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: "Ey Allah'ın
Resûlü tarlam var, kimsenin bunda ne ortaklığı ne de hissesi var, ancak komşum
var" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Komşu, yakın olan eve daha
ziyade hak sahibidir" buyurdu.
360 Hz. Osman (radıyallahu anh)
buyurdular ki: "Bir araziye sınırlar konacak olursa artık onda şuf'a hakkı
kalmaz, ne kuyunun suyunda şuf'a hakkı ne de hurma ağaçlarını telkih de
(döllemede) şuf'a hakkı kalmaz."
361 İbnu Abbas (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye geldiğinde
Medineliler, bir yıllık, iki yıllık hurma mahsulünü peşinen satarlardı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: "Hurmayı kim önceden satarsa
ölçüsünü, tartısını belirterek, vadesini tayin ederek satsın"
buyurdu. Bunu Beş Kitap tahric etmiştir. Buhari ve Ebu
Davud'da gelen diğer rivayetlerde aynısı ifade edilmiş ve şöyle bir farklılığa
yer verilmiştir: "...iki ve üç yıllık..."
362 Muhammed İbnu
Ebi'l-Mücalid anlatıyor: "Abdullah İbnu Şeddad İbni'l-Had ve Ebu Bürde selef
mevzuunda ihtilafa düştüler. Beni, İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)'ya
gönderdiler. Ben kendisine bu hususta sordum. Şu cevabı verdi: "Biz Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma)
devirlerinde buğday, arpa , kuru üzüm ve kuru hurma hususlarında selef'te
bulunurduk. Ben, ibnu Ebza'ya da sordum. O da buna benzer bir cevap
verdi."
363 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "...Dedim ki:
(siz selem akdini) yanında alacağınız malın aslını bulunduran kimse ile mi
yapardınız?" Şu cevabı verdi: Biz selem yaptığımız kimseye o hususu
sormazdık." Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade var: "(Selem akdini)
alacağımız mal elinde bulunmayan kimselerle yapardık."
364 Ebu
Said el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) dedi ki: "Kim bir yiyecek veya bir başka şeyde selem akdi yapmışsa, bu
malı fiilen kabzetmedikçe bir başkasına
satmasın."
365 Ebu'l-Bahteri anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'e hurmada selem yapılır mı? diye sordum. Bana: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), meyvesi (yenmeye) salih oluncaya kadar hurmanın
satılmasını yasakladı" cevabını verdi.
366 İbnu Abbas'dan da böyle
bir rivayet yapılmıştır. Rivayetinde der ki: "...Ondan yeninceye, tartılıncaya
kadar. Ben "Tartılması da nedir?" diye sordum. Yanında bulunan bir zat: "Miktarı
göz kararı ile kabaca takdir edilebilinceye kadar" diye
açıkladı."
367 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
selem yoluyla (yani parasını peşin alarak, çıkacak mahsülden verilmek üzere) bir
ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç mahsül vermedi. Satıcı ile
müşteri ihtilafa düşerek davalarını Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
getirdiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) satıcıya: "Onun parasını nasıl
helal addedersin, parayı geri ver" dedi. Sonra şunu söyledi: "Hurma (yenmeye)
salih oluncaya kadar onu selem yoluyla satmayın."
368 İmam Malik,
İbnu Ömer'in sözü olarak şunu tahric etmiştir: "Kişinin, bir başkasına selem
yoluyla yiyecek satmasında bir beis yoktur, yeter ki, yiyecek maddesinin fiyatı
belirlenmiş, ödemenin zamanı tayin edilmiş olsun. Ancak (hasada) salahı ortaya
çıkmayan ekinde veya (yenmeye) salahı ortaya çıkmayan hurmada selem
olmaz."
369 İmam Malik'e ulaştığına göre, "Bir adam, Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'a gelip başka bir memlekette ödemek şartıyla kendisiyle selem
akdi yapan bir adamdan haber vererek bu akid hakkında sormuştur da Hz. Ömer
(radıyallahu anh) hoşnutsuzluk izhar etmiş ve: "Pekala, devenin kirası nerede?"
demiştir."
370 Yine İmam Malik'e ulaştığına göre, İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Kim selem akdi yaparsa, sakın fazla alma
şartı koşmasın. Bir avuç saman bile olsa bu fazlalık
ribadır."
371 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Ma'mer İbnu Ebi Ma'mer
-ki İbnu Abdillah da denir ve Benu Adiyy İbnu Ka'b'dan biridir- dedi ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "İhtikar yapan hatakar
olmuştur." Said İbnu'l-Müseyyeb'e: "Ama sen de ihtikar yapıyorsun"
dendi de: "Bu hadisi rivayet eden Ma'mer de ihtikar yapıyordu" diye cevap
verdi."
372 İmam Malik diyor ki: "Bana ulaştığına göre Hz. Ömer
(radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Bizim çarşımızda ihtikar olamaz. Yanlarında
fazla yiyecek maddesi bulunan bir kısım insanlar, bizim sahamıza Allah'ın
rızkından inmiş olan bir rızka yönelip, onu bize karşı saklayamazlar. Ancak kim,
yaz, kış demeden zahmetlere katlanarak mal getirmiş ise o Ömer'in misafiridir.
Allah'ın istediği şekilde malını satsın, istediği şekilde de
saklasın."
279 Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana: "Allah'ın adıyla bin" dedi. Medine'ye geldiğimiz
zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ashabından bazı gruplarla birlikte
mescide girdi. Ben de mescide girip, devemi kapının yanındaki taş döşeli kısma
bağladım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a "işte deveniz" diye haber
verdim. Mescidden çıktı. Deveye yaklaştı ve "Deve, devemizdir" buyurdu. Sonra
birkaç okiyye altın gönderip: "Bunu Cabir'e verin" dedi. Sonra bana: "Parayı
aldın mı?" diye sordu. "Evet" dedim. Bunun üzerine: "Para da, deve de senindir"
buyurdu (ve deveyi de geri verdi.)"
280 Hz. Aişe (radıyallahu
anha)'nin anlattığına göre: "Berire, mukatebe borcunu ödeme hususunda yardımcı
olması için kendisine (Hz. Aişe'ye) uğramıştı. O ana kadar borcundan herhangi
bir şey ödememiş bulunuyordu. Hz. Aişe, Berire'ye "Ailene dön, senin mukatebe
borcunu ödememi istiyorlarsa bir şartla yaparım: Senin üzerindeki vela hakkı
bana geçmeli" dedi. Berire dönüp, ailesine durumu anlattı. Onlar
kabul etmediler ve: "Sana bir iyilik yapmak isterse yapsın, karışmayız, ancak
vela'n bize aittir" dediler. Hz. Aişe (radıyallahu anha) bunun
üzerine, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e arzetti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ona: "Sen satın al, sonra da azad et. Vela hakkı, azad
edene aittir" buyurdu. Bunu söyledikten sonra Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: "İnsanlara ne
oluyor ki, alış-verişlerinde Kitabullah'ta bulunmayan şartları koşuyorlar?
Kitabullah'ta olmayan bir şart koşana bu helal olmaz. Böyle biri yüz şart da
koşacak olsa, Allah'ın şartı daha doğru, daha
sağlamdır."
281 Diğer bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şöyle söylemiştir: "(Berire'yi) önce
satın al sonra da azad et. (Onu satan efendilerini de bırak, bir işe yaramıyacak
olan) istedikleri şartı koşsunlar." Aişe Berire'yi satın alıp, azad etti.
Berire'nin ailesi, vela hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun
üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam); şu açıklamayı yaptı:
"(Olmaz öyle şey!) Vela hakkı azad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar
(batıldır!)".
282 Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) iki giyim ve iki de alış-veriş tarzını
yasakladı. Yasaklanan satış tarzları: Mülamese ve münabezedir. Mülamese,
diğerinin elbisesine gündüz veya gece, eliyle sadece değmesi, elbiseyi altüst
ederek iyice görmemesi (ve bu kadarla satış akdinin
tamamlanmasıdır). Münabeze ise, kişinin elbisesini öbürüne atması,
öbürünün de kendi elbisesini ona atması ve bu atışmanın da, elbiseye bakıp razı
olmadan satış sayılmasıdır. Yasaklanan iki giyinmeden biri,
iştimalu's-samma'dır; bu da kişinin elbisesini omuzlarından biri üzerine koyup,
sarınması, diğer giyinme omuzunu açıkta elbisesiz bırakmasıdır. Yasaklanan diğer
giyinme tarzı ihtiba'dır. Bu da oturmakta olan bir kimsenin elbisesine
sarınması, bu esnada fercini örten başka bir şey
olmamasıdır."
283 Nesai'nin bir rivayetinde şu açıklama yapılır:
"Münabeze: satıcının; "Bu elbiseyi sana atarsam satış tamam olmuştur" demesidir.
Mülamese de elbiseyi açıp, evirip çevirmeden elini değmesi ve değince de satış
muamelesinin tamam olmasıdır." Nesai'de İbnu Ömer (radıyallahu
anh)'den: "Bu, cahiliye ehlinin, alış-verişte başvurdukları bir tarzdı"
açıklaması yer alır.
284 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bey'u'l-garar ve bey'u'l-hasatı
yasakladı."
285 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Halk öyle
çetin devirler yaşayacak ki, o zaman zenginler, kendilerine emredilmediği halde,
cimriliklerinden, ellerindekileri çok sıkı tutacaklar. Cenab-ı Hakk: "Aranızdaki
fazileti unutmayın" buyurmaktadır (Bakara 237). Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da şunları yasaklamıştır: Bey'u'l-muzdar'ı, bey'u'l-garar'ı, (meçhûlün
satışı) ve salahı ortaya çıkmadan meyve satışını."
286 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Köylü
adına şehirli satış yapmasın" dedi ve ilave etti: "Bırakın insanları, Allah
birinin sebebiyle diğerini rızıklandırsın" buyurdu."
287 Hz. Enes
(radıyallahu anh)'ten gelen bir başka rivayette şu şekilde ifade edilmiştir:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin
köylü adına satış yapmasını menetti."
288 Ebu Davud ve Nesai'den
gelen bir başka rivayette şöyle buyurulur: "Şehirlinin köylü adına satış yapması
yasaktır, şehirli köylünün kardeşi veya babası bile olsa." Ebu Davud'un Hz. Enes
(radıyallahu anh)'ten yaptığı bir başka rivayet şu ziyadeyi ihtiva eder:
"Şehirli köylü için hiçbir şey satmasın, köylü adına satın da almasın"
demektir.
289 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) şöyle emrettiler: "Satıcılar mallarını çarşıya
indirmezden önce yolda karşılayıp alış-veriş yapmayın." Tirmizi ve
Muvatta dışındakilerde tahric edilmiştir. Ebu Davud hadisin baş
kısmında şu ziyadeye yer verir: "Birbirinizin alış-verişine karşı alış-veriş
yapmayın. (Pazara giden) malı yolda karşılamayın." Nesai'de "ticaret
malı (es-Sila')" yerine "Celeb malı" tabiri kullanılmıştır. (Celeb: Satmak için
celbedilen mala denir.).
290 İbnu Ömer'den gelen bir başka
rivayette: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) satıcının malını övmesini ve
daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya şehirlinin köylü adına
satış yapmasını yasakladı" buyrulur. Bir başka rivayette de sadece
"malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı"
denmektedir.
291 Aynı kaynakların İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan
yaptıkları bir rivayette şöyle denir: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
buyurdu ki: "Pazara binerek (uzaktan) gelenleri yolda karşılamayın. Şehirli,
köylü adına alım-satım yapmasın." Tavus, İbnu Abbas (radıyallahu
anh)'tan sordu: "Şehirli köylü adına alım-satım yapmasın" sözünden maksat
nedir?" İbnu Abbas: "Onun adına simsarlık yapmasın (yani ücret mukabili
alım-satım işlemini yapmasın)."
292 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), celeb malın pazara gelmeden önce
karşılanmasını yasakladı. Kim onu yolda karşılar ve satın alırsa, malın sahibi
pazara gelince muhayyerdir (satıştan vazgeçebilir).
293 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle haber verdi: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bir satışta iki satışı yasakladı."
294 Ebu Davud'da
gelen rivayet şöyledir: "Bir satışta iki satış yapan kimseye en düşük olanı
(helal)dır. Aksi halde ribadır."
295 İmam Malik (radıyallahu
anh)'ten anlatıldığına göre ona şu durum ulaşmıştır: "Adamın biri diğer
birisine: "Bana şu deveyi peşin parayla sat, ben de sana vade ile satayım" der.
Adam bu tarz alış-veriş hakkında İbnu Ömer'e sorar. İbnu Ömer hoşlanmaz ve adamı
bu işten nehyeder."
296 İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığı
üzere Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Birinizin
satışı üzerine başkanız satış yapmasın."
297 Nesai'den gelen bir
diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Kişi, kardeşi, satın alma işini kesinliğe
kavuşturuncaya veya tamamen vazgeçinceye kadar araya girip alış-verişte
bulunmasın."
298 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şehirlinin köylü adına alış-veriş
yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat vererek
fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alış-veriş muamelesi kesinlik kazanıp
tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alış-verişe girişmesini, bir kız
istetilmiş iken ona talib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak
için- kocasına onu boşamasını taleb etmesini yasakladı." Bir başka
rivayette: "...Kardeşinin satışı (kesinleşmeden araya girip fiyatını)
artırmasın" şeklindedir. Bir başka rivayette: "...Kişi kardeşinin
pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın."
299 Ebu Davud'dan gelen bir
başka rivayette şöyle denmiştir: "Deve ve davarın sütünü memesinde bekletmeyin.
Kim böyle (memede sütü bekletilmiş) bir hayvanı satın alırsa, sağdıktan sonra
muhayyerdir: Memnun kalırsa hayvanı alıkor, memnun kalmazsa hayvanı iade eder ve
(sağdığı süte karşılık olmak üzere) bir sa' hurma verir."
300 İbnu
Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Pazara gitmekte olan malı önceden karşılamayın. Hayvanların
sütünü memelerinde (günlerce bekleterek) biriktirmeyin. Bir birinize karşı
(müşteriyi kızıştırmak için alıcı olmadığınız halde, yüksek fiyat vererek) malın
değerini artırmayın."
301 Abdullah İbnu Amri'bni'l-As (radıyallahu
anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Hem veresiye hem satış helal olmaz. Bir satışta iki şart da helal
değildir. Zimmette olmayanın karı yoktur. Yanında bulunmayan malın satışı
yoktur."
302 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) miktarı bilinmeyen kuru hurma yığınını, miktarı belli
kuru hurma ile satmayı yasakladı.
303 Nesai'nin bir diğer
rivayetinde şöyle denmiştir: "Yiyecek yığını, yiyecek yığını mukabilinde
satılmaz. Yiyecek yığını, miktarı belli yiyecek mukabilinde
satılmaz."
304 Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim, diyordu ki: "Kim çocuğuyla annesi arasını
ayırırsa kıyamet günü Allah (celle celaluhu) sevdikleriyle onun arasını
ayırır."
305 Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre,
"(Satış sebebiyle cariye bir) anne ile çocuğunun arasını ayırmıştı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bunu yasakladı ve satışı bozdu."
306 Hz.
Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana,
kardeş iki köle hediye etti. Bunlardan birini sattım. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bir ara sordu: "Köleler ne yapıyorlar?" Ben durumu söyledim. Bunun
üzerine bana: "Satışı boz, satışı boz" buyurdu."
307 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ribayı (faizi)
yiyene de, yedirene de lanet etti." Ebu Davud ve Tirmizi'nin
rivayetlerinde şu ziyade vardır: "(Faiz muamelesine) şahitlik edenlere de bu
muameleyi yazana da..."
308 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar öyle
bir devre ulaşacak ki, o zamanda riba yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan)
yemeyene buharı ulaşacak." Bir rivayette "...tozu ulaşacak"
denir.
309 Amr İbnu'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i Veda Haccı sırasında dinledim, şöyle
diyordu: "Haberiniz olsun, cahiliye devrindeki bütün ribalar kaldırılmıştır,
ödenmeyecektir. Sadece verdiğiniz ana parayı alacaksınız. Böylece ne zulmetmiş
olacaksınız ne de zulme uğramış olacaksınız. Haberiniz olsu cahiliye devrindeki
bütün kan davaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da el-Haris İbnu
Abdilmuttalib'in kan davasıdır. Bu kimse, Benû Leys'te süt anadaydı. Hüzeyl onu
öldürmüştü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): Yarabbi tebliğ ettim mi? dedi.
Cemaat: Evet tebliğ ettin dediler ve üç kere tekrarladılar. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): Yarabbi Şahid ol! dedi ve üç kere tekrar etti."
Hattabi der ki: "Ebu Davud, hadisi şu şekilde, yani "Haris İbnu Abdilmuttalib'in
kan davası..." diye rivayet etmiştir. Halbuki diğer kitaplarda: Rebi'a
İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib'in kan davası şeklinde rivayet
edilmiştir.
310 Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Altın altınla peşin olmazsa
ribadır. Buğday buğdayla peşin satılmazsa ribadır. Arpa arpayla peşin satılmazsa
ribadır. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa ribadır." Yukarıdaki
metin Sahiheyn'in metnidir. Buhari'nin bir rivayetinde, "verik (yani basılmış
dirhem) verikle, altın altınla..." şeklinde gelmiştir.
311 Ebu
Said (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında
bize bayağı hurma veriliyordu. Bu muhtelif cins kuru hurmanın bir karışımı idi.
Bu bayağı hurmanın iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma mukabilinde satıyorduk. Bu
tarz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in kulağına ulaşınca şöyle buyurdu:
"İki ölçek hurmaya bir ölçek hurma, iki ölçek buğdaya bir ölçek buğday iki
dirheme bir dirhem olmaz."
312 Bir rivayette de şöyle gelmiştir:
"Hz. Bilal (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a (iyi cins
bir hurma olan) berni hurması getirmişti. "Bu nereden?" diye sordu. Bilal
(radıyallahu anh): Bizde adi hurma vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yemisi için ondan iki ölçek vererek bundan bir ölçek satın aldık, dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Eyvah! Bu ribanın ta kendisi,
eyvah bu ribanın ta kendisi, sakın öyle yapma. Şayet iyi hurma satın almak
istersen elindekini ayrıca sat. Sonra onun parasıyla iyi hurmayı satın al"
dedi.
313 Sahiheyn'de yer alan bir rivayette şöyle gelmiştir.
"Dinar dinarla, dirhem dirhemle başa baş misliyle değiştirilmelidir. Kim fazla
verir veya fazla alırsa ribaya girmiş olur." Hadisi rivayet eden
ravi der ki: "Ben dedim ki; "İbnu Abbas (radıyallahu anh) bunu söylemez. Ebu
Said der ki: "İbnu Abbas (radıyallahu anh)'a sordum: Sen bunu Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'dan mı işittin, Kitabullah'ta mı gördün? Bana şu cevabı
verdi: "Bunun ikisini de söylemiyorum. Siz, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı benden daha iyi tanırsınız. Ancak bana Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu
anh) haber verdi ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Sadece veresiye
satışta riba vardır" buyurmuştur."
314 Müslim'in bir diğer
rivayeti şöyledir: "Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla,
hurma hurma ile, tuz tuzla başbaşa misliyle, peşin olarak satılır. Kim artırır
veya artırılmasını taleb ederse ribaya girmiştir. Bu işte alan da veren de
birdir." Yine Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayetinde "...cinsleri
farklı ise müstesna" denir.
315 Ubadetu'bnu Samit (radıyallahu
anh)'ten gelen bir başka rivayette (şu ziyade) ifade edilmiştir: "...Bu çeşitler
farklı olduğu takdirde peşin ise dilediğiniz gibi satın." Bu hadisi, Buhari
hariç , Beş Kitap rivayet etmiştir.
316 Ebu'l-Minhal anlatıyor:
"Zeyd İbnu Erkam ve el-Bera İbnu Azib (radıyallahu anh)'e sarf'tan (yani altınla
gümüşü cinsi cinsine satmaktan) sordum. İkisi de şu cevabı verdi: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) altının gümüş mukabilinde veresiye satılmasını
yasakladı."
317 Fadale İbnu Ubeyd (radıyallahu anh) buyuruyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Hayber'de bulunduğu sırada altın ve
boncuklarla yapılmış bir gerdanlık getirildi. Bu satılık ganimet mallarındandı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) altınların boncuklardan ayrılmasını emretti.
Derhal gerdanlığın altın kısmı ile boncuk kısmı birbirinden ayrıldı. Sonra Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Altın, altına mukabil, tartısı tartısına
satılsın" buyurdular.
318 Müslim'de gelen diğer bir rivayette
Haneş es-San'ani der ki: "Biz Fadale ile bir gazvede beraberdik. Derken bana ve
arkadaşlarıma ganimetten bir gerdanlık isabet etti. Gerdanlık altın, gümüş ve
kıymetli taşlardan yapılmıştı. Ben bunu satın almak isteyerek, Fadale'ye sordum.
Bana şöyle cevap verdi: Bunun altınını ayır, bir kafeye koy. Kendi altınını da
bir kefeye koy. Sonra sakın misli mislinden fazla birşey alma! Zira ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kim Allah'a
ve ahiret gününe iman ederse sakın misli mislinden fazla bir şey
almasın."
319 Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), gümüşün gümüşe başa baş olmayan satışını yasakladı.
Bize altın mukabilinde dilediğimiz şekilde gümüş ve gümüş mukabilinde
dilediğimiz şekilde altın satın almayı emretti." Müslim'in ziyadesinde "...Bir
adam "peşin mi?" diye sordu. Ebu Bekre: "Ben böyle işittim" cevabını verdi.
Sahiheyn ve Nesai rivayet etmiştir.
320 Yahya İbnu Sa'id
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hayber'in fethi
sırasında iki Sa'd'a (Sa'd İbnu Ebi Vakkas ve Sa'd İbnu Ubade), ganimet malından
altın veya gümüş bir kabı satmalarını emretti. Onlar, her üç (birim)'i aynı dört
(birim) mukabilinde, veya her dört (birim)'i üç (birim) ayın mukabilinde
sattılar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: "Siz riba yaptınız, geri
verin" emretti."
321 Mücahid anlatıyor: "Ben İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'le beraberdim. Ona bir kuyumcu gelerek: "Ey Ebu Abdirrahman!
Ben altın işliyor ve bunu kendi ağırlığından fazla altınla satıyorum. Böylece
ona harcadığım el emeği miktarında fiyatını artırıyorum" dedi. İbnu Ömer
(radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı. Kuyumcu aynı meseleyi tekrar tekrar
söyledi. Her seferinde İbnu Ömer (radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı ve son
olarak da şunu söyledi: "Dinar dinarla, dirhem dirhemle satılır. Aralarında
fazlalık olamaz. Bu, Peygamberimizin bize vasiyetidir, biz de size vasiyet
ediyoruz (tebliğ edip duruyoruz)." Bu rivayet Muvatta'da tam olarak gelmiştir.
Nesai ise sadece Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sözünü
kaydeder.
322 Ata İbnu Yesar anlatıyor: "Hz. Muaviye (radıyallahu
anh) altın veya gümüşten mamul bir su kabını, ağırlığından daha fazla bir
fiyatla satmıştı. Kendisine Ebu'd-Derda (radıyallahu anh): "Ben Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in bu çeşit alış-verişi yasakladığını işittim.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunların satışı misline misil olmalı diye
emretti" diye itiraz etti. Hz. Muaviye (radıyallahu anh): "Ben bunda bir beis
görmüyorum" diye cevap verdi. Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) öfkelendi ve:
"Muaviye'yi kınamada bana yardım edecek biri yok mu? Ben ona Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'den haber veriyorum o bana şahsi reyinden söz ediyor.
Senin bulunduğun diyarda yaşamak bana haram olsun!" diye söylendi.
Ebu'd-Derda bunun üzerine orayı terkederek Hz. Öbek (radıyallahu anh)'in yanına
geldi. Durumu olduğu gibi ona anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh) Hz. Muaviye
(radıyallahu anh)'ye bir mektup yazarak bu çeşit satışı (altının altınla
satılması), misli misline ve ağırlığına denk olarak yapmasını
emretti."
323 Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Riba veresiyededir" buyurdu. Diğer
bir rivayette: "Peşin alış-verişlerde (cinsler farklı ise fazlalık sebebiyle)
riba olmaz" buyurulmuştur.
324 İbnu Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben dinarla deve satıyor, dinar yerine gümüş alıyordum. Bazanda
gümüşle satıyor, onun yerine dinar alıyordum. Bu durumu Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a arzederek hükmünü sordum. "O andaki (aynı meclisteki)
kıymetiyle olunca bunda bir beis yok" buyurdu."
325 Ebû Davud'un
bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...O günün fiyatıyla almanda bir beis yoktur,
yeter ki aranızda (henüz ödenmeyen) bir miktar olduğu halde birbirinizden
ayrılmış olmayasınız."
326 Ma'mer İbnu Abdillah İbni Nafi
(radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kölesine, bir sa' buğday vererek pazara
yollar ve: "Bunu sat, parasıyla arpa satınal" der. Köle gider. Onu vererek bir
Sa'dan bir miktar fazla arpa satın alır. Köle dönünce, Ma'mer (radıyallahu anh)
ona "Niye böyle yaptın? Çabuk git ve geri ver. Misli misline denk al. Zira ben,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim, şöyle diyordu: "Yiyecek,
yiyecekle misli misline denk olmalıdır." O zaman yiyeceğimiz arpa idi.
Kendisine: "Ama bu arpa onun misli değildir" dendi ise de: "Ben arpanın buğdaya
benzemesinden korkarım" cevabını verdi. "
327 İmam Malik'e
ulaştığına göre, Süleyman İbnu Yesar demiştir ki: "Sa'd İbnu Ebi Vakkas'ın
merkebinin yemi bitmişti. Kölesine: "Ailene ait buğdaydan bir miktar götür, ona
mukabil arpa satın al, sakın mislinden fazla almayasın"
dedi.
328 Ebu Ayyaş'ın -ki ismi Zeyd'dir- anlattığına göre: "Sa'd
İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh)'a, beyaz buğday mukabilinde kabuksuz arpa
satın almanın hükmünü sorar. Sa'd (radıyallahu anh) kendisine "Hangisi daha
kıymetli? diye sorar. Zeyd: "Beyaz buğday" der. Sa'd onu bu işten men eder ve
der ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kuru hurmayı taze hurma
mukabilinde satın alma hakkında sorulduğu zaman işitmiştim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bunu sorana: "Taze hurma kuruyunca ağırlığını kaybeder
mi?" dedi. Adam "evet" cevabını verince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu
bu işten men etmişti."
329 Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), taze hurmayı kuru hurma ile veresiye
satmayı yasakladı" denir."
330 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir köle gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e hicret
etmek üzere biat etti, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onun köle olduğunu
sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ona: "Onu bana sat" buyurdu ve köleyi iki siyah köle mukabilinde satın
aldı."
331 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anh)'ın
anlattığına göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine bir ordu
hazırlamasını emretmiştir. Mevcut develer (askerlere) yetmedi. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (devesi olamayanlar için, bilahere) hazine
develerinden ödenmek üzere deve te'min etmesini emretti. (Böylece Abdullah)
zekat yoluyla hazineye gelecek develerden iki adedi karşılığında bir deve temin
ediyordu."
332 Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'in anlattığına
göre, "Devesini yirmi küçük dev mukabilinde veresiye olarak
satmıştır"
333 İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre,
"Kendisi, satıcının zimmetinde bulunan bir binek devesini, Rebeze'de bulunan
dört küçük deve mukabilinde satın almıştır."
334 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "İki hayvan, veresiye olarak bir hayvana mukabil satılamaz. Peşin
satılırsa bunda bir beis yok."
335 Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hayvanın hayvanla
veresiye satışını yasaklamıştır."
336 İbnu Şihab anlatıyor: "Said
İbnu'l-Müseyyeb derdi ki: "Hayvanda riba yoktur. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) hayvan satışını üç hususta yasakladı: el-Mezamin, el-Melakih ve
Habelu'l-habele. Mezamin: Dişi devenin karnındaki yavru
demektir. Melakih: Erkek devenin belinde bulunan (ve dişiyi
dölleyen) şey demektir. Habelu'l-habele: "Hamile develerin hamile
kalması yani, dişi develerin karnındaki ceninin doğuracağı yavrunun
satımı. İmam Malik, bu tabirleri, yukarıdaki gibi açıklamıştır. Ancak
garib kelimeleri açıklayan lugatci vefakihler nezdinde, mezamin ve melakih
kelimeleri aksi manaları ifade etmektedir.
337 İmam Malik'e
ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ben birisine
bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iadesini şart koştum" dedi ve
hükmünü sordu. İbnu Ömer (radıyallahu anh): "Bu ribadır" diye cevap verdi ve şu
açıklamada bulundu: "Borç verme işi üç şekilde cereyan eder. 1. Borç
vardır, bunu vermekle sadece Allah'ın rızasını düşünürsün. Karşılığında sana
rıza-yı ilahi vardır. 2. Borç vardır, bununla arkadaşını memnun
etmek istersin. 3. Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak
için bu borcu verirsin. İşte bu ribadır." Adam: Öyleyse bana ne
emredersiniz, ey Abu Abdirrahman? diye sordu. İbnu Ömer şu açıklamada bulundu:
"Akdi yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iade ederse
alırsın. Verdiğinden daha az iade eder, sen de alırsan sevap kazanırsın. Eğer
sana, daha iyi birşeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür,
böylece teşekkürünü ifade ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vade tanıdığın için
sevap vardır."
338 Mücahid'in anlattığına göre, "İbnu Ömer
(radıyallahu anh) bir miktar borç para aldı. Bunu sahibine daha iyi bir şekilde
ödedi. Borç veren adam: "Bu verdiğimden efdaldir (fazladır) diyerek almak
istemedi. İbnu Ömer adama: "Biliyorum, ancak için bu şekilde rahat edecek"
dedi.
339 Salim (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'e belli bir vade ile bir başkasında alacağı bulunan adam,
parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vaz geçecek olsa? diye
sordular. İbnu Ömer bunu hoş görmedi ve bu davranışı
yasakladı."
340 Ubeyd İbnu Ebi Salih anlatıyor: "Ben, bilahere
ödenmek üzere Dar-ı Nahle ehline bez sattım. Bir müddet sonra Kûfe'ye gitmek
istedim. Borçlular bana gelerek fiyattan biraz inmem halinde peşin
ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbnu Sabit'e sordum. Bana: "Hayır, bu işi
yapmana cevaz veremem, bunu (ribayı) ne senin yemeni, ne de (satın alanlara)
yedirmeni emredemem" dedi.
341 Ümmü Yunus (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh)'ın Ümmü Velet'i (çocuk doğurmuş
cariyesi), Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ya uğradı ve dedi ki: "Zeyd'in bir
cariyesini el-Ata'ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra aynı cariyeyi ondan, ödeme
zamanı dolmazdan önce altı yüz dirheme satın aldım. Ayrıca ben kendisine, bunu
satacak olursan senden ben satın alacağım diye şart koşmuştum." Hz. Aişe
(radıyallahu anha): "Şart koşman da uygunsuz, satın alman da uygunsuz olmuş.
Zeyd İbnu Erkam'a söyle ki, bu iş sebebiyle tevbe etmezse, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'la birlikte yaptığı cihadı iptal etmiştir"
dedi. Kadın: "Zeyd na yaptı ki (böyle hükmediyorsun?)" diye sorunca
Hz. Aişe cevap olarak şu ayeti okudu: "Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de
faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir..."
(Bakara, 275). Ashab'tan pek çoğu hayatta olduğu halde, kimse bu hükümden dolayı
Hz. Aişe'yi reddetmedi."
342 Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: "Cenab-ı
Hakk'ın terketmeyenler için harb etmeye izin verdiği riba, cahiliye devrinde iki
şekilde cereyan ederdi: 1. Bir kimsenin diğer bir kimsede, vadeli
bir alacağı bulunurdu. Vade dolunca alacaklı: "Ödeyecek misin yoksa faizlesin
mi?" derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse, ölçeklenen, tartılan, ekilen
veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı. 2. Yaşla ölçülen bir
mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vade de uzatılırdı. İslam gelince
Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Allah'tan sakının, inanmışsanız
faizden arta kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve
Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz
sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış
olursunuz" (Bakara 278-279).
343 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Alış-veriş
yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça (akdi bozmakta) muhayyerdirler. Veya
alış-veriş yapanlardan biri diğerine "muhayyersin" demişse yine muhayyerdir."
Ravi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın belki de "Alış-veriş yapanlardan
biri "muhayyerlik şartı üzere olsun demişse" şeklinde buyurmuş olacağında şüphe
etmektedir."
344 Sahiheyn'de gelen bir rivayette şöyle
buyurulmuştur: "İki kişi alış-verişte bulununca, onlar ayrılmadıkça, veya biri
diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Biri diğerini muhayyer
bırakır da bu şartla alış-veriş yaparlarsa artık akit kesinleşmiştir.
Alış-verişi yaptıktan sonra ayrılırlaer da ikisinden biri satıştan vazgeçmezse
yine satış kesinleşmiştir."
345 Müslim'in bir diğer rivayetinde
şöyle buyurulmuştur: "Alış-veriş yapan herhangi iki kişi arasında ,
birbirlerinden ayrılmadıkça akit kesinleşmiş olmaz. Ancak muhayyerlik şartıyla
yapılan satış müstesna!"
346 Müslim'in bir diğer rivayetinde Nafi
der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) bir kimse ile alış-veriş yapınca bu
satışın bozulmasını istemedi mi kalkar biraz yürür, sonra geri
dönerdi."
347 Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "İbnu
Ömer, bir alış-verişi oturarak yapmış ise, akdin kesinleşmesi içiin ayağa
kalkardı."
373 İmam Malik'e ulaştığına göre, "Hz. Osman da ihtikar
yapmayı yasaklamıştır.
374 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh), pazara uğramıştı. Orada Hatib İbnu Ebi Belte'a'ya uğradı.
Hatib'in (ucuz fiyatla) kuru üzüm sattığını görünce: "Ya fiyatı (diğerlerinin
seviyesine yükseltirsin yahut pazarımızdan çeker gidersin" diye ihtar
etti."
375 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver" diye
müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Hayır fiyat
koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi.
Arkadan bir başkası gelerek: (Ortalık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz
tesbit ediverin" diye talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp,
darlaştıran Allah'tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak
istiyorum" cevabını verdi.
376 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Halk Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaatla: "Ey
Allah'ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin"
dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara şu cevabı verdi: "Fiyatları
koyan Allah'tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O'dur. Ben ise, hiç kimse
benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu halde Allah'a
kavuşmamı diliyorum."
377 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Pahalanması için, kim
bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah'tan yüz çevirmiştir, Allah da
ondan yüz çevirmiştir." Bu hadisi Ahmed İbnu Hanbel Müsned'inde (2, 33)
zikretmiştir. Mecmau'z-Zevaid'de bunun ayrıca Ebu Ya'la el-Mevsıli'nin ve
Bezzar'ın Müsned'lerinde, Taberani'nin el-Mu'cemu'l-Evsat'ında tahric
edildikleri belirtilir.
378 Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: "İhtikar
yapan kişi ne kötüdür. Allah fiyatları ucuzlatsa üzülür, pahalandırırsa
sevinir."
379 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Şehirlerde yaşayanlar, Allah
yolunda hapsedilmiş kimselerdir. Gıdalarında onlara ihtikar yapmayın, onlara
fiyatları yükseltmeyin, zira kim onlara bir gıda maddesini kırk gün hapsetse,
sonra da tamamını tasadduk etse yine de işlediği günahı
affettiremez."
380 Hz. Ebu Hüreyre ve Hz. Ma'kıl İbnu Yesar
(radıyallahu anhüma)'ın anlattıklarına göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
"Muhtekirler ve cana kıyanlar aynı derecede haşrolacaklar. Kim Müslümanların
herhangi bir şeydeki fiyatına müdahale ederek pahalandırırsa, kıyamet gününde
ateşin büyüğünde cezalandırılması Allah'a vacib
olmuştur."
381 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) buyurdu ki: "Pazara
mal celbeden rızıklanır, muhtekir mahrum bırakılır. Kim mü'minlerin bir gıdasını
onlara karşı saklar, ihtikar yaparsa, Allah onu iflasa ve cüzzam hastalığına
dûçar eder."
382 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Bir adam
bir köle satın aldı. Köle, Allah'ın dilediği kadar (bir müddet) adamın yanında
ikamet etti. Sonra adam kölede bir kusur tesbit etti. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek şikayette bulundu ve eski sahibine
iade etti. Eski sahibi: "Ey Allah'ın Resûlü, (yanında kaldığı müddetçe) kölemi
kullandı, ondan istifade etti" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Harac
(menfaat), zamin (kefil) olana aittir" buyurdu.
383 Nesai'nin bir
rivayeti şöyledir: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) menfaatin, zamin olana
aid olduğuna hükmetti ve zamin olmayan kimsenin menfaat talebini
yasakladı. Tirmizi hazretleri, "Menfaat, zamin olana aittir" sözünü
şöyle açıkladı: "Burada zamin o kimsedir ki, bir köle satın alır, bir müddet onu
hizmetlenir, sonra onda bir kusur tesbit eder ve bu sebeple köleyi satıcısına
iade eder. Bu durumda, köleden hasıl olan menfaat müşteriye aittir. Zira köle,
şayet helak olsaydı, müşterinin malı olarak helak olacaktı. Buna benzeyen bütün
meselelerde menfaat, zamin olana aittir."
384 Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki:
"Kölenin müddeti üç gündür. Şayet müşteri, bir hastalığa rastlarsa, herhangi bir
delil ibraz etmeden köleyi satana geri verir. Üç günden sonra hastalığa
rastlarsa, bu hastalığın, satın aldığı zamana ait olduğu hususunda delil ibraz
etmesi gerekir."
385 Ebu Seleme İbnu Abdirrahman İbni Avf
anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh), Asım İbnu Adiy'den bir
cariye almıştı. Cariyenin evli olduğunu anladı ve derhal geri
verdi."
386 İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre,
"Kendisi, sekizyüz dirheme bir köle satar ve satarken "kusursuz" olduğunu
söyler. Ancak, satın alan kimse bilahere: "Kölede bir hastalık var bana
söylemedin" der. İhtilaf Hz. Osman (radıyallahu anh)'a götürülür. Adam: "Kölede
hastalık olduğu halde, haber vermeksizin bana sattı" der. Abdullah (radıyallahu
anh): "Ben onu 'kusursuz' olarak sattım" der. Hz. Osman (radıyallahu anh)
sattığı zaman kölede kusur olduğunu bilmediğine dair yemin etmesine hükmetti.
Abdullah yemin etmekten imtina ederek, köleyi geri aldı. Köle yanında sıhhate
kavuştu. Sonra onu yeniden sattı ve bu sefer bin beş yüz dirhem
aldı."
387 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: "Kim döllemesi
yapılmış bir hurmalık satarsa (bir başka rivayette satın alırsa) bunun meyvesi
satana aittir. Satın alan kendisinin olacak diye şart koşmuşsa o haric (bu
durumda meyve müşterinindir). Kim de bir köle satarsa, kölenin malı satanındır,
burda da satın alan "benim olacak" diye şart koşmuşsa o hariç, bu takdirde
kölenin malı varsa müşterinin olur."
388 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir din
kardeşine yemiş satsan sonra da buna bir afet gelse, ondan bir şey alman sana
helal olmaz. Kardeşinin malını hakkın olmadığı halde nasıl alırsın?" Bir
başka rivayette: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) afetle gelen zararın
hesaptan düşülmesini emretti" demiştir.
6618 Mikdam İbnu Ma'dikerb
ez-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kişi elinin emeğiyle kazandığından daha temiz bir kazanç elde
etmemiştir. Kişinin nefsine, ailesine, çocuğuna ve hizmetçisine harcadığı
sadakadır."
6619 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Emin, dürüst, müslüman tacir,
Kıyamet günü şehidlerle beraberdir."
6620 Muaz İbnu Abdillah İbni
Hudeyb'in amcası radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir cemaatte idik. Başında
ıslaklık olduğu halde Resulullah aleyhissalatu vesselam çıkageldi. Birimiz ona:
"Bugün sizi iyi ve ferah görüyoruz" dedi. "Evet! Elhamdulillah öyledir!"
buyurdular. Sonra halk zenginlik hususunda sohbete daldılar. Aleyhissalatu
vesselam: "Muttaki için zenginliğin bir zararı yok!" buyurdular. Devamla: "Ancak
dediler, sıhhat, muttaki için zenginlikten daha hayırlıdır. Gönül hoşluğu da bir
nimettir."
6621 Ebu Humeyd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya talebinde mutedil olun.
Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana müyesserdir (kazanmaya
hazırlanmıştır)."
6622 Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Himmet yönüyle
insanların en yücesi hem dünya hem de ahiret işine himmet gösteren
mü'mindir."
6623 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey insanlar Allah'a karşı muttaki olun ve
(dünyevi) talepte mutedil olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah'ın
kendisine taktir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı
gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun ve talepte
mutedil olun, (gayr-ı meşru yollara sapmayın), helal olanı alın, haram olanı
terkedin."
6624 Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Meşru) bir işten (helal
rızık) kazanan kimse o işe devam etsin
6625 Nafi anlatıyor: "Ben
Şam ve Mısır'a ticaret malı gönderiyordum. Irak'a da gönderdim ve mü'minlerin
annesi Hz. Aişe'nin yanına varıp kendisine: "Ey mü'minlerin annesi! Ben Şam'a
ticarete gidiyordum, şimdi Irak'a gidiyorum" dedim. Bunun üzerine: "Böyle yapma!
Sana ve eski ticaret yerine ne oldu? Zira ben, Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Allah Teala hazretleri, sizden birine bir ciheti rızkına sebep
kılarsa, bu değişinceye veya güçleşinceye kadar onu terketmesin" buyurduğunu
işittim" dedi."
6626 Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanların en çok yalan
söyleyenleri boyacılar ve kuyumculardır."
6627 Hz. Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Malını satışa arzeden rızka erer, muhtekir (pahalanması için
satmayıp bekleten)de lanete uğrar."
6628 Hz. Ömer radıyallahu anh
anlatıyor: "Resullullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, buyurdular ki:
"Müslümanlara bir gıda maddesinde ihtikarda bulunanı Allah Teala hazretleri
cüzzam ve iflasa mahkum eder."
6629 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adama Kur'an öğretmiştim. Bana bir yay hediye etti. Bunu
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a haber verdim: "Eğer onu alırsan, ateşten bir
yay almış olursun" buyurdular. Ben de geri iade ettim."
6630 Hz.
Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat oldu
ve bana emretti, ben de hacamat yapan zatın ücretini
ödedim."
6631 Ukbe İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah
aleyhissalatu vesselam hacamat edenin (bu işten) kazancını
yasakladı."
6632 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki : "Satış her iki tarafın
rızasıyla olur."
6633 Attab İbnu Esad radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselamonu Mekke'ye gönderdiği
zaman kendisini, satın alıp da henüz teslim alınmamış bir malın karından men
etmiştir."
6634 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam Bey'-i garar'dan (yani tahakkuk edip etmeyeceği
bilinmeyen akibeti meçhul satıştan) men etti."
6635 Ebu Said
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında fiyatlar
artmıştı. Halk müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü fiyatları siz düzenleseniz!"
dedi. Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Ben, sizden kimsenin kendisine
yaptığım bir zulmü talep etmez olduğu halde aranızdan ayrılmayı diliyorum
"
6636 Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gerek satıcı ve gerekse alıcı iken
kolaylık gösteren kimseyi Allah cennete koydu."
6637 Kayle Ümmü
Beni Emmar radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
yaptığı umrelerden birinde kendisine Merve'de yaklaştım ve: "Ey Allah'ın Resulü!
Ben alıp satan bir kadınım. Bir şeyi satın almak istediğim zaman arzuladığımdan
daha düşük bir fiyat teklif ediyorum. Sonra yavaş yavaş artırarak arzuladığım
fiyata geliyorum. Bir şeyi satacağım zaman da, önce, almayı arzuladığım fiyattan
daha yüksek bir fiyat teklif ediyor, sonra yavaş yavaş inerek arzuladığım fiyata
geliyorum, (böyle yapmama ne dersin?)" dedim. Şu cevabı verdi: "Ey
Kayle, böyle yapma. Bir şey satın almak istedin mi, düşündüğün fiyatı söyle,
sana verilsin veya verilmesin." Aleyhissaltu vesselam sonra şunu
söylediler: "Bir malı satmak istediğin zaman da versen de vermesen de (yüksek
fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle."
6638 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam güneş doğmazdan
önce alış-veriş pazarlığı yapmaktan ve süt vermekte olan hayvanları kesmekten
men etti."
6639 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, müşteri (kendisine ait olmasını) şart
koşmamış ise, (satılan) hurma ağaçlarının (başında bulunan) meyvesinin, ağaçları
aşılayanın hakkı olduğuna ve keza, müşteri, (kölenin malının kendisine ait
olmasını) şart kılmadığı taktirde, kölenin malının satıcıya ait olduğuna
hükmetti."
6640 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Tarttığınız zaman
tartınızı ağır yapın."
6641 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Medineye geldiği vakit, halk
ölçü-tartı işinde insanların en kötüsü idi. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri
"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline" diye başlayan sureyi indirdi,
Bundan sonra ölçü ve tartıyı güzel yaptılar."
6642 Ebu'l Hamra
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı, yanında bir kap
içinde bir miktar zahire satan bir adamın yakınlarından geçtiğini gördüm.
Mübarek elini kabın içine sokup (kontrol ettikten sonra) adama: "Sen hile
yapmışa benziyorsun. Bize hile yapan bizden değildir"
buyurdu."
6643 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, biri satıcının biri de alıcının ölçekleri olmak üzere
iki ölçekten geçmedikçe bir zahireyi satmayı
yasakladı."
6644 Abdullah İbnu Büsr el-Mazini ve Ebu Eyyub
radiyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Zahirenizi
ölçünüz ki, sizin için bereketlensin" buyurdular."
6645 Ebu Üseyd
es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Nebit
çarşısına gidip ona baktılar ve: "Burası size münasib bir çarşı değildir"
buyurdular. Sonra bir başka çarşıya gidip baktılar. Yine: "Burası da size uygun
bir çarşı değil" buyurdular. Sonra şu çarşıya döndü, içini dolaşıp (tedkik
buyurdular) ve: "İşte sizin çarşınız burasıdır! Sakın burası
daraltılmasın ve burada (satış ve alış) yapanlardan vergi alınmasın"
buyurdular."
6646 Selman radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "Kim sabah namazına giderse, iman bayrağıyla gitmiş
olur. Kim de çarşıya giderse o da iblis bayrağıyla gitmiş olur"
buyurdular.
6647 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Allahın, ümmetim için perşembe günü ilk
vaktin(de yapılan iş)i mübarek kıl" diye dua ettiler.
6648 İbnu
Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle dua
buyurdular: "Allahım, ümmetime, günün ilk vakitlerin(de yaptıkları iş)i
bereketlendir."
6649 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey insanlar! Muhaffele, yani
müşteriyi aldatmak için sütü sağılmayıp memesinde kalan bir hayvanı satın alan
kimse üç gün muhayyerdir. (Hayvanı bu esnada geri verebilir.) Eğer geri verecek
olursa, hayvanla birlikte, sağdığı sütün iki mislini -veya sağılan sütünün
(kıymetinin) bir mislini buğday olarak demişti- geri
versin."
6650 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Doğru söyleyen ve doğruluğu (mucizelerle) tasdik edilen Ebu'l-Kasım
aleyhissalatu vesselam üzerine şehadet ederim ki, O bize şöyle buyurdular:
"Muhalleb (sütü memede hapsedilmiş) hayvanları satmak aldatmacadır ve aldatma
işi hiçbir mü'mine helal olmaz."
6651 Semüre İbnu Cündüb
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Satılan) kölenin uhdesi (yani alıcısının muhayyerliği veya satıcısının
zimmetinde olduğu müddet) üç gündür."
6652 Vasile İbnu'l-Eska'
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kirn bir şeyi ayıbını açıklamadan satarsa daima Allah'ın gadabına ve meleklerin
lanetine maruz kalır:"
6653 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a esirler getirildiği zaman, aile
efradını birbirinden ayırmak istemediği için hepsini bir kişiye
verirdi."
6654 Hz. Enes radıyallahu anh'ın anlattığına göre:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, mü'minlerin annesi Safiyye radıyallahu
anha'yı yedi baş (cariye-köle) ile satın aldı."
6655 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mirac gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu
karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben: "Ey
Cibril bunlar kimlerdir?"diye sordum. "Bunlar faiz yiyenler!"
dedi."
6656 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Faiz yetrniş çeşit günaha sebeptir. En
hafifi kişinin anasıyla zina yapması gibidir."
6657 Abdullah (İbnu
Mes'ud) radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Faiz yetmişüç kapı (çeşit)dir: '
6658 Hz. Ömer radıyallahu
anh anlatıyor: "Enson inen ayet, faizle ilgili olan ayettir. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam onu bize açıklamadan vefat etti. Öyleyse faizi de faiz
şüphesi olan muameleyi de bırakın."
6659 Abdullah İbnu Selam
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelip:
"Yahudilerden bir aileyi kastederek "Falanın oğulları müslüman oldular. Ancak
pek acıktılar, tekrar İslam'dan dönmelerinden korkuyorum" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Kimin yanında birşeyler var?" diye sordu. Yahudilerden biri: "Benim
yanımda şu şu kadar nakit var, -zannedersem üçyüz dinar demişti- Falan ailenin
bahçesinden (alınacak meyve için) şu fiyatla selem akdini yaparım)" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "Şu kadar vade ile şu fiyata" olur, "falan ailenin
bahçesinden (elde edilecek meyve" kaydı) olmaz"
buyurdu."
6660 Salih İbnu Süheyb, babası Süheyb (İbnu Sinan)'dan
naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey vardır ki
onlarda bereket vardır: "Belli bir vade ile olan satış, Mukaraza (denilen
ortaklık çeşidi), satmak için değil, ev için buğday-arpa
karışımı."
6661 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim mal ve çocuğum var. Babam da
malımı kökünden kurutmak, tüketmek ister" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Sen de
malın da babana aitsiniz" buyurdular."
6662 Ebu Sa'id radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir çobanın
(sürüsünün) yanına geldiğin vakit, ona üç kere nida et! (Çoban) cevap verirse ne
ala, vermezse, fesada sebep olmadan (sürü sağıp götürmeden) sütünden iç. Bir
bahçenin duvarına geldin mi, bahçe sahibini üç kere çağır. Cevap verirse ne ala,
(kendinden isteyerek ihtiyacını gör), aksi taktirde fesada sebep olmadan
yiyebilirsin."
6663 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
sefer sırasında biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikkte idik. Derken,
memeleri ida denilen bir bitki ile bağlanmış bir deve sürüsüne rastladık.
(Sütten istifade için) sürüye yaklaştık. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi
çağırdı, hemen yanına gittik. "Bu develer müslüman bir aileye ait, bu onların
zaruri gıdalarıdır ve Allah'tan sonra (muhtaç oldukları) bereketleri (hayırlı
malları)dır. İçinde azıklarınız bulunan dağarcıklarınızın yanına vardığınızda,
onların içindeki erzakınızın çalınmış olması sizi sevirdirir mi? Bunu adalete
uygun bulur musunuz?" buyurdular. Ashab: "Hayır!" deyince: "İşte bu (sizin
yapmak istediğiniz) de öyle bir iştir" buyurdu. Biz: "Yeyip içmeye muhtaç
olursak ne dersiniz?" diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Yiyin fakat taşımayın, için
fakat taşımayın!"
6664 Ümmü Hani radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana "Koyun ve keçi edin. Zira onda bereket
vardır" buyurdular."
6665 Urve el-Bariki radıyallahu anhüma,
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü nakletmiştir: "Deve, sahipleri
için bir izzet vesilesidir. Koyun ve keçi de berekettir. Hayır, Kıyamete kadar
atın alnına bağlanmıştır."
6666 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun ve keçi
cennet hayvanlarındandır."
6667 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam zenginlere koyun-keçi edinmelerini
emretti ve buyurdu ki: "Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde, Allah, köylerin
helak olmasına izin verir."
[TOP]
ALLAH'IN SIFATLARI
Kimlik alan
3456 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi
söyledi: Allah Teala Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz.
Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin
yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce
Allah'a yükseltilir. O'nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, veçhinin
sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlükatını
yakardı."
3457 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhisalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle
dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın." Müslim'in rivayetinde şu ziyade var:
"...zira Allah Adem'i kendi sûretinde yaratmıştır."
3458 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu duayı çok
yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit
kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resûlü! Biz sana ve
senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana
şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları
istediği gibi çevirir."
3459 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı şu ayetleri okurken işittim.
(Mealen): Hiç şüphesiz Allah size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel
öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" (Nisa 58). Bu sırada Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şahadet)
parmağını da gözünün üzerine koyduğunu gördüm.''
[TOP]
ALLAH KORKUSUYLA AĞLAMAK
Kimlik alan
7242 Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu
anhüma'nın anlattığına göre, "Kendilerinin müslümanlığı kabul etmeleri ile,
Allah'ın onları azarladığına dair (şu) ayetin inmesi arasında dört yıldan fazla
zaman olmamıştır." "Onlar, daha önce kendilerıne kitap verilen ve
zaman geçtikçe kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onların çoğu
yoldan çıkmış kimselerdi" (Hadid 16).
7243 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür."
7244 Bera
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte
bir cenazede beraberdik. Aleyhissalatu vesselam kabrin kenarına oturup
ağladılar, öyle ki (göz yaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da: "Ey kardeşlerim
İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hadisesi) için iyi hazırlanın"
buyurdular."
7245 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sinek başı kadar bile olsa,
gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar
akan hiçbir mü'min kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram
etmesin!"
7246 Hz. Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ameller kap(ta
bulunan madde) gibidir. En aşağısı (yani dipteki kısım) güzelse en yukarısı
(yani üst kısmı) da güzel olur; en aşağısı bozulursa en üstü de
bozulur."
7247 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer kişi namazını herkesin
gözü önünde kılınca (edebine uygun kılar) güzel yapar, tek başına kimsenin
görmediği durumda kılınca da (edebine uygun kılar) güzel yaparsa, Allah Teala
hazretleri (onun ibadetinden memnun kalır ve:) "Bu (kulluğunu riyasız yapan)
gerçek bir kulumdur" der."
7248 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Ey mü'minler!
Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç
kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir." Sahabiler: "Seni de mi
amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Beni
de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim
günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!"
buyurdular."
[TOP]
ARAZİ
Kimlik alan
6733 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kimsenin arazisi olur da
satmak isterse, önce komşusuna arzetsin."
[TOP]
ARİYET
Kimlik alan
4184 Safvan İbnu Ümeyye radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Huneyn savaşı sırasında benden bir
miktar zırhı ariyet olarak istedi. Ben de: "Zorla (gasbederek) mi almak
istiyorsun?" dedim. "Hayır!" dedi, "garantili olarak taleb
ediyorum!"
4185 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir tabak istiare etmişti, kap ziyana uğradı. Sahiplerine
tazmin etti."
4186 Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Aldığı şeyi sahibine ödemek "el'e
vecibedir." Katade der ki: "Hasan (bunu rivayet ettiğini) unuttu ve dedi ki: "O,
(yani ariyet) emanetindir. (Zayi olması halinde) sana tazmin
gerekmez."
4187 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ariyet (sahibine) verilecektir. Kefil
borçludur, borç ödenmelidir."
4188 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Başkasına sütünden
istifade etmesi için verilecek bir hayvan olarak, sütlü deve ve bol sütlü koyun
ne muvafıktır. Sabah bir kap, akşam bir kap süt
verir."
[TOP]
ARKADAŞ
Kimlik alan
2157 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar yalnızlıktaki
(mahzuru) benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına bir gececik olsun yol
yapmazdı."
2158 Said İbnu'l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şeytan tek başına olanla,
iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara sıkıntı
veremez."
2159 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu
anh) tarikinden naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı bir
gruptur."
2160 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir sefere üç kişi beraber
çıkınca birini emir (başkan) yapsınlar."
2166 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla
azığı varsa onu azığı olmayana versin." Resûlullah, bazı mal
çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin (yol
sırasında) herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşünvesine
vardık."
2167 Hz.Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) gazveye çıkmak arzu etti ve: "Ey Muhacir ve Ensar
topIuluğu! Kardeşlerinizden öyleleri var ki ne malları var ne de aşiretleri.
Herbiriniz, iki veya üç kişiyi yanına alsın" dedi." (Hz. Cabir
devamla der ki): "Bu tamim üzerine ben iki veya üç kişiyi yanıma aldım. (Yol
boyu) devemde, diğerlerinin sırası gibi benim de bir (binme) sıram
vardı."
2168 Yine Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yürüme sırasında geride kalır, (kafileye
kavuşturmak için) zayıf hayvanı sürer, üzerindekini terkisine alır ve onlara dua
ederdi."
[TOP]
ASHABI KİRAM
Kimlik alan
4400 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Ubeydullah İbnu Ziyad'a Hz. Hüseyin radıyallahu anh'ın başı getirildi. Elindeki
çubuğun ucuyla burnuna dürtüyor ve: "Bu kadar güzelini de hiç
görmedim!" diyordu. Ben de: "O, (Al-i Beyt arasında) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a en çok benzeyeni idi" dedim."
4401 Ammar
İbnu Umayr rahimehullah anlatıyor: "Ubeydullah İbnu Ziyad ve arkadaşlarının
kellesi geldikçe Küfe'nin Rahabe mahallesinin mescidinde üst üste dizildi.
(Seyirci kalabalığa) ben de yaklaştım. "Geldi! Geldi!" diyorlardı.
(Ne idi bu gelen? Merak edip daha da yaklaştım). Meğerse bir yılanmış. (Nerden
geldiyse) gelmiş, kelleler arasına girip (kayboluyor, tekrar) çıkıyordu. Derken
Ubeydullah İbnu Ziyad'ın burun deliğine girdi ve orada bir müddet kaldı. Sonra
çıkıp gitti ve kayboldu. Biraz sonra kalabalık tekrar bağırmaya
başladı: "Yine geldi! Yine geldi!" Bu hal iki veya üç
kere tekerrür etti."
4402 İbnu Ömer radıyallahu anlüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam askeri bir sefer hazırlamış, askerlerin
başına da Üsame İbnu zeyd'i komutan yapmıştı. (Üsame siyahi bir azadlının oğlu
olması hasebiyle) onun komutanlığından memnun kalmayan bazı kimseler dedikodu
yaptılar. (Söylenen yersiz sözler kulağına ulaşmış olan) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Onun komutanlığı hususunda dedikodu yapan
sizler, aynı dedikoduyu daha önce babasının komutanlığı için de yapmıştınız.
Allah'a yemin olsun! O komutanlığa layık idi. Ve o, bana, insanların en
sevgililerindendi. Bu da, bana, ondan sonra insanların en sevgili
olanlarındandır" buyurdu."
4403 Yine İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Ömer radıyallahu anh, Üsame İbnu Zeyd'e (fey'den) üçbinbeşyüz
(dirhemlik) pay ayırmıştı. Bana ise üçbin (dirhemlik) pay verdi.
"Niye Üsame'yi benden üstün tuttun? Vallehi hiçbir savaşta benden ileri geçmiş
değil (yani ben de onun katıldığı her savaşa katıldım) dedim. Bana şu cevabı
verdi: "Ey oğulcuğum! Zeyd radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam nezdinde babandan daha sevgili idi. Üsame radıyallahu anh da Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a senden daha sevgilidir. Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın sevgisini kendi sevgime tercih ettim."
4404 Hz. Ali
İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Ammar radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına girmek için izin istedi. "Ona
müsaade edin, girsin!" buyurdular. Ammar girince de: "Tayyib ve
mutayyeb Ammar'a merhaba!" diyerek selamladılar."
4405 İkrime
radıyallahu anh anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma, bana ve oğlu
Ali'ye: "Ebu Said'e gidin, onun rivayet ettiği hadisi dinleyin!"
dedi. Biz de gittik. Onu, bakımını yapmakta olduğu bir bahçede bulduk. (Bizi
görünce) ridasını alıp sarındı. Sonra bize (en baştan) anlatmaya koyularak,
mescidin inşaasını zikretmeye kadar geldi ve: "Biz kerpiçleri tane
tane taşıyorduk. Ammar radıyallahu anh ise (biri kendi, biri de Resûlullah adın)
ikişer ikişer taşıyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu gördü. Üzerindeki
toprakları çırpmaya başladı ve: "Vay Ammar'a! Onu baği (asi) bir
grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu ateşe çağırır!"
buyurdu." Buhari'nin rivayetinde "Onu baği bir grup öldürecek" ibaresi
mevcut değildir. Bu ibare Ebu Bekr el-Berkani ve el-İsmaili'nin rivayetinde
mevcuttur.)
4406 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ammar hangi meselede muhayyer
bırakılmışsa mutlaka en doğrusunu seçmiştir." Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Ammar kıkırdaklarına kadar iman
doldurulmuştur."
4407 Abdurrahman İbnu Yezid anlatıyor: "Huzeyfe
radıyallahu anh'a, içiyle dışıyla, hal ve hareketleriyle Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a, en çok benzeyen şahıs kimse, onu bize söyle de
kendisinden hadis dinleyelim" diye sordum. Bize şu cevabı verdi:
"Biz içiyle dışıyla, hal ve hareketleriyle, evinin duvarlarıyla gizleninceye
kadar Resûlullah'a en çok benzeyen, İbnu Mes'ud radıyallahu anh'tan başka
birisini tanımıyoruz."
4408 Mesruk ve Şakik rahimehümallah
anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh dedi ki: "Kendisinden başka
ilah olmayan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun. Kur'an'dan nazil olan her bir sûrenin
nerede indiğini, her bir ayetin ne sebeple indiğini mutlaka biliyorum. Eğer
bilsem ki, bir kimse Kitabullah'ı benden daha iyi bilmektedir ve ona da deve
ulaşabilmektedir, mutlaka binip giderim."
4409 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Yemen'den benn ve kardeşim beraber (Medine'ye)
geldik. Bir müddet kaldık. Bu esnada İbnu Mes'ud ve annesini, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına çok girip çıkmaları ve beraberliklerinin
fazlalığı sebebiyle Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın aile efradından
olduklarına hükmetmiştik."
4410 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "İman edip güzel işler yapanlar,
haramdaan sakınıp iman ederek güzel işler yaptıkları, sonra yine haramdan
kaçınmaya devam edip imanlarında sebat ettikleri, sonra da takvayı kalplerinde
iyice kökleştirip iyilikte bulundukları takdirde, onların, haram şeyleri, henüz
haram kılınmazdın önce tatmış olmalarından dolayı üzerlerine bir günah yoktur.
Zira Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunannları sever" (Maide 93)
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "sen bunlardan birisin"
buyurdu."
4411 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile karşılaşmazdan önce üç yıl ibadet ettim"
demişti. Kendisine: "(Bu ibadeti) kimin için yaptın?" diye sordular.
"Allah için!" cevabını verdi. Tekrar: "Pekiyi nereye yönelerek
yaptın?" denildi. "Rabbim beni nereye yöneltmiş idiyse oraya!" dedi
ve açıklamaya devam etti: "Akşam vakti namaza başlıyor, gecenin sonuna kadar
devam ediyordum. O zaman kendimi bir örtü gibi atıyor, güneş tepeme yükselinceye
kadar öyle kalıyordum. (Bir gün kardeşim) Üneys bana: "benim
Mekke'de görülecek bir işim var. Sen bana baş-göz ol (eksikliğimi duyurma) dedi
ve Mekke'ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet
geldi. "Ne yaptın?" dedim. "Mekke'de bir adama
rastladım, senin (gibi farklı bir) din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allah
Teala'nın gönderdiğini zannediyor" dedi. "Halk ne diyor?" diye
sordum. "Halk mı? Halk O'na şair diyor, kahin diyor, sahir
(sihirbaz) diyor!" dedi. Esasen Üneys şairlerden biriydi. Tekrar
sordum: "Pekala sen ne diyorsun?" "ben dedi, kahinlerin
sözünü işittim, bilirim. Onunki kahin sözü değil. onun söylediklerini şiir
çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Benden sonra kimse O'na şiir
diyemez. Vallahi O doğru sözlüdür, kahinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu
açıklama üzerine ben ona: "Öyleyse benim işlerime de sen baş-göz ol,
bir de ben gidip göreyim!2 dedim." Ebu Zerr, gerisini şöyle
anlatır: "Mekke'ye geldim. Halktan zayıf bir adam buldum. Ona: "Şu
Sabii (sapık) dediğiniz adam nerede?" diye sormuştum. Adam, beni
göstererek: "Burada bir sabii var! Burada bir sabii var!" diye
bağırmaya başladı. Derken vadi halkı kesek ve kemiklerle üzerime hücum etti.
Bayılarak yığılmış kalmışım. Kendime gelip kalktığım zaman kırmızı
bir dikili taş gibiydim. Zemzem'e kadar gittim. Kanlarımı yıkadım, suyundan
biraz içtim. Böylece otuz gün, gece ile gündüz arası kaldım. Bu
esnada zemzem suyundan başka hiçbir taam almadım. Buna rağmen şişmanladım ve
karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi duymadım. Mekkeliler, ay ışığı
olan bir gecede uyurken Beytullah'ı tavaf eden yoktu. Onlardan sadece iki kadın,
İsaf ve Naile (adındaki putlarına) dua ediyordu. Tavafları sırasında bana kadar
geldiler. (Dayanamayıp): "Onları birbirlerine nikahlayıverin bari!"
dedim. Onlar dualarından vazgeçmeyip, tavaflarını yaparken yanıma kadar
geldiler. Bu sefer: "Onlar(a niye tapıyorsunuz)? Odundan farkları
ne?" dedim. Kadınlar: "(İmdat!) burada bir adam yok mu?" diye
velvele kopararak gittiler. Tam o sırada kadınları Resûlullah aleyhissalatu
vesselam ve Ebu Bekr radıyallahu anh tepeden inerlerken karşılayıp:
"(Niye bağırdınız) başınıza ne geldi?" derler. Kadınlar (onları daha
tanımadan)" "Ka'be ile örtüsü arasında bir sabii (sapık) var!"
derler. Onlar sorarlar: "Size ne dedi?" " Bize ağzı
dolduran (ağza alınmaz) sözler söyledi" derler. Derken Resûlullah aleyhissalatu
vesselam geldi, Haceru'l-Esved'e istilamda bulundu, arkadaşıyla birlikte
Beytullah'ı tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince, -Ebu Zerr der ki:
"Aleyhissalatu vesselam'ı İslam selamı ile ilk selamlayan ben oldum.- "Esselamu
aleyke ya Resûlullah. (Ey Allah'ın Resûlü! Selam üzerine olsun)!" dedim.
Bana: "Ve aleyke ve Rahmetullah. (Selam senin üzerine olsun,
Allah'ın rahmeti de)!" diye mukabele etti. Sonra: "Sen
kimlerdensin?" diye sordu. "Gıfar'danım!" dedim. Bunun üzerine
eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimden: "Galiba kendimi Gıfar'a
nisbet etmemden hoşlanmadı" dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat
arkadaşı bana mani oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp
sordu: "Buraya ne zaman geldin? "Otuz gündür burdayım!"
dedim. "Sana kim yiyecek verdi?" dedi. "Zemzem suyundan
başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın kıvrımları arttı.
Ciğerimde açlık hissi de duymadım!" dedim. "Zemzem suyu mübarektir.
O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu. Hz. Ebu Bekr radıyallahu
anh: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben
ikram edeyim!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve Ebu Bekr radıyallahu
anh gittiler, onlarla ben de gittim. Ebu Bekr bir kapı açtı. Taif
kuru üzümünden benim için avuç avuç çıkarmaya başladı. bu, Mekke'de yediğim ilk
yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Resûlullah'a geldim. Bana dedi
ki: "ben hurmalıklı bir yere sevkedileceğim. Burasının Yesrib olduğu
kanaatindeyim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım, sayende Allah onları
hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecek."
Bundan sonra ben kardeşim Üneys'e geldim. Bana: "Ne yaptın?" diye
sordu. Ben: "Müslüman oldum ve (Muhammed'in hak bir peygamber
olduğunu) tasdik ettim" dedim. "Ben senin dinine karşı değilim. ben
de müslüman oldum ve tasdik ettim" dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. (Durumu
anlattık) O da bize: "Ben sizin dininize karşı değilim. ben de
müslüman oldum ve tasdik ettim!" dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip
kavmimiz Gıfar'a geldik. (Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın mesafını
getirdik. İlk anda) yarısı müslüman oldu. Eyma İbnu Rahza el-Gıfari müslüman
olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Diğer (müslüman
olmayan) yarı: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye gelince
müslüman oluruz!" dediler. Derken Aleyhissalatu vesselam medine'ye geldi. O geri
kalan yarı da müslüman oldu. Bir müddet sonra Eslem kabilesi de
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir.
Onların müslüman oldukları şey üzere biz de müslüman oluyoruz!" dediler ve onlar
da müslüman oldular. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Gıfar'a
Allah mağfiretini bol kılsın. Eslem'i de Allah selamete kavuştursun!" diyerek o
iki kabileden memnuniyetini ifade buyurdular."
4412 Ebu Zerr'in
Buhari'de gelen bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bi'set (peygamber olarak gönderiliş) haberi Ebu Zerr radıyallahu
anh'a ulaşınca, kardeşi (Üneys)e: "Devene bin! şu vadiye (Mekke'ye)
git! Kendisini peygamber zanneden ve semadan haber geldiğini söyleyen şu adam
hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana getir!" dedi. Kardeşi gidip,
Mekke'ye vardı. Onun sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerr'in yanına döndü ve şu
bilgiyi verdi: "Onu gördüm. İnsanlara güzel ahlakı emrediyordu.
(İnsanlara getirdiği) kelam da şiir değil." "Arzuladığım kadar
merakımı gideremedin!" dedi. Azık hazırladı. İçerisinde su olan dağarcığını
yüklenip yola çıktı. Mekke'ye geldi. Mescide uğrayıp Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı kolladı. Esasen O'nu tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi.
Böylece birkaç gece geçirdi. Tutup (bir kuytuya) yattı. Derken Ali radıyallahu
anh onu görüp, bir yabancı olduğunu anladı. Onu görünce takip etti. Bu ikisinden
hiçbiri diğerine herhangi bir şey sormadı. Bu suretle sabaha erdiler. Sonra
kırbasını ve azığını Mescid'e taşıdı. O gün de öyle geçti ve Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı akşama kadar göremedi. Bunun üzerine yattığı yere
döndü. (Az sonra) Ali radıyallahu anh ona uğradı ve adama: "Yerimi
öğrenme zamanı gelmedi mi?" dedi. Böylece Ebu zerr'i kaldırdı ve beraberinde
götürdü. (Ebu Zerr onu geriden takip etti.) Birbirlerine hiçbir şey
söylemediler. Üçüncü güne ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket ettiler. Ali
Onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve: "Seni bu memlekete getiren
sebebi bana söylemez misin?" diye sordu. Ebu Zerr: "Bana yardımcı
olup yol göstereceğin hususunda ahd-u misakda bulunur (kesin söz verir)sen
açıklarım!" dedi. Ali söz verdi, o da açıkladı. Ali dedi ki: "O
haktır ve Allah'ın Resûlüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin hakkında
korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum gibi doğrulurum. Değilse yürümeye
devam ederim. Böylece girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip
et!" Ali böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Ali, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına girdi. O da onunla birlikte içeri daldı.
Resûlullah'ın sözünü dinledi ve anında müslüman oldu. Resûlullah
kendisine: "Hemen kavmine dön. (Gördüklerini) onlara haber ver.
Emrim sana gelinceye kadar (orada kal)" ferman etti. Ebu Zerr de:
"Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun, ben de haberi onlar arasında bağırarak
söyleyeceğim!" dedi. Oradan çıkıp Mescid'e geldi. Yüksek sesle:
"Eşhadu en-la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" dedi. Halk
üzerine atılıp, onu iyice dövdüler, canını pek yaktılar. Derken Abbas
radıyallahu anh gelip üzerine kapanarak (mani oldu). "Yazık size!
bunun Gıfarlı olduğunu, Şam'a giden tüccarlarınızın yolunun oradan geçtiğini
bilmiyor musunuz?" diyerek onu ellerinden kurtardı. Ebu Zerr, ertesi
günü aynı şeyi tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine
Abbas üzerine kapandı ve onu kurtardı. (Ravi der ki:) "Bu, Ebu Zerr
el-Gıfari'nin müslüman oluşunun başlangıcı oldu."
4413 Hz. Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor. "Annem bana: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı (en
son) ne zaman gördün?" diye sordu. Ben: "Şu şu zamandan beri
görmedim!" dedim. Annem bana (kızdı ve) azarladı. Bunun üzerine:
"İzin ver Aleyhissalatu vesselam'a gideyim, akşam namazını O'nunla kılayım ve
bana da sana da mağfiret dileyivermesini taleb edeyim!" dedim. (O gün)
Aleyhissalatu vesselam'a gittim. Akşamı onunla kıldım. Yatsıyı da kılıncaya
kadar (orada nafile) namaz kıldı. Sonra ayrıldı. Ben de peşine düştüm. Derken
sesimi işitti: "Bu kim? Huzeyfe değil mi?" dedi. "Evet,
Huzeyfe'dir!" dedim. "Hacetin nedir? Allah Teala Hazretleri sana da,
annene de mağfiret buyursun. Şu bir melektir. Bu geceden önce arza hiç
inmemiştir. Bana selam vermek ve Fatıma'nın, cennetteki kadınların efendisi
olduğunu, Hasan ve Hüseyn'in de cennetteki gençlerin efendisi olduğunu bana
müjdelemek için Rabbinden izin istedi" buyurdu."
4414 Yine Huzeyfe
raadıyallahu anh anlatıyor: "Ashab: "Ey Allah'ın Resûlü! yerinize
bir halife tayin etseniz!" demişti. Şu cevapta bulundu: "Ben birini
yerime koysam, sonra da siz ona isyan etseniz, azaba maruz kalırsınız. Velakin,
siz, Huzeyfe'nin size rivayet edeceği sözleri tasdik edin, Abdullah İbnu
Mes'ud'un okuyacağını okuyun."
4415 Bera radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sündüs bir cübbe hediye edildi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ipek elbiseyi yasaklamıştı. Halk bu elbiseden
çok hoşlandı. -bir rivayette: "İpek bir elbise hediye edildi, elimizle yoklamaya
başladık, hepimiz hayran olmuştuk" denmiştir. -Resûlullah: "Nefsim
(kudret) elinde olan Zat'a yemin olsun, Sa'd İbnu mu'az'ın cennetteki mendilleri
bundan hayırlıdır" buyurdular."
4416 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sa'd İbnu Mu'az'ın
vefatından Arş titredi. -Bir rivayette "Arş-ı Rahman titredi"
buyurmuştur-."
4417 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Said İbnu
Mu'az radıyallahu anh'ın cenazesi taşındığı zaman münafıklar: "Cenazesi ne kadar
hafif!" dediler. (Bu sözleriyle) beni Kureyza hakkındaki hükmünü
kastediyorlardı. Bu, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kulağına ulaştı. Hemen
şunu söyledi: "Onun cenazesini melekler taşıyordu. (Bu sebeple insanlara hafif
geldi):"
4418 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam beni sinesine bastırdı ve: "Allahım, bunu dinde fakih
kıl" diye dua etti." Bir başka rivayette: "Allahım ona Kitab'ı öğret!"; bir
diğer rivayette: "Hikmeti öğret" demiştir."
4419 Abdullah İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Rüyamda) elimde bir istibrak parçası
gördüm. Cennette her nereye istedi isem bu parça beni (bir kanat gibi) oraya
uçuruyordu. Rüyamı (kızkardeşim) Hafsa'ya anlattım. O da Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a anlatmış. Aleyhissalatu vesselam, Hafsa'ya:
"Kardeşin Abdullah (Allah'ın ve kulların hakkına riayet eden) salih bir insan,
keşke geceleyin de namaza kalksa!" buyurmuş. Ben bu vak'adan sonra gece namazını
hiç bırakmadım."
4420 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"İslam'da doğan ilk çocuk Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma'dır. Doğunca
onu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirdiler. bir hurma alarak ağzında
gevdi, sonra (sevdiği şeyi) çocuğun ağzına soktu. Karnına ilk giren şey
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın tükrüğü oldu."
4421 Yine Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Zübeyr'in
evinde bir kandil görmüştü: "Ey Aişe dedi. Ben Esma'yı nifas olmuş
(doğum yapmış) zannediyorum. Sakın çocuğa isim koymayın, ben isim
koyacağım!" Sonra ona Abdullah ismini koydu ve elindeki bir hurma
ile de tahnik yaptı."
4422 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey
Bilal! İslam olalıdan beri işlediğin ve en çok menfaat ümid ettiğin ameli bana
söyler misin? Çünkü ben, bu gece (rüyamda), cennette ön tarafımda senin
ayakkabılarının sesini işittim!" Bilal şu cevabı verdi:
"Ben İslam'da, nazarımda, daha çok menfaat umduğum şu amelden başkasını
işlemedim: Gece olsun gündüz olsun tam bir temizlik yaptığım (abdest aldığım)
zaman, mutlaka bana kılmam yazılan bir namaz
kılarım."
4423 Buhari'nin bir rivayetinde) Hz. Cabir radıyallahu
anh'tan şu rivayet kaydedilmiştir: "Hz. Ömer radıyallahu anh derdi ki: "Ebu
bekir, efendimizdir, seyyidimizi azad etmiştir." Bundan, Bilal radıyallahu anh'ı
kastederdi."
4424 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh'a: "Allah bana,
Lemyekünillezine keferû'yu sana okumamı emretti!" demişti. Ka'b:
"Yani Allah Teala Hazretleri benim ismimi size zikir mi etti?" diye sual etti.
Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" buyurdular. Bunun üzerine Ubey
radıyallahu anh ağladı."
4332 İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip
edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir. İmran radıyallahu anh der ki:
"Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum."
bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahidlik istenmediği
halde şahidlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimad olunmazlar.
Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhûr
eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin taleb edilmeden yemin
ederler."
4333 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beni gören veya beni göreni
gören bir müslümana ateş değmeyecektir."
4334 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zat-ı
Zülcelal'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan
birinin infak ettiği bir müdd'e hatta yarım müdd'e bedel
olmaz."
4335 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ile, beraber akşam namazı kılmıştık. Aramızda: "Burada
oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak" dedik ve oturduk. Derken yanımıza
geldi ve: "Hala burada mısınız?" buyurdular. "Evet!"
dedik. "İyi yapmışsınız!" buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Başını
sıkça semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Yıldızlar semanın
emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaadedilen şey semaya gelir. Ben de Ashabım
için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da
ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey
gelir."
4336 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir yerde ölen Ashabımdan
hiçbirisi yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve onlara (cennete
sevkte) bir rehber olmasın."
4337 Said İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer
radıyallahu anh'tan naklediyor: Demişti ki: "Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra
düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti: "Ey
Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları
diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim
onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda
hidayet üzeredir." Hz. Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam (devamla) ilave etti: "Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine
uyarsanız hidayeti bulursunuz."
4338 Said İbnu Zeyd radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim: "Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman
cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd
İbnu Malik cennetliktir, Abdurrahman İbnu Avi cennetliktir, Ebu Ubeyde
İbnu'l-Cerrah cennetliktir." (Ravi der ki: Zeyd) onuncuda sükut
etti. Dinleyenler: "Onuncu kim?" diye sordular. (Bu taleb üzerine):
"Said İbnu zeyd!" dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti:
"Allah'a yemin ederim. Onlardan birinin Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile
birlikte yüzü tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömrü boyu
çalışmasından daha hayırlıdır, hatta ömrü, Hz. Nuh aleyhisselam'ın ömrü kadar
uzun olsa bile"
4339 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim(in
ferdleri arasında) ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir.
Onlar içinde Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya cihetiyle
en şiddetli olanı Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal
ve haramı en iyi bileni Muaz İbnu Cebel'dir. Feraizi en iyi bilen Zeyd İbnu
Sabit'tir. Kur'an okumasını en iyi bileni Übey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir
emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'dır. Ebu Zerr'den daha
doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa
aleyhisselam gibiydi." Hz. Ömer radıyallahu anh (hased etmişçesine):
"Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Evet. Bu hasletleri onda var bilin!"
buyurdular."
4340 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben aranızda ne
kadar kalacağımı bilemiyorum. Benden sonra "iki'ye uyun" dedi ve Ebu Bekr ile
Ömer'e işaret etti. (Sözlerine devam ederek): "Ammar'ın davranışlarını örnek
alın. İbnu Mes'ud ne söylemişse tasdik edin" buyurdu.
4341 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Geceleyin (rüyamda) bana salih bir adam gönderildi. Sanki Ebu
Bekr, Resulullah'a yamanmış gibiydi, Ömer de Ebu Bekr'e yamanmış gibiydi. Osman
da Ömer'e yamanmış gibiydi." Cabir der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanından kalktığımız zaman dedik ki: "(Rüyanın yorumu şöyle
olmalıdır:) "Oradaki salih kimse Resûlullah'tır. Onların birbirlerine
yamanmaları, Allah'ın, peygamberiyle gönderdiği işin (dinin) sorumluları
olmalarıdır."
4342 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben kendimi
cennete girmiş gördüm. Derken Ebu Talha'nın hanımı Rumeysa ile karşılaştım
(radıyallahu anhüma). Bir de hışırtı kulağıma geldi. "Bu kim(in
hışırtısı)?" dedim. "Bilal(in)!" dediler. Avlusunda bir cariye
bulunan bir köşk gördüm. "Bu kime ait?" dedim. "Ömer
İbnu'l-Hattab'ındır!" dediler. İçine girip bakmayı arzu ettim. Ancak senin
kıskanç olduğunu hatırladım ve geri döndüm!" Ömer, bu söz üzerine
ağladı ve: "Sana karşı da mı kıskanç olacağım ey Allah'ın Resûlü!"
dedi."
4343 Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Bilal! Ne ile benden önce
cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin
hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını
duydum. Sonra altından şerefeleri olan murabba bir köşke geldim. "Bu
köşk kimin?" diye sordum. "Araplardan birinin!" dediler. Ben
cevaben: "Ama ben de bir Arabım, (benim olmadığına göre) bu köşk
kimin?" dedim. Bunun üzerine: "Kureyş'ten birinin!" dediler. Ben
tekrar: "Ben de bir Kureyşliyim, bu köşk kimin?" dedim. Bu
sefer: "Muhammed ümmetinden birinin!" dediler. Ben de:
"Muhammed benim, bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine: "Ömer
İbnu'l-Hattab'ın!" dediler, radıyallahu anh. Bunun üzerine bilal:
"Ya Resûlullah! Her ezan okuyuşumda iki rek'at namaz kıldım. Her ne zaman hades
vaki oldu ise derhal abdest tazeledim ve Allah'a iki rek'at namaz kılmayı
üzerimde borç gördüm" dedi. Bilal'in bu açıklaması üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "İşte bu iki şey sebebiyle (cennete girmede benden evvel
davranmış olmalısın)" buyurdular."
4344 Amr İbnu'l-As radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordum: "(Ey
Allah'ın Resulü!) İnsanların hangisi size daha sevgilidir?" "Aişe!"
buyurdular. "Ya erkeklerden?" dedim. "Babası!"
buyurdular. "Sonra kim?" dedim. "Ömer!" buyurdular ve
başka bazı erkekler saydılar."
4345 Usame İbnu Zeyd radıyallahu
anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında oturuyordum.
Ali ve Abbas radıyallahu anhüma gelip (huzuruna girmek için) izin istediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Ne getirdiler biliyor musun?"
buyurdular. "Hayır, bilmiyorum!" dedim. "Ama ben
biliyorum, onlara izin ver!" buyurdular. (İçeri aldım), onlar da
girdiler. "Ey Allah'ın Resûlü! Ehlinden hangisi sana daha sevgili?
Sormaya geldik!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Fatıma Bintu
Muhammed" buyurdular. "(Kan bağı) olan ailenden kimi sevdiğinizi
sormuyoruz. (Yakınlarından kimi sevdiğini) soruyoruz" dediler.
"Ehlimin bana en sevgili olanı, kendisine (hidayet ederek) Allah'ın
nimetlendirdiği, (azad edip evlat edinmemle de) kendimin ikram etmiş olduğu
kimsedir!" buyurdu ve Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma'yı
zikretti. "Pekala sonra kim?" dediler. "Sonra Ali İbnu
Ebi Talib!" buyurdular. Bunun üzerine amcası Abbas radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resûlü! Amcanı en sona bıraktın!" dedi. "Ali hicrette
senden önce davrandı!" cevabını verdiler."
4346 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında
insanları derecelendirir ve şöyle sıralardık: (Ümmet-i Muhammed'in, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan sonra en efdali) Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman,
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu sıralamayı işitir) bize itiraz etmezdi
(Radıyallahu anhüm ecmain)."
4347 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Üseyd İbnu Hudayr ve Abbad İbnu Bişr radıyallahu anhüma karanlık bir
gecede Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında idiler. (Sohbet bitince)
yanından ayrıldılar. Derken önlerinde iki nur peydah oldu. Yolları ayrıldığı
zaman her birinin bir nûru vardı."
4348 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Ebu Bekr Radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanına girmişti. Aleyhissalatu vesselam: "Müjde. (Ey Ebu Bekr!) Sen
Allah'ın ateşten azad ettiği kimsesin!" buyurdular. İşte o günden
itibaren Hz. Ebu Bekr, Atik (azadlı) diye
isimlendirildi."
4349 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cebrail
aleyhisselam yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet
kapısını gösterdi." Hz. Ebu Bekr atılıp: "Ey Allah'ın
Resulü! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, ta ki ona ben de
bakayım!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ebu Bekr,
ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!" karşılığında
bulundular."
4350 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nezdimizde bir
eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle
veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç.
Çünkü, onun nezdimizde yardım varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah
verecektir. Bana Ebu Bekr'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Benim
müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç.
Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir
dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr'i dost edinirdim. Haberiniz
olsun, arkadaşınız Allah Teala'nın dostu
(halilullah'tır)."
4351 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) halka hitap ederek buyurdular
ki: "Allah Teala Hazretleri bir kulunu, dünya ile nezdindekini
tercihte muhayyer bıraktı. O kul, Allah'ın nezdindekini tercih
etti." Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı. Biz,
Aleyhissalatu vesselam'ın, Allah tarafından muhayyer bırakılan bir kul hakkında
verdiği haber sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer, muhayyer bırakılan
o kul Aleyhissalatu vesselam'ın kendisi imiş. Meğer bunu en iyi anlayan da
aramızda Ebu Bekr imiş. Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sohbetiyle olsun malıyla olsun bana en ziyade ikramda bulunan Ebu Bekr'dir.
Eğer, ben Rabbimden başkasını halil (dost) tutacak olsaydım, mutlaka Ebu Bekr'i
halil edinirdim. (Allah arkadaşınızı kendine halil kıldı). Ancak (aramızda)
İslam kardeşliği ve İslam muhabbeti var ((bu) efdaldir). Mescide
açılan (hususi) hiçbir kapı bbırakılmayıp, hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr'in
kapısı açık bırakılacak."
4352 Ebu'd-Derda radıyallahu anh
anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında oturuyordum.
Derken, Ebu Bekr radıyallahu anh elbisesinin eteğini tutarak çıkageldi. Öyle ki,
dizleri açılmış durumdaydı. Aleyhissalatu vesselam (onu bu halde görür
görmez): "Arkadaşınız biriyle çekişmiş olmalı!" buyurdular. Ebu Bekr
selam verdi ve: "(Ey Allah'ın Rasûlü!) Benimle İbnu'l-Hattab
arasında bir şey (tatsızlık) oldu. Üzerine yürüdüm, sonra da pişman oldum. Beni
affetmesini taleb ettim, kabul etmedi. Bunun üzerine sana geldim!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "Ey Ebu Bekr! Allah sana mağfiret etsin!"
buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Sonra da Ömer radıyallahu anh,
davranışından pişman oldu. Ebu bekr radıyallahu anh'ın evine gitti
ve: "Ebu Bekr evde mi?" diye sordu. "Hayır!" cevabını alınca, o da
doğru Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi ve selam verdi: Aleyhissalatu
vesselam'ın yüzü (öfkeden) renk renk olmaya başladı. Bu hal, Hz. Ebu Bekr
radıyallah'ı korkuttu. derhal diz çökerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu
meselede (hata benim), ben zulmettim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam
(hepimize): "Allah beni size (peygamber olarak) gönderdi. Size
tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: "Sen yalancısın" dediniz. Ebu Bekr ise:
"Doğru söyledin" dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı oldu. Siz arkadaşımı
bana bırakırsınız değil mi?" buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü tekrar
ettiler." Ebu'd-Derda der ki: "Bundan sonra, (Resûlullah'ın hatırı
için) Ebu Bekr'e hiç eziyet edilmedi."
4353 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hastalığı şiddetlenince,
kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu: "Ebu Bekr'e
söyleyin, halka namazı o kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu
anha: "Ebu bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza
duracak olsa (dayanamayıp ağlar ve ağlamaktan halka kıraati duyuramaz, (namaz
kıldırma işini) Ömer'e emretseniz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam yine: "Ebu
Bekr'e söyleyin, namazı kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe önceki sözünü tekrar
etti. Aleyhissalatu vesselam: "Ona (Ebu Bekr'e) emredin, namazı kıldırsın!" dedi
ve: "Siz (kadınlar) kendi kafanıza göre düzende Hz. Yusuf'un kadın
arkadaşları gibisiniz!" diye söylendi."
4354 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı vefata götüren hastalığı
şiddetlendiği zaman, halka namazı Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırıyordu.
Pazartesi günü, cemaat saf olmuş halde namaza durduğu sırada Aleyhissalatu
vesselam hücresinin perdesini açtı, ayakta olduğu halde bize bakıyordu. Yüzü
sanki bir mushaf yaprağı gibi (uçuk) idi. Sonra tebessüm ederek güldü.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı (böyle) görmenin sevinciyle namazı
bozayazdık. Hz. Ebu Bekr derhal safta namaz kılmak üzere geri çekildi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam7ın namaza geldiğini zannetmişti. Ancak
Aleyhissalatu vesselam, bize işaret ederek namazı tamamlamamızı söyledi ve
perdeyi indirdi. O gün vefat etti."
4355 Urve rahimehullah
anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer'e müşriklerin Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
yaptıkları kötülüklerin en fenası hangisi idi?" diye sordum. Şunu
anlattı: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam namaz kılarken Ukbe İbnu
Ebi Mu'ayt'ın kendisine gelerek ridasını boynuna geçirip şiddetli şekilde
boğduğunu gördüm. O sırada Ebu Bekr radıyallahu anh gelerek onu itti
ve: "Sen, Rabbim Allah'dır dediği için mi bir adamı öldürmek
istiyorsun? O size Rabbinizden açık hükümler getirdi!"
dedi."
4356 Süfyan rahimehullah dedi ki: "Kim, Hz. Ali'nin
imamete, Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'den daha çok hak sahibi olduğu kuruntusuna
düşerse, Hz. Ebu Bekr'i, Hz. Ömer'i, Muhacirleri ve Ensarları toptan
hatakarlıkla itham etmiş olur. Bu bozuk akidesiyle onun amelinin semaya
yükseleceğini zannetmiyorum."
4357 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Ebu Bekr'e: "(Ey Ebu
Bekr!) Allah'ın Rasulü Muhammed aleyhissalatu vesselam'dan sonra insanların en
hayırlısı" diye hitab etmişti. Hz. Ebu Bekr: "Sen böyle söylersen
ben (de sana) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittiğimi söyleyeceğim.
Demişti ki: "Güneş, Ömer'den daha hayırlı bir kimse üzerine doğup
batmadı."
4358 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle dua etmişti: "Allahım, İslam'ı şu iki şahıstan sana
en sevgili olanla aziz kıl: Ebu Cehil ile veya Ömer İbnu'l-Hattab ile. Bunlardan
Allah'a daha sevgili olanı Ömer'di."
4359 Yine İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah Teala Hazretleri, hakkı, Hz. Ömer'in diline ve kalbine
koydu." İbnu Ömer der ki: "Halkın başına ne zaman bir iş gelmiş, (o hususta)
Ömer bir şey demiş, halk da başka bir şey demiş ise mutlaka Ömer radıyallahu
anh'ın dediği üzere Kur'an'dan bir vahiy gelmiştir."
4360 Salim,
babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Dedi ki: "Ben Ömer radıyallahu anh'ın
bir şey için: "Zannederim ki bu şöyledir" deyip de dediği gibi olmadığını hiç
görmedim. (Nitekim bir gün), Ömer otururken güzel bir adam yanından geçti. Ömer:
"Zannımda yanıldım." Veya: "Bu adam cahiliye devrindeki dini üzere
devam etmektedir." Veya: "Bu, cahiliyede kavminin kahiniydi!" dedi
ve: "Şu adamı bana çağırın!" buyurdu. Adam çağrıldı. Ömer: "Zannımda
yanıldım veya sen cahiliye devrindeki dinin üzeresin! veya cahiliyede sen
onların kahini idin!" diyerek hakkındaki tereddütlerini dile getirdi.
Adam: "Bugünkü gibi bir gün görmedim (yani bugün gördüğüm şeyi hiç
görmedim). Bugün müslüman bir kimse (olmayacak şekilde) karşılandı" dedi. Hz.
Ömer: "Sana yemin veriyorum, benim istediklerimi doğru olarak söyleyeceksin!"
buyurdu. Adam: "Cahiliye devrinde ben onların kahinleri idim!" dedi.
Ömer ona: "Dişi cinninin sana getirdiği haberlerin en acayibi
hangisi idi?" dedi. Adam: "Bir gün ben çarşıda iken, bana dişi cin geldi. Ondaki
korkuyu biliyorum. Dedi ki: "Sen cinni ve onun ye'sini ve başı üzerine
devrilmesinden (yani kulak hırsızlığından men olarak haber alamayışından)
sonraki ümidsizliğini ve sırtlarına ince çullar konulmuş genç develerle
yetişilip yakalamasını görmedin mi?" Ömer şöyle dedi: "Doğru
söyledi. Ben onların putlarının dibinde uyurken, bir adam bir buzağı ile geldi
ve kesti. O zaman ona birisi öyle bir bağırdı ki, bu kadar yüksek sesle bağıran
birisini hiç işitmemiştim. Şöyle diyordu: "Ey celih (ey düşmanlığını
açığa vuran kimse)! Emrun necih (zafer bulmuş bir iş), recülün fasih (fasih
konuşan bir adam) var. Senden başka ilah yoktur diyor!" Oradaki
cemaat o adama doğru sıçradılar. (Hz. Ömer devamla dedi ki): "Ben
bunu görünce kendi kendime: "Ben bu işin arkasında ne olduğunu anlayıncaya kadar
buradan ayrılmayacağım!" dedim. Sonra o zat yine bağırdı: "Ey celih,
emrun necih, recülün fasih (Ey düşmanlığnı açığa vuran kimse! Muvaffak olacak
bir iş, fasih konuşan bir adam (var)! Lailahe illallah! diyor!" Ben kalktım.
Aradan çok geçmeden "Bir peygamber (çıktı)" dendi."
4361 Hz. Ömer
radıyallahu anh demiştir ki: "Üç şeyde Rabbime muvafakat ettim: -
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a:) "Ey Allah'ın Resulü! Makam-ı İbrahim'de
bir namaz yeri edinsen!" dedim, arkadan "İbrahim'in makamını namazgah edinin"
(Bakara 125) ayeti nazil oldu." - "(Bir gün) "Ey Allah'ın Rasûlü!
Huzurunuza iyiler de facirler de giriyor. Emretseniz de ümmühatu'l-mü'minin
örtünseler!" dedim. Bunun üzerine hicab (örtünme) ayeti nazil oldu."
- "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hanımları kıskançlıkta birleştiler. Ben
de: "O sizi boşarsa Allah O'na sizden hayırlısını verir" demiştim, bunun üzerine
şu ayet indi. (Mealen): "Rabbi O'na sizden daha hayırlı olan, Allah'a teslim
olmuş, iman etmiş, ibadet ve itaatte sebat eden, günahlarından tevbe eden,
allah'a kullukta bulunan, orucunu tutan hanımlar nasib eder ki, onlardan dul
olanı da bakire olanı da bulunur" (Tahrim 5).
4362 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir çoban sürüsünü otlatırken, bir kurt koşarak gelip, sürüden
bir koyun kapar. Çoban kurdun peşine düşer ve koyunu ondan kurtarır. Ancak kurt,
çobana dönüp bakar ve: "Bu koyunlara yırtıcı gününde, onlara benden başka
çobanın olmadığı günde kim bakacak?" der. Halk bunun üzerine:
"Sübhanallah! Kurt konuşur mu?" diye hayrete düşerler. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam (onların bu tereddütleri üzerine): "Buna ben inanıyorum,
Ebu Bekr ve Ömer de inanıyor" der. Halbuki o sırada Ebu Bekr ve Ömer orada
değillerdi."
4363 Müslim'in bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir adam bir ineği
sevkederken üzerine bindi. İnek adama bakıp dile geldi ve: "Ben bunun için
yaratılmadım, ben ziraat için yaratıldım" dedi. Halk, hayret ve korku
ile: "Sübhanallah, konuşan bir inek ha!" dediler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Ben (onun konuşmasına) inanıyorum. Ebu Bekr
ve Ömer de inanıyorlar, (radıyallahu anhüma)"
buyurdular."
4364 Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yüksek derece sahiplerini
onların altında olanlar görür. Tıpkı sizin, semanın ufkunda doğan yıldızı
görmeniz gibi. Ebu Bekr ve Ömer (radıyallahu anhüma) onlardandır (yüksek derece
sahiplerindendir) ve daha da ileridirler."
4365 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz. Ömer ve Hz.
Ebu Bekr radıyallahu anhüma için: "Bu ikisi var ya, bunlar,
öncekiler ve sonrakilerden cennetlik olan kühûlün
efendisidirler."
4366 Hz. Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benden sonra şu
ikiye iktida edin: Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu
anhüma."
4367 Muhammed İbnu'l-Nanefiyye anlatıyor: "Babam
radıyallahu anh'a dedim ki: "Babacığım, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan
sonra insanların hangisi hayırlıdır?" "Ebu bekr!" dedi.
"Sonra kim?" dedim. "Ömer!" dedi. Ben: "Sonra kim?" diye
sormaya devam edip "Osman!" cevabını almaktan korktum da: "Sonra
sen!" deyiverdim. Ama babam: "Ben mi? Ben sıradan bir müslümanım"
dedi."
4368 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girmek üzere izin
istedi. Bu sırada Aleyhissalatu vesselam yatağı üzerinde yatmakta idi. Üzerinde
benim bürgüm vardı. Resûlullah halini bozmadan izin verdi. (Konuştular),
meselelerini hallettiler. Hz. Ebu Bekr gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer girmek
için izin istedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam aynı halini hiç
değiştirmeden ona da izin verdi. Ömer'in ihtiyacını da gördü. Sonra o da
gitti. Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu sefer Aleyhissalatu
vesselam yatağında doğrulup oturdu. Üstünü başını düzeltti. Bana da: "Elbiseni
üzerine topla!" emretti. Ve ona da girmesi için izin verdi. Onun da ihtiyacını
gördü. Osman da gitti. O gidince ben dayanamayıp: "Ey Allah'ın
Resûlü! Ebu Bekir ve Ömer gelince istifini bozmadığın halde Osman gelince
kendine çekidüzen verdin. Sebebi nedir?" diye sordum. Dedi ki:
"Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken içeri
aldığım takdirde arzusunu açmadan gideceğinden korktum." Bir
rivayette: "Kendisinden meleklerin haya duydukları bir kimseden ben haya
duymayayım mı?" demiştir.
4369 Osman İbnu Abdillah İbnu Mevhib
anlatıyor: "Mısır, ehlinden biri geldi, hacc yapmak istiyordu. Oturan bir grup
gördü ve: "Bunlar da kim?" dedi. "Kureyşliler!"
denildi. "Aralarındaki yaşlı zat da kim?" dedi.
"Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)" denildi. (Abdullah'a
yaklaşarak:) "Sana bir şey soracağım, bana ondan haber ver. Hz.
Osman Uhud günü (savaş meydanından) kaçmış mıydı, biliyor musun?" diye sordu. O
da: "Evet!" dedi. "Onun Bedir'de kaybolduğunu ve savaşta hazır
bulunmadığını da biliyor musun?" diye sordu. "Evet!" dedi. Adam bu
cevap üzerine: "Allahuekber!" deyip döndü. Abdullah İbnu Ömer
radıyallahu anh: "Gel!" dedi, sana açıklayayım: "Uhud'daki firarına
gelince: Şehadet ederim ki, Allah onu affetti, mağfirette bulundu. Nitekim Allah
Teala Hazretleri, haklarında şu ayeti indirdi: "Muhakkak ki iki ordunun
karşılaştığı günde içinizden geri dönen kimseleri, Resûlullah'ın emrine
muhalefet gibi hareketleriyle kazandıkları bazı günahlar yüzünden şeytan
kaydırmak istedi. Fakat gerçekten Allah onların günahlarını bağışladı..." (Al-i
İmran 155). Bedir'deki kayboluşuna gelince: Onun nikahı altında Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın kerimeleri Rukiyye radıyallahu anha vardı ve hasta
idi. Aleyhissalatu vesselam kendisine: "Rukiyye ile kal. Sana Bedr'e katılan bir
kimsenin sevabı ve (ganimetten alacağı) pay var!" buyurdu. (O da bu istek
üzerine kaldı). Bey'atu'r-Rıdvan'daki kayboluşuna gelince: Eğer Batn-ı Mekke'de
ondan daha aziz biri olsaydı, (Resulullah), yerine onu gönderecekti.
Aleyhissalatu vesselam, Mekke'ye onu gönderdi. Bey'atu'r-Rıdvan, Osman
radıyallahu anh Mekke'ye gittikten sonra akdedildi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, Bey'at akdi sırasında sağ elini sol eli üzerine koyarak: "Bu da Osman
yerine!" buyurdular. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sol elinin Osman için
hayrı, onların sağ elinin, kendileri için olan hayrından fazla idi.
Sonra İbnu Ömer radıyallahu anh, adama: "Haydi şimdi bu
(anlattıklarımı) beraberinde götür!" dedi."
4370 Abdurrahman İbnu
Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a ceyşü'l-Usre'yi (Tebük'e gidecek orduyu) techiz ettiği
sırada bin dinar getirdi ve Resulullah'ın kucağına döktü. Aleyhissalatu
vesselam, parayı kucağında (eliyle karıştırıp) altüst etti ve şöyle
dedi: "Bugünden sonra Osman'a, (her ne) yapsa zarar vermeyecektir!"
Ve bu sözü iki sefer tekrar etti."
4371 Abdurrahman İbnu Habbab
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ceyşü'l-Usre'yi
techiz ederken şahid oldum. Osman İbnu Affan radıyallahu anh kaltı
ve: "Ey Allah'ın Resûlü! dedi, yüz deve çuluyla, semeriyle Allah
rızası için (bağış olarak) bendendir!" Resûlullah aleyhissalatu
vesselam ordu için bağış yapmaya tekrar teşvikte bulundu. Osman yine
kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Çuluyla semeriyle ikiyüz deve Allah
rızası için bendendir!" dedi. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam ordu için
bağışta bulunmaya yine teşvikte bulundu. Osman tekrar kalktı ve: "Ey
Allah'ın Resûlü! dedi. Benden üçyüz deve çuluyla, semeriyle Allah rızası için
bağışımdır!" Abdurrahman der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı minberden inerken gördüm, hem iniyor, hem de: "Bu
hayırdan sonra, Osman'ın yapacağı (kötü amel) aleyhine olmaz!"
diyordu."
4372 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam pazartesi günü gönderildi. Hz. Ali
radıyallahu anh da salı günü namaz kıldı."
4373 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ashabının
arasını kardeşlemişti. Hz. Ali radıyallahu anh yanına geldi ve:
"Ashabınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, ama beni kimseyle
kardeşlemediniz!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Sen
dünyada da ahirette de benim kardeşimsin!" buyurdular."
4374 Zeyd
İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
buyurdular: "Ben kimin dostu (mevlası) isem, Ali de onun
dostudur."
4375 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Tebük seferine çıkınca Hz. Ali'yi geride
(Medine'de) bırakmıştı. "Ey Allah'ın Resûlü, siz beni çocukların ve
kadınların arasında mı bırakıyorsunuz?" dedi (kalmak istemedi). Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Sen, Hz. Harun'un, Hz. Musa yanında aldığı
yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra
peygamber yok!" buyurdular."
4376 Müslim ve Tirmizi'nin bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber günü
buyurdular ki: "Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, O,
Allah'ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de onu sever." Ravi
devamla der ki: "Bu söz üzerine (beni mi seçer ümidiyle, Aleyhissalatu
vesselam'a görünmek için) boyunlarını uzattılar. Ama o: "Bana Ali
radıyallahu anh'ı çağırın!" buyurdular. Ali getirildi ama gözlerinden rahatsız
idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah Teala Hazretleri onun
eliyle fethi müyesser kıldı." Ravi devamla der ki: "Şu ayet indiği
zaman "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım..." (Al-i İmran 61)
Resûlullah aleyhissalatu vesselam hemen Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i
(radıyallahu anhüm ecmain) çağırdı ve: "Allahım, bunlar benim
ailemdir!" buyurdu."
4377 Zirr İbnu Hubeyş rahimehullah anlatıyor:
"Hz. Ali radıyallahu anh'ın şöyle söylediğini işittim: "Daneyi açan, canlıları
yaratan Zat-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmi peygamberim aleyhissalatu
vesselam, bana şu hususu garantiledi: Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da
bana buğzedecektir."
4378 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Taif günü Hz. Ali radıyallahu anh'ı çağırdı
ve onunla hususi konuşma yaptı. (Bu görüşme o kadar uzadı ki) halk: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam amcasının oğluyla görüşmesini uzattı" dedi. (Resûlullah
bunu işitince): "Onunla hususi görüşmeyi ben (kendi arzumla)
yapmadım. Allah'ın arzusu ve emri ile Resûlü) yaptı" açıklamasında
bulundu."
4379 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Beraet (Tevbe) sûresini, (Arafat'ta hacılara tebliğ
edilmek üzere) Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'la göndermişti. Sonra onu
çağırarak: "Bunun, ehlimden olmayan bir kimse ile tebliğ edilmesi
muvafık değil!" buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh'ı çağırarak sureyi, (Arafat'ta
okuması için) ona verdi."
4380 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Yeryüzünde (iki ayak üzerinde) yürüyen bir şehid görmek isteyen Talha İbnu
Ubeydullah radıyallahu anh'a baksın."
4381 Kays İbnu Ebi Hazım
radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Telha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh'ın,
Uhud'da Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı himaye ettiği elini kurumuş
gördüm."
4382 Hz. Cabir anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim
havarim ise Zübeyr İbnu'l-Avvam'dır, radıyallahu anh."
4383 Hz.
Ali radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Sa'd
radıyallahu anh'tan başka kimseye "Annem babam sana feda olsun" dediğini
işitmedim. Uhud Savaşında: "Ey Sa'd (okunu) at! Annem ve babam sana feda olsun!"
dediğini duydum."
4384 Kays İbnu Hazım anlatıyor: "Said İbnu Zeyd
radıyallahu anh'ı dinledim, diyordu ki: "Vallahi ben şu halimi hatırlıyorum:
"Allah'a yemin olsun, Ömer İslam'a girmezden önce, beni ve kızkardeşini müslüman
olduk diye bağlamıştı. Eğer Osman'a yaptığnız (öldürme işin)den dolayı Uhud dağı
yerinden gitse, gitmede haklı idi."
4385 Hz. Aişe rudıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) hanımlarına:
"Ölümümden sonra beni üzecek şeylerden biri de sizin meselenizdir. Size ancak
sıddik (Hz. Aişe der ki yani mutasaddık) ve sabırlılar tahammül edebilir"
der. Hz. Aişe devamla, Ebu Seleme İbnu Abdirrahman'a dedi ki: "Allah
senin babana cennetin selsebil çeşmesinden içirsin." İbnu Avf,
Ümmühatu'l-mü'minin'e tasadduk edenlerdendi, kırkbin dirheme satılan bir bahçe
tasadduk etmiş idi.
4386 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her ümmetin bir
emini vardır. Bizim eminimiz, ey ümmet, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah radıyallahu
anh'tır."
4387 Müslim'in bir rivayetinde: "Yemenliler
Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Bizimle birlikte birisini gönder de bize
sünneti ve İslam'ı öğretsin!" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam Ebu
Ubeyde İbnu'l-cerrah radıyallahu anh'ın elinden tutup: "İşte bu, bu
ümmetin eminidir!" buyurdu."
4388 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
amcama eziyet verirse mutlaka bana eziyet vermiştir. Şurası muhakkak ki; kişinin
amcası babası yerindedir."
4389 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abbas radıyallahu anh'a dedi
ki: "Ey amcam, pazartesi sabahı bana sen ve oğlun beraber gelin size
dua edivereyim. Allah bu dua bereketine, sana da oğluna da hayırlar
halketsin!" İbnu Abbas devamla der ki: "Abbas gitti, biz de
beraberinde gittik. (Resûlullah) hepimize bir kisa örttü; sonra da şöyle dua
buyurdu: "Allahım! Abbas'ı ve oğlunu mağfiretine erdir, öyle bir
mağfiret ki zahiri batıni bütün günahlarına ulaşıp temizlesin, hiçbir günah
hariç kılmasın. Allahım, ona çocuğu sebebiyle ikram et." Rezin bir
rivayette şu ziyadeyi kaydetti: "Hilafeti onun neslinde baki
kıl."
4390 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Horasan'dan siyah bayraklar
çıkacak. Bu bayrakları hiçbir şey geri çeviremeyecek ve mutlaka İlya'ya (Kudüs
şehrine) dikilecek."
4391 Bera radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ca'fer İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'a dedi
ki: "sen bana hem huy ve hem de yaratılış yönüyle
benziyorsun."
4392 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, Hz. Hasan'ı omuzunda taşıyor ve de:
"Allahım, ben bunu seviyorum, onu sen de sev!"
diyordu."
4393 Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz. Hasan ve Hüseyin'e bakıp: "Allahım, ben
bunları seviyorum, sen de sev!" buyurdu."
4394 Ukbe İbnu'l-Haris
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh (bir gün) ikindi
namazını kıldı, sonra beraberinde Hz. Ali radıyallahu anh olduğu halde yürümeye
başladı. Yolda Hz. Hasan'ı çocuklarla oynuyor gördü. Omuzuna alıp:
"Babam feda olsun! ali'ye değil, Resûlullah'a benziyor!" buyurdu. Hz. Ali de
gülüyordu."
4395 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a "ehl-i Beyti'nden hangisini en çok seviyorsun?" diye
sorulmuştu. "Hasan ve Hüseyin!" diye cevap verdi. Hz. Fatıma
radıyallahu anha'ya: "Benim oğullarımı bana çağır!" emreder, onları
getirip koklar, kucaklardı."
4396 Ya'la İbnu Mürre anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hüseyin bendendir, ben de
Hüseyin'denim. Allah Hüseyin'i seveni sever. Hüseyin "esbat" tan
biridir."
4397 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hasan ve Hüseyin, cennet ehlinin iki
gencidir."
4398 Abdullah İbnu Şeddad, babası radıyallahu anh'tan
naklediyor: Der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki akşam namazının (yani
akşam ve yatsının) birinde yanımıza geldi. Hasan veya Hüseyin'den birini
taşıyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam öne geçip çocuğu yere bıraktı.
Sonra tekbir getirip namaza durdu. Sonra namaz sırasında uzunca bir secde
yaptı." Babam devamla dedi ki: "(Secde çok uzadığı için) başımı
kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim! Secdede olan Resûlullah'ın sırtına çocuk
binmiş duruyor. Ben hemen secdeme döndüm. Namaz bitince, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a cemaatten: "Ey Allah'ın Resûlü! Namaz
sırasında öyle uzun bir secde yaptınız ki, bir hadise meydana geldi zannettik
veya sana vahiy indi zannettik!" diye soranlar oldu. "Hayır!" dedi,
"bunlardan hiçbiri olmadı. Velakin, oğlum sırtıma bindi. Ben, acele edip hevesi
geçmeden sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım (kendisi ininceye kadar
bekledim)."
4399 Ensar'dan bir kadın Selma radıyallahu anha
anlatıyor: "Ümmü Seleme'nin yanına girdim, ağlıyordu. "Niye
ağlıyorsun!" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Şimdi Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı rüyamda gördüm. Başında ve sakallarında toprak vardı.
"Neyiniz var, Ey Allah'ın Resûlü?" dedim, "Az önce Hüseyin'in öldürüldüğüne
şahid oldum" buyurdu."
4425 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek:
"Ben açlıktan bitkinim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam derhal hanımlarından
birine (adam) (gönderip yiyecek istedi. Ama kadın): "Seni hak ile
gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun yanımızda sudan başka bir şey yok" diye
cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam bunun üzerine diğer bir kadınına gönderdi. O
da aynı şeyi söyledi. Aleyhissalatu vesselam sonunda: "Bu (bitkin)
açı kim misafir edip (doyurursa) Allah ona rahmet edecektir!" buyurdu. Ensardan
Ebu Talha radıyallahu anh denen birisi kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü!
Ben misafir edeceğim!" buyurdu ve onu evine götürdü. Evde hanımına:
"Yanında yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Hanım: "Hayır, sadece
çocukların yiyeceği var!" dedi. Bunun üzerine hanımına: "Sen onları
bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi
görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lambayı düzeltmek üzere kalk ve onu
söndür!" diye tenbihatta bulundu. Kadın söylenenleri yaptı. Beraberce oturdular.
Misafir yedi. Karı-koca geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca
Aleyhissalatu vesselam'a geldiler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ebu
Talha'ya: "Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah
Teala Hazretleri taaccüp etti (ve güldü)!" buyurdu ve şu ayet-i kerime nazil
oldu. (Mealen): "...Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi
nefislerine tercih ederler" (Haşr 9).
4426 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu ayeti okumuştu.
(Mealen): "(Siz Allah yolunda bağışta bulunmaya çağırılan kimselersiniz. Fakat
içinizden bazıları cimrilik eder. Cimrilik eden ise, kendi zararına cimrilik
etmiş olur. Allah ganidir; muhtaç olan sizsiniz. Eğer yüz çevirirseniz,) O,
sizin yerinize başka bir topluluk getirir ki, onlar sizin gibi allah'a
itaatsizlik etmezler" (Muhammed 328). (Orada
bulunanlar): "Bizim yerimize kimler getirilebilir?" dediler.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Selman-ı Farisi'nin omuzuna vurdu, sonra
da: "Bu ve bunun kavmi!" deyip sözüne devam etti: "Ruhum
elinde olan Rab Teala'ya yemin olsun! Eğer ilim, Süreyya yıldızına asılmış olsa
Faris'ten (yetişecek bir kısım) kimseler ona yine de
ulaşırlar."
4427 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Keşke dün akşam senin kıraatini dinlerken
beni bir görseydin! Gerçekten sana, Hz. Davud'un mizmarlarından bir mizmar
verilmiş." Müslim'in Berkani'den kaydettiği bir rivayetteki ziyadede Ebu
Musa demiştir ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Bilseydim ki sen beni dinliyorsun,
kıraatimi senin için daha da güzelleştirirdim."
4428 Sa'd İbnu Ebi
Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Yeryüzünde yürüyen hiç kimseye Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın " Cennetliktir" dediğini duymadım. Ancak
Abdullah İbnu Selam müstesna. Onun hakkında şu ayet indi. (Mealen): "(De ki:
Söyleyin bana, eğer bu Kur'an Allah tarafından gönderildiği halde onu inkar
ettiyseniz ve) İsrailoğullarından bir şahit de, Tevrat'a dayanarak onun hak
kitap olduğuna şahidlik edip iman ettiği halde, siz iman etmeyi büyüklüğünüze
yediremezsiniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki Allah zalimler güruhuna yol
göstermez" (Ahkaf 10).
4429 Cerir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam müslüman olduğum günden beri beni yanına
girmekten men etmedi. Benii görüp de yüzüme karşı tebessüm etmediği de olmadı.
Ona at üzerinde duramamaktan dert yandım. Bunun üzerine eliyhe göğsüme vurdu
ve: "Allahım, bunu (atın üzerinde) sabit kıl, onu hidayete eren ve
hidayete erdiren kıl!" buyurdu."
4430 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam (kendisine devemi sattığım)
Leyletu'l-Bair'de yirmibeş kere benim için istiğfar
ediverdi."
4431 Yine Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
defasında ben üzgün bir halde iken "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la
karşılaşmıştık. Bana: "Seni niye böyle üzgün görüyorum?"
buyurdu. "Babam Uhud'da şehid düştü. Geriye bakıma muhtaç horanta ve
bir de borç bıraktı" dedim. Bunun üzerine: "Allah'ın babana
hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi?" dedi. Ben: "Evet!"
deyince: "Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima
perde gerisinden konuşur. Ancak, babanı ihya etti ve perdesiz
konuştu: "Ey kulum, dedi. Ne dilersen benden iste
vereyim!" "Ey Rabbim dedi baban, beni dirilt, senin yolunda ikinci
sefer bir daha öldürüleyim!" Allah Teala Hazretleri: "Ama ben daha
önce şu hükmü koymuşum: "Ölenler artık geri dönmeyecekler!" buyurdu. Bunun
üzerine şu ayet nazil oldu (Mealen): "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma.
Onlar, Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle
rızıklanırlar" (Al-i İmran 169).
4432 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Ümmü Süleym radıyallahu anha dedi ki: "Ey Allah'ın
Resûlü! Hadimin Enes için Allah Teala Hazretlerine dua ediver!"
Bunun üzerine şu duayı yapıverdi: "Allahım, onun malını, çocuklarını
çoğalt ve ona verdiklerini hakkında mübarek kıl!"
4433 Ebu Halde
Halid İbnu Dinar anlatıyor: "Ebu'l-Aliye'ye: "Enes, "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan hadis işitti mi?" diye sordu. Ebu'l-Aliye: "(Bu nasıl
soru?) Hz. Enes on yıl Resûlullah'a hizmet etti, Resûlullah onun için duada
bulundu. Enes'in bir bahçesi vardı, yılda iki sefer meyve verirdi. Bahçede bir
reyhanı vardı, ondan misk kokusu gelirdi" diye cevap
verdi.
4434 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Saçı sakalı
birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin itibar etmediği
niceleri vardır ki, Allah'a kasemde bulunsa, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.
İşte Bera İbnu Malik öylelerindendir."
4435 Hz. Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Sabit İbnu
Kays'ı kaybetmişti. Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben onun yerini
biliyorum!" dedi ve gidip evinde oturmuş, başı önde ağlıyor vaziyette
buldu. "Neyin var, (niye ağlıyorsun)?" dedi. "(Sorma),
Şerr var! Sesim, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sesinin üstüne çıkıyordu,
bütün amelim gitti, cehennemliğim" dedi. Adam, Sabit'in bu sözlerini işitince
doğru Aleyhissalatu vesselam'a geldi ve durumu haber verdi. "Ona git
ve şöyle buyurdular, sen cehennemlik değilsin, bilakis sen
cennetliksin!"
4436 Müslim'in bir rivayetinde: "Allah Teala'nın şu
ayeti indiği zaman (mealen): "Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber'in
sesinden fazla yükseltmeyin!..." (Hucurat 2), Sabit radıyallahu anh evinde
oturup ağlamaya başladı. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu aradı..."
şeklindedir."
4437 Hz. Adiyy radıyallahu anh anlatıyor: "Kavmimden
bir grupla Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh'ın yanına geldim. Tayy kabilesine
mensup her bir adam için ikibin (dirhem) tahsisat ayırdı, benden ise yüz
çevirdi. Ben kurşısına geçtim, yine benden yüz çevirdi. Ben tekrar karşı
tarafına geçtim. O yine bana tersini döndü. Bu durumda, ben: "Ey
mü'minlerin emiri! Beni tanıyor musun?" dedim. Güldü ve: "Evet!
Vallahi seni tanıyorum!" dedi ve ilave etti: "Onlar kafirken sen
iman etmiştin. Onlar yüz çevirirken sen gelmiş (teslim olmuş)tun. Onlar ahdinden
cayarken sen ahdinde sadık kalmıştın. Ayrıca, "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yüzünü ve Ashab'ının yüzlerini ağartan ilk zekat parası da, senin
Tayy kabilesinden Resûlullah7a getirdiğin zekat parası olmuştu."
(Hz. Ömer bu sözlerinden) sonra, (bana vermeyişinin) özrünü beyana geçti ve dedi
ki: "Ben, fakirlik sebebiyle yoksul duruma düşenlere tahsisat
ayırdım. Onlar aşiretlerinin seyyidleridir. Temsil ettikleri adamlarının (arız
olacak kıtlık hallerinde onlara infak gibi) hukuklarını üzerlerinde
taşımaktadırlar. (Bu sebeple, geride kalan adamları adına onlara tahsisat
verdim)." Bu açıklama üzerine Adiyy, Hz. Ömer'e:
"Öyleyse tamam, bana vermemeni normal karşılarım" dedi."
4438 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim, senden çok
güzel şeyler işitiyorum, fakat ezberimde tutamıyorum!" "Ridanı aç!"
emrettiler. Ben de açtım. (Dua buyurdu, sonra topladım). Bundan sonra bana çok
hadis söyledi. Ben söylediklerinden hiçbirini unutmadım."
4439 Ebu
Berze el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam
gazvelerinden birinde idi. Allah Teala Hazretleri genimet nasib etti. Ashab'ına
"(Arkadaşlarınızdan) herhangi bir kayıp verdiniz mi?" diye sordu.
"Evet! dediler. Falanca, falanca ve falanca!" Resûlullah yine sordu:
"Başka bir kaybınız var mı?" Ashab: "Evet! Falanca, falanca,
falanca!" dediler. Aleyhissalatu vesselam yine sordu: "Başka bir
kaybınız yok mu?" "Hayır! Yok!" dediler. "Ama ben
Cüleybib'i kaybettim (Onu arayın!)" emretti. Ashab onu aradı ve öldürmüş olduğu
yedi kişinin yanında bulundu. Düşmanlar da onu öldürmüşlerdi. Aleyhissalatu
vesselam gidip başucunda durdu ve: "O, yedi kişiyi öldürmüş, onlar
da onu öldürmüşler! Bu bendendir, ben de ondanım. Bu bendendir, ben de ondanım"
buyurdu. Sonra Cüleybib'i kolları arasına aldı. Ona, Resûlullah'ın kollarından
başka yatak olmamıştı." Ravi devamla der ki: "Ona bir mezar kazıldı.
Kabrinin içine konuldu." Gusledildiğini zikretmedi."
4440 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Ümmü Harise radıyallahu anha, "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Bana
Harise'den haber ver!" dedi. -Harise, Bedir günü isabet eden serseri bir ok
sebebiyle ölmüştü- (Kadın devamla): "Eğer cennetteyse sabredeceğim, değilse
(dünya evinde olduğum müddetçe) ağlamaya devam edeceğim" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ümmü Harise! (Cennetin tek bir bahçe olduğunu mu
sanırsın?) Cennette bahçeler var. Senin oğlun ise, Firdevs-i a'la'ya kondu"
buyurdular. (Bunun üzerine kadın gülerek geri döndü.)"
4441 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile
birlikte bir yere indik. Halk geçmeye başladı. "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ebu Hüreyre bu kim?" diye soruyordu. Ben
de: "Falanca!" diyordum. "Bu, Allah'ın ne iyi kulu!"
diyordu. Sonra tekrar soruyordu: "Peki şu kim?"
"Falanca!" diyordum. "Bu Allah'ın ne kötü kulu!" diyordu. Bu hal,
Halid İbnu'l-Velid radıyallahu anh geçinceye kadar devam etti. O
zaman: "Bu kim?" diye yine sordu. Ben: "Halid
İbnu'l-Velid!" dedim. "Bu Allah'ın ne iyi kulu! Bu Allah'ın
kılınçlarından bir kılınç!" buyurdu."
4442 Ukbe İbnu Amir
radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İnsanlar teslim oldu, Amr İbnu'l As ise iman etti." EBU SÜFYAN İBNU
HARB
4443 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a Ebu Süfyan, her ne taleb etti ise, mutlaka "Tamam!"
diye müsbet cevap almıştır."
4444 Ebu İdris el-Havlani anlatıyor:
"Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh, Umeyr İbnu Sa'd'ı Humus valiliğinden
azledince yerine Hz. Muaviye radıyallahu anh'ı tayin etti. Halk:
"Umeyr'i azledip Muaviye'yi mi tayin etti?" diye mırıldandı. Umeyr radıyallahu
anh: "Muaviye'yi hayırla yadedin. Zira ben "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Allah'ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!" dediğini
duydum!" dedi."
4445 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
çocuklarla birlikte oynuyordum. Derken "Resûlullah aleyhissalatu vesselam geldi.
Ben hemen bir kapının arkasına saklandım. (Beni orada bulup) enseme
dokundu. "Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi. (Ben derhal gittim
ve) geldim: "O yemek yiyor!" dedim. "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, tekrar: "Git Muaviye'yi bana çağır!" emrettiler. (Ben
(yine gidip) döndüm ve: "O yemek yiyor!" dedim. Resûlullah
tekrar: "Git! Muaviye'yi bana çağır!" emrettiler. Benn yine gidip
geldim ve: "O yemek yiyor!" dedim. Bunun üzerine: "Allah onun
karnını doyurmasın!" buyurdular."
4446 Abdurrahman İbnu Ebi Umeyre
radıyallahu anh -ki "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabından idi-
Resûlullah'ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu
hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet
ver."
4447 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Cebrail
aleyhisselam "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey
Allah'ın Resûlü, dedi. işte Hatice geliyor. Beraberinde bir kab var, içerisinde
katık -veya yiyecek, veya içece- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona
Rabbinden (ve benden) selam söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan
cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle
müjdeleyin!"
4448 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice
radıyallahu anha'ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç duymadım. Halbuki onu hiç
görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yadını çok yapardı. Ne
zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice'nin dostlarına da gönderirdi.
Bazan ona: "Sanki dünyada Hatice'den başka kadın yok!" derdim de bana: "(Onun
gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum
ederken) benim çocuklarım ondan oldu" diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki:
İçinden " Bir daha Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim" dedim)."
Hz. Aişe devamla der ki: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hatice'den üç yıl
sonra benimle evlendi."
4449 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Ahiretin) en
hayırlı kadını Meryem Bintu İmran'dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu
Huveylid'dir." Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti.
Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: ""Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Erkeklerden pek çokları kemale ermiştir. Kadınlardan
ise İmran'ın kızı Meryem, Firavun'un karısı Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve
Muhammed'in kızı Fatıma'dan başka kimse kemale ermemiştir. Hz. Aişe'nin
kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir." Bu
rivayet Buhari'de Ebu Musa hadisi olarak gelmiştir. (Enbiya 45), Müslim,
Fezailu's-Sahabe 70, (2431); Tirmizi, Et'ime 31, (1835).
4450 Emi'
İbnu Umeyr et-Teymi anlatıyor: "Halamla birlikte Hz. Aişe radıyallahu anha'nın
yanına gittim. Hz. Aişe'ye: "Hangi kadın "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a daha sevgili idi?" diye soruldu: "Fatıma!"
dedi. "Ya erkeklerden?" dendi. "Fatıma'nın kocası! Zira
bildiğim kadarıyla (Ali radıyallahu anh) çok oruç tutar, çok namaz
kılardı."
4451 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam Fetih senesinde Fatıma'yı çağırarak hususi
konuştular. Fatıma ağladı. Sonra tekrar hususi olarak konuştular. Fatıma bu
sefer güldü. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam vefat edince, Fatıma'dan o
ağlama ve gülmesi hususunda sordum. Dedi ki: "Önce, "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci
konuşmamızda benim, İbran kızı Meryem hariç diğer kadınların cennette efendisi
olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm."
4452 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam
bana: "Ey Aişe! İşte Cebrail! Sana selam ediyor!" dedi. Ben
de: "Ve aleyhisselamu ve rahmetullahi ve berekatuhu!" dedim.
Resûlullah benim görmediğimi görürdü."
4453 Hz. Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabı bizlere
her ne zaman bir hadis müşkilat arzedecek olsa, hemen Hz. Aişe'ye sorardık, o
bize bu hususda mutlaka bir bilgi sunardı."
4454 Ebu Vail
anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, asker toplamak için Ammar İbnu Yasir ve
Hasan İbnu Ali radıyallahu anhüm'u Küfe'ye gönderince, Ammar halka şöyle hitap
etti: "Ben de biliyorum, O (Hz. Aişe), dünyada da ahirette de Peygamberimiz
aleyhissalatu vesselam'ın zevcesidir. Velakin Allah sizleri imtihan ediyor.
Kendisine mi, yoksa, Aişe'ye mi tabi olacaksınız?"
4455 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Safiyye'ye, Hz. Hafsa radıyallahu anhüma'nın
"Yahudi kızı" deyip (istiskal ettiği) ulaşıyor. Bu sözü işiten Safiyye ağlıyor.
Tam o ağlarken Aleyhissalatu vesselam yanına giriyor ve: "Niye ağlıyorsun?" diye
soruyor. Safiyye: "Hafsa bana "Sen Yahudi kızısın!" dedi" der.
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sen bir peygamber kızısın.
Senin amcan da bir peygamberdir, ayrıca bir peygamberin de nikahı altındasın.
Öyleyse o sana karşı neyi ile iftihar ediyor ki?" diyerek onu teselli etti.
Sonra da öbürüne: "Ey Hafsa! Allah'tan kork!" dedi.
4456 İkrime
anlatıyor: "(Bir gün) Sabah namazından sonra, İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya,
Hz. Sevde'nin vefat ettiği söylenmişti, hemen secdeye kapandı. Niye böyle
davrandığı sorulunca şu cevabı verdi: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"(Allah'ın ayetlerinden) bir ayet gördüğünüz vakit secde edin!" buyurmuştu.
İmdi, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevcelerinin gitmesinden daha büyük
bir ayet var mıdır?" "Ebu Davud ve Tirmizi, hadisi kaydederler, ancak
Resulullah'ın zevcelerinden hangisinin vefat haberinin geldiğini zikretmezler.
Sevde diye tesmiye, Rezin'in ilavesinde gelmiştir."
4457 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
vefatından sonra, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a: "Gel beraber Ümmü
Eymen radıyallahu anha'ya gidip ziyaret edelim, tıpkı Aleyhissalatu vesselam'ın
onu ziyaret ettiği gibi" dedi ve gittiler. Ümmü Eymen onları görünce
ağladı. "Niye ağlıyorsun? Resûlullah'ın Allah nezdinde bulacağı
(mükafaatlar)ın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?" dediler. Ümmü
Eymen: "Evet bilmez olur muyum? Allah indinde olan, Resûlullah için
elbette daha hayırlıdır. Velakin beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş
olmasıdır" dedi. Bu sözleri onları da hüzünlendirdi. Ümmü Eymen'le birlikte
onlar da ağladılar."
5973 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ebu Bekr
radıyallahu anh'ın malı kadar hiçbir mal bana menfaat
sağlamamıştır!" Ebu Hureyre devamla der ki: "(Resûlullah'ın bu sözü
üzerine) Hz. Sıddık'ın gözlerinden yaş aktı ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben ve
malım sadece senin için var değil miyiz! Ey Allah'ın Resülü!"
dedi.
5974 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ebu Bekr ve Ömer, bu ikisi kendilerinden
önce ve sonra gelip geçecek peygamberler dışında kalan bütün cennetliklerin
olgun yaşta olanlarının efendileri olacaklardır. Ey Ali, bu hususu, hayatta
kaldıkları müddetçe onlara haber verme!"
5975 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. Ömer müslüman olduğu zaman, Hz. Cibril
aleyhisselam inip: "Ey Muhammed! Sema ahalisi Ömer'in müslüman
olması ile müjdeleştiler!" dedi."
5976 Hz. Übey İbnu Ka'b
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Hakk'ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer'dir. İlk selam verdiği
kimse de odur. İlk elinden tutup cennete koyacağı kimse de o
olacaktır."
5977 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle dua etmişti: "Allahım! İslam'ı, hassaten Ömer
İbnu'l Hattab(ın müslüman olmasıyla) aziz kıl!"
5978 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Her peygamber için ahirette bir arkadaş vardır. Orada benim arkadaşım Osman
İbnu Affan'dır."
5979 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mescid-i Nebevi'nin girişinde Hz. Osman
radıyallahu anh'la karşılaşmıştı: "Ey Osman! İşte Cibril aleyhisselam! Bana
haber verdi ki Allah Teala hazretleri (kızım) Ümmü Külsûm'u, Rukiyye'nin mehrine
denk bir mehirle ve ona yaptığın hayat arkadaşlığı gibi bir arkadaşlık yapmak
üzere sana nikahlamıştır!" buyurdular."
5980 Ka'b İbnu Ucre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam vukûu yaklaşmış
olan bir fitneyi zikretmişti. O sırada başı örtülü birisi yoldan geçti.
Aleyhissalatu vesselam: "İşte şu (giden), o gün hidayet üzere
olacak!" buyurdular. Ben hemen sıçrayıp, Osman (olan o geçen kimse)nin
bazularından tutup Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın karşısına geçerek: "(O
söylediğiniz) bu mu?" dedim. "Evet bu!"
buyurdular."
5981 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hastalığı sırasında: "Yanımda ashabımdan birinin
bulunmasını istiyorum!" buyurdular. Biz de: "Ey Allah'ın Resûlü!
Sana Ebu Bekr'i mi çağıralım?" dedik, sûkut buyurdular. Bunun
üzerine: "Sana Ömer'i mi çağıralım?" dedik, yine sükut buyurdular.
Bunun üzerine: "Sana Osman'ı mı çağıralım?" dedik.
"Evet!" buyurdular. (Onu çağırdık. Derhal huzura geldiler.
Resûlullah onunla başbaşa kaldı. Aleyhissalatu vesselam ona
konuştukça Hz. Osman'ın yüzü (renk renk oluyor) değişiyordu. Kays
der ki: "Bana, Ebu Sehle Mevla Osman'ın anlattığına göre, Hz. Osman,
Yevmü'd-Dar'da (evinde muhasara edildiği günde) kendisine: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana bir ahidde (sözde) bulunmuştu. (Şu anda) ben ona
kavuşmaktayım" demiştir. Hadisin ikinci ravisi Ali (İbnu
Muhammed)'in rivayetinde Hz. Osman: "Ben bu ahid üzerine sabrediciyim"
demiştir. Ravi Kays der ki: "Alimler, hadiste geçen yevmü'd-dar (ev
günü) tabiriyle Hz. Osman'ın evinde muhasara edildiği günü
anlarlar."
5982 Bera İbnu Azib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yaptığı haccda biz de beraberdik. (Bir
ara) yolda bir yerde konakladı ve cemaatle namaz kılma emrini verdi. Bu sırada,
Hz. Ali radıyallahu anh'ın elinden tutarak (yanındaki ashabına): "Ben mü'minlere
nefislerinden evla değil miyim?" diye sordu. Hep bir ağızdan: "Elbette evlasın!"
dediler. Aleyhissalatu vesselam tekrar: "Ben her mü'mine, kendi
nefsinden evla değil miyim?" buyurdular. Ashab yine hep bir ağızdan: "Evet
evlasınız!" dediler. Bunun üzerine (Ali'yi göstererek): "İşte bu,
ben kimin dostu isem, onun dostudur! Allah'ım, sen buna dost olana dost, düşman
olana düşman ol!" buyurdular."
5983 Abdurrahman İbnu Ebi Leyla
anlatıyor: "Babam Ebu Leyla Hz. Ali radıyallahu anh ile akşamları biraraya gelip
sohbet ederlerdi. Hz. Ali, kışta yaz elbiseleri, yazda da kış elbiseleri
giyerdi. Biz (babama bunun hikmetini bir) sorsanız! dedik. O da sordu. Ali
radıyallahu anh şu açıklamayı yaptı: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, Hayber günü, gözümden rahatsız olduğum bir sırada, bana adam
göndererek yanına çağırdı. Ben: "Ey Allah'ın Resülü dedim,
gözlerimden hastayım, (vereceğiniz vazifeyi yapamamaktan endişe ederim)" dedim.
Bunun üzerine, gözüme mübarek tükrüklerinden sürüp, bir de: "Allah'ım, ondan
sıcak ve soğuğun vereceği rahatsızlıkları kaldır!" diye dua buyurdular. O günden
sonra ne sıcakta terledim, ne de soğukta üşüdüm" açıklamasını
yaptı." Hz. Ali, ilaveten Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu anlattı:
"Yarın, Hayber'in fethi için öyle bir zatı komutan yapacağım ki, o Allah'ı ve
Resûlünü hakkıyla sever, Allah ve Resûlü de onu severler. O cepheden kaçacak
biri de değildir."
5984 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hasan ve Hüseyin cennet
ehlinin gençlerinin efendileridir. Babaları onlardan daha
hayırlıdırlar."
5985 Hz. Ali radıyallahu anh buyurdular ki: "Ben
Allah'ın kulu, Resülü'nün kardeşiyim ve ben Sıddik-ı Ekber'im. Benden sonra
sıddik-ı ekber olduğunu söyleyen yalancıdan başkası değildir. İnsanlardan önce
yedi yıl namaz kıldım."
5986 Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib
anlatıyor: "Kureyş'ten bir grup kendi aralarında konuşurken biz onlara
rastladığımızda yanlarına varınca konuşmalarını keserlerdi. Durumu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a anlattık. Şöyle buyurdular: "İnsanlara ne oluyor ki,
kendi aralarında konuşurlarken Ehl-i Beytimden bir adamı görünce konuşmalarını
kesiyorlar. Allah'a yemin olsun! Onları Allah için ve bana olan akrabalıkları
için sevmeyenlerin kalplerine iman girmez."
5987 Abdullah İbnu Amr
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri beni kendisine Halil ittihaz etti, tıpkı İbrahim aleyhisselam'ı Halil
ittihaz ettiği gibi. Kıyamet günü, cennette benim menzilimle İbrahim
aleyhisselam'ın menzili yüz yüzedir. Abbas da aramızda, iki Halil arasında bir
mü'mindir."
5988 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hasan ve Hüseyin'i kim
severse mutlaka beni de sevmiştir. Kim de onlara buğzetmişse mutlaka bana da
buğzetmiştir."
5989 Ya'la İbnu Mürre radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Bir grup ashab, Resûlullah'la birlikte Aleyhissalatu
vesselam'ın davet edildiği bir yemeğe gittiler. Yolda, Hüseyin'e rastladılar,
çocuklarla oynuyordu. Ya'la der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam (çocugu görünce) ilerleyip cemaatin önüne geçip, (onu tutmak için)
ellerini açtı. Çocuk ise sağa sola kaçmaya başladı. Resûlullah da onu takliden
sağa sola koşarak, tutuncaya kadar peşinde koştu. Yakalayınca ellerinden birini
çenesinin altına diğerini de ensesine koyup öptü ve: "Hüseyin bendendir, ben de
Hüseyin'denim! Kim Hüseyin'i severse Allah da onu sevsin. Hüseyin sıbt'lardan
bir sıbttır (torun)!" buyurdu."
5990 Abduldah İbnu Mes'ud
anlatıyor: "İslam'ı ilk izhar eden yedi kişi idi: Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, Ebu Bekr, Ammar, annesi Sümeyye, Süheyla, Bilal ve Mikdad.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Cenab-ı Hak amcası Ebu Talib'le korudu. Hz.
Ebu Bekr'i Allah kavmi ile korudu. Diğerlerine gelince, müşrikler onları tutup,
demirden zırhlar giydirdiler ve vücutlarının yağlarını eritmek üzere kızgın
güneşte dağladılar. Bunlardan hiçbiri müşriklerin yaptıklarına dayanamadı, hepsi
de onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Bilal hariçti. Çünkü o,
nefsini Allah yolunda alçalttı da alçalttı. Azab veren kavmi de onu öldürmeyi
küçümsediler. Onu tutup çocuklara teslim ettiler. Bu aylak gürûh onu Mekke
sokaklarında ve dağ yollarında eziyet vererek dolaştırıp eğlendiler. O, bunlara
aldırmayıp: "Allah birdir Allah birdir!" demeye devam
etti."
5991 Ebu Leyla el-Kindi anlatıyor: "Habbab, Hz. Ömer
radıyallahu anhüma'ya uğramıştı. Hz. Ömer: "Yaklaş. Buraya,
Ammar'dan başka kimse senden daha layık değildir" dedi. Sonra, Habbab,
müşriklerin yaptıkları işkencelerden sırtında kalan izleri Hz. Ömer'e göstermeye
başladı."
[TOP]
AV KONUSU
Kimlik alan
3445 Adiyy İbnu Hatım radiyallahu anh
anlatıyor: "(Bir Gün): "Ey Allah 'ın Resulu! Biz, şu köpeklerle avlanıyoruz.
Bunlardan bize helal olanı hangisidir?" diye sormuştum, şu açıklamayı yaptı:
"Muallem (terbiye edilmiş) köpeğini besmele çekerek gönderdin mi, senin için
tuttuğunu ye. Ancak köpek kendisi yemeye kalkmışsa onu yeme. Zira bu durumda
ben, avı köpeğin kendisi için yakalamış olmasından korkarım. Eğer senin
gönderdiğin köpeklere başka bir köpek karıştı da (hangisinin yakaladığı belli
değilse) yine yeme."
3446 Ebu Salebe el-Huseni radiyallahu anh
anlatıyor: (Bir gün Resulullah aleyhissalatu vesselam'a): "Ey Allah'ın Resulu!
Biz Ehl-i Kitab'ın yaşadığı bir diyardayız. Onların kaplarından yiyebilir miyiz?
Ve biz av memleketindeyiz; hem muallem (ögretilmiş) köpeğimle ve hem de yayımla
avlanıyorum, muallem olmayan köpeğimle de avlandığım olur. Bunlardan hangisi
benim için uygundur?" diye sordum. Buna şu cevabı verdi: "Ehl-i Kitapla ilgili
sorundan başlayalım: "başka bir kap bulabilirseniz, onların kabından yemeyiniz.
başka kap bulamazsanız, onları önce yıkayıp sonra içlerinden yemek yiyin. (Ava
gelince), yayınla avladığın ve üzerine besmele çektiğin avını ye. Muallem
köpeğinle avladığın ve üzerine besmele çekmiş bulunduğun avı da ye. Muallem
olmayan köpeğinle avladığın hayvana yetişmiş, kesmiş isen onu da
ye!"
3447 Yine Ebu Sa'lebe radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Okunu attıktan sonra kaybetmiş olsan ve
(üç gece) sonra (okun isabet ettiği ava) erişsen, bu av kokmadıkça onu
yiyebilirsin."
3448 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radiyallahu anh'a
öğretilmiş (muallem) bir köpek avı öldürecek olursa, yenilip yenmiyeceği
sorulmuştu: "Ye dedi, ondan sadece bir parça da kalmış
olsa.''
3449 Amr İbnu Su'ayb an ebihi an ceddihi radiyallahu
anhuma anlatıyor: "Bir adam dedi ki: "Ey Allah'ın Resulu, benim öğretilmiş
köpeklerim var. Onlar hakkında bana fetva ver!" Aleyhissalatu vesselam: "Köpeğin
senin için tuttuğu şeyi ye" buyurdular. Adam: "köpek, avı öldürmüşse?" dedi.
"Öldürse de!" buyurdular. "Yayım hakkında da bana fetva ver!" dedi. "Okunun sana
geri getirdiğini ye!" buyurdu. "Avı gözden kaybetmişsem?" dedim. "Avı gözden
kaybetsen de! buyurdu, yeter ki, av üzerinde senin okundan başka bir ok izine
rastlamamış olasın. Veya onu kokmuş bulmamış
olasın."
3450 Abdullah İbnu Muğaffel radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam parmakla çakıl atmayı yasakladı ve: "O, avı
öldürmez, düşmanı paralamaz; ancak göz patlatır, diş kırar!"
buyurdu."
3451 Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, mecusi köpeğinin avladığı avın etini yemeyi
yasakladı."
3452 Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam bizi gazveye gönderdi. Biz üçyüz kişilik bir gruptuk,
komutanımız da Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah radiyallahu anh idi. Kureyş'in kervanını
takip ediyorduk. Azığımız da bir dağarcık içine konmuş hurmadan ibaretti. Başka
birşeyimiz yoktu. Ebu Ubeyde bundan bize (önce avuç avuç veriyordu, sonra) tane
tane vermeye başladı. Kendisine: "Bununla nasıl idare ediyordunuz?'' diye
soruldu. Şu cevabı verdi: "Biz hurmayı adeta emiyorduk, bebeğin emmesi gibi.
Sonra da üzerine su içiyorduk. Bu bize geceye kadar yetiyordu. Tükendiği zaman
yokluk içinde kaldık. İki hafta sahilde ikamet ettik. Şiddetli açlık geçirdik.
Öyle ki ağaç yaprakları yedik. Ordumuza yaprak ordusu dendi. (Bu esnada) deniz
bize anber (balina) denen bir hayvan attı. Ebu Ubeyde radiyallahu anh buna önce,
"meytedir (yani leştir, yenmesi haramdır)'' dedi. Sonra da: "hayır, meyte
değildir, bizler Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın elçileriyiz, Allah için
buradayız, üstelik muzdar durumdayız'' dedi. Ondan iki hafta boyu yedik.
Yağından da süründük. Hatta vücudumuz kendine geldi, eski halini aldı. Ebu
Ubeyde, hayvanın kaburgalarından bir kemik alıp yere dikti. Sonra en boylu şahsı
ve en boylu deveyi aradı. Adam deveye bindirildi ve kaburganın altından geçti.
Hayvanın göz cukurunun içine tam dört kişi oturdu. gözünden nice kulle yağ
çıkardık. Etinden kendimize azık yaptık. Medine'ye gelince durumu Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a anlattık. "Bu, Allah 'ın sizin için (denizden)
çıkardığı bir rızıktır. Beraberinizde, etinden hala var mı?'' buyurdu. Biz de
bir miktar gönderdik. O, bundan yedi.''
3453 Yine Hz. Cabir
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Denizin dışarı attığı veya yarısından çekildiği balığı yiyin. Denizin içinde
ölmüş ve suyun üstüne çıkmış (tafi) balığı yemeyin.''
3454 İbnu
Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vessselam
buyurdular ki: "Av ve çoban köpeği dışında köpek besleyenin ecrinden her gün iki
kıratlık eksilme olur." (Salim der ki:"Ebu Hureyre (bu hadisi rivayet ederken):
"... Veya ziraat köpeği '' derdi) çünkü o ziraat sahibi
idi.
3455 Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "sürü veya av veya ziraat köpeği dışında
bir köpek besleyen kimsenin ecrinden her gün bir kırat
eksilir."
4119 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir müslüman erkeği azad
ederse, onun her bir uzvuna mukabil, bunun bir uzvunu Allah ateşten azad
eder." Bir diğer rivayette şu ziyade var: "...hatta fercine mukabil
fercini.."
4120 Vaile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"kendisine -katl sebebiyle ateş- vacib olan bir arkadaşımızla Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gelmiştik. "Ona bedel bir köle azad edin,
Allah da onun her bir uzvuna bedel sizden bir uzvu ateşten azad etsin!"
buyurdu."
4121 Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kötü muamele sahibi cennete
giremez."
4122 Rafi' İbnu Mekis radıyallahu anh -ki Cüheynelidir,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hudeybiye seferine katılmıştır-
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İyi
muamele artmadır -veya uğurdur dedi- kötü huy da
uğursuzluktur."
4123 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Hizmetciyi ne kadar
affedeyim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam susup cevap vermedi. Adam
tekrar: "Ey Allah'ın Resûlü! Hizmetcimi ne kadar affedeyim?" diye
sordu. bu sefer: "Her gün yetmiş kere affet!" cevabını
verdi."
4124 Ma'rûr İbnu Süveyd rahimehullah anlatıyor: "Ebu
Zerr'i gördüm, üzerinde bir takım (hulle) vardı, kölesi de aynı şekilde bir
takım giyiyordu. Bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan şöyle söylediğini işitmiştim: "Onlar
sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teala Hazretleri onları
ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise,
yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı iş buyurmayınız, eğer
buyurursanız onlara yardım edin."
4125 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birinize
hizmetcisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere oturtmayacaksa, hiç olsun
bir iki lokma veya bir iki yiyecek versin. Zira yemeğin hararet (pişirme) ve
muamele (zahmeti)ni o çekmiştir."
4126 Ebu Sa'idi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz hizmetçisini dövünce, hizmetçi Allah'ın ismini zikrede(rek Allah aşkına
vurma diye)cek olursa derhal elinizi kaldırın."
4127 Muaviye İbnu
Süveyd İbni Mukarrin anlatıyor: "Bizim bir azadlımıza bir tokat attım ve kaçtım.
Sonra öğleden az önce döndüm, babamın arkasında namaz kıldım. Babam azadlıyı da
beni de çağırdı. Sonra hizmetçiye: "Misilleme (onun yaptığınının mislini) yap!"
dedi. Hizmetçi affetti. Bunun üzerine babam anlattı: "Biz Beni Mukarrin,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında tek bir hizmetciye sahiptik. Ona
birimiz bir tokat vurdu. Bu hadise Aleyhissalatu vesselam'ın kulağına ulaşmıştı:
"Onu azad edeceksiniz!" emir buyurdular. Kendisine: "Ondan başka hizmetçileri
yok!" dendi. Bunun üzerine: "Öyleyse onu hizmetlensinler. Ancak ne zaman ondan
müstağni olurlarsa, derhal yol versinler!" buyurdular."
4128 Ebu
Mes'ud el-Bedri radıyallahu anh anlatıyor: "Ben köleme kamçıyla vuruyordum.
Arkamdan bir ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!" diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım.
Bana yaklaşınca onun Resûlullah aleyhissalatu vesselam olduğunu
gördüm. "Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud bil!" diyordu. Kamçıyı elimden
attım. "Ebu Mes'ud bil! Allah senin üzerinde senin bunun
üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben: "Bundan sonra ebediyen köle
dövmeyeceğim" dedim."
4129 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim kölesine kazıf'ta
bulunursa (zina isnadı yaparsa), kölesi bu iftiradan beri ise, Kıyamet günü
celde uygulanır. Dediği doğru ise o başka."
4130 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de Rabbi (sahibim), rabbeti
(sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin. Memluk (köle) de
Seyyidi (efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve
celil olan Allah'tır."
4131 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç
kimse "Rabbini (efendini) doyur"; "Rabbine abdest suyu dök"; "Rabbine su ver"
demesin. Bilakis "Seyyidim", "efendim" desin. Sizden kimse abdi
(kulum), emeti (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım, yavrum"
desin."
4132 Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Sizden kimse
"kölem!" "cariyem!" diye söylemesin. Hepiniz Allah'ın kölelerisiniz, bütün
kadınlarınız da Allah'ın kullarıdır."
4133 Hz. Cerir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hangi köle
kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı
kabul edilmez."
4134 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, kendisi ile bir başkası
arasında (ortak) olan bir köle(deki kendine mahsus hisse)yi azad ederse, köleye
onun malından adilane bir kıymet biçilir, ne eksik ne de fazla. Sonra, eğer
zenginse, onun malından (ortaklara hisseleri verilerek) köle azad edilir.
Değilse köleden azad ettiği kısım azad olmuştur."
4135 Ebu'd-Derda
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Köleyi ölme anında azad edenin misali, doyduğu zaman hediyede bulunan adam
gibidir."
4136 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Bir adam, öleceği sıra, kendine ait altı köleyi azad etti. Onlardan başka malı
da yoktu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onları çağırdı. Onları üç gruba
ayırdı, sonra aralarında kur'a çekti. İkisini azad etti. dördünü köle olarak
bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı."
4137 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma diyor ki: "Hangi cariye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirirse, artık
efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta oldukça ondan
istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur."
4138 Semüre İbnu
Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim zû-rahm muhrem birisine malik olursa o hürdür."
4139 Amr
İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'a yardım talep etmek üzere bir adam gelip: "Ey Allah'ın
Resulü! (Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana
sıkıntı veriyor)" dedi. Aleyhissalatu vesselam "Vah! Neyin var?" deyince adam:
"Bela hasıl oldu. Köle (ben demek istiyor) efendinin cariyesine bakmıştı, efendi
kıskançlıkla erkeklik uzvunu burdu (hadım etti)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Adamı bana getir!" emretti. Efendi çağırıldı ama getirilemedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse git, sen hürsün!" ferman buyurdu. Adam: "Ey
Allah'ın Resûlü! (Efendimin kölesi olmamda direnmesi halinde) kim bana yardımcı
olacak?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Sana yardımcı olmak bütün müslümanlara
terettüp eder" cevabını verdi."
4140 Sefine radıyallahu anh
anlatıyor: "Ben Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın kölesi idim. Bir gün bana:
"Seni azad ediyorum, ancak yaşadığın müddetçe Resûlullah aleyhissalatu vesselam
'a hizmet etmeni şart koşuyorum" dedi. "Sen bu şartı koşmasan da başka bir şey
yapacak değilim!" dedim. Beni azad etti ve bana bu şartı
koştu."
4141 İmam Malik'e ulaştığına göre, İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'ya azad etme şartıyla satın alınan rakabe-i vacibe'den sorulmuştu.
"Hayır, olmaz" cevabını verdi."
4142 Fudale İbnu Ubeyd el-Ensari
radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre Fudale'ye, "üzerinde bir köle azad etme
borcu bulunan kimsenin veled-i zira'yı azad etmesi caiz olur mu?" diye sorulmuş,
o da: "Evet" demiştir."
4143 Abdurrahman İbnu Ebi Amra el-Ensari
rahimehullah'ın anlattığına göre "annesi, bir köle azad etmek istemiş ve bunu
sabaha tehir etmiş, köle de bu sırada ölmüştür. Abdurrahman Kasım İbnu
Muhammed'e: "Ben anneme bedel bir köle azad etsem, anneme faydası olur mu
(sevabı ulaşır mı)? diye sorar. Kasım: "Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh
Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a gelip: "Annem vefat etti, ben onun adına
bir köle azad etsem ona faydası olur mu?" diye sormuştu, "Evet!" cevabını aldı"
dedi."
4144 Yahya İbnu Sa'id rahimehullah anlatıyor: "Abdurrahman
İbnu Ebi Bekr radıyallahu anhüma, uyuduğu bir uykuda vefat etti. Kız kardeşi Hz.
Aişe radıyallahu anha onun adına birçok köle azad etti."
4145 İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim malı olan bir köle azad ederse, kölenin malı kendisinin olur, yeter ki
efendisi bu hususta bir şart koşmamış olsun."
4146 Rebi'a İbnu Ebi
Abdirrahman anlatıyor: "Zübeyr İbnu'l-Avvam radıyallahu anh bir köle satın aldı
ve onu azad etti. Bu kölenin, hür bir kadından oğulları vardı. Hz. Zübeyr:
"Oğulları benim mevalimdir" dedi. Annesinin efendileri: "Hayır, onlar bizim
mevalimizdir" dediler. Bunun üzerine davaları Hz. Osman radıyallahu anh'a
intikal etti. O, vela'nın Hz. Zübeyr'e ait olduğuna
hükmetti."
4147 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'a "Hangi köleyi azad etmek efdaldir?" diye
sorulmuştu. "Fiyatça yüksek olanı ve efendisinin nazarında en nefis
olanıdır!" cevabını verdi."
4148 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam, kölesini " benden sonra hür olsun" diye azad etmişti.
Sonradan ona ihtiyacı doğdu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam köleyi alarak:
"Bunu benden kim satın alacak?" dedi. Nuaym İbnu Abdillah İBni'n-Nehham
radıyallahu anh şu şu miktar fiyata satın aldı. Resulullah o parayı (köle
sahibine) verdi."
4149 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu
anhüma, kendine ait iki cariyeyi müdebber kıldı. Onlar müdebber oldukları halde
İbnu Ömer onlara temasta bulunuyordu."
4150 Amr İbnu Şu'ayb an
ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim kölesi ile yüz okiyye üzerinden mükatebe yapsa da, kölesi,
bunun on okiyyesi hariç hepsini ödese, yine de köledir."
4151 Ebu
Davud'un bir rivayetinde şöyle buyurulur: "Mükateb, üzerinde bir dirhemlik borç
kaldığı müddetçe köledir."
4152 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mükatebe karşı bir
hadd işlenir, (diyet almaya hak kazanırsa) veya mirasa mazhar olursa, (borcunu
ödeyerek) hürriyetinden kazandığı miktarca onlara varis olur." "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular: "Mükateb, ödediği hisse nisbetinde hür
diyeti öder, geri kalana köle diyetinden öder."
4153 Ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize buyurdular
ki: "Sizden birinin mükatebinin sizçe hala ödeyeceği borcu varsa da, ona karşı
örtünsün."
4154 Musa İbnu Enes İbn-i Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Sirin, Hz. Enes'e mükatebe yapma talebinde bulundu. Hz. Enes çok
zengindi, mükatebe yapmayı reddetti. Sirin Hz. Ömer radıyallahu anh'a başvurdu.
Hz. Ömer, Enes radıyallahu anhüma'yı çağırarak: "Sirin'le mükatebe yap!"
emretti. Enes radıyallahu anh yine kabul etmedi. Hz. Ömer, çubuğuyla Enes'e
vurdu. Ve şu ayeti okudu: "Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek (mükatebe
yapmak) isteyenlerin, -onlarda bir iyilik görürseniz- bedel vermesini kabul
edin" (Nur 33). Bunun üzerine Hz. Enes mükatebe yaptı."
4155 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Berrire mükatebe bedelini ödemede yardım
istemeye geldi..."
4156 Nesa'i'nin rivayetinde şu ziyade
mevcuttur: "Berire radıyallahu anha kendi nefsinin hürriyete kavuşması için
dokuz okiyye üzerine mükatebe yaptı. Her sene bir okiyye ödeyecekti. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam onu, (hürriyetine kavuştuğu zaman) kocası ile beraberliğe
devam etme veya boşanma hususunda muhayyer bıraktı. Kocası köle idi. Berire
kendini (kocadan ayrılmayı) tercih etti. Urve der ki: "Kocası hür olsaydı,
Aleyhissalatu vesselam Berire'yi muhayyer bırakmazdı."
6905 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Biz onların, yani mecusilerin köpek ve
kuşlarının avladıklarını yemekten nehyolunduk.
6906 Adiyy İbnu
Hatim radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü dedim, biz ok atan bir
kavimiz; (bize ne tavsiye buyurursunuz?)" Şu cevabı verdi: "(Ava) ok atıp (onu)
deldiğin zaman deldiğin (av)ı ye."
6907 Temimu'd-Dari radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ahir zamanda
develerin hörgüçlerini, koyunların kuyruklarını (hayvan canlı iken) kesen bir
kavim olacak. Bilesiniz! Canlıdan her ne kesilirse, o (meyte hükmündedir)
murdardır (haramdır)."
6908 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bize iki hayvanın
ölüsünün yenmesi helal kılındı: "Balık ve çekirge."
6909 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın zevceleri,
çekirgeleri tabaklar üstünde birbirlerine hediye
ederlerdi."
6910 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam göçeğen kuşu (surad), kurbağa, karınca ve
hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı."
6911 Fakih İbnu'l Muğire'nin
azadlı cariyesi Saibe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anha'nın
yanına girmiştim. Odasında, yere konulmuş bir mızrak gördüm. "Ey mü'minlerin
annesi! Bununla ne yapıyorsun?" diye sordum. Şu cevabı verdi: "Biz
bununla, su kelerleri öldürüyoruz. Çünkü Resulullah aleyhissalatu vesselam bize
bildirdi ki, Hz. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığı zaman yerdeki bütün
hayvanlar ateşin sönmesine katıldı, sadece keler katılmadı. Dahası o, ateşi
(yanması için) üflüyordu. Bu sebeple Aleyhissalatu vesselam bunun öldürülmesini
emir buyurdu."
6912 Huzeyme İbnu Cez' radıyallahu anh anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulu dedim, ben, kara hayvanlarının hükmünü sormak üzere size
geldim. Tilki hakkında ne buyurursunuz?" Aleyhissalatu vesselam: "Tilkiyi kim
yiyor?" buyurdu. Ben bu sefer: "Kurt hakkında ne buyurursunuz?" dedim.
"Kendisinde hayır bulunan bir kimse kurdu yer mi?"
buyurdular."
6913 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kertenkeleyi haram kılmadı. Lakin ondan tiksindi. O,
bütün çobanların yiyeceğidir. Allah Teala hazretleri ondan birçok kimseleri
faydalandırır, yanımda olsaydı ben de yerdim."
6914 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Denizin sahile attığı ve geri çekilmekle sahilde bıraktığı avı yiyiniz. Denizde
ölüp de su yüzüne çıkan avı yemeyiniz."
6915 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın "fasık" dediği kargayı kim
yer? Vallahi o temiz hayvanlardan değildir."
6916 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Yılan fasıktır, akreb fasıktır, fare fasıktır, karga fasıktır."
Kasım İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr radıyallahu anh'a: "Karga yenilir mi ?" diye
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ona "fasık"
demesinden sonra onu kim yer?"
[TOP]
AZAD
Kimlik alan
6745 Abdullah İbnu Mes'ud radiyallahu anh'ın
azadlısı Umeyr'in anlattığına göre: "Abdullah kendisine: "Ey Umeyr! Seni ben,
kolay bir azadlama ile azadladım. Zira Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Kim bir köleyi azad eder ve (kölenin elindeki) malını zikretmezse mal kölenin
olur!" dediğini işittim. Sen bana elindeki maldan haber ver (ne
kadardır)?"
[TOP]
BAZI AMELLERİN FAZİLETİ
Kimlik alan
4603 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beş vakit namaz,
bir cuma namazı diğer cuma namazına, bir ramazan diğer ramazana hep
kefarettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları
affettirirler."
4604 Yine Ebu Hureyre anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sabah namazını (cemaatle)
kılan, Allah'ın garantisi altındadır. Sakın Allah, (ona verdiği garantisi
sebebiyle) size bir ceza vermesin!" Rezin şunu ilave etti: "Kim bu
garantiyi talep ederse onu elde eder ve bir daha da
kaçırmaz."
4605 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gece ve gündüzde
birkısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar. Bunlar sabah namazı ile ikindi
namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı
vermek üzere huzu-u ilahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere
sorar: "Kullarımı nasıl bıraktınız?" "Biz onları namaz kılıyorlarken
bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken vardık!"
derler."
4606 Ammare İbnu Rueybe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Güneşin
doğmasından ve batmasından önce namaz kılan hiç kimse ateşe girmeyecektir.
-Burada sabah ve ikindi namazları kastedilir-."
4607 Muaz İbnu
Enes el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim sabah namazından çıkınca, iki rek'atlik kuşluk
namazını kılıncaya kadar hayırdan başka bir şey söylemeden namaz kıldığı yerde
oturur beklerse, Allah onun günahlarını, denizin köpüğü kadar çok da olsa
bağışlar."
4608 Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hergün
farzlar dışında oniki rek'at (nafile) kılarsa Allah onun için cennette mutlaka
bir ev inşa eder." Ümmü Habibe der ki: "Bunu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan işittiğim günden beri bu namazları
terketmedim."
4609 Zeyd İbnu Halid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim güzelce
abdest alır, sonra da iki rek'at namaz kılar ve namazında gaflete yer vermezse
Allah, (seğairden olan) geçmiş günahlarını mağfiret
buyurur."
4610 Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bizimle
münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır.
Onlar bu iki namaza muktedir olamazlar."
4611 Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kişinin evindeki namazı, benim şu mescidimde kılacağı namazdan
efdaldir; tabii ki farzlar hariç."
4612 Abdülvahid İbni Ziyad
merhum, merfû olarak şunu rivayet etmiştir: "Kişinin çölde kılacağı namazı,
tamamladığı takdirde cemaatle kılacağı namazdan efdaldir." Ebu Davud bu
hadisi, Ebu Saidi'l-Hudri'den kaydettiği şu hadisin arkasından rivayet eder:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cemaatle kılınan namaz
yirmibeş namaza bedeldir. Kişi (cemaatle yolculuk sırasında) çölde kılar da rükû
ve secdelerini tam yaparsa, o zaman (sevabı) elli misline
ulaşır."
4613 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cemaatle kılanan namaz
münferid kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür." -"Yirmibeş derece" diye de
rivayet edildi.-"
4614 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Köyde olsun,
kırda olsun üç kişi olur da orada cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara
galebe çalmış demektir. Size cemaatle namaz kılmanızı tavsiye ederim."
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Zira insanın kurdu şeytandır. Onu yalnız
yakaladı mı yer."
4615 Ebu Sa'iid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, namazı kılıp bitirdikten sonra bir adam
gelip namaza durdu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Şununla namaza durup
ticaret yapacak kimse yok mu?" buyurdular. Bunun üzerine bir adam kalkıp onunla
(ona uyarak) namaz kıldı."
4616 Hz. Osman radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
yatsı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Kim
de sabahı da cemaatle kılmışsa gecenin tamamını ihya etmiş
gibidir."
4617 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim kırk gün, iftitah
tekbirini kaçırmadan cemaatle namaz kılarsa, kendisine iki beraet yazılır;
ateşten beraet, nifaktan beraet."
4618 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İmam zamin, müezzin de mü'temendir. Allahım, insanlarımızı irşad et,
müezzinlere de mağfiret buyur."
4619 Yine Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmibeş
kat daha sevablıdır. Çünkü, güzelce abdest alır, mescide gider. Bu gidişte
gayesi sadece ve sadece namazdır. Her adım atışında bir derece yükseltilir,
günahından da bini dökülür. Namazını kılınca, namazgahında kıldığı müddetçe
melekler ona mağfiret duasında bulunur ve: "Allahım ona mağfiret et, Allahım ona
rahmet et, Allahım onun tevbesini kabul et" derler. Bu kimseye, orada eza
vermedikçe, hadeste bulunmadıkça böyle devam eder." Ebu Hureyre
radıyallahu anh'a: "Hadeste bulunması ne demek?" diye sorulmuştu: "Sesli veya
sessiz yel bırakmadıkça!" diye açıkladı. "Sizden biri, namazı beklediği müddetçe
namazdadır."
4620 Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor:
"Ensardan biri ölmek üzere idi. Dedi ki: "Size bir hadis rivayet edeceğim. Bunu
da sadece sevap ümidiyle yapacağım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim,
şöyle buyurmuştu: "Biriniz abdest alır ve abdestini güzel yapar
sonra da namaza giderse, sağ adımını her atışta, bu adım sebebiyle Allah mutlaka
ona bir sevap yazar; sol adımını attıkça da her seferinde mutlaka bir günahını
döker. -Öyleyse (mescide) yaklaşsın veya uzaklaşsın- mescide gelir ve cemaatle
namazını kılarsa mağfirete mazhar olur. Mescide geldiğinde namazın birkaç
rek'ati kılınmış; birkaç rek'ati kalmış ise yetiştiğini cemaatle kılıp,
kaçırdıklarını da tamamlamışsa, keza mağfirete mazhar olur. Eğer mescide
geldiğinde namazı kılınmış bulur ve tek başına tamamlarsa yine mağfirete mazhar
olur."
4621 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim evinden temizlenmiş
olarak farz namaz için çıkarsa, onun ecri, tıpkı ihrama girmiş hacının ecri
gibidir. Kim de kuşluk namazı için çıkar ve sırf bu maksadla yorulursa onun
ücreti de umre yapanın ücreti gibidir. Namaz kıldıktan sonra araya lağv (dünyevi
kelam) sokmadan kılınan iknici namaz, İlliyyin (denen cennetin yüce makamın)da
yazılıdır."
4622 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Beni Selime
yurtlarını bırakarak Mescid-i Nebeviye yakın bir yere gelip yerleşmek istediler.
(Durumdan haberdar olan) Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"(Yürüdüğünüz zamanki) adımların sevabını hesaba katmıyor musunuz?" dedi. Bunun
üzerine yerlerinde kaldılar."
4623 Hz. Büreyde radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Karanlıkta mescide gidenlere Kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını
müjdele!"
4624 Hz. Ali radıyallahu anh diyor ki: "Bir hastayı
akşamleyin ziyaret eden hiçbir kimse yok ki beraberinde kendisine sabaha kadar
istiğfar edecek yetmişbin melekle çıkmış olmasın. Ayrıca onun cennette bir
baçesi de vardır. Kim de hasta ziyaretine sabahleyin gelirse onunla birlikte
yetmişbin melek çıkar, akşam oluncaya kadar ona istiğfar ederler. Onun da
cennette bir bağı vardır."
4625 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
güzel bir şekilde abdest alır, müslüman kardeşine, sevap düşüncesiyle hasta
ziyaretinde bulunursa, cehennemden yetmiş yılllık yürüme mesafesi
uzaklaştırılır." Sabit dedi ki: "Ey Ebu Hamza, harif nedir? diye
Enes'ten sordum. Bana: "Yıl!" diye cevap verdi."
4626 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim bir hastaya veya bir din kardeşine Allah rızası için
ziyarette bulunursa, bir münadi ona nida eder: "(Dünyada da ahirette de) iyi
olasın (ahiret yolculuğun da) iyi olsun. (Bu davranışınla) cennette bir ev
hazırladın!" der."
4627 Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir seferde Resûlullah'la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber
yürüdük. "Ey Allah'ın Resûlü, dedim. Beni cehennemden uzaklaştırıp
cennete sokacak bir amel söyle!" "Mühim bir şey sordun. Bu, Allah'ın
kolaylık nasib ettiği kimseye kolaydır; Allah'a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi
ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekat verirsin, ramazan orucunu tutarsın,
Beytullah'a hacc yaparsın!" buyurdular ve devamla: "Sana hayır kapılarını
göstereyim mi?" dediler. "Evet ey Allah'ın Resûlü"
dedim. "Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı
suyun ateşi yoketmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır"
buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): "Onlar ibadet etmek için gece vakti
yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek
O'na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta
bulunurlar" (Secde 16) Sonra sordu: "Bu (din) işinin başını,
direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?" "Evet, ey Allah'ın
Resûlü!" dedim. "Dinle öyleyse" buyurdu ve açıkladı: "Bu dinin başı
İslam'dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!" Sonra şöyle devam
buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim
mi?" "Evet ey Allah'ın Resûlü!" dedim. "Şuna sahip ol!"
dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz
konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?" "Anasız kalasıca Muaz!
İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan,
dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?"
buyurdular."
4628 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor.
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim namazı kılar,
zekatı verir ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek
Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!"
Dedik ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz bunu halka anlatsak da sevinseler olmaz
mı?" "Cennette yüz derece var. Her iki derece arasında arzla sema
arasındaki kadar mesafe var. Allah onu kendi yolunda cihad edenlere hazırladı.
Ben mü'minleri bindirebileceğim bir şey bulamamam sebebiyle onlar da (bu yüzden
cihada iştirak edemedikleri için) benden geri kalmalarına üzülmeleri suretiyle
mü'minlere meşakkat vermemiş olsaydım, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, (her
birine) iştirak ederdim. Ben (cihad esnasında) öldürülüp, sonra tekrar
diriltilmeyi, tekrar öldürülmeyi isterim" buyurdular."
4629 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim
benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana
yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (ayni veya
kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam
eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı,
gördüğü güzü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili)
olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu
himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu
kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de
onun sevmediği şeyi sevmem."
4630 Hz. Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey
vardır; her birine Allah garanti vermiştir: "Allah yolunda cihad etmek üzere
yola çıkan kimse: Bu öldüğü takdirde cennete koyma hususunda, ölmeyip döndüğü
takdirde ganimet ve sevapla gelme hususunda garantilidir. Mescide giden kimseye,
öldüğü takdirde, Allah cennete koyma hususunda garanti vermiştir. Kişi (fitne
zamanında bulaşmayıp) evine çekildiği takdirde Allah ona da garanti
vermiştir."
4631 Muaz İbnu Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Namaz, oruç ve
zikir Allah yolunda infak üzerine yediyüz misli
katlanır."
4632 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Nu'man İbnu
Nevfel (bir gün) dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Farz namazlarımı kılsam, ramazan
orucumu tutsam, helali helal bilip haramı da haram tanısam ve bunlara hiçbir
ilave (hayır ve ibadet)de bulunmasam cennete gider miyim?"
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Evet!" buyurdular. Nu'man: "Vallahi (bu
farzlara) hiçbir ilavede bulunmayacağım!" dedi."
4633 El-Haris
el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya
aleyhimasselam'a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel
etmelerini Beni İsrail'e de söylemesini emir buyurdu. Ancak O, bu hususta ağır
aldı. İsa aleyhisselam kendisine: "Allah sana beş kelime öretip onlarla amel
etmeni ve Beni İsrail'e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen
bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim" dedi. Yahye
aleyhisselam: "Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam
veya azab görmemden korkarım!" dedi ve halkı Beytu'l-Makdis'te topladı. Mescid
ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. (Söz alıp): "Allah bana
beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi
bana emretti: -Bunlardan birincisi Allah'a ibadet etmeniz, ona
hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi
öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: "Bu benim evim,
bu da işim. (Çalış kazandığını) bana öde!" der. Köle çalışır, fakat kazancını
efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur? Aynen
bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın.
Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunnun yüzüne karşı diker, o sağa sola
bakmadığı müddetçe. -Allah size orucu emretti. Bunun misali şu
insanın misaline benzer; O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde
misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan)
koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur. -Allah size
sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir
edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim
etmişlerdir. Adam: "Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye
mukabilinde kurtarmak istiyorum" der ve nefsini fidye ödeyerek
kurtarır. -Allah size, Allah'ı zikretmenizi de emretti. Bunun da
misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye
gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece
zikrullahla koruyabilir." Resûlullah aleyhissalatu vesselam (burada
hikayeyi tamamlayarak) dedi ki: "Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları
bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat. Zira, kim
cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri
dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından
biridir!" Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! O kimse namazını kılar,
orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları!
Sizi müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden Allah'ın çağrısı ile çağırın!"
buyurdular."
4634 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu gece Rabbimden
bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: "Rabbim bana
en güzel bir surette geldi" -ve: "Ey Muhammed!" dedi. "Buyur Rabbim,
emrindeyim!" dedim. "Mele-i A'la(da bulunanların) nelerde
yarıştıklarını biliyor musun?" dedi. "Hayır!" dedim. Bunun üzerine
elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim.
Derken semavat ve arzda olanları öğrendim. Sonra: "Ey Muhammed! Mele-i A'la
(efradı) nelerde yarışır biliyor musun?" dedi. "Evet! Dereceler(i
artıran ameller)de, keffaretlerde. (Keffaretler ise)" yaya olarak cemaatlere
gitmek, şiddetli soğuklarda abtesti tam almak, namazdan sonra namaz beklemektir.
Kiim bunlara devam ederse hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür, günah mevzuunda
da annesinden doğduğu gündeki gibi olur" dedim. Sonra tekrar: "Ey Muhammed!"
dedi. "Buyurun emrinizdeyim!" dedim. "Namaz kıldığın
vakit, dedi, şunu oku: "Allahım, senden hayırları yapmamı, kötü şeyleri de
terketmemi ve fakirleri sevmemi talep ediyorum! Kullarına bir fitne arzu
edersen, beni, fitneye düşmeden, yanına al!" (Gece bana gelen elçi
-veya Rabbim- son olarak) dedi ki: "Dereceler ise, selamı yaymak, yemek
yedirmek, insanlar uyurken gece namaz kılmaktır!"
4635 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennette birtakım odalar vardır. Dışları içlerinden, içleri de
dışlarından görülür." Bunu işiten bir bedevi ayağa kalkıp: "Bu
odalar kim(ler)e ait ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Sözü güzel yapan, yemek yediren, oruca devam eden, gece herkes uyurken namaz
kılan kimse(lere) ait!" buyurdu."
4636 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O,
beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden
anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat
içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira
yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim
bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir
arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle
karşılarım."
4637 Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri
demiştir ki: "Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya
arttırırım da. Kim bir günah işlerse bunun cezası misli kadardır, veya
affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım. Kim bana
bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben
ona koşarak giderim. Kim bana hiçbir şeyi şirk koşmaksızın, arz dolusu hata ile
kavuşursa ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım."
4638 Ebu
Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülilllah mizanı
doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur;
sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir.
Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır, kimisi de helak
eder."
4639 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir gün: "Bugün sizden kim oruçlu olarak
sabahladı?" diye sordular. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ben!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Bugün kim bir cenazeye kadıldı?" dedi. Yine
Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ben!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Bugün kim bir fakire yedirdi?" dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ben!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?" dedi.
Bu sefer de Hz. Ebu Bekr "Ben!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Bunlar bir kimsede biraraya geldi mi, o kimse mutlaka
cennete girer!" buyurdu."
4640 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "(Ashabtan bazıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Zenginler ücretleriyle
gittiler. Onlar da bizim gibi namaz kıldılar, bizim gibi oruç tuttular,
mallarının artanından da sadaka verdiler!" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Allah size de tasadduk edeceğiniz şeyler verdi: Her bir
tesbih sadakadır, her bir tekbir sadakadır, her bir tahmid sadakadır, her bir
tehlil sadakadır, emr-i bi'l-ma'ruf sadakadır, nehy-i ani'l-münker sadakadır,
herbirinizin (hanımıyla) cimaı sadakadır!" buyurdu. Derken cemaatten: "Ey
Allah'ın Resûlü! Yani birimizin şehvetine mubaşeret etmesine ücret mi var?" diye
soranlar oldu. Aleyhissalatu vesselam: "İhtiyacını haramla görmüş
olsaydı bundan ona bir vebal var mıydı, yok muydu ne dersiniz?" diye sual
ettiler. "Evet vardı!" demeleri üzerine: "Öyleyse,
ihtiyacını helal yolla gördü mü bunda onun için ücret vardır!"
buyurdular."
4641 Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
"Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. Emr-i bi'l-ma'rufun ve
nehy-i ani'l-münkerin sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen
sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik
(gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su
boşaltman sadakadır."
4642 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey vardır,
bunlar kimde bulunursa, Allah onun üzerine himayesini açar ve onu cennete koyar:
"Zayıflara rıfk, anne-bebaya şefkat, kölelere ihsan."
4643 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Üç kimse vardır ki, bunlara yardım Allah üzerine bir haktır:
Allah yolunda cihad eden; borcunu ödemek isteyen mükateb, iffetini korumak
niyetiyle evlenen kimsi."
4644 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç
kişi vardır, Allah onları sever, üç kişi de vardır Allah onlara
buğzeder. Allah'ın sevdiği üç kişiye gelince: "Bir adam bir cemaate
gelir, onlardan Allah adına birşeyler ister, kendisiyle onlar arasında mevcut
bir karabet sebebiyle istemez. Onun başvurduğu kimseler, istediğini vermezler.
İçlerinden biri cemaatin arkasına kayıp, isteyen kimseye gizlice ihsanda
bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sadece Allah'la ihsanda bulunduğu
adam bilir. (İkinci adam ise:) Bir cemaat yoldadır. Gece boyu da
yürürler. Derken (yorulurlar ve) uyku herşeyden kıymetli bir hal alır.
Konaklarlar, (başlarını koyup yatarlar.) Bir adam kalkıp bana karşı tevazu ve
tazarruda bulunur, ayetlerimi okur. (Üçüncü adama gelince):
Seriyyeye katılmıştır. Seriyye düşmanla karşılaşır, hezimete uğrarlar. Ancak o
ilerler, öldürülünceye veya başarıncaya kadar savaşmaya devam eder.
Allah'ın buğzettiği üç kişiye gelince: Bunlar zani ihtiyar, kibirli fakir, zalim
zengindir."
4645 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yedi kişi var,
Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde
gölgeler: -Adil imam, -Allah'a ibadet içinde yetişen
genç, -Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan
kimse, -Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya
gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi, -Güzel ve makam sahibi
bir kadın tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" de(yip
icabet etmey)en kimse, -Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden
yaş boşanan kimse."
4646 Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
bir hidayete davette bulunursa, buna uyanların sevaplarının bir misli ona gelir
ve bu durum, onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalalete
çağrıda bulunursa, buna uyanların günahlarından bir misli de ona gelir ve bu
onların günahlarından hiçbir eksiltme yapmaz."
4647 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Hayra delalet eden onu yapan gibidir."
4648 Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Allah Teala hazretleri
meleklerine şöyle emreder: "Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça
yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı
düşünerek terketti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak
arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az
on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap
yazın."
4649 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kulun gündüz veya gece
amelini yazan hafaza melekleri, yazdıklarını Allah'a yükseltirler. Allah
sahifenin baş ve son kısmını hayırlı bulursa, meleklere şöyle der: "Sizi şahid
kılıyorum, ben kulumun sahifesinin iki tarafı arasında kalan kısmını mağfiret
ettim."
4650 Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim müslüman olduğu halde,
saçından bir kıl beyazlarsa, bu, Kıyamet günü onun için bir nûr olur. Kim Allah
yolunda bir ok atarsa, bu düşmana değse de değmese de, atan için bir köle azadı
yerine geçer. Kim mü'min bir köleyi azad ederse bu onun için cehennemden bir
azadlık vesilesi olur: Her bir uzuv için bir uzvu ateşten
kurtulur.
4651 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü aziz ve celil
olan Allah şöyle buyuracak: "Ey ademoğlu! Ben hasta oldum beni
ziyaret etmedin!" Kul diyecek: "Ey Rabbim, Sen Rabbülalemin iken ben
seni nasıl ziyaret ederim?" Rab Teala diyecek: "Bilmedin mi, falan
kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu
etseydin, yanında beni bulacaktın!" Rab Teala diyecek:
"Ey ademoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?" Kul
diyecek: "Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin
Rabbisin?" Rab Teala diyecek: "Benim falan kulum senden yiyecek
istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben
onu yanımda bulacaktım." Rab Teala diyecek: "Ey Ademoğlu! Ben senden
su istedim bana su vermedin!" Kul diyecek: "Ey Rabbim, ben sana
nasıl su içirebilirim, sen ki Alemlerin Rabbisin!" Rab Teala
diyecek: "Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin.
Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda
bulacaktın!"
4652 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim temiz rızık yer ve
sünnete uygun amelde bulunur, halk da kendisinden bir kötülük gelmeyeceği
hususunda güven duyarsa cennete girdi demektir." Bir adam: "Ey
Allah'ın Resûlü ! Bugün insanlar arasında böyleleri çoktur!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam da: "Benden sonraki zamanlarda da olacaklar!"
buyurdu."
4653 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim sağmal bir hayvanı veya
parayı (karz-ı hasen olarak) iareten verirse veya yolunu kaybedene yolunu
gösterirse veya amayı sokağına koyarsa kendisine bir köle azad edenin sevabı
verilir."
4654 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz.
Peygamber aleyhissalatu vesselam'a soruldu: "Ey Allah'ın Resûlü! Bir
adam gizli olarak hayırlı ameller yaparken bir de bakarsın halk buna muttali
olmuştur da bu onun hoşuna gitmiştir?" Aleyhissalatu vesselam: "Bu
kimsenin iki ücreti vardır: Gizli yapmanın ücreti ve aleni yapmanın
ücreti."
4655 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah'a soruldu: "Ey Allah'ın Resûlü! Kişi hayır yapsa halk da bu sebeple
onu övse (bunun hükmü nedir)? "Bu mü'mine (Allah'ın razı olduğuna
dair) peşin bir müjdedir" buyurdular."
4656 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah için sefer yapanlar üçtür: Gazi, hacı,
umreci."
4657 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir müslüman bir ağaç diker
veya bir tohum eker de bunların mahsülatından bir kuş veya insan veya hayvan
yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur."
[TOP]
BAZI MEKANLARIN FAZİLETİ
Kimlik alan
4542 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Şurası muhakkak ki, (yeryüzündeki) ilk ev,
mübarek olsun ve içinde namaz kılınsın diye Mekke'de inşa edilen Ka'be'dir"
buyurdular. Ben: "Sonra hangisi?" diye sordum. "Mescid-i Aksa"
buyurdular. Ben: "İkisi arasında ne kadar fark var?" dedim. "Kırk yıl!"
buyurdular."
4543 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haceru'l-Esved,
cennetten indi. İndiği vakit sütten beyazdı. Onu insanların günahları
kararttı."
4544 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rükn ve makam iki
cennet yakutu idiler. Allah onların nurlarını aldı. Eğer onların nurlarını
almamış olsaydı, o ikisi mağrible maşrık arasını
aydınlatırdı."
4545 el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu Beyt'e Ye'cüc
ve Me'cüc'den sonra da hacc yapılacak umre icra
edilecek."
4546 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Vallahi Meryem
oğlu (Hz. İsa aleyhisselam), Feccu'r-Ravha nam mevkide, hacc yapmak veya umre
yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye
getirecektir."
4547 Hz. Aişe radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ka'be'ye karşı
bir ordu, saldırı tertipleyecek. Yerin bir çölüne geldikleri vakit en öndekileri
de en sondakileri de (tamamiyle) yere batırılacak!" Ben söze girip: "Ey Allah'ın
Resûlü, onların içerisinde çarşı-pazar (ehli) olanlar, onlardan olma(dığı halde
zorla katılan)lar da var. Nasıl olur da hepsi birden yere batırılıp
(cezalandırılır)? dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Öndekileri de,
arkadakileri de batırılır. Ancak, herbiri niyetlerine göre diriltilir"
buyurdular."
4548 Şakik'in bir rivayetine göre Şeybe İbnu Osman
şöyle anlatmıştır: "Hz. Ömer radıyallahu anh Ka'be'ye girdi. Orada
bulunan emvali görünce: "Ka'be'nin malını taksim etmedikçe
çıkmayacağım" dedi. Ben de: "Sen bunu yapamazsın" dedim. O: "Hayır, yaparım!"
dedi. Ben tekrar: "Sen onu yapamazsın!" dedim. O: "Niye?" diye sordu. Ben de:
"Çünkü onun yerini Resûlullah aleyhissalatu vesselam da, Hz. Ebu Bekir de gördü.
Onlar mala senden daha fazla muhtaç idiler. Buna rağmen o malı çıkarmadılar"
dedim. Bunun üzerine kalkıp çıkıp gitti."
4549 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "(Ziyaret için) sadece üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i
Haram, Mescid-i Resûlullah, Mescid-i Aksa."
4550 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Şu mescidimdeki namaz efdaldir." -Bir başka rivayette- "Bu
mescidimdeki bir nemez), Mescid-i Haram hariç bütün mescidlerde kılınan bin
namazdan daha hayırlıdır."
4551 Ebu Şüreyh el-Adevi radıyallahu
anh anlatıyor: "Mekke'ye asker sevkeden Amr İbnu Sa'id'e dedim ki:
"Ey emir, bana müsaade et. Fethin ferdası gününde Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın söylemiş bulunduğu bir hadisini hatırlatayım: Allah'a hamd ve
senadan sonra şöyle buyurmuştu: "Mekke'yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır.
Allah'a ve ahirete inanan hiçbir mü'mine orada kan dökmek helal olmaz. Ağaç
sökmek de helal olmaz. Eğer biri çıkıp da Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
oradaki savaşını göstererek kan dökmeye ruhsat vermeye kalkarsa kendisine şunu
söyleyin: "Allah, Resûlüne izin vermişti, ama size izin vermiyor!" Mekke'de bana
bir gündüzün bir müddetinde (gün doğumundan ikindiye kadar) izin verildi. Sonra
bugün tekrar eski hürmeti (haramlığı) ona geri döndü. Bu hususu, sizden burada
hazır olanlar, hazır olmayanlara ulaştırsın." Ebu Şüreyh'e: "Amr
sana ne dedi?" diye soruldu. "Ey Ebu Şureyh bunu ben, senden daha
iyi biliyorum. "Harem", asi olana, kan döküp kaçana, cinayet işleyip kaçana
sığınma tanımaz!" diye cevap verdi" dedi."
4552 İbnu Abbas
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Fetih günü
buyurdular ki: "Fetihten sonra artık hicret yoktur. Ancak cihad ve
niyet vardır. Öyleyse askere çağırıldığınız zaman hemen asker olun!"
Resûlullah aleyhissalatu vesselam sözlerine şöyle devam etti: "Allah, bu beldeyi
semavat ve arzı yarattığı zaman haram kıldı. Burası, Kıyamete kadar Allah'ın
haramıyla haramdır (onu insanlar haram kılmamıştır). Benden önce kimseye orada
kıtal helal olmadı. Bana da günün bir müddetinde helal kılındı. Burası Kıyamete
kadar Allah'ın haramıyla haramdır. (Allah'a ve ahirete inanan hiçkimseye, orada
kan dökmesi helal değildir. Ayrıca) onun dikeni koparılmaz, av(hayvan)ı
ürkütülmez, buluntusu da alınmaz (yerinde bırakılır). Ancak ilan edip sahibini
arayacak olanlar alabilir. Mekke'nin otu da biçilmez!" Abbas
radıyallahu anh atılarak: "Ey Allah'ın Resûlü! İzhir otu hariç olsun" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "İzhir hariç!" buyurdu."
4553 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Mekke'de silah taşımak hiç kimseye helal değildir."
4554 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mekke'ye
hitaben şöyle buyurdular: "Sen ne hoş beldesin. Seni ne kadar
seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi, senden başka bir
yerde ikamet etmezdim."
4555 Ya'la İbnu Ümeyye radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Harem'de mal
ihtikarı orada işlenen bir zulümdür."
4556 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana şöyle
buyurdular: "Biliyor musun, senin kavmin Ka'be'yi yeniden inşa
ederken Hz. İbrahim'in atmış bulunduğu temellere (tam riayet etmeyip) inşaatı
kısa tuttu." Ben: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, inşaatı Hz. İbrahim'in
temellerine oturtmayacak mısın?" dedim. "Kavmin küfre yakın omasa
mutlaka yapardım!" buyurdu. İbnu Ömer radıyallahu anhüma dedi ki:
"Hz. Aişe radıyallahu anha'nın bunu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan
işitmesine göre, ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, Hıcr'ı takip eden iki
rüknün istilamını terketmesini, Ka'be'nin inşaatının Hz. İbrahim aleyhisselam'ın
temelleri üzerine tamamlanmamış olmasıyla izah ederim."
4557 Amr
İbnu Dinar anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh'ı işittim. Demişti
ki: "Ka'be inşa edilirken Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve (amcası) Abbas
taş taşımakta idiler. Bir ara Abbas radıyallahu anh, aleyhissalatu vesselam'a:
"İzarını omuzuna koy da taşın incitmesine mani olsun" dedi. O da öyle yapmıştı.
Bu hadise peygamberlik gelmezden önce idi. Birden yere yığıldı. Gözleri semaya
dikilmiş kalmıştı. "İzarım! İzarım! dedi ve derhal onu üzerine
bağladı." Bir rivayette şu ziyade var: "...Bayılıp düştü. Bundan
sonra hiç üryan görülmedi."
4558 Amr İbnu Dinar ve Ubeydullah İbnu
Ebi Yezid dediler ki: "Resûlullah zamanında Ka'be'nin (etrafında ihata) duvarı
yoktu. İnsanlar Beytullah'ın etrafında namaz kılıyorlardı. Bu hal, Hz. Ömer
zamanına kadar devam etti. Ömer radıyallahu anh etrafına duvar çektirdi. Bu
duvarın boyu alçaktı. İbnu'z-Zübeyr yükseltti."
4559 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ka'be'yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip
edecektir."
4560 Buhari'nin İbnu Abbas'tan kaydettiği diğer bir
rivayete göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Ka'be'yi
yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu siyah) Habeşli'yi Ka'be'nin
taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!"
4561 İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Habeşliler sizi terkettikçe onları terkedin. Zira, Ka'be'nin
hazinesini sadece zü's-süvaykateyn (ince bacaklı olan kimse)
çıkaracaktır."
4562 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'yi şu şu yer arasında kalan
kısımlarıyla haram ilan etti. "Kim bu haramı ihlal edecek bir davranışta
bulunursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.
Allah Kıyamet günü o kimseden ne farz ne nafile (hiçbir hayır) kabul etmesin"
(buyurdu)."
4563 Yine Sahiheyn'in bir rivayetinde anlatıldığına
göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam (Medine'nin dışına doğru) yürüdü. Önünde
Uhud görünmüştü: "Bu dağ var ya, o bizi çok seviyor, biz de onu
seviyoruz" buyurdular. Medine'ye yönelince de: "Ey Allahım! Hz.
İbrahim Mekke'yi haram kıldığı gibi, ben de (Medine'yi) iki dağı arasıyla haram
kılıyorum. Allahım, (Medine halkını) müdd ve sa'larınla mübarek kıl"
buyurdular."
4564 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan Kur'an-ı Ker'im ve bir de şu sahifede
olandan başka bir şey yazmadık.. (Bu sahifede bulunana gelince,) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurmuştu ki: "Medine Ayr dağı ile Sevr dağı
arasında kalan hudud içerisinde haramdır. Kim orada bir bid'atte bulunur veya
bid'atçiyi himaye ederse, Allah, melekler ve bütün insanların laneti onun
üzerine olsun. allah onun ne farz, ne nafile hiçbir hayrını kabul etmesin.
Müslümanların garantisinde ihanet ederse, Allah'ın meleklerin ve bütün
insanların laneti üzerine olsun. Onun (Kıyamet günü) ne farz ve ne nafile hiçbir
hayrı kabul edilmez." Ebu Davud'da şu ziyade var: "Otu yolunmaz, av
hayvanı ürkütülmez, yitik malı, onu ilan edecek olan alabilir. Hiç kimseye kıtal
maksadıyla orada silah taşımak caiz olmaz. Oradan ağaç kesilmez. Kişi devesini
otlatabilir."
4565 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Medine'nin
sıkıntı ve meşakkatlerine ümmetimden sabır gösteren herkese, Kıyamet günü
şefaatçi ve (hayır ameline) şahid olacağım."
4566 Süfyan İbnu Ebi
Züheyr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine'den oraya aileleri
ve kendilerine tabi olanlarla gidecekler. Halbuki bilselerdi, Medine onlar için
hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim Medine'den aileleri ve kendilerine
tabi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi.
Irak da fetholacak. Bir grup kimse ailesi ve kendilerine tabi olanlarla
Medine'den oraya taşınacaklar. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlı
idi."
4567 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben karyeleri yiyen bir
karye(ye hicret)le emrolundum. Buna Yesrib diyorlar. Burası Medine'dir. Medine,
tıpkı körüğün curufu ayırması gibi insanları(n kötüsünü) defedip
ayırır."
4568 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Medine'de ölmeye muktedir
olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene şefaat ederim."
4569 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye
geldiği vakit Ebu Bekr ve Bilal radıyallahu anhüma hastalandılar. Ben yanlarına
gittim: "Ey babacığım, dedim. Kendini nasıl hissediyorsun? Ey Bilal
sen nasılsın?" diye sordum. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh hummaya yakalanınca:
"Her insana "sabahın hayırlı olsun" denmiştir. Halbuki ölüm ona ayakkabısının
bağından daha yakındır" derdi. Hz. Bilal radıyallahu anh da humma nöbetinden
çıkınca sesini yükseltir ve (Mekke'ye hasretini ifade eden şu beyitleri)
terennüm ederdi: "Bilmem ki! Mekke vadisinde etrafımı izhir ve celil
otları sarmış olarak bir gece daha geçirebilecek miyim? Mecenne suyuna
ulaşacağım bir gün daha gelecek mi? (Mekke'nin) Şame ve Tafil dağları bana bir
kere daha görünecek mi?" (Sonra Bilal şöyle beddua etti: "Allahım,
bizi yurdumuzdan çıkarıp bu cebalı diyara süren Şeybe İbnu Rebi'a, Utbe İbnu
Rebi'a ve Ümeyye İbnu Halef'e lanet et!) Hz. Aişe der ki: "(Ben
gidip, bunlardaki Mekke hasretini) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a haber
verdim. O, şöyle dua buyurdu: "Allahım bize Medine'yi sevdir. Tıpkı
Mekke'yi sevdiğimiz gibi, hatta fazlasıyla! Allahım onun havasını şıhhatli kıl.
Onun müddünü, sa'ını hakkımızda mübarek eyle. Onun hummasını al, Cuhfe'ye
koy!"
4570 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle dua buyurdular: "Allahım! Mekke'ye verdiğin
bereketi iki katıyla Medine'ye de ver!"
4571 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (yılın turfanda)
ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyururlardı: "Allahım, bize
Medine'mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üzerine bereketle
mübarek kıl. Allahım, İbrahim senin kulun, peygamberin ve halilindir. Ben de
senin kulun ve peygamberinim. O sana Mekke için dua etti. Ben de Medine için,
onun Mekke hakkında yaptığı duayı bir misli ziyadesiyle aynen yapıyorum."
Resûlullah bu şekilde dua ettikten sonra getirilen meyveyi, orada hazır olan
çocuklardan en küçüğüne verirdi."
4572 Yine Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Medine'ye geçit veren dağ gediklerinde (birbiriyle kenetlenmiş)
melekler var. (Her gedikte (kınından çekilmiş) kılıçlarıyla bekleyen iki
meleğin) korumaları sebebiyle) Medine'ye ne veba ve ne de Deccal giremez."
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Mesih Deccl, doğu tarafından gelir. Kasdı Medine'dir. Uhud'un
arka tarafına iner. Derken (Medine'yi bekleyen) melekler, onun yüzünü Şam
tarafına çevirirler ve orada helak olur."
4573 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mekke ve Medine hariç Deccal'ın çiğnemeyeceği memleket yoktur.
Mekke ve Medine'ye geçit veren yolların herbirinde saf tutmuş melekler var,
buraları korurlar. (Deccal) es-Sebbiha nam mevkie iner. Sonra Medine ahalisini
üç sarsıntı ile sarsar. Bunun üzerine (şehirde bulunan) bütün kafir ve
münafıklar (şehri terkederek Deccal'e) gelirler."
4574 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.
Minberim havuzumun üzerindedir."
4575 el-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "İki kişi "takva üzerine kurulmuş olan mescid" hakkında münakaşa
ettiler. Biri: "Bu Kuba mescididir!" dedi. Diğeri de: "O, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın mescididir!" dedi. (Bu münakaşayı işiten)
Aleyhissalatu vesselam: "Şu benim mescidimdir!"
buyurdular."
4576 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İslam
şehirlerinden en son harap olacak olan Medine'dir."
4577 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Medine'yi, taşıdığı yüce hayra rağmen terkedecekler. Onu rızık
arayanlar yani kuşlar ve kurtlar istila edecek. Oraya (en son gelecek) iki çoban
bu maksadla Müzeyne'den çıkıp koyunlarını azarlayacaklar. Fakat Medine'yi vahşi
hayvanlarla dolmuş bulacaklar. Seniyyetü'l-Veda'ya ulaştıkları vakit yüzüstü
düşe(rek ölecek)ler."
4578 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İman
Medine'ye çekilecek, tıpkı yılanın deliğine çekilmesi
gibi."
4579 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri Medine'yi Tabe diye tesmiye buyurdu."
4580 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir seferden
dönünce, Medine'nin duvarlarına bakar, develerini hızlandırırdı. Eğer bir
bineğin üzerinde ise, onu tahrik ederdi. Bu davranışı Medine'ye sevgisinden
ileri gelirdi."
4581 Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Tebük'ten dönünce, (sefere katılmayıp Medine'de kalmış
olan) mütehallifinden bazıları onu karşıladılar. Bu sırada toz kaldırdılar.
Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bazıları burunlarını sardı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam yüzündeki sargıyı çıkardı ve: "Nefsimi kudret elinde
tutan zata yemin olsun. Medine'nin tozu, her hastalığa şifadır!" buyurdu ve
O'nun devamla "Cüzzamdan, barastan (ala tenlilikten)" diye saydığını
gördüm."
4582 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam her cumartesi günü Kuba mescidini binekli ve yaya olarak
ziyaret ederdi ve içinde iki rek'at namaz kılardı."
4583 Sehl İbnu
Huneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim evinden çıkıp Kuba mescidine gelir ve orada iki rek'at
namaz kılarsa bu ona bir umreye bedel olur."
4584 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Uhud öyle bir dağdır ki biz onu severiz, o da bizi
sever."
4585 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Zü'l-huleyfe'de, vadinin içinde istirahatgahında iken
yanına gelip kendisine: "Sen mübarek Batha'dasın!" diyen olmuş. Musa İbnu Ukbe
der ki: "Salim rahimehullah, Abdullah'ın devesini ıhdırdığı mescidin yanına
bizim de devemizi ıhdırırdı. Abdullah İbnu Ömer orada Resûlullah'ın istirahat
ettiği yeri araştırmak gayesiyle devesini ıhtırırdı. Orası, vadinin dibindeki
mescidin aşağısında, mescidle kıble arasında orta bir
yerdir."
4586 İbnu Abbas Hz. Ömer radıyallahu anhüm ecmain'den
naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Akik vadisinde olduğu
sırada şöyle söylediğini işittim: "Bana Rabbimden bir elçi geldi ve
"Bu vadide namaz kıl ve "Hacc için de umre(ye niyet ediyorum) de!"
emretti."
4587 İmam Malik'ten nakledildiğine göre, şöyle demiştir:
"Medine'ye giden hiç kimseye, en az iki rek'at namaz kılmadan Mu'arras'ı geçmesi
muvafık olmaz. Çünkü bana ulaştığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
orada gecelemiştir. Orası Medine'ye altı mil
mesafededir."
[TOP]
BAZI PEYGAMBERLERİN FAZİLETLERİ
Kimlik alan
4305 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelip: "Ey
Hayru'l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)" diye hitabetmişti. Aleyhissalatu
vesselam hemen müdahale etti: "Bu söylediğin İbrahim aleyhisselam(ın
vasfı)dır."
4306 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kerim İbnu Kerim İbni Kerim
İbni Kerim: Yusuf İbnu Yakup İbni İshak İbni
İbrahim'dir."
4307 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Müslümanlardan biri ile yahudilerden biri aralarında münakaşa edip
küfürleştiler. Müslüman öbürüne: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı alemler üzerine seçkin kılan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun!" diye
yemin etti. Yahudi de: "Musa aleyhisselam'ı alemler üzerine seçkin kılan Zat-ı
Zülcelal'e kasem olsun!" diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, müslüman
elini kaldırıp yahudi'ye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Aleyhissalatu
vesselam'a gidip hadiseyi haber verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Beni
Hz. Musa'ya üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben
olacağım. Ben ayılınca Hz. Musa'yı Arş'ın bir ucundan tutmuş göreceğim.
Bilemiyorum. O, bayıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah'ın istisna
ettiklerinden midir?" buyurdu."
4308 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kulun: "Benim, Yûnus İbnu Metta'dan hayırlı olduğumu" söylemesi uygun
olmaz. Onun nesebi de babasınadır." Bazı alimler demiştir ki: "Rivayette
geçen "Onun nesebi babasınadır" cümlesi, Ebu Hüreyre'nin kelamıdır, bir derctir.
Zira bu hadisteki Yunus İbnu Metta babasına değil, annesine nisbettir. Biylece
ravi "Onun nesebi..." sözüyle, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Hz. Yunus'u
annesine değil, babasına nisbet ettiğini beyan etmiştir."
4309 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Davud aleyhissalam'a okumak (Kur'an)
kolaylaştırılmıştı. Böylece, hayvanının eğerlenmesini emreder, eğerlenmezden
önce (baştan sona Kur'an-ı) okurdu. O, kendi el emeğiyle kazandığından başka bir
şey de yemezdi."
4310 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki kadın vardı. Bunların
beraberlerinde iki de çocukları vardı. Bir kurt gelerek bu çocuklardan birini
kapıp kaçırdı. Kadın, arkadaşına: "Kurt senin çocuğunu kaçırdı!"
dedi. Diğeri ise: "Hayır, senin çocuğunu alıp gitti!"
dedi. Bunlar (ihtilafa düştüler) Hz. Davud aleyhisselam'a dava
açtılar. Hz. Davud, büyük kadın lehine hükmetti. Küçük, hükme razı olmayınca,
davayı Hz. Süleyman'a götürdüler. Hz. Süleyman aleyhisselam: "Bir
bıçak getirin, çocuğu ikiye böleyim, size birer parça vereyim!" diye hükmetti.
Küçük kadın: "Böyle yapma! Allah'ın rahmetine mazhar ol! Çocuk
onundur!" dedi. Hz. Süleyman bu cevap üzerine çocuğun küçük kadına ait olduğuna
hükmetti." Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hz. Süleyman Beytu'l-makdis'i bina ettiği zaman, Allah'tan kendisine üç imtiyaz
vermesini istedi: - İlahi hükme müsadif olacak (uygun düşecek) hüküm
(verme kapasitesi) taleb etti; bu ona verildi. - Kendisinden sonra
kimseye verilmeyecek bir saltanat taleb etti; bu da ona verildi. -
Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, bu mescide sırf namaz kılmak için
gelenlerin, oradan çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün
günahları affedilmiş olarak çıkmalarını yalvardı; bu duası da kabul
edildi."
4311 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eyyub aleyhisselam üryan
(çıplak) vaziyette yıkanırken üzerine altından bir yığın çekirge düştü. Eyyub
aleyhisselam hemen onu elbisesine avuç avuç koymaya başladı. Bunun üzerine Rabbi
ona nida etti: "Ey Eyyub, ben seni bu gördüğün (dünyalıktan)
müstağni kılmadım mı?" Eyüp aleyhisselam: "Evet! Ey Rabbim! Velakin
senin bereketine karşı istiğna yok!" diye mukabele etti."
4312 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ademoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp de
ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa
hariçtir."
4313 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben, dünyada da
ahirette de Meryem'in oğluna insanların en yakınıyım. Benimle onun arasında
başka bir peygamber yok. Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler,
dinleri de birdir."
4314 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hızır'ın Hızır diye isimlenmesi şuradan gelir. O, kupkuru beyazlamış ot
destesinin üzerine oturmuştu. Deste, altında derhal
yeşerdi."
4315 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Peygamberlerden birini diğerine
üstün kılmayın."
4316 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar (Kıyamet
günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u
ilahiye) geldiklerinde (onlar adına) hatipleri ben olacağım. (Allah'ın
rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (rahmet ve mağfireti) onlara ben
müjdeliyeceğim. O gün Livau'l-hamd (şükür sancağı) benim elimde olacak.
Ademoğlunun Allah'a en kerim olanı da benim. Bunda fahr
yok!"
4317 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü geldi mi, ben
peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi
olacağım. Bunda övünme yok."
4318 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bana
beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine
verilmemiştir. - Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir.
Ben ise kırmızılara (Acemlere) ve siyahlara (Araplara) da
gönderildim. - Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden
öncekilerden kimseye helal değildi. - Yer bana tahar, pak ve mescid
kılındı. Her kim namaz vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını
kılar. - Ben, bir aylık mesafede olan duşmanımın içine düşen bir
korku ile yardıma mazhar oldum. - Bana şefaat (etme yetkisi)
verildi." Nesai bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Ben,
cevami'u'l-kelim (veciz sözlerle de gönderildim)."
4319 Hz.
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İnsanlara karşı üç şeyle faziletli (üstün) kılındık: -
Saflarımız meleklerin safları düzeninde kılındı. - Arzın tamamı bize
mescid kılındı. - Toprak bize, su bulamadığımız zaman, tahûr (temiz
ve temizleyici) kılındı."
4320 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her
peygambere mutlaka insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir
mucize verilmiştir. ama bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah
vahyetmiştir. Bu sebeple Kıyamet günü, diğer peygamberlere nazaran etbaı en çok
olan peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum."
4321 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ademoğlu nesillerinin en temizinden süzüle süzüle gelerek içinde bulunduğum
nesilde ortaya çıktım."
4322 Yine Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misali, şu adamın misali gibidir:
Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç
yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği
görüp): "Bu eksik kerpiç konulmayacak mı?" der. İşte ben bu kerpiçim, ben
peygamberlerin sonuncusuyum."
4323 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben
kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim. Hazin (kapıcı melek):
"Sen kimsin?" diye seslenir. Ben: "Muhammed'im!" derim. Bunun
üzerine: "Sana açıyorum. Senden önce kimseye açmamakla emrolundum!"
diyecek!"
4324 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün) yatsı namazını kıldı. Sonra namazdan çıkınca
elimden tuttu. Batha-i Mekke'ye kadar gidip orada beni oturttu. (Yere dairevi)
bir hat çizip: "Hattından dışarı çıkma! Sana bazı kimseler gelecek,
sakın onlara bir şey söyleme. Zira onlar seninle konuşacak değiller!" buyurdu.
Sonra dilediği yere çekip gitti. Ben çizgimin içinde otururken bana bir grup
insan geldi. Esmer rankleriyle sanki Hindûlara benziyorlardı. (Pek uzun olan)
saçları, vücutlarını öylesine örtmüştü ki, ne bir avret yerlerini ne de bir
elbiselerini görüyordum. Bana kadar geldiler, ancak çizgiyi geçmediler. Sonra
Resûlullah aleyhissalatu vesselam(ın gittiği yere) yürüdüler.
Gecenin sonuna doğru Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ben otururken yanıma
geldi ve çizgiden içeri girdi. Dizime dayanıp yattı. Yatınca (ağzından) soludu.
Ben oturuyordum. O da dizime dayanmış vaziyette böyle duruyorduk. Derken,
üzerinde beyaz elbiseler olan bir grup adam geldi. Güzelliklerinin derecesini
Allah bilebilir. Bana kadar yaklaştılar. Bir kısmı Aleyhissalatu vesselam'ın baş
tarafına, bir kısmı da ayakları tarafına oturdular. Sonra aralarında
konuşarak: "Biz şimdiye kadar bu peygambere verilen gibisinin, bir
başkasına verildiğini hiç görmedik. Bunun gözleri kapalı, kalbi uyanık. Ona bir
misal verin!" (dediler ve şu temsili anlattılar): "Bir efendi köşk
yaptırmış, sonra bir ziyafet verip sofra kurmuş, insanları yiyip içmeye
çağırmıştır. İcabet edenler gelip yemeğinden yiyip, suyundan içmiştir. İcabet
etmeyenleri de cezalandırmıştır" dediler ve kalktılar. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam da kendine geldi ve: "Şunların ne dediklerini işittim.
Onların kim olduklarını biliyor musun?" dedi. ben: "Allah ve Resûlü bilir!"
dedim. "Onlar meleklerdi!" buyurdu ve ilave etti:
"Onların getirdikleri temsilin manasını anladın mı?" "Allah ve
Resûlü bilir!" dedim. Aleyhissalatu vesselam açıkladı: "Rahmen (olan
Rabbimiz) cenneti kurdu. Kullarını ona davet etti. Kim davete icabet ederse
cennete girer, kim de icabet etmezse onu
cezalandırır."
4325 Abdullah İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor:
"Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalatu
vesselam, Ömer radıyallahu anh'ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer: "Ey
Allah'ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç herşeyden daha sevgilisin!" dedi.
Resûlullah hemen şu cevabı verdi: "Hayır! Nefsimi elinde tutan Zat-ı
Zülcelal'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın
eksiktir)!" Hz. Ömer radıyallahu anh: "Şimdi, sen bana
nefsimden de sevgilisin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "İşte şimdi (kamil imana erdin) ey Ömer!"
buyurdular."
4326 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde bulunan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, sizden birine, beni
görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden
ve malından daha makbul olacak." Resûlullah'ın bu sözünü, Ashab,
kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun üzerine, ölümüyle
kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri müddetçe
duyacakları, Aleyhissalatu vesselam'a kavuşma temennisini kasdettiğini
bildirdi."
4327 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh hazretleri
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dendi. Sana peygamberlik ne zaman vacib
oldu? Şöyle cevap verdi: "Hz. Adem ruhla cesed arasında
iken!"
4328 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden hiç kimse yoktur ki
ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan "karin"
tevkil edilmemiş olsun!" "Size de mi ey Allah'ın Resûlü!"
denildi. "Bana da!" buyurdular. Ancak, Allah ona karşı bana yardım
etti de o müslüman oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey
emretmiyor!"
4329 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bana bir mü'min selam verdi
mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime iade eder. Ben de
mutlaka selama mukabele ederim."
4330 yine Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Medine'ye girdiği gün,
şehirdeki her şeyi aydınlık bürüdü, vefat ettiği günde ise her şey karardı.
Defin işinden çıktığımız zaman hepimiz kalplerimizi (vahyin inkıtaı sebebiyle)
üzüntülü bulduk."
4331 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (Hz. İbrahim'in duası olan): "Ey
Rabbim şüphesiz ki o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmıştır. Kim bana uyarsa
muhakkak ki o bendendir. Kim de emirlerime karşı gelirse, şüphesiz ki sen çok
bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrahim 36) mealindeki ayeti ile, Hz.
İsa'nın duası olan: "Eğer onlara azab edersen onlar senin kullarındır. Eğer
onları bağışlarsan, elbette sen dilediğini yapmaya kadirsin ve sen herşeyi
hikmetle yaparsın" (Maide 113) mealindeki ayeti tilavet buyurdu ve ellerini
kaldırdı, şöyle yalvardı: "Allahım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret
et!)" ve ağladı. Allah Teala Hazretleri: "Ey Cibril, Muhammed'e git!
dedi. -Rabbin bildiği halde- niye ağladığını sor!" diye emretti. Cebrail
aleyhisselam, O'na gelip niye ağladığını sordu. (Rabb Teala'ya dönüp
Muhammed'in) ne söylediğini -O çok iyi bildiği halde- haber verdi. Bunun üzerine
Allah Teala Hazretleri: "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona söyle ki:
"Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, asla
kederlendirmeyeceğiz."
[TOP]
AZI ZAMANLARIN FAZLİETİ
Kimlik alan
4527 Abdullah İbnu Kurt anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah indinde günlerin en
büyüğü Kurban bayramı günüdür, bunu, fazilette Nefr günü (teşrik günlerinin
ikinci günü) takib eder."
4528 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye geldiğinde Medinelilerin iki
(bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi. "Bu iki
gün(ün mana ve mahiyeti) nedir?" diye sordu. "Biz cahiliye devrinde
bu günlerde eğlenirdik!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Allah, bu
iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban
bayramı, Fıtır bayramı" buyurdu..."
4529 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Salih
amellerin Allah'a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür!" buyurmuştu.
Cemaatten: "Allah yolundaki cihaddan da mı?" diye soran
oldu. "Cihaddan da! buyurdu. Ancak bir kimse, canını, malını
muhataraya atarak çıkar, hiçbir şeyle dönmezse (yani cihad sırasında ölürse) o
kimse hariç."
4530 Tirmizi, bir diğer rivayette Ebu Hüreyre
radıyallahu anh'tan şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Ondaki her bir günün orucu bir
yıllık oruca (sevabca) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi)
Kadir gecesinin kıyamına (ihyasına) eşittir."
4531 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah, hiçbir günde, arafe günündeki kadar bir kulu ateşten çok
azad etmez. Allah (mahlûkata rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı
iftihar eder ve: "Bunlar ne istiyorlar?"
der."
4532 Talha İbnu Ubeydillah İbni Keriz radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cum'a'ya muvafakat eder. O, cum'a
günü dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arafe günü
yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de:
"Lailahe illallah vahdehu la-şerikelehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur,
O'nun ortağı da yoktur) sözüdür." İmam Malik "Duaların en efdali.."
ibaresinden sonraki kısmını Muvatta'da tahric etmiştir. Rezin ise rivayeti
baştan sona kadar tam olarak tahric etmiştir.
4533 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah Teala Hazretleri, Nısf-u Şa'ban gecesinde dünya semasına
iner ve Kelb Kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı
affeder." Rezin bu rivayette "Ateşe müstehak olanlardan" ziyadesini
kaydetmiştir.
4534 Evs İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a, en hayırlı
günlerinizden biridir. Hz. Adem aleyhisselam(ın toprağı) o gün yaratıldı, o gün
kabzedildi. (Kıyamette Sûr'a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse
o gün bana salavatı çok okuyun. Zira salavatlarınız bana arzedilir!"
Orada bulunanlar: "Salavatlarımız size nasıl arzedilir? Siz çürümüş
olacaksınız!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Allah Teala
Hazretleri, Arz'a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı!
buyurdular."
4535 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a gecesi veya
cum'a günü vefat eden hiçbir müslüman yoktur ki, Allah onu kabir fitnesinden
korumamış olsun."
4536 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam cum'a gününden bahis açıp dedi
ki: "Onda bir saat vardır; müslüman bir kul namaz kılar olduğu
halde, o saate erse, Allah'tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka
verir." Bunu söylerken (Resulullah) eliyle o vaktin azlığını
işaretliyordu."
4537 Ebu Bürde, babası Ebu Musa el-Eş'ari
radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Cum'adaki icabet saati imamın minbere oturduğu anla, namazdan çıkması anına
kadar geçen vakittir" dediğini işittim."
4538 Hz. Enes radıyallahu
anh demiştir ki: "Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit edilen saati,
ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar
arayın."
4539 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ramazan ayından sonra en
faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en
efdal namaz da gece namazıdır."
4540 Hz. Ali radıyallahu anh'ın
anlattığına göre bir adam ona sorar: "Ramazandan sonra hangi ayda
oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Ali radıyallahu anh şu cevabı
verir: "Ben bu soruyu Resulullah'a soran kimseye rastlamamıştım.
Nihayet bir adam sordu. O zaman ben de yanlarında idim. Dedi ki: "Ey Allah'ın
Resûlü! Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Şu cevabı
lutfettiler: "Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem
ayında tut. Çünkü o Şehrullah (Allah'ın ayı)dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah
onda bir kavmin günahlarını affetti, bir başka kavmin günahını da
affedecek."
4541 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gecede bir saat vardır ki, müslüman bir
kimsenin Allah'tan, dünya veya ahirete müteallik bir hayır talebi, o saate
rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede
vardır."
[TOP]
BEDİR ,AKABE
Kimlik alan
4469 Rifa'a İbnu Rafi' ez-Züraki radıyallahu
anh anlatıyor: "Cibril aleyhisselam, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "İçinizdeki Bedir ehlini ne addediyorsunuz?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Müslümanların en faziletlisi!" buyurdu.
Cebrail: "Biz de Bedir'e katılan melekleri öyle (en faziletlimiz)
biliyoruz!" dedi. Rifa'a radıyallahu anh da Bedir ehlindendi. Rafi' ise Akabe
ehlindendi ve oğluna: "Akabe bey'atlerinde hazır bulunmam yerine
Bedir'de hazır bulunmuş olmam beni sevindirmez!" derdi."
4470 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Bedir Ehli(nin yaptığı
fedakarlık ve ihlasları)na muttali oldu da: "Artık ne isterseniz
yapın. Ben sizi affetmişim!" buyurdu."
4471 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Hudeybiye'de) ağaç altında Bey'at edenlerden hiç kimse ateşe
girmeyecektir."
5992 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi
elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı
kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı
kadarki infakına, sevapta yetişemez."
[TOP]
BİNA
Kimlik alan
400 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraber iken kendi elimle bir ev
yapmıştım. Bu ev beni yağmura karşı korumaya, güneşe karşı da gölgelemeye
yetiyordu. Bunun inşasında Cenab-ı Hakk'ın mahlukatından hiçbirinin yardımını da
görmemiştim."
401 Bir başka rivayette: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın vefatından beri tuğla üzerine tuğla da koymuş değilim"
der.
402 Kays İbnu Ebi Hazım (radıyallahu anh) anlatıyor: "Habbab
İbnu'l-Eret (radıyallahu anh)'e geçmiş olsun ziyaretine geldik. Karnına tam yedi
yerden dağ vurmuştu. Bize: "Bizden önce gelip geçen arkadaşlarımız varya, dünya
onların sevaplarından hiçbir şey noksanlaştırmadı. Biz ise onlardan sonra öyle
dünyalığa erdik ki, koruyacak yer bulamayarak toprağa (bina inşaatına) yatırdık.
Halbuki sıkıntılı dönemde, (öyle anlar oldu ki) eğer Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) yasaklamasaydı, ölmeyi temenni edecektik" dedi. Bir başka
gelişlerimizde, Habbab'ı kendine ait bir duvarı inşa ederken görmüştük de şöyle
buyurmuştu: "Müslüman harcadığı her şey için sevaba erer, ancak şu inşaat işi
hariç."
403 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nafaka için harcananın hepsi Allah
yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır
yoktur."
404 Yine, Hz. enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanında biz olduğumuz halde (gezintiye)
çıktı. Derken, etrafındaki binalara rağmen (daha yüksek olduğu için) sivrilen
bir kubbe görmüştü: "Bu da ne?" diye sordu. "Ensardan falancaya ait" dendi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükut buyurdu, ancak binaya karşı içinden
hoşnutsuz olmuştu. Bir müddet sonra, sahibi geldi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e cemaatin içinde selam verdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
yüzünü çevirdi ve selamını almadı. Tekrar tekrar selam verdi ise de aynı şekilde
davranarak selamını almadı. Adam anladı ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
kendisine kızgındır ve yüz çevirmektedir. Durumu arkadaşlarına açarak: "Allah'a
kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bakışını iyi bulmuyorum.
Hakkımda ne olup bitti, bilemiyorum da dedi. Kendisine: "Gezinirken kubbeni
gördü. "Bu kimin?" dedi. Sana ait olduğunu haber verdik" dediler.
Adam hemen dönüp, kubbesini yıktı, öyle ki yerle bir etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir başka gün yine gezintiye çıktı. Kubbeyi
göremeyince: "Kubbeye ne oldu?" diye sordu. Kubbe sahibiyle olup
biten gelişmeler haber verildi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) "Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir"
buyurdu.
405 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben, ahşab evimi tamir için çamurlamakla meşguldüm. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana uğradı ve: "Bu da ne Ey Abdullah?" buyurdu. Ben: "
Evin tamiriyle meşgulüm" dedim. "Ölüm(ün gelmesi) ve bu ev(in yıkılmasın)dan
daha çabuktur" buyurdu. Bir rivayette: "Ben emr-i Hakk'ın gelmesini
bun(un yıkılmasın)dan daha çabuk görüyorum"
buyurmuştur.
406 Dükeyn İbnu Said el-Müzeni (radıyallahu anh)
anlatıyor; "Yiyecek istemek üzere Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğradık.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e seslenerek: "Ey Ömer git, istediklerini ver"
emretti. Hz. Ömer bizi bir odaya çıkardı. Hücresinden anahtarı çıkardı ve kapıyı
açtı."
407 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Yol hususunda ihtilaf ederseniz
genişliğini yedi zira' yapın."
[TOP]
BORÇ
Kimlik alan
1905 Ebu Müsa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "AIIahu Teala nazarında, bir
kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra, beraberinde getirebileceği
en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç
olduğu halde ölmesidir. "
1906 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim, ödemek
arzusu iIe insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona bedel eda eder.
Kim de telef etmek niyetiyle halkın malını alırsa Allah onu
telefeder."
1907 İmran İbnu Huzeyfe (rahimehullah) anlatıyor:
"Meymüne (radıyallahu anha) fazlaca borca giriyordu. Ailesi bu meselede müdahale
edip ayıpladılar. Şu cevabı verdi: "Borcu bırakmayacağım. Ben dostum ve can
yoldaşım aleyhissalatu vesselam'ı şöyle söylerken dinledim: "Bir borçla
borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun borcunu
Allah mutlaka dünyada iken öder."
1908 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki.: "Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geçiktirmesi
zulümdür. Biriniz bir zengine havale olunursa (havaleyi kabül
etsin.)"
1909 eş-Şerrid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselàm) buyurdular ki: "Zenginin borcunu savsaklaması,
haysiyetinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını helal kılar."
İbnu'l-Mübàrek der ki: "Irzını helal kılar", kendisine kaba davranılır demektir.
"Cezalandırılması" da, hapsedilmesidir."
1910 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kapıda yüksek
sesle münakaşa edenlerin görültülerini işitti. Bunlardan biri, diğerinden borç
indirmesini taleb ediyor, bir hususta da merhametli olmasını istiyor. Öbürü
de: "Vallahi yapmam!" diyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
yanlarına gitti ve: "Hanginiz, hayır yapmamak üzere Allah adına
yemin etti?" dedi. Birisi: "Benim ey Allah'ın Resülü! (Borç indirimi
ile, merhametli davranmadan) hangisini dilerse onun olsun (teklifıni kabul
ettim)" dedi."
1911 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlardan
bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. BorçIuları arasında fakir görürse
hizmetçilerine: "Onun borcundan vazgeçiverin, böylece AIIah'ın da bizim
günahIarımızdan vazgeçeceğini umarız" derdi. Allah da onun günahlarından
vazgeçti."
1912 Diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı.
Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: "Kolay ödeyecekten
(zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç Ola ki Allah da bizim
günahlarımızdan vazgeçer" derdi. Allahu Teala hazretleri bunun üzerine: "Haydi
senin günahlarından vazgeçtim" buyurdu."
1913 Ebu Katade
(radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Ebu Katade, bir boçlusunu (para taleb
etmek üzere) aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak:
"Dardayım" dedi. Bunun üzerine: "Allah'a yemin eder misin?" diye
sordu. Borçlu: "Vallahi" diye yemin etti. Ebu Katade:
"Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, "Kim Allah'ın kendisini kıyamet
gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya
tamamen bağışlayıversin" dediğini işittim" dedi."
1914 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'da bir
adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada
kaba sözler sarfetti, hatta Ashab'tan bazıları haddini bildirmek istedi. Ancak
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buna meydan vermeyip: "Bırakın
onu! Hak sahibinin konuşma hakkı vardır" buyurdu, sonra da:
"Devesini verin!" diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar.
Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular. Aleyhissalatu vesselam
Efendimiz: "Bunu verin" dedi. Adam: "Bana borcunu tam ödedin, Allah
da sana ödesin" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "En hayırlınız,
borcunu en iyi ödeyendir!" buyurdu."
1915 Ebu Katade (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a namazını kıldırıvermesi
için bir adam(ın cenazesi) getirildi. Aleyhissalatu vesselam: "Onun
üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!" buyurdu. Ben:
"(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah'ın Resülü" dedim. "Sadakatle
mi ?" dedi. "Sadakatle!" dedim. Bunun üzerine cenazenin namazını
kıldı."
3466 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam,
kendisine on dinar borcu olan kimsenin peşini bırakmadı. Ve hatta dedi
ki: "Sen bunu bana ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar
peşini bırakmıyacağım." Resûlullah aleyhissalatu vesselam o borcu üzerine aldı.
Bunun üzerine adam, münasip olmayan bir tarzda Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a parayı getirdi. Resûlullah, borcu adam adına ödeyiverdi ve şunu
söyledi: "Kefil, borçludur."
6696 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Borcunu ödemeye muktedir olan kimsenin özürsüz olarak ödemeyi geciktirmesi
zulûmdür. Sen alacaklı durumda iken (alacağın) varlıklı ve güvenilir bir kimseye
havale edilirse, bu havaleyi kabullen."
6697 Abdullah ibnu Ca'fer
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Borç, Allah'ın hoşlanmadığı bir şeye ait olmadığı müddetçe, Allah-u Zülcelal
hazretleri, borcunu ödeyinceye kadar borçlu ile birliktedir." Ravi
der ki: "Abdullah İbnu Ca'fer, vekil harcına derdi ki: "Git, benim için borç al.
Zira ben, Resûlullah'tan bu hadisi işittikten sonra Allah'ın benimle olmadığı
bir gece geçirmekten hoşlanmam."
6698 Süheyb el-Hayr radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim ödememek
kastıyla borca girerse Allah'ın huzuruna hırsız olarak
çıkar."
6699 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik
borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenatından ödenir. Orada (mahşer
yerinde) ne dinar ne de dirhem vardır."
6700 Büreyde el-Eslemi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim
onun borcunu vadesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her
geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır."
6701 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir hak
sahibine: "Sen hakkını (borçludan) imkan nisbetinde günahlara girmeden al"
buyurdular.
6702 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
adam gelerek Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir alacağını veya bir
hakkını talep etti. Bunu yaparken nezakete uymayan bazı yakışıksız söz sarfetti.
Resûlullah'ın ashabı adama dersini vermek istediler. Ama Resûlullah
aleyhissalatu vesselam müsaade etmeyip: "Bırakın! Zira alacaklı kimsenin,
hakkını alıncaya kadar borçlu üzerinde söz hakkı vardır"
buyurdular."
6703 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir bedevi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek, Efendimizin uhdesinde
bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hatta: "Borcunu
ödeyinceye kadar seni taciz edeceğim" dedi. Ashab-ı Kiram hazretleri bedeviyi
azarlayıp: "Yazık sana! Kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba!" dediler. Adam:
"Ben hakkımı talep ediyorum" dedi. Aleyhissalatu vesselam, ashabına: "Sizler
niçin hak sahibinden yana değilsiniz?" buyurdu ve Havle Bintu Kays radıyallahu
anha'ya adam göndererek: "Sende kuru hurma varsa benim borcumu ödeyiver.
Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz" dedi. Havle: "Hay hay! Babam sana kurban
olsun Ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Kadın, Resûlullah'a borç verdi, O'da bedeviye
olan borcunu kapadı ve ayrıca yemek ikram etti. (Bu tavırdan memnun kalan)
bedevi: "Borcunu güzelce ödedin. Allah da sana mükafaatını tam versin" diye
memnuniyetini ifade etti: Aleyhissalatu vesselam da: "İşte bunlar (borcunu
hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden
haklarını alamadıkları bir cemiyet iflah olmaz"
buyurdular."
6704 Kays İbnu Rûmi merhum anlatıyor: "Süleyman İbnu
Üzüna, Alkame'ye, ödeneği gelme zamanına kadar bin dinar borç vermişti. Ödeneği
çıkınca, borcunu ondan istedi ve sert davrandı. O da hemen ödedi, ancak Alkame
Süleyman'a kızmıştı. Birkaç ay durup yanına geldi: "Ödeneğim gelinceye kadar
bana bin dirhem ver!" dedi. Süleyman yine: "Pekala! Memnuniyetle!" dedi (ve
ailesine yönelerek:) "Ey Ümmü Utbe! Şu yanındaki mühürlü keseyi getir!" diye
seslendi. Kadın keseyi getirdi. Süleyman, Alkame'ye: "Vallahi işte
ödediğin dirhemler! Ben bunlardan tek dirhemi yerinden kımıldatmadım!" dedi.
Bunun üzerine Alkame: "Allah babandan razı olsun. O halde alacağını
tahsil için bana olan o kaba davranışın sebebi neydi?" dedi.
Süleyman: "Senden işittiğim hadisler!" cevabını verdi.
"Benden ne işitmiştin?" "Sen İbnu Mes'ud radıyallahu anh'dan naklen
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Bir müslümana bir şeyi iki kere borç
olarak veren hiçbir müslüman yoktur ki, onun bu davranışı, o şeyi bir kere
sadaka etmiş gibi sevap olmasın!" buyurmuştur. Bunun üzerine Alkame:
"Evet, İbnu Mes'ud bana böyle haber vermişti!" diye te'yid
etti."
6705 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Miraç gecesinde cennetin kapısı üzerinde
şu ibarenin yazılı olduğunu gördüm: "Sadaka on misliyle mükafaatlandırılacaktır.
Ödünç para onsekiz misliyle mllükafaatlandırılacaktır." Ben: "Ey Cibril! Ödünç
verilen şey ne sebeple sadakadan daha üstün oluyor?" diye sordum." "Çünkü dedi,
dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde sadaka ister. Borç isteyen ise,
ihtiyacı sebebiyle talepte bulunur."
6706 Yahya İbnu Ebi İshak
el-Hünai anlatıyor: "Hz. Enes radıyallahu anh'a: "Bizden bir adam, (din)
kardeşine borç olarak mal verir. Sonra malı alan kimse borç verene bir hediyede
bulunur (bu hususta ne dersin?)" diye sordum. Enes bana şu cevabı verdi:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz bir malı borç verse,
sonra alan da veren kimseye bir hediye vermek veya bineğine bindirmek istese,
sakın o hediyeyi almasın, bineğine de binmesin. Eğer aralarında borç
alıp-vermezden önce böyle (dostane) muameleler olmuşsa o
başka."
6707 Said İbnu'l-Atval radıyallahu anh'ın anlattığına
göre: "Kerdeşi ölmüş ve üçyüz dirhem mal ve geride bakıma muhtaç horanta
bırakmıştır. Der ki: "Ben bu parayı ailesine harcamayı arzu ettim. Aleyhissalatu
vesselam: "Kardeşin borcundan dolayı hapsedilmiştir. Borcunu sen ödeyiver"
buyurdu. Sa'd da: "Ya Resûlullah! Ben onun yerine borcunu ödedim. Yalnız bir
kadının iddia edip şahitlendiremediği iki dinarı ödemedim" dedi. Bunun üzerine
Resûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselam Sa'd'a: "Sen kadına iddia ettiğini ver.
Çünkü kadın gerçeği söylemektedir" buyurdu."
6708 Abdullah İbnu
Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyamet günü ondan alınır.
Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır: 1. Adamın
gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına
karşı kuvvetlenmek için borçlanır. 2. Bir adamın yanında bir
müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla
borçlanır. 3. Bir adam, bekarlık sebebiyle nefsinden Allah'a karşı
korku hisseder. Dinine zarar gelir endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah
Teala hazretleri, Kıyamet günü, bunların borçlarını kendisi
öder."
[TOP]
CENNET VE CEHENNEM
Kimlik alan
5061 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah
Teala hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şan, salih kullarım için gözlerin
görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen
nimetler hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki: "Dilerseniz şu
ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar
için göz aydınlığı olacak ne mükafaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde
17).
5062 Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder:
"Sehl İbnu Sa'd anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki:
"Muhammed İbnu Ka'b dedi ki: "Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da
onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete
boğacak."
5063 Yine Sa'd İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?" "Sudan!"
buyurdular. "Ya cennet?" dedim, o neden inşa edildi?"
"Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci
ve yakuttan, toprağı da zaferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez,
ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği
kaybolmaz." Aleyhissalatu vesselam sözlerine şöyle devam buyurdular:
"Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir): -Adil
imam (devlet başkanı). -İftarını yaptığı zaman oruçlu.
-Zulme uğrayanın duası. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine
çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teala Hazretleri:
"İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!"
buyurur."
5064 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gümüşten iki cennet vardır.
Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet
vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn
cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın veçhindeki
rıdau'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey
yoktur."
5065 Yine aynı kaynaklarda şu rivayet gelmiştir:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette, mü'min
için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- Genişliği altmış
mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri diğerini görmez, mü'min
bunların herbirini dolaşır."
5066 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıl(lık yürüme
mesafesi) vardır."
5067 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile
arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört
nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah'tan cennet istediğiniz
vakit Firdevs'i isteyin."
5068 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette yüz
derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de
kuşatır, istiab eder."
5069 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette bir ağaç
vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz
şu ayeti okuyun: (Mealen) "Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su
başlarındadırlar" (Vakı'a 30-31).
5070 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından
olmasın."
5071 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette, yay
kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha
hayırlıdır." Tirmizi, Hz. Enes'ten şu ziyadede bulunmuştur: "Sizden
birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve
içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek
olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla sema arasını güzel koku ile
doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha
hayırlıdır."
5072 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette olan şeyden bir
tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında dört ciheti de tezyin etmiş
olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline zuhûr etse ve
bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin,
yıldızların ziyasını bastırması gibi."
5073 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zahirdi,
iki nehir de batın. Zahir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi. Batın
olanlar da cennetin iki nehri idi."
5074 Hz. Büreyde radıyallahu
anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Cennette at var
mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala Hazretleri
seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak
isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular. Bunun
üzerine diğer biri de: "Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna
Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle
buyurdular: "Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her
çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır."
5075 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır.
Orada, benzerini mahlukatın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve
şöyle söylerler: "Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz! Bizler
nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz! Rabbimizden razıyız, mükedder
olmayız! Kendisinin olduğumuz beylerimize ne
mutlu!"
5076 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet ehlinin bir çarşısı
vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgarı eser, elbiselerini ve
yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine,
daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: "Vallahi, bizden
ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler
de: "Sizler de, Allah'a kasem olsun, bizden sonra çok daha
güzelleşmişsiniz!" derler."
5077 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette bir çarşı
vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri
vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete
girer."
5078 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem
ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!" buyurmuştu. (Yanındakiler):
"Zaten bu ateş, vallahi (asileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi" dediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat
üstün kılındı. Her bir kat'ın harareti, bunun
mislindedir."
5079 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennem ateşi
bin yıl yakıldı. Öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki
beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve
karanlıktır."
5080 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennemi kuşatan
surun dört (ayrı) duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme
mesafesi kadardır."
5081 Hasan Basri rahimehullah anlatıyor: "Utbe
İbnu Gazvan radıyallahu anh, Basra'da minberde (hutbe esnasında) dedi
ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize şöyle buyurmuşlardı:
"Cehennemin kıyısından büyük bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru
düştü de henüz dibe ulaşmadı." (Utbe İbnu Gazvan, devamla) der ki:
"Hz. Ömer radıyallahu anh: "Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun harareti
pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir"
buyurdu."
5082 Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Veyl, cehennemde
bir vadidir. Kafir orada, kırk yıl batar da dibine
ulaşamaz."
5083 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer zakkûmdan,
dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad
ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur
(anlayın)!"
5084 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennem, Rabbine
şikayet ederek: "Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir" dedi.
bununn üzerine, Allah Teala hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi: Bir
nefes kışta, bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en
şiddetli sıcaktır. (Kıştaki nefesi de) sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk
olan) zemherirdir."
5085 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü,
işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: "Ben üç takım (insanı
cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah'la birlikte bir başka ilaha dua
eden kimse, bile bile zulmeden cebbar, tasvirciler."
5086 İbnu
Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kıyamet günü cehennem, yetmişbin yuları olduğu halde getirilir.
Her yularında, onu çeken yetmişbin melek vardır."
5087 Mücahid
anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma bana: "Cehennemin genişliği ne
kadardır, biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Hayır!" deyince: "Doğru, Allah'a
yemin olsun, bilemezsin!" dedi ve ilave etti: "Bana Hz. Aişe radıyallahu anha
dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a: "Kıyamet günü Arz
toptan O'nun bir kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O'nun sağ eliyle
dürülmüşlerdir" (Zümer 67) ayetinden sormuş ve: "Bu sırada insanlar
nerede olurlar (ey Allah'ın Resûlü)" demiştim. Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem
köprüsünde!" cevabını verdi."
5088 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah
Teala Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselam'a: "Git
ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: "(Ey Rabbim!) Senin
izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona
girecek!" dedi. (Allah Teala Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi.
Sonra: "Hele git ona bir daha bak!" buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı.
Sonra da: "Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi
yaratınca, Cebrail'e: "Git, bir de şuna bak!" buyurdu. O da gidip
ona baktı ve: "İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona
girmeyecektir!" dedi. Allah Teala hazretleri de onun etrafını şehvetlerle
kuşattı. Sonra da: "Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona
baktı. Döndüğü zaman: "İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp
herkesin ona gireceğinden korkuyorum!" dedi."
5089 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle)
sarılmıştır. Cehennemin etraf ı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle
sarılmıştır." Sahiheyn'de, Ebu Hureyre'den bu rivayet aynen
gelmiştir. Ancak iki yerde "huffet" (=sarılmış) kelimesine bedel "hucibet"
(=örtülmüş) kelimesi kullanılmıştır.
5090 Yine Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cehennem, içerisine asiler atıldıkça: "Daha var mı?" demekten
geri durmaz. Bu hal, Rabbu'l-İzze'nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki
yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. İşte o zaman
cehennem: "Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter!" der.
Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları
cennetin fazla kısmına yerleştirir."
5091 Sehl İbnu Sa'd
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennet ehli, gurfelerde kalanları seyrederler, tıpkı gökteki
yıldızları seyretmeniz gibi."
5092 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet
ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya
giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı,
(gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir." Bunun üzerine Ashab: "Ey
Allah'ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya
ulaşamamalı!" dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselam: "Hayır! Ruhumu
kudret elinde tutan Zat'a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler
değiller), Allah'a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!"
buyurdular."
5093 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennete ilk
girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre,
parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler,
büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır,
terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden
olacak. Onlar ataları Adem'in yaratılışı üzere, altmış zira boyunda tek bir adam
suretinde olacaklar."
5094 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam : "Cennet ehli cennette yerler ve içerler.
ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!"
buyurmuştu. Ashab: "Peki yedikleri ne olur?" diye sordular.
Aleyhissalatu vesselam: "Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter! Onlara
tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham
olunur."
5095 Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kimse
cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında
bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez.
Cehennemlikler için de durum böyledir."
5096 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri
sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez." Tirmizi'nin bir
rivayetinde şu ziyade var: "Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek
bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır."
5097 Ebu Rezin
el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum
yoktur)."
5098 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Mü'mine cennette şu şu kadar (kadınla) cima gücü
verilir!" buyurmuşlardı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Buna takat
getirilebilir mi?" diye soruldu. "Yüz (kişinin) gücü verilir! (Böyle
olunca takat getirir!)" buyurdular."
5099 el-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbar (olan Allah Teala hazretleri),
onu, cennetliklere azık olarak elinde çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında
çöreğinizi çevirdiğiniz gibi!" Bu sırada bir yahudi gelerek: "Ey
Ebu'l-Kasım! Rahman (olan Allah) seni mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet
ehlinin (iştah açıcı) ikramı ne olacak haber vereyim mi?" dedi.
Efendimiz: "Söyle bakalım!" buyurdular. Adam, tıpkı Aleyhissalatu
vesselam'ın söylediği gibi: "Arz, tek bir çörek olur!" dedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize baktılar. Sonra azı dişleri görününceye
kadar tebessüm buyurdular ve: "Peki cennet ehlinin katıklarını sana
haber vereyim mi?" dediler. Adam: "Buyurun!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Balam ve nûn!" buyurdular. Adam: "Bu nedir?"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Öküz ve balıktır. Bunların
ciğerlerinin kenarından yetmişbin kişi yer"
buyurdular."
5100 el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet ehlinden derecesi en
düşük olanın seksenbin hizmetçisi, yetmişiki zevcesi vardır. Onun için inciden,
zebercedden ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Cabiye'den San'a'ya kadar
uzanan bir büyüklüktedir."
5101 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet
ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine,
nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme
mesafesini doldururlar. Cennetliklerin Allah nezdinde en kıymetli
olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar ederler."
Resûlullah aleyhissalatu vesselam sonra şu ayeti okudu. (Mealen): "Yüzler
vardır, o gün ter ü tazedir, Rablerini görecektir" (Kıyamet
22-23).
5102 Mugire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hz. Musa
aleyhisselam Rabbine sordu: "Derece itibariyle cennet ehlinin en
düşüğü nasıldır?" Rab Teala buyurdu: "O, cennet ehli cennete dahil edildikten
sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine: "Cennete gir!" denilir.
Adam: "Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti,
mekanlarını tuttu!" der. Ona şöyle denilir: "Sana dünya
meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?"
"Rabbim, razıyım!" der. Rab Teala: "Sana bu verilmiştir. Onun misli,
onun misli, onun misli, onun misli de." Adam beşincide:
"Ey Rabbim razı oldum (yeter!)" der. Rab Teala: "Bu sana verildi, on
misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana
hep verilmiştir!" buyurur. Adam: "Rabbim razı oldum(yeter!)" der.
(Hz. Musa sormaya devam eder): "Ya derecesi en üstün olan
(nasıldır)?" "İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet
fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara
hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, hiçbir beşer kalbine
de hutur etmemiştir."
5103 Ebu Sa'id el-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri cennet ehline; "Ey cennet ahalisi!" diye seslenir.
Onlar: "Ey Rabbimiz, buyur! Ebrine amadeyiz! Hayır senin elindedir!"
derler. Rab Teala: "Razı oldunuz mu? diye sorar. Onlar:
"Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına
vermediğin nimetler verdin!" derler. Rab Teala: "Ben sizlere bundan
daha fazlasını vereyim mi?" der. Onlar: "Bu verdiklerinden daha
üstün ne olabilir?" derler. Rab Teala: "Size rızamı helal kıldım.
Artık, size ebediyen gadab etmeyeceğim!" buyururlar."
5104 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid,
biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah'a
ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle
idi."
5105 Harise İbnu Vehb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Size cennet ehlini haber vereyim mi?" buyurdular.
Ashab: "Evet ey Allah'ın Resûlü" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir
hususta Allah'a yemin etse, Allah onun dilediğini yerine getirirek tebrie eder
ve hanis kılmaz" buyurdu ve tekrar sordu: "Size cehennem ehlini
haber vereyim mi? Bunlar kaba, cimri ve kibirli
kimselerdir."
5106 Ebu Davud'da Harise radıyallahu anh'tan gelen
bir rivayette, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur:
"Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz
girer."
5107 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennemliklerin
azab cihetiyle en hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan
kimsedir ki, ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında
dimağı kaynar. Öyle tahammülfersa bir azam duyar ki, azabca insanların en hafifi
olduğu halde, kendinden şiddetli azab çeken olmadığını
zanneder."
5108 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Cehennemlikler
derece derecedir.) Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar, bir
kısmı vardır, dizlerine kadar yakalar, bir kısmı vardır kemere kadar yakalar,
bir kısmı vardır köprücük kemiğine kadar
yakalar."
5109 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennem ehline açlık
musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa
karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen dari'
(denen dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda
tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne
ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle
takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler.
Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar,
yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince,
içerilerini param parça eder. Bu sefer de: "Cehennemin bekçilerini
çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!" derler. Onları çağırırlar. Onlar
gelince: "Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri
getirmemiş miydi?" derler. Onlar: "Evet getirmişti (ama dinlemedik)"
derler. Bunun üzerine, bekçiler: "Siz isteyin durun! Kafirlerin
istekleri (burada) boşadır!" derler" (Gafir 50). Cehennemlikler bekçilerden
ümidi kesince: "(Cehenneme müvekkel melek) Malik'i çağırın!" derler.
(Malik gelince): "Ey Malik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme
hükmetsin!" derler. Malik de onlara: "Hayır! (Siz burada canlı
olarak ebedi) kalıcılarsınız!" diye cevap verecek" (Zuhruf 77).
(Hadisin ravilerinden) A'meş rahimehullah der ki: "Bana bildirildi ki,
cehennemliklerin Malik'e yalvarmaları ile Malik'in onlara verdiği cevap arasında
bin yıllak zaman geçecektir. Cehennemlikler, bu sefer aralarında:
"Rabbinize dua edin, sizin için O'ndan daha hayırlı kimse yok!" diyecekler ve
elbirlik şöyle yakaracaklar: "Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize
galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan
çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zalimlerden oluruz"
(Mü'minûn 106-107). Rab Teal, onlara: "Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir
şey söylemeyin!" diyecek" (Mü'minûn 108). Resûlullah devamla dedi
ki: "Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümidlerini keserler;
hıçkırmaya, nedamet etmeye, dövünüp yırtınmaya
başlarlar."
5110 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennemliklerin
tepelerine kaynar su dökülür. Bu su, vücudlarının içine nüfuz eder, öyle ki
karınlarına kadar ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını
delip geçer. Bu hadise "Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri
eritilecektir" (Hacc 20) ayetinde zikri geçen eritme (es-Sahru) hadisesidir.
Sonra (eriyen cesedleri) eski haline iade edilir."
5111 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kafirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin
kalınlığı da üç gecelik yol mesafesidir."
5112 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kafir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyamet günü yerde
sürür, (Mevkıf'te) insanlar onun üzerine basarlar."
5113 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kıyamet günü ilk çağrılacak olan, Hz. Adem'dir. Hak Teala
Hazretleri: "Ey Adem!" der. Hz. Adem: "Buyur ey Rabbim,
emrindeyim!" der. Rabb Teala: "Zürriyyetinden cehenneme girecekleri
ayır!" emreder. Adem: "Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?" diye sorar.
Rabb Teala: "Her yüzden doksandokuzunu!" ferman
buyurur." (Ashab bu esnada atılıp): "Ey Allah'ın Resûlü! Bizden
geriye ne kaldı?" derler. Aleyhissalatu vesselam: "Benim ümmetim,
diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!"
buyurdular."
5114 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hz. İbrahim
aleyhisselam, Kıyamet günü, babası Azer'i (yüzü) üzerinde bir siyahlık ve toz
toprak olduğu halde görür. Babasına: "Ben sana dünyada iken, "Bana,
asi olma!" demedim mi?" der. Babası ona: "İşte bugün ben artık sana
asi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam: "Ey
Rabbim! Sen yeniden diriltilme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin.
Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır.
Allah Teala Hazretleri: "Ben cenneti kafirlere haram kıldım!"
cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir: "Ey İbrahim, ayaklarının
altında ne var, biliyor musun?" İbrahim yere bakar ve kana bulanmış bir sırtlan
görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in babasıdır,
o çirkin surete sokulmuştur)."
5115 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cennet ve cehennem, aralarında (ihtilaf ederek Allah nezdinde) dava açtılar.
Cehennem: "Ben, mütekebbirler (dünyada büyüklük taslayanlar) ve
mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için tercih edildim!" diye övündü. Cennet
de: "(Ey Rabbim!) Bana niçin sadece zayıflar ve (insanlar nazarında)
düşük olanlar, (hakir görülenler) girer?" dedi. Allah Teala Hazretleri önce
cennete hitap etti: "Sen benim rahmetimsin. Kullarımdan
dilediklerime rahmetimi seninle ulaştıracağım!" Sonra da cehenneme hitap
etti: "Sen de benim azabımsın. Kullarımdan dilediğimi seninle
azablandıracağım!" (Her ikisine yönelerek): "İkiniz(in de vazifesi
var! İkiniz de) dolacaksınız!" buyurdu. Ancak cehennem, bir türlü dolmak
bilmedi. Allah Teala da ayağını üzerine bastı. Derken cehennem:
"Yeter! Yeter!" diye inledi. Bu suretle dolmuş olan cehennemin ağzı birbirine
kavuştu. Allah mahlûkatından hiçbir ferde asla zulmetmez. Cennete
gelince, Allah onu yeni mahlûkat yaratarak onu
dolduracaktır."
5116 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hakkıyla
cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de
yaşarlar. Lakin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan
birkısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan
sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve
cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra: "Ey cennet ehli! Bunların
üzerlerine su dökün" denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden
biterler."
5117 Yine Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'minler
cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet
hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas
edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine
izin verilir. Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onlardan
herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi
bilir."
5118 İmran İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhammed
aleyhissalatu vesselam'ın şefaati ile, birkısım insanlar cehennemden çıkacak,
cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir."
5119 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek.
Allah Teala Hazretleri: "Çıkarın bunları!" buyuracak. Onlara: "Niçin
bağırıyorsunuz?" diye sorulacak. Onlar: "Bize merhamet edesin diye
böyle yaptık!" diyecekler. Rab Teala: "Benim size rahmetim, gidip
kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!" buyuracak. Onlar gidecekler. Biri
kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri
kalkar fakat kendini ateşe atamaz. Allah Teala hazretleri:
"Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?" diye sorar.
Adam: "Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha
göndermeyeceğini ümid ediyorum!" der. Allah Teala hazretleri: "Haydi
ümidini verdim!" der. İkisi de Allah'ın rahmetiyle cennete
sokulurlar."
5120 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennete en son
giren kimse, bazan yürür, bazan ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer.
Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder ve: "senden beni
kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teala hazretleri, bana evvelin ve ahirinden
hiç kimseye vermediği şeyi verdi!" der. Derken ona bir ağaç
gösterilir. "Ya Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında
gölgeleneyim, suyundan içeyim!" Allah Teala hazretleri: "Ey
ademoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin değil mi?" der.
Adam: "Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!" der ve başka
bir şey istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o,
sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun
gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama, evvelkinden daha güzel bir
ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp: "Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır,
gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık senden başka bir şey
istemeyeceğim!" der. Allah Teala: "Ey ademoğlu! Bana öncekinden
başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni yaklaştıracak olsam başka
şeyler isteyeceksin!" der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda söz verir.
Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı ona
yaklaştırır. Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra
ona cennetin kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden
daha güzeldir. Adam yine: "Ey Rabbim" Beni şuna yaklaştır da
gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden başka bir şey istemiyorum!"
der. Rab Teala: "Ey ademoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine
dair bana söz vermemiş miydin?" der. Adam: "Evet, Rabbim! Senden
başka bir şey istemeyeceğim!" der. Rabbi onu mazur görür. Çünkü o,
sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca yaklaştırır. Adam ona
yaklaştırılınca cennet ehlinin seslerini işitir. (Dayanamayıp): "Ey
Rabbim! Beni cennete sok!" der. Rab Teala: "Ey ademoğlu! Beni senden
kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve beraberinde mislini versem razı olur
musun!" der. Adam: "Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun? sen ki
alemlerin Rabbisin!" der." İbnu Mes'ûd bu noktada güldü ve: "Niye
güldüğümü sormuyor musunuz?" dedi. "Niye güldün söyle!"
dediler. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam da böyle gülmüştü. "Niye
güldünüz?" diye soruldu da: "Rabbülalemin'in, adamın "Sen ki
alemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?" demesine gülmesine
gülüyorum!" dedi. Allah Teala Hazretleri: "Ben seninle
istihza etmiyorum. Lakin ben, Azimüşşan dilediğimi yapmaya kadirim!"
buyurdular."
5121 Cerir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir dolunay gecesi, aya baktı ve:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu
görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin
doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına
gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini
geçirmeyin)." Cerir der ki: "Resûlullah, sonra şu ayeti okudu:
"Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et" (Ta-ha
13).
5122 Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennetlikler cennete girince
Allah Teala Hazretleri: "Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da
ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler: "Sen bizim yüzlerimizi ak
etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı
(daha ne isteyeceğiz?)" derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine
bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir." Süheyb der ki:
"Resûlullah bu sözlerinden sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "İyi iş,
güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyade vardır" (Yunus
26).
5123 Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a: "Sen Rab Teala'nı hiç gördün mü?" diye
sordum. "Nurdur, ben O'nu nasıl görürüm"
buyurdular."
5124 Mesrûk rahimehullah anlatıyor: "Hz. Aişe
radıyallahu anha'ya dedim ki: "Ey anneciğim! Muhammed aleyhissalatu vesselam
Rabbini gördü mü?" Bu soru üzerine: "Söylediğin sözden tüylerim
ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan
söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: "Muhammed Rabbini gördü" derse yalan söylemiş
olur. (Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu.
(Mealen): "Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder" (En'am
103). Devamla dedi ki: "Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi
bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede (mealen): "Hiçbir nefis yarın ne
kesbedeceğini bilemez" (Lokman 34) buyrulmuştur. Kim sana "Muhammed'in vahiyden
birşey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede
(Mealen): "Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu
yapmazsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın" (Maide 67) buyrulmuştur.
Lakin Resûlullah aleyhissalatu vesselam Cibril'i (suret-i asliyesinde) iki sefer
görmüştür."
7291 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şu dünya ateşiniz var ya! Bu,
cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere
söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası
muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah'a, bir daha eski
hararetine döndürmemesi için dua eder."
7292 Ebu Sa'id radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Cehennemde)
kafirin vücudu büyür. Öyle ki bir azı dişi Uhud dağından büyük olur. Vücudunun
dişinden büyüklüğü, sizden birinin vücudunun dişinden büyüklüğü
gibidir."
7293 Haris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, benim
ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar
kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim (davetime
muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve
cehennemin bir köşesini teşkil eder."
7294 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ağlama,
cehennem ahalisi üzerine gönderilir. Bunun üzerine onlar da (ağlamaya başlarlar
ve) gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Sonra (yaş yerine) kan ağlarlar. Öyle
ki yüzlerinde kanallar meydana gelir. Eğer bu kanallara gemiler salınsa gemiler
yürür."
7295 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat
üzerinde durdurulur ve: "Ey cennet ahalisi!" diye nida edilir. Cennettekiler,
(bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve
heyecanıyla bakarlar. Sonra da: "Ey cehennem ahalisi!" diye nida edilir. Onlar
da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle
bakarlar. (Ölüm gösterilerek) "Bunu tanıyor musunuz?" denilir. (Cennetlikler ve
cehennemlikler hepsi bir ağızdan:) "Evet! Bu ölümdür"
derler."
7296 Ebu Sa'idi'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette bir karışlık yer
(ebedi olduğu için, fani olan) küre-i arz ve üzerinde bulunanlardan -dünya ve
içindekilerden- daha hayırlıdır."
7297 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette bir
kamçılık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve içindekilerden daha
hayırlıdır."
7298 Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün Ashab-ı Kiramına: "İçinizde cennet
için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Ka'be'nin Rabbine
yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu üğrünen
yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun
meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve
güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır"
buyurdu. Sahabiler: "Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın Resulü!"
dediler. Aleyhissalatu vesselam: "İnşaallah!" deyiniz" dedi ve sonra cihaddan
söz açtı ve ona teşvik etti."
7299 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın cennete
soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın.
Bunlardan ikisi hüru'l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden
kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik
her erkeğin şehvet gücü daimidir." Hişam İbnu Halid der ki:
"(Hadiste geçen) "Cehennemliklerden kendine düşenmirası" ibaresinden maksad,
cehenneme giren erkeklerdir; bunların kadınlarına cennet ehli varis olurlar,
tıpkı Firavun'un hanımına varis olunduğu gibi."
7300 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: "Bir menzili
cennette, bir menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun
menziline varis olur. İşte Allah Teala hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid
eder: "İşte onlar varislerin ta kendileridir" (Mü'minün
10)."
[TOP]
CİDAL MİRA
Kimlik alan
1131 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir kavm,
içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle
olmuştur." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu söyledikten
sonra, delil olarak) şu ayeti okudu: "Onlar: "Bizim tanrımız mı yoksa O mu daha
iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir.
Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir" (Zuhruf 58).
1132 Yine
Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim haksız olduğu bir münakaşayı terkederse
kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı
terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur."
1133 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
şöyle buyurdular: "Kur'an hakkında münakaşa küfürdür"
1134 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah'ın en ziyade buğzettiği erkek, şiddetli düşmanlık yapan
hasımdır."
1135 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
kader hususunda münakaşa ederken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çıkageldi.
Öylesine kızdı ki, öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri
ortaya çıkmıştı. Bize şöyle çıkıştı: "Bununla mı emredildiniz, yoksa
ben size bunun için mi gönderildim. Bilin ki, sizden öncekileri, dini
meselelerdeki münakaşalarını çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri
ihtilafları helak etmiştir." Bir rivayette şu ziyade mevcuttur:
"Kader hususunda münakaşa etmemeniz için yemin verdim.
"
1136 İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ashabının (radıyallahu anhüm) arasında otururken, bir
adam Hz. Ebu Bekir'e hakaretamiz sözler sarfederek cefa verdi. Ancak Hz. Ebu
Bekir (radıyallahu anh) adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde
hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de eziyet
verince Hz. Ebu Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hemen kalktı. Hz. Ebu
Bekir: "Ey Allah'ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?" diye
sordu. "Hayır"dedi. "Ancak semadan bir melek inmiş, sana
söylediklerini tekzib ediyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan
oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam. "
1137 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Kardeşinle münakaşa
etme, zira münakaşanın hikmeti anlaşılmaz, sıkıntısı eksik olmaz, tutamayacağın
bir vaadde de bulunma."
[TOP]
CİHAD
Kimlik alan
1083 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hayber'in fethinden sona bir grup Eş'ari ile Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın yanına geldik. Ganimetten bize de pay vardı. Halbuki
(Habeşistan'dan dönmüş olan) gemi arkadaşlarımız Ca'fer (radıyallahu anh) ve
arkadaşları hariç, Hayber Gazvesi'ne filen iştirak etmeyen kimseye pay
ayırmamıştır."
1084 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün -yani Bedir Savaşı günü kalkıp
şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Osman Allah'ın ve Resûlü (aleyhissalatu
vesselam)" nün rızasına uygun bir hizmet sebebiyle gelmiştir. Ben onun adına
bey'at akdediyorum." Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ganimetten hisse
ayırdı. Savaşa katılmayan onun dışında kimseye hisse
vermedi."
1085 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hangi bir köye varır da
orada ikamet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi bir belde de Allah ve Resûlü'ne
isyan ederse o beldenin beşte biri Allah ve Resûlü'ne aittir ve o (geri) kalan)
da sizindir."
1086 Rafi' İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ganimet taksiminde on keçiyi bir deveye
bedel tutardı."
1087 Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazveye gönderdiği kimselerden
bazılarına, umumi ganimet taksiminden düşecek hisseden ayrı olarak, şahıslarına
ait olmak üzere (bir nevi armağan olmak üzere) fazladan ganimet
verirdi."
1088 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Bedir günü, Ebu Gehl'in kılıncını bana
armağan etti. Ebu Cehl'i, İbnu Mes'ud öldürmüş
idi."
1089 Ebu'l-Cüveyriyye el-Cermi (rahimehullah) anlatıyor:
"Rum diyarında içinde dinar bulunan kırmızı bir küp ele geçirdim. Bu sırada
emir, Hz. Muaviye (radıyallahu anh) idi. Başımızda da komutan olarak, Hz.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından, Ma'n İbnu Yezid (radıyallahu
anh) adında Beni Süleym'den biri vardı. Küpü ona getirdim. O altınları
Müslümanlara taksim etti. Bana da, öbürlerine verdiği kadar bir pay verdi. Sonra
da, "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın: 'Nefi (armağan) ancak hums'tan
sonra olur" dediğini işitmemiş olsaydım sana (daha fazla) verirdim" dedi. Sonra
bana, kendi hissesinden bağışta bulundu."
1090 Sa'd İbnu Ebi
Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ben
yanında otururken, bir grub insana ihsanda bulundu. Ancak onlardan benim daha
çok hoşlandığım birine hiçbir şey vermedi. Ben: "Falanca ile aranızda ne var
(ona niye vermedin)? Allah'a kasem olsun, ben onu mü'min görüyorum!" dedim.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Müslüman (görüyorum de!)" buyurdu. Sa'd
(dayanamayıp) bu kanaatini üç kere söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
da her seferinde aynı şekilde karşılıkta bulundu. Sonuncu sefer şunu ekledi:
"Ben, nazarımda daha sevgili olana hiçbir şey vermezken, yüzü üstü ateşe
düşeceğinden korktuğum insanı kurtarmak için ona ihsanda bulunurum (ihsanda
bulunmam sevgime ölçü değildir)"
1091 Rafi' İbnu Hadic
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Huneyn günü
Ebu Süfyan İbnu Harb, Savfan İbnu Ümeyye, Uyeyne İbnu Hısn, Akra' İbnu Habis ve
Alkame İbnu Ulase'den herbirine yüzer deve verdi. Abbas İbnu Mirdas'a ise daha
az verdi. Bunun üzerine (aynı zamanda şair olan) Abbas İbnu Mirdas şu manada bir
şiir düzdü: "Benimle atım Ubeyd'in payını Uyeyne ile Akra' arasında
mı taksim ediyorsun? Ne Bedr ne de Habis, cemiyette, Mirdas'tan
üstün değillerdir. Ben de onların hiçbirinden aşağı
değilim. Ancak bugün sen, kimi alçaltırsan o bir daha
yükselmez." Rafı' der ki: "Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) onun payını da yüz deveye yükseltti."
1092 Ebu Katade
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Savaş sırasında kim bir düşmanı öldürür ve bunu
isbatlarsa, maktülün seleb'i kendisinin olur."
1093 Seleme
İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bir seferde idi, müşriklerden bir casus gelip, ashabının yanında bir müddet
oturup konuştu. Sonra sıvışıp gitti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "(O
bir casustur, arayıp bulun ve öldürün!" diye emretti. Ben (erken) bulup
öldürdüm. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) selebini bana
bağışladı."
1094 Avf İbnu Malik ve Halid İbnu Malik (radıyallahu
anhüma) şunu söylemişlerdir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) selebin katile
ait olduğuna hükmetti, selebi ganimet malına katarak beşli taksime (humus) tabi
kılmadı."
1095 Abdullah İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)'nın
anlattığına göre, kendisine: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında,
gıda maddelerini humus taksimine tabi tutar mıydınız?" diye sorulmuştu, şu
cevabı verdi: "Hayber günü yiyecek maddeleri de ele geçirdik, kişi
gelir, ihtiyacı kadar alır, sonra giderdi."
1096 Hz. Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
zamanında bir ordu ganimet olarak yiyecek maddesi ve bal ele geçirdi. Ancak
bundan humus alınmadı."
1097 Amr İbnu Abese (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kıble istikametinde (sütre
olarak) bir ganimet devesi bulunduğu halde gerisinde bize namaz kıldırdı. Namaz
kılınca, hayvanın yan kısmından bir tutam yün aldı (elinde tutup göstererek):
"Ganimetinizden humus dışında şu kadarı bile bana helal değildir. Humus da size
iade edilecek (sizin maslahatlarınızda harcanacak)tır"
dedi."
1098 Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Humustan Beni Haşim ve Beni Muttalib'e ayrılan pay hakkında konuşmak üzere
Osman İbnu Affan (radıyallahu anh) ile birlikte Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gittik. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, kardeşlerimiz
olan Beni Muttalib'e verdin, bize hiçbir şey vermedin. Halbuki bizim de onların
da (size) yakınlığı birdir" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Beni
Muttalib ile Beni Haşim tek bir şeydirler!" buyurdular. Cübeyr der
ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ne Beni Abdu Şems'e, ne de Beni
Nevfel'e: (Beni Haşim ve Beni Muttalib'e verdiği halde humustan) pay ayırmadı.
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) de humusu aynen Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) gibi taksim etti. Ancak o, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yakınlarına, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın onlara verdiği kadar
vermedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de onlara humustan verdi. Sonra da Osman
(radıyallahu anh) verdi."
1099 Abdurrahman İbnu Ebi Leyla
anlatıyor: "Ali (radıyallahu anh)'yi dinledim, demişti ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yanında ben, Abbas, Fatıma ve Zeyd İbnu Harise
toplanmıştık. Ben şunu söyledim: "Ey Allah'ın Resûlü, Aziz ve Celil
olan Allah'ın kitabında zikri geçen şu humustaki hakkımızın taksimine beni
vazifelendirseniz de hayatınızda bu işi ben bir yapsam! Ta ki sonradan kimse bu
hususta bizimle ihtilafa düşmese!" Ali (radıyallahu anh) devamla der
ki: "Resûlullah bu isteğimi yerine getirdi. Hayatı boyunca ben taksim ettim.
Sonra buna, Hz. Ebu Bekir de beni vazifelendirdi. Aynı iş, Hz. Ömer (radıyallahu
anh) devrinin son senesine kadar bende devam etti. O yıl (fetihlerden dolayı)
bol mal gelmişti. Bizim hakkımızı yine ayırdı ve bana gönderdi. Ben:
"Bu sene ihtiyacımız yok, Müslümanların ihtiyacı var, onlara ver!" dedim. O da
bu hisseyi Müslümanlara dağıttı. Artık, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den sonra
kimse beni bu işe çağırmadı. (Zaten o sene) Hz. Ömer'in yanından
çıktıktan sonra Abbas (radıyallahu anh)'a rastladığımda (hayıflanarak)
bana: "Ey Ali, dün bize öyle bir şeyi haram ettin ki, bundan sonra
artık kimse bunu bize vermez!" demişti. (Meğer ne kadar doğru söylemişmiş.
Dediğn aynen çıktı). O ne dahi insan imiş!"
1100 Katade
(rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazveye bizzat
iştirak edince, onun sehm-i safıyy denen riyaset hissesi olurdu. Bu hisseyi,
taksimden önce köle, cariye, at gibi ganimete dahil mallardan dilediğinden
alırdı. Safıyye validemiz de işte bu hissedendi. Gazveye bizzat iştirak etmediği
takdirde bu hisse gıyabında ayrılırdı, ancak bu durumda seçme hakkı yoktu (ne
ayrılmışsa onu kabul ederdi.)"
1101 Malik İbnu Evs İbni Hadesan
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) bana haber gönderdi.
Ben de gün yükseldiği zaman ona gittim. Kendisini evinde bir sedirin üzerinde,
deri yüzlü bir yastığa dayanmış vaziyette oturmuş buldum. Sedirin örgü ipleri
adalelerine gömülmüş durumdaydı. Bana: "Ey Malik, seni şunun için
çağırdım: Senin kavminden bir kaç hane halkı peş peşe geldiler (ihtiyaç
arzettiler). Ben de kendilerine biraz bağışta bulunulmasını söyledim. İşte!
Albunu aralarında dağıtıver!" dedi. Ben: "Bu işi benden başkasına
söyleseniz daha iyi olur!" dedim. Ancak o ısrarla: "Ey Malik al
şunu!" dedi. Az sonra Hz. Ömer'in azadlısı (kapıcı) Yerfe' geldi ve:
"Ey mü'minlerin emiri! Osman, Abdurrahman İbnu Avf, Zübeyr ve Sa'd (radıyallahu
anhüm)'ın girmelerine izin veriyor musunuz? (sizi görmek istiyorlar!) dedi. O
da: "Evet, buyursunlar!" diyerek izin verdi. onlar da girip selam
vererek oturdular. Az sonra Yerfe' tekrar gelip:
"Abbas'la Ali (radıyallahu anhüma) için de izin var mı?" dedi. Hz. Ömer, onlara
da izin verdi. Girdiler, selamı verip oturdular. Abbas (radıyallahu anh) söz
alarak: "Ey mü'minlerin emiri! Benimle Ali arasında hükmet!"
dedi. Bunlar bir meselede ihtilafa düşmüş, birbirlerini dava
ediyorlardı. Oradaki cemaat de: "Evet ey mü'minlerin emiri,
aralarında hükmet, onları rahatlat!" dediler. Hz. Ömer (radıyallahu anh)
(önceden gelenlere yönelerek): "Şöyle bir sakin olun!" deyip devam
etti: "Arzı ve semayı ayakta tutan Allah aşkına soruyorum.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle şöyle söylediğini biliyor musunuz?
"Bize mirascı olunmaz, ne bırakmışsak o sadakadır." "Evet!" dediler.
Sonra da Hz. Abbas ve Hz. Ali'ye yönelerek: "Arz ve sema izniyle
ayakta duran Zat'ın aşkına size soruyorum, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın: "Bize mirascı olunmaz, her ne bırakmışsak sadakadır" dediğini
biliyor musunuz?" O ikisi de: "Evetl" dediler. Hz. Ömer
de: "Allahu Teala hazretleri, Resûlü'ne (aleyhissalatu vesselam)
bazı imtiyazlar bahşetmiştir, bunları ondan başka kimseye vermemiştir. Söz
gelimi, beldeler ahalisinden Allah'ın fey kıldığı şeyler (hassaten) Allah ve
Resûlü'ne aittir. Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam) Beni Nadir'in mallarını
aranızda taksim etti. Allah'a kasem olsun, o işte, kendisini size tercih etmedi,
sizi bırakıp, onu kendisi almadı. (Nitekim, onu aranızda dağıttı.) Sadece şu mal
(kendisine) kaldı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bundan (ailesinin) yıllık
nafakasını alır, mütebakisini beytü'l-male koyardı"
dedi."
1102 (Yukarıdaki vak'a ile alakalı olan) bir rivayet
şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (yıllık ihtiyacını aldıktan
sonra) geri kalanı Allah'ın malı kılar (Beytu'l-male koyar) idi." Ömer
(radıyallahu anh) sonra (cemaate yönelerek) dedi ki: "Arz ve semanın
izniyle ayakta durduğu Zat aşkına sizden soruyorum, bunu biliyor
musunuz?" Onlar: "Evet!" dediler. Sonra Hz. Ömer teker teker, Hz.
Abbas ve Hz. Ali'ye yönelerek, öbür cemaate yaptığı gibi, aynı şekilde yemin
vererek bu hususu bilip bilmediklerini sordu. Her ikisi de: "Evet, biliyoruz!"
dediler. Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh) sözüne devam etti:
"(Hatırlayın! Siz,) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edince Ebu Bekir'e
bu meseleyi götürdünüz. O, size: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
velisiyim, ikiniz bana ihtilafınızı getirdiniz, sen ey Abbas, kardeşin oğlunun
mirasını taleb ediyorsun, sen de ey Ali, hanımın Fatıma'nın babasından olan
mirasını taleb ediyorsun" dedi ve devamla: "Ebu Bekir (radıyallahu anh) size,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü hatırlattı: "Bize varis
olunmaz. Her ne bıraktı isek sadakadır." Siz ikiniz (onu ithamda) ittifak
ettiniz. (Allah biliyor o, bu tatbikatta doğru, iyi, isabetli ve hakka uygun
hareket ediyordu. Sonra Ebu Bekir (radıyallahu anh) vefat etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ve Ebu Bekir'in velisi ben oldum, böylece o malın
sorumluluğu bana geçti. Allah biliyor, bu işte ben de doğru, iyi, isabetli ve
hakka uygun hareket ediyorum. Şimdi (ey Abbas!) sen ve Ali bana geldiniz.
Meseleniz aynı mesele. Bana: "(Beni Nadir'den kalan fey malını) bize ver!"
diyorsunuz. Ben de şu cevabı veriyorum: "Dilerseniz, bir şartla o malı size
vereyim. O şart da şudur: "Bu malı, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Ebu
Bekir ve sorumluluğunu aldığım günden beri ben) nasıl kullandı isek sizin de
öyle kullanacağınıza dair Allah'a söz vermenizdir. Onu bu şartla aldınız mı?
Tamam mı?" Onlar: "Evet!" dediler. Hz. Ömer de: "Sonra siz bana aranızda (başka
şekilde) hükmedeyim diye (mi)? geldiniz. Hayır, vallahi aranızda, kıyamet
kopuncaya kadar, bundan başka bir hüküm veremem. Bu şartı yerine getirmede aciz
kalırsanız, malı bana iade ediverin" dedi.
1103 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Bahreyn'den
bir mal getirildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bunu
mescide dökün" dedi. Bu mal (şimdiye kadar) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelenlerin en çok olanı idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
namaza gitti ve mala hiç nazar etmedi. Namaz bitince gelip malın yanında durdu.
Her gördüğüne ondan veriyordu. Derken amcası Abbas (radıyallahu anh) geldi
ve: "Ey Allah'ın Resûlü, bana da ver. Zira ben hem kendimin, hem de
Akil'in (esaretten kurtuluş) fıdyesini verdim!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da: "Al!" dedi. Bunun üzerine o da torbasını iyice
doldurdu. Sonra onu sırtlamaya çalıştı, ancak muvaffak olamadı. "Ey
Allah'ın Resûlü, birilerine söyle de sırtıma kaldırıversin" dedi ise de: "Hayır"
cevabını aldı. Bunun üzerine; Abbas: "Öyleyse sen sırtıma
kaldırıver!" dedi. Yine: "Hayır!" cevabını aldı. Bunun üzerine Abbas, torbadan
bir miktarını döktü, tekrar sırtlamaya çalıştı, yine kaldıramadı.
Ve: "Birilerine söyle sırtıma kaldırıversin!" dedi. "Hayır!"
cevabını alınca, yine: "Öyleyse sen kaldırıver" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buna da "Hayır!" deyince Abbas bir miktar daha boşalttı, sonra
kaldırıp omuzuna koyup çekip gitti. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), Abbas (radıyallahu anh)'taki para hırsına taaccübünden, bize görünmez
oluncaya kadar gözleriyle onu takip etmişti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) tek dirhem kalıncaya kadar oradan
ayrılmadı."
1104 Avf İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a fey malı gelince, hemen gününde
dağıtırdı. Evliye iki hisse, bekara bir hisse verirdi."
1105 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hayber
mahsulünden her sene zevcelerine yüz vask veriyordu. Bunun seksen vaskı hurma,
yirmi vaskı arpa idi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife olunca, Hayber'den
Yahudileri çıkardığı zaman orayı taksim etti ve Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın zevcelerini muhayyer bıraktı. Dileyene arazi ve (sulama) suyu
verecek, dileyene de eskiden olduğu şekilde belli miktardaki vaskı verecekti.
Bazıları arazi ve suyu tercih etti -ki Hz. Aişe ve Hafsa (radıyallahu anhüma) bu
gruptandı- bir kısmı da kendilerine hurma verilmesini tercih
etti."
1106 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Peygamberlerden
(aleyhimüsselam) biri, gazveye çıktı da kavmine: "Nikahla bağlanıp, gerdeğe
girmek istediği halde henüz gerdek yapmadığı kadını olan benimle gelmesin, keza
bina yapıp henüz çatısı atılmamış inşsaatı olan da gelmesin, keza gebe koyun
veya develer satın alıp doğurmalarını bekleyeniniz varsa o da gelmesin" dedi.
. Gazveye çıktı. Derken tam ikindi namazı sırasında veya buna yakın
bir zamanda (fethedeceği) beldeye yaklaştı. Güneş'e: "Sen bir memursun, ancak
ben de bir memurum" dedi ve Allah'a yönelerek: "Ey Rabbim, şu güneşi bize durdur
(da namazımız geçmesin!)" diye dua etti. Güneş, o yerlerin fethini Allah
müyesser kılıncaya kadar durduruldu. Sonra elde edilen ganimetleri topladılar.
Toplanan ganimetleri yemek üzere ateş geldi. Fakat ateş tatmadı bile. Bunun
üzerine Peygamber: "İçimizde ganimetten çalan bir hırsız var, her
kabileden bir kişi bana biat etsin!" dedi. Bu suretle ona biat etmeye
başladılar. Derken bir adamın eli peygamerin eline yapışıp kaldı."Hırsız bu
kabilede. Kabilenin her ferdi bana teker teker biat etsin !" dedi.
Biat etmeye başladılar. İki veya üç kişinin eli O'nun eline yapıştı kaldı.
"Ganimet hırsızı sizde" dedi. Öküz başı kadar iri bir altın
getirdiler. Ganimet yığınının içine o da atıldı. Ateş gelip ganimeti
yedi. Bilesiniz, bizden önce hiçbir ümmete ganimet helal
kılınmamıştır. Ganimetleri Allah sadece bize helal kıldı. Bu da, bizde gördüğü
aczimiz ve za'fımız sebebiyledir.
1107 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün kalkıp
gulûl'ü (yani ganimet malından çalma) hatırlattı, bunun kötülüğünü, günahının
büyüklüğünü belirtti ve bu meyanda şunları söyledi: "Sakın sizden
birini, kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde bana gelmiş:
"Ey Allah'ın Resûlü, bana yardım et!" diye yalvarıyor ve kendimi de cevaben:
"Senin için hiçbir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim" der bulmayayım..."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu tarzda hayvanları ve diğer ganimet
mallarını teker teker zikretti."
1108 Semüre İbnu Cündeb
(radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini
haber verdi: "Kim ganimet hırsızını gizlerse bu da onun gibi
olur."
1109 Abdullah İbnu Amr İbni'1- As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir ganimet ele geçirilince, Hz.
Bilal (radıyallahu anh)'e emrederdi, o da halka yüksek sesle duyulur, askerler
de ganimet olarak ne ele geçirmişse getirip teslim ederdi. Peygamberimiz
(aleyhissalatu vesselam) de önce beşte birini (humus) alır, geri kalanı taksim
ederdi. Bir gün, (Bilal'in) çağırmasından sonra bir adam kıldan
mamul bir yular getirdi ve: "Ey Allah'ın Resûlü, ganimet olarak biz
de bunu ele geçirmiştik!" dedi. "Sen, dedi, üç kere bağırdığı vakit
Bilal'i işitmedin mi? O zaman niye getirmedin ?" Adam, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a (gecikmenin sebebiyle ilgili olarak kabul görmeyen)
özürler beyan etti. Ancak neticede şu cevabı aldı: "Hayır! Bunu
senden kabul etmiyorum. Kıyamet günü sen bununla birlikte
geleceksin."
1110 Yine Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ağırlıklarının başını
bekleyen Kerkere denen bir zat vardı, derken vefat etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "O cehennemdedir!" buyurdu. Bu söz üzerine
adamı görmeye gittiler. üzerinde, ganimetten çalınmış bir aba
buldular."
962 Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle diyordu: "Allah yolunda
bir günlük ribat, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha
hayırlıdır."
963 Fadale İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor:
"Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murabıt müstesna.
Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da
uğratılmaz."
964 Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur:
"Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir."
965 Hz. Enes (radıyalahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Öğleden
evvel veya öğleden sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve içindeki
her şeyden daha hayırlıdır."
966 Ebu Hüreyre (radıyalahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"(Müslüman erkeklerden) kim, Allah yolunda, ila-yı kelimetullah için, devenin
iki sağımı arasında geçen müddet kadar savaşacak olsa cennet kendisine vacib
olur."
967 Muaz İbnu Cebel (radıyalahu anh) anlatıyor: "İçinden
samimi şekilde Allah yolunda cihad yapmayı temenni eden bir kimse, bilahare ölse
de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah
yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet
günü, en büyük hali içinde rengi zaferan renginde, kokusu da misk kokusunda
olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir yara
açılacak olsa bu da onun için Şehidlik mührü olur."
968 Ebu
Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki,
kıyamet günü, yarası kanıyor olarak gelmiş olmasın, bu kanın rengi kan renginde,
kokusu da misk kokusundadır."
969 Ebu Hüreyre (radıyalahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah Teala Hazretleri, Allah rızası için yola çıkan kimse
hakkında: "Bu kulum, benim yolumda cihad etmek üzere bana inanarak
peygamberlerimi tasdik ederek yola çıkmıştır, artık onu ya cennetime koymak
yahut da ücret veya ganimet elde etmiş olarak, çıkmış olduğu meskenine geri
çevirmek hususunda garanti veriyorum" diyerek te'minat verir.
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, Allah
yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığn ilk günkü
manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk
kokusunda olarak. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı
Zülcelal'e yemin ediyorum ki, Müslümanlar'a meşakkat vermeyecek olsam, Allah
yolunda gazveye çıkan hiçbir seriyyeden asla geri kalmazdım. Ancak onları
hayvana bindirecek imkan bulamıyorum. Onlar da beni takibe imkan bulamıyorlar.
Benden geri kalmak da onlara zor geliyor. Muhammed'in nefsi kudret
elinde olan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi,
sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp
öldürülmeyi ne kadar isterim.
970 Hz. Ebu Hüreyre (radıyalahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan bir gün
sordular: "- Ey Allah'ın Resûlü! Allah yolunda yapılan cihada hangi
amel denk olur?" " (Başka bir amelle) dedi, ona güç getiremezsiniz
!" Soruyu soranlar ikinci ve hatta üçüncü sefer tekrar
sordular. Resûlullah her seferinde aynı cevabı verip: "
(Bir başka amelle) ona güç getiremezsiniz!" dedi ve sonra şunu ilave
etti: " Allah yolundaki mücahidin misali (gündüzleri ve geceleri hiç
ara vermeden oruç tutup, namaz kılan, Allah'ın ayetlerine de itaatkar olan ve
Allah yolundaki mücahid, cihaddan dönünceye kadar namaz ve oruçtan hiç
gevşemeyen kimse gibidir. "
971 Ebu Said (radıyalahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "- Ey Allah'ın
Resûlü! İnsanların en efdali kimdir?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
" Allah yolunda malıyla canıyla cihad eden mü'min kişi!" "- Sonra
kim? diye tekrar soruldu. Bu sefer: " Tenhalardan bir tenhaya Allah
korkusuyla çekilip, insanları şerrinden bırakan kimsedir" diye cevap
verdi."
972 Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size,
insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi! İnsanların en
hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak,
ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da,
Allah 'ın Kitab 'ını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen
kimsedir."
973 İbnu Abbas (radıyalahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size insanların
en hayırlısını haber vereyim mi! O, atının yularından Allah yolunda tutan
kimsedir. (Hayırda) bunu takip edeni haber vereyim mi? O da koyunlarının peşine
takılıp (insanları) terkeden koyunlarda bulunan Allah'ın hakkını da ödeyen
kimsedir. Size insanların en kötüsünü de haber vereyim mi! O da,
Allah'tan isteyip, Allah adına vermeyendir."
974 Ebu Ümame
(radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Ümmetimin seyahati Allah yolunda
cihaddır."
975 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah
korkusuyla göz yaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe girmez. Bir
kul üzerinde, Allah yolunda yapışan tozla, cehennemin dumanı biraraya
gelmez."
976 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim:
"İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile, Allah yolunda
uyanık sabahlayan göz."
977 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: "Kafır ile onu öldüren ebediyyen cehennemde
bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş olan)
tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased
bir araya gelmezler."
978 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün şöyle dedi: "Kim Rabb
olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber olarak Muhammed'den razı ise
ona cennet vacib olmuştur." Bu söz hayretime gitti ve: "- Ey
Allah'ın Resûlü, bir kere daha tekrar eder misiniz?" dedim. Aynen tekrar etti ve
arkadan da şunu söyledi. " Bir başka şey daha var ki, Allah, onun
sebebiyle, kulun cennetteki makamını yüz derece yüceltir. Bu derecelerden ikisi
arasındaki uzaklık sema ile arz arasındaki mesafe gibidir. " Ben: "-
Öyleyse bu nedir`?" dedim. Şu cevabı verdi: " Allah yolunda cihad,
Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!"
979 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Allah iki kişi hakkında güler: Bunlardan biri diğerini öldürmüş
olduğu halde ikisi de cennete gider. Bunlardan diğeri, Allah yolunda cihad eder
ve şehid olur. Allah katile mağfiretini ulaştırır, o da Müslüman olur, sonra
Allah yolunda cihada katılır ve şehid olur (Böylece her ikisi de Cennette
buluşurlar)."
980 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Allah
iman ederek ve va'dini tasdik ederek, Allah yolunda (kullanmak üzere) bir at
"tutarsa" bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyamet günü terazisine
girecektir, yani sahibine sevap olacaktır."
981 Ebu Mes'ud
el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a, yularlanmış bir deve getirerek: "Bu Allah yoluna bağışımdır" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama: " Buna karşılık sana,
kıyamet günü, her biri yularlanmış yedi yüz deve vardır!"
dedi.
982 Adiyy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "- Sadakanın hangisi efdal
(Allah nazarında en kıymetli)dir?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
" Allah yolunda bir köleyi hizmete koymak veya Allah yolunda (askerler için) bir
çadır kurmak (bağışlamak) veya döl alma yaşına basan bir deveyi (hibe, iare veya
karz suretinde) bağışlamak. "
983 Zeyd İbnu Halid (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Kim Allah yolunda bir askerin teçhizatını temin ederse
bizzat gaza yapmış olur. Kim, gazaya çıkan bir askerin geride kalan ailesine
hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur."
984 Ebu Eyyub
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselam)'ı dinledim
şöyle demişti: "Size bir çok memleketlerin fethi müyesser kılınacak.
Oralarda (komşu küffarla cihad için) toplanmış askeri birlikler göreceksiniz.
Size bu birliklerle sefere çıkmak vazifesi verilecek. Bazılarınız onlarla (hasbi
olarak) sefere çıkmak istemiyerek, adamlarının arasından svışıp gazveye
(ücretsiz) katılmamanın yollarını arayacak. Arkadan da kendileriyle anlaşacak
kabileler araştırıp, onlara: "Falanca orduya size bedel katılmam için beni
ücretle tutacak yok mu, falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle
tutacak yok mu?" diyecek. Bilesiniz, (hasbeten gazveye gitmekten kaçan bu adam)
bir ücretlidir, son damlasına kadar kanını akıtsa da (gazi değildir, şehit
sayılmaz, uhrevi ücretten mahrumdur)."
985 Zeyd İbnu Eslem
anlatıyor: "Ebu Ubeyde, Hz. Ömer (radıyallahu anhüma)'e yazarak Rum cemaatlerini
ve bunlardan duyduğu endişeyi belirtti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendisine şu
cevabı verdi: "Emma ba'd: Bil ki, mü'min bir kula nerede bir şiddet inecek olsa
Allah ondan sonra bir ferec (kurtuluş) verir. Zira bir zorluk iki kolaylığa asla
galebe çalamaz. Cenab-ı Hakk da Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmuştur: "Ey iman
edenler, sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun,
Allah'tan da korkun ki başarıya eresiniz" (Al-i İmran
200).
986 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cennete giren hiç kimse
dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır.
Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on
kere şehit olmayı temenni eder. " Bir rivayette şu ziyade mevcut:
".. Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler
sebebiyle. . . (dönmek ister). "
987 İbnu Ebi Umeyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde ve çadırda yaşayanların benim
olmasından daha sevgilidir."
988 Hz. Muğire (radıyallahu anh) dedi
ki: "Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam), Rabbimizin risaletini getirmiştir.
Bir de bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple
biz, ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok
seviyoruz."
989 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
sordu: "- Ey Allah'ın Resûlü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde,
bütün hatalarım örtülecek mi?" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
: " Evet, sen sabreder, mükafaat bekler, geri kaçmadan ileri atılır
vaziyette olduğun halde öldürülürsen!" diye cevap verdi. Ve adama
sordu: " Nasıl sormuştun?" Adam sorusunu aynen yeniledi.
Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam Efendimiz sözlerini şöyle
tamamladı: " Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların affedilecek.
Zira Cebrail bu hususu bana haber verdi!"
990 Müslim, Abdullah
İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)'dan şunu kaydeder: "-
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Şehidin -borç
hariç- bütün günahları affedilir."
991 Fadale İbnu Ubeyd anlatıyor
"Hz Ömer (radıyallahu anh)'i dinledim, "Hz. Peygamber'den işittim" diyerek şu
hadisi rivayet etti: "Dört çeşit şehid vardır: 1- İmanı
kavi mü'min kişi düşmanla karşılaşır, öldürülünceye kadar Allah sadık kalır.
İşte bu kıyamet günü, insanların gıbta ile gözlerini kaldırıp bakacakları gerçek
şehiddir. -Bunu yaparken başını kaldırır ve kalansuvesi yere düşer- (Fadale der
ki:) "Bu, Hz. Ömer'in kalansuvesi mi idi, yoksa Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın kalansuvesi mi idi anlıyamadım." 2- İmanı sağlam (ancak
önceki kadar şecaat sahibi olmayan) bir mü'min düşmanla karşılaşır. Korkudan
vücudu -talh ağacının dikeni batmış gibi - titrer. Bu sırada gelen serseri bir
ok darbesiyle hayatını kaybeder. Bu, ikinci derecede bir şehiddir.
3- İyi amelle kötü ameli karıştırmış mü'min kişi, düşmanla karşılaşır. Bu
karşılaşma esnasında (sabır ve şecaatte, şehidliğin mükafaatını beklemekte)
Allah'a sadık kalır. Öldürülünce bu üçüncü mertebede bir şehid olur.
4. Günahkar bir mü'min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah'a sadık kalır.
Bu da dördüncü derecede bir şehid olur."
992 Yahya İbnu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Bedir'de
bizleri) cihada teşvik etti, cenneti hatırlattı. Bu sırada Ensar'dan biri,
elindeki hurmalardan yemekte idi. Birden: "Ben şunları bitirinceye kadar
oturacak olursam dünyaya fazla hırs göstermiş olacağım" dedi ve ellerindeki
hurmaları fırlatarak kılıncını çekip öldürülünceye kadar
savaştı."
993 Hz. Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zırh giyinmiş
bir adam gelerek: "Ya Resûlullah! Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı
olayım?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Müslüman
ol, sonra savaşa katıl"dedi. Adam Müslüman oldu, savaşa katıldı ve öldürüldü.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onun hakkında: Az bir amelde
bulundu fackat çok şey kazandı!" buyurdu.
994 Raşid İbnu Sa'd,
ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: "Bir zat Resûlullah'a gelip: "Ey
Allah'ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?"
diye sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde
kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kafidir."
995 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Şehidin ölüm (darbesinden) duyduğu ızdırab sizden
birinin çimdikten duyduğu ızdırap kadardır."
996 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Rabbimiz, Allah yolunda savaşan şu kimseye taaccüb etmiştir:
Arkadaşları hezimete uğra(yıp kaçmış)tır. Ancak O, (kaçmanın haram olduğunu
düşünerek) kendisine düşen sorumluluğun idrakiyle geri dönerek, öldürülünceye
kadar düşmanla çarpışmıştır. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, meleklere
(iftiharla) şöyle der: "Şu kuluma bakın, benim nezdimde olan mükafaatı) düşünüp
katımda olan (cezadan) korkarak geri döndü, öldürülünceye kadar savaştı."
Ebu Davud, Cihad 38, (2536). Abdü'l-Habir İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays
İbni Şemmas an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a Ümmü Halid adında bir kadın yüzü örtülü olduğu halde
gelerek Allah yolunda öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi. Ashab'tan
biri kadına: "Sen, yüzü örtülü olduğun halde gelip oğlundan mı soracaksın?"
dedi. Kadın: Oğlumu kaybetti isem de hayamı kaybetmedim" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadına: " Oğlun iki şehid
mükafatı elde etmiştir!" dedi. kadın: "- Bunun sebebi nedir, ey
Allah'ın Resûlü?" diye sorunca şu cevabı verdi: " Çünkü onu Ehl-i
Kitap öldürdü!"
997 Sehl İbnu Huneyf (radıyallahu anh) anlatıyor:,
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kim sıdk ile Allah'tan şehid
olmayı taleb ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş
bile olsa" buyurdu."
998 Ebu Malik el-Eş'ari (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim
Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere
atıp) boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah'ın
dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehit olarak
ölür."
999 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde geldiğine göre,
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Ey Allah'ın Resûlü, kim cennete
gidecek?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Peygamber cennetliktir,
şehid cennetliktir, çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk
cennetliktir."
1000 Ebu'n-Nasr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud şehidlerine uğradı ve: "İşte bunlar
var ya, bunlar için şehadet ederim" dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ey
Allah'ın Resûlü biz onların kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl Müslüman
oldularsa biz de Müslüman olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad
ediyoruz!" dedi. Resûlullah şu cevabı verdi: " Evet (söylediğiniz
hususlar doğru), ancak benden sonra ne gibi bid'alar çıkaracağınızı
bilemiyorum." Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ağladı, ağladı ve
sonra: "- Yani biz senden sonraya mı kalacağız? (diye
eseflendi)."
1001 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Emiriniz, fazıl
veya facir her nasıl olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size
farzdır. Keza, namazı da fazıl veya facir ve hatta kebair işlemiş bile olsa her
Müslümanın, arkasında kılması bütün Müslümanlara
farzdır."
1002 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müşriklere karşı
mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."
1003 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam.)
Mekke'nin fethi günü buyurdular ki: "Artık bu fetihten sonra hicret
yoktur. Fakat cihad ve niyyet vardır. Öyleyse askere çağrıldığınız zaman hemen
silah altına koşun!"
1004 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim gazve yapmadan ve gaza
yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş
olur." İbnu'l-Mübarek der ki: "Biz bunun Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in sağlığına has bir keyfiyet olduğuna
hükmetmiştik."
1005 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim
bizzat gazveye katılmaz veya bir gaziyi techiz etmez veya bir gazinin ailesini
hayırlı bir şekilde himaye etmez ise, Allah kıyamet gününden önce ona hiç
beklemediği bir musibet ulaştırır."
1006 Ebu'n-Nadr merhum
Abdullah İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)'dan naklen anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin
meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: "Ey insanlar,
düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afıyet dileyin. Ancak
karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların
gölgesindedir." En sonda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sözlerini şöyle tamamladı: "Ey Kitab'ı indiren, bulutları yürüten,
(Hendek Savaşı'nda düşman müttefikler olan) Ahzab'ı hezimete uğratan Rabbimiz,
bunları da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım
et".
1007 Seleme İbnu Nüfeyl el-Kindi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ümmetimden bir
grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek, Allah da, onlar(la
mücadele sebebi) ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve bunlardan
(alınanlarla) onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe, Allah'ın
va'dinin gelme anına kadar devam edecektir. Atın, kıyamete kadar alnında hayır
bağlıdır. Rabbim bana, aranızda kalıcı değil, gidici olduğumu, ruhumu
kabzedeceğini, sizin de beni, (birbirinizin boynunu vuran gruplar olarak) takib
edeceğinizi bildirdi. Sakın birbirinizin boynunu vurmayın. Mü'minlerin (fitne
sırasında emniyette olacakları) asıl yerleri
Şam'dır."
1008 Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) gazve yaptığı zaman: "Ey Rabbim sen benim
destekcim ve yardımcımsın. Senin sayende çare düşünür, senin sayende saldırır,
senin sayende mukatele ederim" derdi.
1009 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve askerleri (sefer
sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir getirirler, inişe geçince de tesbihte
bulunurlardı. Namaz dahi buna göre vazedildi."
1010 Seleme
İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i komutan tayin
etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça
öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı ailelerdendi. O
gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!"
idi."
1011 Mühelleb İbnu Ebi Sufre (rahimehullah) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı dinleyen birisinden, Efendimiz'in şöyle söylediğini
naklediyor: "Düşman size gece baskını yaparsa Ha-mim La yunsarûn
deyin."
1012 Ka'b İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman,
şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: "Harb bir hiledir"
derdi."
1013 Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Gazve iki
çeşittir: Birincisi kişinin Allah'ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu
maksadla gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına
kolaylık gösterir, fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen
kendisi için ücret olur. Bir de övünmek, riyakarlıkta bulunmak ve kendini satmak
için savaşan, imama isyan eden, arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden
asgari ücreti bile elde edemez."
1014 Kays İbnu Abbad anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabı (radıyallahu anhüm) savaş
sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi."
1015 Ebu'd-Derda
(radıyallahu anh)'nın anlattığına göre, cihada giderken, yola çıkıp, halkın
geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle bağırırmış: "Ey insanlar:
Kimin üzerinde bir borç olduğu halde, cihada katılır ve bilirse ki, öldüğü
takdirde bu borç ödenmeyecektir, hemen geri dönsün, sakın peşime takılmasın.
Zira, o, bu haliyle cihadın karşılığını alamaz."
1016 Ebu Musa
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e, şecaat
olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi,dostu) için veya gösteriş için mukatele
eden kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi "Allah yolunda"dır? dendi.
Resûlullah: "Kim, Allah'ın kelamı yücelsin diye mukatele ederse, o Allah
yolundadır" diye cevap verdi."
1017 EbuHüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: "Ey
Allah'ın Resûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık
isterse durumu nedir?" diye sordu. Şu cevabı verdi: "Ona hiçbir sevab yoktur!"
Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da
her seferinde: "Ona sevab yoktur!" diye cevap verdi."
1018 Şeddad
İbnu'l-Had (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevi gelerek Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a iman etti. Sonra da sordu: "Seninle hicret edeyim
mi?" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu ashabından birine teslim edip
meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti ve bedeviye de bir
pay ayırdı. Bedevi: "Bu nedir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Bu payı sana ayırdım" dedi. Adam: "Ben bunun için sana tabi olmuş değilim, ben
-eli ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için
sana tabi oldum" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da: "Sen Allah'a
sadık oldun mu o da sana sadık olur (dilediğini verir)" dedi.
Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukatele etmek üzere kalktılar.
Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hz.Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bu, o adam mı?" diye sordu:
"Evet, odur!" dediler. "Öyleyse o Allah'a doğru söyleyip sadakat
gösterdi, Allah da ona sadakat gösterdi" dedi. Adam, Resûlullah
(aleyhissalatu vessselam)'ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler
arasında şu da vardı: "Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret
etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şahidlik
ediyorum."
1019 Abdurrahman İbnu Ebi Ukbe, babasından naklediyor.
Babası İran asıllı bir azadlı idi. Der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ile birlikte Uhud Savaşı'na katıldım. Müşriklerden bir adama darbeyi indirdim
ve: "Al, bu sana benden, ben İranlı bir köleden!" dedim. (Sözlerimi işitmiş
bulunan) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana doğru baktı ve: "Niye, ben
Ensari bir köleyim demedin? Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu o kavimden sayılır"
dedi.
1020 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir ordunun veya seriyyenin başına komutan tayin ettiği
zaman, -hassaten komutana- Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki
Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi:
"Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkar eden kafirlerle
çarpışın. Gaza edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkda bulunmayın,
ölülerin vücudlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan)
çocukları öldürmeyin! Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç
şeyden birine çağır: Bunlardan birine cevap verirlerse onlardan bunu kabul et ve
artık dokunma! Önce İslam davet et. İcabet ederlerse
hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarından muhacirler
diyarına hicrete davet et.Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak olurlarsa
Muhcacirler‚ va'dedilen bütün mükafaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp
edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedeviler
hükmündedirler ve Allah'ın mü'minler üzerine cari olan hükmü onlara icra
edilecektir; ganimet ve fey'den kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır.
Müslümanlara birlikte cihada katılırlarsa o hariç, (o zaman ganimete iştirak
ederler.) Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse,
onlardan cizye iste, müsbet cevap verirlerse hemen kabul et ve onları serbest
bırak. Budan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dile
ve onlarla savaş. Bu durumda bir kale ahalisini muhasara ettiğinde onlar senden
Allah ve Resûlü'nün ahd ve emanını talep ederlerse kabul etme: onlar için,
kendine ve ashabına ait bir eman tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya
arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdini bozmaktan
ehvendir. Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden
Allah'ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah'ın hükmünü tatbik
etme, lakinkendi hükmünü tatbik et. Zira Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne
isabet edip etmeyeceğini bilemezsin."
1021 Abdullah İbnu Avn
anlatıyor: "Nafı'ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslam'a) davet etme
hususunda sordum. Şu cevabı verdi: "Bu İslam'ın başında idi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Beni Müstalik'e ani baskın yaptı. Adamları gafıldi,
hayvanları su kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve
çocuklarını da esir etti. O gün Cüveyriye (radıyallahu anha) validemizi esir
almıştı. Bunu bana Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) rivayet
etti. Abdullah bu orduya asker olarak katılmıştı."
1022 Ebu Mûsa
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabından
birini herhangi bir iş için gönderince şu tenbihte bulunurdu; "Müjdeleyin,
nefret ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın."
1023 Semure İbnu
Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Müşriklerin yaşlılarını öldürün, fakat tıfıllarına (şerh) yani
henüz tüyü çıkmayanlara dokunmayın."
1024 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın katıldığı gazvelerden
birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun
üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı."
1025 Nu'man
İbnu Mukarrin. (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ile birçok gazvelere katıldım. (Şunu gördüm): Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), şafak sökünce, güneş doğuncaya kadar mukateleyi durdururdu. Güneş
doğunca öğle vaktine kadar tekrar mukateleye geçerdi. Tam öğle vaktinde
mukateleyi durdurur, güneş batıya meyledinceye kadar ara verirdi. Meyledince,
ikindi vaktine kadar mukatele eder, ikindi vaktinde ikindi namazını kılıncaya
kadar ara verir, sonra tekrar mukateleye geçerdi. (Ashab) derdi ki: "Bu vakitte
(yani güneşin zevali vaktinde) yardım rüzgarları eser, mü'minler namazlarında
orduları için dua ederler."
1026 Hz. Enes (radıyallahu anh):
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), sabah vakti baskın yapardı. (Yaklaştığı
yerleşim bölgesine) kulak kabartır, (ezan okunup okunmadığını kontrol eder) ezan
sesi işitecek olursa durur, işitmezse saldırıya
geçerdi."
1027 İsam el-Müzeni (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir ordu veya seriyye yola çıkardığı zaman,
askerlere şunu tenbihlerdi: "Bir mecsid görür veya müezzini işitirseniz, orada
kimseyi öldürmeyin."
1028 El-Hariss İbnu Müslim İbni'l-.Haris
babasından Müslim İbnü'l-Haris (radıyallahu anh)]'den naklediyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bizi bir seriyye ile gazveye gönderdi. Baskın mahalline
vardığımız zaman, atını hızlandırdım ve arkadaşlarımı geçtim. Köy halkı beni
imdat çığlıklarıyla karşıladı. Ben onlara: Lailahe illallah deyip kendinizi
koruyun dedim. Öyle yaptılar. Arkadaşlarım beni bu davranışım sebebiyle
"Ganimeti bize haram ettin" diyerek ayıpladılar. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın yanına dönünce, yaptığımı ona haber verdiler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) beni çağırttı. Yanına varınca davranışımdan dolayı
takdir etti ve: "Bilesin, Allah (celle celaluhu) senin için, o kurtardığın
insanlardan her birisi sebebiyle şu kadar sevab yazmıştır" buyurdu. Sonra
Resûlullah (aleyhissalatu vessselam) bana: "Sana kendimden sonra bir tavsiye
yazacağım"dedi ve yazıp, üzerini mühürleyip bana
verdi."
1029 Cündeb İbnu Mekis (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benim de katıldığım bir seriyye gönderdi.
Orduya Benu'l-Mülevvah kabilesine baskın yapılması talimatını verdi. Yola
çıktık. Kedid nam mevkiye geldiğimiz zaman el-Haris İbnu'l-Bersa el-Leysi ile
karşılaştık. Onu yakaladık. Bize: "- Ben Müslüman olmak arzusuyla
geliyordum. Memleketten de Resûlullah ( aleyhissalatu vesselam)'a gitmek
düşüncesiyle ayrılmıştım" dedi. Kendisine: "- Eğer Müslümansan bizim
sana bir gün bir gecelik bağımız zarar vermez, dediğin gibi değilsen sana karşı
tedbirimizi tam yapmış oluruz" dedik ve bağlarını daha bir
sıkıladık."
1030 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Beni Lihyan kabilesine bir askeri birlik göndermeye
karar vermişti: "Her iki kişiden biri atılsın, sevapta ortak olacaklar"
buyurdu.
1031 Ebu Said (radiyallahu anh)'in bu rivayeti bir başka
vecihte şöyledir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Beni Lihyan'a bir müfreze
gönderdi. (Bunu tertiplerken) şöyle demişti: "Her iki kişiden biri (orduya
katılmak üzere) çıksın!" Resulullah (aleyhissalatu vesselam), sonra oturanlara:
"Sizden kim, gidenin ailesine ve malına iyi şekilde nezaret eder, hami olursa,
ona gidenin sevabının yarısı eksiksiz verilir" buyurdu.
1032 İbnu
Ömer (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Ben bir seriyyeye katılmıştım. Askerler
(bir ara) bir firarda bulundu, ben de onlar arasında idim. Oradan uzaklaşınca:
"Şimdi ne yapacağız, cihaddan kaçtık, Allah'ın gazabıyla dönüyoruz" diye
müzakere ettik. Sonunda: "Medine'ye girelim, bizi kimse görmez" diye düşündük.
Ancak Medine'ye varınca: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip, kendimizi
arzederek, bizim için bir tevbe imkanı varsa onu yerine getirsek, yoksa geri
gitsek" diye kararlaştırdık. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğrayıp "Biz
firarileriz!" dedik. Bize yaklaşarak: " -Hayır siz, firariler değil, savaşa
tekrar dönmek üzere manevra yapmış kişilersiniz" buyurdu. Kendisine yaklaştık,
mübarek ellerinden öptük. Bize: "Ben Müslümanların ilticagahıyım"
dedi."
1033 Necdet İbnu Amir el-Haruri'den rivayet edildiğine
göre, İbnu Abbas (radiyallahu anhuma)'a yazarak beş haslet hakkında sormuştur. -
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) gazveye çıkarken kadınları da alır mıydı? -
Kadınlara ganimetten pay ayırır mıydı? - Savaş sırasında çocukları öldürür
müydü? - Yetimin yetimliği ne zaman kalkar? - Hums (ganimetin beşte biri) kimler
içindi? (Ravilerden Yezid İbnu Hürmüz der ki:) İbnu Abbas (radiyallahu anhuma),
(mektubu yazarken söyle) dedi: "Bir ilmi gizleme durumuna düşmüş olmasaydım asla
cevap vermezdim." Sonra şu cevabı yazdı: "Bana yazıp "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın gazveye kadınları da götürüp götürmediğini" sordun. Evet, kadınları
gazveye götürürdü. Onlar yaralıları tedavi ederlerdi. Kendilerine de ganimetten
bir şeyler verilirdi.Hisseye gelince, kadınlara belli bir hisse ayrılmazdı.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) gazve sırasında çocukları öldürmezdi. Öyle
ise onları sen de öldürme. Yine sen bana yazıp: "Yetimin yetimliği ne zaman
kalkar?" diye soruyorsun. Kasem olsun kişi vardır, sakalı çıktığı (büluğa
erdiği) halde hakkını almaktan hala acizdir.Öyle ise kendisi için, başkalarının
aldığının iyisinden alan kimseden yetimlik kalkar. Yine sen bana yazıp "humstan
kimlere verileceğini" soruyorsun. Ben: "Bu bize aittir" demiştim. Ancak kavmimiz
bunu bize vermekten imtina etti."
1034 Ümmu Atiyye (radiyallahu
anha) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte yedi ayrı
gazveye çıktım. Ordugahlarda ben geride kalır, askerlere yemek yapar, yaralıları
tedavi eder, hastalara bakardım."
1035 Ebu Hureyre (radiyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizi (bir tecziye vazifesi
ile Mekke'ye) gönderdi ve (Kureyş'ten iki kişinin ismini vererek): "Falanca ve
falancayı yakalayabilirseniz onları ateşte yakın"dedi. (Hazırlıkları bitirip)
tam Medine'den ayrılacağımız sırada (bizi çağırtarak): "Ben size falan ve falanı
yakmanızı emretmiştim. (Sonra düşündüm ki) ateşle yakma cezasini vermek Allaha
aittir. Onları yakalarsanız öldürün."
1036 Urve, Hz. Usame İbnu
Zeyd (radiyallahu anhuma)'den naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) bana: "Ubna'ya sabahleyin baskın yap ve yak" dedi." Ebu Mushir'e
soruldu. Ubna nedir? "- Evet, haklısınız dedi, bunu biz daha iyi biliriz. O,
(bildiğimiz) Filistin'deki Yubna'dir." Ubna veya Yubna, Filistin'de, Askalan ile
Ramle arasında bir yerin adıdır."
1037 Ebu Hureyre (radiyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Sizden iki kişi kavga
edecek olursa, yüze vurmaktan kaçınsınlar" buyurdu."
1038 İbnu
Ya'la anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Halid İbnu Velid ile birlikte gazveye çıktık.
Bize, düşmandan, izbandut gibi dört tanesini yakalayıp getirdiler. Derhal
öldürülmelerini emretti ve hemen ok atılarak öldürüldüler. Bu haber Ebu Eyyub
el-Ensari (radiyallahu anh)'ye ulaştı. O şunu söyledi: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bu çeşit öldürmeyi yasakladı. Nefsimi kudret elinde
tutan Zat-i Zülcelal'e kasem olsun, (değil insan) bir tavuk bile olsa onu
öldürücü atışlar için hedef kılmayız." Ebu Eyyub'un bu sözü Abdurrahman'a
ulaşınca dört köle azad etti."
1039 İbnu Mes'ud (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Öldürme
hususunda insanların en iffetlisi iman ehlidir."
1040 Abdullah
İbnu Yezid el-Ensari (radiyallahu anh) der ki: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) nuhba (arsızlıkla alma) ve musle'yi
yasakladı."
1041 İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor:
"Müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ve mü'minler karşısında iki
kısımdı. Ehl-i harb olan müşrikler, ki Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
kendileriyle savaş halinde idi. Bir de ehl-i ahd yani aralarında antlaşma
yapılmış olan müşrikler vardı. Onlarla savaşılmıyordu. Onlar da Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a karşı savaşmıyorlar. Ehl-i harb' ten bir kadın
hicretle geldiği zaman, hayız olup temizleninceye kadar evlenmek üzere
istetilmiyordu. Temizlenince onun nikahlanması helal oluyordu. Şayet nikahtan
önce, kadının kocası da hicret ederek gelecek olsa, kadın kendisine veriliyordu.
Ehl-i harbten bir köle veya cariye hicret edecek olsa bunlar hür olur ve
Muhacirler'in bütün haklarını elde ederler." Sonra İbnu Abbas (radiyallahu
anhuma), -Mücahid'in rivayetinde olduğu şekilde- Ehl-i ahd'la ilgili olarak
rivayete devam etti: "..kendileriyle antlaşma yapılmış müşriklere ait bir köle
veya cariye hicret edecek olsa, bunlar da iade edilmezlerdi, ancak değerleri ne
ise o ödenirdi." İbnu Abbas devamla der ki: "Kureybe Bintu Ebi Umeyye Hz.
Ömer'in yanında idi, boşadı. Kadınla, Muaviye İbnu Ebi Sufyan evlendi.
Ummu'l-Hakem Bintu Ebi Sufyan da İyaz İbnu Ganem el-Fihri'nin nikahı altında
idi. O da bunu boşadı. Ümmü'l-Hakem'le de Abdullah İbnu Osman es-Sakafi
evlendi."
1042 Abdullah İbnu Amr İbnu'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aeyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah yolunda
cihada çıkıp gazve yapan selamete erip ganimetle dönen her ordu ve her seriyye
ahirette elde edeceği mükafaatın üçte ikisine dünyada kavuşmuş olur. Hiçbir
ganimet elde edemeyen, korku geçiren ve musibetlere maruz kalan her ordu ve her
seriyye ise (ahirette) tam ücrete erer. "
1043 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz bir gazvede Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ile beraberdik, bir ara şöyle buyurdular: "Medine'de kalan öyleleri
var ki, kateddiğiniz her mesafe ve geçtiğiniz her vadide ayrıca sizinle
berabermiş gibi sevabınıza eksiksiz ortak oluyorlar. Bunlar, (cihada katılmayı
canu gönülden arzulayıp da) özürleri sebebiyle orada kalanlardır." Bu rivayeti
Buhari ve Ebu Davud, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten tahric
etmişlerdir.
1044 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim şöyle diyordu: "Zincirlere bağlı
olarak cennete sevkedilen bir zümrenin haline Rabbimiz taccüb (hayret)
etti." Ebu Davud: "Harp esiri yakalanır, zincire vurulur sonra da
Müslüman olur" diyerek açıklamıştır.
1045 Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) hazretlerinin anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) şöyle buyurmuştur: "İmam bir perdedir, onunla birlikte (düşmana karşı)
savaş yapılır."
1046 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Eslem
kabilesinden bir genç: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum,
ancak gazve için gerekli techizatı temin edecek malım yok!" dedi. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Öyleyse falancaya git. O hazırlık
yapmıştı ama hastalandı (gelemeyecek)" dedi. Genç o adama gidip: "-
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sana selamı var, cihad için hazırladığın
techizatı bana vermeni söyledi" dedi. Adam, ismen çağırarak
hanımına: "- Hanım! cihad için hazırladığım teçhizatı şu gence ver,
onlardan hiçbir şeyi alıkoyup esirgeme, Allah'a kasem olsun, esirgemeden her ne
verirsen hakkında mübarek kılınır" dedi."
1047 Semure İbnu Cündeb
(radıyallahu anh) (bir gün) dedi ki:"Emma ba'd, bilesiniz, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) atlarımıza "Allah'ın atları" diye isim verdi. Bize,
korktuğmuz zaman cemaat olmamızı, savaştığımız zaman da sabırlı ve sakin
olmamızı emrederdi."
1048 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "En hayırlı
arkadaş (grubu) dört kişiliktir. En hayırlı askeri birlik dört yüz kişiliktir.
En hayırlı ordu dört bin kişidir. On iki bin kişi, sayıca az diye mağlub
edilemez."
1049 Ebu Talha (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir kavme galebe çalınca, (evler arasındaki) boş bir
arsada üç gece ikamet ederdi."
1050 İmran İbnu'l-Husayn
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Sakif, Beni Ukayl'in müttefiki idi. Sakifliler,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından iki kişiyi esir ettiler. Buna
mukabil Müslümanlar da Beni Ukayl'dan bir kişiyi esir ettiler, adamla birlikte
Adba adlı deveyi de ele geçirdiler. Adam bağlı halde iken Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yanına geldi. Adam: "- Ey Muhammed!" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Ne istiyorsun?" diye
sordu: "- Beni niye yakaladınız, hacıları geçene (yani Adba'ya) niye
el koydunuz?" dedi: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) meseleyi
büyütmek için: "Seni müttefiklerin olan Sakifin cinayetinden dolayı
yakaladım!" cevabını verdi, sonra oradan ayrılıp gitti. Adam tekrar
seslenerek: "- Ey Muhammed! Ey Muhammed" dedi. Resûlulah
(aleyhissalatu vesselam) merhametli ve nezaketli idi. Adama dönerek:
" Ne istiyorsun?" dedi. Adam: "- Ben Müslümanım!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "- Sen bunu, daha önce, kendi umuruna
malik iken söylemiş olsaydın, tamamiyle kurtulurdun" dedi ve adamdan uzaklaştı.
Adam tekrar: "- Ey Muhammed, ey Muhammed!" diye bağırdı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) geri gelerek: "- Ne istiyorsun?" dedi.
Adam: "- Açım, doyur beni, susadım, su ver bana!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "- Hacetin bu mu?" dedi. Adam öbür iki
kişiye mukabil fıdye yapıldı." Ravi İmran sözüne şöyle devam etti:
"Ensar'dan bir kadın esir edildi.Adba dahi ele geçirildi. Kadın bağa vurulmuştu.
Halk develerini evlerinin önünde dinlendiriyorlardı. Bir akşam bu
kadın ipten boşanarak develerin yanına geldi. Kadın deveye yaklaştı mı deve
böğürüyordu. O da birini bırakıp öbürüne yaklaşıyordu. Sonunda Adba'ya yaklaştı.
Bu böğürmedi. Ravi der ki: "Bu pişkin bir deve idi" -bir rivayette:
"O terbiyeden geçmiş bir deve idi" denmiştir. Ebu Davud'da: "Uysal bir deve"
denmiştir. Kadın devenin arkasına bindi, hayvanı sürüp yola revan
oldu. Kadının kaçtığını hissettiler, arayıp taradılar, ama
bulamadılar.Kadın, Allah kendisine kurtulma nasib ederse, deveyi Allah için
kurban etmeyi adadı. Medine'ye gelince, halk onun kurtulduğunu görünce: "Adba,
Resûlullah (aleyhisssalatu vesselam)'ın devesi!" diye bağrıştı.
Kadın: "- Ben nezretmişim. Allah beni kurtarırsa onu kurban edeceğim
diye!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelip bu durumu haber
verdiler. O: "- Sübhanallah! Hayvancağıza ne kötü mühafaat vermiş:
Allah onu bunun üzerinde kurtarırsa o tutup bunu kesecek ha! Olacak şey mi?
Hayır! Günah olan bir nezre uyulmaz, şahsen sahip olmadığı bir şey üzerine
yaptığı nezre de uymaz!" dedi."
1051 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Müşrikler, bir müşrikin cesedini parayla satın almak
istediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun para ile satılmasına karşı
çıktı."
1052 Osman İbnu Ebi Hazim, babası vasıtasıyla dedesi Sahr
(radiyallahu anh)'dan rivayet ediyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
Taif'e karşı gazveye çıkmıştı. Sahr bunu işitir işitmez, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a imdad etmek üzere bir grup atlıyla hareket etti.
Ancak, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı fetih yapmadan geri dönmüş buldu.
Sahr, o gün Allah'a yemin ederek: "Şu Kasr, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın hükmüne boyun eğmedikçe kuşatmayı kaldırmayacağım" dedi ve oradan
ayrılmadı. Nihayet içeridekiler Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın hükmüne
boyun eğdiler. Sahr, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a şöyle yazarak durumu
bildirdi: "Emmaba'd: Ey Allah'ın Resulu! Sakif senin hükmüne boyun
eğmiştir. Ben, onları süvariler arasında getiriyorum." Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) "Es-salatu Camiatun" diye nida edilmesini
emretti. Kahraman (yani Sahr) için: "Rabbim, şu kahramana atlarını, adamlarını
mübarek kıl!" diye on kere dua etti. Derken halktan bir grup Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yanına geldi. Muğire İbnu Su'be söz alıp: "Ey
Allah'ın Resulu! Sahr, halamı yakaladı. Halbuki halam Müslümanların girdiği şeye
(imana) girmişti" dedi. Resululah (aleyhissalatu vesselam) onları çağırıp: "- Ey
Sahr, bir kavm Müslüman oldu mu, artık kanlarını da mallarını da korumuş
olurlar. Muğire'ye halasını iade et!" dedi. O da kadını ona iade etti. Sahr,
Beni Süleym'e ait olan bir suyu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den
istedi. Beni Süleym, İslam'dan kaçarak bu suyu terketmişti. Sahr: "Ey Allah'ın
Resulu, beni ve kavmimi oraya yerleştir!" dedi. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam): "Pekala!" dedi ve onu oraya yerleştirdi: Sonra Süleymiler Müslüman
oldular ve Sahr'a gelip suyu kendilerine iade etmesini söylediler. Sahr, buna
imtina edince Süleymiler, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a başvurdular: "-
Ey Allah'ın Resulu, biz Müslüman olduk, suyumuzu iade etmesi için Sahr'a geldik.
O imtina edip vermedi" dediler. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Sahr'ı
çagırttı. Gelince: " Ey Sahr, bir kavm Müslüman olunca mallarını ve kanlarını
korurlar, bunlara sularını geri ver!'' diye emretti. Sahr: "- Başüstüne ey
Allah'ın Resulu!" dedi. Ravi der ki: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yüzünün bu sırada suyu Sahr'dan geri almaktan duyduğu haya sebebiyle genç kızın
yüzü gibi kızardığını gördüm."
1053 Zeyd İbnu Abdillah anlatıyor:
"Biz Basra'da Mirbed denen yerde idik. Saçları dagınık, bir adam geldi, elinde
kırmızı renkli bir deri parçasi vardı. Kendisine: "- Köylüsün galiba." dedik. "-
Evet!" dedi. "- Elindeki şu deri parçasını bize ver (de ne var bir bakalım)!"
dedik. Hemen alıp içindekini okuduk. Şu yazılı idi: "Allah'ın Resulu
Muhammed'den Beni Züheyr İbnu Kays . Siz, şayet Allah'tan başka ilah olmadığına
ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet eder, namaz kılar, zekat verir,
ganimetten beşte biri, Peygamberin hissesini ve safiyy payı'nı eda ederseniz,
sizler Allah ve Resulü'nün emanıyla emniyette olursunuz. Biz: "Bu mektubu size
kim yazdı?" diye sorduk. "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)!"
dedi.
1054 Amir İbnu Sehr (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) (peygamber olarak ortaya) çıktığı zaman, Hamdan
kabilesi bana: "Gidip şu adam hakkında araştırıp bize haber getirebilir misin?
Şayet bizim adımıza memnun kalırsan biz de onu kabul ederiz, şayet beğenmediğin
bir husus olursa biz de reddederiz" dediler. Ben de: "Pekala!" dedim. Yola çıkıp
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına kadar geldim. (Gördüm,
inceledim ve) memnun kaldım. Kavmim de Müslüman oldu. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam), Umeyr Zi Merran'a şu mektubu yazdı." Ravi devamla der ki: Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), Malik İbnu Mirare er-Rehavi'yi Yemen'in tamamına (elçi
olarak) yolladı. Akk Zu Hayvan Müslüman oldu." Ravi devamla der ki: "Akk'a:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a git, koyun ve malın için kendisinden eman
al" dendi. O da hemen Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) kendisine şu eman mektubunu yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim, Allah'ın Resulu Muhammed'den Akk Zu Hayvan'a: "Eğer
arazisinde, malında, kölesinde (İslam'a) sadık kalırsa, kendisine eman vardır,
Allah'ın ve Allah'ın Resulu Muhammed'in garantisi vardır. Bu emanı Halid İbnu
Said İbni'l-As yazdı."
1055 Ka'b İbn Malik (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Ka'b İbnu'l-Esref, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın aleyhine
hicviyeler düzüyor ve bunlarla Kureyş kafirlerini, ona karşı tahrik ediyordu.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye hicretle geldiği zaman, şehrin
ahalisi kozmopolitti: Bir kısmı Müslüman, bir kısmı putlara tapan müşrik, bir
kısmı da Yahudi idi. Yahudiler, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve ashabına
rahatsızlık veriyorlardı. Cenab-ı Hakk, Resulü'ne (aleyhissalatu vesselam) sabır
ve af emrediyordu. Allah şu ayeti onlar hakkında inzal buyurmuş idi. (mealen):
"Hiç şüphesiz, sizden önce kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok
üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız
bilin ki, bu üzerinizde sebat edilecek işlerdendir" (Al-i Imran 186). Ka'b
İbnu'l-Esref, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e ceza vermekten bir türlü
vazgeçmiyordu. Sonunda Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Sa'd İbnu Mu'az
(radiyallahu anh)'a, onu öldürecek birini yollamasını emretti. Onu Muhammed İbnu
Mesleme (radiyallahu anh) öldürdü. Ka'b öldürülünce, Yahudiler ve müşrikler çok
korktular. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Arkadaşımızı
geceleyin kapısını çalarak öldürdüler" dediler. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) onlara Ka'bu'l-Esrefin geçmişte söylediklerini hatırlattı. Sonra da
hepsini kendisiyle onlar arasında yapılacak ve (serirlerin uyarak sıkıntıları)
sona erdirecek bir antlaşma imzalamaya çağırdı. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) onlarla kendisi ve bütün Müslümanlar arasında muteber olacak yazılı
bir antlaşma yaptı."
1056 İbnu Abbas (radiyallahu anhuma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Necranlılarla iki bin takım
elbise üzerine sulh yaptı. Yarısını Sefer ayında, yarısını da Recep ayında
Müslümanlara teslim edeceklerdi. Ayrıca gazvede kullanmak üzere ariyeten otuz
zırh, otuz at, otuz deve ve her çeşit silahtan otuzar aded vereceklerdi.
Müslümanlar, bunları, Yemen'de ihanetli bir harb olduğu takdirde Necranlılardan
alıp kullanacaklar, sonra iade edeceklerdi. Buna mukabil Müslümanlar da
Hiristiyan mabedlerini yıkmayacaklar, dini-ilmi reislerine dokunmayacaklar, bir
hadise çıkarmayıp yahut da faiz yemedikleri müddetçe dinlerinde rahatsız
etmeyeceklerdi."
1057 Ziyad İbnu Hudeyr anlatıyor: "Hz. Ali
(radiyallahu anh) buyurdu ki: "Eğer sağ kalırsam, Beni Taglib Hristiyanlarının
eli kılınç tutanlarını öldürüp, çocuklarını esir edeceğim. Çünkü Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın onlarla yaptığı antlaşmayı elimle bizzat yazdım:
"çocuklarını Hristiyanlaştırmayacakları" şartı vardı. "
1058 İrbaz
İbnu Sarıye es-Sulemi (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'la Hayber Kalesi'ne indik. Beraberinde başka birçok Müslüman da vardı.
Hayber'in sahibi (lideri) cebbar, mütekebbir birisi idi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "- Ey Muhammed! Sizin eşeklerimizi kesmeye,
meyvelerimizi yemeye, kadınlarımızı dövmeye hakkınız mı var?" dedi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bu sözlere öfkelenerek emretti: "Ey İbnu Avf merkebine
bin ve şöyle nida et: "Haberiniz olsun, cennet sadece mü'minlere helaldır, namaz
kılmak üzere toplanın!" Ravi, devamla, der ki: "Cemaat toplandı. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) onlara namaz kıldırdı. Sonra da kalkıp sunları söyledi:
" Sizden biri, (rahat) koltuğuna kurulup, Allah'ın sadece şu Kur' an'da
yazdıklarını mı haram ettiğini sanıyor? Haberiniz olsun, vallahi ben (Allah'ın
yasaklarını) duyurdum, (Kur'an'da olmayan hayırlar) emrettim, birçok şeylerden
sizleri yasakladım; bunlar, Kur'an ın bir misli kadar ve belki de daha çoktur.
Allah Teala hazretleri, Ehl-i Kitab'ın evlerine izinsiz girmenizi helal
kılmamıştır. Kadınları dövmenizi, borçlarını (olan cizyeyi) verdikten sonra
meyvelerini yemenizi de helal kılmamıştır."
1059 Cüheyneli bir
adam anlatmıştır: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: " Sizler
muhtemelen bir kavimle savaşıp onlara galebe çalacaksınız. Onlar mallarıyla
kendilerini ve çocuklarını size karşı koruyacaklar. " Said (İbnu Mansur)
rivayetinde der ki: "Sizinle belli şartlarla sulh yaparlar." (Bu cümleden sonra
Musedded ve Said İbnu Mansur şu ifadede) ittifak ederler: "..Artık onlardan
(sulh sırasında belirlenenden) başka bir şey alamazsınız, zira bu size
yakışmaz."
1060 Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Müslümanlar arasında,
haramı helal, helali de haram etmedikçe sulh caizdir." Yine buyurdular ki:
"Müslümanlar haramı helal, helali de haram etmedikçe kabul etmiş bulundukları
şartlara uyarlar."
1061 İbnu'l-Museyyeb anlatıyor: Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Hayber Yahudilerine şunu söyledi: "Mahsulat, sizinle
bizim aramızda olmak şartıyla sizi Allah'ın bıraktığı müddetçe yerinizde
bırakıyorum. " Resulllah (aleyhissalatu vesselam) Hayber'e (tahminci olarak)
Abdullah İbnu Revaha (radiyallahu anh)'yi gönderdi. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'la Yahudiler arasında, mahsulun miktarını tahmin ve takdir işini o
yapmış, neticede, onlara: "İsterseniz siz alın, isterseniz bana kalsın"demişti.
Yahudiler mahsülün kendilerine kalmasını tercih
ettiler."
1062 İbnu Ömer (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Hayber
halkı dediler ki: "Ey Muhammed, bizi bırak, burada kalalım, araziyi ıslah edip
işleyelim." Resulullah (aleyhissalatu vesselam) da her ekinin ve Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın uygun göreceği. Her bir şeyin mahsülünün yarısı
onların olmak şartıyla araziyi onlara bıraktı. Abdullah İbnu Revaha (radiyallahu
anh), her yıl oraya gelir, miktarı tahmin eder ve yarısının karşılığını onlardan
alırdı. Yahudiler, Abdullah'i tahminde gösterdiği titizlik sebebiyle Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şikayet ettiler. Hatta bir ara (lehlerine
gevşek davranması için) rüşvet vermek istediler. Abdullah onlara: "Bana haram mı
yedirmek istiyorsunuz. Vallahi ben en ziyade sevdiğim İnsanın yanından geldim.
Sizin topunuz bana maymunlar ve hınzırlardan daha menfurdur. Buna rağmen, benim
size olan buğzum, size karşı adil olmama mani değildir." Yahudiler, Abdullah
(radiyallahu anh)'ı takdir edip: "İşte bu adalet ve doğrulukla semavat ve arz
nizam içinde ayakta durur" dediler. Resulullah (aleyhissalatu vesselam), her bir
hanımına her yıl seksen vask hurma, yirmi vask arpa veriyordu. Hz. Ömer
(radiyallahu anh) zamanında, Yahudiler Müslümanlara hile yaptılar İbnu Ömer
(radiyallahu anh)'i bir evin damında uyurken geceleyin aşağı attılar, el ve
(ayak) bileklerini çıkardılar. Hz. Ömer İbnu'l-Hattab: "Hayber'de hissesi olan
hazırlansın, aralarında taksim edelim" dedi. (Taksim edileceği zaman) reisleri:
"Bizi buradan çıkarma. Bizi Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Ebu
Bekir'in yaptıkları gibi yerlerimizde bırak" dedi. Hz. Ömer (radiyallahu anh)
ona: "(Kararımızda) Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in sözüne ters
düştüğümüzü mü zannediyorsun? Bineğin seni Suriye'ye doğru bir gün, sonra bir
gün, sonra bir gün daha koşturmasına ne dersin?" diye cevap verdi. Hz. Ömer
(radiyallahu anh), Hayber'i, Hudeybiye ashabından Hayber Seferi'ne iştirak etmiş
olanlar arasında taksim etti.
1063 Ebu Bekir (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim:
"Kim (kendisine eman verilerek) antlaşma yapılan bir kimseyi vakti dışında
öldürürse, Allah ona cenneti haram eder."
1064 Safvan İbnu Suleym,
birçok sahabi evlatlarının, babalarından yapmış oldukları rivayetlere dayanarak,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle buyurmuş olduğunu naklediyor: "Kim
antlaşma yapılan bir kimseye zulmeder veya hakkını tenkis eder veya takatının
fevkinde emreder veya onun rızası dışında bir şeyini alırsa,kıyamet günü
aleyhine ben delil olacağım. "
1065 Ümmü Hani (radiyallahu anha)
anlatıyor: "Ben kocamın akrabalarından iki kişiye civar (himaye) vermiştim.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) "Senin civar verdiğine biz de civar verdik"
buyurdu."
1066 İbnu Abas (radiyallahu anhuma) demiştir ki: "Ahdine
kim vefasızlık edip bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat
eder."
1067 Muaz İbnu Cebel (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (Aleyhissalatu vesselam), kendisini Yemen'e gönderdiği zaman,
ihtilam olan herkesten (vergi olarak) bir dinar veya -Yemen'de imal edilen bir
kumaş olan meafiri'den, bir dinara tekabül eden miktarda almasını
emretti."
1068 Ca'fer İbnu Muhammed babasından naklediyor: "Ömer
İbnu'l-Hattab (radiyallahu anh) Mecusileri mevzubahis ederek: "Onlar hakkında
nasıl hareket etmem gerektiğini bilmiyorum" dedi. Abdurrahman İbnu
Avf(radiyallahu anh): "Sana şehadet ederim ben Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın şöyle şöyle dediğini işittim: "Onlara, Ehl-i Kitaba davrandığınız
gibi davranın".
1069 İbnu Sihab der ki: "Bana ulaştı kı,
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Bahreyn Mecusilerinden cizye almıştır, keza
Hz.Ömer (radiyallahu anh) İran Mecusilerinden, Hz.Osman (radiyallahu anh) da
Berberilerden cizye almıştır."
1070 Hz. Enes (radiyallahu anh)'in
anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) dümetli Ukeydir'den de
cizye aldı.
1071 Harb İbnu Ubeydillah, baba tarafindan dedesi
Umeyr es-Sakafi (radiyallahu anh)'den nakleder: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Haraç Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan vergidir.
Müslümanlara haraç yoktur. "Bir rivayette "öşür yoktur"
buyurmuştur."
1072 İbnu Ömer (radiyallahu anhuma) anlatıyor:
"(Babam) Ömer (radiyallahu anh) Nebat ahalisinden buğday ve zeytinyağından
öşürün yarısı (yirmide bir nisbetinde) vergi alırdı. Bu davranışıyla kasdi
Medine'ye bunlardan çokça gelmesini sağlamaktı. Kintiyye (denen buğday ve arpa
dışında kalan, nohut, mercimek, bakla nevinden tahıl) dan da öşür
alıyordu."
1073 İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir yerde iki kıblenin
varlığı uygun olmaz. Müslüman kimseye cizye yoktur." Süfyan merhum der ki:
"Bunun manası şudur: "Bir zimmi, kendisine cizye vermesi gerektikten sonra
(vergisini henüz ödemeden) Müslüman olursa, artık bu vergi ondan
düşer."
1074 Hz.Muaz (radiyallahu anh) demiştir ki: "Kim kendi
boynuna cizye akdi yaparsa, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gittiği
yoldan (sünnetten) beri olmuş olur."
1076 Mücemmi' İbnu Cariye
el-Ensari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile
birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh yapılıp) oradan döndüğümüz
zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere birikmeye) başladılar. Biz
hayretle: "Bu insanlara ne oluyor, (niçin hayvanlarını hızlandırıp bir yere
üşüşüyorlar?)" diye sorduk. "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
vahiy gelmiş" dediler. Biz de, halkla birlikte harekete geçip develeri
hızlandırdık. İlerleyince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Kura'u'l-Gamim
denen (Mekke ile Medine arasında Usfan'ın önünde bulanan) yerde bulduk.
Devesinin üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize süresini tilavet
buyurdular. Askerlerden biri: "Yani bu sulh bir fetih midir?" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Evet!" deyip ilaveten:
"Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim bu bir fetihtir"
buyurdu. Süre-i celileyi okumaya devam eden Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. İman edenler
için bir delil olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen
vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir"mealindeki ayete kadar
(Fetih 20) okudu. (Ayet-i kerimede işaret edilen acil ganimetle)
Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca Hayber'e gazveye çıktık. (Elde edilen
ganimet) Hudeybiye'ye katılanlara taksim edildi. Bunlar bin beş yüz kişi idi.
Bunlardan üç yüzü süvari idi. Ganimet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvari olana
iki, yaya olana bir hisse verildi."
1077 Sehl İbnu Ebi Hasme
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hayber'i iki
kısma ayırdı: Biri vukûa gelecek hadiseler ve kendi ihtiyacı içindi, öbür kısmı
da Müslümanlar arasında taksim etti. Bu kısmı on sekiz hisseye
ayırdı."
1078 İbnu Şihab der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Hayber'i beşe taksim edip beşte birini aldıktan sonra geri kalanı,
Hudeybiye Seferi'ne katılanlardan Hayber'e iştirak eden ve etmeyenler arasında
taksim etti."
1079 İbnu'z Zübeyr (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hayber (fethedildiği) sene, (babam) Zübeyr'e
dört hisse ayırdı. Bir hisse Zübeyr için, bir hisse zilkurba ya giren
Abdulmuttalib'in kızı ve Zübeyr'in annesi olan Safıyye (radıyallahu anhüma)için,
iki hisse de atı için."
1080 Haşrec İbnu Ziyad'ın babaannesinden
(radıyallahu anha) anlattığına göre, babaannesi (Ümmü Ziyad el-Eşceiyye)
Resûllulah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte altı kadından biri olarak
Hayber Gazvesine katılır. Kadın der ki: "Bizim de iştirak ettiğimiz Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a ulaşınca Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bizi
yanına çağırttı. Gittik. Yüzünde öfke okunuyordu. Bize: "Kiminle çıktınız, kimin
izniyle çıktınız?" diye çıkıştı. Biz: "Yün eğirip onunla Allah
yolunda yardımcı oluruz. Okları (toplar gazilere) veririz, diye çıktık. Ayrıca
yanımızda yaralıları tedavi için ilaç var, yemek de yaparız" dedik. Bunun
üzerine: "Öyleyse kalın!" buyurdu. Cenab-ı Hakk Hayber'in fethini
müyesser kılınca, bize de ganimetten, tıpkı erkeklere olduğu gibi pay
ayırdı." Haşrec der ki: "Ey babaanneciğim, bu verilen ne
idi?" diye sordum. "Hurma idi" diye cevap
verdi."
1081 Umeyr Mevla Abi'l-Lahm (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Efendilerimle birlikte Hayber Gazvesi'ne katıldım. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a benden bahsettiler ve benim köle olduğumu söylediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) da bana kılıç kuşatmalarını emretti. Bana kılıç
kuşatıldı. (Açıcak yaşça küçük olmam ve boyumun kısalığı sebebiyle) kılıcı yerde
sürüyordum. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana ev eşyası
verilmesini emretti. Delileri tedavi için okuduğum bir rukyeyi (afsunlama duası)
(kontrol ettirmek için) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a arzettim. Bir
kısmını atıp, diğer bir kısmını muhafaza etmemi
emretti."
1082 Zühri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten
pay ayırdı."
1111 Zeyd İbnu Halid (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hayber Savaşı sırasında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından biri
öldürülmüştü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a haber verildi.
"Arkadaşınız üzerine namaz kılnız!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
sözü üzerine, halkın çehresi değişmiş, (bir soğukluk çökmüştü). Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "Arkadaşımız Allah için cihad
sırasında ganimetten çalmıştı !" Bunun üzerine, maktülün eşyasını
karıştırdık. Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem bile etmeyen bir
kolyeyi çalmış olduğunu gördük."
1112 Salih İbnu Muhammed İbni
Zaide anlatıyor: "Mesleme (radıyallahu anh) ile birlikte Rum diyarına girdik.
Ganimetten çalan bir adam getirildi. Mesleme, bu mesele hakkında Salim'e sordu.
Salim şu cevabı verdi: "Babam'ı (Abdullah İbnu Ömer) (radıyallahu
anhüma) dinledim, babası Ömer (radıyallahu anh)'den naklen Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü rivayet etmişti: "Kim
ganimetten çalarsa, (bütün) eşyasını yakın, kendisini de dövün."
Salih İbnu Muhammed devamla der ki: "Adamın eşyası arasında bir Mushafbulduk.
Salim'e bunun hakkında da sorduk (yakalım mı? diye). "Onu satıp,
bedelini tasadduk edin!"buyurdu."
1113 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Ebu
Bekir ve Ömer (radıyallahu anhüma), ganimet hırsızının mallarını yaktılar ve
kendisini de dövdüler."
1114 Asım İbnu Küleyb (rahimehullah)
babası (Küleyb)'den o da ensari birinden naklederek anlatıyor: "Biz Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Sefer sırasında
şiddetli bir kıtlık ve sıkıntıya maruz kaldık. Derken, bir ganimet ele geçirdik.
Askerler, onu hemen yağmalayıverdiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), yaya
olarak (teftiş maksadıyla) yanımıza geldiğinde tencerelerimiz kaynamaya
başlamıştı bile. Yayı ile tencereleri deviriverdi. Etleri de toprağa buladı.
(Hepsini böylece yenmeyecek hale getirdikten) sonra şu açıklamayı
yaptı: "Yağma malı, laşeden daha helal değildir" veya (şöyle
demişti): "Laşe, yağma malından daha helal değildir." (Rivayetin
sonundaki) şek ravilerden Hennad'a aittir."
1115 Sa'b İbnu Cessame
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Koruluk ittihazı
sadece Allah ve Resûlü'ne ait (bir hak)dır."
1116 Bir rivayette,
Şihabu'z-Zühri şöyle demiştir: "Bize ulaşan habere göre, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Nakii, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Seref ve Rebeze'yi
hima ilan etmişlerdir."
1117 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
buyurmuştur ki: "Cahiliye devrinde taksim edilmiş olan her mal, taksim edildiği
şekil üzeredir. İslam döneminde yapılan taksimat, İslam'ın taksim esasına
göredir."
1118 İmam Malik, Sevr İbnu Zeyd ed-Dili'den mürsel
olarak rivayet ettiğine göre ed-Dili demiştir ki: "Bana Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediği ulaştı: "Hangi ev veya arazi,
cahiliye devrinde taksim edilmiş ise, artık o, cahiliye taksimi üzerinedir.
Ancak hangi ev veya arazi, taksim edilmeden İslam'a girmiş ise, artık onun
taksimi islam'a göre yapılır."
1119 Nafi; İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'den anlatıyor: "İbnu Ömer'in bir kölesi kaçarak Rum diyarına geçti.
Bilahare, Halid İbnu'l-Velid (radıyallahu anh) Rumlara galebe çaldı. (Esirler
arasında, kaçan bu köle de vardı) Halid köleyi İbnu Ömer'e iade etti. Onun
kaybolan bir atı vardı. (Askerler) onu da ele geçirdiler. Halid atı da İbnu
Ömer'e iade etti" (Bu rivayetin lafzı Buhari'nin rivayetine
uygundur.) Bir rivayette: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
zamanında kaçan bir at mevzubahistir." Muvatta'nın bir rivayetinde,
düşman tarafından ganimet edildikten sonra ele geçirilen bir köle ve at
mevzubahistir. Bunlar, taksimden önce eski sahibine iade
edilebilirler. Ebu Davud, köleyi mevzubahis eder ve Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in taksime tabi tutmadan eski sahibine iade ettiğini
belirtir.
1120 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Biz
gazvelerimiz sırasında, bal ve kuru üzüm elde ederdik ve bunları (taksim edilmek
üzere, diğer ganimet mallarının yanına) kaldırmaz,
yerdik."
1121 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a içerisinde boncuk bulunan bir dağarcık getirildi.
Boncukları Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), hür ve cariye kadınlar arasında
dağıttı." Hz. Aişe devamla der ki: "Babam da (boncuğu) hür köle ayırımı yapmadan
kadınlara dağıtırdı."
1122 El-Misver İbnu Mhreme (radıyallahu
anhüma)'ye Amr İbnu Avf (radıyallahu anh) şunu anlatmıştır: "Resûlullah
(aleyhissalam vesselam) Ebu Ubeyde (radıyallahu anh)'yi Bahreyn'e, oranın
cizyesin getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce Ensar geldiğini işitti. Sabah
namazını Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le kıldılar. Namaz bitince,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın etrafını sardılar. Resûlullah
(aleyhissalàtu vesselam) tebessüm buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebu
Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!"
dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi
sevindiren şeyi ümid edin. Allah' a yemin olsun, sizler için fakirlikten
korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere
dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve
helak oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinde
korkuyorum."
1123 Sa'lebe İbnu Ebi Malik anlatıyor: "Ömer
İbnu'1-Hattab (radıyallahu anh), bir kısım bürgüyü Medineli kadınlar arasında
taksim etmişti, geriye güzel bir bürgü kaldı. Yanındakilerden bazıları
kendisine: "Ey müminlerin emiri, bunu da senin yanında bulunan
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kızına ver" dediler. Bununla, Hz. Ali
(radıyallahu anh)'in kızı Ümmü Gülsüm'ü kastediyorlardı. Hz. Ömer
onlara: "Ümmü Selit, buna daha çok hak sahibidir. Zira o, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a biat etmişti ve Uhud Savaşı'nda bize kırbalarla su
taşıyordu" dedi.
6807 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah yolunda
cihad eden kimse Allah'ın şu garantisi altındadır: "Allah onu ya mağfiret ve
rahmetine dahil eder (şehit olur), yahud sevap ve ganimetle sağ salim geri
çevirir. Allah yolunda cihad eden kimsenin misali, hiç ara vermeden geceleri hep
namaz kılan, gündüzleri de hep oruç tutan kimse gibidir. Bu hal evine dönünceye
kadar böyledir."
6808 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah yolunda cihad eden
bir gaziyi tam olarak teçhiz ederse, o gazi ölünceye veya savaştan dönünceye
kadar sevabına iştirak eder."
6809 Hz. Ali, Ebu'd-Derda, Ebu
Hureyre, Ebu Ümame, Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbni Amr, Hz. Cabir, İmran İbnu
Husayn radıyallahu anhüm ecmain anlatmışlardır: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Kim evinde oturduğu halde; Allah yolunda (cihad
edenlere) bir nafaka gönderecek olursa, ona her bir dirhem karşılığında yediyüz
dirhem (sevabı) vardır. Kim de Allah yolunda bizzat cihad eder ve bu yolda mal
harcarsa, ona da herbir dirhem için yediyüzbin dirhem (sevabı)
vardır." Resûlullah aleyhissalatu vesselam sözlerini şu ayetle
tamamladı: "Ve Allah dilediğine kat kat sevap verir" (Bakara
26l).
6810 Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anh anlatıyor:
"Osman İbnu Affan radıyallahu anh bir hitabesinde şöyle dediler: "Ey insanlar!
Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir hadis işitmiştim. Size ve
arkadaşlığınıza olan düşkünlüğüm (yani bu hadisi duyunca beni terkederek hep
cephelere koşacağınız endişem) bunu şimdiye kadar rivayetime mani oldu. (Şimdi
rivayet ediyorum. Artık) dileyen kendisine ribatı (Allah yoluna bezli) seçsin,
dileyen de bıraksın. Efendimiz buyurmuştu ki: "Kim Allah Subhanehu yolunda bir
gece ribat (yani hududda ve tehlikeli yerde düşmana karşı bekleme)de bulunursa,
o tek gecesi bin günlük gece namazına ve bin günlük gündüz orucuna bedel
olur."
6811 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah yolunda murabıt olarak ölürse,
kendisine, yapmakta olduğu salih amellerin ücreti (sanki ölmemiş gibi Kıyamet
gününe kadar verilir), rızkı da mütemadiyen verilir, kabirdeki hesaba
çekicilerden emin olur. Allah Teala hazretleri onu, Kıyamet günü cehennem
korkusundan emin olarak diriltir."
6812 Übey İbnu Ka'b radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah rızası
için Ramazan ayı dışında müslümanların avreti gerisinde (yani düşmanların
gelmesinden korkulan tehlikeli cephede), sevap umuduyla bir günlük ribat, sevap
yönüyle yüz yıllık oruçlu, namazlı ibadetten hayırlıdır. Müslümanların avreti
gerisinde, ramazan ayında Allah rızası için bir günlük ribat Allah indinde,
orucuyla namazıyla bin yıllık ibadetten daha hayırlı, sevabca daha büyüktür.
Eğer Allah onu sağ-salim ailesine kavuşturursa, bin yıl ona bir tek günah
yazılmaz, sadece haseneleri yazılır ve kendisine Kıyamete kadar ribat sevabı
akıtılır."
6813 Ukbe İbnu Amir el-Cüheni radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah askerlerin
nöbetini tutan kimseye rahmet eylesin (veya
eylemiştir)."
6814 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah yolunda bir gece
nöbetcilik, bir adamın ailesi içinde bin yılda kılacağı namaz ve tutacağı
oruçtan daha hayırlıdır, (bu zikredilen) yıl üçyüzaltmış gündür ve bir gün bin
yıl gibidir."
6815 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cihada çağırıldığınız zaman
cihada koşun."
6816 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissaIatu vesselam buyurdular ki: "Allah yolunda kim tek bir
yürüyüş yapsa, kendisine isabet eden toz, Kıyamet günü mislince misk
olur."
6817 Ebu'd Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Denizde yapılan bir gazve (savaş),
sevapça karada yapılan on gazveye bedeldir."
6818 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Dünyanın ömründen bir tek gün bile kalmış olsa, Ehl-i Beyt'imden bir adam melik
oluncaya ve Deylem dağına ve Konstantiniyye'ye (İstanbul'a) malik oluncaya kadar
Allah, o günü uzatacaktır."
6819 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünyanın etrafını
fethetmek sizlere nasib kılınacak ve Kazvin denilen bir şehir size
fethedilecektir. Sizden kim bu gazveye kırk gün =veya kırk gece iştirak ederse,
ona cennette üzerinde yeşil zeberced taşı bulunan altından mamul bir sütun
verilecektir. Bu sütun üzerinde, kırmızı yakut taşlarından mamul bir kubbe
(köşk) vardır. O kubbenin, altundan mamul yetmişbin kapısı vardır, her kapı
kanadının başında (huru'Iiyn denilen) siyah gözlü bir zevce
vardır."
6820 Temimu'd Dari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı işittim, buyurdular ki: "Allah yolunda kim bir at
(edinip) bağlar, kendi eliyle yemini verirse, yedirdiği her bir dane için bir
sevap vardır."
6821 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben bir harbe katıldım. Abdullah İbnu Ravaha şöyle demişti : "Ey nefsim ! Seni
cennet(e sokacak olan mukatele)den hoşlanmıyor görüyorum. Allah'a yemin ederim
ki sen istesen de istemesen de savaşacaksın!"
6822 Amr İbnu Abese
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Ey
Allah'ın Resulü! Cihadın hangisi en faziletlidir?" dedim. "Kanı dökülen ve iyi
cins atı yaralanan mücahid(in cihadı en faziletli cihaddır)"
buyurdular."
6823 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah yolunda yaralanan
hiçbir yaralı yoktur ki -ancak kimin O'nun yolunda yaralandığını Allah bilir-
Kıyamet günü, yarası, yaralandığı gündeki şekliyle getirilmiş olmasın: Kanı kan
renginde, kokusu misk kokusunda olarak."
6824 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında
şehitlerden bahsedilmişti. Şöyle buyurdular: "Yeryüzü şehidlerin kanından
kurumadan önce, onu, hurilerden iki karısı, emzikli yavrularını çöl bir arazide
kaybedip aniden bulan anne heyecanıyla, her birinin elinde -dünya ve
içindekilerden daha değerli- birer takım elbise olduğu halde
karşılarlar."
6825 Sa'ib İbnu Yezid radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Uhud günü iki zırh giydi. Aleyhissalatu
vesselam sanki ikisini de üst üste giymişti."
6826 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Mugire İbnu Şu'be radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'la gazveye çıktığı vakit, beraberinde bir mızrak taşırdı.
Dönüşünde mızrağını atardı, ta ki onu, kendisi için bir başkası taşıyıversin.
Ali ona: "Senin bu yaptığını Resûlullah 'a haber vereceğim!" dedi (ve haber
verdi). Aleyhissalatu vesselam Mugire'ye: "Öyle yapma! Eğer yaparsan yere
attığın mızrak, yitik mal olarak kaldırılmaz, (alan onu temellük eder)" dedi.
"
6827 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın elinde bir arabi yay vardı. Aleyhissalatu vesselam o
sırada elinde farisi bir yay olan bir adam görmüştü: "Bu nedir? At onu!"
buyurdular ve devamla: "Sizin şunu ve şunun benzerleri ile (el-kana denen)
mızrakları edinmeniz gerekir. Çünkü Allah Teala hazretleri, sizin için dini
bunlarla güçlendirecek ve size muhtelif beldeler(in fethini) müyesser
kılacaktır" buyurdular."
6828 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir defasında) ok atmakta olan
(Eslem kabilesinden) bir gruba rastlamıştı, (onları takdiren): "Ey
İsmailoğulları! Atmaya devam edin. Sizin atalarınız da (çok iyi) atıcılardı"
buyurdular."
6829 Harice İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Bir adamın, babam (Zeyd İbnu Sabit)ten gazveye çıkıp, gazve sırasında
alış-veriş ve ticaret yapan kimse hakkında sorduğuna şahit oldum. Babam ona şu
cevabı vermişti: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile Tebük
(seferin)de iken alıyor, satıyorduk. Resulullah bizi gördüğü halde
yasaklamamıştı."
6830 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Eksem İbnu'l-Cevn el-Huza'i'ye: "Ey Eksem!
Kendi kavminden olmayanlarla birlikte {kafrlere karşı) savaş ki huyun
güzelleşsin ve arkadaşlarının yanında kıymetin olsun. Ey Eksem! (Yolculuk
sırasında) arkadaşların en hayırlısı (sayıca) dört olandır. Askeri birliğin en
hayırlısı, (miktarı) dörtyüz olandır. Ordunun en hayırlısı dörtbin olandır.
Onikibin kişilik ordu, sayı azlığı sebebiyle mağlub
olmaz."
6831 Seleme İbnu'l-Ekva' anlatıyor: "Bir adamla teke tek
vuruştum ve herifi geberttim. Onun selebini (eşyalarını) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana verdi."
6832 Semüre İbnu Cündeb
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kim bir kafiri
öldürürse seleb'i onundur" buyurdular."
6833 Ubade İbnu's-Samit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Huneyn günü bize,
ganimet malından bir devenin yanında namaz kıldırdı. Namazdan sonra deveden bir
parça yün alıp onu iki parmağı arasına koydu sonra: "Ey insanlar! buyurdu. Şu
yün parçası bile sizin ganimetlerinizdendir. Bir iplik, bir iğne, bundan daha
değerli, daha değersiz bile olsa buraya getirin. Zira (getirmemek gulüldür yani
hırsızlık); gulül ise, Kıyamet günü yapan için ardır, ayıptır,
ateştir."
6834 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan sonra nefel (yani
mücahide ganimetteki hissesinden başka bir şey) yoktur.Müslümanların kuvvetli
olanları (kazandıklarından) zayıf olanlara verirler. " (Ravilerden)
Reca demiştir ki: "Süleyman İbnu Musa'nın şöyle söylediğini işittim: "Mekhül
bana Habib İbnu Mesleme'den rivayeten dedi ki: "Resûlullah savaşa giderken
(askerlerden bazılarına diğerlerinden fazla olarak) dörtte bir ve savaş
dönüşünde üçte bir nisbetinde nefel (denen ziyade bir ikram)da bulundu." Bunun
üzerine Amr: "Ben sana babam vasıtasıyla (sahabi olan) dedemden rivayet
ediyorum, sen ise Mekhül'den hadis rivayet ediyorsun"
demiştir."
6835 Safvan İbnu Assal radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam beni seriyyede savaşa gönderdi. (Yola
çıkarken) şu talimatı verdiler: "Allah'ın adıyla, Allah yolunda yürüyün. Allah'ı
inkar edenlerle savaşın. İşkence yapmayın, (ahidde bulunduğunuz taktirde)
ahdinizi bozmayın, çocukları öldürmeyin."
6836 Ebu Said
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Alkame İbnu
Mücezzez radıyallahu anh'ı, benim de içinde bulunduğum bir askeri birliğin
başında savaşa gönderdi. Kumandan gazvesinin başına geçince veya yolda belli bir
yere varınca, askerlerden bir grup, kendisinden (ayrı gitmek) hususunda izin
istedi. Onlara izin verdi. Başlarına Abdullah İbnu Huzafe İbnu Kays es-Sehmi'yi
sorumlu tayin etti. Ben onunla savaşanlar içerisinde idim. Yolun bir yerine
gelmiştik, (mola sırasında) askerlerden bazıları ısınmak veya üzerinde (yemek)
yapmak maksadıyla bir ateş yaktılar. Komutanımız Abdullah -ki şakacı birisiydi-
"sizin üzerinizde itaat edilmek ve sözü dinlenmek hakkım yok mu?"diye sordu.
Askerler: "Elbette var!" dediler. "Öyleyse, dedi ne emredersem yapacaksınız
değil mi?" Askerler yine: "Elbette!" dediler. Bunun üzerine komutan: "Şu halde
size, şu ateşe atılmayı emrediyorum" dedi. Askerlerin birkısmı kalkıp emri
yerine getirmeye hazırlandılar. Abdullah, onların ateşe atılacaklarına inanınca:
"Kendinizi tutun, ben size şaka yapmıştım" dedi. Medine'ye dönünce,
bu hadiseyi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a anlattılar. Efendimiz şöyle
buyurdular: "Onlardan (yani başınızdakilerden) kim size Allah'a isyanı emrederse
ona itaat etmeyin."
6837 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bilesiniz, Kıyamet
günü ahdini tutmayan her vefasıza vefasızlığının derecesine uygun bir bayrak
dikilecek (böylece vefasızlığı teşhir edilecek)tir."
[TOP]
CİMRİLİK
Kimlik alan
393 Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki haslet
vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü
ahlak."
394 Ka'b İbnu İyaz (radıyallahu anh) anlatıyor;
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı şöyle derken işittim: "Her ümmet için bir
fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."
395 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır
kalırsınız."
396 Abdullah İbnu'ş-Şihhir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Elhahümü't-tekasür sûresini
okurken yanına geldim. Bana: "İnsanoğlu malım malım der. Halbuki ademoğlunun
yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden
başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara
bırakır."
397 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şöyle söyledi: "Altına tapanlar mel'undur, gümüşe
tapanlar mal'undur."
398 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir keresinde, "Hanginiz, varisinin malını
kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat: "Ey Allah'ın Resûlü
içimizde, herkes kendi malını varisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun
üzerine: "Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir.
Geriye koyduğu da varislerinin malıdır."
399 Ebû Vail anlatıyor:
"Hz. Muaviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Haşim İbnu Utbe'ye uğradı. Maksadı
geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Haşim hastaydı. Yanına varınca
ağlar buldu. "Ey dayıcığım niye ağlıyorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya
karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?" diye sordu. Ebu Vail:
-Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bizden bir söz almıştı, onu tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz.
Muaviye: -Neydi o? diye sordu. -Ben, dedi, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı şöyle söylerken dinlemiştim: "Sizden birine, dünyalık
olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek
kadar mal toplaması yeterlidir." Halbuki bugün ben kendimi bundan daha çok mal
toplamış görüyorum. Rezin merhum şu ilavede bulundu: "Ebu Haşim rahmet-i
Rahman'a kavuştuğu zaman, geride bıraktığı serveti hesapladı, hepsi otuz dirhem
kadardı." (Bu ziyadenin kaynağı bulunamamıştır.)
[TOP]
DAVA
Kimlik alan
4847 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
insanlar arasında kadı tayin edilmiş ise, bıçaksız boğazlanmış
demektir."
4848 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadı üçtür: Biri cennetlik,
ikisi cehennemliktir. Cennetlik olan, hakkı bilip öyle hükmedendir. Hakkı bilip
hükmünde (bile bile) adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka cahilane hükümde
bulunan da cehennemliktir."
4849 Abdullah İbnu Mevhib anlatıyor:
"Osman İbnu Affan, İbnu Ömer radıyallahu anhüm'e: "Git insanlar arasında
hükmet!" dedi. Abdullah: "Ey mü'minlerin emiri, beni bu vazifeden
affetmez misiniz?" diye ricada bulundu. Hz. Osman radıyallahu anh:
"Bundan niye kaçınıyorsun? Senin baban da kadı idi" diye ısrar etmek istedi.
Ancak Abdullah dedi ki: "Doğru da, ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Kim kadı olur ve adaletle hükmederse, bu kimse başabaş
(sevap ve günahı eşit) ayrılmaya liyakat kazanmıştır" dediğini işittim. Artık
(Resûlullah'ın bu sözünden) sonra ne ümid edebilirim?" (Hz. Osman bunun üzerine
İbnu Ömer'e teklifte bulunmadı.)"
4850 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
kadılık talep eder ve bunun gerçekleşmesinde şefaatçilere başvurursa (iş)
kendisine yıkılır (Allah'ın yardımı olmaz). Kime de o iş zorla verilirse, Allah
onu doğruya sevkedecek bir melek gönderir."
4851 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra
adaleti zulmüne galebe çalsa cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş
onundur."
4852 (Abdullah) İbnu Ebi Evfa anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadı zulmetmedikçe, Allah
Teala hazretleri onunla birliktedir (yardımcısıdır). Zulme yer verdiği zaman onu
terkeder, artık şeytan onunla beraber olur."
4853 Amr İbnu'l-As
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Hakim içtihad eder ve isabet ederse kendisine iki ücret (sevap)
verilir. Eğer içtihad eder ve hata ederse ona bir ücret
vardır."
4854 Yahya İbnu Sa'id anlatıyor: "Ebu'd-Derda, Selman-ı
Farisi radıyallahu anhüma'ya: "Arz-ı Mukaddese'ye gel!" diye
yazmıştı. Selman ona şöyle cevap yazdı: "Arz kimseyi takdis etmez.
İnsanı mukaddes kılan şey amelidir. Bana ulaştığına göre, sen orada tabib
kılınmışsın ve hastaları tedavi ediyormuşsun. Eğer tedavi edebiliyorsan ne mutlu
sana. Eğer mütetabbib isen, insanları öldürüp cehennemlik olmaktan
sakın!" Ebu'd-Derda radıyallahu anh iki kişi arasında hükmedince,
onlar yanından ayrıldıkları vakit onlara bakar ve: "Vallahi
mütetabbibdir. Bana geri dönün. Kıssanızı bana iade edin (meselenizi iyice
tetkik edeyim)!" derdi."
4855 Ebu Hureyre, İbnu Amr İbni'l-As
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
hükümde rüşvet alan ve rüşvet veren (ve aracılık eden) kimseyi
lanetlemiştir."
4856 Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni Yemen'e göndermişti. (Hareket edip)
yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek geri çağırdı. (Yanına
varınca): "Sana niye adam gönderip (geri çağırdığımı) biliyor
musun?" buyurdular ve ilave ettiler: "Benim iznim olmadan hiçbir şey
almayacaksın. Zira bu gulûldür (hırsızlık). Kim gulûl yaparsa, aldığı şeyle
Kıyamet günü (Allah'ın huzuruna gelir). İşte bu (hususu tenbih etmek için) seni
çağırdım, artık işine gidebilirsin."
4857 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni Yemen'e kadı olarak gönderdi.
O sıralarda henüz yaşım küçüktü, kazayı (hüküm vermeyi) bilmiyordum. (Beni
takviye için): "(Sen tereddüt etme, git! Bu vazife için) Allah
kalbine hidayet koyacak ve dilini de sabit kılacak. Yanına iki hasım geldiği
vakit, birinciyi dinlediğin gibi, diğerini de dinlemeden sakın hüküm verme.
Böyle yapman (daha isabetli) karar vermen için gereklidir!"
buyurdular. Hz. Ali devamla der ki: "Ondan sonra hep kadılık yaptım.
Henüz, bir kerecik olsun hükümde tereddüde
düşmedim."
4858 İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, iki hasmın da kadı'nın önüne oturmasına
hükmetmiştir."
4859 Ebu Bekre radıyallahu anh'ın anlattığına göre,
Sicistan'da kadılık yapan oğlu Abdullah'a şöyle yazmıştır: "İki kişi arasında,
öfkeli olduğun zaman hüküm verme. Zira, ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini işittim: "Kimse, öfkeli iken, iki kişi arasında hüküm
vermesin."
4860 Avf İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki kişi arasında bir hükümde bulunmuştu.
Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse:
"Hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil (Allah bana yeterlidir. O ne iyi vekildir)!"
dedi. (Bu sözü işiten) Aleyhissalatu vesselam: "Allah Teala
hazretleri aczi levmediyor (kötülüyor). Fakat sana akıllılık düşer. Ama bir şey
sana galebe çalacak olursa o zaman "hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil" de!"
buyurdular."
4861 Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer bir kısım Ashab
radıyallahu anhüm demişlerdir ki: "Kadı ve hakim mescidde hüküm verebilir. Şayet
bir haddle ilgili hüküm vermişlerse, bunun icrası mescidin dışında
yapılır."
4862 Haris İbnu Amr İbni Ahi'l-Mugire İbni Şu'be, Muaz
radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Muaz'ı
Yemen'e gönderdiği zaman kendisine sorar: "Sana bir dava geldiği vakit nasıl
hükmedeceksin?" "Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim" der
Muaz. "(Meseleyi Kitabullah'ta) bulamazsan?"
"Resûlullah'ın sünnetiyle hükmedeceğim." "Ne Kitabullah'ta ve ne de
Resûlullah'ın sünnetinde bulamazsan?" "Kendi re'yimle ictihad
edeceğim, (hüküm vermekten) geri durmayacağım." Hz. Muaz der ki: "Bu
cevabım üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam (memnun kaldı), göğsüme eliyle
vurup: "Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisini memnun edecek
usûlde muvaffak kılan Allah'a hamdolsun!" buyurdular."
4863 Ümmü
Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, odasının
kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp: "Ben bir beşerim.
Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha belagatlı (ikna
edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak
kime bir müslümanın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu
bilsin. O ateşi ister yüklensin, ister terketsin (kendisi bilir)"
buyurdular."
4864 Sahiheyn'in bir rivayetinde hadis şöyledir: "Ben
de sizin gibi bir insanım. Siz davalarınızın halli için bana geliyorsunuz.
Bazınızın hüccet yönüyle, diğer bazısından daha ikna edici olması, böylece
benim, işittiğime dayanarak onun lehine hükmetmem mümkündür. Kimin lehine,
kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem (bilsin ki), onun için cehennemden bir
ateş parçası kesmiş oluyorum."
4865 Eş'as İbnu Kays'ın anlattığına
göre, Humus'tan bir köleyi Abdullah'tan yirmibin (dirhem)e satın almış ve
Abdullah kölenin bedelini almak üzere kendisine bir adam göndermiştir. Adam
gelince Eş'as: "Ben onu onbine satın aldım" dedi. Abdullah
da: "Öyleyse seninle benim arama (hakem olacak) bir kimse tayin et!"
dedi. Eş'as: "Benimle kendi aranda sen hakem ol!" dedi. Bunun üzerine
Abdullah: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Alış-veriş
yapan iki kişi ihtilafa düşerlerse ve aralarında da delil yoksa, mal sahibinin
söylediği esas alınır veya (alış-verişi) terkederler" dediğini işittim"
dedi."
4866 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana dedi ki: "Beyyine davacı üzerine, yemin
de davalı üzerine düşer."
4867 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "İki kadın bir odada deri dikiyorlardı. Bunlardan biri avucuna biz
batırılmış olarak dışarı çıktı. Bunu diğerinin yaptığını iddia etti. Dava İbnu
Abbas radıyallahu anhüma'ya götürüldü. İbnu Abbas dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardı: "Eğer insanlara sırf
iddialarıyla, (delil olmadan) talep ettikleri verilseydi, insanlar başkalarının
kan ve mallarını istemeye kalkarlardı. Ancak iddia sahibine beyyine
gerekmektedir. İddiayı inkar edene de yemin gerekmektedir. (Bu kadına) Allah'ı
(yalan yere yemin etmenin günahını) hatırlatın. Ona şu ayeti okuyun: "Allah'ın
ahdini ve yeminlerini az bir pahaya değişenler, işte bunlar için ahirette hiçbir
nasib yoktur" (Al-i İmran 77). Kadına bu hatırlatıldı. Bunun üzerine
kadın suçunu itiraf etti."
4868 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (iddia sahibi iki şahid bulamazsa)
bir yemin ve bir şahid(in yeterli olacağın)a
hükmetmiştir."
4869 Abdullah İbnu Ubeydillah İbni Ebi Müleyke
anlatıyor: "Beni Süheyb radıyallahu anh, Mervan nezdinde, iki ev ve bir odanın
kendilerine ait olduğunu, bunları (babaları) Süheyb'e Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın verdiğini iddia ettiler. Mervan: "Söylediğiniz şeye şahidiniz var
mı?" dedi. Onlar: "İbnu Ömer!" dediler. Mervan, İbnu Ömer'i çağırdı. O,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Süheyb radıyallahu anh'a iki ev ve bir oda
verdiğini söyledi. Mervan sadece onun şehadediyle onlar lehine
hükmetti."
4870 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam zamanında iki kişi bir deve hakkında iddiada bulundular.
Her biri, iki tane şahid getirdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam deveyi
ikiye bölerek aralarında taksim etti."
4871 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir mal hususunda
ihtilaf eden, fakat beyyineleri olmayan) bir kavme yemin teklif etti. (İki taraf
da) birden yemin etmeye koştu. Bunun üzerine (önce) yemin (edecek tarafın
tesbiti için) kur'a çekilmesini emretti."
4872 Ebu Gatafan İbnu
Tarif el Mürri anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit ve İbnu Muti' aralarındaki bir ev
sebebiyle (Medine Valisi) Mervan'a dava açtılar. Mervan, minberde yemin etmesi
şartıyla, evin Zeyd Sabit'e ait olduğuna hükmetti. Zeyd: "Ben onun
için şu yerimde yemin ederim!" dedi. Mervan da: "Hayır! Hukukun
kesinleştiği yerde yemin edeceksin!" dedi. Bunun üzerine Zeyd "Hakkım haktır"
diye yemin etmeye başladı ve minberde yemin etmekten imtina etti.
Mervan bu duruma hayret etti."
4873 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yemin teklif ettiği bir
adama: "Kendinden başka ilah bulunmayan Allah'ın adıyla, o kimsenin
yani dava sahibinin senin yanında malı olmadığına yemin et!"
buyurdu."
4874 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi anlatıyor:
Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hain erkek ve
haine kadının, zani erkek ve zaniye kadının, kardeşine kin taşıyan kimsenin
şehadeti caiz değildir." Tirmizi'de Hz. Aişe'den yapılan bir rivayette,
haine kelimesinden sonra şu ziyade vardır: "Hadd-i kazf'la celde tatbik
edilenin, şehadette (yalanı) tecrübe edilmiş olanın, ev halkına hizmet edenin,
kendisini nisbet ettiği mevla ve akrabaları hususlarında müttehem olan (gerçek
nesebini gizleyen)in."
4875 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bedevinin, köylü aleyhindeki şehadeti caiz değildir."
4876 Eymen
İbnu Hureym İbni Fatik anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Yalan şehadet Allah'a şirkle bir tutulmuştur!" buyurdular
ve ayeti okudular. (Mealen): "...Putlara tapmak gibi bir pislikten ve yalan
sözden de kaçının." (Hacc 30).
4877 Zeyd İbnu Halid radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Size şahidlerin en hayırlısını haber vermeyeyim mi: O kendisine talep
edilmezden önce şehadet etmeye gelendir."
4878 Huzeyme İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir bedeviden bir
at satın almıştı. Aleyhissalatu vesselam, onu eve kadar getirivermesini ve orada
parasını almasını söyledi. Bu sırada kendisi hızlı hızlı yürüdü; bedevi ise ağır
ağır yürüyordu. (Aralarında epeyce bir mesafe hasıl oldu. Bu sırada) bazı
kimseler bedeviye gelip at üzerinde pazarlık yapmaya başladılar. Onu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın satın almış olduğunu kimse bilmiyordu. Bedevi,
Aleyhissalatu vesselam'a seslenip: "Şu atı alacaksan al, değilse
sattım!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bedevinin bu sözünü işitince
adama yönelip: "Ben onu zaten senden satın aldım ya!" buyurdular. Ama
bedevi: "(Bu ne demek?) Vallahi ben onu sana satmadım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Bilakis! Ben onu senden aldım" dedi. Bunun üzerine
bedevi: "Bir şahit getir!" demeye başladı. Hemen Huzeyme
atılıp: "Ben şehadet ederim, siz onu satın aldınız!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam, Huzeyme'ye gelerek: "Ne ile şehadet ediyorsun?" diye
sordu. Huzeyme: "Sana olan tasdikim ile, Ey Allah'ın Resûlü!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam Huzeyme'nin şehadetini iki kişinin şehadeti
yerine koydu." Rezin şu ziyadeyi ilave etti: "Bedevi: "Bu, Resûlullah mı?"
dedi. Ebu Hureyre kendisine: "Peygamberini tanımaman cahillik olarak sana yeter.
Allah Teala Hazretleri doğru söyledi: "Bedeviler küfür ve nifak yönünden daha
şiddetli ve Allah'ın Resûlüne indirdiği emir ve yasakları bilmemeye daha
müsaiddirler" (Tevbe 97). Bedevi bunun üzerine atı sattığını itiraf
etti."
4879 İbnu Abbas radıyallahu anhüma şöyle hitap etmiştir:
"Ey müslümanlar! Peygamberiniz aleyhissalatu vesselam'a indirilen kitap,
Allah'ın en yeni kitabı ve içine hiçbir şey karışmamış olduğu halde, onu okuyup
durduğunuz halde, nasıl olur da Ehl-i Kitab'a (şer'i) birşey sormaktasınız?
Halbuki Allah Teala Hazretleri, Ehl-i Kitab'ın Allah'ın kitabını değiştirip
elleriyle yeni bir kitap yazdıklarını, sonra da az bir menfaatı satın almak
için: "Bu, Allah katındandır" dediklerini haber vermektedir. Bilesiniz, size
gelen ilim, onlara soru sormanızı men etmektedir. Hayır! Vallahi onlardan bir
kişinin bile size inen kitaptan sizlere bir şey sorduğunu
görmüyoruz."
4880 Şa'bi anlatıyor: "Müslümanlardan birine,
Dakûka'da ölüm geldi. Vasiyetine şahidlik edecek hiçbir müslüman bulamadı. Bunun
üzerine Ehl-i Kitap'tan iki kişiyi vasiyetine şahid kıldı. Bunlar Kûfe'ye
geldiler. Ebu Musa el-Eş'ari'yi bulup durumu haber verdiler. Bunlar ölenin
tereke ve vasiyetini beraberlerinde getirmişlerdi. Ebu Mûsa radıyallahu anh
onlara: "Bu hadise, Resûlullah aleyhissalatu vesselam devrinden
sonra hiç görülmeyen bir hadisedir" dedi. İkindi namazından sonra onlara, ihanet
etmedikleri, yalan söylemedikleri, vasiyeti tebdil etmedikleri, gizlemedikleri,
değiştirmedikleri, söylediklerinin o adamın vasiyeti, getirdiklerinin de
terikesi olduğuna dair yemin ettirdi. Sonra şehadetlerini(n gereğini yerine
getirip) uygulamaya koydu."
4881 Behz İbnu Hakim an ceddihi
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir adamı bir töhmet sebebiyle
hapsetti, sonra da serbest bıraktı."
4882 Yine Behz İbnu Hakim
aynı tarikten naklediyor: "Kardeşi veya amcası, hutbe vermekte olan Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a doğrulup: "Komşularım (ve kavmim, ashabın tarafından)
niçin tutulup hapsedildiler" dedi. Aleyhissalatu vesselam (cevap vermeyip)
yüzünü çevirdi. (Adam aynı sözü tekrar edince) ikinci sefer yüzünü çevirdi.
Sonra adam (saygıyı taşan) bir şey söyledi. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "Bunun komşularını salıverin!"
buyurdu."
4883 İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Ensar'dan bir erkek, hurma ağaçlarını suladıkları Harre'nin su arkı yüzünden
Zübeyr radıyallahu anh'la ihtilafa düşüp Resûlullah'ın huzurunda murafa'a
oldular. Resûlullah (ihtilaflarını dinledikten sonra) Zübeyr'e: "Ey
Zübeyr (önce) sen sula, suyu sonra da komşuna sal!" buyurdular. Ensari bu hükme
kızdı ve: "Böyle hükmetmen, o senin halaoğlun olmasındandır!" dedi. Resûlullah
bu söze çok kızdı, yüzü renk renk oldu ve: "Ey Zübeyr! Önce sen sula, sonra
duvara ulaşıncaya kadar da suyu tut!" dedi. Zübeyr dedi ki: "Vallahi öyle
zannediyorum ki şu ayet bu hadise ile ilgili olarak indi. (Mealen):
"Hayır öyle değil! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında kimi oraya kimi buraya
çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin
hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça
iman etmiş olmazlar" (Nisa 65).
4884 Sa'lebe İbnu Ebi Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Kureyş'ten bir adamın Beni Kureyza'da bir payı
vardı. Suyun paylaştıkları Mehzûr ve Müzeynib vadisinin suyu hususunda ihtilafa
düşerek Aleyhissalatu vesselam'a müracaat ettiler. Resûlullah aralarında: "Su
hakkı topuklara kadardır. Üstteki, alttakine bundan fazlasına mani olamaz" diye
hükmetti."
4885 Haram İbnu Sa'd İbni Muhaysa anlatıyor: "Bera İbnu
Azib radıyallahu anh'a ait bir at, Ensar'dan bir zatın bahçesine girdi ve zarar
meydana getirdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "Mal
sahibinin, malını gündüzleyin; hayvan (mevaşi) sahibinin de hayvanını geceleyin
muhafaza etmesine hükmetti."
4886 Rafi' İbnu Hadic radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
başkasının tarlasına onların izni olmadan ekim yaparsa, ektiğinde hiçbir hakka
sahip olamaz, ona sadece nafakası verilir."
4887 Ebu Said
radıyallahu anh anlatıyor: "İki kişi, bir hurma ağacının harimi hususunda
ihtilaf ederek Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a başvurdular. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ağacın ölçülmesini emir buyurdular. Yedi veya beş zira
olduğu tesbit edildi. Aleyhissalatu vesselam (harimin) o kadar olmasına
hükmetti."
6668 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam beni Yemen'e gönderdi. "Ey Allah'ın Resûlü dedim. Sen
beni gönderiyorsun. Halbuki ben gencim ve aralarında davalarını hükme
bağlayacağım. Ben ise daha hükmetmeyi bilmiyorum!" Ali devamla der
ki: "Bunun üzerine Resûlullah eliyle göğsüme vurdu ve: "Allahım, kalbine
hidayet, diline hakta sebat ver!" diye dua etti." Ali der ki: "O
günden sonra, iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüt
etmedim."
6669 Abdullah (İbnu Mes'ud) radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Halk arasında
hüküm veren hiç kimse yoktur ki, Kıyamet günü bir melek ensesinden tutmuş olarak
onu getirmesin. Sonra melek başını semaya kaldırır. Eğer (meleğe): "Onu at!"
diyen olursa melek onu cehennemin öyle derin bir çukuruna atar ki, kırk yılda o
çukurun dibine varabilir."
6670 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhakkak ki ben
bir insanım. Sizden bazısı, delilini beyanda diğerlerine nazaran daha
belagatlıdır. Bu sebeple, ben, kimin lehinde diğer kardeşimin hakkından bir
parça kesersem, şüphesiz ona ateşten bir parça kesmiş
olurum."
6671 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yaş bir misvak çubuğu için bile olsa, şu
minberimin yanında bile bile yalan yere yemin eden hiçbir köle ve cariye yoktur
ki ona cehennem vacip olmasın."
6672 Semure İbnu Cündeb
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kimsenin bir eşyası kaybolsa veya çalınsa, sonra bunu bir adamın satmakta
olduğunu görse, o mala sahibi ehaktır. Onu satın almış olan kimse satandan
bedelini geri alır."
6673 Beni Sûe kabilesinden bir adam
anlatmıştır: "Ben Hz. Aişe radıyallahu anha'ya: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın ahlakını bana haber ver!" demiştim. Şu cevapta bulundu: "Sen
Kur'an'ın "Ve hiç şüphesiz sen pek yüce bir ahlak üzerindesin" (Kalem 4) ayetini
okumadın mı?" (Aişe radıyallahu anha sözüne devamla) dedi ki: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün) ashabıyla birlikte (hücremde) idiler. Kendisine
yemek yapmıştım. Hafsa da yemek yapmıştı. Ama yemeği hazırlamada Hafsa benden
önce davrandı. Ben cariyeme: "Git Hafsa'nın yemeğini dök!" dedim. O(nun
cariyesi) yemeği Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın önüne tam koyacağı sırada
cariyem yetişip ona vurdu ve tabak kırıldı, yemek ortalığa dağıldı. Resûlullah
çabuk davranıp (kırıkları) bir araya getirdi, deri sofra üzerine dökülen
yemekleri topladı ve (ashabıyla) yediler. Sonra Resûlullah aleyhissalatu
vesselam benim kabımı (kırılana bedel, içindeki yemekle birlikte) Hafsa'ya
gönderdi ve: "Kırılan kabınız yerine bu kabı alınız, içerisindeki yemeği de
yiyiniz" buyurdu." Aişe devamla der ki: "Ben işlediğim (bu densizliğe hak
ettiğim gücenmenin izini) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın mübarek
yüzlerinde hiç görmedim."
6674 İkrime İbnu Seleme'den rivayet
edildiğine göre: "Belmuğire'den iki kardeşten biri duvarının üzerine hatıl
koydurmamaya köle azad etmek üzere yemin etti. Sonra Mücemmi' İbnu Yezid ile
ensardan birçok kimse yanına gelip: "Şehadet ederiz ki, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Hiçbiriniz komşusunun hatılını duvarına saplamasına
mani olmasın" buyurdu" dediler. Adamcağız bunun üzerine: "Ey kardeşim! Senin
lehinde benim aleyhimde hüküm verilmiş oldu. Ben (koydurmayacağım diye köle
azadı üzerine) yemin etmiştim. Bari, sen benim duvarımın yanına bir direk koy ve
hatılını bu direk üzerine at (böylece benim de yeminim bozulmasın)"
dedi."
6675 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse, duvarına, komşusunun hatıl
saplamasına mani olmasın."
6676 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yolun (genişliği
hususunda) ihtilafa düşerseniz yedi zira' yapın."
6677 Ubade
İbnu's-Samit ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle hükmetmiştir: "Zarara sokmak ve zarara karşı zarar
vermek yoktur."
6678 Cariye (İbnu Zafer el-Hanefi) radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir grup insan, aralarında yer alan ve sazlıktan mamul bir çardağın
mülkiyeti hakkındaki ihtilaflarını çözdürmek üzere Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a başvurdular. Aleyhissalatu vesselam, onlara, meselelerini çözmesi
için Huzeyfe radıyallahu anh'ı gönderdi. Huzeyfe gidince, kulübe kamışlarını
bağlayan ipin tesbit edildiği yere daha yakın olanlar lehinde hükmetti. Huzeyfe,
Aleyhissalatu vesselam'ın yanına dönünce nasıl hükmettiğini haber verdi.
Aleyhissalatu vesselam: "İsabet ettin ve güzel hükmettin!" buyurarak
taktirlerini ifad etti."
6679 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Kureyşliler kahine bir kadına gelip: "(Hz. İbrahim aleyhisselam'ın
ayak izinin bulunduğu bilinen Makam-ı İbrahim'deki taşı kastederek) şu makam
sahibine, iz yönüyle en çok benzeyeni bize bildir!" dediler. Kahine:
"Suyun sürüklediği kum kadar ince olan şu toprak üzerine bir bez yayıp sonra da
üzerinden yürürseniz, ben istediğinizi haber veririm!" dedi. Söylendiği gibi bir
bez yaydılar, sonra halk üzerinde yürüdü. Kahine kadın Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın ayak izini görünce: "Ona benzemede bu, en ileri olanınız!" dedi. Bu
hadiseden sonra yirmi yıl-veya Allah'ın dilediği-kadar bir zaman geçince Allah
Teala hazretleri, Muhammed Mustafa'yı peygamber olarak
gönderdi."
6680 Abdülhamid İbnu Seleme'nin dedesi radıyallahu anh
anlatıyor: "(Boşanan) annesi ile babası, kendisini yanında tutmak hususunda
ihtilafa düşerek, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a başvurdular. Bunlardan
biri kafir, diğeri müslüman idiler. Aleyhissalatu vesselam çocuğu (anne veya
babadan birini seçmede) muhayyer bıraktı. Çocuk kafir olanı tercih etmişti ki,
Aleyhissalatu vesselam: "Allahım, onu doğruya yönelt!" diye dua buyurdu. Bunun
üzerine çocuk müslüman olana yöneldi. Böylece çocuğu müslüman olana
verdi."
6681 Muhammed İbnu Yahya İbnu Habban radıyallahu anh
anlatıyor: "O benim dedem Munkız İbnu Amr'dır. (Bir savaşta başından derin bir
yara almıştı. Bu yara onun dilini kırmıştı (normal konuşamıyordu). Buna rağmen
o, ticareti bırakmamıştı. Alış-verişte hep aldatılırdı. Bunun üzerine Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gelerek durumunu anlattı. Aleyhissalatu vesselam, "Sen
alış-veriş edince: "(Dinimizde) aldatma yok!" de! Ayrıca sen, satın aldığın her
malı geri verme hususunda üç geceye kadar muhayyersin. (Bu üç günlük muhayyerlik
müddetinden) sonra rızan varsa malı tut, yoksa malı sahibine geri ver"
buyurdu."
6682 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh'ı
alacaklılarından kurtardı. Sonra onu Yemen'e amil (vali) olarak yolladı. Bunun
üzerine Hz. Muaz şöyle dedi: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (elimde mevcut)
malımla beni borçlardan halas etti, sonra da Yemen'e amil tayin
etti."
6683 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer
radıyallahu anh bize Cabiye'de hitap etti ve dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, tıpkı benim sizin aranızdaki şu kalkmam gibi bizim aramızda hitap için
ayağa kalktı ve dedi ki: "Ashabım, bunları takip edenler (tabiin) ve onları da
takip edenler (etbauttabiin) hakkında bana riayetkar olun (benim hatırım için
onlara da saygılı olun). Onlardan (Etbauttabiinden) sonra yalan yaygınlaşacak,
öyle ki, kişi kendisinden şahitlik istenmediği halde şehadette bulunacak, yemin
talep edilmediği halde yemin edecek."
6684 Ebu Saidi'l-Hudri
radıyallahu anh, Bakara suresinin (mealen) "Ey iman edenler! Birbirinize belirli
bir müddet için borçlandığınız zaman!" diye başlayan (ve müdayene ayeti olarak
bilinen ve Kur'an-ı Kerim'in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. ayetini)
"...Eğer bazınız bazınıza güvenirse -yani borcu, sened, şahidler veya rehinle
tevsik etmeye gerek duymazsa- kendisine güvenilmiş olan borçlu kimse borcunu
ödesin..." ayetine gelince: "Bu ayet, bundan önceki ayeti neshetti"
dedi".
6685 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(İslam dinine
göre) hain erkek ve haine kadının, müslüman iken hadd cezasına çarpılan kimsenin
şahidliği makbul değildir. Keza kin ile husumet sahibinin kin beslediği kimse
aleyhine şahidliği caiz değildir."
6686 Sürrak radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir erkeğin şahitliğini ve talibin
(davacının) yeminini geçerli saydı."
6687 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yalancı
şahidin ayakları, (daha şehadet mahallinden) ayrılmadan Allah Teala hazretleri
ona cehennemi vacip kılar."
6688 Hz. Cabir İbnu Abdillah
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ehl-i Kitab'ın
birbirlerine şahitlik etmelerine izin verdi."
[TOP]
DAVET
Kimlik alan
3928 İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Davet edildiğiniz zaman bu
davete icabet edin." (Nafi der ki:) "İbnu Ömer, oruçlu bile olsa, düğün ve diğer
davetlere mutlaka icabet ederdi."
3929 Ebu Davud'un diğer bir
rivayetinde: "Kim davet edildiği halde icabet etmezse, Allah ve Resulune isyan
etmiş olur. Kim de, davetsiz olarak bir sofraya oturursa, hırsız olarak girer.
Yağmacı olarak çıkar" denilmiştir.
3930 Humeyd İbnu Abdirrahman
el-Himyeri'in ashabından bir kimseden naklettiğine göre, Resulullah
aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardır: "iki kişi birden davet ederse kapı
itibariyle hangisi yakınsa ona icabet et. Çünkü kapısı daha yakın olan
komşulukta daha yakındır. Bunlardan biri önce davet etmiş ise, önce davranana
icabet et!"
3931 Ebu Mes'ud El-Ensarı radiyallahu anh anlatıyor:
"Ensar'dan Ebu Su'ayb adında bir zat vardı. Bunun et satışı yapan bir kölesi
vardı. (Bir Gün) Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı gördü ve yüzünden acıkmış
olduğunu anladı. Kölesine: "Bize beş kişilik yemek hazırla! Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı da beşin beşincisi olarak davet etti. Onları bir kişi
daha takib etti. kapıya geldiklerinde Resulullah aleyhissalatu vesselam (ev
sahibine): "Bize bu da uydu, istersen ona da izin ver, istersen dönsün!"
buyurdular. Adam: "Ey Allah'ın Resulu, ona da izin veriyorum!"
dedi."
3932 Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın İranlı bir komşusu vardı, güzel et yemeği yapardı.
(Bir Gün) Resulullah aleyhissalatu vesselam için yemek hazırladı. Sonra davet
etmeye geldi. Resulullah aleyhissalatu vesselam Aişe'yi göstererek: "şunun için
de davet var mı?" diye sordu. Adam: "hayır!" deyince, Aleyhissalatu vesselam da:
"hayır, (davetinizi kabul etmiyorum)!" cevabını verdi. Adam dönüp, davetini
tekrarladı. Resulullah da: "Ya şu?" diye Hz. Aişe için de izin istedi. Adam:
"hayır!" dedi. Resulullah da: "hayır!" cevabını verdi. Sonra adam tekrar davet
etmeye geldi. Resulullah da: "Ya şu!" diye ısrar etti. Adam bu sefer; "Evet (o
da davetli)!" dedi. (Resulullah ve Hz. Aişe) ikisi birlikte kalkıp birbirleriyle
şakalaşarak davet sahibinin evine geldiler."
3933 Hz. Enes
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Abdurrahman İbnu
Avf radiyallahu anh'ın elbisesinde bir sarılık görmüş idi. "Hayrola, bu da ne?"
diye sordu. Abdurrahman: "Bir kadınla, bir nevat ağırlığında mehir ödeyerek,
evlendim!" açıklamasını yaptı. Aleyhissalatu vesselam: "Allah (evliliği) sana
mübarek etsin, ancak bir koyunla da olsa bir ziyafet ver!"
buyurdular."
3934 Yine Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Zeyneb Bintu'l-Cahs'in düğününde verdiği
ziyafeti, diğer zevcelerinin hiç birinin düğününde vermemiştir. Bu düğünde bir
koyun kesti." Bir rivayette şöyle der: "(Zeyneb'in düğününe
gelenlere doyarak sofrayı terketmelerine kadar ekmek ve et
yedirdi."
3935 Yine Hz. Enes demiştir ki: "Safiyye Bintu Huyeyy'in
nikahında Resulullah aleyhissalatu vesselam sevik ve hurma ile ziyafet
verdi."
3936 Buhari merhumun kaydettiğine göre: "Safiyye Bintu
Seybe radiyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
hanımlarından birinin düğününde iki mudd miktarında arpa(dan yapılan yemek) ile
ziyafet verdi."
3937 İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Düğün yemeği, düğünün birinci
günü haktır, ikinci günü sünnettir, üçüncü günü desinler içindir. Kim desinler
için is yaparsa Allah da ona göre muamele yapar."
3938 A'rac, Ebu
Hureyre radiyallahu anh'tan naklen anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
diyordu ki: "En şerli yemek, sadece zenginlerin çagrılıp fakirlerin çağrılmadığı
yemektir. Kim de davete icabet etmez, yemeğe gelmezse, Allah ve Resulune asi
olmuştur." Bir diğer rivayette: "(Yemeğin kötüsü) gelene verilmeyen, ona
gelmeyeceklerin davet edildiği yemektir"
denilmiştir.
[TOP]
DİL
KİMLİK alan
5872 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan anlatıyor: "Ademoğlu sabaha
erdimi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira
biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen
sapıtırsan biz de sapıtırız!" derler."
5873 Süfyan İbnu Abdillah
radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, uyacağım bir amel tavsiye
et bana!" şu cevabı verdi: "Rabbim Allah'tır de, sonra doğru
ol!" "Ey Allah'ın Resûlü dedim tekrar. Benim hakkımda en çok
korktuğunuz şey nedir?" Eliyle dilini tutup sonra: "İşte şu!"
buyurdu."
5874 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'a ve ahiret gününe
inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun." Tirmizi'nin İbnu Ömer
radıyallahu anh'tan yaptığı diğer bir rivayette Resûlullah: "Kim susarsa
kurtulur" buyurmuştur.
5875 Ali İbnu'l-Huseyn, Ebu Hureyre
radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının
güzelliğinden ileri gelir."
5876 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: "Cennet mübarek olsun!" Resûlullah
aleyhissalatu vesselam sordu: "Nereden biliyorsun? Belki de o
malayani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik
etti!"
5877 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kul (bazan), Allah'ın
rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah onun
sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın
hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah,
o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar."
5878 Kays
İbnu Ebi Hazım rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Zeyneb
adında Ahmesli bir kadının yanına girmişti. Onun hiç konuşmadığını gördü: "Nesi
var, niye konuşmuyor?" diye sordu. Oradakiler: "Hiç konuşmadan hacc
yapıyor!" dediler. Hz. Ebu Bekr kadına: "Konuş. Zira bu yaptığın
helal değil, bu cahiliye işidir" dedi. Kadın da konuşmaya başladı.
Önce: "Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Ebu Bekr:
"Muhacirlerden biriyim!" dedi. "Hangi muhacirlerdensin?"
"Kureyş'ten." "Kureyş'ten kimlerdensin?" "Oo! Sen çok
soru sordun! Ben Ebu Bekr'im." "Allah'ın cahiliyeden sonra bize
lutfettiği bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacağız?"
"İmamlarınız müstakim (doğru yolda) oldugu müddetçe bakisiniz.
"İmamlar ne demek?" "Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka
emrederler halk da onlara itaat eder?" "Evet!" "İşte
onlar imamlardır."
5879 Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Münafığa "efendi"
demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah'ı
kızdırırsınız."
5880 Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ademoğlu'nun,
emr-i bi'l-ma'ruf veya nehy-i ani'l-münker veya Allah Teala hazretlerine zikir
hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir."
5881 İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, insanlardan, sığırların
dilleriyle toplamaları gibi, dilleriyle toplayan belagat sahiplerine
buşzeder."
5882 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, insanların
kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah Kıyamet günü, ondan
ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!"
5883 İbnu Mesûd
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kelamda ileri gidenler helak oldular. Kelamda ileri gidenler
helak oldular!.Kelamda ileri gidenler helak oldular!"
5884 İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir
hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti.
Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Beyanda mutlaka
bir sihir var!" buyurdular."
5885 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben,
haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti
ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü,
ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti
ediyorum."
5886 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sana günah
olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı
açar)."
5887 Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse: "Ramazanın
tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum" demesin."
(Hadisi Ebu Bekre'den rivayet eden Hasan Basri der ki:) "Bilemiyorum,
Aleyhissalatu vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı
mekruh addetti veya "uyumak da lazım yatmak da" mı de(mek
iste)di?"
5888 Sehl İbnu Hanif radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sakın biriniz:
"Nefsim pis oldu!" demesin, aksine: "Nefsim kötü oldu"
desin."
5889 İmam Malik'e Yahya İbnu Saidden ulaştığına göre "Hz.
İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: "Selametle yoldan çekil!" der. Yanında
bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?" diye sorarlar. (O ise domuz
kelimesini diliyle telafuz etmekten çekindiğini ifade eder ve:)
"Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!" cevabını
verir."
5890 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit:
"Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat: "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle
söylüyorlar?" derdi."
5891 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam huyurdular ki: "Allah'ın zikri
dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe
kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi
katı olanlardır."
5892 Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimde dört şey
vardır, cahiliye işlerindendir, bunları terketmeyeceklerdir:
-Haseble iftihar -Nesebi sebebiyle insanlara ta'n,
-Yıldızlardan yağmur bekleme, -(Ölenin ardından) matem!"
Resûlullah sözlerine şöyle devam etti: "Matemci kadın, şayet tevbe etmeden
ölecek olursa, Kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek
olduğu halde (kabrinden) kaldırılır."
5893 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın huzuruna girmek
için izin istemişti. Aleyhissalatu vesselam: "Bu aşiretin kardeşi ne kötü!"
buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam
gidince: "Ey Allah'ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle
söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı
verdi: "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah
Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak
halkın kendini terkettiği kimsedir."
5894 Adiyy İbnu Hatim
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında bir
adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: "Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru
yolu bulmuş, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır."
Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: "...Kim
Allah ve Resülüne isyan ederse..." buyurdular."
5895 Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah'ın istediği ve falanın istediği" demeyin, lakin şöyle deyin: "Allah'ın
istediği, sonra da falanın istediği."
5896 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kimsenin "İnsanlar helak oldu!" dediğini duyarsanız, bilin
ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır."
5897 Yine Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler
hariç. Kişinin geceleyin işledigi kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah
olunca o: "Ey falan, hu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin
Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah'ın örtüsünü
açar. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir."
5898 Avf İbn
Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emir veya (emirin
tayin edeceği) memur veya tekebbür sahibi yapar."
[TOP]
DİYET
Kimlik alan
1874 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki.: "Kim hataen öldürülürse, diyeti yüz devedir; bunlardan otuzu
bintü mehaz (iki yaşına girmiş dişi deve), otuzu bintü lebün (üç yaşına girmiş
dişi deve), otuzu hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve), on tane de ibnu lebündur
(üç yaşına girmiş erkek deve)." Tirmizi'nin rivayetinde şöyle denir: "Kim
taammüden (kasıtla) öldürürse, öldürülenin velilerine teslim edilir, dilerlerse
öldürürler, dilerlerse diyet alırlar. Bu 30 hıkka (dört yaşına giren dişi deve):
30 cezea (beş yaşına girmiş dişi deve); 40 aded halife (hamile deve) dir. Ayrıca
ne üzerine sulh yaptıysalar bu da onlarındır. Bu, diyetin şiddetini
artırmaktır."
1875 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hataen öldürmede diyet
olarak yirmi hıkka, yirmi cezea, yirmi bintu mehaz, yirmi bintu lebün ve yirmi
benü lebün vardır."
1876 Hz. Ali (radıyallahu anh) demiştir ki:
"Şibhu'l amd'in diyeti üç kısımdır. 33 adet hıkka, 33 adet cezea, 34 adet
seniyye-bazil arası devedir. (Seniyye altı yaşına, bazil de dokuz yaşına basmış
deveye denir.)" Yine Hz. Ali şunu da rivayet etmiştir: "Hataen
öldürmede diyet dört kısımdır: 25 hıkka, 25 cezea, 25 bintu lebün, 25 bintu
mehaz." AbduIIah İbnu Amr İbni'I-As (radıyallahu anhüma)'ın Ebu Davud ve
Nesai de merfu olarak kaydedilen bir rivayetinde şöyle denmiştir: "(Cürüm
sırasında) kamçı ve değnek kullanıldığı müddetçe hata, Şibhu'l
amd'dir."
1877 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadının
diyeti, erkeğin diyetine, diyetin üçte bir miktarına kadar
eşittir."
1878 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öldürülen mükateb hakkında, azad edilen
miktarınca hür diyetine göre, geri kalan kısmı için de köle diyetine göre
hesaplanmasına hükmetti."
1879 Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an
ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Muahedin diyeti hür kimsenin diyetinin
yarısıdır."
1880 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Beni Amir'den iki kişinin diyetini,
Müslümanların diyet miktarına göre ödedi. (Müslümanlar tarafından hataen
öldürülen) bu iki kişi ile Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın muahedesi
(antlaşması) vardı."
1881 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Ehl-i zimmetin diyeti, Müslümanların diyetinin yarısıdır. Ehl-i zimmet de
Yahudi ve Hıristiyanlardır."
1882 Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an
ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kafirin diyeti, mü'minin diyetinin yarısıdır."
4Tirmizi,
1883 Süleyman İbnu Yesar (rahimehullah) anlatıyor: "Zeyd
İbnu Sabit (radıyallahu anh) derdi ki: "Göz yerinde kalır, fakat nuru sönerse
diyeti yüz dinardır."
1884 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yerinde
sabit kalarak kör olan göz hakkında diyetin üçte birine hükmetti."
Nesai'nin rivayetinde şöyledir: "Resûlullah : "Yerinde sabit duran kör gözün
kapanması halinde diyetinin üçte birine hükmeti."
1885 Hadisin
Nesai'deki vechinde şu ziyade vardır: "Resulullah aleyhisselatu vesselam,
yerinde sabit duran kör gözün kapanması (yani cisminin patlatılması) halinde
diyetinin üçte birine, çolak elin kesilmesi halinde diyetinin üçte birine,
kararmış dişin sökülmesi halinde diyetinin üçte birine
hükmetti.
1886 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) "Dişlerin diyeti beşer
dinardır." buyurdu.
1887 İbnu'l- Müseyyeb (rahimehullah)
anlatıyor: "Ömer İbnu'l Hattab (radıyallahu anh) her azı diş için bir deveye
hükmetti. Hz. Muaviye (radıyallahu anh) ise her azı diş için beş deveye
hükmetti."
1888 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şu ve şu -yani serçe
parmakla baş parmak- diyette eşittirler." Tirmizi'nin rivayetinde şu
ziyade mevcuttur: "İki elin parmaklarıyla iki ayağın parmakları da eşittir. Her
bir parmağın diyeti on devedir." Nesai'deki ziyade şöyledir:
"Parmaklar hakkında diyet, onar onardır."
1889 Amr İbnu Şuayb an
ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Mûzıha olan yaraların diyeti beşer
devedir."
1890 Abdullah İbnu Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni
Hazm, babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın İbnu
Hazm'a diyetler hakkında yazdığı talimatta şu hususlar da vardı: "Nefis için
(diyet olarak) yüz deve, burun tamamiyIe koparılacak olursa diyet-i kamile,
me'mûme (denen ve beyin zarına kadar ulaşan yara) için diyetin üçte biri, caife
(denen karın veya başın boşluğuna ulaşan yara) için de bunun kadar; göz için
elli, ayak için de elli, vücudda bulunan her parmak için on deve, her diş için
beş, müzıha (denen ve kemiğe ulaşan yara) için beş deve (lik diyet
vardır)." Nesai'nin bir rivayetinde şu ibare yer alır: "Nefis için diyet-i
kamile; burun tamamen koparılmış ise diyet-i kamile, dil için diyet-i kamile,
iki dudak için diyet-i kamile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin
kamburlaşması) için diyet-i kamile iki yumurta (husye) için diyet-i kamile,
zeker (erkek tenasül uzvu) için diyet-i kamile, sulb (bel kemiğinin kırılıp
kişinin kamburlaşması) için diyet-i kamile, iki göz için diyet-i kamile, bir
ayak için diyet-i kamilenin yarısı, me'müme (beyin zarına ulaşan yara) için
diyet-i kamilenin üçte biri, caife (baş veya karın boşluğuna ulaşan yara) için
diyet-i kamilenin üçte biri, münekkile (küçük kemik çıkan yara) için on beş
deve, el veya ayak parmaklarından her biri için on deve, (her bir) diş için beş
deve, müzıha (kemiğe ulaşan yara) için beş deve (diyet olarak verilir). Erkek,
kadına karşı öldürülür, altını olanlardan (diyet-i kamile olarak) bin dinar
alınır."
1891 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hatanın diyetini, köylerde
yaşayanlar için dört yüz dinar olarak veya buna denk kıymette gümüş olarak
değerlendirir, bunu da develerin fıyatlarını esas alarak tesbit ederdi. (Söz
gelimi) develer pahalanınca (diyetin dinar ve dirhem miktarında) yükseltme
yapar, develerin kıymeti düşünce de (diyetin dinar ve dirhem miktarında) indirme
yapardı. (Hataen işlenince cinayetlerin diyeti Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) zamanında dört yüz dinarla sekiz yüz dinar arasına ulaştı. Bunun gümüş
nev'inden muadili sekiz bin dirhem idi. Sığır besleyenlere (diyet olarak) iki
yüz sığır hükmetti. Diyetini davar cinsinden vermek isteyene iki bin davara
hükmetmiştir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Diyet,
öldürülenin varisleri arasında yakınlık derecelerine göre, (yani Kur'an'da
belirtiIen nisbet üzere, diğer tereke malları gibi) taksim edilir.
(Ashabu'I-feraiz'den) artan olursa asabe (denen akraba)ya geçer."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) uzuvlar hakkında, daha önce geçtiği şekilde
hükmetti."
1892 İbnu Abbas hazretleri (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Parmaklar
diyette eşit değerdedir. Dişler de aralarında eşittirler. Köpek dişi, azı dişi
eşittir. Bunlar öbürlerine diyet meselesinde denktirler."
1893 Amr
İbnu Şuàyb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor. "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yerinde sabit duran (bakar) kör gözün (cinayet
sebebiyle) kapanması halinde, diyetinin, normal diyetinin üçte biri olacağına
hükmetti. Keza sakat elin kesilmesi halinde, diyetinin normal diyetinin üçte
biri kadar olacağına, siyahlaşmış dişin (cinayet sebebiyle) düşmesi halinde,
normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti."
1894 Ebu Hüreyre
hazretleri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hüzeyl kabilesinden iki kadın
birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerine bir taş atarak kadını da, karnındaki
yavruyu da öldürdü. Dava Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e geldi.
Efendimiz, ceninin diyetini bir gurre olarak hükme bağladı. Gurre kadın veya
erkek bir köle demektir." Ebu Davud'un bir rivayetinde şu ziyade
vardır: ".. veya katır veya ata hükmetti. Kadının diyetini akilesi üzerine
hükmetti. Kadına çocukları ve onlarla birlikte olanlar varis
oldular."
1895 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında diyet-i kamilenin
kıymeti sekiz bin dirhem idi. Ehli Kitab'ın diyeti de o gün, Müslümanların
diyetinin yarısına denkti. Bu durum Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın halife
olmasına kadar devam etti. Halife olunca bir hutbesinde "Artık deve pahalandı"
dedi ve diyeti altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine on iki bin dirhem,
sığır sahiplerine iki yüz sığır, davar sahiplerine iki bin koyun, elbise
sahiplerine de iki yüz takım elbise olarak tesbit etti. Ehl-i zimmetin diyetini,
(Hz. Peygamber devrinde ne idiyse) olduğu gibi bıraktı, hiçbir yükseltme
yapmadı."
1896 Ziyad İbnu Sa'd İbni Dumeyre es-Sülemİ an ebihi an
ceddihİ (radıyallahu anh) -ki bunlar (Sa'd ve Dumeyre) Resûlullah (Aleyhisslatu
vesselam) ile birlikte Huneyn'e katılmışlardı- anlatıyor: "Muhallem İbnu Cessame
el-Leysi, Müslüman olduktan sonra Eşca' kabilesinden birisini öldürmüştü. Bu,
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in hüküm verdiği ilk diyet vak'ası oldu.
Uyeyne öldürülen Eşcai'nin katli hususunda ileri geri konuştu. Çünkü (Uyeyne)
kendisi de Gatafanlı idi. Akra İbnu Habis de Muhallem'in taraftarı (olarak
müdafaa için) konuştu, çünkü o da Hındef'ten idi. Derken (münakaşa ilerledi)
sesler yükselmeye başladı, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) müdahale ederek, "Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?"
diye sordu. "Hayır! Vallahi harb ve ızdırabtan benim kadınlarıma
ulaştırılan, onun kadınlarına ulaşmadıkça kabul etmiyorum!" cevabını verdi.
Sonra bağırmalar yükseldi, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) tekrar araya girip: "Ey Uyeyne, diyet kabul etmez
misin?" dedi. Uyeyne önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bu hal, Beni Leys'ten
üzerinde silah ve elinde de deriden mamul bir kalkan bulunan Mukeytil adında
birinin kalkıp, "Ey Allahın Resülü! Bunun (Muhallem'in) İslam'ın başında yaptığı
şu cinayete misal olarak, su içmek üzere havuzun başına koşan koyun sürüsünü
gösterebileceğim. Sürünün ilk gelenlerine (öldürülmek veya uzaklaştırılmak üzere
taş veya ok) atılır, arkadan gelenler de korkarak kaçarlar. Bugün hüküm koy
yarın değiştir!" demesine kadar devam etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine (Muhallem'e dönüp) hemen şu hükmü
verdi. "Derhal huzurumuzda elli deve vereceksin, elli deve de
Medine'ye dönüşümüzde vereceksin!" Bu vak'a Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın seferlerinin birinde cereyan etmişti. Muhallem uzun
boylu, esmer birisi idi, cemaatin kenarında bulunuyordu. O ölümden kurtuluncaya
kadar halk oradan ayrılmadı. Resûlullah'ın (bu nihai hükmünden sonra) önüne, iki
gözünden de yaşlar akar vaziyette oturdu ve: "Ey Allah'ın Resülü!
Ben size ulaşan cinayeti işlemiş bulunuyorum. Ben Allah'a tevbe ettim. Sen de
benim için ey Allah'ın Resülü, Allah'tan mağrifet dileyiver!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yüksek sesle: "Sen onu İslàm'ın başında
silahınla mı öldürdün! Allah'ım, Muhallem'i mağrifet etme!" dedi.
Ebu Seleme şu ilavede bulunur: "Muhallem göz yaşlarını ridasının ucuyla silerek
kalktı." İbnu İshak der ki: "Muhallem'in kavmi, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın daha sonra onun için Allah'a istiğfar ediverdiğine
inanıyorlardı."
1897 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Diyet aldıktan sonra
(katili) öldüren kimseyi asla affetmem."
1898 Amr İbnu Şuayb'ın
rivayetine göre: "Beni Müdlic'ten Katade adında bir adam, oğluna bir kılıç
fırlattı. O da bacağına isabet etti. Yaradan fasılasız kan kaybı oldu ve oğlan
öldü. Süraka İbnu Cu'şum Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelip durumu haber verdi.
Hz. Ömer: "Kudeyd suyuna yüz yirmi deve hazırla, ben oraya geleceğim" dedi. Ömer
(radıyallahu anh) oraya gelince bu develerden otuz hıkka (dört yaşına giren dişi
deve), otuz cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) ve kırk halife (hamile deve)
aldı. Ve sordu: "Maktülün kardeşi nerede?" "İşte benim!"
dedi. "Al bunları! Zira Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurmuştu: "Katile (ne diyetten, ne mirastan) hiç bir hisse
yoktur."
1899 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Huzeyl
kabilesinden iki kadın, biri diğerini öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin kocası
ve birer oğlu vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz maktülenin
diyetini ödeme işini, katilenin (öldüren kadının) akilesine yükledi, kocasını ve
oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Çünkü bu ikisi Huzeyl'den değillerdi. Maktülenin
akilesi, "ölenin mirası da bize aittir" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Hayır! Mirası, kocasına ve oğluna aittir!"
buyurdu."
1900 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Ebu Cehm İbnu Huzeyfe'yi zekat tahsildarı olarak
gönderdi. Adamın biri sadaka ödeme meselesinde onunla inatlaştı. Ebu Cehm
(radıyallahu anh) de adama vurup başından yaraladı. Hemen Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e gelip: "Ey Allah'ın Resülü, kısas
istiyoruz" dediler. Resûlullah onlara: "Size şu şu miktir diyet
vereyim!" dedi ise de razı olmadılar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
miktarını daha da artırarak: "Size şu şu miktar diyet vereyim" dedi.
Onlar yine razı olmadı. Hz. Peygamber (daha da artırarak): "Size şu
şu kadar diyet vereyim" dedi. Bu sefer razı oldular. Bunun üzerine
aleyhissalatu vesselam Efendimiz: "Ben bu akşam halka konuşup,
onlara razı olduğunuzu bildireceğim!" dedi. "Pekala" dediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hitabesinde: "Bu Leysliler bana kısas
talebiyle geldiler. Ben onlara (kısasa bedel) şu şu miktar diyet teklif ettim,
onlar da razı oldular, siz de razı mısınız?" diye sordu. Fakat
berikiler: "Hayır, razı değiliz!" dediler. Mühacirün onlara kızıp
üzerlerine yürüdü. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara dokunmamalarını
emretti, Muhacirun da ileri gitmekten vazgeçti. Sonra onları çağırıp, onlara
verdiğini artırdı ve sordu: "Razı oldunuz mu?" "Evet"
dediler. Resûlullah tekrar: "Ben halka hitap edip, razı olduğunuzu
bildireceğim" dedi. Onlar: "Pekala?" dediler. Resûlullah halkı
çağırarak: "Razı mısın?" diye sordu. "Evet razıyız!"
dediler."
1901 Hilal İbnu Sirac İbni Müccaa an ebihi an ceddihi
tarikinden anlattığına göre: "(Ceddi Müccaa) Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e gelerek Beni Zühl kabilesine mensup Benü Sedüs tarafından öldürülmüş
olan kardeşinin diyetini taleb etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ona: "Eğer ben bir müşrik için diyete hükmetseydim kardeşin için
hükmederdim. Fakat ben sana (diyet değil, bunun yerini tutacak) bir bedel
vereyim" dedi ve ona, aleyhissalatu vesselam, Beni Zühl müşriklerinden elde
edilecek ilk humustan yüz deve vereceğine dair (senet) yazdı.
(Müccaa bu yüz deveden) bir miktarını almıştı. (Tamanını almadan) Beni Zühl
kabilesi Müslüman oldu. Bilahare Müccaa geri kalan develeri Hz. Ebu Bekr
(radıyallahu anh)'den taleb etmek üzere, ona geldi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın borç senedini gösterdi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)
kendisine Yemame'den gelecek zekattan ödenmek üzere on iki bin sa', yani dört
bin sa' buğday, dört bin sa' arpa, dört bin sa' hurma yazdı. Resûlullah'ın
verdiği yazıda (borç senedinde) şunlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Bu
Peygamber Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'den Beni Süleymli Müccaa İbnu
Mürare'ye (verilmiş bir borç) senedidir. Ben kendisine (öldürülen) kardeşine
bedel olarak, Beni Zülh müşriklerinden gelecek ilk humustan yüz deve
vereceğim."
1902 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) her kabileye bir diyet yazdı. Hiçbir
azadlıya kendini azad edenden başka bir Müslümanı kendine mevla ittihaz etmesi,
asıl azad edenin izni olmadan helal değildir."
1903 İbnu Şihab
(radıyallahu anh) anlatıyor: "(Diyete iştirakte) tatbikat (sünnet) şöyledir:
Akile amden yapılan öldürmelerin diyetine (huküken) iştirak etmez. Gönül
rızasıyla ederse o başka. Keza, akileye az da olsa çok da olsa kölenin
bedelinden yüklenmez. Kölenin bedeli, ne miktara baliğ olursa olsun, ona, malı
olarak tasarruf edenedir. Çünkü o, şu hadise binaen ticaret mallarından bir
ticaret malıdır: Amden öldürenin diyetine sulhen tesbit edilen diyete; itiraf
yoluyla sübüt bulan cinayete terettüp eden (diyete); işlenen bir cinayete
terettüp eden erş'e (diyete) ve kölenin bedeline akile iştirak etmez, kendi
arzusu ile iştirak ederse o başka." (Keza bir başka) tatbikat dahi
şöyledir: "Kişi hataen hanımını yaralarsa, diyet öder, fakat kısas yapılmaz.
Ancak kadına amden ulaşan (kötülüğü sebebiyle) kısas yapılır." Bana
ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: "Kadın,
nefsinin üçte birine ulaşan ve aşan yaralamalar amden olduğu takdirde, erkekten
kısas isteyebilir."
1904 Tarık İbnu Şihab (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Büzaha heyeti Hz. Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh)'agelip sulh
istediler. Hz. Ebu Bekir onları yerlerinden yurtlarından edecek harp ile, rezil
rüsvay edecek sulh arasında mühayyer bıraktı. Heyet mensupları:
"Yerden yurttan edeceği (mücliyyeyi) anladık, rezil-rüsvay edecek (muhziye) ne
demektir?" diye sordular. "Sizden silahları ve binekleri alacağız.
Sizin mal ve mülkünüzden elimize geçenleri ganimet yapacağız, bizden ele
geçirdiklerinizi bize iade edeceksiniz, bizden öldürdüklerinizin (diyetini)
borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik olacak (onlar için herhangi. bir
ödeme yapmayacağız). Allah Resülü'nün halifesine ve muhacirlerine sizi mazur
kılmalarına sebep olacak bir durum (iyi hal) gösterinceye kadar kabileleri,
develerin peşini takib etmeye bırakacak (onlara karışmayacak)sınız."
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) bu söylediklerini heyet mensuplarına teklif
olarak arzetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) söz alıp şunu söyledi: "Bahsettiğin
"yerden -yurttan edecek savaş ve rezil- rüsvay edecek sulh" sözün var ya! Ne
güzel de söyledin. Ya şu, "Sizden ele geçirdiklerimizi ganimet yapacağız, bizden
ele geçirdiklerinizi iade edeceksiniz!" sözün var ya! Ne güzel söyledin. "Bizden
öldürdükleriniz için borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik" sözüne
gelince, bizim ölülerimiz Allah'ın emri üzerine savaştılar ve öldürüldüler,
onların ecirleri Allah'ın üzerinedir, onlar için diyet yoktur."
Heyet, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in söylediği şartlar üzere beyat
yaptı. Derim ki: Bu rivayeti tam olarak Şerefüddin el-Barizi
zikretti. Rivayeti tahric edene nisbet etmedi. Bu rivayeti Camiul Kebir müellifi
zikretmedi. Ancak Buhari, rivayetten sadece Hz. Ebu Bekir
(radıyallahu anh)'in şu sözünü kaydetti: "A!lah Resülü'nün halifesine ve
Muhacirlere sizi mazur kılmalarına sebep olacak bir durum gösterinceye kadar
kabileleri develerin peşini takib etmeye bırakacak, (onlara karışmayacak)sınız."
Bu kısım Kitabu'l Ahkam'ın sonunda senetsiz olarak mevcuttur, gerisi
yoktur.
6770 Ukbe İbnu Amir el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hiçbir şirk koşmadan ve
haram bir kana da bulaşmadan Allah'a kavuşursa (önünde sonunda) cennete
girecektir."
6771 Bera İbnu Azib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah Teala
nezdinde, bir mü'minin haksız yere öldürülmesinden daha ehvendir"
buyurdular."
6772 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir mü'mini öldürmeye
yarım kelime kadar yardım etse, iki gözün arasına "Allah'ın rahmetinden
ümidsizdir" yazılı olduğu halde Allah Teala hazretlerinin huzuruna
çıkacaktır."
6773 Cariye İbnu Zafar radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir adam bir başkasının ön kolunu bir kılıç vurarak mafsal olmayan bir yerden
koparıp attı. Kolu koparılan adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a müracaatla
kolunu kesenden hakkını almasını istedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kolu
kesilene diyet ödemeyi emretti. Adam: "Ey Allah'ın Resülü! Ben kısas istiyorum"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Diyetini al, Allah diyeti hakkında mübarek
kılacaktır" buyurdular ve kısasa hükmetmediler."
6774 Abbas İbnu
Abdilmuttalib anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ne
me'mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, ne caife (bedenin iç kısmına ulaşan
yara)da, ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara)da kısas vardır.
(Yani başkasını bu çeşit yaralarla yaralayan kimseye kısas uygulanmaz, diyet
alınır)."
6775 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, ehl-i kitap olan yahudi ve
hıristiyanların diyetinin müslümanların diyetinin yarısı olduğuna
hükmetti."
6776 Amr İbnu Şuayb anlatıyor: "Beni Mudlic'ten bir
adam oğlunu öldürmüştü. Hz. Ömer ondan (diyet olarak) yüz deve aldı. Otuz hıkka
(beş yaşına basmış dişi deve), otuz ceze'a (dört yaşına basmış dişi deve) ve
kırk da halifa (hamile deve). Sonra: "Maktül'ün kardeşi nerededir? Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan: "Katile (maktulün malından) varis olma
hakkı yoktur" dediğini işittim" dedi."
6777 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir diş için diyet olarak
beş deveye hükmetti."
6778 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Parmakların hepsi diyette eşittirler. Herbirine onar deve diyet
vardır."
6779 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Bir adam kölesini kasten ve taammüden öldürdü. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam adama yüz sopa ile celde tatbik etti ve bir yıl da
sürgüne gönderdi ve müslümanların hisselerinin) içinden onun hissesini
sildi."
6780 Nu'man İbnu Beşir ve Ebu Bekre radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kısas (cezası)
ancak kılıçla icra edilir."
6781 Tarık el Muharibi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı koltuk altlarının beyazlığı
görülecek kadar kollarını kaldırıp şöyle dediğini işittim: "Bilesiniz hiçbir
anne oğlunun günahından sorumlu tutulmaz, bilesiniz hiçbir anne oğlunun
günahından sorumlu tutulmaz."
6782 Haşhaş el-Anberi radıyallahu
anh anlatıyor: "Beraberimde oğlum olduğıı halde Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelmiştim. Bilvesile: "Sen oğlunun günahından sorumlu tutulmazsın, o
da senin günahından sorumlu tutulmaz" buyurdular."
6783 Üsame İbnu
Şerik anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hiç kimse
başka birinin günahından mesul olmaz."
6784 Amr İbnu Avf
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Acma (yani dilsiz hayvan)ın
verdiği zarar hederdir. Maden ocağında uğranılan zarar da hederdir"
buyurdular."
6785 Ubade İbnu's-Samit anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle hükmetti: "Madende uğranılan zarar hederdir,
kuyunun sebep olduğu zarar hederdir, dilsizin (hayvanın) sebep olduğu zarar
hederdir." Acma: Deve, sığır, davar (koyun-keçi) ve başka hayvan
manasınadır. Cübar tazmini olmayan, ödettirilmeyen zarardır, heder de
denir.
6786 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Mes'ud'un oğulları Huvayyısa ve Muhayyısa ile Sehl'in oğulları
Abdullah ve Abdurrahman Hayber'den yiyecek temin etmek maksadıyla (Medine'den)
çıkıp gittiler. Orada Abdullah'a saldırıp öldürdüler. Durum Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a haber verilmişti. "(Abdullah'ın arkadaşlarına: "Onun
Hayber yahudileri tarafından öldürüldüğüne yemin ederseniz diyete) müstehak
olursunuz!" buyurdular. Onlar: "Ey Allah'ın Resülü! Görmediğimiz şey hususunda
nasıl yemin edelim!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Öyle ise yahudiler yemin
ederek isnat ettiğiniz suçtan beraet ederler" buyurdu. Onlar: "Ey Allah'ın
Resulü! (Yahudiler, yemin etmekle beraet edebilince) bizi öldürürler" dediler.
Neticede maktulün diyetini, Aleyhissalatu vesselam kendi nezdinden
karşıladı."
6787 Zinba (Ebu Ravh) radıyallahu anh'ın anlattığına
göre: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmişti. Aleyhissalatu
vesselam, onun kölesini hadımlaştırdığını öğrenince, köleyi müsle (işkence)
sebebiyle azad etti."
6788 Rıfa'a İbnu Şeddad el-Fityani demiştir
ki: "Şayet Amr İbnu'I-Hamık el-Huza'i'den işittiğim bir kelam (hadis) olmasaydı
ben Muhtar'ın başı ile cesedini (ayırıp) arasında yürürdüm. Ondan, Aleyhissalatu
vesselam'ın: "Kim bir kimsenin kanına eman verir ve sonra da öldürürse o kimse
Kıyamet günü zulüm bayrağını taşır" buyurmuş olduğunu
işittim."
[TOP]
DUA
Kimlik alan
1722 Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Dua ibadetin kendisidir"
buyurdular ve sonra şu ayeti okudular. (Mealen): "Rabbiniz: ''Bana dua edin ki
size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış
olarak cehenneme gireceklerdir" buyurdu." (Gafır 60).
1723 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kaıları açılmış demektir.
Allah'a taleb edilen (dünyevi şeylerden) Allah'ın en çok sevdiği afiyettir. Dua,
inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua
geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir. "
1724 Ubade
İbn's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Yeryüzünde, masiyet veya sıla-i rahmi koparıcı olmamak kaydıyla
Allah'tan bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek
veya ondan onun mislince bir günahı affetmek suretiyle icabet etmesin.
"
1725 Ebû'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûl-i Ekrem
(aleyhissalatu vesselam), (bir gün) sordu: "En hayırlı olan ve
derecenizi en ziyade artıran, melikinizin yanında en temiz, sizin için gümüş ve
altın paralar bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını
vurmanız veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan
amelinizin hangisi olduğunu haber vereyim mi ?" "Evet! Ey Allah'ın
Resûlü!" dediler. "Allah'ın zikridir!"
buyurdu.
1726 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala hazretleri
şöyle seslenir: "Beni bir gün zikreden veya bir makamda benden korkan kimseyi
ateşten çıkarın!"
1727 Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Akşamdan
(abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp
Allah'tan dünya ve ahiret için hàyır taleb eden hiç kimse yoktur ki Allah
dilediğini vermesin."
1728 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir kimse evine
veya yatağına gir'ince hemen bir melek ve bir şeytan alelacele gelirler.
Melek: "Hayırla aç!" der. Şeytan da: "Şerle aç!"
der. Adam, şayet (o sırada) Allah'ı zikrederse melek Şeytanı kovar
ve onu korumaya başlar. Adam uykusundan uyanınca, melek ve şeytan aynı şeyi yine
söylerler. Adam, şayet: "Nefsimi, ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda
öldürmeyen Allah hamdolsun. İzniyle yedi semayı arzın üzerine
düşmekten alıkoyan Allah'a hamdolsun"dese bu kimse yatağından düşüp ölse şehit
olur, kalkıp namaz kılsa faziletler içinde namaz kılmış
olur."
1729 Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah'ı zikreden bir
cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana
İsmail'in oğullarından dört tanesini azad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı
zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört
kişi azad etmemden daha sevgili gelir."
1730 Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya
semasına iner ve; "Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim
benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona
mağfirette bulunayım" der. " Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle:
"Allahu Teala gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra
yakın semaya inerek şöyle der: "Melik benim, Melik benim. Kim bana
dua edecek?"
1731 Ebû Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Derdi
ki: "Ey Allah'ın Resûlü! En ziyade dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua
hangisidir?" "Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların
ardından yapılan dualardır!" diye cevap verdi."
1732 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Ezanla kaamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule
mazhar olur.)" "Öyleyse, dendi, "ey Allah'ın Resûlü, nasıl dua
edelim?" "Allah'tan, dedi, dünya ve ahiret için afıyet
isteyin!"
1733 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki şey vardır,
asla reddedilmezler: Ezan esnasında yapılan dua ile, insanlar birbirine
girdikleri savaş sırasında yapılan dua."
1734 Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise
(secdede) duayı çok yapın."
1735 Yine Ebû Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) anlatıyor:
"(Allah'ın kabul ettiği) üç müstecab dua vardır, bunların icabete mazhariyetleri
hususunda hiç bir şekk yoktur. Mazlumun duası, müsafirin duası, babanın evladına
duası."
1736 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"İcabete mazhar olmada gaib kimsenin gaib kimse hakkında yaptığı duadan daha
sür'atli olanı yoktur."
1737 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Duvaları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan
bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. Allah'tan avuçlarımızın içiyle isteyin,
sırtlarıyla istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize
sürün."
1738 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk
altlarının beyazlığını gördüm."
1739 Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ellerini dua ederken kaldırınca,
onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı."
1740 Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Birle! Birle!" diye müdahale
etti."
1741 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı ne minberde ne de bir başka şey üzerinde
dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis şöyle gördüm" dedi ve baş ve
orta parmaklarını kapayıp şehadet parmağını açmış vaziyette işaret
etti."
1742 Hz. Selman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Rabbiniz hayiydir,
kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş
çevirmekten istihya eder."
1743 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlulla: (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah'a duayı, size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah
celle şanuhu (bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan
kalbin duasını kabul etmez."
1744 Fadale İbnu Ubeyd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dua eden bir adamın, dua
sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e salat ve selam okumadığını
görmüştü. Hemen: "Bu kimse acele etti" buyurdu. Sonra adamı
çağırıp: "Biriniz dua ederken, Allahu Teala'ya hamd u sena ederek
başlasın, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e salat okusun, sonra da
dilediğini istesin" buyurdu."
1745 Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Dua sema ile arz
arasında durur. Bana salat okunmadıkça, Allah'a yükselmez. (Beni hayvanına binen
yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda
salat okuyun.)" Tirmizi, bunu Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e mevkuf olarak
rivayet etmiştir. Rezin ise merfu olarak rivayet
etmiştir.
1746 Hz. İbnu. Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallahu
anhüma) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum. (Namazı bitirip) oturunca,
Allah'a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a salat okuyarak devam ettim. Sanra kendim. için duada bulundum. (Bu
tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygaınber (aleyhissalatu vesselam);
"İşte!.İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor''
dedi."
1747 Hz. Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) birisine dua edeceği vakit önce kendisine
dua ederek başlardı."
1748 Ebû Müsabbih el-Makrai, Ebû Züheyr
en-Nümeyri (radıyallahu anh)'den naklen anlatıyor: "Bir gece Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ile beraber çıktık., Derken bir adama rastlatdık. Sual
(ve Allah'tan talep) hususunda çok ısrarlı idi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) onu dinlemek üzere durakladı. Ve: "Eğer (duayı)
sonlandırırsa vacib oldu!" buyurdu. Kendisine: "Ne ile sonlandırırsa
ey Allah'ın Resûlü!" denildi. "Amin ile" dedi, uzaklaştı.
Adama: "Ey fülan! duanı aminle tamamla ve de gözün aydın olsun!"
dedi."
1749 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri dua edince "Ya
Rabb! Dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!" demesin. Bilakis,
azimle (kesin bir üslubla) istesin, zira Allah Teala Hazretleri'ni kimse icbar
edemez. "
1750 Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefere
(Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye
başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) (müdahele
ederek): "Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır
birisine hitàb etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten,
(nerede olsanız) sizinle olan bir Zat'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua
ettiğiniz Zat, her birirıize, bineğinin boynundan daha yakındır"
dedi."
1751 Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), bir kimsenin: "Ya Rabbi, senden nimetin kemalini taleb
ediyorum" dediğini işitmişti. Sordu: "Nimetin kemali
nedir?" "Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümid
ettim" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) "Sordum, zira,
nimetin kemali cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır" dedi. Bir başkasının da
şöyle dediğini işitti: "Ey celal ve ikrab sahibi Rabbim!" hemen şunu
söyledi: "Duana icabet edilmiştir, (ne arzu ediyorsan) durma iste"
Derken ,bir başkasının: "Ya Rabbi senden sabır istiyorum!" dediğini
işitmişti, ona da: "Allah'tan bela istedin, afiyet de iste!"
dedi.
1752 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) özlü duaları tercih eder, diğerlerini
bırakırdı."
1753 Hz. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere
yapmaktan hoşlanırdı."
1754 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyudular ki: "Acele etmediği
müddetçe herbirinizin duasına icabet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var:
"Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." Müslim'in diğer bir rivayeti
şöyledir: "Kul, günah taleb etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe
duası icabet görmeye (kabul edilmeye) devam eder." Tirmizi'nin bir
diğer rivayetinde şöyledir: "Allah'a dua eden herkese Allah icabet eder. Bu
icabet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği
miktarca günahından hafifletilmek süretiyle olur, yeter ki günah taleb etmemiş
veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş
olsun."
1755 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nefslerinizin aleyhine dua etmeyin,
çocuklarınızın aleyhine de dua etmeyin, hizmetçilerinizin aleyhine de dua
etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki, Allah'ın duaları kabul
ettiyi saate rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir."
1756 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta
kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin."
1757 Ebû Hüreyre
hazretleri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri kendisinden istemeyene gadap
eder."
1758 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala Hazretleri'nin
fazlından isteyin. Zira Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetin en efdali
de (dua edip) kurtuluşu beklemektir."
1759 Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir kadın: "Ey Allah'ın Resûlü, bana ve kocama dud ediver!" diye
ricada bulunmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz:
"Allah sana da, kocana da rahmet etsin!" diye dua
buyurdu."
1760 Ebû'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kardeşinin gıyabında dua
eden hiçbir mü'min yoktur ki melek de: "Bir misli de sana olsun" demesin."
Ebû Davud'un rivayetinde şu ziyade vardır: "Melekler: "Amin, bir misli de sana
olsun!" derler."
1761 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her kim, kendine zulmedene
beddua ederse, ondan intikamını (dünyada) almış olur."
1762 Hz.
Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bir
adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehadet ettiğim şu hususlar
sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın,
birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın,
doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur." Bunun üzerine Efendimiz
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular: "Nefsimi kudret elinde tutan
Zat'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Azàmı adına talepte bulundu. Şunu
bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepde
bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir. "
1763 Mihcen
İbnu'l-Edra' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bir adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve
benzeri de olmayan Allah adıy-la senden istiyorum. Günahlarımı mağfıret et, sen
Gafürsun, Rahimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi: "O
mağfiret edildi. O mağfıret edildi. O mağfiret edildi!"
1764 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım,
hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semavat
ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyümsun (kainatı ayakta
tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden
istiyorum!" (Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sordu: "Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor
musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir`?" "Nefsimi
kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Azam'ı ile dua etti.
O İsm-i Azam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse
verir."
1765 Esma Bintu Yezid (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Azam'ı şu
iki ayettedir: 1- "İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah
yoktur. O Rahman ve Rahim'dir." (Bakara 163). 2- Al-i İmran
süresinin baş kısmı: Elif Lam-Mim. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O Hayy
ve Kayyümdur" (Al-i İmran 1-3).
1766 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah'ın
doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir,
teki sever." Bir rivayette: "Kim o isimleri sayarsa cenntete girer"
buyurmuştur. Buhari hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim'de "tek" kelimesi
yoktur. Tirmizi'nin rivayetinde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Allah'ın isimlerini şöyle yazdı: "O Allah ki O'nda başka ilah
yoktur. Rahman'dır. Rahim'dir. E1-Meliku'l-Kuddûsu, es-Selamu, el-Mü'minu,
el-Müheyminu, el-Azizu, el-Cebbaru, el-Mütekebbiru, el-Haliku, el-Bariu,
el-Musavviru, el-Gaffaru, el-Kahharu, el-Vehhabu, er-Rezzaku, el-Fettahu,
el-Alimu, el-Kabizu, el-Basitu, el-Hafidu, er-Rafiu, el-Muizzu, el-Müzillu,
es-Semiu, el-Basiru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latifu, el-Habiru, el-Halimu,
el-Azimu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, eI-Kebiru, el-Hafizu, el-Mukitu,
el-Hasibu, el-Celilu, el-Kerimu, er-Rakibu, el-Mucibu, el-Vasiu, el-Hakimu,
el-Vedûdu, el-Mecidu, el-Baisu, eş-Şehidu, el-Hakku, el-Vekilu, el-Kaviyyu,
el-Metinu, el-Veliyyu, el-Hamidu, el-Muhsi, el-Mubdiu, el-Muidu, el-Muhyi,
el-Mümitu, el-Hayyu, el-Kayyûmu, el-Vacidu, el-Macidu, el-Vahidu, el-Ahadu,
es-Samedu, el-Kadiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Ahiru, ez-Zahiru,
el-Batinu, el-Vali, el-Müte'ali, el-Berru, et-Tevvabu, el-Müntekimu, el-Afuvvu,
er-Raûfu, Maliku'l-Mülki, Zü'l-Celali ve'l-İkram, el-Muksitu, el-Camiu,
el-Ganiyyu, el-Muğni, el-Mani', ed-Darru, en-Nafiu,en-Nûru, el-Hadi, el-Bediu,
el-Baki, el-Varisu, er-Reşidu es-Sabüru." İsimleri bu şekilde,
sadece Tirmizi saymıştır
1767 El - Kuddûs: Ayıplardan temiz
demektir. es-Selam: Selam sahibi‚ yani herçeşit ayıptan
selamette‚her türlü afetten beri demektir. el-Mü'min: Kullarına
va'dinde sadık olan demektir. Tasdik manasına olan imandan gelir. Yahut‚ kıyamet
günü kullarına‚ azabına karşı garanti veren‚ güven veren demektir‚ bu mana
eman'dan gelir. el-Muheyyim: Şahid olan (görüp güzeten) demektir.
Emin manasına geldiği de söylenmiştir. Aslı‚ müeymin'dir‚ ancak hemze‚ ha'ya
kalbolmuştur. Keza er-Rakib ve el-Hafiz manasına geldiği de
söylenmiştir. el-Azizu: Kahreden‚ galebe çalan demektir.
"İzzet"‚galebe çalmak manasına gelir. el Cebbar: Mahlukatı mecbur
eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan demektir. Bu kelimenin‚ bütün
mahlukatının fevkinde yücedir manasına geldiği de söylenmiştir.
el-Mütekebbir: Mahlukata ait sıfatlardan yüce‚ uzak manasına gelir. Ayrıca
"Mahlukatından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına kalkanlara
büyüklüyünü gösteren ve onlara haddini bildiren manasına geldiği de
söylenmiştir.Keza şu manaya geldiği de belirtilmiştir: "Mütekebbir" Allah'ın
azametini ifade eden kibriya kelmesinden gelir‚ tezyifi bir mana taşıyan kibir
kelimesinden gelmez. el-Bariu: Mahlukatı‚ mevcut bir misale
bakmaksızın‚ yoktan‚ örneksiz olarak yaratan manasına gelir. Bu kelime‚
öncelikle hayvanlar için kullanılır‚ diğer mahluklar için pek kullanılmaz.
Hayvanlar dışındaki mahlukat hakkında nadiren kullanılır.
el-Müsavvir: Mahlukatı farklı sûretlerde yaratan" demektir. Tsvir lügat olarak
hat ve şekil çizmek manasına gelir. el-Gaffar: Kulların günahlarını
tekrar tekrar affeden‚ manasına gelir. Gafr kelimesi‚ aslında setr (örtmek) ve
kapatmak manalarına gelir. Allah Teala kullarının günahlarını affedici‚ onlar
için cezayı terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür. el-Fettah:
Kulları arasında hakim demektir. Araplar, hakim iki hasmın (davalı-davacı)
arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hakim iki hasmın arasını fethetti" derler.
Hükmetti, çözüme kavuşturdu manasında, hakime fatih dendiği de olmuştur. Mamafih
"Kullarına rızk ve rahmet kapılarını açan", rızıklarından kapanmış olanları açan
manasına da gelir. el-Kabız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle
tutan manasına gelir. el-Basıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve
rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenab-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de
onu men edici olmaktadır. el-Hafid: Cebbarları ve firavunları
alçaltan demektir. Yani onları horlar ve değersiz kılar demektir.
er-Rafi': Velilerini, dostlarını yüeltir. Aziz kılar demektir. Böylece
Allah, hem zelil hem de aziz kılıcı olmaktadır. el-Hakem: Hakim
demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendis ne verilen, ona gönderilen
demek olur. el-Adlu: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde
doğruluktan ayrılmayan cevre yer vermeyen manasına gelir. Aslında masdardır.
Ancak adil makamında kullanılmıştır. Adil'den daha beliğdir, çünkü müsemma,
fiilin kendisiyle isimlenmiştir. el-Latifu: Arzunu sana rıfkla
ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latif" manasına geldiği
de söylenmiştir. el-Habiru: Olanı ve olacağı bilen kimseye
denir. el-Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan
demektir. eş-Şekûru: Kullarını, salih fiilleri sebebiyle
mükafatlandıran ve sevap veren demektir. Allah'ın kullarına şükrü, onlara
mağfireti ve ibadetlerini kabul etmesidir. el-Kebiru: Cela1
(büyüklük) ve şanının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.
el-Mukitu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukata gıdalarını veren manasına
geldiği de söylenmiştir. el-Hasibu: el-Kafi demektir. Muf'il
manasında faildir, tıpkı mü'lim manasında elim gibi, hasib'in muhasib manasında
kullanıldığı da söylenmiştir. er-Rakibu: Kendisinden hiçbir şey gaib
olmayan hafiz (muhafız) demektir. el-Mucibu: Kullarının duasını
kabul edip, icabet eden zat demektir. el-Vasiu: Zenginliği, bütün
fakrlar bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir. el-Vedûdu:
el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef'û1 manasında feûl'dür. Allah Teala Mevdûd'dur.
Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya fail manasında feûldür.
Yani Allah Teala salih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur"
demektir. el-Mecidu: Keremi geniş olan demektir. Şerif manasını
taşıdığı da söylenmiştir. el-Baisu: Mahlukatı, ölümden sonra kıyamet
günü yeniden diriltir demektir. eş-Şehidu: Kendisinden hiçbir şey
gaib olmayan kimse demektir. Şahid ve şehid aynı manada kullanılır, tıpkı alim
ve alim kelimeleri gibi. Mana şöyledir: Allah, (her yerde) hazırdır. Eşyayı
müşahede edip her an görür. el-Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan
demektir. el-Vekilu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat
şudur: Kendisine tevkil edilmiş olanı işinde müstakil söz sahibi olmaktır. Bu
hususta şu ayet hatırlanabilir: "(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir" (A1-i İmran 173). el-Kaviyyu: el-Kadir (güçlü) demektir.
Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam, O'nu hiçbir şey aciz kılamaz" manasına da
gelir. el-Metinu: Şedid ve kavi olup, hiçbir fiilinde meşakkatle
karşılaşmayan demektir. el-Veliyyu: Nasır (yardımcı) demektir.
Ayrıca: "İşlerin kendisiyle yürüdüğü mütevelli, yetimin velisi gibi" diye de
açıklanmıştır. el-Hamidu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd
kimsedir. Bu kelime mef'ûl manasında faildir. el-Muhsi: İlmiyle
herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan kimse
demektir. el-Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan
demektir. el-Muidu: Mahlukatı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten
sonra da tekrar hayata iade eden kimse demektir. el-Vacidu:
Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide kökünden
gelir. el-Vahidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan
ferd'dir. Ayrıca, şerik ve arkadaşı olmayan kimse manas da
mevcuttur. El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vahid arasındaki farka
gelince, ahad, kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya
sahiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. "Bana kimse (ahad) gelmedi
derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır." Vahid'e gelince bu sayıların
ilki olarak vazedilmiştir: "Bana halktan biri (vahid) geldi" denir ama, "Bana
haktan kimse (ahad) geldi" denmez. Vahid, emsal ve naziri kabûl etmeyen bir mana
üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina
edilmiştir. Öyle ise, vahid, zat itibariyle münferiddir, ahad ise mana
itibariyle münferiddir. es-Samedu: İhtiyaçlarını temin etmek üzere,
halkın kendisine başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği
kimsedir. el-Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır.
Kadir'den daha öte bir güçlülük ifade eder. el-Mukaddimu: Eşyayı
takdim edip, yerli yerine koyan demektir. el-Muahhiru: Eşyayı
yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa ona takdim eder, kim
de te'hire hak kazanırsa ona da te'hir eder. el-Evvelu: Bütün
eşyadan önce var olan demektir. el-Ahiru: Bütün eşyadan sonra baki
kalacak olan demektir. ez-Zahiru: Herşeyin üstünde zahir olan ve
onların üstüne çıkan şey demektir. el-Batınu: Mahlukatın
nazarlarından gizlenen demektir. el-Vali: Eşyanın maliki ve onlarda
tasarruf eden demektir. el-Müteali: Mahlukatın sıfatlarından
münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan yüce ve ali
olan. el-Berru: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına
karşı merhametli, şefkatli demektir. el-Müntakimu: Dilediğine ceza
vermede şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden müfteil babında bir
kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun öfke ve nefret derecesine
ulaşmasıdır. el-Afuvvu: Afv'dan feûl babında bir kelimedir. Bu bab
mübalağa ifade eder. Öyle ise mana: "Günahları çokça bağışlayan" dcmek
olur. er-Raûfu: Katından gelen bir re'fetle (şefkatle) kullarına
merhametli ve şefkatli olan demektir. Re'fetle rahmet arasındaki farka gelince;
rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re'fet isteksiz olmaz,
isteyerek olur. Zü'l-Celal: Celal, celil'in masdarıdır. Celal,
celalet, nihayet derecede büyüklük, azamet demektir. Zü'l-Celal büyüklük sahibi
olan manasına gelir. el-Muksidu: Hükmünde adil, demektir. Ef'àl
babında adaletli oldu manasına olan bu kelime, sülasi aslında zulmetti manasına
gelir. Nitekim kasıt; cevreden, zalim demektir. el-Camiu: Kıyamet
günü mahlukatı toplayan demektir. el-Maniu: Dostlarını, başkalarının
eziyetinden koruyan yardımcı demektir. en-Nûru: Körlüğü olanları
nuruyla görür kılan, dalalette olanları da hidayetiyle irşad eden
demektir. el-Varisu: Mahlukatın yok olmasından sonra da baki kalan
demektir. er-Reşidu: Mahlukata maslahatların gösteren
demektir. es-Sabûru: Asilerden intikam almada acele etmeyen,
cezalandırmayı belli bir müddet te'hir eden demektir. Allah'ın sıfatı olarak
sabûr'un manası halim'in manasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark
vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler. Ancak halim
sıfatıyla Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar. Allah
inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur,
yücedir.
1768 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) namaz için tahrime tekbirini alınca kıraate geçmezden
önce bir müddet süküt buyurmuştur. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim,
anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki süküt esnasında ne
okuyorsunuz?" Bana şu cevabı verdi: "Ey Allahım, beni hatalarımdan
öyle temizle ki, kirden paklanan be-yaz elbise gibi olayım. Allahım beni,
hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka" diyorum." Ebû Davud, Nesai (ve
Buhari'nin) rivayetlerinin başında şu ziyade vardır: "Allahım, benimle
hatalarımın arasını doğu ile batının arası gibi uzak
kıl,"
1769 İbnu Ömer (radyallahu anhuma) anlatıyor: "Biz,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte namaz kılarken, cemaatten biri
aniden: "Allahu ekber kebira, velhamdü lillahi kesira, subhanallahi
bükraten ve asila (Allah, büyükte büyüktür, Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam
tesbihimiz Allah'adır!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
efendimiz: "Bu sözleri kim söyledi?" diye sordu. Söyleyen
adam: "Ben, ey Allah'ın Resûlü" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesellam) efendimiz:" "O sözler hoşuma gitti. Sema kapıları onlara
açıldı" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) der ki: "Söylediği günden beri o
zikri okumayı hiç terketmedim." Nesai, bir rivayette şu ziyadede
bulunmuştur: "On iki adet meleğin, bu sözleri (yükseltmek üzere) koşuştuklarını
gördüm."
1770 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi
ve: "Allahu ekber, Elhamdü lillahi hamden kesiran tayyiben mubareken
fihi. (Allah büyüktür, çok temiz ve mübarek hamdler Allah'adır!)" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazı bitirince: "Şu kelimeleri
hanginiz söyledi?" diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "(Kim söylediyse çekinmesin, benim desin),
Zira fena bir şey söylemiş değil)" dedi. Bunun üzerine adam: "Ben,
ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da:
"Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah'ın huzuruna) kendisi
yükseltmek için koşuşmuşlardı."
1771 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaza başlarken tekbir getirir,
sonra (bazan) şunu okurdu: "İnne salati ve nüsüki ve mahyaye ve memati lillahi
Rabbi'l-alemin. La şerike lehu ve bi-zalike ümirtü ve ene evvelü'l-müslimin.
Allahümmehdini li-ahseni'l a'mali ve ahseni'l-ahlaki. La yehdi li-ahseniha illa
ente. Ve kıni seyyie'l-a'mal ve seyyie'l-ahlak. La yaki seyyieha illa ente.
(Namazım, ibadetim hayatım ve ölümüm alemlerin Şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben
bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Ey Allah'ım, beni
amellerin ve ahlakın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka
sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlaktan koru, bunların
kötülerinden ancak sen korursun."
1772 Muhammed İbnu Mesleme
(radıyallahu anh)anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
nafile namaz kılmak için kalktığı vakit (bazan) şunu okurdu: "Allahu
ekber veccehtü vechiye li'llezi fatara's-Semavati ve'1-arza hani-fen müslimen ve
ma ene mine'l-müşrikin... (Allah büyüktür. Yüzümü Ha-nif ve Müslüman olarak
semavat ve arzı yaratan Allah a yönelttim. Ben müşriklerden değilim). . .
") Devamını Hz. Cabir (radıyallahu anh)'in rivayetinde olduğu
şekilde zikretti. Sonra şunu okudu: "Allahümme ente'l-Meliku. La
ilahe illa ente sübhaneke ve bihamdike Allahım (kainatın gerçek) Meliki sensin.
Senden başka ilah yoktur. Seni hamdinle takdis ederim]. " Sonra kıraata
geçti."
1773 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) namaza (iftitah tekbiri ile) başlayınca şunu
okurdu: "Subhaneke Allahümme ve bi-hamdike ve tebarekesmüke ve teala
ceddüke ve la ilahe gayruke. (Allah'ım seni her çeşit noksan sıfatlardan takdis
ederim, hamdim sanadır. Senin ismin mübarek, azametin yücedir, senden başka ilah
da yoktur)."
1774 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, ben rükü
ue secde halinde Kur'an okumaktan men edildim. Öyleyse rüküda Rabb Teala'yı
tazim edin, secdede ise dua etmeye gayret edin, (zira secdede iken yaptığınız
dua) icabet edilmeye Iayıktır."
1775 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), secdelerinde şunları
söylerdi: "Allahümmağfirli zenbi küllehu, dıkkahu ve cüllehu, evvelehu ve
ahirehu, sırrahu ve alaniyyetehu. (Allahım! Büyük-küçük birinci sonuncu,
gizli-açik, bütün günahlarımı mağfiret buyur. "
1776 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resullulah (aleyhissalatu vesselam) rüküsunda ve
secdelerinde şu duayı çokca okurdu: "Sübhanekallahümme Rabbena ve
bi-hamdike, Allahümmağfirli. (Allah'ım, seni takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz!
Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni mağfiret et.)" Bu duayı okumakla
Kur'an'a yani Kur'an'ın: "Rabbini hamd ile tesbih et" (Nasr 3)
ayetineuyuyordu." Müslim, Ebu Davud ve Nesai'de gelen bir rivayette şöyle
denir: "Resüllullah (aleyhissalatu vesselam) rükü ve secdesinde şöyle derdi:
"Subbühun kuddüsün Rabbü'l-melaiketi ver-Rühi, (Münezzehsin, mükaddessin,
meleklerin ve Ruh'un Rabbisin)".
1777 Muvatta, Tirmizi ve Ebu
Davud'un bir rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede
idi ve: "Allahümme inni eüzu bi-rızake min sahtike ve eüzu bi-muafatike min
ukübetike ve eüzu bike minke La uhsi senaen aleyke. Ente kema esneyte ala
nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum.
Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum.
Sana layık olduğun senayı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)"
diyordu."
1778 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri rükü edince üç
kere "Sübhane rabbiyel azim (Büyük Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir"
desin. Bu, en az miktardir. Secde yapınca da üç kere "Sübhane Rabbiye'l a'la
(Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu da en az
miktardır."
1779 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), rükü yaptığı zaman: "AIIahümme Ieke
reka'tu ve bike amentü ve leke eslemtü ve aleyke tevekkeltü ente Rabbiye, haşaa
sem'i ve basari ve Iahmi ve demi ve izami IiIIahi Ràbbi'I-alemin. (Ey AIIahım
sana rükü yapıyorum, sana inandım, sana teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen
Rabbimsin, kulağım, gözüm, etim, kanım ve kemiklerim AIemIerin Rabbi olan Allah
önünde haşyette, tezeIIüIdedir."
1780 İbnu Ebi Evfa (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sırtını rüküdan kaldırdığı
zaman: "SemiaIlahu Iimen hamideh, Allahümme Rabbena Ieke'I-hamdü mil'es-semavati
ve miI'eI-arzi ve miI'e ma şi'te min şey'in ba'du. (AIIah, kendisine hamd edeni
işitir. Ey AIIahım, ey Rabbimiz, semalar dolusu, arz dolusu ve bunlardan başka
istediğin her şey dolusu hamdler sana olsun"
1781 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) iki secde
arasında: "Allahümme'ğfir li ve'rhamni, ve'cbürni, ve'hdini ve'rzukni. (Allahım
bana mağfiret et, merhamet et, beni zengin kıl, bana hidayet ver, bana rızık
ver) derdi".
1782 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) secde ettiği vakit şöyle dua okurdu: "Allahım
sana secde ettim, sana inandım, sana teslim oldum. Yüzüm de, kendisini yaratıp
şekillendiren, ona kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir. Yaratanların en
güzeli olan Allah ne yücedir" (Hacc 14). Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son duası: "Allahümmağfir Ii
ma kaddemtü ve ma ahhartü ve ma esrertü ve ma a'Ientü ve maesreftü ve ma ente
a'Iemu bihi minni ente'I-mukaddim ve ente'I-muahhir. La ilahe illa ente.
(Allahım, geçmiş ömrümde yaptıklarımı, gelecekte yapacaklarımı, gizli
işlediklerimi, aleni yaptıklarımı, israflarımı, benim bilmediğim fakat senin
bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen, gerileten de sensin, senden başka
ilah yoktur)".
1783 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, Hz. Ebu Bekir
(radıyallahu anh) gelerek: "Bana namazda okuyacağım bir dua öğret"
dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu duayı okumasını
söyledi: "Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiran ue la yağfiru
z-zünübe illa ente fà'ğfir li mağfireten min indike verhamni inneke
ente'l-ğàfüru'r-rahim. (Allahım ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen
affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretIe bağışla, bana merhamet
et. Sen affedici ve merhamet edicisin".
1784 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) teşehhüdden sonra şunu okurdu: "Allahümme inni eüzu
bike min azabi cehennem ve eüzu bike min azabi'I-kabri ve eüzu bike min
fitneti'd-Deccal ve eüzu bike min fitneti'I-mahya ve'I-memat. (AIIahım, ben
cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım. Deccal
fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden de sana
sığınırım)".
1785 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı
okuduğunu işittim: "AlIahım! Senden, katından vereceğin öyIe bir rahmet
istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip,
içime kamil iman, dışıma amel-i salih, amellerime temizlik ve ihlas verir,
rızana uygun istikameti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her
çeşit kötülüklerden korursun. Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir
yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki,
onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye
ulaşayım. Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş
istiyorum, (kurbuna mazhàr olan) şühedaya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar
kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb
ediyorum! Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve
uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb
ediyorum). Ràhmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrim
sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp
şifayab kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem
azabının arasını da ayırmanı, helake davetten, kabir azabindan korumanı
diliyorum. Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır
veya mahlukatindan birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş,
niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey
alemlerin Rabbi, onun husülü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni
rahmetin hakkında senden istiyorum. Ey Allahım! Ey (Kur'an gibi, din
gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kafirler için cehennem
vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak
ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada
iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet
istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz
sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne
kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.) Allahım!
Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidayete ermiş hidayet rehberleri kıl. Dostlarına
sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz
sebebiyle seviyoruz. Sana muhalefet edene, senin ona olan adavetin sebebiyle
adavet (düşmanlık) ediyoruz. Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu
fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız
sensin. Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir
nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur,
altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime
bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur
koy! Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak)
bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver! İzzeti
bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zat münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu
sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zat münezzehtir. Tesbih ve takdis
sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sahibi Zàt
münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zat münezzehtir. Celal ve ikram sahibi Zat
münezzehtir."
1786 Hz. Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere
istiğfarda bulunup: "Allahümme entes-selam ve minke's-seIam tebarekte ve
tealeyte ya ze'l-celali ve'I-ikram. (Allahım sen selamsın. Selàmet de sendendir.
Ey celal ve ikram sahibi sen münezzehsin, sen yücesin)"
derdi."
1787 Kà'a İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) duyurdular ki: "Namazın takipçileri
(muakkibat) var. Onları her namazın peşinden söyleyenler -veya yapanlar- (cennet
ve mükafaat hususunda) hüsrana uğramazlar. Bunlar otuz üç adet tesbih, otuz üç
adet tahmid, otuzdört adet tekbir'dir". Nesai'nin Zeyd İbnu Sabit
(radıyallahu anh)'ten yaptığı bir rivayette şöyle denmektedir: "Bu emredildiği
zaman Ensar'dan bir adam rüyasında görür ki bir kimse: "Bunu yirmi beş yapın,
tehlili de ilave edin" demektedir. Sabah olunca bunu Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'aanlattı. Efendimiz : "Söylendiği şekilde yapın!"
buyurdu".
1788 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim sabah namazının
arkasından yüz kere tesbihde ve yüz kere tehlilde bulunursa, deniz köpüğü gibi
çok bile olsa günahları affedilir".
1789 Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) her namazın
arkasından muavvizatı okumamı emretti."
1790 Hz. İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) teheccüt
namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu: "AIIahım, Rabbimiz!
Hamdler sanadır. Sen arz ve semavatin ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta
tutanısın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semavat ve arzın ve onlarda
bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va'din de haktır.
Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır.
Peygamberler hàktır, Muhammed (aleyhissalatu vesselam) de haktır. Kıyamet de
haktır. AIIahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül
ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) iIe dava açtım. Hakkımı
aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım
hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim, senin
benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de
sensin. Senden başka ilah yoktur".
1791 İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) akşam olunca şu duayı
okurdu: "Elhamdulillah geceye erdik. Mülk de, Allah için geceye
erdi. AIlah'tan başka ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamdler
0'nàdır, O, her şeye kadirdir. Rabbim! Bu gecede olacak hayrı, bundan sonra
olacak hayrı senden taleb ediyorum. Bu gecede olacak şerden ve bundan sonra
olacak şerlerden sana sığınıyorum. Ràbbim! TembeIlikten yaşlılığın
kötülüklerinden sana sığınıyorum. Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından
sana sığınıyorum!" İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) devamla, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın sabah olunca şu duayı okuduğunu söyledi:
"ElhamduIiIIah sabaha erdik. Mülk de AIIah için sabaha
erdi."
1792 Ebu Selam, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten naklediyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kim akşama
ve sabaha erdiği zaman: "Rabb olarak Allah, din olarak İslam'a, resül olarak
Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'e razı olduk" derse onu razı etmek de Allah
üzerine bir hak olmuştur". Rezin bu duaya: "Kıyamet günü" ifadesini
ilave etmiştir.
1793 Abdullah İbnu Gannam el-Beyazi (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim sabaha
erdiği zaman: "Allahım, benimle veya mahlukatından herhangi biriyle hangi nimet
sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın yoktur, hamdler sanadır, şükür
sanadır" derse, o günkü şükür borcunu ödemiştir. Kim de aynı şeyler akşama
erince söylerse o da o geceki şükür borcunu eda eder."
1794 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yatağına
girdiği zaman şu duayı okurdu: "Bize yedirip içiren, ihtiyaçlarımız görüp bizi
barındıran AIIah'a hamdolsun. İhtiyacını görecek, barınak verecek kimsesi
olmayan niceleri var!"
1795 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip
Muavvizeteyn'i ve Kul hüvallahu ahad'i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve
bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı
emrederdi".
1796 Hz. Huzeyfe İbnu'l-Yeman (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yatağına girince şu duayı
okurdu: "Allahım! Senin adınla hayat bulur, senin adınla
ölürüm". Sabah olunca da şu duayı okurdu: "Bizi
öldürdükten sonra tekrar hayat veren AlIah'a hamdolsun!. Zaten dönüşümüz de
O'nadır".
1797 Hz. Bera (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Yatağına girdiğin zaman şu duayı oku:
"Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet
ettim sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvarım, gazabından da
korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne melce var, ne de kurtarıcı.
İndirdiğin Kitab'a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalatu uesselam)'e imàn
ettim" "Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş
olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun." Tirmizi'nin bir rivayetinde
şöyle denmiştir: "Resûlullah (àleyhissalatu vesselam), uyumak isteyince sağ yanı
üzerine dayanır ve şöyle dua ederdi: "Allàhım! Kullarını topladığın -veya
yeniden dirilttiğin- gün, beni azabından koru".
1798 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) geceleyin
uyanınca şu duayı okurdu: "Allahım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka
ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allahım ilmimi
artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet
lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin".
1799 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yatacağı
sırada şu duayı okurdu: "Allahım, kerim olan Zat'ın adına, eksiği
olmayan kelimelerin adına, alınlarından tutmuş olduğun hayvanların şerrinden
sana sığınırım. Allahım sen borcu giderir günahı kaldırırsın. Allahım senin
ordun mağlub edilemez, và'dine muhalefet edilemez. Servet sahibine serveti fayda
etmez, servet sendendir. Allahım seni hamdinle tesbih
ederim".
1800 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün, Halid
İbnu Velid el-Mahzumi (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resülü, bu
gece hiç uyuyamadım" diye Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
yakındı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu tavsiyede
bulundu: "Yatağına girdinmi şu duayı oku: "Ey yedi kat semanın ve
onların gölgelediklerinin Rabbi, ey arzların ve onların taşıdıklarının Rabbi, ey
şeytanların ve onların azdırdıklarının Rabbi! Bütün bu mahlükatının şerrine
karşı, bana himayekar oI! 0l ki hiç birisi, üzerime ani çullanmasın,
saldırmàsın. Senin koruduğun aziz olur. Senin övgün yücedir, senden başka ilah
da yoktur, ilah olarak sadece sen varsın."
1801 İmam Malik'ten
rivayete göre, ona şu haber ulaşmıştır: "Halid İbnu'l-Velid (radıyallahu anh),
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e: "Ben uykuda iken
korkutuluyorum. (Ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?)" diye sordu. Ona şu tavsiyede
bulundu: "Allah'ın eksiksiz, tam olan kelimeleri ile O'nun
gadabından, ikabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve
(beni kötülüğe atan) beraberliklerinden AIlah'a sığınırım!
de!".
1802 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu: "Allah'ın adıyla
Allah'a tevekkül ettim. AIIahım! zillete düşmekten, dalalete
düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete düşülmüş
olmasından sana sığınırız".
1803 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Evinden çıkınca
kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah'tandır" derse
kendisine: "İşine bak, sana hidayet verildi, kifayet edildi ve korundun da"
denir, ondan şeytan yüz çevirir".
1804 Ebu Malik eI-Eş'àri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kişi evine girince şu duayı okusun: "AIIahım! Senden hayırlı girişler, hayırlı
çıkışlar istiyorum. AIIah'ın adıyla girdik, AIIah'ın adıyla çıktık, Rabbimiz
AIIah'a tevekkül ettik". Bu duayı okuduktan sonra ailesine selam
versin".
1805 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hazretleri buyurdular ki: "Kim, malayani konuşmaların
çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde
oturmaktan hasıl olan günahından arınmış olur: Allahım! Seni
hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehadet ederim. Senden
mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb
ediyorum)".
1806 İbnu Ömer hazretleri (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir cemaatte oturduğu zaman,
ashabı için şu duayı okumadan nadiren kalkardı: "Allahım! Bize
korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günahlarla bizim
aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete
ulaştırsın. Yakininden öyle bir hisse lutfet ki dünyevi musibetlere tahammül
kolaylaşsın. Allahım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan,
gözlerimizden, kuvvetimizden istifade etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra
gelecek olan neslimize de nasib et. İntikamımızı, bize zulmedenlerden
almışlardan kıl (mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi muzaffer
kıl. Bize, dini musibet verme. Dünyayı, ne asıl gayemiz kıl, ne de ilmimizin son
hedefi. Bize merhametli olmayanı bize musallat etme."
1807 İmam
Malik'e ulaştığına göre Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) sefer arzusuyla
ayağını bineğinin özengisine koyduğu zaman şu duayı okurdu:
"Bismillah! Allahım! Sen seferde arkadaşım, ailemde vekilimsin. Allahım, bize
arzı dür, seferi kolaylaştır. Allahım, yolun meşakkatlerinden, üzüntülü
dönüşten, mal ve ailede vuküa gelecek kötü manzaralardan sana
sığınıyorum".
1808 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), seferden dönerken, uğradığı her tümsekte
üç kere tekbir getirir, arkadan da: "La ilahe iIlaIIahu vahdehu Ia şerike Ieh,
Iehü'I-mülkü ve Iehü'I-hamdü ve hüve aIa külli şey'in kadir. (AIIah'tan başka
ilah yoktur. O tekbir, ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nadır. O herşeye
kadirdir) dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, secde ediyoruz, Rabbimize
hamdediyoruz. AIIah va'dinde sadık oldu, kuluna yardım etti. (Hendek Harbi'nde)
müttefik orduları tek başına helak etti" derdi.
1809 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e: "Ey Allah'ın Resülü, ben sefere çıkmak istiyorum bana
tavsiyede bulun!" diye talepte bulundu. Efendimiz: "Sana Allah'tan
korkmanı ve (yol boyu aştığın) her tepeııin başında tekbir getirmeni tavsiye
ediyorum!" buyurdu. Adam döneceği sırada şu duada bulundu: "Allah'ım! Ona
uzaklığı dür, yolculuğu kolay kıl."
1810 Abdullah el-Hatmi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) birisiyle
vedalaştı mı şöyle derdi: "Dininizi emanetinizi ve işlerinizin akibetini
Allah'ın muhafazasına bırakıyorum".
1811 Hz. Abdullah İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
seferde iken gece olunca şu duayı okurdu: "Ey arz, benim de senin de
Rabbimiz Allah'tır. Senin de, (sende bulunanların da sende yaratılmış olanların
da, senin üzerinde yürüyenlerin de şerrinden Allah'a sığınırım. Arslanın, iri
yılanın, yılanın, akrebin ve bu beldede ikamet eden (insilerin ve cinni)lerin,
İblis'in ve İblis neslinin şerrinden de Allah'a
sığınırım."
1812 Havle Bintu Hàkim (radıyallahu anh )
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz
buyurmuşlardır ki: "Kim bir yerde konakladığı zaman şu duayı okursa, oradan
ayrılıncaya kadar ona hiçbir şey zarar vermez: "Eüzü bi-kelimatillahi't-tammat
min şerri ma halaka. (Allah'ın eksiksiz, mükemmel kelimeleri ile,
yarattıklarının şerrinden AIlah'a sığınıyorum.)"
1813 Hz. Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Balığın karnında iken, Zü'n-Nün'un yaptığı dua şu idi: La ilahe illa ente
sübhaneke inni küntü mine'z-zalimin. (Allahım! Senden başka ilah yoktur, seni
her çeşit kusurlardan tenzih edirim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.)" Bununla dua
edip de icabet görmeyen yoktur."
1814 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) üzüntü sırasında şu
duayı okurdu: "Halim ve azim. olan Allah'tan başka ilah yoktur. Büyük Arş'ın
Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur. Kıymetli Arş'ın Rabbi, arzın Rabbi,
Semavat'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur."
1815 el-Hudri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün
Mescid'e girdi. Orada Ensar'dan Ebu Ümame (radıyallahu anh) denen kimse ile
karşılaştı. Ona: "Ey Ebu Ümame, niçin seni namaz vakti dışında
Mescid'de oturmuş görüyorum?" diye sordu. "Peşimi bırakmayan bir
sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allah'ın Resülü" diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Sana bazı kelimeler
öğreteyim mi? Bunları okursan, Allah, senden sıkıntını giderir ve borcunu
öder." "Evet, ey Allah'ın Resülü, öğret!" dedim.
"Öyleyse, dedi, akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku: "AIlahım
üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım,
korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun galebe çaImasından ve
insanların kahrından sana sığınırım." (Ebu Ümame) der ki: "Ben bu
duayı yaptım, Allah benden gamımı giderdi, borcumu
ödedi."
1816 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Fatıma (radıyallahu anha) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek bir
hizmetçi taleb etmişti. Resûlullah ona: "Şu duayı oku(man senin için
hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi: "Allahım! Sen yedi semanın
Rabbi, Arş-ı Azam'ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat,
İncil ve Furkan'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden
sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir).
Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey
kalmayacak. Sen zahirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen batınsın,
senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar,
zengin kıl."
1817 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir şey üzecek olsa şu duayı okurdu: "Ya
Hayyu ya Kayyum, birahmetike estağisu. (Ey diri olan, ey Kayyüm olan Rabbim
rahmetin adına yardımını talep ediyorum)." Ve keza şöyle derdi: "Elizzu
bi-ya-ze'l-celali ve'l-İkram." (Ya ze'l-celali ve'l-ikram)i devamlı
söyleyin!
1818 Esma Bintu Umeys (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Sana sıkıntı zamanında okuyacağın
bir duayı öğreteyim mi?" diye sordu ve şu duayı söyledi: "Allahu, Allahu Rabbi
la üşriku bihi şey'en. (Rabbim Allah'tır, Allah! Ben ona hiçbir şeyi ortak
koşmam!)"
1819 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) demiştir ki: "Kimin
sıkıntısı artarsa şu duayı okusun: "Allahım ben senin kulunum,
kulunun oğluyum, cariyenin oğluyum, senin avucunun içindeyim, alnım senin
elinde. Hakkımdaki hükmün caridir. Kazan ne olursa hakkımda adalettir. Kendini
tesmiye ettiğin veya kitabında indirdiğin veya nezdinde mevcut gayb hazinesinden
seçtiğin, sana ait her bir isim adına senden Kur'an'ı kalbimin baharı, sıkıntı
ve gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim." Bu duayı okuyan her
kulun gam ve sıkıntısını Allah gidermiş, yerine ferahlık
vermiştir."
1820 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Hz. Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gelerek: "Annem ve babam sana kurban olsun, şu Kur'àn göğsümde durmayıp gidiyor.
Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ona şu cevabı verdi: "Ey Ebül-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana
faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği,
öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?"
Hz. Ali (radıyallahu anh): "Evet, ey Allah'ın Rasülü, öğret bana!" dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu: "Cuma gecesi (perşembeyi
cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü
o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhüd bir andır. O anda yapılan dua
müstecabtır. Kardeşim Yà'kub da evlatlarına şöyle söyledi: "Sizin için Rabbime
istiğfàr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin." Eğer o vakitte kalkamazsan
gecenin ortasında kalk. Bunda da muvàffàk olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört
rek'àt namaz kıl. Birinci rek'atte, Fatiha ile Yà-sin süresini oku, ikinci
rek'atte Fatiha ile Ha-mim, ed-Duhan süresini oku, üçüncü rek'atte Fatiha ile
Eliflam-mim Tenzilü's-secde'yi oku, dördüncü rek'atte Fatiha ile
Tebareke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah'a hamdet, Allah'a
senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salat oku, güzel yap. Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin için
istiğfar et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:
"Allahım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen
terkettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle
bana acı. Seni benden razı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasib et. Ey
semavat ve arzın yaratıcısı olan celal, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sahibi
olan Allahım. Ey Allah! ey Rahman! celalin hakkı için, yüzün nuru hakkı için
kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbar et. Seni benden razı
kılacak şekilde okumamı nasib et. Ey semavat ve arzın yaratıcısı, celalin ve
yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı,
onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum.
Çünkü, hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib
edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır. "
Ey Ebu'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah'ın izniyle
duana icabet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zat-ı Zülcelal'e‚ yemin olsun
bu duayı yapan hiçbir mü'min icabetten mahrum kalmadı." İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (radıyallahu anh) beş
veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a aynı önceki
mecliste tekrar gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! dedi, geçmişte dört
beş ayet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda
durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar ayet öğrenebiliyorum ve onları
kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor.
Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan
çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan
tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye: "Ey Ebü'l-Hasan! Kabenin
Rabbine yemin olsun sen mü'minsin!" dedi."
1821 Şeddad İbnu Evs
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazda şu
duayı okumamızı öğretiyordu: "Allàhım! Senden işte (dinde) sebat
etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel
ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir
kalb diliyorum. AIIahım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum,
bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan sana
istiğfàr ediyorum!"
1822 el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) elbiseyi yenilediği zaman şu duayı
okurdu: Allahım! Hamd sanadır. -(giydiği şey ne ise) ismen
söyleyerek- Bunu bana sen giydirdin. Bunun hayırlı olmasını, yapılış gayesine
uygun olmasını diliyor, şerrinden ve yapılış gayesine uygun olmamasından da sana
sığınıyorum."
1823 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) yeni bir elbise giymişti ve şöyle dua etti: "Avretimi
örtebileceğim ve hayatta güzellik sağlayabileceğim bir elbise giydiren AIlah'a
hamd olsun." Sonra şunu söyledi: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı dinledim: "Kim yeni bir elbise giyer, böyle söyler, daha sonra da
eskittiği elbiseyi tasadduk ederse, sağken de öldükten sonra da Allah'ın
himayesi, hıfzı ve örtmesi altında olur."
1824 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bir şey
yeyip içti mi şu duayı okurdu: "Bize yedirip içiren ve bizi Müslümanlardan kılan
Allah'a hamdolsun."
1825 Muaz İbnu Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir şey yer
ve: "Bana bu yiyeceği yediren ve tarafımdan hiçbir güç ve kuvvet olmadan bunu
bana rızık kılan Allah'a hamdolsun" derse geçmiş günahları aff olunur"
dedi." Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade var: "Kim bir elbise giyer ve:
"Bunu bana giydirip, tarafımdan bir güç ve kuvvet olmaksızın beni bununla
rızıklandıran Allah'a hamdolsun" derse geçmiş ve gelecek günahları
affedilir."
1826 Muaz İbnu Enes (radıyallahu anh) der ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Muhakkak ki Allah, kulun
bir şey yiyip hamdetmesinden veya bir şey içip hamdetmesinden razı
olur."
1827 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Sa'd İbnu Ubade'nin yanında ekmek ve zeytinyağı
yemişti. Sonunda şöyle bir dua buyurdu: "Yanınızda oruçlular yemek
yesin, yemeğinizden ebrarlar yesin, üzerinize melekler dua etsin." Ebu
Davud'un Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den kaydettiği diğer bir rivayette şöyle
denir: "Ebû'l-Heysem bir yemek hazırladı, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ve Ashabın'ı (radıyallahu anhüm) davet etti. Hz. Peygamber yemekten
kalkınca: "Kardeşinizi mükafaatlandırın!" buyurdu. Ashab: "Mükafaatı da ne?"
diye sordular. Efendimiz: "Kişinin evine girilip yemeği yendi, içeceği içildi mi
ev sahibi için dua edilir. İşte bu onun mükafaatıdır" cevabını
verdi."
1828 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kazayı hacet için helaya girdiği zaman şu duayı
okurdu: "Allahümme inni eüzu bike mine'lhubsi ve'l-habais. (Allahım,
pislikten ve (cin ve şeytan gibi) kötü yaratıklardan sana
sığınırm."
1829 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) heladan çıkınca: "Gufraneke (affını taleb ediyorum)
derdi." Tirmizi'nin Hz. Ali'den kaydettiği diğer bir rivayette şöyle
denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Helaya girdiği zaman
insanoğlunun avretleri ile cinnilerin gözleri arasındaki perde, kişinin
"bismillah" demesidir."
1830 Fatıma Bintu'l-Hüseyin İbni Ali,
büyükannesi Fatımatu'l-Kübra (radıyallahu anha)'dan naklen anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mescide girdiği zaman Muhammed
(aleyhissalatu vesselam)'e salat (dua) okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet,
rahmet kapılarını bana aç" derdi, Çıkarken de yine Muhammed (aleyhissalatu
vesselam)'e salat okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet, lütuf kapılarını
benim için aç" derdi".
1831 Talha İbnu Ubeydillah (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hilali görünce şu duayı
okurdu: "Allahım, Ay'ın hilal devresini bize bereketli, imanlı, selametli ve
İslam üzere geçir. (Ey hilal) benim de senin de Rabbin
Allah'tır."
1832 Katade (rahimehullah)'ye ulaştığına göre,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hilali görünce şu duayı okurmuş: "Hayırlı ve
istikametli bir ihtilaI (devresi diliyorum.)" bunu üç kere söyledikten sonra,
"Seni yaratan AIIah'a inandım." Bunu da üç kere tekrar ettikten
sonra: ". . Ayını çıkarıp... Ayını getiren Allah'a hamdolsun" dermiş." Ebu
Davud'un yine Katade'den kaydettiği bir diğer rivayetinde:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), hilali görünce yüzünü ondan çevirirdi"
denmektedir.
1833 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gök gürleyip, şimşek çakınca şu duayı
okurdu: "Allah'ım bizi gadabınla öldürme, azabınla da helak etme, bu
(azabı)ndan önce bize afiyet (içinde ölüm) ver."
1834 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ufuk-ı semada
bir bulut belirtisi gördü mü işi terkeder, namazda idiyse kısa keser ve şu duayı
okurdu: "Allah'ım, bunun şerrinden sana sığınırım." Yağmur başlarsa: "Allah'ım,
boI yağmur, faydalı yağmur (ver)" derdi."
1835 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) rüzgar estiği
zaman şu duayı okurdu: "AIIah'ım, senden bunun hayrını ve bunda olan
(menfaatların da) hayrını ve bunun gönderiliş maksadındaki hayrı da istiyorum.
Bunun şerrinden, bunda olanın şerrinden, burcunla gönderilen şeyin şerrinden de
sana sığınıyorum."
1836 Yine Tirmizi'de Übey İbnu Kà'b
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Rüzgara küfretmeyin. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgar görünce: "Allah'ım, senden
bunun hayrını taleb ediyorum" deyin. "
1837 Amr İbnu Şuayb an
Ebihi an Ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Duaların en faziletlisi àrefe günü yapılan duadır. Ben
ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, la ilahe
illallahu vahdehu la şerike leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli
şey'in kadir. (Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk
O'nundur, hamd O'na aittir. O, herşeye kadirdir)
sözüdür."
1838 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resülü, dedim, şayet Kadir gecesine tevafuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı
okumamı söyledi: "Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu
anni. (Allahım! Sen affeedicisin, affı seversin, beni
affet."
1839 Amir İbnu Rebia (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)ın arkasında namaz kılan birisi, namazda
hapşırdı ve şu duayı okudu: "Mübarek (heyrı boI), ihlaslı ve çok hamdle Allah'a
hamdederiz, ta Rabbimiz razı oluncaya kadar; dünya ve ahiret işindeki rızasından
sonra da (hamdimize devam ederiz)." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazdan
çıktıktan sonra: "Namazda dua okuyan kimdi?" diye sordu. Ancak okuyan kişi süküt
etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tekrar sordu: "Duayı kim
okudu? Zira fena bir şey söylemedi." Bunun üzerine adam: "Bendim, bu dua ile
sadece hayır murad ettim" dedi. Efendimiz: "(Duanız) Rahman'ın
Arşına kadar yükseldi" buyurdu."
1840 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri
hapşırınca "Elhamdülillah ala külli hal." (Her hal için elhamdülillah) desin.
Kardeşi de yahut arkadaşı da- ona "Yerhamükallah" diye cevap versin. (Kardeşi
bunu) kendisi için söyleyince, hapşıran da Yehdikümullah ve yuslih baleküm
(Allah size de hidayet versin ve işinizi düzeltsin)
desin."
1841 Ebü'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hz. Davud (aleyhisselam)'un duaları
arasında şu da vardır: "Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve
senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini
nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl."
Ebü'd-Derda der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Davud'u zikredince,
onu "insanların en abidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif
ederdi."
1842 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Resûlullah'a ref
ederek demiştir ki: "Yunus kavminin duaları arasında şu da vardı: "Ey diri olan,
ey (mahlükata) kıyam veren, ey hiçbir hayat sahibinin olmadığı zamanda hayat
sahibi olan, ey hayat veren, ey ölüm veren, ey celal ve ikram
sahibi!"
1843 Hz. Ömer ve Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anhüma)
anlatıyorlar: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir
belaya uğrayanı görünce şu duayı okursa: "Seni imtihan ettiği şeyde bana afiyet
veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah'a hamdolsun!" Artık
yaşadığı müddetçe, bu bela ne olursa olsun ona maruz kalmaktan muaf
kılınır." Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir rivayetinde sadece: "..Bu
bela ona isabet etmez" denmiştir.
1844 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dua ederken
şunu söylerdi: "Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı
da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm
orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit
şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl."
1845 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah'ın duasının çoğu: "Allahümme atina
fi'd-dünya haseneten ve fi'l ahireti haseneten ve kına azabe'n-nar. (Allahım
bize dünyada da bir hayır, ahirette de bir hayır ver, bizi cehennem azabından
koru" idi."
1846 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim cenneti üç kere
isterse, cennet: "AIIah'ım onu cennete koy" der. Kim AIIah'tan üç sefer ateşe
karşı koruma taleb ederse, cehennem: "AIIah'ım onu ateşten koru"
der."
1847 Hz. AIi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, "Bir
mükateb ona gelerek: "Kitabet borcumu ödemekten aciz kaldım, bana yardım et"
dedi. Ona şu cevabı verdi: "Sana, Resûlullah (aleyhissalatu vesseIam)'ın bana
öğretmiş bulunduğu bir duayı öğreteyim. (Onu okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar
borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Şöyle diyeceksin: "AIIah'ım,
yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver, başkasına
muhtaç etme."
1848 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle istiaze ederlerdi: "Allah'ım! Aczden,
tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan,
cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azabından sana sığınırım. Haya ve ölüm
fitınesinden sana sığınırım."
1849 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu duayı okurlardı:
"Allah'ım! Cüzzamdan, barastan (alaten), delilikten ve hastalıkların kötüsünden
sana sığınırım."
1850 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu duayı okurlardı:
"AIlah'ım, huşü duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana
sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört
şeyden sana sığınırım."
1851 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Belanın
ezmesinden, helakın gelmesinden, kötü kazadan, düşmanların şamatasından Allah'a
istiaze edin."
1852 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle dua ederdi: "Allahım, şikak ve
nifaktan ve kötü ahlaktan sana sığınırım." Bir rivayette şöyle denmiştir:
"Allahım! Açlıktan sana sığınırım, çünkü o pek fena yatak arkadaşıdır.
Hıyanetten de sana sığınırım, çünkü o ne kötü huydur."
1853 Yine
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Mirac gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şüle
olduğu halde beni takip ediyordu. Nazarımı her atışımda onu görüyordum. Cibril
(aleyhisselam) bana: "İstersen sana bir dua öğreteyim, onu okursan, şülesi söner
ve ağzının üstüne düşer" dedi." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Pekala!"
dedi. Cibril (aleyhisselam) de "Şunu oku!" buyurdu: "Allah'ın kerim
olan rızàsı için, eksiksiz, mükemmel kelimatullah hakkı için -ki hiç kimse
muttaki olsun, facir olsun onu aşıp daha güzelini söyleyemez- (bela olarak)
semadan inen, semaya yükselen, (ve ceza gerektiren) şerlerden, yeryüzünde
yarattığı şerden, yer(in altın)dan çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden,
gece ve gündüz gelen musibetlerden AIIah'a sığınırım. Ey Rahman, hayır getiren
hadiseler hariç."
1854 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki
haslet veya iki hallet -vardır ki onları Müslüman bir kimse (devam üzere)
söyleyecek olursa mutlaka cennete girer. Bu iki şey kolaydır. Kim onlarla amel
ederse, azdır da... Her (farz) namazdan sonra on kere tesbih (sübhanallah), on
kere tahmid (elhamdülillah), on kere tekbir (Allahu ekber) söylemekten
ibarettir." (Abdullah der ki:) "Ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın bunları söylerken parmaklarıyla saydığını gördüm. Resûlullah
devamla buyurdular: "Bunlar beş vakit itibariyle toplam olarak dilde yüzellidir.
Mizanda bin beş yüzdür. "İkinci haslet" ise yatağa girince Allah'a yüz kere
tesbih, tekbir ue tahmid'de bulunmanızdır. Bu da lisanda yüzdür, mizanda bindir.
(Her ikisi toplam iki bin beş yüz eder.)" Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) sözlerine şöyle bir soru ile devam etti: "Hanginiz bir
günde, gece ve gündüz iki bin beş yüz günah işler?" "Bunları niye
söylemiyelim ey Allah'ın Resülü?" dediler. Şu cevabı verdi: "Şeytan,
namazda iken her birinize gelir: "Şunu şunu hatırla" der, ve namazdan çıkıncaya
kadar devam eder. (Bu hatırlatmaların neticesi olarak) kişi bu tesbihatı terk
bile eder. Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (zikir yapmasına imkan
vermeden) uyutmaya çalışır ve uyutur da."
1855 İbnu Ebi Evfa
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir adam gelerek- "Ey Allah'ın Resülü! dedi,
ben Kur'àn'dan bir parça seçip alamıyorum. Bana kifayet edecek bir şeyi siz bana
öğretseniz!" "Öyleyse, buyurdu, Sübhanallah velhamdüIillah, ve
lailahe illallah, vallahu ekber, vela havle vela kuvvete illa billah. (Allahım
seni tenzih ederim, hamdler sana mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah
en büyüktür, güç kuvvet Allah'tandır) de." "Ey Allah'ın Resülü!
dedi, bu zikir Allah içindir. (O'nu senadır), kendim için dua olarak ne
söyleyeyim?" "Şöyle dua et: Allahım bana merhamet et, afiyet ver,
hidayet ver, rızık ver!" Adam (dinleyip, kalkınca) ellerini sıkıp
göstererek: "Şöyle (sımsıkı belledim!)" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), bunun üzerine: "İşte bu adam iki elini de hayırla
doldurdu !.." buyurdu."
1856 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölümünden önce şu duaları çok
tekrar ederdi: "Sübhanallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu ileyh.
(Allahım seni hamdinle tesbih ederim, màğfiretini diler, günahlarıma tevbe
ederim.)" Ben kendisinden bunun sebebini sordum. Şu açıklamayı
yaptı: "Ràbbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkında bir alamet
göreceğim. Ben onu görünce Sübhanallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu
ileyh zikrini artırdım. Bu gördüğüm, İza cae nàsrullahi ve'l-fethu.. süresidir.
"
1857 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sübhanallahi, velhamdu lillahi, vela
ilahe illallahu vallahu ekber (Allah'ı tesbih ederim, hamdler Allah'adır,
Allah'tan, başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) demem, bana, üzerine güneşin
doğduğu şeyden (dünyadan) daha sevgilidir."
1858 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Miraç sırasında İbrahim (aleyhisselam)'le karşılaştım. Bana: "Ey
Muhammed, ümmetine benden selam söyle. Ve haber ver ki: Cennetin toprağı temiz,
suyu tatlıdır. Burası (suyu tutacak şekilde) düz ve boştur. Oraya atılacak tohum
da sübhanallah, velhamdülillah, ve lailahe illallah, vallahu ekber
cümlesidir."
1859 Hz. Ebu Bekri's-Sıddikin azadlısı Yüseyre
(radıyallahu anhüma) -ki ilk muhacirlerden idi- anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bize dedi ki: "Size tesbih, tehlil, takdis, tekbir
çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira parmaklar (Kıyamet
günü nelerde kullanıldıklarından) suale maruz kalacaklar ve
konuşturulacaklardır."
1860 Hz. Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İstiğfar
eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse günahta musır
sayılmaz."
1861 el-Eğarru'l-Müzeni (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, bazan
kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah'a günde yüz sefer istiğfar eder (affımı
dilerim)."
1862 Yine Eğarru'l-Müzeni, Müslim'in bir rivayetinde
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Ey
insanlar! Rabbinize tevbe edin. AIIah kasem olsun ben Rabbim Tebarek
ve Teala hazretlerine günde yüz kere tevbe ederim."
1863 Buhari ve
Tirmizi'de gelen bir rivayette Hz.Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) diyor ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim, demişti ki: "AIIah'a kasem
olsun, ben günde Allah'a yetmiş kere istiğfar ediyorum tevbede
bulunuyorum."
1864 Esma İbnu'I-Hakem el-Fezari (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hazreti Ali'yi dinledim, şöyle demişti: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'dan bir hadis dinledim mi, Allah Teala hazretlerinin faydalanmamı
dilediği kadar ondan istifade ediyordum. Şayet bir adam O'ndan hadis rivayet
edecek olsa (gerçekten duydun mu diye) yemin ettiriyordum. Yemin edince onu
tasdik edip rivayetini kabül ediyordum." Hz. Ebu Bekri's-Sıddik
(radıyallahu anh) bana şu hadisi rivayet etti ve bu rivayetinde Ebu Bekir doğru
söyledi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim, demişti ki: "Günah
işleyip arkasından kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kılan sonra da AIIah
Teala hazretlerine tevbe eden her insan mutlaka mağfiret olunur." Sonra da şu
ayeti okudu. (Mealen): "Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine
zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler, günahlarının bağışlanmasını dilerler.
Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? (Al-i İmran
135).
1865 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim: "La ilahe illallahu
vahdehu la-şerike leh, lehu'l mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in
kadir" duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle azad etmiş gibi
sevàb verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu,
ayrıca üç gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan
daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de
getiremez. Kim de bir günde yüz kere "Sübhanallahi ve bihàmdihi" derse hataları
dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile."
1866 Hz.
Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissàlatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim çarşıya girince La ilahe iIIalIahu vahdehu Ia şerike Ieh,
Iehü'I-mülkü ve Iehü'I-hamdü yuhyi ve yümitü ve hüve hayyün Ia yemütü
bi-yedihi'I-hayr ve hüve aIa külli şey'in kadir. (AIlah'tan başka ilàh yoktur,
tekdir, ortağı yoktur, mülk ve hamd ona aittir. Hayatı o verir, ölümü de o
verir. Kendisi hayattardır, ölümsüzdür. Hayırlar O'nun elindedir. O her şeye
kadirdir) duasını okursa AIIah ona bir milyon sevab yazar, bir milyon da günah
affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir." Bir rivayette,
üçüncü mükafaata bedel, "Onun için cennette bir köşk yapar"
denmiştir."
1867 Resûlullah (aleyhissàlatu vesselam)'ın
zevcelerinden Cüveyriyye (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre, "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) efendimiz bir gün sabah namazını kılınca, daha kendisi
namazgahında iken, erkenden yanından çıkmış, gitmiş, kuşluktan sonra Cüveyriyye
(aynı yerinde zikrederek) otururken geri gelmiş ve: "Bırakıp gittiğim halde
duruyorsun (hiç yerinden kımıldamadın galiba?)" diye sormuştur. "Evet" cevabı
üzerine şunu söylemiştir: "Ben senden ayrıldıktan sonra dört kelime(Iik bir
dua)yı üç kere okudum. Eğer bunlardan hasıl olan sevab tartılacak olsa, senin
burada sabahtan beri okuduğun duaların sevabının ağırlığına denk olur. O dua
şudur: "Sübhanallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rıda nefsihi ve zinete arşihi
ve midade kelimatihi. (Allah'ı mahlukatı sayısınca, nefsinin rızasınca, arşının
ağırIığınca, kelimelerinin adedince tesbih (noksanlıklardan tenzih)
ederim."
1868 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki kelime vardır, bunlar
dile hafif, terazide ağır, Rahman'ada sevgilidirler: Sübhanallahi ve bihamdihi,
Sübhanallahi'l-azim. (Allahım seni hamdinle tesbih ederim, yüce Allahım seni
tenzih ederim) kelimeleridir."
1869 Yine Ebu Hüreyre hazretleri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"La havle ve Ia kuvvete illa billah. (Güç de kuvuet de ancak AIIah'tandır)
sözünü çok tekrar edin." Mekhül dedi ki: "Kim bunu der ve sonra da:
"Allah (ın gazabın) dan ancak O (nun rahmeti)'na iltica etmekle kurtuluşa
erilebilir" derse, Allah ondan yetmiş çeşit zararı kaldırır ki bunların en
hafifi fakirliktir."
1870 Ebu Mes'ud el Bedri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu Ubade'nin meclisinde otururken Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yanımıza geldi. Kendisine, Beşir İbnu Sa'd: "Ey
Allah'ın Resülü! Bize Allah Teala Hazretleri, sana salat okumamızı emretti. Sana
nasıl salat okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi:
"Şöyle söyleyin: "AIIahümme salli aIa Muhammedin ve aIa aI-i Muhammed, kema
salleyte aIa İbrahime ve barik aIa Muhammedin ve aIa aI-i Muhammedin kema
barekte aIa aI-i İbrahime inneke hamidun mecid. (AIIah'ım! Muhammed'e ve
Muhammed'in aline rahmet kıI, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i
ve Muhammed'in alini mübarek kıl. Tıpkı İbrahim'in alini mübarek kıldığın gibi."
(ResuIullah ilaveten şunu söyledi): "Selam da bildiğiniz gibi olacak."
Müslim,Salat 65, (405), Kasru's-Salat 67,(1,165,166); Tirmizi,Tefsir,
Ahzab,(3218); Ebu Davut, Salat 183, (980,981); Nesai, Sehv 49, (3, 45,
46). Tirmizi dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebu Humeyd es-Saidi
(radıyallahu anh)'den gelen bir rivayet şöyle: "Ashab sordu: "Ey
Allah'ın Resülü sana nasıl salat okuyalım?" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
Şöyle söyleyin, dedi: "AIIahümme salli aIa Muhammedin ve aIa ezvacihi ve
zürriyyetihi kema salleyte aIa İbrahime ve bàrik aIa Muhammedin ve aIaezvacihi
ve zürriyyetihi kema barekte aIa İbrahime inneke hamidun mecid. (AIIahım!
Muhammed‚ zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın
gibi. Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, tıpkı İbrahim'i
mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye Iayıksın, Şerefi yücesin)." Kà'b İbnu
Ucre'den gelen bir rivayet de şöyle: "Resûlullah (aleyhissaIatu vesselam)
yanımıza gelmişti: "Ey Allah'ın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi
öğrendik. Ama, sana nasıl salat okuyacağız (bilmiyoruz)? " "Şöyle söyleyin!
dedi: "AIIahümme salli aIa Muhammed'in ve ala aI-i Muhammedin kema
salleyte aIa İbrahime inneke hamidun mecid. AIIahümme barik aIa Muhàmmedin ve
aIa aI-i Muhammed, kema barekte aIa aIi İbrahime inneke hamidun
mecid."
1871 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salat okursa AIIah
da ona on salat okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece
yükseltir." Yine Nesaide Ebu Talha (radıyallahu anh)'dan gelen bir rivayet
şöyle: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), yüzünde bir sevinç olduğu
halde geldi. Kendisine: "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!"
dedik. "Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin
diyor ki: "Sana salavat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan
herkese de benim on selam okumam sana (ikram olarak) yetmez
mi?"
1872 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların en yakını,
bana en çok salavat okuyandır." Yine Tirmizi'de Hz. Ali (radıyallahu
anh)'den kaydedilen bir rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana
salavat okumayandır."
1873 Hz. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vessalam) buyurdular ki: "Yeryüzünde
Allah'ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selamını (anında) bana tebliğ
ederler."
7090 Su'da'I-Mürriyye radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın vefatından sonra Hz. Ömer, (bir gün kocam)
Talha'ya uğradı. (Onu üzgün bularak:) "Neyin var, niye üzgünsün? Amca oğlun (Ebu
Bekr'in) halife oluşu mu seni üzdü?" dedi. Talha: "Hayır! Lakin ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın: "Ben bir kelime biliyorum, her kim ölümü anında onu
söylerse mutlaka amel defteri için bir nur olur ve onun cesedi ve ruhu, ölüm
anında o kelime sebebiyle bir rıza, bir rahmet bulacaktır" buyurduğunu işittim"
dedi. Ben bu kelimenin ne olduğunu o ölünceye kadar sormadım. (İşte bunun için
üzgünüm)" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben o kelimeyi biliyorum. O, Resûlullah
aleyhissaltu vesselam'ın amcası (Ebu Talib)e vefatı anında teklif ettiği
kelime-i tevhiddir. Eğer Resülııllah aleyhissalatu vesselam, amcası için,
kelime-i tevhidden daha kurtarıcı bir şey bilseydi onu (söylemesini) emrederdi"
dedi."
7091 Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölen bir nefis (ölüm anında) Allah'ın bir
ve benim Allah elçisi olduğuma şehadet eder, kalbi de bunu tasdik ederse, Allah
mutlaka ona mağfiret kılar."
7092 Ümmü Hani radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "La ilahe illallah
(Allahtan başka ilah yoktur)" kelimesini fazilette hiçbir amel geçemez ve bu
kelime hiçbir günahı bırakmaz, (affettirir)."
7093 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim, sabah namazının peşinden La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh,
lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü bi-yedihi'l-hayr ve hüve ala külli şey'in kadir
(Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur mülk ona aittir, hamdler
de ona layıktır, her çeşit hayır O'nun elindedir. O her şeye kadirdir)" derse
kendisine, Hz. İsmail evlatlarından bir köleyi azad etmiş gibi sevap
yazılır."
7094 Kudame İbnu İbrahim el-Cümahi radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Kendisi, Hz. Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattab radıyallahu
anhüma'ya gidip geliyordu. Bu uğramaları esnasında yaşça delikanlı ve üzerinde
kırmızıya boyanmış iki parça giyecek vardı. Kudame devamla der ki: "Abdullah
İbnu Ömer bize Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kendilerine şunu anlattığını
söyledi: "Allah'ın kullarından bir kul dedi ki: "Ey Rabbim! Senin zatının
celaline ve senin hakimiyetinin azametine layık şekilde sana hamd olsun." Bu
hamd kulun amelini yazmakla muvazzaf iki meleği aciz bıraktı. Onlar (bunun
sevabını) nasıl yazacaklarını bilemediler. Bunun üzerine melekler göğe çıktılar
ve: "Ey Rabbimiz! Senin kulun öyle bir kelam söyledi ki, nasıl yazacağımızı
bilemiyoruz" dediler. AllahTeala hazretleri, -kulun söylediği sözü en iyi bilen
olduğu halde-: "Benim kulum ne söyledi?" diye sordu. Melekler: "Ey Rabbimiz! O
kul: "Ya Rabbi lekel-hamdu kema yenbaği li-Celali vechike ve azimi sultanike"
söyledi" dediler. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri o iki meleğe buyurdu ki:
"Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söze (hamde) karşılık
mükafaatlandırıncaya kadar siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız"
buyurdu."
7095 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam sevdiği bir şeyi görünce: "Hamd o Allah'a mahsustur ki
salih şeyler sadece onun lütuf ve nimetiyle tamamlanır" derdi. Hoşlanmadığı bir
şey görünce de: "Her durum üzerine Allah'a hamd olsun"
derdi."
7096 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle derlerdi: "Elhamdulillah ala külli
hail. Rabbi eüzu bike, min hali ehli'n-nar" (Her hal için Allah'a hamdolsun. Ey
Rabbim cehennem ehlinin halinden sana sığınırım."
7097 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah kuluna bir nimet verdiği zaman kul "Elhamdülillah" derse, kulun verdiği
(yani hamd demek suretiyle ödediği, kendine sağlayacağı menfaatçe) aldığından
efdal (üstün) olur."
7098 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Kendisi ağaç dikerken yanına Resûlullah aleyhissalatu
vesselam uğrar ve: "Ey Ebu Hureyre! Şu diktiğin nedir?" der. "Kendim
için bir fidan dikiyorum!" cevabını verir. Aleyhissalatu vesselam: "Sana, senin
için daha hayırlı bir dikilecek fidan göstereyim mi?" buyurur. Ebu Hureyre:
"Göster! Ey Allah'ın Resülü!" der. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber (Allah bütün
noksan sıfatlardan münezzehtir, bütün hamdler ona mahsustur. Allah'tan başka
ilah yoktur, Allah en büyüktür)" de! Bunu söylersen her bir kelimesi için sana
cennette bir ağaç dikilir."
7099 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın
celalinden zikrettiğiniz tesbih (sübhanallah), tehlil (la ilahe illallah) ve
tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş'ın etrafında dönüp dururlar. Onlar tıpkı
arı oğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar. Sizden biri,
Arş'ın civarında kendisini andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz
mı?"
7100 Ümmü Hani radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a geldim ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana (kolay ve sevabı
büyük) bir amel gösterin. Zira artık ben yaşlandım, zaafa ugradım ve
şişmanladım" dedim. Aleyhissalatu vesselam derhal şu cevabı verdiler: "Yüz kere
Allahuekber de! Yüz kere elhamdulillah de, yüz kere sübhanallah de. (Bunu yapman
senin için) Allah yolunda eğerlenip gemlenmiş yüz attan daha hayırlıdır. (Kurban
edilmiş) yüz deveden daha hayırlıdır. Yüz köle azad etmekten daha
hayırlıdır."
7101 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana dedi ki: "Sana sübhanallahi
velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber" demeyi tavsiye ederim. Zira
bu kelimeler, günahları döker, tıpkı ağacın yapraklarını dökmesi
gibi."
7102 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben günde yüz sefer Allah'a istiğfarda
bulunurum."
7103 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben günde yetmiş kere Allah'a tevbe ve
istiğfarda bulunurum."
7104 Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Benim dilimde, aile efradıma karşı bir ölçüsüzlük vardı. Fakat bu başkalarına
olmazdı. Bu halimi Aleyhissalatu vesselam'a söyledim. Resûlullah: "İstiğfar
bakımından ne haldesin? (Bu kusurunun bağışlanması için günde yetmiş kere
istiğfar et!" buyurdular."
7105 Abdullah İbnu Busr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Amel defterinde
çok istiğfar bulunana ne mutlu!"
7106 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhisselatu vesselam şöyle dua ederdi: "Ey Allahım!
Beni, güzel amel işledikleri zaman(bunun mükafaatıyla) müjdelenen ve hata
işlediği zaman da istiğfar edenlerden eyle!"
7107 Ebu Zerr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Sana cennet
hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?" buyurdular. "Evet! Ey
Allah 'ın Resülü!" dedim. "La havle vela kuvvete illa billah (Gerek
ibadet için gerek dünyevi işlerim için muhtaç olduğum) bütün güç kuvvet
Allah'tandır" de!" buyurdular."
7108 Hazım İbnu Harmele
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a uğramıştım.
Bana: "Ey Hazım! La havle vela kuvvete illa billah" de! Çünkü bu cümle cennet
hazinelerinden biridir" buyurdular."
7109 Hz. Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah şu duayı çok yapardı: "Allahümme sebbit
kalbi ala dinike.(Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl." Bir adam: "Ey Allah'ın
Resülü! Biz sana iman ettiğimiz ve senin getirdiklerini tasdik ettiğimiz halde
bizim (akibetimiz) için korkuyor musun?" dedi. Aleyhissalatu vesselam adama şu
cevabı verdi: "Kalpler, muhakkak ki Rahman'ın parmaklarından iki parmağı
arasındadır, onu (dilediği şekilde) döndürür." Ravi der ki : "A'meş
iki parmağını gösterdi. "
7110 İbnu Abbas radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Kur'an'dan bir sure öğretir gibi
şu duayı bize öğretmişti: "Allahım! Cehennem azabından, kabir azabından, Mesih
Deccal'in fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden sana
sığınırım."
7111 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Allah'tan faydalı ilim dileyin, faydasız ilimden
Allah'a sığının" buyurdu."
7112 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın
anlattığına göre: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kendisine şu duayı
öğretmiştir: "Allahım ben senden hayrın her çeşidini isterim; yakın olsun, uzak
olsun; bildiğim olsun, bilmediğim olsun; bütün şerlerden de sana sığınırım;
yakın olsun, uzak olsun; bildiğim şer olsun, bilmediğim şer olsun. Allahım!
Kulun ve peygamberin Muhammed'in senden istediği şeyleri senden ben de
istiyorum. Kulun ve peygamberin hangi şerlerden sana sığınmışsa ben de o
şerlerden sana sığınıyorum. Allahım! Ben senden-, cenneti ve cennete götüren söz
ve amel(de beni muvaffak kılman)ı istiyorum. Ateşten ve ateşe götüren söz ve
fiillerden de sana sığınıyorum. Ve dahi benim hakkımda hükmettiğin her kaza ve
kaderi hayırlı kılmanı senden diliyorum."
7113 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir adama:
"Namazda ne diyorsun?" diye sordu. Adam: "Teşehhüdü (Ettahiyyatu, Allahümme
salli, Allahümme barik...) okuyorum. Sonra Allah'tan cennet diliyor ve cehennem
ateşinden O'na sığınıyorum. Ama vallahi ben, ne senin okuduğunu ne de Muaz'ın
okuduğunu bilmiyorum" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam (adama): "Biz de
senin okuduğun şeyler çerçevesinde okuyoruz" buyurdu."
7114 Evs
İbnu İsmail el-Beceli radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam vefat ettiği zaman, Hz. Ebu Bekr'in şöyle söylediğini
işitmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam benim şu makamımda
ilk yıl, ayağa kalktı -böyle söyleyince Hz. Ebu Bekr gözlerinin yaşını tutamayıp
ağladı- sonra dedi ki: "Size doğru olmanızı sıdkı, tavsiye ederim.
Çünkü sıdk birr (denen Allah'ın rızasına götüren en iyi amelle beraberdir) ikisi
de cennettedir. Yalandan sakının. Çünkü o, fücürla beraberdir ve ikisi de
cehennemdedir. Allah'tan afiyet dileyin. Çünkü, kimseye Çünkü, kimseye yakinden
sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Birbirinizle hasedleşmeyin.
Birbirinizle aranızdaki iyi münasebetleri kesişmeyin. Birbirinize sırt
çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeşler olun!"
7115 Hz. Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kişinin yaptığı dualar içerisinde en hayırlısı şudur: Allahümme inni
es'eluke'l-mu'afate fid-dünya ve'l-ahireti (Ey Allah'ım! Senden dünya ve
ahirette afiyet istiyorum),"
7116 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah bize ve
Ad'ın kardeşine rahmet eylesin."
7117 el-Kasım (İbnu Abdirrahman)
radıyallahu anh demiştir ki: "Allah'ın, duada şefaat kılındığı taktirde, o duayı
kabul ettiği ism-i azamı şu üç surededir: Bakara, Al-i İmran ve
Ta-Ha. Ebu Ümame radıyallahu anh'tan yapılan bir rivayette, bunun
benzeri Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan merfu olarak
gelmiştir.
7118 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle yalvardılar: "Allahım! Ben, senin pak, güzel,
mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği taktirde hemen
icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep
edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş
verdiğin isminle senden istiyorum." Hz. Aişe'nin belirttiğine göre,
bir başka gün Aleyhissalatu vesselam'ın, kendisine "Ey Aişe! Kendisiyle dua
edildiği taktirde icabet ettiği ismi, Allah'ın bana gösterdiğini sen biliyor
musun?" diye sormuştu. Hz. Aişe der ki: "Ben: "Ey AIlah'ın Resülü! Annem babam
sana feda olsun, onu bana da öğret!" dedim. "Ey Aişe onu sana öğretmem uygun
düşmez!" buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma
oturdum. Sonra kalkıp, başını öptüm ve: "Ey Allah'ın Resülü! Onu bana öğret"
diye ricada bulundum. O yine: "Onu sana öğretmem uygun olmaz, ey Aişe! Onunla
senin dünyevi bir şey talep etmen uygunsuz olur" buyurdu." Hz. Aişe
devamla der ki: "Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekat namaz kıldım,
sonra: "Allahım! Sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua
ediyorum.Sana Birrurrahim isminle dua ediyorum. Sana bildiğim ve bilmediğim
güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle" diye dua
ettim." Aişe devamla der ki: "Bu duam üzerine Resûlullah
aleyhissalatu vesselam güldü ve: "İsm-i azam, senin yaptığın şu duanın içinde
geçti" buyurdu."
7119 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretlerinin
doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir, teki sever. Kim bu
isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-Samed,
el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir, el-Batın, el-Halık, el-Bari, el-Musavvir, el-Melik,
el-Hakk, es-Selam, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Aziz, el-Cebbar, el-Mütekebbir,
er-Rahman, er-Rahim, el-Latif, el-Habir, es-Semi', el-Basir, el-Alim, el-Azim,
el-Barr, el-Müte'al, el-Celil, el-Cemil, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kadir, el-Kahir,
el-Aliyyu, el-Hakim, el-Karib, el-Mucib, el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd,
eş-Şekür, el-Macid, el-Vacid, el-Vali, er-Raşid, el-Afuvvu, el-Ğafür, el-Halim,
el-Kerim, et-Tevvab, er-Rabb, el-Mecid, el-Veliyyu, eş-Şehid, el-Mübin,
el-Bürhan, er-Ra'üf, er-Rahim, el-Mübdiu, el-Mu'id, el-Bais, el-Varis,
el-Kaviyyu, eş-Şedidu, ed-Darru, en-Nafi'u, el-Baki, el-Vaki, el-Hafıd,
er-Rafi', el-Kabıd, el-Basıt, el-Mu'ızzu, el-Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzak,
Zü'l-Kuvve, el-Metin, el-Kaim, ed-Daim, el-Hafız, el-Vekil, el-Fatır, es-Sami',
el-Mu'ti, el-Muhyi, el-Mümit, el-Mani', el-Cami', el-Hadi, el-Kafı, el-Ebed,
el-Alim, es-Sadık, en-Nür, el-Münir, et-Tamm, el-Kadim, el-Vitru, el-Ahadu,
es-Samedu, ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven
ahad." Zûhri der ki: "Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu
Esmau Hüsna'nın okunmasına "La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l
Mülkü ve Lehü'I-Hamdu bi-yedihi'l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadir, la ilahe
illallahu, lehül-Esmau'l-Hüsna" diye başlanmalıdır."
7120 Ümmü
Hakim Bintü Vedda'el-Huza'iyye radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular: "Babanın duası perdeyi deler (kabul
makamına ulaşır)."
7121 Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
hadimi Ebu Selam anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular:
"Akşam ve sabaha erdiği vakit: "Raditu billahi Rabben ve bi'I-İslami dinen ve
bi-Muhammedin nebiyyen (Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber
olarak Muhammed'den razıyım" diyen bir müslüman veya insan veya köle yoktur ki,
o kimseyi Kıyamet günü razı ve memnun etmek Allah üzerine bir hak
olmasın."
7122 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yatağına girince, sağ elini yanağının altına
koyar sonra şu duayı okurdu: "Allahümme, kıni azabeke yevme teb'asu
-ev tecme'u- ibadeke (Allahım! Kullarını yeniden dirilttiğin veya topladığın-
gün beni azabından koru."
7123 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, evinden çıktığı vakit şu duayı
okurdu: "Bismillahi la havle vela kuvvete illa billah, et-tüklani alallah.
(Allahın ismiyle. Dünya ve ukba işlerine güç kuvvet Allah'tandır. Dayanağım
Allah'dır."
7124 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi evinin -veya apartmanın-
kapısından çıkınca, adama müekkel (nezaretçi) iki meleği vardır. Adam:
"Bismillah" deyince onlar: "Doğruya irşad edildin" derler. "La havle vela
kuvvete illa billah" deyince, melekler: "Korundun" derler. Adam: "Tevekkeltü
alallah" deyince onlar: "İşin (sana bedel) görüldü" derler.
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam devamla) dedi ki: "Sonra adamın iki karini
(yani onu günaha sürüklemek isteyen insi ve cinni iki şeytanı) onu karşılarlar.
Melekler (o şeytanlara): "Hidayete erdirilen, işi (Allah tarafından) görülen ve
muhafaza altına alınan bir kimseden ne istiyorsunuz?" derler
"
[TOP]
DÜNYA
Kimlik alan
7204 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabından olan Ebu Hallad radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Bir kimseye dünyaya karşı zühd ve az konuşma
hasletlerinin verildiğini görürseniz ona yaklaşın (ve sözlerini dikkatle
dinleyin). Çünkü o hikmetli sözler eder-veya ona hikmet ilham
edilir-"
7205 Sehl İbnu Sa'd es-Saidi radiyallahu anh anlatıyor:
"(Bir Gün) Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın
Resulu! Bana Öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım taktirde Allah beni
sevsin, halk da beni sevsin" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "dünyaya
rağbet gösterme, Allah seni sevsin, insanların elinde bulunanlara göz dikme ki
onlar da seni sevsin!" buyurdular."
7206 Hz.Enes radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hastalanmıştı. Sa'd İbnu Ebi
Vakkas geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman'ı ağlıyor buldu.
Sa'd: "Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
arkadaşlık etmedin mi, şöyle değil mi, böyle değil mi (diye ağlamasını abes
kılan bir kısım faziletleri hatırlattı). Selman radiyallahu anh şu cevabı verdi:
"Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum: "Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne de
ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahdi
tecavüz etmiş görüyorum." Sa'd: "Resulullah size ne ahdetmişti ?" diye sordu.
Selman: "Aleyhissalatu vesselam bana: "Birinize dünyalık olarak bir yolcunun
azığı kadarı yeterli" diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum.
Sana gelince, ey Sa'd! hüküm verdiğin zaman hükmünden, (hak) taksim ettiğin
zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah 'tan kork."
Ravilerden Sabit der ki: "Selman radiyallahu anh'ın vefat ettiğinde geriye
nafaka olarak sadece yirmi küsür dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana
geldi."
7207 Hz.Osman İbnu Affan radiyallahu anh anlatıyor: "Zeyd
İbnu Sa'bit radiyallahu anh gün ortasında Halife Mervan'ın yanından çıkmıştı.
Ben: "Bu saatte, Zeyd'i mutlaka sormak istediği bir şey için çağırmıştır" (diye
düşündüm ve kendisine kanaatimi) söyledim. Zeyd: "O bize, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'dan işittiğimiz bazı şeyler sordu. Ben Aleyhissalatu
vesselam'ın: "Kimin emeli dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın
eder, fakirliği iki gözünün arasında kılar, dünyadan eline geçen miktar da
kaderinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de kasdi ahiret olursa, Allah, onun
(dağınık) işini lehinde toplar, zenginliğini kalbine koyar, dünya nimetleri ona
koşarak (kendiliğinden) gelir" sözünü anlattım."
7208 Abdullah
İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece ahiret tasasına
gönlünde yer verirse, onun dünyevi gamlarını Allah izale eder. Kim de gam ve
tasalarını dünya ahvaline dağıtacak olursa, Allah onun, vadilerden hangisinde
helak olacağına aldırış etmez."
7209 Sehl İbnu Sa'd radiyallahu
anh anlatıyor: "Biz (hacc sırasında) Zülhüleyfe'de Resulullah aleyhissalatu
vesselam ile beraberdik. O, birden şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar
ölüsüyle karsılaşti. Bunun üzerine: "şu laşenin, sahibine ne kadar değersiz
olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, şu
dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir.
Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kafire
ondan ebediyen tek damla su içirmezdi" buyurdular."
7210 Ebu Umame
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Benim nazarımda en ziyade gıbta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir:
(Dünyevi yükü ve) hali hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde (adem-i
şöhretle) gizli kalmış ve kendisine (cemiyette) iltifat edilmemiş mü'mindir.
Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de
çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için matem tutan kadın da az
oldu.
7211 Esma Bintu Yezid radiyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir Gün): "Size en hayırlınızı haber vereyim
mi?" diye sordu. "Evet! Ey Allah'ın Resulu!" dediler. "Sizden o kimseler en
hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah'ı hatırlarlar"
buyurdular."
7212 Imran İbna Husayn radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, Allah
Teala hazretleri, maddeten fakir, çoluk çocuk sahibi olup dilencilik ve haram
kazançtan kaçınan mü'min kulunu sever."
7213 Abdullah İbnu Ömer
radiyallahu anh anlatıyor: "Muhacirlerin fakirleri, Allah'ın, zenginleri
kendilerinden (mali ibadetler yönüyle) daha üstün kıldığı hususunda dert
yandılar. Aleyhissalatu vesselam onlara: "Ey fakirler cemaatı! Ben sizi, fakir
muhacirlerin, cennete zenginlerinden, (dünya ölçüleriyle beşyüz yıl olan) yarım
gün önce gireceklerini müjdelemeyeyim mi?" buyurdular." Bu hadisi rivayet eden
Musa rahimehullah şu ayeti okudu:"Ve şüphesiz, senin Rabbin katındaki bir gün
sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir" (Hacc 47).
[TOP]
[TOP]
EHLİ BEYT
Kimlik alan
4458 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nimetleriyle
sizi beslediği için Allah'ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i
Beytimi de benim sevgim için sevin."
4459 Sa'd İbnu Ebi Vakkas
radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman, (mealen): "Sana bu ilim
geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: "Gelin,
çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve
kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah'ın laneti yalancılar
üzerine olsun!" (Al-i İmran 61), "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ali'yi ,
Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhüm ecmain'i çağırdı ve:
"Allah'ım, bunlar da benim ehlim (ailem)" buyurdu."
4460 Ümmü
Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Ben "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: "...Ey peygamber ailesi! Allah
günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33). Evde "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü
bürüdü ve: "Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan
günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!" buyurdu. Ben
atılıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben ehl-i beytten deyil miyim?" dedim.
Bana: "Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah'ın
zevcesisin!" diye cevap verdi."
4461 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber ailesi! Allah
günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33), "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz.
Fatıma radıyallahu anha'nın kapısına uğrayıp: "Namaz(a kalkın) ey
Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!"
buyurdu."
4462 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde
sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra
Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi
onu da örtünün altına soktu. Sonra da: "Ey Ehl-i Beyt Allah
günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor" (Ahzab 33)
buyurdu."
4463 Yezid İbnu Hayyan, Zeyd İbnu Erkam radıyallahu
anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan
biri Allah Teala'nın Kitabı'dır. O, Allah'ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi
olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse dalalete
düşer. İkincisi itretim, Ehl-iBeytim'dir." Biz, Zeyd İbnu Erkam'a
sorduk: "Kadınları da Ehl-i Beyt'inden midir?" "Hayır!
dedi, Allah'a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası)
onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
Ehl-i Beyt'i aslı ve kendinden sonra sadaka haram olan
asabesi'dir."
4464 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Bekr
radıyallahu anh buyurdular ki: "Muhammed aleyhissalatu vesselam'ı Ehl-i Beytinde
gözetin."
[TOP]
ENSAR
Kimlik alan
4465 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet
Ensar bir vadiye veya geçide sülûk etse ben de mutlaka Ensar'ın gittiği vadiye
ve geçide sülûk ederim. (Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan biri
olurdum.)" Ebu Hüreyre der ki: "Ona annem ve babam feda olsun. (Bu
sözüyle haddi aşmış, Ensarın hakkından fazlasını onlara vererek) zulmetmiş
değildir. (Zira) onlar O'nu barındırdılar ve O'na yardım ettiler veya bir başka
kelime (ile ifade edilecek) yardımlar yaptılar. Mallarıyla kendisine ve Ashabına
muavenette bulundular."
4466 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim kendisine
sığındığım sırdaşım ehl-i Beyt'imdir, dayanağım da Ensar'dır. Öyleyse onların
(Ehl-i Beyt ve Ensar'ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da
sarılın."
4467 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'a ve
ahirete iman eden kimse Ensar'a buğzetmesin."
4468 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar
azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin."
Buhari, İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın kaydettiği bir diğer rivayette: "Onlar
azalacaklar" lafzının peşinde şu ziyadeye yer verir: "... Öyle ki yemekteki tuz
gibi olacaklar."
5993 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ensar iç gömlek, insanlar da
dış gömlek (mesabesinde)dirler. Eğer insanlar, bir vadiye veya bir koyağa
(dağlardaki düzlük) yönelirken Ensar da bir başka vadiye yönelecek olsa ben,
Ensar'ın gittiği vadiyi takip ederdim. Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan bir
kimse olurdum."
5994 Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Allah, Ensarı, Ensarın oğullarını, Ensarın
oğullarının oğullarını rahmetine bandırsın"
buyurdular."
[TOP]
FAKİRLER
Kimlik alan
7214 Ebu Sa'idi'I-Hudri radiyallahu anh derdi
ki : "Fakirleri sevin. Zira ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, dualarında
şöyle söylediğini işittim: "Allahım, beni fakir olarak yaşat, fakir olarak
ruhumu kabzet, ahirette de fakirler zümresinde
hasret."
7215 Habbab radiyallahu anh "Akşam, sabah, Rablerinin
rızasını dileyerek O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabı senden
sorulmayacaktır, senin hesabın da onlara sorulmayacaktır, öyleyse onları kovup
da zalimlerden olma" (En'am 52) mealindeki ayetle ilgili olarak şunu anlattı:
"Akra' İbnu Habis et-Temimi ve Uyeyne İbnu Hisn el Fezarı Resulullah'ın yanına
geldiler. Aleyhissalatu vesselam'ı Suheyb, Bilal, Ammar ve Habbab gibi zayıf
müslümanlarla oturmuş buldular. (Bu gariban takımını) Resulullah'ın etrafında
görünce onları küçümseyip hakir gördüler. Aleyhissalatu vesselam'a yaklaşıp
başbaşa kaldılar (yani biz bir kenara çekildik). Onlar: "Biz, senin bize hususi
bir sohbet oturumu ayırmanı isteriz, ta ki Araplar bizim üstünlüğümüzü
tanısınlar. Zira sana (her taraftaki) Araplardan (durmadan) heyetler geliyor.
Onların bizi bu (değersiz) köle bozuntularıyla beraber görmelerinden utanıyoruz.
Şu halde, her ne zaman biz sana gelirsek, onları yanından kaldır. Biz gidince,
dilersen yine onlarla beraber ol!" dediler. Aleyhissalatu vesselam da: "Pekala!"
diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: "Bu teklifimizi bir yazı ile de teşvik
et" dediler." (Habbab) der ki: "Aleyhissalatu vesselam hemen bir kağıt istedi,
yazması için Ali radiyallahu anh'ı çağırdı. Biz hala bir kenarda oturmuş
duruyorduk. Derken Cibril aleyhisselam indi ve şu vahyi getirdi. (Mealen):
"Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların
hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk
yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın" (En'am 52). Ayet-i kerime daha
sonra Akra' İbnu Habis ve Uyeyne İbnu Hisn'i zikrederek devam etti: "Böylece,
"Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları birbiriyle
imtihan ettik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" (En'am 53). Ayet şöyle
devam etti: "(Ey Muhammed) ayetlerimize iman edenler sana gelince: "Size selam
olsun!" de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık ister de arkasından tevbe
eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır" (En'am
54). Habbab devamla der ki: "Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam'a yaklaştık,
Öyle ki dizlerimizi dizlerinin üzerine koyduk. Aleyhissalatu vesselam bizimle
otururdu. Kalkıp gitmek istediği zaman doğrulur ve bizi öyle terkederdi. Bunun
üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi: "(Sabah-akşam Rablerinin
rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının
güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma -yani eşraf ile beraber
oturma-. Bizi anmasını kendilerine unutturduğumuz yani Uyeyne ve Akra'- ve
işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" (Kehf 28). Sonra onlara (yani
mü'minlere ve kafirlere iki kişinin misalini (Kehf 32-44) ve dünya hayatının
misalini (Kehf 45) getirdi (yani mezkur ayetleri bu maksatla inzal buyurdu).
Habbab der ki: "(Bu hadiseden sonra) biz (zayıf takımdan olan sahabiler)
Resulullah aleyhissalatu vesselam'la beraber otururduk. Aleyhissalatu
vesselam'ın kalkma saati gelince, O'nun kalkması için önce biz onu
terkederdik."
7216 Ebu Saidi'l-Hudri radiyallahu anh anlatıyor:
"Reslulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Malı şöyle şöyle, şöyle ve
şöyle dağıtanlar hariç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!" "Söyle!"
kelimesini Resulullah dört kere tekrar etti. Bunlarla "sağından, solundan,
önünden ve arkasından hayır için harcayanlar" demek
istedi."
7217 Ebu Zerr radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Bu dünyada malca) en çok olanlar,
kıyamet günü en aşagıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol)
harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hariç."
7218 Hz. Ebu
Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "dünyalığı en çok olanlar (ahirette rütbece) en aşagı olacaklardır. Ancak,
malı şöyle şöyle şöyle (hayır yolunda) harcayanlar
hariç."
7219 Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yanımda Uhud dağı kadar altınım olup da
ondan bir miktar yanımda kaldığı halde (iki gün geçip) üçüncü bir geçenin
gelmesini sevmem. Bir borcu ödemek üzere (o altından) saklayacağım miktar
hariç."
7220 Amr İbnu Gaylan es-Sakafi radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Allahım! Kim bana inanır,
beni tasdik eder, ve her ne getirmiş isem onun senin yüce katından olduğunu ve
hak olduğunu bilirse, ona az mal, az evlat ver, ona, sana kavuşmayı sevdir ve
ölümünü çabuklaştır. Kim de bana inanmaz ve beni tasdik etmezse malını ve
evladını çok kıl, ömrünü de uzat.
7221 Nukade el-Esedi radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam beni, bir adama göndererek
onun dişi devesini meniha olarak (bir müddet sütünden istifade etmek için)
istedi. Adam talebi kabul etmedi. Bunun üzerine, Aleyhissalatu vesselam bir
başka adama (aynı maksatla) yolladı. Bu zat, Efendimize sağmal bir deve yolladı.
Resulullah deveye bakınca: "Allahım, deveyi göndereni mübarek kıl!" diye dua
buyurdu." Nukade der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Onu getireni de
(deyin)" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Onu getireni de (mübarek kıl)" dedi.
Sonra devenin sağılmasını emretti. Deve sağıldı fakat derhal yine memeleri süt
doldu. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Allahım, falanın malını çoğalt!"
diye, önce reddeden kimse için de dua etti. Devesini gönderen için de: "Allahım,
falanın rızkını gün be gün eyle" diye dua etti."
[TOP]
FAKR
Kimlik alan
2057 Atiyye es-Sa'di (radiyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kişi mahzurlu
olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvaya
ulaşamaz."
2058 Hz. Aişe (radiyallahu anha) anlatıyor: "Bazı aylar
olurdu, hiç ateş yakmazdık, yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak,
bize bir parçacık et getirilirse o hariç." Diğer bir rivayette:
"Resulullah ölünceye kadar Muhammed (s.a.s.) ailesi buğday ekmeğini üst üste üç
gün doyuncaya kadar yememiştir" denmiştir. Bir diğer rivayette: "Muhammed
(aleyhisselam) bir günde iki sefer yedi ise, biri mutlaka hurma idi"
denmiştir.
2059 İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç
geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği
idi."
2060 Numan İbnu Beşir (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Hz.
Ömer (radiyallahu anh) insanların nail oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi
ki: "Gerçekten ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bütün gün açlıktan
kıvrandığı halde, karnını doyurmaya adi hurma bile bulamadığını
gördüm."
2061 Hz. Enes (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, Allah hakkında
benim korkutulduğum kadar kimse korkutulmamıştır. Allah yolunda bana çektirilen
eziyet kadar kimseye eziyet çektirilmemiştir. Zaman olmuştur, otuz gün ve otuz
gecelik bir ay boyu, Bilal (r.a.) ile benim yiyeceğim, Bilal (r.a.) 'in
koltuğunun altına şıkışacak miktarı geçmemiştir." Tirmizi, hadisin sahih
olduğunu belirtir ve ilave eder: "Bu durum Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın (amcası Ebu Talib olduğu zaman, Taif'te yeni bir hami bulmak
ümidiyle, müşriklerden) kaçarak Hz.Bilal (r.a.) 'le Mekke'den çıktığı zamanla
ilgilidir."
2062 Yine Hz. Enes (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a arpa ekmeği ile kokusu değişmiş erimiş
yağ getirmiştim. (Bir seferinde) şöyle söylediğini işittim: "Muhammed (s.a.s.)
ailesinde, dokuz kadın bulunduğu bir zamanda, ne bir sa' hurma, ne de bir sa'
hububat gecelememiştir."
2063 Hz. Ali (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Evimden soğuk bir günde çıktım. Çok açtım, (yiyecek) bir şey arıyordum. Bir
yahudiye rastladım, bahçesinde çıkrıkla sulama yapıyordu. Duvardaki bir
açıklıktan adama baktım. "Ne istiyorsun ey bedevi, kovasını bir hurmaya bana su
çeker misin?" dedi. Ben de: "Evet! ama kapıyı aç da gireyim!" dedim. Adam kapıyı
açtı, ben girdim, bir kova verdi. Su çekmeye başladım. Her kovada bir hurma
verdi. İki avucum hurma ile dolunca kovayı bıraktım ve bu bana yeter deyip
hurmaları yedim, sudan içip sonra mescide geldim."
2064 Hz. Ebu
Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir
gün (veya gece mutad olmayan bir saatte) mescide geldi. Orada Hz. Ebu Bekir
(r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) 'e rastladı. Onlara (bu saatte) niye geldiklerini
sordu. "Bizi evden çıkaran açlıktır!" dediler. Resulullah da: "Beni de evde
çıkaran açlıktan başka bir şey değil!" buyurdu. Hep beraber Ebu'I-Heysem İbnu'I
Teyyihan'a gittiler. O, bunlar için arpadan ekmek yapılmasını emretti. Ekmek
yapıldı. Sonra kalkıp bir koyun kesti. Yanlarında bir hurma ağacında asılı olan
tatlı suyu indirdi. Derken yemek geldi, yediler ve o sudan içtiler. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "şu günün nimetinden (kıyamet günü) hesap sorulacak!
Açlık sizi evinizden çıkardı. Bu nimetlere nail olduktan sonra dönüyorsunuz!"
buyurdu."
2065 Utbe İbnu Gazvan (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Gerçekten ben kendimi, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte olan
yedi kişiden yedincisi olarak göçmüşümdür. Huble yaprağından başka yiyeceğimiz
yoktu. Öyle ki avurtlarımız yara oldu."
2066 Ebu Talha
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a açlıktan
şikayet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir taş vardı.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) da karnını açtı, O 'nda iki taş
vardı."
2067 Fudale İbnu Ubeyd (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) halka namaz kıldırırken, bazı kimseler
açlık sebebiyle kıyam sırasında yere yıkılırlardı. Bunlar Ashab-ı Suffe idi.
(Medine'de misafireten bulunan) bedeviler, bunlara delirmiş derlerdi. Efendimiz
namazdan çıkınca yanlarına uğrar ve: "Eğer (bu çektiğiniz sıkıntı sebebiyIe)
Allah indinde elde ettiğiniz mükafaatı bilseydiniz, fakirlik ve ihtiyaç yönüyle
daha da artmayı dilerdiniz" derdi."
[TOP]
FİTNE
Kimlik alan
4724 Ebu Ümeyye eş-Şa'bani anlatıyor: "Ey Ebu
Sa'lebe dedim, şu ayet hakkında ne dersin?" (Mealen): "Ey iman edenler! Siz
kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez.."
(Maide 105). Bana şu cevabı verdi: "Gerçekten bunu, iyi
bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
sormuştum. Demişti ki: "Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne
zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen
dünyalık görür, rey sahiplerinin(selefi dinlemeden) kendi reylerini
beğendiklerini müşahade edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı
bırak. zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler
avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen
bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir."
4725 Vakid İbnu
Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma'dan
anlattığına göre demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
(bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: "Ey Abdullah İbnu Amr!
Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen birkısım ayak takımı (hezele)
kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?" "Ne yapmamı tavsiye
edersiniz, Ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Buyurdular ki: "Güzel
bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının
(hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile
de (uğraşmayı) terkedersin."
4726 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam seslendiler: "Ey Ebu
Zerr! "Buyurun, Ey Allah'ın Resûlü, emrinizdeyim!"
dedim. "İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin
(ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?"
buyurdular. "Benim için Allah ve Resûlü neyi ihtiyar buyurursa onu
yaparım!" dedim. "Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya
sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler: "Ey Ebu
Zerr!" "Buyurun ey Allah'ın Resûlü, sizi dinliyorum!"
dedim. "Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman
ne yapacaksın?" "Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa
onu!" dedim. "Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye
ederim!" dedi. Ben sordum: "Ey Allah'ın Resulü! (O zaman) kılıcımı
alıp omuzuma koymayayım mı?" "Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak
olursun!" buyurdular. "Bana ne emredersiniz!" dedim.
"Evine çekil!" buyurdular. "Evime girilirse?" dedim.
"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört.
Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!"
buyurdular."
4727 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyametten hemen
önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min
olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir
çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan
hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı
da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem'in iki oğlundan
hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil.)" Ebu Davud, "koşandan"
kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler: "Bize ne
emredersiniz (ey Allah'ın Resûlü!)? dediler. "Evinizin demirbaşları olun!"
buyurdu."
4728 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin en hayırlı malının,
peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu
olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış
olur."
4729 Ma'kıl İbnu Yesar anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana
hicret gibidir."
4730 Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile, belalarla karşılaşınca sabreden kimsedir.
Ne mutlu ona!"
4731 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yaklaşan bir
şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur."
4732 Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh'ın yanında idik.
Bize: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın fitne hakkındaki
hadisini kim hafızasında tutuyor?" dedi. Ben atılıp: "Ben biliyorum!"
dedim. "Sen iyi cür'etlisin, nasılmış söyle bakalım!"
dedim. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Demişti ki:
"Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç,
namaz, sadaka, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker bu fitneye kefaret
olur!" Ömer radıyallahu anh atılıp: "Ben bu fitneyi kastetmemiştim.
Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak)
fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben: "Ey mü'minlerin
emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı
mevcut!" dedim. "Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?"
dedi. "Hayır açılmayacak, bilakis kırılacak!" dedim. Hz. Ömer
(hayıflanarak): "(Eyvah!) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu."
Ravi der ki: "Biz Huzeyfe radıyallahu anh'a sorduk: "Ömer bu kapının
kim olduğunu biliyor muydu?" "Evet dedi. Yarından önce bu gecenin
olacağını bildiği katiyette onu biliyordu. Ben size hadis rivayet ettim; boş söz
(ve efsane) anlatmadım." Huzeyfe radıyallahu anh'a
soruldu: "O kapı kimdir?" "Ömer radıyallahu anh'tır!"
buyurdu."
4733 Müslim rahimehullah'ın bir rivayetinde (Huzeyfe
radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim.
Demişti ki: "Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi,
(insanların kalbine) çubus çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda
siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek
hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi
bembeyazdır; dinyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca
siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de
kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu
(hak veya batıl) bilir." Bu rivayette Huzeyfe radıyallahu anh der
ki: "(Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır, kırılması
yakındır!" Hz. Ömer atıldı: "Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı?
Keşke açılsaydı. Böylece tekrar (kapatılarak eski normal hale)
dönülürdü!" Huzeyfe der ki: "Ben ona bu kapı ile öldürelcek veya
ölecek bir şahsın kinaye edildiğini bildiren bir hadis söyledim. Mugalata (ve
efsane anlatıp boş laf) etmedim." Ravi der ki: "Sa'd İbnu Tarık'a
(hadiste geçen) "esvedü mürbad" tabiri ne demektir" diye sordum.
"Siyah üzerinde şiddetli beyazlıktır" dedi. Ben tekrar "el-Kûzu mechıyy" nedir?
dedim. "Tepetaklak (ters çevrilmiş) testi!" diye cevap
verdi."
4734 Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden birkısım insanlar
Dicle denen bir nehir yanında. Basra denen geniş bir düzlüğe inerler. Nehrin
üzerinde bir koprü vardır. Oranın halkı (kısa zamanda) çoğalır ve muhacirlerin
(müslümanların) beldelerinden biri olur. Ahir zamanda geniş yüzlü, küçük gözlü
olan Beni Kantûra gelip nehir kenarına inerler. Bundan böyle (Basra) halkı üç
fırkaya ayrılır: -Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine
takılıp (kır ve ziraat hayatına dönerler, bunlar) helak olurlar.
-Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Beni Kantûra ile sulh
yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler. -Bir fırka da
çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. İşte bunlar şehit
olurlar."
4735 Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr ibnu Nüfeyr'den, o da
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda (başkalarına) düşman
olacaklar, sizler (de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve (Allah'ın keremiyle)
yardıma mazhar olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete ereceksiniz. Sonra
dönüp tepelikli bir çayıra ineceksiniz. Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak
ve: "Salib galebe çaldı!" diyecek. Müslümanlardan bir adam öfkelenip onu
(salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, (antlaşmasına) ihanet edip büyük bir savaş
için toplanacak. Müslümanlar da silaha sarılıp savaşacaklar. Allah bu orduya
şehadet lutfedecek."
4736 Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
zevcelerinden Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve
akd arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi),
kaçarak Mekke'ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve (fitne çıkar
korkusuyla) istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn ile Makam arasında
ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam'dan bir ordu
gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda'da yere batırılacak.
İnsanlar bu (kerameti) görünce ona Şam'ın Ebdal'ı ve Irak ahalisinin velileri
ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş'ten, dayıları Kelb kabilesinden olan bir
adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu
orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbi'nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur.
Bu Kelbi'nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. (Mehdi), malı taksim
eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel
eder. İslam yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. -Bazı raviler dokuz yıl
demiştir.- Sonra ölür ve müslümanlar cenaze namazını
kılarlar.-
4737 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size çullanmak üzere, yabancı
kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları
zaman yakındır." Orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca
azlığımızdan mı?" diye sordu. "Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz
çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı
olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size
karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!"
"Zaaf da nedir ey Allah'ın Resûlü?" denildi. "Dünya sevgisi ve ölüm
korkusu!" buyurdular."
4738 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki:
"Vallahi bilemiyorum! Arkadaşlarım gerçekten unuttular mı yoksa unutmuş mu
gözüküyorlar? Allah'a kasem olsun, Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Kıyamete
kadar gelecek fitne başılardan üçyüz ve daha fazla etbaı bulunan herkesi,
hiçbirini bırakmadan, bize ismiyle, babasının ismiyle, kabilesiyle söyleyip
haber verdi."
4739 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Karanlık gecenin
parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O
fitne geldi mi kişi mü'min olarak sabaha erer de kafir olarak akşama girer.
Mü'min olarak akşama erer de kafir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya
menfaatine satar."
4740 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu ümmette dört
(büyük) fitne olacak. Sonuncusunda Kıyamet kopacak!"
4741 Arfece
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Şerler ve fesadlar olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin
işinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun." -Bir
rivayette: "...onu öldürün!" denmiştir-."
4742 Hz. Muaviye
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) aramızda
doğrulup buyurdular ki: "Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i kitap,
yetmişiki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecek.
Bunlardan yetmişikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l)
cemaattir." Bir rivayette şu ziyade var: "Ümmetimden birkısım gruplar
çıkacak, bunları bid'alar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede
hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'a da
onların her hallerine sirayet edecek."
4743 İbnu Amr İbni'l-As
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Beni İsrail üzerine gelen şeyler, aynıyla ümmetimin üzerine de
gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de
bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim, Beni İsrail yetmişiki millete
(dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmişüç millete bölünecektir.
Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir." "Bu fırka hangisidir?"
diye soruldu. "Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden
ayrılmayanlardır!" buyurdular."
4744 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (birgün): "Lat ve
Uzza'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir!" buyurdular. Ben
atılıp: "Ey Allah'ın Resulü! Allah Teala Hazretleri "O Allah'ki Resûlünü hidayet
ve hak dinle göndermiştir, ta ki onu bütün dinlere galebe kılsın" (Saff 9)
ayetini indirdiği zaman ben bunun tam olduğunu zannetmiştim!" dedim.
Aleyhissalatu vesselam cevaben: "Bu hususta Allah'ın dediği olacak.
Sonra Allah hoş bir rüzgar gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde zerrre miktar
imanı olanın ruhu kabzedilecek. Kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler dünyada
baki kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!"
buyurdular."
4745 Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim için saptırıcı
imamlardan korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık Kıyamet
gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden birkısım kabileler müşriklere iltihak
etmedikçe, ümmetimden birkısım kabileler putlara tapmadıkça Kıyamet kopmaz.
Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia
edecek. Halbuki ben peygamberlerin mührüyüm (sonuncusuyum) ve benden sonra
peygamber de yoktur. Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz.
Onlara muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Allah'ın (Kıyamet) emri, onlar
bu halde iken gelir." Ali İbnu'l-Medini: "Bunlar ashabu'l-hadistir"
demiştir."
4746 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar öyle günler görecek
ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü
bilemeyecek." "Bu nasıl olur?" diye soruldu. Şu cevabı
verdi: "Herçtir! Öldüren de ölen de
ateştedir."
4747 Üsame İbnu zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Medine'nin Ütüm denen (eski ve yüksek)
binalarından birine yaklaşmıştı: "Benim gördüklerimi sizler de
görüyor musunuz?" buyurdular. Yanındakiler: "Hayır" deyince,
açıkladı: "Ben, şu evlerinizin arasında birkısım fitnelerin
yerlerini görüyorum, tıpkı yağmur yerleri gibi."
4748 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Müslümanlar arasına tefrika girip (iki fırkaya ayrıldıkları)
zaman dinden çıkan bir taife zuhur edecek. Onları, iki taifeden halka en yakın
olanı öldürecektir."
4749 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim çalımlı çalımlı
yürüdü ve meliklerin evladları, Rumlar ve İranlılar hizmetini yaptı mı,
şerirleri hayırlılarına musallat edilecektir."
4750 İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir
gün: "Size İran ve Bizans'ın hazineleri açılınca, nasıl bir kavim
olacaksınız?" diye sormuştu. Abdurrahman İbnu Avf: "Allah'ın emrettiği şekilde
oluruz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bilakis, sizler birbirinizle
münafese (menfaat yarışı) edecek, hasedleşecek sonra da birbirinizden yüz
çevirecek ve kinleşeceksiniz. Daha sonra da muhacirlerin miskin (ve zayıf
olan)larına gidip birkısmını diğeri üzerine valiler
yapacaksınız."
4751 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümeranız hayırlı
olanlarınızdan iseler, zenginleriniz sehavetkar kimselerse, işlerinizi aranızda
müşavere ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü (hayat), altından (ölümden)
hayırlıdır. Eğer ümeranız şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz
kadınların elinde ise, yerin altı üstünden, (ölmek yaşamaktan) daha hayırlıdır.
(Çünkü artık dini ikame imkanı kalmaz)."
4752 Hz. Ali radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün):
"Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?" diye
sormuştu. (Yanındakiler hayretle): "Ey Allah'ın Resûlü, yani böyle
bir hal mi gelecek?" dediler. "Evet, hatta daha beteri!" buyurdu ve
devam etti: "Emr-i bi'l-ma'rufta bulunmadığınız, nehy-i ani'l-münker
yapmadığınız vakit haliniz ne olur?" diye sordu. (Yanındakiler
hayretle:) "Yani bu olacak mı?" dediler. "Evet, hatta
daha beteri!" buyurdular ve sormaya devam ettiler: "Münkeri emredip,
ma'rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?" (Yanında bulunanlar iyice hayrete
düşerek): "Ey Allah'ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?"
dediler. "Evet, hatta daha beteri!" buyurdular ve devam
ettiler: "Ma'rufu münker, münkeri de ma'ruf addettiğiniz zaman
haliniz ne olur?" (yanindeki Ashab:) "Ey Allah'ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?"
diye sordular. "Evet, olacak!" buyurdular."
4753 Ebu
Malik veya Ebu Amir el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir kavim, ferci
(zinayı), ipeği, içkiyi, çalgıyı helal addedecektir. Birkısım kavimler de bir
dağın eteğine inecekler. Onların sürüsünü, çoban sabahları yanlarına getirecek.
(Fakir) bir adam da, bir ihtiyacı için yanlarına gelecek. Onlar
adama: "Bize yarın gel! derler. Bunun üzerine Allah onları geceleyin
yakalayıverir ve dağı tepelerine koyarak birkısmını helak eder. Geri kalanları
da mesh ederek Kıyamete kadar maymun ve hınzırlara
çevirir."
4754 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a halk hayırdan sorardı. Ben ise, bana da ulaşabilir
korkusuyla, hep şerden sorardım. (Yine bir gün:) "Ey Allah'ın
Resûlü! Biz Cahiliye devrinde şer içerisinde idik. Allah bize bu hayrı verdi. Bu
hayırdan sonra tekrar şer var mı?" diye sordum. "Evet var!"
buyurdular. Ben tekrar: "Pekiyi bu şerden sonra hayır var mı?"
dedim. "Evet, var! Fakat onda duman da var" buyurdular. Ben: "duman
da ne?" dedim. "Bir kavim var. Sünnetimden başka bir sünnet edinir;
hidayetimden başka bir hidayet arar. Bazı işlerini iyi (ma'rûf) bulursun, bazı
işlerini kötü (münker) bulursun" buyurdular. Ben tekrar: "Bu hayırdan
sonra başka bir şer kaldı mı?" diye sordum. "Evet! buyurdular.
Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o kapıya
doğru giderse, onlar bunu ateşe atarlar" buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü!
Ben (o güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz?" dedim. "Müslümanların
cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. (İmam sırtına (zulmen) vursa,
malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et!)" buyurdular. "O
zaman ne cemaat ne de imam yoksa?" dedim. "O takdirde bütün
fırkaları terket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile
olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal"
buyurdular."
4755 Abdurrahman İbnu Abdi'l-ka'be anlatıyor:
"Mescide girmiştim. Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma'yı gördüm:
Ka'be'nin gölgesinde oturuyordu. Ka'be'nin gölgesinde birçok kimse ona
müteveccih olarak oturmuştu. Ben de ona doğru oturdum. Şunu anlattı:
"Bir seferde Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraberdik. Bir yerde
konakladık. Kimimiz çadırını tamir ediyor, kimimiz yerini düzlüyor, kimimiz
hayvanlarını güdüyordu. Derken Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın münadisi
seslendi: "es-Salatu cami'a: "Haydin namaza!" Resûlullah'a gittik, yanında
toplandık. "Benden önce her peygamber, ümmeti için hayır bildiği
şeyi onlara öğretmekle mükellef idi. Onlar için şer bildiği şeyden de onları
inzar etmesi (korkutması) gerekli idi. Bilesiniz, şu ümmetinizin afiyeti önce
gelenler hakkında kesin kılınmıştır. Sonrakiler belaya ve kötü addedeceğiniz
birkısım hallere maruz kalacaklardır. Birbirini takip eden fitneler gelecek.
Mü'min: "Bu fitne helakimdir" diyecek. Sonra bu kalkacak, başka bir fitne
gelecek. "Helakim işte bundan, işte bundan" diyecek. Öyleyse, kim ateşten uzak
kalmayı ve cennete girmeyi dilerse, Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde
ölümü karşılasın. İnsanlara, onların kendisine nasıl muamele etmelerini dilerse
öyle muamelede bulunsun. Kim bir imama biat edip, samimiyetle sadakat sözü
vermiş ise, elinden geldikçe ona itaat etsin. Bir başkası gelip, önceki ile
münazaaya girişecek olursan sonradan çıkanın boynunu uçurun." Ravi
(Abdurrahman) der ki: "Abdullah İbnu Amr'a yanaştım ve: "Allah
aşkına söyle. Bu anlattıklarını bizzat kendin Resûlullah aleyhissalam'dan
işittin mi?" dedim. Sorum üzerine eliyle kulak ve kalbini tutarak:
"Evet kulaklarım işitti, kalbim de belledi" dedi. Ben: "Ama,
amcaoğlun Muaviye, bize mallarımızı aramızda batıl bir şekilde yememizi,
birbirimizi öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah Teala hazretleri (mealen): "Ey
iman edenler! Birbirinizin malını haram şekilde yemeyin; ancak karşılıklı rıza
ile yaptığınız ticaret başkadır. Birbirinizi ve kendinizi öldürmeyin.
Canlarınızı da boşu boşuna tehlikeye atmayın. Şüphesiz ki Allah size
merhametlidir" (Nisa 29) buyuruyor" dedim. Biraz sustu sonra:
"Allah'a itaatte ona itaat et, Allah'a isyanda ona isyan et!"
dedi."
4756 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Irak ehline bir ölçeklik yiyecek ve tek
dirhemlik paranın gelmeyeceği zaman yakındır!" buyurmuşlardı.
"Nereden?" diye soruldu. "Acem diyarından. Onlar bunu yasaklayacak"
buyurdu ve devamla: "Şam ehline de tek dinarlık paranın ve bir
ölçeklik yiyeceğin gelmeyeceği zaman yakındır!" buyurdular. Yine:
"Bu nereden gelmeyecek?" diye soruldu. "Rum cihetinden!" buyurdular.
Sonra (Hz. Cabir) bir müddet sustu (ve ilave etti: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam dedi ki: "Ümmetimin sonunda bir halife gelecek; malı sayı
ile değil, avuç avuç dağıtacak!)"
4757 Yine Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı sayarak değil, avuçlayarak
dağıtacak." Hadisi (Hz. Cabir'den rivayet eden) Ebu Nadre ve
Ebu'l-Ala'ya: "Bunun Ömer İbnu Abdilaziz olmasına ne dersiniz?" diye
sorulmuştu. Onlar: "Hayır, (o değildir)!"
dediler."
4758 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Irak'a ölçeği ve dirhemi
verilmeyecek. Şam'a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır'a ölçeği ve dinarı
verilmeyecek. Başladığınız yere döneceksiniz" buyurdu ve üç kere tekrar etti.
Buna Ebu Hureyre'nin eti ve kanı şahit oldu."
4759 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İblis'in arşı deniz üzerindedir. Oradan askerlerini gönderip insanları fitneye
atar. Bunlardan, yanında mertebece en yüksek olanı en büyük fitneyi çıkarandır.
Askerlerinden biri gelip: "Şunu şunu yaptım!" der. İblis: "Hiçbir şey
yapmamışsın!" der. Sonra bir diğeri gelip: "Ben falanı(n peşini) hanımıyla
arasını açıncaya kadar bırakmadım!" der. İblis onu kendisine yaklaştırıp: "sen
ne iyisin!" der."
4760 Ebu'l-Bahteri anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı dinleyen bir zatın bana anlattığına göre Resûlullah
demiştir ki: "İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak
olmayacaklardır."
4761 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bize kılıç
kaldırırsa bizden değildir."
4762 Ebu Musa ve İbnu Ömer
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim bize karşı silah taşırsa bizden
değildir."
4763 Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
kılıcını çeker sonra koyarsa kanı hederdir."
4764 Cündeb İbnu
Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak
altında bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü
üzeredir."
4765 Süraka İbnu Malik el-Cu'şemi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "En
hayırlınız, (zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa
edendir."
4766 Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü dedim, asabiyet nedir?" "Asabiyet, buyurdular,
zulümde kavmine yardım etmendir."
4767 Amr İbnu Ebi Kurre
anlatıyor: "Huzeyfe radıyallahu anh Medain'de iken, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın öfke halinde, ashabından bazılarına sarfettiği sözleri anlatıyordu.
Huzeyfe'den bunları işitenlerden birkısmı Selman radıyallahu anh'a gelip,
Huzeyfe'nin anlattıklarını kendisine söylüyorlardı. Selman da
onlara: "Huzeyfe söylediğini daha iyi bilir!" diyordu. Onlar da
tekrar Huzeyfe'nin yanına dönüp kendisine: "Biz senin söylediklerini
Selman'a sorduk. Ne tasdik etti ne de reddetti" dediler. Bunun üzerine Huzeyfe
(Sebze tarlasında bulunan) Selman radıyallahu anhüma'nın yanına
gidip: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittiğim şeyler
hususunda beni niye tasdik etmedin?" diye sordu. Selman da:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam öfkelenir ve öfkeli iken konuşurdu. Razı olur
ve rıza halinde de konuşurdu!" cevabını verdi ve sonra devamla: "Ey
Huzeyfe! dedi. Sen, kalplerde, birkısım insanlara sevgi, birkısım insanlara buğz
hasıl edip aralarında ihtilaf ve ayrılıklara sebep olan bu konuşmalardan
vazgeçsen olmaz mı! Nitekim biliyorsun ki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam
(bir gün) hutbesinde şöyle buyurmuştu: "Allahım! Ben senin katından bir garanti
talep ediyorum: Ümmetimden kime öfkeli halimde (haksız yere) sebbetmiş veya
lanet etmiş (veya vurmuş veya incitmiş) isem -ki ben de ademoğluyum, tıpkı
onların öfkelenmeleri gibi öfkelenirim. Halbuki sen beni alemlere rahmet olarak
gönderdin- bu (haksız sözümü) o kimseler için Kıyamet günü rahmet, (zekat, ecir,
yakınlık vesilesi, tuhûr) kıl. (Ta ki o vesile ile sana yaklaşsın!)"
Ey Huzeyfe! Allah'a yemin olsun, ya bu konuşmalardan vazgeçeceksin, yahut da
seni Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh'a yazıp şikayet
edeceğim!"
4768 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Küfrün başı doğu
cihetindedir. Övünme ve çalım satma işi at, deve, sığır besleyenler, çadırda
oturanlar arasındadır. Sükûnet de koyun
besleyenlerdedir."
4769 Buhari'nin bir diğer rivayetinde denir ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İman Yemenlidir.
Fitne şu tarafta, şeytanın boynuzunun doğduğu
yerdedir."
4770 Müslim'in rivayetinde şöyledir: "İman Yemenlidir.
Küfür de şark cihetindedir. Sükûnet koyun besleyenlerin yanındadır. Övünmek ve
çalım satmak feddadların, yani at besleyip çadırda kalanların
yanındadır."
4771 Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: "Şu
adamı kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh'a
rastladım. "Ey Ahnef nereye gidiyorsun?" dedi.
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın amcaoğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!"
dedim. "Dön! dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini işittim: "İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine
yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!" (Bu söz üzerine Resûl-i Ekrem'e): "Ey
Allah'ın Resûlü! Katili anladık ama maktûl niye ateşte?" diye
sorulmuştu. "Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!" cevabını
verdi. -Bir başka rivayette ise: "O da kardeşini öldürmek istemişti"
demiştir.-"
4772 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse kardeşine
silahla işarette bulunmasın. Zira, o bilemez, belki de şeytan elinde bir fesatta
bulunur da ateşten bir çukura düşer."
4773 Abdullah İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Müslümana sövmek fısktır, onunla çarpışmak da
küfürdür."
4774 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benden sonra
birbirinizin boynunu vuran kafirler olarak (dinden) dönmeyin." Nesai, İbnu
Mes'ud'dan yaptığı bir rivayette şu ziyadeye yer verir: "Kişi ne babasının ne de
kardeşinin cinayetinden sorumlu tutulmaz."
4775 Abdullah İbnu
Selam'ın kerdeşioğlu, amcası (Abdullah İbnu Selam) radıyallahu anh'tan
naklediyor: "Hz. Osman radıyallahu anh öldürülmek istendiği zaman
yanına geldim. Osman bana: "Sen niye geldin?" diye
sordu. "Sana yardım edeyim diye geldim" dedim. "Öyleyse
halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zira sen bana hariçte olursan, yanımda
olmaktan daha faydalı olursun!" dedi. Ben de çıkıp: "Ey insanlar! Bilirsiniz,
benim adım cahiliye devrinde falandı. Ama Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni
Abdullah diye tesmiye buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah'ta birkısım ayetler
nazil olmuştur. Şu ayet benim hakkımda nazil olanlardan biridir: "De
ki: Söyleyin bana, eğer bu Kur'an Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar
ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat'a dayanarak onun hak kitap
olduğuna şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze
yediremezseniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol
göstermez" (Ahkaf 10). Keza şu ayet de benim hakkımda nazil oldu: "İnkar
edenler, "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De
ki: "Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O'nun kitapları hakkında
bilgi sahibi olanlar yeter" (Ra'd 43). Allah'ın size karşı kınına konmuş bir
kılıcı var. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın inmiş olduğu bu beldenizde
melekler size mücavir oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah'tan korkun!
Allah'tan korkun! Allah'a yemin olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan
melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve Allah'ın size karşı kında tuttuğu
kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o Kıyamete kadar kınına
girmeyecek!" Bu sözlerim üzerine: "Şu yahudiyi öldürün!
Osman'ı öldürün!" diye bağrıştılar.
4776 Abdullah İbnu Ziyad
anlatıyor: "Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe radıyallahu anhüm Basra'ya yürüyünce,
Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan'ı (radıyallahu anhüm) gönderdi. Bu ikisi
Küfe'ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan radıyallahu anh
minberin yukarısında idi. Ammar radıyallahu anh da ondan aşağıda idi. Biz
onların etrafında toplandık. Ammar'ın şöyle konuştuğunu işittim:
"Aişe, Basra'ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber
aleyhissalatu vesselam'ın zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor: Kendisine
mi itaat edeceksiniz, yoksa ona (Hz. Aişe'ye) mi?"
4777 Şakik İbnu
Abdillah anlatıyor: "Ben, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Mes'ud el-Ensari ve Ammar
radıyallahu anhüm ile oturuyordum. Ebu Mes'ud, Ammar'a: "Senin
arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen
hariçsin. Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a arkadaş olduğum günden beri, ikinizin şu işteki ağırlığınızdan başka
bir kusurunuzu görmüş değilim!" Ebu Mes'ud -zengin birisiydi- şu
karşılıkta bulundu: "Ey oğlum! İki hulle (takım) getir. Birini Ebu Musa'ya ver,
diğerini de Ammar'a!" Ve ilave etti: "Bunların içinde ikiniz cumaya
gidin."
4778 Kays İbnu Abbad radıyallahu anh anlatıyor: "Ali
radıyallahu anh'a: "Söyle bize! (Savaş için) şu yürüyüşünü Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın bir emrini yerine getirmek üzere mi yapıyorsun, şahsi
bir içtihadın olarak mı?" diye sordum. "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde bulunmadı. Ben bunu
şahsi reyimle yapıyorum!" cevabını verdi."
4779 Zeyd İbnu Vehb
el-Cüheni -ki bu zat, Hz. Ali radıyallahu anh Haricilerle savaşmak üzere
yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor: "Hz. Ali dedi ki:
"Ey insanlar ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim: "Ümmetimden bir grup çıkar. Kur'an'ı öyle okurlar ki, sizin
okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir
hiç kkalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu
lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazları köprücük
kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar.
Onlarla harb eden ordu(nun askerlerine) peygamberlerinin diliyle ne (kadar çok
ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) amel yapmaktan
vazgeçerlerdi. Onların alameti şudur: Aralarında pazusu olduğu halde kolu
olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme ucu bir çıkıntı bulunacak. Bunun
üzerinde de beyaz kıllar bulunacak. Sizler Muaviye ve Şamlıların üzerine
gidecek, buradakileri terkedeceksiniz. Onlar da sizin (yokluğunuzdan istifade
ile) çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef
olacaklar!." (Hz. Ali ilave etti:) "O vallahi! Ben, onların bu kavim
olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın
meradaki hayvanlarını gasbettiler. Öyleyse, Allah adına bunlar üzerine
yürüyün!" Ravi der ki: "Haricilerin başında o gün, Abdullah İbnu
Vehb er-Rasibi olduğu halde, onlarla karşılaşınca Hz. Ali radıyallahu anh
askerlerine: "Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından
çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size yaptıkları gibi yine size sulh
teklif edeceklerinden korkuyorum!" dedi. Bu emir üzerine döndüler, mızraklarını
bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını
sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengaverlerden sadece iki kişi isabet
alıp şehit düştü. Ali radıyallahu anh: "Aralarında o sakat herifi
arayın!" emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst üste
öldürülmüş insanların yanına geldi. "Bunları geri çekin!" dedi.
Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması üzerine Hz. Ali
radıyallahu anh tekbir getirdi ve: "Allah doğru söyledi. Resûlü de
doğru tebliğ etti" dedi. Ubeyde es-Selmani, Hz. Ali'ye doğrulup: "Ey
mü'minlerin emiri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu
hadisi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bizzat işittin mi?" diye sordu. Ali
radıyallahu anh: "Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim,
evet!" dedi. Ubeyde Hz. Ali'ye üç sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin
etti."
4780 Müslim, (bu hadisi) Abdullah İbnu Rafi'den de aynı
şekilde tahriç etmiştir. O rivayetin baş kısmında şu ziyade var: "Haruriyye, Ali
İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'a karşı hurûc ettikleri zaman: "Hüküm
Allah'ındır" dediler. (Bu ibare Kur'an'dan bir iktibas olması hasebiyle) Hz. Ali
de: "Kendisiyle batıl murad edilen hak bir söz" dedi."
4781 Süveyd
İbnu Gafle radıyallahu anh anlatıyor: "Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben size
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir hadis söyleyince, Allah'a yemin olsun
Aleyhissalatu vesselam'ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten atılmayı
tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında
konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zira ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini işittim: "Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt
birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler,
Kur'an'ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği
gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin. Zira, onları
öldürene, Kıyamet günü, Allah'ın vereceği ücret var."
4782 Ebu
Said ve Enes radıyallahu anhüma anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ümmetimde ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek,
(Onlardan) bir grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur'an'ı
okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek. Bunlar, dinden tıpkı
okun avu delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar, ok kirişine dönmedikçe bir daha
dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatın en şeriridir. Onları öldürene ve onlar
tarafından öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat
kitaptan zerre kadar nasipleri yoktur." Yanında bulunan
Ashab: "Ey Allah'ın Resûlü dediler. Onların alameti nedir?" diye
sordular da: "Tıraş olmak!" buyurdular."
4783 Hz.
Enes'ten gelen bir rivayette (Resûlullah şöyle) buyurmuştur: "Onların alameti
tıraş ve saçın yolunmasıdır. Onları gördüğünüz zaman
öldürün."
4784 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın Huneyn dönüşünde bir adam yanına geldi. Bu sırada Hz.
Bilal'in eteğinde gümüş (para) vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bundan
avuç avuç alıp insanlara dağıtıyordu. Gelen adam: "Ey Muhammed! Adil
ol!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (öfkeli olarak): "Yazık sana! Ben
de adil olmazsam kim adil olabilir? Eğer adil olmazsam zarara ve hüsrana
düşerim!" buyurdular. Hz. Ömer atılıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana
müsaade buyurun şu münafığın kellesini uçurayım!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Halkın "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor" diye dedikodu
yapmasından Allah'a sığınırım. Bu ve arkadaşları Kur'an okurlar (ama okudukları)
hançerelerini aşağı geçmez. Dinden, okun avı delip geçtiği gibi çıkıp giderler!"
buyurdular."
4785 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz.
Hafsa radıyallahu anha'nın yanına girdim ve: "(Ali ile Muaviye
radıyallahu anhüma'nın Sıffin'deki hadiseleri sebebiyle halka gelenleri
görüyorsun. (Şimdi Harameyn ve başka yerde hayatta kalan sahabeleri toplayıp
fikirlerini almak istiyorlar.) Bu hilafet ve emirlik meselesinde bana hiçbir hak
tanımadılar (bu sebeple gitmek istemiyorum, ne dersin?)" dedim.
"Katıl. Çünkü onlar seni bekliyorlar. Onlardan geri durmanı, onların bir
muhalefet saymalarından korkarım!" dedi ve Abdullah, oraya gidinceye kadar Hafsa
onu bırakmadı. (Hakemlerin hüküm vermesinden sonra) Hz. Muaviye bir hutbe irad
etti ve (Abdullah'la babası Ömer'i kastederek) dedi ki: "Kim bu
hilafet meselesi hakkında bizimle konuşmak isterse kendini bize göstersin
(meydana çıksın). Şurası muhakkak ki biz, halifeliğe ondan da babasından da
ehakkız." Habib İbnu Mesleme der ki: "Abdullah'a: "Ona cevap
vermedin mi?" dedim. Abdullah cevaben: "Bu işe senden daha ehak
olan, İslam adına sana ve babana karşı (Uhud'da, Hendek'te) mücadele vermiş olan
Ali radıyallahu anh'tır!" demek istedim. Fakat, herkesin arasına tefrika sokup,
kan akıtacak ve istemediğim bir manaya çekilecek bir kelime sarfetmekten
korktum. Allah'ın sabredene) cennette hazırladığı mükafaatları da hatırlayarak
(Muaviye'ye karşılık vermedim) demiştir. Habib İbnu Mesleme: "Bu tavrı takdir
ederek: "Sen bir fitneden (inayet-i ilahi ile) korunmuş ve (ciddi) bir
felaketten muhafaza edilmişsin!" dedm" der."
4786 İbnu'l-Müseyyeb
radıyallahu anh anlatıyor: "İlk fitne yani Hz. Osman radıyallahu anh'ın şehid
edilmesi vukua geldiği zaman Ashab-ı Bedr'den kimseyi hayatta bırakmadı. Sonra
ikinci fitne yani Harra hadisesi vukua geldi. Bu da Hudeybiye ashabından kimseyi
hayatta bırakmadı. Sonra üçüncüsü vukua geldi. O da insanlar arasında akıl ve
kuvvet (sahabe) bırakmadı."
4787 Ebu Nevfel anlatıyor: "Abdullah
İbnu'z-zübeyr radıyallahu anhüma'yı (Mekke'deki) Akabetü'l-Medine (denilen
yerde) (asılmış) gördüm. Kureyş ve diğer halk onun yanına gelmeye başlamıştı.
Derken Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma da geldi. Yanında durdu. "es-Selamu
aleyke ey Ebu Hubeyb!" dedi ve bu selamı üç kere tekrar etti. Sonra sözlerine
devamla (üç kere de) "Vallahi seni bu işten men etmiştim (ama beni dinlemedin)"
deyip şunları söyledi: "Vallahi, benim biildiğime göre sen, çok oruç tutan, çok
namaz kılan, yakınlara çokça yardımcı olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen
olan bir ümmet mutlaka en hayırlı bir ümmettir!" Haccac'a, Abdullah
İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın İbnu'z-Zübeyr karşısındaki tavrı ve söylediği
bu sözleri ulaştı. Derhal adam göndererek İbnu'z-Zübeyr'in cesedini asılı olduğu
kütükten indirip, yahudilerin kabirlerine attırdı. Sonra annesi Esma Bindu Ebi
Bekr radıyallahu anha'ya da bir adam gönderip çağırttı. Fakat kadıncağız
gitmekten imtina etti. Haccac ikinci bir elçi gönderdi ve: "Ya bana kendi
rızanla gelirsin ya da, sana saç örgülerinden sürüyerek getirecek birisini
gönderirim!" dedi. Esma yine imtina edip: "Sen, örgülerimden tutup
beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi gelmeyeceğim!" dedi.
Haccac: "Bana ayakkabılarımı gösterin!" dedi. Papuçlarını alıp,
çalımla koşup Esma'nın yanına girdi. "Allah düşmanına ne yaptığımı
gördün mü?" dedi. "Ona dünyasını berbat ettiğini, onun da senin
ahiretini berbat ettiğini gördüm. Bana ulaştığına göre ona: "Ey iki kuşaklının
oğlu!" demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Onlardan biriyle ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın ve Ebu Bekr'in (hicret sırasındaki) yiyeceklerini
bağladım. Diğeri de, kadının belinden ayırmadığı kuşağıdır. Şunu ilave edeyim
ki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Sakif'te bir yalancı, bir de zalim
var!" demişti. Yalancıyı gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacağını
zannediyorum!" dedi. Haccac, hiç cevap vermeden yanından ayrıldı." Rezin
şu ilavede bulundu: "Haccac (bilahare) demiş ki: "Ben Esma'nın yanına onu üzmek
için girmiştim, ama o beni üzdü."
4788 Zübeyr İbnu Adiy
rahimehullah anlatıyor: "Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın yanına girdik.
Haccac'ın bize yaptıklarını şikayet ettik. "Sabredin, buyurdu. Zira
öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu
hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Resûlunüz aleyhissalatu
vesselam'dan işittim."
4789 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sakif'ten bir yalancı, bir de zalim çıkacaktır."
4790 Hişam İbnu
Hisan rahimehullah anlatıyor: "Haccac'ın hükmen öldürdüğü insanların miktarı
sayılmış. 120 bin kişiye ulaştığı görülmüştür."
4791 Sa'id İbnu
Amr İbni Said İbni'l-As anlatıyor: "Ceddim bana dedi ki: "Ben Ebu Hureyre
radıyallahu anh ile beraber Medine mescidinde oturuyordum. Yanımızda Mervan da
vardı. Bir ara Ebu Hureyre radıyallahu anh: "Ben, sadık ve masduk
olan Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle buyurduklarını
işittim: "Ümmetimin helak olması, Kureyş'e mensup (aklı kıt) bir
grup çocukcağızların elleriyledir!" Mervan: "Allah onlara lanet
etsin!" dedi. Ebu Hureyre der ki: "Eğer ben dileseydim falan falan
diye onları teker teker ismen sayardım." Said rahimehullah dedi ki:
"Ben, Beni Mervan iktidar olduğu zaman dedemle birlikte Şam'a gittim. Orada
onları genç oğlanlar olarak görünce: "Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın
kastetttiği bunlar olmasın!" ded. Ben de: "Sen daha iyi bilirsin!"
dedim."
4792 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Bana İslam telaffuz eden kaç kişi
olduğunu sayıverin" buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim sayımız
altı-yediyüze ulaşmış olduğu halde, hakkımızda korku mu taşıyorsunuz?"
dedik. "Siz bilemezsiniz, (çokluğunuza rağmen) imtihan
olunabilirsiniz!" . Gerçekten öyle (belaya maruz kalıp) imtihan olunduk ki,
içimizden namazını gizlice kılanlar oldu."
4793 Sahiheyn'de yine
Huzeyfe radıyallahu anh'tan gelen bir rivayet şöyledir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Kıyamet günü, havz-ı
kevserime birkısım gruplar da gelecekler ki, onlar oradan uzaklaştırılacaklar.
Ben: "Onlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Fakat, "Sen, onların
arkandan neler işlediklerini bilmiyorsun!"
denilecek."
4794 Müseyyeb İbnu Rafi' anlatıyor: "Bera İbnu Azib
radıyallahu anhüma'ya rastladım. Kendisine: "Sana ne mutlu!
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la sohbet şerefine erdin. O'na (Hudeybiye'de)
ağaç altında biat ettin!" demiştim. Bana şu cevapta bulundu: "Ey
kardeşimoğlu! Biz ondan sonra ne bid'alar işledik sen
bilmezsin."
5995 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir
grup insan Kur'an'ı muhakkak surette okuyacak. Ancak bunlar, okun avı süratle
delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar."
5996 Hz. Cabir İbnu
Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
Cürrane'de, işlenmemiş altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal
Hz. Bilal'in eteğinde idi. Bir adam: "Ey Muhammed adil ol! Çünkü
adalet etmiyorsun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Yazık sana! Eğer ben de adil
olmazsam, benden sonra kim daha adil olur?" diye mukabele etti. Hz. Ömer,
(Resûlullah'ın üzüldüğünü farkederek): "Ey Allah'ın Resülü! Bana
müsaade buyurun, şu münafığın kellesini uçurayım!" talebinde bulundu.
Aleyhissalatu vesselam: "İşte bu adamın mutlaka arkadaşları -veya
arkadaşcıkları- var. Bunlar Kur'an'ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından
aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp giderler!"
buyurdular."
5997 İbnu Ebi Evfa anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hariciler cehennemin
köpekleridir."
5998 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İleride genç bir
grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an'ı okuyacaklar, ancak, okudukları
gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek. Onlardan bir grup çıktıkça kökleri
kazınacaktır." İbnu Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır" ibaresini yirmi
kereden fazla işittim." (İbnu Ömer, Resûlullah'tan işittiği sözleri
şöyle tamamladı:) "Nihayet bu cemaatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında
Deccal çıkacaktır."
5999 Ebu Rezin anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rabbimiz, sıkıntılı durumunun değişeceği
zaman yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe düşmesine güldü."
Ebu Rezin devamla der ki: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, hiç Rab Teala güler
mi?" "Evet" buyurdular. Ben de: "Öyleyse gülme vasfı
bulunan bir Rabb'ten bize hayır eksik olmayacaktır!"
dedim."
6000 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennet ehli nimetler arasında
yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab
Teala'yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: "Ey cennet ehli, sizlere
selam olsun!" dediğini görürler." Resûlullah devamla dedi ki: "İşte
bu hal, Kur'an'da zikri geçen: "Rahmet sahibi Rablerinden onlara selam vardır" (
Yasin 58) ayetinin haber verdiği durumdur." Resûlullah devamla
buyurdular: "Rab Teala onlara, onlar da Rab Teala'ya bakarlar. O'na
baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat
etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teala hicaba bürününceye kadar devam
eder. Rabb Teala hicaba bürünür, fakat Allah'ın nüru ve bereketi cennet ehlinin
üzerinde ve makamlarında baki kalır."
6001 Cabir İbnu Abdillah
radıyallahu anh anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni Haram, Uhud günü, öldürüldüğü
zaman Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana rastladı ve: "Ey Cabir! Allah baban
için ne söyledi, sana haber vermiyeyim mi?" buyurdular." Yahya'nın rivayetinde
ise Resûlullah: "Ey Cabir, seni niye böyle kalben kırık (ve üzüntülü) görüyorum"
buyurmuş, Cabir de: "Ey Allah'ın Resûlü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın
horanta ve borç bıraktı" demiştir. Aleyhissalatu vesselam da: "Sana,
Allah'ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?" diye
sordu. Cabir: "Evet! Ey Allah'ın Resûlü!"dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam açıkladı: "Allah her kimle konuştu ise mutlaka hicab gerisinden
konuştuğu halde babana vicahen konuştu ve: "Ey kulum! Benden ne dilersen dile,
dilediğini sana vereyim!" dedi. O da: "Ey Rabbim! Beni hir kere daha
ihya et, senin yolunda ikinci kere öleyim!" dedi. Rab Teala Hazretleri de:
"Benden daha önce şu hüküm sadır oldu: "Ölenler artık dünyaya bir daha
dönmeyecekler" buyurdular. Baban da: "Ey Rabbim, öyleyse (benim
durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!" dedi. Bu talep üzerine şu ayet
nazil oldu: "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında
hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle rızıklanırlar" (Al-i İmran
169).
6002 Nevvas İbnu Sem'an el-Kilabi anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Dedi ki: "Rahman'ın iki parmağı
arasında olmayan bir kalp yoktur. Allah dilerse onu doğru yola sevkeder, dilerse
şaşırtır!" Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle dua
ederdi: "Ey kalpleri tesbit eden Rabbimiz! Kalplerimizi dinin
üzerine tesbit et." Resûlullah yine derdi ki: "Mizan (terazi)
Rahmanın elindedir. Kıyamet'e kadar bazı kavimleri yükseltir, bazı kavimleri de
alçaltır."
6003 Ebu Sa'idi'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah üç şeye
güler (rahmetiyle yönelir): Namaz için teşkil edilen saf, geceleyin namaz kılan
adam ve orduda cihad eden adam."
6004 Ebu'd-Derda radıyallahu anh
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Allah her an iş başındadır" (Rahman 29)
ayeti ile ilgili olarak: "Bir günahın affı, bir sıkıntıyı gidermesi, bir kavmi
yükseltip, bir başkalarını alçaltması O'nun işlerindendir" buyurduğunu
nakletmiştir."
7136 Evs (İbnu Ebi Evs Huzeyfe es-Sakafi)
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında
oturuyorduk. O bize birkısım kıssalar anlatarak vazu nasihat ediyordu. Derken
bir adam gelerek, gizli bir şeyler söyledi. Resulullah: "Bunu götürüp öldürün!"
emretti. Adam geri dönünce, Resûlullah onu çağırdı ve: "Allah'tan başka ilah
olmadığına şehadet edermisin?" diye sordu. Adam "Evet!" deyince: "Gidin, bu
adamı serbest bırakın! Zira ben, insanlarla onlar la ilahe illallah deyinceye
kadar savaşmakla emrolundum. Bunu dediler mi, bana onların kanları ve malları
haram olur" buyurdu.
7137 İmran İbnu'I-Husayn radıyallahu anh
anlatıyor: "Nafi' İbnu'l-Ezrak ve arkadaşları geldiler ve bana: "Ey İmran helak
oldun (dinden çıktın)!" dediler. İmran: "Hayır! İmran helak olmadı (dinden
çıkmadı)" dedi. Onlar ısrarla: "Evet evet helak oldun!" dediler. İmran: "Beni
helak eden şey nedir?" dedi. Onlar: "Allah Teala hazretleri: "Fitne olmasın,
dinin tamamı Allah için olsun diye onlarla savaşın" buyuruyor" dediler. İmran:
"Evet biz onlarla savaştık ve hatta onları sürdük. Dinin tamamı Allah içindi.
Dilerseniz, ben size Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittiğim bir hadisi
rivayet edeyim!" dedi. Onlar: "Onu Resûlullah aleyhissaltu vesselam'dan sen mi
işittin?" dediler. İmran: "Evet! Ben gördüm ki, Resûlullah, müşriklere karşı
müslümanlardan müteşekkil bir ordu gönderdi. Askerler müşriklerle karşılaşınca,
aralarında çok şiddetli bir savaş oldu. Müşrikler mağlup olup sırtlarını
müslümanlara verdiler (saf dışı oldular). Sonra benim yakınlarımdan bir adam
müşriklerden birine mızrakla saldırdı. Adamın üzerine yürüyünce, müşrik Eşhedü
en lailahe illallah (Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim), ben
müslümanım" dedi. Fakat müslüman asker ona mızrağını saplayıp adamı öldürdü.
Adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelip: "Ey Allah in Resülü!
Helak oldum! (Yani büyük bir günah işledim)" dedi. Aleyhissalatu vesselam bir
iki sefer: "Ne yaptın?" diye sordu. Adam yaptığını olduğu gibi anlattı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam adama: "Kalbini yarıp içinde ne olup
olmadığına bakmalı değil miydin?" dedi. Adam: "Ey Allah'ın Resülü!
Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim ?" diye sordu . Aleyhissalatu
vesselam: "Sen adamın hem sözünü kabul etmiyorsun hem de kalbindekini
bilmiyorsun (olur mu böyle şey!)" dedi. İmran sözlerine devam etti: "Sonra
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, adam hakkında bir şey söylemedi. Adam da az
bir zaman yaşadı. Nihayet öldü. Biz onu defnettik. Ertesi günü adamın cesedi
yerüstünde görüldü. Halk: "Belki de bir düşman, kabrini deşip (kötülük için
çıkarmıştır)" dedi. Tekrar onu defnettik. Gençlerimize mezarı başında nöbet
tutmalarını söyledik. Buna rağmen cesedi tekrar mezardan dışarı atıldı.
"Bekleyen gençlerimiz uyumuş olabilirler" diye düşündük. Bir kere daha onu
defnettik. Bu sefer mezarını kendimiz bekledik. Ertesi gün yine cesedi kabirden
dışarı atıldı. Bunun üzerine, adamın cesedini dağlar arasında bir geçide
attık." Hadise, bir başka rivayette İmran İbnu'I-Husayn tarafından
(biraz farkla) şöyle anlatılmıştır: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi bir
seriyyeye göndermişti. Sonra (savaşın bitiminde) müslümanlardan biri,
müşriklerden birine saldırdı..." hadisi yukarıdaki gibi anlattı. Şu ilavede
bulundu: "Toprak onun cesedini dışarı attı. Biz durumu Resûlullah'a haber
verdik. Aleyhissalatu vesselam: "Bu toprak, ondan daha şerir insanları da kabul
eder. Fakat Allah Teala hazretleri, size "la ilahe illallah" kelamının
hürmetinin büyüklüğünü ders vermek istedi."
7138 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Veda haccı
sırasında buyurdular ki: "Bilesiniz! Günlerin en ziyade haram olanları şu
günlerinizdir. Bilesiniz! Ayların en haramı da şu ayınızdır. Bilesiniz!
Beldelerin en haramı da şu beldenizdir. Bilesiniz! Kanlarınız, mallarınız
birbirinize şu ayda, şu beldede şu gününüzün haramlığı gibi haramdır. Acaba
tebliğ ettim mi?" Halk: "Evet!" dediler. Resûlullah: "Ey Allahım şahid ol!"
buyurdu."
7139 Abduldah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Ka'be'yi tavaf ederken gördüm, şöyle
diyordu: "Sen ne temizsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin ne
büyük! Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Mü'minin
Allah katındaki hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür. Mü'minin malının,
kanının hürmeti de böyledir. Biz mü'min hakkında sadece hüsn-i zanda
bulunuruz."
7140 Füdale İbnu Ubeyd anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gerçek mü'min, halkın, kendisinden malı
ve canı hususunda emin olduğu kimsedir. Hakiki muhacir de hata ve günahlardan
hicret (terk) eden kimsedir."
7141 Sa'lebe lbnu'l-Hakem
radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gazvede) düşmanın koyun sürüsüne rastlamıştık.
Hemen yağmaladık ve tencereleri kurduk. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
tencerelerimizin yanından geçti (ve onları gördü). Kaldırmamızı emretti. Derhal
hepsini devirdik. Sonra: "Yağma helal değildir" buyurdu."
7142 Ebu
Hureyre ve İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümana sebbetmek (sövmek) fısktır,
öldürmek de küfürdür."
7143 Sunabih el-Ahmesi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bilesiniz! Havz(-ı
kevser)e ilk geleniniz ben olacağım ve ben diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla
övüneceğim. Benden sonra birbirinizi öldürmeyin."
7144 Ebu
Bekrı's-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sabah namazını kim kılarsa, o Allah'ın zimmetindedir. Allah'ın
bu garantisini ihlal etmeyin. Kim onu öldürürse, Allah, yüzüstü cehenneme
atıncaya kadar öldürenin peşini bırakmaz."
7145 Semüre İbnu Cündeb
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim sabah namazını kılarsa, Allah'ın garantisi
altındadır."
7146 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min, Allah katında,
birkısım meleklerden daha kıymetlidir."
7147 Füseyle'nin babası
(Vasile İbnu'l-Eska) radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim,
kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir?" "Hayır
buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı
olmasıdır."
7148 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim dalalet (batıl) üzerinde
toplanmaz. Öyleyse bir ihtilaf görünce, size çoğunluğu iltizam etmenizi tavsiye
ederim.
7149 Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
gün, Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir namaz kılmış ve namazı çok
uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: "Ey Allah'ın Resülü! Bugün namazı çok
uzattınız!" dedik. Şu açıklamayı yaptılar: "Ben bugün, bir ümit ve korku namazı
kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah'tan ümmetim için üç şey talep
ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah'tan ümmetime,
kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul
etti. Allah'tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak
etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah'tan ümmetimin kendi
aralarında savaşmamalarını talep ettim, Allah bunu
reddetti."
7150 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Benden sonra ümmetim içerisinde)
fitneler olacak. O fitnelerde, kişi mü'min olarak sabahlar, kafır olarak
akşamlar, Allah'ın ilimle ihya ettikleri hariç."
7151 Muhammed
İbnu Mesleme radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:"Şurası muhakkak ki, bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak.
Bu durum gelince, Uhud'a kılıncınla git! Kırılıncaya kadar onu (taşa) çal. Sonra
evinde otur. Hatta sana günahkar bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden
çıkma)." Nitekim (haber verilen bu fitne) çıktı ve ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın söylediğini yaptım."
7152 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir keresinde):
"İki müslüman birbirlerine kılıç çekerlerse katil de maktül de cehennemdedir"
buyurmuşlardı. Orada bulunanlar: "Ey AIlah'ın Resülü! Katili anladık,
cehennemdedir; ya maktulün suçu ne?" dediler. "Çünkü, o da kardeşini
öldürmek istemişti" buyurdular."
7153 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mertebe itibariyle
insanların Kıyamet günü Allah indinde en kötüsü, ahiretini, başkasının dünyası
için helak eden kuldur."
7154 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Fitneden
kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi
gibidir."
7155 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki: Kişi, (bazan)
Allah'ın gazabına sebep olan bir kelam eder, kendisi o sözde bir mahzur görmez.
Ama o söz sebebiyle, cehennem ateşinin yetmiş yıllık dibine
iner."
7156 Ebu'ş-Şa'şa' rahimehullah'ın anlattığına göre, "İbnu
Ömer radıyallahu anhüma'ya: "Biz ümeranın yanlarına girer, bir çeşit konuşuruz,
yanlarından çıkınca da bir başka çeşit konuşuruz" denilmişti. Onlara "Biz bunu,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında münafıklık addederdik"
dedi."
7157 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki İslam garib (eşine
rastlanmadık bir şekilde) başladı tekrar garibliğe avdet edecek. Gariblere ne
mutlu."
7158 Hz. Ömer radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Bir
gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın mescidine gitmiştir. Orada Hz. Muaz
İbnu Cebel radıyallahu anh'ı Aleyhissalatu vesselam'ın kabrinin dibinde oturmuş
ağlar bulmuş ve: "Niçin ağlıyorsun?" diye sormuştur. Hz. Mu'az: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan işitmiş olduğum bir hadis sebebiyle" demiş ve
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hadisini okumuştur: "Şurası muhakkak ki
riyanın azı dahi şirktir. Kim Allah'ın velisine düşmanlık yaparsa şüphesiz Allah
ile savaşmaya çıkmış olur. Allah itaatkar, takva sahibi ve halktan uzak duran
öyle (kendi halinde) kullarını gerçekten sever ki, onlar görünmedikleri zaman
aranmazlar (ehemmiyet verilmedikleri için, yoklukları kimsenin dikkatini
çekmez), hazır bulundukları zaman (da meclislere, ciddi meşguliyetlere)
çağırılmazlar, tanınmazlar. Kalpleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. (Onları
hiçbir şey şekke şüpheye atamaz.) Her müşkil meselenin, ağır belanın altından
kalkarlar."
7159 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: 'İnsanlar, içerisinde bir tane
iyisini bulamayacağın yüz deve(lik bir sürü) gibidirler."
7160 Avf
İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Yahudiler yetmişbir fırkaya bölündüler, onlardan sadece bir
fırka cennetliktir, yetmiş fırka cehennemliktir. Hıristiyanlar ise yetmişiki
fırkaya bölündüler. Bunlardan da yetmişbir fırka cehennemliktir, sadece biri
cennetliktir. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Benim
ümmetim yetmişüç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennetlik, yetmişikisi
cehennemliktir." "Ey Allah 'ın Resülü! Cennetlikler kimlerdir?" diye
sorulmuştu. "Onlar, cemaattir" buyurdular."
7161 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Muhakkak ki, İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündü, ümmetim de yetmişiki
fırkaya ayrılacak. Biri hariç hepsi ateştedir. O hariç olan
cemaattir."
7162 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizler, kendinizden önce
gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına
muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler
oraya siz de gireceksiniz." Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü! (Onlar)
yahudiler ve hıristiyanlar mı?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Bunlar
değilse kimler olur?" buyurdular."
7163 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her sabah mutlaka
iki melek nida eder: "Kadından vay erkeğin haline!" ve "Erkekten vay kadının
haline!"
7164 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam mescidde otururken Müzeyre kabilesinden bir kadın girdi,
çok süslüydü, zinetleriyle mescidin içinde bile pek çalımlı yürüyordu. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Ey insanlar! Kadınlarınızı mescidde süsler
takınmaktan ve çalımlı yürümekten men edin! Zira İsrailoğulları, kadınları zinet
takınıp, mescidde çalımlı yürüyünceye kadar lanetlenmediler"
buyurdular."
7165 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin"
buyurmuştu. Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resülü! Bizden biri nefsini nasıl tahkir
eder?" diye sordular. "Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili birşey
söylemesi Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz.
(Yani, insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur).
Allah Teala hazretleri de Kıyamet günü, ona: "Şu şu meselede niye üzerine düşen
sözü söylemedin?" diye hesaba çeker. Adam: "Konuşmamı halk korkusu engelledi"
der. Allah Teala da: "Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın"
der."
7166 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına Habeşistan muhacirleri dönünce, onlara:
"Habeşistan diyarında gördüğünüz farklı şeylerden bana anlatmaz mısınız?"
buyurdular. Onlardan bir grub genç: "Elbette! Ey Allah'ın Resülü!" dediler (ve
anlatmaya başladılar): "(Bir gün) biz otururken, onların yaşlı rahibelerinden
biri, başının üstünde bir su küpü olduğu halde yanımızdan geçti, onlardan bir
gence rastladı. Genç elinin birini rahibenin omuzları arasına koyup onu itti.
Kadın dizlerinin üzerine düştü ve küpü kırıldı. Kadın yerden kalkınca, gence
yöneldi ve: "Ey zalim! Allah kürsüyü kurup, evvelin ve ahirini toplayıp hesaba
çektiği, el ve ayakların lisana gelip yaptıklarını anlattıkları (o Kıyamet
gününde) sen bana yaptığın zulmün ne demek olduğunu bileceksin! Yarın Allah'ın
huzurunda benim halimle, kendi halinin ne olduğunu göreceksin!"
dedi. Ravi der ki: "Resûlullah (bu anlatılanları dinledikten sonra):
"Rahibe doğru söylemiş, rahibe doğru söylemiş. Allah, zayıfların intikamını
güçlülerden almayan bir ümmeti nasıl takdis edip (günahlarından arındırır?)"
buyurdu."
7167 Ebu Umame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
(hacc esnasında) birinci cemrenin yanında iken yanına bir adam gelerek: "Ey
Allah'ın Resülü! Hangi cihad efdaldir?" dedi. Aleyhissalatu vesselam adama cevap
vermedi. Adam ikinci cemrede görünce tekrar aynı şeyi sordu. Resûlullah yine
süküt buyurdular. Akabe taşlamasını yapınca, bineğine binmek üzere, ayağını
özengiye koyunca: "Soru sahibi nerdedir?" dedi. Adam da: "İşte benim ey Allah'ın
Resülü!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "(En efdal cihad) zalim sultana karşı
hakkı söylemektir!" buyurdular."
7168 Hz. Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Ey Allah'ın Resülü! Emr-i bi'l-ma'ruf
ve'n-nehy-i ani'l-münker'i ne zaman terketmeliyiz?" diye sorulmuştu.
Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Aranızda, sizden önceki milletlerde
zuhur etmiş olan şeyler zuhüra başladığı vakit." Biz: "Bizden önceki
ümmetlerde ne zuhür etmişti?" diye sorduk. "Hükümdarlık
küçüklerinizin elinde olduğu, fuhuş (her çeşit çirkin ve kirli işler)
büyüklerinizce işlendiği, ilim de rezillerinizin eline geçtiği vakit"
buyurdular." Ravi Zeyd İbnu Yahya der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın "ilim rezillerinizin eline geçtiği vakit" sözünün manasının
açıklanması, "İlmin, fasıkların (haramı alenen işleyen, farzları alenen
terkeden) eline geçmesi demektir."
7169 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri, Kıyamet günü kulu mutlaka hesaba çeker. Hatta şunu da söyler:
"Münkeri gördüğün zaman onu tatbik etmene mani olan şey ne idi?" Eğer Allah
Teala hazretleri kula hüccetini söylemeyi telkin ederse kul şöyle der: "Ey
Rabbim! Ben senin rahmetini umdum ve insanlardan korktum (ve dinin reddettiği
münkerlere müdahaleyi bu sebeple terkettim)."
7170 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah aleyhissalatu vesselam
yanımıza gelip şöyle buyurdular: "Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan
olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta
iken zuhurundan Allah'a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:) l) Zina:
Bir millette zina ortaya çıkar ve aIeni işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o
millette taun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde
görûlmeyen hastalıklar yayılır. 2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve
tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın
zulmüne uğrar. 3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını
vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur
düşmezdi. 4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini
(yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teala hazretleri o millete,
kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir
kısmını onlar alır. 5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin
imamları Kitabullahla ameli terkederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine
gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında
savaştırır."
7171 Bera İbnu Azib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (bir defasında): "Onlara Allah lanet eder ve
lanet edenler de onlara lanet eder" buyurdu ve arkasından lanet edenler
ibaresiyle "yerde yürüyen hayvanlar" ın kastedildiğini
açıkladı."
7172 Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ömrü sadece yapılan iyilik artırır.
Kaderi de sadece dua geri çevirir. Şurası muhakkak ki, kişi, işlediği günah
sebebiyle rızkından mahrum edilir."
7173 Ebu Sa'idi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hasta yatmakta
iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin
altında hissettim. "Ey Allah'ın Resülü! Hararetiniz çok fazla!"
dedim. "Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir,
buna mukabil ücretleri de katmerli verilir" buyurdular. "Ey Allah'ın
Resülü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?" dedim. "Peygamberler!"
buyurdular. "Ey Allah'ın Resûlü! Sonra kimler?" dedim.
"Sonra salihler! buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine
müptela olur ki, kendini örten abadan başka birşey bulamaz. Onlar, sizin
bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler."
7174 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Uhud (savaşı) gününde Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bir dişi kırıldı ve başından yaralandı. Kan yüzüne akmaya başladı.
Yüzündeki kanı hem siliyor hem de: "Kendilerini AIlah'a çağıran peygamberlerinin
yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl ıslah olur?" diyordu. Allah Teala hazretleri
(sanki bu sözleri tevekküle uygun bulmayarak) şu ayeti inzal
buyurdu: "Kullarımın tedbir ve idaresinden senin elinde birşey
yoktur ve sen onların inkarlarından mes'ul değilsin. Allah dilerse onlara tevbe
nasip eder, dilerse zalim oldukları için onlara azab verir" (Al-i İmran
128).
7175 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün Hz. Cibril
aleyhisselam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi. O sırada
Resûlullah üzgün vaziyette oturuyordu. Sebebiyse Mekkelilerden biri vurup
yaralamıştı, mübarek vücutları kana boyanmıştı. Hz. Cebrail: "Neyin var (niye
üzgünsün)?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Şunlar bana yaptıklarını
yaptılar!" dedi. Cibril: "Diler misin sana bir mucize göstereyim?" dedi.
Resûlullah: "Evet bana (bir mucize) gösterin!" buyurdu. Derken Cebrail
aleyhisselam, bulundukları vadinin gerisindeki bir ağacı gösterdi: "Şu ağacı
çağır!" dedi. O da hemen çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi önünde durdu. Cebrail
aleyhisselam: "Ona söyle de geri gitsin!"dedi. Aleyhissalatu vesselam ağaca:
"Geri dön!" dedi, o da döndü, eski yerine vardı. (Bunu gören Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, "üzüntümün zail olması için) bu bana yeter!"
buyurdu."
7176 Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh'ın anlattığına göre:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mi'rac gecesinde çok hoş bir koku
hissetti. "Ey Cibril bu güzel koku nedir?" diye sordu. O da
anlattı: "Bu maşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının
kabirlerinin kokusudur. Bunların hikayesi şöyledir: Hızır aleyhisselam, Beni
İsrail'in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergahında manastırda oturan
bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar, İslamı öğretirdi.
Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslamı hanımına
öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara
yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince
babası, Hızır'ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam'ı öğretti ve
kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri
ifşa etti. (Böylece onun İslam'ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır
oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya
geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır'ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa
etti ve: "Ben Hızır'ı gördüm!" dedi. Ona: "Seninle beraber onu başka kim gördü?"
denildi. O: "Falan kimse!" dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların
dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan
kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun'un kızının başını tararken tarak elinden
düştü. Kadıncağız: "Firavun helak olsun!" dedi. Kız bunu babasına haber verdi.
Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları
dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler. O zaman Firavun:
"Öyleyse sizi öldüreceğim!"dedi. Karı-koca: "Bu, tarafınızdan bize bir ihsan
olur!" diye merdane cevap verdiler ve: "Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir
kabre koy!" dediler. O da öyle yaptı. Resûlullah aleyhissatatu vesselam,
Mirac'ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselam'a bunu sordu. O da bu
hadiseyi anlattı."
7177 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Halilim Aleyhissalatu vesselam bana şu vasiyette bulundu: "Hiçbir şeyi Allah'a
ortak kılma, hatta param parça edilsen, ateşlerde yakılsan da; bile bile hiçbir
namazını terketme; kim namazı bile bile terkederse ondan Allah'ın zimmeti
(garantisi) kalkar; içki içme, çünkü o, bütün kötülüklerin
anahtarıdır."
7178 Hz. Muaviye radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünyanın bela ve fitneden
başka hiçbir şeyi kalmadı."
7179 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar öyle
aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğru söyleyenler
tekzib edilecekler. Keza o yıllarda haine itimad edilecek, emin kimseye de
hainsin denecek. O zaman ruvaybıda adam amme işinde söz sahibi
olacak." "Ruvaybıda kimdir?" diye sorulmuştu. "Amme işlerinde (söz
sahibi olan) değersiz adam" diye cevap verdi."
7180 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İyi hurmalar adilerinden ayıklandığı gibi siz de ayıklanacaksınız.
İyileriniz gidecek, kötüleriniz kalacak. (O devirde kötülerin içinde
kalmaktansa) elinizden gelirse hemen ölün (ölün de hayırlı olanı tercih
edin)."
7181 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(İslam'ı yaşama) işi gittikçe
zorlaşacak. Dünya da (gerçek müslümanlara) gittikçe sırt çevirecek. İnsanların
da cimriliği artacak. Kıyamet ancak şerirlerin tepesine kopacak. Mehdi, Hz.
İsa'dan başkası değildir."
[TOP]
GASB
Kimlik alan
4289 Ebu Seleme İbnu Abdirrahman Hz. Aişe
radıyallahu anha'dan anlattığına göre Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
buyurdu: "Kim (gasben başkasının) arazisine bir karış haksız tecavüz ederse yedi
kat yerin dibine kadar boynuna dolandırılarak
(cezalandırılır)."
4290 Buhari'nin İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'dan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle buyrulmuştur: "Kim, araziden
haksız olarak bir karışlık yer alırsa, Kıyamet günü, onunla yedi kat yere
batırılır."
[TOP]
GAZVELER
Kimlik alan
4195 Büreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam onaltı gazve
yapmıştır."
4196 Müslim'in rivayetinde: "(Büreyde radıyallahu anh)
Resûlullah'la birlikte onaltı gazveye katıldığını
söyler."
4197 Yine Müslim'in bir rivayetinde: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ondokuz gazve yaptı, bunlardan sekizinde savaştı"
denmektedir.
4198 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte yedi gazve yaptım. Ayrıca
çıkardığı seferlerden de dokuzuna katıldım. Bir defasında başımızda Ebu Bekr
radıyallahu anh, bir defasında da Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma
vardı."
4199 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, kendisine Ebu Süfyan'ın gelmekte olduğu haber verilince,
ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr radıyallahu anh konuştu. Ondan yüzün
çevirdi (iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh konuştu. Ondan da
yüzünü çevirdi. Derken sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh (Resûlullah'ın maksadını
sezerek) ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü, biz (ensariler)i mi
kastediyorsunuz? Nefsimi kudret elinde tutan zata yemin ederim, eğer bize
bineklerimizi denize sürmemizi emredecek olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan)
daldırırız. Bize onlara binip Berkı'l-Gımad'a gitmemizi emretseniz onu da
yaparız!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam halkı hazırladı.
Yola çıktılar ve Bedr'e kadar gelip indiler. Orada, Kureyş'in su
almaya gönderdiği kimselerle karşılaştılar. İçlerinde Beni Haccac'a ait siyahi
bir köle vardı. Onu yakaladılar. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabı Ebu
Süfyan ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle: "Ebi Süfyan
hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehl, Utbe, Şeybe ve Umeyye İbnu Halef
var!" dedi. O böyle söyleyince Ashab onu dövdü. O da: "Evet, ben size haber
veriyorum. Bu Ebu Süfyan'dır!" dedi. Onu bıraktıkları zaman başkaları sordular.
O yine: "Ben Ebu Süfyan hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada
halkın içinde Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!" dedi. Böyle
söyleyince onlar da aynı şekilde dövdüler. Bu esnada Resûlullah aleyhissalatu
vesselam namaz kılıyordu. Bu hali görünce namazı bıraktı ve: "Nefsimi kudret
elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, size doğruyu söyleyince onu
dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de bırakıyorsunuz" dedi. Ravi der ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam elini koyarak "burası falancanın öldürüleceği
yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği yer" diye teker teker
gösterdi." Ravi der ki: "Allah'a yemin olsun onlardan hiçbiri,
Aleyhissalatu vesselam'ın elini koyduğu yerin dışına sapmadan, gösterdiği
yerlerde öldürüldüler."
4200 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bana Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlattı. Dedi ki: "Bedir
günü olunca, Aleyhissalatu vesselam müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler.
Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı.
Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı: "Ey Allahım! Bana
vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer
ehl-i İslam'ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet
edilmeyecek!" Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam etti
ki, rıdası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekir radıyallahu anh yanına gelerek
rıdasını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp: "Ey Allah'ın
Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teala Hazretleri sana vaadini
mutlaka yerine getirecek!" dedi. O sırada aziz ve celil olan Allah şu vahyi
inzal buyurdu: "Hani siz Rabbinizden imdad taleb ediyordunuz da O da: "Muhakkak
ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim" diyerek
duanızı kabul buyurmuştur" (Enfal 9). Gerçekten Hak Teala Hazretleri o gün
melerlerle yardım etti."
4201 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Mikdad İbnu'l-Esved'in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine
şahid oldum ki, o sözün sahibi olmak, bana (sevabca) ona denk olabilecek her
kıymetli sözden daha sevimlidir. O (Resûlullah) bu sırada halkı müşriklere karşı
Bedr'e katılmaya davet ediyordu. Resûlullah'a gelerek dedi ki: "Ey
allah'ın Resûlü! Biz, Beni İsrail'in (Hz. Musa'ya): "Sen ve Rabbin ikiniz gidin
savaşın, biz burada oturucularız!" dediği gibi diyecek değiliz. Bilakis, "Sen
hükmet! Biz sağında, solunda, önünde ve arkanda seninle beraberiz!"
diyoruz." Bu söz üzerine Resûlullah'ın yüzünün parladığını ve
sevinçle dolduğunu gördüm."
4202 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Bedir günü buyurdular ki: "İşte
Cebrail aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizatı var,
(yardımınıza gelmiş durumda)!"
4203 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Bedir günü, ashabından
üçyüzonbeş kişi ile yola çıktı. Bedir'e gelince: "Allahım bunlar
açtır, doyur! Allahım bunlar ayakkabısızdır, bindir! Allahım bunlar çıplaktır
giydir!" diye dua etti. Allah Bedir günü fetih ve zafer müyesser etti. Savaş
bitince döndüler. Savaşa katılanlardan her biri bir veya iki deve ile döndüler.
Elbiseler giydiler, doydular da."
4204 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Bedir savaşı başlayınca bir miktar savaştım. Sonra Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'ın yanına geldim. Ne yaptığına bakmak istiyordum. Secde
etmiş, şöyle diyor buldum: "Ey hayy (diri) olan, ey kayyûm olan
(kainatı ayakta tutan) Allahım, rahmetinle sana sığınıyor, yardımını
talebediyorum!" Oradan ayrılıp tekrar bir miktar daha savaştım,
tekrar geldim, o hala secde halinde idi ve: "Ey Hayy olan, kayyûm
olan Allahım, rahmetinle sana sığınıyor, yardımını talebediyorum!" diyordu. ben
tekrar döndüm savaşmaya gittim. Bir müddet sonra yine geldim. Hala aynı halde
devam ediyordu. Allah zafer verinceye kadar bu halde devam
etti."
4205 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "(Bedir günü)
savaş meydanından) geçiyordum. Ebu Cehl'in ayağından isabet alarak yıkılmış
olduğunu gördüm: "Ey Allah'ın düşmanı! Ey Ebu Cehl, nihayet Allah
seni de böyle rüsvay etti!" dedim (ve ilavaten): "Bu halde ondan korkacak
değilim!" dedim. (Ebu Cehil): "Kavminin öldürdüğü kimseden daha
şereflisi var mıdır?" diye cevap verdi. Ben, keskin olmayan bir kılıçla vurdum.
Bu, bir işe yaramadı. Kendi kılıncı elinden düşünceye kadar vurdum. Onu alıp,
onunla vurup geberttim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onun kılıncını bana
(ganimet hissemden fazla olarak) verdi."
4206 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Mekke halkı, esirlerin fidye-i necatlarını gönderdikleri zaman,
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kerimeleri) Zeyneb de kocası Ebu'l-As
İbnu'r-Rebi'in fidye-i necatı olarak mal gönderdi. Bunun gönderdikleri arasında
Hz. Hatice radıyallahu anha'nın, Ebu'l-As'la evlenmesi sırasında Zeyneb'e vermiş
olduğu bir kolye de vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu kolyeyi görünce
son derece duygulandı ve: "İsterseniz Zeyneb'in esirini serbest
bırakın ve kolyesini de ona iade edin!" buyurdular. Ashab: "Baş üstüne!" dedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ebu'l-As'dan, Zeyneb'i kendine göndermesi
(hicretine izin vermesi) hususunda söz aldı -veya Ebu'l-As... vaadetti-
Aleyhissalatu vesselam ensar'dan bir zatla Zeyd İbnu Harise radıyallahu
anhüma'yı, Zeyneb'i getirmek üzere gönderdi ve onlara: "Batn-ı Ye'cic'e gidin.
Orada, size Zeyneb uğrayacak, buraya gelinceye kadar ona refakat edin" emir
buyurdu."
4207 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Bedir cihetine yola çıktı. Harratu'l-Vebere'ye varınca
arkasından cüret ve secaatiyle tanınan bir adam ona yetişti. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın Ashabı onu görünce sevindiler. Adam kavuşunca
Resulullah'a: "Ben sana uymak ve seninle birlikte yaralanmak için geldim!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Allah ve Resulüne inanıyor musun?" diye
sordu. Adam: "Hayır!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse dön. Ben müşrikten
yardım taleb etmem" buyurdu. Hz. Aişe devamla der ki:
"Adam gitti, sonra bir ağacın yanında Aleyhissalatu vesselam'a yine yetişti ve
önceki söylediğini yine söyledi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da önceki
sözünü aynen tekrar etti: "Geri dön, ben müşrikten yardım taleb
etmem" dedi. Adam döndü. Ancak Beyda'da tekrar yetişti. Önceki söylediğini aynen
yine söyledi. Resûlullah da: "Allah'a ve Resûlüne inanıyor musun?"
dedi. Adam bu sefer: "Evet!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
"Öyleyse yürü!" buyurdu. Adam orduya katıldı."
4208 Ebu't-Tufeyl
radıyallahu anh anlatıyor: "Huzeyfe İbnu'l-Yeman radıyallahu anhüma dedi ki:
"Benim Bedr'e katılmama mani olan şey şudur: Ben ve babam el-Hüseyl ikimiz
beraber yola çıkmıştık. Kureyş kafirleri bizi tuttular ve: "Siz
muhakkak Muhammed'in yanına gitmek istiyorsunuz!" dediler. Biz de:
"Hayır, ona gitmiyoruz. Medine'ye gitmek istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine
bizden, Muhammed'in safında yer alıp beraber savaşmayacağımız hususunda Allah'a
ahd ve misak aldılar. Biz Medine'ye gelince, durumu Resûlullah'a
arzettik. "Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara
karşı Allah'tan yardım dileriz!" buyurdular."
4209 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Beni'n-Nadir
hurmalığını kesti ve yaktı. Bu hurmalığa el-Büreyre deniyordu. Büreyre hakkında
Hassan İbnu Sabit radıyallahu anh şöyle demişti: "Büreyre'de tutuşan
yangın, Beni Lüey reislerine ehemmiyetsiz geldi." Ebu Süfyan
İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib ona şöyle cevap verdi: "Allah bu yapılanı
(yangını) devam ettirsin. -Büreyre'nin etrafını da cehennem yaksın. Yangından
hengimizin uzakta olduğunu bileceksin.- Mekke, Medine'den hangisinin zarardide
olduğunu göreceksin." Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Şu ayet
bu hadise hakkında naziyl olmuştur: "İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma
ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız
Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır" (Haşr
5).
4210 Bintu Muhayyisa, babasından naklediyor: "Allah Teala
Hazretleri, Peygamberine, yahudilerin tasarladıkları suikasdı bildirince,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Yahudi erkeklerden kimi
yakalarsanız onu hemen öldürün!" ferman buyurdu. Bunun üzerine babam Muhayyısa
radıyallahu anh, yahudi tüccarlarından biri olan Şebibe'nin üzerine atılıp
öldürdü. Amcam Huvayyısa o sıraada henüz müslüman değildi ve babamdan daha
yaşlıydı. Babama hem vuruyor ve hem de: -Ey Allah'ın düşmanı! (Onu
nasıl öldürürsün?) Karnındaki yağ belki de onun malından!" diyordu. Babam şu
cevabı verdi: "Bana onu yapmamı öyle bir zat emretti ki, eğer seni
öldürmemi emretse seni de sağ bırakmazdım." Amcam o esnada müslüman
oldu."
4211 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Nadir ve
Kureyza yahudileri Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile savaştılar. O da
Beni'n-Nadir'i sürdü. Kureyza'yı yerinde bıraktı. Kureyza'ya ihsanda dahi
bulundu. Sonradan onlar da Resûlullah'la savaştılar. Aleyhissalatu vesselam da
erkeklerini öldürdü, kadınlarını, mallarını, çocuklarını müslümanlar arasında
taksim etti."
4212 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Ka'b İbnu'l-Eşref'in
hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve Resulüne eza veriyor!" buyurdular.
Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh atılarak: "Onu öldürmemi ister misiniz?"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" deyince Muhammed İbnu Mesleme: "Hakkınızda
menfi şeyler söylememe de izin veriyor musunuz? (Güvenini kazanmamız için buna
gerek olacak)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "(İstediğinizi)
söyle(yin)" buyurdu. Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu
anh Ka'b İbnu'l-Eşref'e gelip onunla konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu
hatırlattı ve: "Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı
oluyor!" dedi. Ka'b bunu işitince: "Ha şöyle! Vallahi ondan daha da
çekeceksiniz!" dedi. Muhammed İbnu Mesleme: "Biz ona
şimdi gerçekten tabi olduk. Onu büsbütün terkedip sonunun ne olacağını
seyretmekten de korkuyoruz" dedi. Ka'b: "Söyle bana dedi, içinde ne
var, ne yapmak istiyorsunuz?" Muhammed: "Onu yalnız bırakmak, ondan
ayrılmak istiyoruz" deyince, Ka'b: "Şimdi beni mesrur ettin" dedi.
Muhammed ilave etti: "Bana biraz ödünç vermeni taleb ediyorum." dedi. Ka'b da:
"Bana rehin olarak ne bırakacaksın?" diye sordu. Muhammed İbnu Mesleme: "Ne
istersin?" dedi. Ka'b: "Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!"
dedi. "Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl
rehin bırakalım? (Şu yakışıklığın sebebiyle hangi kadın nefsini senden men
edebilir?)" dedi. Ka'b: "Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!"
dedi. "Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: "Bir veya
iki vask hurma karşılığında rehin edildin" diye başına kakarlar. Ama sana
zırhları yani silahı rehin bırakalım" dedi. (Ka'b bu teklifi makul
bulup:) "Pekala, bu olur?" dedi. Bunun üzerine Muhammed İbnu
Mesleme, ona el-Haris İbnu'l-Evs, Ebu Abs İbnu Cebr ve Abbad İbnu Bişr ile
birlikte gelmek üzere randevulaştı. Bunlar geceleyin gelip onu
(dışarı) çağırdılar. Ka'b yanlarına indi. Kadını: "Ben bazı sesler işitiyorum,
bu sanki kan sesidir (gitme!) dedi. Ancak O: "Hayır, bu gelen
Muhammed İbnu Mesleme ile süt kardeşi ve Ebu Naile'dir. Mert kişi geceleyin
yaralanmaya bile çağrılsa icabet eder!2 dedi. Muhammed İbnu Mesleme
arkadaşına: "Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim
sizi!" dedi. Ka'b kılıncını kuşanmış olarak indi. "Sende tıyb kokusu
hissediyoruz!" dediler. Ka'b: "Evet! nikahımda falan kadın var. Arap
kadınlarının (sevdiği) kokuyu sürüyorum" dedi. Muhammed İbnu Mesleme: "Ondan
koklamama müsaade eder misin?" dedi. Ka'b: "Tabi ederim, kokla!"
dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra: "bir kere daha koklamama
müsaade eder misin?" dedi. Sonra onu yakaladı. "Göreyim sizi!" dedi
ve orada öldürdüler."
4213 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ebu Rafi'e bir heyet gönderdi. Abdullah İbnu
Atik, geceleyin evine girerek, onu uyurken öldürdü."
4214 Bir
başka rivayette şöyle der: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yahudi Ebu Rafi'e,
Ensar'dan bir grup adam gönderip, başlarına da Abdullah İbnu Atik'i
koydu. Ebu Rafi', Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a eza veriyor ve
aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Ebu Rafi', Hicaz bölgesindeki kendine has bir
kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman güneş batmıştı. Halk artık
sürüleriyle dönüyordu. Abdullah arkadaşlarına: "Siz burada oturun ve
yerinizden ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara biraz iltifat edip, içeri girme
imkanı arayacağım" dedi ve ilerledi. Kapıya kadar geldi. Kaza-yı hacet
yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri girmişti. Kapıcı
seslendi: "Ey Allah'ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı
kapatacağım (çabuk ola)" dedi. Ben de girdim ve (bir köşeye)
gizlendim. Halk tamamen girince kapıyı kapattı. Sonra da anahtarları bir kazığa
taktı. Ben (müsait bir anda) kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım.
Ebu Rafi evinde gece sohbeti yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi.
Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp girdikçe
içeriden üzerime kapadım. "Eğer halkın haberi olur da beni öldürmeye
azmederlerse, ben Ebu Rafi'i öldürmeden ona ulaşamasınlar" diye böyle yaptım.
Sonunda yanına kadar geldim. Köşkün ortasında yer alan karanlık bir odadaydı.
Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum. "Ebu Rafi" diye
seslendim. "Kim o?" dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde
bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan
çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. (Sesimi değiştirip, yardıma gelmiş
gibi:) "O ses de ne? ey Ebu Rafi" dedim. "Kahrolası,
odada biri var, az önce bana kılıç vurdu" dedi. (Yerini iyice
keşfetmiştim), bir darbe daha indirdim. Yaraladım, fakat öldüremedim. Sonra
kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım. Geri
dönüp, kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim. Ayağımı
bastım. Yere kadar ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir gecede düştüm.
Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım. Sonra gidip kapının önüne oturdum. Onu
gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar bu gece kaleden dışarı çıkmayacağım"
dedim. Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm
habercisi: "Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Rafi'nin ölümünü
duyuruyorum!" diye bağırıyordu. Ben hemen arkadaşlarımın yanına
gittim. "Zafer! dedim, Allah Ebu Rafi'in canını aldı!"
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim, olup biteni anlattım.
Bana: "Uzat ayağını!" buyurdular. Ben de ayağımı uzattım.
Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi hiçbir rahatsızlık
kalmadı."
4215 Abdurrahman İbnu Ka'b radıyallahu anhüma anlatıyor:
!Resûlullah aleyhissalatu vesselam İbnu Ebi'l-Hukayk'ı öldürenleri, (bu işe
giderken) kadın ve çocukları öldürmekten nehyetmişti. Onlardan bir adam dedi ki:
"Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı sıyırıp tepesine kaldırdım.
(Vuracağım sırada) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'(ın tenbihini) hatırladım
ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata
erecektik."
4216 Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Uhud'a çıktığı zaman, (bir müddet sonra)
O'nunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. (Bunlar hakkında) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup: "Bunları öldürelim"
diyordu. Öbür grup ise: "Hayır onları öldürmeyelim" diyordu. Bu ihtilaf üzerine
şu ayet nazil oldu: "(Ey Müslümanlar!) Münafıklar hakkında iki fırka
olmanız da niye? Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın
saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen
hiç yol bulamıyacaksın" (Nisa 88). Resûlullah da şöyle buyurdu:
"Burası Taybe'dir. Deccal'ı sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin pasını
çıkardığı gibi."
4217 Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma anlatıyor:
"O gün müşriklerle karşılaştık. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ok
atıcılardından müteşekkil (elli kişilik) bir grup askeri ayırıp, başlarına
Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh'ı tayin etti. Ve şu tenbihte
bulundu: "Hiç bir surette yerinizden ayrılmayın! Hatta bizim onlara
galip geldiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın. Onların bize galebe
çaldıklarını (ve kuşların cesetlerimize üşüştüklerini) görseniz dahi (ben size
adam göndermedikçe) bize yardıma gelmeyin!" Müşriklerle
karşılaştığımız zaman (Allah onları hezimete uğrattı ve) kaçtılar. Hatta dağa
hızla kaçan kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. (Ayak bileklerindeki)
halkaları bile gözüküyordu. (Bizimkiler) şöyle demeye başlamışlardı: "Ganimet,
ganimet!" Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam(ın size ne söylediğini unuttunuz mu?)
"yerlerinizi terketmeyin" diye tenbihledi!" dedi ise de (okçular) dinlemediler.
(Vallahi, biz de arkadaşlarımızın yanına gidip, ganimet alacağız" dediler.)
Onlar bu emre itiraz edince, yüzleri ters çevrildi, (ne yapacağını bilemeyen
şaykınlara döndüler ve) (mağlup oldular). Yetmiş ölü verildi. Ebu Süfyan ortaya
çıkıp: "Aranızda Muhammed var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam "Ona cevap
vermeyin!" dedi. Ebu Süfyan tekrar sordu: "Aranızda İbnu Ebi Kuhafe var
mı?" Resûlullah yine: "cevap vermeyin" buyurdu. Ebu
Süfyan: "Aranızda İbnu'l-Hattab var mı?" diye sordu. Hiç kimse ona
cevap vermedi. O zaman Ebu Süfyan: "Bunların hepsi öldürüldüler. Eğer sağ
olsalardı cevap verirlerdi!" dedi. Bu söz karşısında Hz. Ömer radıyallahu anh
kendini tutamadı ve: "Ey Allah düşmanı yalan söyledin. Sana üzüntü verecek
şeyleri Allah ibka etsin!" dedi. Ebu Süfyan: "(Şanın) yüce olsun Ey Hübel!"
dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Buna cevap verin!"
emretti. Ashab: "Ne diyelim?" diye sordu. "Allah
mevlamızdır, sizin mavlanız yoktur!" deyin" dedi. Ebu Süfyan: "Güne
gün! (Uhud Bedir'e karşılıktır.) Harb (elden ele geçen) kova gibidir! Müsleye
uğramış (uzuvları koparılmış) kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim. (Buna
memnun olmadım, kızmadım da, yasaklamadığım gibi emir de etmedim) beni
kötülemeyin!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Buna cevap
verin!" emrettiler. Ashab: "Ne söyleyelim?" diye sordu. "Hayır
eşitlik yok! Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde! deyin!"
buyurdular. "Beni kötülemeyin" den sonrasını Rezin ilave
etmiştir.)
4218 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Amcam Enes
İbnu'n-Nadr radıyallahu anh Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta
yoktum. Eğer Allah, bana Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte
müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!"
dedi. Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca: "Ey
Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü
dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!" dedi
ve kılıncını çekip ilerledi. Karşısına Sa'd İbnu Mu'az çıkmıştı: "Ey
Sa'd İbnu Mu'az! Cenneti istiyyorum! Nadr'ın Rabbine yemin olsun ben Uhud'un
önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!" dedi. (O günü anlatan)
Sa'd İbnu Mu'az, (Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a): "Ey Allah'ın
Resulü. (o gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi
(diyeyim o kadar)" dedi. Enes İbnu Malik, (Sa'd İbnu Mu'az radıyallahu anh'ı
te'yiden) dedi ki: "Biz (Enes İbnu Nadr'ın) cesedinde seksen küsür
darbe izi bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak, kimisi ok yarasıydı. ayrıca biz
onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları
koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam
Rübeyyi') -bedenindeki bir ben'inden veya-parmağının ucundan tanıdı.
Enes radıyallahu anh devamla dedi ki: "Biz şu ayetin, Enes İbnu Nadr ve
benzerleri hakkında indiğine inanırdık: "Mü'minlerden Allah'a verdiğgi ahdi
yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de
beklemektedir, ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir" (Ahzab
23).
4219 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Uğud günü bir adam
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordu: "Öldürülecek olsam,
nereye gideceğim Ey Allah'ın Resulü?" "Cennete!" cevabını alınca
elindeki hurmaları fırlatıp attı. (Kafirlerin içine dalıp) öldürülünceye kadar
savaştı."
4220 İbnu'l-müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Sa'd İbnu
Ebi Vakkas radıyallahu anh'ı işittim, demişti ki: "Uhud gününde Resûlullah
aleyhissalatu vesselam sadakının içerisindeki okları bana bir bir
verip: "At! diyordu, at annem babam sana feda olsun!"
Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız bir ok attım.
Yan tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret yerleri de açıldı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam güldüler, o kadar ki yan dişlerini
gördüm."
4221 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Uhud günü, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sağ ve sol iki tarafında beyaz
elbiseli iki adam görüyordum. Bunlar, şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı.
Onları ne daha önce görmüştüm ne de daha sonra gördüm. -Yani bunlar Cibril ve
Mikail aleyhimasselam idiler-."
4222 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Babam Uhud günü şehid oldu. Yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bana mani
oldular. Ancak Resûlullah aleyhissalatu vesselam mani olmuyordu. Fatıma Bintu
Amr İbni haram radıyallahu anha ona ağlamaya başladı. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Ona ağlasan da ağlamasan da melekler onu,
siz (cenazesini) kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla gölgelemektedirler"
buyurdular."
4223 Sa'ib İbnu Yezid, -ismini söylemiş olduğu- bir
adamdan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Uhud günü (üst üste
giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü."
4224 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Uhud günü:
"Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı" dedi ve (kırılan)
dişine işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı, Resûlullah'ın Allah yolunda
öldürdüğü kişiye de Allah'ın öfkesi şiddetlendi."
4225 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Uhud günü dişi
kırıldı, başından yaralandı. (Yüzüne akan) kanı, yüzünden siliyor
ve: "Allah, kendilerini Allah'a davet eden peygamberlerinin (başını)
yarıp, dişini kıran (ve yüzünü kana bulayan) bir kavmi nasıl iflah eder?"
diyordu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: "Allah'ın onların
tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilgin yoktur. Çünkü
onlar zalimlerdir. Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini
bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" (Al-i
İmran 128-129).
4226 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gözcü seriyye gönderdi. Başına Asım İbnu
Sabit'i komutan tayin etti. Bu zat Amr İbnu Asım İbni'l-Hattab'ın ceddi idi.
Usfan ile Mekke arasında bulunan bir yere kadar gittiler. Huzeyl Kabilesi'nin
Beni Lihyan denen bir koluna haber verdiler. bunları yüz okçu yakından takibe
aldı. İzlerin takiben onların inmiş bulunduğu yere kadar geldiler. Onların azık
olarak Medine'den beraberlerine almış oldukları hurmanın çekirdeğini
buldular. "Bu Yesrib (Medine) hurmasıdır!" dediler ve izlerini
takibe devam ederek, Ashab'a kavuştular. Asım ve ashabı onları hissedince sarp
bir yere sığındılar. Takipçiler gelip onları kuşattılar. "Eğer bize
teslim olursanız size ahd ve misakımız var, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz!"
dediler. Asım: "Ben bir kafirin zimmetine teslim olmam. Allahım,
Resulüne bizden haber ver!" dedi. Aralarında mukatele (vuruşma) çıktı.
Takipçiler ok attılar. Asım radıyallahu anh yedi kişiyle birlikte şehid oldu.
Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha kaldı. Takipçiler, bunlara da ahd ve misak
etklif ettiler. Bunlar, onlara teslim oldular. ele geçirir geçirmez, derhal
yayların kirişlerini çözerek, bunları onlarla bağladılar. Hubeyb ve
Zeyd'in yanındaki üçüncü şahıs: "Bu, verdikleri söze birinci
ihanetleri" deyip, onlarla beraberliği reddetti. Onu sürüyüp beraberliğe
zorladılar. O yine de direndi. Onu da şehid ettiler. Hubeyb ve Zeyd'i Mekke'ye
götürüp orada sattılar. Hubeyb'i Beni'l-Haris İbni Amir İbni Nevfel satın aldı.
Hubeyb, Bedir günü el-Haris'i öldürmüştü. Yanlarında esir olarak kaldı. Sonunda
öldürmeye karar verdiler. (Bir ara) el-Haris'in kızlarından birinden, etek traşı
olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın der ki: "Bir çocuğum vardı, gafil
davrandım. Hubeyb'in yanına kadar çıktı. Hubeyb onu dizine oturttu. O vaziyette
görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb farketti, ustura da
elindeydi: "Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah böyle
bir şey yapmam" dedi. Yine o kadın şunu anlatmıştı: "ben Hubeyb'ten
daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini gördüm.
Halbuki o sırada Mekke'de hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir zincirlerle bağlı
idi. Demek ki o, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı. Öldürmek
üzere onu, Harem bölgesinden çıkardılar. Orada: "Beni bırakın iki
rek'at namaz kılayım!" dedi. (Bıraktılar namazını kılınca) geri
geldi. "Eğer ölümden korktu demiyecek olsaydınız daha fazla
kılacaktım!" dedi. İdam sırasında namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb
idi. "Allahım, onların hepsini say, (dağınık dağınık öldür)" dedi.
Sonra şu beyitleri terennüm etti: "Müslüman olarak öldürüldükten
sonra gam yemem. Nerede olursa olsun Allah için
ölüyorum, Bu ölüm O'nun zatı(nın rızası) yolundadır.
Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.
(Sonra Hubeyb: "Allahım, Resulüne selamımı götürecek kimse bulamıyorum, sen
duyur" der.) Sonra Ukbe İbnu'l-Haris kalkıp Hubeyb'i
öldürdü. Kureyş, Bedir'de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan
Asım'ın cesedinden bir parça getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne
adamlar gönderdi. Allah Teala Hazretleri de onun üzerine arı oğulu nev'inden bir
gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş'in gönderdiklerine karşı onun cesedini korudu, hiç
bir şey alamadılar."
4227 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Beni Süleym'den bir grubu Beni Amir'e
gönderdi, -bir rivayette: (annem) Ümmü Süleym'in kardeşi dayım Haram'ı yetmiş
süvari içerisinde gönderdi.- (Bi'r-i Maûna'ya vardıkları zaman dayım
onlara: "Ben sizden önce gideyim. Eğer bana Resulüllah'tan tebliğde
bulunmam için eman verilirse (tebliğde bulunurum). Eman vermezlerse, sizler bana
yakın bir yerde bulunmuş olursunuz" dedi. Ve ilerledi. Gerçekten dayıma önce
eman verdiler. O, kendilerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bahsederken,
kendilerinden bir adama ima ile işaret ettiler. O da dayıma ansızın mızrak
sapladı. Dayım: "Allahu ekber, Ka'be'nin Rabbına yemin olsun,
(şehidlik) kazandım!" dedi. Sonra dayımın diğer arkadaşlarına yönelip (dağa
kaçan iki kişi hariç) hepsini öldürdüler. Cibril aleyhisselam Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a onların Rablerine kavuştuğunu, allah'ın onlardan razı
olup onları da razı ettiğini haber verdi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam bir ay boyu, Arap kabilelerinden Ril, Zekvan, Usayye ve
Beni Lihyan'a sabah namazında beddua etti."
4228 Seleme
İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Bizimle su arasında bir müddetlik
mesafe kalınca Hz. Ebu Bekr emretti, gece istirahati için mola verdik. Sonra
baskını başlattı. Suya vardı. Suyun başında ölen öldü, esir alınan esir alındı.
Ben halktan bir cemaate bakıyordum. İçerisinde çocuklar ve kadınlar vardı. Dağa
benden önce varırlar diye korkarak onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku
görünce durdular. Onları sürerek getirdim. aralarında Beni Fezare'den bir kadın
vardı. Üzerinde deriden bir kaş' vardı. Kaş' kuru post demektir. Kadının yanında
Arapların en güzelinden bir kız vardı. Onları, sürerek Hz. Ebu Bekr radıyallahu
anh'a kadar getirdim. Ebu Bekir, kızı bana hediye etti. Medine'ye kadar geldik.
Kızın elbisesini bile açmadım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam çarşıda bana
rastladı. "Ey Seleme, dedi, kadını bana bağışla!" "Ey
Allah'ın Resulü, dedim, vallahi hoşuma gitti, ancak henüz elbisesini bile
açmadım." Ertesi günü, çarşıda bana yine rastladı. "Ey
Seleme, ceddine rahmet, kadını bana bağışla!" buyurdu. "Ey Allah'ın
Resulü! dedim, o senindir, Allah'a yemin olsun, kadının elbisesini
açmadım!" Sonra Aleyhissalatu vesselam o kadını Mekke'ye gönderdi ve
Mekke'de esir edilen bazı müslümanların fidye-i necatı
yaptı."
4229 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Hendek'e gitti. Gördü ki Muhacir ve Ensar soğuk bir sabah
vakti hendek kazıyorlar. Onların, bu işi kendilerine bedel yapacak köleleri yok.
Onları vuran yorgunluk ve açlıklarını görünce (şiirimsi bir ifade) terennüm
ettiler: "Ey Allahım! gerçek hayat ahiret hayatıdır,
Ensar ve muhaciri mağfiret buyur!" Çalışanlar da O'na şöyle mukabele
ettiler: "Biz Muhammed'e bey'at edenleriz Hayatta
kaldıkça cihad gayemiz."
4230 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor:
"(Hendek kazarken) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, bizimle birlikte
omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını toprak bürümüştü. (Bu
esnada, ashabı şevke getirmek için zaman zaman) şöyle terennüm
ediyordu: "Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık,
Ne sadaka verir ne namaz kılardık. Üzerimize sekinet indir
Allahım! Ayaklarımıza sebat ver Allahım! Müşrikler bize
karşı azdılar, Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar"
Resûlullah bunları söylerken sesini yükseltiyordu."
4231 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hendek'den
döndüğü zaman, silahları bırakıp (elini yüzünü) yıkamış, tam başındaki
toprakları çırparken Cebrail aleyhisselam geldi. "Sen, dedi, silahı
bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık. Onlara geri git. "Nereye
kadar?" dedi Resûlullah. "Şuraya!" diyerek Beni Kureyza'yı gösterdi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu emir üzerine onlarla savaşmaya çıktı.
Kureyzalılar hükmüne razı oldular. Hakem olarak Sa'd İbnu Mu'az'ı seçtiler. O
da: "Ben onlardan muharib olanların öldürülmesine, kadın ve
çocukların esir edilmesine, mallarının da taksim edilmesine hükmediyorum!" dedi.
Sa'd, Hendek savaşı sırasında ana damarından yara almıştı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam tedavisiyle yakından ilgilenmek için mescidin içinde ona
bir çadır kurdurmuştu. -Bir rivayette Sa'd der ki: "Ey Allahım sen biliyorsun
ki, senin yolunda kendileriyle cihad etmekten en ziyade memnun olacağım bir
kavim Resulünü tekzib eden ve Onu yurdundan sürüp çıkaranlardır. Ey Allahım
kanaatim şu ki, sen, bizimle onların arasındaki (harbi artık) bıraktın. Eğer
hala Kureyş'le savaş olacaksa bana daha hayat ver de senin yolunda onlara karşı
cihad edeyim. Eğer savaşı kesti isen damarımı daha da aç, ölümüm ondan olsun."-
Bu dua üzerine, o gece damarı iyice açıldı. O zaman mescidde bulunan Beni
Gıfar'a ait çadırda kalanları kanın kendilerine doğru akmasından başka bir şey
ürkütmemiş. "Ey çadır sahibi, dediler. Sizin taraftan bize doğru
gelen nedir?" Bu, kanamakta olan Sa'd'ın yarasından akmıştı. O
sebeple öldü, radıyallahu anh."
4232 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Ahzab (Hendek) günü Sa'd İbnu Mu'az radıyallahu anh (Kureyş'ten
İbnu'l-Arika'nın attığı bir okla) koldaki ana damardan vurulmuştu, böylece
damarı kesilmiş oldu. (Kanı durdurmak için) Resûlullah aleyhissalatu vesselam
dağlama uyguladı. Bunun üzerine eli şişti, çokça kan akarak Sa'd'ı zayıf
düşürdü. Resûlullah tekrar dağladı. Eli yine şişti. Bu hali görünce (Sa'd
radıyallahu anh): "Allahım, Beni Kureyza'dan gönlüm rahata ermedikçe
canımı alma!" diye dua etti. Derken kanı durdu. Kureyza onun hükmünne baş
eğinceye kadar tek damla akmadı. Onlar hakkında erkeklerin öldürülmesine,
kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Haklarında Allah'ın verdiği hükme isabet ettin!" buyurdu.
Dörtyüz kişiydiler. Onların katli tamamlanınca, damarı patladı. Sad radıyallahu
anh vefat etti. (Allah rahmetini bol kılsın)."
4233 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte bir
gazveye çıktık. Biz aramızda bir deve olan altı kişiydik, sırayla biniyorduk.
Derken ayaklarımız delindi. Benim ayaklarım da delindi ve tırnaklarım düştü.
Ayaklarımıza bezler sarıyorduk. Böylece seferimiz, ayaklarımıza sardığımız
parçalar sebebiyle zatu'r-Rika' gazvesi diye
isimlendi."
4234 Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nafi'
rahimehullah'a kıtalden önce (yapılan İslam'a) davet hakkında sormak üzere
yazmıştım. Bana şöyle yazdı: "Bu, İslam'ın evvelinde idi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Beni Müstalik'e (önceden haber vermeden ani) baskın
yaptı. Onlar ( bu sırada) gafil haldeydi, hayvanları su kenarında
sulamıyorlardı. Mukatillerini öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını esir aldı. O
gün Cüveyriye'yi de ele geçirmişti."
4235 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Enmar Gazvesi'nde bineğinin
üzerkinde doğuya müteveccih olarak nafile namaz kılarken
gördüm."
4236 Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan
almış. Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir.
Derler ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hudeybiye senesinde
Medine'den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca Aleyhissalatu vesselam:
"Halid İbnu'l-Velid, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak
el-Gamim'dedir, siz sağ tarafı takib edin!" dedi. Vallahi, Halid müslümanların
varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu
görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş'e haber vermek üzere hayvanını
koşturarak gitti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam yoluna devam
etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde)
Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi.
Halk: "Kalk, kalk, yürü, yürü!" dedi ise, de deve kalkmamakta ısrar
etti. Halk bu sefer: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın devesi)
Kasva çöküp kaldı. Kasva çöküp kaldı!" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "Hayır! Kasva çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok.
Ancak onu, "Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zat" dourdurmuştur!" buyurdu.
Sonra ilave etti: "Nefsimi kudret eliyle tutan o Zat'a yemin olsun.
(Kureyş, Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı şeyleri tazim sadedinde her ne taviz
isterlerse onlara vereceğim!" Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Ravi
dedi ki: Resûlullah aleyhissalatu vesselam Kureyş tarafından saptı, suyu az olan
Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi.
(Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı.
Çok geçmeden suyu kurudu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a susuzluktan
şikayette bulundular. Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu
kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı
ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam
etti. Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Kuza'i, Huza'a
kabilesinden bir grupla çıkageldi. Huza'alılar (Mekke civarında tavattun etmiş
bulunan) Tihame kabileleri arasında Resulullah'ın sırdaşı ve dostu
olagelmişlerdi. Dedi ki: "Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Amir
İbnu Lüeyy kabilelerini birçok Hudeybiye sularının başına, beraberlerinde sütlü
ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak.
Beytullah'ı ziyaretine mani olacak olmasınlar! Resûlullah
aleyhissalatu vesselam dedi ki: "Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz
sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş'in (iliğine işlemiş). Halbuki
çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine
müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben
öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha
(kendi rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle
savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer
Kureyşliler bu teklifime itiraz ederlerse, ruhumu elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e
yemin olsun, bu davam için, ölünceye kadar onlarla savaşacağım. O zaman Allah,
(bana olan emrini (gerçekleştirme hususundaki vaadini mutlaka) yerine
getirecektir." Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bu sözü üzerine
Büdeyl: "Senin bu sözlerini Kureyş'e mutlaka duyuracağım!" dedi ve
gitti. Kurayşlilere gelince: "Ben, size şu adamın yanından
geliyorum. Onun bazı sözlerini işittik. Eğer dilerseniz size söyleriz" dedi.
Onların serseri takımı: "Ondan herhangi bir haber söylemene
ihtiyacımız yok!" dedi ise de aklı başında olanlar: "Hele şu
işittiğini söyle!" dediler. Büdeyl: "Ben Muhammed'in şöyle şöyle
söylediğini işittim!" diyerek Aleyhissalatu vesselam'ın söylediklerini bir bir
nakletti. Bunun üzerine Urve İbnu Mes'ud kalkıp: "Ey kavm! Siz benim
babam değil misiniz?" dedi. Hepsi: "Evet!" dediler.
"Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız), ithamınız var mı?" dedi.
"Hayır!" dediler. "Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin
yardımınıza çağırmış, onlar yanaşmayınca ailem, çocuklarım ve bana itaat
edenlerle kendim gelmiştim değil mi?" diye sordu. (Kureyşliler, hep
bir ağızdan buna da "evet!" deyince Urve (bu tasdikleri aldıktan
sonra): "Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve
benim ona (anlaşmak üzere) gitmeme izin verin!" dedi. Kureyşliler:
"Pekala git!" dediler. Urve, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldi, Onunla
konuştu. Aleyhissalatu vesselam Budeyl'e söylediklerine yakın şeyler söyledi.
Urve bu esnada: "Ey Muhammed! Kavminin kökünü kazıdığını farzedelim,
(eline ne geçecek). Senden önce, Araplardan kavmini toptan helak eden birini
işittin mi? Durum aksi olursa (başınıza geleceği, Kureyş'in size neler
yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha kavi bir ihtimal) zira ben,
aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum, halktan toplanmış, seni
terkedip kaçmaya mütemayil kimseler de görüyorum" dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu
anh (onun bu sözüne dayanamayıp): "(Halt etmişsin, git!) Lat putunun
fercini yala! Demek biz Resûlullah'ı terkedip yalnız bırakacakmışız ha!" (diye
şiddetle çıkıştı). Urve: "Bu da kim?" dedi. Kendisine onun Ebu Bekr
olduğu söylendi. -Urve: "Nesfimi elinde tutan Zata yemin olsun! Eğer senin
bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış olsaydı ben sana (layık
olduğun) cevabı verirdim" dedi. Ravi der ki: "Urve, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'la konuşmaya devam etti. Her konuşmasında (cahiliye adeti üzere)
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğire İbnu
Şu'be, üzerinde miğfer, elinde kılıç Aleyhissalatu vesselam'ın yanında ayakta
(muhafız gibi) bekliyordu. Urve, tutmak üzere, elini Resûlullah'ın sakalına her
uzatışında, kılıncın demiriyle eline vuruyor: "Elini Resûlullah'ın
sakalından çek!" diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı.
"Bu da kim?" dedi. Kendisine: "Bu Muğire İbnu Şube'dir!" dendi.
Bunun üzerine Urve: "Ey zalim! Ben hala senin (geçmişteki) gadr ve
ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?" dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi:)
"Cahiliyede Muğire İbnu Şu'be bir grup kimse ile yolculuk yapmış, yolda
arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da: "Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak malları kabul
etmiyorum, (bu ihanet malıdır)" demişti. Urve bu esneda göz ucuyla
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabını tedkikten geçiriyordu. (Bilahare
gördüklerini şöyle anlatacaktır:) "Vallahi (öylesine hürmet hiç
görmedim). Resûlullah aleyhissalatu vesselam yere bir kerecik tükürmeye görsün,
mutlaka onlardan bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine, derilerine
(teberrüken, bir tiyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi
birden koşuşuyordu. Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse
(itişip-kakışıp) kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini
kısıyorlardı. Saygıları sebebiyle O'na dikkatle bakamıyorlardı
bile." Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki: "Ey
kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna çıktım. Kisra'nin,
Kayser'in, Necaşi'nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed'in ashabının,
Muhammed'e gösterdiği saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım. Vallahi
tükürecek olsa mutlaka onlardan birinin eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine
bedenlerine sürüyorlar. Bir şey emretse hepsi birden koşuşuyorlar. Abdest alsa,
abdest suyu(ndan kapmak) için nerdeyse kavga ediyorlar. Konuşsalar onun yanında
seslerini kısıyorlar. Ona hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu adam size
makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!" Urve'nin bu
açıklaması üzerine, Beni Kinane'den bir adam: "Beni bırakın, ona bir
de ben gideyim!" dedi. Ona da müsaade ettiler, "git!" dediler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ve ashabına yaklaşınca, Aleyhissalatu
vesselam: "İşte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık
develere saygı gösteren bir kavimdendir. Kurbanlıklarınızı önüne salıverin
görsün!" buyurdu. Ashab o zatı telbiyelerle karşıladı. Adam bu manzarayı
görünce: "Sübhanallah!" Bu kimselere Beytullah'ın yolunu kapamak
münasip düşmez!" dedi. Arkedaşlarının yanına dönünce: "Ben kurbanlık
develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış, gerekli işaretler vurulmuş,
onlara Beytullah'ı yasaklamayı uygun görmüyorum!" dedi. Onun kavminden Mikrez
İbnu Hafs denen bir zat kalkıp: "Bırakın, bir de ben gideyim!" dedi.
Ona da müsaade edip "git!" dediler. Müslümanlara yaklaşınca,
Aleyhissalatu vesselam: "Bu gelen Mikrez'dir, facir birisidir" dedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la konuşmaya başladı. Onlar konuşurken Süheyl
İbnu Amr çıkageldi, Aleyhissalatu vesselam: "İşiniz artık size
kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi."
Resûlullah'a: "Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!"
dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam katibini çağırdı ve emretti:
"Yaz: Bismillahirrahmanirrahim." Süheyl itiraz etti:
"Rahman ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme
yaz, vaktiyle senin de yazdığın gibi" dedi. Müslümanlar da ona
itiraz ettiler: "Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahim'i yazarız!"
dediler. Ama Resûlullah aleyhissalatu vesselam emreder:
"Bismikallahümme yaz! ve devam et: "Bu Allah Resulü ve Süheyl'in üzerinde
mutabık kaldıkları hususlardır..." Süheyl yine itiraz
eder: "Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah'ın Resulüsün, sana
Beytullah'ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbnu
Abdillah." Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Vallahi
siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah'ın Resûlüyüm. Bununla beraber,
Muhammed İbnu Abdillah yaz!" buyurur ve devam eder: "Bizimle
Beytullah arasında çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla." Süheyl
itiraz eder: "Vallahi hayır, (Biz size bu yıl tavafa izin versek),
Araplar "bizim aniden emrivakiye geldiğimiz" hususunda dedikodu yapar. Ancak
ziyareti gelecek yıl yapacaksınız" der. Böyle yazılır. Süheyl ilave
eder: "Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi,
gelirse iade etmen şartıyla." Müslümanlar bu şarta itiraz
ederek: "Sübhanallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere
nasıl iade edilir?" derler. Bu halde iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr
zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden
kaçmış, kendini müslümanların arasına atmıştı. Süheyl:
"Ey Muhammed, bu, seninle üzerine anlaştığımız maddelerin ilk uygulaması olacak,
bunu bana iade edeceksin!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik" buyurdu. Süheyl: "Öyleyse,
vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Öyleyse şu Ebu Cendel'i bana bağışla da imza et!"
buyurdu. Fakat Süheyl: "Asla ben bunu sana bağışlamam" diye direndi.
Aleyhissalatu vesselam: "Hayır, hatırım için yap!" ricasında
bulundu. Süheyl direndi: "Asla yapmam!" Mikrez İbnu Hafs
atılıp: "Biz onu sana müsaade ettik!" dedi. (Ancak imza yetkisine
sahip olmadığı için Süheyl onu dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti.) Ebu
Cendel radıyallahu anh: "Ey müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size
müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim mi ediyorsunuz? Bana
yaptıklarını görmüyor musunuz?" dedi. Ebu Cendel'e Allah yolunda çok işkenceler
yapılmıştı. Ömer İbnu'l-Hattab der ki: "(O gün, bu cereyan eden
hadiseleri çok alçaltıcı bularak) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelip: "Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" dedim.
"Evet!" dedi. "Biz hak üzere düşmanlarımızda batıl üzere değiller
mi?" dedim. "Evet" dedi. "Öyleyse biz niye dinimiz
uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz" dedim. "Ben Resûlullah'ım; (bu
anlaşmayı imzalamakla) Allah'a asi olmuş da değilim. Allah yardımcımızdır!"
dedi. "Sen, bize (Medine'den çıkarken) Beytullaha gideceğiz, onu
tavaf edeceğiz demedin mi?" dedim. "Pek tabii, ama, sana bu yıl
gideceksin dedim mi?" dedi. "Hayır!" dedim. "Sen mutlaka
onu tavaf etmeye geleceksin!" buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a
geldim. "Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi?"
dedim. "Elbette hak peygamberi!" dedi. "Biz hak,
düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?" dedim. "Elbette (onlar
batıl, biz haz üzereyiz)" dedi. "Öyleyse, niye dinimiz için
alçaklığı kabul ediyoruz?" dedim. "Be adam! O Allah'ın Resûlüdür.
(Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da. Allah onun yardımcısıdır.
Şu halde sen O'nun emrine sarıl. Allah'a yemin ederim o hak üzeredir!"
dedi. "O bize: "Ka'be'ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz" demiyor
muydu?" dedim. "Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?"
dedi. "Hayır!" dedim. "Sen ona gidecek, onu tavaf
edeceksin!" dedi. (Hedisi rivayet eden Zühri) der ki: "Hz. Ömer
radıyallahu anh dedi ki: "(O günki nezaketsiz çıkışımın günahını
affettirmek için nice amellerde bulundum." Anlaşmayı yazma işinden
çıkınca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ashabına: "Kalkın
kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!" buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan
bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkmadı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü
Seleme radıyallahu anha'nın çadırına girdi. Ona halktan maruz kaldığı bu hali
anlattı. O, kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu (yani halkın
kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, Ashab'tan
hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı:
Devesini kesti, berberini çağırdı, traş oldu. Ashab bunları görünce
kalktılar, kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada
gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü'mine kadınlar
(Mekkelilerden kaçarak) geldiler. Allah Teala Hazretleri, (onların geri
verilmemesi için) şu ayeti indirdi: "Ey İman edenler, (kendi ifadelerince)
mü'mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah
onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü'mine kadınlar olduklarına
kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir.
Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri
(mehri) onlara (kafirlere) verin. sizin onları nikahla almanızda, mehirlerini
verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur..." (Mümtehine 10).
Hz. Ömer, ayet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı.
Birini Hz. Muaviye İbnu Ebu Süfyan nikahladı, diğerini de Safvan İbnu
Ümeyye. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye döndü.
Kureyş'ten Ebu Basir müslüman olarak Medine'ye iltica etti. Mekkeliler onu almak
üzere arkasından iki adam gönderdiler. "(Antlaşmada) bize verdiğin
söz var, onu teslim et!" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam derhal onu
onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basir'i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nam
mevkie gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basir
onlardan birine: "Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!" dedi. O,
hemen kınından sıyırıp; -Doğru! Vallahi pek harika! Onunla ne
tecrübelerim var! dedi. Ebu Basir: "Hele bir göster, daha yakından
bakayım!" deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü kaçıp Medine'ye geldi,
koşarak Mescid'e girdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu
görünce (yanındakilere): "Bu adam her halde bir korku geçirmiş"
dedi. Adam Aleyhissalatu vesselam'a gelince: "Vallahi arkadaşım
öldürüldü! Beni de öldürecek!" did. Ebu Basir radıyallahu anh da
geldi. "Ey Allah'ın Resûlü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü)
yerine getirdi, beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke
ona bir kişi daha olsa!" cevabını verir. Ebu Basir bu sözü işitince anlar ki,
Aleyhissalatu vesselam onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz kenarına
gelir (İs denen bir yere yerleşir). Mekkelilerin elinden Ebu Cendel
İbnu Suheyl de kurtulup Ebi Basir'e iltihak eder. Derken Kureyş'ten müslüman
olan herkes Ebu Basir'e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup teşekkül
eder. Allah'a yemin olsun, Kureyş'ten Şam'a gitmek üzere bir kervanın haberini
aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına el
koyuyorlardı. Kureyş Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a elçi
gönderip, allah'ın adını ve aralarındaki akrabalık bağlarını hatırlatarak,
Mekke'den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu Basir ve arkadaşlarının
yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. (Bazı rivayette, bunu temin için
Medine'ye çağırdı. bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "O size Mekke'nin karnında
(hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sözden,
sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür.
Onlar, küfreden, sizi Mescid-i Haram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline
ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız
mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir
vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi).
(Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip
ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba
giriptar etmiştik bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik
taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, Resûlünün ve mü'minlerin
üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar
da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." (Feth
24-26).
4237 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Hudeybiye günü
bir grup köle, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sulhtan önce gelmişti.
Efendileri Aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Muhammed, onlar senin yanına, dinine
iştiyak göstererek gelmiş değiller, kölelikten kaçtılar" diye mektup yazdılar.
(Ashabdan bazı) kimseler de: "(Doğru söylüyorlar), onları
sahiplerine geri ver!" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (şeriat bu
çeşit sığınan müslümanları hürler olarak kabul edip himaye vermeye hükmettiği
halde müslümanların müşrik dostlarının: "Bunlar din için değil, hürriyet için
sana geldiler" şeklindeki tahkiki mümkin olmayan aldatıcı sözlerini esas alıp
geri göndermelerini teklif etmelerine) öfkelenip: "Ey Kureyşliler,
öyle zannediyorum ki, siz böyle hükmederek, Allah'ın, boyunlarınızı vuracak
birini göndermesini bekliyorsunuz!" dedi ve köleleri iade etmekten imtina etti
ve: "Onlar aziz ve celil olan Allah'ın azadlılarıdır!"
buyurdu."
4238 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hudeybiye'ye geldik. Biz,
bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile
yetmiyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kuyunun kenarına oturdu. (İyice
hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu
coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra
Aleyhissalatu vesselam, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı.
Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın
ortasında kalınca: "Ey Seleme, biat et!" buyurdu." "Ey
Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!" dedim. "Yine de!"
buyurdu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni çıplak, yani
silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya
devam etti. Son kişiden de bey'at alınca: "Ey Seleme, sen bana biat
etmiyor musun?" dedi. "Ey Allah'ın Resulü, ben sana başta da, ortada
(da olmak üzere iki kere) biat ettim" dedim. "Olsun, yine de"
buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra bana: "Ey Seleme! Benim sana
verdiğim kalkanın nerede?" dedi. "Ey Allah'ın Resulü dedim, amcam
Amir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine
Aleyhissalatu vesselam güldü ve: "Sen, dedi, vaktin birinde adamın
dediği gibisin: "Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi
nefsimden daha sevgili olsun!" Sonra müşrikler bizimle sulh
hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki; birbirimize gidip gelmeler oldu.
(Sonunda) sulh yaptık. ben Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh'ın hizmetçisi
idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü)
Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve ailemi terketmiştim.
Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın
yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik
yanıma geldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hakaret etmeye başladılar. Ben
onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim. silahlarını ağaca asıp
yattılar. Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi
şöyle sesleniyordu: "Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym
öldürüldü!" "Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp
silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da: "Muhammed'in yüzünü
mükerrem kkılan o Zat'a yemin olsun, sakın sizden kimse başını kaldırmasın. İki
gözü taşıyan (kellesini) uçururum!" dedim. Sonra onları sürerek Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a getirdim. O sırada amcam Amir radıyallahu anh da
Abelat'tan Mikrez denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde
yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam onlara
bir nazar edip: "Bırakın onları, fücûrun başı da sonu da onların
olsun!" dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şu ayeti
indirdi: "O sizi Mekke'nin karnında (hududu içinde) onlara karşı
muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan
çekendi..." (Fetih 24-26) Sonra Medine'ye müteveccihen oradan
ayrıldık. Beni Lihyan ile aramızda bir dağın yer aldığı bir yerde konakladık.
Beni Lihyan'ın hepsi müşrik idi. Aleyhissalatu vesselam geceleyin dağa
tırmanacak kimseye istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'la ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç kere dağa
çıktım. Sonra Medine'ye geldik. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
yük develerini, beraberinde, ben de olduğum halde, hizmetcisi Rabah ile
gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh'ın atı ile
çıktım. Ben atı develerle birlikte kırasıya götürüp getiriyordum.
Sabahleyin bir de ne göreyim! Abdurrahman el-Fezari, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da
öldürmüş. "ey Rabah! dedim, şu atı al; durumu Talha İbnu
Ubeydillah'a bildir ve Resûlullah'a haber ver ve de ki: "Müşrikler mer'adaki
sürüyü yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak medine'ye yönelip üç defa
nida ettim: "Ey Sabahım!" Sonra adamların arkasından ok
atmak üzere çıktım ve şunları da terennüm ediyordum: "Ben
İbnu'l-Ekva'ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan birine kavuştum ve
semerine bir ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi. "Al bunu!"
dedim. Ben İbnu'l-Ekva'ım. Bugün alçakların vay haline! Vallahi
onlara atıyor ve yaralıyordum. Bir atlı bana dönecek olsa, bir ağaca gelip
dibine oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken dağ(ın vadisi) daraldı. Dar
yere girdiler. Ben dağa tırmandım. Onlara taş atmaya başladım. Böylece onları
takib etmeye devam ettim. öyle ki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
hayvanlarından Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım.
Böylece müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler. Sonra
onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan fazla bürde ve otuz
mızrak bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek istiyorlardı. Bir şey
atacak olsalar, üzerine taşlardan nişan koyuyordum. Ta ki, Resûlullah ve ashabı
onları tanısın. Böyle gide gide dar bir dağ yoluna geldiler. Bir de ne
görsünler! yanlarına Bedr el Fezari'nin falan oğlu gelmiş. Hemen kuşluk yemeği
yemek üzere oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezari:
"Şu gördüğüm de ne?" diye sordu. "Bununla başımız belada! Vallahi
sabahın köründen beri peşimizde. Bize durmadan atıyor. elimizde ne varsa çekip
aldı" dediler. "Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!" dedi. Böylece
bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve dağa tırmandı. Bana konuşma imkanı
verdikleri vakit, onlara: "Beni tanıyor musunuz?" dedim.
"Hayır, sen kimsin?" dediler. "Ben Seleme İbnu'l-Ekva'ım.
Muhammed'in yüzünü şereflendiren Zata yemin olsun sizden kimi istesem mutlaka
yakalarım. Ama sizden kimse beni yakalayamaz!" dedim. Onlardan bir
adam: "Ben biliyorum!" dedi ve geri döndüler. Ben yerimden
ayrılmadım. Derken Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın atlılarını, ağaçların
arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-Esedi, arkasında Ebu Katade
el-Ensarı, onun arkasında el-Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anhüm
vardı. Ahram'ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffar dönüp
gitti. Ahram'a: "Ey Ahram! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı
gelinceye kadar yolunu kesmesinler!" dedim. Bana: "Es Seleme! Eğer
Allah'a ve ahiret gününe inanıryor, cennetin de cehennemin de hak olduğunu
biliyorsan, benimle şehadet arasına engel olma!" dedi. Ben de onu bıraktım.
Abdurrahman'la karşılaştılar. Abdurrahman'ın atını hemen öldürdü, Abdurrahman da
onu yaralayarak öldürdü ve onun atına atladı. Derken Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın süvarisi Ebu Katade radıyallahu anh Abdurrahman'a yetişti, yaralayıp
öldürdü. Muhammed'in yüzünü şerefli kılan Zat'a yemin olsun, ben onları yaya
koşarak takip ettim. Öyle ki, arkamda Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabı ve tozları sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün batımı öncesine kadar böyle
devam ettik. Bu sırada bir dağ yoluna saptılar, orada Zû-Karad denen bir su
vardı. Sudan iç mek için sapılmıştı, çünkü susamışlardı. Peşlerinden koşarak
gelen bana baktılar. Ben onları bundan uzaklaştırdım, bir damla bile
tadamadılar. Oradan çıkıp zorlak veren bir dağ yoluna saptılar. Ben koşup
onlardan bir adama yetiştim, omuz kemiğine bir ok sapladım. "Al
bunu! Ben İbnu'l-Ekva'ım. Bugün alçakların vay haline!" dedim.
"Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekva'mı?" dedi. "Evet ey kendinin
düşmanı! Sabahki Ekva'ım!" dedim. Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirdim. Amcam Amir İbnu'l-Ekva'da birinde
sulandırılmış süt diğerinde su bulunan iki kapla bana yetişti. Hem içtim, hem
abdest aldım. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim. Az
önce kafirleri başından kovaladığım suyun başında idi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı, bütün develeri ve müşriklerden kurtardığım bütün eşyaları,
bürdeleri, mızrakları almış buldum. Bilal radıyallahu anh da kurtardığım o
develerden birini kesmiş, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ciğerini ve
hörgücünü kızartıyordu. "Ey Allah'ın Resûlü! Beni bırak, ashabtan
yüz kişi seçip müşrikleri takip edeyim, geriye bıraktıkları bütün habercilerini
geberteyim!" dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam yan dişleri gündüz
ışığında görününceye kadar güldü. "Ey Seleme! buyurdu. Kendini bunu
yapabilecek güçte görüyor musun?" "Evet dedim, seni şerefli kılan
Zat'a yemin olsun! Evet!" "Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet
verilmektedir" dedi. Derken Gatafanlı bir adam geldi ve: "Onlara falan kişi bir
deve kesmişti, derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve: "Düşman
size de gelmiş" deyip kaçıp gittiler" dedi. (Geceyi orada geçirdik).
Sabah olunca Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bugün en hayırlı
süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme idi" buyurdu. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana iki hisse verdi: Biri süvari hissesi, biri de piyade
hissesi idi. Bana bu iki hisseyi de vermişti. Sonra Resûlullah
aleyhissalatu vesselam devesi Adba'nın terkisine beni alarak Medine'ye
müteveccihen hareket etti. Biz yolda giderken, yaya yürüyüşünde hiç kimsenin
kendisini geçemediği Ensar'dan bir adam: "Medine'ye kadar yarış
yapacak var mı; koşucu yok mu? demeye başladı. Bu sözünü habire tekrar ediyordu.
Sesini işitince: "Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi
saymaz mısın?" dedim. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hariç,
hayır!" dedi. Ben Aleyhissalatu vesselam'a yönelip: "Ey Allah'ın
Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana müsaade buyurun, şu adamla
yarışayım!" dedim. "Sen bilirsin!" buyurdular. Adama:
"Geliyorum hazır ol!" dedim. ayaklarımı ayarlayıp sıçradım, koştum. Nefesimi
canlı tutmak için bir veya iki tepede kendimi tuttum. Sonra yetişmek ve omuzları
arasına dokunmak için (tabanları) kaldırdım. (Ve dokundum).
"Geçildin, vallahi seni geçtim!" dedim. "Biliyorum!" dedi. Medine'ye
varıncaya kadar onu geçtim. Vallahi Medine'de üç gece kalıp, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ile birlikte helen Hayber'e gittik. Yolda amcam Amir
İbnu'l-Ekva, halka şu beyitleri terennüm etti: "Vallahi Allah
olmasaydı hidayeti bulamazdık. Ne sadaka verir ne de namaz
kılardık. Biz senin fazlından müstağni değiliz, Düşmanla
karşılaşınca ayağımıza sebat ver, Üzerimize sekine (kuvve-i manevi)
indir." Resûlullah aleyhissalatu vesselam " Bu da kim?" dedi.
Amcam: "Ben Abir İbnu'l - Ekva" cevabını verdi. Aleyhissalatu
vesselam: "Mağfiret göresin Ey Amir!" diye dua buyurdu. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir kimseye mağfiret dileğinde bulundu mu mutlaka şehid
olurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh kendi devesinin üstünde
seslendi: "Ey Allah'ın Resûlü! Keşke bizi Amir'le faydalandırsan!"
Hayber'e vardığımız zaman, kralları Merhab kılıncı elinde (karşımıza) çıktı.
Şöyle söylüyordu. "Hayber bilir ki ben Merhab'ım, Silahı
tamam tecrübeli bir kahraman. Savaş olunca alevlenen bir
yiğit!" Amcam Amir radıyallahu anh da ilerleyip şunları
söyledi: "Hayber benim de Amir olduğumu bilir, Silahı
tam yiğit kahraman." Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab'ın
kılıncı amcam Amir'in kalkanının içine rastladı. Amir onu alttan vurmaya
yeltendi. Ama kılıcı kendine döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de bundan
oldu. (Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın ashabından birkaç kişi: "Amir'in ameli
batıl oldu, o kendi kendini öldürdü" demezler mi! Hemen ağlayarak Aleyhissalatu
vesselam'ın yanına geldim. "Ey Allah'ın resulü! Amir'in ameli batıl
mı oldu?" dedim. "Bunu kim söyledi?" buyurdular.
"Ashabınızdan bazıları!" dedim. "Bunu kim söylemişse yanılmış.
Bilakis onun ecri iki kattır!" buyurdular. Sonra benni Ali İbnu Ebi Talib
radıyallahu anh'a gönderdiler. O gözünden hasta idi. Bu arada Aleyhissalatu
vesselam: "sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve
Resulü'nü sever; Allah ve Resulü'de onu sever" dedi. Ali'ye geldim, gerçekten
gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona verdi. Sonra Merhab
çıktı. Şöyle demeye başladı: "Hayber bilir ki ben
Merhab'ım, Silahı tamam tecrübeli bir kahraman. Savaş
olunca alevlenen bir yiğit!" Ali radıyallahu anh da şöyle
dedi: "Ben, annemin arslan dediği kimseyim, Ormanların
çirkin manzaralı arslanı gibi, Düşmanlara kilo ile ton
tartarım." Sonra Menhab'ın başına bir darbe indi ve onu öldürdü.
Hayber onun eliyle fethedilmişti."
4239 Amr İbnu Dinar
rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma'yı dinledim,
diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hudeybiye günü bize şöyle
söyledi: "Bugün siz arz ehlinin en hayırlı olanlarısınız. O gün biz bindörtyüz
kişi idik. Bugün görebilseydim, size (altında biat yapılan) ağacın yerini
gösterirdim."
4240 Bera İbnu'l-Azib radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Zülkade ayında umreye çıkmıştı. Mekkeliler
Onun Mekke'ye girmesine izin vermediler. Resûlullah, gelecek yıl girmek, orada
üç gün kalmak, Mekke'ye silahlar torbalarda olarak girmek, ailelerinden peşine
düşmek isteyen çıksa bile kimseyi almamak, Ashabından Mekke'de kalmak isteyen
çıkarsa kimseye mani olmamak şartları üzerine anlaşmıştı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (Mekke'ye umre için) girip, müddet de dolunca, Mekkeliler
Hz. Ali'ye gelip: "Arkadaşına söyle! bizi terketsin, müddet doldu!"
dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam çıktı, ancak Hamza'nın kızı
radıyallahu anhüma peşine takıldı: "Ey amcam, ey amcam!" diye
bağırıyordu. Hz. Ali radıyallahu anh onu alıp elinden tuttu. Hz. Fatıma
radıyallahu anha'ya: "Amcanın kızını yanına al!" dedi. (Medine'ye
gelince) kızı (yanına alma) hususunda Hz. Ali, Zeyd ve Cafer radıyallahu anhüm
ihtilafa düştüler. Hz. Ali: "O benim amcamın kızıdır! (Ben ehakkım)"
diyordu. Ca'fer radıyallahu anh: "O hem amcamın kızı, hem de teyzesi
nikahım altında!" diyordu. Zeyd de: "Kardeşimin kızıdır!" diyordu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kazın, teyzesinin yanında kalmasına hükmetti
ve: "Teyze anne makamındadır!" buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh'a yönelerek:
"Sen bendensin, ben de senden!" buyurdu. Ca'fer radıyallahu anh'a: "Yaratılışın
ve huyun bana benzer" diyerek iltifat etti. Zeyd radıyallahu anh'a da: "Sen
bizim hem kardeşimiz, hem de mevlamız (azadlımız)sın!"
buyurdu."
4241 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Mûta gazvesinde Zeyd İbnu Harise radıyallahu anhüma'yı
emir (komutan) tayin etti ve dedi ki: "Eğer Zeyd öldürülecek olursa,
komutan Ca'fer'dir. Ca'fer öldürülecek olursa Abdullah İbnu Ravaha'dır"
(radıyallahu anhüm). Abdullah der ki: "Bu gazvede aralarında ben de
vardım. (Bir ara) Ca'fer İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'ı aradık. Onu ölüler
arasında bulduk. Öyleydi ki cesedinin ön cephesinde doksan küsür ok ve mızrak
yarası saydık." Bir rivayette de şu ziyadeyi ilave etmiştir: "Arka tarafında hiç
yara yoktu."
4242 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Zeyd, Ca'fer ve İbnu Ravaha'nın öldüklerini onlardan
haber gelmezden önce bildirdi. Şöyle demişti: "Bayrağı Zeyd aldı ve
isabet aldı (öldü). Bayrağı ondan sonra Ca'fer aldı o da öldü. Sonra Abdullah
İbnu Ravaha aldı, o da öldü. -Böyle deyince Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
gözleri yaşla doldu.- (Resûlullah sözlerine devam etti): "Bayrağı, sonra
Allah'ın kılıçlarından bir kılıç, tayin edilmeksizin aldı: Halid İbnu'l-Velid...
Allah Teala Hazretleri ona zafer verdi."
4243 Kays İbnu Ebi Hazım
rahimehullah anlatıyor: "Halid'in şöyle söylediğini işittim: "Mûta günü elimde
dokuz kılıç kırıldı. Elimde sadece Yemen'de mamul bir safiha (geniş demirli
kılıç) kaldı."
4244 Avf İbnu Malik el-Eşca'i radıyallahu anh
anlatıyor: "Mûta gazvesine zeyd İbnu Harise radıyallahu anh ile birlikte çıktım.
Bana Yemenli bir asker refakat etti ki, üzerinde sadece bir kılıncı vardı.
Müslümanlardan biri bir deve kesti. Yemenli, ondan derinin bir parçasını istedi,
o da verdi. Yemenli ondan kendine bir nevi kalkan yaptı. Yolumuza devam ederken
bir Rum birliğiyle karşılaştık. Onlar arasında, üzerinde müzehheb (altın
işlemeli) eğer taşıyan sarı bir at üzerinde bir adam vardı. Adamın silahı da
müzehheb idi. Rumi adam müslümanlara şiddetle saldırmaya başladı. Yemenli asker
de bir kayanın arkasında saklanarak onu takibe başladı. Derken rumi ona uğradı.
Yemenli kılıncıyla atın ayaklarını kırdı ve Rumi yere düştü. Hemen kılıcıyla
üzerine atılıp adamı öldürdü. At(ta olanları) ve silahı aldı. Allah
Teala Hazretleri müslümanlara zafer müyesser edince, Halid İbnu'l-Velid adama
birini göndererek selebden (öldürdüğü kimsenin eşyalarından el koyduğu
şeylerden) bazısını ondan aldı. Avf der ki: "Ben Halid'e gelerek,
kendisine: "Bilmiyor musun, Resûlullah, selebin öldürene ait
olduğuna hükmetmiştir!" dedim. "Elbette biliyorum. Fakat bunun
aldıkları gözüme çok geldi!" dedi. Ben: "Ya bunu adama geri
verirsin, ya da durumu Aleyhissalatu vesselam'a söylerim!" dedim. Ama Halid,
geri vermekten imtina etti." Avf der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanında toplanınca, ben Yemenlinin ve Halid'in yaptığı şeyleri
hikaye ediverdim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ey Halid niye böyle
yaptın?" diye sordu. Halid: "Bu gözüme çok göründü!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Ondan ne aldı isen geri ver!" dedi.
Ben: "Ey Halid! Al işte, ben sana (böyle yapman gerektiğini)
söylemedim miydi?" dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bu da ne demek?"
buyurdu. Ben de anlattım. Bunun üzerine Resûlullah öfkelendi ve: "Ey
Halid, ona geri verme! Siz benim komutanlarımı bana bırakır mısınız hiç! (Sizin
ve komutanlarımın misali, deve veya koyun çobanı tutulup da onları güden, sulama
vakti gelince havuza götüren çoban ve sürüsüne benzersiniz. Sürü gelir havuza
girer, temiz suyu içer, çobana bulanığı kalır. Temizi size bulanığı
komutanlarıma."
4245 Ebu zabyan anlatıyor: "Üsame İbnu zeyd
radıyallahu anh'ı dinledim, diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam bizi huruka'ya gönderdi. Sabah baskını yapıp hezimete uğrattık. Ben ve
Ensardan biri, Hurukalı bir adama rastladık. Adama galebe çalmıştık.
Lailaheillallah dedi. Adam bunu söyler söylemez Ensari savaşmayı bıraktı, ben
devam ettim ve mızrağımı saplayıp öldürdüm. Medine'ye geldiğimiz
zaman benim yaptığım, Resûlullah'ın kulağına ulaşmış. (Beni çağırttı
ve:) "Ey Usame! Sen, lailahe illallah dedikten sonra adam mı
öldürdün?" diye sordu. Ben: "O bunu, canını kurtarmak için söyledi"
dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sen onu Lailahe illallah dedikten
sonra öldürdün mü?" dedi. Bu cümleyi o kadar çok peşpeşe tekrar etti ki, keşke
bugünden daha önce müslüman olmasaydım (müslüman olarak böyle bir cinayeti
işlememiş olurdum) diye temenni ettim." Müslim'in Cündeb'ten kaydettiği
bir diğer rivayet şöyle: "Sen Lailahe illallah diyeni öldürdün mü? Kıyamet günü
Lailahe illallah gelince ona nasıl hesap vereceksin?" Bunu ona çok
tekrarladı."
4246 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam beni, Zübeyr'i ve Mikdad'ı gönderdi ve dedi
ki: "Gidin Ravzatu Hah nam mevkiye varın. Orada bir kadın
bulacaksınız. Onda bir mektup var, mektubu ondan alın gelin."
Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza'ya geldik. Kadınla
karşılaşınca: "Mektubu çıkar!" dedik. Kadın: "Bende mektup yok!"
dedi. "Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini soyarız!" diye
ciddi konuştuk. Saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Onu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a getirdik. İçerisinde şu vardı: "Hatıb İbnu
Ebi Belte'a tarafından, Mekke'de olan bazı müşriklere yazılmıştı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın (sefer hazırlığı ile ilgili) faaliyetlerini haber
veriyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam (Hatıb'ı çağırtarak):
"Ey Hatıb, bu da ne?" diye sordu. Hatıb: "Ey Allah'ın resulü, bana
kızmada acele etme. Ben Kureyş'e dışardan katılan bir adamım. Ben onlardan
değilim (aramızda kan bağı yok). Senin bereberindeki muhacirlerin (Mekke'de)
akrabaları var. Mekke'deki mallarını ve ailelerini himaye ederler. Bu şekilde
nesebten gelen hamilerim olmadığı için oradaki yakınlarımı himaye edecek bir el
edineyim istedim. Bunu katiyyen küfrüm veya dinimden irtidadım veya İslam'dan
sonra küfre rızamdan dolayı yapmadım" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Bu size doğruyu söyledi!" dedi. Hz. Ömer atılarak: "Ey
Allah'ın Resulü! Bırak beni, şu münafığın kellesini uçurayım!" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da: "Ama o Bedr'e katıldı. Ne biliyorsun,
belki de Allah Teala Hazretleri Bedir ehlinin haline muttali oldu da:
"Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim" buyurdu. Bunun üzerine Allah
Teala Hazretleri şu vahyi indirdi: "Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi
düşmanlarınızı da dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden
onlara (peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?) Halbuki onlar Hak'tan
size gelene küfretmişlerdir" (Mümtehine 1).
4247 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Feth gazvesini
Ramazan ayında yaptı."
4248 Urve İbnu Zübeyr rahimehullah
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Fetih senesinde (Mekke'ye
müteveccihen) yürüyünce, bu haber Kureyş'e ulaştı. Ebu Süfyan İbnu Harb, Hakim
İbnu Hizam, Büdeyl İbnu Verka haber toplamak üzere şehrin dışına çıktılar.
Yürüyerek ilerleyip Merrü'z-Zehran nam mevki'e kadar geldiler. Bir de ne
görsünler; her tarafta ateşler yanıyor, tıpkı Arafat'ta hacıların yaktığı
ateşler gibi. Ebu Süfyan şaşkın: "Bu da ne? Sanki Arafat'taki
ateşler!" der. budeyl İbnu Verka', "Beni Amr'ın ateşleri olmasın?" der. Ebu
Süfyan: "Ama, Beni Amr'ın ateşi bundan az olmayı! der. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın devriyelerinden bazıları bunları görür, yaklaşır ve
tevkif edip, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirirler. Ebu Süfyan müslüman
olur. Yürüdükleri zaman Abbas radıyallahu anh'a: "Sen
Ebu Süfyan'ı şu dağın burnunda durdur da müslümanları görsün!" buyurur. Tenbih
edildiği şekilde Hz. Abbas, Ebu Süfyan'ı (hakim bir noktada) durdurur.
Kabileler, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte bölük bölük Ebu
Süfyan'ın önünden geçmeye başlarlar. Bir bölük geçer, Ebu Süfyan sorar: "Ey
Abbas bunlar kim?" "Bunlar Beni Gıfar!" der. Ebu Süfyan:
"Bana ne Gıfar'dan!" der. Sonra Cüheyne kabilesi geçer. Ebu Süfyan aynı şekilde
sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Arkadan Süleym geçer. Ebu Süfyan
aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Derken bir bölük
gelir ki, bu öncekilerden çok farklıdır. Yine sorar: "Ey Abbas
bunlar kim?" "Bunlar, der Abbas, Ensardır. Başlarında Sa'd İbnu
Ubade, beraberlerinde de bayrak var!" Sa'd der ki: "Ey Ebu Süfyan,
bugün savaş günüdür. Bugün Ka'be'nin helal addolunacağı gündür!" Ebu
Süfyan Abbas'a: "Ey Abbas! (Sen Mekkelisin) bugün muhafaza vazifeni
yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (şehri yağmalatma)" der. Derken bir bölük
daha geçer. Bu geçenlerin sayıca en küçüğü. Bunun içinde Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ve (yakın) ashabı var. Resûlullah'ın sancağı da Zübeyr
İbnül-Avvam radıyallahu anh'ın elindedir. Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ebu
Süfyan'ın yanından geçerken, Ebu Süfyan: "Sa'd İbnul-Ubade'nin
söylediğini biliyor musun?" der. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Ne demişti?" diye sorar. Ebu Süfyan: "Şunu
şunu söyledi" diyerek (yukarıda kaydedilen sözlerini) hatırlatır. Bunun üzerine
Resûlullah: "Sad İbnu Ubade yanıldı. Bilakis, bugün Allah'ın
Ka'be'nin şanını yücelttiği bir gündür; bugün Ka'be'ye örtünün giydirildiği bir
gündür!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, sancağının (Mekke'nin Batı ve
Kuzey cihetinde yer alan iki dağdan biri olan) el-Hacûn'a dikilmesini emretti.
Halid İbnu Velid radıyallahu anh'a, şehre Mekke'nin üst kısmından, Keda'dan
girmesini ferman buyurdu. O gün Halid İbnu Velid'in süvarilerinden
iki kişi öldürülür: Hubeyş İbnu'l-Eş'ar ve Kürz İbnu Cabir el-Fihri radıyallahu
anhüma."
4249 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Abbas, Ebu
Süfyan İbnu Harb'i getirmişti, Merrü'z-Zahran'da müslüman oldu. Abbas
radıyallahu anh dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, Ebu Süfyan,
şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun şerefleneceği) bir şey
yapsanız!" "Doğru söyledin! (Şehre girerken ilan edin:) Kim Ebu
Süfyan'ın evine girerse emniyettedir, kim kapısını kapar (evinden dışarı
çıkmazsa) emniyettedir; kim silahını atarsa o da emniyettedir. Kim Mescide
(Ka'be'ye) girerse o da emniyettedir!"
4250 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Fetih günü, Mekke'ye başında
miğferiyle girdi. Onu çıkardığı zaman, bir adam gelerek: "İbnu Hatal
Ka'be'nin örtüsüne sarılmış (vaziyette yakalandı, affedelim mi?)"
dedi. "Onu öldürün!" emir buyurdular."
4251 Sa'd İbnu
Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Fetih
günü dört erkek iki kadın dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) eman tanıdı.
Bu dörtler arasında İbnu Ebi Sarh da vardı. Hz. Osman'ın yanında saklandı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam halkı, kendisine biat etmeye çağırınca, Hz.
Osman radıyallahu anh onu da getirip Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanında durdurdu ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Abdullah'tan biat al!"
dedi. Aleyhissalatu vesselam, (hiç ses çıkarmadan) üç sefer başını kaldırıp ona
baktı. Her seferinde bey'at'tan imtina ediyordu. Üç seferden sonra,
onunla da biat etti. Sonra ashabına yönelip: "İçinizde, elimi bey'at
için vermekten imtina ettiğimi görünce kalkıp öldürecek aklı başında bir adam
yok muydu?" buyurdular. Ashab: "İçinizden geçeni nasıl bilelim.
Keşke bize gözünüzle bir imada bulunsaydınız!" dediler. Bunun
üzerine: "bir peygambere hain gözlü olmak yaraşmaz!"
buyurdular.!" Ebu Davud der ki: "Abdullah, Hz. Osman'ın süt
kardeşiydi."
4252 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Fetih günü, (Mescid-i Haram'a) girdiği zaman
Beytullah'ın etrafında üç yüz altmış tane dikili (put) vardı. Elindeki çubukla
onlara dürtüyor ve: "Hak geldi, batıl zeval buldu. Batıl zaten zeval
bulucudur" (İsra 81); "Hak geldi, batıl hiçbir şeyi yoktan
varedemez, gideni de geri getiremez" (Sebe' 49) diyordu."
4253 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Fetih
sırasında, Ömer İbnu'l-Hattab'a, Batha'da iken Ka'be'ye gelip oradaki bütün
suretleri ortadan kaldırmasını emretti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
oradaki bütün suretler ortadan kaldırılmadıkça Ka'be'ye
girmedi."
4254 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Fetih günü, Mekke'nin yukarı kısmından, devesinin
üzerinde olarak ilerledi. Terkisinde de Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma
vardı. Beraberinde Hz. Bilal ve (Ka'be'nin) haciblarinden olan Osman İbnu Talha
da vardı. Mescid-i Haram'da devesini ıhtırdı. Osman'a Kabe'nin anahtarını
getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak kadın anahtarı vermekten imtina
etti. Osman: "Vallahi, ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç belimden
çıkacaktır.!" dedi. Kadın anahtarı verdi. Osman Resûlullah'a
getirdi. Aleyhissalatu vesselam (kapıyı açıp) Beytullah'a girdi. Onunla birlikte
Hz. Üsame, Bilal ve Osman da girdiler. Gündüzleyin içinde uzun müddet kaldı,
sonra çıktı. Halk (içeri girmede) yarış etti. Abdullah İbnu Ömer ilk giren
kimseydi. Girince, Bilal radıyallahu anh'ı kapının arkasında ayakta duruyor
buldu. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam nerede namaz kıldı?" diye
sordu. Bilal, Aleyhissalatu vesselam'ın namaz kıldığı yeri işaret ederek
gösterdi. Abdullah der ki: "Kaç rek'at kıldığını sormayı
unuttum."
4255 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Allah
Teala Hazretleri, Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselam'ın Mekke'nin fethini
nasib edince, halkın içinde kalkıp, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra dedi
ki: "Allah'u Zülcelal Hazretleri, Mekke'yi filin girmesinden
korumuştur. Mekkelilere Resulünü ve mü'minleri musallat etti. Mekke(de savaşmak)
benden önce hiç kimseye helal edilmedi. Bana da bir günün muayyen bir zamanında
helal edildi. Benden sonra da kimseye helal edilmeyecek. Onun avı ürkütülmemeli,
otu yolunmamalı, ağacı kesilmemeli. Buluntular da ancak sahibi aranmak kasdıyla
alınabilir. Kimin bir yakını öldürülmüşse, o kimse iki husustan
birinde muhayyerdir: Ya diyet alır, ya da ölünün ailesi kısas ister (katil
öldürülür)." Abbas radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resulü!
İzhir otu bu yasaktan hariç olsun! Zira biz onu kabirlerimizde ve evlerimizde
kullanıyoruz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "İzhir hariç!"
buyurdu.
4256 Vehb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir radıyallahu
anh'a sordum: "Mekke fethedildiği gün, herhangi bir şey ganimet kılındı
mı?" "Hayır!" cevabını verdi."
4257 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mekke'ye
girdiğinde sancağı beyaz, üzerindeki sarığı da siyahtı."
4258 Hz.
Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Huneyn
Gazvesine çıkmayı arzu edince: "Yarınki konaklama yerimiz inşaallah
Beni Kinane Hayfı'dır. Onlar küfür üzerine orada yeminleşmişlerdi"
buyurdu."
4259 Sehl İbnu Hanzaliyye radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la Huneyn günü beraber yürüdük. Öğle sonrası
oluncaya kadar yürümeyi uzattık. Öğle namazı(nın vakti) girdi. Derken bir atlı
geldi. "Ey Allah'ın Resulü! dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim.
Hatta falan falan dağa çıktım. Bir de ne göreyim! Havazin kabilesi toptan
karşımda. Kadınları, develeri, davarları toptan Huneyn'de toplanmışlar" dedi.
Aleyhissalatu vesselam tebessüm buyurdu ve: "İnşaallah, yarın bunlar
müslümanların ganimetidir!" dedi ve sordu: "Bu gece bizi kim
bekleyecek?" Enes İbnu Ebi Mersed el-Ganevi atılıp:
"Ben, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Öyleyse bin!" buyurdular. Enes atına bindi ve Aleyhissalatu vesselam'ın yanına
geldi. O zaman: "Şu geçide yönel, en yüksek yerine kadar çık. (Gece
boyu atından inme.) Sakın senin cihetinden geceleyin aldatılmayalım!" tenbihinde
bulundu. Sabah olunca Aleyhissalatu vesselam namazgahına geçti. İki rek'at namaz
kıldı. Sonra: "Atlıdan bir haberiniz var mı?" diye
sordu. "Bir haberimiz yok!" dediler. Namaza duruldu. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam namaz kılarken geçide doğru (hazan) göz atığyordu. Namazı
kılıp selam verince: "Müjde, atlınız geldi!" buyurdu. Biz de geçidin
ağaçları arasına baktık. Gerçekten o idi. Geldi, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanında durdu, (Selam verdi ve:) "Ben dedi, gittim bu
geçidin en yüksek yerine, Resûlullah'ın emrettiği şekilde vardım. sabah olunca
iki geçit daha tırmandım. Baktım kimseyi görmedim!" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ona: "Gece (attan) indin mi?" diye
sordu. "Namaz veya kaza-yı hacet dışında inmedim!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "(Bu amelinle cenneti kendine) vacib kıldın.
Bundan böyle ameli terketmenin sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete girmen
için kafidir)" buyurdular."
4260 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Huneyn gününde, Hevazin, Gatafan ve diğerleri çocukları ve
develeriyle birlikte (savaş yerine) geldiler. O gün Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın ordusunda da 10 bin kişi vardı. Mekkeli Tuleka da Resûlullah'ın
safında idi. (Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalatu vesselam
yalnız kaldı. O gün iki defa nida etti. İkisi arasına bir başka söz
karıştırmadı. Şöyle ki: Sağ tarafına yönelip: "Ey Ensar cemaati!"
diye bağırdı. O taraftakiler: "buyurun ey Allah'ın Resûlü! Biz
seninle beraberiz! Müjde!" dediler. Aleyhissalatu vesselam sonra da soluna
döndü: "Ey Ensar cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler
de: "Buyur ey Allah'ın Resûlü! Müjde, biz seninleyiz!" dediler.
Aleyhissalatu vesselam beyaz bir katırın üstünde idi. Katırdan indi
ve: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim!" dedi. (Müslümanlar toparlanıp mukabil
hücuma geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalatu vesselam çok ganimet
elde etti. Onu Muhacirler ve Tuleka arasında taksim etti. Ondan Ensar'a hiç bir
şey vermedi. Bunun üzerine Ensariler radıyallahu anhüm (serzenişte bulunup):
"Sıkıntı olunca biz çağırılıyoruz. Ama ganimeti bizden başkasına veriyor!"
dediler. Bu sözleri Aleyhissalatu vesselam'ın kulağına ulaşmıştı, hemen Ensarı
topladı. "Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed
aleyhissalatu vesselam'la dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve
memnun değil misiniz?" dedi. Ensar: "Elbette ey Allah'ın Resulü,
razıyız, memnunuz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "İnsanlar bir vadiye
yürüseler, Ensar da bir geçide yürüse, ben Ensar'ın geçidinde giderim"
buyurdular."
4261 Ebu İshak rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Bera
İbnu Azib radıyallahu anhüma'ya geldi ve: "Ey Ebu İmare! Huneyn
gününde hepiniz geri mi kaçtınız?" diye sordu. Bera: "Ben, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın kaçmadığına şehadet ederim! Ancak, askerlerden yükü
hafif olan (aceleciler) ile zırh taşımayanlar Hevazin'in bir kanadına yürüdüler.
Halbuki buradakiler okçu kimselerdi: Onları çekirge sürüsü gibi hep birden ok
yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağalmak zorunda kaldılar. Böylece düşman,
Resûlullah'a yöneldi. Aliyhissalatu vesselam'ın katırını Ebu Süfyan İbnu'l-
Haris İbni Abdilmuttalib radıyallahu anh yediyorkdu. Aleyhissalatu vesselam
katırından indi, dua etti, (Allah'tan) yardım taleb etti. Şöyle
diyordu: "Ben Peygamberim yalan değil! Ben
Abdulmuttalibin Oğluyum! Allahım yardımını indir." Sonra
askerleri düzene koydu. Bera devamla der ki: "Vallahi, biz savaş kızıştı mı
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sığınırdık. Bizim cesurumuz Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'la aynı hizada durabilendi."
4262 Seleme
İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir
seferde iken yanına bir düşman gözcüsü uğradı. Ashabla konuşmaya oturdu. Sonra
birden sıvıştı.Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Onu yakalayın ve
öldürün!" emir buyurdu. Ben (yakalayıp) öldürdüm. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam seleb'ini bana verdi."
4263 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Huneyn savaşı sırasında bir hançer temin
etmişti, yanından ayırmıyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam (hançeri
görünce) sordu: "Ey Ümmü Süleym, şu da ne?" "Bunu,
müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim!"
dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu söz üzerine gülmeye başladı. Ümmü
Süleym: "Ey Allah'ın Resûlü, sizinle olup da şu Tuleka'dan hezimete
uğrayan bizim dışımızdakileri öldür!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ümmü Süleym, şurası muhakkak ki Allah bize kafi geldi
ve iyi yaptı" buyurdu."
4264 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Huneyn Gazvesi'nden fariğ olunca,
Ebu Amir radıyallahu anh'ı bir askeri birliğin başında Evtas'a gönderdi. Ebu
Amir, orada Dureyd İbnu's-Sımme ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü. Allah da
adamlarını hezimete uğrattı. (O sırada) ben Ebu Amir ile beraberdim. Dizine bir
ok atıldı. Yanına gelip: "bu oku sana kim attı?" diye sordum. Bana
bir şahsı işaret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona yönelip, yanına vardım. Beni
görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm. "Utanmıyor musun, durmuyor
musun?" diye peşinden bağırmaya başladım. Birden durdu. Karşılıklı olarak
bir-iki kılıç salladık. Derken ben onu öldürdüm. Sonra gelip Ebu
Amir'e: "Allah seninkinin canını aldı!" dedim. "Hele şu
oku bir çek!" dedi. Ben oku çektim. (Okun yerinden) su çıktı. "Ey
kardeşimin oğlu, dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a benden selam söyle,
benim için Allah'tan mağfiret dileyiversin." Ebu Amir, birliğin
komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup sonra vefat etti. Dönünce,
durumdan Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a bilgi verdim. Bir miktar su
getirtti, abdest alıp ellerini kaldırdı. Koltuk altlarının beyazlığını gördüm.
Sonra şöyle dua etti. "Allahım, Ubeyd Ebu Amir'e mağfiret buyur.
Allahım, Kıyamet günü onu, onun derecesini kullarının -veya insanların-
birçoğunun derecesinden üstün tut!" "(Ey Allah'ın Resûlü) benim için
de istiğfar ediver!" dedim. "Allahım, Abdullah İbnu Kays'ın günahını
mağfiret et! Onu, Kıyamet günü iyi bir yere koy!" dedi. Ebu Bürde der
ki: "O iki duadan biri Ebu Amir içindi, diğeri de Ebu Musa
içindi."
4265 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Taif'i kuşatınca hiç bir netice elde edemedi. Bunun
üzerine: "İnşaallah yarın yolcuyuz (muhasarayı kaldıracağız)" dedi.
Bu Ashabın pek ağrına gitti: "Yani, Taif'i fethetmeden gidecek
miyiz" -bir rivayette "denecek miyiz"- dediler. Aleyhissalatu vesselam
da: "Sabahleyin saldırın!" buyurdular. Sabahleyin saldırdılar ve
birçokları yaralar aldı. Resulullah tekrar: "Yarın İnşaalllah
gideceğiz!" buyurdular. Bu sefer akserler memnun kaldılar. Aleyhissalatu
vesselam (onların haline) güldü."
4266 Osman İbnu Ebi'l-As
radıyallahu anh anlatıyor: "Sakif hey'eti geldiği zaman, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına indiler. Aleyhissalatu vesselam onları mescidde
ağırladı, ta ki kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun.
Onlar (müslüman olup bey'at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada
çağrılmamalarını ve namazın kendilerine farz kılınmamasını şart koştular.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sizden öşür alınmasın, cihada da
çağırılmayın. Ama rükusuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur"
buyurdu."
4267 Vehb İbnu Mürebbih anlatıyor: "Bey'at yaptıkları
zaman Sakif'in durumu ne idi?" diye sordum. "Sadaka (zekat = vergi)
vermemeyi, cihad etmemeyi şart koştular" dedi ve Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "(Onlar gerçek manada müslüman olunca, kendiliklerinden) zekat da
verecekler, cihada da katılacaklar!" dediğini işittiğini
söyledi."
4268 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Halid radıyallahu anh'ı Beni Cezime'ye gönderdi.
(Yurdlarına varınca Halid) onları önce İslam'a davet etti. Onlar "müslüman
olduk!" demeyi güzel söyleyemediler, "Sabii olduk, Sabii olduk!" dediler. Halid
de onları öldürmeye, esir etmeye başladı. bizden her bir askere esirini verdi.
sonra bir gün geçince, herkese esirini öldürmeyi emretti. Ben:
"Vallahi ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan da kimse esirini öldürmez!2
dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelince, durumu haber verdik.
Ellerini kaldırıp: "Allah'ım, Halid'in yaptığından beriyim!" dedi ve
bunu iki sefer tekrar etti." ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU
MÜCEZZİZ EL-MÜDLİCİ SERİYYESİ (Buna Serriyyetü'l Ensari de
denmiştir.)
4269 Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir seriyye gönderdi ve birliğin başına
Ensar'dan bir zat koydu ve askerlere komutanlarına itaat etmelerini emretti.
(Sefer esnasında komutan, bir meseleden) öfkelenip: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana itaat etmenizi emretmedi mi?" dedi. Hepsi de: "Evet
emretti!" dediler. "Öyleyse, dedi, derhal bana odun toplayın!" Hemen
otun toplanmıştı. Bu sefer: "Ateş atın!" emretti. Ashab (odun
yığınına) ateş attı. Komutan: "İçine girin!" emretti. Girmek üzere
ilerlediler. Ancak birbirlerinden tutup: "Biz, ateşten kaçarak
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldik (şimdi ateşe girmemiz olur mu?)"
diyerek girmediler. Öyle durdular. Ateş söndü. Komutanın da öfkesi geçti, Bu
vak'a Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a intikal edince: "Eğer
girselerdi, Kıyamet gününe kadar bir daha ondan çıkamazlardı! Allah'a isyanda
(kula) itaat yok! Taat ma'ruftadır!" buyurdular."
4270 Ebu Musa
Radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Beni ve Muaz
radıyallahu anhüma'yı Yemen'e gönderdi ve şu tenbihte bulundu: "İnsanları dine
(tatlılıkla) davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın,
zorlaştırmayın. Uyumlu olun geçimsiz olmayın." Biz Yemen'e vardık.
Her ikimizin ayrı birer çadırı vardı, çadırlarımızı müstakillen kullanıyorduk.
Birbirimize ziyaretlerimiz olur, (birleşirdik. bir seferinde) Mu'az, Ebu Musa
radıyallahu anhüma'ya geldi. Ebu Musa, çadırının önünde oturuyordu. Yanında
(zincire vurulmuş), öldürmek istediği bir yahudi duruyordu. "Ey Ebu
Musa, nedir bu manzara (ne oluyor?) " dedim. "Bu bir yahudidir,
müslüman olmuştu, tekrar yahudiliğe döndü" dedi. "Sen onu
öldürmeyince oturmayacağım!" dedim. Kalkıp öldürdü. Sonra oturup konuşmaya
başladılar. Muaz radıyallahu anh: "Ey Ebu Musa, Kar'an'ı nasıl
okuyorsun?" diye sordu. "Yatağımın üzerinde, namazımda, bineğimde
zaman zaman (fırsat buldukça) parça parça okuyorum!" dedi. Sonra Ebu Musa,
Muaz'a: "Ya sen nasıl okuyorsun?" diye sordu. "Bunu sana
bildireceğim: Ben uyurum, sonra kalkar Kur'an'dan okurum. Böylece uyanıkken ümid
ettiğim sevabı uykumda da kazanacağımı ümid ederim" diye cevap
verdi."
4271 Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Hz. Ali radıyallahu anh'ı humusu (ganimetin beşte
birini) almak üzere Halid'e gönderdi. Halid radıyallahu anh, humusu ona verdi.
ali, ondan (kendine) bir cariye seçti. Ali, geceleyin gusül yapmış olarak
sabahha erdi. Ali'ye kızmıştım. Halid radıyallahu anh'a: "Şunu
görmüyor musun?" diye söylendim. Sonra da Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelince durumu anlattım. "Ey Büreyde! buyurdular, sen Ali'ye kızıyor
musun?" "Evet!" dedim. "Kızma! buyurdular, zira onun
humustaki hissesi aldığından fazladır." (Ondan sonra Ali en çok sevdiğim insan
oldu.)"
4272 Cerir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bana: "Beni, Zü'l-Halasa'dan kurtarmaz
mısın?" buyurdu. Bu, Has'am'da bir bina idi. el-Kabetu'l Yemaniyye denmekte idi.
Ahmes kabilesinden yüzelli atlı ile oraya vardım. Ahmesliler at besleyen
insanlardı. Ben ise at üzerinde duramıyordum. (Durumu Resulullah'a söyledim.)
Aleyhissalatu vesselam göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izini göğsümün
üzerinde gördüm. Sonra: "Allah'ım, Cerir'i (atının üstünde) sabit
kıl, onu hidayete ermiş ve hidayet edici kıl!" buyurdu. Ben gittim, onu kırdım
ve yaktım."
4273 Ebu Osman en-Nehdi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Amr İbnu'l-As radıyallahu anh'ı
Zatu's-Selasil ordusunun başında göndermişti. Amr İbnu'l-As der ki:
"(Ya Resulullah) sana en sevgili insan kimdir?" dedim. "Aişe'dir!" buyurdular.
Ben tekrar sordum: "Erkeklerden kim?" "Onun babasıdır!"
buyurdular. Ben bir kere daha sorayım dedim: "Sonra
kim?" "Ömer" buyurdular ve bazı erkek saydılar. Beni en sona atacak
korkusuyla sükut edip başka sormadım."
4274 Ebu Musa radıyallahu
anh anlatıyor: "Ashabım, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a usre (darlık)
ordusu, yani Tebük Gazvesi sırasında yüklerini koyacakları deve hakkında sormam
için beni gönderdiler. Yanına vardığımda meğer öfkeliymiş de ben
hissedememişim. "Ey Allah'ın Resulü, dedim, arkadaşlarım size, beni
gönderdiler, kendilerine yük devesi vermenizi istiyorlar." "Vallahi
ben onlara hiçbir yük devesi veremem!" buyurdular. Ayrıldım, ama üzgündüm, hem
yük devesi verilmeyişine, hem de bana kızmış olabileceği korkusuyla üzgündüm.
Arkadaşlarımın yanına varıp Aliyhissalatu vesselam'ın söylediğini kendilerine
haber verdim. Sonra Resulullah bana birini (Bilal'i) göndererek beni
çağırdı ve: "Şu çifti, şu çifti, şu çifti al! Bunları arkadaşlarına
götür. Ve de ki: "Allah -veya Resûlullah- sizi bunlarla taşıyacak,
bunlara binin" dedi. Ben onları arkadaşlarıma götürdüm ve:
"Resûlullah sizleri bunlarla taşıyacak. Lakin, vallahi sizden biri, sizin için
ilk istediğim zaman, Resûlullah'ın söylediğini ve vermen dediğini duyan birine
gitmedikçe yakanızı bırakmam" dedim. Arkadaşlarım: "Vallahi sen
yanımızda (müttehem değilsin), doğru söylediğine inanıyoruz. Ama sen yine de
dilediğini yap!" dediler. Ebu Musa, onlardan bir grupla gitti. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın önce söylemiş olduğu sözü işitenlere vardılar. Bunlar
Ebu Musa'nın kendilerine söylediği şeyleri aynen
söylediler."
4275 Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Tebuk Gazvesine katılmak için çağrıda
bulundu. Ben hemen ehlime gittim. Gazveye gitmeye yöneldim. Resulullah'ın
ashabının ilk kısmı yola çıkmıştı bile. Medine'de seslenmeye
başladım: "(Ganimetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir kimseyi
(devesiyle) taşıyacak bir kimse yok mu?" diyordum. Ensar'dan yaşlı bir
zat: "Kendisini münavebe ili bindirmem ve yiyeceğini de vermem
karşılığında (savaştan elde edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla götürürüm!"
dedi. Ben: "Anlaştık!" dedim. Ensari: "Öyleyse Allah'ın
bereketi üzere yürü!" dedi. Böylece en hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah
ganimet de nasib etti, hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni
devesine alan Ensariye) getirdim. Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan
biri üzerine oturdu, ve: "Bu develeri sen geri sür!" dedi. Sonra
tekrar: "Sen bu develeri ileri sür. (bana getirme)!" dedi ve ilave
etti: "Ben senin bu develerini değerli görüyorum" dedi. Vasile de:
"Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre senin ganimetin!" dedim. Ama
Ensari: "Ey kardeşimin oğlu, ganimetini al. Ben senin bu maddi
payını istememiştim (sevaba, manevi kazanca iştirak etmeyi düşünmüştüm)"
dedi."
[TOP]
[TOP]
GİYECEK
Kimlik alan
7019 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir şemle (car) içerisinde namaz
kıldı. Car, (bedeninden düşmesin diye) onu
bağlamıştı."
7020 Hz.Aişe anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bir kimseye sövdüğünü ve kendisi için bir elbise dürüldüğünü
görmedim."
7021 Hz.Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam yün elbise, yamalı ayakkabı ve cidden sert mi sert elbise
giydi."
7022 İbnu Ömer radıyallahu anhuma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Hz. Ömer'in üzerinde bembeyaz bir gömlek görmüştü. "Bu
elbisen yıkandı mı, yeni mi?" diye sordu. Hz. Ömer: "Hayır (yeni değil),
yıkanmıştır!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (ona): "Yeniyi giy(esin), hamdedici
olarak yaşa(yasın) ve şehit olarak öl(esin)!"
buyurdular."
7023 Hz.Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şu iki kıyafetı yasakladı: İştimal-i samma (elleri de
dahil, vücudunu tek bir elbise ile sıkıca sarmak) ve fercini semaya açmış
vaziyette kabaların üzerinde oturup bacakları dikerek tek bir elbiseye
sarınmak."
7024 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam yanımıza geldi. Üzerinde kolları dar, yün,
rumi bir cübbe vardı. Bize onun içerisinde namaz kıldırdı. Aleyhissalatu
vesselam'ın üzerinde bundan başka bir giyecek yoktu."
7025 Selman
el-Farisi radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah aleyhissalatu
vesselam abdest almıştı. Üzerindeki yün cübbeyi çevirip onun (iç kısmı) ile
yüzünü sildi."
7026 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mescidlerde olsun, kabirlerde
olsun Allah Teala hazretlerini ziyarette giydiğiniz en güzel elbise
beyazdır."
7027 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim izarını kibirle yerde sürürse, Allah
Kıyamet günü ona (rahmet nazarıyla) bakmaz." Ravi (Atiyye) der ki:
"Sonra ben, Balat'da İbnu Ömer'e rastladım. Ebu Sa'id'in Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan yaptığı rivayeti hatırladım. Eliyle kulağına işaret
ederek dedi ki: "Bunu şu kulaklarım da işitti ve kalbim ezberleyip
zaptetti."
7028 Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Süfyan İbnu Sehl, izarını
(topuklarından aşağı) sarkıtma! Çünkü Allah Teala hazretleri, izarını
(topuklardan) aşağı sarkıtanı sevmez!"
7029 İbnu Abbas radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kolları ve boyu kısa kamis
(gömlek) giyerdi."
7030 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Fatıma veya Ümme Seleme radıyallahu
anhüma'ya: "Senin eteğinin boy uzunluğu(nun erkek eteğine nazaran fazlalığı) bir
ziradır" buyurdular."
7031 Hz.Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kadınların eteklerinin (erkeğinkinden fazla
uzunluğu) hakkında: "Bir karış" demişti. Aişe kendisine: "Bu durumda, yürürken
bacakları (etekten dışarı çıkar" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse bir
zira' olsun!" buyurdular."
7032 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Fetih günü, Mekke'ye başında
siyah bir sarık olduğu halde girdi."
7033 Abdullah İbnu Amr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) yanımıza
geldiler. Bir elinde ipek bir elbise, diğer elinde de altın vardı: "İşte bu iki
şey ümmetimin erkeklerine haramdır, kadınlara helaldir"
buyurdular."
7034 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam müfeddem elbiseyi yasakladı."
Ravi Yezid demiştir ki: "Ben (hadisi bana rivayet eden) Hasan İbnu Süheyl'e
"Müfeddem nedir?" diye sordum. Dedi ki: "Üsfur ile kıyasıya boyanmış (kıpkırmızı
olmuş) kumaştan elbisedir."
7035 Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatıu vesselam buyurdular ki: "Kim (dünyada,
dikkatleri üzerine çeken) şöhret elbisesi giyerse, Allah, alçaltacağı gün
alçaltıncaya kadar, o kimseden yüz çevirir (rahmet nazarıyla
bakmaz)."
7036 Selman radıyallahu anh anlatıyor:
"Ümmühatu'l-mü'mininden birinin bir davarı vardı. Hayvan öldü. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, hayvanın ölüsünün yanından geçti ve: "Sahibi bunun
derisinden istifade etseydi, kendine bir zarar (günah) gelmezdi"
buyurdu."
7037 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ayakkabısının, taşması çift olan iki
askısı (parmak arasından geçen tasması) vardı."
7038 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden kimse ayakkabı veya mestin sadece bir tekini giymiş olarak
yürümesin, iki tekini birden çıkarsın veya ikisini birden giyerek
yürüsün."
7039 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, kişinin ayakkabılarını ayakta giymesini
yasakladı."
[TOP]
GUSÜL ABDESTİ
Kimlik alan
3706 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Erkek, kadının dört uzvu
arasına çöker ve kadına mübaşeret ederse gusül vacib olur.'' Bir
rivayette de şu ziyade var: ". . . İnzal olmasa bile. '' Ebu
Davud'un rivayetinde dört uzvu kelimesinden sonra ". . .hitana (sünnet mahalli)
hitanı kavuşturursa, gusül vacib olur" denmiştir.
3707 İmam
Malik'in Hz. Aişe'den kaydettiği bir rivayette: "Hitan, hitanı geçince gusül
vacib olur, ben ve Resulullah böyle yaptık ve yıkandık ''
denmiştir.
3708 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Ensar'dan birine adam göndererek, yanına çağırttı.
Ensari, başından sular damlaya damlaya geldi. Aleyhissalatu
vesselam: "Herhalde sana acele ettirdik?'' buyurdu.
Ensari: "Evet ey Allah'ın resulü!'' deyince: "Acele
ettirilir veya inzal olmazsan gusletmen gerekmez. Sadece abdest gerekir''
buyurdular.''
3709 Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "Suyu (yıkanmayı), su (meninin gelmesi) gerektirir"
buyurdu '' denmiştir.
3710 Nesai'nin Ebu Eyyub (radıyallahu
anh)'den kaydettiği bir rivayette de Resulullah: "Su, sudan dolayıdır"
buyurmuştur.
3711 Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Su,
sudan gerekir" hükmü İslam'ın bidayetinde bir ruhsattı. Sonra bundan
nehyedildi.'' Übeyy ilaveten der ki: "Su, sudan gerekir" hükmü ihtilam hakkında
muteberdir.''
3712 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah'a, "bir kimse elbisesinde ıslaklık bulsa, ancak ihtilam olduğunu
hatırlamasa (yıkanması gerekir mi?)'' diye sorulmuştu. "Evet,
yıkanmalıdır!" diye cevap verdi. Sonra, ihtilam olduğunu görüp de, yaşlık
göremeyen kimseden soruldu: "Ona gusül gerekmez" dedi. Ümmü Süleym
(radıyallahu anha) sordu: "Bunu kadın görecek olursa, kadına gusül
gerekir mi?'' Buna da: "Evet! Kadınlar, erkeklerin emsalleridir!''
diye cevap verdi.''
3713 Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Ümmü Süleym (radıyallahu anha) Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a
"Rüyasında, erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında sorarak, gusül gerekip
gerekmiyeceğini öğrenmek istedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet! suyu
görürse!" cevabını verdi. Aişe (radıyallahu anha) (Ümmü Süleym''e
yönelip:) "Allah hayrını versin (neler söylüyorsun)? '' diye
ayıpladı. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) (Aişe'ye yönelerek):
"Ey Aişe, bırak onu, (dilediğini sorsun!) Öyle olmasa (çocuklarda anne tarafına)
benzerlik olur mu? Kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelirse, çocuk dayılarına
benzer; erkeğin suyu kadınınkine üstün gelirse, çocuk amcalarına benzer ''
buyurdular.''
3714 Müslim'in bir diğer rivayetinde şu ziyade var:
". . .Erkeğin suyu koyu ve beyazdır. Kadının suyu sarı ve akışkandır. Bunlardan
hangisi üstün olur veya öne geçerse, benzerlik hasıl
olur."
3715 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"ResuIuIIah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her bir kılın dibinde
cünüblük vardır. Saçları yıkayın, deriyi paklayın.''
3716 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim, yıkamadan tek bir saç kılının dibini kuru bırakırsa, ateşte nice nice
azablara düçar olacaktır." Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Bu(nu
işitmem) sebebiyle başıma düşman oldum. Bu sebeple başıma düşman oldum, Bu
sebeple başıma düşman oldum.'' Nitekim Hz. Ali saçlarını
keserdi.''
3717 Hz. Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a cenabetten temizlenmek hususunda
sorulmuştu. Buyurdular ki: "Erkek ise, saçını açsın ve su kılların dibine
varıncaya kadar yıkasın. Kadın ise, saçını(n örgüsünü) açmamasının ona bir
zararı yok. Başına elleriyle üç kere su avuçlayıp
döksün.''
3718 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) cenabetten gusledince önce ellerini yıkamaktan
başlardı, sonra namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya
batırır, onIarla saç diplerini hilallerdi. Deriyi ıslattığı kanaati hasıl olunca
tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kısımlarını
yıkardı. En sonra da ayakIarını yıkardı.''
3719 Bir diğer
rivayette: ".Suya sokmazdan önce ellerini yıkayarak başlardı''
denmiştir.
3720 Bir başka rivayette: "Sağ elini yıkayarak başlar,
onun üzerine su döker, sonra sağ eliyle vücudundaki eza'nın üzerine su döker,
sol eliyle de onu yıkardı. '' denmiştir.
3721 Ebu Davud'un bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) der ki: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), başı üzerine üç kere su dökerdi: Biz ise, örmelerimiz
sebebiyle beş kere dökerdik."
3722 Sahiheyn'in bir rivayetinde
şöyle denir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cenabetten yıkandığı zaman
(süt sağılan şab gibi) bir kab(ta su) isterdi. Onu eliyle tutar, başının sağ
tarafını yıkayarak başlar, sonra da sol kısmını yıkardı. Sonra iki avucuyla su
alır, onlarla başına dökerdi."
3723 Buhari'nin diğer bir
rivayetinde (Hz. Aişe) şöyle demiştir: "(Resulullah'ın zevcelerinden) birimiz
cenabet olduğu vakit, eliyle üç kere başının üzerine su döker, sonra eliyle üç
kere sağ tarafına su döker, diğer eliyle de sol tarafın
dökerdi."
3724 Hz. Meymune (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten yıkanırken ben O'na perde oldum,
(şöyle yıkanmıştı): Önce ellerini yıkadı. Sonra sağ eliyle (kaptan)
solu üzerine su dökerek fercini ve (meniden) bulaşanları yıkadı. Sonra elini
duvara -veya yere- sürdü. Sonra namaz abdesti gibi abdest aldı, ancak ayaklarını
yıkamayı terketti. Sonra üzerine su döktü. Sonra ayaklarını çekip yıkadı.
Aleyhissalatu vesselam'ın cenabetten guslü işte
böyledir."
3725 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "(Babam)
Ömer (radıyallahu anh) Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a cenabetten nasıl
yıkanacağını sordu. Aleyhissalatu vesselam dedi ki: "(Kişi) sağ eli
üzerine su dökerek başlar, iki veya üç kere döker (ve ovalayıp yıkar). Sonra sağ
elini kaba sokar (avuçladığı suyu) ferci üzerine boşaltır, bu sırada sol eli
ferci üzerindedir. Dökülen su ile oralarındaki (meni bulaşığı)nı temizleninceye
kadar yıkar. Sonra isterse elini toprağa koyar, sonra sol eli üzerine,
temizleninceye kadar su döker. Sonra üç kere ellerini yıkar. İstinşakta bulunur
(burnuna su çekip yıkar). Mazmaza yapar (ağzına su alıp yıkar). Yüzünü ve
kollarını üçer kere yıkar. Başına sıra gelince meshetmez, suyu döker (ve
bedeninin geri kalan kısmını yıkar).''
3726 Ümmü Seleme
(radıyallahu anha) anlatıyor: "(Bir gün) ey AIlah'ın Resulü! dedim. Ben çok
örgüsü olan bir kadınım. Hayız ve cenabetten yıkanırken örgüleri çözeyim
mi?'' "Hayır! buyurdular, başının üzerine, ellerinle üç kere su
avuçlayıp dökmen, sonra da bedenine su döküp yıkanman sana
yeterlidir.''
3727 Ubeyd İbnu Umayr el-Leysi anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha) ye, Abdullah İbnu Ömer'in, kadınlara yıkandıkları zaman
örgülerini açmalarını emrettiği haberi ulaşmıştı, şöyle dedi: "İbnu
Ömer 'e hayret doğrusu! Kadınlara başlarını çözmelerini emrediyormuş, bir de
traş olmalarını emretmiyor mu? Ben ve Resulullah (aleyhissalatu vesselam) aynı
kaptan (beraberce) yıkanırdık. Ben, başıma üç kere su dökmekten başka birşey
yapmazdım (da Resulullah müdahale edip "örgülerini de çöz ''
demezdi)."
3728 Katade rahimehullah anlatıyor: "Hz. Enes
(radıyallahu anh)'in bize anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın tek bir gusülle, bütün hanımlarını dolaştığı
olmuştur."
3729 Ebu Rafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), birgün bütün hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında
ayrı ayrı yıkandı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü dedim, en sonunda
bir kere yıkansanız olmaz mı?" "(Olmasına olur, ancak) böyle yapmak
daha temiz, daha hoş ve daha paktır!" buyurdular."
3730 Ebu
Sa'idi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Biriniz ehline temas eder, sonra tekrar etmek dilerse ikisi
arasında abdest alsın.''
3731 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yıkanır, (sabahtan önce) iki
rek'at namazla sabah namazını kılardı. Gusülden sonra Aleyhissalatu vesselam'ın
bir de abdest aldığını zannetmiyorum.''
3732 Yine Hz. Aişe
anlatıyor: "Ben ve Resulullah (aleyhissalatu vesselam), farak denen tek bir
kaptan beraber guslederdik.'' Süfyan der ki: "Bir farak üç
sa'dır.''
3733 Ebu Seleme'nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle
gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) 'nin yanına girmiştim. Yanımda Hz.
Aişe'nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'in
cenabetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa' miktarında bir kap getirtti ve
onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere
su döktü ve dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması işin saçlarının başlarını
alırlardı.''
3734 Muhammed el-Bakır rahimehullah anlatıyor: "Hz.
Cabir (radıyallahu anh)'in yanında idik. Yanında gusülden soran bir grup insan
vardı. Şöyle cevap verdi: "Bir sa ' su sana yeter!'' Bir
adam: "Bana kafi gelmez!'' diye itiraz etti. Hz. Cabir:
"Ama, saçı senden daha çok ve senden daha hayırlı olan zata yetiyordu!'' dedi.
Onun burada kasdettiği "hayırlı zat '' Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
idi."
3735 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ben ve
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sarıdan mamul bir kaptan su alarak
yıkanırdık.''
3736 Ya 'la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) açıkta (izarsız) yıkanan bir adam görmüştü.
Derhal minbere çıkarak, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra:
"Allah diridir ve ayıpları örtücüdür, hayayı ve örtünmeyi sever. Öyleyse biriniz
yıkanınca örtünsün'' buyurdu.''
3737 Ebu's-Semh (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'a hizmet ediyordum. Yıkanmak
isteyince: "Bana enseni dön!'' derdi. Ben de ensemi dönerdim.
Böylece ona perde olurdum.''
3738 Ümmü Hani Bintu Ebi Talib
(radıyallahu anh) anlatıyor: "(Mekke 'nin) Fethi gününde Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yanına gittim. O'nu yıkanır buldum. Kızı Fatıma da
bir giyecekle O'na perde yapıyordu."
3739 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yıkanmıştı. (Kurulanması
için) bir havlu getirildi. Onunla kurulanmayıp: "Su(yun) ıslaklığı
ile böyle (daha iyi)!'' buyurdular.''
3740 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Namaz elli vakitti cenabetten gusül de yedi defa idi.
Elbiseden sidiğin yıkanması da yedi defa idi. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) (azaltmasını Cenab-ı Hak'tan) taleb ede ede namaz beş'e, cenabetten
gusül bire, elbiseden sidiğin temizlenmesi bir kereye
indirildi.''
3741 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Bazen
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten yıkanır, sonra (üşümüş olarak
gelip) bana sokulup benim ısıtmamı isterdi, ben de O'nu bağrıma bastırıp
ısıtıyordum. Bundan dolayı ben ayrıca yıkanmıyordum."
3742 Yine
Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah cenabetten yıkanırken başını
hıtmi (denen otla) yıkardı. Bununla yetinir, (hıtmili su) üzerine ayrıca su
dökmezdi."
3743 Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın beraberinde ihramlı ve ihramsız her iki
durumda da buIunduk. Bu esnada saçlarımız yapıştırılmış bulunduğu halde
yıkanırdık.''
3744 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cünüb olmadıkça her halimizde bize Kur'an
okutup ta'lim ederdi."
3745 Nesai'nin bir başka rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) heladan çıkınca Kur'an okutur,
bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O'nunla Kur'an arasına perde
olmazdı.''
3746 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'dan rivayet
edildiğine göre O cünüb kimsenin Kur'an okumasında bir beis
görmezdi."
3747 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), cünübken uyumak istediği takdirde fercini yıkar ve
namaz abdestiyle abdest alırdı.''
3748 Müslim'in bir rivayetinde:
". .Yemek veya uyumak istediği zaman namaz abdestiyle abdest alırdı ''
denmiştir.
3749 Müslim'in, Abdullah İbnu Ebi Kays 'tan yaptığı
diğer bir rivayette Abdullah der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) 'ya Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın vitir namazından sordum. '' Hadisi zikreder. Hadiste
şu ibare de var: "Hz. Aişe'ye: "Resulullah cünübken ne yapardı,
uyumadan önce yıkanır mıydı? Veya yıkanmadan önce uyur muydu?'' diye sordum.
Bana şu cevabı verdi: "Bunların hepsini yapardı. Bazan yıkanır ve sonra uyur,
bazan abdest alır ve uyurdu." Bunu işitince: "Bu meselede genişlik
koyan Allah'a hamdolsun!" dedim..."
3750 Ebu Davud 'un
rivayetinde, Gudayf İbnu'I-Haris der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu an ha)'ye
sordum: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten gecenin
başında mı yıkanırdı sonunda mı?" "Bazan başında, bazan da sonunda
yıkanırdı." dedi. Ben: "Allahuekber! Bu meselede genişlik veren
Allah 'a hamdolsun!'' dedim ve tekrar sordum. "Vitir namazını
gecenin evvelinde mi kılardı, ahirinde mi?'' "Bazan evvelinde bazan
ahirinde kılardı '' dedi. Ben: "Allahuekber! Bu meselede genişlik
veren Allah'a hamdolsun!'' dedim ve tekrar sordum: "Resulullah
(aleyhlssalatu vesselam) Kur'an'ı açıktan mı okurdu sessiz mi
okurdu?" "Bazan açıktan okur bazan da sessiz okurdu'' dedi.
Ben: "Allahuekber! dedim. Bu meselede kolaylık koyan Allah'a
hamdolsun!''
3751 Tirmizi ve Ebu Davud 'un bir rivayetinde de
şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cünübken uyur ve hiç suya
dokunmazdı." Tirmizi der ki: "Hz. Aişe'den, Aleyhissalatu
vesselam'ın uyumazdan önce abdest aldığı da rivayet edilmiştir ve bu
rivayet en sahih olanıdır."
3752 Nesai'nin bir rivayetinde:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam yemek veya içmek istediği zaman ellerini
yıkar sonra yer içerdi" denmiştir.
3753 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh), geceleyin Cünüb
olduğunu, (ne yapması gerektiğini) sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Abdest al,
uzvunu yıka, sonra uyu!" buyurdular. "
3754 Nafi rahimehullah
anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, cünübken uyumak veya yemek istediği
zaman, yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkar, başını mesheder, sonra yer
veya uyurdu.''
3755 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin anlattığına
göre: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medine sokaklarından birinde
kendisine rastlamıştır. Ebu Hüreyre bu sırada cünüp olduğu için, Aleyhissalatu
vesselam'ın nazarından sıvışarak gidip yıkanır gelir. Gelince Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ebu Hüreyre neredeydin?'' diye sorar. "Ben
cünübtüm, pis pis sizinle oturmak istemedim'' cevabında bulunur. Aleyhissalatu
vesselam: "Sübhanallah! (bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!"
ferman eder.
3756 Huzeyfe İbnu'I-Yeman (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la bir gün karşılaştığımızda
cünüb idim, hemen yolumu çevirip gidip yıkandım. Bilahare gelince:
(Böyle sizi görünce alelacele sıvışmamın sebebi) cünüb olmam idi!' dedim.
Aleyhissalatu vesselam: "Müslüman (cenabetle) pis olmaz ki!''
buyurdular.''
3757 Nesai 'nin rivayetinde hadis şöyledir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Ashabından bir erkekle karşılaşınca onu
mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken vakitte Aleyhissalatu vesselam'ı
(sokakta) gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve gidip yıkandıktan sonra)
güneş yükselince yanına geldim. Bana: "(Sabahleyin) seni görmüştüm,
hemen yolunu benden çevirdin!'' buyurdular. Ben de açıkladım: "Çünkü
ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanızdan korktum.'' "Şurası
muhakkak ki dedi Aleyhissalatu vesselam, mü'min necis
olmaz!''
3758 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor. "Namaza
kalkılıp saflar düzlenmişti ki Resûlullah aleyhissalatu vesselam geldi,
namazgahına geçti. O anda cünüb olduğunu hatırları. Bize: "Yerinizde durun!"
deyip, hemen ayrılıp yıkanmaya gitti. Gusledip dönünce başından henüz su
damlıyordu. Tekbir getirdi, namaza durdu, beraber namaz
kıldık..."
3759 Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, sabah namazını kıldırmak üzere (mescide) girmişti.
Eliyle "Yerinizde durun!" diye işaret buyurdu (ve çıktı). Sonra başından su
damladığı halde geri geldi ve cemaate namazlarını
kıldırdı."
3760 Bir rivayette: "...Namazıa tamamlayınca: "Ben de
bir insanım. (İlk geldiğimde) cünübtüm" buyurdu"
denmiştir.
3761 Süleyman İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: "Hz.
Ömer radıyallahu anh halka sabah namazını kıldırdı ve arkadan Curuf nam
mevkideki arazisine gitti. Orada, elbisesinde meni bulaşığı gördü.
"Biz dedi, yağlı yeyince, damarlarımız gevşedi (bu yüzden ihtilam
olduk)." Derhal yıkandı ve elbisesinde gördüğü meni bulaşığını da
yıkadı. Sonra, namazını iade etti."
3762 Bir başka rivayette
"meni" kalimesinden sonra şu ibare yer alır: "Halkın işini üzerime alalıdan beri
ihtilam olmaya başladım" dedi. Derhal yıkanıp elbisesinde gördüğü bulaşığı
yıkadı. Sonra kuşlukta güneş tam olarak yükselince namazını
kıldı."
3763 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ensardan bir
kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hayızdan nasıl yıkanacağını sordu.
Bunun üzerine, Aleyhissalatu vesselam da nasıl yıkanacaksa öyle emretti ve dedi
ki: "Miske bulanmış bir (bez, pamuk vs.) parçası al. Onunla
temizlen!" "Onunla nasıl temizleneceğim?" diye kadın tekrar sordu.
Resûlullah: "Onunla temizlen!" buyurdu. Kadın tekrar etti:
"Nasıl?" Resûlullah: "Sübhanallah! temizlen!" dedi.
(Baktım ki anlamıyor;) kadını kendime çektim ve: "O parçayı, kan bulaşığına
tatbik et" dedim.."
3764 Diğer bir rivayette: "...misklenmiş bir
parça al, üç kere yıka!" buyurdu. Sonra Aleyhissalatu vesselam utanarak yüzünü
çevirdi" denmiştir.
3765 Müslim'in diğer bir rivayetinde metin
şöyledir: "Esma -ki Bintu Şekel'dir- radıyallahu anha, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a, hayızdan nasıl yıkanacağını sormuştu. Şöyle cevap verdi:
"Sizden biri, suyunu ve sidresini alır, sonra temizlenir, ve temizliğini de
güzel yapar. Sonra başına suyu döker, başını şiddetli şekilde eliyle ovalar, ta
ki su saçın diplerine kadar ulaşsın. Sonra üzerine su döker. Sonra misklenmiş
bir (bez) parçası alır, onunla temizlenir!" Esma: "Onunla nasıl
temizlenir?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Sübhanallah! Onunla temizlen!"
dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha -sanki sözünü gizlemek isteyerek (fısıldayarak)-
kadına: "Onu kan bulaşığına tatbik et" dedi. Esma der ki: "Cenabetten yıkanma
hususunda da sordum. Bana: "Su al, temizlen ve temizliği güzel kıl veya
temizliği mübalağalı yap, sonra başına su dök ve onu ovala, ta su diplerine
varıncaya kadar. Sonra üzerine su dök!" dedi. Aişe radıyallahu anha devamla der
ki: "Ensar kadınları ne iyi kadınlardı, haya onların dinlerini öğrenmelerine
mani olmadı."
3766 Ümeyye İbnu Ebi's-Salt, Beni Gıfarlı -isminde
zikrettiği- bir kadından nakleder ki, kadın şöyle demiştir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, beni devesinin döşüne serilen örtünün üzerine bindirdi."
Kadın devamla der ki: "Allah'a yemin olsun, sabahleyin indi ve deveyi ıhtırdı.
Ben de terkiden indim... Örtüde benden bulaşan kan vardı. Bu benim ilk hayız
kanım idi. Görünce deveye doğru sıçradım ve utandım.. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam bendeki bu hali farkedip, kanı da görünce: "Neyin var?
Belki de hayız oldun?" buyurdular. Ben "Evet!" dedid. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Öyleyse (hayız görenlerin tedbirlerine başvurarak) kendine çekidüzen
ver. Sonra da bir su kabı al, içerisine tuz at. Sonra örtüye değen kanı yıka,
sonra bineğine dön!" ferman buyurdular. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Hayber'i fethettiği zaman ganimetten bize de bağışta
bulundu. (Ümeyye Bintu Ebi's-Salt) der ki: "(Gıfarlı sahabiyye),
suyuna tuz katmadan hayız kanını yıkamazdı. Öldüğü zaman cenazesinin yıkanacağı
suya da tuz atılmasını vasiyet etmiştir."
3767 Ebu Sa'id
radıyallahu ahn anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cuma guslü her muhtelime (büluğa erene) vacibtir. Misvaklanması, bulduğu
takdirde koku sürünmesi de öyle:"
3768 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu
anh derdi ki: "Cuma günü gusletmek, her muhtelim'e (büluğa ermiş kimseye) tıpkı
cenabet guslü gibi vacibtir."
3769 Bera İbnu Azib radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların cuma
günü yıkanmaları, üzerlerine hak olmuştur. Her biri ailesinin kokusundan
sürünsün. (Koku) bulamazsa, su onun sürünme maddesi olsun. Yani hem yıkansın hem
koku sürünsün, koku yoksa, artık, su (yıkanma) ile
yetinsin."
3770 Ubeydullah İbnu's-Sebbak rahimehullah'tan gelen
bir rivayette, Resûlullah aleyhissalatu vesselam cumalardan birinde şöyle
buyurmuştur: "Ey müslümanlar! Bu öyle bir gündür ki, Allah Teala Hazretleri onu
(sizlere) bayram kılmıştır, öyleyse yıkanın. Kimin yanında bir tiyb (sürünme
maddesi) varsa ondan sürünmesinde bir zarar yoktur. Size misvakı da tavsiye
ediyorum."
3771 İbnu Ömer ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhüm
anlatıyor: "Cuma günü, Ömer İbnu'l-Hattab hutbe verirken, Osman İbnu Affan
mescide girdi. Ömer radıyallahu anh minberden ona seslendi: "Vaktin farkında
mısın, (niye cumaya geciktin!)" Hz. Osman: "Bugün
meşguliyetim vardı. Eve gelir gelmez ezanı işittim. Abdest almanın dışında bir
oyalanmam da olmadı!" açıklamasında bulundu. Hz. Ömer radıyallahu
anh: "Keza abdest(le yetinmen de bir eksiklik). Biliyorsun,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize yıkanmayı da
emretmişti."
3772 Ebu Hüreyre'nin bir hadisinde: "(Hz. Ömer, Hz.
Osman'a:) "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Biriniz cumaya giderken
yıkansın" dediğini duymadın mı?" demiştir.
3773 İkrime
rahimehullah anlatıyor: "Iraklılardan bir grup kimse İbnu Abbas radıyallahu
anh'a gelerek: "Cuma günü gusletmek vacib midir ne dersin" diye sordu. İbnu
Abbas şu açıklamayı yaptı: "(Farz değil), ancak temizliğe çok uygundur ve
gusleden için pek hayırlıdır. Yıkanmayan üzerine de vacib değildir. Ben size
guslün nasıl başladığını anlatayım: "İnsanlar meşakkatli işler yapıyorlar ve
yünlü elbiseler giyiyorlardı. Çalışmaları çoğunlukla sırtlarında yük taşımak
şeklinde oluyordu. Mescidleri dardı ve tavan alçaktı, yani ariş (denen üzeri
hurma dallarıyla örtülmüş çardak) şeklindeydi. Sıcak bir günde Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (minbere) çıktı. Cemaat yün elbiselerin içinde
terlemişti. (Terleri sebebiyle) onlardan çıkan kokular ortalığı sardı ve herkesi
rahatsız etti. Koku Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a da uzanınca: "Ey
insanlar, bu gün gelince yıkanın. Ayrıca herkes, bulabildiği en güzel kokuyu
sürünsün!" buyurdular." İbnu Abbas açıklamasına devam etti:
"Bilahare Cenab-ı Hakk'ın lütfu yetişti (bolluk arttı), herkes yünlüden başka
elbiseler giydiler, çalışmaları hafifledi, mescidleri genişletildi. Birbirlerini
rahatsız eden terlerin bir kısmı ortadan kalktı."
3774 Sahiheyn'in
Tavus'tan kaydettikleri rivayette, Tavus der ki: İbnu Abbas radıyallahu
anhüma'ya sordum: "Halk, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Cuma günü
yıkanın, başlarınızı da yıkayın, cünüb olmasanız dahi!. Ayrıca koku da sürünün!"
buyurduğunu söylüyorlar, (ne dersiniz, doğru mudur?)" İbnu Abbas şu
cevabı verdi: "Guslü emretmesi doğrudur. Kokuya gelince, o hususta bir şey
bilmiyorum!"
3775 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cuma günü kim abdest alırsa
bununla (o, sünneti yerine getirmiş, fazilete ermiş) olur ve (sünneti yapmış
olma) nimetine erer. Ama cuma günü kim de guslederse (bilsin ki) gusül daha
faziletlidir."
3776 Yahya İbnu Said rahimehullah anlatıyor: "Bana
ulaştığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Sizler,
günlük iş takımınızdan hariç bir de cuma takımınız olsa ne
kaybedersiniz?"
3777 Nafi' rahimehullah der ki: "İbnu Ömer
radıyallahu anhüma ihramlı olmadıkça yağlanıp kokulanmadan cumaya
gitmezdi."
3778 İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın, Fıtır
bayramında, musallaya gitmezden önce yıkandığı rivayet
edilmiştir.
3779 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her müslüman yedi günde bir kere
yıkanmalıdır, bu gün de cuma günü olmalıdır."
3780 Ümmü Atiyye
el-Ensariye radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kızı
(Zeyneb radıyallahu anha) vefat ettiği zaman yanımıza girdi ve: "Onu sidreli su
ile üç veya beş veya -gerek görürseniz- daha fazla yıkayın. Sonuncu yıkamaya
kafûr koyun. Yıkama işini bitirdiniz mi bana haber verin!" buyurdu. İşimiz
bitince Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı çağırdık. Bize kendi izarını verdi
ve: "Ona, önce bunu sarın!" dedi."
3781 Bir diğer rivayette: "Onu
üç, beş, yedi ve daha fazla olmak üzere tek olarak yıkayın. Sağ tarafından ve
abdest uzuvlarından yıkamaya başlayın" buyurdu" denmiştir. aynı rivayette Ümmü
Atiyye radıyallahu anha: "Yıkayan kadınlar, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
kızının başına üç örgü yaptılar. (Şöyle ki): Önce saçının örgülerini bozdular
sonra yıkadılar, en sonda tekrar üç örgü yaptılar." Süfyan der ki:
"Örgünün ikisi yanda biri alnında idi."
3782 Bir diğer rivayette:
"Biz saçına üç örgü ve örgüleri arkasına koyduk"
denmiştir.
3783 Ümmü Kays Bintu Mihsan radıyallahu anha anlatıyor:
"Oğlum ölmüştü. Bu sebeple çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye: "Oğlumu soğuk su
ile yıkama, oğlumu öldüreceksin!" dedim. Bunun üzerine Ukkaşe İbnu Mihsan
radıyallahu anh hemen Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gidip benim
söylediklerimi haber verdi. Resûlullah tebessüm buyurup: "Böyle mi söylüyor!
Onun ömrü uzadı." Biz, onun gibi uzun yaşayan bir başka kadın bilmiyoruz"
dedi."
3784 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Kim ölü yıkarsa, yıkansın" buyurdular." Ebu Davud'un
rivayetinde: "Kim de cenaze taşırsa abdestlensin" ziyadesi
mevcuttur.
3785 Naciye İbnu Ka'b anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu
anh dedi ki: "Ebu Talib ölünce Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip:
"Dalalette olan ihtiyar amcan öldü" dedim. Bana: "Git babanı göm! Sonra, bana
gelinceye kadar hiçbir şey yapma!" buyurdular. Ben de gidip gömdüm ve Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gelip haber verdim. Bunun üzerine bana yıkanmamı emir
buyurdular ve yıkandım.. Sonra bana dua ediverdi (ancak duayı
ezberleyemedim)"
3786 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah, dört şeyden dolayı guslederlerdi: Cenabet, cuma, hacamat, ölü
yıkamak."
3787 Nafi anlatıyor. "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Said
İbnu Zeyd'in bir oğluna mübaşereten tahnit yaptı ve (kabre) taşıdı. Sonra
mescide girip, abdest almaksızın namaz kıldı."
3788 Abdullah İbnu
Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr'in hhanımı
Esma Bintu Umeys radıyallahu anhüma vefat ettiği zaman Hz. Ebu Bekr'i yıkadı.
Sonra (dışarı) çıkıp, cenazenin yanında hazır bulunan muhacirlere: "Ben
oruçluyum. Şu gün de, çok soğuk bir gün. Bana gusül gerekir mi?" diye sordu.
Hepsi birden, "Hayır!" dediler."
3789 Kays İbnu Asım radıyallahu
anh anlatıyor: "Müslüman olmak arzusuyla Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelmiştim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu." Tirmizi ve
Nesai'nin bir rivayetinde: "(Kays) müslüman oldu. (Resûlullah) ona yıkanmayı
emretti" denmiştir.
3790 Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an
ceddihi'nin anlattığına göre (ceddi Küleyb), Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "Müslüman oldum!" der. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Üstünden
küfür saçını at!" der ve traş olmasını söyler. Useym'in babası dedi ki: "Bana
bir başka (sahabi)nin bildirdiğine göre Aleyhissalatu vesselam, beraberinde olan
bir diğerine de: "Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!"
buyurmuştu."
3791 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kadınları da erkekleri de halmama girmekten nehyetmişti.
Sonradan izarlarına sarınmış olarak erkeklerin girmesine izin
verdi."
3792 Bir başka rivayette şöyle denmiştir. "Hz. Aişe
radıyallahu anha'nın yanına, Şamli kadınlardan bir grup girmişti. Hz. Aişe:
"Sizler herhalde, hanımları hamamlara giren bölgedensiniz!" dedi. Kadınlar:
"Evet!" diye cevap verdiler. Hz. Aişe: "Ama ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Elbisesini evinden hariç bir yerde çıkaran her kadın, mutlaka
Allah'la kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur" dediğini işittim"
buyurdu.
3793 Abdullah İmnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size Acem
diyarının fethi müyesser olacak. Oralarda hammam denen evlere rastlıyacaksınız.
Sakın ola erkekler onlara izarsız girmesinler. Nifas veya hastalık hali dışında
kadınların oralara girmesine izin vermeyin."
3794 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah ve ahiret gününe inanan kimse izarsız hammama girmesin. Kim Allah'a ve
ahirete inanıyorsa, bir özrü olmadan hanımını hammama sokmasın. Kim Allah'a
ahirete, inanıyorsa üzerinde içki bulunan sofraya
oturmasın."
6072 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ve ehli; tek bir kapta yıkanıyorlardı. Onlardan biri,
arkadaşının (guslettiği suyun) artığı ile yıkanmazdı."
6073 Cabir
İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam
ve zevceleri tek bir kaptan (su alarak) yıkanırlardı."
6136 Ebu
Saidi'I-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Kendisi geceleyin cünüb
olur, o halde uyumak ister. Resülullah aleyhissalatu vesselam ise, ona abdest
alıp öyle uyumasını emreder."
6137 Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beş vakit namaz,
cuma namazına kadar cuma namazı, emanetin edası, arada cereyan eden (küçük
günahlara kefarettir." Ben: "Emanetin edası nedir?"
dedim. "Cenabetten gusuldür. Zira her kılın dibinde (yıkanması
gereken) cenabetlik vardır" buyurdular."
6138 Havle Bintu Hakim
radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
"Rüyasında erkeğin gördüğü şeyi gören kadının hükmünü sormuş, Aleyhissalatu
vesselam da kendisine: "İnzal vaki olmadıkça gusül gerekmeyeceğini, tıpkı inzal
olmadıkça erkeğe de gusül gerekmediği gibi" şeklinde cevap
vermiştir."
6139 Amr İbnu şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki hitan
(sünnet mahalli) birbirine kavuştu, (erkek uzvunun) baş kısmı kayboldumu gusül
vacip olur (inzal şart değildir)."
6140 İbnu Mes'ud radıyallahu
anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse
açık arazide veya kendisini örtmeyen bir dam üstünde gusül yapmasın. O kimseyi
görmese de, kendisi (ruhaniler tarafından)
görülmektedir."
6145 Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resülullah aleyhissalatu vesselam, ben adetli iken, bana: "Saçını(n örgülerini)
çöz ve yıkan" dedi." Hz. Ali, kendi rivayetinde: "Başını çöz"
demiştir."
6154 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın fercine hiç bakmadım -veya "görmedim.-"
Ebu Bekr der ki: "Bu hadisi (Hz. Aişe'den) onun azadlı bir cariyesi rivayet
etmiştir."
6155 İbnu Abbas radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam cünüblükten yıkanmıştı. Gusülden sonra bir parça yerin
kuru kaldığını farketti. Bunun üzerine perçeminden (akıttığı su ile) orayı
ıslattı." İshak, rivayetinde: "O kuru yerin üzerine saçını sıktı"
demiştir."
6156 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ben cenabetten yıkanmış, sonra da
sabah namazını kılmıştım, sonradan, bedenimde tırnak kadar bir yere suyun
değmemiş olduğunu farkettim (ne yapayım?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer,
orayı (ıslak) elinle meshetseydin bu sana yeterliydi"
buyurdular."
[TOP]
GÜNAHLARI HATIRLAMAK
Kimlik alan
7268 Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Ey Aişe! Ehemmiyetsiz görülen amellere
karşı aman dikkatli ol! Çünkü onlar için de Allah (tarafın)dan
(vazifelendirilmiş) araştırıcı bir melek vardır."
7269 Sevban
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimden birkısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihame dağları emsalinde
bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teala
hazretleri o sevapları saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar, kabul
etmez)." Sevban dedi ki : "Ey Allah'ın Resülü! Onları bize tavsif
et, durumlarını açıkla da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!" Aleyhissalatu
vesselam açıkladılar: "Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin
cinsinizden insanlardır. Sizin aIdığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den
nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhada başbaşa kalınca
o yasakları ihlal ederler, çiğnerler."
[TOP]
HAC
Kimlik alan
1138 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, cihadı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de
cihad etmiyelim mi?" Şu cevabı verdi: "Ancak, cihadın en efdal ve en
güzeli hacc-ı mebrürdur. Sonra şehirde kalmaktır." Hz. Aişe der ki: "Bunu
işittikten sonra haccı hiç bırakmadım."
1139 Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Telbiyede bulunan hiç bir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan
taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın, bu iştirak (sağ ve
solunu göstererek) şu ve şu istikamette arzın son hududuna kadar devam
eder."
1140 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Haccla umrenin arasını birleştirin.
Zira bunlar günahı, tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi
temizler."
1141 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
umre, diğer umreye arada işlenenler için kefarettir. Hacc-ı Mebrûr'un karşılığı
cennetten başka bir şey olamaz!"
1142 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Beyt'i
(Kabe-i Muazzama'yı) kim elli defa tavaf ederse, günahlarından çıkar ve tıpkı
annesinden doğduğu gündeki gibi olur."
1143 Ümmü Seleme
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kim, hacc veya umre için Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a (kadar) ihrama
girerse, geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilir veya cennet kendisine
vazcib olur." -Ravi, Resûlullah'ın hangisini dediği hususunda şekke düştü
"
1144 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), Ensar'dan Ümmü Sinan adındaki bir kadına:
"Bizimle haccetmekten seni ne alıkoydu?" diye sordu. Kadın: "Ebu
fülanın (kocasını kasteder) sadece iki sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu haca
gitti. Öbürü (ile de ben kaldım) arazimizi suluyor (um)" dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Öyleyse Ramazan'da (yapacağın)
umre, (kaçırdığın) bir haccın veya benimle (yapmış olacağın) bir haccın
kazasıdır. Ramazan gelince umre yap. Zira Ramazan'daki bir umre hacca muadil
olur."
1145 Ebu Bekr İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Bir kadın
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ben haccetmek için
hazırlık yapmıştım. Bana (bir mani) arız oldu ne yapayım?"
"Ramazan'da umre yap, zira o ayda umre tıpkı hacc gibidir"
buyurdu."
1146 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde
kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira, kesilen hayvan, kıyamet günü
boynuzlarıyla, kıl1arıyla, sınnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere
düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül
hoşluğu ile ifa edin."
1147 Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Hangi hacc daha efdaldir?"
diye sorulmuştu. "Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban kesilerek
yapılan hacc!" diye cevap verdi."
1148 Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Küçüğün,
büyüğün, zyıfın, kadının cihadı hacc ve umredir."
1149 Ebu Hüreyre
hazretleri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bize şöyle hitab etti: "Ey insanlar, size hacc farz
kılınmıştır. Şu halde haccı eda edin!" Cemaatte bulunan bir
adam: "Her sene mi, Ey Allah'ın Resûlü?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) cevap vermedi. Adam sorusunu üç kere tekrar etti. Bunun
üzerine: "Ben sizi bıraktıkça siz de beni bırakın. (Madem ki sükût
ettim, niye sormada ısrar ediyorsunuz?) Şayet (sorunuza) "Evet!" deseydim, her
yıl haccetmek vacib oluverirdi ve buna güç yetiremezdiniz. Şunu bilin ki, sizden
öncekileri helak eden şey, çok sual sormaları ve peygamberleri hakkında
ihtilaflarıdır. Size bir iş emrettiğim zaman, bunu gücünüz yettiğince ifa edin,
bir yasaklamada bulunduğum vakit de ondan kaçının (bu emir ve yasakla ilgili
olarak aklınıza gelen her şeyi sormaya kalkmayın!)"
1150 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz
şöyle buyurdular: "Kim kendisini Beytullahi'1-haram'a ulaştıracak
kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde haccetmemişse onun Yahudi veya
Hıristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zira, Cenab-ı Hakk şöyle
buyurmuştur: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kabe'yi haccetmesi gerekir"
(Al-i İmran 97).
1151 İbrzu Abbas (radıyallahu anhüma) hazretleri
anlatıyor: "Akra' İbnu'1-Habis (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a: "Hacc her sene midir, ömürde bir kere midir?" diye
sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bir keredir, fazla
yapan nafile olarak yapmış olur!" diye cevap verdi."
1152 Yine
İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "İslam'da hacc yapmamak (saruret)
yoktur."
1153 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü rivayet etmiştir: "Hacc yapmak isteyen
acele davransın."
1154 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan: "Umre vacib midir?" diye sorulmuştu,
şu cevabı verdi: "Hayır! Ancak, umre yapmanız faziletli bir ameldir.
"
1155 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın: "Umre vacibtir" dediği
rivayet olunmuştur.
1156 Yukarıdaki rivayetin bir benzeri İbnu
Mes'ud'dan vapılmıştır. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) hazretleri Şöyle kıraat
ederdi: ve derdi ki: "Eğer günah olmasaydı -Resûlullah (aleyhissalatu
vesselàm)'dan bu mevzuda hiç bir şey işitmemiş olmama rağmen- umre vaciptir
derdim."
1157 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) dedi ki: "Hacc ayları
Şevval, Zülkade ve Zilhicce'den de on gündür."
1158 Hişam İbnu
Urve (merhum) anlatıyor: "Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anhüma) Mekke'de
dokuz yıl ikamet etti. Bu esnada Zilhicce'nin hilali ile yüksek sesle telbiyeye
başladı. (Kardeşi) Urve de onunla aynı şeyi yapardı"
1159 Kasım
İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Mekkelilere şöyle hitab
etti: "Ey Mekkeliler! Ne oluyor da uzak diyardan gelenler saçları dağınık
vaziyette iken sizler yağlanıyorsunuz? (Zilhicce) hilalini görünce siz de
telbiyede bulunun."
1160 Ata'ya: "Mücavir (Mekke'de ikamet eden)
hacc için ne zaman telbiyede bulunur?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) mütemetti olarak gelince, terviye günü, öğleyi kılıp,
devesine bindi mi hacc için telbiyede bulunurdu."
1161 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) şunu söylemiştir: "Hacc için, sadece hacc aylarında ihrama
girmek sünnettendir."
1162 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Medineliler Zülhuleyfe'de,
Şamlılar Cuhfe'de, Necidliler Karn'da ihrama girer, telbiyeye
başlar."
1163 Bir rivayette İbnu Ömer der ki: "Bizzat işitmemekle
beraber, bana söylendiğine göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurmuştur
ki: "Yemenliler de Yelemlem'de ihrama girerler. "
1164 Buhari'de
gelen bir diğer rivayette belirtildiği üzere, bir zat (Abdullah İbnu Ömer'e)
gelerek: "Umre için nerede ihrama girmem caiz olur?" diye sorunca: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) mikat yerleri olarak Necidliler için Karn'ı,
Medineliler için Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için Cuhfe'yi belirledi" demiş, başka
bir mikat yeri zikretmemiştir."
1165 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Medineliler için
Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için Cuhfe'yi, Necidliler için Karnu'l-Menazil'i
Yemenliler için Yelemlem'i mikat yerleri olarak ta'yin etmiştir. Bu yerler, ora
ahalileri ve oraya başka yerlerden hacc ve umre yapmak maksadıyla gelenler için
mikat yerleridir. Bu söylenen mikat yerlerinin berisinde (yani mikatlarla Mekke
arasında) bulunanlar için mikat, bulunduğu yerdir. Daha yakın yerde olanlar da
böyledir. Nitekim Mekkeliler de Mekke'de ihrama
girerler."
1166 Bir rivayette şöyle denmiştir: "Kim (mikatlerin)
berisinde ise, (niyeti) başlattığı yerde ihram giyer, öyle ki, Mekkeliler
Mekke'de (ihrama girerler).
1167 Ebu z-Zübeyr anlatıyor: "Hz.
Cabir (radıyallahu anh)'e ihrama girme yerinden sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu hususta şöyle söylediğini
işittim. "Medineliler'in ihrama girme yeri Zülhuleyfe'dir. Diğer yol Cuhfe'dir.
IrakIılar 'ın ihrama girme yeri Zat-ı Irk'dır. Necidliler'in ihrama girme yeri
Karnı'lMenazil'dir. Yemenliler'in ihrama girme yerleri
Yelemlem'dir."
1168 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Şu iki
memleket (Basra ve Küfe) fethedildiği zaman Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e halk
gelip : "Ey mü'minlerin emiri! Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Necidliler için Karn'ı (mikat olarak) tesbit etti. Orası bizim yolumuza sapa
düşer. (Buradan) Karn'e gitmeye kalksak, bize zor olur!" dediler. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) onlara: "Öyleyse onun kendi yolunuzdaki hizasına
bakın" dedi ve onlar için Zat-ı Irk'ı tesbit etti."
1169 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Iraklılar
için Zat-ı Irk'ı mikat kıldı."
1170 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Meşrikliler için
Akik'i mikat kıldı."
1171 İmam Malik: "Bana ulaştığına göre,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ci'rane'de umre için ihrama girdi"
demiştir.
1172 Yine İmam Malikin, nazarında güvenilir (sika) bir
kimseden rivayet ettiğine göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) İliya'da hacc
ihramı giymiştir."
1173 Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın: "Bir
kimsenin Horasan veya Kirman'da ihrama girmesini mekruh addettiği" rivayet
edilmiştir.
1174 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu, şu
cevabı verdi: "Muhrim ne kamis (gömlek), ne sarık, ne bürnus. ne şalvar ne de
vers veya zaferan bulaşmış bir giysi taşımaz. Ayağında da mest (ve benzeri
ayakkabı) yoktur. Ancak nalın bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını
kesmelidir. " Buhari'de şu ziyade var: "İhramlı kadın yüzünü örtmez,
eldiven de giymez."
1175 Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den
rivayete göre demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadınları ihrama
girdikleri vakit eldiven kullanmaktan, yüzlerini örtmekten ve vers ve za'feran
değmiş elbise giymekten yasakladı ve: "Buınlardan gayrı, hoşuna giden elbise
çeşitlerinden safranla boyanmış veya ipekli veya zinet veya şa1var veya kamis
veya mest giysin" dedi."
1176 Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den
gelen bir rivayette: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihramlı iken mest
giymede kadınlara ruhsat tanıdı" denmiştir.
1177 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
hazretleri buyurdular ki: "Kim izar bulamazsa şalvar giysin, kim de nalın
bulamazsa mest giysin."
1178 Nafı'nin anlattığına göre, Eslem
Mevla Ömer'in, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e şöyle söylediğini işitmiştir:
"Ömer (radıyallahu anh), Hz. Talha (radıyallahu anh)'nın üzerinde, ihramlı iken
boyalı bir giysi görmüştü. "(Ey Talha) bu boyalı giysi de ne?" diye sordu.
(Talha cevaben): "Ey mü'minlerin emiri, bu kızıl toprakla boyanmıştır!" dedi.
Ömer (radıyallahu anh): "Ey azizler, sizler halkın imamlarısınız,
halk sizlere uymaktadır. Eğer cahil biri bu elbiseyi görse: "Talha İbnu
Ubeydillah, ihramda boyalı elbise giymiş" diyecek. Ey azizler, bu boyalı
elbiselerden hiçbirini giymeyin!" dedi"
1179 Urve anlatıyor: "Esma
Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma), ihramlı olduğnu halde, sarı renkli giysiler
giyerdi. Ancak bunlarda za'feran olmazdı."
1180 Ya'la: İbnu Umeyye
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ciirrane'de
iken, umre için ihrama girmiş bir adam geldi. Adamın sakal ve saçları sarıya
boyanmış, sırtında da za'feran lekeleri bulunan bir cübbe vardı. "Ey
Allah'ın Resûlü, dedi, şu gördüğün vaziyette, umre için ihrama
girdim!" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Şu
cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!" diye emretti." Bu metin,
Sahiheyn'deki metindir. Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Umrede
iken, hacda yaptığını yap. "
1181 Kasım İbnu Muhammed anlatıyor:
"Bana, el-Ferafısa İbnu Umeyr el-Hanefi haber verdi ki, O, Hz.Osman (radıyallahu
anh)'ı, ihramlı iken yüzünü örter görmüş."
1182 Nafi' anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Başın çeneden yukarısını ihramlı
kimse örtemez."
1183 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz
(kadınlar) ihramlı olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraber iken,
binekliler bize uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince, herbirimiz cilbabını
başından yüzünün üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar
kaldırırdık."
1184 Fatıma Bintu'l-Münzir anlatıyor: "Biz, bir
kısım kadınlar ihramlı iken, yanımızda Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma)
olduğu halde, yüzlerimizi sıkıca örtüyorduk"
1185 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, ihrama
gir(ece)ği zaman (ihramı için), keza ihramdan çıktığı zaman da Kabe'yi tavaftan
önce hıll'i için, içinde misk bulunan sürünme maddesini şu iki elimle
sürdüm."
1186 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vessalam)'a, ihrama gir(ece)ği zaman (ihram için), keza ihramdan
çıktığı zaman da Kabe'yi tavaftan önce hıll'i için, içinde misk bulunan sürünme
maddesini şu iki elimle sürdüm." Bir rivayette şu ibare de var:
"..Veda haccında zerire denilen koku ile. . ." Bir başka rivayette :
". . ihrama girmezden önce, sonra ihrama girerdi. " Bir diğer
rivayette: "..bulabildiğim kokunun en iyisi ile başında ve sakalında koku
maddesinin parıltısını görünceye kadar (sürerdim). " Bir diğer
rivayette: "...Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihramlı iken (sürülen) koku
maddesinin saç ayırımlarındaki parlaklığına (şu anda) bakıyor gibiyim.
" Bir rivayette şu ziyade var: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
zeytinyağıyla yağlanırdı. Bunu İbrahim (Nehai)'ye zikretmiştim,
bana: "Pekala, şu rivayeti ne yapacaksın: "Esved, Hz. Aişe
(radıyallahu anha)' den onun şöyle söylediğini rivayet etti: "...(Sürülen koku
maddesinin saç ayrımlarındaki parlaklığına bakıyor gibiyim." Bir
rivayette de şu ziyade var: "..Bu, ihram(a girmezden önce süründüğü) koku idi.
"
1187 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Önce koku sürünüp
sonra ihrama giren kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: "Ben (tib sürünerek)
ihrama girip koku neşretmeyi sevmem. Katrana bulanmam bunu yapmaktan daha
iyidir." Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye, İbnu Ömer'in, bu sözü haber verilince:
"Ben, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ihrama (gireceği) sırada tib sürdüm.
Bu halde hanımlarına uğradı. Sonra da ihrama girdi, koku neşrediyordu"
dedi.
1188 Nesai'nin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ihrama girmeyi arzu ettiği zaman
bulabildiği en güzel yağla yağlanırdı. Öyle ki, yağın parlaklığını başında ve
sakalında görürdüm." (Ravi Hz. Aişe'dir).
1189 Yine Nesai'nin bir
başka rivayetinde, Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle buyurmuştur: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ihrama gireceği zaman ihramı için, şeytan
taşlamasını yaptıktan sonra ve Beytullah'a yapacağı tavaf (-ı ziyaret)ten önce
ihramdan çıkınca da hıll'i (ihramsız hali) için tibini
sürdüm."
1190 Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah'ın
tib'i (sürdüğü koku) sizin şu tibinize benzemez." Yani (sizin kullandığınız
tib), uzun müddet koku neşretmeye devam etmez,
demektir.
1191 Hz.Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile (hacc ve umre için ihrama girip)
Mekke'ye giderdik. İhram sırasında alınlarımıza sükk denen bir tib sürerdik.
Birimiz terleyecek olsa, yüzüne akardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu
gördüğü halde (bize) onu(n sürülmesini) yasaklamazdı."
1192 Salt
İbnu Zübeyd (rahimehullah), ailesinin bazı fertlerinden naklen şunu rivayet
etmiştir: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Şecere nam mevkide iken, bir tib kokusu
hissetti. "Bu koku kimden geliyor?" diye sordu: Kesir
İbnu's-Salt: "Bendendir, (saçımın dağılmaması için) süründüm ve
tıraş olmamaya karar verdim" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Su
birikintilerinden birine git, başını koku gidinceye kadar ovuştur!" diye
emretti. Kesir İbnu's-Salt öyle yaptı."
1193 Muvatta'nın bir diğer
rivayeti, Eslem Mevla Ömer'den: "Ömer (radıyallahu anh), bir tib kokusu
hissetmişti. "Bu koku kimden?" diye sordu. Muaviye İbnu Ebi Süfyan
(radıyallahu anh): "Ey mü'minlerin emiri! Bendendir!"diye cevap
verdi. (Hz. Ömer kızgın bir eda ile): "Allah Allah! Senden mi?" diye
çıkıştı. Hz. Muaviye: "Bana Ümmü Habibe sürdü, ey mü'minlerin
emiri!" (diye özür) beyan etti. Hz. Ömer: "Allah aşkına geri dön ve
şu sürdüğün şeyi yıka!" diye emretti."
1194 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'den anlatıldığına göre: "İhramlı iken Cuhfe'de ölmüş olan oğlu Vakid'i
kefenlemiş, bu arada başını ve yüzünü örttükten sonra şöyle demiştir: "Eğer
ihramlı olmasaydık, cenazeye tib de sürerdik."
1195 Nafi
anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) ihram giyerek Mekke'ye müteveccihen
yola çıktığı zaman, güzel kokusu olmayan bir yağ ile yağlanırdı. Sonra
Zülhuleyfe mecsidine gelir, orada (ihram için iki rek'at) namaz kılar, sonra
hayvanına binerdi. Devesi (ayağa kalkıp) onu doğrultunca telbiyeye başlar ve
şöyle derdi: "Ben Resûlullah'ın böyle yaptığını
gördüm."
1196 Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle denir: "(İbnu
Ömer) reyhanlanmamış bir yağla yağlanırdı." Yani
kokulandırılmamış.
1197 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"İhramlı reyhan koklayabilir, aynaya bakabilir. Yediği zeytinyağı ve tereyağı
ile tedavi olabilir."
1198 Abdullah İbnu Huneyn anlatıyor: "İbnu
Abbas ile Misver İbnu Mahreme (radıyallahu anhüma) Ebva'da ihtilaf ettiler. İbnu
Abbas: "Muhrim başını yıkar" dedi. Misver ise: "Hayır, yıkayamaz!" dedi. İbnu
Abbas, beni Ebu Eyyüb el-Ensari (radıyallahu anh)'ye gönderdi. Ben onu iki direk
arasına gerilmiş bir perde gerisinde yıkanıyor buldum. Kendisine selam
verdim. "Kim o?" dedi. "Abdullah İbnu Huneyn'im. Beni,
size İbnu Abbas gönderdi. Sizden, ihramlı iken Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın başını nasıl yıkadığını soruyor" dedim. Bunun üzerine Ebu Eyyüb
(radıyallahu anh) elini perde (ipinin) üzerine koyup aşağı doğru bastı ve başı
göründü. Üzerine su döken birisine: "Dök!" dedi. O da döktü. Ebu Eyyub
(radıyallahu anh) başını elleriyle ileri geri ovalayıp: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı böyle yapar gördüm" dedi." Muvatta
dışındaki rivayetlerde şu ziyade mevcuttur: "Misver, İbnu Abbas'a şunu söyledi:
"Seninle bir daha münakaşa etmiyeceğim (ne dersen
kabülüm)."
1199 Harice İbnu Zeyd, babası Zeyd (radıyallahu
anh)'den naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihrama girmek çin
soyundu ve yıkandı."
1200 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) ihrama girmezden önce ihram için, Mekke'ye girmek için, Arafat'ta vakfe
için yıkanırdı." Bir rivayette şu ziyade vardır: "İhrama girdi mi,
başını sadece ihtilam olduğu zaman yıkardı."
1201 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yıkandığı
su ile saçlarını (dağılmayacak şekilde) tarayıp nizama
soktu."
1202 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "İhramlı
kimse hamama girer."
1203 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihramlı iken hacamat oldu (kan
aldırdı)." Buhari merhumun bir diğer rivayetinde: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)) oruçlu iken hacamat oldu" denir. Yine Buhari'nin bir
diğer rivayetinde: "(Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)) ihramlı iken çektiği
ağrı sebebiyle başından hacamat oldu" denir. Bir diğer rivayette:
"Şakika denen (başının ön kısmındaki) bir ağrı sebebiye, Lahyu Cemel adında
Mekke yolu üzerindeki bir su başında, başının ortasından hacamat oldu"
denir.
1204 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ihramlı iken ayağının sırtından çektiği bir ağrı
sebebiyle hacamat oldu." Nesai'nin rivayetinde "..Maruz kaldığı
incinme sebebiyle (ayağının sırtından hacamat oldu)"
denmiştir.
1205 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
dedi ki: "İhramlı kimse kaçınılmaz bir sebepten dolayı mecbur kalmadıkça hacamat
olamaz."
1206 Nübeyh İbnu vehb (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer
İbnu Ubeydillah İbni Ma'mer, ihramlı iken gözünden hastalandı. Bunun üzerine
gözlerine sürme çekmek istedi. Ancak Eban İbnu Osman onu bundan men etti ve
gözlerine sabır basmasını tavsiye etti. İlaveten: Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın
Resûlullah'ın böyle yaptığını rivayet ettiğini söyledi." Ebu
Davud'un rivayetinde şu ziyade var: "Eban hacc emiri
idi."
1207 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den rivayet edilmiştir
ki, ihramlı iken, gözüne gelen bir rahatsızlık sebebiyle aynaya
bakmıştır.
1208 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Meymune validemizle (radıyallahu anha)
ihramlı iken tezevvüc buyurdular." Buhari'nin bir rivayetinde şu
ziyade var: "Umretü'l-kaza sırasında ihramsız olarak Meymüne ile gerdek yaptı.
Meymüne Serefte vefat etti." Ebu Davud der ki: İbnu Müseyyeb
demiştir ki: "ihramlı iken Resûlullah'ın Meymüne ile evlenmesi meselesinde İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) vehme düşmüştür." Nesai'ye ait bir başka
rivayette: "İhramlı iken Resilullah (aleyhissalatu vesselam) evlendi" denir.
Meymüne ile evlendiği zikredilmez.
1209 Ebu Rafi' (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihramsız iken Meymüne
(radıyallahu anha) ile evlendi. İhramsız olduğu halde onunla gerdek yaptı.
İkisinin evlenmesinde aralarında ben elçilik
yapmıştım."
1210 Meymüne (radıyallahu anha) anlatıyor: "Her ikimiz
de Serefte ihramsız iken, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) benimle
evlendi." Müslim'de şöyle denmiştir: "Kendisi ihramsız olduğu halde
O'nunla (Meymüne) evlendi, Ravi -ki Yezid İbnu'l-Esamm'dır- der ki: "Meymüne hem
benim teyzemdi, hem de İbnu Abbas'ın teyzesi idi." Tirmizi'de şu
ziyade vardır: "Meymüne (radıyallahu anha) ile gerdek yaptığında ihramsız idi.
Meymüne Serefte öldü. Onu, Resûlullah'ın kendisiyle gerdek yaptığı çadırda
defnettik.
1211 Süleyman İbnu Yesar anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), azadlısı Ebu Rafı'yi Ensar'dan bir başkasıyla birlikte
(Meymüne'ye) gönderdi. Onlar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Meymüne
bintu'l-Haris (radıyallahu anha) ile evlendirdiler. (O vakit) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) henüz Medine'de idi (ve umretu'1-kaza için yola)
çıkmamıştı."
1212 Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İhramlı ne evlenir, ne
evlendirir, ne de dünür gönderir."
1213 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) şöyle hükmetmiştir: "İhramlı evlenmez, evlendirmez, ne
kendisi için kız ister, ne de başkası için."
1214 Ebu Gatafan
el-Mürri'nin anlattığına göre, babası Tarif, ihramlı iken bir kadınla evlenmiş
ise de Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu nikahı reddetmiştir.
1215 Ebu
Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hudeybiye Sulhu yapıldığı sene, bir gün
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından bir grupla birlikte, Mekke
yolu üzerinde bir yerde oturuyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bizden
ileride (konaklamış) idi. Ben hariç herkes ihramlıydı. Halk vahşi bir eşek
gördü, ben o sırada meşguldüm, ayakkabımı tamir ediyordum. Gördüklerinden beni
haberdar etmediler, onu kendiliğimden görmüş olmamı istiyorlardı. Bir ara
aralarında bir gülüşme oldu. Birden etrafıma bakındım (ve bu esnada) hayvanı
gördüm. Hemen (Cerade adındaki) atıma gidip eğerledim ve bindim. (Acelemden)
kamçıyı ve mızrağı unutmuştum. "Kamçı ve mızrağımı bana verin!" diye
seslendim. "Hayır, dediler, vallahi bu işte sana yardımcı olmak
istemeyiz." Öfkelendim. İnip onları aldım. Tekrar binip, eşeğe doğru hızla
gittim, (yetişip) avladım. Beraberimde getirdim, ölmüştü. Arkadaşlarım etinden
yediler. Ancak sonradan ihramlı iken yeyip yememe hususunda şekke düşüp
(yediklerine pişman oldular). Yürüdük, ben bir parça ayırdım. Resûlullah'a
kavuşunca, bu meseleyi sorduk. "Beraberinizde birşeyler kaldı mı?"
dedi. Ben: "Evet!" diyerek parçayı uzattım, ihramlı olduğu halde, ondan yedi.
Ve: "Bu bir taamdır. Onunla Allah size ikramda
bulunmuştur!"dedi." Bunlarda gelen bir ziyade şöyledir:
"(Resûlullah:) "O helaldir, yiyin (dedi)." Bir diğer rivayette:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara şunu söyledi: "Sizden biri (hayvanı
yakalamak üzere) saldırmasını emretmedi veya ona hayvanı göstermedi mi?" Onlar:
"Hayır!" diye cevap verince, (Resûlullah:) "Öyleyse yiyin!"
buyurdu." Bir diğer rivayette: "(Resûlullah): İşaret ettiniz veya
yardım ettiniz veya saldırmasını sağladınız mı?" (diye
sordu)."
1216 Sa'b İbnu Cessame (radıyallahu anh)'nin anlattığına
göre, kendisi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, Ebva veya Vehdan'da
(canlı) bir yaban eşeği hediye etmiştir. Ancak Resûlullah bunu kendisine iade
etmiş, Sa'b'ın üzüldüğünü yüzünden anlayınca: "Bunu sana iade edişimizin sebebi
ihramlı oluşumuzdur" demiştir.
1217 Nesai'nin kaydettiği diğer bir
rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır: "Sa'b İbnu Cessame
(radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, ihramlı iken,
Kudeyd'de ucundan kan damlayan bir vahşi eşek budu hediye etti. Resûlullah, bu
hediyeyi Sa'b'a iade etti (kabul etmedi)."
1218 Hz.Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Siz ihramlı iken, bizzat avlamamış iseniz veya (sizin arzunuzla) sizin için
avlanmamış ise kara av hayvanları(nın eti) size
helaldir."
1219 Abdurrahman İbnu Osman anlatıyor: "Biz ihramlı
iken Talha ile beraberdik. Bize bir kuş hediye edildi. Bu sırada Talha
yatıyordu. Kuş etinden bazılarımız yedi, bazılarımız çekinip yemedi. Talha
uyanınca yiyenleri.te'yid etti ve: "Biz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la
birlikte onu yedik" dedi."
1220 Abdullah İbnu Amir İbni Rebia
anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a Arc'ta iken bir av eti getirildi.
Arkadaşlarına: "Yiyiniz!" dedi. Onlar: "Sen yemiyor
musun?" diye sordular. "Ben, dedi, sizin durumunuzda değilim, bu
hayvan benim için avlandı."
1221 Urve merhum anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'ye: "Bir av hayvanı benim için avlanmamışsa bu bana helal mi,
haram mı?" diye sormuştum, şu cevabı verdi: "Ey kızkardeşimin oğlu,
o (ihram müddeti) on gündür. İçinde bir seğrime (rahatsızlık, şüphe) hissedersen
bırakıver (yeme)."
1222 el-Behzi (radıyallahu anh) -ki ismi Zeyd
İbnu Ka'b'dır- anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye gitmek
düşüncesiyle ihramlı olarak (Medine'den) çıktı. Ravha nam mevkiye varınca orada
kesilmiş bir vahşi eşekle karşılaştılar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
bundan bahsedildi: "Bırakın onu, dedi, sahibi hemen
gelebilir!" Derken hayvanın sahibi Behzi geldi ve Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam),ı bularak: "Ey Allah'ın Resûlü, bu eşeği
(size bıraktım) dilediğiniz gibi tasarruf edin!" dedi. Resûlullah derhal Hz. Ebu
Bekir'e emrederek, yol arkadaşları arasında taksim etmesini"
söyledi. Sonra yola devam edip İsaye nam yere geldi. Burası Ruveyse
ile Arc arasında bir yer idi. Sıcak bir gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir
ceylan vardı. -Ravi der ki- "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir şahsa,
herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı rahatsız ettirmemesini
emretti."
1223 Urve (rahimehullah) anlatıyor: "Zübeyr (radıyallahu
anh) ihramlı olduğu halde (yemek üzere yanına) güneşte kurutulmuş ceylan eti
dizisini azık olarak alıyordu."
1224 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz, hacc veya umre için Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le
birlikte yola çıkmıştık. Yo1 esnasında bir çekirge sürüsüne rastladık. Kamçı ve
yaylarımızla vurmaya başladık. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bunu yeyin,
zira o deniz avından (sayılır)" dedi."
1225 Ka'bu'l-Ahbar demiştir
ki: "Çekirge deniz avı(ndan sayılmış)dır."
1226 Muvatta'da şu
ziyade var: Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ka'b'a sordu: "Nereden biliyorsun (ki
çekirge deniz avıdır)?" Ka'b şu cevabı verdi: "Ey mü'minlerin emiri,
nefsimi yed-i kudretinde tutan Zat-ı Zülcela1'e yemin ederim, bu (bir nevi)
balık hapşırmasıdır, her yıl iki sefer hapşırır."
1227 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Esma Bintu Umeys, Muhammed İbnu Ebi Bekir'in
doğumu sebebiyle Şecere nam nevkide nifas olmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), Hz.Ebu Bekir (radı-yallahu anh)'i görüp, kadına yıkanıp ihrama
girmesini emretmesini söyledi."
1228 Esma Bintu Ümeys (radıyallahu
anha) Muhammed'i Beyda'da doğurduğunu söylemiş, önceki hadisteki durumu aynen
zikretmiştir." Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle denir:
"(Esma..) Zülhuleyfe'de Muhammed'i doğurdu). Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona
yıkanmasını sonra da ihrama girmesini emretti." Nesai, bir başka
rivayette şu ziyadeyi ilave eder: "...sonra hacc için ihrama girmesini, Ka'be'yi
tavaf hariç, herkesin yaptıklarını aynen yapmasını (emretti)." Yine
Nesai'nin bir başka rivayetinde (Esma) şöyle demiştir: "Resûlullah'a
(birisini) göndererek: "Ne yapayım?" diye sordurdum. Bana: "Yıkan, (kan gelen
kısma) sargı bağla, sonra da ihrama gir" haberini
gönderdi."
1229 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den yapılan bir
rivayete göre, hacc veya umre için ihrama giren hayızlı kadın hakkında, "Kadın
dilerse umre veya haccı için ihrama girer, ancak Beytullah'ı tavaf edemez, Safa
ile Merve arasındaki sa'yi de yapamaz. Bunlar dışındaki bütün menasike
insanlarla birlikte katılır. Temizleninceye kadar mescide yakın
olmaz."
1230 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar
mikata gelince gûslederek ihrama girerler ve Beytullah'a olan tavaf hariç bütün
menasiki ifa ederler."
1231 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Beş hayvan
vardır, bunların öldürülmesi ihramlıya günah değildir: Karga, çaylak, akrep,
fare, kelb-i akûr." Bir rivayette şöyle denmiştir: "Bunları,
Harem'de ve ihramda iken öldürene günah yoktur." Ebu Davud ve
Tirmizi'nin, Ebu Saidi'l-Hudri'den kaydettikleri bir rivayette: "Adi yırtıcılar"
da denmiştir. Bundan maksad insana saldırıp
yaralayandır.
1232 Alkame İbnu Ebi Alkame, annesinden rivayet
etmiştir ki: "Annesi, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'yi ihramlı iken bedenini
kaşıyan kimse hakkında soru sorulunca dinlemiştir. Hz. Aişe şu cevabı verir:
"Evet, kaşınsın ve şiddetle kaşısın." Sonra Hz. Aişe ilave eder: "Ellerimi
bağlasalar, (kaşınmak için ayaklarımdan başka bir imkanım olmasa) ayaklarımla
kaşınırım."
1233 Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Hacc yapmak üzere Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte
çıktık. Arc nam mevkiye kadar geldik. Orada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
konakladı, biz de konakladık. Hz. Aişe (radıyallahu anha) Resûllullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yanına oturdu. Ben de babam Ebu Bekir'in yanına
oturdum. Resûlullah'ın binek devesi ile, Hz.Ebu Bekir'in binek develeri tekdi ve
o da Ebu Bekir'e ait bir köle ile birlikte (yolda) idi. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) oturup, kölenin gelmesini beklemeye başladı. Köle geldi ama beraberinde
deve yoktu. Hz.Ebu Bekir (radıyallahu anh): "- Deven nerde?" diye sordu.
Köle: "- Sabahleyin onu kaybettim!" dedi. Ebu Bekir (radıyallahu
anh): "- Tek bir deveyi kayıp mı ettin!" deyip köleye vurmaya
başladı. Resûlullah bu sırada gülüyor ve şöyle diyordu:
" Şu ihramlıya bakın neler de yapıyor!"(İbnu Ebi Rizme der ki: Resûlullah: "Şu
ihramlıya bakın neler de yapıyor?" deyip gülüyor, (başka bir Şey
söylemiyordu)."
1234 Rebia İbnu Abdillah: "Hz. Ömer (radıyallahu
anh)'i ihramlı iken (Mekke ile Medine arasındaki Sükya köyünde) devesinin
kurtlarını alıp toprağa atarken gördüm."
1235 Nafi' anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), ihramlının, devesinden pire veya güve gibi
haşereleri temizlemesini mekruh addederdi."
1236 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) şunu söyledi: "Sizin Beyda'nız, hakkında Resûlullah'a
iftira ettiğiniz şurasıdır. Ama, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sadece
mescidin -yani Zülhuleyfe mescidininyanında ihrama girip telbiye
getirdi." Bir rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Şecere nam mevkide devesine bindiği zaman telbiye
getirdi." Nesai'nin diğer bir rivayetinde denir ki: "İbnu Ömer'e:
"Seni deven kaldırdığı zaman telbiye çeker gördüm" diye sorulmuştu. Şu cevabı
verdi: "Çünkü Resûlullah böyle yapmıştı."
1237 Hz.Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam) öğleyi kıldı.
Sonra devesine bindi. Beyda tepesine çıktığı zaman telbiye getirdi."
Nesai, bir diğer rivayette şu ziyadeyi kaydetti: "Öğleyi kıldığı zaman hacc ve
umre için ihrama girdi."
1238 Ebu Cübeyr anlatıyor: "İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'a dedim ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, vacib
kıldığı zaman, getirdiği telbiye hususunda Ashab'ın ihtilafına doğrusu hayret
ediyorum!" Bana şu cevabı verdi. "Bu meseleyi ben herkesten iyi biliyorum.
Aslında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tek bir hacc yaptı. Bütün ihtilaflar
bununla ilgili. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hacc maksadıyla
(Medine'den) yola çıktı. Zülhuleyfe Mescidi'ne gelip iki rekatlık ihram namazını
kılınca, haccı fiilen olduğu yerde başlattı. Namazı bitirince de hacc için
telbiyede bulundu. İşte bu telbiyeyi bır kısım insanlar işitti. Bunu kendisind
en ben de (işittim ve) hatırımda tuttum. Sonra hayvanına bindi. Devesi onu
yerden kaldırınca tekrar telbiye getirdi. Bu ikinci telbiyeyi de işitenler oldu.
(Her seferinde telbiyeleri) farklı kimselerin işitmesi, insanların dağınık ve
hareket halinde olmalarındandı. Böylece, devesi onu kaldırdığı zaman çektiği
telbiyesini de yeni insanlar işitti. İşte bunlar: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), devesi kaldırdığı zaman telbiye getirdi"dediler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yoluna devam etti. Beyda tepesine çıkınca da
telbiye getirdi. Bu telbiyeyi de işiten başkaları vardı. Bunlar: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Beydaya çıkınca telbiye getirdi" dediler. Allah'a kasem
olsun! Resûlullah namazgahında haccı başlattı. Devesi kaldırdığı zaman telbiye
getirdi, sonra Beyda tepesine çıkınca orada da telbiye getirdi."
Said İbnu Cübeyr sözüne devamla dedi ki: "İbnu Abbas'ın sözünü esas alanlar
(Zülhuleyfe 'deki) namazgahta iki rek 'atlık ihram namazını kılar kılmaz telbiye
getirdi."
1239 Nafi' diyor ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
Harem bölgesinin en yakın yerine geldi mi telbiyeyi artık bırakırdı. Sonra zu
Tuva nam mevkide geceyi geçirir, orada sabah namazını kılar, sonra yıkanırdı ve
derdi ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle
yapmıştı."
1240 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mukim olanlar veya umre
yapanlar, Hacer-i Esved'i istilam edinceye kadar telbiyeyi
bırakmazlar." Hadis, Tirmizi'de şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), umrede iken, Hacer-i Esved'e istilam yapınca telbiyeyi
bırakırdı."
1241 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı telbiye çekerken -bir rivayette
mülebbiyen değil, mülebbiden demiştir- işittim şöyle diyordu: "Lebbeyk Allahümme
lebbeyk. Lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'nni'mete leke
ve'l-mülk,la şerike leke." Bu kelimelere başka ilavede
bulunmuyordu.
1242 Bir rivayette şu ziyade var: "Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) derdi ki: "(Babam) Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu
anh) bu kelimelerden ibaret olan Resûlullah'ın telbiyesi ile telbiye getirir ve
şunu söylerdi: "Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyk ve sa'deyk ve'l-hayru fi
yedeyk. Lebbeyk, ve'r-rağbau ileyk ve'lamel."
1243 Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den şu ziyade vardır:
"Resûlullah şöyle telbiye getirirdi..." dedikten sonra tıpkı İbnu Ömer'in
hadisindeki gibi bir metin zikretti. Sonra Hz. Cabir'in şunu ilave ettiğini
kaydetti: "İnsanlar telbiyeye "...Zü'l-Mearic" ve benzeri kelimeler ilave
ettiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunları işitti ancak hiçbir
müdahelede bulunmadı." Zü'l-Mearic, Allah'ın isimlerinden biri olup
"yükselme yerlerinin sahibi" "yüksek dereceler sahibi" manasına
gelir.
1244 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh): "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın telbiyesinde "Lebbeyk İlahe'l-Hakk (Buyur! Hak olan
İlah!)" tabiri de vardı" demiştir.
1245 Saib İbnu Hallad
el-Ensaari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
şunu söylediler: "Cibril (aleyhisselam) bana gelip, ashabıma ve beraberimde
olanlara telbiye -veya ihlal dedi- çekerken seslerini yükseltmelerini emretmemi
emir buyurdu."
1246 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Müşrikler (haccederken şu şekilde telbiyede bulunurlardı): "Lebbeyke la şeri-ke
leke: ' Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da: "Yazık size, yeter, yeter"
buyururdu. Müşrikler (telbiyelerinin devamında): "Yalnız bir şerik müstesna, o
senin şerikindir, sen ona da, onun malik olduğu şeylere de maliksin" derlerdi.
Onlar, bunu, Kabe'yi tavaf ederken söylerlerdi."
1247 İmam Malik
(rahimehumullah) anlatıyor: "Bana ulaştı ki, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anhüm ecmain)'ye haccetmek üzere ihrama girmiş bulunan
birisi hanımı ile cinsi temasta bulunursa ne gerekir diye sual sorulmuştu. Şu
cevabı verdiler: "Bunlar (başladıkları) haccı tamamlarlar. Sonra müteakip sene
yeniden hacc yaparlar ve (ceza olarak da) kurban (hedy) keserler."
Hz. Ali (radıyallahu anh) şunu söylemiştir: "Müteakip yıl, bunlar hacc için
ihrama girince, haccı tamamlayıncaya kadar birbirlerinden
ayrılırlar."
1248 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a, Mina'da iken,
ifaza tavafından önce, hanımına cinsi temasta bulunan bir kimse hakkında
sorulmuştu, bir bedene kesmesini emretti." Bir rivayette şöyle demiştir:
"İfazadan önce ehline temas eden kimse (ceza olarak) yeni bir umre yapar ve bir
de kurban (hedy) keser."
1249 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) sırtlan öldüren için bir koç, geyik
öldüren için bir keçi, tavşan öldüren için bir çebiş (küçük keçi), Arap tavşanı
(denilen bir nevi tarla faresi) için bir kuzuya
hükmetti."
1250 Yine Muvatta'da mürsel (senetsiz) olarak
Ebu'z-Zübeyr'den gelen rivayete göre, Hz. Ömer, çekirge hakkında: "Onu kim
öldürürse -iki hakemin hükmüyle- onun karşılığını öder" diye hükmetmiştir. Şöyle
ki: Zeyd İbnu Eslem'in rivayetine göre, bir adam gelerek Hz. Ömer'e: "Ey
mü'minlerin emiri, ben ihramlı iken kamçımla birkaç çekirge öldürdüm, ne yapmam
gerekir?)" diye sormuş. Hz. Ömer ona bir avuç kadar taam yedir (tasadduk et)
cevabını vermiştir."
1251 Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e, ihramda iken öldürdüğü
çekirge hakkında sordu. Hz. Ömer, (yanında bulunan) Ka'bu'l-Ahbar'a: "Gel
beraber hükmedelim" dedi. Ka'b: "Bir dirhem tasadduk etmesi gerekir" diye
hükmetti. Hz. Ömer ona: "Sen dirhemleri buluyorsun. Şurası muhakkak ki hurma,
çekirgeden daha hayırlıdır" dedi.
1252 İbnu Sirin (rahimehullah)
anlatıyor: "Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ben ve arkadaşım
ihramlı olduğumuz halde Akabe'deki bir tepeye doğru atlarımızla yarış yaptık ve
bu esnada bir ceylan öldürdük. Bu fiilimize hükmünüz nedir?" diye sordu. Hz.
Ömer (radıyallahu anh), yanında bulunan birine: "Gel beraber
hükmedelim"dedi. (İbnu Sirin) der ki: "İkisi birlikte bir keçiye
hükmettiler. Bunun üzerine adam döndü ve (yanındakilere): "Ömer'e bakın,
mü'minlerin emiri ama, bir ceylan hakkında hüküm veremiyor, yardımcı olarak bir
adam çağırıyor!" dedi. (Bu sözü işiten) Hz.Ömer (radıyallahu anh), adamı
çağırtıp: "Sen Maide süresini okudun mu?" diye sordu.
Adam: "Hayır!" deyince: "Pekiyi (hüküm vermede yardımını
istediğim) bu adamı tanıyor musun?" dedi. Adam bu soruya da:
"Hayır!" deyince Hz. Ömer: "Eğer, Maide süresini okuduğunu
söyleseydin dayakla canını yakacaktım" dedi ve ilave etti: "Cenab-ı
Hakk Kitab-ı Mubin'inde: "Ey iman edenler... İçinizden adalet sahibi iki adam
hüküm (ve takdir) edecektir..." (Maide 95) buyurmuştur. Ve şu da Abdurrahman
İbnu Avftır."
1253 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"Kim, haccın nüsükünden farzları dışında bir şey unutur veya terkederse bir kan
(dem) akıtsın."
1254 Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den rivayete
göre, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hacc-ı ifrad
yapmıştır."
1255 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) buyurmuştur ki:
"Babam Ömer (radıyallahu anh) dedi ki): "Haccınızla umrenizin arasını ayırın.
Zira böyle yapmak, sizden birinin haccının daha mükemmel olmasını sağlar.
Umrenizin mükemmel olması da, onu hacc ayları dışında yapmaya
bağlıdır."
1256 Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'den yapılan rivayete
göre şöyle buyurmuştur: "Ey Resûlullah'ın ashabı! Biliyor musunuz, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şunu şunu yapmayı yasakladı, kaplan derilerine oturmayı
yasakladı?" Dinleyenler: "Evet (biliyoruz!)" dediler. Hz.Muaviye (radıyallahu
anh) tekrar sordu: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın hacc ile umrenin
arasını birleştirmenizi (hacc-ı kıran yapmanızı) da yasakladığını biliyor
musunuz?" Yanındakiler: "Hayır, bunu bilmiyoruz!" dediler. Hz. Muaviye
(radıyallahu anh): "Öyleyse bilin, bu da öbürleriyle birlikte
(yasaklar arasında). Ne var ki, sizler unutmuşsunuz!"
dedi.
1257 Hz. Cabir ve Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anhüma)
şöyle demişlerdir: "Biz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte hacc
için avazımızın çıktığı kadar yüksek sesle telbiye getirerek (Mekke'ye)
geldik."
1258 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)"ı hacc ve umre her ikisi için de (ihrama girip) telbiye
çekerken işittim." Bekr İbnu Abdillah el-Müzeni demiş ki: "Ben bunu Abdullah
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e söyledim. Bana: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) sadece hacc için telbiye getirdi" diye cevap verdi. Sonra
tekrar Enes (radıyallahu anh)'le karşılaştım ve İbnu Ömer'in sözünü kendisine
aktardım. Bana (kızarak): "Galiba bizi çocuk yerine koyuyorsunuz.
Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı: "Umre ve hacc için lebbeyk!" derken
işittim"dedi."
1259 Ebu Vail (radıyallahu anh) anlatıyor:
"es-Subeyy İbnu Ma'bed dedi ki: "Ben Hıristiyan bir bedevi idim. Sonradan
Müslüman oldum. Kabilemden Hüzeym İbnu Sürmüle adında bir kimseye gelerek: "Hey
adamım, ben cihad hususunda hırslıyım. Hacc ve umre yapmayı da üzerime vecibe
buldum. Ben bu ikisini nasıl birleştirebilirim?"diye sordum. Bana:
"İkisini birleştir ve kolayına gelen bir kurban kes" dedi. Ben de ikisine birden
(niyet edip) ihrama girdim. (Küfe'ye bir merhale mesafedeki) Uzeybe nam mevkiye
geldiğim zaman Selman İbnu Rebia ve Zeyd İbnu Sühan ile karşılaştım. Ben hacc ve
umre her ikisi için ihramdaydım. Biri diğerine benim hakkımda: "Bu
adam devesi kadar da bilgili değil" dedi. Bunu işitince tepeme dağ yıkıldı
zannettim. Doğru Ömer İbnu'1-Hattab (radıyallahu anh)'agittim. Ben, hac ve umre
her ikisi için de ihramımı devam ettirerek, hikayemi anlattım. Hz. Ömer
bana: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) sünnetine irşad
edilmişsin" dedi."
1260 Cafer İbnu Muhammed babasından naklediyor:
"Mikdad İbnu'1-Esved, (Mekke yolu üzerindeki Sükya nam karyede) Hz. Ali
(radıyallahu anh)'nin yanına girdi. Hz. Ali, bu sırada develerine un ve ağaç
yaprağı karışımı yemlerini veriyordu. Mikdad: "Şu Osman İbnu Affan
(radıyallahu anh) hacc ve umrenin arasını birleştirmeyi yasaklıyor" dedi. Hz.
Ali (radıyallahu anh), ellerinde un ve yaprak bulaşığı olduğu halde dışarı
çıktı. -Kollarındaki un ve yaprak bulaşığını hiç unutmayacağım- doğru Hz.
Osman'ın yanına girdi. "Sen, dedi haccla umrenin arasını
birleştirmeyi yasaklıyormuşsun, oğru mu?" Hz. Osman (radıyallahu anh) şu cevabı
verdi: "Bu benim reyimdir!" Hz. Ali: "Umre ve hacc için
lebbeyk!" diyerek, öfkelenmiş olarak çıktı."
1261 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hacc ve umreyi
birleştirip, her ikisi için de tek bir tavaf yaptı."
1262 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Hac ile umreyi birleştiren kimseye tek
bir tavaf yeterlidir. İkisinin ihramından birlikte
çıkar."
1263 Tirmizi'de şöyle gelmiştir: "Kim hacc ve umre için
ihrama girerse, her ikisinin de ihramından çıkıncaya kadar, tek tavaf, tek sa'y
yeterlidir.
1264 Nafi' alatıyor: "Haccac-ı Zalim, Abdullah İbnu
Zübeyr (radıyallahu anh)'le savaşmak üzere Mekke'ye indiği zaman, Abdullah İbnu
Abdillah ile Salim İbnu Abdillah geldiler ve Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anhüm)'le konuştular: Kendisine: "Bu yıl haccı terketmen sana bir
zarar vermez. Zira biz, halk arasında savaş çıkıp seninle Beytullah arasına
girileceğinden korkmaktayız"dediler. Abdullah onlara: "Benimle
Beytullah arasına girilerek engel çıkarılırsa, ben de Kureyş'in Hz. Peygamber'le
Beytullah arasına girdiği zaman Resûlullah'ın davrandığı şekilde davranırım.
Şahid olun, şu anda umreye niyet ettim!"dedi ve derhal kalkıp Zülhuleyfe'ye
gitti. Umreye niyet ederek ihram giydi, telbiye getirdi. Sonra şunu
söyledi: "Yolumu serbest bırakırlarsa umremi tamamlarım. Beytullah'la aramda
engel olurlarsa Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yaptığı gibi yaparım." Ve
şu ayeti tilavet etti. (Mealen): 'Resûlullah'ta sizler için güzel örnek vardır"
(Ahzab 21). Sonra yoluna devam etti ve Beyda sırtına kadar geldi.
Orada: "Bunların ikisinin hükmü de aynı. Eğer benimle umrem arasına girip mani
olurlarsa haccıma da mani olmuşlar demektir. Sizleri şahid kılıyorum, umre ile
birlikte hacca da niyet ettim" dedi. Yoluna devam etti. Kadid'e geldiği zaman
bir kurbanlık aldı. Sonra (Mekke'ye girip) hacc ve umre her ikisi için tek bir
tavafyaptı." Bir rivayette şöyle denmiştir: "Her ikisi için de
ihrama girdi ve böylece Mekke'ye geldi. Beytulah'ı tavaf etti. Safa ve Merve
arasında sa'y etti, buna bir ilavede bulunmadı, ne kurban kesti, ne traş oldu,
ne taksirde bulundu, ne de ihramla haram ettiği şeylerden birini nefsine helal
kıldı. Kurban gününe kadar bu hal üzere devam etti. O gün kurban kesti, traş
oldu. İlk yaptığı tavafla hem haccın hem de umrenin tavafını yerine getirdiği
kanaatinde idi. Sonunda: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle
yapmıştı" dedi."
1265 Abdullah İbnu Şakik anlatıyor: "Hz. Osman
(radıyallahu anh) hacc sırasında temettuda bulunmayı yasaklıyor, Hz. Ali de bunu
emrediyordu. Hz. Osman, Hz. Ali (radıyallahu anhüma)'ye bir kelam söyledi. Hz.
Ali (radıyallahu anh): "Sen de biliyorsun ki biz, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'la birlikte haccederken temettu haccı yaptık" dedi. Hz. Osman da:
"Evet, ama biz korkuyorduk" dedi." İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz.
Osman (radıyallahu anhüm ecmain) hacc-ı temettu yaptılar. Bunu ilk yasaklayan
Hz. Muaviye (radıyallahu anh) oldu."
1266 Sa'd İbnu Ebi Vakkas
(radıyallahu anh) demiştir ki: "Biz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile
hacc-ı temettu yaptığımız zaman bu adam -ki Muaviye'yi kasteder- Urş'ta -ki
Urş'la cahiliye devrndeki Mekke evlerini kasteder-
kafirdi."
1267 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Veda haccında umre ile hacca kadar temettuda bulundu ve
kurban kesti. Kurbanını Zülhuleyfe'den itibaren beraberinde götürdü. Menasikin
icrasına (umre için niyetli) başlayıp, umre telbiyesi getirdi. Sonra hacc için
telbiye getirdi. Beraberindeki ashabı da umre ile hacca kadar temettuda
(istifade) bulundu. Hacc kafılesi içerisinde kurbanı olanlar da vardı,
olmayanlar da. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye geldiği
zaman halka hitaben: "Kimin kurbanı varsa, haccını tamamlayıncaya kadar ihramdan
çıkmasın, kimin kurbanı yoksa tavaf ve sa'yini yapsın, saçını kısaltarak
ihramdan çıksın. Sonra hacc için tekrar ihrama girip kurbanını kessin, kim
kurban bulamazsa hacc sırasında üç gün, evine dönünce de yedi gün olmak üzere
(on gün) oruç tutsun" buyurdu."
1268 İkrime anlatıyor: "İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'a müt'atul-hacc'dan sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Veda
haccında, Muhacirler, Ensariler ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
zevceleri hep ihrama girdiler, biz de girdik. Mekke'ye geldiğimiz zaman
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kurbanlık nişanlıyanlar hariç,
herkes hacc için giydiği ihramı umreye çevirsin" diye emretti. Biz de
Beytullah'ı tavaf etik. Safa ve Merve'de sa'y yaptık. (İhramdan çıkarak)
kadınlarımıza geldik, elbiselerimizi giydik. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Şunu da söylemişti: "Kim kurbanlık nişanlamışsa, kurbanlığı
mahalline varıncaya kadar ihramdan çıkmasın!" Terviye akşamında (yani
Zilhicce'nin 8. günü) bize hacc için ihrama girmemizi emretti. (Harem bölgesinin
dışına çıkarak ihramlarımızı giyerek hacca başlayıp) menasiki tamamladığımız
zaman Mekke'ye geri gelip Beytullah'ı, Safa ve Merve'yi tavaf ettik. Böylece
haccımız tamamlanmış, ayet-i kerimenin buyurduğu üzere (Mealen): "Haccı da
umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan)
alıkonursanız, o.halde kolayınıza gelen kurban gönderin..." (Bakara 196)
üzerimizde kurban borcu kalmıştı."
1269 Ebu Zer (radıyallahu anh)
demiştir ki: "Haccda mut'a sadece Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ashabına
hastır."
1270 Ebu Davud'daki rivayette şöyle denmektedir: "Ebu Zer
(radıyallahu anh), hacca niyetle ihram giyip sonradan bunu umreye çevirenler
hakkında şöyle diyordu: "Bu, sadece Hz. Peygamber'le haccedenlere has bir
ruhsattı."
1271 Ebu Cemre anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'a mut'à'dan sordum; bana onu yapmamı emretti, haccda kesilen kurbandan
sordum. "Bu hususta, dedi, deve veya sığır veya davar veya kana ortak olmak
imkanları var (bunların hepsi meşrudur)." Ebu Cemre der ki:
"İnsanlar mut'ayı mekruh addediyorlardı. (Eve gelip) uyudum. Rüyamda birisini
gördüm (bana gelip): "Makbul umre, mebrür hacc!" diye müjdeledi. Hemen İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma)'a gelip haber verdim. Bana: "Allahu ekber!
Ebu'l-Kasım (aleyhissalatu vesselam)'ın sünneti!"dedi."
1272 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Kim hacc aylarında umre yapar, sonra
Mekke'de hacc zamanı gelinceye kadar ikamet ederse bu kimse, hacc da yaparsa
mütemettidir. Bu durumda kolayına gelen bir kurban kesmesi vacib olur. Eğer
kurban bulamazsa, üç günü hacc sırasında, yedi günü de döndüğü zaman olmak üzere
(on gün) oruç tutar. " İmam Malik der ki: "Bu hüküm, o kimsenin hacc
zamanına kadar orada ikamet etmesi ve aynı sene içinde hacc yapması halinde
caridir." Muvatta'nın bir diğer rivayetinde der ki: "Allah'a yemin
olsun, haccdan önce umre yapıp (bu sebeple) kurban kesmem, haccdan sonra
Zilhicce ayında umre yapmamdan daha sevimlidir."
1273 Abdurrahman
İbnu Harmele el-Eslemi anlatıyor: "Bir adam gelip Said İbnu'l-Müseyyib'e:
"Haccdan önce umre yapayım mı?"diye sormuştu. Şöyle cevap verdi:
"Evet, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) haccetmezden önce umre
yaptı."
1274 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Ömer İbnu Ebi Seleme, Hz.
Ömer (radıyallahu anh)'den, Şevval ayında umre yapmak için izin istedi.O da izin
verdi. İbnu Ebi Seleme umre yapıp ailesine döndü,
haccetmedi."
1275 Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle demiştir:
"Oruç, umre yapıp hacca kadar temettuda bulunup da hacc için ihrama girmesinden
arefe gününe kadar kurban bulamayan kimse içindir. Eğer orucu tutmazsa, Mina
günlerinde tutar" İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) de böyle
hükmediyordu.
1276 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Veda
haccında),Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve ashabı (radıyallahu anhüm),
hacc için ihrama girdikleri vakit, Resûlullah ile Talha hariç, hiç kimsenin
kurbanlığı yoktu. O sırada Hz. Ali, beraberinde bir kurbanlık olduğu halde
Yemen'den geldi. Ve derhal: "Ben de Resûlullah'ın niyet ettiği şeye niyet ederek
ihram giydim" deyip katıldı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ashabına bu hacclarını umreye çevirmelerini, tavaf yapmalarını, (sa'y
yapmalarını), beraberinde kurbanlığı olanlar hariç saçlarını kısa keserek
ihramdan çıkmalarını emretti. Bir kısmı itiraz ederek: "Yani henüz
cenabetken Mina'ya mı gideceğiz?" dediler. Bu söz Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e ulaşmıştı: "Geride bıraktığım işlerimi tekrar bulsaydım kurban
getirmezdim. Eğer, beraberimde kurbanlığım olmasaydı, ben de ihramdan çıkardım"
dedi.44) Bu sırada Hz. Aişe (radıyallahu anha) hayız oldu.
Beytullah'ı tavaf hariç, haccın bütün menasikini yerine getirdi. Temizlenince de
tavafı yaptı. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Sizler hem umre hem de
hacc yapmış olarak burdan ayrılacaksınız, ben ise sadece haccla
ayrılacağım!" Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
oğlan kardeşi Abdurrahman İbnu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma)'e, Hz. Aişe'yi
(Harem bölgesinin dışında yer alan) Ten'im'e götürmesini emretti. (Hz. Aişe
adıyallahu anha) orada ihram giyerek) haccdan sonra umre yaptı."
45)
1277 Buhari'nin bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir:
"(Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Mekke'ye gelince ashabına:"İhramınızdan
çıkın. Önceki niyetinizi müt'aya çevirin!" dedi. Ashab: "Biz önce
"hac" diye ismen belirterek niyet etmişken, şimdi nasıl müt'aya çevirebiliriz?"
diye itiraz ettiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) : "Ben size
ne söylüyorsam onu yapın. Eğer kurbanlık getirmemiş olsaydım, size emretmiş
bulunduğumu ben de yapardım. Ancak, kurbanım (Mina'daki kesim) mahalline
ulaşmadan ihramlıya haram olan şeylerden hiçbirisi bana helal olmaz!" dedi.
Bunun üzerine Ashab-ı Kiram Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın emrini yerine
getirip ihramdan çıktılar."
1278 Yine Buhari'nin bir başka
rivayetinde şu ziyade yer alır: "Biz Mekke'ye Zilhicce ayının dördünde
gelmiştik. Müslim in bir rivayetinde şu ibareye de yer verilmiştir: "Bize
ihramdan çıkmamız, hacc için yaptığımız niyyetin umreye çevrilmesi emredilmişti.
Bu, bize çok imkansız bir emir geldi ve hepimizin canını sıktı.
Memnuniyetsizliğimiz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ulaştırıldı. Ona
semavi bir şey (haber) mi ulaştı, insanlardan mı bir şey ulaştı bilemiyoruz, her
ne ise, bize şu hitabda bulundu: "Ey nas, ihramdan çıkın. Eğer
beraberimde kurbanlığım olmasaydı,ben de sizin gibi yapardım!" (Resûlullah'ın bu
kesin emri üzerine) ihramdan çıktık. Hatta hanımlarımızla münasebet-i cinsiyede
bile bulunduk. İhrama girmemiş olan bir kimsenin yaptığı her şeyi yaptık. Bu hal
terviye gününe (Zilhicce'nin sekizinci günü) kadar devam etti. O gün gelip,
Mekke'yi arkada bıraktığımız vakit, hacca niyet ederek ihrama
girdik."
1279 Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denir: "Biz,
hacc-ı ifrad için ihram giyip Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte
ilerledik. Hz. Aişe (radıyallahu anha) de umre için ihrama girdi. Seref'e
gelince Hz. Aişe hayız oldu. (Mekke'ye) gelince Kabe'yi, Safa ve Merve'yi tavaf
ettik. Sonra, beraberinde kurbanlık olmayanların ihramdan çıkmaları
emredildi. "Neleri nefsimize helal edeceğiz?" diye sorduk.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "(İhramlıya yasak olan)
her,şeyi!" dedi. Bunun üzerine kadınlarımızla da yattık, kokular süründük,
elbiselerimizi giydik. (Bunların hepsini yaparken) bizimle arefe (yani hacc
ihramı giyme) günü arasında sadece ve sadece dört gece vardı. Sonra
terviye günü (Zilhicce'nin 8'i) tekrar ihrama girdik. Bir ara Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin yanına girmişti, onu
ağlıyor buldu. "Neyin var?" diye sordu. "Hayız oldum,
herkes ihramdan çıktı, ben çıkamadım, tavafımı da yapamadım. Herkes artık
(umresini tamamladı), hacc için (Arafat'a)çıkıyor!" diyerek yakındı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bu hal, Cenab-ı Hakk tarafından Adem
(aleyhisselam)'in kızlarına yazılmış bir kaderdir, (sana mahsus bir kusur
değil). Sen de, (ihrama giren herkesin yaptığı gibi) yıkanı ve hacc için ihrama
gir' dedi. O da öyle yaptı. (Mina, Arafat ve Müzdelife'deki) vakfelerin hepsine
katıldı. Hayızdan temizlenince de (ifaza) tavafını yaptı. (Bunlar bittikten
sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Aişe (radıyallahu
anha)'ye: "Artık hem haccını hem de umreni yapmış, her ikisinin de
ihramından çıkmış oldun!" dedi. Hz. Aişe (radıyallahu anha): "Ancak
benim içimden Beytullah'ı tavaf etmeden hacc yaptığım hissi geçiyor" dedi. Bunun
üzerine (oğlan kardeşine seslenerek): "Ey Abdurrahman (kızkardeşin)
Aişe yi Ten'im'e götür, orada umre için ihrama girsin!" dedi. Bu vak'a Hasbe
gecesi cereyan etmişti Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mülayim bir insandı.
Hz. Aişe (radıyallahu anha) birşey arzu etti mi onun arkasını takip eder (yerine
getirirdi)."
1280 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir:
"... Deve ve sığırda ortak olmamız emredildi. Bizden her yedi kişi bir deveye
iştirak edecekti." Yine Müslim'in bir başka rivayetinde: "Ne
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ne de Ashab (radıyallahu anhüm), hiç kimse,
Safa ile Merve arasında ilk tavafın dışında başka bir tavaf yapmadı"
denmiştir.
1281 Ebu Davud ve Nesai'de şu ziyade gelmiştir: "Süraka
İbnu Malik (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü, bu sene (hacc
sırasında) yaptığımız temettu bu yıla mı has, bundan sonra her haccda ebediyen
yapılacak mı?" diye sormuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Elbette, ebediyen yapılacaktır!"cevabını verdi"
(48).
1282 Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Nesai de kaydedilen bir
rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "(Cahiliye Arapları) hacc
aylarındaki umreyi yeryüzünde işlenebilen günahların en büyüğü biliyorlardı.
Keza Muharrem ayını da Safer diye isimlenirip: "Bere iyileşip eser kalmadığı ve
Safer ayı çıktığı vakit umre yapmak isteyene umre helal olur" diyorlardı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Ashab-ı Güzin (radıyallahu anhüm)'i, hacc
için ihrama girmiş olarak 4 Zilhicce sabahı (Mekke'ye) geldiler. (Gelir gelmez)
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), hacc niyetlerini umreye tahvil etmelerini
emretti. Bu, Ashab nezdinde büyük bir hadise oldu. "- Ey Allah'ın
Resûlü, neleri helal addedeceğiz?" diye sordular. "Bütün (ihram haramları) helal
olacak!" diye cevap verdi." Nesai'deki rivayette: Eser yerine veber
(yün) denmiştir. Mana: "Yün çoğalınca" olur. Keza "Safer ayı çıkınca" tabirinden
sonra: "Veya şöyle dedi: Safer ayı girince" tabiri ilave
edilmiştir.
1283 Müslim ve Tirmizi'de şöyle gelmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Umre, kıyamete kadar hacca dahil
oldu:Yani, umre ameli, hacc-ı kıran yapmak isteyenin hacc ameline dahil
oldu."
1284 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz hacc
aylarında, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte, hacc için ihrama
girmiş olarak, hacc gecelerinde yola çıkıp Seref nam yere indik. Orada
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kimin beraberinde kurbanlığı yoksa,
haccını umre yapmak isteyen umreye çevirsin. Beraberinde kurbanlığı olan bunu
yapmasın" dedi. Hz. Aişe sözünde devamla der ki: "Ashab'tan bazısı umreye niyet
etti, bazısı da terketti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile, gücü yerinde
olan bazısının yanında kurbanlığı vardı. (Bir ara) Resûlullah yanıma
gelince beni ağlar buldu. "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Ben ashabına söylediklerini işittim ve umre yapmaktan engel olundum!" dedim.
Bunun üzerine: "Neyin var?" diye tekrar sordu. "Namaz
kılamıyorum (hayız oldum)" dedim. "Bu sana zarar vermez. Sen Hz.
Adem (aleyhisselam)'in kızlarından bir kadınsın. Allah öbürlerine yazdığı kaderi
sana da takdir etti, bu bir kusur sayılmaz. Sen haccına devam et. Cenab-ı Hakk
inşaallah, umreyi de sana nasib edecek" dedi.
1285 Bir diğer
rivayette Hz. Aişe (radıyallahu anha) şöyle der: "Hayız halim Arefe gününe kadar
devam etti, o gün temizlendim. Ben de sadece umreye niyet etmiştim. Resûlullah
saçımı çözüp taramamı, umreyi bırakıp, hacc niyetiyle ihrama girmemi emretti.
Emrini yerine getirdim ve haccımı eda ettim."
1286 Hz. Aişe bir
başka rivayette şöyle der: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte
çıktık, kurban günü Mina'ya geldik. Ben (orada) temizlendim. Sonra Mina'dan
çıktım. Beytullah'a koştum. Sonra, Resûlullah'la birlikte nefr-i ahir (teşrik
günlerinin üçüncüsü, yani bayramın dördüncü günü = onüç Zilhicce) günü çıktık,
Muhassab'a indik. Abdurrahman (radıyallahu anh)'ı çağırdı ve:
"Kızkardeşini Harem bölgesinden çıkar (Ten'm'e kadar götür. Orada) umre için
ihram giysin. Umreyi yapınca buraya gelin, sizi dönünceye kadar burada
bekliyorum!"dedi. Ben ayrılıp (Ten'im'e gidip ihram giydim, umre yaptım)
tavaftan boşalınca, seherde yanına geldim. Yola çıkma emri verdi. Herkes göç
yükleyip Medine'ye müteveccihen hareket etti."
1287 Bir başka
rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Beytullah'a
uğrayıp sabah namazından önce tavaf etti, sonra Medine'ye hareket
etti."
1288 Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ile birlikte yola çıktık. Bazılarımız umre niyetiyle
ihrama girdi, bazılarımız hem hacc hem de umre niyetiyle ihrama girdi,
bazılarımız da sadece hacc niyetiyle ihrama girdi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da sadece hacc için ihrama girmişti. Umre için ihrama girenler,
(Vemreyi yapınca) ihramdan çıktılar. Hacc için ihrama girenler veya hacc ve umre
için ihrama girenler, yevm-i nahr'e (kurbanın birinci gününe) kadar ihramdan
çkmadılar.
1289 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle denir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Ey Abdurrahman! Kızkardeşini
devenin arkasına al, Ten im,den itibaren umre yaptır. Tepelikten inip oraya
vardın mı ihrama girsin. Zira yapacağı, kabul görecek bir umredir.
"
1290 Ebu Müsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Batha'da mola vermişken yanına uğradım. Bana: "Neye
niyetle ihrama girdin?" diye sordu: Ben: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
niyeti ile niyetlendim" dedim. Ban: "Kurbanlığın var mı?" diye
sordu. Ben: "Hayı!" dedim: "Öyleyse, dedi Beytullah'ı,
Safa ve Merve'yi tavafet ve ihramdan çık!" Resûlullah'ın bu
söylediklerini yaptım. Ailemden bir kadına uğradım. Saçlarımı tarayıp, başımı
yıkayıverdi. Ben Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in halifeliği
sırasında, halka bu şekilde fetva veriyordum. O öldü, yerine Hz. Ömer
(radıyallahu anh) halife olu. Onun zamanında, bir hacc mevsimiydi. Ben (hacc
için hazırlığa) kalkmış olduğum sırada bir adam gelip: "Fetvalarında
teennili ol. Emirü'1-mü'mininin hacc mevzuunda neler ihdas edeceğini
bilemezsin!" dedi. Ben de: "Ey insanlar, ben, kime haccla ilgili bir
fetva vermiş idiysem, teennili olsun. İşte mü'minlerin emiri size geliyor. Onu
imam edinin, ona uyun!" dedim. Hz. Ömer (radıyallahu anh) gelince
kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, kulağıma gelen nedir"? Hacc
menasikiyle alakalı yeni şeyler mi ihdas ettiniz?" diye sordum.
Bana: "Eğer Allah'ın kitabıyla amel edeceksek, bak Allah'ın kitabı
ne diyor: "Haccı da, umreyi de Allah için tam yapın..." (Bakara 196)emrediyor.
Eğer Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sünneti ile ameledeceksek. O:
"Menasikinizi benden alın" diyor ve kurbanlığı, yerine(Mina'ya) ulaşıncaya kadar
ihramdan çıkmıyor."
1291 Müslim ve Nesai'de gelen bir diğer
rivayette şöyle denir: "Ebu Müsa hacc-ı temettuya fetva veriyordu. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) ona: "Biliyorum ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve
ashabı bunu yaptılar. Ancak ben, halkın Erak 51) denilen yerde kadınlarla cima
ederek, sonra başlarından su damlar bir halde hacc yapmaya gitmelerini uygun
bulmadım" dedi."
1292 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ali'yi Yemen'e emir olarak gönderdiği
zaman ben onun yanında idim. Onunla beraber ben de (altın) kaplar elde ettim.
Hz. Ali (radıyallahu anh), (Yemen'den) Resûlullah'ın yanına gelince,
Hz.Fatıma'nın, (boyalı elbiseler giymiş), evi de (hala kokmakta olan) bir tütsü
ile tütsülemiş olduğunu gördü. (Bu kıyafet ve bu tütsünün yasak olduğu hacc
döneminde karşılaştığı bu manzaraya Ali) kızdı. Hz. Fatıma: Niye kızıyorsun?
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabına (ihramdan çıkmalarını emir buyurdu,
onlar da ihramdan çıktılar" dedi. (Bunun üzerine Hz. Ali, zevcesine: "Ben zaten
Resûlullah'ın niyyeti ile ihrama girmiştim" dedi ve) Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e uğradı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Sen ne
yaptın ?" diye sordu. Hz. Ali: "Resûlullah'ın niyeti ile
niyetlendim"deyince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ben
kurbanlık getirdim ve hacc-ı kırana niyet ettim"diye açıklamada bulundu ve Hz.
Ali (radıyallahu anh)'ye şu emri verdi: "Altmış yedi -veya altmış
altı- deve kes. Develerden otuz üç -veya otuz dört- tanesini kendin için ayır ve
develerden her birinden bir parça da (benim için) ayır."
1293 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Zülhuleyfe'de geceledi. Sabah olunca (devesine) bindi. Devesi onu Beyda'da
havaya kaldırınca, Allah'a hamdetti, tesbih etti, tekbir getirdi, tahlil
getirdi. Sonra hacc ve umre için (niyet edip) telbiye getirdi. Halk da her ikisi
için (niyet edip) telbiye getirdi. (Mekke'ye) gelince halka emretti, onlar da
ihramdan çıktılar. Bu hal terviye gününe (Zilhicce'nin 8'i) kadar devam etti.
Terviye günü hacc için ihrama girip telbiye getirdiler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) haccı ifa edince kendi eliyle ayakta olduğıu halde,
yedi deve kesti."
1294 Bilal İbnu'1-Haris (radıyallahu anh)'in
yaptığı bir rivayette şu ibare mevcuttur: "Ey Allah'ın Resûlu, hacc (için
yapılan niyet)'ı umreye çevirmek sadece bize mi hastır, yoksa bizden sonrakiler
için decaiz olacak mıdır?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bu
sadece size hastır. (Sizden sonraki Müslümanlara caiz değildir)."
Nesai, Bilal İbnu'l-Haris'ten sadece (sadedinde olduğumuz) feshu'l-hacc hadisini
tahric etmiştir. Feshu'l-hacc: Kişinin önce hacca niyet etmesi, fakat sonradan
bunu umreye çevirmesi, umre yapınca ihramdan çıkması, tekrar hacc için ihrama
girmesidir.
1295 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) umre için, ashabı da hacc için ihrama
girdi."
1296 İkrime İbnu Halid el-Mahzümi diyor ki: "İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'e haccdan önce yapılan umre hakkında (caiz mi, değil mi diye)
sordum. Bana: "Yapmakta bir beis yok. Bizzat Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)haccdan önce umre yapmıştı" cevabını
verdi."
1297 Yine Buhari'nin, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan
kaydettiği bir rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
insanlara (haccın İslam'a uygun olan) adabını öğretmesi ve Resûlullah adına
tebligatta bulunması için Hz. Ebu Bekir'i hacc emiri olarak gönderdi. Hac
kafilesi Arafat'a Zülmecaz cihetinden vasıl olunca Kabe'ye yaklaşmadı, fakat
Zülmecaz'a doğru yöneldi. Böyle yapışı, hacca umre ile niyet etmemiş olmasından
ileri geliyordu."
1298 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından bir adam, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e
gelerek, huzurunda, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ölmüş bulunduğu
hastalığı sırasında, haccdan önce yapılan umreyi yasaklarken Resûlullah'ı
işittiğine dair şehadette bulundu."
1299 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve ashabı (radıyallahu
anhüm) Mekke'ye, Yesrib hummasından bitkin düşmüş bir halde geldiler. Müşrikler
(şehirde menfi bir dedikodu yaparak): "Yarın buraya humma hastalığından dermanı
kesilmiş ve ondan çok ızdırab çekmiş bir kavim gelecek"dediler ve
(Müslümanlar'ın seyrine bakmak için) Hicr'in arkasına oturdular. (Onların
hainliğinden vahyen haberdar olan) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
celadetlerini müşriklere göstermeleri için, Müslümanlar'a tavafın ilk üç
şavtında remel yapmalarını, iki köşe arasında da adi yürüyüşle yürümelerini
emretti. Bu hali gören müşrikler: "Bunlar mı hummanın bitkin
düşürdüğünü zannettiğiniz insanlar, bunlar falan ve falandan daha sağlammış "
dediler. İbnu Abbas (radıyallahu anh) der ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı ashabına (radıyallahu anhüm) bütün şavtlarda remel
yapmalarını emretmekten alıkoyan şey onlara duyduğu merhametti."
Buhari, bu rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sulh antlaşması yaptığı sene (umre için) gelince müşriklere kuvvetlerini
göstermeleri için "hızlı yürüyün!" diye emretti. Müşrikler bu sırada Kuaykıan
dağı tarafına oturmuş (seyrediyor)lardı."
1300 Bir diğer rivayette
(İbnu Abbas) şöyle demiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Beytullah'ın
etrafında, Safa ile Merve arasında, müşriklere kuvvetini göstermek için sa'y
etti."
1301 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ızdıba yaptı, istilamda bulundu, tekbir
getirdi, sonra üç tavafta remel yaptı. Müslümanlar Rükn-i Yemani'ye varınca
Kureyş'in nazarından gizleniyor, gizlenince de normal yürüyüşe geçiyor, sonra
tekrar karşılarına çıkınca bu sefer yeniden remele geçiyorlardı. Onları böyle
remel (yaparken canlı ve kıvrak) gören Kureyş: "Bunlar ceylanlar gibiymiş"
diyorlardı. İbnu Abbas: "Remel sünnettir"
demiştir.
1302 Ebu't-Tufeyl (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) dedim ki: "Kabe'nin etrafında (tavaf
yaparken) ilk üç şavtında remel, son dört şavtında da normal yürüme yapmak
sünnet midir, değil midir? Senin kavmin buna sünnet diyorlar?" İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) bana şu cevabı verdi: "Hem doğru
söylemişler, hem de kizb etmişler." "Yani hem doğru söylemişler, hem
de kizb etmişler demekle neyi kastediyorsun?" diye açıklama istedim.
Anlattı: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye
(umretü'1-kaza için) gelmişti. Müşrikler: "Muhammed ve ashabı zayıflıktan
Kabe'yi tavaf edemez" dediler. Müşrikler onu kıskanıyorlardı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ashabına üç (şavtta) remel yaparak, dört
şavtta da normal şekilde yürümelerini emretti." Ben tekrar, İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma)'a: "Bana Safa ile Merve arasındaki tavafı
binerek yapmanın sünnet olup olmadığını haber ver. Zira senin kavmin bunun
sünnet olduğunu söylüyorlar!" dedim. Bana şu cevabı verdi: "Hem doğru
söylemişler, hem de kizb etmişler." "Hem doğru söylemeleleri, hem de
kizb etmeleri ne demektir?" diye ben tekrar sorunca açıkladı:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye umre için geldiği zaman (Mekkeli)
ahali etrafını çokca sarmış: "İşte Muhammed! İşte Muhammed!" diye sıkıntı
veriyorlardı. Hatta, genç kızlar bile evlerden çıkmışlardı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın huzurunda (yol açmak için) halka vurulmazdı. Halk
başına üşüşünce, bu sebeple o da hayvana bindi. Aslında sa'yi yayan yapmak
(binerek yapmaktan) efdaldir." Ebu Davud'un rivayetinde İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) -Müslim'deki rivayete ziyade olarak- şunu söyler:
"Hudeybiye müzakereleri sırasında Kureyşliler: "Muhammed'i ve arkadaşlarını
bırakın, böcekler gibi ölsünler" dediler. Müteakip sene umre yapmak şartı
üzerine sulh antlaşması yapılınca, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye
geldi.Müşrikler de Kuaykıan tepesi yönünden geldiler. Aleyhissalatu vesselam
Efendimiz ashabına: "Beytullah'ı üç şavtta remel yaparak tavaf edin"dedi. Bu
(bütün ümmete şamil) bir sünnet değildir. Safa ile Merve arasındaki
sa'y ile ilgili olarak (Ebu Davud'da gelen açıklama, (yukarıda kaydedilen)
Müslim rivayetindekinin aynıdır.) Ancak Ebu Davud'da şu ziyade dahi
yer alır: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), halk, sözlerini daha iyi
işitsin, yerini daha iyi görsün ve elleri ona ulaşmasın diye bir deveye
bindi."
1303 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı, yedi şavttan üçünü hızlıca yaptığı ilk tavafta,
Hacer-i Esved'e istilam buyururken gördüm." Bir rivayette şöyle
demiştir: "Safa ile Merve arasında sa'y ederken sel çukurunda
koşuyordu." Buhari ve Müslim'in bir rivayetinde şöyle demiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Haceru'l-Esved'den Haceru'l-Esved'e üç tur
remel yaptı, dört tur da yürüdü, sonra iki rekat namaz kıldı, yani tavaftan
sonra. Sonra da, hem haccda hem de umrede Safa ile Merve arasında tavaf
yaptı."
1304 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye geldi. Doğru Mescid-i Haram'a girdi ve
Haceru'l-Esved'i istilam buyurdu. Sonra sağ kolu üzerinde ilerleyerek üç tur
remel yaptı, dört tur da yürüdü. Sonra Makam-ı İbrahim'e geldi ve "Siz de
İbrahim'in makamından bir namazgah edinin..." (Bakara 125) ayetini okudu.
Ardından makam, Beytullah'la kendi arasında olacak şekilde iki rek'at namaz
kıldı. Bu namazı bitirince tekrar Haceru'l-Esved'e geldi ve istilamda
bulundu. Sonra Safa ve Merve'ye gitti. Zannedersem
orada: "Şüphe yok ki Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir" (Bakara
158) ayetini okudu."
1305 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve ashabı (radıyallahu anhüm)
Ciirrane'den umre yaptılar. Bu umrede Beytullah'ı remel yaparak tavaf ettiler.
Bu tavafta ridalarının bir ucunu sağ koltuklarının altına koymuşlar, diğer ucunu
da sol omuzlarının üzerine atarak (ızdıba yapmışlardı)."
1306 Urve
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu'z-Zübeyr, umre maksadıyla Ten'im'de
ihrama girdi. Sonra ben onu Beytullah'ın etrafında, üç şavtta koşar
gördüm."
1307 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den Nafı'in
anlattığına göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Mekke'de ihrama girdiği zaman
ne Beytullah'ı tavaf eder, ne de Safa ve Merve arasında sa'yde bulunurdu.
Bunları Mina dönüşü yapardı. Mekke'de ihrama girdiği zaman Beytullah'ı
tavafedecek olsa remel yapmazdı."
1308 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ifaza tavafının yedi
şavtında da remelde bulunmamıştır."
1309 Eslem mevla Ömer
İbnu'l-Hattab anlatıyor: "Ömer İbnu'l Hattab (radıyallahu anh)'ı dinledim,
diyordu ki: "Bugün Allah, İslam'ı hakim ve güçlü kılmış, küfrü ve kafırleri de
bertaraf etmiş olduğuna göre remel yapmanın ve omuzu açmanın (ızdıba) ne gereği
var. Ancak bununla beraber, bizler, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la
birlikte yapmış olduğumuz şeylerden hiçbirini
bırakmayız."
1310 Ya'la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir bürde ile ızdıba yapmış olarak tavaf
etti." Hadisin Ebu Davud'daki vechinde "yeşil bir bürde"
denir. -Abdurrahman İbnu Safvan (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı, ashabı ile birlikte Kabe'den çıkarken
gördüm. Beytullah'ı, kapısından Hatim'e kadar istilam ettiler ve Beytullah'ın
üzerine yanaklarını koydular. Bu sırada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ortalarında idi."
1311 Abis İbnu Rebia (rahimehullah) anlatıyor:
"Ben Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i Haceru'l-Esved'i öperken gördüm. Onu hem öptü,
hem de: "Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı seni öper görmeseydim, seni asla öpmezdim"
dedi."
1312 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şöyle demiştir: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Kabe'den sadece iki rüknü öperken gördüm,
bunlar da iki rükn-i Yemani'dir."
1313 Bir rivayette, İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'in şöyle dediği belirtilmiştir: "Ben, şu iki Yemani rükne
ve Haceru'l-Esved'e Resûlullah'ın istilam ettiğini göreliden beri rahat halde de
olsam, sıkışık halde de olsam istilamda bulunmayı hiç
terketmedim."
1314 Şeyheynin (Buhari ve Müslimüma) bir diğer
rivayetinde Nafi der ki: "Ben İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i (tavaf yaparken
gördüm. Haceu'l-Esved'i) eliyle istilam ediyor, sonra da elini
öpüyürdu."
1315 Ebu Davud ve Nesai'deki bir rivayet şöyledir:
"(İbnu Ömer) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (tavafın) her
şavtında rükn-i Yemani ve Haceru'l-Esved'i istilam etmeyi
terketmezdi."
1316 Buhari ve Nesai'de gelen bir diğer rivayet
şöyle: "Bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e Haceru'l-Esved'i istilam etme
hususunda sormuştu. Şu cevabı aldı: "Ben, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı, onu hem istilam eder hem de öper gördüm..." Adam tekrar
sordu: "Pekala, sıkışacak olsam, bana galebe çalacak olsalar, (ne
yapayım İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) kızgın bir eda ile: "Sorusu Yemen'de
batasıca, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı, onu hem istilam eder, hem öper
gördüm."
1317 Amr İbnu Şuayb babası tarikiyle bildiriyor:
"Abdullah'la -ki babasıdır- tavafta bulundum. Kabe'nin arka kısmına gelince:
"istiazede (sığınmada) bulunmuyor musun?" dedim. "Ateşten Allah'a
sığınırım!" dedi ve yürüdü. Haceru'l-Esved'e kadar gelip istilamda bulundu. Rükn
ile kapı arasında (Mültez m'de) durarak göğsünü, yüzünü, kollarını ve avuçlarını
şöyle yamadı -onları iyice açarak gösterdi- ve sonra: "İşte
Resûlullah'ı aynen böyle yaparken gördüm!" dedi.
1318 Ebü't-Tufeyl
anlatıyor: "Ben Hz. İbnu Abbas ve Hz. Muaviye (radıyallahu anhüma) ile birlikte
idim. Muaviye (radıyallahu anh) hazretleri her rükne uğradıkça istilamda
bulunuyordu. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) kendisine: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) sadece Haceru'l-Esved ve rüknü'l-Yemani'den başka yeri
istilam etmezdi" dedi. Hz. Muaviye şu cevabı verdi: "Beytullah'tan
hiçbir şey ihmal edilmez." İbnu z-Zübeyr bütün rükünlere (köşelere)
istilamda bulunurdu."
1319 Hanzala (İbnu Ebi Süfyan İbni
Abdirrahman) (rahimehumullah) anlatıyor: "Tavus merhumu (tavafyaparken) gördüm.
Rükne gelince (Haceru'l-Esved) üzerinde izdiham bulursa sıkışıklık yapmaz, geçer
giderdi; boş ve müsait bulursa üç sefer öperdi. Sonra şunu söyledi:
"Ben İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ı aynen böyle yaparken gördüm." İbnu Abbas
da: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i aynen böyle yaparken gördüm"
dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de: "Ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı böyle yaparken gördüm".
dedi."
1320 Urve İbnu'z-Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) İbnu Avf (radıyallahu anh)'a: "Ey Ebu
Muhammed! Rüknü'l-Esved'i nasıl istilam ettin?"diye sordu. "İstilam
ettim ve bıraktım!" deyince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam);
"Doğru yapmışsın" dedi."
1321 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Kendisine Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin: "Hıcr'ın bir kısmı
Beytullah'tan değildir"dediği haber verilince şunu söyledi: "Allah'a kasem
olsun, şayet Aişe bunu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işitmiş ise,
kanaatım o ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu iki rüknün istilamını,
bunlar Beyt'in temelleri üzerinde olmadıkları için terketmiş olmalıdır. Keza
halk da bu sebeple tavafı Hıcr'ın gerisinden
yapmaktadır."
1322 Ubeyd İbnu Umeyr anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) iki rükne geldiği zaman (öpmek için) bunlar üzerine abanır,
sıkışıklık yapardı. Kendisine: "Ey Ebu Abdirrahman, dedim, sen Resûlullah'ın
diğer ashabının hiçbirinde görmediğim şekilde bu rükünlere abanıp sıkışıklık
yapıyorsun (sebebi nedir)?" Bana şu cevabı verdi: "Ben
böyle yapıyorsam, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan şunu işittiğim
içindir: "Bu iki rüknü meshetmek günahlara kefarettir." Keza Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'tan şunu da işittim: "Kim şu Beytullah'ı bir hafta boyu
tavaf eder ve sayarsa bir köle azad etmek gibidir." Keza şunu da söylediğini
işittim: "Kişi tavaf için bir ayağını koyup diğerini kaldırdıkça her adımı
sebebiyle Allah onun bir hatasını siler ve bir sevap
yazar."
1323 Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"Mültezem, rükn ile kapı arasıdır."
1324 Abdurrahman İbnu Avf
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adamın şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)'a: "Ey Ebu Hafs,
sende fazla kuvvet var. (Haceru'l-Esved'i öpeceğim diye) zayıfa eziyet
vermeyesin. Rüknü boş görürsen yanaşarak istilam et, değilse tekbir getirip geç"
dedi. Sonra adam şunu söyledi: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bir adama şunu
söylediğini işittim: "İnsanlara fazla kuvvetinle eziyet
verme."
1325 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) her
yedide iki rek'at namaz kılardı."
1326 Urve (rahimehullah)
anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr yedilerin arasını birleştirir ve yürüyüşü
hızlandırırdı ve Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin de böyle yaptığını söylerdi.
Ancak en sonda her yedi için iki rek'at (tavaf) namazı
kılardı."
1327 Bir diğer rivayette: "İbnu Zübeyr'in "Fecirden
sonra tavaf ta bulunduğu, iki rek'at namaz kıldığı, tavaf edince hızlı yürüdüğü"
belirtilir."
1328 Hz. Aişe'ye hizmet eden bir kadının rivayetine
göre: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) kendisiyle birlikte kesintisiz, yedili dört
tavaf yapmış, her bir yedinin ardından kılınması gereken iki rek'atlik tavaf
namazlarını en sonda ard arda kılmıştır. Hz. Aişe (radıyallahu anha) ilaveten
demiştir ki: "Her bir şavtın sonunda rükn-ü istilam
müstehabdır."
1329 Abdurrahrman İbnu Abdi'l-Kari anlatıyor: "Ömer
İbnu'I-Hattab (radıyallahu anh) ile, sabah namazından sonra tavaf ettik. Hz.
Ömer tavafı tamamlayınca güneşe baktı ve (doğduğunu) göremedi. Devesine binip
Zu-Tava nam mevkiye kadar geldi. Orada devesini durdurarak iki rek'at (tavaf
sünnetini) kıldı."
1330 İsmail İbnu Ümeyye (merhum) anlatıyor:
"Zühri'ye, "Ata: "Farz namaz, iki rek'atlik tavaf namazının yerini de tutar"
diyor, (ne dersiniz)?" dedim. Şu cevabı verdi: "Sünnete uymak daha iyidir.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam ) yedi şavtlık bir tavaf yaptı. Mutlaka onun
için iki rek'atlik bir tavaf namazı kılmıştır."
1331 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), iki rek'atlik
tavaf namazında iki İhlas süresini yani: Kul ya eyyuhe'l-kafirûn ve Kul
hüvallahü ehad sürelerini okudu."
1332 Kesir İbnu Cemhan
anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'i, sa'y mahallinde (mes'a) yürürken
görüp kendisine: "Koşma mahallinde yürüyor musun?" dedim. Bana:
"Koşsaydım, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı koşuyor görmüşüm demektir.
Yürüdüysem Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı yürür gördüm demektir. Şimdi
ben yaşlı bir insanım."
1333 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselàm Safa'dan indiği zaman normal
yürürdü. Ayakları vadinin tabanına değince de koşardı. Koşması vadi tabanının
bitimine kadar devam ederdi."
1334 Yine Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Mescid-i Haram'dan çıkıp
Safa'ya yönelirken: "Allah'ın başladığı ile başlayalım" deyip (sa'ye) Safa' dan
başladığnı gördüm." Rezin, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den naklen
şu ilavede bulundu: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Safa'ya çıkınca oradan
Beytullah'a baktı, ellerini kaldırıp dilediği şekilde Allah'ı zikretmeye
koyuldu."
1335 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Safa
ile Merve arasında, vadinin dibinde koşmak sünnet değildir. Burada cahiliye ehli
koşar ve şöyle derdi: Batha'yı (vadinin dibini) biz ancak koşarak
geçeriz."
1336 Safiyye Bintu Şeybe anlatıyor: "Bir kadın dedi ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselaın)'ı, Safa ve Merve tepeleri arasındaki
vadinin dibinde "Vadi ancak koşularak katedilir" diyerek yürürken
gördüm."
1337 Zühri (merhum) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'e sordular: "Sen Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Safa
ile Merve arasında remel yaparken (hızlı koşarken) gördün mü?"
"Evet, dedi. İnsanlardan bir cemaatle birlikteydi. Hep birlikte koşuyorlardı.
Ben onları onun koşusuyla koşuyor görüyordum."
1338 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Beytullah etrafındaki tavaf, namaz gibidir. Ancak bunda konuşabilirsiniz.
Öyle ise, kim tavaf sırasında konuşursa sadece hayır
konuşsun."
1339 Nesai'nin bir başka rivayetinde şöyle
buyurulmuştur: "Tavaf sırasında az kelam edin. Zira sizler
namazdasınız."
1340 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Veda haccında bir deve üzerinde tavaf
yaptı. Rükn'e bir bastonla istilam buyurdu." Bir rivayette: "Rükn'e
her gelişinde, ona elindeki bir şeyle isaret buyurdu"
denmiştir.
1341 Ebu Davud'da gelen bir diğer rivayette:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'ye geldiği vakit hasta idi. Bu
sebeple bineği üzerinde tavaf etti. Tavaf sırasında Rüknün karşısına her gelişte
onu bastonu ile selamladı. Tavafını bitirince, devesini ıhdı ve iki rek'at namaz
kıldı." denir.
1342 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) halk kendinden uzaklaştırılır endişesiyle
deve üzerinde tavaf etti ve Rükn'ü istilam buyurdu."
1343 Müslim
ve Ebu Davud'un İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan kaydettikleri bir diğer
rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam).Rükn'e beraberinde
bulunan bir bastonla istilamda bulunuyor ve bastonu
öpüyordu."
1344 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a hasta olduğumu söyledim. Bana: " Öyleyse,
insanların gerisinden, bir hayvan üzerinde tavaf et" dedi. Ben, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Beytullah'ın yan tarafında namaz kılarken tavaf ettim.
O namazda "Ve't-Tür ve Kitabi'n-Mestur" süresini
okuyordu."
1345 Vebre İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Bir adam, İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma)'e: "Vakfe yerine gelmezden önce
Beytullah'ı tavaf etmem uygun olur mu?" diye sordu. İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) cevaben: "Evet!" deyince, adam: "Ama İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "Vakfe yapmadan Beytulah'ı tavaf etme" dedi!" der. İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) de: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
hacc yaptı. O zaman, vakfe yapmadan Beytullah'ı tavaf etti. Ve dahi, şayet
sözünde sadık isen, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözüyle amel mi daha
doğrudur, İbnu Abbas'ın kavliyle amel mi?" der."
1346 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Veda
haccında) Mekke'ye geldi, tavafını yaptı, Safa ve Merve arasında sa'yetti.
(Geldiği zaman yaptığı bu ilk) tavaftan sonra, Arafat'tan dönünceye kadar
Kabe'ye yaklaşmadı."
1347 Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ey
Abdümenafoğulları, sizden kim halkı idarede bir sorumluluk deruhte ederse,
Beytullah'ı gündüz veya gece herhangi bir saatte ziyaret edip namaz kılanı sakın
menetmesin."
1348 Ebuz-Zübeyr el Mekki anlatıyor: "İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'ın ikindi namazından sonra yedi kere tavaf edip hücresine
çekildiğini gördüm. Artık orada ne yaptığını (tavaf namazı kılıp kılmadığını)
bilmiyorum." Ebu'z-Zübeyr devamla dedi ki: "Ben Beytullah'ın sabah
namazından sonra, güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da güneş
batıncaya kadar boşaldığını, kimsenin tavaf etmediğini
gördüm."
1349 İbnu Abbas ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), yevm-i nahrde (Kurban'ın
birinci günü) tavafı geceye te'hir etti." Bir başka rivayette:
"....Ziyaret tavafını" denmiştir. "...Beyt-i Atik'i tavaf etsinler" (Hacc 29)
ayetiyle emredilen tavaf bu tavaftır.
1350 Nafi, İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'den naklen diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
yevm-i nahirde ifaza (ziyaret) tavafını yaptı, sonra dönüp öğleyi Mina'da
kıldı."
1351 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Halk
(haccın bitmesiyle) her tarafa dağılıyordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Sakın kimse, son vardığı yer Beytullah olmadıkça bir
yere gitmesin" buyurdu."
1352 Muvatta'da geldiğine göre, Hz. Ömer
(radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Hacc menasikinin en sonuncusu Beytullah'ı
tavaftır." Muvatta'da kaydedilir ki, Hz. Ömer (radıyallahu anh) veda
tavafı yapmadan ayrılan birisini Merrü'z-Zahran denen yerden veda tavafı yapmak
üzere geri çevirdi."
1353 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Kadın
hayızlı olduğu takdirde (veda tavafı yapmadan) yola çıkmasına ruhsat verildi"
demiştir.
1354 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Halka, son
varacakları yerin Beytullah olması emir buyuruldu. Ancak hayızlı kadına ruhsat
verildi."
1355 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın zevcelerinden Safiyye Bintu Huyey (radıyallahu anha)
hayız oldu. Durum Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a haber
verilmişti. "O bizi burada hapis mi edecek!" dedi. Kendisine,
Safıyye'nin tavaf-ı ifazayı yapmış olduğu söylenince: "Öyleyse
hayır, (beklemenize gerek yok, yola çıkınız)" açıklamsında
bulundu."
1356 Amre merhum anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha)
beraberinde kadınlar olduğu halde haccetse, kadınların hayız oluvermelerinden
korkardı: Bu sebeple yevm-i nahirde (kurbanın birinci giünü) hemen onlara
öncelik tanır ve derhal ifaza tavaflarını yaptırırdı. İfaza tavaflarını yaptılar
mı, artık onları (temizlensinler de veda tavafı da yapsınlar diye) beklemez,
kadınlar hayızlı iken hemen (Medine'ye dönmek üzere) yola
çıkardı."
1357 İbnu Cüreyc anlatıyor: "Ata, bana İbnu Hişam'ın
kadınları erkeklerle karışık olarak tavaftan yasakladığı zaman dedi ki: "O bunu
nasıl yasaklar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevceleri bile erkeklerle
birlikte haccettiler!" Ben Ata'ya sordum: "Onların beraber haccları
örtünme emrinden önce miydi, sonra mıydı?" "(Evet, kasem olsun)
buna, ben örtünme emrinden sonra şahid oldum!" diye cevap verdi. Ben tekrar
sordum: "Pekala erkeklere nasıl karışırlardı?" Şu cevabı
verdi: "Erkeklere karışmazlardı, Hz. Aişe (radıyallahu anha)
erkeklerden ayrı olarak tavaf ederdi, onlara karışmazdı." Hatta bir kadın
kendisine: "Ey mü'minlerin annesi, yürü (Hacerü'l-Esved'e elimizi değerek)
istilam edelim!" demişti de Hz. Aişe ona: "Sen dilediğin şekilde
git" deyip kendisi gitmekten imtina etmişti.Onlar geceleyin kim oldukları
bilinmez halde çıkarlar, (erkeklerle beraber tavaf yaparlardı. )
Beytullah'a girmek istedikleri zaman da, erkeklerin tamamen çıkarılmış
olmalarına kadar durup beklerler, sonra girerlerdi. (Ata devamla):
"Ben (Mekke kadısı) Ubeyd İbnu Umeyr'le birlikte,Müzdelife'deki Sebir dağında
mücavir (yani ikamet eder) olan Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin yanına giderdim"
dedi. Ben hemen sordum: "Pekala Hz. Aişe'nin örtüsü ne
idi`?" "Keçeden yapılmış küçük bir Türk çadırının içindeydi. Çadırın
bir perdesi vardı. Aişe (radıyallahu anha) ile bizim aramızda bu perdeden başka
bir şey yoktu. Ben Hz. Aişe'nin üzerinde gül renginde bir zıbın
gördüm."
1358 Ebu's-Sefer Said İbnu Muhammed anlatıyor: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma)'ı işittim, diyordu ki: "Ey insanlar, size
söyleyeceğimi benden dinleyin, (bilahare) söyleyeceklerinizi de bana dinletin."
"İbnu Abbas şöyle dedi, İbnu Abbas böyle dedi" diye kafadan atmayın. Beytullah'ı
kim tavaf edecekse Hıcr'ın gerisinden tavaf etsin. Oraya "Hatim" demeyin. Zira
cahiliye devrinde kişi yemin edip kamçısını veya ayakkabısının tekini yahut
yayını atardı."
1359 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ne
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ne de Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhüm)'ı
Safa ile Merve arasında birden fazla tavafda bulunmadı, bu da ilk defa
yaptıkları tavaf idi."
1360 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselam), Kabe'yi başına yular veya başka
bir şey takılmış halde tavaf eden bir adam görmüştü. Hemen yuları koparıp
attı." Bir başka rivayette şöyle denmiştir ". . .burnuna geçirilmiş
bir halka ile birisini yeden bir adam görmüştü, derhal halkayı kopardı ve adama:
"elinden tutarak yed!" diye emretti.
1361 İbnu Ebi Müleyke
anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), Beytullah'ı tavaf eden cüzzamlı bir
kadın görmüştü, hemen: "Ey Allah Teala'nın cariyesi, insanlara eza
verme, sen evinde otursan kendin için daha hayırlı olurdu!" dedi. Kadın (söz
tutup) evinde oturdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in vefatından sonra bir adam
kadına uğrayarak: "Seni haccdan yasaklayan kimse artık vefat etti,
çık evinden!" dedi.Kadın adama şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin
olsun, ben ona sağken itaat edip, ölünce isyan edecek kimse
değilim."
1362 Abdullah İbnu's-Saib in anlattığına göre, (yaşlanıp
gözlerini kaybettiği vakit) İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a (tavaf sırasında)
refakat edip, Haceru'1-Esved'i takip eden (Haceru'1-Esved ile) kapı arasındaki
kısımda (mültezem) durdurmuş bu sırada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
kendisine: "Bana söylendiğine göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) işte
burada namaz kılarmış" demiştir. Abdullah İbnu Saib de "evet" demiş, bunun
üzerine İbnu Abbas, kalkıp orada namaz kılmıştır."
1363 İmam
Malik'e ulaştığına göre, Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh), mürahık (yani
zaman bakımından daralmış, vakfeyi kaçırma endişesine düşmüş) olarak Mekke'ye
gelince, Beytullah'la Safa ve Merve'yi tavaftan önce, Arafat'a çıkar, Arafat'tan
döndükten sonra tavafını ifa ederdi."
1364 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Beytullah'ı tavaf etmek, Safa ve Merve arasında sa'yetmek ve şeytan taşlamak
Allah'ı zikretmek için emredilmiştir."
1365 Abdullah İbnu Saib
anlatıyor: "Safa ile Merve arasındaki tavaf sırasında Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın şöyle dua ettiğini işittim: "Rabbimiz bize dünyada
hayır ver, ahirette de hayır ver ve bizi ateş azabından
koru."
1366 Nafi' (rahimehullah)'nin anlattığına göre, İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'i Safa tepesi üzerinde şöyle dua ederken
işitmiştir: "Ey Allah'ım, Kitab-ı Mübin'inde: "Bana dua edin size
icabet edeyim!" (Gafır 60) diyorsun, sen sözünden dönmezsin. Ben şimdi senden
istiyorum: Bana hidayet verip İslam'ı nasib ettin, onu geri alma. Son nefesimi
Müslüman olarak vermemi nasib et" (Amin). Ya Rabb, aynı duayı biz de
yapıyoruz, kabül et! Rezin şunu ilave etmiştir: "(İbnu Ömer), üç
kere tekbir getirir ve şöyle derdi: "Allah'tan başka ilah yoktur, O tekdir,
O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, bütün hamdler O'na aittir, O her şeye
kadirdir." Bunu da yedi kere tekrarlardı. Merve'de de, her şavtta
aynı şeyleri tekrar ederdi. Rezin'in bu ilavesi de Muvatta'nın aynı
babındadır (127. hadis)
1367 Rezin'in bir rivayetinde şöyle denir:
"Bu yirmi bir tekbir, yedi tehlil eder. Bunlar arasında da dua eder, Allah'tan
ister, sonra (tepeden inmeye başlar), vadinin tabanına (şimdilerde Yeşil
Sütunlara) varınca koşmaya başlar, buradan çıkıncaya kadar koşar, Merve yamacına
varınca normal yürümeye devam eder. Tepeye, zirveye çıkar, orada durup, Safa'da
yaptıklarını aynen tekrar ederdi. Bunu yedi kere tekrarlar ve
böylece sa'yini tamamlamış olurdu."
1368 Hz.Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safa tepesinde durduğu
zaman üç kere tekbir getirip sonra: Allah'tan başka ilah yoktur. O tekdir, O'nun
ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir, O herşeye kadirdir" derdi. Ve
bunu üç sefer tekrar eder, dua okurdu. Aynı şeyi Merve tepesinde de
yapardı."
1369 İbnu Şihab anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'in tavaf sırasında telbiye getirmemesi, bunun meşrü olmamasındandır. Bu
sebeple oğlu Salim de tavafta telbiyeyi mekruh addetmiştir. İbnu Uyeyne der ki:
"Kendisine ihtida edilip uyulanlardan Ata İbnu's-Saib hariç hiç kimsenin
Beytullah'ın etrafında telbiye getirdiğini görmedim." Şafıi hazretleri ve Ahmed
İbnu Hanbel sessizce telbiye getirmeyi caiz bulmuşlardır. Ancak Rebia tavaf
edince telbiye getirirdi." Hanefilere göre, telbiye, Zilhicce'nin
10'uncu günü (yani bayramın birinci günü) şeytana ilk taşın atılmasına kadar
devam eder, o zaman bırakılır.
1370 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mesrür bir halde yanımdan
çıkmıştı, sonra üzüntülü olarak geri döndü. Dedi ki: "Kabe'ye
girdim. Ancak pişman oldum, yaptığım bu işi geri getirebilseydim, girmezdim.
Ümmetime meşakkat vermiş olmaktan korkuyorum: '
1371 Tirmizi'de
şöyle denir: "...Yapmamış olmayı temenni ettim. Zira, kendimden sonra ümmetimi
yormuş olmaktan korkuyorum."
1372 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), beraberinde Usame İbnu Zeyd,
Bilal, Osman İbnu Talha (radıyallahu anhüma) olduğnu halde hep beraber girip
kapıyı kapadılar. Açtıkları zaman içeri ilk giren ben oldum. Bilal'le
karşılaştım ve hemen Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Kabe'nin içerisinde
namaz kılıp kılmadığını sordum. "Evet" dedi, "iki Yemani direk
arasında." Kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum."
1373 Bir
rivayette geldiğine göre (İbnu Ömer) şöyle demiştir:"Çıktığı zaman Bilal
(radıyallahu anh)'e sordum: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
içerde ne yaptı?" Cevaben: "İki direği sağına, birini de soluna
aldı, üç direği de arkasına aldı. -O zaman Beytullah'ta altı direk vardı- sonra
namaz kıldı."
1374 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Beytullah'a
girdiği zaman soluna gelen iki direk arasında iki rek'at namaz kıldı. Sonra
çıktı ve Kabe'nin önünde iki rek'at namaz kıldı."
1375 Müslim'in
bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Fetih senesi, devesi Kasva'nın üzerinde olduğıı halde ilerledi, terkisinde de
Üsame (radıyallahu anh) vardı."
1376 Bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "...Üsame'ye ait bir devenin üzerinde (gelip) Kabe'nin
avlusunda deveyi ıhdı. Sonra, Osman İbnu Talha (radıyallahu anh)'yı çağırdı
ve: "Kabe'nin anahtarını bana ver!" dedi. Osman annesine koştu.
Ancak kadın vermekten imtina etti. Osman (radıyallahu anh): "Allah'a
kasem olsun ya derhal verirsin veya şu kılıncım belimden hemen çıkacaktır!"diye
kükredi. Bunun üzerine kadın anahtarı Osman'a hemen verdi, o da Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a getirip teslim etti. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Kabe'yi açtı..." Devamını önceki rivayetteki gibi
zikretti.
1377 Yine Müslim'de kaydedilen bir rivayette, İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) şunu söyler: "Sizler Kabe'yi tavafla emrolundunuz, içine
girmekle değil." Ve der ki: "Üsame (radıyallahu anh) bana, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın, Beytullah'a girdiği zaman her tarafında dua
ettiğini, dışarı çıkıncaya kadar namaz kılmadığını, çıkınca Beytullah'ın önünde
(kapısına yakın yerde) iki rek'at kılıp: "Bu (Beyt), kıbledir" dediğnni haber
verdi."
1378 Buhari'nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir.
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Kabe'ye girdi. İçeride altı direk vardı.
Her bir direğin yanında bir miktar durdu, dua etti, ama namaz
kılmadı."
1379 Nesai'de şöyle denmiştir: "Kabe'ye girdi ve her
tarafında tesbihde bulundu. Namaz kılmadan çıktı. Makam'ın gerisinde iki rek'at
namaz kıldı."
1380 Nesai'nin bir diğer rivayeti şöyle: "Resûlullah
(aleyhissalàtu vesselam)) Kabe'ye girdi, ilerledi. Kapıya yakın bulunan iki
sütunun arasına gelince oturdu. Allah'a hamd ve senada bulundu. Sonra kalkıp
Kabe'nin arka cihetinden karşısına gelen kısma kadar yürüdü. Alnını ve yanağını
sürdü. Allah'a hamd'u senada bulundu, dua ve istiğfar etti. Sonra Kabe'nin her
bir köşesine gitti ve her birini tekbir, tehlil, tesbih ve Allah Teala'ya sena,
dua ve istiğfarla karşıladı.Sonra çıkıp, Beytullah'ın ön yüzünde iki rek'at
namaz kıldı. Namazdan çıkınca: "Bu (Beyt), kıbledir"
dedi."
1381 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) (Mekke'ye) geldiği vakit içerisinde put olduğu için,
Beytullah'a girmekten imtina etti (kaçındı). Onların çıkarılmalarını emretti.
Hepsi de çıkarıldı. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimasselam)'in ellerinde fal
okları bulunan heykelleri de çıkarıldı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
(bunu görünce): "Allah canlarını alsın! Allah'a kasem olsun, onlar da bilirler
ki, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimasselam) bu oklarla kısmet
aramadılar."
1382 Eslemiyye (radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz.
Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) seni
çağırdığı zaman sana ne söyledi." Bana şu cevabı verdi: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana: "Sana iki boynuzu örtmeni söylemeyi unuttum. Zira
Beytullah'da namaz kılan kimseyi meşgul edecek herhangi bir şeyin bulunması
doğru değildir" dedi. "
1383 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Ben Kabe'ye girip içinde namaz kılmayı çok arzu ediyordum.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ellerimden tutup beni Hıcr'a soktu ve:
"Beytullah'a girmek istiyorsan burada namaz kıl. Zira burası ondan bir parçadır.
Senin kavmin Kabe'yi (tamir maksadıyla) yeniden inşa ederken, inşaatı kısa tutup
onu Beytullah'tan hariç bıraktılar"dedi."
1384 Nesai'de gelen bir
diğer rivayet şöyle: "(Hz. Aişe der ki):"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, Beytullah'a
girmeyeyim mi?" Bana şu cevabı verdi: "- Hıcr'a gir,
çünkü o da Beytullah'tan bir parçadır."
1385 Nafi 'anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), Kabe'ye girdi mi, girince yüzü istikametinde
yürür, kapıyı arkasında tutar, karşı duvarla arasında üç zira'lık mesafe
kalıncaya kadar düz yürür, (orada durup) namaz kılar, böyle davranmakla, Hz.
Bilal (radıyallahu anh)'in, "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) burada kıldı"
diye haber verdiği yerde namaz kılmayı kastederdi. Ancak (İbnu Ömer) şunu da
söyledi: "- Kişinin, Beytullah'ın içerisinde, dilediği noktada namaz
kılmasında bir beis yoktur!"
1386 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Kureyş ve onun dinine mensub olanlar, (cahiliye devrinde)
Müzdelife'de vakfe yapıyorlardı ve kendilerine hums denilirdi. Diğer Araplar ise
Arafat'da vakfe yapıyorlardı. İslam dini gelince, Cenab-ı Hakk, Peygamberine
(aleyhissalatu vesselam), Arafat'a gidip orada vakfe yapmalarını, sonra da
oradan topluca ayrılmalarını emretti. Şu ayet bu hususu beyan eder: "Sonra,
insanların toplu olarak akın ettiği yerden siz de akın edin..."(Bakara
199).
1387 Bir diğer rivayette Hz. Aişe (radıyallahu anha) der
ki:"Hums: Allahu Teala hazretlerinin, haklarında: "Sonra, insanların toplu
olarak akın ettiği yerden siz de akın edin" (Bakara 199) ayetini indirdiği
kimselerdir." Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şu açıklamayı
yaptı: "İnsanlar Arafat'ta (vakfe yaparak oradan) boşanırlardı. Hums olanlar
ise, Müzdelife'de (vakfe yaparak oradan) boşanırlar ve: "Biz ancak Harem'den
akın ederiz" derlerdi. Ancak, "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği yerden
siz de akın edin" (Bakara 199) mealindeki ayet nazil olunca, onlar da, (vakfe
için) Arafat'a çıktılar."
1388 Rezin de bir rivayet ilave
etmiştir: "Kureyş ve onun dininde olanlar -ki bunlar Hums denen zümredir-
Müzdelife'de vakfe yapıyorlar ve: "Biz, Allahu Teala'nın katiniyiz yani
Beytullah'ın komşularıyız, biz O'nun Harem'inden dışarı çıkmayız" derlerdi. Ebu
Seyare, Arabı, (semeresiz) bir Arap eşeğinin üzerinde Arafat'tan
indirdi."
1389 Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Bir devemi kaybetmiştim. Arefe günü aramaya çıktım. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı Arafat'da herkesle vakfe yaparken gördüm. (Hayretimden):
"-Vallahi bu hums'tan biri, burda ne işi var?" dedim. Kureyşliler, hums'tan
addedilirdi."
1390 Amr İbnu Abdillah İbni Safuanin Yezid İbnu
Şeyban el-Ezdi (radıyallahu anh)'den naklettiğine göre şöyle anlatmıştır: "Biz,
vakfe mahallinde (Arafat'ta), Amr'ın imamdan uzak tuttuğu bir yerde vakfe
yaparken, İbnu Mirba' el-Ensar yanımıza gelerek: "Ben Allah Resûlü
(aleyhissalatu vesselam)'nün size gönderdiği elçiyim. Efendimiz hazretleri
sizlere şu emri gönderdiler: "Meşairleriniz üzere olun. Zira sizler,
babanız ibrahim'in mirası üzeresiniz."
1391 Nübeyt İbnu Şerit
el-Eşcai (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
arafe günü, kızıl bir devenin üzerinde hutbe verirken
gördüm."
1392 el-Adda İbnu Halid İbni Hevze el-Amiri (radıyallahu
,anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı, arafe günü, bir
devenin üzerinde üzengilere (basarak) doğrulmuş, halka hutbe verirken
gördüm."
1393 Zeyd İbnu Eslem, Beni Damureli bir adamdan, o da
babası veya amcasından şunu nakletmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
Arafat'ta bir minber üzerinde gördüm."
1394 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) arefe günü sabahı, sabah
namazını kılınca Mina'dan hareket ederek Arafat'a geldi, Nemire'ye indi. Burası,
Arafat'a gelen ümeranın indikleri yerdir. Öğle namazı vakti olunca Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) sıcakta Nemire'den yürüdü. Öğle ile ikindiyi
birleştirdi, sonra halka hitab etti. Sonra yürüyüp Arafat'taki vakfe yerinde
durdu."
1395 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
öğleyi, ikindiyi, akşamı, yatsıyı ve sabahı Mina'da kılar, sonra güneş doğunca
Arafat'a hareket ederdi."
1396 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah, terviye günü, Mina'da bize öğleyi, ikindiyi, akşamı,
yatsıyı ve ertesi günü (Zilhicce'nin dokuzu) sabahı kıldırır, sonra Arafat'a
hareket ederdi."
1397 Ebu Davud'da yine İbnu Abbas: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), terviye günü öğleyi, arefe günü de sabahı Mina'da
kıldırdı" demiştir.
1398 Urve İbnu Mudarrıs et-Tai (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Müzdelife'de namazı
kıldığı zaman geldim. "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, ben Tayy
dağlarından geliyorum. Hayvanım da kendim de yorgunum ve bitkin düştük. Allah'a
kasem olsun, ey Allah'ın Resûlü, gelirken geçtiğim her dağın başında mutlaka
durdum. Benim için hacc imkanı var mı?" Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) şu cevabı verdi: "Bizimle birlikte şu namazı burada kılıp,
bizimle kalan, bundan önce de Arafat'da geceleyin veya gündüzleyin kalmış olan,
artık haccını tamamlamış, haramlardan kurtulmuş
olur."
1399 Abdurrahman İbnu Ya'mur ed-Dili (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Arafat'da iken, münadisine
(dellalına) şöyle nida edip duyurmasını emretti: "Hacc Arafat'tır, kim Cem
(Müzdelife) gecesi fecrin doğmasından önce (vakfeye) yetişirse, haccı idrak
etmiş demektir. Eyyam-ı Mina üç gündür. Kim ilk iki günde acele davranırsa,
herhangi bir günah terettüp etmediği gibi, te'hir edene de bir günah terettüp
etmez."
1400 Hz.Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Kuzah'ta vakfe yaptı ve: "Burası Kuzah'tır, vakfe
mahallidir, Cem'in (Müzdelife'nin) tamamı vakfe mahallidir. Ben burada kurbanı
kestim. Mina'nın her yanı kesim yeridir. Kurbanlarınızı evlerinizde kesin"
buyurdu."
1401 İmam Malik (rahimehullah)'e ulaştığına göre,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Arafat'ın tamamı vakfe
yeridir. Urene vadisinden çıkın (vakfe yeri değildir). Müzdelife'nin tamamı
vakfe yeridir, Muhassır vadisinden çıkın (vakfe yeri
değildir)."
1402 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Arafat'tan yola çıkmıştı, arkasından
birisinin (koşturmak için) devesine şiddetle bağırıp, vurduğunu işitti. Bunun
üzerine kamçısıyla (etrafındakilere kulak verin diye) işaret edip, şöyle
buyurdu: "Sakin olun. (Allah'ı razı edecek iyi davranış ve) birr
acelede değildir."
1403 Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güneş battığı zaman Arafat'tan
(ifaza yaparak) yola çıktı. Dağ geçidine geldiği zaman deveden inip bevletti.
Sonra abdest aldı. Abdesti bol su kullanarak değil, hafıfçe aldı.
Ben: "Namaz mı kılacağız ey Allah'ın Resûlü`?" diye
sordum. "Hayır, namaz önümüzde!" dedi ve devesine bindi.
Müzdelife'ye gelince hayvandan indi ve yeniden abdest aldı. Bu sefer bol su
kullandı.Sonra namaz başladı. Akşam namazını kıldı. Sonra herkes devesini
ıhdı.Yine namaza başlandı. Bu sefer de yatsıyı kıldı. İkisi arasında başka bir
namaz kılmadı."
1404 Urve'den yapılan bir rivayet şöyledir: "Hz.
Üsame (radıyallahu anh)'ye : "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Veda
haccından, ifazadan (Arafat'tan ayrıldıktan) sonra yolculuğu nasıl yaptı?" diye
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Hızlı yürürdü. Ancak yolda bir düzlüğe
rastlarsa daha hızlı yürürdü."
1405 Fatıma Bintu'l-Münzir
anlatıyor: "Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma) kendisi ve
beraberindekilere Müzdelife'de sabah namazı kıldırıverecek olan kimseye, şafak
söktüğü zaman kıldırmasını emredip, bineğine atlar ve Mina'ya hareket eder
(yolda da) durmazdı."
1406 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Müzdelife gecesinde, ailesinden, erkenden
taşlamaya gönderdiği zayıflar grubu arasında idim"
demiştir.
1407 Hz.Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Sevde
(radıyallahu anha), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan Müzdelife'den
geceleyin ifaza yapmak için izin istedi. Sevde iri, ağır yürüyen bir kadındı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona izin verdi." Hz. Aişe
(radıyallahu anha): "Keşke ben de onun gibi izin istemiş olsaydım" diye
hayıflanırdı. (Vaktiyle izin almamış olduğu için) O, hep imamla birlikte ifazada
bulunurdu."
1408 Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam) Ümmü Seleme'yi kurban gecesi (Mina'ya)
gönderdi. Ümmü Seleme, daha şafak sökmeden şeytan taşlamasını yaptı. Sonra gidip
ifaza (tavafını) yaptı."
1409 Fatıma Bintu'l-Münzir anlatıyor:
"Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma) kendisi ve beraberindekilere
Müzdelife'de sabah namazı kıldırıverecek olan kimseye, şafak söktüğü zaman
kıldırmasını emredip, bineğine atlar ve Mina'ya hareket eder (yolda da)
durmazdı."
1410 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Üsame (radıyallahu anh) Arafat'tan Müzdelife'ye kadar Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın terkisinde idi. Sonra Müzdelife'den Mina'ya kadar da Fadl İbnu
Abbas'ı terkisine aldı. Her ikisi de: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) büyük
şeytanı (Cemretu'1-Akabe) taşlayıncaya kadar telbiyeyi bırakmadı"
demiştir."
1411 Said İbnu Cübeyr anlatıyor: "Ben, İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) ile Arafat'ta beraberdim. Bir ara bana: "Niye halkın
telbiyesini işitmiyorum?" diye sordu, ben kendisine: "Muaviye
(radıyallahu anh)'den korkuyorlar!" dedim. Bunun üzerine: "Lebbeyk
Allahümme lebbeyk, bu insanlar Ali'ye buğuzları sebebiyle sünneti terketmişler!"
diyerek çadırından çıktı."
1412 Muhammed İbnu Ebi Bekr es-Sakafi
anlatıyor. Arafat'tan Mina'ya gelirken, beraberindeki Enes İbnu Malik
(radıyallahu anh)'e telbiyeden sorarak: "Siz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ile nasıl yapıyordunuz?" dedim. Bana: "Dileyen telbiye getirirdi,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) müdahale etmezdi. Dileyen tekbir getirirdi,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)ona da mudahale etmezdi! Dileyen de tehlil
getirirdi, ona da müdahale etmezdi. Bizden kimse, (farklı zikirler de bulunduğu
için) arkadaşını ayıplamazdı. "
1413 Ca'fer İbnu Muhammed
babasından naklen anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh), haccda, arefe günü
güneşin zeval noktasına gelmesine kadar telbiyeye devam eder, ondan sonra
keserdi."
1414 Hz. Üsame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Arafat'da
ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın devesinin terkisinde idim. Bir ara
dua için ellerini kaldırmıştı. (O esnada) deve, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı eğdi.Derken yuları düştü. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
yuları elinin biriyle tutup, diğer elini kaldırarak duasına devam
etti."
1415 Abdurrahman İbnu Zeyd anlatıyor: "İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh), vadinin dibinden yedi çakıl atarak büyük şeytanı taşladı. Her
taşı attıkça tekbir getriyordu. Bu sırada Beytullah sol tarafında, Mina da
sağında olacak şekilde durmuştu. Kendisine: "İnsanlar, taşları
yukarısından atıyorlar!" denince şu cevabı verdi: "Burası, kendinden
başka ilah olmayan Zat'akasem olsun, Bakara süresinin üzerine indiği
makamdır.
1416 Tirmizi ve Nesai'de şöyle denmiştir: "(İbnu Mes'ud)
Akabe cemresine geldi. Vadinin dibinde durdu, kıbleye karşı yönelip, sağ kaşının
üst hizasından yığına (taşları) atmaya başladı..."
1417 Hz. Sad
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Veda haccından Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'la beraber döndük. (Yolda konuşurken) bazılarımız "Yedi taş attım"
bazılarımız da: "Altı taş attım" diyordu, kimse kimseyi bu sebeple
kınamıyordu."
1418 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Akabe (taşlaması) sabahı, bineğinin
üzerindeyken: "Bana (taş) toplayıver!"dedi. Ben de (şehadet ve
başparmaklarla atılabilecek büyüklükte) ufak taşlardan onun için topladım.
Avucuna koyduğum sırada: "İşte bunlar gibi. Dinde aşırılıktan
sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helak etmiştir!"
dedi."
1419 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı yevm-i nahrde kuşluk vakti taş atarken
gördüm. Ama bundan sonraki günlerde, güneşin zevalinden (öğle vaktinden) sonra
taş attı."
1420 Nafi' anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'in zevcesi Safıyye Bintu Ebi Ubeyd'in oğlan kardeşinin kızı Müzdelife'de
nifas oldu (doğum yaptı). Bu yüzden o da, Safiyye de geri kaldılar ve Mina' ya
yevm-i nahrde gürıeş battıktan sonra geldiler. Hz. Abdulllah İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) onlara geldikleri anda taş atmalarını emretti ve bu
gecikmeden dolayı onların herhangi bir kefaret ödemesine
hükmetmedi."
1421 Ebu'l-Beddah Asım İbnu Adiyy, babası Adiyy
(radıyallahu anh)'den naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) develerin
çobanına, yevm-i nahrde taş atmışlarsa, ertesi gün taş atmayıp develerle
kalmaya, sonra da iki günlük taş atmaya ve yevm-i nefrde atmaya ruhsat tanıdı.
" Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şöyle derdi:
"Eyyam-ı teşrikin ortası günü, güneş batmazdan önce Mina'dan ayrılmayan kimse
ertesi günü taşları atmadan ayrılmasın."
1422 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) taşları
atacağı zaman yaya gider, yaya dönerdi."
1423 Kasım İbnu Muhammed
anlatıyor: "İnsanlar (yani sahabeler) taşlamaya yayan gider, yayan dönerdi. (Bu
safhada) ilk binen Hz.Muaviye (radıyallahu anh) oldu."
1424 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yevm-i nahrde (kurban gününde) Resûlullah
(aleyhissalàtu vesselam)'ı, taşlamayı binerek yaparken gördüm. Taşlarını
devesinin üzerinde iken atmış ve şöyle demişti: "Menasikinizi benden
alın. Bilemiyorum, belki de bu haccdan sonra hatcc
yapamam:"
1425 Hz. Cabir anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) efendimiz buyurdular ki: "(Taharet maksadıyla) taş kullanmak tektir.
Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında sa'y tektir, tavaf da tektir.
Öyle ise sizden biri (taharet için) taş kullanacaksa bunu da tek
kılsın."
1426 İbnu Abbs (radıyallahu anhüma)'ın (anlattığına
göre)Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle demiştir: "Atılan taşlardan kabul
edilenler kaldırılmasaydı, Sebir dağından daha büyük bir yığın ortaya
çıkardı."
1427 Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) cemretu'1-Akabe'ye geldi, taşlarını attı, sonra
Mina'daki menziline (konakladığı yere) geldi ve kurbanını kesti. Sonra berbere:
"Al!" dedi ve sağ yanını işaret etti. Sonra sol tarafını işaret etti, sonra
(kesilen saçları) halka vermeye başladı." Bir rivayette şöyle denir: "Sağ yandan
kesileni sağındakilere, sol yandan kesileni de Ümmü Süleym'e
verdi."
1428 Bir rivayette şöyle denmiştir: "Sol taraftan
kesilenleri Ebu Talha'ya verdi ve ona: "Bunu halka dağıt" diye
emretti."
1429 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kadının saçını traş etmesini yasakladı."
Rezin'in ilavesinde: "...Haccda da, umrede de" ziyadesi vardır. Bu ziyadeden
sonra (Rezin ilaveten şunu) der: "Onlara sadece teksir (kısaltma)
gereklidir."
1430 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ey Allahım, traş olanlara rahmet et" diye
dua etmişti. Yanındakiler: "Kısaltanlara da ey Allahın Resûlü!"
dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz: "Ey Allahım traş
olanlara rahmet et!"diye duasını tekrar etti. Yanındakiler tekrar:
"Kısaltanlara da Ey Allah'ın Resûlü!" dediler, bu sefer:
"Kısaltanlara dal"buyurdu."
1431 Sahiheyn'in Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh)'den kaydettiğn bir rivayet şöyledir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Ey Allahım,traş olanlara mağfiret et!" demişti,
yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Kısaltanlar için de (dua ediver!)" dediler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yine: "Ey Allahım, traş olanlara mağfiret
et!" buyurdu. Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Kısaltanlar için de (dua
ediver!)" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ey Allahım, traş
olanlara mağfiret et!" dedi.Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Kısaltanlara da
(dua ediver)" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (bu üçüncü talebte):
"Kısaltanlara da!" dedi."
1432 Müslim'de Ümmü'1 Husayn
(radıyallahu anha)'ın bir rivayeti şöyledir: "Veda haccında Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın, traş olanlara üç kere, kısaltanlara bir kere dua
ettiğini işittim."
1433 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Veda haccında Mina'da,
halkın meselelerini kendisine sorması için durmuştu. Bir adam gelip:
"(Ben kurbanın traştan önce olacağını) bilemedim ve kurbandan önce traş oldum?"
dedi. Resûlullah (aleyhissalàtu vesselam): "(Şimdi de kurbanını)
kes, burada bir beis yok" cevabını verdi. Bir başkası daha gelip:
"(Taşı kurbandan önce atmak gerektiğini) bilemedim ve taşlamayı yapmadan kurban
kestim" dedi. Buna da: "Şimdi taşını at, bunda bir mahzur yok!" diye
cevap verdi. O gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselàm)'a "Şunu önce, yaptık";
"Bunu sonra yaptık" şeklinde takdim te'hirle ilgili her ne soruldu ise hepsine:
"Yap bunda bir mahzur yoktur!" diye cevap verdi."
1434 Üsame İbnu
Şerik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la
birlikte ben de hacca çıktım. Halk kendisine müracaat ediyordu. Gelenlerden
bazısı: "Ey Allah'ın Resûlü, tavaftan önce sa'y yaptım, bazı şeyleri
vaktinden sonraya bıraktım veya vaktinden önce aldım (ne buyurursunuz, hükmü
nedir?)" şeklinde soruyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da:
"Bunda bir günah yok. Ancak bir kimse bir Müslümanın ırzını makaslarsa
(gıybetini ederse) o zalimdir. İşte günah işleyen ve kendini helake atan odur. "
buyurdu.
1435 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma),
ifaza tavafını yapmış, fakat cehaletle henüz traş olmamış, kısaltma da
yaptırmamış bir adama rastladı. Adama, dönüp traş olmasını veya saçını
kısaltmasını, sonra da Beytullah'a yeniden ifaza tavafında bulunmasını
emretti."
1436 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "(Babam)
Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Kim cemretu'1-Akabe'ye
taşını atar, sonra traş olur veya kısaltır ve de -yanında olduğu takdirde-
kurbanını keserse, kendisine ihramlı iken haram olanlardan -kadına temas ve koku
hariç- hepsi helal olur. Bunların haramlığı Beytullah'a yapacağı ifaza tavafına
kadar devam eder. İfaza yapınca onlar da helal olur."
1437 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Bir kimse cemretü'1-Akabe'ye taşını
attı mı kendisine -kadın dışında- haram olan her şey helal olur." Onun bu sözü
üzerine: "Ya koku? (o da mı helal olur?)" diye soruldu. Dedi
ki: "Gerçekten ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı misk
sürünürken gördüm. Yoksa o koku değil miydi?"
1438 Ümmü Seleme
(radıyallahu anha) anlatıyor: "(Veda haccında) yevm-i nahrın gecesinde
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın beraber olma nöbeti bende idi. O akşam,
Vehb İbnu Zem'ave beraberinde Ebu Ümeyye ailesinden bir adam olduğu halde,
kamislerini giymiş o1arak yanımıza geldiler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), Vehb (radıyallahu anh)'e: "Sen ifaza
tavafını yaptın mı Ey Ebu Abdillah ?" diye sordu. Vehb: "Hayır!
Vallahi ey Allah'ın Resûlü, yapmadım!" deyince, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Öyleyse şu kamisi çıkar!" dedi. Vehb, onu başından çıkardı. Arkadaşı
da kamisini başından çıkardı. Sonra Vehb sordu: "Niçin (çıkarıyoruz)
Ey Allah'ın Resûlü`?" "Çünkü bugün, cemreye taş attığınız takdirde
ihramdan çıkmanıza, yani size haram edilen her Şeyin -kadın hariç- helal
olmasına ruhsat tanındı. Eğer siz, Beytullah'ı tavaf etmeden akşama girerseniz,
cemretü'l- Akabeye taş atmazdan önceki gibi haram olursunuz, bu hal Beytullah'ı
tavaf edinceye kadar devam eder" diye cevap verdi."
1439 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) şöyle demiştir: "Beytullah'ı hacc maksadıyla olsun,
başka maksadla olsun, her kim tavaf ederse tahallül etmiş (ihram yasaklarından
çıkmış) olur." (İbnu Abbas'ın bu sözünü nakleden) Ata'ya: "Bunu neye
dayanarak söylüyor?" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "Cenab-ı Hakk'ın
şu sözüne dayanarak: "Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'a müntehidir" (Hacc 33).
Kendisine şu cevap verildi: "Ama bu, Arafat'ta vakfeye durulduktan
sonra olacaktır." Ata bu cevap üzerine açıkladı: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) bunun Arafat vakfesinden önce ve sonra olacağını
söylerdi. Bu hükmü, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselaın)'in Veda haccı
sırasında Ashab'a verdiği ihramdan çıkma emrinden istinbat
ediyordu."
1440 Hz. Hafsa (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zevcelerine, Veda haccı senesinde ihramdan
çıkmalarını emretti. Ben: "Siz niye ihramdan çıkmıyorsunuz?" diye
sordum. "Ben başımı telbid ettim, kurbanlığımı hazırladım,
kurbanlığımı kesmeden ihramdan çıkamam"diye cevap
verdi."
1441 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalàtu vesselam) (Veda haccında) umre için ihrama girdi.
Ashabı ise (radıyallahu anhüm ecmain) hacc için ihrama girdi. (Mekke'ye varınca)
ne Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ne de beraberinde kurbanlıkları olanlar
ihramdan çıkmadılar. Geri kalanlar ihramdan çıktılar."
1442 Nafi'
(rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) dedi ki:
"İhramlı kadın, ihramdan çıkınca, saç örgülerinin ucundan bir miktar kesmedikçe
taranmaz. Şayet kurbanlığı varsa, kurbanı kesilinceye kadar saçından hiçbir şey
kesemez."
1443 Mihnef İbnu Süleym (radıyallahu anh) arlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar,
her aile sahibine her sene bir kurbanlık, bir de atire borç olmuştur. Atire'nin
ne olduğunu biliyor musunuz ? O, recebiye dediğiniz şeydir.
"
1444 Abdullah İbnu Amr İbnu'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kurban gününü bayram olarak kutlamakla
emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır" buyurmuştu. Bir adam
kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben iareten verilmiş bir hayvandan
başka bir şeye sahip değilsem, onu kesebilir miyim?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Hayır, dedi, ancak saçını, tırnaklarını kısaltır,
bıyıklarından alır, etek traşını olursun. Bu da sana Allah indinde bir kurban
yerine geçer."
1445 Nafi' (rahimehullah) anlatıyor: "(Ailenin her
ferdi için kurban kesmek gerektiği görüşünde olan) Abdullah İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma), anne karnındaki çocuk adına kurban
kesmezdi."
1446 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte (Hudeybiye senesi) umrede
temettu yaptık. O zaman yedi kişi adına bir sığır keserek iştirak ettik. Keza
deve de yedi kişi adına kesilmişti."
1447 İbnu Abbass (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bir
seferde iken Kurban Bayramı geldi. Kurban için, sığırda yedi kişi, devede on
kişi ortak olduk."
1448 Huceyye İbnu Adiyy anlatıyor: "Hz. Ali
(radıyallahu anh): "Sığır yedi kişi adına kesilir" demişti.
Kendisine: "Ya doğurmuşsa?" diye soruldu. "Öyleyse
yavrusunu da beraber kes!" buyurdu. Kendisine: "Ya topalsa?" diye
soruldu. "Kesim yerine ulaşabildiyse tamam" dedi. "Ya
boynuzu kırıksa?" dendi. "Zarar etmez. Biz göz ve kulaklarının
sağlamlığını kontrol etmekle emrolunduk!" diye cevap
verdi."
1449 Nafi' (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) kurbanlıkların: "Tırnaklılar (yani sığırlar) hakkında
üçüncü senesine girmiş, veya geçmiş, etli ayaklılar (develer) hakkında da
altıncı yaşına girmiş veya geçmiş olmasını" şart
koşardı."
1450 Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bizden
biri, kendisi ve ailesi halkı için tek bir koyun kurban eder, (etinden hem
yerler hem de başkalarına yedirirlerdi). Sonra insanlar, övünmeye başladılar ve
(kurbanlar) bir övünme vasıtası oldu."
1451 İbnu Şihab
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Veda haccı
sırasında) kendisi ve aile halkı için sadece bir deve veya bir sığır
kesmiştir."
1452 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"Sığır, sadece (bir kimse için kesilir, koyun da bir kimse için kesilir, deve de
bir kimse adına kesilir." (Keza İbnu Ömer) derdi ki: "İbadet için
kesilen hayvana cemaat iştirak edemez. İştirak olsa olsa aynı aile halkı
arasında olur."
1453 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), ayakta olduğu halde yedi deveyi kendi
eliyle kesti. Medine'de ise, boynuzlu ve alacalı iki koyun kurban etti.
Resûlullah (aleyhissalàtu vesselam) keserken tekbir getiriyor, besmele çekiyor
ve ayağını hayvanların boyunlarının üzerine koyuyordu."
1454 Ebu
Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) boynuzlu
erkek bir koçu kurban etti. Koç siyahın içinde bakar, siyahın içinde yürür,
siyahın içinde yerdi."
1455 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kurbanlığın en hayırlısı
(boynuzlu) koçtur. Kefenin en hayırlısı da takımdır."
1456 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Veda
haccında, Muhammed ailesi için tek bir sığır kesti"
1457 Haneş
(rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi gördüm, iki koç
kesmişti. Dedi ki: "Biri kendim için, diğeri Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) için" Hz. Ali (radıyallahu anh) ilave
etti: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)) böyle emretti -veya
şöyle demişti: Böyle vasiyet etti- Ben (hayatta olduğum müddetçe ebediyyen
terketmeyeceğim."
1458 Urve (rahimehullah)'den anlattığına göre,
evladlarına şöyle demiştir: "Evlatlarım., sakın biriniz, bir büyüğe hediye
edince utanacağı bir şeyi Allah için kurban sunmasın. Zira Allah, büyüklerinin
büyüğüdür ve O, en seçkine herkesten ziyade
layıktır."
1459 Hz.Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Yıllanmış (yaşını başını almış) hayvanlardan kurban
kesin. Böylesini bulmakta zorluk çekerseniz o başka. Bu taktirde koyundarı bir
kuzu kesiverin"buyurdular."
1460 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu
anh)'in anlattığına göre:"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ashabı arasında
taksim edilmek üzere bir miktar davar vermişti. Dağıtım yapılınca geriye bir
oğlak arttı. Ukbe durumu Resûlullah (aleyhissa1atu vesselam)'a haber
verince: "Onu da sen kurban et!" buyurdu." Bir rivayette
(artık Ukbe'ye kalan) bir ceze'dir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "(Sen
de) onu kurban et!" demiştir.
1461 Asım İbnu Küleyb babasından, o
da Mücaşi' es-Sülemi (radıyallahu anh)'den haber veriyor. Onun rivayeti üzere:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Koyunun kuzusu, keçiden ikinci yaşına
basanın gördüğü vazifeyi görür" buyurmuştur.
1462 Hz.Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (kurbanlık
olarak keseceğimiz hayvanın) göz ve kulaklarına dikkat etmemizi, "Kulağı önden
delinmişi veya arkadan delinmişi veya ortadan yarılmışı, veya yuvarlak
delirımişi kurban yapmayın"diye emretti."
1463 Ubeyd İbnu Firüz,
Bera (radıyallahu anh)'dan naklen, Reslullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
söylediğini rivayet etmiştir: "Kurbanlıklarda körlüğü belli olan
kör, hastalığı açıkca belli olan hasta, (yürümeye mani olacak derecede)
topallığı açık ola topal, iliği kurumuş zayıf hayvanın kurban edilmesi caiz
değildir. "
1464 Yezid Zi-Mısr anlatıyor: "Utbe İbnu Abd
essülemi'ye gelip: "Ey Ebu'l-Velid! Kurbanlık almak için çıkmıştım, hoşuma giden
bir şey bulamadırn. Azıları dökülmüş bir şey vardı, ona da gönlüm razı olmadı.
Siz ne dersiniz?" diye sordum. "Onu bana getirmedin mi?" demesin
mi.? "Sübhanallah, dedim, yani o, senin için caiz de benim için mi
caiz değil?" "Evet, öyledir, dedi..Sen şüphe ediyorsun, ben
etmiyorum. Bilesin ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselàm) şunları yasakladı:
"Kulağı dibinden kesik, boynuzu dibinden çıkmış, gözünün biri oyulmuş,
(zayıflığı, dermansızlığn sebebiyle sürüden kalıp) yatır olmuş, ayağı
kırılmış."
1465 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Zülhuleyfe'de öğle namazını kıldı, sonra
kurbanlık devesini getirip hörgücünün sağ yanına nişanı vurdu, kan akıttı
(boynuna) iki tane nalın taktı. Sonra binek devesine atladı. Beyda düzlüğüne
ulaşınca, hacca niyet ederek telbiye getirdi."
1466 Hz. Ayşe
(radıyallahu anha)'nin bir rivayetine göre, "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
kurban olarak davar sevketti ve koyunlara işaret
taktı."
1467 Veki' (rahimehullah): "Kurban olacak deveye nişan
vurup, boynuna alamet takmak sünnettir" demişti. Ehl-i reyden birisi
kendisine: "Nehai'den, bunun müsle (eziyet) olduğu rivayet
edilmiştir" dedi.Veki 'kızarak: "Ben sana "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) devesine işaret vurdu, bu sünnettir" diyorum, sen bana: "Falandan
rivayet edildi" diyorsun. Sen hapse tıkılıp şu sözünden vazgeçinceye kadar
salınmamaya ne kadar layıksın!" der.
1468 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Namazdan önce kurban
kesmiş olan (bilsin ki, kestiği kurban değildir, ailesine et takdim etmiştir),
yeniden kessin!"buyurdu."
1469 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ebu Bürde İbnu Niyar (radıyallahu anh) namazdan önce kurbanını kesmişti.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona: "Kurbanını yenile!" dedi.
Ebu Bürde: "Ey Allah'ın Resûlü, benim sadece bir oğlağım var. Ancak
nazarımda yıllanmış olandan daha kıymetlidir!" deyince: "Öbürünün yerine bunu
kurban et. Ancak oğlak senden sonra, kimseye kurban için yeterli olmayacak!"
dedi."
1470 İmam Malik'e ulaştığına göre, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), Mina'da şöyle demiştir: "İşte kurban kesilen yer.
Mina'nın her tarafı kesim yeridir." Umre sırasında da şöyle
buyurmuştur: "Burası kurban kesme yeridir." "Burası" sözü ile Merve'yi
kastedmiştir. Mekke'nin bütün geçit ve yolları kurban kesme
yeridir."
1471 Nafi' (rahimehullah) anlatıyor: "Kim bir bedene
kesmeye nezrederse, artık devesine alamet olarak iki nalın takar, (hörgücünü
kanatarak) nişan vurur, sonra da onu Beytullah'ın yanında veya Mina'da yevm-i
nahrde (bayramın birinci günü) keser. Kurban için bir başka kesim yeri yoktur.
Kim de deve veya sığırdan cezûr adamış ise onu dilediği yerde
keser."
1472 Yine Nafi'nin anlattığına göre İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) şu açıklamayı yapmıştır: "Kurban günleri, yevm-i nahr'den sonra iki
gündür." İmam Malik der ki: "Bana, bunun aynısı Ali İbnu Ebi Talib
(radıyallahu anh)'den de ulaştı."
1473 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yevm-i nahr'de alacalı, boynuzlu
ve iğdiş edilmiş iki koç kesti. Koçları kesmek üzere (yatırıp kıbleye)
yöneltince: "Şüphesiz ki ben, bir muvahhid (Allah'ı bir tanıyıcı) olarak yüzümü
o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim" ve
"Şüphesiz benim namazım da, menasikim de, hayatım da, ölümüm de hiçbir ortağı
olmayan, alemlerin Rabbi Allah'ındır. Ben böylece emrolundum. Ben (bu ümmette)
Müslüman olanların ilkiyim" (En'am 162) (ayetlerini okudu ve:) "Ey
Rabbim (bu kurban bize) sendendir, senin rızan için (kesiyoruz) ve sana
(ulaşacak)tır. Ey Rabbim, Muhammed ve ümmetinden bunu kabul buyur. Bismillahi
vallahu ekber!" deyip, sonra koçu kesti."
1474 Yine Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le
musallada hazır bulundum. Hutbesini tamamlayınca minberinden indi. Kurbanlık
koçuna gelip kendi eliyle kesti. Keserken: "Bismillahi vallahu ekber. Bu benim
adıma ve ümmetimden kurban kesmeyenlerin adınadır!"
dedi."
1475 Garafe İbnu'l-Haris el-Kindi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Veda haccında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şahid oldum.
Kendisine (kesmesi için) bir deve getirilmişti. "Bana Ebu'l-Hasan'ı
çağırın !" dedi. Hz. Ali (radıyallahu anh) çağırıldı. "Harbenin
aşağısından tut!" dedi. Hz. Ali tuttu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da
yukarısından yakaladı. İkisi birden deveye dürttüler. Deve sol ön ayağından
bağlıydı. Diğer ayaklarının üstünde ayakta duruyordu. Deveyi kesip yere
yıkınca: "İsteyen parça alsın!" dedi. Bu müşahedem Mina'da yevm-i
nahrde idi. Kesim işinden boşalınca, katırına bindi. Hz. Ali (radıyallahu
anh)'yi de terkisine aldı."
1476 Yine Tirmizi'nin Abdullah İbnu
Gurt'tan kaydettiği rivayette şöyle denir: ". . . Hayvan yere
yıkılınca: "Dileyen parça alsın!" buyurdu."
1477 Hz.
Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) elleriyle
otuz deve kesti. Geri kalanı da bana söyledi, ben kestim. Bunlar yetmiş
taneydi."
1478 Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğ
ne göre: Kızlarına, kurbanlarını kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın
boynuna basmayı, keserken tekbir getirip besmele çekmeyi tenbih etmiştir.
"
1479 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz kurbanlarımızın
etinden üç günden fazla yemezdik. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize
ruhsat tanıdı ve: "Yiyin ve azıklanın da!"
buyurdu."
1480 Abis İbnu Rebia anlatıyor: "Hz.Aişe'ye: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kurbanların etlerinden üç günden fazla yenilmesini
yasakladı mı?" diye sordum. "Evet, fakat bunu insanların (kıtlık
çekip) acıktığı yılda yaptı. Böylece zenginlerin fakirleri doyurmasını arzu
etmişti. Biz koyunun paçasını kaldırıp, on beş gece sonra yiyorduk" dedi.
Ben: "Sizi buna mecbur eden şey ne idi!" deyince güldü
ve: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Allah'a kavuşuncaya kadar,
Muhammed ailesi üç gün üst üste doyuncaya kadar katıkla ekmek yememiştir"
dedi."
1481 Nübeyşe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biz sizleri, kurbanların etinden üç
günden fazla yemenizi, birçoğunuza kurban eti ulaşsın diye yasaklamıştık. Şimdi,
Allah Teala bolluk verdi. Artık yiyin, biriktirin ve ücret isteyin. Haberiniz
olsun, bu bayram günleri yemek, içmek ve zikir
günleridir."
1482 Naciye el-Huzai (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hedy'ini Medine'den benimle gönderdi.
Ben: "Bunlardan yolda helak olan çıkarsa ben ne yapacağım?" diye
sordum. "Hemen kesersin, nalınını kanına batırırsın, sonra onunla
insanlar arasından çekilirsin, yerler" dedi."
1483 İbnu'l-Müseyyeb
der ki: "Nafile olarak sevkedilen bir deve yolda helak olsa ve hemen kesilerek
halka terkedilse, halk da bunu yese, bu nafile kurbanın sahibine bir şey
gerekmez. Kendisi yese veya ondan yiyene emretse
borçlanır."
1484 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) der ki. "Kim
Kabe'ye bir deve ihda eder, sonra (daha mahalline ulaşıp; kesilmeden) kaybederse
veya hayvan ölerse, şayet bu bir nezir idiyse, yerine yenisini alır. Nezir değil
de tetavvu idiyse, dilerse yeniler, dilerse terkeder."
1485 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir
deve sevkeden birisini görmüştü ki: "Binsene ona!" dedi.
Adam: "O kurbanlıktır!" dediyse de Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) emrini tekrarladı: "Bin ona!" Adam tekrar: "O
kurbanlıktır" diye haykırdı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Bin ona" diye tekrarladı ve ikinci veya üçüncü seferde: "Yazıklar
olsun sana!" diye ilavede bulundu. Buhari'nin bir rivayetinde, Ebu
Hüreyre'den naklen şu ziyade vardı: "(Ravi) der ki: "Ben o adamı, deveye binmiş
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la beraber yürürken gördüm, devenin boynunda
nalın takılı idi."
1486 Hz. Cabir (radıyallahu anh)'e; kurbanlığa
binme hususunda sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı işittim şöyle demişti: "Kurbanlığa, mecbur kaldıysan ma'ruf üzere
bin. Bir başka sırt (binek) bulunca da in."
1487 Hz. Aiş
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'de
iken Kabe'ye kurban sunar, ben de kurbanının boynuna takılacak nişanlarını
hazırlardım. Bu sırada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ihramlıların
sakındığı yasaklardan sakınmazdı."
1488 Hz. Cabir (radıyallahu
anh)'in anlattığına göre: "Ashab'tan Medine'de Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) ile kalanlardan bir kısmı Kabe'ye kurbanlıklar göndermiş, bunlardan
dileyen ihrama girmiş, dileyen de girmemiştir."
1489 Rebia İbnu
Abdillah İbni'l-Hüdeyrin anlattığına göre: "Irak'ta elbiseden soyunmuş bir adam
görür ve sebebini sorar. Kendisine, bu adamın Kabe'ye kurbanlık gönderdiği, bu
sebeple elbiseleri attığı belirtilir. Rebia der ki: "Sonra ben
Abdullah İbnu Zübeyr'le karşılaştım ve bu durumu ona anlattım. Bana:
"Kabe'nin Rabbine kasem olsun bu bid'attır" dedi."
1490 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bedene (yolda) doğuracak olursa, yavrusu da
götürülüp annesiyle birlikte kesilir. Yavruyu taşıyacak bir mahmel (taşıyıcı)
bulunmazsa annesine yükletilir."
1491 Yine İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'in anlattığına göre: "Babası Hz.Ömer, necib (denen çok muteber cinsten
bir deveyi) Kabe'ye kurban olarak bağışlamıştı. (O ara necibe) üç yüz dinar
verdiler.Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip sordu: "Ben
necibi Kabe'ye bağışlamıştım. Bu ara bazıları gelip üç yüz dinar verip satın
almak istediler. Bunu satıp yerine bir başka deve alayım mı?" "Hayır, dedi.
Başkasını değil, onu keseceksin!"
1492 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hudeybiye senesinde,
Kabe'de kesilmek üzere bir çok deveyi kurban kıldı. Bunlar arasında (vaktiyle)
Ebu Cehl'e ait olan, başında gümüşten -bazı raviler altından der- mamul bir büre
bulunan deve de vardı. Bununla, müşrikleri
öfkelendiriyordu."
1493 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüa), kurbanlık devesine kabati ketenden, yünden mamul renkli kilimlerden, iki
parçalı takımlardan çul sarar, sonra bunu Kabe'ye yollardı. Bunlarla orada
Kabe'ye örgü yapılırdı."
1494 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (beni göndererek), kurbanlık develeriyle
ilgilenmemi, onların etlerini, derilerini, çullarını tasadduk etmemi, bunlardan
kasaba bir (ücret) vermememi tenbih etti." Hz. Ali (radıyallahu anh)
der ki: "Kasaba ücretini kendimizden öderdik."
1495 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
kurbanlığını (Mekke ile Medine arasında bir mevki olan) Kudeyd'de satın almıştı.
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) de aynen öyle yaptı."
1496 Ka'b
İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Biz Hudeybiye'de iken), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yanıma geldi. O sırada ben tenceremin altını
yakıyordum. Yüzümde de bitler kaynaşıyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bana: "Başındaki şu böcekler seni rahàtsız etmiyor mu ?" diye sordu.
Ben: "Evet! ediyor!" dedim.. Bana: "Öyleyse traş o1 ve
üç gün oruç tut veya altı fakiri, her birine yarım sa' vermek suretiyle doyur
veya bir kurban kes. (Bunlardan hangisini yaparsan olur)" dedi. Ancak bu
saydıklarının önce hangisini zikretmişti bilmiyorum" diye cevap verdi. Tam o
sırada şu ayet nazil oldu: "Artık içinizden kim hasta olur, yahud
başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, yahud da kurbandan
biriyle fidye vacib olur..." (Bakara 196).
1497 el-Haccac İbrıu
Amr el-Ensari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kimin (bir bacağı)
kırılır veya sakatlanırsa ihramdan çıkar (ve memleketine döner ve müteakip sene
yeniden hacc yapar. "
1498 Ebu Esma Mevla Abdillah İbni Ca'fer
(rahimehullah)'in anlatığına göre: "Efendisi Abdullah İbnu Ca'fer'le beraber
Medine'den çıktılar. Sükya'da hasta olan Hüseyin İbnu Ali (radıyallahu
anhüma)'ye uğradılar, Abdullah İbnu Ga'fer, Hz. Hüseyin'le ilgilenmek için
yanında kaldı. Haccın fevte uğramasından (o sene kaçırmaktan) korkarak Medine'de
mukim Hz. Ali ve (zevcesi) Esma Bintu Umeys (radıyallahu anhüma)'e haber
gönderdi, bunlar derhal yanına geldiler. Hz. Hüseyin (radıyallahu anh) (ağrıdan
şikayet ederek) başına işaret etti. Hz. Ali (radıyallahu anh) başının traş
edilmesini emretti. Sonra onun adına Sükya'da kurban kesilmesini emretti ve bir
deve kesildi." Yahya İbnu Said der ki: "Bu seferinde Hz. Hüseyin
(hacc maksadıyla) Mekke'ye müteveccihen Hz. Osman (radıyallahu anh)'la birlikte
yola çıkmıştı."
1499 Amr İbnu Said en-Nehai (rahimehullah)'nin
anlattığına göre: "(Umre yapmak üzere ihrama girdikten sonra) Zatu'ş-Şukûk denen
yere varınca orada kendisini yılan sokar. Arkadaşları, bu meseleyi
sorabilecekleri bir kimseyle karşılaşmak üzere, (herkesin gelip geçtiği ana)
yola çıkarlar. Derken İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) karşılarına çıkar. Onlara şu
fetvayı verir: "Hemen bir hedy (kurbanlık) veya onun değeri
miktarınca nakit parayı (Mekke'ye) gönderin. Onunla kendi aranıza bir günlük
alamet koyun, hedy kesildi mi ihramdan çıksın. Ayrıca, bu umreyi de bilahere
kaza etmen gerekir."
1500 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Hudeybiye'de)
engellenmişti. Başını traş etti, kurbanını kesti, hanımlarına temasta bulundu,
müteakip sene umresini yaptı."
1501 Naciye İbnu Cündüb
(radıyallahu anh) anlatıyor: "(Hudeybiye'de) kurbanlıkların önü kesildiği zaman
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam,)'e gelerek: "Ey Allah'ın
Resûlü! Kurbanlığı benimle gönder, onu Harem'de keseyim!" dedim.
Bana: "Bunu nasıl yapacaksın ?" dedi. Ben: "Onların
göremeyecekleri yerlerden ve vadilerden götürürüm" dedim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) müsaade etti. Ben de onu götürüp Harem'de
kestim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Harem'de kesilmesi için
benimle göndermişti. Çünkü (Mekkeli müşrikler) kendisine mani
olmuşlardı."
1502 İmam Malik (rahimehullah) demiştir ki: "Kişi
(haccda) düşman sebebiyle engellenirse, her nerede engele maruz kaldı ise, orada
traş olup ihramdan çıkar. Kendisine yeniden bunu kaza etmesi gerekmez. Zira
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Ashab'ı (radıyallahu anhüm), kurbanlığı
Hudeybiye'de kestiler. Beytullah'ta kesilmek üzere gönderilen kurbanlıklar
mahalline varmazdan ve tavaf yapmazdan önce traş olup, her çeşit ihram
yasaklarından çıktılar. Ve dahi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın birisine
umre menasikinden) bir şey yapması veya (o anda yapmadığını) sonradan yapmasını
emrettiği de sahih değilir."
1503 Süleyman İbnu Yesar anlatıyor:
"Ebu Eyyüb el-Ensari (radıyallahu anh) hacc yapmak üzere yola çıktı. Mekke yolu
üzerindeki Badiye'ye gelince develerini kaybetti. Yevm-i nahrde Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'e gelerek, durumu ona anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh)
kendisine: "Önce umre yapıyorsun gibi hareket et. Sonra ihramdan
çık. Sonra müteakip senenin haccına yetişirsen hacc yap, kolayına giden bir de
kurban kes"
1504 Yine Süleyman İbnu Yesar'dan rivayet edildiğine
göre: "Hebbar İbnu'l-Esved, yevm-i nahrde kurban kesmekte olan Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'e gelerek: "Ey mü'minlerin emiri, hesapta yanıldık. Biz bugünü
arefe günü diye hesaplıyorduk" dedi. Hz. Ömer: "Öyleyse Mekke'ye
git, sen ve beraberindekiler tavaf edin, beraberinizde kurban getirdiyseniz bir
kurban kesin. Sonra traş olun veya saçınızı kısa kesin ve (artık memleketinize)
dönün. Gelecek yıl yeniden hacc yapın, kurban kesin. Kurbanlık bulamayan, üç gün
hacc sırasında, yedi gün de dönüşte olmak üzere (on gün) oruç
tutsun."
1505 Hz. Ali ve Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
demişlerdir ki: "İhsarlıya ayet-i kerimede "...kolayınıza gelen kurbanı..."
ifadesiyle emredilmiş bulunan kurbandan (Bakara 196) maksad bir
koyundur."
1506 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den rivayet
edilmiştir ki: "(İhsarlıya kolayına gelen bir hed terettüp eder) ayetinden
sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Bundan maksad ya bir deve veya bir sığır
veya yedi koyundur. Bir koyun kesmem, bana oruç tutmamdan veya bir deveye ortak
olmamdan daha hoş gelir."
1507 Sadaka İbnu Yesar el-Mekki
anlatıyor: "Saçları örtülü Yemenli bir kimse İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e
gelip: "Ey Ebu Abdirrahman, ben müstakil bir umre yapmak üzere geldim" dedi.
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): "Ben seninle olsaydım da
bana sormuş bulunsaydın, sana hacc-ı kıran yapmanı emrederdim" dedi.
Adam: "Bu zaten öyleydi (ancak kaçırdım)" dedi. İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma): "Başındaki saçlardan şu uçuşanları al (kes) ve
kurban kes!" dedi. (Orada bulunan) Iraklı bir kadın söze
karıştı: "Kurbanı da neymiş ey Ebu Abdirrahman?"
"Kurbanıdır!" Kadın tekrar sordu. "Kurbanı nedir?" İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: "Sadece bir koyun bulabilsem,
onu kurban etmem bana oruç tutmadan daha hoş gelir."
1508 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
Mekke'ye Keda'dan Batha'nın yanındaki yukarı yoldan girdi ve aşağı yoldan da
çıktı."
1509 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den anlatıldığına
göre: "O, iki dağ yolu arasındaki Zu-Tuv nam mevkide geceyi geçirir, sonra
Mekke'nin yukarı yolundan şehre girerdi. Hacc veya umre yapmak niyetiyle
Mekke'ye geldiği vakit, devesini doğruca Beytullah'ın kapısının yanında
ıhdırırdı. Sonra (hayvandan iner) Mescid-i Haram'a girer, Haceru'1-Esved rüknüne
gelir, oradan başlayarak yedi kere Beyt'i tavaf eder ilk üçünde koşar, dördünde
de yürürdü. Sonra tavaftan çıkar, evine dönmezden önce iki rek'at namaz kılar,
Safa ile Merve arasında da tavaf ta (sa'y) bulunurdu. Hacc ve
umreden çıktığı zaman, Zülhuleyfe'deki Batha'da devesini ıhtırırdı. Orada
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da devesini
ıhtırırdı"
1510 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
Muhassab'da öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarını kılar, bir miktar uyurdu.
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın böyle
yaptığını söylerdi."
1511 Müslim'in bir rivayetinde: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) tahsib'i (Muhassab'da konaklamayı) sünnet bilirdi"
denir.
1512 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Tahsib (menasike
dahil olan) bir şey değildir, o, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
konakladığı bir konaklama yeridir" derdi.
1513 Yine aynı kaynaklar
Hz. Aişe'nin şu sözünü kaydederler: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), oraya
inmiştir, çünkü orası, yola çıkmaya daha uygundur."
1514 Ebu Rafi'
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
Mina'dan ayrıldığı zaman Ebtah'a inmemi emretmedi. Fakat ben önceden gelip oraya
bir çadır kurdum. Sonra O (aleyhissalatu vesselam) da gelip oraya
indi."
1515 Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
Mekke' ye girmek için guslederdi."
1516 Bir rivayette: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Mekke' ye girmek için gusletti"
denmiştir.
1517 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): "Mina gecelerinde,
hiçbir hacı, Mina Akabesi'nin gerisinde geceyi
geçirmemelidir."derdi.
1518 Bir diğer rivayet şöyle: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh), (eyyam-ı Mina'da hususi) adamlar göndererek, halkın Akabe'nin
gerisine (Mina cihetine) girmelerini sağlardı."
1519 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Abbas (radıyallahu anh) Kabe
ile ilgili sikaye vazifesi, kendi sorumluluğunda olduğu için, eyyam-ı Mina'yı
Mekke'de geçirmek için izin istedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da ona
izin verdi."
1520 Ala İbnu'l-Hadrami (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Muhacir olanlar,
menasiklerini tamamladıktan sonra Mekke'de üç gün
kalırlar."
1521 Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den anlatıldığına
göre, kendisine: "Kişi Beytullah'ı görünce ellerini kaldırır mı." diye sorulunca
şu cevabı vermiştir: "Resûlullah (aleyhissa1atu vesselam)'la
haccettik. O zaman biz bunu yapardık."
1522 Ebu Davud ve Nesai'de
bu rivayet şu şekildedir: "Bu hususta soruldu, şu cevabı verdi:
"Yahudilerden başka birisinin yaptığını görmedim. "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'la birlikte haccettik, bunu yapmadık."
1523 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisslatu vesselam)
ilerledi, Mekke'ye girdi. (Doğru Beytullah'agiderek) Haceru'1-Esved'e geldi,
(ilk iş) onu istilam buyurdu. Sonra Beytullah'ı (yedi şavtta) tavaf etti. (Tavaf
tamamlanınca) Safa tepesine geldi, oradan beytullah'a baktı. Ellerini kaldırıp
Allah'ı (tekbir, tehlil, tahmid ve tevhitle zikretmeye başladı ve Allah'ın
zikretmesini dilediğince zikretti, dua etti. Bu sırada Ensar (radıyallahu anhüm)
da onun aşağısında (aynı şekilde zikir ve duada
bulunuyordu)."
1524 Nafi' (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) Mekke'den (ayrılıp Medine'ye) yönelmişti. Kudeyd'e gelmişti
ki, kendisine Medine'den bir haber ulaştı. Bunun üzerine, ihramsız olarak
Mekke'ye döndü."
1525 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Fadl İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
terkisinde idi. Has'ame'den bir kadın birşeyler sormak istiyordu. Fadl, kadına,
kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) eliyle
Fadl'ın başını öbür istikamete çevirdi. Kadın: "Ey Allah'ın Resûlü,
Allah'ın kullarına yazdığı hacc farizası yaşlı ve ihtiyar babama ulaştı. Ancak
o, bineğin üzerinde durabilecek halde bile değil. Ben ona bedel hacc yapabilir
miyim?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) : "Evet!" dedi. Bu
hadise, Veda haccında cereyan etti."
1526 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu. vesselam)'a
gelerek: "Kızkardeşim haccetmeye nezretti. Ancak bunu ifa etmeden
öldü, (ne yapmak gerekmektedir?)" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Üzerinde başka borcu var mıydı, sen bunu ödeyiverdin
mi?" buyurdu. Adam: "Evet!" deyince: "Öyleyse Allah'a
olan borcunu da ödeyiver. O, (celle şanuhu) borç ödenmeye daha layıktır"
dedi."
1527 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan rivayet
edildiğine göre: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bir adamın:
"Şübrüme adına lebbeyk!" dediğini işitir. "Şübrüme de kim?" diye
sorar. Adam: "Bir kardeşim veya bir yakınım!" diye cevap verir.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) : "Sen kendi hesabına hacc
yapmış mısın?" diye sorar. "Hayır!" cevabını alınca: "Öyleyse önce
kendi adına hacc yap, sonra Şübrüme adına yaparsın!"
der."
1528 Yahya İbnu Said anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)
yevm-i nahrin sabahında gündüz biraz yükselince çıkıp tekbir getirdi. Onun
tekbiriyle birlikte halk da tekbir getirdi. Aynı gün, gündüzün tamamen
yükselmesinden sonra ikinci defa çıkıp tekbir getirdi, halk da onunla birlikte
tekbir getirdi. Sonra güneşin zeval vaktinde çıkıp tekrar tekbir getirdi, halk
da onunla birlikte tekbir getirdi. (Getirilen) bu tekbir Mescid-i Haram'a kadar
ulaştı ve halk: "Hz. Ömer tekbir getirdi" deyip tekbir
getirdiler."
1529 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den anlatıldığına
göre, "O, çadırının içinde tekbir getirirdi."
1530 Meymûne
(radıyallahu anha)'dan anlatıldığına göre, "Yevm-i nahrde tekbir getirir,
kadınlar da Eban İbnu Osman'ın arkasından tekbir
getirirlerdi."
1531 Abdurrahman İbnu Muaz (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz Mina'da iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize hitab
etti. Kulaklarımız öylesine açıldı ki, sanki her ne söylese bulunduğumuz yerden
(rahat) işitiyorduk. Bir ara, halka menasikini öğretmeye başladı. Böylece
taşlama yerine kadar geldi. (Konuşurken) şehadet ve orta parmağını (kulaklarına)
koymuştu. (Atılacak taşların nohut büyüklüğündeki) fırlatma taşı olduğunu
söyledi. Muhacirler'e emrederek Mescid'in ön kısmında konaklamalarını, Ensar'a
da Mescid'in arka kısmında konaklamalarını söyledi.", Ravi der ki:
"İşte bundan sonradır ki herkes (bineklerinden inip)
yerleşti."
1532 Rafi' İbnu Amr el-Müzeni (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Mina'da halka hitab ederken
gördüm, Vakit kaba kuşluktu ve Efendimiz, boz bir dişi katırın üzerindeydi. Hz.
Ali (radıyallahu anh) de, Resûlullah (aleyhissalatu vesselàm)'ın sözlerini rahat
işitebileceği bir mesafede durup, eksiltip artırmadan halka tekrar ediyordu.
Halkın kimisi ayakta idi, kimisi de oturuyordu."
1533 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ravha'da
bir grup yolcuya rastladı. Onlardan bir kadın kendisine bir çocuğu
kaldırıp: "Bunun için de hacc caiz olur mu?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) : "Evet olur ve sana da sevab
vardır"buyurdu."
1534 Saib İbnu Yezid (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Babam (radıyallahu anh) bana, Veda haccı sırasında
Resûlullah(aleyhissalatu vesselam)'la birlikte hacc yaptırdı. Ben o zaman yedi
yaşında idim."
1535 Hz. Cabir (radıyallahu anh) diyor ki: "Biz,
kadın ve çocuklara bedel, telbiye getiriyorduk." İlim adamları,
kadının yerine başkasının telbiye getiremeyeceği hususunda icma etmişlerdir.
.
1536 Hz.Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Subaa Binti'z-Zübeyr (radıyallahu anha)'in yanına
girdi: "Herhalde sen hacc yapmak istiyorsun ?" dedi.
Subaa: "Vallahi kendimi hasta buluyorum" diye cevap
verince: "Hacca çık, fakat şart koş ve de ki: "Ya Rabbi, beni nerede
hapsedersen orası (ihramdan çıkıp haccı bırakma)
yerimdir."
1537 Tirmizi de der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma), haccda şart koşmayı reddeder ve şöyle derdi: "Size Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in sünneti kifayet etmiyor mu?" Nesai'nin rivayetinde
şu ziyade yer alır: "O, hiçbir zaman şart koşmamıştır. Eğer sizden biri bir
maniden dolayı haccını tamamlayamazsa, Beytullah'a giderek tavaf etsin, Safa ve
Merve arasında sa'yetsin, sonra traş olsun yahut saçını kısalttırsın. Böylece
ihramdan çıkmış olur ve gelecek sene hacc yapıncaya kadar her şey kendisine
helal olur." Şarihler, bu hadisi İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan
rivayet eden Tavus ile Said İbnu Cübeyr in de bununla amel etmediklerini
belirtirler. Esasen haccı tamamlamaya mani bir engelle karşılaşacak
olanların tabi olacakları ihsar ahkamı varken, önceden koşulan şart, yeni bir
hak getirmiyor.
1538 İbnu Cüreyc (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma)'ın ayağının çukuruna, Mina'da mızrağın uç demiri
isabet etti. Haccac, İbnu Örner (radıyallahu anhüma)'e geçmiş olsun ziyaretine
geldi. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e: "Keşke sana bunu isabet
ettireni bilseydik (de cezalandırsaydık)" dedi. İbnu Ömer: "Bana onu
sen isabet ettirdin" dedi. Öbürü: "Nasıl olur?" deyince, İbnu
Ömer: "Silah taşınması yasak olan bir günde sen silah taşıdın.
Harem'e silah soktun. Halbuki Harem'e silah sokulmaz"
dedi."
1539 Bera İbnu Azib (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hudeybiye'de Mekkelilerle, "Şehre, silahın
sadece cülübbanından yani içindekileriyle dağarcıktan başka bir şey sokmamak
şartıyla anlaştılar."
1540 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a zemzem suyu verdim, ayakta
içti."
1541 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Hudeybiye Antlaşması) sırasında bir
Kureyşliye, Hudeybiye'ye zemzem suyu getirmesini söyledi. Adam getirdi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu Medine'ye
götürdü"
1542 Hz.Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resûlü, Mina'da, seni güneşe karşı gölgeleyecek bir bina yapmayalım mı?"
demiştim, bana: "Hayır! dedi. Orası oraya gelenlere develerini
ıhdırma yeridir!"
1543 Ebu Vakid el-Leysi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim. Veda haccında
zevcelerine şöyle demiştir: "Size bu (farzınız !) bundan sonra
hasırların arkaları!"
1544 İbrahim (rahimehullah) babası tarikiyle
dedesinden rivayet ediyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), yatığı en
son haccında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevcelerine izin verdi.
Onlarla birlikte Abdurrahman İbnu Auf ve Osman İbnu Affan (radıyallahu anhüma)'ı
gönderdi." Berkani der ki: "(Hadisi rivayet eden) İbrahim'den
maksad: İbrahim İbnu Abdirrahman İbni Avftır." Humeydi ise: "Bu
açıklama isabetli gözükmüyor. Derim ki: O, İbrahim İbnu Abdirrahman İbni
Abdillah İbni Ebi Rebia el-Mahzümi'dir." Doğruyu Allah
bilir.
1545 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Gerçek hacı kimdir?" diye soruldu da şu
cevabı verdi: "Saçını düzenleyip yıkamayı ve koku sürünmeyi çoktan
terketmiş kimsedir. . " Kendisine tekrar: "Hangi hacc
efdaldir?" diye sorulunca: "Yüksek sesle telbiye getirilen ve kurban
kesilen" dedi. "(Haccla ilgili ayette geçen) sebil nedir?" diye
soruldu. "Zad (nafaka) ve rahile (binek)dir" cevabını
verdi."
1546 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana hacc farz oldu. Borcum da var (önce
hangisini ödeyeyim?)" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Önce borcunu öde!" dedi."
1547 Sümame
(rahimehumullah) anlatıyor: "Hz.Enes (radıyallahu anh), cimri
olmadığı halde havıdlı bir devenin üzerinde haccını yaptı." (Hz. Enes
(radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da yol eşyasını
yüklediği. havıdlı bir deve üzerinde hacc yaptı"
demiştir.
1548 Ubeyd İbnu Cüreye anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'e: "Seni dört şey yaparken görüyorum. Bunları
arkadaşlarından bir başkasının yaptığını görmedim" dedim. Bana: "Ey
İbnıı Cüreye, onlar nedir`?" diye sordu. Ben de saydım: "Sen Kabe'nin
rükünlerinden sadece iki Yemani rükne (rükn-i Yemani. ve rükn-i Hacer) temasta
bulunuyor, diğerlerine temas etmiyorsun. Keza senin tüysüz deriden ma'mul nalın
giydiğini görüyorum. Keza senin (saç ve sakalını) sarıya boyadığını görüyorum.
Keza seni Mekke'de gördüm, herkes (Zilhicce) hilalini görünce ihrama girdikleri
halde sen terviye günü (8 Zilhicce) ihrama girdin!" Bana şu açıklamayı
yaptı: "Rükünlere temasa gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)' ın, sadece iki rükne temas ettiğini gördüm. Tüyü yolunmuş nalına
gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın nalınlarında hiç tüy
görmedim. Ayakları onların içinde iken abdest alırdı. Ben onu giymeyi seviyorum.
Sarıya gelince; ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın onunla boyandığını
gördüm. Ben onunla boyanmayı seviyorum. İhrama girmeye gelince, ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın devesi, onu yola koyuncaya kadar telbiye çektiğini
görmedim."
1549 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (üç kere hacc yaptı. Şöyle ki): "Hicret
etmezden önce iki, hicretten sonra da bir hacc ve bununla birlikte bir umre
yaptı. Bu hacc sırasında (Medine'den) altmış üç deve sevketti. O sırada Hz. Ali
(radıyallahu anh) Yemen'den geldi, beraberinde, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın kestiği kurbanlarıngeri kısmı da vardı. Bunlar arasında (Ebu Cehl'e
ait olup Bedir Savaşı'nda ganimet olarak alınan) burnunda gümüş halka bulunan
deve de vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hepsini kesti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) her deveden bir parça alınmasını emretti. Bunlar (bir
kapta) pişirildi. Efendimiz suyundan içti."
1550 Urve İbnu Zübeyr
(rahimehullah) anlatıyor: "Ben ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüma),
Hz. Aişe'nin hücresine dayanmıştık, (o içerde dişlerini misvaklıyordu. Bu
esnada) misvaktan çıkan sesleri işitiyordum. Ben, İbnu Ömer'e: "Ey
Ebu Abdirrahman! Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Receb ayında umre yaptı
mı?) diye sordum. "Evet!" dedi. Ben de, Hz. Aişe (radıyallahu
anha)'ye seslendim: "Ey anneciğim, Ebu Abdirrahman'ı dinliyor musun
ne söylüyor?" "Ne söyüyor?" dedi. "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Receb'te umre yaptı diyor" dedim. Hz. Aişe (radıyallahu
anha): "Ebu Abdirrahman'a Allah mağfıret etsin. Ömrüm hakkı için,
Receb'de umre yapmadı. Hem O, nasıl olur da yanılır, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın) yaptığı her umrede o da hazır bulunmuştu" dedi. İbnu Ömer, Hz.
Aişe (radıyallahu anha)'nin bu sözlerini işittiği halde ne "evet!" ne de
"hayır!" demedi, süküt etti."
1551 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dört umre yaptı: 1- Hudeybiye
umresi, 2-Müteakip sene Zilkade ayında yaptığı umretü'1-kada, 3-Ciırrane'den
yaptı-ğı umre, 4- (Veda haccı sırasında) hacc ederken yaptığı
umre."
1552 Hz.Urve (rahimehullah) demiştir ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) üç umre yaptı: Biri Şevval ayında, ikisi de
Zilkade ayındadır."
1553 İmam Malik'e ulaştığına göre: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) üç sefer umre yapmıştır:1- Hudeybiye
senesinde, 2- (Hudeybiye yılını takip eden) kaza senesinde, 3-C'ürrane
senesinde"
1554 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) aramızda olduğıı
halde biz Veda haccından bahsederdik ve Veda haccının ne olduğunu bilmezdik.
(Veda haccında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Allah'a hamd ve sena edip
sonra da Mesih Deccal'ı mevzubahis etmişti, sözü onun hakkında epeyce uzatıp
şunları da söylemişti: "Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini
onunla korkuttu. Hz.Nuh (aleyhisselam) ve ondan sonra gelen bütün peygamberler
onunla korkuttular. Bilesiniz o, aranızdan çıkacaktır. Onun şe'ninden (yapacğı
icraatler) hiç bir şey size gizli kalmayacak. Çünkü sizlere gizlemez. Rabbinizin
gözü kör değildir. Halbuki onun sağ gözü kördür. Onun gözü pertlek bir üzüm
gibidir. Haberiniz olsun! Allah sizlere birbirinizin kanını, malını
haram kıldı, bunlar,şu günlerinizin, şu beldenizdeki haramlığı gibi
haramdır. Acaba tebliğ ettim mi?" (Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın bu sorusuna cemaat hep bir ağızdan: "Evet" diye cevap
verdi. Bunun üzerine üç sefer: "Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol! Ya
Rab şahid ol!" dedi ve tekrar cemaate yönelerek: "Vah size! -veya
eyvah size!- Benden sonda dönüp birbirlerinizin boyunlarını vuran kafirler
olmayın!" dedi."
1555 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), saçlarını tarayıp
yağladıktan, rida ve izarını giydikten sonra Medine'den ashabıyla birlikte
ayrıldı. Rida ve izar çeşitlerinden, vücudun cildine boyası geçen za'feranla
boyanmış olanlar dışında hiç bir şeyi yasaklamadı. Böylece Zülhuleyfe'ye geldi.
Orada devesine bindi. Devesi onu Beyda sırtına çıkarınca O (aleyhissalatu
vesselam) da, Ashab'ı (radıyallahu anhüm) da telbiye getirdiler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kurbanlığına takısını takıp nişanladı. Bu iş, Zilkade
ayının sondan beşinci gününde cereyan etmişti. Mekke'ye Zilhicce'nin dördünde
indi. (İlk iş) Beytullah'ı tavaf etti, Safa ve Merve arasında sa'yde bulundu.
Kurbanlığı sebebiyle ihramdan çıkmadı. Çünkü ona (kurbanlık alameti olan takıyı)
takmıştı. Sonra Mekke'nin Hacün yanındaki en yüksek yerine indi. Artık hacc için
telbiye getiriyordu. Kabe'ye onu tavaf ettikten sonra, Arafat'tandönünceye kadar
hiçyaklaşmadı.Asabına ise, Kabe'yi tavaf etmelerini, Safa ile Merve arasında
sa'yetmelerini emretti, sonra saçlarını kısaltarak ihramdan çıkmalarını emretti.
Bütün bu emirler, beraberinde kurbanlık olarak takılanmış devesi olmayanlar
içindi. Beraberinde hanımı bulunanlara, hanımlarıda helaldi. Keza koku ve
elbisede helaldi."
1556 Hz. Ali (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Arafat'ta vakfe
yaptı ve: "Burası Arafat'tır, vakfe yeridir, Arafat'ın her yeri vakfe yeridir"
dedi. Sonra güneş batar batmaz ifaza yaptı. (Arafat'ı terketti).
Devesinin terkisine Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i bindirdi. Efendimiz
(aleyhissalatu vesselam), -halk sağında ve solunda (develere telaşla
vururlarken) onlara dönüp bakmadan her zamanki sükun ve rıfk halini koruyarak
eliyle işaret edip: "Ey insanlar! Sakin olun" diyordu. Sonra Cem'e
(Müzdelife'ye) geldi. Orada iki namazı da (akşam ve yatsı) beraberce kıldırdı.
Sabah olunca Kuzah tepesine gelip üzerinde vakfe yaptı. "Burası
Kuzeh'dir, vakfe yeridir. Cem'in tamamı vakfe yeridir!"dedi. Sonra oradan
ayrıldı, Muhassır vadisine geldi. Devesine vurdu. Deve dört nala koşarak vadiyi
geçti. Orada durup, amcası Abbas (radıyallahu anh)'ın oğlu Fazl'ı devesinin
terkisine aldı. Oradan Cemretu'l-Akabe'ye geldi ve taşlama yaptı.
Sonra menhara (kesim yerine) geldi: "Burası menhardır
(kurbanlarımızı keseceğimiz yer), Mina'nın her tarafı menhardır" buyurdu. Has'am
kabilesinden genç bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Babam
yaşlanmış bir ihtiyardır, Allah'ın hacc farizası kendisine terettüp etmektedir.
Ben ona bedel hacc yapabilir miyim?" diye bir sual sordu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselàm): "Babana bedel hacc yap!"cevabını verdi. Bu
sırada eliyle, devenin terkisinde bulunan Fazl'ın başını büktü. Amcası Abbas
(radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü! Amcanın oğlu Fazl'ın başını
niye büktün?" diye sordu. "İkisini de birer genç görüyorum. Onlar
hakkında şeytanın şerrinden emin değilim!" dedi. Derken bir adam daha
gelip: "Ey Allah'ın Resûlü, ben traş olmazdan önce ifaza tavafını
yaptım!" dedi. "Traş da ol, bunda mahzur yok!" cevabını aldı. Derken
bir başkası daha gelip: "Ey Allah'ın Resûlü, ben taşlama yapmazdan
önce kurbanımı kesmiş bulundum!" dedi. "Taşlarını da at, bunda bir
mahzur yok!" cevabını aldı. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Beytullah'a geldi, onu tavaf etti, sonra zemzem'e geldi ve: "Ey
Abdulmuttaliboğulları, eğer halk size bunun üzerine galebe etmeyecek olsa
mutlaka çekerdim" dedi."
6838 İbnu Abbas veya Fadl İbni Abbas
-veya bunlardan biri bir diğerinden- anlatmıştır: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Kim hacc yapmak isterse acele etsin. Çünkü olur ki
insan hastalanır (bineği) kaybolur, (gitmeye mani) bir iş zuhür
eder."
6839 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Halk: "Ey
Allah'ın Resülü, haccetmek her sene farz mıdır?" diye sormuştu. "Eğer "Evet!"
desem bu vacip olur. Eğer vacip olsa, bunu yerine getiremezsiniz, bu durumda
yerine getirmezseniz azab görürsünüz" buyurdular."
6840 Hz. Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hacc ve umreyi peşpeşe yapın. Çünkü bunların peşpeşe yapılması, tıpkı körüğün
demirin pasını temizlemesi gibi, fakrı ve günahları
temizler."
6841 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hacılar ve umre yapanlar
Allah'ın elçileridir. Onlar Allah'a dua etseler, Allah onlara derhal icabet eder
(dualarını kabul eder). Eğer kendisinden af ve mağfret dileseler, derhal onlara
mağfiret eder."
6842 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah yolunda cihad eden,
hacceden ve umre yapan Allah'ın elçisidir. Çünkü Allah bunların yapılmasına
kulları davet etti, onlar da icabet ettiler. Buna mukabil onlar da O'ndan
(dilediklerini istediler), Allah da onlara istediklerini
verdi."
6843 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Babama bedel haccedebilir miyim?"
diye sordu. Aleyhissalatu vesselem: "Evet! Babana bedel haccet. Bu haccınla onu
hayır yönüyle artırmasan bile şer yönüyle artırmış olmazsın"
buyurdular."
6844 Ebu'l-Gavs İbnu Huseyn'in -ki el-Fur
kabilesinden biridir anlattığına göre: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
babasının üzerine vacib olmuş fakat eda etmeden ölmüş olduğu hacc hakkında
sormuştu. Aleyhissalatu vesselam: "Babana bedel haccet!" buyurdu ve ilave etti:
"Nezir orucu da böyle, ona bedel kaza edilir."
6845 Husayn İbnu
Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! Babama hacc farz oldu. Ancak
binek üzerinde bağlanmadıkça hacc yapmaya muktedir değil!" dedim. Aleyhissalatu
vesselam bir müddet süküt buyurup sonra: "Babana bedel haccet!"
buyurdular."
6846 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bize hitap ederek buyurdular ki: "Medine halkının ihrama
gireceği yer Zülhuleyfe'dir. Şam halkının ihrama gireceği mikat yeri Cuhfe'dir.
Yemenlilerin mikat yeri Yelemlem'dir. Necid ahalisinin mikat mahalli Karn'dır.
Doğu (yani Irak) ahalisinin mikat yeri Zat-ı Irk'dır." Aleyhissalatu vesselam
sonra, mübarek yüzlerini doğu taraftaki ufka çevirdi ve: "Allahım onların
(doğudakilerin) kalplerini İslam'a çevir" diye dua etti."
6847 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ben (Zülhuleyfe'deki) ağacın yanında,
Resûlullah'ın bindiği devesinin sefinelerinin (yani çökük iken yere değen
uzuvlarının) yanında idim. Deve ayağa kalkıp doğrulunca, Aleyhissalatu vesselam:
"Allah'ım! Umre ve hacca beraber niyet ederek davetine icabet ediyorum! Emrine
amadeyim!" buyurdular. (Yani o zaman ihrama girdiler). Bu (ihrama girme işi)
Veda haccında idi."
6848 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah rızası için
gününü, akşama kadar, güneş altında telbiye çekerek geçiren hiçbir muhrim (hacc
veya umre için ihrama giren) yoktur ki günahları güneşle beraber batmasın ve
annesinin kendisini doğurduğu (günahsız) şekle dönmesin."
6849 Ebu
Bekr İbnu Abdillah İbnü'z-Zübeyr radıyallahu anhüma büyük annesinden -ravi der
ki: Bu büyükanne Esma Bintu Ebi Bekr midir, yoksa Su'da Bintu Avf mıdır
bilemiyorum- naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Duba'a Bintu
Abdilmuttalib'in yanına girmişti, ona: "Ey halacığım seni hacc yapmaktan
alıkoyan mani nedir?" diye sordu. Halası: "Ben hastalıklı bir kadınım,
(hastalığımın hacc menasikini yapmama) engel olmasından korkuyorum" dedi. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "İhrama gir, ancak (menasiki) ikmalden
alıkonulduğun yerde ihramdan çıkmayı şart koş!"
buyurdular."
6850 Duba'a (Bintu Zübeyr İbnü Abdilmuttalib)
radıyallahu anha anlatıyor: "Ben hasta iken Resûlullah aleyhissalatu vesselam
yanıma girdi ve (bana): "Sen bu yıl hacca gitmek istemiyor musun?" buyurdular.
Ben: "Ey Allah'ın Resülü! Ben cidden hastayım" dedim. Aleyhissalatu vesselam:
"Sen hacca git ve ihrama girerken: "(Allah'ım!) beni hacc menakisini
tamamlamaktan alıkoyduğun yerde ihramdan çıkacağım" diyerekten niyet et!"
buyurdular."
6851 Abdullah İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Peygamberler Harem-i, Şerife yaya ve yalınayak olarak girerlerdi.
Yine yalınayak ve yaya olarak Beytullah'ı tavaf edip, menasiki (hacc ve umrenin
gereklerini) bu şekilde ifa ederlerdi."
6852 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hacerü'l-Esved'e yöneldi,
sonra dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ondan ayrıldı. Bir
de baktı ki, Ömer İbnu'I-Hattab da yanında, o da ağlıyor. Hemen: "Ey Ömer
buyurdular, evet gözyaşları burada dökülür."
6853 Ata İbnu Ebi
Rabah Ka'be'yi tavaf ederken İbnu Hişam radıyallahu anhüm'ün kendisine şöyle
soru sorduğuna ve kendisinin şöyle cevap verdiğine şahit oldum: "İbnu Hişam:
"Rükn-i Yemani hakkında bilgi verir misin?" diye sordu. Ata dedi ki: "Ebu
Hureyre radıyallahu anh'ın rivayetine göre, Aleyhissalatu vesselam demiştir ki:
"Rükn-i Yemani yetmiş(70) bin meleğe emanet edilmiştir. Kim (onun yanında):
"Allahım! Senden af, dünya ve ahirette afiyet diliyorum. Rabbimiz! Bize dünyada
iyiyi, ahirette de iyiyi ver ve bizi cehennem azabından koru!" diye dua ederse o
melekler "amin!" derler." Ata, Hacerü'l-esved'in bulunduğu köşeye gelince: "Ey
Ebu Muhammed! Bu Hacerü'I-esved rüknü hakkında ne işittin?" dedi. Ata şu cevabı
verdi: "Ebu Hureyre radıyallahu anh bana, Resulullah aleyhissalatu vesselamın:
"Kim hacerü'l-esvede yönelirse, şüphesiz Rahman (olan) Allah'a yönelmiş olur"
buyurduğunu anlattı.. " İbnu Hişam, Ata'ya: "Ey Ebu Muhammed!
Tavafın faziletiyle ilgili ne işittiniz?" diye sordu. Ata şu cevabı verdi: "Ebu
Hureyre radıyallahu anh, bana Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Kim
Beytullah'ı yedi sefer tavaf eder, tavaf sırasında konuşmayıp sadece
"Sübhanallah, velhamdülillah ve lailahe illallah, vallahu ekber vela havle vela
kuvvete illa billah" derse ondan on günah silinir ve on sevap yazılır, onun
bununla mertebesi on derece yükselir. Kim de tavaf sırasında konuşursa sadece
ayaklarıyla rahmete girer, tıpkı ayaklarıyla suya dalanlar
gibi."
6854 Hz. Cabir radıyallahu anh diyor ki: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hacc-ı ifrad yapmıştır."
6855 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ebu Bekr, Ömer,
Osman radıyallahu anhüm ecmain hacc-ı ifrad yaptılar."
6856 Ebu
Talha radıyallahu anh demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hacc ve
umreyi beraber (yani hacc-ı kıran) yaptı."
6857 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ashabıyla
birlikte (Veda Haccında Mekke'ye) geldikleri zaman, ne o ne ashabı, umre ve hacc
için (Ka'be'nin etrafında yedi defa dolaşmak suretiyle) ancak bir kere tavaf
ettiler."
6858 Bera İbnu'l-Azib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve ashabı, haccda başımızda beraber çıktılar.
Biz (sahabilerin çoğu) hacc niyetiyle ihrama girdik. Mekke'ye geldiğimiz vakit,
Aleyhissalatu vesselam: "Haccınızı umreye çevirin!" buyurdular. Ashab: "Ey
Allah'ın Resülü! Biz hacc niyetiyle ihrama girmiştik! Şimdi onu nasıl umreye
çevirelim?" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Size emrettiğime
riayet edin, dediğimi yapın!" buyurdular. Ashab, önceki itirazlarını tekrar
etti, bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kızdı. (Ashab'ı koyup) gitti. Öfkeli
haliyle Hz. Aişe'nin yanına girdi. Aişe radıyallahu anha, Resûlullah'ın öfkesini
yüzünden okumuştu: "Seni kim öfkelendirdi ? Allah da onu öfkelendirsin! dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Nasıl öfkelenmeyeyim? Ben bir emirde bulunuyorum, emrim
tutulmuyor!" buyurdu."
6859 Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hacc cihaddır.
Umre tatavvu (sünnet)dir."
6860 Herim İbnu Hanbeş radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ramazan ayında
yapılan bir umre (sevap cihetiyle) bir hacca muadildir."
6861 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Zülkade
ayından başka bir ayda umre yapmamıştır."
6862 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: "Kendini (hacc sırasında) beş vakti
(yani Zilhicce'nin sekizinci günü öğle, ikindi, akşam, yatsı ve Arefe günü sabah
namazlarını) Mina'da kılardı. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın da
böyle yaptığını arkadaşlarına haber verdi."
6863 Abbas İbnu Mirdas
es-Sülemi radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, Arafe günü akşamı ümmeti için mağfiret duasında bulunmuştur. Rabb
Teala, duasına: "Ben, zalimler hariç ümmetini mağfiret buyurdum. Zira ben
zalimden mazlumun intikamını alacağım" diye icabette bulunmuştur. Resûlullah:
"Ey Rabbim! Dilersen mazluma (kendi katından bir lütuf olarak) cenneti verir,
zalimi de affedersin!" dedi. O akşam Rabb Teala bu duasına icabet etmedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam Müzdelife'de sabah namazını kılınca, önceki
(cevapsız kalan) duasını tekrar etti. Duasına, arzusu istikametinde cevap
verildi. Ravi devamla der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
bunun üzerine (memnuniyetinden) güldü -veya "tebessüm etti" demiştir.- Hz. Ebu
Bekr ve Ömer radıyallahu anhüma: "Annem babam sana kurban olsunlar! Şimdiye
kadar bu saatlerde hiç gülmemiştiniz. Sizi güldüren şey nedir? Allah seni
sevindirsin!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Allah'ın düşmanı İblis, Rab
Teala hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden
toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve "Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim
boşa gitti!" diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek
beni güldürdü" buyurdular."
6864 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Kureyşliler dediler ki: "Biz Ka'be-i Muazzama sakinleriyiz (yani
onun yanında ikamet eden imtiyazlı kimseleriz). Biz (vakfe için) Harem-i
Şerif'in dışına çıkmayız (Arafat'a gitmeyiz, vakfemizi sadece Müzdelife'de
taşradan gelenlerden ayrı olarak yaparız)"dediler. Bunun üzerine Allah Teala
hazretleri şöyle buyurdular. (Mealen): "Sonra siz de, halkın ifaza yaptığı
(döndüğü) yerden (yani Arafat'tan Müzdelife'ye) ifaza yapınız (akın akın
dönünüz)" (Bakara 199).
6865 Bilal İbnu Rabah radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana, Müzdelife vakfesinin
sabahında: "Ey Bilal! Halkı sustur -veya Halkı dinlet!" buyurdular. Sonra halka
şu hitabede bulundular: "Allah Teala hazretleri, şüphesiz, şu
Müzdelife'nizde, sizlere iyilik ve ihsanda bulunarak, günahkarlarınızı, hayır
sahipleriniz hatırına bağışladı. İyilerinize dilediğini verdi. Öyleyse Allah'ın
adıyla (buradan Mina'ya) hareket edin!"
6866 İbnu Abbas
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Akabe cemresine
taş attığı zaman hemen geçiyor (orada dua ve zikir için)
durmuyordu."
6867 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Akabe cemresine (ilk taşlama)ya kadar telbiye
getirdi (Lebbeyk... dedi)."
6868 Hz. Cabir İbnu Abdillah
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kurban günü,
Mina'da halk(ın suallerine cevap vermek üzere) oturdu. Bir adam yanına gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü! Kurbanımı kesmezden önce traş oldum!" dedi. "Bir zararı
yok!" buyurdular. Sonra bir başkası gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Taşlamaları
yapmazdan önce kurbanımı kestim" dedi. "Bir zararı yok!" buyurdular. O gün
menasikle ilgili takdim ve tehirden her ne sorulmuşsa mutlaka "Bir zararı yok!"
diye cevap verdiler."
6869 Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mina'da Hayf (denilen dere
kenarın)da ayağa kalkarak şunları söyledi: "Benim sözümü işitip aynen tebliğ
edenin yüzünü (Kıyamet günü) Allah ak eylesin. Çünkü fıkıh (dolu hadisleri)
yüklenen nice kimseler vardır ki, fakih değildir. Nice hadis taşıyıcıları vardır
ki kendilerinden daha fakih olana hadis götürürler. Üç haslet vardır ki, bunlar
oldukça mü'min kalbi kin ve husümet taşımaz: Ameli Allah rızası için ihlaslı
yapmak, müslüman idarecilere hayırhah olmak, müslümanların cemaatine devam
etmek... Çünkü müslümanların duaları ona katılanların hepsini
kuşatır."
6870 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Arafat'ta kulakları kesik gibi küçük olan
devesinin üstünde olduğu halde şöyle buyurdular: "Bugünün hangi gün olduğunu, bu
ayın hangi ay olduğunu, bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor
musunuz?" Halk: "Burası haram beldedir, bu ay haram aydır, bugün
kurban günüdür" diye cevap verdiler. Aleyhissalatu vesselam
sözlerine şöyle devam ettiler: "Bilesiniz! Şurası muhakkak ki mallarınız,
kanlarınız birbirinize karşı haramdır, tıpkı şu ayınızın şu belde ve şu gündeki
haramlığı gibi. Bilesiniz! (Kıyamet günü) Havz'ın başına hepinizden önce ben
geleceğim. Ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. Sakın
benim yüzümü kara çıkarmayın. Haberiniz olsun! Ben pek çok kimseyi (şefaatimle)
ateşten kurtaracağım. Bazı kimseler de benden kurtarılacak (zebaniler onları
götüreceklerdir). Ben: "Ey Rabbim! (Zebanilerin benden kaçırdıkları) benim
sahabeciklerimdi (niye cehenneme götürülüyorlar?)" diyeceğim. Allah Teala
hazretleri şöyle buyuracak: "Senden sonra onların neler ihdas ettiklerini sen
bilmiyorsun!"
6871 Muhammed İbnu Abdirrahman İbni Ebi Bekr
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Ben İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın yanında
oturuyordum. Ona bir adam gelmişti. "Nereden geliyorsun?" diye sordu. Adam:
"Zemzemden!" dedi. İbnu Abbas: "Ondan gerektiği şekilde içtin mi?" diye sordu.
Adam: "Nasıl?" deyince açıkladı: "Zemzem içerken kıbleye döneceksin. Besmele
çekeceksin. Üç kere nefes alıp kana kana içeceksin. İçip bitirince aziz ve celil
olan Allah'a hamdedeceksin. Zira Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular:
"Münafıklarla bizim aramızdaki fark, onların zemzemi kana kana
içmemeleridir."
6872 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Zemzem suyu ne maksatla
içilirse o maksatla faydalıdır."
6873 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mina'dan döndügü günü ertesi güne
bağlayan gecenin sonunda Batha'dan Medine'ye hareket
etti."
6874 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, hacının son amelinin (veda tavafı denilen) Ka'be'yi
tavaf etmek olmadıkça Mekke'den ayrılmasını yasakladı."
6875 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İhramlı kişi deve kuşu yumurtası kıracak olursa, o yumurtanın
bedeline denk fidye ödemelidir."
6876 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İhramlı yılanı,
akrebi, saldırgan yırtıcı hayvanı, kelb-i aküru (saldırgan köpek, kurt, aslan,
kaplan vs.), fasıkcık fareyi öldürebilir (bunları öldürdüğü için fidye
ödemez)." Ebıı Said'e fareye niye "fasıkcık" dendiği sorulmuştu.
"Çünkü (bir keresinde) Resûlullah aleyhissalatu vesselam, onun yanmakta olan
kandilin fitilini evi yakmak üzere sürüklemesinden dolayı uykusundan uyanmıştı"
diye cevap verdi."
6877 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ihramlı iken av eti getirilmişti, onu
yemedi."
6878 Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bana bir vahşi eşek verdi ve arkadaşlar
arasında taksim etmemi emretti. O sırada arkadaşlarımın hepsi de
ihramlıydı."
6879 İyas İbnu Seleme'nin babası (Seleme) radıyallahu
anh'ın anlattığına göre: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kurbanlık
develeri arasında bir de erkek deve vardı."
6880 Alkame İbnu Nadle
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekr ve
Hz. Ömer radıyallahu anhüma vefat ettikleri zaman Mekke'nin evlerine "sevaib
(yani oturanların mülkü değil, ihtiyaç sahiplerine terkedilmiş)" denmekte idi.
Kim, (meskene) muhtaç ise bu evlerde oturur, kim de muhtaç değilse ihtiyacı
olanı orada (kirasız) oturtur idi."
6881 Safiyye Bintu Şeybe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Fetih yılında
dinlemiştim. Şöyle buyurdular: "Ey insanlar! Allah arz ve semayı
yarattığı gün Mekke'yi haram kılmıştır. Orası Kıyamet gününe kadar haramdır.
Bitkisi sürülmez, av hayvanı ürkütülmez, buluntusu da sadece (sahibini bulmak
üzere) ilan etmek için alınır." Bu esnada (amcası) Abbas radıyallahu
anh: "İzhir otu hariç (olsun!). Çünkü evler ve kabirler için ona ihtiyacımız
var!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "İzhir otu hariç!"
buyurdular."
6882 Ayyaş İbnu Ebi Rebi'a el-Mahzûmi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu ümmet, şu haram
yerlere hakkı olduğu hürmeti gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu
hürmete riayet etmediler mi helak olurlar."
6883 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey
Allahım! İbrahim aleyhisselam senin Halilindir, peygamberindir. Sen Mekke'yi
İbrahim'in diliyle haram kıldın. Ey Allahım! Ben de senin abdin ve
peygamberinim. Ben de (Medine'yi) iki kayalığı arasında kalan kısmıyla haram
kılıyorum."
6884 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Uhud, şüphesiz bizi seven, bizim de
kendisini sevdiğimiz bir dağdır ve cennet bahçelerinden bir bahçenin üstündedir.
Ayr dağı da cehennem derelerinden bir derenin
üzerindedir."
6885 Davud İbnu Aclan radıyallahu anh anlatıyor:
"Babam İkal ile birlikte yağmurlu bir günde tavafta bulunduk. Tavafımız bitince
Makam(-ı İbrahim)in arka kısmına geldik. Babam orada dedi ki: "Enes İbnu Malik
radıyallahu anh ile birlikte yağmur altında tavaf yaptım. Tavafı bitirdiğimizde,
buraya geldik, iki rek'at namaz kıldık. O zaman Enes radıyallahu anh bize:
"Tavafa yeniden başlayın. Zira mağfiret olundunuz. Biz Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'la birlikte yağmur altında tavaf etmiştik de bize böyle buyurmuştu"
dedi."
6886 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ve ashab-ı kiram hazeratı radıyallahu anhüm ecmain,
Medine'den Mekke'ye yaya olarak hacc yaptılar. (Bu sırada) Aleyhissalatu
vesselam: "İzarlarınızı (=vücudun belden aşağısını örten peştemal) bellerinize
bağlayın" buyurmuş, sonra da bazan hızlı bazan yavaş
yürümüştü."
6887 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kurban kesmek istediği zaman iki tane büyük
şişman çift boynuzlu alaca, hadımlaştırılmış koç alırdı. Bunlardan birisini
Allah'ın birliğine ve kendisinin peygamberliğine şehadet eden ümmeti adına
keser, diğerini de Muhammed ve AI-i Muhammed aleyhissalatu vesselam adına
keserdi."
6888 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Maddi imkanı olup da kurban
kesmeyen namazgahımıza sakın yaklaşmasın."
6889 Zeyd İbnu Erkam
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabı: "Ey
Allah'ın Resulü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?" "Bu
babanız İbrahim aleyhisselam'ın sünnetidir" buyurdular. Ashab: "Pekiyi, kurban
kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah 'ın Resûlü!" dediler.
"Kurbanın her bir kılı için bir sevap" buyurdular. Ashab tekrar: "(Kesilen
kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah'ın Resûlü (sevap nasıl olacak)?"
diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Yünün her bir kılı için de bir sevap
var!" buyurdular."
6890 Yunus İbnu Meysere İbni Halbes radıyallahu
anh anlatıyor: "Ebu Sa'id ez-Zürakki -ki Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabındandır- ile birlikte kurbanlarımızı satın almaya çıktık.
Yunus der ki: "Ebu Sa'id vücudca ne iri ne de alçak olan siyah nişanlı bir koça
işaret ederek bana dedi ki: "Bana şunu satın al!" Ebu Said, sanki bu koçu
Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın koçuna
benzetmişti."
6891 İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında (bir ara) develer miktarca
azalmıştı. Ashabına sığırların kurban edilmesini
emretti."
6892 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam geldi ve: "Üzerimde bir deve
(kurbanı) borcu var. Ben onu satın alacak güçteyim. Ama deve bulamıyorum ki
satın alayım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam ona yedi
davar satın alıp kesmesini emretti."
6893 Ümmü Bilal Binti Hilal
babasından naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun
nev'inden ceza' (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan geri
kalmayan dolgun kuzu)nun bayram kurbanı olması caizdir."
6894 Ebu
Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Kurban etmek üzere bir koyun satın
almıştık. Kurt kuyruğunu veya kulağını kaptı. Biz durumu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a sorduk. Bize onu kurban etmemizi
söyledi."
6895 Ebu Seriha radıyallahu anh anlatıyor: "Ben sünneti
bildikten sonra ev halkım beni (çok sayıda kurban kesmeye) zorladılar. Ev halkı
bir davarı veya iki davarı bayramda kurban ederlerdi. Şimdi (bir veya iki davarı
kurban etmekle yetinirsek) komşularımız bizi cimrilikle itham
ederler."
6896 Uveymir İbnu Eşkar radıyallahu anh'ın anlattığına
göre, "Kurbanını bayram namazından önce kesmiş, sonra da durumu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a açmıştır. Aleyhissalatu vesselam da kendisine:
"Kurbanını iade et (yeniden kes, o kurban yerine geçmez)" cevabında
bulunmuştur."
6897 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kurban ettiği her deveden birparça etin
alınmasını emretti. (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi. Sonra
Resül-i Ekrem aleyhissalatu vesselam ve beraberindekiler etten yediler ve et
suyundan içtiler."
[TOP]
HARAÇ
Kimlik alan
1075 Ebu'd Derda (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurdular ki: "Kim bir araziyi
haracı ile birlikte (satın) alırsa hicretinden rücu etmiş demektir. Kim de bir
kafirin boynundan zilleti kaldırıp onu kendi boynuna koyarsa İslam'a sırtını
dönmüş olur." Sinan İbnu Kays der ki: Halid İbnu Ma'dan bu hadisi benden
işitince bana: "Bunu sana Sebib mi rivayet etti?" dedi. "Evet" dedim. "Öyleyse
dedi, gidince, şöyle bu hadisi bana yazıp göndersin." Sinan İbnu Kays devamla
dedi ki: "(Sebib'e) söyledim, onun için hadisi yazıverdi. Tekrar geldiğim zaman
Halid İbnu Ma'dan kağıdı sordu. Ben de verdim. Okuyup bu hadisi işitince sahip
olduğu arazinin hepsini terketti."
1124 Hz. Ebu Hureyre
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sordular:
"İçinizden kime şehid dersiniz?" "Ey Allah'ın Resulü, dediler, Allah yolunda
öldürülen şehiddir." "Öyleyse, dedi, Resulullah (aleyhissalatu vesselam),
ümmetimin şehidleri azdır." "Peki, dediler, daha kimler şehiddir, Ey
Allah'ın Resulü?" "Allah yolunda öldürülen şehiddir. Allah yolunda ölen
şehiddir. Taunda ölen şehiddir. Karnı sebebiyle ölen şehiddir, boğularak ölen
şehiddir."
1125 İmam Malik ve Tirmizi'nin kaydettikleri bir
rivayette Resulullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: "şu beş kişi
şehiddir, (deyip önceki hadiste geçenleri saydıktan sonra): Yıkıntı altında
kalan da şehiddir" diye ilave etti. Hz.Cabir (radiyallahu anh)'den gelen bir
rivayette: "Karnında çocuğu olduğu halde ölen kadın da şehiddir" buyrulmuştur.
Abdullah İbnu Amr İbrnu'l-As (radiyallahu anhuma) tarafından rivayet edilen bir
diğer sahih hadiste: "malını müdafaa ederken öldürülen şehiddir"
buyurulmuştur.
1126 Ümmü Haram (radiyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Deniz tutması sebebiyle
(gemide) kusan kimseye şehid sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehid sevabı
vardır. "
1127 Said İbnu Zeyd (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i dinledim şöyle buyurdular: "Kim malını
müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim kanını müdafaa sırasında öldürülürse
şehiddir. Kim dinini müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim ailesini
müdafaa sırasında öldürülürse o da şehiddir."
1128 Ebu Sellam,
sahabeden birinden rivayet etmektedir: "Cuheyne'den bir mahalle üzerine baskın
yaptık. Müslümanlardan biri, (teke tek vuruşmak üzere) onlardan bir adam taleb
etti. (Bir cengaver gelince) hemen kılıncıyla saldırıya geçti. Ancak hata yaptı
ve kılıncı kendisine isabet etti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Ey
Müslümanlar, kardeşinize (yardım edin)" diye bağırdı. Halk ona doğru koşuştu.
Ama ölmüştü. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onu elbisesi ve kanı ile
birlikte sardı, üzerine namaz kıldı ve defnetti. "Ey Allah'ın Resulü, bu şehid
midir?" diye sordular. "Evet o şehiddir ve ben ona bu hususta şahidim" cevabını
verdi."
1129 İrbaz İbn Sarıye (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şehidlerle yataklarında
ölenler, taundan ölenler hakkında Cenab-ı Hakk'a birbirlerini şikayet ederler.
Şehidler: "Onlar bizim kardeşlerimizdir, onlar da bizim gibi öldürüldüler!"
derler. Yataklarında ölenler de: "Onlar bizim kardeşlerimizdir, bizim gibi
öldüler!" derler. Rabbimiz onlara şöyle seslenir: "Yaralarına bakın,
öldürülenlerin yaralarına benziyorlarsa onlardandırlar ve onlarla beraber
olurlar!" Bakılır ve onlardaki yaranın, öbürlerininki gibi olduğu görülür.
"
1130 İbnu Ömer (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "(Babam) Ömer
İbnu'l-Hattab (radiyallahu anh) şehid olduğu halde yıkandı, kefenlendi, üzerine
namaz kılındı."
[TOP]
HASED
Kimlik alan
1635 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"İki kişiye karşı hased caizdir: Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine
Kur'an-ı Kerim'i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder.
İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teala ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz
(hak yolda) infak eder."
1636 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hasedden kaçının.
Çünkü o, ateşin odunu -ravi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün
hayırları yer tüketir."
1637 Hz. Zübeyr (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size ümem-i
kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz;
kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde
tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı
olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selamı
yaygınlaştırın."
7253 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hased (çekememezlik)
hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka hataları
söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü'minin nürudur. Oruç ateşe
karşı perdedir."
[TOP]
HASTALIK VE MUSİBETLER
Kimlik alan
4658 Ebu Hureyre ve Ebu Said radıyallahu
anhüma'nın anlattıklarına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
buyurmuştur: "Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık
bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin
günahından bir kısmını mağfiret buyurur."
4659 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ümmü's-Saib
radıyallahu anha'nın yanına girdi ve: "Niye zangırdıyorsun, neyin
var?" dedi. Kadın: "Humma (sıtma)! Allah belasını versin!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam da: "Sakın hummaya sövme! Çünkü o, insanların hatalarını
temizlemektedir, tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlediği gibi!"
buyurdular."
4660 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir hummalıyı ziyaret etmişti.
Hastaya: "Müjde! Zira Allah Teala hazretleri diyor ki: "Humma benim
ateşimdir, ben onu mü'min kuluma musallat ederim, ta ki, ateşten tadacağı
nasibi(ni dünyada tadmış) olsun."
4661 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah
bir kuluna hayır murad ettimi onun cezasını tacil edip dünyada verir; bir kulu
hakkında da kötülük murad ettimi onun günahlarını tutar, Kıyamet günü cezasını
verir."
4662 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mükafaatın büyüklüğü belanın
büyüklüğü ile (orantılıdır). Allah bir cemaati sevdi mi onları musebete müptela
eder. Kim bundan razı olursa Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah
da ondan razı olmaz."
4663 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü,
afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin
makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler."
4664 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik
olmaz. Ta ki hatasız olarak Allah'a kavuşsun."
4665 Mus'ab İbnu
Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Der ki: "Ey Allah'ın
Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?"
"Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti
nisbetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası
da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, allah onu da diyaneti nisbetinde
imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Ta o kul, hatasız olarak yeryüzünde
yürüyünceye kadar."
4666 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri ferman etti: "İzzetim ve celalim hakkı için, mağfiret etmek istediğim
hiç kimseyi, bedenine bir hastalık, rızkına bir darlık vererek boynundaki
günahlarından temizlemeden dünyadan çıkarmayacağım."
4667 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer
girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta
olduğu salih amelin sevabını aynen yazar."
4668 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Kadınlar Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a dediler
ki: "Ey Allah'ın Resulü! Sizden (istifade hususunda) erkekler bize
galip çıktı (yeterince sizi dinleyemiyoruz). Bize müstakil bir gün
ayırsanız!" Resûlullah aleyhissalatu vesselam bunun üzerine onlara
bir gün verdi. O günde onlara vaaz u nasihat etti, bazı emirlerde bulundu.
Onlara söyledikleri arasında şu da vardı: "Sizden kim, kendinden
önce üç çocuğunu gönderirse, onlar mutlaka kendisine ateşe karşı bir perde
olur!" Bir kadın sormuştu: "Ey Allah'ın Resûlü! Ya iki çocuğu
ölmüşse? "İki de olsa!" buyurmuşlardı."
4669 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mü'minlerden birinin üç çocuğu ölür ve ona da ateş değerse, bu
çok hafif bir alev yalamasıdır."
4670 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimden kimin iki öncüsü varsa, onlarla birlikte cennete girer!"
Hz. Aişe radıyallahu anha sordu: "Bir öncüsü olan?" "Bir öncüsü olan
da, ey (hayırda) muvaffak olan!" buyurdular. Hz. Aişe tekrar sordu: "Ümmetinden
hiç öncü göndermeyen?" "Ben, ümmetimin öncüsüyüm, (şefaatimle onları
cennete ben sevkedeceğim. Hatta ben bütün öncülerin en büyüğüyüm. Çünkü, ücret,
çekilen meşakkate göre büyür). Benimki gibisine de hedef olmayacaklar. (Onların
beni önden göndermekten daha büyük bir kayıpları,daha acılı bir musibetleri
yoktur ve olmayacak da. Zira vahiy kesilmiş oldu.)"
4671 Ubade
İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona
kavuşmayı sever. Kim Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan
hoşlanmaz!" Hz. Aişe radıyallahu anha: "Biz ölmekten hoşlanmayız"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Kasdımız bu değil. Lakin, mü'mine
ölüm gelince, Allah'ın rızası ve ikramıyla müjdelenir. Ona, önünde (ölümden
sonra kendisini bekleyen) şeyden daha sevgili birşey yoktur. Böylece O, Allah'a
kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. Kafir ise, ölüm kendisine gelince
Allah'ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple ona önünde (kendini
bekleyenlerden) daha menfur bir şey yoktur. Bu sebeple Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."
[TOP]
HAYA
Kimlik alan
1641 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allah'tan hakkııyla haya edin!"
buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü, elhamdülillah, biz Allah'tan
haya ediyoruz" dedik. Arıcak O, şu açıklamayı yaptı.: "Söylemek istediğim bu
(sizin anladığınız haya) değil. Allah'tan hakkıyla haya etmek, başı ve onun
taşıdıklarını, batnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve
toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini
terketmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine
getirirse, Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur. "
1642 Ebû
Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
çadırdaki bakire kızdan daha çok haya sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse
biz bunu yüzünden hemen anlar'dık."
1643 Zeyd İbnu Talha İbnu
Rükane (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam'ın ahlakı
hayadır."
1644 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi
çirkinleştirir. Haya ise girdiğn şeyi güzelleştirir."
7237 Hz.
Enes ve İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Her dinin (kendine has temel) bir huyu vardır. İslam'ın bu huyu,
hayadır."
7238 Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haya imandandır. İman (sahibi) ise
cennettedir. Hayasızlık (ve bundan kaynaklanan kabalıklar, çirkin ve kırıcı
sözler) cefa (eziyet, zulüm, haksızlık)dan bir parçadır. Cefa (eden de)
cehennemdedir."
7239 Ebu Sa'idi'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında oturuyor idik. (Bir ara): "Size
Abdulkays kabilesinin gönderdiği heyet geldi" buyurdular. Halbuki içimizden hiç
kimse (henüz heyetin geldiğini) görmemişti. Hakikaten geldiler ve konakladılar.
Sonra Aleyhissalatu vesselam'ın huzuruna geldiler. Onlardan Eşecc el-Asari
(adında biri) konaklama yerinde kaldı, o sonradan geldi. Çünkü o, bir konağa
indi, devesini ıhtırdı. Yolculuk elbisesini bir kenara bıraktı. Sonra (taze
elbise giyip, öyle) Aleyhissalatu vesselam'ın huzuruna çıktı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da ona: "Ey Eşecc! Sende aziz ve celil olan Allah'ın
sevdiği iki haslet vardır: Hilm (acele etmemek) ve teenni ile hareket etmek"
buyurdular. Eşecc: "Ey Allah'ın Resülü! Bu hasletler, cibilliyetimde (fıtratımda
doğuştan getirdiğim) bir şey mi, yoksa sonradan (iradı gayretimle) meydana gelen
bir şey mi?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Hayır! Yaratılışında bulunan bir
şeydi buyurdular."
7240 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Eşecc el-Asari'ye: "Muhakkak ki sende
Allah'ın sevdiği iki haslet var: Hilm (acele etmemek) ve haya"
buyurdular."
7241 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah indinde kişinin yuttuğu
en sevaplı yudum, Allah'ın rızasını düşünerek kendini tutup, yuttuğu ötke
yudumudur."
[TOP]
HAYIZ
Kimlik alan
3795 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Yahudilerin şöyle bir adeti vardı: İçlerinde bir kadın adet görmeye başlayınca,
onunla beraber yiyip içmezler, evlerde beraber oturup kalkmazlardı. Bu durumu
Ashab radıyallahu anhüm Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordular. bunun
üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti inzal buyurdu. (Mealen): "Ey Muhammed! Sana
kadınların aybaşı halinden sorarlar. De ki: "O bir ezadır. Aybaşı halinde iken
kadınlardan uzak kalın. Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın.
Temizlendikleri zaman Allah'ın size buyurduğu yoldan yaklaşın..." (Bakara 222)
ayeti üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kadınlarınızla nikah (zevciyat
muamelesi) dışında her şeyi yapın!" buyurdu. bu ruhsat yahudilere ulaşınca: "Bu
adam ne yapmak istiyor? Bize muhalefet etmediği bir şey bırakmadı!" dediler. (Bu
sözü işiten) Üseyd İbnu Hudayr ve Abbad İbnu Bişr radıyallahu anhüma gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü! yahudiler şöyle şöyle söylüyorlar" diye haber verdiler.
"Biz kadınlarla beraber oturup kalkmıyacak mıyız?" dediler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın rengi öylesine değişti ki, biz onlara kızdığını
zannettik. Onlar da hemen çıkıp gittiler. Derken onlar yolda Resûlullah'a
gönderilen hediye sütle karşılaştılar. Resûlullah o sütü hemen bunların peşisıra
içmeleri için gönderdi. Böylece anladılar ki, Aleyhissalatu vesselam kendilerine
gücenmemiştir."
3796 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "kim hayızlının fercine veya
bir kadının dübürüne (arka uzvuna) temas ederse veya kahine uğrarsa Muhammed'e
indirilenden teberri etmiş (yüz çevirmiş) olur."
3797 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Bizden biri hayızlı olur, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam da onunla mübaşeret etmek dilerse, ona hayız olur olmaz izarını
bağlamasını emreder, sonra mubaşeret ederdi. Sizden hanginiz, nefsine,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nefsine hakim olduğu kadar hakim
olur?" Ebu Davud'un bir rivayetinde, "fevr" (evvelinde -ki "hayz
olur olmaz" diye karşıladık-) yerine "fevh" denilmiştir (ki bu da "çoğunda" ve
"evvelinde" manasına gelir.)
3798 Nesai'nin Cümay' İbnü Ümayr'dan
kaydettiği bir rivayette şöyle denmiştir: "Ben, annem ve teyzemle birlikte Hz.
Aişe radıyallahu anha'nın yanına girdim. Onlar Hz. Aişe'ye: "Hayızlı iken,
sizlerle Aleyhissalatu vesselam ne şekilde mübaşerette bulunurdu?" diye
sordular. Aişe validemiz: "Hayız olduğumuz zaman bize, geniş bir
izar giymemizi emreder, sonra sine ve göğsümüze iltizamda (temasta)
bulunurdu."
3799 Muvatta'nın rivayetinde şöyledir: "Ubeydullah
İbnu Abdillah İbni Ömer radıyallahu anhüma, Hz. Aişe'ye göndererek -kişi,
hayızlı olan hanımıyla mubaşerette bulunabilir mi?- diye sordurdu. Hz. Aişe
radıyallahu anha: "Kadının alt kısmınna izarını bağlatsın sonra onunla
mubaşerette bulunsun" cevabını verdi."
3800 Ebu Davud ve Nesai'nin
bir rivayetinde şöyle denmektedir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
zevcelerinden bir kadınla hayızlı olduğu halde mubaşeret ederdi. Yeter ki,
uyluklarının ortasına kadar izarı uzanmış olsun veya dizleri örtülü
bulunsun."
3801 Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordu: "(Ey Allah'ın Resulü!) Hanımım
hayızlı iken bana helal olan nedir?" Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Üzerine
izarını bağlasın, yukarısına istediğinde serbestsin."
3802 Hz.
Mu'az radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, hanımım hayızlı
iken bana helal olan nedir?" "İzar'ın yukarısı, ancak bundan da sakınsan daha
iyi olur!" buyurdular."
3803 İkrime, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın zevcelerinden birinden naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, hayızlı hanımlarıyla bir mübaşerette bulunmak dileyince hanımının
ferci üzerine bir şey örterdi.."
3804 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi,
hayızlı karısıyla cinsi münasebette bulunursa (hatasına kefaret olarak) yarım
dinar tasadduk etsin."
3805 Bir rivayette ise şöyle denmiştir:
"Kişi hayızlı hanımına, hayız halinin başlangıcında, kan kırmızı renkte iken
temas ederse bir dinar tasadduk etsin. Kanın kesilmeye yüz tutup akıntının
sarardığı zaman temas eden, yarım dinar tasadduk etsin." Tirmizi der
ki: "Bu hadis İbnu Abbas radıyallahu anhüma'dan mevkuf (kendi sözü) olarak da
rivayet edilmiştir."
3806 Ebu Davud'un bir rivayetinde hayızlı
karısına temas eden kimse hakkında Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Bir
veya yarım dinar tasadduk etsin" dediği kaydedilmiştir. Ebu Davud
der ki: "Bu rivayet (yani İbnu Abbas'ın "bir veya yarım..." diyerek yaptığı
rivayet) sahihtir, (diğer "...yarım dinar..." diyen rivayet bu kadar kavi
değildir.)"
3807 Bir rivayette şöyle denmiştir: "Kişi hanımına
kanama halinde temasta bulunmuşsa bir dinar, kanın kesilme halinde temas etmişse
yarım dinar tasadduk eder."
3808 Hz. Aişe radıyallahu anha "Ben
hayızlı iken Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın başını yıkardım"
demiştir.
3809 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ben hayızlı iken kucağıma yaslanır ve Kur'an
okurdu."
3810 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (bir gün) bana (kendisi mescidde iken)
"Humre'yi bana getiriver!" buyurdular. "Hayızlıyım" diye cevap
verdim. "Senin hayızın elinde değil ki!'
dediler."
3811 Hz. Meymune radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bizden biri hayızlı olduğu halde onun kucağına başını
koyar, Kur'an okurdu. Bizden birimiz hayızlı iken Resûlullah'ın humrasını
mescide taşır ve yayardı."
3812 İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan
rivayete göre, "cariyeleri hayızlı oldukları halde ayaklarını yıkarlar,
humrasını kendisine verirlerdi."
3813 Ümmü Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte kadife bir
örtünün altında yatıyordum. Ay halimin başladığını farkettim. Hemen örtünün
altından kayıp hayız elbisemi bulup giyindim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Hayız mı oldun?" buyurdular. "Evet!" dedim. Beni yanına çağırdı. Örtünün
altında beraber yattık."
3814 Umare İbnu Gurab'ın anlattığına
göre, bir halası kendisine Hz. Aişe radıyallahu anha'dan şöyle sorduğunu
anlatmıştır: "Birimiz hayız olduğumuz zaman kocamızla ayrı yatmamız mümkün
değil, tek yatağımız var." Hz. Aişe şu cevabı vermiştir: "Ben sana
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yaptığını anlatayım: "Bir gece eve girdi.
Ben o sırada ay hali görüyordum. Mescidine geçti. -Ebu Davud der ki: "Bundan
maksad evindeki namazgahıdır.- (Orada namaz kıldı), fakat bir türlü ayrılmadı.
Derken benim gözlerim kapanmış, soğuk da onu üşütmüş. Gelip "Bana yaklaş!" dedi.
Ben de: "Hayızlıyım!" dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Öyle de olsa!
Uyluklarını aç!" dedi. Uyluklarımı açtım. Göğüs ve yanağını uyluklarımın üzerine
koydu. Ben de üzerine eğildim. Isınıp uyuyuncaya kadar böyle
durduk."
3815 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben hayızlı
iken su içer, sonra kabı Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a verirdim. O da
ağzını, ağzımın değdiği yere koyardı."
3816 Ebu Davud ve Nesai'de
de şu rivayet gelmiştir: "Ben ay halinde iken etli kemiği dişleyerek yer, sonra
da Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a uzatırdım. O da ağzını, tam ağzımı koymuş
bulunduğum yere koyar(ak yer)di."
3817 Nesai'nin bir diğer
rivayeti şöyle: "Şureyh İbnu Hani, Hz. Aişe radıyallahu anha'ya: "Bir kadın
hayızlı iken kocası ile birlikte yemek yer mi?" diye sordu. Hz. Aişe "Evet dedi,
benim kanamam varken Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni çağırırdı, ben de
onunla birlikte yerdim. (Bu sırada) etli kemiği alır, (bana uzatır, önce benim
başlamam için) bana yemin verirdi. Ben de onu alır ve bir miktar dişler (sonra
Resûlullah'a uzatırdım). O da ağzını, kemikte tam benim ağzımı koyduğum yere
koyar(ak yemeye başlar)dı. İçecek bir şey istediği olur, getirince ondan önce
benim içmem için bana yemin verirdi, bunun üzerine ben de kabı alır bir miktar
içer, sonra bırakırdım. Bu sefer onu Aleyhissalatu vesselam alır, kabın tam
benim ağzımı koyduğum yerine ağzını koyarak içerdi."
3818 Abdullah
İbnu Sa'd el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a hayızlı kadınlarla beraber yemek hususunda sordum. "Onunla beraber
yiyin!" buyurdular."
3819 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın
anlattığına göre, bir kadın kendisine: "Temizlendiğimiz zaman kıldığımız mutad
namaz bize yeter mi (hayızlı iken kılamadıklarımızın kazası gerekir mi?)" diye
sormuş, o da şu cevabı vermiştir: "Sen Harûriyye (Harici)misin? Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraberken ay hali gördüğümüzde,
tutamadığımız oruçları kaza etmemizi söylerdi, fakat namazların kazasını
söylemezdi."
3820 İsmi Müssetü'l-Ezdiyye olan Ümmü Büsse
anlatıyor: "Hacc yapmıştım. Hacc sırasında Ümmü Seleme radıyallahu anha'ya
uğradım. Kendisine, "Ey mü'minlerin annesi, Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh,
kadınlara, hayız sırasında kılınmayan namazların kazasını emrediyor (ne
dersiniz)?" diye sordum, şu cevabı verdi: "Hayır, kaza etmezler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın kadınlarından biri, nifas sebebiyle kırk gece (namaz
kılmadan) dururdu da, Resûlullah aleyhissalatu vesselam nifas namazını kaza
etmesini emretmezdi."
3821 Hz. Aişe radıyallahu anha, kanama gören
hamile kadın hakkında şunu söylemiştir: "Böyle bir kadın namazı
bırakır."
3822 İbnu Ömer radıyallahu anhüma: "Ne hayızlı kadın ne
de cünüp kimse Kur'an'dan hiçbir şey okuyamaz" buyurdu.
3823 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ümmü Habibe bintu Cahş radıyallahu anha tam
yedi yıl boyu istihaze kanı gördü. Ne yapacağı hususunda Resûlullah'a sordu.
Aleyhissalatu vesselam yıkanmasını emretti ve "Bu damar (kanıdır)" dedi. Ümmü
Habibe her namazda yıkanırdı."
3824 Müslim'in bir rivayeti
şöyledir: "Ümmü Habibe radıyallahu anha -ki Abdurrahman İbnu Avf'ın nikahı
altında idi- Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a kanamasından şikayet etti. Ona
şu tavsiyede bulundu: "Hayız (müddetin normalde ne kadar devam ediyor ve) seni
bekletiyor idiyse o müddetçe bekle, sonra yıkan!" Ümmü Habibe her namazda
yıkanırdı."
3825 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Hz. Aişe dedi ki: "Ümmü Habibe, kız kardeşi Zeyneb Bintu Cahş'ın hücresinde bir
leğenin içinde yıkanırdı. Kanın kızıllığı (bazan) suya galebe
çalardı."
3826 Nesai'nin rivayeti şöyledir: "Ümmü Habibe müstehaze
idi (devamlı kanaması olurdu), hiç temiz olmazdı. Durumu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a söylenmişti. Şöyle buyurdular: "Bu, hayız değildir,
rahimin bir rahatsızlığıdır. Normal zamanda hayız kanının geldiği kirlilik
müddetine baksın. (Her ay) o müddet boyunca namazını terketsin. Sonra bu müddet
çıkınca her namaz vaktinde yıkansın."
3827 Nesai'nin bir diğer
rivayeti şöyle: "Ümmü Habibe radıyallahu anha'ya Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, (Her ayda) hayız olup kirli bulunduğu kadar namazı terketmesini, sonra
yıkanıp namazını kılmasını emretti. O, her namaz vaktinde
yıkanırdı."
3828 Hamne Bintu Cahş radıyallahu anha anlatıyor:
"Ben, kızkardeşim Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anha'nın yanındaydım, istihaze
kanamam vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın
Resulü! Ben çok şiddetli şekilde istihaze kanamasına maruzum, bu hususta ne
tavsiye edersiniz? Bu hal benim namaz ve orucuma mani oluyor?" dedim.
Bana: "Sana pamuğu vasfeyliyeyim: O, kanı gidericidir (fercine pamuk
koy)" buyurdular. Ben: "Ama akıntı pamuğun mani olacağı miktardan
çok fazla!" dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse bez
kullan!" buyurdular. Ben: "Akıntı bezin durduracağı miktardan da
fazla! Şarıl şarıl akıyor" dedim. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam dedi
ki: "Sana iki şey söyleyeceğim, hangisini yaparsan, diğerinin de
yerine geçer. İkisini de yapabilecek durumdaysan birini seçmek sana ait,
dilediğini seç! Bu kanama, şeytanın tekmelerinden bir tekme(si yani zarar
vermesi)dir. Sen kendini Allah'ın ilminde altı yedi gün hayızlı bil (orucu ve
namazı terket). Sonra yıkan ve kendini hayızdan temizlenmiş bil ve yirmiüç veya
yirmidört gece ve gündüz namaz kıl, (bu esnada farz veya nafile) oruç tut. Bu,
Sana yeterlidir. Kadınların her ay hayız görmeleri, hayızlı ve temizlik
günlerinin olması gibi, bu şekilde senin de hayız ve temizlik günlerin olacak.
(Bu, sana söyleyeceğim iki şeyden birincisidir. İkinci hususa gelince, o da
şudur): Eğer öğleyi te'hir ve ikindiyi de ta'cil edip, ikisi için gusletmeye
gücün yeterse öğle ile ikindiyi birleştir. Keza akşamı geciktirip yatsıyı tacil
etmek, sonra da gusletmek suretiyle de bu iki namazı birleştir. Sabah için de
ayrıca guslet. Bu şekle gücün yeterse orucunu da böylece tutarsın."
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (birini seçmede beni muhayyer bıraktığı bu
iki tarzı zikrettikten sonra ilaveten dedi ki: "Bu, (ikincisi, zikrettiğim)
tarzın, benim daha çok hoşuma gidenidir." Ravilerden biri dedi ki:
"Hamne radıyallahu anha dedi ki: "Bu, iki tarzdan benim daha çok hoşuma
gidenidir. Ravi böylece, bu sözün Resûlullah'a ait olmayıp Hamne'ye ait olduğunu
ifade etmiş oldu."
3829 Esma Bintu Umeys radıyallahu anha
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim. Fatıma Bintu Ebi Hubeyş, şu şu kadar
zamandan beri kanama geçiriyor, namazı bıraktı!" (Bu sözün üzerine Aleyhissalatu
vesselam): "Sübhanallah! (hiç namaz bırakılır mı?) Bu şeytandan
(biir oyun. Kapılmamalıydı. Söyleyin ona), bir leğene (su koyup içine) otursun.
Eğer suyun üstünde (kanamadan hasıl olan) bir sarılık görürse, öğle ve ikindi
için tek bir gusül yapsın; akşam ve yatsı için de tek bir gusül yapsın. Sabah
için de ayrı bir gusül yapsın. Bu arada (kılacağı namazlar için) abdest alsın"
buyurdular." İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "(Her namaz için) gusletmek,
kadıncağıza zor gelmeye başlayınca iki namazın arasını birleştirmeyi
emretmişti."
3830 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında bir kadının kanaması vardı. Ümmü
Seleme radıyallahu anha, onun adına, hükmü, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan soruverdi. Resûlullah: "İstihaze kanı başlamazdan önce,
bir ay içerisinde, kaç gün ve gece hayız kanı gelmekte olduğuna baksın, her ay o
kadar müddette namazı terketsin. Bu zaman çıkınca hemen yıkansın ve (fercine
pamuk koyup) bir bezle sargı yaparak namazını kılsın."
3831 Sümeyy
Mevla İbnu Ebi Bekr İbni Abdirrahman anlatıyor: "Ka'ka ve Zeyd İbnu Eslem, beni,
Sa'id İbnu Müseyyeb rahimehullah'a gönderip müstehazenin nasıl yıkanacağını
sordular. Said şöyle açıkladı: "Müstehaze, öğleden öğleye yıkanır ve her namaz
için abdest alır. Şayet kan galebe çalacak olursaa bir bezle sargı yapar."
(Ebu Davud) der ki: "İbnu Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den de bu şekilde (yani
"Öğleden öğleye yıkanır" diye) rivayet edildi. Bu, aynı zamanda Salim İbnu
Abdillah, Hasan Basri ve Ata rahimehumullah'ın görüşüdür." İmam
Malik dedi ki: "Zannım o ki, İbnu Müseyyeb'in hadisi "temizlik vaktinden
temizlik vaktine" olacaktı; "öğle vaktinden öğle vaktine" şeklinde gelmiştir.
Herhalde buna bir vehim karışmış." Bu hadisi el-Misver İbnu
Abdilmelik de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde da " temizlik vaktinden
temizlik vaktine" şeklinde gelmiştir. Şu halde raviler bunu "öğleden öğleye"
diye çevirmiş olmalı. Derim ki: "Kadi İyaz'ın zikrine göre ..................
noktalı rivayet sahihtir. Doğruyu Allah bilir."
3832 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Müstehaze, hayız müddeti sona erince her gün
yıkanır. Üzerine tereyağı veya zeytinyağı sürülmüş bir yün
kullanır."
3833 Abdullah İbnu Süfyan rahimehullah anlatıyor: "Bir
kadın, İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya şöyle sordu: "Kabe'yi ziyaret maksadıyla
gelmiştim. tam Mescid-i Haram'ın kapısına geldiğim sırada kanamam başladı ve
derhal geri dönüp, kanama duruncaya kadar bekledim. Sonra yıkandım. Tekrar tavaf
için geldiğimde, kapının yanında yine kan geldi. Aynı şekilde geri döndüm, size
geldim" Abdullah şu cevabı verdi: "Bu şeytandan gelen bir zarardır. Bu durumda
yıkan. Pamuk tıkayarak bir bez bağla, sonra da tavafını
yap!"
3834 İkrime rahimehullah anlatıyor: "Ümmü Habibe radıyallahu
anha müstehaze idi. Kocası ona temasta bulunurdu. Aynı hal Hamne Bintu Cahş
radıyallahu anha için de mevzubahis idi."
3835 Ümmü Atiyye
radıyallahu anha anlatıyor: "(Hayız müddetimiz dolup) temizlik dönemi
başladıktan sonra görülen bulanık ve sarı akıntıyı ciddiye
almazdık..."
3836 Mercane Mevla Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Kadınlar Hz. Aişe radıyallahu anha'ya içerisinde pamuk bulunan bez (veya kap)
gönderirlerdi. Bu pamuklar hayız kanıyla sarı lekeler taşırdı. (Bu safhada)
namaz kılınıp kılınmayacağını sorarlardı. Hz. Aişe radıyallahu anha:
"Beyaz akıntıyı görünceye kadar acele etmeyin!" diye cevap verirdi. Beyaz
akıntıdan temizliği kastederdi."
3837 Zeyd İbnu Sabit'in kızından
nakledildiğine göre, kulağına, bir kısım kadınların gece yarısı, temizliklerini
kontrol için, lamba getirtir oldukları haberi ulaşır. O, bu davranıştan dolayı
kadınları ayıplar ve: "(Sahabe) kadınları böyle yapmazlardı!"
der.
3838 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam devrinde, nifas olan kadınlar nifaslarından sonra kırk
gün kırk gece otururlardı. Biz yüzlerimize vers -yani kelef-
olarak-sürerdik..."
6124 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Biz büyük bir su birikintisine rastladık, içerisinde eşek
ölüsü vardı. Bu leş sebebiyle o sudan kullanmaktan kaçındık. Nihayet Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bize uğradı. (Halimize muttali olunca): "Şurası muhakkak
ki, suyu hiçbir şey kirletmez" buyurdular. Biz de oradan su aldık (hayvanlara)
içirdik ve (kaplarımıza) su aldık."
6125 Ebu Ümame el-Bahili
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki suyu hiçbir şey kirletmez, yeter ki (pis madde) kokusuna,
tadına ve rengine galebe çalmasın."
6143 Ümmü Seleme radıyallahu
anha anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte yorganın
altında idim. Kadınların maruz kaldığı hayız (kanını) o sırada gördüm. Derhal
örtünün altından sıvışıverdim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Hayız mı
oldun?" dedi. "Ben, kadınların gördüğü hayız kanını gördüm" dedim. Aleyhissalatu
vesselam: "Bu, Allah Teala Hazretlerinin, Hz. Adem'in kızlarına yazdığı bir
kaderdir" buyurdular." Ümmü Seleme sözlerine şöyle devam eder: "Ben
yataktan sıvışıp, (yapılması gerekenleri yaparak) kendime çekidüzen vererek geri
döndüm. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Gel benimle birlikte yatağa
gir!" dedi. Ben de yanına girdim."
6144 Muaviye İbnu Ebi Süfyan
radıyallahu anh anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevce-i
muhteremleri olan Ümmü Habibe radıyallahu anha'ya: "Hayız olduğunuz zaman
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la münasebetiniz nasıl olurdu?" diye sordum.
Şu cevabı verdi: "Birimiz hayız görmeye başlar başlamaz derhal uyluklarının
yarısına kadar uzanan izarını bağlar, sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la
beraber yatardı."
6146 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu mescidin avlusuna girerek, yüksek sesle:
"Şurası muhakkak ki, mescid, ne cünüb ne de hayızlıya helal değildir"
buyurdular."
6147 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, temizlikten sonra hayız şüphesi veren akıntı gören kadın
hakkında: "O bir damar veya damarlar(dan gelen istihaze kanı)dır, (hayız kanı
değildir)" buyurdular." Muhammed İbnu Yahya dedi ki: "Temizlikten
sonra" tabiriyle "(hayız devri bitip) yıkandıktan sonra" demek
istemiştir."
6148 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam nifaslı kadınlar için kırk gün (temizlenme) müddeti
belirledi. Ancak, daha önce temizlendiğini görenleri hariç
tuttu."
6149 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam yanıma girmişti, yanımdaki cariyem hemen gizlendi.
Aleyhissalatu vesselam: "Cariye adet gördü mü?" diye sordular. "Evet!" deyince,
Resûlullah, sarığından bir parça bez kopararak cariyeye: "Başını bununla ört!"
buyurdular."
6150 Muaze radıyallahu anha anlatıyor: "Bir kadın Hz.
Aişe radıyallahu anha'ya: "Hayızlı kadın kınalanır mı?" diye sormuştu. "Biz,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sağlığında kınalanırdık" diye cevap
verdi."
[TOP]
HEDİYE
Kimlik alan
5744 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu
kadından gelen (hediyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası olsa
bile."
5745 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, hediyeyi kabul eder, ona karşılıkta
bulunurdu."
5746 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bana bir koyunun inciğe kadar
ayağı hediye edilse kabul ederim, böyle bir yemeği yemeye çağırılsam icabet
ederim.
5747 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Kisra Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a bazı şeyler hediye etti, Aleyhissalatu vesselam ondan
bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona hediyede bulundular, o da
onlardan bunu kabul etti."
5748 İyaz İbnu Himar radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir hediyede bulunmuştum. Bana:
"Müslüman mı oldun?" diye sordu. "Hayır! dedim. "Ben
müşriklerin hediyesini almaktan menolundum!" buyurdular (ve hediyemi
almadılar)."
5749 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
bedevi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a genç bir deve hediye etti. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ona mukabil altı genç deve verdi. Bedevi, memnun kalmadı.
Bu hal, Aleyhissalatu vesselam'a ulaştı. Allah'a hamd ü senadan
sonra: "Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı
deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. (Allah'a) yemin olsun, (Şu günden sonra
muhacirler), Kureyşliler, Ensariler, Sakitliler veya Devsliler dışında kimseden
hediye almamaya azmettim" buyurdular."
5750 Ebu Ümame radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim bir kimse için şefaatçi olur, o da bu şefaatine karşı bir hediyede
bulunursa hediyeyi kabul ettiği taktirde, riba kapılarından büyük bir kapıya
girmiş olur."
5751 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu aanh anlatıyor:
"Ben ehl-i Suffa'dan birkısım insanlara yazı ve Kur'an'ı öğretmiştim. Onlardan
bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: "(Bu yay) benim için (büyük) bir mal
değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah Aleyhissalatu
vesselam'a soracağım" dedim. Gidip sordum: "Ey Allah 'ın Resûlü!
dedim. Kendilerine yazı ve Kur'an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay
hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış
yaparım!" dedim. Aleyhissalatu vesselam bana: "Eğer ateşten bir takı
takınmayı seversen kabul et!" diye cevap verdi."
[TOP]
HİBE
Kimlik alan
5752 İbnu Abbas ve İbnu Ömer radıyallahu anhüm
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir
kimse bir atiyyede bulunur veya bir hibede bulunursa, sonradan atiyye ve
hibesinden rücü etmesi ona helal olmaz, sadece baba çocuğuna yaptığı bağıştan
dönebilir."
5753 Bir rivayette: "Atiyye veya hibesinden dönen,
kusmuğuna dönen köpek, gibidir" denmiştir."
5754 Yine İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'dan merfu olarak şu hadis kaydedilmiştir: "Kusmuğuna rücü
eden köpek gibi hibesinden dönen kimsenin kötü örneği bize
yakışmaz."
5755 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anhüma'nın
anlattığına göre, "babası onu (Nu'man'ı) Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a getirmiş ve: "Ey Allah'ın Resülü! Ben bu oğluma bir köle
bağışladım! (Sen bu bağışıma şahid ol!" demiştir. Aleyhissalatu
vesselam: "Her çocuğuna böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sormuş,
babası "hayır!" deyince: "Öyleyse bağışından dön!"
emretmiştir."
5756 İbnu Amr İbni'l-As anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Mekke'yi fethettigi zaman şu hitabede
bulundu: "Bilesiniz! Kocasının izni olmadan bir kadının (kocasının
malından) bağışta bulunması caiz değildir."
5757 Bir başka
rivayette de şöyle gelmiştir: "Kocasının nikahında olduğu müddetçe, bir kadına
malından hibede bulunması caiz degildir."
6689 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ömra(nın mal sahibininmenfaatine bir yönü) yoktur. Kim bir malı ömra kılarsa
artık o mal, ömra kılana aittir."
6690 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bağışını geri alan
kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar.
Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer."
6691 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kişi, karşılığı verilmediği müddetçe hibesini geri alma hakkına
sahiptir."
6692 Ka'b İbnu Malik'in anlattığına göre: "Hanımı,
kendine ait bir zinet eşyasını Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a götürüp: "Ben
bunu tasadduk ediyorum" demiştir. Aleyhissalatu vesselam kendisine: "Kadının
kendi malından (da olsa) bağışı kocasının izni olmadan caiz değildir. Acaba sen
Ka'b'den izin aldın mı?" demiştir. Hanım "Evet!" deyince, hanımın kocası Ka'b
İbnu Malik'e (bir adam göndererek): "Sen Hayre'ye zinetini tasadduk etmesine
izin verdin mi?" diye sordurmuş, Ka'b: "Evet!" deyince Resûlullah aleyhissalatu
vesselam kadının hibesini kabul buyurmuştur."
[TOP]
HİCRETLER
Kimlik alan
5739 Bera İbnu'l-Azib radıyallahu anh
anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde babama uğradı. Ondan bir semer
satın aldı. (Babam) Azib'e: "Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar
götürüversin!" dedi. Babam bana: "Hay onu götürüver!" dedi. Ben de
götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini alacaktı. Babam, Ebu
Bekr'e: "Ey Ebu Bekr! Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la (hicret
ettiğin) gece ne yaptınız?" diye sordu. "Evet o gece yürüdük. Ertesi
günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç kimseye rastlamadık.
Önümüze uzun bir kaya çıktı. Kayanın henüz güneşin değmediği bir gölgesi vardı.
Yanına konakladık. Ben kayanın yanına geldim. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın duldasında uyuması için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir
post yayıp: "Ey Allah'ın Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup
şurada) uyuyun, ben etrafınızı gözetlerim!" dedim. Derken yatıp uyudu, ben de
çıkıp etrafını gözetlemeye başladım. Kayaya doğru sürüsüyle gelmekte olan bir
çobanla karşılaştım. O da bizim gibi gölgeye sığınmak istiyordu.
"Sen kimlerdensin ey delikanlı?" diye sordum. Medine veya Mekke'den bir adama
aitti. Ben tekrar: "Koyununda süt var mı?" dedim.
"Evet!" dedi. "Sağar mısın?" dedim. Tabii dedi ve sağmak
üzere bir koyun yakaladı. "Memede kıl, toz-toprak çer-çöp olabilir,
bunları bir çırp!" dedim. Dediğimi yaptı, beraberindeki bir kaba bir miktar süt
sağdı. Benim de yanımda Resûlullah aleyhissalatu vesselam için taşıdığım bir kap
vardı. İçmede, abdestte onu kullanırdı. (Sütü kendi kabıma aktararak)
Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldim. Uyuyordu. Uyandırmak istemedim.
Uyanıncaya kadar yanında durdum. Süte biraz su kattım, dibi
serinledi. "Ey Allah'ın Resülü, buyurun için!" dedim. O içti ben de
memnun oldum. Sonra: "Yola koyulma vakti gelmedi mi?" dedi. "Evet!"
dedim. Güneşin zevalinden sonra hareket ettik. Peşimize Süraka İbnu Malik İbni
Cu'şem düştü. Biz sert bir arazide yürüyorduk. "Ey Allah'ın Resülü,
bize yaklaştı!" dedim. "Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu.
Aleyhissalatu vesselam, Sürakaya beddua etti. Derhal atının ön ayağı karnına
kadar yere saplandı. Süraka: "Anladım ki, siz bana ilendiniz. Ne
olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri sizden geri
çevireceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri
döndü. Yol boyu her kime rastladı ise: "Ben size bedel burada
gereken (aramayı) yaptım (kimse yok)!" dedi. Böylece her kime rastladı ise geri
çevirdi. Hülasa, bize verdiği sözü tuttu."
5740 Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum.
Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler. "Ey Allah'ın Resûlü
dedim, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlaka görürler!"
dedim. Bunun üzerine: "Ey Ebu Bekr!" buyurdular, "Üçüncüleri Allah
olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?"
5741 Abdullah lbnu Sa'di
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına bir
heyet olarak geldik. Ben: "Ey Allah'ın Resülü! Muhakkak ki ben,
arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım" dedim.
Aleyhissalatu vesselam: "Küffarla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona
ermeyecektir" buyurdu."
5742 Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: "Fetih
günü babam Ümeyye'yi getirip: "Ey Allah'ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere
bey'at yap!" dedim. Ama O: "Onunla cihad etme şartı üzerine bey'at
yaparım, artık hicret sona ermiştir" cevabını verdi."
5743 Sehl
İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "(Sahabiler lslami takvimin başlangıcını
tesbit ederken) ne Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın bi'set zamanına, ne de
vefat zamanına itibar etmediler. Fakat Medine'ye gelişine itibar
ettiler."
[TOP]
HİKMET
Kimlik alan
7232 Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Bana
(dini) öğret ve fakat çok özlü olsun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Namazına
kalktığın vakit (dünyaya) veda edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman
olup) özür dileyeceğin söz söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık
şeylerden) ümidini kesmeye azmet!" buyurdular."
7233 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir meclise oturup hikmetli söz dinleyip, sonra bu meclisten bahsederken
işittiği şeylerin sadece kötü kısımlarını anlatan bir kimsenin misali, bir
çobana gelip: "Ey çoban, süründen bana bir koyun kes!" deyince, çobandan: "Git
en iyisinin kulağından tut al" iznine rağmen gidip sürünün köpeğinin kulağından
tutan adamın misalidir." Ebu'l-Hasen İbnu Seleme de bu hadisin bir
mislini rivayet etmiş, ancak rivayetinde şu farklılığa yer vermiştir: "Sürünün
en iyi koyununun kulağını tut"
[TOP]
HİLAFET
Kimlik alan
1714 Ma'dan İbnu Ebi Talha
anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), cuma günü hutbe verdi. Önce
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh)'i andı. Sonra da şunları söyledi: "Ben rüyamda bir
horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı
kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar, Allah ne dini, ne hilafetini, ne de
Resûlü (aleyhissalatu vesselam) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer
ecelim çabucak gelirse hilafet, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölürken
kendilerinden razı bulunduğu şu altı kişinin müşaveresi ile belirlenecektir. Ben
biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle
İslam'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar ancak
Allah'ın düşmanlarıdır, kafırlerdir, sapıklardır. Sonra sözüne şöyle
devam etti: "Ey Rabbim, seni Ensar'ın ümerasına şahid kılıyorum.
(Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin
(aleyhissalatu vesselam) sünnetini öğretsinler (zekatı) aralarında taksim
etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye
başlarına tayin ettim." Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bu hutbesinden
bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra
Ensar'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin
verdi. Biz huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası
sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük. "Bize vasiyette
bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı.
"Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetce
asla sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar
çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensar'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın
sığındığı melcedir. Size bedevileri de vasiyet ediyorum. Zira onlar
aslınız, dayanağınızdır." Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira
onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmileri de vasiyet
ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam)'in zimmeti ve
ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık." Bir rivayette şöyle gelmiştir:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh) hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize
seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi: "Yani işinizi sağken de,
ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek olsam (bu
caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebû Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek
olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne
lehime ne de aleyhime" Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) dedi
ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir."
Oradakiler: "Allah hayırlı mükafaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri
yaptın" dediler. O da: "Uman ve korkan" diye cevap
verdi."
1715 Hz. Aişe (radıyallahu anh ) anlatıyor:
"Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), ölüm anı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz.
Ömer'i çağırttı ve: "Ey Ömer, ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır olan, hakka
uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine olacak
kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur.
Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az
ve hafıf olan ve bu hafıflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl
giren mizanın hafif olması da haktır." Ayrıca, askerlerin
komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de,
Müslümanlar için de hayrı seçtim." Sonra Ebû Bekir (radıyallahu anh)
vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer (radıyallahu anh), ayağa
kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar, ben
size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben
Ömer'im. Size emir olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebû Bekir
(radıyallahu anh) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine
inanıyorum. İmamlığımı, ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu,
Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım. İşte böyleleri,
Müslümanlara emir olamya başkalarından daha çok
layıktır."
1716 Ma'dan İbnu Ebi Talha anlatıyor: "Hz.
Ömer (radıyallahu anh), cuma günü hutbe verdi. Önce Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i andı. Sonra da
şunları söyledi: "Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu.
Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı kimseler, yerime birini seçmemi
söylüyorlar, Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resûlü (aleyhissalatu vesselam)
ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse hilafet,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı
kişinin müşaveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil
uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslam'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu
yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kafırlerdir,
sapıklardır. Sonra sözüne şöyle devam etti: "Ey Rabbim,
seni Ensar'ın ümerasına şahid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli
olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (aleyhissalatu vesselam) sünnetini
öğretsinler (zekatı) aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla
karşılaşınca bana bildirsinler diye başlarına tayin ettim." Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına
girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensar'a, sonra Medineliler'e, sonra
Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz huzura girenlerin
sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası sarılmış, üzerinden kanlar akıyor
vaziyette gördük. "Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka
vasiyet talebinde bulunan olmadı. "Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı
vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetce asla sapıtmazsınız. Size
Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size
Ensar'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size
bedevileri de vasiyet ediyorum. Zira onlar aslınız,
dayanağınızdır." Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar
kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmileri de vasiyet ediyorum,
zira onlar Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam)'in zimmeti ve ailenizin
rızkıdır. Beni terkedin artık." Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh) hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize seçseniz!"
denilmişti. Şu cevabı verdi: "Yani işinizi sağken de, ölmüşken de
ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek olsam (bu caizdir, zira)
benden daha hayırlı olan Ebû Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek olsam (bu da
caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da
seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de
aleyhime. . . " Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) dedi ki:
"(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir."
Oradakiler: "Allah hayırlı mükafaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri
yaptın" dediler. O da: "Uman ve korkan" diye cevap
verdi."
1717 Abdullah İbnu Selam (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh) muhasara edildiğn zaman,
namaz kıldırma işine Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)'yi tayin etti. Bazan Hz.
İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman (isyancılara) elçi yollayıp, benden ne
istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilafetten ayrılmanı istiyoruz" dediler. O da:
"Allah'ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam" diyerek reddetti.
"Onlar seni öldürecekler!" dediler. O: "Beni öldürdüğünüz takdirde,
ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik savaşamayacaksınız. Göre
göre ihtilafa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığnnız şu ihtilaf sakın
ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belayı dolamasın!" dedi.
İhtilalcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz
ilerleyince uyudu.Uyanınca: "Şu anda rüyamda Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda iftarını yapacaksın"
buyurdu" dedi. O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (radıyallahu anh)
hutbe okumak üzere kalktı. Hamd ü senadan sonra: "Ey insanlar, dedi,
bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler
hepimizin fıtnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize
gayret gerekecek." Devamla dedi ki: "Allah bu ümmeti iki edeble
terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde
gevşeklik olamaz. Öyle ise Allah'tan korkun, aranızdaki meseleleri
halledin." Hz. Ali (radıyallahu anh) bunları söyleyip minberden indi
ve beytü'l-maldan arta kalan servete yönelerek Müslümanlar arasında taksim
etti."
1718 Hasan Basri (rahimehullah) hazretleri
anlatıyor: "Hasan İbnu Ali, vallahi Hz. Muaviye (radıyallahu
anhüma)'yi dağlar gibi büyük askeri birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr
İbnu'1-As, Hz. Muauiye ye: "Ben vallahi, öyle askeri birlikler
görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfıyetçe) akran olan birlikleri
öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muaviye de Amr (radıyallahu anh)'a -ki
vallahi Hz. Muaviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi: "Ey
Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları
öldürseler Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının,
yetimlerinin bakımını benim adıma üzerine alacak?" Sulh yapmak için,
Kureyş'in Beni Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu Semüre ve
Abdullah İbnu Amir'i, Hz. Hasan (radıyallahu anh)'a gönderdi.
Bunlara: "Haydi, şu zata gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi)
söyleyin. (Hilafet arzusundan vazgeçmesini) taleb edin, (buna mukabil ne
isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan (radıyallahu anh)'ın yanına gidip,
huzuruna çıktılar. (Hz. Muaviye'nin tenbihine uygun olarak) konuştular.
(Hilafeti Hz. Muaviyeye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz.
Hasan (radıyallahu anh) onlara: "Bizler Abdulmuttalib'in
oğullarıyız. Beytu'l-maldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal
için) kanını israf etmeye başladı. (Beytu'1-maldan bize ayrılacak hisse nedir?)"
dedi. Onlar: "Hz. Muaviye size şunları teklif ediyor, hilafetten
vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne istediğinizi soruyor" dediler. Hz.
Hasan (radıyallahu anh): "Sizin bu vaadlerinizi bize kim tekeffül
edecek?" dedi. Elçiler: "Sana biz tekeffül ediyor, garanti
veriyoruz!" dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise hepsine:
"Biz tekeffül ediyoruz!" diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz.
Muaviye (radıyallahu anhüma) ile sulh yaptı. Hasan Basri demiştir
ki: "Ben Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i işittim şöyle demişti:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan İbnu
Ali vardı. Bazan halka yöneliyor, bazan Hasan'a yöneliyor ve: "Şu oğlum,
seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha
kavuşturacak" diyordu."
1677 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da
şerde de Kureyş'e tabidir."
1678 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte
Kureyş'e tabidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına, kafirleri kafir
olanlarına tabidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar
fıkhı öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri
insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilafına) içine düşmedikçe
buna talib olmazlar."
1679 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bu iş (emirlik)
insanlardan iki kişi baki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam
edecektir."
1680 Sefine (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl
sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir." Said İbnu Cumhan dedi
ki: "Sonra ilave etti: "Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'in
hilafetine Hz. Ömer'in hilafetini, Hz.Osman'ın hilafetine Hz. Ali'nin hilafetini
(radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla say) bak!" dedi. Bunları (sayınca
hakikaten) otuz yıl bulduk." Sefine'ye: "Emeviler, hilafetin
kendilerinde (devam ettiğini) zannederler"denmişti, şu cevabı verdi:
"Beni'z-Zerka yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü
krallar."
1681 Hz. Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bu din, hepsi
Kureyş'ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.
" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a soruldu: "Sonra
ne olacak?" "Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!" diye cevap
verdi."
1682 Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki halifeye birden biat edildi mi,
onlardan ikincisini öldürüverin."
1683 Arface İbnu Şureyh
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi
kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürüverin.
"
1684 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Beni İsrail'i peygamberler
(aleyhimusselam) idare ediyorlardı. Bir peygamber ölünce onun yerine ikinci bir
peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok. Ama ardımdan halifeler
gelecek ve çok olacaklar. " Orada bulunanlar: "(Onlar
hakkında) bize ne emredersiniz?" diye sordular. "Önceki biatınıza
sadakat gösterin. Onlara haklarını veriın. . Onlar üzerindeki haklarınızı (eda
etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin.Zira Allah teala,
idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır"
buyurdu."
1685 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), İbnu Ümmi Mektum'u, iki defa kendi yerine Medine'de
halef bıraktı."
1686 Ebû Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel
Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüım. Şöyle ki bir ara,
neredeyse ashab-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar
vermiştim. Hemen, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, "İranlıların başına
Kisrac'nın kızı kraliçe oldu" diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü
hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz:) "İşlerini kadına
tevdi eden bir kavm felah bulmayacaktır" demiş idi". Tirmizi'de şu ziyade
gelmiştir: "Hz. Aişe Basra'ya geldiği zaman bunu hatırladım. Bu söz sayesinde
Allah beni muhafaza etti".
1687 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hepiniz
çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden
mes'üldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının
evinde çobandır, o da sürüsünden mes'üldür. Hizmetçi, efendisinin malından
sorumludur ve sürüsünden mes'üldür." İbnu Ömer der ki: "Bunları
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de
demişti:"Kişi babasının malında çobandır, o da sürüsünden
mes'üldür."
1688 İbnu Meryem el-Ezdi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'nin yanına girmiştim. Bana: "Ey Ebû
fülan, seni hangi rüzgar attı?" diyerek (ziyaretimden memnuniyeti izhar etti).
Ben de: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan işitmiş olduğum şu hadisi,
(size hatırlatmayı düşündüm)" dedim: "Allah kime Müslümanların işlerinden
birşeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına
perde olur (giderirse), kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve
darlıklarına perde olur (giderir)." Ravi der ki: "Bunun üzerine Hz.
Muaviye (radıyallahu anh) insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere bir adam
tayin etti."
1689 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Adil olanlar,
kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde
olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli de sağdır Onlar
hükümlerinde, aileleri ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti
gözetenlerdir."
1690 Hasan el-Basri, Ma'kıl İbnu Yesar
(radıyallahu anh)'dan naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
işittim, demişti ki: "Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da
idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini
kesinlikle haram eder." Müslim'in Hasan Basri'den kaydettiği diğer bir
rivayet şöyledir: "Aiz İbnu Amr (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın Ashab-ı Güzin'inden biri idi. Ubeydillah İbnu
Ziyad'ın yanına girdi ve hemen ona: "Ey oğulcuğum, ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve sürücüsüdür,
sakın onlardan olma"dediğini işittim" dedi. Ubeydullah: "Otur, sen muhakkak ki
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabının kepeğindensin" deyince:
"Onların kepeği var mıydı? Kepek onlardan sonra ve onların dışındakiler arasında
zuhur etti" diye cevap verdi."
1691 Adiyy İbnu Amire el-Kindi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Bir işe me'mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya
ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir (gulûl), kıyamet günü
onu getirecektir. " Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat
kalkarak: "Ey Allah'ın Resûlü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Sana ne oldu?" diye
sordu: "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Ben onu şu anda tekrar
ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan
kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu
terkeder."
1692 Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyamet günü, insanların
Allah'a en sevgi1i ve mekan olarak en yakın olanı, adil imamdır. Kıyamet günü,
insanların Allah'a en menfuru O'ndan mekan olarak en uzak olanı da zalim
sultandır."
1693 Mikdam İbnu Ma'dikerib (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) omuzuma vurdu ve:
"Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emir, katip, arif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin
demektir!" dedi."
1694 Ebû Zerr (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, beni memur ta'yin etmez
misin?" Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra
da: "Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını
veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu
hakederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o
hariç" buyurdu." Ebû Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Ey
Ebû Zerr, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de
isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik
yapma." Yine Ebû Davud'un bir diğer rivayeti (Harac 5, (2934) şöyle:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Ariflik haktır, halka ariflik
gereklidir, ancak arifler ateştedir. "
1695 Abdurrahman İbnu
Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Eğer senin
talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana
yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emirlik verilirse, o işte yardım
görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha
hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefarette
bulun."
1696 Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yanımda
amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri: "Ey Allah'ın
Resûlü! Allah'ın sana tevdi ettiğn işlerden bazıları üzerine bizi emir tayin et"
dedi. Diğeri de aynı talepde bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
onlara cevabı şu oldu: "Biz, -Allah'a kasem olsun- bu işe, onu taleb
eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!"
1697 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru
üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa,
aranızdaKitabullah'ı tatbik ettikçe. . . (itaatten
ayrılmayın)."
1698 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bana itaat
etmişse mutlaka Allah'a itaat etmiştir. Kim de banas isyan etmiş ise, mutlaka
Allah'a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur.
Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.
1699 Hz.
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her
hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o
hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de
yok."
1700 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size emirlerinizin en
hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların en
hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar, sizleri sevenlerdir; lehlerinde
hayırla dua edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümeranızın şerirleri de
sizin buğzettiklerinizdir, onlar da size buğzederler, siz onlara lanet
edersiniz, onlar da size lanet ederler"
1701 Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kim itaatten dışarı çıkar ve cemaatten ayrılır ve bu halde
ölürse, cahiliye ölümü ile Ölür." Ebû Hüreyre'nin bir rivayetinde şöyle
gelmiştir: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim
itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş
olur. Kim de körükörüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet
(ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu
esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip
iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü'min olanlarına hurmet
tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben
de ondan değilim. "
1702 Ebû Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Allah'ın yeryüzündeki
sultanını alçaltırsa, Allah da onu alçaltır. "
1703 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Allah bir emir için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir
nasib eder. Bu, ona unutunca hatırlatır, hatırladığı zaman da yardım eder. Allah
emire hayır dilemezse, kötü bir vezir musallat eder. Bu vezir, ona unuttuğunu
hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz."
1704 Ebû Said ve Ebû
Hüreyre (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah bir peygamber gönderdiği veya onun yerine bir
halife getirdiği zaman mutlaka onun iki tane de yakını olmuştur: Biri ma'rufu
emretmiş ve ona teşvik etmiş, diğeri de şerri emretmiş ve şerre teşvik etmiştir.
Ma'sum (yani kötülükten korunmuş) olan, Allah'ınkoruduğu
kimsedir."
1705 Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana şunu söyledi: "Ey Ka'b
İbnu Ucre, seni, benden sonra gelecek ümeraya karşı Allah'a sığındırırım. Kim
onların kapılarına gider ve onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde
onlara yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim; ahirette havz-ı
kevserin başında yanıma da gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında
onları tasdik etmez, zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım;
o kimse, havzın başında yanıma gelecektir. Ey Ka'b İbnu Ucre! Namaz bürhandır.
Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi
söndürdüğü gibi. Ey Ka'b İbnu Ucre ! Haramla biten bir ete mutlaka ateş gerekir.
"
1706 Cübeyr İbnu Nüfeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kesir İbnu
Mürre, Amr İbnu 'l-Esved ve el-Mikdam (radıyallahu anhüm) dediler ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Emir, halka karşı suizanna
düşerse halkı ifsad eder."
1707 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
rahmeti Rahman'a kavuşturan hastalığı sırasında yanından dışarı çıktı. (Dışarıda
bekleyen) halk: "Ey Ebû'1-Hasan, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ne durumda?" diye sodular. "Allah'a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz.
Abbas (radıyallahu anh) elinden tuttu. Ve: "Üç gün sonra Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ölecek, sen bir başkasına) me'mur olacaksın. Ben,
vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu hastalığından (kurtulamayıp)
vefat edeceğini görüyorum. Zira ben, Abdulmuttaliboğullarının ölüm sırasında
aldığn şekli biliyorum. Gel Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip bu "iş"
(hilafet) kimde kalacak onu soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz.
Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder"
dedi. Ali (radıyallahu anh): "Eğer, biz onu sorsak bunun
üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize vermez.
Vallahi ben böyle bir şey soramam!"dedi."
1708 Cübeyr İbnu Mut'im
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gelerek bir hususta kendi siyle konuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
(kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın: "Ya seni
bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Eğer beni bulamazsan, Ebu Bekir'e uğra!"
diye cevap verdi."
1709 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat ettiği zaman, babam Ebû Bekir
(radıyallahu anh), Mescid-i Nebi'den bir mil kadar uzaklıkta olan) Sunh nam
mevkide idi-ki Aliye (denen Medine'nin yüksek kısmını ki burası Hazrec'e mensüp
Beni'l-Harise'nin menzillerinin bulunduğu mevki)yi kasdetmektedir-Hz. Ömer
(radıyallahu anh) kalkıp : "Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık)
kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek. . ." diyordu. Derken Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh) geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yüzünü açtı ve
öptü. "Annem babam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de
hoşsun! Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Allah sana
ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi. Sonra dışarı çıkıp: "(Hz.
Ömer'i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi.
Hz. Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (radıyallahu anhüma) oturdu. Hz. Ebû
Bekir Allah'a hamd ü sena ettikten sonra: "Haberiniz olsun! Kim
Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a
tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu ayeti
okudu: "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer 30).
Şu ayeti de okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de
peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye
dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah, Şürkederlerin mükafatını verecektir"
(Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya"
başladı. Ensar (radıyallahu anhüm), Beni Saide yurdunda, Sa'd İbnu Übade'nin
etrafında toplandı. (Muhacir de oraya geldi. Ensariler): "Bizden bir
emir, sizden de bir emir!" dediler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde
(radıyallahu anhüm) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebû
Bekir onu susturdu.Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu: "Vallahi, ben
konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış,
Ebû Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe
etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebû Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde
hazırlamış olduğum güzel sözlerin hepsine isabet etti, (benim aklıma gelmeyen
daha da güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da
vardı: "(Ey Ensar) biz (Kureyşli)ler emirleriz, sizler de
vezirlersiniz!" Bu söz üzerine Hubab İbnu'1-Münzir ayağa kalktı ve
: "Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emir, sizden de bir emir
olacak!" dedi. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh): ' "Hayır! Olmaz bu.
Bizler emirleriz, sizler de vezirlersiniz" dedi. Rezin şunu ilave
etti: "Hz. Ebû Bekir devamla şunu söyledi: "Bu "iş" (hilafet), şu Kureyş cemaati
için meşrû tanınacaktır. Onlar, yer itibarıyla Arapların ortasındadır, şerefçe
de (eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebû Ubeyde'ye biat
edin!" Hz. Ömer atılarak: "Bilakis, biz sana biat
ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın, üstelik Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh)'in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i
müteakip halk da ona biat etti. Bunun üzerine biri:
"Sa'd İbnu Ubade'yi katlettiniz!" diye bağırdı. Hz. Ömer (radıyallahu anh)
öfkeyle: "Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (radıyallahu anha)
devamla der ki: "Bu her iki konuşmada geçen sözleri de Allah faideli kıldı.
Nitekim Hz. Ömer'in konuşması halkı korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun
konuşmasıyla Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)
de halkın nazarını Allah'a çevirip, üzerinde oldukları hakkı (İslam'ı) öğretti.
Oradan şu ayeti okuyarak ayrıldılar. (Mealen): "Muhammed ancak bir peygamberdir.
Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi
döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.. Allah şükredenlerin
mükafaatını Verecektir" (A1-i Imran 144). (İbnu Deybe diyor ki:) "Derim
ki: "Rezin şunu ilave etti" sözü, et-Tecrid'de ve Tecrid'in aslında mevcuttur.
Bu ziyade aynısıyla Sahih-i Buhari'de mevcuttur. Allahu a'lem."
Es-Sünuh (veya es-Sünh) avali'l-Medine'de bir yer adıdır. Orada Beni'l-Haris
İbnu'l-Hazrec'in evleri vardır. "Allah sana iki ölümü tattırmasın"
sözü, yani dünyada.. tattırmasın demektir. Hz. Ebû Bekir, bu sözü Hz. Ömer
(radıyallahu anhüma)'in şu sözünü red maksadıyla söylemiştir: "Allah,
peygamberini geri gönderecek, O da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını
kesecek." Sakife: Evin sofa (üstü kapalı önü açık) kısmı. Toroslarda evin bu
kısmına yazlık tabir edilir. Nesic: Ağlayan kişinin hıçkırığını
içine tıkarak sessiz ağlaması.
1710 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor; "Ben, Muhacirler'den bir çoğundan Kur'an öğreniyordum.
Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben Mina'da onun menzilinde iken, o
da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda onun yanında idi. Abdurrahman
yanıma dönüşte:) "Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen bir adamı keşke sen
de görseydin. Dedi ki: "Ey mü'minlerin emiri, bir adam görsen ki sana: "Keşke
Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzar'ın rivayetinde Talha İbnu Ubeydillah'a)
biat etsem. Vallahi Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'in biatı çabucak oldu bitti"
dese ne dersin?" dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim kadar)
öfkelendi ve: "İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve
müşaverede olmaksızın) idareyi gasbetmek isteyen bu heriflere karşı onları
uyaracağım" dedi. Abdurrahman ilaveten dedi ki: "(Bunun üzerine) Hz.
Ömer'e: "Ey mü'minlerin emiri, dedim, böyle bir şey yapma. Zira hacc
mevsiminde insanların cühela ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere
halkın içinde doğrulduğnun zaman bunlar olaki, etrafında ekseriyeti teşkil
ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o cahillerin her biri
bir başka şey anlar, esas ifade etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur. Şu
halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'l-hicret ve sünnettir (hicretin
yapıldığı, sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh uleması ve insanların
eşrafıyla başbaşa kalır, dilediğinizi rahatça söylersiniz. Alimler sözlerinizi
eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise onu anlarlar." (Bu sözüm
üzerine) Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Pekala, vallahi inşaallah
Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!" dedi. İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) devamla dedi ki: "Zilhicce'nin sonlarında
Medine'ye geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele
ettim." Rezin şu ilavede bulundu: "Öğle sıcağında çıktım." Sonra
önceki hadisi anlatmaya (İbnu Abbas) devam etti ve dedi ki: "(Camiye
gelince) Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (radıyallahu anh)'i minberin
köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma
soluma bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'1- Hattab (yerinden minbere doğru) çıktı.
Onun gelmekte olduğunu görünce yanımdaki Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni
Nüfeyl'e: "Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı
bir konuşma yapacak" dedim. Zeyd, söylediğimi hoş karşılamadı ve:
"Daha önce konuşmadığı şeyi konuşması ne mümkün!" deyip beni
reddetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) minbere oturdu. Müezzin ezanını
tamamlayınca, doğruldu. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senada bulundu.
Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı
Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de
ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına
alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış o1maktan
korkarsa, hiç kimseye hakkımda yalan söylemesini helal etmiyorum. Allah celle
şanuhu, Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i hakla gönderdi, kendisine kitap
indirdi. Allah'ın indirdikleri meyanında recm ayeti de vardı. Biz onu okuduk,
anladık ve ezberledik. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) recm cezası verdi.
O'ndan sonra da bizler verdik. Şahsen aradan fazla zaman geçince, bazılarının
çıkıp: "Allah'ın kitabında biz recm ayeti bulamıyoruz" diyerek Allah'ın indirmiş
olduğu bir farzı terkedip sapıtmalarından korkuyorum, recm, Allah'ın kitabında
muhsan yani baliğ, akil, sahih bir evlilikle evlenmiş ve gerdek yapmış olduğu
halde zina eden kadın ve erkeklere -isbatlayıcı beyyine veya hamilelik, veya
itiraf olduğu takdirde-uygulanması gereken bir haktır." Zina
haddiyle ilgili babta zikri geçmiş olan İbnu Abbas hadisi zikrettikten sonra
dedi ki: "...Ve dahi bana ulaştı ki, birileri şöyle demiş: "Ömer
ölünce, (herkesle istişare, biat aramaksızın) falancaya biat edeceğim." Sakın
ha! Hiç kimseyi, "Hz. Ebû Bekirin seçimi de oldu bittiye geldi. (Biz de onun
seçilme tarzına uygun olarak birini seçebiliriz)" gibi sözler aldatmasın.
Haberiniz olsun, -evet onun seçimi çabuk olmuştur bu doğru- ancak, Allah
(umumiyetle çabuk yapılan işlerde bilahere karşılaşılan) şerlerden (bu ümmeti)
korumuştur. Sizden hiç kimseye, Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'e yapıldığı
şekilde (alaka gösterilerek) boyunlar koparcasına nazarlar çevrilip baş
uzatılmaz. Öyle ise, Müslümanların istişare ve te'yidi tahakkuk etmeksizin kim
bir başkasına biat ederse bilsin ki, ne biat edene, ne de edilene itibar
edilmeyecektir. Böyle bir biat akdi, edeni de edileni de ölüme maruz
bırakacaktır. (Hz. Ebû Bekir'e yapılan biat böyle kıt düşüncelilerin zannettiği
gibi değildir. İç yüzünü anlatayım:) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın ruhunu Cenab-ı Hakk kabzettiği vakit, haberimiz oldu ki, Ensar
büyük bir grup halinde bizden ayrı olarak Beni Saide saki inde toplanmışlar.
Ali, Zübeyr ve bunlarla birlikte (Abbas gibi diğer) bazıları bizden ayrılarak
(cenazeyle meşgul olmak üzere) geride kaldılar. Muhacirler de Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh)'in etrafında toplandılar. Hz. Ebû Bekir'e: "Ey Ebû
Bekir, haydi şu Ensari kardeşlerimizin yanlarına gidelim!" dedim. Onlara (bir an
önce yetişmek üzere) yürüdük. Yakınlarına varınca, onlardan iki salih zatla
karşılaştık. Kavmin (Sa'd İbnu Ubade'yi halife seçme hususundaki) kararlarını
zikrettiler, sonra da: "Ey Muhacirler cemaati nereye gidiyorsunuz?"
diye sordular. Biz: "Şu Ensari kardeşlerimize gidiyoruz!"
dedik. "Hayır, onlara yaklaşmayın, hükümlerini versinler" dediler.
Ben: "Vallahi onlara gideceğiz" dedim ve yürüdük. Onları Beni Saide
sakifinde bulduk. Ortalarında üzeri örtülü birisi vardı. "Bu da
kim?" dedim. "Bu Sa'd İbnu Ubade'dir!" dediler. Ben:
"Nesi var?" diye sordum. "Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki,
hatipleri şehadet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve
senayı ifade ettikten sonra şu konuşmayı yaptı: "Emma ba'd! Biz
Allah'ın ensarı ve İslam'ın ordusuyuz. Siz ey Muhacirler, asıl kavminden kopup
gelmiş (içimizde) az bir grupsunuz!" (Anladık ki) bunlar, aslen
müstehak olduğumuz fonksiyonumuzdan bizi koparmak, emirlikten uzak tutmak
istiyorlardı. Hatip sözlerini tamamlayınca konuşmak arzu ettim. Bu
esnada, içimden söyleyecek güzel sözler hazırlamıştım, bunlar hoşuma da
gitmişti. Bunları Ebû Bekir (radıyallahu anh)'in huzurunda söylemek istiyordum.
Ben bazan onun hiddetini yatıştırıyordum. Konuşmak istediğim sırada Ebû
Bekir: "Acele etme!"dedi. Onu öfkelendirmek istemedim (ve
konuşmaktan vazgeçtim). Ebû Bekir (radıyall hu anh) konuştu. O aslında benden
daha çok hilme sahip, daha vakur idi. Allah'a yeminle söylüyorum, içimde
hazırladığım bütün güzel sözleri eksiksiz aynı güzellikte ve hatta daha da güzel
bir biçimde bu konuşması esnasında söyledi. Demişti ki: "Hakkınızda
söylediğiniz hayır (ve fazilet ne varsa) hepsine layıksınız. Ancak bu (emirlik)
işi, Kureyş kabilesine (meşru) tanınır. Onlar, neseb yönüyle de, yurt yönüyle de
Arab'ın ortasında yer alır. Ben sizin için şu iki şahıstan birini uygun buldum,
bunlardan hangisini isterseniz ona biat edin!" Böyle deyip -benim ve
Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ın ellerimizden tuttu. Ebû Bekir, ikimizin arasında
oturuyordu. Onun (ikimizi imamlığa teklif eden cümlesinden başka) bütün
söyledikleri hoşuma gitti. Vallahi, Ebû Bekir'in bulunduğu bir kavmin başına
emir seçilmektense, ortaya çıkarılıp boynumun vurulmasını gerektirecek bir günah
işlemek bana daha sevgili gelirdi. Ancak, nefsimin bana ölüm anında hoş
gösterdiği şeyi şimdi bulamıyorum. Derken Ensar'ın (Hubab İbnu'l-Münzir
adındaki) bir sözcüsü: "Beni (hasta hayvanların kaşınarak
rahatladıkları) kaşınma çubukcağızı, yaslandığı dikme ile ayakta duran hurma
fıdancığı kabul edin (ve fıkrimi dinleyin. Diyorum ki): "Sizden bir
emir, bizden de bir emir olsun, ey Kureyş cemaati!" dedi. Bunun
üzerine her kafadan bir söz çıkmaya başladı, gürültü çoğaldı. Öyle ki
ihtilafçıkacak diye korktum. Hz. Ebû Bekir'e: "Ey Ebû Bekr, uzat
elini!" dedim. Elini uzattı, ben ona biat ettim. Muhacirler de biat ettiler.
Sonra da Ensar biat etti. Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh)'nin üzerine atıldık.
Derken onlardan biri: "Sa'd İbnu Ubade'yi öldürdünüz!" demez mi? Ben
de: "Sa'd İbnu Ubade'yi Allah öldürsün!" dedim. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) der ki: "Vallahi biz, Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'in defni sırasında, Hz. Ebû Bekir'in seçiminden daha ehemmiyetli bir
şey düşünemedik. Biat gerçekleşmeden halkı terketmemiz halinde, oradan
ayrılınca, arkamızdan kendilerinden birini halife seçiverecekler diye korktuk.
Böyle bir durumda ya bize de razı olmaya olmaya biat edecek veya muhalefet
edecek ikisi de fesad olacaktı. Bilesiniz, Müslümanlarla istişare
etmeden kim bir başkasına biat ederse, ne biat edene, ne de kendisine biat
edilene itibar edilmez, ikisinin de öldürülmesinden
korkulur.
1711 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Hz. Fatıma ve Hz. Abbas (radıyallahu anhüma) Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'e
uğrayıp, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan kendilerine kalan mirası
sordular. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) onlara: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız hep
sadakadır. Ancak Al-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini
işittim. Allah'a yemin olsun Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yaptığını
gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım. Ben O'nun emrinden bir şey
terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi. Bunun üzerine Hz.
Fatıma, Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anhüma)'e küstü ve altı ay sonra ölünceye
kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin defnetti. Ölümünü Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh)'e haber vermedi. Hz. Ali, Fatıma (radıyallahu
anhüma) sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti. Hz. Fatıma vefat
edince, halkın alakası ondan kesildi. Bir adam Zühri
(rahimehullah)'ye: Ali, (Hz. Ebû Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye
sordu. "Hayır, vallahi hayır, Beni Haşim'den hiç kimse geri kalmadı.
Ali (radıyallahu anh), insanların nazarlarının kendinden çevrildiğini görünce
Hz. Ebû Bekir (radıyall hu anh)'le musalahaya mecbur kaldı. Ona haber salarak:
"Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi. kendisine Hz. Ömer'in
gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet halini biliyordu. Hz. Ömer
(radıyallahu anh): "Onlara tek başına gitme!" dedi. Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh): "Vallahi tek başıma gideceğim. Bana ne
yapabilirler ki?" dedi ve Ebû Bekir (radıyallahu anh) onlara gitti. Hz. Ali
(radıyallahu anh)'nin yanına girdi. Beni Haşim, yanında toplanmışlar idi. (Hz.
Ebû Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd ü senada bulundu. Sonra şunu
söyledi: "Emma ba'd! Ey Ebû Bekir, bizim sana biat etmemize mani
olan şey senin faziletini inkarımız değildir, sana karşı bir rekabet düşüncemiz
de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir hakkımız olduğuna inanıyorduk. Bize
karşı müstebit davrandınız!" Sonra Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a olan yakınlığını zikretti. Ali bunları zikrettikçe Hz.
Ebû Bekir (radıyallahu anhüma) ağlamaktan kendini alamıyordu. Hz. Ebû Bekir
(radıyallahu anh) şehadet getirdi, Allah Teala'ya hamdetti, senada bulundu.
Sonra şunları söyledi: "Emma ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası
muhakkak ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın akrabaları bana, kendi
akrabalarımdan daha yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum, benimle
sizin aranızda olan bu mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim.
Zira, ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'tan şunu işittim:
"Bize kimse varis olamaz, bıraktığımız sadakadır. Al-i Muhammed bu maldan yer. "
Vallahi ben, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yaptığını gördüğüm bir işi
terketmem, Allah'ın izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali (radıyallahu
anh): "Biat için öğleden sonra buluşalım"dedi. Ebû Bekir
(radıyallahu anh) öğleyi kılınca, cemaate yönelip Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin
(biatı geciktirmedeki) beyan ettiği özürleri halka anlattı. Sonra da Hz. Ali
(radıyallahu anh) kalkıp, Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'in hakkını tazim
buyurdu, faziletlerini, İslam'a sebkat eden hizmetlerini zikretti. Sonra Ebû
Bekir (radıyallahu anh)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (radıyallahu
anh)'nin etrafını sarıp: "İsabet ettin, çok iyi bir davranışta
bulundun" diyerek takdir ettiler. Hz. Ali (radıyallahu anh) bu ma'ruf işe
döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve alaka)
gösterdi."
1712 Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha) bir gün hastalanmış: "Vay başım, (ölüyorum)!"
demişti. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) (şaka olsun diye):
"Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfàr eder, dua ediveririm!"dedi. Bunun
üzerine Hz. Aişe (radıyallahu anha) birden parladı: "Vay başıma
gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama
zevcelerinden biriyle başbaşa kalacaksın ha!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) (sözü değiştirerek) dedi ki: "Bilakis ben ölüyorum, vay
başım! Ebu Bekir'e ve oğluna birinzi gönderip (benden sonra hilafet hususunda
"ben daha layığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime geçeceği
tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebû Bekir
dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'min1er de reddederler" dedim (ve
vasiyet yapmaktan vazgeçtim)."
1713 Hz. Aişe (radıyallahu anh )
anlatıyor: "Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), ölüm anı yaklaşınca
(muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı ve: "Ey Ömer, ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır
olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine
olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak
olmuştur. Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle,
kıyamet günü sevabı az ve hafıf olan ve bu hafıflikle teraziye girecek olandır.
İçerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da haktır."
Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim
için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim." Sonra Ebû Bekir
(radıyallahu anh) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer
(radıyallahu anh), ayağa kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları
söyledi: "Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden
uydurup öğretecek değilim. Ben Ömer'im. Size emir olma hususunda hırsım yok.
Ancak vefat eden Ebû Bekir (radıyallahu anh) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona
Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum. İmamlığımı, ona ehil olmayan kimseye
bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım.
İşte böyleleri, Müslümanlara emir olamya başkalarından daha çok
layıktır."
[TOP]
HIRS
Kimlik alan
1638 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ademoğlu ihtiyarladıkça
onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı
hırs".
1639 Ka'b İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç
kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin ma1 ve şeref hırsıyla dine verdiği zarardan
daha fazla değildir." Manası şudur: Kişinin mal ve şeref için gösterdiği
hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine fesad ve zarar getirir, tıpkı aç iki
kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman hasıl edecekleri zarar
gibi…
1640 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ademoğlu için iki vadi dolusu mal
olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak
doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."
[TOP]
HİKMET
Kimlik alan
7232 Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Bana
(dini) öğret ve fakat çok özlü olsun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Namazına
kalktığın vakit (dünyaya) veda edenin (namazı gibi) namaz kıl. Sonradan (pişman
olup) özür dileyeceğin söz söyleme. İnsanların elinde bulunan (dünyalık
şeylerden) ümidini kesmeye azmet!" buyurdular."
7233 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir meclise oturup hikmetli söz dinleyip, sonra bu meclisten bahsederken
işittiği şeylerin sadece kötü kısımlarını anlatan bir kimsenin misali, bir
çobana gelip: "Ey çoban, süründen bana bir koyun kes!" deyince, çobandan: "Git
en iyisinin kulağından tut al" iznine rağmen gidip sürünün köpeğinin kulağından
tutan adamın misalidir." Ebu'l-Hasen İbnu Seleme de bu hadisin bir
mislini rivayet etmiş, ancak rivayetinde şu farklılığa yer vermiştir: "Sürünün
en iyi koyununun kulağını tut"
[TOP]
HUDUD
Kimlik alan
1557 Zeyd İbnu Eslem (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Dinini
değiştirenin boynunu vurun." İmam Malik, bu hadisi Muvaffa'da Akdiye
15, (2, 736)kaydeder ve hadis hakkında şu açıklamayı sunar: "Bu hadisin manası
şudur: "Her kim İslam'dan çıkarak zındıklık ve benzeri bir dine girecek olursa,
kendisine galebe çalındığı takdirde öldürülür. Öyle birine tevbe teklif edilmez.
Zira gerçekten tevbe edip etmediği bilinemez. Çünkü bunlar (galebeden önce)
küfürlerini gizleyip, Müslüman olduklarını ilan ediyorlardı. Ben, böylelerinin
küfrü, delille sübut bulduğu takdirde tevbe etmeye çağırılmalarını uygun bulmam,
(tevbe etse de kabul edilmemeli)." Devamla der ki: "Bizim nezdimizde, esas olan
şudur: "Bir kimse irtidad ederse tevbeye çağırılır, (kendisine galebe
çalınmazdan önce) tevbe ederse (hayatı bağışlanır), aksi takdirde
öldürülür." İmam Malik devamla der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın:"Dinini terkedeni öldürün" hadisinin manası: "Kim İslam'dan çıkıp
bir başka dine geçerse" demektir. "İslam'dan başka bir dinden çıkarak bir diğer
dine geçerse..." demek değildir. Sözgelimi Yahudiliği terkederek Hıristiyanlığa
veya Mecusiliğe geçen kastedilmemiştir. Binaenaleyh ehl-i zimmeden herhangi biri
böyle bir din değiştirmesi yapacak olsa ne tevbeye çağırılır, ne de
öldürülür."
1558 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Abdullah İbnu Sa'd İbni Ebi s-Sarh Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
katiplik yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı; adam irtidad ederek kafırlere
sığındı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih günü, onun öldürülmesini
emretti. Ancak, Hz. Osman (radıyallahu anh) onu himayesi altına aldı. Resûlullah
da bu himayeyi tanıdı." Bu hadis Tefsir bölümünde, Nahl süresinin tefsiri
sırasında Nesai rivayeti olarak daha uzun bir hadiste
geçmiştir.
1559 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ukl ve
Ureyne kabilelerinden bir grup insan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yanına gelip: Ey Allah'ın Resûlü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle
beslenen (çöl) insanlarıyız, (çift-çubukla uğraşan) köylüler değiliz" dediler.
Bu sözleriyle, Medine'nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ifàde ettiler.
Resûlullah, onlara (hazineye ait) develerin ve çobanın (bulunduğu yeri) tavsiye
etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve bevillerinden
içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine varınca, İslam'dan irtidad
ettiler. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'ın çobanını da öldürüp develeri
sürdüler. Haber, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
ulaştı. Resûlullah, derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı
(yakalanıp getirildiler). Gözlerinin oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve
Harra'nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme terkedilmelerini emretti.
"
1560 Ebu'z-Zinad (merhum) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) develerini çalanların (el ve ayaklarını) kestiği, gözlerini de ateşle
oyduğu zaman, Allah zülcelal hazretleri, Hz. Peygamber'i itab etti ve mesele
üzerine şu ayeti inzal buyurdu: "Allah ve Resûlü'ne harp açanların cezası..:"
(Maide 33).
1561 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teala hazretleri Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i hak (din ile)
gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı!
Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu
endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz
Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkara sapabilecek ve) Allah'ın
kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz,
recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya
itiraf yoluyla- süb-t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken
Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar:
"Ömer Allah Teala' nın kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm ayetini
(Kitabullah'a) yazardım."
1562 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'inde: "Kadınlarınızdan fuhşu irtikab
edenlere karşı içinizden dört şahid getirin. Eğer şehadet ederlerse onları ölüm
alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar. kendilerini evlerde
alıkoyun (insanlarla ihtilattan menedin)" buyurdu. (Nisa 15).
Cenab-ı Hakk, bu ayette (zina meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra,
erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: "Sizler-den fuhşu irtikab
edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip
(nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. çünkü Allah
tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir" (Nisa 16). Cenab-ı Hakk bu ayeti,
celde ayetiyle neshederek şöyle buyurdu: "Zina eden kadınla zina eden erkekten
her birine yüzer deynek vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız
bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden
bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun" (Nur 2). Sonra Nur
sûresinde recm ayeti nazil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekar (zani)
içindi. Sonra recm ayeti tilavetten kaldırıldı, ancak hükmü baki kaldı."
Bu rivayetin "...yüzer deynek vurun"ibaresine kadar olan kısım Ebu Davud'a
aittir, mütebakisini Rezin ilave etmiştir.
1563 Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın
Resûlü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört şahid getirmek için
bekleyecek miyim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"-Evet bekleyeceksin!" dedi." Müslim ve Ebû Davud'un bir diğer
rivayetinde: "Bir adam, karısının yanında bir yabancı yakalasa onu öldürebilir
mi ne dersiniz?" diye sorar. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Hayır!"
deyince, Sa'd: "Bilakis evet! Seni hak dinle şereflendiren Allah'a yemin ederim,
fırsatı yakalarsam ondan önce kılıncımı işletirim" der. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Efendinizin ne söylediğine bakın!"
buyurur.
1564 Ebu Hüreyre ve Zeyd İbnu Halid (radıyallahu anhüma)
şunu anlattılar: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a muhsan olmayan cariye
zina yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "-
Cariye zina yaparsa ona celde uygulayın, yine zina yaparsa yine celde uygulayın,
yine zina yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul adi) bir ipe
mukabil de olsa satın gitsin." Bir rivayette: "(Efendisi) ona celde tatbik
etsin, bir de ayıplamasın" denmiştir.
1565 Ebu Abdirrahman
es-Sülemi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.Ali (radıyallahu anh) hutbede şöyle
buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar-
haddleri tatbik edin. Zira, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bir
cariyesi zina yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına
geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Resûlullah'a
arzettim. Bana: " İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma"
dedi."
1566 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hür kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çeşidinin
yarısını köleye hükmetti. Sözgelimi zina yapan bakirenin haddi, iftira (gazf)
haddi ve şürbü'l-hamr (içki) haddi böyledir. (Bunlar bölünebilen haddlerdir,
köleye hep yarısı tatbik edilir).
1567 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) hazretlerinden rivayete göre: Cariyelerinden birine hadd tatbik etmiş,
bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören Salim
(rahimehullah) kendisine: "- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı
Hakk'ın "Bunlara Allah'ın dinini tatbik hususunda acıyacağınız tutmasın..:" (Nur
2) sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
de: "- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı
Hakk onu öldürmemi emretmedi" cevabını verir.
1568 Vail İbnu Hucr
İbni Rebia (radıyallahu anh) anlatıyor; "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir
erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise
sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona
başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup
muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam bana böyle
yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi
yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: "- Evet bu odur?" dedi. Sonra
adamı Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına götürdüler. Resûlullah
adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse
kalkıp: "- Ey Allah'ın Resûlü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadına: " Git. Allah günahlarını
affetti" dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü
aldı). Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra
Resûlullah şunu söyledi: " Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki,
böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi." Tirmizi,
şu ziyadede bulunmuştur: "Vail (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'in kadına mehir takdir edip etmediğini
zikretmedi."
1569 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Ömer'e, zina yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği
hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali
(radıyallahu anh) uğradı. (Hazırlığı görünce): "- Bunun hali nedir?"
diye sordu. Kendisine: "Falanca kabileden deli bir kadındır, zina yapmıştır. Hz.
Ömer (radıyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali
(radıyallahu anh): "- Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz. Ömer'e
uğrayıp: "- Ey mü'minlerin emiri! Bilirsin ki, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) : "Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık
onlar yaptıklarından sorum1u değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan,
uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu biçare kadın
falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki akli noksanlığı
sırasında tecevüz etmiştir" dedi."
1570 Habib İbnu Salim
(rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının
cariyesine temasta bulundu. Hadise, Küfe emiri Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu
anh)'e götürüldü. "- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, cariyeyi sana
helal ederse, yüz deynek yiyeceksin, helal etmezse
recmedileceksin.." Sonra (tahkik etti) karısının cariyeyi adama
helal ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu."
1571 Seleme İbnu
Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
hanımının cariyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: "Eğer, adam
cariyeyi zorladı ise, cariye hürdür, adam, cariyenin efendisine (yani karısına)
mislini borçlanmıştır, cariye rıza göstermişse, cariye adamın olur, cariyenin
efendisine, onun bir mislini borçlanır."
1572 Bera İbnu'l-Azib
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Dayım Ebu Bürde İbnu Niyar -beraberinde bir bayrak
olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum. "-
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın
kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, Ona gidiyorum" diye Cevap
verdi."
1573 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle emretti: "Kim, nikahı haram olan bir
akrabasına cinsi temasta bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile
evlenirse- onu öldürün."
1574 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: Bir adam, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ümmü veledine temas
etmekle itham edilmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ali
(radıyallahu anh)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği
vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık
dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub
(burulmuş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp,
durumu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e haber verdi. Resûlullah, onu,
davranışı sebebiyle takdir etti." Bir rivayette şu ziyade gelmiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Şahid, gaibin görmediğini görür"
buyurdu".
1575 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek ismini de verdiği bir kadınla
zina yaptığını itiraf etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadına adam
göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zina ettiğini inkar etti. Bunun üzerine,
adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı."
1576 İbnu Abbas
hazretleri (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bekr İbnu Leys kabilesinden bir
adam, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek, bir kadınla (itiraf ederek)
dört kere zina yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona yüz
sopa vurulmasına hükmetti. Zira adam bekardı. Sonra, kadın aleyhine beyyine
sordu. Kadın: "- Ey Allah'ın Resûlü! Vallahi yalan söylüyor" dedi.
bunun üzerine, Resûlullah, adamı iftira (kazf) haddine, yani seksen sopaya
mahkum etti."
1577 Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, Maiz İbnu Malik el-Eslemi (radıyallahu
anh) gelerek: "- Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zina
fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Maiz
ertesi gün tekrar geldi. Yine: "- Ey Allah'ın Resûlü, ben zina
fazihasını irtikab ettim!" diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci
sefer geri çeviren Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adamın kavmine birisini
yollayarak: "Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal
bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?"diye tahkik ettirdi. Ancak hep
beraber: "Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki salih kişilere
denk akıl (ve feraset) sahibi biliyoruz" dediler. Maiz üçüncü sefer müracaatta
bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onlara yine birini göndererek
adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını
söylediler. Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur
kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı. Ravi der ki: Gamidiye
adında bir kadın da gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, beni niye
reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Maiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a
kasem olsun ben hamileyim de!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam): "Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel" dedi.
Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla
geldi. "İşte çocuk, doğurdum!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu.
Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir
ekmek parçası vardı. "Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim,
yemek de yedi" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çocuğu
alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir
buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka
taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Halid İbnu Velid (radıyallahu anh) elinde
bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Halid'in kadına küfrettiğini
işitince: "Ey Halid ağır ol!" dedi ve ilave etti:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun, bu kadın öyle bir
tevbe yaptı ki, şayet alış-verişte sahtekarlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe
yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !" Sonra Resûlullah
(tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve
defnedildi."
1578 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zina yapmış olan bir kimse için celde ile
hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer
recmedilmesini emretti ve recmedildi."
1579 İmran İbnu'l-Husayn
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
Cüheyneli, zinadan hamile kalmış bir kadın geldi ve: "- Ey Allah'ın
Resûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) da kadının velisini çağırıp: " Buna iyi
muamelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!" buyurdu. Velisi öyle
yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resûlullah kadının elbisesini üzerine
bağlamalarını emretti. Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze
namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz. Ömer: "- Bu zaniye kadına namaz mı
kıldırıyorsun?" dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: " Bu öyle
bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim
edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten
daha efdal bir amel biliyor musun?" diye cevap verdi."
1580 Ebû
Hüreyre ve Zeyd İbnu Halid el-Cüheni (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir
bedevi, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek: "- Ey
Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin
verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de: "- Evet aramızda
Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu
vesselam Efendimiz: " Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi.
Adam: "- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina yaptı.
Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla
bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna
yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası
icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "-
Ruhumu kudret elinde tutan Zat'a yemin olsun ikinizin arasını
Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve
koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek"
buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: " Ey Üneys! bu zatın
hanımına git, eğer zinayı itiraf ederse onu recmet gel!" Üneys,
kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalatu vesselam) emretti,
kadın recmedildi."
1581 İmam Malik diyor ki: "Bana ulaştığına
göre, Hz. Osman (radıyallahu anh)'a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir
kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (radıyallahu
anh): "- Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de "(İnsanın anne karnında)
taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay. dır..:" (Ahkaf 15) buyuruyor.
Keza bir başka ayette de: "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu
hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir.."( Bakara 233) buyurmaktadır.
Bu durumda hamilelik müddeti altı aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman
(radıyallahu anh) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın
recmedilmiş bulundu."
1582 Ebû İshak eş-Şeybani (rahimehullah)
anlatıyor: "İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)'ya: "- Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hiç recm tatbik etti mi?" diye sordum. Bana: "Evet!"
cevabını verdi. Ben tekrar: "- Nür süresinin nüzülünden önce mi,
sonra mı?" diye sordum. "Bilmiyor'um!" dedi."
1583 Şa'bi
(rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh), kadını remettiği zaman onu
perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın
hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sünneti ile de recm
tatbik ettim."
1584 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Yahudilerden bir kadınla bir erkek zina yaptılar. Birbirlerine: "Bizi şu
peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafıfletmeler getiren bir peygamberdir. Bize
recm dışında fetvalar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize
delil kılarız ve: "Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalar(la
amel ettik, hevamıza uymadık) deriz" dediler. Mescidde ashabıyla
birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
gelerek: "- Ey Ebü'1-Kasım, zina yapan kadın ve erkek hakkında
kanaatin nedir?" dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midraslarına
geldi. Kapıda durarak: "-Hz. Musa (aleyhisselam)'ya kitabı indiren
Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olursa bunun Tevrat'taki
hükmü nedir?" diye sordu. "- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters
bindirilir ve dayak atılır." -Hadiste geçen tecbiye: Zanileri,
enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda
dolaştırılmasıdır- Ravi devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba
katılmayap) susmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onun suskunluğunu
görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: "Madem ki sen bize Allah'ın
adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): "Biz Tevrat'ta recm emrini
görüyoruz" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "- Allah'ın
emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı
verdi: "- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zina yaptı.
Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zina
yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mani olup: "-
Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsaade
etmeyeceğiz!" dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezayı vermek üzere
anlaşıp sulh yaptılar. (Bu açıklama üzerine) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "- Ben Tevrat'taki ayetle hükmediyorum!"
dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zühri (rahimehullah)
der ki: "Bana ulaştığına göre şu ayet bunlar hakkında nazil
olmuştur: "Şüphesiz ki Tevrat'ı biz indirdik. Ki onda bir hidayet,
bir nur vardır. Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri,
Yahudilere ait (davalarda) onunla hükmederlerdi..." (Maide 44). Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) onlardan biri idi."
1585 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zina yaptığını söylediler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: " Recm hakkında
Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "- Teşhir edip rezil
ederiz ve dayak atarız" dediler. Abdullah İbnu Selam (radıyallahu
anh): "- Yalan söylüyorsunuz. Zinanın Tevrat'taki cezası recmdir"
dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu Surya adında)
biri elini recm ayetinin üzerine koydu. Sonra, ayetten önceki kısımlardan
okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti.
Abdullah İlbnu Selam (radıyallahu anh) müdahale edip: "- Kaldır
elini!" dedi. Adam elini çekti, tam orada recm ayeti mevcut idi. Bunun
üzerine: "- Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm
ayeti mevcuttur!" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) derhal o iki
zaninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler." İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) der ki: "Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için,
kadının üzerine eğildiğini gördüm."
1586 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kimin Lüt
kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, faili de mef'ülü de öldürün."
Tirmizi, Ebu Hüreyre'nin de böyle bir rivayette bulunduğunu belirtir. Ebu
Davud'da İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tarı yapılan bir rivayette: "Livata
yaparken yakalanan bekar (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir"
denmiştir.
1587 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın rivayetine
göre, Hz. Ali, livata yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)
üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır."
1588 Hz.Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Lüt kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse
mel'ündur."
1589 Hz.Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Ümmetim için en ziyade korktuğum şey Lüt kavminin
amelidir" buyurdular."
1590 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kadına dübüründen temas eden
mel'undur" buyurdular."
1591 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala
hazretleri, erkeğe temas eden veya kadınlara arka uzvundan temas eden erkeğe
(kıyamet günü rahmet nazarıyla) bakmaz."
1592 Yine İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kim bir
hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber
öldürün"buyurdu. İbnu Abbas'a: "Hayvanın günahı ne (o niçin
öldürülsün?)" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "(Bu hususta Resûlullah'tan bir şey
işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifade edilmesin diyedir. Zira
ona, bu muamele yapılmıştır." Ebu Davud ve Tirmizi'de şu rivayet de
gelmiştir: "Hayvana temas edene bir hadd takdir
edilmemiştir."
1593 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Maruz
kaldığım iftiradan beni temize çıkaran vahiy indiği zaman, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) minbere çıkıp, durumu hatırlattı ve ilgili ayeti (Nur
11-23) tilavet buyurdu. Minberden inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi
vurulmasını emretti. Ve derhal icra edildi. Burada hadd icra edilen şahıslar
Hassan İbnu Sabit, Mistah İbnu Üsase ve Hamna Bintu Cahş (radıyallahu anhüm)
idi."
1594 Ebû'z-Zinad (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ömer İbnu
Abdilaziz (radıyallahu anh) iftira sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu.
Ebû'z-Zinad der ki: "Bu hüküm hakkında, Abdullah İbnu Amir İbni Rebia'ya sordum.
Bana şu cevabı verdi: "- Ben, Osman İbnu Affan ve arkadan gelen
diğer halifelerin zamanlarına yetiştim, hiç birisinin iftira sebebiyle köleye
kırktan fazla vurduğunu görmedim."
1595 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir
insan diğer bir insana: "Ey Yahudi" diye hitab edecek olursa ona yirmi sopa
vurun. "Ey muhannes (kadınlaşmış)" diyecek olursa yine o kadar ceza verin.
Nikahı haram olan birine, bunu bilerek muvakaa (aşk-ı memnû) yaparsa
öldürün."
1596 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) zamanında, hırsızın eli, bir deri kalkanın değerinden
daha düşük bir eşya için kesilmezdi. Kalkan, türs veya hacefe diye iki çeşitti,
ikisinin de belli bir değeri vardı."
1597 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) üç dirhem kıymetindeki
bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti."
1598 Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp da eli
kesilen hırsıza lanet etsin." A'meş der ki: "Buradaki yumurtadan
maksadın demir topağı olduğu, bazı iplerin de üç ve daha fazla dirhem ettiği
kanaatinde idiler."
1599 Ümeyye el-Mahzûmi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir hırsız getirildi. Suçunu
itiraf etmişti. Ancak çaldığı eşya beraberinde bulunmadı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), (hadden kurtarmak maksadıyla): "Senin çaldığını
zannetmiyorum"dedi. Hırsız: "Hayır çaldım" diye te'yid etti. (Resûlullah)
sözlerini aynı şekilde iki veya üç kere tekrar etti. Sonunda, elinin
kesilmesini emretti ve kesildi. Sonra hırsız Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a getirildi. Efendimiz: " Allah tevbe ve
istiğfarda bulun!" diye nasihat etti. Adamcağız: "- Allah'a tevbe
ediyor, O'ndan mağfiret diliyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da: " Allahım, onu mağfiret et!"diyerek üç kere duada
bulundu."
1600 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Hırsızlık
yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü. "- Bu
kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) nezdinde kim müessir bir
şefaatte bulunabilir?" diye adam aradılar. "- Bu işe, sadece
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın çok sevdiği Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu
anhüma) cür'et edebilir" dediler. Üsame (huzura çıkarak), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz:
"Allah'ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun?" diye
çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu: " Sizden
öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı
onu terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık
yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı
Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim." Ebu Davud ve
Nesai'nin, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den kaydettikleri bir rivayette şöyle
denmiştir: "Mahzum kabilesinden bir kadın, mal istiare ederdi."
Nesai'de şu ziyade mevcuttur: "Mahzumlu kadın (tanınmış komşularının) diliyle
bazı malları ariyet olarak almıştı."
1601 Abdullah İbnu Amr
İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
dalındaki meyveden sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "- İhtiyaç sahibi
olmak kaydıyla, eteğine almaksızın, sadece yiyene bir Şey gerekmez." Ebû
Davud ve Nesai'de şu ziyade mevcuttur: "Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse,
aldığının bedelini. iki katıyla borçlanır ve ayrıca ceza da çeker. Kim de
kurutma yerine getirilmiş olan meyveden bir şeyler çalar ve bunun miktarı da bir
kalkanın değerine ulaşırsa kolunun kesilmesi gerekir. Kim de bu miktardan az
çalarsa aldığı miktarın iki misli borç öder ve ayrıca ceza çeker."
Nesai'de şu ziyade vardır: "Meradan çalınan koyun için el kesilmez. Eğer bu
hayvan ağılda idiyse kalkan değerinde olanı için el
kesilir.
1602 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hurma özü için, ağacın başındaki meyve
için, dağda otlayan (ağıla girmemiş) koyun için, ihanet edilen emanet için,
yağmalanılan için, kapıp kaçırılan için el kesilmez."
1603 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor "Resûlullah aleyhissalatu vesselam)'a bir
hırsız getirilmişti. "-Öldürün onu!" diye emretti.
Kendisine: "-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam sadece çaldı" denildi.
Bunun üzerine "-Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli kesildi.
Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine: "-Öldürün onu!" diye
emretti. Kendisine: "-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı"
dendi. Bunun üzerine "-Öyleyse kesinl" dedi ve derhal (sol ayağı)
kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz.
Peygamber: "-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey
Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine :
"-(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere
getirdiler. "-Öldürün onu !" buyurdu. Kendisine: "-Ey
Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine
"-(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer
getiririldi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Öldürün onu"
diye emretti. Hz. Cabir (radıyallahu anh) der ki: "Adamı götürüp öldürdük. Sonra
sürüyerek götürüp bir kuyuya attık. Üzerini de taşla
doldurduk."
1604 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûllah (aleyhissalatu vesselam): "Köle hırsızlık yaparsa, onu bir mangıra da
olsa satın gitsin"' buyurdular."
1605 Ezher İbnu Abdillah
el-Harazi anlatıyor: "(Yemenli) Kela' kabilesinden bir grubun malı çalındı.
Bunlar, bir kısım dokumacıları itham ettiler. Dokumacıları alarak Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in ashabından olan Nu'man İbnu Beşir'e getirdiler.
Nu'man onları bir kaç gün hapsetti, sonra salıverdi. (Şikayetçiler), Nu'man'a
gelip: "Sen onları dayaksız, azarsız salıverdin, olur mu?" dediler. Nu'man
onlara: "-Ne istiyorsunuz? Onları dövmemi istiyorsanız döverim.
Malınız çıkarsa alırsınız. Ama dövdüğüm halde malınız çıkmazsa, onlara vurduğum
kadar da size vururum" dedi. "-Yani hükmün bu mu?" dediler. Nu'man
(radıyallahu anh): "-(Hayır bu benim değil), Allah ve Resûlü'nün
(aleyhissalatu vesselam)ın hükmüdür"' cevabını verdi."
1606 Hz.
Ebû Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) beni çağırarak; "-İnsanlara (kitleler halinde) ölüm gelip,
ev, yani kabir köle mukabilinde temin edilince halin ne olacak ?" buyurdu.
Ben: "-Allah ve Resûlü bilir- veya Allah ve Resûlü benim için neyi
(uygun bulup) seçerlerse olur-" diye cevap verdim. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "-Sana sabır tavsiye ederim -veya sabret-"
buyurdu." Hammad der ki: "Nebbaşın (yani mezarları açarak kefenleri
çalanların) eli kesilmelidir" diye hükmedenler bu hadisle amel ettiler. Çünkü,
nebbaş ölünün evine girmiş olmaktadır".
1607 Abdurrahman İbnu Avf
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesslam) :"Hırsız,
kendisine hadd tatbik edildi ise borçlandırılamaz"
buyurdu".
1608 Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle hükmetti: "Kişi çalınan malını,
hırsızlık ittihamı yapılmayan kimsenin elinde görünce dilerse malını hırsıza
ödemiş olduğu bedeli ona ödeyerek alır, dilerse, hırsızın peşine
düşer". Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm)
böyle hükmettiler."
1609 Cünade İbnu Ümeyye'den rivayete göre,
Büsr İbnu Ertat (radıyallahu anh) demiştir ki: "Resûlullah (aleyissalatu
vesselam)'ı dinledim: "Seferde eller kesilmez" diyordu." Tirmizi deki rivayette
"gazvede. . ." denmiştir.
1610 Şa'bi (rahimehullah) anlatıyor:
"İki kişi, üçüncü bir şahsın hırsızlık yaptığına dair şahitlikte bulundular.
Bunun üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh) adamın kolunu kesti. Bu iki kişi gidip
bir müddet sonra diğer bir adamı getirip: "Biz hata etmişiz, hırsızlığı yapan o
değilmiş (bu imiş)" dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh) bunların şahidliğini
iptal ederek (getirdikleri bu şahıs aleyhinde kabul etmedi. Ayrıca) onlara,
önceki adamın diyetini yükledi ve: "Bilsem ki siz bu işi bilerek yaptınız,
kollarınızı keserdim" dedi".
1611 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûllullah (aleyhissalatu vesselam), hamr için, hurma dalları ve
nalınlarla hadd vurdu. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh kırk darbe le hadd
vurdu".
1612 Sevr İbnu Zeyd el-Dili anlatıyor: "Hz. Ömer
(radıyallahu anh), hamr için uygulanması gereken haddin miktarı hususunda
(Ashabla) istişarede bulundu. Hz. Ali (radıyallahu anh): "Seksen sopa
vurulmasını uygun görüyorum" dedi. Çünkü kişi, içince sarhoş olur, sarhoş olunca
hezeyana düşer (saçmalar), hezeyana düştü mü iftira atar. (İftiranın cezası ise
80 sopadır). Böylece Hz. Ömer (radıyallahu anh) içki içenler için haddi 80 sopa
takdir etti."
1613 Abdurrahman İbnu Ezher (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Huneyn'de iken Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e Şarap için
bir adam getirildi. Resûlullah (tahkiren) yüzüne toprak saçtı. Sonra Ashab'a
emretti, ayakkabılarıyla ve ellerinde bulunan (deynek, çubuk vs) başka şeylerle
adama "Yeter, çekin ellerinizi" deyinceye. kadar vurdular. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)ın vefatından sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) de
içki içenlere kırk darbe vurdurdu. Arkadan Hz. Ömer (radıyallahu anh) de
halifeliğinin başlangıcında kırk sopa vurdurmaya devam etti. Ancak, hilafetinin
sonunda (insanlar azıp fısk artınca) seksen sopa vurdurdu. Hz. Osman
(radıyallahu anh) ise iki kere hadd uyguladı: Birini kırk diğerini seksen yaptı.
Hz. Osman'dan sonra Hz. Muaviye (radıyallahu anh) haddi seksende sabit
kıldı."
1614 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "İçki haddi
için, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kırk, Hz. Ebû Bekir kırk, Hz. Ömer
(radıyallahu anhüma) seksen sopa vurdular. Hepsi de sünnettir. (Bu bana daha hoş
geliyor)."
1615 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim (ısrarla) içki içerse
dördüncü sefere kadar kamçılayın, sonra (devam ederse) öldürün." Ebû
Davud'un, Kabisa İbnu Züeyb (radıyallahu anh)'den yaptığı bir rivayette şöyle
denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Şarap içmiş bir adam
getirildi. Hemen celde yapıldı, sonra tekrar getirildi, yine celde yapıldı,
sonra tekrar getirildi, yine celde yapıldı, sonra tekrar getirildi yine celde
yapıldı ve öldürme kaldırıldı. Artık, ölüm cezası bir ruhsat olarak
kaldırılmıştı."
1616 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hamr hususunda kesin bir hadd takdir
etmedi. Bir adam içmiş, sarhoş olmuştu. Caddede yalpa yaparken kendisine
rastladı. Adamı hemen tutup Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a getirmek için
harekete geçtiler. Adam, Abbas (radıyallahu anh)'ın evinin hizasına gelince
boşanıp kaçtı ve Abbas'ın evine girerek ona iltica etti.Durum Resûlullah
(aleyhisalatu vessalam)'a anlatılmıştı, güldü ve:"Yani o,bunları (kaçma, girme
ve iltica) yaptı mı?" dedi. Hakkında her hangi bir emir
vermedi."
1617 Umeyr İbnu Said en-Nehai (rahimehullah) anlatıyor:
"Hz. Ali (radıyallahu anh)'yı dinledim, şunu söylemişti: "Ben hadd vurduğum
kimselerden biri ölecek olsa, içimde üzüntü duymam, ancak içki sebebiyle hadd
vurduğum ölürse onun üzüntüsünü hissederim. Çünkü o ölecek olsa (yakınlarına)
diyet öderim. Zira Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) içkinin haddi ile
ilgili (kesin bir miktarı) sünnet kılmadı. İçki haddiyle ilgili miktarı biz
takdir ettik."
1618 İbnu Şihab (rahimehullah)'a: "-
Köle içki içecek olursa ona tatbik edilecek haddin miktarı nedir?" diye
sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "- Bana ulaştığına göre, ona, hüre
verilen cezanın yarısını uygulamak gerekir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve İbnu Ömer
(radıyallahu anhüm ecmain) içkide, kölelerine, hürlere tatbik ettikleri haddin
yarısını tatbi ederlerdi."
1619 Said İbnu'l-Müseyyeb
(rahimehullah.) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), içki sebebiyle Rebia
İbnu Ümeyye'yi Hayber'e sürdü. Oradan kaçıp Herakliyus'a giderek Hıristiyanlığa
geçti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu hadise üzerine: "Bundan böyle hiçbir
Müslümanı sürmeyeceğim" dedi.
1620 Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Lakabı Hımar olan bir adam vardı. Bu zat zaman zaman Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı güldürürdü. Hz. Peygamber bu adamı, içki sebebiyle
dövdürmüştü. Bir gün yine içki suçuyla getirildi. Resûlullah emretti, celde
uygulandı. Cemaatten birisi: "Allah'ım şu adama lanet et! Kaç sefer içki
sebebiyle getirildi, bir türlü ıslah olmuyor)" diye beddua etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): " Ona lanet etmeyin. Allah'a yeminle
söylüyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa o da Allah ve Resûlü'nü
(samimiyetle) sevmiş olmasıdır" buyurdu." Ebû Davud'da, Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh)'den kaydedilen bir rivayette: "Böyle söylemeyin, fakat şöyle
deyin: "Ey Allahım, ona rahmet et, onun taksiratını affet!"
buyurmuştur.
1621 Yahya İbnu Ebi Raşidin İbnu Ömer'den
naklettiğine göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın şöyle söylediğini işitmiştir: "Kim şefaat ederek, Allah'ın
haddlerinden birinin tatbik edilmesine mani olursa Aziz ve Celil olan
Allah'a muhalefet etmiş olur. Kim bilerek batı1 bir davayı kazanmaya
çalışırsa ondan vazgeçinceye kadar Allah kendisine buğzeder. Kim mü'mine onda
olmayan bir kötülüğü nisbet ederse, bundan tevbe edinceye kadar cehennemliklerin
vücudlarından çıkan irinlerden hasıl olan çirkefin içine iskan eder. Kim haksız
bir davaya yardımcı olursa, Allaah'ın gazabını kazanmış olarak
döner."
1622 Zübeyr İbnu'l-Avvam (radıyallahu anh)'ın anlattığnna
göre, hırsızı yakalayıp sultana götürmekte olan bir adama rastlar. Zübeyr adamı
salıvermesi için lehinde şefaatte bulunur. Adam: "Hayır, sultana ulaştırıncaya
kadar onu salmam" der. Zübeyr (radıyallahu anh) şu açıklamayı yapar:
"Şefaat, sultana ulaşmadan önce caizdir. Sultana ulaştı mı, ondan sonra şefaat
yapan da, şefaati kabul eden de mel'undur."
1623 Saffan İbnu
Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mescide uyumak üzere ridasını yastık
yaparak uzanmıştı. Uyurken bir hırsız gelip ridasını aldı. Ama Saffan (uyanarak)
hırsızı yakaladı, doğru Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e götürdü.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) derhal elinin kesilmesini emretti.
Saffan: "Ey Allah'ın Resûlü, ben bunu istememiştim, ridam ona sadaka
olsun!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Onu bana
getirmezden önce niye yapmadın?" diyerek, teklif
reddetti."
1624 Hz. Aişe anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Elinizden geldikçe hadd cezalarını Müslümanlardan defedin. (Muteber)
bir özrü varsa hemen salıverin. Zira imamın yanlışlıkla affetmesi yanlışlıkla
ceza vermesinden daha hayırlıdır." Ebû Davud'da yine Hz. Aişe'den gelen
bir rivayette: "Hz. Peyganber (aleyhisalatu vessalam): "İtibarlı kimsalerin
hudud dışındaki zellelerinden vazgeçin"
buyurmuştur."
1625 İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor:
"Eslem kabilesinden Hezzal denen bir adam, bir başkasını Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a zina isnad ederek şikayet etti. Bu hadise:"Namuslu ve
hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan, sonra (bu babta) dört şahit
getirmeyen kimselerin her birine de seksen deynek vurun" (Nur 4) ayetinin
nüzülündan önce idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama: "Ey Hezzal, onu
ridan ile örtseydin, senin için daha hayırlı idi"
dedi."
1626 Hani' İbnu Niyar (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allah'ın haddlerinden bir hadd olmadıkça
hiç kimse on kırbaçtan fazla dayağa mahkum
edilemez"buyurdu."
1627 Hakim İbnu Hizam (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mescidde kısas infazını, şiir
okunmasını ve haddlerin tatbik edilmesini yasakladı."
1628 Ebû
Ümame İbnu Sehl İbni Huneyf, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ensari bazı
sahabelerinden naklen anlatıyor: "Ensar'dan bir adam hastalandı ve çöktü, öyleki
bir kemik bir deriye döndü. Bir ara Ashab'dan birine ait bir cariye hastanın
yanına girmişti. Adam, ona müncezib oldu ve temasta bulundu. Bu sırada,
kavminden kendisine geçmiş olsun ziyaretine gelenler oldu. Yaptığı işi onlara
haber verdi ve: "Benim için Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
sorun, ben yanıma giren bir cariyeye temasta bulundum" dedi. Durumu Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e anlattılar ve ilaveten: "Hiç
kimsede hastalığın bu derece şiddetlisini de görmedik. Adamı sana getirmeye
kalksak kemikleri kırılıp dağılacaktır, bir kemik bir deriden başka bir şey
değil!" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Yüz tane
hurma çubuğu alın, (bunları tek bir sopa halinde bağlayıp) adama bir kere
vurun!" diye emretti."
1629 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir hadd cürmü işler
de, cezası dünyada verilirse, Allah'ın adaleti kuluna ahirette ikinci sefer ceza
vermeye müsaade etmez. Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun günahını
örtmüş ve affetmiş ise, Allàh'ın keremi affettiği.şeyden dolayı ona dönüp ceza
vermeye müsaade etmez."
1630 Yine Hz. Ali (radıyallahu anh)
arılatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: " Kalem üç
kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilam oluncaya kadar
çocuktan, aklı erinceye kadar mecnundan." Ebû Davud, diğer bir rivayette
şu ziyadeyi kaydetmiştir: ". .yaş sebebiyle aklı fesada uğrayandan. .
."
6747 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın had cezalarından birinin yerine
getirilmesi Allah'ın beldelerinde kırk gece yağan yağmurdan daha
hayırlıdır."
6748 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kur'an'dan tek bir ayeti
inkar edenin boynunu vurmak helal olur. Kim "la ilahe illallahu vahdehû la
şerike leh ve enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu (Allah birdir, ortağı yoktur,
Muhammed onun kulu ve elçisidir)" derse hiç kimsenin ona dokunma yetkisi yoktur.
Ancak, bir hadd suçu işlerse, ona cezası verilir."
6749 Ubade
İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Siz Allah'ın had cezalarını (akrabalık ve diğer hususlarda size)
yakın olan hakkında da uzak olan hakkında da tatbik edin. Allah'ın hükmünü
uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının ayıplaması
alıkoymasın."
6750 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hadd cezasını
defedebildiğiniz müddetçe defedin (suçun sübutunu zedeleyen delilleri esas
alarak uygulamaktan kaçının)."
6751 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim müslüman
kardeşinin ayıbını örterse, Kıyamet günü Allah da onun ayıbını örter. Kim de
müslüman kardeşinin ayıbını açarsa Allah da onun ayıbını açıp evinin içinde bile
rezil eder."
6752 Mes'ud İbnu'l-Esved radıyallahu anh anlatıyor:
"(Fatıma isimli) kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın evinden kadifeyi
çalınca biz bunu büyük bir hadise olarak değerlendirdik. Kadın Kureyş'ten
(taşınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Resûlullah'a geldik: "Biz onun
cezasına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim" dedik. Aleyhissalatu vesselam:
"Cezasını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır" buyurdular. Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsame'ye
geldik ve: "Git, kadın lehine Resûlullah'a konuş (da eli kesilmesin)" dedik.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad
etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi: "Aziz ve celil olan Allah'ın
cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah'ın haddlerinden birini (tatbik
etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed'in nefsini
kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği
şeye (hırsızlığa) Muhammed'in kızı Fatıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç
çekinmeden) onun elini mutlaka keserdi."
6753 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Zina suçu sebebiyle) herhangi birini şahitsiz olarak recmetseydim, falann
kadını recmederdim. Çünkü onun konuşmasından, vaziyetinden ve yanına girip
çıkanlardan dolayı ciddi bir şüphe hasıl olmuştur."
6754 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cariye zina ederse sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina
yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, sonra onu, (bu halini
belirterek) bir örgü (ip) bedeliyle de olsa satın!"
6755 Said İbnu
Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anhüma anlatıyor: "Evlerimiz arasında vücut yapısı
noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir gün) mahallenin cariyelerinden biriyle kötü
vaziyette aniden yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa'd İbnu Ubade durumunu
Aleyhissalatu vesselam'a duyurdu. "Yüz sopa vurun!" emrettiler. Halk: "Ey
Allah'ın Resulü! 0 buna zayıftır, buna dayanamaz, yüz sopa vurursak ölür!"
dediler. Efendimiz: "Öyleyse, onun için yüz saçaklı bir hurma dalı alın ve ona o
dal ile bir kere vurun!" buyurdular."
6756 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin
malının yanına (gasbetmek veya çalmak için) gidilir, bu maksatla mal sahibiyle
mukatele edilir ve mal sahibi öldürülürse, o kimse şehit
olur."
6757 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin malı zulüm yoluyla elinden alınmak
istenir ve bu yolda öldürülürse, o kimse şehittir."
6758 Amir İbnu
Sa'd'ın babası (Sa'd İbnu Ebi Vakkas) radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Üç dirhemlik) kalkan değerinde (bir
malın çalınmasıyla) hırsızın eli kesilir."
6759 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Humusa ait kölelerden biri humus malından
çalmıştı. Bu hadise Resulullah'a haber verildi. Hırsızın elini kesmedi. "(Hepsi
de) Allah Teala hazretlerinin malıdır, bazısı bazısını çalmıştır"
buyurdular."
6760 Abdurrahman İbnu Avf anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhtelis (yankesici) kimseye el kesme
cezası verilmez."
6761 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ne meyve sebebiyle ne de
keser (denen hurma göbeği) hırsızlığı sebebiyle el
kesilmez."
6762 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam mescidlerde hadd
uygulanmasını yasakladı."
6763 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "On kamçıdan fazla
ta'zir cezası vermeyin."
6764 Seleme İbnu'l-Muhabbık radıyallahu
anh anlatıyor: "Haddlerle ilgili ayet nazil olunca, kıskanç bir adam olan Ebu
Sabit, Sa'd İbnu Ubade'ye: "Sen hanımınla bir adamı yakalasan ne yapacağını
zannedersin?" denildi. "Kılıncımı her ikisine de vurur (gebertirim)!
Dört tane şahit getirmemi mi bekleyeceğim? O vakte kadar herif işini tamamlar ve
gider bile veya "Şöyle bir vak'a gördüm deyip de bana hadd vurmalarını ve
ebediyen şahitlikten de düşmemi mi göze alacağım?" diye cevap verdi. Ravi der
ki: "Onun bu sözleri Resûlullah'a haber verildi. Aleyhissalatu vesselam (önce):
"Kılınç şahid olarak yeterlidir" dedi ise de, sonra: "Hayır! Sarhoşun ve
kıskancın bu işte birbirini takip etmelerinden korkarım!"
buyurdular."
6765 Muaviye İbnu Kurre radıyallahu anh babası (Kurre
İbnu İyas)dan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni, babasının
hanımıyla evlenmiş olan bir adama göndererek boynunu vurmamı ve malını müsadere
etmemi emretti."
6766 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, kendisini babasından
başkasına nisbet ederse (yani onun oğlu olduğunu söylerse) veya mevlasından
başka birini mevla (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti üzerine olsun."
6767 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim (kendisine)
babasından başkasını (baba diye) iddia ederse cennetin kokusunu hiç
duymayacaktır. Halbuki onun kokusu beşyüz yıl uzaklıkta bulunup
(hissedilir)."
6768 Eş'as İbnu Kays anlatıyor: "Kinde heyeti
içerisinde Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim. Heyet mensupları beni
kendilerinden üstün görürlerdi. Bu sebeple: "Ey Allah'ın Resülü! Bizden değil
misiniz?" dedim. "Biz, Beni Nadr İbni Kinanedeniz, anamızı iffetsizlikle itham
etmeyiz ve babalarımıza olan nisbetimizi reddetmeyiz!" buyurdular.
Ravi devamla der ki: "Eş'as İbnu Kays derdi ki: "Kureyşli birinin, Nadr İbnu
Kinane'den olduğunu reddeden biri bana getirilse, ona mutlaka (iftira etti diye)
hadd celdesi tatbik ederim."
6769 Safvan İbnu Ümeyye radıyallahu
anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında idik. Derken
Amr İbnu Mürre radıyallahu anh geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Allah bana musibet
takdir etmiştir. Çünkü ben elimle def çalmaktan başka bir yolla rızıklanacağımı
zannetmiyorum. Öyleyse bana fuhşa ait olmayan şarkı hususunda izin verin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam şu cevapta bulundu: "Hayır! Sana izin veremem, bunda bir
hayır, bir rıza yoktur. Sen yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni temiz
ve helal şeylerle rızıklandırdı, sen ise (kendi iradenle) aziz ve celil olan
Allah'ın rızkından sana helal kıldıkları yerine, Allah'ın rızkından sana haram
kıldığı rızkı ihtiyar ettin. Eğer bu yasaklama hükmünü daha önce sana ulaştırmış
olsaydım şimdi sana hak ettiğin cezayı verirdim. Yanımdan kalk ve Allah'a tevbe
et. Bilesin, bu yasaktan sonra (eski işini) yaparsan seni acı bir şekilde
döveceğim ve ibret olsun diye saçını traş edeceğim, seni ailenden alıp sürgüne
göndereceğim. Senin üstün başında taşıdığın varlığını Medine gençlerine ganimet
olarak helal kılacağım." Ravi der ki: "Amr, (Resûlullah'ın bu
talimatından sonra, öyle fena ve rüsvay bir vaziyette kalktı ki, bunun
derecesini ancak Allah bilir. O çekip gidince Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Bunlar asilerdir. Böyleleri tevbe etmeden ölürse, aziz
ve celil olan Allah onları, Kıyamet günü, dünyada oldukları üzere muhannes
(kadınlaşmış), çıplak ve insanlara karşı bir ince yaprakla olsun örtülmemiş
vaziyette haşredecektir, ayağa kalktıkça yere
yıkılacaklardır."
[TOP]
HİDANE
Kimlik alan
1631 Amr İbnu Şuayb babası vasıtasıyla
dedesinden (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
bir kadın gelerek: "Bu çocuğa karnım yuva, göğsüm içecek, kucağım da
kundak olmuş iken, babası beni boşadı ve onu da benden koparıp almak istiyor!"
diye şikayet etti. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Sen
evlenmedikçe, çocuğa ehaksın!" cevabını verdi."
1632 Ebu Hüreyre
(radıyall hu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bir oğlan
çocuğunu, baba veya annesini seçmede muhayyer bıraktı. Çocuk annesini seçti ve
onun elirıden tuttu. Annesi de çocuğu alıp götürdü."
1633 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Harise Mekke'ye gitmişti. (Uhud'da şehid
düşen) Hz. Hamza'nın kızına uğradı. Ca'fer (radıyallahu anh): "Kızı yanıma ben
alacağım, ona ben ehakkım, o benim amcamın kızıdır ve üstelik yanımda teyzesi
var, teyze anne gibidir" dedi. Hz. Ali (radıyallahu anh) de: "Ona ben ehakkım. O
amcamın kızıdır. Yanımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kızı Fatıma var.
Fatıma ona ehaktır" dedi. Zeyd İbnu Harise (radıyallahu anh)
atılarak: "Ona ben ehakkım, o erkek kardeşimin kızıdır, ben onun
için yola çıktım ve yanına geldim" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
kızı Cafer (radıyallahu anh)'in yanına almasına hükmetti ve: "Muhakkak ki, teyze
annedir!" buyurdu."
1634 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç
kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle
hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın
kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin
kimse."
[TOP]
HUL
Kimlik alan
1719 Sevban (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ciddi bir sebep
olmadan, kocasından hul' yoluyla boşanan kadın, cennetin kokusunu alamaz."
Ebû Davud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Hangi kadın zevcesinden boşanma
taleb ederse..." Ebû Hüreyre'nin Nesai'de gelen bir rivayetinde: "Kocasından
hul' suretiyle boşanan kadınlar (günahça) münafıklar gibidir"
buyurulmuştur.
1720 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sabit
İbnu Kays İbni Şemmas (radıyallahu anh)'ın hanımı Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e gelerek: "Ben Sabit'i ahlak ve diyanetinden dolayı itab
etmiyorum. Ancak İslam'da küfre düşmekten korkuyorum -bu sözüyle nefret ettiğini
söylemek istedi-" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "(Mehir
olarak aldığın) bahçesini iade eder misin?" diye sordu. Kadın:
"Evet!" deyince, Sabit'e: "Bahçeyi al ve onu boşa!"
dedi.
1721 Nafi, Safiyye (radıyallahu anha)'nin bir azadlısından
rivayet etmiştir: "Safıyye, kendine ait ne varsa hepsini vermek karşılığında
kocasından ayrılmıştır da İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) bunu
yadırgamamıştır."
[TOP]
HULK(HUY)
Kimlik alan
1645 Hz. Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Ey Muaz, insanlara karşı
iyi ahlaklı ol!" dedi."
1646 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mü'minler
arasında imanca en kamil olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da
ailesine hayırlı olandır."
1647 Hz. Ebu'd-Derda (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyamet günü,
mü'minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teala
hazretleri, çirkin düşük söz ve davranış) sahiplerine buğzeder."
Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle dennıiştir: "Güzel ahlak sahibi, ahlakı
sayesinde, namaz ve oruç sahibinin dereceisine ulaşır."
1648 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın
bulunacak olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız,
kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler,
boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan bazıları): "Ey Allah'ın
Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir`?" diye sordular. "Onlar mütekebbir
(büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi."
1649 Nevvas
İbnu Sem'an (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: "İyilik (birr),
güzel ahlaktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından
korktuğun şeydir."
[TOP]
İÇECEKLER
Kimlik alan
2216 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a zemzemden sundum, ayakta
olduğu halde içti." Bir rivayette: "Resûlullah Beytullah'ın yanında iken
su istedi, ben ona bir kova getirdim" denmiştir. Bir diğer rivayette
şu ziyade gelmiştir: "İkrime o gün (Resûlullah'ın) deve üzerinde olduğu
hususunda yemin etti."
2217 Tirmizi ve Nesai'nin bir rivayetinde
şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zemzemi ayakta
içti."
2218 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Biz,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devrinde yürürken yer, ayakta iken
içerdik."
2219 İmam Malik'e ulaştığına göre Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali (radıyallahu anhüm) ayakta oldukları halde (su)
içiyorlardı."
2220 Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ayakta içmeyi yasakladı" demişti.
Kendisine: "Ya yemek? (Bu husustaki hüküm nedir)" diye
soruldu. "Bu daha şiddetle yasaktır!" dedi veya şöyle
dedi. "Bu daha şerli, daha kötü!"
2221 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse
hemen kussun."
2222 Kebşetu'l-Ensari (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girmişti. (Duvarda) asılı olan bir
kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben hemen kırbaya gidip ağzını kestim."
Rezin şu ziyadeyi ilave etmiştir: "(Kestiğim bu kısmı) su içerken kullanmak
üzere hususi bir maşraba yaptım."
2223 Ensardan bir zat olan İsa
İbnu Abdillah, babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Uhud günü bir su kabı istedi. (Kap gelince): "Kabın ağzını dışa
kıvır!" dedi, ben de kıvırdım. Sonra kabın ağzından su
içti."
2224 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) su kaplarının ağzından içmek için ağızlarının dışa
kıvrılmalarını yasakladı."
2225 İbnu Abbas (radıyallahu anhüm )
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Suyu deve gibi
bir solukta içmeyin. İki-üç solukta (dinlene dinlene) için. Su içerken besmele
çekin. Bitirince de Allah'a hamdedin."
2226 Hz. Enes'ten Nesai
dışındaki imamların rivayetine göre: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), suyu
üç solukta içerdi." Müslim ve Tirmizi'nin rivayetlerinde şu ziyade
var: "Resûlullah (üç solukta içer, böyle içmenin) daha doyurucu, (hastalıklara
karşı) daha koruyucu ve daha afiyetli olduğunu söylerdi."
2227 Ebu
Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Biriniz su içerken su kabına nefes
etmesin."
2228 Ebü'l-Müsenna el-Cüheni anlatıyor: "Ebu Said
(radıyallahu anh) Mervan'ın yanına girmiştir. Mervan ona:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kaplara solumayı yasakladığını işittin
mi?" diye sordu. Ebu Said (radıyallahu anh): "Evet!" dedi ve
anlattı: "Adamın birisi: "ben bir nefeste su içince bir türlü suya kanamıyorum
(ne tavsiye edersiniz)?" diye sormuştu. Aleyhissalatu vesselam
efendimiz: "Kabı ağzından ayır, nefes al (sonra içmeye devam et)!"
buyurdu. Adam: "Kapta çer-çöp görürsem?" diye sordu.
Efendimiz: "0 takdirde suyu dök!" diye
emretti."
2229 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a bir bardak süt getirilmişti. İçerisine su katıldı.
Önce kendisi içti. Solunda Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) vardı, sağında da bir
bedevi. Sütten artan kısmı bedeviye verdi ve: "(Öncelik hakkı)
sağındır, sonra da onun sağı(ndan devam etsin)!"
buyurdu."
2230 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir içecek getirilmişti. Ondan, önce
kendisi içti. Sağında bir oğlan, solunda da yaşlılar vardı. Oğlana:
"Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir misin?" dedi. Oğlan
da: "Ey Allah'ın Resülü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek
nasibime başkasını asla tercih edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bardağn onun eline koydu." Rezin şunu
ilave etti: "Zikri geçen oğlan el-Fadl İbnu Abbas idi."
2231 İbnu
Ebi Evfa ve Ebu Katade (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir cemaate içecek dağıtan, en son
içer."
2232 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kapların ağızlarını örtün, dağarcık (ve
tulukların) ağzını bağlayın." Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade var:
"Zira yılda bir gece vardır ki onda veba yağar. Şayet ağzı açık kaba veya bağsız
dağarcığa rastlarsa bu vebadan ona mutlaka iner." el-Leys dedi ki:
"Bizim yanımızdaki acemler bundan kanun-u evvel ayında
sakınırlar."
2233 Yine Buhari ve Müslim'de gelen bir rivayette
şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) su istedi. Bir
adam: "Ya Resûlullah sana nebiz (şıra) sunmayalım mı?" diye sordu.
Efendimiz. "Evet, sun!" buyurdu." Ravi der ki: "Adam
hızla çıktı ve içinde nebiz (şıra) olan bir bardakla geri döndü. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Ağzını kapamadın mı, hatta üzerine
gereceğin bir çöple bile olsa?" dedi ve nebizi içti." Müslim'de Ebu
Humeyd'den gelen bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "Biz, geceleyin dağarcıkları
bağlamakla emrolunduk. Kapıların da geceleyin örtülmesiyle
emrolunduk."
2234 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a es-Sükya kuyularından tatlı su
getirilirdi." Kuteybe der ki: "O (es-Sükya) Medine ile Mekke
arasında iki günlük mesafe bulunan bir göze idi."
2235 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ensar'dan bir
zatın bahçesine girdi. Bu sırada adam, bahçeye su çevirmekte idi. Resüllulah
(aleyhissalatu vesselam): "Yanınızda şenne (eskimiş tuluk)
içerisinde akşamdan kalma suyunuz varsa (ver de içelim), yoksa, akan sudan
ağzımızla içeriz" buyurdu. Adam: "Evet yanımda soğuk su var!" deyip,
kulübeye giderek bir bardağa su koydu, sonra da üzerine bir keçiden süt sağdı.
Efendimiz ondan içti."
2236 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ümmü Süleym'in bir bardağı vardı. (Bu bardakla ilgili olarak) derdi ki: "Ben bu
bardakla Resûlullah'a her çeşit meşrubatı sunmuşum: "Su, bal (şerbeti), süt,
şıra".
2237 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sarhoşluk veren her içki
haramdır."
2238 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a bal şerbetinden sunulmuştu: "Sarhoşluk
veren her içki haramdır!" diye cevap verdi."
2239 Ebu Davud'da
gelen diğer bir rivayette (Resûlullah'a açıklaması şöyledir): "Her sarhoş edici
şey haramdır. Bir farak (hüp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek
avucu da haramdır." Tirmizi de gelen bir diğer rivayette "tek yudumu
haramdır" diye gelmiştir.
2240 Ebu Müsa (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah'a "Ey Allah'ın Resülü, dedim, Yemen'de yapmakta olduğumuz
şu iki şarap hakkında bize fetva ver: Bit'; bu baldandır, şiddetleninceye kadar
nebiz yapılır. İkincisi mizr'dir, bu mısırdan ve arpadan yapılır, bu da
şiddetleninceye kadar nebiz yapılır." Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Ben her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum"
buyurdular."
2241 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir
adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a içeceklerden sormuştu.
Efendimiz: "Kaynayan sarhoş edicilerin hepsinden az da olsa çok da
olsa kaçın" cevabını verdi."
2242 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hamr'dan,
kumardan, davuldan, mısır şarabından yasakladı ve dedi ki: "Her sarhoş edici
haramdır."
2243 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her sarhoş edici hamrdır.
Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun
tiryakisi olduğu halde, ölürse, ahirette şarab içemez."
2244 Yine
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ömer (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın minberinde şu açıklamayı yaptı: "Emma ba'd, Ey
insanlar! Hamr'ın haram olduğu hükmü inmiştir. Bilesiniz ki hamr (günümüzde ve
çevremizde) beş şeyden yapılmaktadır: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan,
arpadan. Hamr, aklı örten (her) şeydir."
2245 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) buyurdular ki: "Allah, sarhoş ediciyi içen kimseye
tinetu'l-habal içirmeye ahdetmiştir." "Tinetu'l-Habal nedir?" diye
sorulunca: "Cehennemliklerin (vücudlarından, çıkan) terleridir!"
diye cevap verdi.
2246 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hamrla ilgili olarak on kişiye lanet etti:
"(Hammaddesinden şarap yapmak maksadıyla) sıkana ve sıktırana, içene ve sakilik
yapana, (imalathaneden veya depodan, toptancıdan perakendeciye veya müstehlike
kadar) taşıyana ve taşıtana, satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını
yiyene."
2247 Ebu Müsa (radıyallahu anh) demiştir ki: "Bana göre,
ha hamr içmişim, ha Allah'ı bırakarak şu sütuna tapmışım, ikisi de
birdir."
2248 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hamr
aynı ile haram edilmiştir, (bu sebeple) azı da haramdır, çoğu da; keza her
içkiden hasıl olan sarhoşluk da (haramdır)."
2249 en-Nüman İbnu
Beşir (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr
yapılır, buğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş
edicilerden yasaklıyorum."
2250 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hamr şu iki
ağaçtandır: Hurma ve asma."
2251 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
demiştir ki: "Hamr haram edildiği zaman Medine'de mevcut beş çeşit içki arasında
üzümden yapılan şarap yoktu."
2252 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala
Hazretleri, hamrı mevzubahis etmektedir. Muhtemelen onun hakkında bir emir
indirecektir. Şu halde, kimin yanında hamr varsa, onu satsın ve ondan istifade
etsin." Aradan çok geçmedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şunu
söyledi: "Allah Teala Hazretleri hamrı haram kılmıştır. Öyle ise, bu
ayet kendisine ulaşan herkes, yanında hamr olduğu takdirde, onu ne satın alsın,
ne satsın, ne de ondan istifade etsin." Bu emirden sonra halk, hamr
olarak evinde ne varsa Medine sokakIarına götürüp
döktüler."
2253 Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüma) babasından
naklen anlatıyor: "Bedir savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem
vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da humus'dan (o gün) bana yaşlı bir
deve daha verdi. Develerim, Ensar'dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken
(yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş,
böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi
tutamayıp, ağladım. "Bunu kim yaptı?" diye sordum.
"Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki meclisindedir.
Şarkıcı cariye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti"
dediler: "Ey Hamza! şişman yaşlı develere dikkat et,
Onlar avluda bağlıdırlar, Bıçağı onların sinesine vur,
Pirzola veya benzerini çabuk yap!" Bu şarkı üzerinde Hamza
(radıyallahu anh) fırlayıp, kılıcı kapıp develerin hörgüçlerini kesmiş,
karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş." Hz. Ali (radıyallahu anh)
devamla şunları söyledi: "Ben hemen gidip Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Harise vardı. Beni görünce, başımdan
geçenleri yüzümden okudu. "Neyin var?" diye sordu. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki
deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir
içki meclisinde!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ridasını istedi, getirdiler, giyip yayan gitti. Biz de arkasına düştük.
Hamza'nın bulunduğu eve kadar geldi. İzin istedi, buyur ettiler.
Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
fiilinden dolayı Hamza'yı ayıplamaya başladı. Hamza sarhoştu,
gözleri kızarmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a baktı, sonra nazar
edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar
süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve: "Siz
benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen izinin üstüne geri
döndü, çıkıp gitti. Peşinden biz de çıktık. Bu vak'a hamr'ın haram
edilmesinden önce idi."
2254 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Kim
Allah'ın haram kıldığını haram kılmaktan hoşlanırsa nebiz'i haram kılsın"
dedi." Bir rivayette, Kays İbnu vehb ona: "Benim bir küpcüğüm var,
içerisine şıra koyuyor, şıra kaynayıp durulunca içiyorum" dedi. (İbnu Abbas)
cevaben: "Bu söylediğin şey ne zamandan beri içeceğini teşkil etmekte?" diye
sordu. Kays: "Yirmi yıldan beri" deyince, İbnu Abbas: "Öyleyse uzun zamandır,
damarların su ihtiyacını pislikten gördü" dedi."
2255 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oruç
tutuyordu. Orucunu açacağı vakti kolladım. Kabaktan mamul bir kap içerisinde
yaptığım nebizi getirdim. Nebiz kaynayıp kabarıyordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Bunu şu duvara çal. Zira artık bu, Allah'a ve ahirete
inanmayanların içkisidir" buyurdu."
2256 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a içerisinde
nebiz bulunan bir kadeh getirdi. Efendimiz bu sırada (Haceru'l-Esved) rüknünün
yanında idi. Bardağı ona sundu. Efendimiz, ağzına kadar götürdü. Ancak nebizin
(keskinleşip ekşiliğinin) şiddetlendiğini gördü ve bardağı sahibine geri
çevirdi. (Cemaatten) bir adam: "Bu haram mıdır ey Allah'ın Resülü?"
diye sordu. Hz. Peygamber: "Bana adamı çağırın!" dedi. Ondan bardağı
tekrar aldı. Sonra su istedi sudan bardağa döküp, tekrar ağzına götürdü (yine
keskin bularak alnını buruşturup) kaşların çattı. Tekrar yine su istedi ve
nebize döktü. Sonra da: "Bu kaplar, size keskinleşir ve kaynamaya
başlayacak olursa, içindekinin sertliğini su ile kırın!"
buyurdu."
2257 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) için sabahleyin tuluk içerisine nebiz
kurardık, efendimiz onu akşamleyin içerdi, akşamdan kurardık sabahleyin
içerdi." Hz. Aişe devamla der ki: "Biz su kabını, biri sabah, biri
akşam olmak üzere günde iki kere yıkardık."
2258 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) için kuru
üzümden şıra kurulunca, o gün, ertesi gün ve daha sonraki gün yani üçüncü günün
akşamına kadar onu içerdi. Sonra, kalanının hizmetçilere içirilmesini veya
dökülmesini emrederdi."
2259 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kuru üzümle hurmanın, taze hurma
ile hurmanın karıştırılmalarını yasakladı ve dedi ki: "Kuru üzümle
hurmayı, koruk hurma ile olgun hurmayı karıştırarak birlikte nebiz
kurmayın."
2260 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Çağala hurma ile olgun
hurmadan beraber nebiz yapmayın. Olgun hurma ile kuru üzümden de beraber nebiz
yapmayın. Herbirinden ayrı ayrı nebiz yapın."
2261 Hz. Enes İbnu
Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çağala
hurma ile olmuş hurmanın karıştırılıp (nebiz yapılmasını) sonra da bunun
içilmesini yasakladı. Şarap haram edildiği zaman (Arapların) içeceklerinin
tamamını nerdeyse bu teşlkil ediyordu."
2262 Cabir İbnu Zeyd ve
İkrime (radıyallahu anhüma)'den rivayete göre, her ikisi de olgun hurmadan tek
başına (da olsa yapılan nebizi) mekruh addediyorlardı ve bu hükmü İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'tan alıyorlardı. İbnu Abbas "Nebizin,
Abdülkays'a yasaklanan müzza olmasından korkuyorum" derdi. Ben, Katade'ye:
"Müzza nedir?" diye sordum da bana "Hantem (sırlı seramik) ve müzeffet
(ziftlenmiş) denen kaplarda kurulmuş nebiz" diye cevap
verdi."
2263 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Biz,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) için kuru üzümden nebiz kurardık, içerisine
de hurma atardık."
2264 Bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Ben
bir avuç kuru üzüm, bir avuç da hurma alıyor, bunları bir kaba koyuyor,
parmaklarımla ovup sonra da (elde edilen şırayı) Resûlullah'a
içiriyordum."
2265 Süveyd İbnu Gafle (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Ömer'in Ebu Müsa (radıyallahu anhüma)'ya yazdığı mektubu okudum, diyordu
ki: "Emma ba'd! Bilesin bana deve katranı gibi siyah, sert bir şarap taşıyan bir
kervan Şam'dan geldi. Ben onlara bunun kaynatılarak ne kadarının
buharlaştırılacağını sordum. Bana üçte ikisi uçuncaya kadar kaynatacaklarını
söylediler, yani pis olan üçte ikisi gidiyor. Şöyle ki üçte biri pis kokulu
kısım, üçte biri bozuk kısım (geriye kalan üçte bir temiz kısım kalıyor). Sen
yanındakilere, emret, bu kalan üçte biri içsinler."
2266 Yine
Nesai'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Abdullah İbnu Yezid el-Hutami
demiştir ki: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) bize şunu yazdı: "Emma ba'd: Şarabınızı
ondaki şeytanın hissesi gidinceye kadar kaynatın. Zira onda şeytanın iki, sizin
de bir hisseniz vardır."
2267 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'ın anlattığına göre, bir adam kendisine şıradan sual etti. İbnu Abbas:
"Taze oldukça iç" dedi. Adam: "Ben onu kaynatıyorum, ancak yine de içimde bir
şüphe var" deyince, İbnu Abbas: "Yani sen onu kaynatmadan önce içiyor muydun?"
diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. İbnu Abbas: "Ateş, haram olan
hiçbirşeyi helal kılmaz!" dedi."
2268 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), çömlekte, kabak ve
ziftli kaplarda yapılan nebizi(n içilmesini)
yasakladı."
2269 Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir:
"(Resûlullah) hantemi yasakladı, bu (topraktan mamul her çeşit) küptür. Dübba'yı
yasakladı. Bu su kabağıdır. müzeffet'i yasakladı, bu ziftlenmiş kaptır. Nakr'i
yasakladı, bu kabuğu soyulup, içi oyulmuş hurma ağacıdır. Efendimiz, şırayı
tuluklarda kurmamızı emretti."
2270 Hz. Büreyde (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben size kapları
yasaklamış, sadece deri kaplardan (nebiz) içmenizi söylemiştim. Artık her kaptan
içebilirsiniz, yeter ki, sarhoş edici içmeyin."
2271 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hamr'dan sirke
yapmayı yasakladı."
2272 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Miraca
çıkarıldığım gece bana iki kadeh getiriIdi, birinde şarap diğerinde de süt
vardı. Ben sütü aldım. Melek: "Seni fıtrata irşad eden Allah'a hamd olsun. Eğer
şarabı alsaydın ümmetin azmıştı" dedi."
2273 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resûlullah'a içeceklerin en iyisi hangisi?" diye
sorulmuştur. "Soğuk olan tatlı!" diye cevap
verdi."
6962 Ebu'd-Derda radıyallahu anh demiştir ki: "Dostum
bana: "Şarap içme. Çünkü o her kötülüğün anahtarıdır!" diye tavsiyede
bulundu.
6963 Habbab İbnu'I-Eret radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şaraptan sakın! Çünkü şarabın
ağacı (asma) diğer ağaçların üstüne çıktığı gibi şarabın günahı da diğer
günahların üstüne çıkar."
6964 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
rivayet ediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünyada şarap
içen, onu ahirette içemeyecektir."
6965 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İçki müptelası (=şarap düşkünü), (günah yönüyle) puta tapan
gibidir."
6966 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İçki mübtelası cennete
giremez."
6967 Ebu Ümame el-Bahili anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir zümre, şaraba bir başka ad
takarak onu içmedikçe geceler ve gündüzler tükenmeyecek (Kıyamet
gelmeyecek)."
6968 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her sarhoşluk veren şey
haramdır."
6969 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her sarhoş edici haramdır,
çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır."
6970 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam nakir, müzeffet,
dübba ve hanteme (denilen kaplar)da şıra yapılmasını yasakladı ve:"Sarhoş eden
her şey haramdır" buyurdu."
6971 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben size bazı
kaplarda nebiz (şıra) yapmayı yasaklamıştım. Bilesiniz, tek başına kap bir şeyi
haram kılmaz. Sarhoşluk veren her şey haramdır."
6972 Hz. Aişe
radıyallahu anh şöyle demiştir: "(Ey Rümeyse!), sizden biri her yıl kurban
derisinden bir su kabı yapmaktan aciz mi?"Aişe sözüne şöyle devam eder:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam küpte, şunda ve şunda şıra yapmayı yasakladı.
Ancak bu nevi kaplarda sirke yapmayı yasaklamadı."
6973 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize
kapların ağızlarının örtülmesini, tulumların ağızlarının bağlanmasını ve (boş)
kabın (ağzı yere gelecek şekilde) ters çevrilmesini
emretti."
6974 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam için, geceleyin ağzı kapalı üç kap
hazırlardım: Bir kap abdest suyu için, bir kap misvakı için, bir kap içeceği
için."
6975 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim gümüş bir kaptan su içerse, sanki
karnına cehennem ateşi doldurmuş gibi olur."
6976 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz su içerken kabın içine solumasın. Tekrar yudumlamak isteyince kabı
ağzından uzaklaştırıp (nefes alsın) sonra dilerse yeniden
içsin."
6977 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam yüzükoyun yatarak dudaklarımızla su içmemizi yasakladı.
Keza, tek bir avuçla, avuçlayarak içmemizi de yasakladı ve buyurdu ki: "Sakın
sizden kimse köpeklerin içtiği gibi suyu dudaklarıyla içmesin! Allah'ın gazabına
uğrayan kavim gibi tek eliyle de içmesin. Suyu çalkalamadıkça geceleyin de
içmesin, ağzı kapalı ise çalkalamaya gerek yok. Kim kapla içmeye muktedir olduğu
halde, tevazuyu düşünerek eliyle içerse Allah parmakları adedince kendisine
sevap yazar. Bu (avuç), Hz. İsa aleyhisselam'ın kabı idi. Çünkü o, kadehi atmış
ve: "Öf! Bu dünya ile beraberdir!" demişti."
6978 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, cam bir
bardağı vardı, (suyu) onunla içerdi."
[TOP]
İDDET
Kimlik alan
4157 Esma Bintu Yezid İbni's-Seken
el-Ensariyye radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "Esma, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam zamanında kocasından boşanmıştır. Ve o sıralarda boşanan
kadın için henüz iddet bekleme hükmü yoktu. İşte bu sebeple, Esma boşanınca,
Allah Teala Hazretleri, boşanan için iddet bekleme emrini
indirdi."
4158 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Allah
Teala Hazretleri: "Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler"
(Bakara 228) buyuruyor. Yine Allah Teala Hazretleri: "Kadınlarınız arasında ay
hali görmekten kesilenler ile ay hali görmemiş olanların iddetleri hususunda
şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır..." (Talak 4).
(Önceki ayet) bu ikinci ile neshedilmiş oldu Keza Allah Teala Hazretleri
(birinci ayetten bazı hükümleri neshederek) buyurmuştur ki: "Mü'min kadınlarla
nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için söze
iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle
serbest bırakın" (Ahzab 49).
4159 Yine İbnu Abbas radıyallahu
anhüma, "Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler, eğer
Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını
gizlemeleri kendilerine helal değildir, kocaları bu arada barışmak isterlerse,
karılarını geri almakta daha çok hak sahibidirler" (Bakara 223) ayeti için der
ki: "Bu ayete göre, erkek hanımını üç kere de boşasa ona dönmeye hakkı vardır.
Bu hüküm şu ayetle neshedildi: "Boşanma iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle
tutmak, ya güzellikle salmaktır" (Bakara 229).
4160 Süleyman İbnu
Yesar rahimehullah anlatıyor: "el-Ahvas, hanımını boşamıştı. Hanımı üçüncü
hayızın kanama müddetinde iken Şam'da öldü. Hz. Muaviye radıyallahu anh, Zeyd
İbnu Sabit radıyallahu anh'a yazarak bunun hükmünü sordu. Zeyd cevaben şöyle
yazdı: "Eğer kadın, üçüncü hayz'ın kanama devresine girmiş idiyse, kocadan
tamamen ayrılmış, koca da ondan ayrılmıştır. Ne kadın, kocaya, ne de koca kadına
varis olamaz."
4161 Rebi' Bintu Muavvız radıyallahu anha'nın
anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında, kocasından
muhala'a yoluyla ayrılmıştır. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da ona bir hayız
müddetince iddet beklemesini emretmiştir (veya kadına...
emredilmiştir.)"
4162 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Beni Eslem'den Sübey'a adında bir kadın hamile iken kocası ölmüştü. Beni
Abdi'd-dar'dan Ebu's-Senabil İbn Ba'kik, kadınla evlenmek istedi. Kadın onunla
evlenmekten imtina etti. Adam: "Vallahi, iki müddetin sonuncusuna kadar iddet
beklemedikçe evlenmen caiz değil!" dedi. Kadın yirmi gün kadar bekledi, derken
nifas oldu. Sonra da Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a gelerek durumu
arzetti. Aleyhissalatu vesselam: "Evlen!"
buyurdu."
4163 Müslim'deki rivayet şöyledir: "Ümmü Seleme
radıyallahu anha dedi ki: "Sübey'a, kocasının vefatından birkaç gece sonra nifas
oldu. Kadın, durumunu Resûlullah'a zikretti. Aleyhissalatu vesselam evlenmesini
söyledi."
4164 Ebu Seleme İbnu Abdurrahman anlatıyor: "Ben ve Ebu
Hüreyre, İbn-i Abbas radıyallahu anhüm'ün yanında iken, bir kadın gelerek: "Ben
hamileyken kocam öldü, çocuk da kocamın ölmesinden dört ay geçmeden doğdu.
(İddetim dolmuş sayılır mı)?" diye sordu. İbnu Abbas radıyallahu anhüma:
"İddetin iki müddetin sonuncusudur" dedi. Ebu Seleme: "Bana Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'ın Ashab'ından bir adam, böyle bir durumda Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'ın evlenmeyi emrettiğini haber verdi" dedi. Ebu Hüreyre
der ki: "Buna ben de şehadet ederim."
4165 Nafi' rahimehullah
anlatıyor: "Hz. İbni Ömer radıyallahu anhüma'ya, hamile iken kocası ölen
kadından sorulmuştu. "Çocuğu doğurunca helal olur, (evlenebilir)" cevabını
verdi. (Orada bulunanç bir adam ilave etti:) "Hz. Ömer radıyallahu anh da:
"Kocası yatakta, henüz defnedilmemiş iken doğum yapsa da kadın (evlenmeye)
helaldir" demişti."
4166 Amr İbnu'l-As radıyallahu anh dedi ki:
"Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam'ın sünnetini bize çarpıtmayın. Kocası ölen
kadının iddeti dört ay on gündür, yani ümmü veled
hakkında."
4167 İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyordu ki: "Efendisi
olan ümmü veled'in iddeti bir hayız devresidir."
4168 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Huneyn seferi
sırasında Evtas'a bir ordu gönderdi. Ordu düşmanla karşılaştı ve çarpıştılar.
Müslüman askerler onlara galebe çaldı, bir miktar kadını da esir etti.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın Ashabından bir kısımları, ele geçirilen
cariyelere teması, müşrik kocaları sebebiyle sanki günah addettiler. Bunun
üzerine aziz ve celil olan Allah şu ayeti inzal buyurdu. (Mealen): "Evli
kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler
müstesna..." (Nisa 24). Yani "bunlar (esir aldıklarınız) iddetlerini doldurunca
size helaldır."
4169 İrbaz İbnu Sariye radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam , karınlarındaki yükü vaz' etmedikçe
(doğurmadıkça) esirelere temasta bulunmayı
yasakladı."
4170 Ruveyfi' İbnu Sabit el-Ensari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'a ve ahiret
gününe inanan bir kimseye, suyunu başkasının ekinine dökmesi, yani hamile
(esire)ye teması helal değildir. Keza Allah'a ve ahirete inanan mü'min kişiye,
istibra hasıl olmazdan önce esire kadına teması helal olmaz. Keza Allah'a ve
ahirete inanan kimseye, taksim edilmezden önce ganimet malından satması helal
değildir."
4171 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam seferlerinin birinde, bir çadırın kapısında, doğumu yakın
olan hamile bir kadın gördü. Kadın hakkında sual etti. "Falancanın
cariyesi!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Herhalde o, cariyeye
temas etmek istiyor!" buyurdu. Muhatapları "Evet!" deyince: "Ona, kabre kadar
onunla beraber olacak bir lanetle lanet etmek içimden geldi. O nasıl olur da
kendine helal olmadığı halde (kadının karnındakı çocuğu) kendine varis kılar
veya nasıl olur da kendine helal olmayan (bebeği) hizmetçi kılar?"
buyurdular."
4172 İbnu Ömer radıyallahu anhüma demiştir ki: "Temas
edilmiş bulunan bir cariye hediye edilir veya satılır veya azad edilirse onun
rahmi bir hayız müddetince istibra edilsin. Bakirenin istibrası
aranmaz."
4173 Fatıma Bintu Kays radıyallahu anha'nın anlattığına
göre, "kocası kendisini talak-ı bette ile boşamıştır. Kocası ortalıkta olmadığı
halde, vekilini (bir miktar) arpa ile Fatıma'ya göndermiş. Fatıma da bunu pek az
bulmuştu. Veya vekile kızmıştı). Vekil: "Vallahi bizim üzerimizde (nafaka hakkı
olarak) bir şeyin yok!" demiştir. Fatıma da Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a
gelerek durumu anlatımış, aleyhissalatu vesselam da: "Senin onun üzerinde
nafakan yok" buyurmuş ve Ümmü Şerik el-Ensariyye radıyallahu anha'nın yanında
iddetini geçirmesini emretmiştir. Sonra, Fatıma'ya: " Bu kadın, ashabımın çokça
uğradıkları birisidir. Sen iddetini İbnu Ümmi Mektûm'un yanında geçir. Zira o,
ama birisidir, örtünü de (onun yanında) çıkarabilirsin. (İddetin bitip) helal
oldun mu bana haber ver!" buyurdu. (Fatıma der ki): "Helal hale geldiğim zaman,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'a gelip Muaviye İbnu Ebi Süfyan ve Ebu Cehm
radıyallahu anhüma'nın benimle evlenmek istediklerini haber verdim.
Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ebu Cehm, sopasını omuzundan indirmez.
Muaviye ise fakirdir, parası yoktur. Sen Üsame İbnü Zeyd radıyallahu anhüma ile
evlen!" Üsame hoşuma gitmedi. (Resûlullah aleyhissalatu vesselam
bunu sezmiş olacak ki tekrar): "Sen Üsame'yle evlen!" buyurdu. Ben de onunla
evlendim. Allah Teala hazretleri onu bana hayırlı kıldı. Onunla mes'ud
oldum."
4174 Nafi' rahimehullah anlatıyor: "Sa'id İbnu Zeyd'in
kızı Abdullah İbnu Amr İbni Osman'ın nikahı altında idi. Kadını, kocası talak-ı
bette ile boşadı. Kadın, kocasının evini (iddeti dolmadan) terketti. Onun bu
davranışını Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh hoş
karşılamadı."
4175 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Teyzemi
kocası (üç talakla) boşamıştı. Teyzem hurmalarının meyvesini kesmek istedi. Bir
adam onu evden çıkmaktan men etti. Teyzem de Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelip durumunu arzetti. Aleyhissalatu vesselam: "Tabii, hurmalarını devşir,
ondan dilersen tasadduk eder, dilersen ma'ruf üzere tasarruf edersin!"
buyurdu."
4176 Mücahid rahimehullah, "İçinizden ölenlerin bırakmış
olduğu eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" (Bakara 234) mealindeki
ayetle ilgili olarak demiştir ki: "Kadının, bu iddeti, kocasının yanında
beklemesi vaciptir. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri şu ayeti inzal buyurdu:
"İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın senesine
kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Eğer kadınlar
çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk
yoktur" (Bakara 240). Mücahid devamla der ki: "Allah Teala
Hazretleri böylece kadına tam bir yıl (iddet) kıldı, bunun yedi ay yirmi günü
vasiyet yoluyla tanınacak. Kadın dilerse bu vasiyet müddetinde kocasının evinde
kalacak, dilerse terkedecek. Ayette geçen "evlerinden çıkarılmaksızın... Eğer
çıkarlarsa... size sorumluluk yoktur" ibaresinin manası budur. Esas iddet ise,
onu beklemesi kadına vacibtir." İbnu Abbas radıyallahu anhüma der
ki: "Bu ayet, kadının kocası yanında iddet geçirme mecburiyetini neshetmiştir,
kadın dilediği yerde iddetini geçirir." Ata der ki: "Sonra miras
ayeti geldi, o da, süknayı neshetti. Böylece kadının, koca yanındaki süknası
kalktı, artık dilediği yerde iddetini geçirir."
4177 Yahya İbnu
Said rahimehullah anlatıyor: "Bir kadın, İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelip
kocasının öldüğünü ve kendilerinin (Medine'nin) Kanat nam mevkiinde bir
ekinlerinin olduğunu söyledi ve geceyi orada geçirmesinin kendisini için caiz
olup olmadığını sordu. İbnu Ömer radıyallahu anhüma kadını bundan
nehyetti. Bu sebeple kadın, erkenden oraya gider, orada gölgelenir, sonra akşama
Medine'ye döner, evinde gecelerdi."
4178 Humeyd İbnu Nafi'
anlatıyor: "Bana Zeyneb Bintu Ebi Seleme şu üç hadisi haber verdi:
Dedi ki: "Babası Ebbu Süfyan İbnu Harb vefat edince, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam 'ın zevce-i pakleri Ümmü Habibe'nin yanına girdim. (Ben yanında iken
Ümmü Habibe içerisinde sarı renk bulunan bir sürünme maddesi (tıyb) getirtti, bu
halûk veya bir başkası idi. Ondan bir cariyeye sürdü, sonra da yanaklarına
süründü. Sonra dedi ki: "Vallahi benim sürünüp süslenmeye ihtiyacım yok. Ancak
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim. "Allah'a ve
ahiret gününe inanan bir kadına, bir ölü üzerine üç geceden fazla matem tutması
helal olmaz. Fakat kocası müstesna, ona dört ay on gün matem tutar."
Zeyneb dedi ki: "Kardeşi öldüğü zaman Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anha'nın
yanına girdim. O da bir tiyb istedi ve ondan süründü. Sonra dedi ki: "Doğrusu,
vallahi sürünmeye bir ihtiyacım yok. Ancak Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın
şöyle söylediğini işittim: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadına..." diye
başlayan önceki hadisi aynen zikretti." Zeyneb (üçüncü rivayetinde)
dedi ki: "Annem Ümmü Seleme'yi işittim, diyordu ki: "Bir kadın Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'a gelerek: "Kızımın kocası öldü. Gözünden de hasta,
gözüne (ilaç niyetiyle) sürme çekebilir miyiz?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Hayır!" dedi. Kadın iki veya üç sefer aynı talebte bulundu.
Aleyhissalatu vesselam her seferinde "Hayır!" dedi ve sonuncuda ilave etti:
"Onun matem müddeti dört ay on gündür. Cahiliye devrinde sizden biri, sene
başına mayıs atardı." (Ravi Humeyd der ki: "Zeyneb'e "Senenin başına
mayıs atma" nedir?" diye sordum) Zeyneb radıyallahu anha dedi ki: "Kocası ölen
bir kadın hıfş (denen hücres)ine çekilir, en kötü elbisesini giyer, üzerinden
bir yıl geçmedikçe tıyb sürünmez (yıkanmaz, tırnak kesmez, hiçbir temizlik
ameliyesinde bulunmaz sonra bir yıl tamam olunca berbat bir manzara ile
çıkar)dı. Sonra ona bir hayvan getirilirdi. Bu eşek veya koyun veya bir kuş
olabilirdi. Bu (hayvanı önüne sürmek suretiyle iddet halini) kırardı. İddetini
kırmada kullandığı hayvan hemen hemen ölürdü. Sonra (iddetten) çıkardı,
kendisine mayıs verilirdi, o da bunu (önüne) atardı. (Böylece evlenmeye helal
olurdu.) İşte bundan sonra tiyb ve diğer (süslenme ve başka) şeylere müracaat
ederdi."
4179 Ümmü Atiyye radıyallahu anha anlatıyor: "Biz,
kocalımız hariç, herhangi bir ölü üzerine üç günden fazla matem tutmaktan men
edilmiştik. Kocalarımız için dört ay on gün matem tutmalıydık. Bu esnada ne
sürme çekerdir, ne tiyb sürünürdük, ne de boyalı elbise giyerdik. Giyebildiğimiz
sadece asb (denen daha dokunmazdan önce boyanmış kumaşlardan mamul) elbise idi.
Matemli kadına, hayız halinden çıkıp temizlik dönemine girince, yaptığı
yıkanmada azıcık koku kullanmasına izin verildi."
4180 Ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kocası ölen kadın sarıya boyanmış veya kırmızıya boyanmış elbise giymez, zinet
takınmaz, kına yakınmaz, sürmelenmez, başını tararken kokulu madde kullanmaz,
başını sidre ile kaplar."
4181 İbnu'l-Müseyyeb ve Süleyman İbnu
Yesar rahimehumullah anlatıyor: "Tuleyha el-Esediyye, Reşid es-Sakafi'nin nikahı
altında idi. Reşid, Tuleyha'yı boşadı. Kadın, iddeti içerisinde iken evlendi.
Hz. Ömer radıyallahu anh, ona da kocasına da değnekle çokça vurdu ve aralarını
ayırdı. Sonra şunu söyledi: "İddeti içerisinde hangi kadın evlenirse, onun
evlenen kocası, gerdek yapmamış bile olsa araları ayrılacak ve kadın, önceki
iddetinden geri kalan kısmı tamamlayacak. Sonra ikincisi, taliblerden bir talib
olacak. Eğer erkek, kadınla gerdek yapmış idiyse, araları ayrılır, kadın önceki
iddetini tamamlar. Sonra ikinciden dolayı yeniden iddet bekler. Bunlar ebediyyen
evlenemezler." İbnu'l-Müseyyeb der ki: "Erkek, kadını kendine helal
addettiği için ona tam mehir öder."
4182 Nafi' anlatıyor: "Safiyye
Bintu Ebi Ubeyd, kocası İbnu Ömer'den iddet beklerken gözlerinden hastalandı.
Gözleri nerdeyse çapaklanıyordu, yine de sürme çekmedi."
4183 İbnu
Mes'ud radıyallahu anh kendi anlattığına göre, şu ayeti okumuştu. (Mealen):
"Boşanan kadınlar, kendi kendilerine, üç aybaşı hali beklerler..." (Bakara 228).
Ve şu ayeti (mealen): "Ey peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları,
iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan sakının.
Onları, -apaçıak bir hayasızlık yapmaları hali bir yana- evlerinden çıkarmayın,
onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. allah'ın sınırlarını kim
aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun
ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir. Kadınların iddet
süreleri biteceğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun, ya da uygun bir
şekilde onlardan ayrılın; içinizden de iki adil şahid getirin, şahidliği Allah
için yapın. İşte bu, allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür.
Allah kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona
beklemediği yerden rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah
buyurduğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.
Kadınlarınız içinde ay hali görmekten kesilenler ile, henüz ay hali görmemiş
olanların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet
beklemesi üç aydır..." (Talak 1-4). Ve dedi ki: "Bu, boşanan
kadınların iddetleridir. Allah Teala Hazretleri bundan henüz temas edilmemiş
olan kadınları, "Ey iman edenler, mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta
bulunmadan boşadığınızda artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur.
Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" (Ahzab 49)
me'alindeki ayetle istisna etmiştir. Yine Allah Teala buyurur ki,
(mealen): "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler, kendi kendilerine dört ay
on gün beklerler; müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun
şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur" (Bakara 134). Sonra Allah
Teala Hazretleri, kadınlardan hamile olanların ruhsatını şu ayetle indirmiştir.
(Mealen): "(Boşanan veya kocası ölen kadınlardan) gebe olanların iddeti
doğumları ile tamamlanır..." (Talak 4).
[TOP]
İFLAS
Kimlik alan
954 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Bir kimse, iflas edenin
yanında malını aynen bulmuş ise, bu mala o, herkesten daha ziyade hak
sahibidir."
955 Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında, bir adamın satın aldığı meyveyi
afat vurdu. Bu yüzden adamın borcu arttı ve if1as etti. (Kendisine dava
arzedilince) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) halka: "Kardeşinize mal
tasadduk (ederek yardım) edin" dedi. Bunun üzerine, halk ona tasaddukta bulundu,
ama toplanan, borcunu ödemeye kafı gelmedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz, bu
sefer alacaklılara: "Bulduklarınızı alın, size bundan başka bir şey yok"
buyurdu.
[TOP]
İLİM
Kimlik alan
4072 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a biri abid diğeri alim iki kişiden
bahsedilmişti. "Alimin abide üstünlüğü, benim, sizden en basitinize
olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu."
4073 Yine Tirmizi'nin bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalatu vesselam sonra buyurdular ki:
"Allah Teala Hazretleri, melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya,
denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret
duasında bulunur."
4074 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Tek bir fakih, şeytana bin
abidden daha yamandır."
4075 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a Allah indinde en efdal insanın
kim olduğu sorulmuştu: "Allah indinde en kıymetlileri en muttaki olanlardır!"
buyurdular. "Biz bunu sormadık!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halilullah'ın
oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu Yusuf'tur" buyurmuştu. Yine
itirazla: "Hayır bunu da sormadık" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "siz bana Arap hanedanlarından mı soruyorsunuz?" dedi. "Evet (Ey
Allah'ın Resûlü!) dediler. "Onların cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh
öğrendikleri takdirde, İslam'da da en hayırlılarıdır!" cevabını
verdi."
4076 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi
kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur. Kendisine ihtiyaç olmayınca
ilmini artırır."
4077 Yine Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, benden sonra öldürülmüş
olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle
beraberdir."
4078 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim
öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine
dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını
(üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar alim
için istiğfar ederler. Alimin abid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin
diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler peygamberlerin varisleridir.
Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar.
Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir."
4079 Humeyd
İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Hz. Muaviye radıyallahu anh'ı işittim, demişti ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah kimin
için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar."
4080 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah
yolundadır."
4081 Yine Tirmizi'nin Sahbere radıyallahu anh'tan
kaydına göre, Aleyhissalatu vesselam: "Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki
günahlarına kefaret olur" buyurmuştur."
4082 Ukbe İbnu Amir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Zancılardan önce, ölem öğrenin yani zanlarıyla konuşanlardan
önce."
4083 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Feraizi ve Kur'an-ı öğrenin ve halka da
öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim)."
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Feraizi bilmeyen alimin misali, baş kısmı
olmayan bürnus gibidir."
4084 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya
kadar hayır işitmekten asla doymayacak."
4085 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya
ehaktır."
4086 İbn-i Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası
fazilettir. Muhkem ayet, kaim sünnet, adil taksim."
4087 Ebu Vakid
el-Leysi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam mescidde
otururken üç kişi çıktı geldi. İkisi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya
oturdu. Diğeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp
gitti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam (dersinden) boşalınca
buyurdular: "Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri
Allah'a iltica etti, Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu,
Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan
yüz çevirdi."
4088 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, bir ilimden sorulur, o
da bunu ketmedip söylemezse (Kıyamet günü) ateşten bir gem ile
gemlenir."
4089 Sehl İbnu sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Vallahi, senin hidayetinle
bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil
sürülerden daha hayırlıdır."
4090 Ebu Harun el-Abdi anlatıyor:
"Biz Ebu Sa'id el-Hudri radıyallahu anh'a uğrardık. O bize: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın (bize) vasiyetine merhaba" (derdi ve ilave ederdi):
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam demişti ki: "İnsanlar (dinde) size
tabidirler. Size (aktar-ı alemden yani) dünyanın her tarafından bir kısım
erkekler gelip İslam dinini öğrenecekler. Onlar geldikleri vakit, onlara hep
hayrı tavsiye edin."
4091 Yezid İbnu Seleme el-Cûfi radıyallahu
anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim, ben senden pek çok hadis işittim.
Ancak bunlardan, sonradan işittiklerimin, önceden işittiklerimi unutturacağından
korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak) cami bir kelime söyle!"
"Bildiklerinde Allah'a karşı müttaki ol (bu sana yeter)!" buyurdular."
Rezin şu ziyadeyi yaptı: "...ve onunla amel et!"
4092 Rebi'a İbnu
Ebi Abdirrahman der ki: "Yanında bir miktar ilim olan kimseye, nefsini zayi
etmesi münasib düşmez."
4093 İkrime rahimehullah anlatıyor: "İbnu
Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "İnsanlara haftada birkere hadis anhlat. Buna
uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu
Kur'an'dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip,
sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar
konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip: "Konuş!" diye talebte bulununca,
istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Dua'da seci meselesine dikkat et ve
ondan kaçın. Zira ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve Ashab-ı Kiram'ın
devrinde yaşadım, bunu yapmıyorlardı."
4094 Hz. Ali radıyallahu
anh demiştir ki: "İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve resulünün
tekzib edilmelerini ister misiniz?"
4095 İbnu Mes'ud radıyallahu
anh diyor ki: "Sen bir cemaate akıllarının almayacağı bir şey söylersen mutlaka
bu, bir kısmına fitne olur."
4096 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benden bir şey
işitip onu (artırıp eksiltmeden) işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin
(Kıyamet günü) Allah yüzünü taze kılsın. Zira, kendisine ulaştırılan öyleleri
var ki, bizzat işitenden daha iyi kavrar."
4097 Abdullah İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bir ayet bile olsa benden başkasına götürün. Beni İsrail
(hikayelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok. Ancak kim bile bile bana
yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın."
4098 Mahmud
İbnu'r-Rebi' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
ben beş yaşlarımda iken, evimizin kuyusunun kovasından ağzına aldığı suyu yüzüme
püskürttüğünü hatırlıyorum."
4099 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan iki kap ilim hıfzıma aldım.
Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu gırtlağımı
kesersiniz."
4100 Ebu Zerr radıyallahu anh demiştir ki: "Eğer
kılıncı şuraya koysanız -eliyle ensesini göstermiştir- ben bu esnada, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan işitmiş bulunduğum bir hadisi, sizin işimi
bitirmezden önce söyleyebileceğime kanaatim gelse onu mutlaka
söylerim."
4101 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş
bu işten beni men etti. Dediler ki: "Sen her (işittiğin) şeyi yazıyorsun,
halbuki Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir insandır, memnun ve öfkeli halde
de konuşur." Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a anlattım. Parmağı ile ağzına işaret
ederek: "Yaz, nefsimi elinde tutan Zata yemin olsun, ondan haktan
başka bir şey çıkmaz!" buyurdu."
4102 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Ensardan bir zat Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (hafızasını)
şikayet ederek dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! ben senden hadis işitiyorum, çok
hoşuma gidiyor, ancak hafızamda tutamıyorum. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
ona şu cevabı verdi: "Sağ elini yardıma çağır!" ve eliyle yazma
işareti yaptı."
4103 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün, halka) hitabetti, -(Ebu Hüreyre,
hadisin vürûdu ile ilgili) bir kıssa anlattı- (hadiste şu ibare de vardı:) "Ebu
Şah dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! (bu hutbeyi) bana yazıverin!" Bu taleb üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Evet Ebu Şah'a yazıverin!" emir
buyurdular."
4104 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh diyor ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabı arasında İbnu Amr hariç, benden
daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi şuradan ileri geliyordu:) O
hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum."
4105 Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana emretti, ben
de onun için, Süryanice (yahudi) yazısını öğrendim. Şöyle demişti: "Allah'a
yemin olsun, ben yazı işimde yahudiye emniyet edemiyorum!" (Zeyd)
der ki: "Allah'a yemin olsun bir ayın yarısı geçmeden, o yazıyı öğrendim ve
hazakat kazandım. Resûlullah'ın onlara olan mektuplarını yazıyor, onların
gönderdiklerini de ona okuyordum."
4106 el-Muttalib İbnu Abdillah
İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu
anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de
hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını
emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
hadislerinden hiç bir şey yazmamamızı emretmişti" dedi. Bunun üzerine Hz.
Muaviye yazılanı derhal imha etti."
4107 Ebu Sa'idi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle emrettiler:
"Benden kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, Kur'an'dan başka bir şey yazmış
ise, onu imha etsin."
4108 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah ilmi
(verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı
kabzetmek suretiyle alır. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk
da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme
dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de
başkalarını dalalete atarlar."
4109 Ebu'd-Derda radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. Gözünü semaya
dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki,
bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular.
Ziyad İbnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim
bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onu hem okuyacağız, hem de
çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi. Resulullah da: "Anasız kalasın,
ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil,
yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel
mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh'a
rastladım. Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi? dedim. Ve ona
Ebu'd-Derda'nın söylediğini haber verdim. bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş,
dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan
kaldırılacak olan ilk ilim huşu'dur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek
şahsı göremiyeceğin vakit yakındır!" dedi."
4110 Ömer İbnu
Abdilaziz rahimehullah'dan nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbnu
Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hadisinden ne
varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ülemanın gitmesinden korkuyorum.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hadisinden başka bir şey kabul etme.
Alimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil
etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak
olmaz."
6012 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah kimin hakkında hayır
murad ederse, onu dinde alim kılar."
6013 Hz. Muaviye radıyallahu
anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini anlatıyor: "Hayır
bir alışkanlıktır, şer de düşmanlıktır; Allah kimin hakkında hayır murad ederse
onu dinde fakih (alim) kılar."
6014 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular: "İlim talebi her
müslümana farzdır. İlmi, ona layık olmayan kimseye öğretmek, domuzun boynuna
mücevherat, inci, altın takmak gibidir."
6015 Zir İbnu Hubeyş
anlatıyor: "Safvan İbnu Assal el-Muradi'ye geldim. Bana: "Ne maksatla yanıma
geldin?" dedi. "İlmi ortaya çıkarayım diye!" dedim. Bunun üzerine
bana şunu söyledi: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan
işittim. Buyurmuşlardı ki: "İlim talep etmek üzere yola çıkan hiç
kimse yoktur ki, melekler, onun bu yaptığından memnun olarak, ona kanatlarını
germemiş olsunlar!"
6016 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yok edilmezden önce şu (dini)
ilmi öğrenmeniz gerekir. Onun yok edilmesi kaldırılmasıdır."
Aleyhissalatu vesselam, sonra orta parmağı ile şehadet parmağını şöyle
birleştirerek: "Alim ve talebe sevapta ortaktırlar, diğer insanIarda (öğretici
ve öğrenici olmayanlarda) hayır yoktur!" buyurdular.
6017 Abdullah
İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir
gün, hücrelerinden birinden çıkıp mescide girmişti. Mescidde ise iki halka
vardı. Birinde halk, Kur'an okuyor, Allah'a dua ediyordu. Diğerindekiler ilim
öğrenip ilim öğretmekle meşguldü. Aleyhissalatu vesselam: "Her ikisi de hayır
üzeredir: Şunlar Kur'an okuyorlar, Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini)
dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise öğrenip öğretiyorlar. Ben de
bir muallim olarak gönderildim!" buyurdular ve ilim halkasına
oturdular."
6018 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah benim sözümü işitip
belleyen, sonra da onu benden (başkasına) ulaştıran kimsenin yüzünü Kıyamet günü
ağartsın. Zira nice ilim taşıyıcılar vardır ki, alim değildir. Nice ilim
taşıyıcıları ilmi, kendinden daha alim olana taşırlar."
6019 Yine
Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayrın anahtarları, şerrin de
sürgüleridir. Allah'ın, ellerine hayırın anahtarlarını koyduğu kimselere ne
mutlu! Şerr'in anahtarlarını Allah'ın ellerine koyduğu kimselere ne
yazık!"
6020 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Size getirdiğim) bu hayır,
birkısım hazineler mesabesindedir. Bu hazinelerin anahtarları vardır. Allah'ın,
hayır için bir anahtar, şerre karşı da sürgü kıldığı kimseye ne mutlu. Allah'ın
şerre anahtar, hayra sürgü kıldığı kimseye de ne yazık!"
6021 Muaz
İbnu Enes'in babası anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim bir ilim öğretirse ona bu ilimle amel edenlerin sevabı vardır. Bu amel
edenin ücretini eksiltmez."
6022 Ebu Katade babasından naklediyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin (öldükten sonra)
geride bıraktıklarının en hayırlısı şu üç şeydir: "Kendisine dua eden salih bir
evlad, ecri kendisine ulaşan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen
bir ilim."
6023 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min kişiye, hayatta iken
yaptığı amel ve iyiliklerden, öldükten sonra ulaşanlar, öğretip neşrettiği bir
ilim, geride bıraktığı salih bir evlad, miras bıraktığı bir mushaf (kitap), inşa
ettiği bir mescid, yolcular için yaptırdığı bir bina, akıttığı bir su, hayatta
ve sağlıklı iken verdiği bir sadakadır. Ölümünden sonra kişiye işte bunlar
ulaşır."
6024 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sadakanın en üstünü, kişinin
bir ilim öğrenip sonra da onu müslüman kardeşine
öğretmesidir."
6025 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Çok
sıcak bir günde Resûlullah aleyhissalatu vesselam Baki'u'l-Garkad cihetine
geçti. Arkasında yürüyen kimseler vardı. Bir ara ayak seslerini işitince bu ona
ağır geldi ve içine bir kibir düşer endişesiyle yere oturdu, halkın kendisini
geçmesini bekledi."
6026 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam yolda yürüyünce Ashab, onun önünde yürürler.
Aleyhissalatu vesselam'ın sırtını meleklere
bırakırlardı."
6027 İsmail İbnu Müslim anlatıyor: "Hasan Basri
merhuma hastalığı sırasında geçmiş olsun ziyaretine uğramıştık; gelenler odayı
doldurdu, öyle ki ayaklarını topladı ve şunları anlattı: "Biz, Ebu Hureyre
radıyallahu anh'a hastalanınca geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk, ziyaretçiler
odayı doldurmuştuk, öyle ki, ayaklarını kendine çekti ve: "Bir keresinde
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girmiş, odasını doldurmuştuk, o da
yanı üzerine yatıyordu. Bizi görünce ayaklarını kendine çekerek topladı ve şöyle
buyurdu: "Haberiniz olsun, benden sonra, ilim talep etmek üzere,
(size her taraftan) insanlar gelecekler. Onlara merhaba deyin, selam verin ve
ilim öğretin!" Hasan Basri hazretleri sözlerine devamla dedi ki:
"Allah'a yemin olsun! Biz öyle insanlarla karşılaştık ki, (kendilerine ilim
talep etmek üzere uğradığımız zaman) bize, ne merhaba dediler, ne selam verdiler
ne de ilim öğrettiler. Ancak kendilerine ilim için gittiğimiz zaman bir şeyler
öğrenir idiysek de bize kaba davranırlardı."
6028 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cühela takımıyla münakaşa veya ülemaya karşı böbürlenme veya
halkın dikkatini kendine çekme gayesiyle ilim talep eden
ateştedir."
6029 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İlmi, alimlere karşı
böbürlenmek, cühela ile münakaşa etmek veya mevki-makam elde etmek için
öğrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ateş gerekir, ateş!"
6030 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ümmetimden birkısım insanlar, dini ilimleri
öğrenecekler. Kur'an-ı Kerim'i okuyacaklar ve şöyle diyecekler: "Ümeraya gidip,
onların dünyalıklarından alırız, dinimizi de onların şerrinden uzak tutarız."
Halbuki bu mümkün değildir, tıpkı katad (denen dikenli ağaçtan) dikenden başka
bir şey elde edilemediği gibi. Aynen öyle de, ümeranın yakınlığından sadece...
elde edilir." Muhammed İbnu's-Sabbah: "Aleyhissalatu vesselam sanki
hataları kastetmiştir" der."
6031 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu
anh demiştir ki: "Eğer ilim ehli, ilmi koruyup, onu layık olanlara vermiş
olsalardı, ilim sayesinde devirlerinin insanlarına efendi olacaklardı. Ne var ki
onlar ilmi, dünyalıklarından menfaat sağlamak için ehl-i dünya için harcadılar.
Dünya ehli de alimleri aşağıladı. Halbuki ben, Peygamberimiz aleyhissalatu
vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Kimin tasası sadece ahiret oIursa, dünya
tasalarına Allah kifayet eder. Kim de dünya tasalarına kendini kaptırırsa,
dünyanın hangi vadisinde helak olduğuna Allah
aldırmayacaktır."
6032 Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "İlmi, ulemaya
karşı böbürlenmek için veya cühela ile münakaşa için veya insanların dikkatini
kendinize çekmek için öğrenmeyin. Kim böyle yaparsa yeri
ateştir."
6033 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim alimlere karşı
böbürlenmek, cahillerle münakaşa etmek ve halkın dikkatini üzerine çekmek
maksadıyla ilim öğrenirse Allah onu cehenneme sokar."
6034 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bu ümmetin sonradan gelenleri önce gelenlerine lanet ettiği vakit, kim bir
hadisi söylemez, ketmederse, Allah'ın indirdiğini ketmetmiş (gizlemiş)
olur."
6035 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir ilimden sorulur, o da bunu
gizlerse, Kıyamet günü ateşten bir gem ile gemlenir."
6036 Ebu
Sa'idi'I-Hudri anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
insanların dini işlerinde Allah'ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah,
Kıyamet günü onu ateşten bir gem ile gemler."
[TOP]
İTİKAF,İLA
Kimlik alan
108 Enes (radıyallahu anh) 'in anlattığına
göre, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i bir at yere atmıştı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O'na ayakta
duramayacak kadar ızdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle
terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh
odasına (meşrübe) çekildi. Ashab (radıyallahu anhum ecmain) kendisine "geçmiş
olsun" ziyaretine geliyorlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oturarak
namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selamı verince şöyle
dedi: "İmam, kendisine uyulmak için vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa
siz de ayakta kılın, şayet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam
rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın." Ravi
der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ayın 29'unda meşrübeden indi.
Ashab: "Ey Allah'ın Resûlü, sen bir aylık bir müddet için ila'ya (ayrı kalmaya)
karar vermiştin" dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi."
Buhari ve Müslim'de Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette: "Bu ay yirmi dokuz
çekiyor" buyurmuştur. Müslim'de Cabir (radıyallahu anh)'dan kaydedilen bir
rivayette: "Sonra iki elini üç sefer uzattı, ikisinde her iki elinin bütün
parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla işaret etmişti" diye
(yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır) (Sıyam 24).
109 İbnu Ömer
(radıyallahu anh), "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek
vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse
şüphe yok ki Allah cidden gafur ve rahimdir..." (Bakara 226) ayetinin açıklaması
ile alakalı olarak) şöyle demiştir: "Ayette zikredilen) dört ay geçtikten sonra
ya rücu etmek veya boşamak üzere zevc tevkif olunur. Îla yapan fiilen
boşamayınca (bu müddetin dolmasıyla) boşanma husule gelmez." Bu görüş, Hz.
Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu'd-Derda ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmain)'den ve
Ashab'tan on iki kişiden de rivayet edilmiştir. Buhari'nin bir başka
rivayetinde İbnu Ömer demiştir ki: "Cenab-ı Hakk'ın ayette zikrettiği ila, dört
aylık müddet dışında hiç kimseye helal olmaz. Bu müdded dolunca ya tatlılıkla
hanımını tutar veya, Allah'ın emrettiği şekilde boşamaya karar verir. (Îla
müddetini uzatarak kocasının ayrıca birde boşanmasını beklemek gibi üçüncü bir
yola sülûk edilemez.)"
110 Hz. Ali (kerremallahu vechehu)
buyurmuştur ki: "Bir kimse hanımına yaklaşmamaya yemin ederse (ila'ya karar
verirse), bundan boşanma hasıl olmaz. Dört aylık müddet geçince, ila yapan koca
tevkif olunur, ya boşar ya da kefaret ödeyerek rücu eder." İmam Malik der
ki: "Bir kimse, çocuğu sütten kesilinceye kadar hanımına yaklaşmamaya yemin
edecek olsa, bu ila yemini sayılmaz. Bana Hz. Ali'den ulaşan bir rivayete göre,
bu durumdan kendisine sorulduğu vakit bunun ila olmadığını
belirtmiştir."
111 Hz. Aişe (radıyallahu anha) der ki: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) hanımlarına yaklaşmamaya yemin etti (ila
kararı verdi) ve (bal yemeyi de kendi kendine) haram etti. Böylece helal olan
bir şeyi kendisine haram kılmıştı. Sonra kefaret karşılığında yeminini
bozdu"
[TOP]
İMAN VE İSLAMIN FAZİLETİ
Kimlik alan
1 Ubade İbnu's-Samit el-Ensari (radıyallahu
anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz
olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsa'nın
da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden
bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, her ne
amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır." Müslim'in bir
başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederse Allah ona ateşi haram
kılacaktır."
2 Ebu Sa'id İbnu Malik İbni Sinan el-Hudri
(radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten
çıkacaktır." Ebu Sa'id der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği
hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar
haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40).
3 Yine Ebu Sa'id (radıyallahu
anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
şöyle buyurdular: "Kim: 'Rab olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, Resûl olarak
Hz. Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)' derse cennet ona vacip
olur".
4 Yine Ebu Sa'id (radıyallahu anh) hazretleri der
ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Bir
kul İslam'a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları
Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman olduktan
sonra yaptıkları da şu şekilde muamele görür: Yaptığı her hayır için en az on
misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için
de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır."
5 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı
herbir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır.
İşlediği her bir günah da sadece misliyle yazılır. Bu hal, Allah'a kavuşuncaya
kadar böyle devam eder."
6 Muaz İbnu Cebel el-Ensari (radıyallahu
anh) hazretleri anlatıyor. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kimin (hayatta söylediği) en son sözü La ilahe illallah olursa
cennete gider"
7 Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünade el-Gıfari)
(radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Bana Cebrail aleyhisselam gelerek
"Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse
cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da
mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar:
"Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse,
zina da yapsa!" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) dördüncü
keresinde ilave etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete
girecektir".
8 Cabir İbnu Abdillah el-Ensari (radıyallahu anh)
anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır" Bir zat: -Ey
Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye
sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Kim
Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir.
Kim de Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir"
cevabını verdi."
9 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e "Ey Allah'ın
Resûlu, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyade saadete erecek olan
kimdir?" diye sormuştum. Bana: "Hadis'e karşı sende olan
aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını
tahmin etmiştim" açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü
benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden
gelerek 'La ilahe illallah' diyen kimsedir"
10 Süheyb İbnu Sinan
(radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için
bir hayırdır. Bu durum, sadece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun
olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da
hayırdır".
11 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Muhammed'in nefsini kudret
eliyle tutan zata yemin ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudi olsun, Hristiyan
olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka
cehennem ehlinden olacaktır".
12 Vehb İbnu Münebbih'in anlattığına
göre kendisine: "Lailahe illallah cennetin anahtarı değil mi? dendi de: "Evet,
öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır,
yoksa kapalı kalır, açılmaz" cevabını verdi.
13 Abdullah İbnu
Mes'ud el-Hüzeli (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, bir adam kendisine
"Sırat-ı müstakim (doğru yol) nedir?" diye sordu. Ona şu cevabı verdi:"Muhammed
(aleyhissalatu vesselam), bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun
öbür ucu ise cennete ulaşmaktır. Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali
yollar da var. Bunlardan her birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan
geçenleri kendilerine çağırıyorlar. Kim bu dış yollardan birine sülûk ederse yol
onu ateşe götürecektir. Kim de sırat-ı müstakime sülûk ederse o da cennet'e
ulaşacaktır." İbnu Mes'ud bu açıklamayı yaptıktan sonra şu ayeti okudu: "İşte bu
benim sırat-ı müstakimimdir, buna uyun. Başka yollara sapmayın, sonra onlar sizi
Allah'ın yolundan ayırırlar...." (En'am 152)
14 Abdullah İbnu Ömer
İbni'l-Hattab (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, bir adam kendisine: Gazveye
çıkmıyor musun?" diye sorar. Abdullah şu cevabı verir: "Ben Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'i işittim, şöyle buyurmuştu: "İslam beş esas üzerine
bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve
elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe'ye haccetmek,
Ramazan orucu tutmak".
15 Yahya İbnu Ya'mur haber veriyor:
"Basra'da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma'bed el-Cüheni idi. Ben ve Humeyd
İbnu Abdirrahman el-Himyeri, hac veya umra vesilesiyle beraberce yola çıktık.
Aramızda konuşarak, Ashab'tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız,
ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı.
Cenab-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevi'nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anh)'la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak
üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)'a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana
bıraktığını tahmin ederek, konuşmaya başladım: "Ey Ebu Abdirrahman, bizim
taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur'an-ı Kerim'i okuyorlar. Ve çok
ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar." Onların durumlarını beyan
sadedinde şunu da ilave ettim: "Bunlar, "kader yoktur, herşey hadistir ve Allah
önceden bunları bilmez" iddiasındalar." Abdullah (radıyallahu anh): "Onlarla
tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan beriyim, onlar da benden
beridirler." Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te'kid ederek şöyle tamamladı:
"Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de
hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul
etmez." Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh) bana şunu anlattı: "Ben Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz,
saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder
hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı.
Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey
Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver! Haz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
açıkladı: "İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve
elçisi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucu tutman,
gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabancı: "-Doğru söyledin"
diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret
ettik. Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkında bilgi
ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "Allah'a,
meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere yani
hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine: "Doğru
söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana ihsan hakkında bilgi
ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "İhsan
Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu
görmesen de O seni görüyor." Adam tekrar sordu: "Bana kıyamet(in ne
zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) bu sefer: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla
birşey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı: "Öyleyse kıyametin
alametinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu
açıklamayı yaptı: "Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın
ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar
çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir." Bu
söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade
Müslim'deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor
musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı:
"Bu Cebrail aleyhisselamdı. Size dininizi öğretmeye geldi." Ebu Davud, bir
başka rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra "cünüblükten yıkanmak" maddesini de
ilave eder. Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şu ziyade
vardır: "Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resûlü,
hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa
(henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi?"
Resûlüllah (aleyhissalatu vesselam): "Olup bitan bir işi" dedi.
Adamcağız -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalışılsın ki? Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamada bulundu: "Cennet ehli olanlara
cennetliklerin ameli müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin
ameli müyesser kılınır." Benzer bir hadisi, Buhari (rahimehullah)
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den kaydeder. Bu hadise Tirmizi hariç
diğerlerinde de rastlanır. Mevzubahis rivayette, "şehadette bulunman" yerine
"Allah'a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmaman" ifadesi de yer
alır. Bu hadiste ayrıca "Yalın ayak, üstü çıplak kimseler halkın
reisleri olduğu zaman" ziyadesi de mevcuttur. Şu ziyade de
mevcuttur: (Kıyametin ne zaman kopacağı), Allah'tan başka hiçkimse tarafından
bilinmeyen beş gayıptan (mugayyebat-ı hamse) biridir buyurdu ve şu ayeti okudu:
"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde
bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse nerede
öleceğini bilmez..." (Lokman, 34), Bir başka rivayette "üstü çıplaklar"
tabirinden sonra "sağır ve dilsizler arzın melikleri (kralları) oldukları zaman"
ziyadesi vardır. Nesai'nin Sünen'inde şu ziyade mevcuttur: "Dedi ki:
Hayır, Muhammed'i hakikatle birlikte irşad ve hidayet edici olarak gönderen
zat'a yemin olsun, ben o hususta (kıyametin ne zaman kopacağı hususunda) sizden
birinden daha bilgili değilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdı. Dıhyetu'l-Kelbi
suretinde inmiştir."
16 Enes İbnu Malik (radıyallahu anh)
anlatıyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte
otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini
ıhıp bağladıktan sonra: "Muhammed hanginizdir?" diye sordu. Biz: "Dayanmakta
olan şu beyaz kimse" diye gösterdik. -Nesai'deki Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh)'ın rivayetinde: "Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse"
diye tasvir mevcuttur.- Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu! diye
seslendi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Buyur seni
dinliyorum" dedi. Adam: "Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı
gidebilirim, sakın bana darılmayasın" dedi. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Haydi istediğini sor!" Adam: "Rabbin ve
senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak
Allah mı gönderdi?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Kasem
olsun evet!" Adam: "Allahu Teala adına soruyorum: Gece ve gündüz beş
vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem olsun evet!" Adam: "Allah
adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı
emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem
olsun evet!" Adam: "Allahu Teala adına soruyorum: Bu sadakayı
zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana
emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem
olsun evet!" Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi:
"Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabilemin elçisiyim. Adım: Dımam İbnu
Sa'lebe'dir. Benu Sa'd İbni Bekr'in kardeşiyim." (Bunu beş kitap rivayet
etmiştir. Metin Buhari'den alınmıştır). Müslim'in rivayetinde şöyle
denir: "Bir adam geldi ve şöyle dedi: "Bize senin gönderdiğin elçi
geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine
inanmaktasın." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Doğru
söylemiş" dedi. Adam tekrar: "Öyleyse semayı kim
yarattı?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah!"
dedi. Adam: "Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?"
dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah!"
dedi. Adam: Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zat
adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır?" Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Evet!" dedi. Adam: "Elçin iddia
ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru
mudur?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Doğru
söylemiştir!" Adam: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana
Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Evet!"
dedi. Adam sonra zekatı, arkasından orucu, daha sonra da haccı
zikretti ve bu şekilde sordu. Ravi der ki: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) de her sualde "Doğru söylemiş" diye cevap veriyordu.
Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı
emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):
"Evet!" Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: "Seni
hakla gönderen Zat'a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilave etmem,
bunları eksiltmem de." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Bu
kimse sözünde durursa cennetliktir!" buyurdu.
17 Talha İbnu
Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e Necid
ahalisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı
geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e iyice yaklaşınca gördük ki, İslam'dan soruyormuş. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Gece ve gündüzde beş vakit namaz" demişti
ki adam tekrar sordu: "Bu beş dışında bir borcum var
mı?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Ramazan orucu da var"
deyince adam: Bunun dışında oruç var mı? diye sordu. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Hayır!" Ancak dilersen nafile tutarsın"
dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ona zekatı hatırlattı.
Adam: "Zekat dışında borcum var mı?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam): "Hayır, ama nafile verirsen o başka!" dedi. Adam geri
döndü ve gider ayak: "Bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım"
dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) da: "Sözünde durursa
kurtuluşa ermiştir" buyurdu. Veya "Sözünde durursa cennetliktir"
buyurdu. Ebu Davud'da "Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde
dursun" şeklinde te'kidli olarak gelmiştir.
18 Abdullah İbnu
Abbas'ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebiz)
hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e geldiği vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye
sordu. "Rebialılar" diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam): "Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman
olmazsınız" buyurdu. Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz.
Sizinle bizim aramızda şu kafir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram
ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride
bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler.
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de onlara dört emir ve dört yasakta
bulundu: Önce tek olan Allah Teala'ya imanı emretti ve sordu: "İman
nedir biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler.
Açıkladı: Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi
olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte
elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir." Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını
yasakladı: Hantem (topraktan mamul küp), dübba (su kabağından yapılmış
testiler), nakir hurma kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi
ziftle -katranla- cilalanmış kap).
19 Hz. Ali (kerremallahu
vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Kişi
dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan başka ilah olmadığına ve
benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla
göndermiş bulunduğuna şehadet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak,
kadere inanmak"
20 Eş-Şerrid İbnu's-Süveyd es-Sakafi (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, annem bana kendisi adına mü'mine bir
cariye azad etmemi vasiyet etti. Benim yanımda, Sûdanlı (nûbi) siyah bir cariye
var, onu azad edeyim mi?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Çağır, onu
(göreyim)" dedi. Çağırdım ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin kim?" Cariye:
"Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'ın elçisisin!" cevabını
verince Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Bunu azad et, zira mü'minedir"
buyurdu.
21 Muaviye İbnu'l-Hakem es-Sülemi anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak
çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. Ne
oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım
icabı cariyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir
köle azad etmeyi adadım. Onu azad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O:
"Göktedir" deyince, "Pekala ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'ın Resûlüsün"
cevabını verince, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana yönelerek: "Bunu
azad et, zira mü'minedir" buyurdu.
22 Abbas İbnu Abdilmuttalib
(radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle
söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı,
peygamber olarak Muhammed'i seçip razı olanlar duyar."
23 Abdullah
İbnu Muaviye el-Gaziri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Üç şey vardır. Kim onları yaparsa
imanın tadını alır: Sadece Allah'a kulluk eden, Allah'tan başka ilah olmadığını
bilen, her yıl gönül hoşluğuyla zekatını veren! Zekatını da yaşlı, uyuzlu,
hasta, değersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarının orta hallilerinden
verir. Zira Cenab-ı Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de en
adisinden olana razı olmuştur."
24 Behz İbnu Hakim İbni Mu'aviye
İbni Hayde el-Kuşeyri babası tarikiyle dedesinden şunu rivayet ediyor: "Dedim
ki: Ey Allah'ın Resûlü, ben sana gelirken, seni ve dinini benimsemiyeceğim diye
şunların (ellerinin parmaklarını göstererek) adedinden fazla yemin ettim.
Meğerse, Allah ve Resûlünün öğrettiği dışında hiçbir şey anlamayan bir
kimseymişim. Şimdi Allah rızası için senden soruyorum. Allah seninle bizlere ne
gönderdi?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "İslam"ı dedi.
"Pekala, dedim, İslam'ın alametleri nedir?" Şu cevabı verdi: "Kendimi Allah'a
teslim ettim, başka şeyleri terkettim" demen, namaz kılman, zekat vermendir. Her
Müslüman bir başka Müslümana haramdır. İki Müslüman birbiriyle kardeştir ve
birbirlerine yardımcıdırlar. Bir kimse Müslüman olduktan sonra müşrikleri
terkedip, Müslümanlara karışmadıkça hiçbir ameli (Allah katında) makbul
değildir."
25 Süfyan İbnu Abdillah es-Sakafi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, bana İslam hakkında öyle bir bilgi ver ki, bana
yetsin ve sizden başka kimseye İslam'dan sormaya hacet bırakmasın" dedim. Şu
cevabı verdi: "Allah'a inandım de, sonra da doğru ol"
buyurdu.
26 Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim bizim namazımızı kılar, bizim
kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o,
Müslümandır".
27 Ebu Hüreyre anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "İman, yetmiş küsur -bir rivayette de
altmış küsur- şubedir. Haya imandan bir şubedir." Bir rivayette şu ziyade
vardır: "Bu şûbelerden en üstünü "Lailahe illallah" sözüdür, en aşağı mertebede
olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi kenara
çıkarmaktır."
28 Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
şöyle buyurduğunu anlatıyor: "Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa
imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve
herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah,
imansızlıktan kurtarıp İslam'ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa
düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." Nesai'nin kaydettiği
bir diğer rivayette "bu ikisi dışında kalan" tabirinden sonra şu ziyade vardır.
"Allah için sevmek, Allah için buğzetmek."
29 Yine Hz. Enes
(radıyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurmuştur: "Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan
daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz" Nesai'nin bir rivayetinde
"...malından ve ailesinden daha sevgili..." denmektedir.
30 Yine
Hz. Enes (radıyallahu anh)'in rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de
sevmedikçe gerçek imana eremez." Nesai'nin rivayetinde "...hayır
şeylerden" ziyadesi mevcuttur.
31 Ebu Ümame (radıyallahu anh), Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet ediyor: "Kim Allah
için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını
kemale erdirmiştir".
32 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar
görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı
emniyette bildikleri kimsedir."
33 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As
(radıyallahu anh) hazretleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve
dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı şeyi
terkedendir." Sahiheyn ve Nesai'de gelen bir başka hadiste şöyle denir:
"Bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resûlü, İslam'da hangi amel daha hayırlıdır?" Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Yemek yedirmen, tanıdık tanımadık herkese
selam vermen" dedi.
34 Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet
etti: "Bir kimsenin mescide alakasını görürseniz, onun mü'min
olduğuna şehadet edin, zira Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini
ancak Allah'a ve ahiret gününe inananlar imar ederler" (Tevbe
18),
35 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) dedi ki: "Üç şey vardır ki imanın
aslındandır: 1. Lailahe illallah diyene saldırmamak: İşlediği
herhangi bir günahı sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli
sebebiyle de İslam'dan dışarı atma. 2. Cihad, bu Allah'ın beni
peygamber olarak gönderdiği günden, bu ümmetin Deccal'e karşı savaşacak en son
ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamın zalim olması, ne de adil olması
ortadan kaldıramayacaktır. 3. "Kadere iman".
36 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in
ashabından bir kısmı ona sordular: "Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler
geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına kaniyiz." Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye
sordu. Oradakiler Evet! deyince: "İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar
vermez) dedi. Diğer bir rivayette: "(Şeytanın) hilesini vesveseye
dönüştüren Allah'a hamdolsun" demiştir. Müslim'in İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh)'dan kaydettiği bir rivayet şöyledir: "Dediler ki: "Ey Allah'ın
Resulû, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense
kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih eder. (Bu
vesveseler bize zarar verir mi?)" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Hayır
bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir" cevabını verdi."
37 İbn-i
Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Ben
insanlar Allah'tan başka ilahın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi
olduğuna şehadet edinceye, namaz kılıncaya, zekat verinceye kadar onlarla savaş
etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş
(emniyet altına almış) olurlar. İslam'ın hakkı hariç. Artık (samimi olup
olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır". Müslim'deki rivayette
"İslam'ın hakkı hariç" ibaresi mevcut değildir.
38 Ubeydullah İbnr
Adiy İbnu'l-Hıyar (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) ashabıyla otururken bir adam gelerek gizlice bir şeyler fısıldadı. Ne
gibi bir sır tevdi etmişti bilmiyorduk. Nihayet Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) onu açıkladı. Meğerse o zat, münafıklardan birini öldürmek için izin
istiyormuş. Adama: "Peki o Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in
Allah'ın elçisi bulunduğuna şehadet etmiyor mu?" diye sordu. Adam: "Hayır o
şehadeti ikrar etmiyor" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Namaz
kılıyor mu?" diye sordu. Adam: "Hayır namaz da kılmıyor" deyince, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam); "Allah'ın öldürmekten beni men ettiği kimseler işte
böyleleri" buyurdu"
39 Tarik el-Eşca'i (radıyallahu anh)
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini haber
verdi: "Kim Lailahe illallah der ve Allah'tan başka mabudları
reddederse, Allah onun malını ve kanını haram kılar. (Samimi olup olmadığı
meselesi Allah'a aittir.) Yine Müslim'in bir başka rivayeti "Kim Allah'ı
birlerse" diye başlar ve yukarıdaki şekilde devam eder (38.
hadis).
40 Ubadetu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz,
bir seferinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le aynı cemaatte beraber
oturuyorduk ki: "Allah'a hiçbir şey ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina
fazihasını işlememek, Allah'ın haram ettiği cana meşrû bir sebep olmaksızın
kıymamak şartları üzerine bana biat edin" buyurdu. Bir diğer
rivayette "...Çocuklarınızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak,
meşru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere- isyan etmemek üzere biat
edin. Kim vereceği bu sözlere sadık kalır, ahdine vefa gösterirse karşılığını
Allah'tan alacaktır. Kim de bu yasaklardan birini işleyecek olursa artık işi
Allah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse azab verir, cezalandırır" buyurdu.
Biz de bu şartlarla biat ettik." Nesai, bir başka rivayette
"...karşılığını Allah'tan alacaktır" ifadesinden sonra şu ziyadeyi kaydeder:
"Kim bunlardan birini işler, sonra da dünyada cezalandırılırsa, çektiği bu ceza
onun için kefaret ve o günahtan temizlenme olur." Buhari, Müslim,
Muvatta ve Nesai'de gelen bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hoş
şartlarda olsun nahoş şartlarda olsun, aleyhimize kayırmaların yapılıp,
hakkımızın çiğnendiği hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karşı
iktidar kavgası yapmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek, Allah'ın emrini
yerine getirmede kınayanların kınamalarından korkmamak üzere biat
ettim." Bir başka rivayette şu ifadeye rastlanmaktadır: "...İktidar
sahibine karşı onda, Allah'ın kitabında gelmiş bulunan bir delil sebebiyle
te'vil götürmeyen açık bir küfür görülmedikçe iktidar kavgası
yapmamak..."
41 Avf İbnu Malik el-Eşca'i (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in huzurunda yedi veya
sekiz veyahut dokuz kişiydik. "Allah Resûlü'ne biat etmiyor musunuz?" dedi.
Ellerimizi uzatarak: "Hangi şarlara uymak üzere biat edeceğiz ey Allah'ın
Resûlü?" dedik. Şu cevabı verdi: "Allah'a ibadet etmek ve O'na
hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak (verilen emirlere) kulak
verip itaat etmek -ve bu sırada gizli bir kelime fısıldayarak devamla- "Halktan
hiçbir şey istemeyin" buyurdu. Avf İbnu Malik İlaveten der ki, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'i benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki,
bineğinin üzerinde iken kazara kamçısı düşse kimseye "Şunu bana verir misin?"
diye talebde bulunmaz (iner kendisi alır)dı."
42 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e kulak
vermek ve itaat etmek şartıyla biat ederken "Gücünüzün yettiği şeylerde"
diyordu.
43 Ümeyme bintu Rukayka (radıyallahu anh) dedi ki:
"Ensar'dan bir grup kadınla Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelip
kendisine: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, çalmamak, zina etmemek,
çocuklarımızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftira atmamak, sana meşrû
emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilave
etti: "Gücünüzün yettiği ve takatınızın kafi geldiği şeylerde". Biz: "Allah ve
Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim"
dedik. Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi)
musafaha ederek yapmayı kastedmişlerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):
"Ben kadınlarla müsafaha etmem, benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın
için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer" buyurdu.
44 Amr İbnu
Ebi'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'le birlikte Veda haccı'nda bulundum. Orada Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) irad ettiği hutbede önce Allah Teala'ya hamd ü sena,
hatırlatma ve tavsiyelerden sonra şöyle devam etti: "Hangi gün (bu günden) daha
(mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç kere tekrarladı. Cemaat: "el-Haccu'l-Ekber
günü" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devam etti: "Öyle
ise bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu ayınızda, bu
beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki
herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu
sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu
sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi
helal değildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadır,
terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın sadece sermaye kısmını yani
aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve
haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hariç. Zira
onun tamamı mülgadır, terkedilmiştir. Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden
kalan bütün kanlar da terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga
ettiğim ilk cahiliye kanı da el-Haris İbnu Abdü'l-Muttalib'in kanıdır. Haris,
Benu Leys'ten tuttuğu bir süt anneye bebeğini emzirtiyordu. Çocuğu Hüzeyl adında
birisi (bir kavga sırasında attığı bir taşla kazaen) öldürmüştü. Sakın ha,
kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara
iyi muamelenin dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına
sahip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hariç. Çirkin iş
yapmaları halinde, önce yataklarını ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa)
yaralamıyacak şekilde dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onların yaptığına
ayırma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahane)
aramayın. Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var.
Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki
haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize
hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları
ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır. Haberiniz olsun,
şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen tapılmayacağını idrak etmiştir. Fakat,
sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu memnun
kılacak (menfi neticeler hasıl edecek)tır.
45 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Veda
Haccı'nda şunu söylediler: " (Ey ahali) hangi ayın hürmetce daha ileri olduğunu
biliyor musunuz?" Halk: "Şu içinde bulunduğumuz ay değil mi?" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Peki, hangi bölgenin hürmetçe daha önde olduğunu
biliyor musunuz?" diye sordu. Halk: "Şu yerler değil mi?" cevabını verdi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tekrar: "Pekala hangi günün hürmetçe daha
üstün olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Halk: "Şu içinde bulunduğumuz gün değil
mi?" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sözlerine şöyle devam etti: "Öyleyse bilin ki Allah Teala, sizlere, meşrû sebep
dışında kanlarınızı, mallarınızı, ırzlarınızı haram kılmıştır, tıpkı şu beldede,
şu ayda, şu günümüzü haram kıldığı gibi." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
bundan sonra üç sefer tekrar ederek sordu: "Duydunuz mu, tebliğ ettim mi?" Halk
her defasında "Evet" cevabını verdi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) sözlerini şöyle tamamladı: "Sakın ha! Benden sonra tekrar küfre dönüp
birbirinizin boyunlarını vurmaya kalkmayın!"
46 Ebu Bekre
Nufey'u'bnu'l-Haris es-Sakafi (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Zaman, döne döne Allah'ın arz ve
semavatı yarattığı gündeki düzenini tekrar buldu. Sene on iki aydır. Bunlardan
dördü haram aydır. Haram aylar da üç tanesi peş peşe gelir: "Zül-kade,
Zü'l-hicce ve Muharrem. Bir de Cumadi ve Şaban ayları arasında yer alan
Mudarlılar'ın Receb'i." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sordu:
"-Bu ay hangi aydır?" Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Bir müddet
sustu. Biz ayın ismini değiştirecek zannettik. Ancak şunu
söylediler: "-Bu zi'l-hicce değil mi?" "-Evet!"
karşılığını verdik. Devam etti: "-Peki burası neresidir?"
Biz: "-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verdik. Yine sustu
ve biz bölgenin ismini değiştirecek vehmine kapıldık. "-Burası haram
bölge değil mi?" dedi. "-Evet" dedik. "-İçinde
bulunduğunuz gün nedir?" diye tekrar sordu, biz yine: "-Allah ve
Resûlü daha iyi bilir" dedik. Tekrar sustu ve biz yine günün ismini değiştirecek
zannına düşmüştük ki: "-Kurban günü değil mi?" dedi.
"-Evet" cevabımız üzerine sözüne devam etti: "-Bilin ki, kanlarınız,
mallarınız ve ırzlarınız birbirinize kesinlikle haramdır, tıpkı bu yerde, bu
ayda şu gününüzün haram olması gibi. Rabbinize kavuştuğunuz zaman sizi
yaptıklarınızdan hesaba çekecek. Sakın benden sonra birbirinizin boyunlarını
vuran kafirler olmayın. Bu söylediklerimi duyanlar, duymayanlara ulaştırsınlar.
Bazan söz kendisine ulaştırılan kimse, ulaştırılan sözü, bizzat dinleyenden daha
iyi beller." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sonra şunu ekledi: " Tebliğ
ettim mi, tebliğ ettim mi?" üç defa tekrarladı. "-Evet" cevabımız
üzerine: "-Ya Rabbi şahid ol!" dedi. Müslim'in rivayetinde şu
ziyade var: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) beyazı galebe çalan
alaca iki koyuna yöneldi ve onları kesti. Sonra da koyunun bir parçasını alıp
aramızda taksim etti." Rezin, rivayetin arasına şunu ilave eder: "Üç
şey vardır, bir mü'minin kalbi onlara karşı ebediyen ihanet etmez; ameli sırf
Allah için yapmak, idareyi elinde tutana karşı hayırhah olmak, Müslümanların
cemaatine katılmak, çünkü onların duaları cemaate dahil olanların hepsini içine
alır." İbnu'l-Esir: "Bu ziyadeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim"
der. Bu ziyadenin manası şudur: Bu üç şeyde kalbler huzura kavuşur.
Kim bunlara yapışır, riayet ederse, kalbi hıyanet, hile ve şer gibi manevi
kirlerden temiz kalır.
47 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor;
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Her çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu
ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..."
(Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı:
"Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya
Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması
gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?"
Dinleyenler: "Ey Allah'ın Resûlu, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz
(cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) şu cevabı verdi: "(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi Allah
daha iyi bilir." Bir başka rivayette: "Doğan hiçbir çocuk yoktur ki,
konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın"
buyurulmuştur.
48 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Mü'min, mütemadiyen rüzgarın
eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü'min, devamlı belalarla başbaşadır.
Münafığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç
ırgalanmaz."
49 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştu: "Mü'min, yaprağını hiç
dökmeyen yeşil bir ağaca benzer." Halk falanca ağaç, fişmekanca ağaç diye
tahminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma ağacıdır"
demek istedim, ancak (yaşım küçük olduğu için) utandım. Sonra Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): Bu hurma ağacıdır" diyerek
açıkladı."
50 Nevvas İbnu Sem'an (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah, bize iki tarafında iki
ev bulunan bir doğru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev değil "İki sur"
denmiştir- Bu evlerin açık olan kapıları vardır. Kapıların üzerine de perdeler
çekilmiştir. Biri yolun başında, biri de onun yukarısında durmuş iki davetçi
(gelip geçenlere) şu daveti okuyorlar: "Allah cennete çağırır, dilediğini doğru
yola eriştirir" (Yunus, 25). Yolun iki yakasındaki kapılar ise
Allah'ın hududu (yani yasakları)dur. Hiç kimse perdeyi açmadan bu yasaklara
düşmez. Kişinin yukarısındaki davetçi, Rabbisinin vaiz'idir" Rezin, bu
temsili, İbnu Mes'ûd tarafından rivayet edilen bir hadisle açıklar: Doğru yol;
"İslam'dır, kapılar; Allah'ın haramlarıdır, perdeler; Allah'ın hudududur
(yasaklar); yolun başındaki davetçi; Kur'an-ı Kerim'dir. Bunun yukarısındaki
davetçi; her mü'minin kalbinde yerleştirilmiş olan (bazan vicdan, bazan sağ duyu
diye ifade edilen) hakkaniyet duygusu -ki, buna bazı hadislerde lümme-i melekiye
de denmiştir- vaizullah'tır."
51 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "İslam garib
olarak başladı, tekrar başladığı gibi garib hale dönecektir. Gariblere ne
mutlu!"
[TOP]
İSİM
Kimlik alan
112 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Sizler kıyamet günü
isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi
güzel yapın"
113 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah'ın en ziyade sevdiği isimler
Amdullah ve Abdurrahman'dır."
114 Ebu Vehb el-Cüşemi (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Peygamberlerin isimleriyle isimlenin. Allah'ın çok sevdiği isimler Abdullah,
Abdurrahman'dır. En sadık olanları da Haris ve Hemmam isimleridir. En çirkinleri
de Harb ve Mürre isimleridir"
115 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah katında en
düşük (ahna') isim Melikü'l-emlak (mülklerin maliki) ismidir. Allah'tan başka
Malik yoktur." Süfyan merhum dedi ki: Şahan Şah bunun
örneğidir. Ahmed İbnu Hanbel merhûm dedi ki: "Ebu Amr merhum'a,
ahna'ne demek diye sordum, bana "en düşük" diye cevap
verdi.
116 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
"Kıyamet günü, Allah'ın en ziyade kızacağı en kötü kimse, adı Melikü'l-emlak
(Şehinşah) olan kimsedir. Allah'tan başka Malik yoktur."
117 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
Ya'la, Bereket, Eflah, Yesar, Nafi ve benzeri isimlerin kullanılmasını
yasaklamayı arzu etmişti. Sonra onun bu mevzuda sükut ettiğini gördüm. Sonra da
yasaklamadan vefat etti." Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade mevcuttur:
"...Zira kişi "Bereket burada mı?" diye sorar da "hayır yok!" diye cevap
verirler."
118 Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in azadlı kölesi Eslem
anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), bir oğlunu Ebu İsa künyesini kullandığı
için dövdü. Öte yandan Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh), Ebu İsa künyesini
kullanıyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona "Ebu Abdillah künyesini kullanman
sana yetmez mi?" dedi. Muğire: "Bana Ebu İsa künyesini takan Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'dir" cevabını verince, Hz. Ömer: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in geçmiş gelecek bütün günahları affedilmiştir. Biz
ise bundan böyle sıkıntıdayız" dedi. Ölünceye kadar Muğire'yi "Ebu Abdillah"
diye künyeledi.
119 Yahya İbnu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bol sütlü bir deve hakkında: "Bunu kim
sağacak?" diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) "İsmin ne?" dedi. Adam: "Mürre (acı)!" deyince, ona: "Otur!" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) tekrar "Bunu kim sağıverecek?" diye sordu.
Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam) ona da: "ismin nedir?" diye sordu. Adam: "Harb!" diye cevap verdi. Ona
da "Otur" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bu deveyi kim
bize sağıverecek?" diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini
sordu. "Ya'iş (yaşıyor!)" cevabını alınca ona: "Sen sağ" diyerek müsaade
etti."
120 Sehl İbnu Sa'd es-Saidi (radıyallahu anh) buyurdu ki:
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Fatıma (radıyallahu anha) annemizin evine
uğramıştı. Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi evde bulamayınca: "Amca oğlun nerede?"
diye sordu. Fatıma (radıyallahu anha): "Aramızda bir şekerlenme oldu. Bunun
üzerine bana kızdı ve çekip gitti" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
birine: "Hele bir arayıver nereye gitmiş" diye emretti. "Mescidde yatıyor!" diye
haber verince, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), 'Kalk ey Ebu Turab, kalk ey
Ebu Turab (yani Toprak babası) diye seslendi. Sehl der ki: Hz. Ali
(radıyallahu anh)'nin en çok sevdiği ismi bu isimdi.
121 Esma
Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma) anlatıyor. "Mekke'de Abdullah İbnu Zübeyr
(radıyallahu anh)'e hamile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke'yi terkettim
ve Medine'ye geldim, Kuba'ya indim. Abdullah'ı orada dünyaya getirdim. Doğunca,
bebeği alıp Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm, kucağına bıraktım.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek
ezdikten sonra, tükrüğünden çocuğun ağzına bıraktı. Abdullah'ın midesine ilk
inen şey Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın mübarek tükrükleri idi. Sonra
(yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve
Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine'de bütün
Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü "Yahudiler size sihir yaptılar,
asla doğum yapamayacaksınız" diye bir şayia çıkarılmıştı."
122 Ebu
Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir oğlum doğmuştu. Hemen Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a getirdim. İbrahim ismini verip bir hurma ile tahnikde
bulundu. Sonra da "Mübarek olsun" diye dua buyurdu ve çocuğu bana geri verdi. Bu
çocuk, Ebu Musa'nın en büyük evladı idi."
123 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu Ebi Talha'yı doğduğu zaman
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm. Bebek bir bez içerisinde idi.
Vardığımızda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devesine katran sürüyordu.
"Beraberinde hurma da getirdin mi?" diye sordu. "Evet" dedim ve birkaç tane
hurma verdim. Onları ağzında çiğnedi, sonra çocuğun ağzını açtı. Ağzına tükrüğü
püskürttü. Bebek, yalamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) "Ensar'ın hurma sevgisine bakın (doğar doğmaz başlıyor)" diye latife
etti ve çocuğu Abdullah diye isimledi."
124 Hz. Aişe (radıyallahu
anha): "Ey Allah'ın Rasûlü, dedim, arkadaşlarımdan her birisinin bir künyesi
var, (benim yok)". Dedi ki: "Oğlum Abdullah İbnu Zübeyr ile künyelen." Aişe,
"Ümmü Abdillah (Abdullah'ın annesi)" diye künye almıştı" Rezin merhum:
"Teyze anne gibidir" ilavesini kaydetmiştir.
125 Hz. Aişe
(radıyallahu anha): "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çirkin isimleri
değiştirirdi" buyurmuştur.
126 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Zeyneb Bintu Ebi Seleme'nin ismi Berre idi. "Nefsini tezkiye ediyor"
denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onu Zeyneb diye
isimlendirdi.
127 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Cüveyriye Bintu'l-Haris'in ismi Berre idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
"Berre'nin yanından çıktı" denmesini sevmiyordu.
128 Şureyh İbnu
Hani, (radıyallahu anh) babasından naklediyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam), kavmimin beni Ebu'l-Hakem diye künyelediklerini işitmişti. Beni
çağırtarak: "Hakem olan Allah'tır, hüküm de O'nadır, öyle ise, sen nasıl
Ebu'l-Hakem künyesini taşırsın?" dedi. Ben açıkladım: "Kavmim bir meselede
anlaşmazlığa düşünce bana gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da
verdiğim hükme razı olurlar." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bu ne güzel
şey?" buyurdu ve "Çocuklarından neler var?" diye sordu. Ben: "Şüreyh, Müslim,
Abdullah var" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "En büyüğü hangisi?"
dedi. "Şüreyh" dedim. "Öyleyse, buyurdu, sen Ebu
Şüreyh'sin"
129 Beşir İbnu Meymun, amcası Üsame İbnu Ahdari'den
rivayet ediyor: Ahdari diyor ki: "İsmi Asram olan bir adam vardı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ona: "İsmin nedir?" diye sordu. Adam Asram diye cevap
verdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Hayır sen Zür'a'sın"
buyurdu.
130 Said İbnu'l-Müseyyeb babası vasıtasıyla dedesinden
naklediyor: "Dedem, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğramıştı. İsmin ne?
diye sordu. "Hazn (sert yer)" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Hayır sen Sehl'sin" dedi. Müseyyeb: "Olamaz, babanın verdiği bir
ismi değiştiremem" dedi. İbnu'l-Müseyyeb ilave ediyor: "O günden sonra aramızda
kabalık devam etti gitti." Ebu Davud'un rivayetinde şöyle demiştir: "...
Hayır sehl ezilir ve hakir tutulur." Ebu Davud merhum der ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Asi, Aziz, Atele (şiddet, sertlik), Şeytan,
Hakem, Gurab (karga) Habbab, Şihab isimlerini değiştirdi. Şihab'ı Hişam, Harb'i
Silm (sulh), Muzdaci'ı (yatan) Münbais (kalkan) yaptı. Afire (çorak) adını
taşıyan bir araziyi de Hadire (yeşillik) diye, Şi'bu'd Dalalet'i (sapıklık
geçidi) Şi'bu'l-Hüda diye isimledi. Benu'z-Zinye'yi Benu'r-Rüşd olarak
değiştirdi."
131 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) diyor ki: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Asiye (isyankar, itaatsiz kadın) ismini
değiştirip Cemile (güzel kadın) yaptı.
132 Mesruk anlatıyor: "Hz.
Ömer'le karşılaştım. Bana "Sen kimsin?" diye sordu. "Mesruk İbnu'l-Ecda" dedim.
Dedi ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ecda şeytandır" dediğini
işittim."
133 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"el-Münzir İbnu Ebi Üseyd doğduğu zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
getirilmişti. Çocuğu kucağına aldı ve: "İsmi nedir?" diye sordu. "İsmi falandır"
diye ne konmuşsa söylendi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Hayır! bunun
ismi Münzir olacak" dedi ve o gün çocuğa Münzir ismini
koydu.
134 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Baki'de idi. Kulağına bir ses geldi: "Ey
Ebu'l-Kasım!" diyordu. Başını sese doğru çevirdi. Seslenen adam: "Ey Allah'ın
Resûlü seni kastedmedim, ben falancayı çağırdım" dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi
kendinize künye yapmayın!" buyurdu.
135 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Bizden birinin bir oğlu oldu. İsmini Kasım koydu. Kendisine:
"Sana Ebu'l-Kasım künyesini vermeyiz. Bu künye ile seni şereflendirip memnun
etmeyiz" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelerek durumu arzetti.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: "Oğlunun adı Abdurrahmandır"
dedi. Bir rivayette şu ziyade var: "İsmimi isim olarak koyun, fakat
künyemi künye yapmayın. Zira ben Kasım (taksim edici) kılındım. Aranızda taksim
ederim." Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim benim
ismimi almışsa, künyem ile künyelenmesin. Kim de künyem ile künyelenmişse,
ismimle isimlenmesin."
136 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, ben bir oğlan dünyaya getirdim.
Muhammed diye isim, Ebu'l-Kasım diye de künye verdim. Bana, sizin bu durumdan
hoşlanmadığınız söylendi, doğru mu?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "İsmimi helal, künyemi haram kılan şey de ne?" veya "Künyemi haram
kılıp ismimi helal kılan şey de ne?" diyerek
reddetti.
137 Muhammed İbnu'l-Hanife, babasından (Allah her
ikisinden de razı olsun) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
sordum: "Ey Allah'ın Resûlü, sizden sonra bir oğlum olduğu takdirde, sizin
isminizle isimlendirebilir, künyenizle de künyelendirebilir miyim, ne dersiniz?"
Bana "Evet" buyurdular.
138 İbnu Ömer (radıyallahu anhuma)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) çocuğa, doğumunun yedinci
gününde isim konmasını, yıkanarak pisliklerin temizlenmesini ve akika kurbanı
kesilmesini emir buyurdu."
139 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Yeni doğan çocuklar Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
getirilirdi. O da bunlara mübarek olmaları için dua eder, tahnikde
bulunurdu."
140 Ebu Rafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Fatıma
(radıyallahu anha) oğlu Hasan (radıyallahu anh)'ı doğurduğu zaman, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı kulağına ezan okurken gördüm." Rezin şu
ziyadeyi kaydeder: "Kulağına İhlas sûresini okudu, hurma ile tahnik etti ve
ismini koydu."
141 Yahya İbnu Said anlatıyor: "Hz. Ömer bir adama:
"İsmin nedir?" diye sordu. Adam "Cemre (kor)" dedi. "Kimin oğlusun?" diye tekrar
sordu. Adam: "İbnu Şihab (alev) deyince "Kimlerden?" dedi. Adam: "Hurakalardan."
"Eviniz nerede? diye sordu. "Harretu'n-Nar'da" cevabını alınca, "hangisinde?"
dedi. "Zatı Leza'da" cevabını alınca; Hz. Ömer (radıyallahu anh) "Ailene yetiş,
yanıyorlar!" dedi. Gerçekten durum aynen Hz. Ömer'in dediği
gibiydi"
7074 Abdullah İbnu Selam radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldiğimde ismim Abdullah İbnu
Selam değildi. Beni Resulullah aleyhissalatu vesselam Abdullah İbnu Selam diye
isimlendirdi."
7075 Hamza İbnu Suhayb radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Hz. Ömer, Suhayb radiyallahu anhuma'ya: "Senin Oğlan çocuğun
olmadığı halde niçin "Ebu Yahya" diye künye taşıyorsun?" diye sordu. Suhayb:
"Beni, Ebu Yahya diye Resulullah aleyhissalatu vesselam künyeledi"
dedi."
[TOP]
İSLAM
Kimlik alan
4472 Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslüman, yahudi
ve hıristiyanların meseli şuna benzer: Bir adam var, bir grub kimseyi ücretli
olarak tutmuş; kendisi için belli bir ücret mukabilinde, geceye kadar
çalıştırıyor. Bunlar gündüzün yarısına kadar çalışıp: "Bize şart
koştuğun ücrete ihtiyacımız yok. (Biz gideceğiz.) Şu ana kadar yaptığımız iş
için de para istemiyoruz" derler. Adam onlara: "Böyle yapmayın, işin
geri kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın!" diye rica eder.
Ancak onlar buna yanaşmazlar ve terkedip giderler. Adam onlardan
sonra işi için başkalarını ücretle tutar. Onlara: "Şu gününüzü
tamamlayın, öncekilere vaadettiğim ücreti size tam olarak vereyim!" der. Bunlar
ikindi vaktine kadar çalışırlar. O zaman: "İşin senin olsun,
yaptığımız çalışmanın ücretini de istemiyoruz. (Çalışmayı terkediyoruz)!"
derler. Adam onlara da: "İşinizin geri kısmını tamamlayın, şurada az
bir zamanınız kaldı" diye rica eder, ancak onlar dinlemeyip giderler. Adam geri
kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda
çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda güneş
batıncaya kadar çalışırlar ve önceki iki grubun ücretini de alırlar. İşte bu,
onların ve bu nurdan kabul ettikleri miktarın
meselidir."
4473 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden önce
geçen ümmetlere nazaran sizin bekanız, ikindi vakti ile güneşin batması
arasındaki müddet gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi, onlar gün ortasına
kadar onunla amel ettiler. Daha fazla devam etmekten aciz kaldılar. Onlara kirat
kirat ücretleri verildi. Sonra Ehl-i İncil'e İncil verildi. Onlar da ikindi
namazına kadar çalıştılar. O zaman onlar da aciz kaldılar, kirat kirat onlara da
ücretleri verildi. Bize ücretimiz ikişer kirat, ikişer kirat verildi. İki kitap
mensupları: "Ey Rabbimiz, sen bunlara ikişer kirat, ikişer kirat
olarak verdin. Halbuki bize birer kirat, birer kirat vermiştin. Halbuki biz,
amel yönüyle onlardan ileriyiz!" dediler. Allah Teala Hazretleri:
"Ben ücretlerinizde bir haksızlık yaptım mı?" buyurdu. Onlar "Hayır!"
dediler. "Öyleyse, bu benim lütfumdur, onu ben dilediğime veririm"
buyurdu."
4474 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında bir cenaze geçti. Oradakiler, cenaze hakkında
hayırlı senada bulundular. Aleyhissalatu vesselam: "Vacib oldu!
(Vacib oldu! Vacib oldu!)" buyurdular. Sonra bir cenaze daha geçti. Bunu kötü
sözlerle yadettiler. Resûlullah yine: "Vacib oldu!" buyurdular. Hz. Ömer
radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resûlü! Vacib olan nedir?" diye
sordu. "Öncekini hayırla yadettiniz ona cennet vacib oldu.
İkincisini kötülükle yadettiniz ona da cehennem vacib oldu. Sizler Allah'ın
yeryüzündeki şahidlerisiniz!" buyurdu."
4475 Huzeyfe radıyallahu
anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri, bizden öncekileri cum'ayı bulma işinde şaşırttı. Bu
sebeple cumartesi yahudilerin, pazar günü de hıristiyanların oldu. Allah Teala
hazretleri bizi yarattı ve bizlere cuma gününü bulma hususunda hidayet nasib
etti: Cumayı da, cumartesiyi de, pazarı da (ibadet günleri) kıldı. Onlar Kıyamet
günü de bize tabidirler. Biz, dünya ehli arasında sonuncusuyuz, fakat Kıyamet
günü birinciler olacağız ve bütün mahlûkattan önce hesapları görülüp
bitirilecekler olacağız."
4476 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü Aziz ve Celil olan Allah: "Ey Adem!" diye seslenir.
Adem: "Ey Rabbim buyur, emrindeyim, bütün hayırlar senin elindedir!"
der. Şöyle bir nidada bulunulur: "Allah sana, cehennem hey'etini
çıkarmanı emrediyor!" Adem sorar: "Ey Rabbim, cehennem hey'eti ne
kadardır?" "Her binden dokuzyüzdoksandokuzu!" İşte
"hamilelerin çocuğunu düşürdüğü, çocukların ihtiyarladığı, insanların sarhoş
olmadıkları halde, azabın şiddetinden sarhoşa döneceklerini göreceğin zaman bu
zamandır." Bu haber Ashab'a çok ağır geldi. Öyle ki yüzlerinin rengi
değişti. "Ey Allah'ın Resûlü! dediler, bu binde bir içine hangimiz
gireceğiz?" "Ye'cüc ve Me'cüc'dan binde dokuzyüzdoksandokuz, sizden
ise bir olacak. Şunu da bilin: Siz insanlar arasında, beyaz bir öküzde siyah bir
kıl veya siyah bir öküzde beyaz bir kıl durumundasınız."
4477 Ebu
Ümame radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Rabbim bana, ümmetimden yetmişbin kişiyi hesab ve ceza
olmaksızın cennete koymayı vaadetti. Her bin ile birlikte yetmişbin ve Rabbimin
avucuyla üç avuç daha."
4478 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimin cennete gireceği kapının genişliği, iyi bir atlının üç (gün veya yıl)
yürüme mesafesidir. Onlar (cennet ehli) kapıdan girerken sıkışırlar da omuzları
ezilecek hale gelir."
4479 Tirmizi'nin bir diğer rivayetinde
Büreyde radıyallahu anh ("Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü)
nakleder: "Cennet ehli yüzyirmi saftır. Bunlardan seksen safı bu ümmetten, kırk
safı da diğer ümmetlerdendir."
4480 Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir yahudi veya hıristiyanı
cehenneme koyar."
4481 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "İmtina edenler hariç, bütün
ümmetim cennete girecektir!" buyurmuşlardı. "İmtina edenler de kim?"
dediler. "Kim bana itaat ederse cennete girer, kim asi olur (itaat
etmezse) o imtina etmiş demektir!" buyurdular."
4482 Ebu Malik
el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah sizi üç hasletten himaye etti: "Hepinizi helak
edecek olan peygamberinizin bedduasından, batıl ehlinin hak ehline (nurunu
söndürecek kesin) bir galebesinden, dalalet üzerine
birleşmenizden."
4483 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şu ümmetim
rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır. Onun
azabı dünyadadır: Fitneler, zelzeleler ve katl."
4484 Yine Ebu
Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah Teala Hazretleri (şu ayetle) ümmetim için bana iki eman
indirdi: 1. Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumi bir)
azab vermeyecektir. 2. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah
onlara azab vermeyecektir" (Enfal 33). Ben aralarından ayrıldım mı,
(Allah'ın azabını önleyecek ikinci eman olan) istiğfarı Kıyamete kadar
aralarında bırakıyorum."
4485 Amir İbnu Sa'd babası radıyallahu
anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam Beni Muaviye
Mescidine girdi. Orada iki rek'at namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık.
Sonra Rabbine uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Dedi ki:
"Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden
ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi.
Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi.
Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri
çevrildi."
4486 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden (alim, şehid,
salih) bazıları var; bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder,
bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder;
bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini
sağlar."
4487 Rezin şunu ilave etmiştir: "Şefaatim, ümmetimden
büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir.
Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve
ona: "Benim için şefaat etmeyecek misin?" der. Adam:
"Sen de kimsin?" diye sorunca: "Ben sana falan falan gün su
içirmedim mi?" der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte
bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider."
4488 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, ahiri mi daha hayırlıdır
bilinemez."
4489 Hz. Muğire radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir
grup, (hak üzerine) galip olmaktan hiç geri kalmaz. Allah'ın emri (Kıyamet)
gelince de onlar galibtir." Buhari: "Bu grup, alimlerdir"
demiştir.
4490 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ehl-i garb hak
üzere galib olmaya, kıyamet kopuncaya kadar devam
ederler."
4491 Muaviye İbnu Kurre, babası radıyallahu anh'tan
naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şam (Suriye) halkı fesada uğradımı artık (orada) sizin için hayır yoktur.
Ümmetimden bir grup, Kıyamet kopuncaya kadar, mansur (Allah'ın yardımına mazhar)
olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar
veremiyecekler." Ali İbnu'l-Medini: "Bunlar hadis ashabıdır"
demiştir.
4492 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir
grup (taife), hak üzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine meydan
okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal'le
de savaşırlar."
4493 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim içinde
beni en çok sevenlerden bir kısmı benden sonra gelenler arasından olacak:
Mallarını ve ailelerini feda pahasına, beni görmeyi arzu
edecekler."
4494 Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet gününde,
ümmetimin (iki alameti olacak: Biri) secde sebebiyle alnındaki parlaklık,
(diğeri de) abdest sebebiyle kollarındaki parlaklıktır."
4495 Ebu
Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah bir ümmete rahmet diledi mi, peygamberlerini
kendilerinden önce kabzeder ve onu ümmete bir öncü ve hazırlayıcı yapar. Bir
ümmetin helakini de diledi mi, onları peygamberleri hayatta iken cezalandırır da
onun gözünün önünde onları helak eder. Böylece, o ümmetin, -inkar ve tekzibleri
sebebiyle- helakleriyle peygamberin içi rahatlar."
[TOP]
İTİKAF,İHYAUL MEVAT
Kimlik alan
104 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sahibi olmayan bir araziyi
kim ihya ederse, bu araziyi herkesten ziyade o hak kazanır." Urvetu'bnu Zübeyr
"Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife iken bu hadisin hükmünü tatbik etti"
dedi.
105 Urvetu'bnu Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim ölü bir araziyi ihya
ederse, burası onun olur. Başkasının arazisine izinsiz ağaç dikene hiçbir hak
tanınmaz. Ebu Davud'da şu ziyade var: Urve (radıyallahu anh) dedi ki:
"Şehadet ederim ki, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şuna hükmetti: Arz,
Allah'ın arzıdır, insanlar da Allah'ın kullarıdır. Kim bir ölü araziyi (mevat)
ihya ederse, bu yere, o, herkesten ziyade hak sahibi olur. Bu hükmü Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'dan bize, ondan namazı getirenler
getirdi."
106 Urve (radıyallahu anh) dedi ki: "Bana bu hadisi
rivayet eden kimse şunu da anlattı: İki kişi Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e müracaat ederek aralarındaki ihtilafı arzettiler: Bunlardan biri,
diğerinin arazisine hurma ağacı dikmişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Tarla, eski sahibine aittir, ağaç diken de diktiklerini tarladan söksün" diye
hükmetti. Ben ağaçların köklerine baltalarla vurulduğunu gördüm. Ağaçlar boylu
boslu tam haldeydiler, hepsi de tarladan
söküldüler."
107 Semuratu'bnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dedi ki: "Mevat (ölü) bir araziyi kim bir
duvarla çevrelerse, burası onun olur." Rezin, Said İbnu Zeyd (radıyallahu
anh)'den şu ziyadeyi kaydetti: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dedi ki:
"Sahibi bir arazinin bakımından aciz kalarak helak olmaya terkedince biri gelip
bu araziyi ihya ederse, arazi kendinin olur."
[TOP]
İTİKAF
Kimlik alan
96 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edinceye kadar Ramazan'ın son on
gününde itikafa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini Ramazan'ın son on gününde
arayın". Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan sonra, zevceleri de itikafa
girdiler." Bir başka rivayette şöyle denir: Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) her Ramazan'da itikafa girerdi. Akşam namazını kılar kılmaz itikaf
mahaline gelirdi. Ravi der ki: Bir gün Hz. Aişe de itikaf için izin istedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) izin verdi. Mescidin içinde itikaf için bir
çadır kuruldu. Bunu Hafsa validemiz (radıyallahu anha) işitti, O'nun için de bir
çadır kuruldu. Arkadan Zeyneb (radıyallahu anha) validemiz için de bir çadır
kuruldu. Sabah olup da Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hücresinden çıkınca
dört çadır kurulduğunu görür ve "Bunlar da ne?" diye sorar. Durum haber
verilince: "Onları bu işe sevkeden şey nedir, Allah'ın rızasını kazandıracak bir
amel düşüncesi mi? Hayır! Derhal kaldırın, gözüm görmesin!" emretti. Çadırlar
kaldırıldı. O Ramazan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'da itikafı terketti.
Şevval'in son onunda itikafa girdi." Bir diğer rivayette şöyle
denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çadırların kaldırılmasını emretti.
Derhal yıkıldılar. O yıl itikafa girmeyi Ramazan'da terketti, Şevval ayının ilk
onunda yerine getirdi."
97 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte Ramazan'ın orta on
gününde i'tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize)
taşıdık. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (bir hutbe irad etti ve) sonra şunu
söyledi: "İtikafa girmiş olanlar, itikaf mahallerine dönsünler. Zira bu gece
bana Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz,
son onda ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde
secde eder gördüm." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) itikaf mahalline
dönünce, o günün sonuna doğru hava bozdu. Mescid o sıralarda (üzeri dallarla
örtülmüş) çardak şeklindeydi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in burnu ve
burun yumuşağı üzerinde su ve çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece
idi."
98 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) her Ramazanda on gün i'tikafa girerdi. Vefat ettiği
yılda ise yirmi gün i'tikafa girdi."
99 Enes ve Ubey İbnu Ka'b
(radıyallahu anh) anlatıyorlar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
Ramazan'ın son on gününde itikafa girerlerdi. Fakat bir sene (seferde olduğu
için) itikafa girmedi, müteakip yıl yirmi gün itikaf
yaptı."
100 Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre, "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) mescitte itikafda olduğu sırada, kendisi de
hayızken, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın saçlarını taramıştır. Bu
hizmeti yaparken kendisi odasından ayrılmamış; Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) başını ona uzatmıştır. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) itikafta
iken, (büyük veya küçük abdest bozmak gibi) zaruri bir ihtiyaç olmadıkça odaya
girmezdi." Ebu Davud'da şu ziyade var: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
itikafda iken hastaya uğrar, oyalanmadan halini sorar geçerdi. Hz. Aişe buyurdu
ki: "Aslında, mûtekif için sünnet olanı, hasta ziyaretine gitmemesi, cenaze
merasimine katılmaması, kadına temas etmemesi, kadının tenine tenini
değedirmemesi, zaruri ihtiyaç dışında da itikaf yoktur."
101 Yine
Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'ın
zevcelerinden biri, müstehaza haliyle Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la
birlikte itikafa girdi. Öyle ki, kadın, kanı ve elbisesinde sarı lekeyi de
görüyor bu halde de namaz kılıyordu. Kanın şiddetli akması halinde (kirletmeyi
önlemek için) altına leğen koyduğu oluyordu."
102 Ali
İbnu'l-Hüseyn anlatıyor: Safiyye (radıyallahu anha) buyurdu ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) itikafta iken ziyaret maksadıyla geceleyin yanına
uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere
de o kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki, Ensar'dan iki kişi oradan geçiyordu. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i görünce hızlandılar. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Ağır olun dedi, şu yanımdaki Huyey'in kızı
Safiyye'dir." Onlar: "Subhanallah, dediler bu da ne demek ey Allah'ın Resûlu"
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Şeytan, insana, damarlardaki kan gibi
nüfuz eder. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım"
buyurdu."
103 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam Ömer
(radıyallahu anh) cahiliye devrinde iken geceleyi itikafa girmek üzere
nezretmişti (adamıştı). -Hatta Mescid-i Haram'da bir gün itikaf yapmayı adamıştı
diye de rivayet edilir- Durumu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den sordu.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) "Nezrini yerine getir"
buyurdu."
[TOP]
İYİ SIFATLARIYLA ANMA
Kimlik alan
7260 Ebu Züheyr es-Sakafi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize, Nebavet veya Benavet'te
-ravi dedi ki: Benave, Taif'te bir yerdir- hitapta bulundu ve dedi ki: "Cennet
ehlini cehennem ehlinden tefrik edip bileceğiniz zaman yakındır." Ashab: "Ne ile
bileceğiz ey Allah'ın Resülü?" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
açıkladı: "(Kişiler hakkında yapacağınız iyilikle anma ve kötülükle
anma suretiyle, sizler, birbirinize karşı Allah'ın şahitlerisiniz, (sizin
hayırla yadettikleriniz cennetliktir, zemmederek, kötülüyerek andıklarınız da
cehennemliktir)."
7261 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Yaptığım işin iyilik
veya kötülük olduğunu nasıl anlayabilirim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Komşunun "iyi yaptın!" dediğini işitirsen iyilik yaptın demektir. Eğer "kötülük
yaptın!" dediklerini işitirsen, kötülük yaptın demektir"
buyurdular."
7262 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennetlik kişi o kimsedir ki,
Allah kulağını hakkında halkın hayırlı övgüleriyle doldurmuştur, kendisi de
hayırla yadedildiğini işitir. Cehennemlik olan da, kendi kulakları, halkın
hakkındaki kötü anmalarıyla dolan ve bunu bizzat işiten
kimsedir."
[TOP]
KADER
Kimlik alan
4795 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kul, hayrıyla,
şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi
atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını
bilmedikçe iman etmiş olmaz."
4796 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu
anh oğluna ölümü sırasında demiştir ki: "Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin
asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen,
imannın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah'ın ilk yarattığı şey
kalemdir. Kalemi yarattı ve: "Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!"
dedi." "Oğulcuğum, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan şunu da
işittim: "Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden
değildir."
4797 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi
ve: "Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular.
Cevaben: "Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi
istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek: "Bu
Rabbülalemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri
mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve
sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan
eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular.
Sonra sol elindekini göstererek: "Bu da Rabbülalemin'den bir
kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve
kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmallerini yapmıştır. Bunlara asla
ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı
sordu: "Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her
şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir
daha yapma gayreti de niye)?" Resûlullah şu cevabı
verdi: "Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali
koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır;
(daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de
cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa
olsun!" Resûlullah aleyhissalatu vesselam, sonra elindeki kitapları
atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki: "Rabbiniz kullardan artık
fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da
cehennemliktir."
4798 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir
cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da idik. Derken yanımıza Resûlullah
aleyhissalatu vesselam çıkageldi ve oturdu. Biz de etrafında (halka yapıp)
oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı.
Sonra: "Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri
yazılmamış olsun!" buyurdular. Cemaat: "Ey Allah'ın Resûlü, dedi.
Öyleyse hakkımızda yazılana itimad edip ona dayanmayalım mı?"
"Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik
olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da
şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!" Sonra şu ayeti
tilavet buyurdular. (Mealen): "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en
güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız"
(Leyl 5-7).
4799 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Süraka İbnu
Malik İbnu Cu'şem radıyallahu anh gelerek sordu: "Ey Allah'ın
Resûlü! Bize dinimizi açıkla. Sanki yeni yaratılmış gibiyiz. Şimdi amel ne
husustadır: Kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği şeylerde mi, yoksa
istikbale ait şeylerde mi çalışacağız?" "Hayır (istikbale ait
şeylerde değil). Bilakis kalemlerin kuruduğu, miktarların cereyan ettiği
(kesinleştiği) hususta!" buyurdular. Süraka tekrar: "Öyleyse niye
amel edelim (boşa zahmet çekelim)?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir! Herkes,
(yazıldığı) ameliyle amil olacaktır!" buyurdular."
4800 İbnu
Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Sadık ve Masdûk olan Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Sizden birinin yaratılışı, annesinin
karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka" olur. Sonra bu
kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu
melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh
üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zata yemin olsun, sizden biri, (hayatı
boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında
bir ziralık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin
ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca)
cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe
kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete
girer." Rezin şu ziyadede bulundu: "(Resûlullah) şunu da buyurdular:
"Nutfe düştü mü, kırk gün rahimde uçar. Sonra kırk günde alaka olur. Sonra
kırkgünde mudga olur. Bir nefis olarak yaratılma safhasına gelince, Allah onu
tasfir edecek (şekillendirecek) bir melek gönderir. Melek iki parmağının
arasında toprak olduğu halde gelir. Onu mudgaya karıştırır. Sonra onu yoğurur,
sonra da emredildiği üzere onu tasvir eder."
4801 Amr İbnu Vasıla
anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ûd radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti ki: "Şaki,
annesinin karnında iken şaki olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu
işittikten sonra) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabından Huzeyfe denen
zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu: "Kişi
amelsiz nasıl şaki olur?" Huzeyfe radıyallahu anh: "Buna hayret mi
ediyorsun? Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim:" "Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırkiki gece geçti mi,
Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir;
işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek
sorar: "Ey Rabbim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini
hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar: "Ey Rabbim! Eceli nedir?"
Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar: "Ey
Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek
elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de
eksilir."
4802 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün) aramızda doğrulup: "(Hastalık
nev'inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!" buyurmuşlardı ki bir
bedevi: "Ey Allah'ın Resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne, kuyruğu
ile haşefesini uyuzlamış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Pekala, birincisini kim uyuzladı? Ne
sirayet, ne safer (inancınızda hakikat) vardır. Şurası muhakkak ki, Allah her
nefsi yaratmış, onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı musibetlerini
yazmıştır."
4803 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Allah Teala hazretleri bir kulun
hayrını diledi mi onu istimal eder!" buyurmuştu. Kendisine: "Onu nasıl istimal
eder?" diye soruldu. "Ölümden önce salih amel işlemede muvaffak
kılar!" buyurdu."
4804 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi vardır, uzun
müddet cennet ehlinin amelini işler, sonra da ameli cehennem ehlinin ameliyle
hitam bulur. Yine kişi vardır, uzun müddet cehennem ehlinin ameliyle amel eder
de sonunda cennet ehlinin ameliyle hitam bulur."
4805 İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık
içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan serpti. Bu nur, kimlere isabet
ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse sapıttılar. Bu sebeple
diyorum ki: "Kalem, Allah Teala'nın ilmi hususunda
kurumuştur."
4806 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ademoğlunun saadet (sebepleri)nden biri de Allah Teala'nın hükmettiğine rıza
göstermesidir. Şekavet (sebepleri)nden biri de Allah Teala'ya istihareyi
terketmesidir. Keza şekavet (sebepleri) nden bir diğeri de Allah'ın hükmettiğine
razı olmamasıdır."
4807 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kuvvetli mü'min,
Allah nazarında zayıf mü'minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her
ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster.
Allah'tan yardım dile, acz izhar etme. Bir musibet başına gelirse: "Eğer şöyle
yapsaydım bu başıma gelmezdi!" deme. "Allah takdir etmiştir. Onun dilediği
olur!" de! Zira "eğer" kelimesi şeytan işine kapı açar."
4808 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet
kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Sen
Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali
yarattığını bilmiyor musun?" buyurdular."
4809 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan müşriklerin
çocukları hakkında sorulmuştu. "Allah onları yarattığı zaman ne
yapacaklarını iyi biliyordu!" buyurdular."
4810 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Hz. Adem ve Musa aleyhimasselam münakaşa ettiler. Musa,
Adem'e: "İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran ve onları
şekavete (bedbahtlığa) atan sensin değil mi!" dedi. Adem de Musa'ya:
"Sen, Allah'ın risalet vermek suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar
kıldığı kimse ol da, daha yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah'ın bana yazdığı
bir işten dolayı beni ayıplamaya kalk (bu olacak şey değil)!" diye cevap verdi."
Resûlullah devamla dedi ki: "Hz. Adem Musa'yı ilzam
etti!"
4811 Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Musa
aleyhisselam: "Ey Rabbim! Bizi ve kendisini cennetten çıkaran Adem'i bize bir
göster!" diye niyazda bulundu. Hak Teala ve Tekaddes hazretleri de babası Adem
aleyhisselam'ı ona gösterdi. Bunun üzerine Hz. Musa: "Sen babamız
Adem misin?" dedi. Adem: "Evet!" deyince: "Yani sen, Allah'ın kendi
ruhundan üflediği kimsesin. Sana bütün isimleri öğretti, meleklere emretti ve
onlar da sana secde ettiler öyle değil mi?" diye sordu. Adem yine: "Evet!" dedi.
Hz. Musa sormaya devam etti: "Öyleyse sen niye bizi ve kendini
cennetten çıkardın?" Bu soru üzerine Hz. Adem: "Sen
kimsin?" dedi. O: "Ben Musa'yım!" deyince: "Yani sen, Allah'ın
risalet vererek mümtaz kıldığı kimsesin. Sen Beni İsrail'in peygamberi, perde
gerisinde Allah'ın konuştuğu kimsesin. Allah seninle kendi arasına mahlukatından
bir elçi de koymadı değil mi?" dedi. Hz. Musa "Evet!" deyince; Hz.
Adem: "Öyleyse sen, (bu söylediğin şeyin) ben yaratılmazdan önce
Allah'ın (kader) kitabında yazılmış olduğunu görmedin mi?" dedi. Hz. Musa
"Evet!" deyince: "Öyleyse Allah'ın kazası (hükmü) benden önce
cereyan etmiş bir şey hakkında beni niye levmediyorsun?" dedi."
Aleyhissalatu vesselam, devamla: "Hz. Adem, Musa'yı ilzam etti. Hz.
Adem Musa'yı ilzam etti. Hz. Adem, Musa aleyhimesselam'ı ilzam etti"
buyurdular."
4812 Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her ümmetin mecusileri
vardır. Bu ümmetin mecusileri "kader yoktur!" diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse
cenazelerinde hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette
bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek Allah üzerine
bir haktır."
4813 Ebu Davud'un İbnu Ömer'den gelen merfu bir
rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kaderiye fırkası, bu ümmetin
mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine
katılmayın."
4814 Yine Ebu Davud'da İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'dan gelen merfu bir rivayette: "Kader ehli ile düşüp
kalkmayın, onlara dava açmayın" buyurulmuştur..."
4815 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam'dan nasipleri
yoktur: Mürcie ve Kaderiye."
4816 Nafi rahimehullah anlatıyor:
"Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelerek: "Falan kimse sana
selam ediyor!" diyerek, Şamlı birisinden selam getirdi. İbnu Ömer radıyallahu
anhüma: "Bana ulaştığına göre, o kimse kaderi inkar ediyormuş. Eğer
o böyle bir bid'a fikre saplandı ise, sakın ona benden selam söyleme! Zira ben,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim: "Bu ümmette hasf (yere
batırma), mesh (suret değişmesi) (ve kazf= (taş yağması) olacak. Bu musibetler
kaderi inkar edenlere gelecek."
4817 İbnu Amr İbni'l-As
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah mahlukatın miktarlarını, semavat ve Arzı yaratmazdan
ellibin sene evvel, Arşı da su üzerinde iken yazdı."
4818 Ebu Azze
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah bir kulunun
bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye
dedi- muhtaç kılar."
4819 İmam Malik'e ulaştığına göre, İyas İbnu
Muaviye'ye, "Kader hakkında fikrin nedir?" diye sorulmuş da o şu
cevabı vermiştir: "(Benim fikrim) kızımın fikridir!" Bu sözle, onun
sırrını ancak Allah'ın bildiğini söylemek istemiştir. İyas, anlayışta darb-ı
mesel olmuştu. (Bir gün) bir adam ona kader hakkında sordu: "Kadere
inanmıyor musun?" dedi. Adam: "Elbette inanıyorum!"
deyince: "Bu kadarı sana yeter! (Fazlası senin için malayanidir).
Zira Ali İbnu Hüseyin, babası (Hz. Ali İbnu Ebi Talib) radıyallahu anhüma'dan
bana nakletti ki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
buyurmuşlardır: "Kişinin malayani şeyleri terketmesi, onun
müslümanlığının güzelliğindendir!" Yine ona ulaştığına göre
Lokman'a: "Sende gördüğümüz (bu fazilet)in sebebi nedir?" diye sorulunca şu
cevabı vermiştir: "Emaneti eda, doğru söz ve beni ilgilendirmeyen
şeyleri terketmem!" Rezin tahric etmiştir. (Rivayette geçen "Kişinin
malayaniyi terketmesi İslam'ının güzelliğindendir" şeklindeki Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın bu sözü şu kaynaklarda geçer: Muvatta, Hüsnü Hulk 3,
(2, 903); Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); İbnu Mace, Fiten 12, (2976); Rivayetin
sonundaki "Yine ona ulaştığına göre Lokman'a..." kısmı da,
Muvatta'da
[TOP]
KADININ HAKKI
Kimlik alan
3276 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun,
zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri
yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan
eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayarhah olun."
3277 Amr
İbnu'I-Ahvas (radıyalİahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda
esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki
onlar açık bir çirkinlik işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve
şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye
bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın
da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı
istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır.
Bilesiniz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde
iyi davranmanızdır.''
3278 Hakim İbnu Mu'aviye babası Mu'aviye
(radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! dedim, bizden her biri
üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?'' "Kendin yiyince ona da yedirmen,
giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbih etmemen, evin içi hariç
onu terk etmemen."
[TOP]
KADININI YOLCULUĞU
Kimlik alan
2169 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allaha ve ahiret gününe
inanan bir kadına, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yanında bir
mahremi olmadıkça gitmesi helal değildir."
2170 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Bir erkek, yanında mahremi bulunmayan (yabancı) bir kadınla yalnız
kalmasın!" Bunun üzerine bir adam kalkarak: "Ey Allah'ın Resülü,
kadınım hacc için yola çıktı, ben ise falan falan gazvelere yazıldım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse git hanımına yetiş, onunla hacc yap!" diye
emretti."
[TOP]
KANAAT
Kimlik alan
4820 Ubeydullah İbnu Mihsan el-Hutami
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük
yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur."
4821 Hz.
Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur: İkamet
edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız ekmek ve
su."
4822 Fudale İbnu Ubeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İslam hidayeti nasip edilen
ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne
mutlu!"
4823 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Ensar
radıyallahu anhüm'den bazı kimseler, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir
şeyler talep ettiler. Aleyhissalatu vesselam da istediklerini verdi. Sonra
tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o
istediklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle
buyurdular: "Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim
için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli
kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa
Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir
ihsanda bulunulmamıştır." Rezin rahimehullah şu ziyadede bulunmuştur:
"İslam'a girip, yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın
kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir."
4824 Ebu
Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ey ademoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin
için daha hayırlıdır, kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefaf (yeterli
miktar) sebebiyle levm edilmezsin. (Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan
başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha
hayırlıdır."
4825 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Siz Allah'a hakkıyla tevekkül
edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı:
Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."
4826 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilakis zenginlik göz
tokluğuyladır."
4827 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Hakiki) fakir,
kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri
çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey
bulamayan ve halini anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna
rağmen) kalkıp halktan birşey istemeyen kimsedir."
4828 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana
bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak,
Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir." Rezin
bir rivayette şu ziyadede bulundu: "Avn İbnu Abdillah İbnu Utbe rahimehullah
dedi ki: "Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O zaman benden daha heveslisi
yoktu. Bir binek görsem benimkinden daha iyi görürdüm; bir elbiseye baksam,
benimkinden daha iyi olduğuna hükmederdim. Ne zaman ki bu hadisi işittim,
fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim."
4829 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde
Allah'a kavuşur."
4830 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü cırmalamış olur. Öyle
ise, dileyen (hayasını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu
terketsin. Şu var ki, kişi, zaruri olan (şeyleri) iktidar sahibinden
istemelidir."
4831 Aiz İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir şeyler istedi. Aleyhissalatu
vesselam da verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz,
Aleyhissalatu vesselam: "Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz
kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!"
buyurdular."
4832 Hz. Zübeyr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin iplerini
alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için,
insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de
vermeseler de."
4833 Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Cenneti garanti etmem
mukabilinde, insanlardan hiçbir şey istememeyi kim garanti edecek?" buyurdular.
Sevban radıyallahu anh atılıp: "Ben, (Ey Allah'ın Resûlü!)" dedi.
Sevban (bundan böyle) hiç kimseden bir şey istemezdi."
4834 Hz.
Muaviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İstemede ısrar etmeyin. Vallahi, kim benden bir şey ister, ben
ona vermek arzu etmediğim halde, ısrarı (sebebiyle) bir şey kopartırsa, verdiğim
o şeyin bereketini görmez."
4835 İbnu'l-Firasi'nin anlattığına
göre, babası radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resûlü! (İhtiyacımı başkasından)
isteyeyim mi?" diye sormuş, Aleyhissalatu vesselam da: "Hayır,
isteme! Ancak istemek zorunda kalmışsan, bari salihlerden iste!"
buyurmuşlardır."
4836 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, kendisini
müstağni kılacak miktarda malı olduğu halde isterse, Kıyamet günü, istediği şey
suratında bir tırmalama veya soyulma veya ısırma yarası olarak gelir!" Yanında
bulunanlar: "Kişiyi müstağni kılan (miktar) nedir?" diye
sordular. "Kırk dirhem altın veya o kıymette bir başka şey!"
buyurdular."
4837 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim (malını
artırmak için) insanlardan dilenirse, o mutlak surette ateş talep etmiş olur.
Öyleyse ister azla yetinsin isterse çoğaltmayı istesin, (artık kendisi
bilir)!"
4838 Kabisa İbnu Muharik radıyallahu anh anlatıyor: "Sulh
için diyet (hamale) ödemeyi kabullenmiştim. Bu hususta yardım istemek için
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı aradım ve karşılaştık. (Meseleyi
açınca): "Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da
verilmesini emrederim" buyurdular. Sonra da: "ey Kabisa! İstemek, üç
kişi dışında hiç kimseye helal olmaz: -Sulh diyeti (hamale)
kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı buluncaya kadar, istemesi helaldir. Ama
o miktara ulaşınca, artık istemez. -Afete uğrayıp malını kaybeden
kimse. Buna da maişetini temin edecek miktarı elde edinceye kadar istemesi
helaldir. -Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç kişi,
"Falancaya fakirlik isabet etti" diye ittifak ederlerse, geçimine yetecek
miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir. Bunlar dışında istemek, ey Kabisa
haramdır."
4839 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ensari bir
zat gelip Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan birşeyler istemişti.
"Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam: "Evet, dedi. Bir
çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp, bir kısmını da yaygı olarak yere seriyoruz!
Bir de su içtiğimiz kabımız var." "Onları bana getir!" diye
emrettiler. Adam gidip getirdi. Aleyhissalatu vesselam eşyaları eline
alıp: "Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir
adam: "Ben bir dirheme satın alıyorum" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Bir dirhemden fazla veren yok mu?" dedi ve
iki üç sefer tekrarlayarak (açık artırmaya çıkardı). Orada bulunan bir
adam: "Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi. Aleyhissalatu vesselam
eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensari'ye verdi ve: "Bunun
biriyle ailen için yiyecek al, aline ver. Diğeriyle de bir balta al bana getir!"
buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, ona eliyle bir saplık geçirdi. Sonra: "Git, odun eyle, sat
ve onbeş gün bana gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi.
Bu esnada on dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da
yiyecek satın almıştı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bak, bu
senin için, Kıyamet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!"
buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: "Dilenmek, sersefil, fakra
düşmüş veya rüsvay edici borca batmış veya elem verici kana bulaşmış insanlar
dışında, kimseye caiz değildir."
4840 Habeşi İbnu Cünade es-Selûli
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Arafat'ta vakfede
iken bir bedevi gelerek ridasının bir ucundan tutup, ondan bunu istedi.
Aleyhissalatu vesselam da onu ona verdi. Adam ridayı beraberinde alıp gitti. Tam
o sırada dilenmek haram kılındı. bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "Sadaka zengine helal değildir; sağlığı yerinde güç kuvvet
sahibine de helal değildir. O, sersefil edici, fakre düşen, haysiyeti kırıcı
borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler dışında hiç kimseye helal
değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara el açarsa, bu, Kıyamet
günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde yiyeceği kızgın taşlara
dönüşür. Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin, dileyen de çoğaltmaya
çalışsın." Rezin merhum şu ziyadede bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda
bulunurum. Adam da onu koltuğunun altına koyarak alıp gider veya yiyip midesine
indirir. Halbuki bu, (eğer layık değilse) o adam için ateşten başka bir şey
değildir." Resûlullah'ın bu sözü üzerine Hz. Ömer radıyallahu
anh: "Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye
veriyorsunuz?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Allah benim
cimri olmamı kabul etmedi, insanlar da benden istememeyi kabul etmedi!" cevabını
verdi. Orada bulunanlar: "Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?"
diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Sabah veya akşam yetecek kadar
yiyecektir!" buyurdular."
4841 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
kendisine gelen bir fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak
dilenmeye kalkarsa), onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o
da bunu Allah'a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat
eder."
4842 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanların en şerlisi, "Allah
rızası için" diyerek dilenip de, istediği verilmeyen kimsedir." İbnu
Abbas derdi ki: "Allah rızası için" diyerek istekte bulunmayın. Bu tabiri sadece
Allah'tan isterken kullanın:"
4843 Hz. Ali radıyallahu anh'tan
anlatıldığına göre, Arafe günü (dilenerek) insanlardan (sadaka) isteyen bir adam
görür ve: "Yani şu günde, şu yerde Allah'tan başkasından mı
istiyorsun?" der ve adama çubuğunu vurur."
4844 Hz. Ömer
radıyallahu anh şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Bilin ki
tamahkarlık fakirliktir, yeis (tamahkar olmamak) zenginliktir. Kişi bir şeye
tamah göstermezse ondan müstağni olur."
4845 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (zaman zaman) bana ihsanda bulunuyordu. (Her
seferinde ben): "(Ey Allah'ın Resûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç
olan birine verseniz!" diyordum. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
da: "Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda
olmadığın halde gelen birşey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl,
malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta)
olmayan mala nefsini bağlama!" buyurdular." (Hadisi İbnu Ömer'den
rivayet eden) Salim der ki: "Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey
istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da
reddetmezdi."
4846 Amr İbnu Tağlib anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a bir mal -veya bir şey- getirilmişti. Hemen onu taksim
edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi, birkısmınna vermedi.
Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu yaptıkları
kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere
doğruldu). Allah'a hamd ve sena ettikten sonra: "Sadede gelince;
vallahi ben, birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak)
vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben birkısım
insanlara, kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir
kısmını da, Allah Teala'nın kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra
havale eder (ve onlara bir şey vermem). "Vallahi, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın (hakkımda telaffuz buyurduğu) bu kelamına bedel
kırmızı develerim olsaydı bu kadar sevinmezdim."
7222 Hz.Enes
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"kıyamet günü, dünyada iken yetecek kadar rızık verilmiş olmasını temenni
etmeyecek ne fakir ne de zengin olacaktır."
[TOP]
KASAME
Kimlik alan
4950 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Cahiliye devrinde görülen ilk kasame hadisesi, biz, Beni Haşim içinde cereyan
etmişti. Beni Haşim'dan (Amr İbnu Alkame İbni'l-Muttalib İbni Abdi Menaf adında)
bir erkeği, Kureyş'in bir başka koluna mensup (Hıdaş İbnu Abdillah İbni Ebi Kays
el-Amiri adında) bir adam ücretle tutmuştu. (Amr) develerle birlikte (Hıdaş'la)
yola çıktı. Beni Haşim'den bir kimse ona uğradı. Bu adamın deri çuvallarının ipi
kopmuştu. "Bana yardım et, ip ver de şu çuvallarıma bağlayayım,
develer ürkmesin!" dedi, o da ona bir ip verdi ve onunla çuvalları bağladı.
Konakladıkları vakit bir tanesi hariç bütün develer bağlandı. Onu ücretle tutan
patron: "Bu deve niye bağlanmadı?" diye sordu. Öbürü: "Bunu
bağlayacak ip yok!" dedi. "Pekiyi onun bağı nerede?" diye sordu ve
efendi hizmetçiye bir sopa fırlattı. Meğerse onun eceli bu değnekte imiş. (Adam
yaralanır, fakat daha ölmeden) Yemenli bir zaz kendisine uğrar. Yemenliye
sorar: "Sen hacc mevsiminde Mekke'de hazır bulunur
musun?" Adam: "Bazan bulunurum, bazan bulunmam" der. Yaralı
ona: "Benim için bir elçilik yapar mısın?" diye ilave eder.
Adam: "Evet yapar (istediğinizi duyururum)" der. Yaralı:
"Sen hacc mevsiminde hazır bulunduğun zaman: "Ey Kureyşliler!" diye
bağır. Sana "Buyur!" ettikleri vakit: "Ey Haşimoğulları!" de.! Onlar: "Buyur!"
edince Ebu Talib'i sor. Ona: "Benni falancanın bir ip sebebiyle öldürdüğünü
haber ver!" der. Bunu söyledikten sonra o işçi vefat
eder. Onu ücretle tutan patron, (Mekke'ye) dönünce Ebu Talib yanına
gelerek (öleni) sorup: "Arkadaşınıza ne oldu?" der. O da:
"Hastalandı, (tedavisi için) elimizden geleni yaptık. (Ama maalesef) öldü, defin
işini de ben üzerime aldım!" diye cevap verir. Ebu Talib: "O, senin
bu alakanı hak etmişti" der. Aradan bir müddet geçer. Sonra ölen
ücretlinin vasiyette bulunduğu Yemenli zat hacc mevsiminde gelir ve:
"Ey Kureyşliler!" diye seslenir. (Kureyşliler toplanıp): "İşte biz
Kureyşlileriz!" derler. Bu sefer adam: "Ey Haşimoğulları!" der.
Onlar: "İşte biz Beni Haşimiz!" derler. Adam bu sefer
de: "Ey Ebu Talib!" der. Kendisine: "İşte şu Ebu Talib'tir!" derler.
Adam: "Bana falan kimse, size bir elçilik (yapmamı, bir haber)
tebliğ etmemi söylemişti. O da şu: Onu falan kimse bir ip yüzünden öldürmüş"
der. Bunun üzerine Ebu Talib ona gidip: "Bizden üç şeyden birini
seç: İstersen yüz deve öde, zira sen bizim adamımızı öldürdün. (Bu iddiamızı
inkar edecek olursan), dilersen, kavminden elli kişi senin öldürmediğine dair
yemin etsinler. Bunlara itiraz edecek olursan, biz de seni onun sebebiyle
öldüreceğiz.!" der. Adam kavmine gelip durumu haber verir. "Yemin
edelim!" derler. Onlardan bir erkeğe nikahlı olup, doğum da yapmış olan Beni
Haşimli bir kadın gelip: "Ey Ebu Talib! Benim şu oğlumu o elli
kişiden bir adam yerine tutmanı, fakat ona, (yeminlerinin yaptırıldığı Ka'be
rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında) yemin ettirilmemesini talep
ediyorum!" der. Ebu Talib bu kadının dilediği şekilde hareket eder. Derken
onlardan bir başka adam gelir ve: "Ey Ebu Talib! Sen yüz deveye
bedel elli kişinin yemin etmesini diledin. Bu durumda her adama iki deve
düşüyor. al şu iki deveyi benim hesabıma kabul et, yeminlerin yapıldığı yerde
bana yemin ettirme!" der. ebu Talib bu iki deveyi kabul eder. Kırksekiz kişi de
gelip yemin ederler. İbnu Abbas radıyallahu anhüma der
ki: "Nefsimi kudret eliyle tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun,
yeminleri üzerinden bir yıl geçmeden o kırksekiz kişiden hiçbir kımıldayan göz
kalmadı (hepsi helak oldu)."
4951 Ebu Seleme İbnu Abdirrahman ve
Süleyman İbnu Yesar, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir sahabisinden
naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kasameyi cahiliye
devrindeki şekliyle takrir edip kabul etti. Hatta, Hayber yahudileri aleyhine
dava ettikleri bir ölü için Ensardan bir kısım insanlar arasında kasameye
hükmetti."
4952 Seh! İbnu Ebi Hasme anlatıyor: "Abdullah İbnu Sehl
ve Muhayyısa İbnu Mes'ûd Hayber'e gittiler. O günlerde Hayber'le sulh
yapılmıştı. ODnlar (hususi işleri için) birbirlerinden ayrıldılar.
Muhayyısa, Abdullah İbnu Sehl'e rastladı; kan revan içindeydi, son nefeslerini
verdi. Muhayyısa, arkadaşını orada defnetti ve Medine'ye döndü. Mes'ud'un iki
oğlu Muhayyısa ve Huvayyısa, Abdurrahman İbnu Sehl ile birlikte (durumu haber
vermek üzere) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gittiler. Yaşça
hepsinin küçüğü olan Abdurrahman konuşmaya başladı. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Büyüğü büyükle, büyüğü büyükle!" diyerek müdahale etti.
Bunun üzerine o sustu, öbürleri anlattılar. Aleyhissalatu vesselam:
"Elli yemin yapıp arkadaşınızın diyetini hak etmek ister misiniz?" buyurdular.
Onlar: "Nasıl yemin ederiz, ne şahid olduk, ne de gördük!" dediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Yahudiler elli yeminle sizi tebrie etsinler
mi?" buyurdular. Onlar: "Biz kafir insanların yeminine nasıl itibar
ederiz?" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onların bu halleri üzerine,
adamın diyetini kendi nezdinden ödedi."
4953 Amr İbnu Şu'ayb an
ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Muhayyisa'nın küçük oğlu
Hayber'in kapısı önünde maktul bulundu. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Öldüren hakkında iki şahid bul, katili sana ipiyle teslim
edeyim!" buyurdu. Muhayyısa: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz nereden iki
şahid bulalım? Zira, onların kapıları önünde katledildi" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Öyleyse elli kere kasame yemini edersin" buyurdular.
Muhayyısa: "Ey Allah'ın Resulü dedi, ben bilmediğim bir kimse
hakkında nasıl yemin ederim?" Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan elli
kasame yemini talep edersin" buyurdular. Muhayyısa: "Ey Allah'ın
Resulü! Onlar yahudidir, biz onlara nasıl yemin teklif ederiz?" dedi. bunun
üzerine ölenin diyetini Aleyhissalatu vesselam onlara (yahudilere) hükmetti ve
yarısıyla onlara yardımda bulundu."
4954 Yine Amr İbnu Şuayb an
ebihi an ceddihi tarikinden anlatıldığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, Liyyetü'l-Bahre nam mevkiin kenarında yer alan Bahretu'r-Ruğa'da
meskün Beni Nadr İbni Malik kabilesinden bir adamı kasame yoluyla öldür(t)dü
ve: "katil de maktûl de kendilerinden!"
buyurdu."
[TOP]
KATİL
Kimlik alan
4888 Said İbnu'l-As radıyallahu anh hazretleri
İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Mü'min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik
içindedir." Said İbnu'l-As der ki: "İbnu Ömer radıyallahu anhüm
(Resûlullah'ın sözünden sonra şunu) söylediler: "Kişi, nefsini bulaştırdığı
takdirde, kurtuluşu olmayan çok ciddi amellerden biri, haksız yere haram kan
dökmesidir."
4889 Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her
günahı Allah'ın mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak bilerek mü'mini öldüren
veya kafir olarak ölen kimse hariç..."
4890 Büreyde radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Mü'minin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın zevalinden daha büyük (bir
hadise)dir."
4891 Ebu'l-Hakem el-Beceli anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve
Ebu Said radıyallahu anhüma'yı dinledim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini müzakere ediyorlardı: "Eğer sema ve arz ehli bir
mü'minin kanını (haksız yere dökmede) iştirak etselerdi, Allah her ikisini
birden cehenneme atardı."
4892 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İman,
ihanetle öldürmeye bağdır, mü'min ihanet suretiyle
öldürülmez."
4893 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yeryüzünde haksız
yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz. Adem'in ilk
oğluna (Kabil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk
açandır."
4894 Yine İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Kıyamet günü) bir adam bir
başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve: "Ey Rabbim! Bu, beni
öldürdü!" der. Aziz ve celil olan Allah da: "Onu niye öldürdün?"
diye sorar. Adam: "İzzet senin için olsun diye öldürdüm!" der. Rab
Teala: "İzzet benim içindir!" buyurur. Bir başka adam da bir
başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve: "Ey Rabbim! Bu, beni
öldürdü!" der. Aziz ve Celil olan Allah: "Onu niye öldürdün?" diye
sorar. Adam: "İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!" der Rab
Teala: "İzzet falancanın değildir!" buyurur. Adam (öbürünün)
günahıyla döner."
4895 Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anh'ın
anlattığına göre şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben küffardan
bir adama rastlasam ve aramızda mukatele çıksa. O kılıcıyla vurup elimin birini
kesip atsa. Sonra adam (sıkışıp) bana karşı bir ağaca sığınsa ve:
"Allah için müslüman oldum!" dese, bu sözünden sonra ben onu öldürebilir miyim?"
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Hayır! Sakın onu öldürme"
buyurdu. Ben ısrar ettim: "Ama ey Allah'ın Resûlü! O benim bir elimi
kesti ve sonra müslüman olduğunu söyledi" dedim. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Hayır! Sakın onu öldürme, eğer öldürürsen, o adam, sen
onu öldürmezden önceki senin makamındadır ve sen de, onun söylediği kelimeyi
söylemezden önceki durumunda olursun!" buyurdular."
4896 Harise
İbnu Mudarrıb anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Furat İbnu
Hayyan'ın öldürülmesini emretti. Bu adam Ebu Süfyan'ın casusu ve aynı zamanda
Ensar'dan bir zatın halifi (müttefiki) idi. Derken o, ensar'dan müteşekkil bir
halkaya uğradı ve: "Ben müslümanım!" dedi. Bunun üzerine: "Ey
Allah'ın Resûlü! Furat İbnu Hayyan "Ben müslümanım" diyor!" denildi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da: "Sizden bir kısım erkekler var.
Kendilerini (dilleriyle itiraf ettikleri) imanlarına havale
ediyor(söylediklerini tasdik ediyor)uz. İşte onlardan biri de Furat İbnu
Hayyan'dır!" buyurdular."
4897 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Resûlü bulunduğuma şehadet
eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir: -Zina yapan
dul. -Cana can kısas. -Dinden çıkıp cematten
ayrılan."
4898 Muharik anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Bir adam gelip malımı almaya
kalkarsa (ne yapayım)?" dedi. "Ona Allah'ı hatırlat!" cevabını
verdi. Adam tekrar: "Hatırlamazsa! (ne yapayım?)" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Etrafındaki müslümanlardan yardım talep
et!" buyurdu. Adam: "Etrafımda hiç müslüman yoksa ne yapayım?"
dedi. "Öyleyse sultandan yardım iste!" buyurdu. Adam:
"Sultan benden uzaksa?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bir ahiret
şehidi oluncaya veya malını koruyuncaya kadar malın için mücadele et!"
buyurdular."
4899 Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sihirbaza tatbikedilecek hadd cezası
kılıçla vurmaktır."
4900 Abdurrahman İbnu Sa'd İbnu Zürare'nin
anlattığına göre, kendisine, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevcelerinden
Hz. Hafsa radıyallahu anha'nın müdebber kıldığı bir cariyesi, kendisine sihir
yaptığı için, sihri sebebiyle öldürtmüştür."
4901 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik olur.
Orada ebedi olarak kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse,
cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu halde ebedi olarak ondan içer. Kim
de kendisine demir saplayarak intihar ederse, cehennemde ebedi olarak o demiri
karnına saplar."
4902 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hayber gazvesinde hazır
bulunduk. Müslüman olduğunu söyleyen bir adam için, Efendimiz: "Bu,
ateş ehlindendir!" buyurdular. Savaş başlayınca çok şiddetli şekilde savaştı ve
yara aldı. Ashabtan bazısı: "Ey Allah'ın Resûlü dedi, az önce ateş ehlinden
dediğiniz kimse, çok şiddetli şekilde kahramanca savaştı ve de öldü!" dediler.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yine: "Cehenneme (gitmiştir)"
buyurdular. Bu cevap üzerine müslümanlardan bazıları nerdeyse şüpheye düşecekti.
Askerler bu halde iken, Aleyhissalatu vesselam'a: "O asker henüz ölmemiş, ancak
ağır şekilde yaralanmış!" dediler. Gece olunca, adam yaraya dayanamadı.
Kılıncının keskin tarafını alıp üzerine yüklendi ve intihar etti. Durum
Aleyhissalatu vesselam'a haber verildi. Bunun üzerine:
"Allahuekber!" buyurdular ve devam ettiler: "Şehadet ederim ki, ben Allah'ın
kulu ve Resûlüyüm!" Sonra Hz. Bilal radıyallahu anh'a halk içinde
şöyle ilan etmesini emrettiler: "Cennete sadece müslüman nefisler
girecek. Şurası muhakkak ki, (İslam'ın lehine olan ameller kişinin imanına delil
değildir), Allah bu dini, facir bir kimse ile de
güçlendirir."
4903 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a, intihar eden bir kimse haber
verilmişti: "Ben üzerine namaz kılmıyorum!",
buyurdular."
4904 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hayvanlardan beş tanesi
vardır ki bunların herbiri fasıktır (zararlıdır). Harem bölgesinde olsun, Hill
(denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep,
sıçan, kelb-i akûr (yırtıcılar)." Müslim'in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle
demiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam beş fasığın Hill'de ve Harem'de
öldürülmesini emretti." Ebu Davud, Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan kaydettiği
bir rivayetinde, karga yerine "yılan" demiştir.
4905 İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte
Mina'da iken, Velmürselat suresi nazil oldu. Aleyhissalatu vesselam onu
okuyordu. Ben onu, kendi ağızlarından öğrendim. Mübarek ağızları henüz surenin
rutûbetini taşırken, üzerimize bir yılan sıçradı. Aleyhissalatu
vesselam: "Öldürün şunu!" buyurdular. Hemen öldürmek üzere atıldık.
Fakat yılan önce davranıp kaçtı. Aleyhissalatu vesselam:
"Şerrinizden korundu, tıpkı siz de onun şerrinden korunduğunuz gibi!"
buyurdular."
4906 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı minber üzerinde şöyle söylerken
dinledim: "Yılanları öldürün. İki çizgili ve ebteri (engerek) de
öldürün. Çünkü bunlar, gözleri kapar (kör eder) ve hamilelerde düşük
yaparlar." Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma der ki: "(Bir gün)
ben öldürmek için bir yılan kovalarken, Ebu Lübabe radıyallahu anh bana:
"Öldürme onu!" diye nida etti. Ben: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
yılanların öldürülmelerini emir buyurdular!" dedim. O: "Ama daha
sonra ev yılanlarının öldürülmelerini yasakladı!" dedi. Bunlar (ömürleri uzun
olduğu için) avamir denen ev yılanları idi."
4907 Ebu'l-Müseyyeb
anlatıyor: "(Bir gün) Ebu Said radıyallahu anh'ın yanına girmiştim, namaz
kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum. Derken evin bir köşesinde tavanı
örten hurma dalları arasında bir kıpırtı gördüm. Oraya bakınca bir yılan
olduğunu gördüm. Öldürmek üzere atıldım. Ebu Said oturmam için işaret etti.
Tekrar yerime oturdum. Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: "Bu odayı
görüyor musun?" diye sordu. Ben: "Evet!" deyince devam etti: "Onda,
bizden evlenmesi yakın bir genç vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile
birlikte Hendek (harbin)e gittik. Genç, gün ortasında, ehline uğramak için
Aleyhissalatu vesselam'dan izin istiyordu. Bir gün ondan yine izin istedi.
Aleyhissalatu vesselam ona: "Silahını beraberine al, ben Kureyza'dan
sana bir zarar gelir diye korkuyorum!" buyurdular. Adam silahını aldı. Ailesine
geldi. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Elindeki mızrağı ile, dürtmek
üzere kaadına eğildi. Adama kıskançlık gelmişti. Kadın ona:
"Mızrağını geri çek! Hele eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi bir gör!" dedi. Adam
içeri daldı. Bir de ne görsün: Yatağın üzerine çöreklenmiş iri bir yılan!
Mızrağıyla ona yöneldi ve yılana sapladı. Sonra çıkıp, süngüyü avluya dikti.
Derken yılan üzerine atıldı. Bilemiyoruz, hangisi evvel öldü; yılan mı, genç mi?
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip, bu durumu anlattık ve: "Dua edin,
Allah ona tekrar hayat versin!" dedik. Aleyhissalatu vesselam:
"Arkadaşınız için istiğfar ediverin!" buyurdular. Sonra şu açıklamada
bulundular: "Medine'de müslüman olan cinler var. Onlardan birini
görürseniz, kendisine üç gün ihtarda bulunun. Eğer bundan sonra yine de
görünürse onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır."
4908 İbnu Ebi Leyla
babasından anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ev yılanlarından
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Evlerinizde onlardan birini görecek
olursanız, ona: "Size Hz. Nuh'un (gemiye sokarken) aldığı söz hakkı
için ve de Hz. Süleyman İbnu Davud'un sizden aldığı söz hakkı için bize zarar
vermemenizi ve bize görünmemenizi talep ediyorum" deyin. Eğer tekrar dönerlerse
öldürün."
4909 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yılanların hepsini öldürün.
Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir." "Bir
rivayette şöyle buyrulmuştur. "Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan hariç, bütün
yılanları öldürün."
4910 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, yılanı
(intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden değildir. Biz onlarla
harbettiğimiz günden beri onlarla sulh yapmadık."
4911 Hz. Abbas
radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Ey Allah'ın Resûlü demiştir, biz Zemzem
kuyusunu temizlemek istiyoruz. Fakat içinde şu küçük yılan var."
Resûlullah aleyhissalatu vesselam , yılanları öldürmesini
emretmiştir.
4912 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam keler için fuveysık (fasıkcık) dedi ama, "öldürün!" diye
emrettiğini işitmedim."
4913 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kelerin öldürülmesini emretti ve
onu fuveysika diye isimlendirdi."
4914 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam av veya koyun veya çoban
köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti." İbnu
Ömer radıyallahu anh'a: "Ebu Hureyre, "veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti,
bunun üzerine: "Onun ekini var da ondan!" cevabını verdi ve ilave
etti: "Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini
öldürürdük. Hakkat biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile
öldürürdük."
4915 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Köpek besleyen
bir aile yoktur ki, her gün rızıklarından iki kırat eksilmemiş olsun. Bundan av
veya bekçi veya koyun köpeği hariç (bunları besleyenlerin rızkında eksilme
olmaz)."
4916 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam dört hayvanın öldürülmesini yasakladı: "Karınca, arı,
hüdhüd, surad (sarı ve yeşil renkli ağaçkakan
kuşu)."
[TOP]
KEBAİR
Kimlik alan
5192 Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Size büyük günahların en büyüğünü haber
vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz: "Evet!"
deyince: "Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik,
cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere
oturup: "Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!" dedi ve bunu o
kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde
bulunduk."
5193 Ubeyd İbnu Umeyr babası radıyallahu anh'tan
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir adam kebairden sormuştu, şöyle
cevap verdiler: "Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydılar: "Şirk,
sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu
kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık, kıbleniz olan
Beytu'l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde helal
addetmek."
5194 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Dedim ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Allah nezdinde en büyük günah hangisidir?"
"Seni yaratmış olan Allah'a eş koşmandır!" buyurdular. "Sonra
hangisidir?" dedim. "Seninle birlikte yiyecek diye, evladını
öldürmendir!" buyurdular. Ben yine: "Sonra hangisidir?"
dedim. "Komşunun helalliği ile zina etmendir!"
buyurdular."
5195 İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulûllah aleyhissalatu vesselam: "Kişinin anne ve babasına
sövmesi büyük günahlardandır!" buyurmuşlardı. Orada bulunanlar: "Hiç
kişi anne ve babasına söver mi?" dediler. "Evet! Kişi, bir
başkasının babasına söver, o da babasına söver; annesine söver, o da bunun
annesine söver!" buyurdular."
[TOP]
KESB
Kimlik alan
5125 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) şöyle hitap
ettiler: "Ey insanlar! Allah Teala hazretleri tayyibtir, tayyibten
başka bir şey kabul etmez. Allah'ın mü'minlere emrettiği şeyler, peygambere
emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teala hazretleri
(peygamberlere): "Ey peygamberler, temiz olanlardan yiyin ve salih
amel işleyin" (Mü'minûn 51) emretmiş, mü'minlere de: "Ey iman
edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin" (Bakara 172)
diye emirde bulunmuştur." Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık,
toz-toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: "Ey Rabbim, ey Rabbim" diye
dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: "Bu yolcunun yediği haram,
içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir.
Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?"
buyurdular."
5126 Havle el-Ensariyye radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Şöyle buyurmuşlardı:
"Bir kısım insan vardır, Allah'ın mülkünden haksız bir surette mal elde etmeye
girişirler. Halbuki bu, Kıyamet günü onlara bir ateştir, başka
değil."
5127 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak
ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında
(haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları
bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie
etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun
etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek
durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu
da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı
olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur.
Haberiniz olsun bu et parçası kalptir."
5128 Selman el-Farisi ve
İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Helal, Allah Teala hazretlerinin kitabında
helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teala Hazretlerinin kitabında haram kıldığı
şeydir. Hakkında sükût ettiği şey ise affedilmiştir. Onun hakkında sual
külfetine girmeyiniz."
5129 Mikdam İbnu Ma'dikerb radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Beni
Adem'den) hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir taamı asla yememiştir.
Allah'ın peygamberi Davud aleyhisselam elinin emeğini
yerdi."
5130 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Öyle devir
gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç
aldırmayacak." Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Böylelerinin hiçbir duası
kabul edilmez."
5131 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhakkakk ki
yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evladlarınız da
kendi kesbinizdendir."
5132 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh
anlatıyor: "Sanki Mudar kabilesine mensup uzun boylu bir kadın ayağa
kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz (kadın)lar babalarımız ve
evladlarımız ve kocalarımız üzerine yüküz. Onların mallarında emirleri dışında,
tasarrufu bize helal olan nedir?" diye sualde bulundu. Aleyhissalatu
vesselam: "Size helal olan "taze" dir. Ondan hem yiyin, hem de
hediye edin!" buyurdular." Ebu Davud der ki: "Tazeden maksad ekmek, sebze ve
taze meyve (gibi fazla kalınca bozulan yiyecekler)dir."
5133 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ebu Süfyan'ın karısı Hind, (Bir gün gelerek)
"Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek
miktarda (nafaka) vermiyor. Durumu idare için, onun bilmez tarafından, almam
gerekiyor! (Ne yapayım?)" Aleyhissalatu vesselam: "Örfe
göre sana ve çocuğuna kifayet edecek miktarda al!"
buyurdular."
5134 Kasım İbnu Muhammed rahimehullah anlatıyor: "Bir
adam İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya: "Yanımda bir devesi olan bir yetim var.
Devesinin sütünden içebilir miyim?" diye sormuştu. İbnu Abbas şu cevabı
verdi: "Eğer deve kaybolunca arıyor, katran vesairesini sürerek
tedavisini yapıyor, su yalağını onarıyor, sulama gününde suyunu içiriyorsan
yavruya zarar vermeden ve memeyi tamamen kurutmadan
içebilirsin."
5135 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzerine ücret
almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah'tır."
5136 Yine İbnu
Abbas radıyallahu anhüma'dan anlatıldığına göre, "Kendisine mushaf yazmanın
ücreti hakkında sorulmuştu. Şu cevapta bulundu: "Bunda bir beis yok.
Onlar, bu işte, ressam durumundadırlar, ellerinin emeğini
yemektedirler."
5137 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu
Bekr radıyallahu anh halife seçildiği zaman: "Kavmim biliyor ki,
benim mesleğim ailemin nafakasını te'minden aciz değildir. Ancak şimdi
müslümanların işleriyle meşgulüm. Bu sebeple Ebu Bekr'in ailesi Beytü'l-Mal'den
yiyecek, o da müslümanlar için çalışacak" dedi."
5138 Hz. Büreyde
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Biz kimi bir işe tayin eder, bir rızık tahsis edersek, bu
tahsis edilenden maada aldığı gulûldür (devlet malından
hırsızlıktır)."
5139 Müstevrid İbnu Şeddad radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi
edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." Hz. Ebu Bekr radıyallahu
anh dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
buyurdukları bana haber verildi: "Kim bunun dışında bir şey
edinirse, bu kimse haindir, hırsızdır."
5140 Abdullah İbnu Amr
es-Sa'di'nin anlattığına göre, "Hilafeti sırasında Hz. Ömer radıyallahu anh'ın
yanına geldi. Hz. Ömer kendisine: "Bana haber verildiğine göre, sen
müslümanların işlerinden bir kısmını üzerine almışsın ve sana maaş verilince
almaktan kaçınmışsın (doğru mu)?" diye sordu. Ben de: "Evet!" dedim. Bunun
üzerine Hz. Ömer: "Bundan maksadın ne?" dedi. Ben de: "Benim atlarım
var, kölelerim var (halim vaktim iyidir), hayır üzereyim. Ben maaşımın
müslümanlara sadaka olmasını istiyorum" dedim. Hz. Ömer: "Hayır!
Böyle yapma! Çünkü (bir ara bende senin gibi düşünmüş), senin arzu ettiğin şeyi
arzu etmiştim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana ihsanda bulunuyordu. Ben
de: "Bu parayı ona benden daha çok muhtaç olan birine ver!"
diyordum. Hatta bir seferinde Aleyhissalatu vesselam yine bana mal vermişti. Ben
yine: "Bunu, onu benden daha çok muhtaç olan kimseye ver!" demiştim.
Aleyhissalatu vesselam: "Onu al, kendi malın yap, sonra tasadduk et!
Bu maldan, sen talep etmeden, bekler vaziyeti almadan, gelen olursa onu al.
Böyle olmayana gönlünü bağlama!" buyurdular."
5141 Vail İbnu Hucr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hadramevt'te
bulunan bir araziyi bana ikta' etti. O sırada, Hz. Muaviye orada emir idi.
Kendisine o araziyi bana vermesi için yazdı."
5142 Kesir İbnu
Abdillah İbni Amr İbni Avf el-Müzeni, babasından, o da ceddi radıyallahu anh'tan
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam , Bilal İbnu'l-haris el-Müzeni'ye
Kabaliyye madenlerini, yüksekte olanları ve alçakta olanlarıyla, (Necid'de
bulunan) Kuds dağında ekine elverişli olan yerlerle birlikte ikta' kıldı. Ancak
ona hiçbir müslümanın hakkını vermedi. (Bu ikta beratını) ona şöyle yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah'ın Resûlü Muhammed'in Bilal İbnu'l-Haris'e
verdiği(nin beratı)dır. Ona, el-Kabaliyye mıntıkasının, alçak ve yüksek
(yerlerinin) madenlerini vermiştir." Bir rivayette şu ziyade var:
"(Medine'ye dört beridlik mesafede yer alan Zatu'n-Nusub ve (Necd'de yer alan)
Kuds mevkiinin ekime elverişli olan kısmını da verdi. Hiçbir müslümanın hakkını
vermedi. (Bu berat metnini Resûlullah'ın emriyle, katibi) Übey İbnu Ka'b
yazdı."
5143 Amr İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'de yayı ile bir ev planı çizdi
ve: "Sana daha da artırayım mı, artırayım mı?" diye
sordu."
5144 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hacamat oldu ve haccama ücretini verdi. Eğer bu (hacamat
ücreti) haram olsaydı vermezdi. Ayrıca efendisine konuştu, o da vergisini
hafifletti."
5145 Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın muhacir
ashabından bir adamın anlattığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
buyurdular: "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve
ateş."
5146 Esmer İbnu Mudarris radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir müslümanın
henüz ulaşmadığı (ot, odun, (su) gibi) bir şeye önce ulaşan kimse ona sahip
olur." Bunun üzerine halk çıkıp, (mübah şeyleri sahiplenmek maksadıyla)
birbirleriyle hızlıca işaretleme yarışına girdiler."
5147 Ebu
Mes'ûd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam köpeğin
semenini, fahişenin mehrini ve kahinin ücretini
yasakladı."
5148 Ebu Cuheyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kan mukabilinde alınan semenden, köpek
semeninden, fuhuş kazancından men etti. Dövme yapanı, dövme yaptıranı, faiz
yiyeni, faiz yedireni ve musavvirleri lanetledi."
5149 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam cariyenin
kesbini nehyetti." Ebu Davud, Rafi' İbnu Hadiç'ten yaptığı rivayette şu
ziyadeyi kaydeder: "...Kazancın nereden olduğunu bilinceye
kadar..."
5150 Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Çocukları
kesbe mecbur etmeyin. Siz onları kesbe mecbur ettiğiniz zaman hırsızlık
yaparlar. San'at sahibi olmayan cariyeleri de kesbe zorlamayın. Zira siz onları
kesbe zorladığınız takdirde ferçleriyle kazanırlar. Onların getireceği paraya
karşı istiğna gösterin ki, Allah da sizi müstağni kılsın. Size temiz olan
yiyecekler yaraşır."
5151 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'ın bir kölesi vardı. bu köle çalışıp kendisine
belli bir haraç ödüyordu. Hz. Ebu Bekr onun kazancından yiyordu. Bir gün yine
bir şeyler getirdi. Ebu Bekr radıyallahu anh bundan da yedi. Ancak
kölesi: "Bu yediğin nedir, biliyor musun?" dedi. Hz. Ebu
Bekr: "Neymiş o?" deyince köle açıkladı: "Ben cahiliye
devrinde kahinlik yapardım. Aslında bu işin ehli de değildim. Bu sebeple
(kafadan atıp bir) adam aldatmıştım. (Bugün yolda) bana rastladı ve
(kahinliğimden kalma eski) bir borcunu ödedi. Yediğiniz işte bu
idi!" Bunun üzerine Ebu Bekr elini boğazına atıp, midesinde her ne
varsa kusup çıkardı."
5152 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam köpeğin semeninden nehiy
buyurdular. Eğer (sahibi, öldürülen) köpeğin semenini istemeye gelirse, avucunu
toprakla doldurun."
5153 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, av köpeği hariç, köpeğin semenini
yasakladı."
5154 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kedinin yenmesini ve semenini
yasakladı."
5155 İbnu Muhayyısa el-Ensari, babasından anlattığına
göre, "Babası Muhayyısa haccamın kiralanması hususunda izin istedi. Resûlullah
onu menetti. Muhayyısa'nın haccam bir azadlısı vardı. Sorup izin istemeye ara
vermedi. Sonunda Aleyhissalatu vesselam kendisine: "Onunla deveni ve
köleni besle, (kendin yeme!)" buyurdular."
5156 Ebu Davud'un bir
diğer rivayetinde Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Ben teyzeme bir
köle bağışladım ve ben onun teyzem hakkında mübarek olmasını diliyorum. Teyzeme:
"Onu haccama teslim etme, kuyumcuyave kasaba da teslim etme!"
dedim."
5157 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Kilab
kabilesinden bir adam, Resûlullah'a damızlık hayvanın suyundan (para almayı)
sordu. Aleyhissalatu vesselam yasakladı. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü!
Biz damızlığı aştırıyoruz da, bize ikramda bulunuyorlar!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam ikramda bulunmaya ruhsat verdi."
5158 el-Hurdi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün
bize): "Kusameden sakının!" buyurdular. Biz: "Kusame de nedir?"
dedik. "Bir cemaatin başında bulunan bir kimse (birşey taksim ettiği
zaman) berikinin ve ötekinin hisselerinden bir şeyler alır(sa, işte bu aldığı
şey kusamedir)."
5159 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Bir adam kendisine on dinar borçlu olan bir alacaklısının peşine düştü
ve: "Vallahi borcunu ödeyinceye veya bana bir kefil getirinceye
kadar arkanı bırakmayacağım!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam o borcu
üzerine aldı. Sonra adam, üzerine aldığı miktarı Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam adama: "Bu parayı nereden
buldun?" diye sordu. Adam: "Madenden!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Öyleyse bizim buna ihtiyacımız yok! Onda hayır da yok" buyurdu ve borcu ona
bedel ödeyiverdi."
5160 Abdullah İbnu Amr İbni's-Sa'di, Hz. Ömer
radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana ihsanda
bulunurdu. Ben de: "Siz bunu, benden daha muhtaca verin" diyordum. Aleyhissalatu
vesselam da: "Al bunu! Sen beklemez ve istemez olduğun halde sana
geleni al! Bu şekilde gelmezse, nefsini peşine takma!" buyurdu." Bir
rivayette şu ziyade gelmiştir: "Bu sebeple İbnu Ömer radıyallahu anhüma, ne bir
şey isterdi, ne de kendine ihsan edilen bir şeyi
reddederdi."
5161 Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Hz. Ömer
radıyallahu anh beni, zekat (toplama işine) tayin etti. Bu işi tamamlayınca bana
ücret verilmesini emretti. Ben: "Ben Allah rızası için çalıştım,
ücretim Allah üzerinedir!" dedim. Hz. Ömer: "Sen, sana verileni al.
Nitekim ben de Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında çalışmıştım. Bana
ücret verdi. hatta (ilk seferinde) ben de senin söylediğini söyledim. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam bana: "Sen istemediğin halde sana
birşeyler verilirse, onu al ye ve tasadduk et!" buyurdular"
dedi."
5162 Selim İbnu Mutayr babasından naklen anlatıyor: "Bir
adamın şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
'ın (Veda Haccı sırasında hutbede) şöyle söylediğini işittim: "Ey
insanlar! İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş
saltanat kavgasına düşer ve ihsan dininizden rüşvet mukabili olursa, o zaman onu
bırakın ve almayın!"
5163 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki yarışçının yemeğini nehyetti: Müsabaka ve
kumar."
5164 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam 'ın: "Cennete meks sahibi girmeyecektir!" dediğini
işittim."
[TOP]
KESİMLER
Kimlik alan
1923 Şeddad İbnu Evs (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "AIIah Teala
hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi
iyi yapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana
(zahmet vermeyin) rahat ettirin."
1924 Ebu Hüreyre ve İbnu Abbas
(radıyallahu anhüm) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şeytan
kurbanından (şerita) men etti." Dendi ki şerita, boğazından sadece deri kısmının
kesilip, boyun damarı kesilmeden ölmeye terkedilen (kurbanlık)
hayvandır."
1925 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"(Hayvanı keserken) besmele çekmeyi bir kimse unutmuşsa bunun bir mahzuru
yoktur. Ancak kasden terketmiş ise, kesilen yenilmez."
1926 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor. "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insana
Allah mutlaka onun hesabını soracaktır." Kendisine: "Onun hakkı da nedir?" diye
sorulunca: "Onu keser ve yer. Başını kesip atmaz!" diye cevap
verdi."
1927 Ebu Vakıd (radıyallahu anh) anlatıyor: "ResüIuIIah
(aleyhissalatü vesselam) Medineye geldiği zaman, Medineliler, (diri olan)
devenin hörgücünü kesiyorlar ve koyunların da kuyruklarını koparıyorlar ve
bunIarı yiyorlardı. Bu durum üzerine Resûlullah (aleyhissalatü
vesselam): "Hayvan diri iken ondan her ne kesilmiş ise, bu meyte (laşe)
hükmündedir, yenilmez" dedi."
1928 Ebu'l- Uşera Üsame İbnu Malik
İbnu Kahtam babasından anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü, dedim, kesme işi sadece
boğazdan ve gırtlaktan (lebbe) değil midir, (hayvanın başka yerinden de olur
mu?)" Şu cevabı verdi: "(Mızrağını hayvanın) dizine saplarsan sana o
da kifayet eder." Tirmizi: "Bu, zarüret haline mahsustur" der. Ebu
Davud da: "Bu, (yüksekten) düşen bir hayvanın kesimiyle ilgilidir"
demiştir.
1929 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) buyurdular ki:
"Elinde (tasarrufunda) olduğu halde (normal kesişten) seni aciz bırakan şey av
gibidir." (Yine İbnu Abbas), kuyuya düşen bir deve hakkında:
"Neresinden gücün yeterse kes!" demiştir. Hz. Ali, İbnu Ömer ve Hz. Aişe
(radıyallahu anhüm) de bu görüşte idiler. İbnu Abbas, İbnu Ömer ve
Enes (radıyallahu anhüm): "Boğazdan kesmeye başlayınca (acele sebebiyle) başı
kopuverse bunda bir beis yok. Ancak, ense tarafından kesilmişse yenmez, baş
kopsa da kopmasa da farketmez" demiştir.
1930 El-Hudri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'a sorularak
dendi ki: "Biz deve, sığır ve davarı, karınlarında cenin olduğu halde
boğazlıyoruz. Cenini yiyelim mi, atalım mı?" Şu cevabı
verdi: "Dilerseniz yiyin. Zira onların tezkiyesi (temiz ve helal
olmaları) annelerinin tezkiyesine tabidir."
1931 Hz. İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) buyurmuştur ki: "Bir deve kesildiği zaman karnındaki
yavrunun tezkiyesi, devenin tezkiyesine tabidir, yeter ki yavrunun hilkati
(bütün uzuvlarının çıkmasıyla) tamamlanmış, tüyleri de bitmiş olsun. Yavru
annenin karnından çıkınca (yine de hemen) kesilir, ta ki içteki kan
çıksın."
1932 Rafi' İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
seferde Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) ile birlikte idik. (Bu esnada) bir
deve huysuzluk edip kaçtı. Peşine düştüler. Ama takipçileri yordu. Bir adam
deveye bir ok gönderdi. Derken Allah (c.c.) onu durdurdu. Aleyhissalatu vesselam
Efendimiz: "Bu hayvanların kaçkınları var, tıpkı vahşi kaçkınlar
gibi. Onlardan biri size galebe çalacak olursa, ona böyle davranın!" dedi.
Ben: "Ey Allah'ın Resülü, biz yarın düşmanla karşılaşacağız,
yanımızda (hayvan kesecek) bir bıçağımız yok. (Hin-i hacette) kamışla keselim
mi?" diye sordum. Bana: "Bolca kanı akıtılan ve üzerine Allah'ın
ismi zikredilenin etini yeyiniz. Diş ve tırnak(la kesmek caiz) değildir. Size
(bunun sebebini) söyleyeceğim; "Diş kemiktir, tırnak ise, Habeşlilerin
bıçağıdır."
1933 Nafi'nin anlattığına göre, Ka'b İbnu Malik
(radıyallahu anh)'in bir oğlundan, İbnu Ömer'e anlatırken şunları işitmiştir:
"Babası kendisine haber vermiştir ki: Davar güden cariyeleri, bir koyunun ölmek
üzere olduğunu görmüş, derhal bir taş kırarak, onunla koyunu kesmiştir. Babası
ailesine: "Ondan yemeyin. Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'a sorayım" demiş
ve sormuştur. Resûlullah(aleyhissalatü vesselam) yemelerini
emretmiştir."
1934 Hz. Càbir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kavmimden biri bir veya iki tavşan avladı. Bunları taşla kesti. Resûlullah
(aleyhissalatü vesselam)'dan soruncaya kadar astı. Efendimiz (aleyhissalatü
vesselam) yemesini emretti."
1935 Ata İbnu Yesar, Beni Hariseli
bir adamdan rivayet eder ki: "Bu zat bir sağmal deveyi gütmekte iken ölmek üzere
olduğunu farkeder. Beraberinde, hayvanı kesebilecek bir şey de bulamaz. Eline
geçirdiği bir kazığı devenin ümmüğüne saplar, kanını akıtır. Sonra durumu
Resulullah(aleyhissalatü vesselam)'a haber verir. Efendimiz yemesini
söyler."
1936 Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
kurt bir koyunu dişlemişti, derhal keskin bir taşla kestiler. Resûlullah
(aleyhissalatü vesselam) yenmesine ruhsat verdi."
1937 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'a soruldu:
"Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne
yapalım?" "Siz besmele çekin, yiyin!" cevabını
verdi."
1938 Ebü'd Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatü vesselam) mücesseme'nin yenmesini yasakladı. Mücesseme ok
atışlarında hedef olarak kullanılan hayvandır. Keza halisanın yenmesini de
yasakladı. Halisa, kurdun kaçırdığı, fakat ondan kurtarılan hayvandır."
Bir rivayetin "Ok atışlarına hedef olarak kullanılan hayvan" ibaresine kadar
olan kısmı Tirmizi'de gelmiştir. Gerisi Rezin'in
ilavesidir.
1939 Zühri (rahimehullah) diyor ki: "Arap
Hıristiyanlarının kestiklerini yemekte bir beis yoktur. Ancak, Allah'tan başka
birisinin adını andığını işitirsen o zaman kestiğini yeme. İşitmemiş isen, (bu
durumda vehimlenme), çünkü Allah, onların küfrünü bildiği halde kestiklerini
helal kılmıştır." Hz. Ali'den de bu manada rivayet
yapılmıştır.
6898 Yezid İbnu Abdi'I-Müzeni radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Oğlan çocuk için
akika kurbanı kesilir, çocuğun başına kurban kanı
değdirilmez."
6899 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(İslam'da) fera'a ve atire
kurbanı kesmek yoktur."
6900 Ebu Sa'i'di 'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a koyunu kulağından tutarak yeden
bir adam uğradı. Aleyhissalatu vesselam hemen müdahale ederek: "Hayvanın
kulağını bırak da boynunun kenarından tut!"
buyurdular."
6901 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bıçakların bilenmesini ve hayvanlara
gösterilmemesini emretti ve şu tenbihte bulundu: "Biriniz hayvan boğazlayınca
boğazlamayı hızlı yapsın."
6902 Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana ve Ömer'e "Bizimle birlikte
el-Vakıfi'ye gelin" buyurdular. Biz de ay ışığında gittik, bahçeye kadar
ulaştık. Bize: "Merhaba, hoşgeldiniz" dediler. Sonra bıçağı alarak davar
sürüsünün içerisinde dolaştı. Aleyhissalatu vesselam (bu esnada): "Sağmal
olandan sakın!" veya "Süt sahibi olandan" dedi.
6903 Ebu
Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah hayvanlara müsle (işkence)
yapmayı yasakladı."
6904 Mikdam İbnu Ma'dikerb el-Kindi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam birçok şeyi haram
kıldı, hatta vahşi eşekleri de zikretti."
[TOP]
KISAS
Kimlik alan
4917 Ebu Şüryeh radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim haksız yere,
amden (bile bile) öldürülürse velisi şu üç şeyden birini tercihte
muhayyerdir: - Ya kısas ister. - Ya affeder.
- Yahut diyet alır. Eğer dördüncü bir şey istemeye kalkarsa alinden
tutun (mani olun)!" Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam, şu
ayeti tilavet buyurdu. (Mealen): "Kim bundan sonra tecavüz ederse ona elim bir
azab vardır" (Bakara 179)
4918 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
mü'min bir kimseyi (amden) öldürürse, katil bu sebeple kısas olunur. Kim bu
kısasa mani olursa Allah'ın lanet ve gadabı onun üzerine olsun. Allah onun ne
farz ve ne nafile hiçbir hayrını kabul etmez."
4919 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim, aralarında taş atışması veya kamçı veya sopa darbı gibi
durumlarda mübhem şekilde öldürülürse (bunun hükmü) hataen öldürme hükmüne
tabidir, diyeti de hata diyetidir. Kim bu diyetin yerine getirilmesine mani
olursa Allah'ın lanet ve gadabı üzerine olsun. Onun hiçbir farz ve nafile hayrı
kabul edilmeyecektir."
4920 Vail İbnu Hucr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam geldi, bir başkasını
kayışla bağlamış getiriyordu. "Ey Allah'ın Resûlü! Bu, kardeşimi
öldürdü!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Doğru mu, kardeşini mi
öldürdün?" diye sordu. Getiren adam: "Şayet itiraz etmezsi, aleyhine
beyyine getirebilirim!" dedi. Öbürü: "Evet kardeşini öldürdüm!" diye
itiraf etti. Aleyhissalatu vesselam: "Nasıl öldürdün?" diye sordu.
Adam açıkladı: "O ve ben bir ağaçtan yaprak çırpıyorduk, bana
küfredip beni kızdırdı, ben de baltayla başına vurup öldürdüm." Müslim,
Kasame 32, (1680); Ebu Davud, Diyat 3, (4499, 4500, 4501); Nesai, Kasame 5, (8,
13-18). Ebu Davud şu ziyadede bulundu: "Ben onu öldürmeyi
düşünmemiştim." Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kendinden
ödeyeceğin bir şeyin var mı?" diye sordu. Adam: "Beniş şu elbise ve
baltamdan başka bir şeyim yodk!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ne
dersin, kavmin seni satın alır mı (fidyeni öder mi)?" buyurdu.
Adam: "Ben kavmim nazarında o kadar kıymetli değilim ki!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kayıştan ipi getiren adama attı ve "Al
adamını!" buyurdu. Adam onu alıp oradan ayrıldı. Onlar dönünce Aleyhissalatu
vesselam: "Eğer onu öldürürse, o da onun mislidir" buyurdular. Adam
geri gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! "Eğer onu öldürürse o da onun
mislidir" dediğiniz bana ulaştı. Oysa ben onu sizin emriniz üzerine aldım" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Sen onun hem kendi günahı ve hem de
(öldürdüğü) arkadaşının günahıyla dönmesini istemiyor musun?" buyurdu.
Adam: "Evet ey Allah'ın Resûlü!" deyince Aleyhissalatu
vesselam: "Bu iş böyledir!" buyurdu. Bunun üzerine adam kayışı atıp,
adamı serbest bıraktı."
4921 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında bir adam bir adamı
öldürmüştü. Hadise Aleyhissalatu vesselam'a geldi. (Meseleyi tahkikten sonra)
katili, maktulün velisine teslim etti. Katil: "Ey Allah'ın Resûlü!
Ben onu öldürmeyi kasdetmemiştim (kazaen öldürdüm)!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam veliye: "Eğen bu sözünde sadık ise ve doğruyu söylüyorsa,
bu durumda onu öldürdüğün takdirde ateşe gidersin!" buyurdu. Bunun üzerine veli,
adamı salıverdi. Adam bir kayışla bağlı idi, kayışını sürüyerek uzaklaştı.
Bundan sonra kendisine zu'n-nis'a (kayışlı) adı
takıldı."
4922 Süraka İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın , oğlu sebebiyle babaya kısas
uyguladığına, fakat oğluna, babası sebebiyle kısas uygulamadığına şahid
oldum."
4923 Ebu Rimse anlatıyor: "Babamla birlikte Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gittik. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
babama: "Bu, oğlun mu?" diye sordu. Babam: "Ka'be'nin
Rabbine yemin olsun oğlum!" dedi. Resûlullah tekrar: "Hakikaten mi?"
buyurdular. Babam: "Şehadet ederim oğlumdur!" deyince. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, babamın yemini ve benim babama benzerliğimin fazlalığı sebebiyle
tebessüm buyurdular ve sonra: "Bilesin! O senin cinayetinle sorumlu
tutulamaz. Sen de onun cinayetinden sorumlu olmazsın" buyurdular ve şu ayeti
tilavet ettiler. (Mealen): "Hiçbir günahkar, başkasının günahını yüklenmez"
(En'am 164).
4924 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
oğlan, hile (suikast) suretiyle öldürülmüştü. Hz. Ömer radıyallahu
anh: "Bunun öldürülmesine San'a ahalisi iştirak etmiş olsaydı, bu
tek kişi yüzünden bütün San'a ahalisini öldürürdüm!"
dedi."
4925 Bir başka rivayet: "dört kişi bir çocuğu öldürmüştü.
Hz. Ömer dedi ki.." diye başlar, yukarıdaki gibi devam
eder.
4926 İmam Malik anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, tek
bir kişi için beş veya yedi kişiyi öldürttü. Bunlar hile ile birini
öldürmüşlerdi. Hz. Ömer talimatında şunu da ilave etmişti: "Bu tek kişinin
öldürülmesine bütün San'a halkı katılmış olsaydı, hepsinin öldürülmesine
hükmederdim."
4927 Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim kölesini öldürürse, biz
de onu öldürürüz. Kim de kölesinin (burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz
de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız." Nesai'nin rivayetinde şu
ziyade var: "Kim kölesini iğdiş ederse, biz de onu iğdiş
ederiz."
4928 Ebu Cuhayfe radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ali
radıyallahu anh'a: "Ey müminlerin emiri! Yanınızda, Kur'an'da bulunmayan yazılı
bir şey var mı?" diye sormuştum. Şöyle cevap verdi: "Hayır! Daneyi
yar(ıp ondan filizi çıkar)an ve insanı yaratan Zata kasem olsun! Bildiğim
şeyler, Allah'ın, Kur'an'da olanı anlamak üzere kişiye verdiği anlayış ve bir de
şu sahifede bulunanlardır. "Pekiyi bu sahifede ne var?"
dedim. "Diyet(le ilgili ahkam), esirlerin hürriyete kavuşturulması
(ile ilgili tavsiye ve teşvik), kafir mukabilinde müslümanın öldürülmeyeceği!"
cevabını verdi."
4929 Kays İbnu Ubad radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben ve el-Eşter en-Neha'i, Hz. Ali radıyallahu anhüm'ün yanına gittik.
Kendisine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bütün insanlara şamil
olmayan hususi bir talimde bulundu mu?" dedik. Bize: "Hayır! Ama şu
sahifede bulunanlar var!" dedi ve kılıncının kabzasından bir sahife çıkardı.
İçerisinde şunlar vardı: "mü'minlerin kanı eşittir. Onlar kendilerinden
başkalarına karşı tek bir el gibidirler. Onlar içlerinden en adilerinin verdiği
emana uyarlar. Haberiniz olsun: Mü'min, kafir mukabilinde öldürülmez; ahd
(anlaşma) sahibi de anlaşma müddeti esnasında (küfrü sebebiyle) öldürülmez. Kim
bir cinayet işlerse sorumluluğu kendine aittir (başkasını ilzam etmez). Kim bir
cinayet işler veya caniyi himaye ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti üzerine olsun!"
4930 Yahya İbnu Said anlatıyor:
"Mervan, Hz. Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhüma'ya: "Kendisine, bir
adamı öldürmüş olan bir deliyi getirdiklerini yazarak hükmünü sormuştu, şu
cevabı aldı: "Onu hapset, kısas yapma, çünkü deliye kısas
yoktur."
4931 İmam Malik'e ulaştığına göre, Mervan, Hz. Muaviye
radıyallahu anh'a yazarak: "Kendisine adam öldüren bir sarhoş getirildiğini
bildirir ve hükmünü sorar. Hz. Muaviye: "Onu öldür (kısas uygula)!" cevabını
verir."
4932 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Bir yahudi kadın
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a şetimde bulunuyor, hakaretler ediyordu. Bir
adam onu boğarak öldürdü. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kadının kanını batıl
kıldı."
4933 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ama yani
gözleri kör bir zat, ümmü veled olan cariyesini, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a şetmettiği için öldürdü. Resûlullah aleyhissalatu vesselam cariyenin
kanını heder eddetti."
4934 Sa'lebe İbnu Zehdem el-Yerbû'i
radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan bir grup insan gelip: "Ey
Allah'ın Resûlü! Şunlar Beni sa'lebe İbnu Yerbû'dur. Cahiliye devrinde falan
kimseyi öldürdüler!" dedi. Aleyhissalatu vesselam sesini
yükselterek: "Bir kimse diğerinin cinayetinden sorumlu olmaz"
buyurdular."
4935 Tarık el-Muharibi anlatıyor: "Bir adam
(gelerek): "Ey Allah'ın Resûlü! Şunlar, Cahiliye devrinde falancayı
öldüren Beni Sa'lebe kabilesidir. Onlardan intikamımızı alıver!" dedi. Bu söz
üzerine Aleyhissalatu vesselam, ellerini öylesine kaldırdı ki, koltuk altlarının
beyazlığını gördüm. Şöyle diyordu: "Anne, çocuğu adına cinayet işlemez (cinayeti
kendi adınadır).!" Resûlullah bu sözü iki kere tekrar
ettiler."
4936 Sa'id İbnu'l-Müseyyeb merhum anlatıyor: "Şam
ehlinden bir kimse, hanımının yanında bir erkek yakalamıştı. Erkeği de kadını da
öldürdü. Muaviye radıyallahu anh, katil hakkında hüküm vermekte zorluk içinde
kaldı. Meseleyi Ali İbnu Ebi Talib'e sorması için Ebu Musa radıyallahu anhüma'ya
yazdı. Hz. Ali radıyallahu anh: "Bu benim diyarımda (Irak'ta) vaki
olmayan bir hadisedir, hükmünü bana sizin söylemenizi istiyorum!" dedi. Ebu Musa
radıyallahu anh da: "Bu hususta sana sormam için bana Muaviye
radıyallahu anh yazmıştı" dedi. Hz. Ali radıyallahu anh: "Ben
Ebu'l-Hasan'ım! Eğer katil dört şahid getiremezse ipiyle (maktul tarafa) verilir
(kısas yapılır)!" buyurdu."
4937 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir yahudi, gümüş takıları için bir cariyeyi taşla öldürmüştü.
Cariye Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirildi. Henüz canını teslim
etmemişti. Kadıncağıza (birkısım isimler sayılarak): "Seni falanca mı öldürdü?"
diye soruldu. Başıyla: "Hayır!" diye işaret etti. "Seni falan mı öldürdü?" diye
bir başka isim zikredildi. Kadıncağız yine: "Hayır!" manasında başıyla işaret
etti. Üçüncü kere sordu. Bu sefer: "Evet!" dedi ve başıyla işaret
etti. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam adamı (yakalattı, adam
suçunu itiraf etti) o da iki taşla öldürdü, başını iki taş arasında
ezdi."
4938 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
sahte doktorluk yapar ve kendisinden tedavi olunmazsa bu kimse (sebep olacağı
neticeyi) tazmin eder."
4939 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Yahudilerden bir kadın Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a zehir
katılmış bir koyun hediye etti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (bidayette)
kadına dokunmadı."
4940 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma
anlatıyor: "bir adam bir adamın elini ısırmıştı. Eli ısırılan, öbürünün ağzından
elini (hızla) çekti. Bu yüzden ısıranın iki dişi döküldü. Bunun üzerine ihtilaf
edip Resûlullah aleyhissalatu vesselam nezdinde dava açtılar.
"Biriniz diğerinin elini erkek deve gibi ısırmaya mı kalktı? Bunun için sana
diyet yok!" buyurdular." Müslim'in bir diğer rivayetinde şu ziyade
gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bana ne emrediyorsun? Elini
ağzına koymasını söyleyeyim de onu boğa gibi dişleyesin öyle mi? Ver elini de
ısırsın, sonra çık!" buyurdular."
4941 Hz. Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Halası Rübeyyi', bir genç kızın ön dişini kırmıştı.
Ondan affetmesini talep ettiler, kabul etmediler; diyet teklif ettiler, bunu da
kabul etmediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gittilerse de, kız tarafı
kısas talebinde direndiler. Aleyhissalatu vesselam bunun üzerine kısas
emretti. Enes İbnu'n-Nadr: "Rübeyyi'nin dişi kırılır mı? Hayır! Seni
hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun dişi kırılmaz!" dedi. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Allah'ın öyle kulları var ki, (bir
iş için) Allah'a yemin etse, Allah onu boş çevirmeyip dilediğini yerine
getirerek yemininde hanis kılmaz" buyurdular."
4942 İmran İbnu
Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Fakirlere ait bir oğlan çocuğu, zenginlere
ait bir oğlan çocuğunun kulağını kopardı. Oğlanın ailesi Aleyhissalatu
vesselam'a gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler fakirleriz!" dediler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam cani tarafa bir ceza takdir
etmedi."
4943 İbnu Abbas radıyallahu anhüma demiştir ki: "Bir
adam, Cahiliye devrinde yaşamış bir atamıza sövmüştü. (Babam) Abbas radıyallahu
anh ona bir tokat aşketti. Bunun üzerine adamın yakınları gelerek:
"O nasıl tokat aşkettiyse mutlaka biz de ona tokat vuracağız!" dediler ve
silahlarını kuşandılar. Bu durum Aleyhissalatu vesselam'a ulaştı. Hemen gelip
minbere çıktı ve: "Ey insanlar! Yeryüzü ahalisinden kimin Allah katında en
mükerrem olduğunu biliyorsunuz?" buyurdular. Hepsi birlikte: "Siz ey
Allah'ın Resûlü!" cevabını verdiler Aleyhissalatu vesselam:
"Bilesiniz! Abbas bendendir, ben de ondanım! Ölülerimize sövmeyin, aksi halde
dirilerimizi üzersiniz!" buyurdular. bunun üzerine halk gelip: "Ey
Allah'ın Resulü! senin gadabından Allah'a sığınırız, bizim için mağfiret
dileyiverin!" dediler."
4944 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Öldürme tarzında insanların en ölçülüsü, iman
sahipleridir."
4945 Abdullah İbnu Zeyd el-Ensari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam müsle (denen göz
çıkarmak, burun, dudak, kulak kesmek, karın deşmek gibi tecavüzler)'den,
yağmacılıktan men etti."
4946 İbnu Firas, Hz. Ömer radıyallahu
anh'tan nakladiyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, (başkasının
lehine olarak) kendi nefsine kısas uyguluyordu."
4947 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı, kendisine her
ne zaman kısas bulunan bir dava getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi
emrediyor gördüm."
4948 Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam getirip: "Bu
adam kardeşimi öldürdü!" diye şikayette bulundu. Resûlullah da: "Git
sen de onu öldür, tıpkı kardeşini öldürdüğü gibi!" buyurdular. Adamcağız
şikayetçiye: "Allah'tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük
bir ücrete sebeptir.. Senin için de, kardeşin için de Kıyamet günü daha
hayırlıdır!" dedi. Adam da onu salıverdi. Durum Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a haber verildi. Resûlullah (onu çağırtıp) sordu. Adam (caninin)
kendisine söylediklerini haber verdi." (Ravi devamla) der ki:
"(Resûlullah aleyhissalatu vesselam): "Onu azat et! Aslında onu azad etmen, onun
için, Kıyamet günü onun sana yapacağından daha hayırlıydı. O gün: "Ey Rabbim!
diyecek, şuna sor bakalım, beni niye öldürmüştü?"
4949 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Maktulün kısas talep eden velilerine, (katillerden) birini
affederek kısastan kaçınmaları gerekir. Kadın dahi olsa, en yakın olan
başlasın."
6789 Muaz İbnu Cebel, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah, Ubade
İbnu's-Samit ve Şeddad İbnu Evs radıyallahu anhüm ecmain'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Kadın, taammüden bir
kimseyi öldürdüğü vakit, hamile olduğu taktirde hemen öldürülmez, çocuğunu
doğurup bir bakıcıya vermesi beklenir. Keza zina yapacak olsa karnındakini
doğurup bir kadına verinceye kadar recmedilmez."
[TOP]
KISKANÇLIK
Kimlik alan
4276 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah kıskançtır,
mü'min de kıskançtır. Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi
yapmasıdır."
4277 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, şöyle diyordu: "Allah'dan daha
kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevahişin açığını da kapalısını da haram
kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki
nefsini medhetmiştir."
4278 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben
zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şahid getirinceye kadar ona mühlet mi
tanıyacağım?" "Evet!" buyurdu Aleyhissalatu vesselam.
Sa'd: "Asla dedi, seni hakla gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun,
şahid aramazdan önce kılıncımı indiririm." Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o
kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan da kıskancım, Allah da benden
kıskanç."
4279 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde)
hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri
gelince halimi anladı ve: "Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben
de: "Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?"
dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Sana yine şeytanın gelmiş olmalı"
dedi. Ben: "Benimle şeytan mı var?" dedim. "Şeytanı
olmayan kimse yoktur" dedi. "Seninle de var mı?" dedim
"Evet, Ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da müslüman oldu!"
buyurdu."
4280 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Safiyye
radıyallahu anha gibi güzel yemek yapanı görmedim. (Bir defasında) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam benim odamda iken, Safiyye ona yemek yapıp (göndermişti).
Çok şiddetli bir kıskançlık hissettim. Öyle ki beni bir titreme sardı. (Gidip)
kabını kırdım, sonra da pişman oldum ve: "Ey Allah'ın Resûlü dedim,
yaptığım bu hareketin keffareti nedir?" "Tabağa aynıyla tabak,
yemeğe misliyle yemek!" buyurdular."
[TOP]
KISSALAR
Kimlik alan
4957 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan
annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz.
İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı.
Burası Mescid'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam üstünde bir nokta idi. O gün
Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve
çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık
dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı. Hz. İbrahim aleyhisselam
bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam'a gitmek üzere) oradan
uzaklaştı. İsmail'in annesi, İbrahim'in peşine düştu (ve ona Keda'da
yetişti). "Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın
bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. bu sözünü
birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne,
tekrar (üçüncü kere) seslendi: "Böyle yapmanı sana Allah mı
emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: "Evet!" buyurdu. Kadın:
"Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri
döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye
(tepesine) gelince Beyt'e yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey
Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin hürmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir
vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-.
Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü'min olanlarrın gönüllerini onlara meylettir
ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip
şükretsinler" (İbrahim 37). İsmail'in annesi, çocuğu emziriyor,
yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi),
çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan)
kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına
dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti.
Üzerine çıktı, birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip
etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. safa'dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin
eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın koşusuyla koşmaya başladı.
Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir
kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı.
İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan
gelir. Anne, (bu sefer) Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi
kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun
üzerine: "(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa
(gecikme)!" dedi. Derken Zemzem'in yanında bir melek (tecelli etti). Bu
Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın: "Ben Hacer'im,
İbrahim'in oğlunun annesi..." "İbrahim sizi kime tevkil
etti?" "Allah Teala'ya." "her ihtiyacınızı görecek Zat'a
tevkil etmiş." Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu.
Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu.
Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten
kaynıyordu." İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "Allah İsmail'in
annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da
avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akar su olacaktı."
Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi. Melek, kadına:
"Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teala Hazretleri'nin burada
bir Beyt'i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teala
Hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir
tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı. Kadın bu şekilde
yaşayıp giderken, oraya Cürhüm'den bir kafile uğradı. Oraya Keda yolundan
gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip
gittiğini gördüler. "Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su
var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik
için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp
haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail'in annesini
buldular. "Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler.
Kadın: "Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar
da: "Pekala!" dediler. Aleyhissalatu vesselam der ki:
"Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da
oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip
burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan
Arapça'yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan
bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada
İsmail'in annesi vefat etti. Derken Hz. İbrahim aleyhisselam,
İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı.
İsmail'i bulamadı. Hanımından İsmail'i sordu. Kadın: "Rızkımızı
tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini,
hallerini sordu. Kadın: "Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!"
diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim: "Kocan gelince, ona benden
selam etve "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle!" dedi. İsmail geldiği
zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi: "Eve herhangi bir kimse geldi
mi?" diye sordu. Kadın: "Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi.
senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve
darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail: "sana bir tavsiyede
bulundu mu?" dedi. Kadın: "Evet! sana selam söylememi emretti ve
kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!" dedi. İsmail: "Bu babamdı.
seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını
boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi. Hz. İbrahim
onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine
İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu.
Kadın: "Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. İbrahim:
"Haliniz nasıldır?" dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:
"İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada
bulundu. "Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın: "Et
yiyoruz!" dedi. "Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da: "Su!"
dedi. Hz. İbrahim: "Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!"
diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der ki: "O gün onların
hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua
ediverirdi." İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke'den
başka hiçbir yerde Mekke'deki kadar sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı
yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve
neticesidir). (Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz. İbrahim'den
anlatmaya devam etti:) "İbrahim (İsmail'in hanımına) dedi
ki: "Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının
eşiğini sabit tutmasını emret!" (Çünkü eşik, evin dirliğidir). "Hz.
İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "yanınıza bir uğrayan oldu
mu?" diye sordu. Kadın: "Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık
kıyafeti düzgündü!" dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım övgülerden
sonra: "Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl
olduğunu sordu, ben de hayır üzere olduğumuzu söyledim!" dedi.
İsmail: "Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu.
Kadın: "Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı
emrediyor" dedi. Hz. İsmail: "Bu babamdı. Eşik de sensin, seni
tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin, kıymetin
şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail'e on erkek evlad doğurur.)
Sonra, Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir
müddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha
ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp
karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar,
el, yüz, göz öpüldü). Sonra Hz. İbrahim: "Ey İsmail!
Allah Teala Hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de:
"Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. İbrahim: "Bu işte bana sen
yardım edecek misin?" diye sordu. O da: "Evet sana yardım edeceğim!"
diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim: "Allah-Teala
Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek etrafına nazaran
yüksekçe bir tepeyi gösterdi." (İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail'le
İbrahim işte orada Ka'be'nin (daha önceki) temellerini yükselttiler. Hz. İsmail
taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail,
babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı
örerken, Hz. İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona
(aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar: "Ey Rabbimiz! (Bu
hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!"
diyorlardı." İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı
yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden
kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" (Bakara 127) diye dua ediyorlardı."
ASHABU'L-UHDÛD
4958 Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden öncekiler
arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca
Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı
öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği
yolda bir rahip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi,
konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, rahibe uğruyor, yanında (bir
müddet) oturup onu dinliyordu. (Bir gün) delikanlıyo sihirbaz,
yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu rahibe şikayet etti. Rahip
ona: "Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni
oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye
tenbihte bulundu. O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş
bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine:) "Bugün
bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı
ve: "Allahım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli
ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı
öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı rahibe gelip durumu
anlattı. Rahib ona: "Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)!
Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz
kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca
hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da
kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler
alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir"
dedi. O da: "Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer
Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!"
dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi. Adam bundan
sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu.
Kral: "Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu. "Rabbim!"
dedi. Kral: "Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi.
Adam: "Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral
onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman
etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral
ona: "Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca
hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!"
dedi. Oğlan: "Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!"
dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da
rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona:
"Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının
ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan
getirildi. Ona da: "Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral
onu da adamlarından bazılarına teslim etti. "Onu falan dağa götürün,
tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini
talep edin); dönerse ne ala, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler
onu dağa çıkardılar. Oğlan: "Allahım, bunlara karşı, dilediğin
şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de
düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?"
dedi. "Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral
onu adamlarından bazılarına teslim etti ve: "Bunu bir gemiye
götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne ala, değilse onu
denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan
orada: "Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!"
diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek
hükümdara geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu.
Oğlan. "Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra
Kral'a: "benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!"
dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan: "İnsanları geniş bir
düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra
oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku
bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen
halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku
yayının ortasına yerleştirdi. Sonra: "Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi
ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun
isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:
"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra
krala gelindi ve: "Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza
geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına
hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler
yakıldı. Kral: "Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir
verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye emir verildi. İstenen derhal
yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın
oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu: "Anneciğim sabret. zira sen hak
üzeresin!" dedi."
4959 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç kişi dışında hiç kimse
beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu Meryem aleyhima's-selam,
Cüreyc'in arkadaşı. Cüreyc, kendini ibadete vermiş abid bir kuldu.
Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle meşguldü. Derken bir gün annesi yanına
geldi, o namaz kılıyordu. "Ey Cüreyc! (Yanıma gel, seninle
konuşacağım! Ben annenim)" diye seslendi. Cüreyc: "Allahım! Annem ve
namazım (hangisini tercih edeyim?" diye düşündü). Namazına devama karar
verdi. Annesi çağırmasını (her defasında üç kere olmak üzere) üç gün
tekrarladı. (Cevap alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda: "Allahım,
kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!" diye bedduada bulundu. Beni
İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda
güzelliğiyle herkesin dilinde olan zaniye bir kadın vardı.
"Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi. Gidip Cüreyc'e sataştı. Ancak Cüreyc
ona iltifat etmedi. Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc'in
manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve
hamile kaldı. Çocuğu doğurunca: "Bu çocuk Cüreyc'ten!" dedi. Halk
(öfkeyle) gelip Cüreyc'i manastırından çıkarıp manastırı yıktılar, (hakaretler
ettiler), kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi). Cüreyc
onlara: "Derdiniz ne?" diye sordu. "Şu fahişe ile zina
yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!" dediler. Cüreyc: "Çocuk nerede,
(getirin bana?)" dedi. Halk çocuğu ona getirdi. Cüreyc: "Bırakın
beni, namazımı kılayım!" dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince
çocuğun yanına gitti, karnına dürttü ve: "Ey çocuk! Baban kim?" diye
sordu. Çocuk: "Falanca çoban!" dedi. Bunun üzerine halk Cüreyc'e gelip onu öpüp
okşadı ve: "senin manastırını altından yapacağız!" dedi. Cüreyc ise:
"Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!" dedi. Onlar da
yaptılar. (Üçüncüsü): Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu.
Oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören
kadın: "Allah'ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Çocuk
memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve: "Allahım beni bunun
gibi yapma!" diye dua etti. Sonra tekrar memesine dönüp emmeye
başladı." Ebu Hureyre der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı, şehadet parmağını ağzına koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini
taklid ederken görür gibiyim." (Resulullah anlatmaya devam
etti:) "(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir
cariye vardı. Onu dövüyorlar ve: "(Seni zani seni!) Zina yaparsın,
hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. Cariye ise: "Allah bana yeter, o
ne iyi vekildir!" diyordu. Çocuğun annesi: "Allahım çocuğumu bunun
gibi yapma!" dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve:
"Allahım beni bunun gibi yap!" dedi. İşte burada anne-evlat karşılıklı konuşmaya
başladılar: (Anne dedi ki: "Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir
adam geçti. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap" dedim. sen: "Allahım! Beni
bunun gibi yapma!" dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık
yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma"
dedim. sen ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedin). Oğlu şu
cevabı verdi: "Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: "Allahım, oğlumu
bunun gibi yap!" dedin, ben ise: "Allahım beni bunun gibi yapma!" dedim.
Yanımızdan bu cariyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp hem de: "Zina ettin, hırsızlık
ettin!" diyorlardı. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma!" dedin. Ben ise:
"Allahım, beni bunun gibi yap!" dedim. (Sebebini açıklayayım:) O atlı adam
cebbar zalimin biriydi. Ben de: "Allahım beni böyle yapma!" dedim. "Zina ettin,
hırsızlık ettin!" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de
çalmıştı! Ben de "Allahım beni bunun gibi yap!" dedim."
4960 İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca)
geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan
(kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı.
Aralarında: "sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak
Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle
dedi: "Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok
kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini
yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde
ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hala uyumakta idiler. Onlardan
önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya
da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben
ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını beklliyordum. Derken şafak
söktü: "Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan,
bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!" Taş bir miktar
açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi. İkinci şahıs şöyle
dedi: "Ey Allahım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok
seviyordum. Ondan kam almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi
kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi
mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım
sırada: "Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana
haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en
çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da
terkettim. Ey Allah'ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için
yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar." Kaya biraz daha açıldı. Ancak
onlar çıkabilecek kadar açılmadı. Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum.
Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben
de onun parasını onun adına işletip kar ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken
(yıllar sonra) çıkageldi ve: "Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!"
dedi. Ben de: "Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler
senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam: "Ey Abdullah, benimle
alay etme!" dedi. Ben tekrar: "Ben kesinlikle seninle alay
etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı
götürdü. "Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu
halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam
ettiler."
4961 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlar
arasında Kifl adında biri vardı. Bildiğinden hiç şaşmazdı. İhtiyaç içinde
olduğunu bildiği bir kadına gelerek, altmış dinar verdi. Kadından kam almak
üzere teşebbüse geçince kadın, titredi ve ağladı. "Niye ağlıyorsun?" diye
sorunca, kadın: "Bu benim hiç yapmadığım (haram) bir amel. Bu günaha
beni razı eden de fakrımdır!" dedi. Adam da: "Yani sen şimdi Allah
korkusuyla mı ağlıyorsun? Öyleyse, Allah'tan korkmaya ben senden daha layıkım!
Haydi git, verdiğim para da senin olsun. Vallahi ben bundan böyle Allah'a hiç
asi olmayacağım!" dedi. Adam o gece öldü. Sabah, kapısında şu yazılı
idi: "Alah Kifl'i mağfiret etti!" Halk bu duruma şaşırdı
kaldı. Allah o devrin peygamberine Kifl'in durumunu vahyen bildirinceye kadar
şaşkınlık devam etti."
4962 Ebu Vail, Rebi'a kabilesinden el-Haris
İbnu Yezid el-Bekri adında bir adamdan naklen anlatıyor: "Medine'ye
gelmiştim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gittim. Mescid, cemaatle
dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal radıyallahu anh
kılıcını kuşanmış, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında duruyordu. Ben:
"Bu insanların derdi ne, (ne oluyor)? diye sordum. "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Amr İbnu'l-As'ı, Rebi'a'ya doğru göndermek istiyor, (onun
hazırlığı var)!" dediler. Ben: "Ad elçisi gibi olmaktan Allah'a
sığınırım" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Ad elçisi de nedir?" buyurdular.
Ben: "Bunu çok iyi bilen kimseye düştünüz. Ad (kavmi) kıtlığa
uğrayınca Kayl'ı kendileri için su aramaya gönderdi. Kayl da, Bekr İbnu
Muaviye'ye uğradı. O, buna şarap içirdi ve Mekke'de o sıralarda seslerinin ve
tegannisinin güzelliğiyle meşhur Cerade isminde iki cariye de şarkılar söyledi.
(Bu suretle bir ay kadar kaldıktan) sonra, Mühre (İbnu Haydan Kabilesi'nin)
dağına müteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki: "Ey Allahım! Ben sana
ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fiyesini ödeyeceğim bir esir için gelmedim.
Sen kulunu, sulayıcı olduğun müddetçe sula. Onunla birlikte Bekr İbnu Muaviye'yi
de sula. -Böylece kendisine içirdiği şarap için ona teşekkür eder.-
Bunun üzerine onun için üç parça bulut yükseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri
de siyah. Ona: "bunlardan birini seç!" denildi. O, bunlardan siyah olanını
seçti. Ona: "Ad kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu
bulutu toz duman olarak al!" denildi." Bunu söyleyince Aleyhissalatu
vesselam: "(Onlara) sadece şu -yüzük halkası- miktarında rüzgar
gönderildi" buyurdular ve arkasından şu mealdeki ayet-i kerimeyi tilavet
ettiler: "Ad (kavminin helak edilmesinde) de (ibret vardır). hani onların
üzerine o kısır rüzgarı göndermiştik. Öyle bir rüzgar ki, her uğradığı şeyi
(yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu" (Zariyat
41-42).
4963 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beni İsrail'den üç kişi
vardı: Biri alatenli, biri kel, biri de ama. Allah bunları imtihan etmek istedi.
Bu maksadla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi. Melek önce
alatenliye geldi. Ve: "En çok neyi seversin?" dedi. Adam: "Güzel bir
renk, güzel bir cild, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!" dedi. Melek
onu meshetti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cild sahibi
oldu. Melek ona tekrar sordu: "Hangi mala kavuşmayı
seversin?" "Deveye!" dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve
verildi. Melek: "Allah bunları sana mübarek kılsın!"
deyip (kayboldu) ve Kel'in yanına geldi. "En ziyade istediğin şey
nedir?" dedi. Adam: "Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin
benden gitmesi!" dedi. Melek,keli elleriyle meshetti, adamın keli gitti.
Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar: "En çok hangi malı
seversin?" diye sordu. Adam: "Sığırı!" dedi. Hemen kendisine hamile
biir inek verildi. Melek: "Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!"
diye dua etti ve amanın yanına gitti. Ona da: "En çok neyi seversin?" diye
sordu. Adam: "Allah7ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!"
dedi. Melek onu meshetti ve Allah da gözlerini anında iade etti. Melek ona
da: "En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:
"Koyun!" dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi. Derken sığır ve
deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vadi dolusu
develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu
koyunları oldu. Sonra melek, alatenliye, onun eski hali ve heyetine
bürünmüş olarak geldi ve: "Ben fakir bir kimseyim, yola devam
imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka yardım edecek kimse yok! Sana
şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni
talep ediyorum! Ta ki onunla yoluma devam edebileyim!" dedi. Adam:
"(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var!" dedi ve yardım talebini
reddetti. Melek de: "Sanki seni tanıyor gibiyim!Sen ala tenli,
herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana (sıhhat ve mal)
verdi" dedi. Ama adam: "(Çok konuştun!) Ben bu malı büyüklerimden
tevarüs ettim!" diyerek onu tersledi. Melek de: "Eğer yalancı isen
Allah seni eski haline çevirsin!" dedi ve onu bırakarak kel'in yanına geldi.
Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne
söylediklerini söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti.
Melek buna da: "Eğer yalancıysan Allah seni eski halinne çevirsin!"
deyip, ama'ya uğradı. Buna da onun eski hali heyeti üzere (yani bir ama olarak)
göründü. Buna da: "Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme
imkanım kalmadı. Bugün, evvel Allah sonra senden başka bana yardım edecek yok!
Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma
devam edebileyim!" dedi. Ama cevaben: "Ben de ama idim. Allah gözümü
iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak!
Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!" dedi.
Melek de: "Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden
memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gadap edildi" (ve gözden
kayboldu)."
4964 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Beni İsrail'den bin dinar borç para isteyen
bir kimseden bahsetti. Beni İsrail'den borç talep ettiği kimse: "Bana
şahidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şahid olsunlar!" dedi. İsteyen
ise: "Şahid olarak Allah yeter!" dedi. Öbürü: "Öyleyse buna kefil getir" dedi.
Berikisi "Kefil olarak Allah yeter" dedi. Öbürü: "Doğru söyledin!"
dedi ve belli bir vade ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna çıktı ve
ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vadesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek
üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini
oydu. Bin dinarı sahibine hitabeden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi.
Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da denize getirip: "Ey
Allahım, biliyorsun ki, ben falanndan bin dinar borç almıştım. Benden şahid
istediğinde ben: "Şahid olarak Allah yeter!" demiştim. O da şahid olarak sana
razı oldu. Benden kefil isteyince de: "Kefil olarak Allah yeter!" demiştim. O da
kefil olarak sana razı olmuştu. ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret
ettim, ama bulamadım. Şimdi onu sana emanet ediyorum!" dedi ve odun parçasını
denize ettı ve odun denize gömüldü. Sonra oradan ayrılıp, kendini
memleketine götürecek bir gemi aramaya başladı. Borç veren kimse de, parasını
getirecek gemiyi beklemeye başladı. Gemi yoktu ama, içinde parası bulanan odun
parçasını buldu. Onu ailesine odun yapmak üzere aldı. (Testere ile) parçalayınca
parayı ve mektubu buldu. Bir müddet sonra borç alan kimse geldi. Bin
dinarla adama uğradı ve: "Malını getirmek için aralıksız gemi
aradım. Ancak benni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım" dedi.
Alacaklı: "Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?" diye sordu.
Öbürü: "Ben sana, daha önce bir gemi bullamadığımı söyledim" dedi.
Alacaklı: "Allah Teala Hazretleri, senin odun parçası içerisinde
gönderdiğin parayı sana bedel ödedi. Bin dinarına kavuşmuş olarak dön"
dedi."
4965 Hz. Selman radıyallahu anh dedi ki: "Hz. İsa ile Hz.
Muhammed aleyhimesselatu vesselam arasındaki fetret altıyüz
senedir."
4966 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Tübba' mel'un
mudur bilemiyorum. Keza Üzeyr peygamber midir onu da
bilemiyorum."
4967 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer Beni İsrail
olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına hiçbir zaman
ihanet etmezdi."
[TOP]
KIYAMET
Kimlik alan
4968 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nefsim
kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza
(bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp,
hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O
zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve
içindekilerin tamamından daha hayırlı olur." Sonra Ebu Hureyre der
ki: "Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur
ki, ölümünden önce onun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet
gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir" (Nisa
159).
4969 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden bir grup, hak için
muzaffer şekilde mücadeleye Kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa
İbnu Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: "Gel bize namaz kıldır!" der. Fakat
Hz. İsa aleyhisselam: "Hayır! der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz
birbirinize emirsiniz!"
4970 İbnu Mes'ûd radıyallahhu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir
kimseyi o günde gönderecek." İbnu Mes'ûd: "Resûlullah yahut da şöyle
buyurmuştu der: "...Ehl-i beytimden birini, ki bu zatın ismi benim ismime uyar,
babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve
zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkaniyetle
doldurur."
4971 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mehdi benim
zürriyetimden, kızım Fatıma'nın evladlarındandır."
4972 Ebu İshak
anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, oğlu Hasan radıyallahu anh'a baktı ve: "Bu
oğlum, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın tesmiye buyurduğu üzere Seyyid'dir.
Bunun sulbünden peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle
peygamberinize benzeyecek; yaratılışı yönüyle ona benzemeyecek" dedi ve sonra da
yeryüzünü adaletle dolduracağına dair gelen kıssayı
anlattı."
4973 Şabi'nin, Fatıma Bintu Kays radıyallahu anha'dan
nakline göre Fatıma şöyle anlatmıştır: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Temimu'd-Dari hıristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve
müslüman oldu. O, benim Mesih Deccal'den anlattığıma uygun olan bir rivayette
bulundu. Bana anlattığına göre, Temim, bir gemiye binip denize açılmıştır.
Yanında Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi
olmadığı için) onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda güneşin
battığı esnada denizde bir adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya
çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar,
tüylerinin çokluğundan hayvanın baş tarafı neresi, arka tarafı neresi
anlayamadılar. (Şaşkın şaşkın:) "Sen necisin, neyin nesisin?"
dediler. O cevap verdi: "Ben cessaseyim!" "Cessase
nedir?" denildi. "Ey cemaat! Şu mannastıra kadar gelin! İçinde bir
adam var, o sizin haberinize müştaktır!" dedi. O, böylece bir adamdan söz
edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen koşarak manastıra girdik.
İçeride bir adam vardı; hilkatçe gördüklerimizin en irisiydi ve elleri boynuna,
dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı. "Vah sana!
Kimsin sen?" dedik. "Benim haberimi alabilmişsiniz. Şimdi siz
kimsiniz, bana söyleyin!" dedi. Arkadaşlarım: "Biz bir grup Arabız.
Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay oynatıp
oyaladı. Sonra şu adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok
kıllı bir hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne
taraf anlayamadık. "Vah sana, nesin sen" dedik. "Ben cessaseyim!"
dedi. Biz: "Cessase de ne?" dedik. "Manastırdaki şu adama gelin, o
sizin haberinize pek müştaktır!" dedi. Biz de koşarak sana geldik. Biz onun bir
şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk" dedik. Adam:
"Bana Beysan hurmalığından haber verin!" dedi. Biz: "Onun neyinden
haber soruyorsun?" dedik. "Ben onun ağacından soruyorum, meyve
veriyor mu?" dedi. "Evet!" dedik. "Öyleyse meyve
vermeme zamanı yakındır!" dedi. "Bana Taberiye gölünden haber
verin!" dedi. "Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik.
"Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi. "Bana Zuğer gözesinden
haber verin!" dedi. "Sen onun neyinden haber istiyorsun?"
dedik. "Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.
"Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!"
dedik. "Ümmilerin peygamberinden bana haber verin? O ne yaptı?"
dedi. "O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti"
dedik. "Araplar O'nunla mukatele etti mi?" dedi. Biz:
"Evet!" dedik. "Onlara karşı ne yaptı?" dedi. Biz de, (onu ezmek
için) peşine düşen Araplara galebe çaldığını, Arapların kendisine itaat
ettiklerini haber verdik. (O da bize:) "Bu, onların itaat etmeleri,
kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım: Ben Mesih
Deccal'im. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp
yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak.
Mekke ile Taybe (Medine) hariç. Bu iki şehir bana haramdır. Onlardan birine her
ne vakit girmek istersem, elinde yalın kılıç bir melek beni karşılar, benim
oraya girmeme mani olur. Onların her bir geçidinde bir melek vardır, onları
korur!" dedi." Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam çubuğuyla minbere
dürterek: "Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size
anlattım değil mi?" buyurdular. Halk da: "Evet!" diye karşılık verdi. bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Temimi'd-Dari'nin rivayetinin benim
size ondan (Mesih Deccal'dan) Mekke ve Medine'den anlattığıma muvafık düşmesi
hoşuma gitti. Bilesiniz O Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır doğu
tarafındandır. Evet o doğu tarafından zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur
edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."
4974 Ebu
Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
bize Deccal üzerine uzun bir hadis rivayet etti. Bize anlattıkları meyanında
şöyle de demişti: "Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine
haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere
kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan -veya en hayırlılarından- bir
kimse onun karşısına çıkar ve: "Sen Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bize haber verdiği Deccal'sin!" der. Deccal de (kendi
adamlarına): "Ben şunu öldürüp sonra da diriltsem ne dersiniz? Bu
işte bir şüpheye düşer misiniz?" der. Oradakiler: "Hayır!" derler.
Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Diriltildiği zaman adam:
"Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli
olmamıştım!" der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)cek,
fakat musallat edilmeyecek."
4975 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Deccal
çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü
tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne
ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düş(meyi kabul et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk
sudur."
4976 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına
göre, Aleyhissalatu vesselam'a Deccal'den sormuştur. Aleyhissalatu vesselam da
şu cevabı vermiştir: "O (Deccal) çıktığı gün (aynen bir insan
gibidir) yemek yer. Ben size, onun hakkında, benden önceki peygamberlerden
hiçbirinin kendi ümmetine anlatmadığı hususları anlatacağım: Onun sağ gözü
meshedilmiştir (görmez), pertlektir, göz hadakası yoktur, sanki hadakası çevrim
içinde bir balgam gibidir. Sol gözü de inciden bir yıldız gibidir. Onun
beraberinde sanki cennet ve ateşin birer misli vardır. Ancak hakikatta ateşi
cennet, suyu da ateştir. Haberiniz olsun! Onun yanında iki kişi vardır; köy
halkını inzar ederler. Bu ikisi köyden çıkınca Deccal'in ashabından ilki oraya
girer."
4977 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Veda haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!"
buyurdular. Sonra Allah'a hamd ve senada bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den
uzunu uzun söz ettiler ve buyurdular ki: "Allah'ın gönderdiği her
peygamber, ümmetini onunla inzar etti. Nuh aleyhisselam ümmetini onunla inzar
etti, ondan sonra gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali
sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O
ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm
danesi gibidir. (İki gözünün arasında ke-fe-re yani kafir yazılmış olacaktır.
Bunu her müslüman okuyacaktır)."
4978 Muhammed İbnu'l-Münkedir
anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma, İbnu Sayyad'ın Deccal olduğu
hususunda yemin ederdi. Ben: "Sen Allah'a yeni de ediyorsun ha!"
dedim. Bana şu cevabı verdi: "(Nasıl etmeyeyim?) Ömer İbnu'l-Hattab
radıyallahu anh'a, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında İbnu Sayyad'ın
Deccal olduğu hususunda yemin ettiğini işittim. Buna rağmen aleyhissalatu
vesselam kendisini reddetmemişti."
4979 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh, ashabtan bir grup
içerisinde Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte İbnu Sayyad'a doğru
gittiler, Onu, Beni Megale şatosunun yanında çocuklarla oynar buldular. O
sıralarda bülûğa yaklaşmış durumdaydı. İbnu Sayyad, Aleyhissalatu vesselam,
eliyle sırtına vuruncaya kadar (onların geldiğini) hissetmedi. Aleyhissalatu
vesselam, omuzuna vurup: "Benim Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet
ediyor musun?" diye sordu. İbnu Sayyad ona bakıp: "Şehadet ederim
ki, sen ümmilerin peygamberisin!" dedi. İbnu Sayyad da Resulullah'a:
"Sen, benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" dedi. Aleyhissalatu
vesselam onu reddetti ve: "Ben Allah'a ve O'nun resullerine iman
ettim!" buyurdu ve sonra sordu: "Pekiyi, ne görüyorsun?"
"Bana bir doğru sözlü (sadık), bir de yalancı (kazib) gelmektedir" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Sana bu iş
karıştırıldı! (Sıdkı kizb; kizbi sıdk ile karıştırıyorsun)" buyurdular. Sonra da
Aleyhissalatu vesselam ona: "Ben senin için (içimde) bir şey
sakladım (bil bakalım!) dedi. İbnu Sayyad: "O dumandır!" diye cevap
verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Sus, sen kendi kadrini hiçbir vakit
aşamayacaksın!" buyurdular. bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resulü! Bana müsaade buyurun şunun boynunu vurayım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "Eğer (Deccal) bu ise, sen ona musallat
edilecek değilsin, eğer bu Deccal değilse onu öldürmekte sana bir hayır yok!"
buyurdular." Tirmizi, "Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil
bakalım!)" sözünden sonra şu ibareyi ilave etti: "Onun için (içinde) "O halde
semanın apaşikar bir duman getireceği günü gözetle (Habibim)" (Duhan 10) ayetini
gizlemişti."
4980 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "İbnu
Sayyad, Harre savaşı sırasında kaybedildi."
4981 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz.
Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir
kavmle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz."
4982 Yine Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"rumlar, A'mak ve Dabık nam mahallere inmedikçe Kıyamet kopmaz. Onlara karşı
Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün Arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu
ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, rumlar:
"Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!" derler.
Müslümanlar da: "Hayır" Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından
çekilmeyiz" derler. Bunun üzerine (müslümanlar) onlarla harb eder. bunlardan
üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte
biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri
de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da
fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet
taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar: "Mesih
Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!" Bunun üzerine, çıkarlar.
Ancak bu haber batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için
hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu
Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hz. İsa'yı görünce, tıpkı
tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine)
helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki
onlara, harbesindeki kanını gösterir."
4983 Yine Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir
gün): "Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir
işittiniz mi?" diye sordular. Oradakiler: "Evet!" deyince, şöyle
buyurdular: "İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer
tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak
silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lailahe illallahu vallahu
ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin kara tarafı düşer. Sonra askerler ikinci
kere, "Lailahe illallahu vallahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer.
Sonra tekrar "Lailahe illalllahu vallahu ekber!" derler. Bu sefer onlara
(kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar.
Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münadi gelip: "Deccal
çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri
dönerler."
4984 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yahudilerle
savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dahi: "Ey müslüman! işte yahudi,
arkamda (saklandı), gel, öldür onu!" diyecek."
4985 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz.
Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları
birdir."
4986 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nefsim yed-i kudretinde olan
Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize
kullanmadıkça, dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça Kıyamet
kopmaz."
4987 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Herc artmadıkça Kıyamet kopmaz!"
buyurmuşlardı. (Yanındakiler:) "Herc nedir ey Allah'ın Resûlü?" diye
sordular. "Öldürmek! Öldürmek!" buyurdular."
4988 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi
fitneler olacak. (O vakit) kişi mü'min olarak sabaha erer de kafir olarak akşama
kavuşur. Mü'min olarak akşama erer, kafir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler
azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar."
4989 Sehl
İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Ben Kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim!"
buyurdular ve şehadet parmağıyla orta parmağını yanyana
gösterdiler."
4990 Müstevrid İbnu Şeddad el-Fihri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ben Kıyamet'in
kopacağı aynı saatte gönderildim. Ancak, şunun şunu geçmesi gibi ben Kıyamet
saatini geçip biraz evvel geldim!" buyurdular ve orta parmağı ile şehadet
parmağını gösterdiler."
4991 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hicaz
bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu ateş Busra'daki develerin
boyunlarını aydınlatacaktır."
4992 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kıyametten önce,
Hadramevt'ten -veya Hadramevt denizinden- bir ateş çıkacak, insanları
toplayacak" buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar:) "Ey Allah'ın Resûlü
(o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?" diye sordular. "Size
Şam('ı yani Suriye'ye gitmenizi) tavsiye ederim"
buyurdular."
4993 Ebu'z-Zübeyr, Hz. Cabir radıyallahu anh'tan
naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bugün
doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun." (Ravi
der ki:) "Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir."
4994 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a:
"Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sormuştu. Aleyhissalatu vesselam bir müddet
sükuttan sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir çocuğa
bakıp: "Bu delikanlı pir-i fani olmadan önce Kıyametiniz
kopacaktır!" buyurdular. Hz. Enes radıyallahu anh der ki: "Çocuk o
gün benim akranım idi."
4995 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Otuz
kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah'ın
elçisi olduğunu zanneder."
4996 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Güneş,
battığı yerden doğmadıkça Kıyamet kopmaz. Batı'dan doğunca, insanlar görür ve
hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imannın sevkiyle hayır
kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz."
4997 Hz. Ebu
zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Güneş battığı sırada Mescid'e girmiştim.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Ey Ebu Zerr!" buyurdular.
"Şu (güneş batınca) nereye gidiyor, biliyor musun?" "Allah ve Resûlü
daha iyi bilir!" dedim. "O, Rabbinden secde etmek için izin istemeye
gider. Ona izin verilir ve sanki kendisine şöyle denir: "Git geldiğin yerden
tekrar doğ." O da battığı yerden doğar." Sonra (Ebu Zerr dedi ki:
"Aleyhissalatu vesselam) şöyle kıraat etti: "Ve zalike müstegarrün leha" (Yasin
38). (Ebu Zerr ilaveten) dedi ki: "Bu İbnu Mes'ûd
kıraatidir."
4998 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ruhumu kudret elinde tutan
Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye
kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendinden sonra
ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe Kıyamet
kopmaz."
4999 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Devs kabilesinin kadınlarının
kıçları, Zü'l-Halasa putunun etrafında titremedikçe Kıyamet kopmaz. Zü'l-halasa,
Devslilerin cahiliye devrinde tapındıkları (Tebale'deki)
puttur."
5000 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanların dünyaca en bahtiyarını adi
oğlu adiler teşkil etmedikçe Kıyamet kopmaz."
5001 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine
kopmayacaktır."
5002 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yanındaki cemaate konuşurken, bir adam
gelerek: "(Ey Allah'ın Resûlü!) Kıyamet ne zaman kopacak?" dedi. Aleyhissalatu
vesselam konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit: "Sual
sahibi nerede?" buyurdular. Adam: "İşte buradayım ey Allah'ın
Resûlü!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Emanet zayi edildiği vakit
Kıyameti bekleyin!" buyurdular. Adam: "Emanet nasıl zayi edilir?"
diye sordu. Efendimiz: "İş, ehil olmmayana tevdi edildi mi Kıyamet'i
bekleyin!" buyurdular."
5003 Sahiheyn'de gelen bir diğer
rivayette: "Kahtan'dan, insanları değneğiyle idare eden bir adam çıkmadıkça
Kıyamet kopmaz" buyrulmuştur."
5004 Yine Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça Kıyamet kopmaz. Onun üzerine
insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri:
"Herhalde savaşı ben kazanacağım" der."
5005 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Zaman yakınlaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir
ay gibi, ay bir hafta gibi, haftada bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir
çıra tutuşması gibi (kısa) olur."
5006 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri ipekten daha yumuşak bir rüzgarı Yemen'den gönderir. Bu rüzgar,
kalbinde zerre miktar iman bulunan hiç kimseyi hariç tutmadan hepsinnin ruhunu
kabzeder."
5007 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Kıyamet sadece şerir insanların üzerine
kopacaktır!" buyurdular."
5008 İbnu Zuğb el-Eyadi anlatıyor:
"Abdullah İbnu Havale el-Ezdi radıyallahu anh'ın yanına indim. Bana:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi, ganimet alalım diye yaya olarak
gönderdi. Biz de döndük ve hiçbir ganimet elde edemedik. Yorgunluğumuzu
yüzlerimizden anlayıp, aramızda doğrularak: "Ey Allah'ım, onları
bana tevkil etme; ben onları üzerime almaktan acizim! Onları kendilerine de
tevkil etme, bu işten kendileri de acizdirler. Onları diğer insanlara da tevkil
etme, kendilerini onlara tercih ederler!" buyurdular. Sonra elini başımın üstüne
koydu ve: "Ey İbnu Havale! Hilafetin (Medine'den) Arz-ı Mukaddese'ye
(Suriye'ye) indiğini görürsen, bil ki artık zelzeleler, kederler, büyük
hadiseler yakındır. O gün Kıyamet, insanlara, şu elimin, başına olan
yakınlığından daha yakındır" buyurdu."
5009 Hz. Enes radıyallahu
anh dedi ki: "İstanbul'un fethi Kıyamet anında
olacaktır."
5010 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Ümmetim onbeş şeyi yapmaya
başlayınca ona büyük belanın gelmesi vacip olur!" buyurmuşlardı. (Yanındakiler:)
"Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam
saydı: -Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece
zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir meta haline
gelirse, -Emanet (edilen şeyleri emanet alan kimseler, sorumlu ve
yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helal)
kıldıkları zaman, -Zekat (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve)
ceza telakki ettikleri zaman. -Kişi annesinin hukukuna riayet
etmeyip, kadınına itaat ettiği; -Babasından uzaklaşıp ahbabına
yaklaştığı; -Mescidlerde (rıza-yı ilahi gözetmeyen husûmet,
alış-veriş, eğlence ve siyasiyata vs. müteallik) sesler yükseldiği
zaman. -Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;
-(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları
sindiren zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;
-(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği; -İpek
(haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği; -(San'at, bale,
konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta
televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve
çalgı aletleri edinildiği; -Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri,
önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman
artık kızıl rüzgarı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi
(meshi) (veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin."
5011 İbnu
Amr İbnu'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Çıkış itibariyle, Kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı
yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu'l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan
hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir."
5012 Hz.
Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
(bir gün): "Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in
harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir,
İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!" buyurdular. Sonra elini (Resûlullah),
konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve:
"Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu
gibi" buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani
Aleyhissalatu vesselam'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu
Cebel radıyallahu anh'tır.)"
5013 Abdullah İbnu Büsr radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Melhame ile Medine'nin fethi arasında altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih
Deccal çıkar."
5014 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sûr'un sahibi (İsrafil
aleyhisselam), sûr denen sorusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını
dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden)
istifade edebilirim?" buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır
gelmişti: "Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah'ın
Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'mel-vekil (Allah bize yeter,
o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de "tevekkülümüz
Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."
5015 İbnu
Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
Sûr'dan sorulmuştu: "Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap
verdi."
5016 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "İki sûr arasında kırk vardır!" buyurmuştur.
Bunun üzerine oradakiler: "Ey Ebu Hureyre! Kırk gün mü?" diye
sordular. Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi. Tekrar: "Kırk ay mı?"
dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?" dediler. O
yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi ve (Resûlullah'ın hadisine devam
etti:) "Sonra allah semadan su indirecek ve insanlar yerden sebze
biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu çürümeyen,
acbu'z-zeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yeniden yaratılış
bundan terkib edilecektir."
5017 Ka'b İbnu Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde
Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."
5018 Ebu
Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, Allah,
mahlûkatı nasıl iade eder, (yeniden diriltir)? Bunun dünyadaki örneği
nedir?" "Sen dedi, hiç kavminin üzerinde yaşadığı vadiden kurak
mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil üğründüğü münbit
mevsimde uğramadın mı?" Ben "Elbette!" deyince: "İşte
bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle
diriltecektir!" buyurdular."
5019 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
"Fe iza nûgira finnagûri" "O boru öttürülünce" (Müddessir 8) ayeti ile ilgili
olarak dedi ki: "Bu, sûr'dur. Surede geçen racife, birinci nefha (üfleme),
radife de ikinci nefhadır."
5020 Ebu Said radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün bize) Sahib-i Sûr'u
(İsrafili) zikretti ve dedi ki: "Sağında Cibril, solunda da Mikail
aleyhimusselam var."
5021 Süheyl İbnu Sa'd radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar beyaz, bembeyaz, has unun çöreği gibi bir yerde
toplanacaklar. Orada hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı vs.)
olmayacak."
5022 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sizler Allah'a yalınayak,
bedenleriniz çıplak ve kabuklu (sünnet edilmemiş) olarak haşr olunacaksınız!"
buyurdular."
5023 Bir diğer rivayette İbnu Mes'ûd şöyle demiştir:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam va'z etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi
ki: "Ey insanlar! Sizler (Kıyamet günü) Allah'ın yanında yalınayak,
çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız. (Sonra şu ayeti okudu:) "İlk yaratışa
nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir vaad olarak yine onu iade edeceğiz..."
(Enbiya 104). Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol
tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben: "Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!"
derim. Bana: "Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar"
denilir. ben salih kul (İsa)'nın dediği gibi diyeceğim: "Ben
içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat vakta ki sen
benni (içlerinden) aldın, üstlerinde nigehban yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her
zaman) her şeye hakkıyla şahidsin. Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki
onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galib ve yegane hüküm ve
hikmet sahibi olan da hakikaten sensin sen" (Maide 117-118).
Resûlullah aleyhissalatu vesselam devamla dedi ki: "Bunun üzerine
bana: "Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç
ara vermediler!" denilecek." Bir rivayette şu ziyade var: "Ben:
"Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!"
derim."
5024 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü insanlar üç
sınıf olarak haşrolunurlar: -Yayalar sınıfı, -Binekliler
sınıfı, -Yüzü üstü sürünenler sınıfı." Aleyhissalatu
vesselam'a soruldu: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar yüzleri üzerine nasıl yürürler?"
Şu cevabı verdiler: "Onları ayakları üzerine yürüten Zat-ı Zülcelal,
yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir. Ancak bilesiniz, bu yüzleri üstü
yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini yüzleriyle
korumaya çalışırlar."
5025 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar Kıyamet
günü üç hal üzere haşrolunurlar: 1. İstekliler,
korkanlar. 2. İki kişi bir deve üzerinde olanlar, üç kişi bir deve
üzerinde olanlar, dört kişi bir deve üzerinde olanlar, on kişi bir deve üzerinde
olanlar. 3. Geri kalanları, ateşe tapanlar. Cehennem, onların
kaylûle yaptığı yerde onlarla kaylûle yapar, geceledikleri yerde onlarla
birlikte geceler, onların sabahladıkları yerde onlarla sabahlar, onların
akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlar."
5026 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İnsanlar Kıyamet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler
yerin içinde yetmiş zira'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de
birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve
kulaklarına kadar ulaşır."
5027 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin
üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve
dirhemin bulunmadığı (Kıyamet ve hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden önce daha
burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü
nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır,
kendisine yüklenir."
5028 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış
(boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka)
taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından
sorulacak." (Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyamet
günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve münker
işlerden görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!" "Boynuzlu koyun....."
tabirinden gerisi Rezin'in ziyadesidir,
5029 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ahirette kimin
hesabı münakaşa edilirse, azaba maruz kalacak demektir!" buyurmuşlardı. Ben:
"Nasıl olur? Allah Teala hazretleri (mealen): "O vakit kimin kitabı
sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhasebe edilecek ve ehline sevinçli
olarak dönecek" (İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?"
dedim. "Hayır! buyurdular, bu (münakaşa değil) arzdır. Kıyamet günü
hesaba çekilen herkes mutlaka helak olmuş demektir!"
5030 Hureys
İbnu Kabisa radıyallahu anh anlatıyor: "Medine'ye geldim ve: "Ey Allahım! Bana
salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettim. Derken Ebu Hureyre radıyallahu
anh'ın yanına oturdum. Kendisine: "Ben, Allah'a bana salih bir
arkadaş nasip etmesi için dua ettim. bana, Resûlullah'tan işittiğin bir hadis
söyle! Olur ki Allah Teala Hazretlerri ondan faydalanmamı nasib eder!" dedim.
Bunun üzerine dedi ki: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini işittim: "Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce
namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu
hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab
Teala Hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var mı?"
buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu
tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir."
5031 Yahya
İbnu Sa'id rahimehullah anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, (Kıyamet günü), kulun
ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine
bakılır. Eğer namazı kabul edilmezse diğer amellerinin hiçbirine
bakılmaz."
5032 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü, insanlar arasında
hükmedilecek ilk şey kandır."
5033 Ebu Berse radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü, dört
şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan)
ayrılamaz: -Ömrünü nerede harcadığından, -Ne amelde
bulunduğundan, -Malını nerede kazandığından ve nereye
harcadığından, -Vücudunu nerede
çürüttüğünden."
5034 Ebu Sa'id ve Ebu Hureyre radıyallahu anhüma
anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet günü kul (hesap vermek üzere huzur-u ilahiye) getirilir. Allah Teala
Hazretleri: "Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana
hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan
istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, benimle bugünkü şu
karşılaşmanı hiç düşündün mü?" diye soracak. Kul da: "Hayır" diyecek. Allah
Teala Hazretleri: "Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin (dünyada)
beni unuttuğun gibi!" buyuracak."
5035 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "(Ashab, Resûlullah'a): "Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü Rabbimizi
görecek miyiz?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Bulutsuz bir günde, öğle
vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu.
Ashab: "Hayır!" deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte
itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine: "Hayır!"
deyince: "Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun,
Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve
ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya
gelecek. Rabb Teala: "Ey filan! ben sana ikram etmedim mi? Seni
efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi)
kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim
mi?" diye soracak. Kul: "Evet ey Rabbim!" diyecek. Rab
Teala: "Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?" diyecek. kul bu
soruya: "Hayır!" karşılığını verecek. Rab Teala da: "Öyleyse şimdi
de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun gibi!" diyecek. Sonra
ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teala ona da aynı şeyleri söyler. Sonra
üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: "Evet! Ey Rabbim!"
der. Rab Teala da: "Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin
mi?" diye sorar. Kul: "Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve
peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!" der ve
elinden geldiğince (Hak Teala hakkında) hayır senada bulunur. Rab
Teala: "Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?" diye soracak.
Kul: "Hayır, yok!" diyecek. Rabb Teala: "Şimdi senin
aleyhine bir şahit gönderilecek!" der. Kul kendi kendine: "Benim aleyhime
şahidlik yapacak da kim?" diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna:
"Haydi konuş!" denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler.
Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, allah'ın gadabına
uğrayan münafıktır."
5036 İbnu'l-Müseyyib, Ata İbnu Zeyd el-Leysi,
Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan naklen anlatıyorlar: "İnsanlar Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek
miyiz?" diye sordular. O da: "Siz bulutsuz dolunay gecesinde ayı görmekten
şüpheye düşer misiniz?" diye cevap verdi. Onlar: "Hayır! Ey Allah'ın
Resûlü!" diye cevap verdiler. Aleyhissalatu vesselam: "Bulutsuz bir
günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu. Ashab yine:
"Hayır!" cevabını verdiler. Bunun üzerine: "Şunu bilin ki, siz
Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyamet günü, insanlar haşrolunurlar. (Rab
Teala): "Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tabi olsun!"
buyurur. Onlardan bir kısmı güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi
olurlar. Orada, münafıklarıyla birlikte bu ümmet kalır. Allah onlara
(tanımadıkları bir surette) yaklaşır. "Ben sizin
Rabbinizim!"buyurur. Oradakiler: "(Senden Allah'a sığınırız). Biz,
Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz gelince biz onu tanırız!"
derler. Derken Rableri (onların tanıyacağı surette) gelir. "Ben Rabbinizim!"
der. Onlar da: "Sen Rabbimizsin!" derler. Rabb Teala onları
(cennete) davet eder. Cehennemin üzerine Sırat kurulur. Peygamberler arasında,
ümmetiyle Sırat'tan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse
konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelamı da: "Allahümme sellim,
Allahümme sellim (Ey Rabbimiz selamet ver, ey Rabbimiz selamet ver!)" olacak.
Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin
dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu. Ashab: "Evet!" deyince Aleyhissalatu
vesselam devam etti: "İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin
dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne kadardır, Allah'tan başka kimse
bilmez. İnsanlarrı (kötü) amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı (kötü)
ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur.
Allah, ateş ehlinden kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş
ehlinden Allah'a ibadet etmiş olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere
emreder. Melekler bu kimseleri, secde izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teala
Hazretleri secde mahallinin yakılmasını ateşe haram etmiştir. Onlar
böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine
hayat suyu dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz açıp)
bitmesi gibi, suyun değdiği yerler yeniden bitecek. Rabb Teala,
sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem arasında
bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü
cehenneme doğru ilerlerken: "Ey Rabbim! Yüzümü ateş tarafından
çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu" diye yalvaracak. Allah
Teala'ya, kendisine dua etmesini dilediği kadar duada bulunacak. Sonra Allah
Teala Hazretleri: "Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da
ister misin?" diye soracak. Adam: "İzzet ve celaline yemin olsun! Hayır! Bundan
başkasını istemem!" diyecek ve istemeyeceği hususunda Allah'a ahd u misakta
bulunacak. (Allah), bunnun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam yüzüyle
cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir müddet
susacak. Sonra (dayanamayıp): "Ey rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!"
diyecek. Allah Teala Hazretleri: "Sen bana istemiş olduğundan başka
bir talepte bulunmayacağına dair ahd u misakta bulunmadın mı? Ey ademoğlu yazık
sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek. Adam: "Ey Rabbim! Mahlukatın en
bedbahtı ben olmayayım!" diyecek. Rab Teala: "Sana bu istediğin verilse, acaba
başka bir şey istemeyecek misin?" der. Adam: "Hayır! İzzetine ve celaline yemin
olsun hayır! Başka birşey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mazur addedecek.
Çünkü o, sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd u
misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp
onun güzelliğini ve içindeki taravet ve sürûru görünce, Allah'ın dilediği kadar
sesini keser. (Fakat daha fazla dayanamayıp atılır): "Ey Rabbim!
Beni cennete koy!" der. Rab Teala: "Ey ademoğlu yazık sana! Sen ne
dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey istemeyeceğine dair bana ahd u
misak vermedin mi?" diyecek. Adam: "Ey Rabbim! Beni mahlukatın en bedbahtı
yapma!" diyecek. Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete girmesi için
izin verecek ve: "Dile (ne dilersen)!" diyecek. adam dileyecek. Öyle
ki, hiçbir arzusu kalmayacak. Allah yine de: "Şunları şunları da iste!" deyip,
istemesi gereken şeyleri zikredecek. Böylece istenecek şeyler bitince Allah
Teala Hazretleri: "Bütün bunlar, bir misliyle sana verilmiştir!"
buyuracak." Ebu Sa'id der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Bütün bunlar, on misliyle birlikte sana verilmiştir!" dediğini
işittim."
5037 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü
insanlar üç kere Allah'a arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidal ve özür beyanı
vardır. Ama üçüncü arzedilme esnasında ellerde sahifeler uçuşur, kimisi sağ
eliyle, kimisi de sol eliyle alır."
5038 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Bir adam bana: "(Kıyamet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı
hakkında ne işittin?" diye sordu. Şu cevabı verdim: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun)
üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: "Şu şu
günahlarını biliyor musun?" Mü'min kul, iki kere: "Evet ey Rabbim,
biliyorum!" der. Rab Teala da: "Dünyada iken bunları örterek seni
teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!" buyurur. Sonra ona
hasenat defteri verilir. Amma, kafirlere ve münafıklara gelince, bunlarla ilgili
olarak, bütün mahlukatın huzurunda: "Bunlar Allah namına yalan
söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun!
Allah'ın laneti zalimleredir" diye nida olunur."
5039 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim
kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar, bana isyan
ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında)
durumum ne olacak?" diye sordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Kıyamet günü onlar, sana olan ihanetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle
muhasebe olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları
nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin
ceza günahlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin
ceza günahlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas
yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye
başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam dedi ki: "Sen Allah'ın
kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor! (Mealen): "Biz Kıyamet gününe mahsus
adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa
uğratılmayacaktır. (O şey bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz
(Mizana koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47). Adam
tekrar: "Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Resûlü! Ben hem kendim ve
hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şahid
kılıyorum, hepsi hürdür, (azad ettim)" dedi."
5040 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) güldüler
ve: "Neye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik. "Kulun Rabbine olan
hitabından!" buyurdular ve şöyle devam ettiler: "Kul şöyle der: "Ey
Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı?" Rab Teala: "Evet korudum"
buyurur. Kul da: "Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir
kimsenin şahid olmasını asla istemiyorum" der. Rabb Teala: "Bugün
sana tek şahid olarak nefsin, çok şahid olarak da kiramen katibin kafidir"
buyurur." Resûlullah devamla dedi ki: "Ağzına mühür vurulur ve diğer
organlarına: "Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra
konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size!
Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der."
5041 İbnu
Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Aziz ve celil olan Allah (Kıyamet günü), ümmetimden
bir adamı mahlukatın üstünden seçer ve onun için doksandokuz büyük defter açar.
Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teala adama sorar: "Bu defterde
yazılı olanlardan bir şey inkar ediyor musun? Muhafız katiplerim (olmadık şeyler
yazarak sana) zulmetmişler mi?" Kul: "Ey Rabbim! hayır! (Hepsi
doğrudur!)" der. Rabb Teala sorar: "(Bunları yapmada beyan edeceğin)
bir özrrün var mı?" Kul der: "Hayır! Ey Rabbim!" Aziz ve celil olan
Allah: "Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen
var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır.
Üzerinde "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulallah
(şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed
Allah'ın elçisidir)" yazılıdır." Sonra, Rabb Teala der: "Ağırlığını
(yani amellerinin ağırlığını) hazırla!" Kul sorar: "Ey Rabbim! Bu
defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rabb Teala der: "Sana zulmedilmeyecek!
Hemen defterler Mizan'ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine.
Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın
ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz."
5042 Ebu Mes'ud
el-Bedri radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dendi, biz cahiliye
devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?" Şu cevabı
verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde
yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslam'daki ameli hem de
önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır."
5043 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse
yok ki Kıyamet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka
onunla ayrılmaz şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş
olsa dahi! sonra şu ayeti okudu. (Mealen): "Onları hapsedin, çünkü onlar
mes'ûldürler" (Saffat 24).
5044 Ebu zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Şu cevabı
lütfettiler: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin
olsun, onun kapları açık ve karanlık bir gecede gökteki yıldızlardan daha
çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz.
Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir.
Bu da Amman'dan Eyle'ye olan mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan
daha tatlıdır."
5045 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her peygamberin
bir havzı vardır. Ümmeti oraya su almaya gelir. Peygamberlerin her biri,
hangisinnin suya geleni çok diye övünürler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan
peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum."
5046 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a "Kevser nedir?"
diye sorulmuştu. "Cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi. O,
sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda (nehirde) bir kuş vardır, boynu
deve boynuna benzer!" buyurdular. Hz. Ömer atılarak: "Öyleyse o müreffehtir!"
dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Onu yiyen, ondan da müreffehtir!"
buyurdular."
5047 Hz. Cündüb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben havza ilk geleniniz
olacağım!"
5048 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben Havzın başına sizden önce
geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki,
eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler. "Ey Rabbim!
Bunlar benim ashabım!" derim. Ama bana: "Senden sonra bunların ne
bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!" denilir. Ben de: "Dini benden
sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!"
derim."
5049 Müslim'in diğer bir rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ümmetim Havz'ın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden
başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!"
Yanımdakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?"
dediler. "Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alametiniz
olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla
geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana
ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim Ashabım, onlar benim Ashabım!"
diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip: "Senden sonra onlar ne
bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek." Bir diğer rivayette
şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir.
Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları
yıldızlardan daha çoktur."
5050 Yezid İbnu Erkam radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Siz
(ashabım), Havzın başında yanıma gelenlerin yüzbin cüzünden sadece bir cüzünü
teşkil edeceksiniz!" Yezid'e: O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da.
"Yediyüz veya sekizyüz kadardık!" diye cevap verdi."
5051 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün), ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü bana
şefaat edin!" dedim. "İnşallah yapacağım!" buyurdular. Ben
tekrar: "Sizi nerede arayıp bulayım?" dedim. "Beni ilk
aradığın zaman Sırat üzerinde ara!" buyurdular. "Size (orada)
rastlayamazsam?" dedim. "Mizan'ın yanında beni ara!"
buyurdular. "Orada da size rastlayamazsam?" dedim.
"Öyleyse beni Havz'ın yanında ara! Zira ben üç mevkinin dışına çıkmam!"
buyurdular."
5052 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ateşi
hatırlayıp ağladım, Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Niye
ağlıyorsun?" diye sordu. "Cehennemi hatırladım da onun için ağladım!
Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim. "Üç yerde
kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi
öğreninceye kadar; Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek,
öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sırat'ın yanında;
cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye
kadar."
5053 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her peygamberin
müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı
yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak
kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah,
ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail olacaktır."
5054 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." Tirmizi, şu ziyadeyi
kaydeder: "Hz. Cabir radıyallahu anh dedi ki: "Kebair (büyük günah) ehli
olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"
5055 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam'a
gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise:
"Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o
Halilullah'tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o
da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o
Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır!" diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O
da: "Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed aleyhissalatu
vesselam'a gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:
"Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin
talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ınilham edeceği ve şu
anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senada bulunacak, sonra da
Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala: "Ey Muhammed! Başını
kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste,
talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!"
buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!"
diyeceğim. Rabb Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday
veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip
bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda
bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey
Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin
kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben
derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi
yapacağım. Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de
kaldırıp: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana
yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı
olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra
dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra
secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle,
sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul
edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! bana Lailahe illallah diyenlere
şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala: "Bu hususta
yetkin yok! -veya: "Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam
ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!"
buyuracak."
5056 Yine Sahiheyn ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den
kaydettikleri bir rivayet şöyledir: "Biz bir davette Resûlullah ile beraberdik.
Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi.
Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben Kıyamet günü ademoğlunun
efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım:) Allah o
gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar,
çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların
tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki
insanlar: "İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere
şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar.
Birbirlerine: "Babanız Adem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Adem!
Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana
üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi.
Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde
bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni
görmüyor musun?" derler. Adem aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok
öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah)
beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. (Ben cennette
iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım
affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh
aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a
gelecekler: "Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin
ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûra) diye isimlendirdi.
İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun?
Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh
aleyhisselam da şöyle diyecek: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha
önce hiç bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim
bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim!
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin!" diyecek.
İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler: "Ey İbrahim! Sen
allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde
şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim
aleyhisselam onlara: "Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar
öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde
yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını
birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim!
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam'a gidin!" İnsanlar,
Hz. Musa aleyhisselam'a gelecekler ve: "Ey Musa! Sen Allah'ın
peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün
kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor
musun?" diyecekler. Hz. Musa da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha
önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen
Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım
bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.)
Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam'a gidin!"
diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve: "Ey İsa, sen Allah'ın
Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik
sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde
bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam
da: "Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan
böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir
günah zikretmeksizin- (Bir başka rivayette:) "(Beni, Allah'tan ayrı bir ilah
edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter!") Nefsim! Nefsim! Nefsim!
Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin!" diyecek.
İnsanlar Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gelecekler, -bir diğer rivayette:
"Bana gelirler!" denmiştir- ve: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın
peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek
bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu
içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın
altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç
kimseye açmadığı medh u senaları benim için açacak (Ben onlarla Rabbime medh u
senalarda bulunacağım). Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste!
(İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!"
denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!
Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine: "Ey Muhammed!
Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri
al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!"
denilecek." Resûlullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim
kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından
iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra
arasındaki mesafe kadardır." Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasıyla ilgili
bir rivayette şu ziyade var: (Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine
geldikleri zaman, Allah'a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı
olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En'am 76) sözünü,
atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini
onların en büyüğü yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten
hastayım" (Saffat 89) sözünü zikretti."
5057 Yezid İbnu Süheyb
el-Fakir anlatıyor: "Haricilerin görüşlerinden biri içime işlemişti, Haccetmek,
sonra da (propaganda yapmak üzere) insanların karşısına çıkmak arzusuyla,
kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Medine'ye uğradık. Orada Cabir İbnu
Abdillah radıyallahu anh, insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara
cehennemlikleri zikretti. Ben: "Ey Resûlullah'ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun?
Halbuki Allah Teala Hazretleri: "(Ey Rabbim!) Ateşe kimi atarsan mutlaka onu
rezil-rüsvay edersin" (Al-i İmran 192); "Ateşten her çıkmak isteyişlerinde oraya
geri çevrilirler" (Secde 20) buyurmaktadır" dedim. Hz. Cabir: "Sen
Kur'an'ı okuyor musun?" dedi. Ben de: "Evet!" dedim.
"Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!" dedi ve sonra ilave
etti: "Sen, Allah'ın Muhammed aleyhissalatu vesselam'ı dirilteceği
Makam-ı Mahmud'u işittin mi?" "Evet!" dedim. Dedi ki:
"O, Muhammed aleyhissalatu vesselam'a mahsus mahmûd makamdır. Allah Teala
Hazretleri o makamın hatırına, cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!"
(Hz. Cabir) sonra, Sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini
tavsif etti. Biz: "Bu ihtiyarın, Aleyhissalatu vesselam hakkında
yalan söyleyeceğini mi zannedersiniz?" dedik ve Haricilikten rücû ettik. Hayır!
Vallahi bizden bir kişiden başka, Haricilikte kalan
olmadı."
5058 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü,
cehennemliklerin, dünyada en müreffeh olanı getirilerek ateşe bir kere
batırılacak. Sonra: "Ey ademoğlu denilecek. (Cehennemde) hiç nimet
gördün mü? Sana hiç hayır uğradı mı?" "Hayır! Ey Rabbim, vallahi
hayır!" diyecek. Sonra cennetliklerden dünyüdü en fakir olan getirilecek. O da
cennete bir sokulup çıkarılacak ve kendisine: "Ey ademoğlu
(cennette) hiç fakirlik gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi?" denilecek. O
da: "Hayır! Vallahi ya Rabbi! Başımdan hiç fakirlik geçmedi, hiçbir
sıkıntı çekmedim" diyecek."
5059 Yine Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah
Teala Hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe: "Eğer dünya her
şeyiyle senin olsaydı, şu azabdan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir miydin?"
diye soracak. Adam: "Evet!" diyecek. Rabb Teala bunun üzerine: "Sen
daha Hz. Adem'in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: "Bana
hiçbir şeyi ortak kılma da seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım" demiştim. Sen
buna yanaşmadın, şirke girdin" buyuracak."
5060 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde oldukları
zaman ölüm getirilir. Cennetle cehennemin arasına konup orada kesilir. Sonra bir
münadi nida eder: "Ey ehl-i cennet! Artık ebediyet var, ölüm yok! Ey
ehl-i nar! Artık ebediyet var, ölüm yok! Cennetliklerin sürûru bununla daha da
artar. Cehennemliklerin de hüznü artar."
7182 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Fırat nehri, altından bir dağı ortaya çıkarmadıkça Kıyamet kopmayacaktır.
İnsanlar o altın sebebiyle öldürülecek. Öyle ki on insandan dokuzu
öldürülecektir."
7183 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mal dolup taşmadıkça,
fitneler zuhür etmedikçe ve herc (haksız, sebepsiz öldürmeler) artmadıkça
Kıyamet kopmayacaktır." Orada bulunanlar: "Herc nedir, ey Allah'ın Resülü?"
dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Öldürmedir! Öldürmedir! Öldürmedir!" diye üç
kere tekrar etti."
7184 Ziyad İbnu Lebid radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir şey anlatarak: "İşte bu şey,
ilmin gitme anlarında olur" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler Kur'an'ı
okur olduğumuz, evladlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına
okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim. Aleyhissalatu
vesselam: "Anasız kalasıca Ziyad! Ben seni, Medine'nin en
fakihlerinden biri bilirdim. Şu, (gözümüzün önündeki) yahudi ve hıristiyanlar
kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların içinde bulunanlarla
amel ediyorlar mı? (Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata geçirmekte,
yaşamakta ve tatbik etmektedir)" buyurdular."
7185 Huzeyfe
İbnu'I-Yeman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: Elbisenin nakşı silinip gittiği gibi İslam da silinip
gidecek. Öyle ki oruç nedir, namaz nedir, hacc nedir, sadaka nedir?
bilinemeyecek. Bir gecede AIlah'ın kitabı götürülecek, ondan yeryüzünde hiçbir
şey kalmayacak. Çok yaşlı ihtiyar erkek ve kadınlardan birkısım insanlar sağ
kalıp: "Biz babalarımıza la ilahe illallah kelimesi üzerine yetiştiğimiz için bu
kelimeyi söyleriz" diyecekler." Huzeyfe bu hadisi anlatınca orada
bulunan Sıla radıyallahu anh kendisine: "O yaşlılar namaz nedir, oruç nedir,
hacc nedir, sadaka nedir bilmezken "La ilahe illallah" kelimesi onlara bir fayda
sağlar mı?" dedi. Huzeyfe (bu söze) cevap vermedi. Ama Sıla bu sorusunu üç kere
tekrarladı.. Her seferinde Huzeyfe onun sorusuna cevaptan kaçındı. Sonunda
üçüncü tekrar üzerine Sıla'ya yönelerek: "Ey Sıla kelime-i tevhid onları (hiç
olsun ebedi) cehennemden kurtarır" dedi ve bunu üç kere tekrar
etti."
7186 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Aziz ve celil olan Allah, bir insan helak
etmek istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona
artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin
nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o,
güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona
artık hep hain ve herkesce hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve
hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip
çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah'ın
rahmetinden) kovulmuş, lanetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş,
lanetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslamiyet bağı çözülüp
atılır."
7187 Hz. Enes İbnu Ma'lik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şu altı şeyden önce (ahirete
bakan) iyi ameller işlemekte acele edin: "Güneşin battığı yerden doğması, Duhan,
dabbetü'l-arz,Deccal, herbirinize mahsus olan ölüm ve (sizin salih amelinize
mani olacak) amme hizmeti."
7188 Ebu Katade radıyallahu anh
arılatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Kıyametin büyük)
alametleri ikiyüz (senesin)den sonra gelecektir."
7189 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetim beş tabakadır: İlk kırk yıl, hayır ve takva ehlidir. Bunu takip edenler
yüzyirmi yılına kadardır. Bunlar merhamet sahibi, sıla-i rahme değer veren
kimseler olacak. Sonra yüzaltmış yılına kadar olanlar birbirlerine sırt
çevirirler, aralarındaki (kardeşlik bağlarını) koparırlar. Sonra da birbirlerini
öldürme devri gelir. O devirde kurtuluş isteyin, kurtuluş!" Hz. Enes
İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka kırk yıldır. Benim tabakam ve
ashabımın tabakası ilim ve iman ehli insanların tabakasıdır. İkinci tabaka kırk
ile seksen yılı arasındaki (insanların) tabakasıdır, bunlar hayır ve takva ehli
insanlardır..." (Hz. Enes, sonra hadisi yukarıdaki şekilde
tamamladı.)"
7190 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyametin kopmasına yakın
(bazı insanlar günahları sebebiyle) "mesh"e (hayvan süretine çevrilme), "hasf"e
(yere batma) ve "kazf'e (taşlanma azabı)
uğrayacaktır."
7191 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimde hasf, mesh ve kazf
olacaktır."
7192 Abdullah İbnu Büreyde radıyallahu anhüma babası
(Büreyde)'den naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni, Mekke'ye
yakın badiyedeki bir yere götürdü. Burası kuru bir yerdi, etrafı da kumdu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Dabbetu'l-arz bu yerden çıkacak" buyurdu.
İşaret edilen yerin eni ve boyu birer karıştı." İbnu Büreyde dedi
ki: "Bundan yıllar sonra haccettim. Babam (o sahanın en ve boy uzunluğunda bir
asasını bize gösterdi. Baktım ki, o asa benim bu asam ile şu ve bu
kadardır."
7193 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ye'cüc ve Me'cüc (seddi) her
gün kazarak nihayet güneşin ışığını görmeye yakın, başlarındaki kişi onlara:
"Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!" der. Allah Teala hazretleri, sabah
oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri
doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine
göndermek istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını
görecekleri gedik açılacağı zaman, başlarındaki "haydi dönün inşaallah yarın
kazmaya devam ederiz" diyecek. Onlar da "inşaallah!" diyecekler; ertesi günü
gelecekIer. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. Yine kazacaklar, bu
sefer insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler.
İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe
atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Yecüc ve
Mecüc: "Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık"
diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını
gönderecek, bunlarla onları öldürecek." Resûlullah aleyhissalatu
vesselam devamla dedi ki: "Nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki,
yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice semirecek
ve memeleri sütle dolacaktır."
7194 Abdullah İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Mirac gecesinde, Resûlullah aleyhissalatu vesselam
Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile karşılaştı. Kıyameti aralarında müzakere
ettiler. Önce Hz. İbrahim aleyhisselam'dan başlayıp ona Kıyametten sordular.
Onun Kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hz. Musa aleyhisselam'a
sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hz. İsa aleyhisselam'a
geldi. O: "Kıyametin kopmasına yakın şeyler (alametler) hakkında bana bilgi
verildi. Ama Kıyametin kopma (vaktini) Allah'tan başka hiç kimse bilemez" dedi.
Sonra (Kıyametin alametlerin en biri olarak) Deccal'in çıkmasını anlattı.
Şunları söyledi: "Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk
memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve
her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip
tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler. Bunun üzerine
halk feryat ederek Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü
öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. (Duam kabul görecek) ve yer onların
(leşlerinin) kokusu ile çok pis kokacak. Ben yine Allah'a dua edeceğim! Allah da
bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır. Daha sonra dağlar
ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp
genişletilecek. İşte söylenen bu hal vuküa gelince, insanlara
yakınlığı itibariyle Kıyametin, ev halkı ne zaman doğumu ile aniden
karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana
bildirildi." Ravi el-Avvam demiştir ki: "Bunun tasdiki Kitabullah'da
bulunmuştur (Mealen): "Nihayet, Ye'cüc ile Me'cüc'ün önündeki sed açıldığında,
her tepeden saldırmağa başlarlar" (Enbiya 96).
7195 İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında
iken Beni Haşim'den bir grub genç geldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
onları görünce, gözleri yaşla doldu ve rengi değişti. Ben: "(Ey Allah'ın
Resülü!) Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç
görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)" dedim.
Şu cevabı verdiler: "Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için
dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim benden sonra bela,
kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, meşrık (doğu) tarafından
beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat)
isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar
savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık)
kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i
Beytim'den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emir) de, insanlar yeryüzünü daha önce
zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim
o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın
(katılsın)" buyurdu."
7196 Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Reslülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizin hazinenizin yanında üç
kişi kavga edecek: Üçü de bir halifenin evladıdır. (Halifelik) bunların
hiçbirine nasip olmayacaktır. Sonra meşrık (doğu) cihetinden siyah bayraklar
(taşıyan bir ordu) zuhur edecek, hiçbir kavmin öldürmediği şekilde sizi
öldürecek." Ravi der ki: "Sonra (Aleyhissalatu vesselam) ezberde
tutamadığım bir şey daha söyledi. Son olarak da: "Onları görünce onlara derhal
biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!" buyurdular. Çünkü o, Allah'ın
halifesidir, Mehdidir."
7197 Hz. Ali anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mehdi bizden, ehl-i Beyt'imizdendir.
Allah onu bir gecede ıslah eder (yani tevbesini kabul eder, hizmetini yapacak
hale getirir. Doğruyu ilham eder ve muvaffak kılar)".
7198 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Biz Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza,
Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi."
7199 Abdullah İbnu'l Haris
İbni Cez'iz-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam (bir gün): "Doğudan birtakım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin
hazırlayacak" buyurdular. O Mehdi'nin hakimiyetini
kastediyor."
7200 Zi Muhmer radıyallahu anh'a müslümanların
Rumlarla yapacağı savaş sorulunca, Resûlullah'tan şu hadisi nakletmiştir:
"Rumlar sizlerle emin bir sulh antlaşması yapacaklar. Sonra, siz ve onlar
(başka) bir düşmanla savaşacaksınız ve zafer kazanıp ganimet mallarını alıp
(savaştan) salimen galip çıkacaksınız. Sonra savaş yerinden ayrılıp tepeleri
bulunan bir çayırlıkta mola vereceksiniz. Orada haç ehlinden (hıristiyanlardan)
bir adam haçı havaya kaldırarak: "Haç galip oldu" diyecek, müslümanlardan bir
adam kızarak kalkıp (adamın elindeki) haçı kırıp ezecektir. İşte o zaman Rumlar
sulh antlaşmasını bozarak şiddetli bir savaş için toplanacaklar."
İbnu Mace, bu hadisin, kendisine bir başka vecihten de ulaştığını, hadisin o
vechinde şu ziyadenin olduğunu belirtir: "(Rumlar) şiddetli bir savaş için
toplanacaklar. O zaman onlar seksen sancak altında oldukları halde gelirler ve
her sancakta onikibin asker vardır."
7201 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şiddetli savaşlar vuküa geldiği zaman Allah mevaliden (Arap olmayan
müslümanlar) öyle bir ordu gönderecek ki atlarının cinsi yönünden Arapların en
kıymetlisi ve silah yönünden onların en iyisi olup Allah, İslam dinini onlarla
te'yid (takviye) edecektir."
7202 Amr İbnu Avf radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların
silahlarını koydukları yerin en yakını Bevla'da olmadıkça kıyamet
kopmaz." Aleyhissalatu vesselam sonra: "Ey Ali, ey Ali, ey Ali!"
diye nida etti. (Hz. Ali) "Annem babam sana kurban olsun, (buyurun
ey Allah'ın Resülü!)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Muhakkak ki,
sizler Beni Esfar'la (Rumlarla) savaşacaksınız. Sizden sonra gelecek müslümanlar
da onlarla savaşacaklar. Nihayet Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından
korkmayan seçkin müslümanlar olan Hicaz halkı onlarla savaşa çıkacaklar.
Konstantin'i tesbih ve tekbirlerle fethedecekler. Onlar daha önce benzerini elde
etmedikleri ganimetler elde edecekler. Öyle ki (dirhem ve dinarları sayıyla
değil, kalkanla ölçerek taksim edecekler. Bu sırada biri gelip şöyle diyecek:
"Memleketinizde mesih çıktı: "Bilesiniz bu haber yalandır. Artık o haberi tutan
(inanan) da pişmandır, terkeden (inanmayan) da
pişmandır."
7203 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizler, gözleri küçük, yüzleri
geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri
çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar
gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını
hurma ağaçlarına bağlarlar."
7286 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Aziz
ve celil olan Allah semavat ve arzı yarattığı gün, yüz rahmet yaratmıştır.
Bunlardan birini arza indirmiştir. İşte bunun sayesinde bir anne çocuğuna karşı
şefkat duyar, hayvanlar, kuşlar birbirlerine şefkat duyarlar. Allah geri kalan
doksandokuz rahmeti, Kıyamet günü için (kendine) saklamıştır. Kıyamet gününde
onları bu rahmetle yüze tamamlayacak."
7287 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Gazvelerinin birinde Resulullah aleyhissalatu vesselam'la
beraberdik. Derken bir kavme uğradı. "Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Bizler müslümanlarız!" dediler. Bir kadın tandırına yakacak atmakla meşguldü ve
yanında bir oğlu vardı. Tandırın alevi yükselince kadın çouğu uzaklaştırdı.
Sonra kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi ve: "Sen Allah
Resulüsün öyle mi ?"dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" deyince, "Annem ve
babam sana feda olsun! Allah Erhamü'r-Rahimin (yani merhametli olanların en
merhametlisi) değil mi?" dedi. Kadın, "Evet!" cevabını alınca bu sefer:
"Allah'ın kullarına olan rahmeti, annenin yavrusuna olan merhametinden daha
fazla değil mi?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam yine: "Elbette!" buyurdu.
Kadın: "Anne çocuğunu asla ateşe atmaz! (daha merhametli olan Allah kullarını
nasıl cehenneme atar?)" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam ağlayarak
başını eğdi. Sonra başını kadına doğru kaldırarak: "Şüphesiz Allah, hak yoldan
sapıp O'na itaat etmeye tenezzül etrneyen ve tevhid kelimesini söylemekten
imtina eden azgın kulundan başka kullarına azab vermeyecektir"
buyurdu."
7288 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ateşe sadece şaki olanlar girecektir."
Ashab: "Ey Allah'ın Resulü! Şaki kimdir?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Allah için hiçbir ibadette bulunmayıp, hiçbir günahı terketmeyen kimsedir" diye
cevap verdi."
7289 Ebu Sa'i'di'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim bir havuzum var.
Genişliği Ka'be'den Beytu'l-Makdis'e kadar uzanır. Suyu süt misali bembeyaz.
Yıldızlar adedince susakları var. Şurası muhakkak ki, Kıyamet günü ben,
peygamberler arasında ümmeti sayıca en çok olan
kimseyim."
7290 Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben, ümmetimin yarısının
cennete girmesi ile şefaat (sahibi olmam) arasında muhayyer bırakıldım. Ben
şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha şümullü ve ümmetimin (toptan
kurtuluşuna) daha yeterlidir. Şefaati siz müttakilere mahsus mu biliyorsunuz?
Hayır! O muttakiler değil günahkarlar, hatalılar ve pis işlere karışan
(müslüman)lar içindir."
[TOP]
KİBİR
Kimlik alan
5180 Ebu Said ve Ebu Hureyre radıyallahu
anhüma anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah Teala hazretleri şöyle dedi: "Büyüklük ridamdır, izzet de
izarımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azab
veririm."
5181 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete
girmeyecektir!" buyurmuştu. Bir adam: "Kişi elbisesinin güzel olmasını,
ayakkabısının güzel olmasını sever!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah
Teala hazretleri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların
tahkiridir" buyurdular."
5182 Bir diğer rivayette: "Kalbinde
hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal
tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez."
5183 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yakışıklı bir adam Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de
verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa bu hususta geçmesinden
hoşlanmıyorum. Ey Allah'ın Resülü! Bu (haram olan) kibre girer mi?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Hayır! buyurdular. Ancak kibr, hakkı ibtal,
halkı tahkirdir!"
5184 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kıyamet günü, mütekebbirler küçük karıncalar gibi
haşrolunurlar. Onları her yönden zillet bürümüştür. Cehennemde Bûles denen bir
hapishaneye sevkedilirler Ateşlerin ateşi onları bürür. Cehennem ehlinin
irinleri kendilerine içecek olarak verilir. Bu içeceğe tinetu'l-habal
denir."
5185 Selemetu'bnu'I-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi kendisini
(halktan büyük görüp) uzak tuta tuta cebbarlar arasına kaydedilir de onların
başına gelen musibete düçar olur."
5186 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulûllah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş
ecdadlarıyla övünmekten vazgeçerler, yahut da Allah katında, burnuyla pislik
yuvarlayan mayıs böceğinden daha adi bir derekeye düşerler. Allah Teala
hazretleri sizlerden cahiliye kibrini temizledi. Artık o, muttaki bir mü'min
yahut bedbaht bir,facirdir. İnsanların hepsi Hz. Adem'in evlatlarıdır. Adem ise
topraktan yaratılmıştır."
5187 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah,
Kıyamet günü, büyüklenerek elbisesini sürüyenin yüzüne
bakmayacaktır." Bir diğer rivayette: "Elbisesini çalımla sürüyene
bakmayacaktır" denmiştir.
5188 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
namazda izarını (gömleğini) çalımla yere değecek kadar uzatırsa, Allah onun ne
günahını affeder, ne de onu kötü amellere karşı korur."
5189 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir takım elbise
içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki,
birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam
edecek."
5190 Cabir İbnu Atik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıskançlıktan bir
nevi var ki Allah sever; bir kısmı da var ki Allah onu sevmez. Allah'ın sevdiği
kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe
halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık, şüphe olmadan
kıskançlık duymasıdır. Aynı şekilde birkısım gurur vardır ki Allah
hoşlanmaz, birkısmı da var, Allah hoşlanır. Allah Teala'nın sevdiği gurur,
kişinin savaş sırasında ve sadaka verme esnasında nefsine güvenerek duyduğu
gururdur. Allah'ın buğzedip sevmediği gurur ise, taşkınlık ve övünme sırasında
duyduğu gururdur."
5191 Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh
demiştir ki: "Benim hakkımda "Sende kibr var" diyorsunuz. Ben eşeğe binmiş,
(dikişsiz) kumaşı (elbise olarak) sarınmış, keçiyi sağmış birisiyim. Üstelik
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Bun(lar)ı yapan kimsede hiçbir kibir
bulunmaz" buyurdular."
[TOP]
KİTABUZ ZİKR
Kimlik alan
1916 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah'ın,
yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. AIIahu Tealayı
zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye
çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar
arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere
sorar: "Kullarım ne diyorlar?" "Seni tesbih ediyorlar,
sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana tazim (temcid)
ediyorlar" derler. Rabb Teala sormaya devam eder: "Onlar beni
gördüler mi?" "Hayır!" derler. "Ya görselerdi ne
yaparlardı?" "Eğer seni görselerdi ibadette çok daha ileri giderler;
çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler.
Allah tekrar sorar: "Onlar ne istiyorlar?" "Senden,
derler, cennet istiyorlar." "Cenneti gördüler mi?" der.
"Hayır ey Rabbimiz!" derler. "Yagörselerdi ne yaparlardı?"
der. "Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs
gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi."
AIlah Teala sormaya devam eder: "Neden istiaze
ediyorlar?" "Cehennemden istiaze ediyorlar" derler. "Onu
gördüler mi ?" der. "Hàyır Rabbimiz, görmediler!"
derler. "Yagörselerdi ne yaparlardı?" der. "Eğer
cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı"
derler. Bunun üzerini Rabb Teala şunu söyler: "Sizi şahid kılıyorum,
onları affettim!" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözüne devamla
şunu anlattı: "Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca
günahkar kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı,
oturuverdi." Allah Teala.. "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla
oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur."
1917 Yine
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç
zikretmeden kalkar) ise AIIah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar,
orada AIIah'ı zikretmezse, ona AIIah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet
yürür ve bu esnada Allah'ı zikretmese, Allah'tan ona bir noksanlık
vardır."
1918 Ebu Müslim eI-Eğarr (rahimehullah) diyor ki: "Ben
şehadet ederim ki Ebu Hüreyre ve Ebu Said (radıyallahu anhüma) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğine şehadet ettiler: "Bir cemaat
oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, AIlah'ın rahmeti
onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük
melek)lere anar."
1919 Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İçerisinde Allah zikredilen
evlerin misali ile içerisinde AIIah zikredilmeyen evlerin misali, diri ile
ölünün misali gibidir."
1920 Hz. Ebu Hüreyre'nin rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri diyor ki: "Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O,
beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu
içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden
daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın
yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana
yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim."
1921 Ebu Ümame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ue uyku bastırıncaya kadar AIIah'ı
zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da AIIah'tan dünya veya ahiret
hayırlarından bir şey isterse AIIah Teala, istediğini mutlaka ona
verir."
1922 Hz. Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kul, kendini Allah'ın azabından kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli
işlememiştir."
[TOP]
KOCANIN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKKI
Kimlik alan
3267 Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka
bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini
emrederdim."
3268 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası
kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.''
3269 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim, bir
erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan
razı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab
ederler.''
3270 Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Erkek,
kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak
sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına
lanet okurlar.''
3271 Bir başka rivayette: "Kadın küskünlükle
kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler"
denmiştir.
3272 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resulü. dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?'' "Kocası
bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının
hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap
verdi."
3273 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü
sorulmaz."
3274 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvan
İbnu Muattal (radıyallahu anh)'ın hanımı, yanında Safvan da bulunduğu bir anda
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resülü,
namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu
bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!'' dedi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvan'a sordu.
Safvan: "Ey Allah'ın Resülü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor '' sözüne
gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki sûre okuyor. Halbuki ben
bunu yasakladım'' dedi. Resulullah kadına: "İnsanlara tek surenin
okunması yeterlidir '' buyurdu. Safvan devam etti: "Oruç tuttuğum
zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep
sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bir kadın kocasının
izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular. Safvan
devamla: "Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne
gelince, biz (gece çalışan) bir aileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın
yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz'' diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Safvan, uyanınca namazını kıl!"
buyurdular."
3275 Ebu'I - Verd İbnu Sümame anlatıyor: "Hz. Ali
(radıyallahu anh) İbnu Ağyed'e dedi ki: "Sana kendimden ve Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) 'ın kızı Fatıma (radıyallahu anha)'dan -ki o, babasına,
ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?'' "Evet, bahsedin!''
dedim. Bunun üzerine: "Fatıma radıyallahu anha değirmen çevirirdi;
elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar
açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah'a
bir kısım köleler getirilmişti.. Fatıma 'ya: "Babana kadar gidip bir
köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselatu vesselam'ın yanında bazılarının
konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fatıma'ya
gelerek: "Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fatıma süküt edip
cevap vermedi. Ben araya girip: "Ben anlatayım Ey Allah'ın Resülü!''
dedim ve açıkladım: "Fatıma'nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba
ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size
uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını
söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah: "Ey Fatıma, Allah'tan
kork, Allah'a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına girince
otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de.
Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.."
buyurdular. Fatıma (radıyallahu anha): "Allah'dan ve Allah'ın
Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi
vermedi."
6529 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde
etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir
erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir
dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine
getirmesidir."
6530 Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh
anlatıyor: "Hz. Muaz Şam'dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde
etmişti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : "Ey Muaz! Bu da ne?" dedi. O
açıkladı: "Şam'a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine
rastladım. İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam,
bunun üzerine: "Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah'tan başkasına
secde etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed'in
nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını
eda etmedikçe Rabbinin hakkını da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere
binmiş iken kocası nefsini talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani
olamaz."
[TOP]
KORKU
Kimlik alan
1650 Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim korkarsa
akşam karanlığında yol alır. Kim akşam karanlığında yol alırsa hedefine varır.
Haberiniz olsun Allah ın malı pahalıdır, haberiniz olsun Allah'ın malı
cennettir."
1651 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen
sordu: "Kendini nasıl buluyorsun?" "Ey Allah'ın Resûlü,
Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap verdi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir
kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak
verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar."
1652 Hz. Aişe
(radıyallahu anh ) diyor ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı ciddi
bir şekilde, küçük dili görünecek derecede güldüğünü görmedim. O, sadece
tebessüm ederdi." Buhari'in bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir bulut görecek olsa bu yüzünden
bilinirdi. Ben (bir seferinde): "Ey Allah'ın Resûlü, halk bir bulut
görecek olsa, yağmur getirebilir ümidiyle sevinir, halbuki sen bir bulut
gördüğünde üzüldüğünü yüzünden okuyorum, sebebi nedir?" diye sordum. Bana şu
cevabı verdi: "Ey Aişe! Bunda bir azab bulunmadığı hususunda bana
kim te'minat verebilir? Nitekim geçmişte bir kavm rüzgarla azaba uğratılmıştır.
O kavim azabıgördükleri vakit: "Bu gördüyümüz, bize yağmur getirecek bir
buluttur" demişlerdi."
1653 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben sizin görmediğinizi
görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak
oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah'a
secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi
siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz
etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar
yakar olurdunuz."
1654 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mü'min, Allah
indindeki ukubeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah'ın
rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi. "
1655 Ebû Bürde
Amir İbnu Ebi Misa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bana, Abdullah İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma): "Biliyor musun babam babana ne demiş?" diye
sordu. Ben: "Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine: "Babam, senin babana:
"Ey Ebu Musa! Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la olan İslamımız, onunla olan
hicretimiz, onunla olan bütün amellerimiz bizim için sabit ve devamlı olsa,
ondan sonra işlediğimiz amellerin de herbirinden başa baş kurtulsak bu seni
memnun eder mi?" dedi. Baban, babama şu cevabı verdi: "Vallahi
hayır! Biz ondan sonra cihad yaptık, namaz kıldık, oruç tuttuk, çok hayırlar
işledik. Bizim elimizde çok insan Müslüman oldu. Biz bütün bunların ecrini ümid
ediyoruz." Babam tekrar dedi ki: "Fakat ben, Ömer'in ruhu yed-i
kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun, bunların bize sabit kalmasını,
O'ndan sonra yaptıklarımızdan da başa baş kurtulmayı isterim." Ben
atılıp: "Senin baban, vallahi benim babamdan daha hayırlıymış"
dedim."
[TOP]
KURAN
Kimlik alan
7003 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İlaçların en hayırlısı
Kur'an'dır."
[TOP]
KURANI KERİM OKUMA
Kimlik alan
7086 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kur'an ehli (yani
onu okuyan, onunla amel eden) cennete girdiği vakit, kendisine: "Oku ve yüksel!"
denilir. O da okur ve yükselir. Her ayet için bir derece verilir. Böylece o
bildiği ayetleri sonuna kadar okur (ve her biri için bir derece
alır)."
7087 İbnu Büreyde'nin babası (Büreyde) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü Kur'an-ı Kerim
rengi uçuk bir adam gibi gelir ve (okuyucusuna): "Seni gece uykusuz ve gündüz
susuz bırakan benim" der."
7088 Ebu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah u ahad,
el-Vahidu's-Samed (yani İhlas suresi Kur'an'ın üçte birine
denktir."
7089 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki : "Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki:
"Kulum, beni andığı ve dudakları benim için kımıldandığı an ben kulumla
beraberim."
[TOP]
KURBAN
Kimlik alan
3939 Semure İbnu Cündeb radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her çocuk, akika
kurbanı ile rehinelenmiştir. Bu kurban, (doğumunun) yedinci günü, onun adına
kesilir. (O gün) saçı da traş edilir ve çocuğa isim de
verilir."
3940 Zeyd İbnu Eslem, Beni Eslem'den bir adamdan, o da
sahabi olan babası radiyallahu anh'tan naklediyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a akikadan sorulmuştu. Şu cevabı verdiler: "Ben ukuku (isyan) sevmem!"
Böyle demekle, sanki akika ismini kullanmaktan hoşlanmadığını ifade etmişti.
Şunu ilave ettiler: "Kimin bir evladı olur da, ona bedel kurban kesmek isterse,
bunu yapsın."
3941 Ümmü Kurz radiyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Oğlan çocuğu
için birbirine denk iki kurban, kız çocuğu için bir kurban kesmek gerekir.
(Kurbanlığın) erkek veya dişi olması farketmez."
3942 Nafi
rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer radiyallahu anhuma'ya ehlinden her kim bir
akika istemiş ise, ona mutlaka bir akika vermiştir. Kız ve erkek, her çocuğu
için birer koyun kurban ederdi. Urve İbnu'z-Zubeyr merhum da böyle yapardı."
İmam Malik der ki. "Bana ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Talib radiyallahu anh da
böyle yaparmış."
3943 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için,
akika olarak birer koyun kurban etti." Hadisin Nesai'deki vechinde: "...ikişer
koyun kurban etti" denmiştir.
3944 Hz. Ali radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz.Hasan radiyallahu anh için
akika olarak bir koyun kurban etti ve: "Ey Fatıma!" dedi. "Çocuğun başını tıraş
ettir ve saçının ağırlığınca gümüş tasadduk et!" Bu emir üzerine, saçı tarttık,
ağırlığı bir dirhem veya buna yakın bir şeydi."
3945 Ca'fer İbnu
Muhammed babasından, O 'da Hz. Fatıma radiyallahu anha'dan rivayet ettiğine
göre, "Hz.Fatıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin 'in, Zeyneb 'in, Ümmü Gülsüm
radiyallahu anhum'un saçlarını tarttı. Bunların ağırlığınca gümüş tasadduk
etti."
3946 Nübeyse el-Huzeli radiyallahu anh anlatıyor: "Bir adam
sordu: "Ey Allah'ın Resulu! Biz, cahiliye devrinde, Recep ayında atire kurbanı
kesiyorduk. Şimdi ne yapmamızı emir buyurursunuz?" Resulullah şu cevabı verdi:
"Hangi ayda olursa olsun, Allah için kesin ve Allah için hayır hasenatta
bulunun, Allah için yedirip içirin." Yine sordular: "Cahiliye devrinde Fere'
kurbanı kesiyorduk, şimdi ne yapmamızı emredersiniz?" Resulullah aleyhissalatu
vesselam dedi ki: "Kırda otlayan her bir sürü için bir fere' kurbanı vardır. Bu
o yıl doğan ve hacılara yük taşıyacak güce gelinceye kadar diğerleriyle birlikte
beslediğin bir hayvandır. O safhaya gelince kesip etini yolculara tasadduk
edersin." Ebu Kılabe'ye dendi ki: "Bir fere' kurbanı gerektiren sürü ne miktar
olmalıdır?" "Yüz (baş hayvan)" diye cevap verdi."
3947 Nesai'nin
Haris İbnu Amr'dan kaydettiği bir diğer rivayetinde geldiğine göre, "Haris İbnu
Amr, Resulullah aleyhissalatu vesselam'a atire ve fere' kurbanları hakkında
sormuş, Resulullah 'da kendisine: "Dileyen atire kurbanı kessin, dileyen de
kesmesin; dileyen fere' kurbanı kessin dileyen de kesmesin. Davarın bir kurban
hakkı vardır!" diye cevap vermiş, parmaklarının hepsini kapayıp sadece birini
yumayarak onu göstermiştir."
3948 Ebu Hureyre radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(İslam'da) fere'
kurbanı da yok, atire kurbanı da yok."
[TOP]
LANETLEME
Kimlik alan
5308 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min ne ta'n
edici, ne lanet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de
hayasızdır."
5309 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Laneti çok
yapanlar Kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehid de
olamazlar."
5310 Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birbirinize,
Allah'ın laneti, Allah'ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduada
bulunmayın."
5311 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ey Allah'ın Resülü! Müşriklere beddua et,
onları lanetle!" denilmişti. Şu cevabı verdi: "Ben rahmet olarak
gönderiIdim, lanetleyici olarak değil!"
5312 Hz. Ebu Zerr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin.
Aksi taktirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime kendine
dönderilir."
5313 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sövüşen iki
kişinin söyledikleri(nin vebali), mazlum olan tecavüzde bulunmadıkça başlayana
aittir."
5314 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor;
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri şöyle dedi: "Ademoğlu, dehre söverek beni üzüyor. Halbuki ben dehrim.
Emir benim elimde. Gece ve gündüzü ben çeviririm."
5315 İbnu Abbas
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Bir kişinin ridasını rüzgar savurmuştu,
tutup rüzgara lanet etti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam müdahale
buyurdu: "Sakın rüzgara lanette bulunmayın. O memurdur, (Allah'ın
emriyle) iş görmektedir. Şunu bilin ki, kim bir şeye haksızlıkla lanet ederse,
lanet kendisine döner."
5316 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu
rüzgar, Allah'ın rahmetindendir. Rahmeti de, azabı da getirir. Onu görünce,
sakın ona sövmeyin. Allah'tan rüzgarın hayr (getirmes)ini dileyin, şerr
(getirmes)inden Allah'a sığının."
5317 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine
kavuştular."
5318 Muğire İbnu Ş'u'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölüler hakkında
kötü konuşmayın, sonra dirileri üzersiniz."
5319 Abdullah İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ölülerinizin iyiliklerini zikredin, kötülüklerini
zikretmeyin."
5320 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir seferdeydi. Ensardan bir kadın devesinin
üzerinde giderken yüksek sesle devesine lanet okudu. Bunu işiten Aleyhissalatu
vesselam: "Devenin üzerindeki eşyaları alın ve deveyi salıverin, zira artık o
lanetlenmiştir" buyurdular." İmran radıyallahu anh der ki: "Sanki
ben deveyi insanlar arasında yürürken görür gibiyim, kimse ona
dokunmuyordu."
5321 Zeyd İbnu Halid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Horoza sövmeyin!
Zira o, namaz için uyandırıyor."
5322 Ebu't-Tufeyl radıyallahu anh
anlatıyor: "Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'a bir adam gelerek:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sana tevdi ettiği sır nedir?" diye
sormuştu. Hz. Ali buna öfkelendi ve: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, halka gizlediği hiçbir şeyi bana sır olarak vermedi. Şu kudar var ki,
bana dört kelime söyledi!" dedi. Adam: "Nedir onlar, söyler misin?"
deyince, Hz. Ali: "Allah'tan başkasının adına kesene Allah lanet
etsin. Ebeveynine lanet edene lanet etsin. Bid'atçıyı himaye edene Allah lanet
etsin. Tarlanın sınır taşlarını değiştirene Allah lanet etsin!" Rezin,
İbnu Abbas'tan şu ziyadede bulundu: "A'mayı yoldan men eden mel'undur. Bir
hayvana temasta bulunan mel'undur. Lüt kavminin pis işini yapan
mel'undur."
5323 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ribayı yiyeni, yedireni, riba akdini yazanı, sadakaya
(zekata) mani olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı -hastalık sebebiyle olan
hariç- hulle yapanı, hulle yaptıranı lanetledi."
5324 Muhammed
İbnu Abdirrahman, annesi Amra Bintu Abdirrahman'dan naklen anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam nebbaş (mezar soyan) erkek ve kadınlara lanet
etti."
5325 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allahım, ben senden hulf
etmeyeceğin bir ahd talep ediyorum. (Biliyorsun) ben bir beşerim. Hangi mü'mine
(hataen) eziyet verir, kırıcı söz sarfeder, lanette bulunur, değnek vurup
(canını yakar)sam bu haksızlığı onun hakkında, Kıyamet günü bir rahmet,
(sevabında) bir artış, sana bir yaklaşma vesilesi kıl."
5326 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına
iki kişi girdi. Resûlullah'a bir şeyler söylediler. Fakat ne söylediklerini
bilmiyorum. Söyledikleriyle Aleyhissalatu vesselam'ı kızdırmışlardı. Onlara
lanet etti, sebbetti (kırıcı konuştu). Adamlar çıkınca: "Vallahi! Ey
Allah'ın Resulü! Bunların kazandığı hayrı kim kazanabilir?" dedim.
"Bu da ne?" buyurdular. "Onlara lanet ettin, sebbettin"
dedim. "Benim Rabbime ne şart koştuğumu bilmiyor musun? Dedim ki:
"Allahım, ben bir beşerim. (Beşerin razı olduğu gibi razı olur, beşerin kızdığı
gibi kızarım.) Öyleyse mü'minlerden hangisine (hak etmediği halde) lanet
edersem, sebbedersem bunu onun hakkında (tahür (günahlarından temizlik
vesilesi)), (sevabında) bir artış ve ücret kıl!"
buyurdular."
[TOP]
LİAN
Kimlik alan
5278 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Allah Teala hazretlerinin (Tebük seferinden geri kalmaları sebebiyle)
tevbelerini kabul edip affettiği üç kişiden biri olan Hilal İbnu Ümeyye
radıyallahu anh geldi. (Anlattığına göre) tarlasından evine yatsı vaktinde
dönmüştü. Hanımının yanında bir adam buldu. Manzarayı gözleriyle görmüş,
kulaklarıyla işitmişti. Sabah oluncaya kadar adamı ürkütüp telaşlandırmadı.
Sabah olunca doğru Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına
gitti. "Ey Allah'ın Resûlü dedi, ben aileme geceleyin dönmüştüm,
yanlarında bir adam buldum. Üstelik gözlerimle gördüm, kulaklarımla
işittim." Resûlullah aleyhissalatu vesselam getirdiği bu haberden
hoşlanmadı, adama karşı sert davrandı. Bunun üzerine: "Kendi
hanımlarına zina isnad eden, ancak, kendisinden başka şahidi bulunmayan kimse
ise, doğru söylediğine dair Allah adına yemin ederek dört defa şahitlik eder.
Beşinci şahitliğinde ise, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine
olmasını ister. Kadının Allah adına yemin ederek kocasının yalan söylediğine
dair dört def'a şahidlik etmesi ve beşinci şahitliğinde, eğer kocası doğru
söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını istemesi, onun hakkındaki
cezayı kaldırır" (Nur 6-9) mealindeki ayet nazil oldu. Vahiy hali
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın üzerinden kalkınca: "Ey Hilal,
müjde! Allah senin için bir kurtuluş ve kurtuluş yolu gösterdi" buyurdular.
Hilal: "Ben Rabbim Teala hazretlerinden bunu ümid ediyordum!" dedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kadına adam gönderin gelsin!"
emretti. Kadın geldi. Ayet-i kerimeyi Resûlullah ona okudu. İkisine de meselenin
ciddiyetini hatırlattı ve ahiret azabının dünyadaki azabtan daha şiddetli
olacağını haber verdi. Bunun üzerine Hilal: "Vallahi kadın hakkında
doğruyu söyledim!" dedi. Kadın da: "Hayır yalan söyledin!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Aranızda lanetleşin" emretti.
Hilal'e: "Şehadet getir!" dendi. O da doğru söylediğine dair dört kere Allah'a
şehadet etti. Beşinci sefer olunca kendisine: "Ey Hilal, Allah'tan
kork, zira dünya azabı ahiret azabından pek hafiftir, senin bu yaptığın, üzerine
azabı vacib kılmaktadır!" dendi. O yine: "Allah'a yemin olsun, ona
iftira ediyorum diye bana celde yapılmadığı gibi, Allah da onun sebebiyle bana
azab vermeyecektir!" dedi ve "Eğer yalancı ise, Allah'ın laneti üzerine olsun!"
diye beşinci kere şehadette bulundu. Sonra kadına: "Şehadet getir!"
dendi. Kadın da: "Hilal yalancıdır diye dört kere Allah'a şehadette bulundu.
Beşinci şehadete sıra gelince, kadına: "Allah'tan kork, zira
dünyadaki azab ahiret azabından hafiftir. Bu yaptığın, üzerine azabı vacib
kılmaktır!" dendi. Kadıncağız bir müddet durakladı. Sonra: "Kavmimi,
geri kalan zamanlarda rezil rüsvay edemem!" dedi ve beşinci defa: "Hilal doğru
söyledi ise Allah'ın gadabı üzerime olsun!" diye şehadette bulundu.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam aralarını ayırdı. Kadının çocuğuna
babasının adıyla çağrılmamasına, kadına zina isnad edilmemesine, çocuğa da
veled-i zina denmemesine, kim kadına veya çocuğa böyle bir isnadda bulunacak
olursa, hadd-i kazfe maruz kalacağına hükmetti. Keza bunlar ne boşanma ne de
ölüm sebebiyle ayrılmadıkları için Hilal üzerinde, ne kadın için mesken ne de
çocuk için nafaka mesuliyeti olmadığına hükmetti. Aleyhissalatu
vesselam: "Eğer kadın kızılımsı, kabaları etsiz, sivri omuzlu, iki
kabası sivri, bacakları ince bir çocuk dünyaya getirirse, bu çocuk Hilal'dendir.
Eğer esmer, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk dünyaya
getirirse bu çocuk, zina nisbet edilen şahsa aittir" buyurdular. Gerçekten kadın
esmer renkli, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk doğurdu.
Aleyhissalatu vesselam: "Eğer (şehadetlerle yapılan) yeminler
olmasaydı benimle o kadın arasında mesele olacaktı" buyurdular. İkrime der ki:
"Kadının çocuğu bundan sonra Mudar üzerine emir oldu, Tesmiye'de babasına nisbet
edilmezdi." Hadisi Ebu Davud bu metnin aynısıyla rivayet etti.
Kütüb-i Sitte, İbnu Ömer'den bu manada rivayette
bulundular.
5279 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Üveymir el-Aclani ile hanımı arasında lian
uyguladı. Hanımı bu sırada hamile idi."
5280 Yine ona ait bir
rivayette: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, birbirine lianda bulunan iki eşe
lianlaşmayı teklif ettiği zaman, beşinci yeminde, erkeğe elini ağzının üzerine
koymasını emretti ve: "Bu (Allah'ın azabını) gerektiricidir!"
buyurdu.
5281 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Çocuk yatağa
aittir. Zaniye de mahrumiyet vardır."
5282 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Utbe İbnu Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd'a: "Zema'a'nın cariyesinden
doğan oğlan bendendir, onu sahiplen" diye vasiyet etmişti. Fetih yılında,
onu Sa'd yakalayıp: "Bu, kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!"
dedi. Abd İbnu Zema'a da: "O, benim kardeşimdir ve babamın
cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!" dedi. Problemin halli için
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a koştular. Sa'd radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resülü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana
vasiyette bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!" dedi. Abd: "O
benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!"
dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ondaki benzerliğe baktı. Utbe'ye açık
bir benzerlik gördü. Sonra: "Bu sana aittir ey Abd İbnu Zema'a.
Çocuk yataga aittir, zani için de mahrumiyet vardır" buyurdu. Sonra da Sevde
Bintu Zem'a'ya: "Bun(u kardeşin bilme, ihtiyat et, ona karşı)
tesettür et!" emretti. Bu emri, onun Utbe'ye olan benzerliği sebebiyle
vermişti. O, kadını, Allah'a kavuşuncaya kadar göremedi. Sevde,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevcesi idi."
5283 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim siyah bir çocuğum dünyaya geldi"
dedi. Adam, ta'riz yoluyla çocuğu nefyetmeyi teklif ediyordu. Aleyhissalatu
vesselam, onun nefyedilmesine ruhsat vermedi. "Senin bir deven var
mı?" dedi. Adam: "Evet" deyince: "Bunların renkleri nasıldır?" diye
sordu. Adam: "Kırmızı!" dedi.Resûlullah tekrar sordu: "Bunlar
arasında boz renkli var mı" "Evet!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Peki bu nereden (geldi)?" dedi. Adam: "Belki
de bir damar çekmiştir" deyince, Aleyhissalatu vesselam da: "Senin
oğlun da bir damara çekmiştir!" buyurdular."
5284 Amr İbnu Şu'ayb
an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam kalkarak: "Ey Allah'ın
Resülü! Falan benim çocuğumdur. Cahiliye devrinde ben annesiyle zina yapmıştım!"
dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu cevapta bulundu:
"İslam'da (neseb) iddiası yok. Cahiliye işi bitti artık. Çocuk yatağa aittir,
zaniye de mahrumiyet vardır!"
5285 Hz. Aişe radıyallahu anh
anlatıyor: "Reslullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) yanıma mesrur olarak
girdi, yüzünün çizgileri parlıyordu. "Hani, Mücezziz el-Müdlici var
ya, az önce, Zeyd İbnu Harise ve Üsame İbnu Zeyd'e baktı da: "Şu ayaklar var ya
(aralarında öyle benziyorlar ki) sanki birbirlerinden hasıllar" dedi"
buyurdular."
5286 Süleyman İbnu Yesar anlatıyor: "Hz. Ömer
radıyallahu anh, İslam döneminde neseb iddiasında bulunanları cahiliye
doğumlulara ilhak ediyordu. (Bir gün) iki kişi geldi. Her ikisi de, bir kadının
çocuğunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Hz. Ömer, bir kaif çağırdı.
Kaif adamlara baktı. Sonra: "Her ikisinin de çocukta iştirakleri
var!" dedi. Hz. Ömer bu söz üzerine elindeki değneği kaife indirdi
ve: "Nereden biliyorsun?" dedi. Sonra kadını çağırıp:
"Bana haberini söyle!" emretti. Kadın, iki adamdan birini
kastederek: "Şu var ya, dedi ben ailemin devesini güderken bana
gelirdi ve benden ayrılmazdı. O da ben de hamilelik başladı zannettik. Sonra o
benden ayrıldı. Arkadan kan aktı (adet gördüm). Sonra da onun yerini diğeri aldı
(bana temasta bulundu). Çocuğun hangisinden olduğunu bilmiyorum!" dedi. Kaif bu
cevabı işitince tekbir getirdi. Hz: Ömer çocuğa dönerek: "Hangisini
dilersen onu veli kıl!" dedi."
5287 Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor:
"Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti ki : " "Resûlullah
aleyhissalatu selam buyurdular ki: "İslam'da bir kimse asıl babası
varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin
babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır."
5288 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
müla'ane (lanetleşerek boşanma) ayeti indiği zaman şöyle buyurdular:
"Hangi kadın, bir kavme, onlardan olmayanı dahil edecek olursa, hiç bir hususta
Allah'la irtibatı kalmamıştır. Artık Allah onu asla cennete koymayacaktır. Hangi
erkek de göre göre evladını inkar ederse, Allah Kıyamet günü onunla kendi
arasına perde koyar ve herifi öncekilerin ve sonrakilerin önünde rezil rüsvay
eder."
5289 Amr İbnu, Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, varisler tarafından babaya
nisbeti talep edilip de, (hayatında inkar etmediği için) babanın ölümünden sonra
nesebe dahil edilen bu çocuğun o babanın cima yaptığı gün mülkünde bulunan
cariyeden doğmuş olması halinde, varislere ilhak edilmesine; ancak çocuğa, bu
ilhaktan önce taksim edilen mirastan herhangi bir payın geçmeyeceğine; fakat
taksim edilmeyen mirastan pay alacağına; çocuğun kendisine nisbet edildiği baba,
şayet ölmezden önce çocuğun kendisinden olduğunu inkar etmişse, bu çocuğun o
babaya ilhak edilemeyeceğine; eğer çocuk mülkünde olmayan bir cariyeden veya
kendisiyle zina yaptığı bir hür kadından ise, bu çocuğun da o babaya ilhak
edilmeyeceğine ve o babaya varis olamayacağına, -hatta çocuk kendisine nisbet
edilen şahsın bizzat kendisi, onun hür veya köle kadından edindiği veled-i
zinası olduğunu itiraf etse bile- o çocuğun varis olamayacağına
hükmetti."
5290 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İslam'da cariye
ile zina yoktur. Kim cahiliyede cariye ile zina yapmış ise, (bundan hasıl olan
çocuk) asabesine (efendisine = cariyenin efendisine) dahil olur. Kim, meşru
nikahdan olmayan bir çocuğun kendine ait olduğunu iddia ederse, ona varis
olamaz, kendisine de varis olunamaz."
5291 Zeyd İbnu Erkam
radıyallahu anh anlatıyor: "Yemen'den bir zat Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelip: "Üç kişi Hz. Ali'ye gelip, tek bir tuhur zamanı
içerisinde cimada bulundukları bir kadından doğan bir çocuk hakkındaki
ihtilaflarını arzettiler. Hz. Ali ikisine: "Çocuk şu üçüncüye
mübarek olsun!" dedi. Bunun üzerine diğer ikisi feveran ettiler (olmaz böyle
hüküm diye çıkıştılar). Hz. Ali bunun üzerine: "Siz, ihtilaflı
ortaklarsınız. Ben aranızda kur'a çekeceğim. Kime çıkarsa çocuk onundur. Diğer
iki arkadaşına da bir diyetin üçte ikisini ödeyecektir!" dedi ve aralarında
kur'a çekti ve çocuk kime çıktı ise ona verdi. (Adamın bu
anlattıklarına) Resûlullah aleyhissalatu vesselam, azı dişleri -veya kesici
dişleri- görülünceye kadar güldü."
5292 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kimse kendini azad edenlerin izni olmadan bir kavmi veli
ittihaz ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların) laneti üzerine olsun.
Allah ondan ne bir farz ne de bir nafile kabul
eder."
5293 Abdulhamid İbnu Cafer anlatıyor: "Babamın dedem Rafi'
İbnu Sinan radıyallahu anh'tan anlattığına göre dedem Rafi' müslüman olmuş,
fakat hanımı müslüman olmamakta direnmiş ve (iş ayrılma noktasına gelince)
kadın, Aleyhissalatu vesselam'a gelerek:) "Kızım benimdir, sütten de
kesilmiştir" demiştir. Rafi'de: "Kızım benimdir" demiştir. (Resûlullah, Rafi'e:
"Sen bir köşeye otur!)" kadına da: "Sen de bir köşeye otur!" der. Çocuğu da
ikisinin arasına oturtur. Sonra kadına ve erkeğe: "Çocuğu kendinize çağırın!"
buyurur. Çağırırlar. Çocuk annesine meyleder. Aleyhissalatu vesselam: "Allahım
ona doğruyu göster!" diye dua eder. Bunun üzerine kız babasına yönelir. Baba
böylece çocuğu alır."
5294 Ebu Cemile es-Sulemi'nin anlattığına
gore, Hz. Omer radiyallahu anh zamaninda atılmis bir çocuk bulmustur. (Hadiseyi
isiten) Omer yanına gelir ve onu gorunce: "Bu iste bir bit yeniği olabilir. Bu
yavruyu niye aldin?" der. Suneyn de: "Bunu helake maruz buldum, o yuzden
(kurtarmak için) aldım!" der ve Hz. Omer'in tavrindan kendisini itham ediyor
anlar. Ancak Omer'in) arifi: "Ey muminlerin emiri bu salih bir kimsedir"
(diyerek lehinde tezkiyede bulunur. Bunun üzerine) Hz. Omer: "Oyle mi?" der.
Arif te'yiden: "Evet!" deyince Hz. Omer: "Gotur onu! O hurdur (velasi sanadir)
nafakasi da bizim üzerimizedir!" der." Rezin su ılavede bulunmustur: "Onun
velasi da müslümanlara aittir, ona varis olurlar, hin-i hacette onun diyetini
oderler." Buhari, bu ziyadeyi bir babta bab basliği olarak senedsiz şekilde
kaydetmiştir (Sehadat 16).
6601 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Ensardan bir erkek, Beliclan'dan bir kadınlaevlendi ve zifaf yapıp,
kadının yanında geceyi geçirdi. Sabah olunca: "Ben bu kadını bakire bulmadım!"
dedi. Durum Resulullah aleyhissalatu vesselam'a intikal ettirildi. Resulullah,
kızı çağırtıp meseleyi sordu. Kadın: "Hayır! Ben bakire idim!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam'ın emri üzerine müla'ane yaptılar. (Koca) kadına mehrini
verdi."
6602 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dört sınıf
kadın vardır ki, onlarla kocaları arasında müla'ane yapılmaz: Müslümanın nikahı
altındaki hıristiyan kadın, müslümanın nikahı altındaki yahudi kadın, kölenin
nikahı altındaki hür kadın, hür kişinin nikahı altındaki köle
kadın."
[TOP]
LİBAS
Kimlik alan
5196 Muhammed İbnu Rükane, babası radıyallahu
anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki
sarıklardır."
5197 Ebu'l-Müleyh babası radıyallahu anh'tan
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sarık sarın da
hilminiz ziyadeleşsin!" buyurdular." Ravi devamla der ki: "Hz. Ali radıyallahu
anh da: "Sarıklar Arapların taçlarıdır" buyurdular.
5198 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam başına sarık
sardığı zaman, ucunu iki omuzu arasından
sarkıtırdı."
5199 Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana bir sarık sardı, onu önümden ve arkamdan
birkaç parmak sarkıttı."
5200 Amr İbnu Hureys radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, üzerinde siyah bir sarık
vardı. İki ucunu omuzları arasından sarkıtmıştı."
5201 Ebu Kebşe
el-Enmari anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabının
kalansuveleri geniş idi."
5202 Esma Bintu Yezid İbni's-Seken
radıyallahu anha anIatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın gömleğinin
kolu bileğe kadardı."
5203 Ala İbn Abdirrahman babasından
naklediyor: "Ebu Said radıyallahu anh'a izar hakkında sordum. Dedi
ki: "Tam bilene düştün! Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle
demişti: "Mü'minin izarı bacağın yarısına kadar uzanmalıdır. Burası
ile topuklar arasında olmasının da bir günahı yok. Ama topuktan aşağı inen kısım
ateştedir. Kim de, gururla izarını (yerde) sürürse Kıyamet günü Allah ona
(rahmet) nazarı ile bakmaz." Ebu Davud'un rivayetinde "Kıyamet günü"
ibaresi mevcut değildir.
5204 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam izar hakkında ne söylemişse o,
kamis hakkında da muteberdir."
5205 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Allah, elbisesini kibirle
sürüyene bakmaz" buyurmuştur. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ey
Allah'ın Resülü! İzarım salık durumda, dikkat etmezsem sürünüyor" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Sen, bunu kibirle yapanlardan değilsin!"
cevabını verdi."
5206 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kim elbisesini gururla yerde
sürürse, Kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarıyla) bakmaz!" buyurmuştu. Ümmü
Seleme atılarak: "Öyleyse kadınlar zeyllerini ne yapacaklar?" diye
sordu. "Bir karış salarlar!" buyurdu. Ümmü Seleme: "Bu
taktirde ayakları açılır!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse
bir zira salsınlar, bunu daha da artırmasınlar!
buyurdular."
5207 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı bir örtü ile ihtiba etmiş gördüm. Örtünün saçağı
ayaklarının üzerine dökülmüştü."
5208 Yine Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, samma sarınmasını ve tek bir
giysi içerisinde ihtiba oturuşunu yasakladı."
5209 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, şu iki çeşit
giyinmekten men etti: "Samma sarınması ki bu, üzerinde bir başka giysi olmadığı
halde giysisini omuzuna koyup bir yarısını açık bırakması ve namazda iki elini
de sarmasıdır. Diğer giyinme de, fercini örtecek kadar olmayan tek giysisi
içinde ihtiba tarzında oturmasıdır."
5210 Ümmü Seleme radıyallahu
anha anlatıyor: "Cenab-ı Hakk'ın şu (mealdeki) kavl-i şerifleri indiği zaman,
"Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle.
Evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.. " (Ahzab 59) Ensar
kadınları başlarında (siyah) örtüden kargalar taşıyor oldukları halde dışarı
çıkarlardı."
5211 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Esma Bintu
Ebi Bekr radıyallahu anhüma, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın huzuruna girmişti. Aleyhissalatu vesselam, ondan
yönünü ters istikamete çevirdi ve: "Ey Esma! Kadın hayız yaşına
girdi mi ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin görünmesi caiz
değildir!" dedi ve yüzü ile ellerine işaret etti."
5212 Dihye
el-Kelbi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
(Mısır'dan), (beyaz renkli ve ince olan) kubati kumaşlar getirilmişti. Bana
ondan bir kupon verdi ve: "Bunu ikiye böl, bir parçayı kendine kamis
yap, diğerini hanımına ver. Bununla kendine bürgü yapsın!" buyurdular. (Ayrılmak
üzere Dıhye) geri dönünce: "Hanımına söyle, bunun altına bir astar
koysun da bedenini vasfetmesin!" buyurdular."
5213 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ümmü Seleme radıyallahu anh , evinde iken de
cilbabesini (başörtüsünü) fazilet ümidiyle üzerinden hiç
çıkarmazdı."
5214 İmam Malik rahimehullah'a ulaştığına göre,
Abdullah İbnu Ömer'in bir cariyesi vardı. Hz. Ömer onu, hürlerin kıyafetine
bürünmüş vaziyette görünce bu davranışını normal karşılamayıp müdahale etti.
(Kızı Hafsa'nın yanına girip: "Oğlan kardeşinin cariyesini halkın
içine karışmış görmedin mi, hürlerin kıyafetine bürünmüş değil mi?" dedi ve Hz.
Ömer bu hali hoş karşılamadı)."
5215 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz
ayakkabı giyince sağdan başlasın, çıkarırken de soldan başlasın ya ikisini
birlikte giysin, ya ikisini birlikte çıkarsın)"
5216 Bir rivayette
de: "Sakın kimse tek ayakkabı ile yürümesin, ya ikisini de çıkarsın, yahut
ikisini de giyinsin" buyrulmuştur.
5217 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ayakkabı giymede, başını taramada,
temizlikte ve bütün işlerinde sağdan başlamayı severdi."
5218 Hz.
Ebu Hureyre ve Hz. Enes radıyallahu anhüma anlatıyorlar: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kişinin ayakta giyinmesini
yasakladı."
5219 İbnu Abbas radıyallahu anhüma diyor ki: "Kişi
oturduğu zaman, ayakkabılarını çıkarıp (sol) yanına koyması
sünnettir."
5220 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, katıldığımız bir gazvede buyurdular ki:
"Ayakkabıları çoğaltın. Çünkü kişi ayakkabı giydiği müddetçe binmeye devam
eder."
5221 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı sebtiyye ayakkabısını giyerken gördüm. Sebtiyye
ayakkabısı, üzerinde hiç tüy bulunmayan ayakkabıdır. Aleyhissalatu vesselam bu
ayakkabı içinde abdest alıyordu. Ben bu ayakkabıyı giymeyi
severim."
5222 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'in ayakkabısında parmak arasına geçen atkısı
vardı."
5223 İbnu Ebi Müleyke anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu
anha'ya: "Kadın (erkeğe mahsus) ayakkabı giyer mi?" diye sorulmuştu:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kadınlardan erkekleşenlere lanet etti!" diye
cevap verdi."
5224 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek
elbisesini giyen kadına lanet etti."
5225 Muaz İbnu Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim muktedir olduğu halde tevazu maksadıyla (Allah için)
(kıymetli) elbise giymeyi terkederse, Allah Kıyamet günü, onu mahlukatın başları
üstüne çağırır ve dilediği iman elbisesini giymekte onu muhayyer
bırakır."
5226 Hz. İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim şöhret
elbisesi giyerse, Allah ona zillet elbisesi giydirir." Bir rivayette
de şöyle denmiştir: "...Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra
içinde ateşi tutuşturur."
5227 Ebu'l-Ahvas babasından naklen diyor
ki: "Üzerimde adi bir elbise olduğu halde Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanına gelmiştim. Bana: "Senin malın yok mu?" diye
sordu. "Evet var!" cevabıma: "Hangi çeşit maldan?"
sorusunu yöneltti. "Her çeşit maldan Allah bana vermiştir (deve,
sığır, davar, at, köle, hepsinden var)" demem üzerine: "Öyleyse
Allah Teala hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin
eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir!"
buyurdular."
5228 Muhammed İbnu Yahya İbnu Hibban anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri
bolluğa erince iş elbisesinden başka bir de cuma elbisesi edinirse üzerine (bir
vebal) yoktur."
5229 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bize binek hayvanlarımızı güden bir
adamımızı gördü. Üzerinde eskimiş (çizgili) iki parçalı giysi vardı.
"Onun bu eskilerden başka giyeceği yok mu?" buyurdular. Evet var dedim. Çamaşır
torbasında iki giysisi daha var, ben onları giydirmiştim." "Öyleyse
çağır onu da, bunları giysin!" emrettiler. (Çağırdım, emr-i Nebeviyi söyledim),
o da onları giyindi. Geri gitmek üzere dönünce, Aleyhissalatu
vesselam: "Nesi var (da bu yenileri giymiyor?) Allah boynunu
vurasıca! Bu daha hoş değil mi?" buyurdular. Adam bu sözü işitti ve: "Allah
yolunda mı (boynum vurulsun) ey Allah'ın Resülü?" dedi. "Evet
buyurdular, Allah yolunda!" Adam Allah yolunda
öldürüldü."
5230 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu iki kıyafeti yasakladı: Çok yüksek
kıyafet, çok düşük kıyafet."
5231 ÜmmÜ Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın en ziyade sevdiği elbise kamis
idi."
5232 Süveyd İbnu Kays anlatıyor: "Ben ve Mahrefetu'I-Abdi,
Hecer'den bez alıp, Mekke'ye getirdik. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
(yanımıza) gelip bizimle bir şalvar pazarlık etti ve satın aldı. Fiyatını bize
tartıp ödedi. Tartan kimseye de: "Tart (ve ibreyi lehine) kaydır!"
emretti."
5233 Misver İbnu Mahreme radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (ashabına) birkısım kaftanlar taksim etti,
fakat (babam) Mahreme'ye hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine babam:
"Haydi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gidelim!" dedi ve beraber gittik.
Bana: "Gir de Aleyhissalatu vesselam'i bana çağır!" dedi. Ben de çağırdım.
Resûlullah, üzerinde dağıttığı kaftanlardan biri olduğu halde dışarı çıktı ve
"Bunu senin için sakladık!" buyurdu. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam
babama baktı ve: "Mahreme razı oldu!" buyurdu."
5234 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam en çok, hıbere
(denen Yemen'de mamul, çubuklu) kumaştan giyinmemizi
severdi."
5235 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Harüriyye
(denen Hariciler) çıktığı zaman Hz. Ali radıyallahu anh'ın yanına geldim.
Bana: "Şu adamlara bir uğra!" dedi. Ben de mevcut Yemen hullelerinin
en güzelini giydim." Ebu Zümeyl der ki: "İbnu Abbas radıyallahu
anhüma yakışıklı ve gür sesli biriydi." İbnu Abbas der ki:
"Harurilerin yanına vardım. Bana: "Hoş geldin ey İbnu Abbas! Bu
takımın da ne?" dediler. Ben: "Beni ayıplıyor musunuz? Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi
gördüm!" dedim."
5236 Abdülvahid İbnu Eymen babasından anlatıyor:
"Hz. Aişe'nin yanına girdim. Üzerinde kalın Yemen bezinden yapılmış fiyatı beş
dirhem olan bir elbise bulunuyordu. Hz. Aişe: "Gözünü cariyeme
kaldır da ona bir bak! Zira o, şimdi benim giydiğim, şu elbiseyi evin içinde
giymekten arlanır. Halbuki, Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında benim o
(kaba kumaş)tan bir elbisem vardı. Medine'de zifaf için süslenen her kadın gelip
o elbiseyi benden iareten alırdı."
5237 Muğire İbnu Şu'be
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a üzerinde yünden
şami bir cübbe olduğu halde abdest suyunu döktüm. Cübbenin yenleri dar idi.
Elini çıkar(ıp cübbenin yenlerini çemre)mek istedi. Fakat kol dar gelince,
(cübbeyi omuzuna atarak) ellerini bedeninin altından çıkardı ve
yıkadı."
5238 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın en ziyade sevdiği elbise kamis
idi."
5239 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Elbiselerden beyaz olanları
giyin. Çünkü onlar en hayırlı giyeceklerinizdir. Ölülerinizi de beyazla
kefenleyin."
5240 Hilal İbnu Amir babasından naklediyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Mina'da halka hitap ederken gördüm.
Sırtında kırmızı bir bürde vardı ve katırının üzerinde idi. Hz. Ali radıyallahu
anh da önüne durmuş, Aleyhissalatu vesselam'ın söylediklerini
tekrarlıyordu."
5241 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam orta boylu idi. Ben onu kızıl bir hulle
içerisinde gördüm. Ben Aleyhissalatu vesselam'dan daha güzel bir şeyi hiç
görmedim."
5242 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüm
anlatıyor: "Üzerinde kırmızı renkli iki giyecek bulunan bir adam geldi ve
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a selam verdi. Ama Aleyhissalatu vesselam
adamın selamını almadı."
5243 Beni Esedden bir kadın anlatıyor:
"Bir gün, Resûlullah aleyhissatatu vesselam'ın zevcelerinden Zeyneb'in yanında
idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu işle meşgulken
Resûlullah aleyhissalatu vesselam çıkageldi. Ancak kızıl toprağı görünce geri
döndü. Zeynep bu hali görünce, Aleyhissalatu vesselam'ın bunu mekruh addettiğini
anladı ve derhal elbiselerini yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhissalatu
vesselam geri döndü ve aniden geldi. (Boyadan) hiçbir şey görmeyince içeri
girdi."
5244 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben erguvan (koyu
kızıl) renkli şeyin üzerine binmem. Ne sarıya boyanmışı, ne de (eteşinin ucuna,
yakasına, yenine) ipekli geçirilmiş gömleği giymem. Bilesiniz erkeğin sürünme
maddesi kokuludur, renksizdir. Bilesiniz kadının sürünme maddesi renklidir
kokusuzdur."
5245 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam üzerimde sarıya boyanmış iki giysi görmüştü.
Derhal: "Bunu giymeni annen mi sana emretti?" diye sordu. Ben:
"Bunları yıkayayım mı, ey Allah'ın Resulü" dedim. "Hatta yak
onları!" buyurdular." Bir rivayette: "Bu, kafirlerin kıyafetidir,
sakın bunları giyme!" buyurdular" denmiştir.
5246 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kasiy (yol yol
ipek bulunan keten) kumaşla sarıya boyanmış kumaşı
yasakladı."
5247 Ebu Remse radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'in üzerinde iki yeşil giysi
gördüm."
5248 Ümmü Halid Bintu Halid İbni Sa'id İbni'I-As
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a benekli siyah
bir giysi getiriImişti. "Bunu kime giydirmemi uyşun bulursunuz?"
buyurdular. Herkes susmuştu. "Bana Ümmü Halid'i getirin!"
emrettiler. Beni yanına götürdüler. Giysiyi elleriyle bana giydirdi ve sonra
da: "Üstünde eskit, üstünde eskit!" diye iki sefer tekrarladılar.
Siyah kumaşın beneğine bakıyor, eliyle de bana işaret ediyor ve: "Ey
Ümmü Halid! Bu senna (güzel), ey Ümmü Halid bu senna!" diyordu. Senna,
Habeşistan dilinde güzel demekti."
5249 Ebu Osman en-Nehdi
anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh, biz Utbe İbnu Ferkad ile
Azerbaycan'da iken bize şöyle yazmıştı: "Ey Utbe, (bu mal) ne senin
emeğin, ne babanın emeği ne de annenin emeğidir. Öyleyse mü'minleri, evlerinde,
kendi evinde doyduğun şeyden doyur. Zevk için yemekten ve şirk ehlinin
zinetinden, ipekli giymekten kaçın. Zira Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu
kadarı hariç ipekli giymekten yasakladı ve Resûlullah bize orta ve işaret
parmağını kaldırarak birbirine bitiştirdi."
5250 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir miktar ipek
alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu, sonra
da: "Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır!" buyurdu."
Tirmizi ve Nesai de Ebu Musa'dan gelen diğer bir rivayette: "Ümmetimin
erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılınndı"
buyrulmuştur.
5251 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünyada ipeği,
ahirette nasibi olmayanlar giyer."
5252 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İpeği
dünyada giyen, ahirette giyemez."
5253 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "(Babam) Ömer radıyallahu anh satılmakta olan atlas bir elbise
gördü. Onu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirip: "Ey Allah'ın
Resülü! Bunu satın al da bayramlarda ve taşradan gelen heyetlerin karşılanması
sırasında tecemmülen giyin!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Bu, (ahirette) nasibi olmayanların giysisidir"
buyurdular. Sonra Hz. Ömer, Allah'ın dilediği kadar kaldı. Aleyhissalatu
vesselam ona atlastan mamul bir cübbe gönderdi. Ömer gelerek: "Ey
Allah'ın Resülü! Siz(ipek hakkında): "Bu, (ahirette) nasibi olmayanların
giyeceğidir" demiştiniz. Sonra bana bunu gönderdiniz, (hikmeti nedir?)" dedi.
Aleyhissalatu vesselam, buna karşılık: "Bunu, sana bizzat giyesin
diye göndermedim. Bilakis, satasın ve parasıyla ihtiyaçlarını göresin diye
göndermiştim" buyurdular."
5254 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana siyera (denen yol yol sarı kalemli
dokunmuş ipek) kumaştan bir takım elbise giydirdi. Sonra ben onu giyip çıktım.
(Resûlullah bunu üzerimde görünce bana kızmıştı), öfkesini yüzünde görüyordum.
Hemen dönüp, onu hanımlarım arasında başörtüsü yapmaları için taksim
ettim."
5255 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir:
"Dûmetu'l-Cendel şefi Ukeydir, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ipek bir
elbise hediye etti. Aleyhissalatu vesselam da onu Hz. Ali radıyallahu anh'a
verdi ve: "Bunu Fatımalar arasında taksim et!"
buyurdu."
5256 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam saf ipekten yapılmış elbiseyi yasakladı. Ama
alem olarak konan ve kumaşın direzisinde kullanılan ipeğe yasak
yoktur."
5257 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Zübeyr İbnu'l-Avvam ve Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu
anhüma için kendilerindeki uyuz sebebiyle ipekli giymelerine izin
verdi."
5258 Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a (hacc sırasında) bitten şikayet ettiler. Aleyhissalatu
vesselam onlara katıldıkları gazveleri sırasında ipek gömlekler giymeye ruhsat
tanıdı."
5259 Süveyd İbnu şafele anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu
anh el-Cabiye'de halka hitap ederek: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki, üç
veya dört parmak yeri hariç, ipek giymeyi yasaklamıştı!"
dedi."
5260 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam siyah bir bürde (hırka) yaptım, bunu giydi. İçinde
terlediği zaman ondan yün kokusu hissetti. Bunun üzerine o hırkayı çıkarıp attı.
Aleyhissalatu vesselam güzel kokudan hoşlanırdı."
5261 Ebu Bürde
İbnu Ebi Müsa el-Eş'ari anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanına girdim.
Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam şu iki (parça)nın içinde vefat etti!" dedi."
5262 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir sabah
üzerinde, siyah kıldan yapılmış desenli bir giysi olduğu halde
çıktı."
5263 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hz. Musa aleyhisselam'ın
Rabbi Teala hazretleriyle konuştuğu gün, üzerinde yünden bir şalvar, yünden bir
cübbe, yünden bir kisa, yünden küçük bir serpuş (takke) vardı. Ayağında da ölü
eşek derisinden mamul bir ayakkabı vardı."
5264 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'in minderi
deridendi ve içi hurma lifiyle dolu idi."
5265 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (evde bulunması
gereken) yataklar zikredilmişti. Şöyle buyurdular: "Kişinin kendisi
için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir için bir yatak lazımdır. Dördüncü
yatak şeytanadır."
5266 Hz. Cabir İbnu Semûre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir yastığa solu üzerine
yaslandığını gördüm."
5267 Ebu'I-Melih, babası radıyallahu anh'tan
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam vahşi hayvanların derilerinden
yaygı yapılmasını nehyetti."
5268 Utbe İbnu Abdi's-Sülemi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan beni
giydirmesini talep ettim. Bunun üzerine bana iki parça hayşe (adi keten) bezi
giydirdi. Kendimi, bununla arkadaşlarım arasında en iyi giyinmiş
gördüm."
[TOP]
LUKATA(BULUNTULAR)
Kimlik alan
5269 Yezid Mevla'l-Münbais anlatıyor: "Zeyd
İbnu Halid radıyallahu anh'ı işittim. Diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a altın veya gümüş buluntu hakkında sorulmuştu. "Kesesini
ve bağını belle, sonra onu bir yıl ilan et. (Sahibini) bilemezsen, onu harca. O
yanında bir emanet olsun. Günün birinde arayanı gelecek olursa, ona ödersin"
buyurdu. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam'a kaybolmuş develerden
soruldu. "Kaybolan develerden sana ne? Onları (kendi haline) bırak.
Zira sahibi onu buluncaya kadar, ayağında çarığı, sırtında su tulumu vardır.
Suya gider, ottan yer" buyurdular. Bu sefer (kaybolmuş) davardan
soruldu: "Onları alın. Zira onlar ya senindir, ya (kaybeden)
kardeşinindir, ya da kurdundur" buyurdular.
5270 Amr İbnu şuayb an
ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
(dalında) asılı meyve hakkında sorulmuştu: "İhtiyaç sahibi, sepetine
almaksızın ağzıyla ulaşırsa, kendine bir vebal gelmez. Ancak kim de, eteğinde
(birşeyler) alarak oradan çıkarsa, aldığının iki kat değeriyle borçlanır. Ayrıca
(tazir nevinden) ceza da yer. Kim de yığın yapıldıktan sonra meyveden çalarsa ve
bunun değeri miğfer fiyatını bulursa, eli kesilir" buyurdu. Sonra kendisine
lukata (buluntu)dan sorulmuştu: "İşlek yolda bulunmuş olanla,
insanların çokça yaşadığı meskun karyede bulunmuş olanı bir yıl boyu ilan et.
Eğer sahibi gelirse hemen ver. Eğer gelmezse artık o senin olmuştur. Harabede
bulunmuş ise, bununla, maden için humus (beşte bir) vergisi vardır"
buyurdular."
5271 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ali
İbnu Ebi Talib radıyallahu anh, (bir gün), Hz. Fatıma radıyallahu anha'nın
yanına girmiş idi. O sırada Hz. Hasan ve Hüseyin ağlamakta idiler. "Niye
ağlıyorsunuz?" diye sordu. Hz. Fatıma: "Acıktılar!" dedi. Hz. Ali
(bir yiyecek temin etmek üzere) çıktı. Derken yolda bir dinar para buldu. Dönüp
Hz. Fatıma'ya gelerek haber verdi. O da: "Falan yahudiye git,
bununla un satın al!" dedi. Ali radıyallahu anh ona vardı ve un aldı. Yahudi
ona: "Sen, kendini Allah elçisi zanneden şu zatın damadı mısın?"
dedi. Hz. Ali'nin "evet"i üzerine: "Dinarını al, un da senin olsun!"
dedi. Ali oradan ayrılıp, Fatıma radıyallahu anha'ya unu ve dinarı getirdi,
durumu da anlattı. Hz. Fatıma: "Şimdi de şu falan kasaba git, bize
bir dirhemlik et al!" dedi. Hz. Ali gidip, dinarı bir dirhemlik et mukabilinde
rehin bıraktı. Eti Hz. Fatıma'ya getirdi. O hamur yaptı, (tencereye) koydu,
ekmek pişirdi. Babasına haber gönderdi. Resûlullah yanlarına gelince, Hz.
Fatıma: "Ey Allah'ın Resûlü! (şu yemeğin) hikayesini size anlatayım
da eğer helalse yiyelim, bizimle siz de yiyin. Bunun mahiyeti şöyle şöyledir..."
diye antattı. Aleyhissalatu vesselam: "Allah'ın adıyla yiyin!"
buyurdular ve hep beraber ekmekten yediler. Onlar daha yerlerinde iken, bir köle
gelip, Allah ve İslam adına dinar bulan var mı?" diye sormaya başladı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu çağırıp (dinarı hakkında) sordu.
Köle: "Çarşıda benden düştü!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ali! Haydi kasaba git. Ona: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam sana "Dinarı bana göndersin, dirhemini ben ödeyeceğim!" diyor de!"
emretti. Kasap dinarı gönderdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu köleye
verdi."
5272 İyaz İbnu Hımar radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir buluntu
ele geçirirse, buna adalet sahibi birini şahid kılsın, ne filanı terkederek
buluntuyu gizlesin, ne de (bir başka yere yollayarak) nazardan kaçırsın.
Sahibini buldumu hemen ona versin. Sahibini bulamazsa (bilsin ki) bu mal
Allah'ın malıdır, Allah onu dilediğine verir."
5273 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam değnek, kamçı, ip
ve benzeri şeylerde ruhsat tanıdı. Bunları bulan kimse (ilan etmeksizin)
onlardan faydalanabilir."
5274 Amiru'ş-Şa'bi rahimehullah der ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, sahibinin
beslemekten aciz kalarak bırakıverdiği bir hayvan bulur da, onu alıp ihya edecek
olursa o onun olur."
5275 Hz. Ebu Hureyre ve Hz. Enes radıyallahu
anhüma anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yolda giderken bir hurma
tanesine rastlamıştı. "Eğer sadakadan (düşmüş) olacağından korkmasaydım bunu
yerdim!" buyurdular."
5276 Abdurrahman İbnu Osman et-Teymi
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hacının lukatasını
nehyetti."
5277 İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın anlattığına göre:
"(Yediyüz dirheme) bir cariye satın almış ve (borcunu ödemeden) sahibini
kaybetmiştir. Bir yıl sahibini arayan İbnu Mes'ud onu bulamaz ve bu parayı, bir
dirhem, iki dirhem şeklinde parça parça vermeye başlar ve: "Ey Allahım, bunu
falanca adına sadaka kabul et! Eger adam gelirse sadaka benim adıma olacak, borç
da uhdemde kalacak!" der. İbnu Mes'ud derdi ki: "Sahibini
bulamadığınız buluntu hakkında böyle hareket edin!"
6737 Abdullah
İbnu's-Sıhhir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Müslümanın yitirdiği (herşey) ateş
alevidir."
[TOP]
MAHREM
Kimlik alan
6744 İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim mahremi olan bir yakınına
malik (olma durumunu kazanır) ise o mahremi hürdür."
[TOP]
MEDH
Kimlik alan
5355 Mutrıf İbnu Abdillah, babası radıyallahu
anh'tan naklediyor: "Beni Amir heyetiyle Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanına gitmiştik. "Sen bizim efendimizsin!" diye hitap
ettik. "Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz: "Fazilette
en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. Bize:
"Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı
medihlerde) koşturmasın!" buyurdular."
5356 Hz. İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh'ın şöyle söylediğini
işittim: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı dinledim diyordu ki:
"Hakkımda, hıristiyanların Meryem oğlu Ìsa'ya yaptıkları aşırı övgülerde
bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için "Allah'ın kulu ve
elçisi deyin."
5357 Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında bir başkasını medh u sena
etmişti. "Yazık sana! Arkadaşının boynunu kestin" buyurdular ve bunu
üç kere tekrar ettiler. Sonra da şu açıklamayı yaptılar: "Bir kimse
kardeşini illa da övecekse bari: "Falancayı zannederim, ona Allah kafidir. Ben
Allah'a karşı kimseyi tezkiye etmem (çünkü AIlah herkesi benden iyi bilir).
-Ondan (böyle bir fazilet) biliyorsa- falanca şöyle şöyledir"
desin."
5358 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, meddahların ağzına toprak saçmamızı
emretti."
7076 Hz. Mu'aviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sakın birbirinizi methetmeyin. Çünkü bu
boğazlamak (yani methedileni bir nevi
katletmek)dir."
[TOP]
MEHR
Kimlik alan
3426 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın
Resülü, dedi. Sana nefsimi bağışlamaya geldim.'' Aleyhissalatu
vesselam kadına şöyle bir nazar edip sonra tepeden tırnağa gözden geçirdi, bir
de sabit baktı ve sonunda (hiçbir şey söylemeden) başını yere eğdi.
Kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, hakkında hiç bir hükme varmadığını
görünce oturdu. Derken bir adam doğrulup: "Ey Allah'ın Resülü! Sizin
ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikahlayın!'' dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Yanında (buna mehir olarak verecek) bir şeyler var mı?''
diye sordu. Adam: "Vallahi yok. Ey Allah'ın Resülü!''
deyince: "Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!'' dedi.
Adam gitti ve az sonra geri geldi: "Hayır, vallahi ey
Allah'ın Resulü hiç bir şey bulamadım!'' dedi. Resûlullah tekrar:
"İyi bak, demirden bir yüzük de mi yok!'' buyurdu. Adam tekrar gidip
yine geri geldi ve: "Hayır! Vallahi ya Resûlullah, demirden bir
yüzük bile yok! Ancak işte şu izarım var, yarısı onun olsun'' dedi. Sehl der ki:
"Adamın ridası yoktu'' Aleyhissalatu vesselam: "İzarın
ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, şayet o
giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak!'' buyurdular. Bunun üzerine adam
oturdu. Epey bir müddet oturduktan sonra, kalktı. Resulullah
aleyhissalatu vesselam onun döndüğünü görünce, geri çağırılmasını söyledi. Adamı
çağırdılar. "Kur'an'dan ne biliyorsun (hangi süreler ezberinde?)"
diye sordu. Adam: "Şu şu süreleri biliyorum!'' diye bildiklerini
saydı. "Yani sen bunları ezbere okuyor musun?" diye tekrar sordu.
Adam: "Evet! '' deyince, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Haydi git, ben kadını sana temlik ettim''
buyurdu.'' Bir rivayette: "Kur'an'dan bildiklerin(i öğretmen)
mukabilinde onu sana nikahladım" buyurdu."
3427 Ebu Davud da
kaydedilen bir Ebu Hüreyre rivayetinde: "Kalk buna yirmi ayet öğret, o senin
hanımındır" denmiştir.
3428 Yine Ebu Davud'un Cabir'den yaptığı
bir diğer rivayette: "Resulallah: "Kim mehir olarak bir avuç kavud veya hurma
verirse kadını kendine helal kılmış olur"
buyurmuştur.
3429 Abdullah İbnu Amir babasından naklediyor: "Beni
Fezre'den bir kadın bir çift ayakkabı mehir mukabilinde evlendi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın?"
diye sordu. Kadın: "Evet!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bu evliliğe
müsaade etti.''
3430 Hz. Enes radıyallahu anh buyurdular ki: "Ebu
Talha, Ümmü Süleym radıyallahu anh'la evlendi. Aralarındaki mehir müslüman
olmaktı. Ümmü Süleym, Ebu Talha'dan önce müslüman olmuştu. Ebu Talha, Ümmü
Süleym'i istetince, Ümmü Süleym: "Ben müslüman oldum, sen de müslüman olursan
evlenirim'' dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu. Ümmü Süleym'in mehir olarak
istediği şey müslüman olması idi.''
3431 Ebu'l-Acfa es-Sülemi
anlatıyor: "Birgün, Hz. Ömer radıyallahu anh, cuma hutbesi verdi ve hutbede
şöyle söyledi: "Sakın, kadınların mehirlerini artırmayın, zira bu, eğer dünya
için bir şeref, ahiret için de bir takva olsaydı buna en çok Resulullah layık
idi. Halbuki O, kadınlarından veya kızlarından hiç birine oniki okiyyeden fazla
mehir takdir etmemiştir''
3432 Hz. Aişe radıyallahu anha 'ya:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın hanımlarına verdiği mehir ne idi?'' diye
sorulmuştu şu cevabı verdi: "Oniki okiyye ve bir neşş idi. Neşş
nedir biliyor musunuz? Yarım okiyyedir. Bunun tamamı beşyüz dirhem
eder."
3433 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatü vesselam, Safiyye radıyallahu anha'yı şad etti ve onun azadlığını
mehri yaptı.''
3434 Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh Medine'ye gelince Resulullah aleyhissalatu
vesselam onu Sa'd İbnu Rebi el-Ensari ile kardeşledi. el-Ensari (zengin
birisiydi ve) iki hanımı vardı. Abdurrahman'a malını ve ehlini yarı yarıya
paylaşmayı teklif etti. Abdurrahman: "AIlah malını ve ehlini sana
mubarek kılsın. Bana pazarı göster kafi!'' dedi. Pazara geldiler. O gün keş ve
yağ alıp satmaktan bir miktar kazanç elde etti. Bir müddet sonra, Resulullah
aleyhissalatu vesselam, onunla karşılaşınca, üzerinde sürünme maddesinin
izlerini gürdü ve: "Hayırdır! Neler oldu Ey Abdurrahman?" diye
sordu. "Ensari bir kadınla evlendim!" dedi. Resulullah:
"İyi de kadına mehir olarak ne verdin?" buyurdu. Abdurrahman: "Bir
nevat (beş dirhem) altın!" deyince. Aleyhissalatu vesselam: "Bir de
ziyafet ver, bir tek koyunla da olsa!" ferman etti." Bir rivayette
"...altın" kelimesinden sonra "Allah sana mübarek kılsın" ziyadesi
vardır.
3435 Ümmü Habibe radıyallahu anha'nın anlattığına göre,
Ubeydullah İbnu Cahş'ın nikahı altında idi. Ubeydullah Habeşistan'da vefat etti.
Necaşi rahimehullah, onu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a nikahladı. Ve
Resulullah'a bedel, Ümmü Habibe'ye dörtbin dirhem mehir verdi. Sonra onu,
Aleyhissalatu vesselam'a Şürahbil İbnu Hasene ile birlikte gönderdi ve (mehir
miktarını) Resulullah'a mektupla bildirdi. Resulullah aynen kabul
etti."
3436 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir adama: "Sana falan kadını nikahlasam razı
mısın?'' diye sordu. Adam, "Evet! '' deyince, bu sefer o kadına sordu: "Seni
falan erkekle nikahlasam razı olur musun?" Kadın, "Evet!" deyince
bunları birbirlerine nikahladı. Erkek, kadınla gerdeğe girdi, ama kadın için bir
mehir belirlemedi, herhangi bir şey de vermedi. Bu erkek, Hudeybiye gazvesine
katılanlardan biriydi, Hayber'de onun da hissesi vardı. Adam öleceği
zaman: "Resûlullah falan kadını bana nikahladı ama ben ona bir mehir
belirlemedim, peşin olarak da bir şey vermiş değilim. Şimdi sizleri şahid
kılıyorum, kadına mehir olarak Hayber'deki hissemi veriyorum!'' dedi. Kadın onu
aldı ve erkeğin vefatından sonra yüzbin (dirhem)e
sattı."
3437 Ravilerden biri, bu hadisin baş kısmına şu ilavede
bulundu: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikahların en
hayırlısı en kolayıdır."
3438 İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın
anlattığına göre ona, kocası ölen bir kadından soruldu, kocası ona mehir tesbit
etmemiş, henüz kendisiyle gerdek de yapmamış. Kadına şu cevabı
verdi: "Kadın mehrin tamamını alır (ne eksik, ne fazla ) iddet
bekler ve miras'a da iştirak eder. Ma'kıl İbnu Sinan söz alarak dedi
ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, Berva' Bintu Vaşık için bunun
misli bir hüküm vermişti." Bu açıklamaya İbnu Mes'ud
sevindi."
3439 Nafi anlatıyor: "Ubeydullah İbnu Ömer'in bir kızı
vardı. Annesi de Bintu Zeyd İbni'l-Hattab idi. Bu kız, Abdullah İbnu Ömer'in bir
oğlunun nikahı altında idi. Oğlan, Zeyd İbul'-Hattab'ın kızıyla gerdek yapmadan
vefat etti, üstelik henüz mehir de tesbit etmemişti. Kızın annesi, Abdullah 'a
gelerek kızın mehrini taleb etti. İbnu Ömer radıyallahu anh kadına: "Kızınıza
mehir yoktur. Eğer mehir olsaydı onu asla tutmaz verirdim, aksi halde kıza
zulmetmiş olurum'' dedi. Kadın onun hükmünü kabül etmek istemedi. Aralarında,
Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh'ı hakem yaptılar. O, kızın mehir hakkının
bulunmadığına, fakat mirasa iştirak hakkı olduğuna
hükmetti."
3440 İbnu Ömer radıyallahu anhüm demiştir ki: "Boşanan
her kadının bir istifade (tazminat) hakkı vardır. Bu tazminattan, kendisine
mehir tayin edildiği halde, temas vaki olmadan boşanan hariçtir. Böyle bir
kadın, kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını
alır."
3441 İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Nikahda perdeler indirildi mi mehir vacib olur '' diye
hükmetti.''
3442 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz.
Ali, Fatıma radıyallahu anhüma'yı nikahlayınca, hemen gerdek yapmak istedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ise, mehir olarak bir şeyler verinceye kadar
buna mani oldu. Hz. Ali radıyallahu anh: "Benim verecek bir şeyim yok!" demişti.
Aleyhissalatu vesselam: "Ona zırhını ver!" buyurdu. Hz. Ali
radıyallahu anh (bu maksadla) zırhını verdi, sonra da gerdek
yaptı."
3443 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, bana, kocası kadına bir şey vermezden önce kadını
kocasına göndermemi emretti."
3444 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yerine getirilmeye
en ziyade layık olan şart, ferçleri helal kılmak üzere kabul ettiğiniz
şartlardır."
[TOP]
MESCİDLER
Kimlik alan
5468 Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim: Allah'ın
rızasını talep ederek bir rnescid inşa ederse, Allah ona cennette bir ev inşa
eder." Bir diğer rivayette: ".. Allah, onun için, cennette bir
mislini inşa eder" buyrulmuştur.
5469 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimin ücreti bana arzedilip gösterildi. Öyle ki mescidden çıkarılıp atılan
bir çer-çöpün sevabını bile gördüm. Ümmetimin günahı da bana arzedi(lip
gösteril)di. Kişiye Kur'an'dan kendine gelen sure veya ayeti unutmasından daha
büyük bir günah görmedim."
5470 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye geldiği
zaman, Medine'nin yüksek kısmında, kendilerine Beni Amr İbni Avf denen bir
kabileye indi. Onların yanında ondört gece kaldı. Sonra Beni Neccar'a haber
gönderdi. Onlar kılınçlarını kuşanmış olarak geldiler. Ben (şu anda) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı devesi üzerinde; Ebu Bekir de terkisinde, Beni
Neccar'ın ileri gelenleri etraflarını sarmış olarak görür gibiyim. Aleyhissalatu
vesselam, (yükünü) Ebu Eyyûb el-Ensari'nin evinin avlusuna indirdi.
"Ey Beni Neccar! buyurdular, şu bahçenin iyatında pazarlık edelim!" buyurdu.
Onlar: "Hayır! dediler. Vallahi biz senden onun bedelini
istemiyoruz, Allah'tan istiyoruz !" Bu arsada hurma ağaçları,
müşriklere ait kabirler ve bazı yıkıntılar vardı. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam hurma ağaçlarının kesilmesini, müşrik kabirlerinin kaldırılmasını,
harabelerin de düzlenip arazinin tesviyesini emretti. Hurma kütükleri mescidin
kıble tarafına (direkler halinde) dizildiler, kapının iki yanı taşla
örüldü. (Bu işaat devam ederken müslümanlar) şu beyti terennüm
ediyorlardı, Resûlullah da onlara katılıyordu: "Ey Rabbimiz, ahiret
hayrından başka hayır yok! Öyleyse muhacir ve ensara yardım
et!"
5471 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Mescid, Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında kerpiçten yapılmıştı.
Tavanı hurma dallarıyla örtülmüştü. Direklerini hurma kütükleri teşkil ediyordu.
Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh buna (gerek tezyin ve gerekse tevsi yönüyle) hiç
bir ilave getirmedi. Hz. Ömer radıyallahu anh, (enini boyunu) artırarak mescidi,
Resûlullah devrindeki tarz üzere (kerpiç ve hurma dallarıyla) yeniden inşa etti.
Onu esaslı şekilde Hz. Osman radıyallahu anh (hem tezyin hem tevsi yönleriyle)
değiştirdi ve pek çok ilavelerde bulundu. Duvarlarını nakışlı taşlarla ve
kireçle inşa etti. Direklerini de nakışlanmış taşlardan yaptı. Tavanını da (pek
kıymetli olan) sac ağacından yaptı."
5472 Amr İbnu Abese
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim içerisinde Allah(ın adı) zikredilsin diye bir mescid bina
ederse, Allah da cennette bir ev bina eder."
5473 Ebu'l-Velid
anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya Mescid(-i Nebevi)deki çakıldan
sordum. Dedi ki: "Bir gece yağmura yakalanmıştık. Yerler hep
ıslandı. Kişi giysisinin içinde çakıl taşı taşıdı ve onu altına yaydı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam namazı tamamlayınca: "Bu (yaptığınız) ne iyi!"
buyurdular."
5474 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Mesciddeki)
çakıllar, kendilerini dışarı çıkaran kimsenin tekrar mescide koyması için
Allah'a talebde bulunur."
5475 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh
anlatıyor: "Minberle duvar arasında bir koyun geçecek kadar aralık
vardı."
5476 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam mescidin kıble (duvarında) balgam gördü. Bu onun ağrına
gitti, kalkıp eliyle kazıdı ve: "Sizden biri namaza kalkınca, Rabbine hususi
hitapta bulunur veya Rabbi(nin kıblesi) kendisi ile kıblesinin arasındadır.
Öyleyse hiç biriniz kıble cihetine tükürmesin. (İlla tükürecekse bari) soluna
veya ayağının altına tükürsün!" buyurdular. Sonra, (göstermek için) ridasının
bir kenarını alıp içine tükürerek elbisesinin kenarını üst üste katladı, sonra
da: "Veya şöyle yapsın!" buyurdu (ve tükrüğü katlar arasında
ovdu)."
5477 Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mescidde tükrük hatadır, onun
kefareti, defnedilmesidir."
5478 İbnu Ömer radıyallahu anhüma,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Birinizin hanımı mescide gitmek için izin
talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber vermişti. Bilal İbnu
Abdillah: "Allah'a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi.
Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh, ona yaklaşıp öyle hakaretamiz söz
sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi: "Ben sana
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi
mani olacağız" diyorsun!"
5479 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kadının odasındaki namazı holündeki namazından üstündür. Mahda'ındaki namazı
ise odasındaki namazından üstündür."
5480 Nafi, İbnu Ömer
radıyallahu anhüma'dan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bu kapıyı
kadınlara ayırsak" buyurmuştu. Nafi der ki: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma,
ölünceye kadar o kapıdan hiç girmedi."
5481 Hz. Büreyde
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam mescidde yitiğini ilan etti ve: "Kim kızıl
deveyi gördü?" dedi. Bunu işiten Aleyhissalatu vesselam: "Bulamaz ol! Mescidler
neye yarayacaksa onun için inşa edilmiştir, (gayesinden başka maksadla
kullanılamaz)!" buyurdular."
5482 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an
ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mescidde
alış-veriş yapmayı, yitik ilan edilmesini, şiir okunmasını yasakladı. Keza cuma
günü namazdan önce (ilim, vaaz) halkası teşkil edilmesini de
yasakladı."
5483 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu evlerin yönünü mescidden
çevirin. Zira ben, mescidi ne hayızlı kadına ne de cünüb kimseye helal
kılmıyorum."
5484 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz mescidde
iken uyuklayacak olursa, bulunduğu yerden bir başka yere gidip orayı
değiştirsin."
5485 Ka'b İbnu Ucre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz mescide
gidince orada ellerini kenetlemesin, çünkü o
namazdadır."
5486 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben mescidlerin
yükseltilmesiyle emrolunmadım!" İbnu Abbas radıyallahu anh der ki:
"Yemin olsun! Sizler mescidlerinizi yahudi ve hıristiyanlar gibi
süsleyeceksiniz!"
5487 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mescidler
hakkında övünme olmadan Kıyamet kopmaz."
5488 Talk İbnu Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a heyet olarak
yola çıktık. Gelip ona biat ettik, Onunla namaz kıldık. Kendisine,
memleketimizde Ehl-i Kitaba ait bir mabedin olduğunu haber verdik. Abdest
suyunun fazlasından bize hibede bulunmasını talep ettik. Su getirtip abdast
aldı, mazmaza yaptı, sonra bunu bir kaba bizim için döktü. Dedi ki:
"(Haydi gidin! Memleketinize varınca (o eski) mabedinizi yıkın. Bu suyu onun
yerine çileyin, orasını mescid yapın!" "Biz: "Ama yerimiz
uzak,hararet şiddetlidir. Bu su (buharlaşıp) kurur" dedik. Bize:
"Ona bir müdd su ilave edin. O (abdest artığı) öbürünün (ilave edilen suyun)
güzelliğini de arttırır" buyurdular. Oradan ayrılıp memleketimize geldik.
Mabedimizi yıktık. Sonra yerine o suyu çiledik, orayı kendimize mescid yaptık.
İçerisinde ezan okuduk. Rahibi, Tayylı bir adamdı, ezanı işitince:
"Bu hak bir davettir!" dedi. Sonra dağın sırtındaki sel yataklarından birine
yöneldi. Bir daha onu göremedik."
6175 Ömer. İbnu'l-Hattab
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini işittim: "Kim, içerisinde Allah'ın isminin zikredildiği bir mescid
bina ederse Allah da onun için cennette bir ev bina
eder."
6176 Hz. Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, kendi malından Allah
rızası için bir mescid bina ederse Allah da ona cennette bir ev bina
eder."
6177 Hz.Cabir İbnu Adillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhisselatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah için bağırtlak kuşu
yuvası kadar veya daha küçük bir mescid bina etse, Allah onun için cennette bir
ev bina eder."
6178 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhisselatu vesselam buyurdular ki: "Görüyorum ki, yahudilerin
havralarını, hıristiyanların da kiliselerini yükselttikleri gibi sizler de
mescidlerinizi yükselteceksiniz."
6179 Ömer İbnu'l-Hattab
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhisselatu vesselam buyurdular ki:
"Ameli bozulan her kavim mescidlerini süslemeye
yönelmiştir."
6180 İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlatıldığına
göre, "Kendisine, insan tersinin atıldığı bahçelerde namaz kılmanın hükmünden
sorulduğu zaman, Resulullah'a refederek, şu cevabı vermiştir: "Eğer bahçe birçok
defalar sulanmış (pislik eseri kalmamış) ise orada namaz
kılabilirsiniz."
6181 Yine İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
"Reslulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bazı şeyler vardır, mescidde
yapılması uygun değildir: "Mescid (yanlardan iki kapılı ise gel-geç için) yol
olarak kullanılamaz, orada silah kılıfsız taşınmaz, yaya kiriş takılmaz, ok
saçılmaz, çiğ et geçirilmez, had tatbik edilmez, kimseye kısas vurulmaz,
alışveriş mahalli de yapılmaz."
6182 Vasile İbnu'l-Eska
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Mescidlerinizi çocuklarınızdan, delilerinizden, alış-verişlerinizden,
davalarınızın ikamesinden, sesinizi yükseltmekten, hadlerinizin icrasından,
kılıçlarınızı kınlarından sıyırmaktan uzak tutun. Mescidlerin kapılarının
yakınlarında abdest yerleri yapın. Mescidlerinizi, cuma günü buhurlayarak güzel
kokulu kılın."
6183 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Amcalarımdan biri, Resulullah aleyhissalatu vesselam için yemek hazırladı.
Gelip Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Evimde yemek yemenizi ve
orada bir namaz kılmanızı arzu ediyorum" dedi. (Aleyhissalatu vesselam davete
icabet ederek) evine geldi. Evinde şu hasırlardan biri vardı. Hasırın bir
köşesinin namaz için hazırlanmasını emir buyurdu. Bunun üzerine üzeri süprüldü
ve (yumuşaması için) üzerine su serpildi. Sonra Aleyhissalatu vesselam namaz
kıldı. Biz de ona uyarak namaz kıldık." Ebu Abdillah İbnu Mace der
ki: "Hadiste geçen fahl kelimesi siyahlaşmış hasır manasına
gelir."
6184 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim mescidden (insanlara
rahatsızlık veren) bir şeyi çıkarırsa Allah Teala Hazretleri ona cennette bir ev
yapar."
6185 Yine Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Mescidlere ilk defa kandil koyan Temimu'd-Dari'dir."
6186 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, mescidin
kıble duvarındaki bir tükrüğü kazıyıp temizledi."
6187 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Eğer siz, namaz kılmak için koyun ağılı ve deve damından başka bir yer
bulamadı iseniz, koyun ağılında namazınızı kılın, fakat deve damında
kılmayın."
6188 Abdullah İbnu Muğaffel el-Müzeni radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun ağıllarında
namaz kılın, deve damlarında kılmayın. Çünkü develer, şeytanlardan
yaratılmıştır."
6189 Sebre İbnu Ma'bed el-Cüheni radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Deve damlarında
namaz kılınmaz, fakat koyun ağıllarında namaz
kılınır."
6190 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın pek muhterem
kerimeleri Hz. Fatıma radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam mescide girince: "Bismillahi vesselamu ala Resulillahi. Allahümmağfirli
zunubi veftah li rahmetike (Allah'ın adıyla girip, Allah'ın Resulune selam
ediyorum. Ey Allahım, benim günahımı affet, bana rahmet kapılarını aç)" derdi.
Mescidden çıkarken de: "Bismillahi. Vesselamu ala Resulillahi. Allahümmağfir li
zunubi veftah li ebvabe fadlike (Allah'ın adıyla çıkıyorum, Resulullah'a selam
ediyorum. Allahım, günahımı affet, bana fazl u kereminin kapılarını aç!)" diye
dua okurdu."
6191 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz mescide girince
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a selam etsin ve şu duayı okusun:
Allahümmaftah li ebvabe rahmetike (Allahım, bana rahmetinin kapılarını aç)
çıkarken de Resulullah'a selam versin ve şu duayı okusun: "Allahümme a'sımıni
mine'şşeytani'r-racim (Allahım, beni taşlanmış şeytandan
koru)."
6192 Ebu Saidi 'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir defasında yanındakilere): "Allah'ın
kendisiyle hataları örtüp, sevapları artırdığı şeyi size göstereyim mi?"
demişti. Ashab: "Evet söyleyin ey Allah'ın Resulü!" dediler. Bunun
üzerine: "O şey, zahmetli durumlarda bile abdesti tam almak,
mescidlere çok adım atmak, namazdan sonra müteakip namazı beklemek!"
buyurdular."
6193 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim evinden namaz kılmak
üzere çıkar ve: "Ey Allahım! Senden isteyenlerin senin katındaki hakkı için ve
şu yürüyüşümün hakkı için senden istiyorum. Ben kibirlenmek, böbürlenmek veya
görsünler, desinler gibi adi maksadlarla evden çıkmış değilim. Senin gazabından
sakınmak, rızanı kazanmak için evden çıktım. Öyleyse beni ateşten korumanı
istiyorum, günahlarımı bağışlamanı talep ediyorum. Çünkü senden başka günahları
affeden yoktur" diye dua eder, (yalvar yakar olursa) Allah Teala hazretleri, ona
(rahmet) yüzüyle teveccüh eder ve yetmişbin melek de kendisi için istiğfar
eder."
6194 Hz. Enes İbnu Malik anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Karanlık gecelerde mescidlere
müdavim olanların, Kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını
müjdele!"
6195 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Ensar (dan
birkısmının) evleri mescidden uzakta idi. Bunlar mescidin yakınına gelmek
istediler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu. (Mealen): "Onların
önden gönderdiklerini ve geride bıraktıklarını (eserlerini,ihmal etmeksizin)
yazmaktayız" (Yasin 12). İbnu Abbas der ki: "Bunun üzerine onlar yerlerinde
kaldılar."
6196 Usame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kısım. (tenbel) adamlar,
ya cemaati terketmekten vazgeçerler yahut da ben onların evlerini (başlarına)
yakacağım."
6197 Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir mescidde cemaatle
yatsının ilk rek'atini kaçırmadan kırk gece namaz kılarsa Allah Teala
hazretleri, bu namazlar vesilesiyle onun için ateşten bir azadlık
yazar."
6198 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslüman bir kimse, namaz ve
zikir için mescidi vatan edindiği (çokca gitmeyi alışkanlık haline getirdiği)
zaman Allah'ın onun bu halinden duyduğu sevinç, tıpkı gurbette adamı olan
kimselerin onun yanlarına dönmesiyle (kavuşmaktan) duydukları sevinç
gibidir."
6199 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte akşam namazını kılmıştık..
Namazdan sonra dileyenler evlerine döndü, dileyenler de yerinde kaldı. (Çok
geçmeden) Resulullah aleyhissalatu vesselam koşarcasına ve hızlı hızlı nefes
alarak, diz kapakları da açılmış bir halde geldi. Bize dediler ki: "Müjdeler
olsun! İşte Rabbiniz! Sema kapılarından bir kapı açmış, meleklere karşı sizlerle
iftihar ediyor ve diyor ki: "Kullarıma bakın! Farzlarını eda ettiler. Şimdi de
diğer namazı beklemekteler!"
[TOP]
MEVIZELER
Kimlik alan
5327 Ebu İdris el-Havlani, Ebu Zerr
radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, aziz ve celil
alan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb Teala şöyle
buyurmuştur: "Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin
aranızda da haram kıldım: Öyleyse birbirinize zulmetmeyin. Ey
kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dall (doğru yoldan
sapmışlar)sınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de sizi hidayet
edeyim! Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç, hepiniz açlarsınız.
Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim! Ey kullarım!
Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme talep
edin de sizleri giydireyim! Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata
işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep
edin de sizleri bağışlayayım. Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine
ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de
ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız. Ey kullarım! Şayet
sizlerin öncekileri sonrakileri; insi olanları, cinni olanları hepsi de sizden
en müttaki bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi
zerre miktar artırmazdı. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve
sonrakileriniz, insi olanlarınız, cinni olanlarınız sizden en facir bir kimsenin
kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hasıl
etmezdi. Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri, insi
olanları, cinni olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben
de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize
batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana
getirirdi. Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için
sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir
hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey
bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın, başına geleni
kendinden bilsin)."
5328 Ubeyy İbnu Ka'b radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam gecenin üçte ikisi geçince kalkar
ve: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin! Allah'ı zikredin! "Sarsıcı" kesinlikle
gelecektir; "takipçi" de onun arkasından gelecektir. Ölüm, içindeki (şiddet ve
sıkıntı)larla gelecek, (öyleyse ahirete hazırlanın!)" derdi." Übey devamla dedi
ki: "Ey Allah'ın Resülü dedim, ben sana çok salat oku(mak
isti)yorum. (Duamda) ne miktarını sana salat u selam yapayım?"
"Dilediğin kadar!" buyurdular. "Dörtte bir (yeter mi)?"
dedim. "Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin
için daha hayırlı!" dediler. "Yarı(ya ne dersiniz)?"
dedim. "Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin
için daha hayırlı!" dediler. "Üçte iki(ye ne dersiniz?)"
dedim. "Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin
için daha iyi!" dediler. "(Kendim için dua ettiğim vaktin) tamamını
size salat u selam okumaya ayırayım mı?" dedim. "Bu takdirde,
(dünyevi ve uhrevi) dileğin kabul edilir, günahın affedilir!"
buyurdular."
5329 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gün çıkıp, Uhud şehidlerine cenazelere
kıldığı namazla namaz kıldı. Sonra minbere geçti: "Ben dedi, sizden
önce (havuzun başına) varacağım ve ben size şahidlik yapacağım. Şimdi, şu anda
ben, vallahi havzımı görüyorum. Bana arzın hazinelerinin anahtarları verildi.
Vallahi ben artık sizin benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat sizin
dünya hususunda birbirinizle rekabete, çekememizliğe düşmenizden
korkuyorum."
5330 Ebu Kebşe el-Enmari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey vardır,
(bunların doğruluğu hususunda size) yemin ederim. Ayrıca bir de hadis
söyleyeceğim, bunları iyi belleyin: Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez. Bir
kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve
ahirette) mutlaka artırır. Bir kul dilenme kapısını açtı mı, onunla birlikte
Allah da o zavallıya fakirlik kapısını açar."
5331 Bir rivayette
şu ziyade mevcuttur: "Bir kul, Allah rızası için mütevazi olur, alçalırsa Allah
onu mutlaka yüceltir. Size bir hadis söyleyeceğim, onu iyi belleyin: "Dünya dört
kişi içindir: "Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir
de kul, malı hususunda Allah'tan korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak) sıla-ı rahm
yapmakta, (mal ve ilimde) Allah'ın hakkı olduğunu bilmektedir; işte bu kimse en
faziletli bir makamdadır. "Bir kul vardır. Allah ona ilim vermiştir,
mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve "Malım olsaydı onu falan kişi gibi
(hayırda) harcardım" der. İşte bu kimse niyetindekini yapmış gibi sevaba nail
olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar. "Bir kul vardır Allah ona
mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını cahilane harcar. Malı hususunda
Rabbinden korkmaz. (Cimriliği, cahilliği sebebiyle) malıyla sıla-ı rahim yapmaz;
malında Allah'ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en
düşüğündedir. "Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir
ama: "Eğer malım olsaydı onunla falan kimsenin yaptıklarını ben de yapardım"
der. Bu da niyetiyle muamele görür. Niyet ettiği kimsenin vebalini aynen eIde
eder."
5332 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin azusu ahiret olursa,
Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık
dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün
arasına (dünyanın) fakirligini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice
olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası
geçmez."
5333 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam dediler ki: "Allah Teala
hazretleri şöyle buyurdular: "Ey ademoğlu! Kendini ibadetime ver,
gönlünü zenginlikle doldurayım, fakrını kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini
meşguliyetle doldururum, fakrını da kapamam."
5334 Yine Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın
Resûlü dedik, senin yanında iken kalplarimiz maneviyatta rikkate gelip
inceliyor, dünyaya karşı alakamız kesiliyor ve ahireti sanki görmüş gibi
oluyoruz. Yanınızdan ayrılınca ailemizle ünsiyet edip çocuklarımızı kokladık mı,
önceki halimizi inkar ediyoruz, bunun sebebi nedir?" Aleyhissalatu
vesselam şu cevabı verdi: "Eğer siz, ayrıldıktan sonra da yanımdaki
halinizi devam ettirseydiniz, melekler, sizi evlerinizde ziyaret eder, yollarda
sizinle müsafahada bulunurdu. Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi
toptan yok eder, günah işleyip istiğfar edecek yeni bir mahlûk yaratır ve onları
mağfiret ederdi."
5335 Şeddad İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Akıllı kimse,
nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini
hevasının peşine takan ve Allah'tan temennide bulunan
kimsedir."
5336 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yedi şeyden önce amelde acele
edin: - Unutturucu fakirliği mi bekliyorsunuz? - Tuğyan
ettirip azdırıcı zenginliği mi bekliyorsunuz? - İfsad edici
hastalığı mı bekliyorsunuz? - Aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı
bekliyorsunuz? - Ani ölüm mü bekliyorsunuz? - Deccali mi
bekliyorsunuz. Bu beklenen gaib bir şerdir. - Yoksa Kıyameti mi
bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötü, hepsinden daha
acıdır."
5337 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hamr (sarhoş edici içki),
günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır, dünya sevgisi her
çeşit hatanın başıdır."
5338 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir bayram namazında kadınlar
tarafına geçerek): "Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada
bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu
teşkil ettiğini gördüm" buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir
kadın: "Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz
var?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Ağzınızdan kötü söz çok
çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olanlar
arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!" dedi. O
kadın tekrar: "Ey Allah'ın resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?"
diye sorunca Aleyhissalatu vesselam açıkladı: "Aklı noksan tabiri,
iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasını ifade eder.
Dinlerinin eksik olması tabiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz
kılmamalarını, Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade
eder."
5339 Hz. Ali radıyallahu anh demiştir ki: "Tefekkür
edilmeden yapılan kıraatte, (beklenen) hayır yoktur. Fıkıh olmayan ibadette
(çok) hayır yoktur. Fakihlerin fakihi, halkı Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe
düşürmeyen ve Allah'ın mekrinden de emniyete salmayan ve insanları Kur'an'dan
başka şeye rağbete sevketmeyen kimsedir."
5340 İmam Malik'e
ulaştığına göre, Hz. İsa İbnu Meryem aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Allah'ın
zikri dışında çok kelam etmeyin, kalpleriniz katılaşır. Çünkü katı kalp
Allah'tan uzaktır, fakat bunu bilemezsiniz. Kendiniz efendiler imişcesine
insanların günahlarına bakmayın, bilakis, kullar olarak kendi günahlarınıza
bakınız. Çünkü insanlar(ın birkısmı) belaya maruzdur, (birkısmı afiyete
mazhardır, bela (imtihan) sahiplerine merhamet edin. Mazhar olduğunuz afiyete de
hamd edin."
5341 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir gün bize namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı, eliyle
kıble cihetine işaret etti ve: "Size namaz kıldırdığım andan beri, bana cennet
ve cehennem gösterildi. Onlar şu duvarın önünde temessül etmiş vaziyette idiler.
Hayırda ve şerde bugünkü kadarını hiç görmedim"
buyurdu."
5342 Abdullah İbnu Ebi Bekr anlatıyor: "Ebu Talha
el-Ensari radıyallahu anh bahçesinde namaz kılıyordu. Derken (dübsi denen
kumruya benzeyen) bir kuş uçtu. Gidip gelmeye, çıktığı yeri aramaya başladı,
fakat bulamadı. Bu hal Ebu Talha'nın garibine gitti ve bir müddet gözleriyle
kuşu takip etti. Sonra namazına döndü. Ne kadar kıldığını bilemiyordu. Kendi
kendine: "Bu malımdan bana fitne arız oldu!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek namazda başına gelen fitneyi anlattı ve "Ey Allah'ın Resülü!
Bu (bağım Allah için) sadakadır, onu dilediğine ver!"
dedi."
[TOP]
MİRAS
Kimlik alan
4672 Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdu ki: "Müslüman
kimse kafir kimseye varis olamaz; kafir de müslümana varis
olamaz."
4673 İbnu Amr İbni'l-As ve Hz. Cabir radıyallahu anhüm
anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki
farklı din mensupları birbirlerine varis olamazlar."
4674 Hz.
Üsame radıyallahu anh'ın anlattığına göre (haccı sırasında (Aleyhissalatu
vesselam'a) denmiştir ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Yarın nereye
ineceksin. Mekke'deki evine mi?" "Akil bize ev-bark bıraktı mı ki?"
buyurdular. Akil ile Talip, Ebu Talib'e varis olmuşlardı. Ne Ali ne de Cafer
radıyallahu anhüma ona varis olamamışlardı. Çünkü bu ikisi müslüman idiler. Akil
ve Talib ise kafirdiler."
4675 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Katil varis
olamaz."
4676 Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz.
Ömer radıyallahu anh, Arap (memleketinde) doğmadıkça, Acem'den birini varis
kılmaktan imtina etmiştir." Rezin şu ilavede bulundu: "Hamile olarak gelip
Arap (memleketinde) doğuran kadını da hariç kıldı. Bu durumda erkek, eğer ölürse
kadına varis olur. Eğer erkek ölürse, kadın da ona varis olur. Erkeğin
miras(taki pay nisbet)i Allah'ın kitabında
vardır."
4677 Ebu'l-Esved ed-Düeli anlatıyor: "Hz. Mu'az'a bir
yahudinin miras meselesi getirildi. Onun müslüman oğluna da mirastan pay verdi
ve dedi ki: "İslam (galebe çalar, ona galebe çalınmaz), artar
eksilmez."
4678 Amr İbnu Şu'ayb, an ebihi an ceddihi tarikiyle
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hür
veya cariye bir kadınla kim zina yaparsa, bundan hasıl olacak çocuk veled-i
zinadır, ne o babasına, ne de babası ona varis
olamaz."
4679 İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma'nın anlattığına
göre: Ehl-i Küfe, kendisine yazarak dede hakkında sormuşlardı. O da şu cevabı
vermişti: "Hakkında Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Ben bu ümmet
içerisinde birini kendime halil seçseydim, onu seçerdim" dediği kimse, yani Ebu
Bekr, dedeyi (miras meselesinde) baba yerine koymuştu."
4680 İmran
İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
bir adam gelerek, "Oğlumun oğlu vefat etti. Ondan miras hakkım nedir?" diye
sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Sana altıda bir var!" buyurdu. Adam
dönüp gidince geri çağırdı ve: "Sana diğer bir altıda bir daha var!"
buyurdu. Adam dönüp gidince tekrar çağırdı ve: "Diğer altıda bir,
(hak değil) fazladan bir ikramdır!" buyurdu." Ebu Davud der ki: "Katade
şunu söyledi: "(Sahabe, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bu kimseyi, başka)
hangi varisler olduğu halde varis kıldığını bilmiyor." Katade devamla der ki:
"Dedenin tevarüs ettiği en az miktar, altıda birdir."
4681 Hz.
Muaviye radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kendisine dedenin miras payından
soran Zeyd İbnu Sabit'e şöyle yazmıştır: "Bana yazarak dededen soruyorsun.
Doğruyu Allah bilir. Bu mesele, ancak ümeranın -yani halifelerin- hükmedeceği
meselelerden biridir. Ben sizden önce iki halifeyi gördüm. Onlar ölenin tek bir
kardeşi ile verasete iştirak eden dedeye malın yarısını veriyorlardı. İki ve
daha fazla kardeş olması halinde üçte bir veriyorlardı. Erkek kardeşler çok da
olsa dedenin payı üçte birden aşağı düşmezdi."
4682 Büreyde
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, büyükanneye,
önünde, (ölenin) anne(si) olmadığı takdirde, altıda bir pay
koydu."
4683 Esved İbnu'l-Yezid anlatıyor: "Bize (Yemen'e), Muaz
radıyallahu anh, muallim ve emir olarak geldi. Ona, bir kızla bir kızkardeş
bırakarak ölen kimse(nin veraset durumu) hakkında sorduk. O, kız için yarım,
kızkardeşi için de yarıma hükmetti. O sırada Aleyhissalatu vesselam
sağdı."
4684 Hüzeyl İbnu Şurahbil anlatıyor: "Ebu Musa radıyallahu
anh'a "Ölenin bir kızıyla kızkardeşinin oğlu ve (ana-baba bir) kızkardeşinin
miras payından soruldu. Dedi ki: "Kız için yarı, (anne-baba bir)
kızkardeş için de yarı. (İbni Mes'ud'a gidin, ondan da sorun. O da benim
söylediğime muvafakat edecektir!) (Ebu Musa, fetvasında oğlan kardeşin kızına
mirastan pay vermemişti.) Bunun üzerine doğru İbnu Mes'ud'a sorulmaya gidildi ve
Ebu Musa'nın söylediği de kendisine haber verildi. İbnu Mes'ud radıyallahu anh
dedi ki: "(Eğer ben onun fetvasına uyarsam) dalalete düşmüş olurum ve hidayetten
ayrılanlara katılırım!" Sonra ilave etti: "Onlar hakkında,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın verdiği hükümle hükmedeceğim: "Kız için
yarı, oğulun kızı için, -üçte ikiyi tamamlamak üzere- altıda bir, geri kalan da
kızkardeş içiindir!" Ebu Musa'ya İbnu Mes'ud'un sözü haber verildi.
Bunun üzerine: "Bu derin alim aranızda olduğu müddetçe
(mişkillerinizi) bana sormaya gelmeyin" dedi."
4685 Hz. Ali
radıyallahu anh buyurmuştur ki: "Sizler şu ayeti okuyorsunuz: "...Bu hisseler,
onların borçları ödendikten ve vasiyetleri yerine getirildikten sonradır..."
(Nisa 12). Bilesiniz ki Resûlullah aleyhissalatu vesselam vasiyyetin yerine
getirilmesinden önce borçlarının ödenmesine hükmetti. Anne-baba bir kız ve erkek
kardeşler, baba bir, anne ayrı kız ve erkek kardeşlerden önce birbirlerine varis
olurlar. Erkek, anne-baba bir erkek kardeşine, baba bir erkek kardeşinden önce
varis olur."
4686 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ölü olarak düşürülen bir cenin için köle
veya cariye bir gurreye hükmetti. Sonra lehine bir gurreye hükmedilen kadın
ölmüştü. Aleyhissalatu vesselam, kadının mirasının oğullarına ve kocasına
kalacağına, diyetinin de asabesine kalacağına hükmetti.
4687 Yine
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, doğan
çocuk ağlar sonra ölürse, varis olur ve ona varis olunur. Ağlamazsa (ölü
doğarsa), ne varis olur ne de ona varis olunur."
4688 Mekhûl
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, müla'ane (ile ayrılan
karı-kocanın) çocuğunun mirasını annesine kıldı, anneden sonra da annenin
varislerine kıldı."
4689 Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın
üç mirası toplar. Azadlısı(nın mirası), buluntusu(nun mirası), üzerine
müla'anede bulunduğu çocuğu(nun mirası)."
4690 Muhammed İbnu Yahya
İbni Hibban anlatıyor: "Dedem Hibban'ın iki hanımı vardı. Biri Haşimiye, diğeri
Ensariye idi. Dedem, Ensariye'yi, çocuğu meme verir halde boşadı. Kadının
üzerinden bir yıl geçti, sonra dedem öldü, kadın hala hayız olmadı. Bunun
üzerine: "Ben kocama varis olurum, çünkü hayız olmadım!" dedi. Dava
Hz. Osman radıyallahu anh'a intikal etti. Hz. Osman kadının mirasa iştirak
etmesine hükmetti. Haşimiye kadın, bu kararı sebebiyle Hz. Osman'ı levmetti. Hz.
Osman: "Bu, senin amcaoğlunun işidir. Böyle hükmetmemize o işaret
etti!" dedi. "Amcaoğlun" sözüyle Hz. Ali radıyallahu anh'ı
kasdetmişti.
4691 Abdurrahman İbnu Hürmüz el-A'rac anlatıyor:
"Osman İbnu Affan radıyallahu anh İbnu Mükemmil'in hanımlarını kendisine varis
kıldı. İbnu Mükemmil hasta iken hanımlarını
boşamıştı."
4692 Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman anlatıyor:
"Abdurrahman İbnu Avf'ın hanımı, ondan kendisini boşamasını talep etti.
Abdurrahman: "Adetten temizlenince bana haber ver!" dedi. Kadın haber verdi. O
da talak-ı bette ile (üç talakla) -veya baki kalan tek bir talakla- boşadı. Ne
var ki Abdurrahman o gün hasta idi. Hz. Osman, kadının iddeti tamamlanınca
kocasının malına onu da varis kıldı."
4693 Zeyd İbnu Eslem
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a kelale(nin miras hissesin)den sormuştu. "Bu yaz nazil
olan, Nisa suresinin sonundaki ayet, bu meselede sana yeterlidir"
buyurdular. Hadisin ravisi der ki: "Ebu İshak'a sordum: "Kelale, ne
çocuk ne de baba bırakmadan ölen kimse değil mi?" Bana: "Böyle zannettiler!"
diye cevap verdi." Yaz mevsiminde indiği için "Yaz ayeti" denen ayet
şudur. (Mealen): "Senden fetva istiyorlar. De ki: "Varis olarak
babası ve çocuğu bulunmayan kimsenin mirası hakkında Allah size hükmünü
bildiriyor: Eğer bir kimse ölür ve kendisinin çocuğu olmayıp da bir kızkardeşi
bulunursa, mirasın yarısı onundur. Eğer kadın ölür de çocuğu olmayıp geride
sadece erkek kardeşi varis olarak bulunursa, mirasın tamamını alır. Varisler iki
kızkardeş ise, mirasın üçte ikisi onlara aittir. Eğer varisler hem erkek, hem de
kızkardeşler ise, erkeğe iki kız hissesi vardır." Allah şaşırırsınız diye
hükümlerini size böylece bildiriyor. Allah herşeyi hakkıyla bilir" (Nisa
176). kış mevsiminde indiği için kış ayeti denen ayet de, Nisa
suresinin baş tarafındadır: "Allah, miras taksimini size şöyle
emrediyor: Size varis olan çocuklarınızdan erkeğe iki kız hissesi vardır.
Çocuklar, hepsi kız olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman mirasın üçte ikisi
onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kızdan ibaretse ona mirasın yarısı verilir.
Eğer ölenin çocuğu varsa, ölenin anne ve babasından herbirine altıda bir hisse
vardır. Ölenin çocuğu olmayıp da sadece anne ve babası onun mirasçısı ise, o
zaman annenin hakkı üçte birdir. Bu hükümler ölünün borçları ödendikten ve usulü
dairesinde vasiyeti yerine getirildikten sonra kalan mal içindir. Babalarınız ve
oğullarınızdan hangisinin size menfaatçe daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz;
bu yüzden de onlar arasındaki miras taksimini size bıraktığımız takdirde
adaletsizlik edersiniz. Bu hisseler ise, Allah katından birer hak olarak size
emrolunmuştur. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir ve her işini hikmetle
yerine getirir" (Nisa11).
4694 Muhammed İbnu Ebi Bekr İbni Hazm'ın
anlattığına göre, babasının sıkça şöyle söylediğini işitmiştir: "Hz.
Ömer radıyallahu anh pek çok defalar şöyle derdi: "Halanın haline hayret
ediyorum! Kendisine varis olunur, fakat o varis olmaz."
4695 Ebu
Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendilerindendir."
Nesai'de şu ibare de gelmiştir: "Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendi
nefislerindendir."
4696 Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah
anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki: "Diyet akile üzerinedir. Öyle ise
akile(yi teşkil edenler) diyete varis olurlar; kadın (akileden olmadığı için)
kocasının diyetine varis olamaz." Dahhak İbnu Süfyan radıyallahu anh kendisine
(itiraz ederek) dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bana Eşyem
ed-Dıbabi'nin hanımını kocasının diyetine varis kılmamı yazmıştı. Kadın bir
başka cemaatten idi." Bunun üzerine Hz. Ömer, önceki tatbikatından hemen
vazgeçti."
4697 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir kadın
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Ben anneme bir cariye tasadduk etmiş
idim. Şimdi annem, cariyeyi bırakarak vefat etti" (deyip, hükmünü sordu).
Aleyhissalatu vesselam: "Sanna onun sevabı vacip olmuştur. Miras
yoluyla da cariye sana geri gelmiştir!" buyurdular."
4698 İmam
Malik'e ulaştığına göre, "Ensardan bir zat, ebeveynine bir bağışta bulundu.
Bilahare ebeveyni vefat etti. Oğulları tekrar bu mala veraset yoluyla sahip
oldu. Bu bir hurmalıktı. Oğlan, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bu hususta
sual etti. Aleyhissalatu vesselam ona: "Şurası muhakkak ki tasadduk
sevabını aldın. Şimdi o malı (Allah) sana miras olarak geri gönderdi"
buyurdu.
4699 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Cahiliye
devrinde ölen babanın) malı oğluna kalırdı. Vasiyet de valideyn için yapılırdı.
Allah Teala hazretleri bundan dilediği kısmı neshedip erkeğin hissesini kadının
hissesinin iki misli kıldı, ebeveynden herbiri için (eğer çocuk varsa) altıda
bir, üçte bir kıldı. Kadına (çocuk varsa) dörtte bir kıldı. Zevc'e, (çocuk
yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir miras payı kıldı."
4700 Zeyd
İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Oğulların çocukları, kendileriyle ölü
arasında başka bir erkek çocuk olmadığı takdirde, ölenin çocuğu menzilesindedir:
Oğlanların erkek çocukları, ölenin erkek çocukları gibidir. Oğulların kız
çocukları da ölenin kız çocuğu gibidirler. Oğulların çocukları, oğullar gibi
miras alırlar. Oğullar kendilerinden aşağıdakilerin mirasına mani oldukları
gibi, oğulların oğulları da kendilerinden aşağıdakilerin miras almasına mani
olurlar. Oğulun çocuğu, oğulla birlikte miras alamaz. Ölen kimse,
bir kızla, bir oğulun oğlunu bıraksa, kız yarı alır, geri kalanı da oğulun oğlu
alır. Zira Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Miras
paylarını (Kur'an'da zikredilen) hak sahiplerine verin. Geri kalan, (baba
tarafından) en yakın erkeğe aittir."
4701 Hz. Ali radıyallahu
anh'tan biri anne bir erkek kardeş, diğeri koca olan iki amca çocuğu hakkında
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Koca için yarı anne bir erkek kardeş için altıda
bir, geri kalan da aralarında ikiye bölünür."
4702 Zeynep
radıyallahu anha anlatıyor: "Muhacir kadınlardan bir kısmı Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a evlerinin darlığından ve kendilerinin evlerden
çıkarıldıklarından şikayet ettiler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, kadınların muhacir evlerine varis kılınmalarını
emretti."
4703 Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mala
kim varis olursa vela'ya da varis olur."
4704 Amr İbnu Şuayb an
ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Vela, erkeklerden en büyüğe
aittir. Kadınlar, velaya (iki durum dışında) varis olamazlar. Bu iki durum
şudur: Bizzat azad ettikleri veya azad ettiklerinin azad
ettikleri."
4705 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Aişe
radıyallahu anha, azad etmek niyetiyle bir cariye satın almak arzu etti. Ancak,
kölenin sahibi velanın kendilerine ait olmasını şart koydu. Hz. Aişe durumu
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a söyledi. Efendimiz: "Bu şart
sana mani olmasın, (zira batıldır); vela, köleyi kim azad etmişse ona aittir!"
buyurdu."
4706 Ebu Bekr İbnu Abdirrahman İbni'l-Haris İbni Hişam
anlatıyor: "As İbnu Hişam ölmüş, geride üç oğlan bırakmıştı.
Bunlardan ikisi bir anadan, biri de bir başka anadandı. Aynı anadan olan iki
oğlandan biri daha öldü. Bu da mal ve azadlılar bıraktı. Aynı anadan olan
kardeşi mala ve azadlıların velasına varis oldu. Sonra da mal ve velaya varis
olan kardeş de öldü, geriye bir oğlanla, baba bir kardeşini bıraktı. Oğlu: "Ben
babamın sahip olduğu şeylere sahibim!" dedi. Kardeşi de: "Durum
böyle değil. Sen sadece mala sahip olursun, azadlıların velasına sahip
olamazsın! Bilmez misin, kardeşim bugün ölseydi, ben ona varis olmayacak
mıydım?" dedi ve Hz. Osman radıyallahu anh nezdinde dava açtılar. O, velanın
ölen kerdeşe; malın da ölenin oğluna ait olduğuna
hükmetti."
4707 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben mü'minlere,
kendi nefislerinden evlayım. Öyleyse kim üzerinde borcu olduğu halde ölür, bunu
ödeyecek mal bırakmazsa, onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakarak ölürse bu
mal varislerine aittir. -Bir rivayette- Kim bir mal bırakmışsa, buna, kim olursa
olsun asabesi varis olur."
4708 Mikdam radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim külfet
bırakırsa yükü banadır. Kim de mal bırakırsa bu varislerinedir. Ben varisi
olmayanın varisiyim. Onun yerine diyet öderim, ona varis de olurum. Dayı da
varisi olmayanın varisidir, ona bedel diyet de öder. Esirini de ona (fidye
ödeyerek) kurtarıverir, ona varis de olur."
4709 Tirmizi'de Hz.
Aişe radıyallahu anha'dan merfu olarak şu rivayet gelmiştir: "Dayı sadece varisi
olmayan varis olur."
4710 Tirmizi'de Hz. Aişe radıyallahu anha'dan
merfu olarak, şu rivayet edilmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir
azadlısı vefat etti ve mal bıraktı. Geride ne evladı ne de bir yakını yoktu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Mirasını köyünden bir adama
verin!" emretti."
4711 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldi ve: "Bende Ezd'den birisinin
mirası var. Ben onu verecek bir Ezdli bulamıyorum (ne yapayım?)" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Git bir yıl bir Ezdli ara!" emretti. Adam
bir yıl sonra tekrar geldi ve "Mirası verecek bir Ezdli bulamadım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Git bak; karşılaşacağın ilk Huza'i'ye malı
ver!" buyurdu. Adam geri dönünce: "Adamı bana çağırın" emretti. Adam çağırıldı.
Gelince: "Huza'a'nın en yaşlısına bak, malı ona ver!"
buyurdu."
4712 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kişi
ölmüş, geride azad ettiği bir köleden başka (varis) bırakmamıştı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Bu adamın geride bırraktığı bir adamı var
mı?" diye sordu. "Hayır yok! Sadece azad etmiş olduğu bir kölesi
var!" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, mirasını azadlısına
verdi."
4713 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Lakit (buluntu)
hürdür. (Ölünce) malı da beytülmale aittir. Saibe de böyledir (hürdür)"
buyurdu."
4714 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Fatıma
radıyallahu anha, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'tan, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bıraktığı maldaki hissesini taksim edivermesini talap etti. Hz. Ebu
Bekr, ona şu cevabı verdi. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Bize
varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır" buyurmuştu." Hz. Fatıma bu
cevaba öfkelendi ve Hz. Ebu Bekr'e küstü, ölünceye kadar da konuşmadı. Zaten
Aleyhissalatu vesselam'dan sonra altı ay kadar hayatta kalmış (ve rahmet-i
Rahman'a kavuşmuştu.) Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh bunu yaptı:
Medine'deki sadakasını Hz. Ali ve Abbas radıyallahu anhüma'ya verdi. Hayber ve
Fedek'teki (sadakasını) kendi elinde tuttu ve: "Bu iki arazi, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın karşısına çıkan hakları ve hadiseleri içindi. (Şimdi)
bu iki arazinin işi, Resûlullah'tan sonra devlet işini eline alan halifenin
tasarrufuna kalmıştır" dedi." Ravi devam eder: "Bu iki yer, bugüne kadar aynı
minval üzere devam etmiştir."
4715 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Hz. Fatıma radıyallahu anha, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'ın yanına
gelip: "Sana kim varis olacak?" diye sordu. "Ehlim ve
çocuğum!" cevabını alınca: "Öyleyse ben niye babamın bıraktığına varis
olamıyorum?" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr: "Ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın: "Bize varis olunamaz!" dediğini işittim. Ancak ben,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın geçimini sağladıklarının geçimlerini
sağlarım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nafaka verdiklerine ben de
nafakalarını veririm!" dedi."
4716 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hanımları, Resûlullah vefat
ettiği zaman Hz. Osman'ı, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhüma'ya gönderip miras
hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!" demedi mi
(nasıl miras talep edebilirsiniz?)" dedim (ve onları bu niyetten
vazgeçirdim.)"
4717 Amr İbnu'l-Haris el-Huzai radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (öldüğü vakit geride) ne diner, ne
dirhem, ne köle, ne cariye ne de başka bir şey bıraktı. Onun bıraktıkları beyaz
katırı, silahı ve yakınları için tasadduk ettiği bir tarladan
ibaretti."
4718 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (öldüğü vakit) ne dinar, ne dirhem, ne koyun ve ne de
deve bıraktı. Hiçbir vasiyette de bulunmadı."
4719 Yunus İbnu
Ubeyd Mevla Muhammed İbnu'l-Kasım anlatıyor: "Muhammed İbnu'l-Kasım, beni, Bera
İbnu Azib radıyallahu anh'a gönderip, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
sancağının neden yapılmış olduğunu sormamı emretti. (Ben de gidip sordum.) Şu
cevabı verdi: "Sancağı siyahtı, Kaplan alacası şeklinde olacak
bezden dört köşeli idi."
4720 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Mekke'ye girdiği gün bayrağı beyaz
renkliydi."
4721 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bayrağı siyah, sancağı
beyazdı."
4722 Simak İbnu Harb, -kavminden bir adamdan, bu da
onlardan bir başkasından naklen- anlattığına göre, adam: "Resûlullah'ın
bayrağını sarı gördüm!" demiştir."
4723 Asım el-Ahvel anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın su bardağını Enes İbnu Malik radıyallahu
anh'ın yanında gördüm; bardak çatlamıştı. Enes onu gümüş (halkalar) ile bağlayıp
tutturmuştu." Asım ilaveten dedi ki: "O nudar ağacından yapılmış geniş, (güzel)
bir bardaktı." Ma'mer der ki: "Nudar, Necid'de yetişen bir ağaç
çeşididir." Enes der ki: "Ben bu bardakla, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a sayamayacağım kadar çok su verdim!" Muhammed İbnu Sirin
rahimehullah der ki: "Ben bu bardağı gördüm. Onun demirden bir halkası vardı.
Enes onun yerine gümüşten veya altından bir halka koymak istemişti. Ebu Talha
kendisine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yapmış olduğu bir
şeyi değiştirme!" dedi. O da bundan vazgeçti. Enes radıyallahu anh
der ki: "Ben bu kadehimle Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a her çeşit meşrubat
içirdim: Bal, nebiz, su ve süt!"
6799 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Ebu Hureyre,
feraiz ilmini öğrenin ve öğretin. Çünkü o, ilmin yarısıdır. O unutulan bir
ilimdir ve o ümmetimden çekip alınacak ilk ilimdir."
6800 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir
ceddeyi südüse (altıda bir'e) varis kıldı."
6801 Ömer
İbnu't-Hattab radıyallahu anh demiştir ki: "Üç mesele vardır ki, şayet
Resûlullah aleyhissalatu vesselam onları açıklamış olsaydı bu benim yanımda,
dünya ve dünyanın içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktı: Kelale,faiz ve
hilafet."
6802 Abdullah İbnu Amr anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Mekke'nin fethedildiği gün kalkıp şu beyanda bulundu:
"Kadın kocasının diyetine ve malına varis olur. Erkek de karısının diyetine ve
malına varis olur, yeter ki bunlar birbirlerini öldürmüş olmasınlar. Bunlardan
biri diğerini taammüden öldürürse ne malına, ne de diyetine hiçbir surette varis
olamaz. Bunlardan biri arkadaşını hataen öldürürse malına varis olur, diyetine
varis olamaz."
6803 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Mulaane ayeti nazil olduğu zaman Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kendilerinden olmayan bir kimseyi (yalan beyanla) bir kavme dahil eden
kadının, Allah'tan bekleyeceği hiçbir şeyi yoktur. Allah onu asla cennetine
koymayacaktır. Kendinden olduğunu bile bile çocuğunu inkar eden erkeğe karşı
Allah, (rahmetini) perdeleyecek ve onu, şahidler huzurunda rezil-rüsvay
edecektir."
6804 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir
kimsenin, bilmediği bir nesebi iddia etmesi veya iç yüzü meçhul olsa bile bir
nesebi reddetmesi bir nankörlüktür."
6805 Amr İbnu Şuayb an ebihi
an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Nisbet edildiği babasının ölümünden sonra ilhak edilmesi istenen çocuk, (adamın
sağlığında inkar etmemiş olması şartıyla) babası olduğu söylenen adamın
ölümünden sonra mirasçılarının ilhak iddiasında bulundukları
kimsedir." Ravi der ki: "Aleyhissalatu vesselam onun hakkında şu
hükmü koydu: "Cinsi temasta bulunduğu sırada mülkiyetinde bulunan cariyeden
doğan çocuk, bu çocuğun, o adamın çocuğu olduğunu iddia eden mirasçılara
katılmış olur. Fakat mirasçıların yaptığı bu ilhak iddiasından önce (ölen
adamın) mirasçılar arasında taksim edilmiş olan malından o ilhak edilen kimseye
artık pay yoktur. (Şayet varsa) henüz taksim edilmemiş mirastan yetiştiği
miktardan kendine hissesi vardır. Nisbet edildiği babası (hayatta iken) onu
inkar etmiş (yani onun kendi çocuğu olmadığını söylemiş) olma halinde, artık
(mirasçılar, ilhak iddiasında bulunsalar bile) o kimse mirasçılara katılmaz (ve
adamın çocuğu sayılmaz). Eğer çocuk, adamın, cinsi temasta bulunduğu sırada)
malik olmadığı bir cariyeden veya zina ettiği hür bir kadından olsa, (adamın
mirasçıları ilhak iddiasında bulunsa bile) çocuk, adamın evladından sayılmaz ve
çocuğa mirasçı olamaz; bu durumda kendisine nisbet edilen adam, çocuğun
kendisinden olduğunu te'yid etse bile hüküm böyledir. Çünkü o, zina mahsulü bir
çocuktur. Hür veya cariye olan annesinin mirasçılarına
katılır."
6806 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cahiliye devrinde taksim
edilmiş bir miras malı, o zamanki taksim üzere muteberdir. İslam dönemine
intikal eden bir miras, artık İslam'a göre taksim
edilecektir."
[TOP]
MİSAFİRLİK(ZİYARET)
Kimlik alan
3460 Ebu Kerime radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir gece misafir olmak
müslümanın hakkıdır. Kim, (bir ev sahibinin) avlusunda sabahlarsa, ağırlanma
masrafı, (ev sahibi) üzerine bir borç olur. (Misafir) dilerse o hakkını alır,
dilerse terkeder (almaz)."
3461 Bir başka rivayette (Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın) şöyle söylediği kaydedilmiştir: "Kim bir cemaate
misafir olur ve fakat misafir, (ağırlanmaktan) mahrum kalırsa, -ona yardım, her
müslüman üzerine hak (bir vazife) olması hasebiyle- bir gecelik (ağırlanma)
masrafını o cemaatin ekininden ve malından alır."
3462 Ukbe İbnu
Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a dedim
ki: "Siz, bizi (sefere) gönderiyorsunuz. Bir yere vardığımız zaman,
ahalisi ihtiyaçlarımızı görmezlerse ne yapmalıyız?" (Resûlullah bize) Şu cevabı
verdiler: Bir kavme inince, onlar misafire davranılması gereken
muameleyi size de yaparlarsa ikramlarını kabül edin. Aksi takdirde, misafire
yapmaları gereken ikram kadarını onlardan (zorla da olsa)
alın."
3463 Avf İbnu Malik radıyalluhu anh anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü dedim, ben bir adama uğrasam, o beni ağırlamasa sonra o bana
uğrasa ben ona yaptığını yapayım mı?" "Hayır! dedi, sen onu
ağırla!" Bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni eskimiş bir
elbise içerisinde görmüştü: "Senin malın yok mu (da böyle
giyiniyorsun)?" diye sordu. "Allah bana deve, koyun, (sığır, at,
köle) her maldan verdi!" dedim. "Öyleyse buyurdular, üzerinde
görülmelidir!"
3464 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Misafirlik üç gündür. Bundan
fazlası sadakadır.''
3465 Ebu Şüreyh el-Adevi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah ve
ahirete inanıyorsa, misafirine caize"sini ikram etsin!" Yanındakiler
sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Caizesi de nedir?" Aleyhissalatu
vesselam açıkladı: "Bir gecesi ve gündüzüdür. Misafırlik üç gündür.
Bundan fazlası sadakadır. Misafire, ev sahibini günaha sokuncaya kadar yanında
kalması hoş değildir." Tekrar sordular: "Misafir ev
sahibini nasıl günaha sokar?" Aleyhissalatu vesselam açıkladı:
"Adamın yanında ikamet eder kalır, halbuki kendisine ikram edecek bir şeyi
yoktur."
[TOP]
MİZAH VE ŞAKALAŞMA
Kimlik alan
5359 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "(Ashabtan bir kısmı): "Ey Allah'ın Resûlü! Sen bize şaka
yapıyorsun!" demişlerdi. "Şurası muhakkak ki (şaka da bile olsa) ben
sadece hakkı söylerim!" buyurdular."
5360 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Beni
bir deveye bindir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Ben seni devenin yavrusuna
bindireceğim!" dedi. Adam: "Ey Allah'ın Resülü, ben deve yavrusunu
ne yapayım (ona binilmez ki!)" deyince Aleyhissalatu vesselam:
"Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurur?"
buyurdular."
5361 Yine Enes radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın, kendisine: "Ey Zü'l-üzüneyn (iki kulaklı)!" diye
hitab ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kasdettiğini rivayet
etmiştir."
5362 Useyd İbnu Hudayr radıyallahu anh anlatıyor:
"Ensardan mizahçı bir zat vardı. (Bir gün yine) konuşup yanındakileri
güldürürken Resûlullah aleyhissalatu vesselam elindeki çubuğu (şaka yollu)
adamın böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam: "Ey Allah'ın Resülü
(canımı yaktınız). Müsaade edin kısas yapayım!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
"Haydi yap!" buyurdu. Adam: "Ama üzerinizde gömlek var, benim
üzerimde yoktu (kısas tam olması için çıkarımalısınız)!" Adamın
talebi üzerine, Aleyhissalatu vesselam gömleğini kaldı(rıp böğrünü aç)tı. Adam,
Resûlullah'ı kucaklayıp böğrünü öpmeye başladı ve: "Ben bunu arzu
etmiştim ey Allah'ın Resülü!" dedi."
5363 Abdullah İbnu's-Saib
İbni Yezid İbni's-Saib babası tarikiyle ceddi (Yezid İbnu's-Saib) radıyallahu
anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizden kimse, ne şaka ne de ciddi olarak kardeşinin değneğini almasın. Kim
kardeşinin değneğini almışsa hemen ona geri versin."
5364 İbnu Ebi
Leyla anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabı radıyallahu anhüm
ecmainin bize anlattıklarına göre, onlar bir sefer yürüyüşünde idiler. (Bir
konaklama sırasında) içlerinden biri uyurken, arkadaşı gidip ipini alır.
Uyanınca ipini bulamayan zat (kaybettim diye) korkar. (Duruma muttali olan)
Aleyhissalatu vesselam: "Bir müslümana, bir başka müslümanı korkutmak helal
olmaz!" buyurdular."
7070 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh ticari maksatla, Aleyhissalatu vesselam'ın
vefatından bir yıl önce Busra ya kadar gitmişti. Beraberinde Nu'ayman ve
Suvaybıt İbnu Hermele de varlardı. Bunlar Bedir gazilerindendi.. Nu'ayman
erzakları gözetiyordu. Suvaybıt mizahı seven şakacı birisiydi. Nuayman'a (bir
ara): "Bana yiyecek bir şeyler ver!" dedi. O ise: "Bekle de Ebu Bekir gelsin!"
dedi. Suvaybıt (biraz öfkelenerek) "Vallahi seni kızdırmasını bilirim!" dedi.
Ravi der ki: "(Bir müddet sonra) bunlar bir kavme uğradılar. Suvaybıt
onlara: "Benim bir kölem var, satın alırsanız (ucuza vereceğim)"
der. Onlar da "Alırız!" derler. Suvaybıt: "Ancak şimdiden söyleyeyim, kölem
çenebazdır, o size: "Ben hür kimseyim (köle değilim)" diyecektir. Eğer o böyle
dedi diye almaktan vazgeçecekseniz (alıcı olup da) kölemle arama fesad
sokmayın!" dedi. Onlar: "Hayır! biz onu senden satın alacağız!" dediler ve
(pazarlık edip) on deve mukabili Nuayman'ı satın aldılar. Sonra yanına gelip,
boynuna sarık veya ip bağladılar. Nu'ayman: "Bu adam sizinle alay ediyor, ben
hürüm, köle değilim" dedi. Adamlar: "Senin böyle söyleyeceğini bize haber
vermişti (yalanlarınla bizi kandıramazsın)" dediler ve Nuayman'ı alıp
götürdüler. Derken Hz. Ebu Bekr geldi. Durumu kendisine haber
verdiler. Ravi der ki: "Hz. Ebu Bekr o kavmin peşine düştü, develerini geri
verdi ve Nu'ayman'ı kurtardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına
döndükleri zaman hadiseyi haber verdiler. Bu hadiseye Aleyhissalatu vesselam ve
ashabı bir yıl güldüler."
7071 Büreyde İbnu'I-Husayb radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam gölge ile güneş arasında
oturmayı nehyetti."
[TOP]
MUDAREBE
Kimlik alan
4955 Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh
babasından naklen anlattığına göre, "Ömer İbnu'l-Hattab'ın iki oğlu Abdullah ve
Ubeydullah radıyallahu anhüm, Irak'a giden bir orduya katılıp sefere çıktılar.
Bu seferde, Basra emiri olan Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh'a uğradılar. Ebu
Musa onlarla merhabalaşıp, kolaylık diledikten sonra: "Size faydası
dokunacak bir şey yapabilmeyi ne kadar isterdim!" dedi ve az sonra hatırladı:
"Evet evet! Şurada Allah'ın malından mal var. Onu Ebirü'l-Mü'minin (Hz. Ömer)'e
göndermek istiyorum. Ben onu size karz olarak vereyim. Siz onunla Irak
mallarından satın alın, sonra da Medine'de satın. Sermayeyi emiru'l-mü'minin'e
ödeyin, kar da sizin olsun!" dedi. Abdullah ve Ubeydullah: "Bunu
yapmak isteriiz" dediler ve yaptılar. Ebu Musa, Hz. Ömer radıyallahu anhüma'ya
onlardan malı almasını yazdı. Medine'ye geldikleri vakit malı
sattılar, kar ettiler. Parayı Hz. Ömer'e verdikleri zaman: "Ebu
Musa, her askere size yaptığı gibi borç veriyor mu?" diye sordu. Oğulları,
"Hayır!" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ebiru'l-mü'minin'in iki
oğlu olduğunuz için borç vermiş. (Olmaz böyle şey!) Sermayeyi de, karı da
getirin!" diye gürledi. Abdullah sükût etti. Ubeydullah ise: "Ey
Emiru'l-mü'minin, bu davranış sana yakışmaz! Eğer bu sermaye noksanlaşsa veya
kaybolsa idi, biz tazmin edecektik" dedi. Fakat Hz. Ömer: "Karı da
getirin!" diye ısrar etti. Abdullah yine sesini çıkarmadı. Ubeydullah (önceki
söylediklerini tekrar ederek) karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in meclis
arkadaşlarından bir adam: "Ey Emiru'l-mü'minin! Bunu mudarabe
saysan!" teklifinde bulundu. Hz. Ömer de: "Evet, onu mudarabe
kıldım!" deyip, sermayeyi ve karın yarısını aldı. Abdullah'la Ubeydullah da
diğer yarısını aldılar."
4956 Ala İbnu Abdirrahman babası
vasıtasıyla dedesi (Yakub el-Medeni)'den naklediyor: "Osman İbnu Affan
kendisine, çalıştırması için, mudarabe olarak mal verdi ve kar ikisinin
oldu."
[TOP]
MUHTELİF CEMAATLER
Kimlik alan
4496 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar hayırda da şerde de
Kureyş'e tabidir."
4497 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Allahım,
Kureyş'in ilkine azab tattırdın, hiç olsun, ahirine ihsanını
tattır."
4498 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kureyş
kadınları, deveye binen kadınların en hayırlılarıdır: Onlar, küçük çocuklara
karşı daha şefkatli, kocalarının mallarına karşı daha
muhafızdırlar." Ebu Hüreyre radıyallahu anh: "Meryem Bintu İmran
hiçbir zaman deveye binmedi" derdi."
4499 Abdullah İbnu Muti',
babası radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam
Mekke'nin fethedildiği gün buyurdular ki: "Bugünden sonra hiçbir
Kureyşli, Kıyamete kadar sabren öldürülemez." (Ravi der ki:)
"Kureyş'in Asi (isim)lerinden Muti'den başka kimse müslüman olmadı. Muti'nin
ismi de Asi idi. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ona Mûti ismini
taktı."
4500 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eslem kabilesini
Allah selametli kılsın, Gıfar kabilesine de mağfiret
buyursun!"
4501 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kureyş, Ensar,
Cüheyne, Mezeyne, Eslem, Eşca' ve Gıfar benim dostlarımdır. Onların da Allah ve
Resûlünden başka dostları yoktur."
4502 Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben
Eş'ari cemaatin geceleyin evlerine girerkenki Kur'an okumalarını seslerinden
tanırım. Gündüzleyin girerlerken evlerini görmemiş de olsam, geceleyin Kur'an
okuyuşları sebebiyle seslerinden evlerini tanırım. Onlardan biri Hakim'dir.
Atlılara -yahut düşmana dedi- rastlayınca, onlara: "Arkadaşlarım,
kendilerini beklemenizi söylediler!" dedi."
4503 Yine Buhari ve
Müslim Ebu Musa'dan şu hadisi kaydetmişlerdir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eş'ariler, gazve sırasında azıkları
tükenir, Medine'de de ailelerinin yiyecekleri azalırsa, yanlarında bulunanları
bir yangının üzerinde toplarlar sonra onu tek bir kabla eşit olarak paylaşırlar.
Onlar bendendir, ben de onlardanım."
4504 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Beni Temim'i, haklarında Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan işittiğim üç şeyden sonra hep sever oldum. Demişti ki: "Onlar
Deccal'e karşı ümmetimin en şiddetlisidirler." Onların zekatları gelmiştir.
Aleyhissalatu vesselam: "Bu, kavmimizin zekatlarıdır!" buyurdular.
Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanında onlardan bir esire kadın
vardı, "Onu azad et, çünkü o, Hz. İsmail evlatlarından!"
buyurdular."
4505 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Kays'tan bir adam: "El Allah'ın Resûlü! Hımyer'e lanet et!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam ondan yüzünü çevirdi. Adam aynı talebi tekrar edince,
Aleyhissalatu vesselam: "Allah Hımyer'e rahmet kılsın. Onların
ağızları selam, elleri yiyecek, kendileri de emniyet ve iman ehli kimseler!"
buyurdu."
4506 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ezd kabilesi, Allah'ın
yeryüzündeki ordusu (ve dininin yardımcıları)dır. Halk onları alçaltmak ister,
Allah ise onları yüceltir. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman
kişi: "Keşke babam Ezdi olsaydı! Keşke annem de Ezdi olsaydı!" diye
temennide bulunacak."
4507 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Tufeyl İbnu Amr ed-Devsi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "Devs kabilesi helak oldu. (Allah'a) asi oldu (ve İslam'a
girmekten) imtina etti. Onlara bir bedduada bulunnun!" dedi. Orada bulunanlar,
Aleyhissalatu vesselam'ın beddua yapacağını zannetti. Ama O:
"Allah'ım, Devs'e hidayet ver, onları imana getir!"
buyurdu."
4508 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Sahabeler
(r.a.) aleyhissalatu vesselam'a müracaat ederek: "Ey Allah'ın
Resûlü! Taiflilerin okları bizleri yaralayıp parçaladı. Aleyhlerine Allah'a bir
bedduada bulunuverseniz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Allahım,
Taiflilere hidayet ver!" buyurdular!"
4509 Ebu Berze el-Eslemi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir sahabiyi Arap
kabilelerinden birine irşad vazifesiyle gönderdi. Ancak kabile halkı ona
hakaretler edip bir güzel dövdüler. Sahabi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek durumu haber verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer Umman
ahalisine gitmiş olsaydın onlar ne söverler ne de seni döverlerdi"
buyurdu."
4510 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mülk (saltanat,
idare) Kureyş'tendir. Kaza (davaları hükme bağlama) Ensar'dadır, Ezan
Habeşlilerdedir, emanet (güven) Ezd'dedir, yani
Yemen'dedir."
4511 Ebu Sekine (ki Muharrerler'den bir kimsedir.)
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir sahabesinden naklen anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizi bıraktıkları
müddetçe siz de Habeşlileri bırakın. Sizi terkettikleri müddetçe Türkleri
terkedin."
4512 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam üç kabileye ikrah eder halde vefat etti:
Sakif, Beni Hanife, Beni Ümeyye."
4513 Selman-ı Farisi radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Bana
buğzetme, dinini terketmiş olursun!" buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın
Resûlü, ben size nasıl buğzederim? Allah hidayeti bana sizin elinizle ulaştırdı"
dedim. "Araba buğzedersin, böylece bana buğzetmiş olursun"
buyurdular."
4514 Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Arabı
aldatırsa şefaatime giremez ve sevgim de ona ulaşmaz."
4515 Hz.
Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Cum'a
sûresini tilavet buyurdu: "Onlardan diğer bir grup gönderdi ki(faziletçe)
birincilere yetişememişlerdir" (Cum'a 3) ayetine gelince, bir
sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize kavuşamayacak olan bunlar
kimlerdir?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam elini Selman radıyallahu anh'ın
üzerine koyarak: "Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin
olsun, eğer iman Süreyya yıldızında olsaydı, ona, bunnun kavminden bazı kimseler
yine de ulaşacaklardı." -Bir diğer rivayette: " Fars'tan bazı kimseler"-
buyurdu."
4516 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında Acemler zikredilmişti, şöyle
buyurdular. "Ben onlara -veya bazılarına- sizden -veya bazınızdan-
daha çok güven duyuyorum!"
4517 Müstevred el-Kureşi radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, diyordu
ki: "Rumlar insanların ekserisi olduğu bir sırada Kıyamet kopar."
(Bunu işiten) Amr İbnu'l-As radıyallahu anh atılarak: "Söylediğine
dikkat et!" dedi. Müstevrid: "Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan işittiğimi söylüyorum! diye te'yid etti. Amr: "Sen bunu
söylersen, (bil ki) onlarda dört haslet vardır: Fitne sırasında insanların en
halimidirler. Musibete uğrayınca da onu en çabuk atlatanıdırlar. Kaçtıktan sonra
geri dönmede insanların en çabuğudurlar. Miskin, yetim ve zayıflara en hayırlı
olanlarıdır. Beşinci olarak hoş ve güzel bir hasletleri de kralların zulümlerine
en fazla karşı koyan kimseler olmalarıdır."
[TOP]
MUHTELİF HADİSLER
Kimlik alan
5899 Ebu Sa'idi 'l-Hudri radiyallahu anh
anlatıyor: "Bir gün Resulullah aleyhissalatu vesselam bize ikindi namazi
kıldırdı. Sonra bir hutbede bulundu. Bu hutbede, kıyamet vaktine kadar olacak
her şeyi bize haber verdi. Bunu belleyen belledi, unutan unuttu. söyledikleri
arasında şu da vardı: "dünya caziptir, tatlıdır. Allah sizi buraya halife olarak
göndermiştir, nasıl amel edeceğinize bakmaktadır. - Aman uyanık olun, dünyadan
kaçının, kadından kaçının. - Aman uyanık olun! Kimseyi, insanların korkusu,
bildiği bir hakikatı söylemekten alıkoymasın!" Ravi der ki: "(Bunu söyleyince)
Ebu Said merhum ağladı. Sonra sözlerine devam etti: "Vallahi öyle şeyler gördük
ki, korktuk. Resulullah 'ın söyledikleri arasında şu da vardı: - Haberiniz
olsun! Kıyamet günü, her bir vefasız için vefasızlığı nisbetinde bir bayrak
dikilecektir. Baş imamın (devlet reisinin) vefasızlığından daha büyük bir
vefasızlık olmayacaktır. Onun bayrağı kıçının yanına dikilir." O günkü
bellediklerimiz meyanında şu da vardı - Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok
çeşitli tabakalar halinde yaratılmıştır: - Kimisi vardır, mü'min olarak doğar,
mü'min olarak yaşar, kafir olarak ölür. - Kimisi vardır, kafir olarak doğar,
kafir olarak yaşar, mü'min olarak ölür. - Kimisi vardır, kafir olarak doğar,
kafir olarak yaşar, kafir olarak ölür. - Haberiniz olsun kimisi vardır yavaş
öfkelenir, (öfkesinden) çabuk döner; kimisi vardır çabuk öfkelenir, çabuk döner;
kimisi vardır, yavaş öfkelenir, yavaş döner. İste bunlar birbirlerini dengeler.
- Haberiniz olsun onlardan bir kısmı vardır; çabuk döner, çabuk kızar. Bilesiniz
bunların en hayırlısı ağır öfkelenen, çabuk dönendir; en şerlileri de çabuk
öfkelenip yavaş dönendir. - İnsanlardan borcunu iyi ödeyen, (başkasındaki
alacağını) iyi talep eden vardır. Kimisi de kötü öder, iyi talep eder; kimi de
kötü talep eder, iyi öder, bunlar birbirlerini dengeler. Bilesiniz bir kısmı
vardır kötü öder, kötü talep eder. Bilesiniz bunların en hayırlısı iyi ödeyen,
iyi talep edendir; en kötüleri de kötü ödeyen, kötü talep edendir. Bilesiniz!
Öfke ademoğlunun kalbinde bir kordur. Gözlerinin kızarmasını, avurtlarının
şişmesini görmüyor musunuz! Kim, öfkeden bir başlangıç hissederse, yere
yaslansın, (öfkesi geçinceye kadar öyle kalsın)." Ebu Said dedi ki: "Biz (bu
sırada) Gündüzün aydınlığı devam ediyor mu diye güneşe bakmaya başladık. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Haberiniz olsun! dünyanın ömründen geçmiş
kısmına nisbeten geri kalan kısmı, şu gününüzden geçen kısma nazaran geri kalan
kısmına nisbeti gibidir."
5900 İyaz İbnu Himar radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rabbim, bugün bana
öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti. (Ve buyurdu ki):
"Benim bir kula verdiğim her mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif (=Müslüman,
hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip (fıtri)
dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar.
Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler." Allah Teala
Hazretleri arz ehline baktı ve Ehl-i Kitaptan bir kısmı hariç, onların Arap,
Acem hepsine öfkelendi ve dedi ki: "Ben seni, imtihan etmek ve seninle de
(başkasını) imtihan etmek üzere gönderdim. Sana, suyun yıkayıp (yok edemeyeceği)
bir kitap gönderdim. Ta ki sen onu uyurken de uyanıkken de okuyasın!" Allah
Teala hazretleri bana, Kureyş'i ateşe vermemi (onlarla savaşmamı) emretti. Ben:
"Ey Rabbim, bu durumda onlar başımı yararlar ve bir ekmek parçasına çevirirler!"
dedim. "Öyleyse, seni çıkardıkları gibi sen de onları (Mekke'den) çıkar! Onlara
karşı gazada bulun da biz de sana yardım edelim; infakta bulun biz de sana infak
edelim. Sen bir ordu gönder, biz de sana onun beş misli (yardımcı melek ordusu)
gönderelim. Sana itaat edenlerle birlik ol, asilere karşı savaş!" buyurdu.
Cennetlikler üç kısımdır: - Kuvvet sahibi, adaletli, sadaka veren ve muvaffak
olanlar. - Bütün yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli
olanlar. - İffetli, namuslu ve çoluk çocuk sahibi olanlar. Resulullah devamla
dedi ki: - Cehennem ehli de beş kısımdır: - Aklı olmayan zayıflar. Bunlar,
aranızda tabi olarak bulunurlar, hiçbir ehle ve mala tabi değildirler. -
Tamahkarlığını izhar etmeyen hain kişiler. Böylesi, bir kapıyı çalsa mutlaka
ihanet eder. - Akşam, sabah her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan
adamlar. - Cimrilik ve yalanı da zikretti. - Bir de kötü huylu kaba sözlü insan.
Resulullah devamla buyurdular ki: - Allah Teala Hazretleri, bana mütevazi
olmanızı emretti. Öyle ki, hiç kimse hiç kimseye karşı böbürlenmesin, hiç kimse
hiç kimseye karşı tecavüzde bulunmasın."
5901 Ebu Umame
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala Hazretleri her hak sahibine hakkını verdi. Öyleyse varis lehine
vasiyet yoktur. Çocuk yatağa aittir. Zanı için mahrumiyet vardır. Gerçek
hesapları Allah 'a aittir. Kim kendisini babasından başkasına nisbet eder veya
hakiki velisinden başkasını veli gösterirse, kıyamet gününe kadar Allah 'ın
laneti üzerine olsun." Resulullah devamla dedi ki: - Kadın, kocasının evinden
onun izni olmadan (başkasına) infak edemez!" Kendisine: "Ey Allah'ın Resulu!
Yiyecek de mi?" denildi. - Bu, mallarınızın en kıymetlisidir!" buyurdular. Sonra
sözlerine şöyle devam ettiler: "ariyet (olarak alınan sahibine) ödenir. Minha
(olarak alınan sahibine) geri verilir. Borç ödenir, kefil olan borçlu
sayılır."
5902 Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzümü kerm diye
isimlendirmeyin. "Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına!" diye kahırlı söz
söylemeyin. Zira Allah'ın kendisi dehr'dir."
5903 Vail İbnu Hucr
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kerm demeyin, fakat ineb ve habele (asma) deyin."
5904 Abdullah
İbnu Habeşi radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme
uzatır." Bu hadis hakkında kendisine sorulunca Ebu Davud şu cevabı vermiştir:
"Bu hadis muhtasardır. Manası şudur: "Kırda bayırda yolcuların ve hayvanların
gölgesinden istifade ettikleri bir sidre ağacını, o ağaçta herhangi bir hak
sahibi olmayan bir kimse, haksız olarak keserse Allah onun başını cehenneme
uzatır" demektir."
5905 Hasan İbnu İbrahim anlatıyor: "Hişam İbnu
Urve'ye sidre ağacının kesilmesi hakkında (caiz mi, değil mi diye) sordum. Bu
sırada Urve'nin kasrına dayalı vaziyette idi, şöyle cevap verdi: "Şu kapıları,
kapı kanatlarını hep görmüyor musun? Bunların hepsi Urve'nin sidre ağacındandır.
Urve onu tarlasından kesmiş ve: "Bunda bir beis yok!" demişti." Bir başka
rivayete göre, Hişam, soru sahibi Hasan İbnu İbrahim'e cevabında şöyle devam
etmiştir: "Ey Iraklı! Bu (yasak hikayesi), senin getirdiğin bir bid'adır." Hasan
İbnu İbrahim, Hişam'a: "hayır bid'a sizin canibinizden geldi. Ben Mekke'de şöyle
söyleyeni işittim: "Allah sidre ağacını kesen kimseye lanet
etsin!"
5906 Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: "Yanlarında yüzü
dağlanarak en vurulmuş bir merkep olduğu halde Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a uğrayanlar oldu: "Bunu böyle enleyenlere Allah lanet etsin!"
buyurdular ve yüze vurmaktan ve yüzü enlemekten
nehyettiler."
5907 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, yüzünden enlenmiş bir merkeb görmüştü, bunu
uygun bulmadığını belirtti ve: "Allah'a yemin olsun! (Ben olsaydım) eni bu
hayvanın yüzünün en uzak noktasına vururdum!" buyurdu. Sonra emir verdi, kendi
merkebinin sağrılarına en vuruldu. Böylece sağrıları ilk dağlayıp (en vuran)
Aleyhissalatu vesselam oldu."
5908 Hz. Enes radiyallahu anh
anlatıyor: "Abdullah İbnu Ebi Talha'yı, tahnik ediversin diye Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a götürdüm. Onu elinde en vurma sisi olduğu halde zekat
develerini enlerken buldum."
5909 Hz. Cabir radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Karanlık çöktüğü
zaman veya gece geldiği zaman çocuklarınızı dışarı salmayın. Çünkü şeytanlar bu
esnada her tarafa yayılırlar. Yatsı vaktinden bir müddet geçince, onları serbest
bırakın. Kapını kapa, Allah'ın ismini zikret. Kandilini söndür, Allah'ın ismini
zikret. Yemek kabının ağzını kapa ve Allah'ın ismini zikret, (kapayacak bir şey
bulamadığın taktirde (çubuk gibi) herhangi bir şeyi üzerine uzatıp koymak
suretiyle de olsa (bunu yap)! Zira şeytan, kapalı kapıyı açamaz. Kandilleri
söndürün, zira fasıkcık (fare), olur ki, fitili çeker de ev halkını
yakar."
5910 Hz. İbnu Abbas radiyallahu anh anlatıyor: "Bir fare
gelerek çektiği bir fitili Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın önüne, üzerinde
oturmakta olduğu hasır minderin üstüne bırakıp gitti. Fitil, hasırdan bir dirhem
kadar bir yer yaktı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Uyuyacağınız zaman
kandillerinizi söndürün. Zira şeytan, böylelerine rehberlik edip böylesi işler
yaptırarak sizi yakar" buyurdular."
5911 Ebu Musa radiyallahu anh
anlatıyor: "Medine'de bir ev, geceleyin aile halkı içinde olduğu halde yandı.
Durumları Aleyhissalatu vesselam'a haber verilmişti: "Bu ateş var ya! Sizin
düşmanınızdır. Uyuduğunuz zaman onu söndürün de size zarar vermesin!"
buyurdular."
5912 Ali İbnu Ömer İbni Ali İbni'l-Hüseyn İbni Ali
radiyallahu anhum anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ayaklar çekildikten sonra (evlerden dışarı) çıkmayı azaltın. Çünkü Allah Teala
Hazretlerinin her kısım hayvanatı vardır, bu saatten sonra (yuvalarından çıkıp)
ortalığa yayılırlar."
5913 Rafi' İbnu Hadic radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye geldiğinde, Medineliler
hurma telkih ediyorlardı: "Ne yapıyorsunuz?" diye onlara sordu. Medineliler:
"Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!" deyip (açıkladılar).
Aleyhissalatu vesselam da: "Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha iyi
olur!" buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma ağaçları (o
yıl çağla) döktü (ve meyve tutmadı). Durum Aleyhissalatu vesselam'a haber
verilince şöyle buyurdular: "Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili
bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi re'yime dayanan bir şey
emredersem, bilin ki ben bir insanım!"
5914 Hz.Ebu Hureyre
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah'tan lütuf ve ikramını talep edin.
Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan
Allah'a sığının. Çünkü o da bir şeytan görmüştür."
5915 Hz.Cabir
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Geceleyin köpeklerin havlamasını ve merkeplerin anırmasını işittiğiniz zaman,
şeytandan Allah 'a sığının. Çünkü onlar, sizlerin görmediklerinizi
görürler."
5916 İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Iyne usulüyle alış-verişte
bulunur, sığırların peşine düşer ziraate razı olur ve cihadi da terkederseniz,
Allah size Öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücu etmedikçe o zilleti
kaldırmaz."
5917 Ebu Umame radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın saban ve diğer bir ziraat aleti görünce: "Bunun
girdiği bir eve, Allah mutlaka zillet de sokar!" dediğini
işittim."
5918 Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam Kisra'ya ve Necasi'ye -Bu Necasi üzerine cenaze
namazı kıldığı Necasi değildir -Ve bütün inatçı cebbarlara, onları aziz ve celil
olan Allah'a davet eden mektuplar yazdı."
5919 İbnu Abbas
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Kisra'ya
memtubunu göndermişti. Kisra, mektubu okuyunca yırttı. Aleyhissalatu vesselam da
"paramparça olmaları için" beddua etti."
5920 Usame İbnu Zeyd
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde semer
bulunan bir merkebe bindi, altında Fedek kadifesi vardı. Usame'yi de arkasına
aldı. Benil-Haris İbnuI-Hazrec'te oturan Sa'd İbnu Ubade radiyallahu anh'a,
Bedir savaşından önce geçmiş olsun ziyaretine gitti: Beraberce giderken,
aralarında Abdullah İbnu Ubey İbnu Selul'un de bulunduğu bir cemaate
rastladılar, oturuyorlardı. Abdullah İbnu Ubey o sırada henüz müslüman
olmamıştı. Cemaatte müslümanlar, müşrikler, putperest olanlar, yahudiler,
müslümanlar karışık vaziyette idi. Bu cemaatte Abdullah İbnu Ravaha radiyallahu
anh da vardı. Onlara Resulullah'ın bindiği merkebin kaldırdığı toz isabet
edince, Abdullah İbnu Ubey burnunu örtüsüyle sarıp: "Bizi toz içinde bırakma!"
diye homurdandı. Resulullah aleyhissalatu vesselam cemaate selam verip durdu.
Merkepten inip onları Allah'a davet etti, onlara Kur'an okudu. Abdullah İbnu
Ubey, Aleyhissalatu vesselam'a: "Be adam! Bundan daha güzel bir şey yok. Eğer
söylediğin hak ise, bizim cemaatimizi rahatsız etme, evine dön! Kim sana gelirse
ona anlat!" dedi. Bunun üzerine Abdullah İbnu Ravaha da: "Evet ey Allah'ın
Resulu! Sen bizim toplantılarımıza gel! Zira biz bunu istiyoruz!" dedi. Bundan
sonra müslümanlar, müşrikler ve yahudiler aralarında atıştılar. Neredeyse
birbirleriyle kapışacaklardı. Resulullah aleyhissalatu vesselam onları
yatıştırmak için gayret sarfetti ve sustular. Resulullah da bineğine atlayarak
yoluna devam etti ve Sa'd İbnu Ebi Vakkas'in yanına gelip evine girdi.
Aleyhissalatu vesselam ona: "Ey Sa'd! Ebu Hubab'in ne dediğini işittin mi?"
dedi. Ebu Hubab'la Abdullah İbnu Ubey'i kastediyordu. "şöyle şöyle söyledi"
buyurdu. Sa'd İbnu Ubade: "Ey Allah'ın Resulu! Onu affet, Sana Kitab'ı gönderen
Zat-ı Zülcelal 'e kasem olsun. Allah'ın sana indirdiği Hak geldiği zaman, bu
beldenin ahalisi, ona taç giydirmeye, sarık sarmaya ittifak etmişlerdi. Allah
Teala hazretleri sana verdiği bu hakikatla onun başa geçmesini engelleyince, bu
onun boğazına takıldı. İşte, şahid olduğun densizliği ona yaptıran da budur!"
dedi. (Bu açıklama üzerine) Resulullah onu bağışladı. Resulullah aleyhissalatu
vesselam ve ashabı, müşrikleri ve Ehl-i Kitabı Allah 'ın emrettiği üzere
bağışlıyorlar, onların eza ve cefalarına sabrediyorlardı. Allah Teala Hazretleri
şöyle buyurmuştu: "Muhakkak siz, malınızda ve canınızda imtihan olunacaksınız ve
sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah 'a ortak koşanlardan
pek çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvaya sarılırsanız,
işte bu, ugrunda azim ve sebat edilmeye değer işlerdendir" (AI-i Imran 186). Rab
Teala bir başka Ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: "Kitap ehlinden çoğu,
imanınızdan sonra sizi tekrar inkara döndürmek isterler. Bu, kendilerine hak
iyice belli olduktan sonra nefislerinde duydukları kskançlık yüzündendir.
Allah'ın emri gelinceye kadar onlara aldırış etmeyin ve onları kınamayın.
Muhakkak ki, Allah her şeye hakkıyla kadirdir" (Bakara 109). Resulullah
aleyhissalatu vesselam, Allah'ın buradaki emrini afla te'vil ediyordu. Bu hal
Allah'ın onlarla (savaşa) izin vermesine kadar devam etti. (İzin gelince)
Aleyhissalatu vesselam Bedir gazvesini yaptı. (Bu savaşta) Allah Teala
hazretleri Kureyş'in ileri gelenlerinin canlarını aldı. Aleyhissalatu vesselam
ve ashabı zafer ve ganimet elde ederek ve Kureyş'in ileri gelenlerini de esir
alarak döndüler. Abdullah İbnu Ubey İbni Selul ve beraberindeki putperest
müşrikler: "Bu (İslam) hadisesinin artık talihi döndü!" dediler. Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a İslam üzere biat ettiler ve müslüman
oldular."
5921 Halid İbnu Ma'dan anlatıyor: "Muaviye İbnu Ebi
Süfyan radiyallahu anhuma'ya (hilafeti esnasında) Mikdam İbnu Ma'dikerb, Amr
İbnu'I-Esved ve Kinnesrin ahalisinden Beni Esedli bir adam bir heyet halinde
geldiler. Hz.Muaviye, Mikdam'a: "Hasan İbnu Ali radiyallahu anhuma'nın vefat
ettiğini biliyor musun?" dedi. Haberi işiten Mikdam "İnna lillah ve inna ileyhi
raciun!" diyerek (üzüntüsünü ifade) etti). Ona falan (Muaviye): "Bunu bir
musibet mi addediyorsun?" dedi. Mikdam: "Niye musibet addetmiyeyim? Resulullah
aleyhissalatu vesselam onu kucağına almış, "Bu bendendir. Hüseyin ise Ali
radiyallahu anhuma'dandır!" buyurmuştu dedi. Beni Esed'den olan adam da (Hz.
Muaviye'ye yaranmak için, Hz. Hasan'ın ölümünü bir fitnenin sönmesine tesbihen):
"Allah bir ateşi söndürdü!" diye söze karıştı. Mikdam: "Bugün ben, seni
kızdırmaya ve hoşlanmadığın şeyleri sana duyurmaya devam edeceğim!" dedi. Sonra
şöyle seslendi: "Ey Muaviye! Eğer doğru söylersem beni tasdik et, yalan
söylersem beni tekzib et!" Hz. Muaviye radiyallahu anh: "Pekala Öyle yapacağım"
dedi. Mikdam: "Allah aşkına söyle! Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın altın
takınmayı yasakladığını işittin mi?" dedi. Hz.Muaviye: "Evet!" dedi. Mikdam:
"Allah aşkına söyle! Resulullah'ın ipek giymeyi yasakladığını biliyor musun?"
diye sordu. Hz. Muaviye: "Evet biliyorum!" dedi. Mikdam tekrar sordu: "Allah
aşkına söyle! Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın vahşi hayvan derisini
giymeyi, üzerlerine binmeyi yasakladığını biliyor musun?" Muaviye yine: "Evet
biliyorum!" diye cevapladı. Hz.Muaviye'nin bu sözü üzerine Mikdam dedi ki:
"Allah 'a kasem olsun ey Muaviye, bütün bunları ben senin evinde gördüm. Hz.
Muaviye şu cevabı verdi: "Ey Mikdam, anladım ki senin elinden bana kurtuluş yok
(söylediklerin hep doğru)!" Halid (İbnu Velid) der ki: "Hz. Muaviye, Mikdam
radiyallahu anhuma ya diğer iki arkadaşına (Amr İbnu'I-Esved ve Esedli adam)
nazaran daha çok ihsan ve atada bulunulmasını emretti. Ayrıca (Mikdam'in) oğluna
(beytü'I- mal'den) ikiyüz (dirhem) tahsisatta bulundu. Mikdam ise (Hz.
Muaviye'nin verdiği) ihsanları arkadaşlarına dağıttı. Esedli ise aldıklarından
kimseye birşey vermedi. Bu durum Hz.Muaviye'ye ulaşınca.. "Mikdam kerem sahibi
cömert birisidir. Elini açmıştır. Esedli adam ise malik olduğu şeyi iyi tutan
birisidir" dedi."
5922 Abdullah İbnu Amr el-Huzai, babası
radiyallahu anh'tan naklediyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Fetih'ten
sonra beni çağırdı ve benimle, Mekke'ye Ebu Süfyan'a, Kureyşliler arasında
dağıtması için, biraz mal göndermek istedi. Bana: "Kendine bir arkadaş ara!"
buyurdu. Derken bana Amr İbnu Umeyye ed-Damri geldi ve: "Duydum ki, sen Mekke'ye
gidecekmişsin ve yanına bir arkadaş arıyormussun!" dedi. "Evet!" dedim. "Ben
sana arkadaşım!" dedi. Ben hemen Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip:
"Kendime bir arkadaş buldum!" dedim. "Kim?" buyurdular. "Amr İbnu Umeyye'dir!"
dedim. "O, kavminin yöresine gelince ona karşı müteyakkız ol! Çünkü evvel adam
şöyle demiş: "Bekri arkadaşına güvenme!" buyurdular! Derken yola çıktık, Ebva'ya
kadar geldik. Amr: "Benim, kavmimle bir işim var. Beni burada biraz beklemeni
arzu ediyorum!" dedi. Ben de: "İşin rast gelsin!" dedim. Ayrılınca, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'in sözünü hatırlayıp devemi hızlandırdım, (Ebva'dan)
çıkıp deveyi hızlı yürümeye zorladım. Ezafir'e gelince, Amr'ın bir grup adamla
karşımdan geldiğini gördüm. Devemi daha da hızlandırdım ve onu geçtim. Kendine
hedef olmaktan kurtulduğumu anlamıştı, yanındakiler geri döndü. Amr (tek başına)
bana yetişti ve: "Kavmimle bir işim vardı! (İşimi görüp bitirdim)" dedi. Ben de:
"Pekala!" dedim. Yolumuza devam edip Mekke'ye geldik. Ben emanet malı Ebu Süfyan
radiyallahu anh'a teslim ettim."
5923 Hemmam İbnu Münebbih
anlatıyor: "Ebu Hureyre radiyallahu anh bize pekçok hadis söylemişti. (Bir
defasında) şöyle dedi: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden
önce yaşayanlardan bir adam, bir kimseden bir akar satın aldı. Bu akarı satın
alan kimse, orada, içinde altın bulunan bir küp buldu. Satana gelip: "altınını
al! Ben senden akarı satın aldım, altını satın almadım!" dedi. Satan da: "Ben
sana araziyi içinde bulunan herşeyiyle birlikte sattım!" dedi. (anlaşamayınca)
bir adamı hakem tayin ettiler. Adam (onları dinledikten sonra): "Sizin
çocuklarınız var mı?" dedi. Onlardan biri: "Oğlum var", diğeri de "kızım var!"
dedi. Hakem: "Oğlanla kızı evlendirin! Bu paradan ikişi için harcayın ve
tasaddukta bulunun" dedi."
5924 İbnu Ömer radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanları, içinde
binmeye mahsus tek hayvan olmayan yüz develik bir sürü gibi,
bulursun."
5925 Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Murar yoluna kim çıkacak? Gerçekten
ondan, günah olarak, Beni İsrail'den affedilen kadar günah affedilecek!" Oraya
ilk çıkan Beni Hazrec'ten bizim süvarimiz oldu. Sonra herkes peşpeşe oraya
geldi. Aleyhissalatu vesselam: "kızıl devenin sahibi (olan bedevi) hariç hepiniz
mağfirete erdiniz!" buyurdular. Biz adamın yanına gelip: "Gel! Sana da
Resulullah istiğfarda bulunuversin!" dedik. O ise bir yitiğini arıyordu.
"Yitiğimi bulmam, benim için, arkadaşınızın istiğfarından hayırlıdır!"
dedi."
5926 İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İslam'ın değirmeni otuzbeş veya otuzaltı
veya otuzyedi (yıl) döner. Eğer, (dini terkederek kendilerini) helak ederlerse,
daha önce helak olanların yolunu tutmuş oturlar. Dinleri ayakta kalırsa, onlar
için yetmiş yıl ayakta kalır!" Ben dedim ki: "(Bu yetmiş yıllık müddet) zikri
geçen (otuzbeş yıllık müddet)ten sonra mı başlayacak, yoksa geçen kısım buna
dahil mi?" "Mezkur müddet buna dahildir!" buyurdular. "
5927 Sad
İbnu Ebi Vakkas radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ümid ederim ki Allah, ümmetimi Rabbinin nezdinde yarım gün
tehirden aciz kılmayacaktır." Sa'd'a: "yarım gün ne kadardır?" diye sorulmustu:
"beşyüz yıl" diye cevap verdi."
5928 İsa İbnu Vakid radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "yüzseksen
(hicri) yılı gelmiş olsaydı, ümmetime bekarlık ve dağların başlarında ruhbanlığı
helal kılardım."
5929 Ümmü Seleme radiyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam fareye fuveysika der ve şunu ilave ederdi:
"Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o, kendisine (içmesi için) deve
sütü konulsa onu içmez. Ama koyun sütü verilse onu
içer."
5930 İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah 'ın
Resulu! Maymun ve domuzlar Allah Teala'nın mesh ettiği insanlardan mı?" diye
sorulmustu. Şu cevabı verdi: "Allah Teala hazretleri bir kavmi helak etti mi ona
nesil (devam) vermez. Maymun ve domuzlar daha önce de
vardı."
5931 Hz.Aişe radiyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam (bir Gün): "Aranızda mugarribler görüldü mü?" diye sordu.
Ben: "Mugarribler de ne?" dedim. "Onlar kendilerine cinlerin iştirak ettikleri
kimselerdir!" buyurdular."
5932 İbnu Abbas radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Badiyede (kırda,
sahrada, köyde) yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gaflete düşer. Sultanın
kapısına gelen fitneye düşer. Kişi sultana yakınlığını artırdığı nisbette
Allah'tan uzaklaşır."
5933 Hz.Ebu Hureyre radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ömrün biraz uzarsa
ellerinde sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyan bir takım insanları çok geçmeden
göreceksin. Onlar Allah 'ın gadabına uğrayarak sabaha ererler, Allah 'ın
neşetine uğrayarak akşama ererler." Resulullah bir başka rivayette de: "ateş
ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi
birşeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar ki
bunlar Allah 'a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan
çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle
dursun, kokusunu dahi alamazlar. Halbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesafeden
duyulur" buyurdular."
5934 Semure İbnu Cündüb radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam derinin iki parmak arasında
dilinmesini yasakladı."
5935 Hz.Aişe radiyallahu anha anlatıyor:
"Ben Resulullah'ın kimseyi dinden başka bir şeye nisbet ettiğini
görmedim."
5936 İbnu Abbas radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam (namazda) emrolunduğu yerde açıktan okudu, emrolunduğu
yerde sükut etti (gizli okudu). "Ve senin Rabbin unutkan değildir" (Meryem 64);
"Andolsun ki, Allah'ın Resulunde sizin için (her hususta) güzel bir örnek
vardır" (Ahzab 21).
5937 Hz.Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben size (kendiliğimden) ne
bir şey veriyor, ne de sizi bir şeyden menediyorum: Ben sadece bir memurum
(Allah'ın emrine göre veriyorum)." Bir rivayette de şöyle demiştir: "Ben
(sadece, emre uygun şekilde) taksim ediciyim, emredildiğim yere
koyarım."
5938 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (Allah 'ın emir ve yasaklarını tebliğ eden)
me'mur bir kul idi. Bize (Al-i Beytine) insanlardan ayrı olarak üç şey dışında
hiçbir tefrikte bulunmadı. O üç şey de şunlardır: - Abdesti mükemmel yapmamızı
emretti. - Sadaka yemememizi emretti. - Merkebi at üzerine aşırmamamızı
emretti."
5939 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bize (bazan) sabah oluncaya kadar
Beni İsrail kıssası anlatırdı. Anlatma işini farz namaz için kalkınca
bırakırdı."
5940 Alkame İbnu Abdillah babasından naklediyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam müslümanlar arasında (tedavülü) caiz olan
sikke (dökülmüş paraların) bir kusur olmadan kırılmasını
yasakladı."
5941 Hz.Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Bir adam
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Hayvanımı bağlayarak mı yoksa
serbest bırakarak mı Allah'a tevekkül edeyim?" diye sormuştu. Ona: "Bağla ve
tevekkül et!" buyurdu."
5942 İbrahim Nehai anlatıyor: "Dahhak İbnu
Kays, Mesruk'u işçi olarak kullanmak istemişti. Umare tu'bnu Ukbe ona: "Hz.
Osman radiyallahu anh'ın katillerinden baki kalmış bir adamı isti'mal mı
edeceksin?" dedi. Mesruk rahimehullah da ona: "Abdullah İbnu Mes'ud radiyallahu
anh bana rivayet etti ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam baban Utbe'yi
öldürmek istediği zaman; (baban): "Çocuklara kim hami olacak?" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "ateş!" buyurdular. Ben senin için Resulullah'ın
(münasib görüp) razı olduğuna ben de razıyım!" dedi."
5943 Huzeyfe
radiyallahu anh anlatıyor: "Necran'ın iki sahibi Seyyid ve Akib, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a geldiler. Onunla mulaane yapmak istiyorlardı. Bunlardan
biri arkadaşına: "Bunu yapma! Eğer (Muhammed gerçek) bir peygamberse ve bize
lanette bulunursa biz bir daha felah bulamadığımız gibi, bizden sonra gelecek
nesiller de iflah olmazlar!" dedi. Resulullah'a gelip: "Biz sana istediğini
vereceğiz, bizimle emin birini gönder. Bizimle emin olmayanı gönderme!" dediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Ben sizinle gerçekten hakkıyla emin bir adam
göndereceğim" buyurdu. Bunun üzerine Resulullah'ın ashabı (bu övülen şahıs
olabilmek için) ona yaklaştı. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ebu Ubeyde
İbnu'l-Cerrah, sen kalk!" emretti. Ebu Ubeyde kalkınca, Resulullah aleyhissalatu
vesselam: "İşte şu bu ümmetin eminidir!" buyurdular."
5944 Yine
Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Şeytanlar için develer vardır. Şeytanlar için evler vardır.
Şeytanlara ait develere gelince, ben, onları gördüm. (Şöyle ki): Biriniz,
yedeğinde, iyi beslediği seçkin develerle (yola) çıkar, bunlardan hiçbirine
binmez. Yol esnasında yürümekten kesilmiş (bir din) kardeşine rastlar, devesine
onu da almaz (işte bu develer şeytana aittir, çünkü gösteriş ve tefahur için
beslenmiştir). Şeytana ait evlere gelince, onların, (mureffeh) insanlar
tarafından (seyahata çıkınca kullanılan ve) ipeklerle örtülmüş kafeslerden
(hevdec) başkası olmadığını zannediyorum"
5945 Yine Ebu Hureyre
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Kıtlık) senesi, yağmurun yağmadığı (sene) değildir. Asıl kıtlık senesi, yağmur
bol bol yağdığı halde yerin hiçbir şey bitirmediği
senedir."
5946 Mutarraf İbnu Abdillah İbni's-Sihir, babasından
naklen diyor ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ademoğlunun
misali, yanı başında doksandokuz tane (öldürücü) belanın bulunmasına benzer: Bu
belalardan kurtulmuş olsa bile, sonunda ölünceye kadar çekeceği düşkünlük hali
yakalayacaktır."
5947 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki (büyük) nimet vardır.
İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır: - Sıhhat - Ve boş
vakit!"
5948 Yine İbnu Abbas radiyallahu anh anlatıyor:
"Müseylime-i Kezzab, Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında (Medine'ye)
gelip ve: "Eğer Muhammed bu işi (hilafeti) kendinden sonra bana bırakırsa ben
ona tabi olurum" demeye başladı. Sonra kavminden kalabalık bir cemaatle
Medine'ye geldi. Resulullah aleyhissalatu vesselam da Sabit İbnu Kays İbni
Semmas ile birlikte ona uğradı. Bu sırada Aleyhissalatu vesselam'ın elinde bir
dal parçası vardı. Arkadaşlarının arasında oturmakta olan Müseylime'ye yaklaştı
ve: "Sen benden şu parçayı istemiş olsan dahi bunu sana vermem! Sen, Allah 'ın
senin hakkındaki emrini asla tecavüz edemeyeceksin. (Şayet bana itaatten) yüz
çevirecek olursan Allah mutlaka senin hakkından gelecektir. Öyle zannediyorum
ki, sen, hakkında bana ne gösterilmiş ise, o gösterilmiş olan kimsesin! (İste
Sabit, bana bedel sana cevap verecek!" buyurup, oradan ayrıldı.) İbnu Abbas der
ki: "Ben, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Öyle zannediyorum ki, sen,
hakkında bana ne gösterilmiş ise, o gösterilmiş olan kimsesin" sözü ile neyi
kastettiğini sordum. Ebu Hureyre radiyallahu anh bana şu hususu haber verdi:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurmuştu ki: "Ben bir gün rüyamda, elimde
iki altın bilezik gördüm. Yine rüyamda onlara fazla bir ilgi göstermiştim. Allah
Teala hazretleri: "Onlara üfle!" diye vahyetti, ben de üfledim, derken uçup
gittiler. Ben bunları, benden sonra çıkacak iki yalancı ile yorumladım" Ravi,
Ubeydullah der ki: "Bunlardan biri, San'a'nın sahibi el-Anesi, diğeride
Yemame'nin sahibi Müseylime'dir.
5949 Seleme İbnu Nu'aym İbni
Mes'ud el-Esca'i, babası radiyallahu anh'tan anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın, Müseylime'nin kendisine yazdığı mektubu okuyunca,
mektubu getiren iki elçiye şöyle söylediğini işitmiştir: "Bu yazdığı meselede
siz ne diyorsunuz?" Elçiler: "Biz de onun söylediğini söyleriz!" dediler. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Eğer elçileri öldürmemek kaide olmasaydı
boyunlarınızı muhakkak uçururdum!" buyurdular."
5950 İbnu Amr
İbnu'l-As radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
beraberinde Taif'e giderken bir kabre uğrayınca şunu söylemişti: "Bu kabir, Ebu
Rigal'in kabridir. Şu Harem mıntıkası sebebiyle (kavmine gelen musibetten) masum
kalmıştı. (Harem'den harice) çıkınca kavmini çarpan bela onu da burada yakaladı
ve buraya defnedildi. Söylediğimin delili, altından bir dalın beraberinde
gömülmüş olmasıdır. Eğer kabri açacak olsanız, onu bulup çıkarırsınız!" Bunun
üzerine halk, alelacele orayı kazıp mezkur altın dalı
çıkardı."
[TOP]
MUSİKİ VE EĞLENCE
Kimlik alan
4300 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, benim yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile
ilgili hamasi) türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağın üzerine (yan üstü
uzandı ve yüzünü de (aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh girdi. Derhal beni azarladı ve: "Resûlullah'ın hane-i
saadetlerinde şeytan çalgısı ha!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, ona yönelip. "Bırak onları (söylesinler!)" buyurdu. (Onlar
sohbete dalıp, bizden) dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım,
kalkıp gittiler." Hz. Aişe devamla der ki: "Bir bayram günüydü.
Siyahiler, mescidde kılınç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan taleb etmiştim (bilemiyorum), yoksa o (kendiliğinden)
mi "Seyretmek ester misin?" buyurdular. Ben: "Tabii!" dedim. Kalktı,
beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu halde
durduk. "Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)!" diyordu. Ben
usanınca(ya kadar böyle devam ettik. Usandığımı farkedince): "Yeter
mi?" buyurdular. Ben: "Evet!" dedim. "Öyleyse git!"
dediler."
4301 Amir İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
düğün sırasında Karaza İbnu Ka'b ve Ebu Mes'ûd el-Ensari'nin yanına girdim, bir
kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp: "Sizler,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Bedir Ashabından olun da yanınızda şu iş
yapılsın olacak şey değil!" dedim. Bunun üzerine onlar: "Otur,
dilersen bizimle dinle, dilersen git, Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!"
dediler."
4302 Muhammed İbnu'l-Münkedir rahimehullah anlatıyor:
"Bana ulaştığına göre, Allah Teala Hazretleri Kıyamet günü şöyle
seslenecektir: "Kulaklarını eğlence ve şeytan çalgısından uzak
tutanlar neredeler? Onları misk bahçelerine dahil edin!" Sonra
Melaike aleyhissalatu vesselam'a seslenecek: "Onlara benim
takdirlerimi duyurun ve haber verin ki, kendilerine artık ne korku var, ne de
üzüntü!"
[TOP]
MUSKALAR
Kimlik alan
3992 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Beni Amr İbni Hazm'a yılana karşı rukye yapma
ruhsatı tanıdı. Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birkilkte otururken
bizden bir kimseyi akrep soktu. Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü, buna rukye
yapayım mı?" diye sordu. "Sizden kim kardeşine faydalı olabilecekse hemen olsun"
buyurdular."
3993 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bize, zehire karşı, göz değmesine karşı, nemle kurduna
karşı rukye yapmamıza ruhsat tanıdı."
3994 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde: "Rukye sadece göz değmesine veya zehire veya kesilmeyen kana karşı
yapılır" denmiştir.
3995 Yine Ebu Davud'un Sehl İbnu Huneyf'ten
yaptığı bir diğer rivayetinde: "Rukye sadece nefse (insana değen gözden), veya
zehire veya sokmaya karşı vardır."
3996 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, humma'ya ve bütün ağrılara
karşı şu duayı okumamızı öğretmişti: "Bismillahi'l-Kebiri eûzü billahi'l-Azimi
min külli ırkın na'arın ve min şerri harri'n nar." "Ulu Allah'ın adıyla, kanla
kabaran her bir damardan ve ateş hararetinin şerrinden büyük Allah'a
sığınırım."
3997 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir hastaya geldiği veya kendisine bir hasta getirildiği
zaman şu duayı okurdu: "Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şafisin.
Senin şifandan başka şifa yoktur. Senden hiçbir hastalığı hariç tutmayan şifa
istiyoruz."
3998 Sabit İbnu Kays İbni Şemmas radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ben hasta iken yanıma gelip şu
duayı okudu: "Ey insanların Rabbi! Sabit İbni Kays İbni Şemmas'tan acıyı
kaldır." Sonra (Medine'nin) Buthan (nam vadi)den toprak alarak bir kadehe koydu,
üzerine su döküp nefes etti, sonra (su ile karışan bu toprağı) üstüme
serpti."
3999 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor.
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam cinlerden ve insanın göz (değmes)inden
(çeşitli dualar okuyarak) Allah'a sığınırdı. Muavvizeteyn (Nas ve Felak
sureleri) nazil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini
terketti."
4000 Yine Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Cibril aleyhisselam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi ve: "Ey
Muhammed, hasta mısın? diye sordu. "Evet!" cevabını alınca, Cibril aleyhisselam
şu duayı okudu: "Bismillahi erkike, min külli dain yü'zike ve min şerri külli
nefsin ev aynin hadisin. Allahu yeşfike, bismillahi erkike. (Seni Allah'ın
adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasedci
gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah'ın adıyla sana
dua ediyorum)."
4001 Ebu'd-Derda radıyallahu anh'ın anlattığına
göre, kendisine bir adam gelerek idrar tutukluğuna yakalandığını söyledi. O da
adama: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan şöyle söylediğini işittim"
dedi: "Sizden kim hastalanırsa şu duayı okusun: "Rabbuna'llahu'llezi fi's-semai
tekaddese ismüke, emrüke fi's-semai ve'l-ardı kema rahmetike fi's-semai fec'al
rahmeteke fi'l-ardı. Vegfir lena hûbena ve hatayana. Ente Rabbu't-tayyıbin.
Enzil rahmeten min rahmetike ve şifaen min şifaike ala haza'l vec'i fe yebreu.
(Ey huzuru semavatı dolduran Rabbim! Senin ismin mukaddestir. Senin emrin arz ve
semadadır, tıpkı Rahmetin semada olduğu gibi. Arza da rahmetinden gönder ve
bizim günahlarımızı ve hatalarımızı affet. Sen (kötü söz ve fiillerden kaçınan)
bütün iyi kimselerin Rabbisin. Bu ağrıya, Rahmetinden bir rahmet, şifandan bir
şifa indir, iyileşsin." (Ebu'd-Derda radıyallahu anh, adama) bu
duayı okumasını emretti. O da okudu ve iyileşti."
4002 Osman İbnu
Ebi'l-As radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
müslüman olduğum günden beri bedenimde çekmekte olduğum bir ağrımı söyledim.
Bana: "Elini, vücudunda ağrıyan yerin üzerine koy ve şu duayı oku!" buyurdu. Dua
şu idi: Üç kere: "Bismillah" tan sonra yedi kere, "Eûzü bi-izzetillahi ve
kudretihi min şerri ma ecidu ve uhaziru." "Bedenimde çekmekte olduğum şu
hastalığın şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınıyorum"
diyecektim. Bunu birçok kereler yaptım. Allah Teala hazretleri
benden hastalığı giderdi. Bunu ehlime ve başkalarına söylemekten hiç geri
kalmadım."
4003 Hz. Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Biz,
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın çıkardığı askeri) bir seferdeydik. Bir
yerde konakladık. Yanımıza bir cariye gelip: "Obamızın efendisi Selim'i bir
zehirli soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. sizde rukye
yapan biri var mı?" dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda maharetini
bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okuyuverdi. Adam iyileşti.
Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona: "Yahu sen rukye bilir
miydin?" dedik. "Hayır, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptım" dedi. Biz
kendisine "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sormadan (bu verdiklerine)
dokunma!" dedik. Medine'ye gelince, durumu ona söyledik. Aleyhissalatu vesselam
"Fatiha'nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi?
(verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın!"
buyurdular."
4004 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer'de)
hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: "Ey Allah'ın
Resûlü! Bunlar kimlerdir?" diye sual edildi. "Onlar, kendilerine
dağlamayanlar, rukyeye başvurmayanlar, teşa'üme (uğursuzluğa) inanmayanlar ve
Rablerine tevekkül ederlerdir!" buyurdu. Ukkaşe radıyallahu anh
kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Dua buyur, Allah beni onlardan kılsın!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Sen onlardansın!" müjdesini verdi. Bir başkası daha
kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Beni de onlardan kılması için Allah'a dua ediver!"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "O hususta Ukkaşe senden önce davrandı!" cevabını
verdi."
4005 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı işittim, diyordu ki: "Rukyelerde, temimelerde
(muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır." Bunu işiten
bir kadın atılarak, (İbnu Mes'ud'a): "Böyle söylemeyin, benim gözüm ağrıyordu.
Falan yahudiye gittim geldim. O bana rukye yaptı. Ağrım kesildi" dedi. Abdullah
İbnu Mes'ud radıyallahu anh tereddüt etmeden, "Bu (ağrı) şeytanın işiydi, o
eliyle dürtüyordu, sana rukye yapılınca vazgeçti. Bu durumda sana Resûlullah
aleyhissalatu vesselam gibi, şöyle söylemem kafidir: "İzhebi'l-bas Rabbe'n-nas
eşfi ente'ş-Şafi, La şifae illa şifauke, şifaen la yuğadiru sakamen. (Ey
insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şafisin. Senin şifandan başka bir
şifa yoktur, hiçbir hastalığı terketmeyen bir şifa
istiyorum."
4006 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan nüşre hakkında sorulmuştu: "O şeytan işidir!"
buyurdu."
4007 İsa İbnu Hamza rahimehullah anlatıyor: "Abdullah
İbnu Ukeym radıyallahu anh'ın yanına girdim. Kendisinde kızıllık vardı. "Temime
(muska) takmıyor musun?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bundan Allah'a
sığınırım. Zira Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştu: "Kim bir şey
takınırsa, ona havale edilir."
4008 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a taundan sual edilmişti. Şu
cevabı verdi: "O, sizden öncekilere Allah'ın gönderdiği bir azabtı. (Şimdi)
Allah onu mü'minlere bir rahmet kıldı. Taun çıkan memlekette bulunan bir kul,
kendisine Allah'ın takdir ettiği şeyin ulaşacağını bilip, sevap umuduyla
sabredip orada kalır ve dışarı çıkmazsa, mutlaka ona şehid sevabının bir misli
verilir."
4009 Hz. Üsame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya
girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan
ayrılmayınız."
4010 Yahya İbnu Abdillah İbni Bahir anlatıyor:
"Bana, Ferve İbnu Müseyk el-Muradi radıyallahu anh'ın şu sözünü dinleyen zat
haber verdi: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, yanımızda Ebyen denen bir yer var.
Burası bizim ekim yerimiz ve geçim kaynağımızdır. Ancak vebalı bir yerdir. (Bize
ne yapmamızı tavsiye edersiniz)?" Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Orayı
tamamen bırak. Zira hastalığa yaklaşmada helak var!"
4011 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Göz değmesi haktır. Eğer kaderi (delip) geçecek bir şey olsaydı,
bu, göz değmesi olurdu. Yıkanmanız taleb edilirse yıkanıverin." Tirmizi'de
"Göz değmesi haktır" ibaresi yoktur.
4012 Sahiheyn ve Ebu Davud'da
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'tan: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Göz
değmesi haktır" dediği rivayet edilmiştir. Buhari dışındaki
rivayetlerde: "Dövme yapmayı da yasakladı" ziyadesi
vardır.
4013 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Gözü değene
(ain) abdest alması emredilir, onun abdest suyu alınır, bununla göz değmesine
uğrayan (main) yıkanırdı."
4014 Muhammed İbnu Ebi Ümame İbni Sehl
İbni Hanif, babasından şunları işittiğini anlatmıştır: "Babam Sehl radıyallahu
anh (Cuhfe yakınlarındaki) Harrar nam mevkide yıkandı. Üzerindeki cübbeyi
çıkardı. Bu sırada Amir İbnu Rebi'a ona bakıyordu. Sehl, bembeyaz bir tene,
güzel görünüşlü bir cilde sahipti. Amir: "Ne bugünkü bir manzarayı, ne de
böylesine ancak çadıra çekilmiş bakirede bulunabilen bir cildi hiç görmedim"
dedi. Sehl daha orada iken hummaya yakalandı ve rahatsızlığı şiddet peyda etti
(ve yere yıkıldı). Durum Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a haber verildi ve:
"Başını kaldırmıyor" dendi. Halbuki Sehl orduya kaydedilmişti. "Ya Resûlullah o,
sizinle gelemez Vallahi başını bile kaldıramıyor!" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Onunla ilgili olarak herhangi bir kimseyi ittiham ediyor musunuz?"
diye sordu. "Amir İbnu Rebi'a var" dediler. Resûlullah, onu çağırtıp kendisine
kızdı ve: "Sizden biri niye kardeşini öldürüyor? Niye bir "Barekallah!" demedin?
Onun için abdest al!" buyurdu. Bunun üzerine Amir yüzünü, ellerini, kollarını,
dizlerini ve ayaklarının etrafını ve izarının içini bir kaba yıkadı. Sonra, bir
adam bu suyu onun (Sehl'in) üzerine arkasından döktü; derken o anında
iyileşti."
7004 Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Göz değmesinden) Allah'a
sığının. Zira göz değmesi haktır."
7005 Halide Bintu Enes Ümmü
Beni Hazm es-Saidiyye radıyallahu anha'nın anlatığına göre: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gelmiş, (tedavide okuduğu) duayı Aleyhissalatu
vesselam'a (kontrol ettirmek üzere) arzetmiştir. Aleyhissalatu vesselam (dua
metninde mahzurlu bir kelam görmediği için) o duayı tedavide okumasına ruhsat
vermiştir."
7006 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adamı akrep sokmuştu. O gece acıdan uyuyamadı. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a: "Falancayı akrep soktu, bu yüzden geceleyin hiç uyuyamadı" diye
haber verilmişti. Şöyle buyurdular: "Keşke akşamleyin şu duayı okusaydı: Eûzu
bikelimatillahi't-tammati min şerri ma halaka" (Yarattığının şerrinden Allah'ın
mükemmel kelimelerine sığınırım)" deseydi, akrebin sokması sabaha kadar ona
zarar vermezdi."
7007 Amr İbnu Hazm radıyallahu anh anlatıyor:
"Yılan sokmasına karşı okunan duayı Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
arzettim, onu okumama izin verdi."
7008 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (hastalığım
sırasında) bana geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Bana: "Seni, Cebrail'in bana
getirdiği dua ile tedavi etmeyeyim mi?" buyurdular. Ben: "Annem babam sana
kurban olsun ey Allah'ın Resülü! Evet!" dedim. Okudular: "Bismillahi erkike
vallahu yeş ike min külli dain fike min şerri'n-neffasati fi'I-ukadi ve min
şerri hasidin iza hased (Allah'ın adıyla sana okuyorum, sende olan her hastalığa
karşı, düğümlere üfleyenlerin şerrine, hased ettikleri zaman hasedçilerin
şerrine karşı Allah şifa versin (veya şifayı verecek olan Allah'tır)." Bunu üç
sefer okudu."
7009 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, şiddetli bir hummaya yakalanmış iken Cebrail
aleyhisselam gelmişti. Efendimizi tedavi için şu duayı okudu: "Bismillahi erkike
min külli şey'in yüz'ike min hasedi hasidin ve min külli aynin. Allah u yeşfike.
(Sana Allah adıyla okuyor, sana eza veren herşeyden, hasedcinin hasedinden ve
herbir (kem) gözden şifa diliyorum. Allah sana şifa
versin."
7010 Abdullah İbnu Mes'udun zevcesi Zeyneb radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Yaşlı bir kadın vardı, bize gelir, humre (denilen bir veba
çeşidine) karşı rukye yapardı. Bizim ayakları uzun bir karyolamız vardı. (Eşim)
Abdullah eve gireceği zaman (geldiğini sezdirmek için) öksürüp ses çıkarırdı.
Bir gün Abdullah aynı şekilde içeri girdi. Kadın, sesini işitince ona karşı
örtüsüne büründü. Abdullah gelip yanına oturdu ve bana eliyle dokundu ve bir
ipin eline değdiğini hissetmişti ki : "Bu nedir?" diye sordu. Ben: "(Takındığım
bu muska) içinde humraya karşı dua var!" dedim. Abdullah onu derhal çekip
kopardı, fırlatıp attı ve: "Abdullah'ın ailesi şirkten müstağnidir. Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Rukyeler, muskalar ve büyü bir şirktir"
dediğini işittim" dedi. Ben: "Ama ben bir gün dışarı çıkmıştım. Beni falanca
gördü, bunun üzerine ona gelen taraftaki gözüm yaşardı. O günden beri rukye
yapınca gözümün yaşı kesilir, rukyeyi bıraktım mı tekrar yaşarır" dedim. Bunun
üzerine Abdullah dedi ki: "Bu şeytandır, ona itaat edince seni bırakıyor, ona
isyan ettiğin vakit parmağıyla gözüne dürtüyor. Ama Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yaptığı gibi yapsaydın, bu senin için daha hayırlı, şifa bulman için
de daha münasib olurdu: Gözüne su serpip şöyle diyeceksin: "Ezhibi'l-be's,
Rabbi'n-nas, işfi, enteş-şafi, la şifaen illa şifauke, şifaen la yugadiru
sakamen (Fenalığı gider. Ey insanların Rabbi! Şifa ver! Sen şifa verensin. Senin
verdiğinden başka şifa yok! Öyle şifa ver ki, hiçbir hastalık geride kalmamış
olsun)."
7011 İmran İbnu'l-Husayn radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, kolunda tunçtan bir bilezik taşıyan bir adam
görmüştü: "Bu halka da ne?" diye sordu. Adam: "Bu vahine (denen kol ağrısın)dan
dolayıdır" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Çıkar onu! Zira o, ağrını
artırmaktan başka bir işe yaramaz!" buyurdu."
7012 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam güzel tefaülden
hoşlanır, uğursuz saymaktan hoşlanmazdı."
7013 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ne sirayet (hastalığın bulaşması), ne uğursuzluk, ne hame (denen öldürülenin
başından çıkıp intikam istediğine inanılan mahluk) ne de safer (ayının
uğursuzluğu) vardır."
7014 İbnu Ömer anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir günj: "Ne sirayet, ne uğursuzluk, ne de hame yoktur"
demişti. Bir adam kalkarak: "(Nasıl olmaz ey Allah'ın Resülü! Kendisinde uyuz
olan bir deve sebebiyle bir sürü uyuzlanıyor" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"İşte bu kaderdir. Pekiyi önceki deveyi kim uyuzladı?"
buyurdular."
7015 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki : "Cüzzamlılara devamlı surette
bakmayınız."
7016 Ümmü Seleme radıyallahu anha diyor ki: "Ey
Allah'ın Resulü! (Hayber'de) yediğin zehirli koyun etinin ağrısı her yıl sana
ara vermeden geliyor" demiştim, şu cevapta bulundular: "Ondan bana isabet eden
şey, Adem daha çamurunda iken (daha tam olarak yaratılmamış iken) Allah'ın
hakkımda yazdığı) şeydir, (ondan ne eksiktir ne de
fazlası)."
7017 Osman İbnu Ebi'I-As radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni, Taif'e vali tayin edince, namazda bana
bir şey arız olmaya başladı. Öyle ki, kıldığımı bilemez hale geldim. Bu durumu
kendimde görünce, hemen Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gittim. (Beni
görünce: "Bu gelen İbnu Ebi'l-As değil mi?" buyurdular. Ben: "Evet! Ey Allah'ın
Resulü!" dedim. "Niye geldin?" buyurdular. "Ey Allah'ın Resûlü! Bana namazda bir
hal arız oldu, ne kıldığımı bilmez, anlamaz hale geldim" dedim. "Anlattığın şey
şeytandır, onu bana yaklaştır!" buyurdular. Bunun üzerine Resulullah'a
yaklaştım. (Diz çöküp) ayaklarımın üstüne oturdum. Aleyhissalatu vesselam
mübarek elleriyle göğsüme vurup ağzımın içine tükürdüler. Sonra: "Çık ey
Allah'ın düşmanı!" dediler. Bu muameleyi bana üç kere tekrar ettiler. Sonunda:
"Haydi işinin başına git!" buyurdular." Ravi der ki: "Osman kasem
ederek dedi ki: "Ömrüme yemin olsun ki ondan sonra şeytanın bana sokulduğunu hiç
sanmam."
7018 Ebu Leyla el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir
gün) ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında otururken, Efendimize bir
bedevi geldi: "Hasta bir erkek kardeşim var" dedi. Resûlullah: "Kardeşinin
hastalığı nedir?" diye sordu. "Kardeşimde biraz delilik var!" dedi. "Git onu
bana getir!" buyurdular. Adam gitti kardeşini getirdi. Resûlullah önüne oturttu.
Fatiha-ı şerife Bakara suresinin başından ilk dört ayeti, ortalarindan "Ve ila
hüküm ilahün vahidün" Ayeti, Ayete'l-Kürsi, sonundan ise üç ayeti; Al-i İmrandan
bir ayeti ki bunun "şehidallahu ennahula ilahe illa hu" ayetinin olduğunu
zannediyorum-A'raf suresinden bir ayeti; "inne rabbikumüllezi halaga" ayeti;
Mü'minün süresinden bir ayeti; "ve men yedea ma allahi ilahen ahare la ber hane
lehu" ayeti; Cin süresinden bir ayeti, "Ve ennehu tuala ceddü rabbina mattehaza
sahiibeten veleden" ayeti, Saffat suresinin başından on ayeti, Haşir suresinin
sonundan üç ayeti; Kulhüvallahu Ahad suresi, Muavvizateyn surelerini okuyarak
ona afsun yaptığını işittim. Bunun üzerine bedevi ayağa kalktı. Tamamen
iyileşmişti."
[TOP]
MUTAKEBE
Kimlik alan
6742 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kendisiyle yüzyirmi okiyye üzerinden mukatebe yapılan bir köle, bütün borcunu
ödese de on okiyyelik (az bir şey dahi kalsa) o yine
köledir."
6743 Ümmü Seleme radiyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Siz kadınlardan birinin mukatebe yaptığı
bir köleniz varsa, köleniz ödeyeceği meblağa sahip olduğu andan itibaren onun
yanında örtünmeniz (kaç-göç etmeniz) gerekir."
[TOP]
MUZARA'A
Kimlik alan
5343 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, meyve ve ekinden çıkacak olan bütün mahsulün
yarısı karşılığında Hayber'i (yahudilere) verdi. Her sene zevcelerine, yüz vask
veriyordu. Seksen vask kuru hurma, yirmi vask arpa. Hz. Ömer radıyallahu anh
başa geçince, Hayber'i taksim etti ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
zevcelerini kendilerine arazi ve suyu ikta etmek veya her yıl almakta oldukları
vaskları tazmin etme arasında muhayyer bıraktı. Onlar bu teklifi benimsemede
farklı kararlara vardılar. Birkısmı arazi ve suyu tercih etti, birkısmı da
vaskları tercih etti. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa radıyallahu anhüma arazi ve suyu
tercih edenlerdendi."
5344 Müslim'in bir rivayetinde şöyle
denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber hurmalarını ve arazisini
kendi emvalleri gibi işleyip meyvesinin yarısını Resûlullah'a vermeleri şartıyla
Hayberlilere geri verdi."
5345 Yine Müslim'in bir diğer
rivayetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber'i
fethettiği zaman, yahudiler, Resûlullah'a müracaat ederek, çalışıp elde
edecekleri ekin ve meyve hasılatının yarısını vermek şartıyla, kendilerini
arazilerinde bırakmasını talep ettiler. Aleyhissalatu vesselam onlara: "Biz
sizi, dilediğimiz zamana kadar orada bırakabiliriz" dedi ve kalmalarına müsaade
etti. Hayber'in meyve hasılatının yarısı iki hisseye taksim ediliyordu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu gelirin humusunu (beşte birini)
alıyordu."
5346 İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Ekim
arazileri, Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında, -tarlaya su alınan dere
kenarın- daki ekin, tarla sahibinin olması ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir
miktar da saman verilmesi karşılığında kiralanırdı."
5347 İmam
Malik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh bir
tarlayı kiraladı. Ölünceye kadar da bu arazi elinde kaldı. Oğlu dedi ki: "Ben,
bu araziyi uzun müddet babamın elinde kaldığı için bizim malımız sanıyordum.
Babam öleceği sırada tarlanın bize ait olmadığını söyledi ve tarlanın kirasından
ödenmesi gereken bir miktar borcun altın veya gümüş olarak ödenmesini
emretti."
5348 Kays İbnu Müslim, Ebu Cafer'den naklen diyor ki:
"Medine'de muhacir aileden hiçbiri yoktu ki, üçte veya dörtte bir pay ile
ziraatçilik yapmasın. Hz. Ali, Sa'd İbnu Malik, İbnu Mes'ud radıyallahu anhüm de
bu çeşitten muzara'a akdi yapmışlardı. el-Kasım (İbnu Muhammed) ve Urve'den de
benzer rivayet mevcuttur. Rivayette şu ziyade de var: "Ebu Bekr ailesi, Hz. Ömer
ailesi, Hz. Osman'ın ailesi, Ali ailesi ve İbnu Sirin ailesi
de."
5349 Rafi' İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor: "Yanıma
Züheyr geldi ve bana: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize faydalı olan bir
şeyi yasakladı" dedi. Ben: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam her ne
söyledi ise, mutlaka haktır!" dedim. "Muhakala'yı (tarla
kiralamasını) nasıl yaptığımızı sordu. Ben de: "Biz onu, dörtte bir
ve kuru hurma ve arpadan vasklarla ücretlendiriyoruz" dedim, bunun üzerine
(Aleyhissalatu vesselam): "Öyle yapmayın! Araziyi ya kendiniz ekin
veya ektirin veya (kimseye vermeyip) sahip olun!" buyurdular." Rafi
der ki: "Ben de: "(Başüstüne!) dinlemek ve itaat etmek (borcumuzdur!)"
dedim."
5350 Yine Rafi radıyallahu anh anlatıyor: "Biz ensardan
tarlası en çok olan kimseydik ve biz, şu tarla bize, şu tarla onlara (ekenlere)
olmak üzere kiraya verirdik. Bazan şu tarla mahsul verirdi, şu tarla vermezdi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi bundan yasakladı. Fakat gümüş (mukabili
kiralamay)a gelince onu yasaklamadı."
5351 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Bizden bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla arazileri vardı.
Onlar: "Biz aramizi üçte bire veya dörtte bire veya yarıya kiraya verelim"
dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Kimin arazisi varsa
bizzat eksin veya bir kardeşine bağışlasın; ne ücret mukabili versin ne de
kiraya versin!" buyurdular."
5352 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) bir tarlaya uğramıştı,
tarlada ekin üğrünüyordu. "Burası kime ait?" buyurdular.
Yanındakiler: "Falan kimse kiraya verdi" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Eğer burayı bağışlasaydı, kendisi için bunun üzerinden
muayyen bir ücret almasından daha hayırlı olurdu"
buyurdular."
5353 Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam muhabereyi yasakladı. Muhabere, tarlayı yarı,
üçte bir veya dörtte bir karşılığında almaktır."
5354 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Muhabereyi terketmeyen, Allah ve Resülü ile savaş ilan
etsin."
6712 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İşçiye ücretini, teri
kurumadan önce veriniz."
6713 Utbe İbnu'n-Nüder anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında idik. Ta-sin-mim suresini okudu.
Hz. Musa aleyhisselam'ın kıssasına gelince: "Hz. Musa, fercinin iffeti (Hz.
Şuayb'ın kızıyla evlenme) ve karnının doyurulması mukabilinde sekiz veya onyıl
işçi olarak çalışmayı kabullendi" buyurdu."
6714 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Yetim olarak büyüdüm, fakir olarak hicret ettim.
Karnımı doyurma ve (yolculuk) sırasında bazan binerek ayağımı dinlendirme nöbeti
karşılığında İbnetu Gazvan'a işçi oldum. Konakladıkları vakit onlara odun
topluyordum. Bindikleri zaman da develerini yürütmek için ezgi söylerdim. İslam
dinini bir nizam, Ebu Hureyre'yi de imam (idareci) kılan Allah'a
hamdolsun."
6715 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a (bir ara) maddi darlık isabet etti. Bu duruma Ali
muttali oldu. Hemen çıkıp, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ihtiyacını
görecek bir gelir temini için iş aradı. Derken bir yahudiye ait bir bahçeye
uğradı. Adama her kovası bir kuru hurmaya onyedi kova su çıkarıverdi. Yahudi de
hurmasından onun için onyedi tane acve (denilen iyi hurma) seçip verdi. Ali
radıyallahu anh bunları Resûlullah'a getirdi."
6716 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Ben bir hurma mukabilinde bir kova su çıkarırdım ve
hurmanın iyi, kuru olmasını şart koşardım."
6717 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan bir zat gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! (Bugün)
renginizi niye değişmiş görüyorum?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Açlıktan" buyurdular. Ensari hemen evine döndü. Ama evinde (ikram edecek)
birşey bulamadı. Yiyecek aramaya çıktı. Derken hurmalık sulayan bir yahudiye
rastladı: Yahudiye: "Hurmalığını ben sulayayım ne dersin?" dedi. O da: "Pekala!"
dedi. Ensari: "Her kovaya bir hurma!" dedi ve hurmanın içi kararmış, sertleşmiş
ve adileşmiş olmamasını şart koştu, iyi hurmadan alacağını söyledi. Sonra iki
sa' hurma yapacak miktarda su çıkardı ve aldığı hurmayı Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a getirdi."
6718 Tavus'un anlattığına göre: "Muaz İbnu
Cebel radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekr, Hz.Ömer
ve Hz. Osman zamanlarında araziyi, (mahsulünü) üçte bir, dörtte bir karşılığında
kiraya vermiştir. Bu kiralama işi, (o zamandan) şu günümüze kadar tatbik
edilegelmiştir."
6719 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber arazisini, hurmalıklarıyla,
tarlalarıyla mahsulün yarısı mukabilinde eski ahalisine (yahudilere müzaraa
usulüyle) verdi."
6720 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hayber'i fethedince orayı yarıya
ortağa verdi."
6721 Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanlar üç şeyde
ortaktırlar: Suda, otta, ateşte. Bunlardan alınacak bedel de
haramdır." Ebu Said dedi ki: "Sudan maksad)
akarsudur.."
6722 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey vardırki (istenince)
vermemezlik edilmez: Su, ot ve ateş."
6723 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü!" dedim, verilmemesi caiz olmayan şey
nedir?" "Su, tuz ve ateş!" buyurdular. Ben tekrar: "Ey Allah'ın
Resulü dedim. Evet suyu anladık öyledir, ama tuz ve ateş niye öyledir?" dedim.
Şu cevabı verdi: "Ey Humeyra! Kim (isteyene) ateş verirse, bu ateşin
pişirdiği her şeyi tasadduk etmiş gibi sevap kazanır! Kim de tuz verirse, o dabu
tuzuntatlandırdığı her şeyi tasadduk etmiş gibi olur. Kim su bulunan yerde bir
müslümana bir içimlik su içirirse sanki bir köle azad etmiş gibi olur, suyun
bulunmadığı yerde içirirse, onu ihya etmiş gibi olur."
6724 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Suyun fazlası esirgenmez. Kuyunun (ihtiyaçtan) artan kısmı da
esirgenmez."
6725 Salebe İbnu Ebi Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mehzur (isimli derenin) suyu (ile arazilerin
sulanması sırası) hususunda şu hükmü verdi: "(Arazisi) yukarıda olan
kimse (arazisi) aşağıda olan kimsenin üstündedir (yani önce o sular). Yukarıdaki
kimse (arazisini), su, ayak topuklarına varıncaya kadar sular, sonra suyu
kendisinden aşağıda olana salıverir."
6726 Ubade İbnu's-Samit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, hurmalıkların
akar su ile sulanmaları hususunda şöyle hükmetti: "Suyun başından itibaren önce
üsttekiler aşağıdakilerden önce sular. Su ökçeye (çıkacak kadar akmaya)
bırakılır. Sonra su bitişikteki aşağıya bırakılır. Bahçeler bitinceye veya su
tükeninceye kadar böyle yapılır."
6727 Kesir İbnu Abdillah İbni
Avf el-Müzeni'nin dedesi (Amr İbnu Avf) radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sulama gününde önce atlardan
başlanmalıdır."
6728 Abdullah İbnu Muğaffel radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim (sahipsiz bir
arazide) bir kuyu kazarsa, kendi hayvanlarına yatak olmak üzere kırk ziralık
mesafe onun olur."
6729 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir hurma bahçesinde, bir adama
ait bir, iki, üç hurma ağacı hususunda hüküm verdi. Bahçe sahibi ile bu birkaç
ağacın sahipleri, bahçedeki hakları hususunda ihtilaf etmişlerdi. Aleyhissalatu
vesselam, bu münferid ağaçlardan her biri için, dipten itibaren dalının uzandığı
yere kadar ağacın harimi sayılacağına hükmetti."
6730 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hurma ağacının harimi onun dallarının uzunluğu
kadardır."
6731 Sa'id İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir ev veya akar satıp
elde ettiği parayı aynı cins (bir mülk)'e yatırmazsa, bu kimse, aldığı bedelin
hakkında mübarek kılınmamasına müstehak olur."
6732 Huzeyfe
İbnu'l-Yeman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim bir ev satar da aldığı parayı emsaline yatırmazsa, o para,
kendisine mübarek kılınmaz."
[TOP]
MÜDEBBER
Kimlik alan
6738 İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müdebber (efendisi ölünce
azad edilecek olan) köle, sülüs (yani sahibinin terekesinin üçte birin)den olmak
üzere muteberdir."
[TOP]
MÜSABAKA
Kimlik alan
2184 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şu üç şeyde
armağan vardır: Deve yarışı veya at yarışı veya ok
yarışı."
2185 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) atı antremana tabi tutar, (sonra da) onunla
yarışa katılırdı."
2186 Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) atlar arasında yarışma yaptırdı.
Hedefte, beş yaşına basanları tafdil etti."
2187 Yine İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
antrenmanlı atı el-Hafya'dan Seniyyetu'l-Veda'ya kadar koşturdu. Antrenmanlı
olmayanı da Seniyyetü'l-Veda'dan Beni Zürayk Mescidi'ne kadar
koşturdu."
2188 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim, iki at arasına,
geçeceğinden emin olunmayan bir üçüncü at dahil ederse, bu kumar olmaz. Kim de
geçeceğinden emin olunan atı dahil ederse bu kumar olur."
2189 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Adba
adında bir devesi vardır. Bu bütün yarışları kazanırdı. Bir gün binek devesi
üzerinde bir bedevi geldi ve yarışta Adba'yı geçti. Bu durum Ashab'ın ağrına
gitti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), üzüntülerini yüzlerinden okuyunca şu
açıklamayı yaptı: "Yeryüzünde, yükselttiği herşeyi arkadan alçaltmak
Allah üzerine bir haktır."
2190 Fukaym el-Lahmi anlatıyor: "Ukbe
İbnu Amir (radıyallahu anh)'e dedim ki: "Sen yaşlanmış bir ihtiyar olduğun halde
bu iki hedef arasında gidip geliyorsun, artık bu sana meşakkat veriyor
olmalı." Bana şu cevabı verdi: "Eğer Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'dan işittiğim bir söz olmasaydı kendimi bu sıkıntıya
atmazdım. Efendimizin şöyle söylediğini işittim: "Kim atıcılık
öğrenir ve sonra brakırsa o bizden değildir - ueya: asi
olmuştur."
2191 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah tek bir
ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar: 1- Onu yapan; yeter ki bunu
hayır maksadıyla yapsın. 2- Atan. 3- Atana
ulaştıran."
2192 Bir rivayette ise şöyle buyurulmuştur: "(Allah
tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar: Yapan, yeterki hayır maksadıyla
yapsın, atan) ve oku atana veren (münebbil). Atın, binin. Sizin (ok) atmanızı,
ben binmenizde daha çok seviyorum. Her eğlence batıldır. Eğlenceleriniz içinde
sadece şu üç şey (mübahtır), övgüye değer: Kişinin atını te'dib etmesi,
hanımıyla mulatafede bulunması, yayla ok atıp, atılan okları toplaması. Bunlar
Hakk'tandır. Kim öğrendikten sonra atışı, nefretle terkederse bilsin ki, bir
nimeti terketmiştir -veya şöyle dedi-: "Bu nimete karşı nankörlük
etmiştir."
2193 Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çarşıda ok yarışı yapan Beni Eslem'den bir
grupla karşılaşmıştı. Onlara: "Ey İsmailoğulları atın, zira atalarınız atıcı
idiler. Atın, ben falan kabileyi tutuyorum" dedi. Bu söz üzerine bir
grup atıştan vazgeçti. Efendimiz: "Ne oldu, niye atmıyorsunuz?" diye
sordu. Şöyle cevap verdiler: "Nasıl atalım, siz öbür tarafı
tutuyorsunuz!" Bunun üzerine: "Atın! dedi, ben hepinizi, her iki
tarafı da tutuyorum."
2194 Ebu Vehb el-Cüşemi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size alnı sakar,
ayakları sekili kahverengi atı veya alnı sakar ayakları sekili kızıl atı veya
alnı sakar, ayakları sekili siyah atı tavsiye ederim." Ebu Vehb'e:
"Kızılın tafdil edilişinin sebebi nedir?" diye soruldu. Şu cevabı
verdi: "Çünkü, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bir seriyye
göndermişti. Zafer haberini ilk getiren kızıl atın sahibi idi." Nesai'de
şu ziyade vardır: "(Allah yolunda) at besleyin, alınlarından ve arkalarından
okşayın. Boyunlarına takı bağlayın fakat kiriş bağlamayın." "Kiriş
bağlamayın" ibaresi şunu ifade eder: Araplar cahiliye devrinde nazar değmnesine
karşı atlarına kiriş bağlarlardı. Bu hadisle Resûlullah bu işin, Allah'ın
kaderinden hiçbirşeyi geri çeviremeyeceğini onlara bildirmiş oldu. Mamafih bu
ibarenin: "Atın üzerinde, cahiliye devrindeki gibi intikam almaya kalkmayın"
manasını taşıdığı da söylenmiştir. (Zira evtar, "vitr" kelimesinin de cem'idir.
Vitr, intikam demektir."
2195 Hz. Ebu Katade (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Atların en
hayırlısı alnında küçük bir sakar, üst dudağında beyaz beneği olan siyahtır.
Bunun üç ayağı sekili, ön sağ ayağı sekisiz siyah takip eder. Eğer siyah değilse
aIacası, böyle olan kahverengi hayırlıdır."
2196 Hz. İbnu Abbas
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Atın
bereketi kızıllığındadır" buyurdu."
2197 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şikal attan
hoşlanmazdı. Bu, atın ön sağ ve arka sol ayağında veya ön sol, arka sağ ayağında
(çaprazlama) seki bulunmasıdır. Ancak şikal için şöyle diyen de olmuştur: "Atın
üç ayağının sekili, birinin sekisiz olmasıdır veya üçünün sekisiz, birinin
sekili olmasıdır, şikal sadece arka ayakta olur. Şu da söylenmiştir: "Şikal,
beyazlı alaca ihtilafının çaprazlama olmasıdır."
2198 Urve
İbnu'l-Ca'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Atın alnına hayır bağlanmıştır: "Bu hayır), sevap ve ganimettir.
Bu hal kıyamete kadar bakidir."
2199 Utbe İbnu Abdillah es-Sülemi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisssalatu vesselam) buyurdular
ki: "Atın alnındaki tüyleri kesmeyin (boynunun üstündeki) yeleleri de kesmeyin,
kuyruğundaki tüyleri de. Çünkü kuyruğu sinekleri vs. kovalar, yeleleri onu
ısıtan elbisesidir, alnı ise orada hayır bağlıdır."
2200 Hz. Cerir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı atın
alnındaki tüyleri parmaklarıyla bükerken gördüm. Büküyor ve şöyle diyordu: "Atın
alnına Kıyamet gününe kadar hayır bağlanmıştır. Bu hayır sevap ve
ganimettir."
2201 Yahya İbnu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ridası ile atının alnını okşadığı
görüldü. Bunun sebebi sorulunca şu cevabı verdi: "Ben bu gece at
mevzuunda azarlandım."
2202 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hiçbir Arabi at
yoktur ki, her seher vaktinde şu kelimelerle dua etmesine izin verilmesin: "Ya
Rabbi, Beni insanoğlundan dilediğine temlik ettin, beni onun malı kıldın.
Öyleyse beni, ona onun en sevgili malı, en sevgili ehli kıl" veya "Beni ona,
onun en sevgili malından ve ehlinden biri kıl."
2203 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) dişi
ata feres derdi."
2204 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bizim bahçemizde bir atı vardır, adı
el-Lahif idi."
2205 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir katır hediye edilmişti, ona bindi.
Ben kendisine: "Eşekleri atlara aşırtsak da bunun gibi katırlar elde
etsek olmaz mı?" dedim. Şöyle cevap verdi: "Bunu (şeriatın bu
meseledeki hükmünü) bilmeyenler yapar."
[TOP]
MÜŞTEŞAR
Kimlik alan
7077 Ebu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kendisiyle istişare edilen
kişi güvenilen bir kimse (olmalı)dır."
7078 Hz.Cabir radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz (din)
kardeşine danıştığı zaman, danışılan kimse ona (hak ve doğru gördüğü) kanaatını
söylesin."
[TOP]
NAMAZ
Kimlik alan
2669 Hz. Meymüne (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ben hayızlı halde tam hizasında dururken,
namaz kılardı. Secde ettiği vakit bazan elbisesi bana değerdi. Humra üzerinde
namaz kılardı."
2670 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
çok sıcak günlerde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte namaz
kılardık. Biriniz alnını sıcak sebebiyle yere koyamayacak olsa, giysisini serer
onun üzerine secde ederdi.
2671 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Koyun ağıllarında namaz
kılın. Zira koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında namaz kılmayın,
zira onlar şeytanlardandır."
2672 İbnu Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yedi yerde namaz kılmayı
yasakladı: "Mezbele (çöplük), meczere (hayvan kesilen yer), makbere (mezarlık),
yol geçeği, hammam, deve damı, Beytullahi'l-Haram'ın damının
üstü."
2673 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle dediler: "Allah yahudilere ve
hıristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescide
çevirdiler." Ebu Davud'un dışındaki bir rivayette Hz. Aişe'den şu ziyadeye
yer verilmiştir: "Eğer bu (endişe) olmasaydı, (Resûlullah'ın) kabri açıkta
bulundurulacaktı. Ancak mescid ittihaz edilmesinden
korkuldu."
2674 Ata İbnu Yesar (rahimehullah) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle dua buyurdular: "Allahım, kabrimi
ibadet edilen bir put kılma" (ve devamla dedi ki): "Nebilerinin kabirlerini
mescidler haline getiren bir kavme Allah'ın öfkesi
artmıştır."
2675 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), beni mezarlıkta namaz kılmaktan menetti. Beni Babil
toprağında da namaz kılmaktan menetti (ve şöyle dedi:) "Zira orası
mel'undur." Hattabi der ki: "Bu hadisin senedinde zayıflık olduğu
söylenmiştir. Ben alimlerden kimseyi bilmem ki Babil toprağında namaz kılmayı
yasaklamış olsun. Hadis(in Resûlullah'a nisbeti) sahih ise, bu yasak sadece, Hz.
Ali'nin şahsıyla ilgilidir; böylece, onu Küfe'de maruz kaldığı mihnete
(sıkıntılı hadislere) karşı uyarmak istemiştir. (Malum olduğu üzere) Küfe, Babil
diyarındadır."
2676 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resüllullah (aleyhissalatu vesselam) bineğinin üzerinde iken yönü hangi
istikamette olursa olsun tesbih ediyor, (nafile namaz kılıyor, rükü ve secde
içinde) başıyla imada bulunuyordu. İbnu Ömer de böyle
yapıyordu."
2677 Ebu Davud bir diğer rivayette şu ziyadeyi
kaydeder: "Aleyhissalatu vesselam nafile namaz kılmak isteyince, devesini
kıbleye çevirir, sonra iftitah tekbiri getir(erek) namaza başlar, sonra bineği
nereye yöneltirse yöneltsin, namazını kılardı."
2678 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Küre-i arz bana bir mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden her kim bir
namaz vaktine ulaştımı nerede olursa namazını
kılstn."
2679 İbrahim İbnu Yezid et-Teymi (rahimehullah)
anlatıyor: "Babamdan mescidin avlusunun kenarında Kur'an öğreniyordum. Bu sırada
secde ayeti okumuşsam babam hemen secdeye kapanıyordu. Kendisine:
"Babacığım yolda niye secde ediyorsun?" diye sordum... Dedi ki: "Ben Ebu Zerr
(radıyallahu anh)'in şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin hangisi olduğunu sordum:
"Mescid-i Haram" olduğunu söyledi. Ben: "Sonra hangisi?" dedim, "Mescid-i Aksa!"
diye cevap verdi. Ben: "İkisi arasında kaç yıl fark var?" dedim. "Kırk yıl!"
dedi ve ilave etti: "Arz sana (baştan ayağa) bir mesciddir, öyleyse nerede namaz
vaktine ulaşırsan namazını (orada) kıl, çünkü fazilet ondadır (namaz vaktinin
girdiği ilk andadır)"
2680 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular:
"Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere
çevirmeyin!"
2681 Müslim'in Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den
kaydettiği bir rivayette Aleyhissalatu vesselam şöyle emretmiştir: "Sizden
kim namazını mescidde kılarsa namazından bir pay da evi için ayırsın. Zira
Allah, evinde kılacağı namaz için dahi bir hayır takdir
etmiştir.
2682 Mu'az İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bağ ve bahçelerde namaz kılmayı da müstehab
(sevimli ve hoş) addederdi."
2683 Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Biz, namaz kılarken konuşurduk. Öyle ki herkes kendi
yanındakine birşeyler söyleyebilirdi. Derken şu ayet nazil oldu: "Allah'ın
divanına tam huşü ve taatle durun" (Bakara 238). Böylece süküt etmekle
emrolunduk ve konuşmaktan menedildik."
2684 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam
verirdik, O da bize mukabele ederdi. Necaşi'nin yanından döndüğümüz zaman O'na
yine (namazda) selam vermiştik, bize mukabeleten selam vermedi. "Ey
Alah'ın Resülü, dedik, biz sana vaktiyle namazda selam verirdik, sen de
selamımızı alırdın (şimdi niye almıyorsun)?" dedik. Bizi şöyle cevapladı:
"Namazda meşguliyet var!"
2685 Mu'aviyeİbnu'l-Hakem es-Sülemi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissaltu vesselam) ile
birlikte namaz kılıyordum. Derken cemaatten bir Şahıs hapşırdı. Ben: "
Yerhamükallah '' dedim. Cemaattekiler bana bed bed baktılar. Bunu üzerine
(kızıp) : " Vay başıma gelen, niye bana böyle bakıyorsunuz? '' dedim. Bu
sefer ellerini dizlerine vurarak beni susturmak istediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) namazı bitirince (bana iyi davrandı), annem babam O'na
feda olsun, ben O 'ndan, ne önce ne de sonra, ondan daha iyi öğreten bir muallim
görmedim. Allah'a yemin olsun O beni ne azarladı ne dövdü, ne de betimi yıktı;
sadece: "Namazda insan kelamından (dünyevi) bir söz münasib degildir, ona
uygun olan söz, tesbih, tekbir ve Kur'an kiraatıdır!" dedi. Ben: "Ey Allah
'ın Resulû, dedim, ben cahiliyeden daha yeni çıkmış birisiyim. Allah bize
İslam'ı lütfetti ama bizde öyleleri var ki, hala kahinlere geliyorlar, (bu
hususta ne tavsiye edersiniz?) '' dedim. " Sen onlara gitme!'' buyurdu.
Ben tekrar: "Bizde (kuşun uçuşuna vs 'ye bakarak) uğursuzluk çıkaranlar da
var?'' dedim. Cevaben : "Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut olan bir
(kuruntu)dur. Sakın onları (gayelerine gitmekten) alıkoymasın!'' dedi.
Ben: "Bizde, kuma hatlar cizerek fala bakanlar da var? '' dedim. Şu
açıklamayı yaptı: "Peygamberlerden biri de (kuma) çizgi çizerdi. Kim
çizgisini onun çizgisine uygun düşürürse isabet eder!'' buyurdu. Ben:
"Benim bir cariyem vardı, Uhud ve Cevaniyye taraflarında koyun otlatırdı. Bir
gün öğrendim ki bir kurt peyda olmuş ve sürüden bir koyun götürmüş. Ben bir
insanoğluyum, herkes gibi ben de öfkelenirim. (Bu hadise yüzünden kızıp)
cariyeye bir tokat askettim. (Ravi der ki: Bu sözümü işitince) Resûlullah
tokadımı fazla buldu, (yakıştıramadı). "O halde onu azad etmiyeyim mi?"
dedim. "Bana bir getir hele!'' dedi. Ben de cariyeyi ona getirdim. Ona
: "Allah nerde?" diye sordu. Cariye: "Semada!" diy cevap verdi. Bu
sefer: "Ben kimim?" diye sordu. O da: "Sen Resûlullah'sın!'' diye
cevap verdi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam: "Onu azad et, çünkü
mü'mine'dir" buyurdu."
2686 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaza kalktı. Şunu
okuduğunu işttik: "Senden Allah'a sığınırım. '' Sonra da üç kere: ''Seni
Allah'ın lanetiyle lanetliyorum'' dedi ve sanki bir şey yakalıyormuşcasına elini
uzattı. Namazı bitirince: "Ey Allah 'ın Resûlü! dedik, senden bugün daha
önce hiç söylemediğin bir şey işittik. Ayrıca ellerini de açtığını gördük? şu
cevabı verdi: "Allah'ın düşmanı olan iblis, yüzüme koymak için ateşten bir
alev getirdi. Ben de ona, üç kere : " Eûzu billahi '' dedim. Sonra da: " Seni
Allah'ın eksiksiz lanetiyle lanetliyorum'' dedim, geri çekilmedi, üç kere
tekrarladım. Sonunda onu yakalamak istedim. Vallahi kardeşim Süleyman'ın duası
olmasa idi, bağlı olarak sabaha erecek ve Medine'nin çocukları onunla
oynayacaklardı.''
2687 Mu'aykib (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) 'a, musalli 'nin secde edeceği yerdeki
toprağın düzlenmesinden sual edildi... "
2688 Tirmiz i'nin bir
rivayetinde hadis şöyledir : "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a namazda
çakıllara dokunup (düzlemekten) sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Mutlaka
yapmak zorunda isen bari bir kere yap!"
2689 Ebu 'Zerr
(radıyallahu anh) 'den Dört İmam'ìn kaydettiği bir rivayette şöyle‚
buyrulmuştur: "Sizden kim namaza durursa, sakın çakıllara değmesin. Zira rahmet,
ona karşıdan gelir."
2690 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah, kula
namazda sağa sola iltifat etmedikçe rahmetiyle yaklaşmaya devam eder. İltifat
etti mi ondan yüz çevirir. "
2691 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah'a namazda sağa sola bakmak (iltifat) hususundan sordum.
Şu cevabı verdi: ''Bu bir kapıp kaçırmadır. Şeytan kulun namazından kapar
kaçırır.''
2692 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "İnsanlara ne oluyor da namaz kılarken gözlerini
semaya kaldırıyorlar? '' dedi ve bu hususta sert sözler söyledi. Sonra
konuşmasını şöyle tamamladı: "Ya bundan vazgeçerler ya da gözleri
çıkarılır."
2693 Yine Hz. Enes anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu. vesselam) bana şöyle nasihat etti: "Ey oğulcuğum, namazda sağa
sola bakmaktan sakın. Zira o helak olmaktır. Eğer mutlaka yapacaksan bari
nafilelerde olsun, farzlarda değil.''
2183 İbnu Ömer ve Ka'b İbnu
Malik (radiyallahu anhum) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir
seferden dönünce önce mescide uğrardı. Orada iki rekat namaz kılar, ondan sonra
evine dönerdi." Nafi: "İbnu Ömer de Öyle yapardı"
demiştir."
2293 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: "Sizden
birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere
yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?" "Bu hal, dediler,
onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!" Aleyhissalatu vesselam: "İşte bu,
beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler"
buyurdu."
2294 Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"İki erkek kardeş vardı. Bunlardan biri öbür kardeşinden kırk gün kadar önce
vefat etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)ın yanında bunlardan birincinin
faziletleri zikredildi. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatu vesselam):
"Diğeri müslüman değil miydi?" diye sordu. "Evet, müslümandı ve fena da
değildi!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Öldükten sonra, namazının ona
ne kazandırdığını biliyor musunuz? Namazın misali, sizden birinin kapısının
önünde akan ve her gün içine beş kere girip yıkandığı suyu bol ve tatlı bir
nehir gibidir. Bu (nehrin) onun üzerinde kir bıraktığını göremezsiniz. Öyleyse,
siz ona namazının neler ulaştırdığını bilemezsiniz."
2295 Ebu
Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile
beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resülü,
ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!" dedi, Resûlullah adama cevap vermedi.
Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalatu vesselam yine sükut buyurdu. Derken
(namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben de adamı takip ettim. Ona ne cevap
vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama: "Evinden çıkınca abdest
almış, abdestini de güzel yapmış mıydın?" buyurdu. O: "Evet ey Allah'ın
Resülü!" dedi. Efendimiz: "Sonra da bizimle namaz kıldın mı?" diye sordu.
Adam: "Evet ey Allah'ın Resülü!" deyince, Efendimiz: "Öyleyse Allah
Teala hazretleri haddini -veya günahını demişti- affetti"
buyurdu."
2296 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında idim. Bir adam huzuruna
gelerek: "Ey Allah'ın Resülü, dedi, ben bir hadd (suçu) işledim, cezasını
tatbik et!" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama (birşey) sormadı.
Derken namaz vakti girdi. Resûlullah'la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalatu
vesselam namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve: "Ey Allah'ın Resülü!
dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah'ın Kitabını tatbik
et!" Efendimiz: "Sen bizimle birlikte namazını eda etmedin mi?" diye
sordu. Adam: "Evet!" dedi. Efendimiz: "Öyleyse git. Zira Allah,
senin günahını affetti" veya -hadd'ini affetti" dedi."
2297 Asım
İbnu Süfyan es-Sakafi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, bunlar Selasil
gazvesine gitmişler. Fakat fiilen gazveye iştirak edememişlerdi. Bunun üzerine
kendilerini Allah yoluna verdiler. Sonra Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'nin
yanına döndüler. Hz. Muaviye'nin yanında Ebu Eyyüb el-Ensari ve Ukbe İbnu Amir
vardı. Asım: "Ey Ebu Eyyüb! dedi. Bu sene gazveyi kaçırdık. Bize, (bunun
telafisi için bir çare) haber verildi. Buna göre, kim dört mescitte namaz
kılarsa, günahları affedilirmiş." Ebu Eyyüb: "Ey kardeşimin oğlu!
dedi. Ben sana bundan daha kolayını haber vereyim. Ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın şu sözünü işittim: "kim emredildiği şekilde (mükemmel olarak)
abdestini alır, emredildiği şekilde namazını kılarsa, önceden yapmış olduğu
(kusurlu) ameli sebebiyle affolunur. " Ey Ukbe! (Resûlullah'ın tebşiri) böyleydi
değil mi?" Ukbe: "Evet!" dedi."
2298 Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
söylediğini işittim: "Rabbin, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkıp
namaz için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve AIIah Teala
hazretleri şöyle der: "Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor,
yani benden korkuyor. Kasem olsun, kulumu affettim ve onu cennetime dahil
ettim."
2299 İmam Malik (radıyallahu anh)'e ulaştığına göre,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "İstikamet üzere olun.
(Bunun sevabını) siz sayamazsınız. Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır.
(Zahiri ue batini temizliği koruyarak) abdestli olmaya ancak mü'min riayet
eder."
2300 Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı herhangi bir şey üzecek olursa namaz
kılardı."
2301 Abdullah İbnu Selman, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın ashabından birisinden naklediyor: "Hayberin fethedildiğii gün bir
adam Hz. Peygamber'e gelerek: "Ey Allah'ın Resülü, bugün ben öyle bir kar
ettim ki böyle bir karı şu vadi ahalisinden hiçbiri yapmamıştır" dedi.
Efendimiz: "Bak hele! Neler de kazandın?" diye sordu. Adam: "Ben
alıp satmaya ara vermeden devam ettim. Öyle ki üçyüz okiyye kar ettim dedi.
Aleyhissalatu vesselam efendimiz: "Sana karların en hayırlısını haber
vereyim mi?" diye sordu. Adam: "O nedir, ey Allah'ın Resülü?" dedi.
Efendimiz açıkladı: "(Farz) namazdan sonra, kılacağın iki
rekattir."
2302 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bana kadın
ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru namazda
kılındı."
2303 Rebi'a İbnu Ka'b el-Eslemi anlatıyor: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraber gecelemiştim, kendisine abdest
suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana: "Dile benden (ne
dilersen)!" buyurdu. Ben: "Senden cennette seninle beraberlik diliyorum!"
dedim. Bana: "Veya bundan başka birşey?" dedi. Ben: "Hayır, sadece
bunu istiyorum!" dedim. "Öyleyse kendin için çok secde ederek bana
yardımcı ol!" buyurdu."
2304 Ma'dan İbnu Ebi Talha el-Ya'meri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın azadlısı
Sevban (radıyallahu anh)'a rastladım. Kendisine: "Bana bir amel söyle de
onu yapayım. Allah da onun sayesinde beni cennetine koysun" dedim. -Veya şöyle
demişti: "Dedim ki: "..Allah nezdinde en hayırlı ameli bana bildir."- Sevban
sükut etti. Sonra ben tekrar aynı şeyi sordum. O yine sükut etti. Ben üçüncü
sefer sordum. Sonunda dedi ki: "Aynı şeyleri ben de Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)a sormuştum. Bana şu cevabı vermişti: Çokça secde
yapman gerekir. Zira sen secde ettikçe, her secden sebebiyle Allah dereceni
artırır, onun sebebiyle günahını döker." Ma'dan der ki: "Sonra Ebu'd-Derda'ya
geldim. Aynı şeyi ona da sordum. O da Sevban'ın bana söylediğinin aynısını
söyledi."
2305 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Allah, kullarına kaç vakit namazı farz
kıldı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "AIIah, kullarIna beş vakit
namazı farz kıldı" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: "Bunlardan önce
veya sonra başka bir şey var mı?" "AIIah kullarına beş vakti -farz kıldı.
" Bu cevap üzerine adam, bunlar üzerine hiçbir ilavede bulunmayacağına, onlardan
herhangi bir eksiltme de yapmayacağına dair yemin etti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bu adam sözünde durursa mutlaka cennete
girecektir!" buyurdu." Bu rivayeti, Müslim ve Tirmizi, Kitabu'I-İman'da
mezkur, uzun bir hadis zımnında tahric ederler.
2306 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Mi'rac'a
çıktığı gece elli vakit namaz farz kılındı. Sonra bu azaltılarak beşe indirildi.
Sonra da şöyle hitap edildi: "Ey Muhammed! Artık, nezdimde (hüküm
kesinleşmiştir), bu söz değiştirilmez. Bu beş vakit, (Rabbinin bir lüftu olarak
on misliyle kabul edilerek) senin için elli vakit
sayılacaktır."
2307 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Allah, namazı peygamberinizin diliyle hazerde dört, seferde iki, korku halinde
de dört rek'at olarak farz kılmıştır."
2308 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rek'at olarak
farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz
edildiği şekilde sabit tutuldu."
2309 Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Kurban bayramında kılınan namaz iki rek'attir, Fıtır (Ramazan)
bayramında kılınan namaz iki rek'attir, sefer namazı iki rek'attir, cum'a namazı
da iki rek'attir. Bunlar Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın lisanı üzere,
tamamdır, kısaltma yoktur."
2310 Abdullah İbnu Fudale, babası
(Fudale'den) naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana
öğrettikleri arasında: "Beş vakit namaza devam edin!" emri de vardı. Ben: "Bu
beş vakit, benim meşguliyetlerimin bulunduğu anlardır. Bana (bunların yerine
geçecek) cami (kapsamlı) bir şey emret, öyle ki onu yaptım mı, benden beş vakit
namaz borcunun yerine geçsin!" dedim. Bunun üzerine: "Öyleyse Asreyn'e devam
et!" buyurdu. Bu kelime bizim dilimizde yoktu. Bu sebeple: "Asreyn nedir?" diye
sordum. "Güneş doğmazdan önceki namazla güneş batmazdan önceki namaz"
buyurdu."
2311 Sebretü' bnu Ma'bed (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Yedi yaşına geldi mi çocuğa
namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün." Tirmizi'nin
rivayetinde "Çocuğa namazı yedi yaşında öğretin, kılmadığı takdirde on yaşında
dövün" şeklindedir.
2312 Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Çocuklarınıza,
onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namaz(daki ihmalleri)
sebebiyle onları dövün, yataklarını da ayırın."
2313 Onun bir
diğer rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah'a bundan (namazın çocuğa ne zaman
emredileceğinden) sorulmuştu: "Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi
ona namazı emredin" buyurdu."
2314 İbnu Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Uhud savaşı sırasında
teftiş etti. O zaman ondört yaşında idim, savaşa katılmama izin vermedi. Hendek
savaşı sırasında da beni gördü, o zaman ben onbeş yaşında idim, bu sefer bana
(cihad) izni verdi." Nafi' der ki: "Ben Ömer İbnu Abdilaziz'e uğradım, o
zaman halife idi. Kendisine bu vak'ayı anlattım. Bana: "Bu (onbeş yaş)
çocukla büyüğü ayıran hududdur" buyurdu. Valilerine yazarak, onbeş yaşına
basanları mükellef addetmelerini, daha küçükleri aile efradından saymalarını
emretti."
2315 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir namaz unutacak olursa
hatırlayınca derhal kılsın. Unutulan namazın bundan başka kefareti
yoktur."
2316 Buhari ve Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle
denmiştir: "Sizden biriniz namaz sırasında yatmış idiyse veya namaza karşı
gaflet etmiş (ve unutmuş) ise, hatırlar hatırlamaz onu kılsın. Zira Allah Teala
Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Beni anmak için namaz kıl!" (Ta-ha
14).
2317 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah'la
beraber bir gece boyu yürüdük. Cemaatten bazıları: "Ey Allah'ın Resülü!
Bize mola verseniz!" diye talepte bulundular. Efendimiz: "Namaz vaktine
uyuya kalmanızdan korkuyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Bilal: "Ben sizi
uyandırırım!" dedi. Böylece Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mola verdi ve
herkes yattı. Nöbette kalan Bilal de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri
kapanıverdi, o da uyuyakaldı. Güneşin doğmasıyla Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) uyandı ve: "Ey BiIaI! Sözün ne oldu?" diye seslendi ve Hz.
Bilal: "Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi" diyerek cevap verdi. Aleyhissalatu
vesselam: "AIIah Teala Hazretleri, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder,
dilediği zaman geri gönderir. Ey BiIaI! Halka namaz için ezan oku" buyurdu.
Sonra abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca kalktı, kafileye cemaatle namaz
kıldırdı."
2318 Bu hadis Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Güneşin harareti onları uyandırınca kalktılar, bir müddet yürüdüler,
sonra tekrar konaklayıp abdest aldılar. Hz. Bilal (radıyallahu anh) ezan okudu.
Sabahın iki rekatlik (sünnet) namazını kıldılar, sonra da sabah namazını
(kazaen) kıldılar. Namazdan sonra hayvanlara binip yola koyuldular. Giderken
birbirlerine: "Namazımızda ihmalkarlık ettik" diye yakınıyorlardı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Uyurken (vaki olan namaz kaçması) ihmal
sayılmaz, ihmal uyanıklıktadır. Sizden biri, herhangi bir namazda gaflete düşer
kaçırırsa, hatırlayınca onu hemen kılsın. Ertesi sabahın namazı da mütad
vaktinde kılınır" buyurdu."
2319 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Namaz(ın kaçmış olmasın)dan korkarak kalktık,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ağır olun, ağır olun, bunda bir
taksiriniz yok!" buyurdu. Güneş yükselince de: "Sizden kim sabahın iki
rekat sünnetini (mütad olarak) kılıyor idiyse yine kılsın" dedi. Bu emir üzerine
kılan da, kılmayan da kalkıp sünnetini kıldı. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) namaz için kamet emretti. Kamet getirildi. Efendimiz kalktı ve bize
namaz kıldırdı. Namaz bitince: "Haberiniz olsun, AIIah'a hamdediyoruz ki,
bizi namazımızdan, dünyevi işlerimizden herhangi biri alıkoymuş değildir. Ancak
ruhlarımız AIlahu Teala'nın kabza-i tasarrufundadır, dilediği zaman onu salar.
Sizden kim sabah namazına, sabahleyin mütad vaktinde kavuşursa, sabah namazıyla
birlikte bir mislini de kaza etsin!" dedi."
2320 Ebu Davud,
Tirmizi ve Nesai'nin bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Şunu bilin ki,
uykuda ihmal sözkonusu değildir. İhmal lyani taksir), diğer bir namazın vakti
girinceye kadar namazını kılmayan için
mevzubahistir."
2321 Müslim'in Ebu Hüreyre'den kaydettiği bir
diğer rivayette şöyle gelmiştir: "...Güneş doğuncaya kadar uyanmadı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Herkes bineğinin başından tutsun (ve burayı
terketsin). Zira burası bize şeytanın musallat olduğu bir yerdir!" dedi. Biz de
emri yerine getirdik."
2322 Ebu Davud'un Ebu Hüreyre'den
kaydettiği bir rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Size gaflet gelen bu yeri değiştirin!"
buyurdu.
2323 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) gecenin evvelinde yürüdü, sonuna doğru uyku molası
verdi. Ancak güneş doğuncaya -veya bir kısmı ufuktan çıkıncaya- kadar uyanamadı.
(Uyanınca) namazı hemen kılmadı. Güneş yükselince namazı kıldı. İşte bu orta
namazdır (Salatu'l-Vusta)."
2324 İmam Malik, Zeyd İbnu Eslem'den
naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Muhakkak ki,
Allah, ruhlarımızı kabzetmektedir. Dilerse onu, bize bundan başka bir vakitte
iade eder." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle söyledikten sonra
Hz. Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh)'a yönelerek: "Şeytan (bu gece)
namaz kılmakta iken Bilal'e geldi ve onu yatırdı. Uyuması için bir çocuk nasıl
sallanarak avutulursa öylece onu da sallayarak uyuttu" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) sonra Bilal'i çağırdı. Gelince Bilal, Resûlullah'a onun
Hz. Ebu Bekr'e anlattığının tıpkısını haber verdi. Hz. Ebu Bekr bu işittikleri
karşısında: "Şehadet ederim ki, sen Allah'ın Resülüsün!" demekten kendini
alamadı."
2325 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer,
Hendek savaşı sırasında bir keresinde güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş
kafirlerine küfretmeye başladı ve bu meyanda: "Ey Allah'ın Resülü dedi, güneş
batmak üzereyken ikindi namazını (güç bela) kılabildim." Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Vallahi ikindiyi ben kılamadım!" dedi.
Beraberce kalkıp Butha'ya gittik. Orada Efendimiz abdest aldı, biz de abdest
aldık. Güneş battıktan sonra ikindiyi kıldı, sonra da akşamı
kıldı."
2326 İbnu Mes'üd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müşrikler
Hendek günü Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı fazlaca meşgul ederek dört
vakit namazı kazaya bıraktırdılar, geceden Allah'ın dilediği bir müddet
geçinceye kadar onları kılamadı. Sonra Bilal (radıyallahu anh)'e emretti, o da
ezan okudu. Sonra kamet getirdi. Resûlullah öğleyi (kazaen) kıldı. (Bilal
tekrar) ikamet getirdi, Resûlullah ikindiyi kıldı. Sonra (Bilal tekrar) ikamet
getirdi. Resûlullah akşamı kıldı. Sonra (Bilal yatsı için) kamet getirdi ve
Resûlullah yatsıyı kıldı."
2327 Nafi' anlatıyor: "Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma)'e baygınlık gelmiş ve aklı gitmişti. (Bu esnada
kılamadığı) namazı kaza etmedi." İmam Malik der ki: "Doğruyu Allah bilir
ya, bana göre bu şundan ileri gelir: "Vakit çıkmıştır. Ama vakit içinde ayılan,
o vaktin namazını kılar.."
2328 Yine Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) dedi ki: "Kim bir namazı unutur ve bunu imamın arkasında
namaz kılarken hatırlarsa, imam selamı verince unutmuş olduğu namazı hemen
kılsın, sonra da öbür namazı (kıldığını yeniden) kılsın."
2329 Hz.
Cabir (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'in şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki
vardır." Tirmizinin metni şöyledir: "Küfürle iman arasında namazın terki
vardır."
2330 Tirmizi ve Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde:
"Kulla küfür arasında namazın terki vardır."
2331 Hz. Büreyde
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Benimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid (antlaşma) namazdır. Kim onu
terkederse küfre düşer."
2332 Abdullah İbnu Şakik merhum
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashab'ı ameller içerisinde
sadece namazın terkinde küfür görürledi."
2333 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "İkindi namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden durumu),
malını ve ehlini kaybeden kimsenin durumu
gibidir."
2334 Ebü'l-Melih (rahimehümullah) anlatıyor: "Biz
bulutlu bir günde Büreyde (radıyallahu anh) ile bir gazvede beraberdik. Dedi ki:
"İkindi namazını erken kılın, zira Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kim
ikindi namazını terkederse ameli boşa gider" buyurdu."
2335 Hz.
Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir
zat gelerek namaz vakitlerini sordu. Efendimiz ona hiçbir cevap vermedi."
(Sabah vaktinde) şafak sökünce, henüz kimse kimseyi tanıyamayacak kadar ortalık
karanlık iken Bilal'e emretti, sabah ezanını okudu. Sonra, güneş tam tepe
noktasından batıya dönme (zeval) anında yine Bilal'e emretti, öğle ezanını
okudu. Bu vakit için, -öbürlerinden daha iyi bilen- birisi: "Bu, gün ortası
(nısfu'n-Nehar)" demişti. Sonra, güneş henüz yüksekte olduğu zaman emretti,
Bilal akşam narnazı için ezan okudu. Sonra ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca
yatsı için emretti, Bila! yatsı ezanını okudu. Sonra ertesi gün, sabah namazını
tehir etti. O kadar geciktirdi ki, kişinin, "sabah vakti çıktı veya çıkmak
üzere" demesi anında namazı tamamladı. Sonra öğleyi tehir etti, öyle ki, öğle
namazını dün ikindiyi kıldığımız ana yakın bir vakitte kıldı. Sonra ikindiyi
tehir etti. Bir kimsenin, "Güneş (ikindi) kızıllığına büründü" diyebileceği bir
vakitte namazdan çıktı. Sonra akşamı, nerdeyse ufuktan aydınlığın (şafak)
kaybolduğu ana kadar tehir etti."
2336 Bir rivayette de şöyle
gelmiştir: Akşamı, ikinci günde, ufuktaki aydınlığın kaybolmasından önce kıldı.
Sonra yatsıyı, gecenin ilk üçte birine kadar tehir etti. Sonra sabah oldu ve
soru sahibini çağırdı: "İşte namazın vakti bu iki hudud arasındadır"
buyurdu.
2337 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Sabah
namazını kişi arkadaşının yüzünü tanıyamayacak -veya kişi yanındakini
tanımayacak- kadar (ortalığın karanlık olduğu) bir anda kıldı. Sonra ikindiyi
öylesine tehir etti ki, namazdan çıktığı zaman güneş sararmıştı..."
Rivayetin sonunda Ebu Davud der ki: Bu hadisi rivayet edenlerden bazısı şöyle
dedi: "sonra yatsıyı gece yarısına kadar tehir ederek
kıldı."
2338 Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a namazların vaktinden sormuştu. Ona:
"Şu (önümüzdeki) iki günde namazları bizimle kıl!"buyurdu. (O gün) güneş tam
tepe noktasından (batıyor) kayınca ezan için Bilal'e emretti. O da öğle ezanını
okudu. Sonra öğle için kamet okumasını emretti. Sonra güneş yüksekte, beyaz
parlak iken emretti ve ikindi için kamet okudu. Sonra güneş batınca emretti,
akşam için kamet okudu. Sonra ufuktaki aydınlık kaybolunca emretti, yatsı için
kamet okudu. Sonra şafak sökünce emretti sabah için kamet okudu. İkinci
gün olunca, Bilal'e ortalığın serinlemesini beklemeyi emretti. O da öğleyi,
ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. İkindiyi, güneş yüksekten, dünkü
vakitten biraz sonra kıldı. Akşamı ufuktaki beyazlık kaybolmazdan az önce kıldı.
Yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabahı ortalık iyice ağarınca
kıldı. Sonra: "Namaz vakitlerinden soran kimse nerede?" diye sordu. Soru
sahibi: "Benim ey Allah'ın Resülü!" dedi. "Namazlarınızın vakti
dedi, gördüğünüz (iki vakit) arasındadır."
2339 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı.
Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi
her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu
açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı.
Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer
öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı.
Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra
akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı.
Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana
yönelip: "Ey Muhammedl Bunlar senden önceki peygamberlerin
(aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan
zamandır!" dedi. "
2340 Nesai'nin Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den
yaptığı bir rivayette şöyle denmiştir: "Sonra O'na (Cibril), Fecr uzayıp sabah
olunca daha yıldızlar parlak ve cıvıl cıvıl iken geldi. Dünkü yaptığını aynen
yaptı, sabah namazını kıldı. Sonra da: "Namaz vakti, işte gördüğünüz bu iki
namaz arasıdır" dedi."
2341 Bir diğer rivayette şöyle denmiştir:
"...Öğleyi, güneş (tepeden batıya) meyledince kıldı. (Bu sırada) gölge ayakkabı
bağı kadardı. Sonra ikindiyi, gölge ayakkabı bağının misli ve adam boyu olunca
kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık
kaybolunca kıldı. Sonra, sabahı, şafak sökünce kıldı. Sonra ertesi günün
öğlesini, gölge, adam boyu olunca kıldı. Sonra ikindiyi, kişinin gölgesi
iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı,
gecenin üçte birine veya yarısına doğru kıldı. Sonra sabahı kıldı ve ortalık
ağardı."
2342 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bilesiniz, namazın bir ilk
vakti bir de son vakti vardır. Öğle vaktinin evveli güneşin tepe noktasından
batıya meyil (zeval anıdır. Son vakti de ikindinin girdiği andır. İkindi
vaktinin evveli, vaktinin girdiği andır. Vaktin sonu da güneşin sarardığı andır.
Akşam vaktinin evveli, güneşin battığı andır. Vaktin sonu da ufuktaki aydınlığın
(şafak) kaybolduğu andır. Yatsı vaktinin evveli, ufuğun kaybolduğu andır. Vaktin
sonu da gecenin yarısıdır. Sabah vaktinin evveli fecrin (aydınlığı) doğmasıdır.
Vaktin sonu da güneşin doğmasıdır."
2343 Muvatta'da Abdullah İbnu
Rafi' Mevla Ümmü Seleme'den kaydedilen bir rivayette şöyle denmiştir: "Abdullah
İbnu Rafi', Ebu Hüreyre'ye namazların vaktini sormuştu. Ebu Hüreyre kendisine şu
açıklamayı yaptı: "Ben sana haber vereyim: Gölgen kendi mislin kadarken öğleyi
kıl. İkindiyi gölgen iki mislin olunca kıl. Akşamı güneş batınca kıl. Yatsıyı
seninle arana gecenin üçte biri girince kıl. Sabahı da alaca karanılıkta
kıl."
2344 İmam Malik'in anlattığına göre, Hz. Ömer valilerine
şöyle yazdı: "Nazarımda işlerinizin en ehemmiyetlisi namazdır. Kim onu (farz,
vacib, sünnet ve vaktine riayetle) korur ve (tam zamanında kılmaya) devam ederse
dinini korumuş olur. Kim de onu(n zamanını tehir suretiyle) zayi ederse, onun
dışındakileri daha çok zayi eder." Hz. Ömer yazısına şöyle devam etti:
"Öğleyi gölge bir ziralıktan birinizin gölgesi misli oluncaya kadar kılınız.
İkindiyi, güneş yüksekte, beyaz, parlak iken, hayvan binicisinin, güneş
batmazdan önce iki veya üç fersahlık yol alacağı müddet içerisinde; akşamı güneş
batınca; yatsıyı ufuktaki aydınlık battımı gecenin üçte birine kadar kılınız.
-Kim (yatsıyı kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin, kim (yatsıyı kılmadan)
uyursa gözüne uyku düşmesin, kim (yatsıyı kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin-
Sabahı da yıldızlar parlak ve cıvıldarken
kılınız."
2345 Muvatta'nın diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh), Ebu Müsa el-Eş'ari hazretlerine yazdığı bir
mektupta aynı şeyi hatırlattı ve (ilaveten) şunu yazdı: "Onda -yani sabah
namazında- mufassal sürelerden iki uzun süre oku."
2346 Yine
benzer bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: Hz. Ömer, Ebu Müsa (radıyallahu
anhüma)'ya şöyle yazdı: ". . .Yatsıyı seninle (akşam namazıyla) arana gecenin
üçte biri girince kıl. Geciktirirsen gecenin yarısına kadar olsun. Sakın
gafillerden olma."
2347 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Öğlenin
(başlama) vakti, güneşin (tepe noktasından batıya) meylettiği zamandır. Kişinin
gölgesi kendi uzunluğunda olduğu müddetçe öğle vakti devam eder, yani ikindi
vakti girmedikçe. İkindi vakti ise güneş sararmadıkça devam eder. Akşam vakti
ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolmadığı müddetçe devam eder. Yatsı namazının
vakti orta uzunluktaki gecenin yarısına kadardır. Sabah namazının vakti ise
fecrin doğmasından (yani şafağın sökmesinden) başlar, güneş doğuncaya kadar
devam eder. Güneş doğdu mu namazdan vazgeç. Çünkü o, şeytanın iki boynuzu
arasından doğar."
2348 Ebü'l-Minhal Seyyar İbnu Selame
(rahimehullah) anlatıyor: "Ben ve babam birlikte Ebu Berze el-Eslemi
(radıyallahu anh)'nin yanına girdik. Babam ona: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) farz namazları nasıl kılardı?" diye sordu. Şu cevabı verdi:
"Efendimiz sizin "el-Evvel" dediğiniz öğle namazını güneş (tepe noktasından)
batıya kayınca kılardı. Birimiz ikindiyi kılınca, Medine'nin en uzak yerindeki
evine dönerdi de güneş hala canlılığını korurdu. Akşam namazı hakkında ne
söylediğini unuttum. Sizin atame dediğiniz yatsıyı geciktirmeyi iyi bulurdu
(müstehap addederdi). Yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh
addederdi. Kişi (yanında beraber oturduğu) arkadaşını tanıyınca sabah
namazından ayrılırdı. Namazda altmış-yüz ayet miktarınca Kur'an
okurdu."
2349 Muhammed ibnu Amr İbni'l-Hasen İbni Ali İbnu Ebi
Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Haccac, Medine'ye geldiğinde namazı mütad
vaktinden tehir ediyordu. Bunun üzerine Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)'a
(namazların vakti hakkında) sorduk. Bize şu açıklamayı yaptı: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) öğleyi hararetin şiddetli olduğu zamanda (hacire
vaktinde) kılardı. İkindiyi de güneş parlakken kılardı. Akşamı, güneş batınca;
yatsıyı bazan geciktirir, bazen de öne alırdı. Halkın toplandığını görünce
tacil eder, onları ağır görünce de tehir ederdi. Sabahı da alaca karanlıkta
kılardı.
2350 Nesai'nin Enes (radıyallahu anh)'ten yaptığı
rivayette şöyle denmiştir: "Sabahı, göz(ün görme ufku) genişleyinceye kadar
kılardı."
2351 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazı kıldığı zaman (gölgenin)
miktarı, yazda üç ayaktan beş ayağa kadar idi. Kışta da beş ayaktan yedi ayağa
kadardı."
2352 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Mü'min
kadınlar Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte sabah namazlarını,
bürgülerine sarılmış olarak kılarlardı. Sonra, namazlarını kılınca evlerine
dönerlerdi de bu esnada karanlıktan dolayı kimse de onları
tanıyamazdı."
2353 Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Ben öğle namazını, ne
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadar, ne de Ebu Bekr ve Ömer kadar tacil
edip geciktirmeyen bir başka insan tanımıyorum."
2354 Yine
Tirmizi'de Ümmü Seleme (radıyallahu anha)'den kaydedilen bir hadiste denmiştir
ki: "Öğleyi tacilde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sizden daha titizdi. Siz
de ikindiyi tacilde ondan daha titizsiniz."
2355 Habbab
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a (secde
edilen) yerin sıcaklığından şikayet ettik, ancak şikayetimizi dinlemedi.
Züheyr, Ebu İshak'a: "Şikayetiniz öğle vaktinden miydi?" diye sordu.
Öbürü: "Evet!" dedi. Ben: "Vakit girer girmez, (yani ortalık çok
sıcakken) kılınmasından mı?" diye sordum. O yine: "Evet!"
dedi."
2356 Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) (yolculuk sırasında) bir yere inecek olsa, öğleyi kılmadan orayı
terketmezdi" demişti. Bir adam sordu: "Yani gün ortasında olsa da
mı?" "Evet, dedi, Enes, gün ortasında olsa da!"
2357 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güneş
odama vurduğu sırada ikindiyi kılardı." Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade
var: "... (güneş) odamdan yükselmezden önce..."
2358 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güneş yüksekte
ve canlı iken ikindiyi kılardı. Bu esnada kişi avali'ye (dış semtlere) gider,
oraya varırdı ve hala güneş yüksekliğini muhafaza ederdi. Gidilen bu avali'den
bazıları Medine'ye dört mil uzaklıkta idi."
2359 Bir diğer
rivayette şöyle gelmiştir: "Es'ad İbnu Sehl İbnu Huneyf der ki: "Biz Ömer İbnu
Abdilaziz (rahimehullah) ile öğleyi kıldık. Sonra çıkıp Hz. Enes İbnu Malik
(radıyallahu anh)'in yanına gittik. Varınca onu ikindiyi kılıyor bulduk. Ben
kendisine:- "Ey amcacığım! Kıldığın bu namaz da ne?" diye sordum.
Bana: "Bu, ikindi namazıdır. Ve bu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'Ia
beraber kıldığımız namazdır" dedi.
2360 Bir diğer rivayette de
şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize ikindiyi kıldırdı.
Namazdan çıkınca Efendimizin yanına Beni Seleme'den birisi geldi ve: "Ey
Allah'ın Resülü! dedi. Biz, bir deve kesmek istiyor ve sizin de kesimde hazır
bulunmanızı arzu ediyoruz." Efendimiz "Pekala!" deyip gitti. Biz de onunla
gittik. Varınca, devenin henüz kesilmediğini gördük. Kestiler, parçaladırlar.
Bir miktarını pişirdiler. Güneş batmadan o eti yedik."
2361 Seleme
İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
akşamı, güneş batıp perdeye bürününce kılıyordu." Ebu Davud'un bir
rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) akşamı, güneşin
battığı vakitte, güneş (kursunun son) izi de ufukta kaybolunca
kılıyordu."
2362 Rafi İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
akşamı, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte kılınca, cemaatten
ayrılıp (ok atışı yapanımız olurdu da) attığı okun düştüğü yerleri rahat
görebilirdi."
2363 Nesai nin bu hususta Eslem kabilesine mensup
ashabtan bir kimseden kaydettiği beyan şöyledir: "Onlar Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ile birlikte akşamı kılarlar, sonra da Medine'nin
(Mescid'e) en uzak yerinde olan ailelerine dönüp ok atışı yaparlar ve de
oklarının düştüğü yerleri görürlerdi."
2364 Mersed İbnu Abdillah
el-Müzeni (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Eyyüb, gazi (mücahid) olarak
yanımıza geldi. Bu sırada Ukbe İbnu Amir de Mısır'da vali idi. Ukbe, akşam
namazını tehir etti. Ebu Eyyüb ona yönelerek: "Ey Ukbe! dedi. Bu
kıldırdığın namaz ne namazıdır?" Ukbe, hatasını anlayarak:
"Meşguliyetimiz vardı" diye özür beyan etti. Ebu Eyyüb: "Sen Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şu sözünü işitmedin mi? Buyurmuştu ki:
"Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar cıvıldayana kadar geciktirmedikçe hayır
üzere -veya fıtrat üzere demişti- olmaktan geri kalmaz. "
2365 Hz.
Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bana şu tembihte bulundu: "Ey Ali, üç şey vardır, sakın onları
geciktirme: Vakti girince namaz, (hemen kıl!) Hazır olunca cenaze,
(hemen defnet!) Kendisine denk birini bulduğun bekar kadın, (hemen
evlendir!)"
2366 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim sabah namazından bir
rek'ati güneş doğmazdan önce kılabilirse, sabah namazına yetişmiş demektir. Kim
ikindi namazından bir rek'ati güneş batmadan önce kılabiIirse ikindi namazına
yetişmiş demektir."
2367 Buhari ve Nesai'de gelen bir diğer
rivayette şöyle denmiştir: "Sizden kim, ikindi namazının bir secdesini güneş
batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah namazının da bir
secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın." Ancak
Nesai (bir rivayetinde de) şöyle der: ". . iIk rekatinde kılarsa. . .
"
2368 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hararet şiddetlenince namazı (vakit)
biraz serinleyince kılın. Çünkü, şiddetli hararet cehennemden bir
kabarmadır.
2369 İmam Malik in bir rivayetinde (Resûlullah'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir): "Cehennem, Rabbine (ey Rabbim! bir kısmım,
diğer bir kısmımı yiyor diye) şikayet etti. Bunun üzerine Rab Teala ona yılda
iki kere teneffüs etmesine izin verdi: Kışta bir nefes, yazda bir nefes.
(İşte, hararetten en şiddetli hissedilen ve soğuktan en şiddetli hissedilen şey
bu soluklardır)."
2370 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
bir sefer sırasında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraberdik.
Müezzinimiz öğle namazı için ezan okumak istedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ona: "Serinlemeyi bekle!" dedi. Bir müddet geçince müezzin ezan
okumak istemişti, yine ikinci ve hatta üçüncü defa: "Serinlemeyi bekle!"
dedi. (Bekledik), hatta tümseklerin (doğu cihetindeki) gölgelerini gördük. O
zaman aleyhissalatu vesselam: "Şiddetli hararet cehennemin bir
kabarmasıdır. Öyleyse, hararet şiddetlenince öğle namazını (vakit) serinleyince
kılın" dedi.
2371 Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Ben, Ashab'ı
öğle namazını aşiyy'de kılar gördüm."
2372 Enes İbnu Malik
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hava sıcaksa
öğleyi serinleyince kılıyordu, hava serinse ta'cil (edip ilk vaktinde)
kılıyordu."
2373 Ali İbnu Şeyban (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına geldik. İkindi namazını, güneş
gökte beyaz ve (sarılıktan arı ve) parlak olduğu müddetçe tehir
ediyordu."
2374 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe
namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de
getirmeyin."
2375 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Namaz başlar ve akşam
yemeği de hazır olursa akşam yemeğiyle başlayın."
2376 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Birinizin akşam yemeği konur, (bu sırada) namaz da başlarsa, siz akşam
yemeği ile başlayın. Ondan boşalıncaya kadar acele de etmeyin." "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) için yemek konunca namazın başladığı olurdu. O, yemekten
boşalmadıkça namaza gelmezdi. Ancak o, imamın kıraatını
dinlerdi."
2377 Ebu Dauud'un bir diğer rivayetinde AbduIlah İbnu
Ubeyd İbni Umeyr şunu anlatır: "İbnu'z-Zübeyr zamanında, ben Abdullah İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'in yanında babamla birlikte bulunuyordum. Abbad İbnu
Abdillah İbni'z-Zübeyr sordu: "Biz işittik ki, akşam yemeğine namazdan
önce başlanırmış, (doğru mu?)" AbduIIah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şu
cevabı verdi: "Bak hele! Onların akşam yemekleri nasıldı? Zanneder misin
ki, bu, babanın akşam yemeği gibiydi?"
2378 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Yemek veya
bir başka şey için namazınızı tehir etmeyin."
2379 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (bir gün)
yatsıyı tehir etmişti. Ömer (radıyallahu anh) çıkıp: "Ey Allah'ın Resülü,
namazı kılalım. Kadınlar ve çocuklar yattılar" dedi. Aleyhissalatu vesselam başı
su damlıyor olduğu halde çıkıp: "Ümmetime meşakkat vermemiş olsam yatsıyı
bu vakitte kılmalarını emrederdim!" buyurdu."
2380 Hz. Enes
(radıyallahu anh)'den rivayet edilir ki, kendisine: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) yüzük kullandı mı?" diye sorulmuştur da şu cevabı vermiştir:
"Bir gece, yatsıyı gece yarısına kadar (şatru'l-leyl) tehir etti. Sonra yüzü
bize dönmüş olarak yanımıza geldi -sanki şu anda yüzüğünün parıltısını görüyor
gibiyim- ve şöyle dedi: "İnsanlar namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise,
namazı beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını
almaktasınız.
2381 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Yatsı namazı için ikamet okunmuştu ki bir adam: "Benim bir işim var!" diyerek
araya girdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (farzı kıldırmazdan önce)
kalktı, adamla hususi şekilde konuşmaya başladı. İnsanlar -veya bir kısmı-
uyuyuncaya kadar konuşma uzadı. Namazı sonra kıldılar."
2382 Hz.
Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Bir gece) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı yatsı namazı için uzun müddet bekledik, ama gecikti.
O kadar ki, bazıları (hane-i saadetinden) çıkmayacağı zannına düştü. İçimizden:
"Namazını (evinde) kılmıştır" diyen bile oldu. İşte biz bu hal üzere iken
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çıktı ve kendisine önceden tahminen
söylediklerini tekrar ettiler. Bunun üzerine: "Geceye bu namazla girin.
(Bilin ki) siz bu namaz sayesinde diğer ümmetlere üstün kılındınız. Bunu sizden
önceki ümmetlerden hiçbiri kılmadı" buyurdu."
2383 Ebu Müsa
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün yatsı
namazını geciktirdi. Hatta gecenin çoğu gitti. Sonra çıktı ve cemaate
namazlarını kıldırdı. Namazı bitirince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) orada
hazır bulunan cemaate: "(Buradan ayrılmakta) acele etmeyin, size bir husus
haber vereyim de sevinin: Bilesiniz, üzerinizdeki AIIah'ın nimetlerinden biri de
şudur: Şu saatte namaz kılan sizden başka hiç kimse yok -veya sizden başka kimse
şu saatte namaz kılmamıştır.-" Bu iki sözden hangisini söylemişti
bilemiyoruz." Ebu Müsa ilaveten dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'tan işittiklerimize sevinerek evlerimize
döndük.
2384 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namazdan bir rekate yetişen
namazın tamamına yetişmiş sayılır."
2385 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Namazlardan herhangi bir namazın bir rekatine yetişen, o namaza yetişmiş
demektir. Ancak, kaçırdığını kaza eder."
2386 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölünceye
kadar, hiçbir namazı son vaktinde iki kere kılmış
değildir."
2387 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namazın ilk vaktinde
Allah'ın rızası vardır. Son vaktinde de affı vardır."
2388 Rafi'
İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Sabah namazını aydınlıkta kılın."
2389 Yahya İbnu
Said (radıyallahu anh) demiştir ki: "Musalli, (farz) namazı vakti çıkmış olan
namazları da kılar. Onun vaktinde kılamayıp kaçırdığı, ehlinden de malından da
daha mühim (bir kayıp)dır."
2390 Ümmü Ferve (radıyallahu anha) -ki
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a biat edenlerden biri idi- anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, "Hangi amel efdaldir?" diye sorulmuştu,
şu cevabı verdi: "İlk vaktinde kılınan namaz!"
2391 Ukbe
İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Üç vakit vardır ki, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi
mezara gömmekten nehyetti: - Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye
kadar. - Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinceye kadar. -
Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar."
2392 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Hiç biriniz, güneşin doğması ve batması esnasında namaz kılmaya
kalkmasın."
2393 Abdullah es-Sunabihi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Güneş, beraberinde şeytanın
boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince
(tepe noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden
sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meyletimi) ondan yine ayrılır. Batmaya
yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır." Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men
etti."
2394 Amr İbnu Abese es-Sülemi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın Resülü! dedim,
Allah'a biri diğerinden daha yakın olan bir saat var mıdır -veya- Allah'ın zikri
taleb edilen daha yakın bir saat var mıdır?" "Evet, dedi, vardır. Allah'ın
kula en yakın olduğu zaman gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatte Aziz ve Celil
olan Allah zikredenlerden olabilirsen ol. Zira o saatte kılınan namaz, güneş
doğuncaya kadar (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Çünkü güneş
şeytanın iki boynuzu arasından doğar ve bu doğma anı kafirlerin ibadet
vakitleridir. O esnada, güneş bir mızrak boyunu buluncaya ve (sarı, zayıf)
ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak. Bundan sonra namaz -güneş gün
ortasında mızrağın tepesine gelinceye kadar- yine (meleklerin) beraberlik ve
şehadetine mazhardır. Güneşin tepe noktasına gelme saati, cehennem kapılarının
açıldığı ve cehennemin coşturulduğu bir saattir; namazı (eşyaların gölgesi) doğu
tarafa sarkıncaya kadar terkedin. Bundan sonra namaz -güneş batıncaya
kadar- meleklerin beraberlik ve şehadetine mazhardır. Güneş, batarken de bu
beraberlik ve şehadet kalmaz, çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında kaybolur. O
sırada yapılacak ibadet kafirlerin ibadetidir."
2395 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye kadar artık namaz yoktur.
İkindiyi kıldıktan sonra da güneş batıncaya kadar namaz
yoktur."
2396 Kütüb-i Sittenin beş kitabı tarafından İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'dan kaydedilen bir rivayette şöyle buyurulmuştur:
"Nazarımda pek değerli birçok kimse -ki bence onların en değerlisi Hz. Ömer'di-
şu hususta şahidlik ettiler: "ResüIuIIah (aleyhissalatu vesselam), sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da batıncaya
kadar namaz kılmayı yasakladı."
2397 Nadr İbnu Abdirrahman, ceddi
Muaz (radıyallahu anh)'dan anlattığına göre, der ki: "Muaz İbnu Afra ile
birlikte tavafta bulundum (tavaftan sonra kılınan iki rekatlik tavaf namazını)
kılmadı. Kendisine: "Namaz kılmıyor musun?" diye sordum. Şu cevabı
verdi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İkindi
(namazı)ndan sonra güneş batıncaya kadar namaz yoktur. Sabah (namazın)dan sonra
da güneş doğuncaya kadar namaz yoktur."
2398 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) dedi ki: "Ömer vehme düştü (yanıldı). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Namaz kılmak için güneşin batma ve doğma zamanını taharri etmeyin (araştırıp
seçmeyin). Çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında doğar" diye yasakladı."
Müslim, şu ziyadede bulundu: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ikindiden
sonraki iki rekati hiç bırakmadı."
2399 Cündüb İbnu's-Seken
el-Gıfari'nin -ki bu zat Ebu Zerr (radıyallahu anh)'dır- anlattığına göre,
Kabe'nin basamağına çıkıp şöyle demiştir. "Beni bilen bilir, bilmeyen de
bilsin ki, ben Cündüb'üm. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı, şöyle söyler
işittim: "Sabah (namazın)dan sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi
namazından sonra da güneş batıncaya kadar; Mekke'de hariç, Mekke'de hariç,
Mekke'de hariç."
2400 Hz. Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ikindi (namazı)ndan sonra,
güneşin yüksekte olma halini istisna ederek, namaz kılmayı yasakladı."
Nesai nin rivayetinde (ibare, ifade bakımından biraz farkla) şöyle gelmiştir:
"...güneşin beyaz ve parlak halde olmasını istisna
ederek..."
2401 Ebu Basra el-Gıfari (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) el-Muhammas'ta ikindi namazı kıldırdı. Ve
dedi ki: "Bu namaz, sizden öncekilere de arz olundu, ama onlar bunu zayi
ettiler. Kim buna devam ederse ecri iki kere verilecek. Şahid doğuncaya kadar;
ondan sonra namaz mevcut değildir."
2402 es-Saib İbnu Yezid
(radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "ikindiden sonra namaz kıldığı için
el-Münkedir'i Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in dövdüğünü
görmüştür."
2403 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cuma günü hariç, gün ortasında
(nısfu'n-nehar) namaz kılmayı mekruh addederdi ve derdi ki: "Cehennem, cuma
dışında (her gün o vakitte) coşturulur."
2404 Ala İbnu
Abdirrahman'ın anlattığına göre, öğle namazından çıkınca, Basra'daki evinde Enes
İbnu Malik'e uğramıştı. Zaten evi de mescidin bitişiğindeydi. Der ki: "Huzuruna
çıktığım zaman bana: "İkindiyi kıIdınız mı?" diye sordu. Ben: "Hayır, şu anda
öğle namazından çıktık" dedim: "İkindiyi kılın!" dedi. Kalkıp kıldık.
Namazdan çıkınca: "Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
söylediğini işittim: "Bu, münafıkların namazıdır, oturur, oturur şeytanın iki
boynuzu arasına girinceye kadar güneşi bekler, sonra kalkıp dört rek'at gagalar.
Namazda Allah'ı pek az zikreder."
2405 İbnu Mes'üd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı vakti dışında sadece
iki namazı kılarken gördüm: (Veda Haccı sırasında) Müzdelife'de akşamla yatsıyı
birleştirerek kıldı. O gün, sabah namazını da (mütad) vaktinden önce
kıldı."
2406 Buhari'nin Abdurrahman İbnu Yezid'den kaydettiği bir
diğer rivayet şöyledir: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) haccetmişti. Yatsı ezanı
sırasında veya buna yakın bir zamanda Müzdelife'ye geldik. Yanındaki bir adama
söyledi, ezan ve arkasından ikamet okudu. Sonra akşam namazını kıldı. Arkasından
iki rekat (sünnetini) kıldı. Sonra akşam yemeğini istedi ve yedi. Arkadan bir
adama emretti, ezan ve ikamet okudu, iki rekat olarak yatsıyı kıldı. Şafak
söktüğü zaman: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu saatte bugün ve bu yer
dışında şu namazı hiç kimse kılmamıştır" dedi. Abdullah (radıyallahu anh)
dedi ki: "İşte şu ikisi, vakti değiştirilmiş olan yegane iki namazdır. Biri
akşam namazı- bu, halk Müzdelife'ye geldikten sonra kılınır; diğeri sabah
namazı, bu da şafak söker sökmez kılınır." İbnu Mes'ud sözlerine devamla:
"Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bunu yaptığını, sonra ortalık
ağarıncaya kadar kaldığını gördüm" dedi. Sonra sözlerini şöyle tamamladı:
"Eğer, Emirü'l Mü'minin -yani Hz. Osman (radıyallahu anh)- şu anda ifaza'da
bulunsa (Mina'ya müteveccihen hareket etse) sünnete uygun hareket etmiş
olur." (Hadisin ravisi Abdurrahman İbnu Yezid der ki): "Bilemiyorum, İbnu
Mes'ud'un bu sözü mü önce telaffuz edildi, Hz. Osman'ın (Mina'ya) hareket emri
mi. . . Derhal telbiye çekmeye başladı ve bu hal, yevm-i nahirde Büyük Şeytan'a
taş atılıncaya kadar devam etti."
2407 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"İnsanlar, eğer ezan okumak ile namazın ilk safında yer almada ne (gibi bir
hayır ve bereket) olduğunu bilseler, sonra da bunu elde etmek için kur'a
çekmekten başka çare kalmasaydı, mutlaka kur'aya
başvururlardı."
2408 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namaz için ezan okunduğu
zaman şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere
kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. İkamete başlanınca yine uzaklaşır, ikamet
bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve şunu hatırla, bunun düşün
diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna
kapılan) kişi kaç rekat kıldığını bilemeyecek hale
gelir."
2409 Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denmiştir:
"Şeytan namaz için okunan ezanı işitti mi kaçar. Müezzinin sesini işitmemek için
sesli sesli yellenir. (Ezan bitip müezzin) susunca geri döner ve vesvese verir.
İkameti işittiği zaman, müezzini duymamak için gider, susunca geri döner ve
vesvese verir."
2410 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: "Şeytan namaz
için okunan ezanı işitince Ravha nam yere kadar gider."
2411 Hz.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ile beraberdik. Bilal (radıyallahu anh) kalkıp ezan okudu. (Ezanı bitirip)
susunca, Aleyhissalatu Vesselam: "Kim bunun mislini kesin bir inançla söylerse
cennete girer" buyurdu."
2412 Abdullah İbnu Amr İbni'l-Amr As
(radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
şöyle söylediğini işitmiştir: "Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin
söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana salat-u selam okuyun.
Zira kim bana salat-u selam okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra
benim için el-vesile'yi taleb edin. Zira o, cennete bir makamdır ki, mutlaka
AlIah'ın kullarından birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı
ümid ediyorum. Kim benim için Allah'tan el-Vesile'yi taleb ederse, şefaat
kendisine vacib olur."
2413 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ezanı işittiği zaman kim:
"Allahümme Rabbe hazihi'd-da'veti't-tamme ve's-salati'I-kaime ati
Muhammedeni'I-Vesilete ve'I-fadilete veb'ashu makamen mahmüdeni'Ilezi va'adtehu.
(Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed'e‚ Vesile'yi ve
fazileti ver. O'nu, va'adettiğin -bir rivayette va'adettiğin üzere- makam-ı
Mahmüd üzere ba's et (dirilt)" derse, ona Kıyamet günü mutlaka şefaatim helal
olur."
2414 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müezzin, "Allahu ekber Allahu ekber"
deyince sizden kim samimiyetle, "Allahu ekber Allahu ekber" derse, sonra
müezzin: "Eşhedu en la ilahe illallah" deyince, "Eşhedu en la ilahe illallah"
derse; sonra müezzin: "Eşhedü enne Muhammeden ResüIuIIah" deyince, "Eşhedü enne
Muhammeden ResüIuIIah" derse; sonra müezzin: "Hayye aIa's-salat" deyince "La
havle vela kuvvete illa billah" derse; sonra müezzin: "hayye aIa'I-felah"
deyince, "La havle vela kuvvete illa billah" derse; sonra müezzin: "AIIahu ekber
Allahu ekber" deyince, "AIIahu ekber AIIahu ekber" derse; sonra müezzin:
"Lailahe iIlaIIah" deyince "Lailahe iIlallah" derse cennete
girer."
2415 Sà'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müezzini işittiği zaman,
kim: "Ben şehadet ederim ki, bir olan AIIah'tan başka ilah yoktur, 0'naşerik de
yoktur, Muhammed O'nun kulu ve Resülüdür. Rabb olarak Allah'tan Resül olarak
Muhammed'den -bir rivayette "...nebi = peygamber olarak Muhammed'den din olan
İslàm'dan- razıyım" derse günahı affedilir."
2416 Ebu Ümame Es'ad
İbnu Sehl (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mu'aviye İbnu Ebi Süfyan (radıyallahu
anh)'ı minberde oturmuş (hutbe vermek üzere bekliyorken) dinliyordum. (Ezan
başladı.) Müezzin: "Allahu ekber Allahu ekber" deyince, Mu'aviye de: "Allahu
ekber Allahu ekber" dedi; Müezzin: "Eşhedu en Ia ilahe illallah!" dedi.
Mu'aviye: "Ben de!" dedi; Müezzin: "Eşhedu en la ilahe illallah!" dedi.
Mu'aviye: "Ben de!" dedi. Müezzin: "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" dedi.
Mu'aviye: "Ben de!" dedi. Müezzin: "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" dedi.
Mu'aviye: "Ben de!" dedi. Ezan okuma işi bitince dedi ki: "Ey insanlar! Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı minberde iken işittim, O da, müezzin ezan
okurken tıpkı sizin benden işittiğinizi söylüyordu (bizzat
işittim)."
2417 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), müezzinin ezan okurken şehadet getirdiğini
işitince: "Ben de! Ben de!" derdi."
2418 Ebu Saidi'l-Hudri
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediğinin mislini tekrar
edin!"
2419 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim, yedi yıl sevabına inanarak ezan
okursa, Allah bunu, onun ateşten kurtulmasına bir senet
yapar."
2420 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müezzin, sesinin gittiği yer boyunca
mağfiret olunur. Yaş ve kuru herşey onun lehinde şehadet eder, namaza katılan
kimseye yirmibeş kat namaz yazılır ve iki namaz arasındaki (günahları)
affedilir."
2421 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah ve melekleri namazda birinci safa
rahmet ederler. Müezzin sesinin ulaştığı yere kadar mağfiret görür. Yaş ve kuru
her ne, sesini işitirse, onu tasdik eder. Ona, beraberinde namaz kılanların
ecrinin bir misli verilir."
2422 İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resülü! Müezzinler (sevapca) bizden
üstün oluyorlar. (Onlara yetişmemiz için ne tavsiye edersiniz?) diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Onların söylediklerini sen de tekrar et. Bitirip
sona erince dilediğini iste, sana da (aynı sevap) verilecektir" cevabını verdi.
"
2423 Abdullah İbnu Abdirrahman İbni Ebi Sa'sa'a anlatıyor: "Ebu
Said (radıyallahu anh) bana dedi ki: "Seni, koyunları ve kır hayatını
seviyor görüyorum. Koyunlarınla birlikte veya kırda olunca namaz ezanı okursan,
ezan sırasında sesini yükselt. Zira, müezzinin sesini insan, cin ve sair her ne
işitirse en uzağı" bile Kıyamet günü onun lehinde şehadet eder." Ebu Said
sözlerini şöyle tamamladı: "Ben bunu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan
işittim"
2424 Hz. Muaviye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı: "Müezzinler Kıyamet günü, boyun itibariyle
insanların en uzunu olacaklardır" derken işittim."
2425 Asım İbnu
Behdele der ki: "Zirri'bnu Hubeyş ezan okurken yanına bir adam uğradı ve:
"Ey Ebu Meryem, ezan mı okuyorsun? Ben ezan yüzünden senden nefret ediyorum"
dedi. Zirr ona şöyle cevap verdi: "Fazilet sebebiyle benden nefret mi
ediyorsun? Vallahi seninle konuşmuyorum." Rezin ilavesidir. (Kaynağı
bulunamamıştır). EZANIN BAŞLANGICI
2426 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Müslümanlar Medine'ye geldikleri vakit
toplanıyorlar ve namaz vakitlerini birbirlerine soruyorlardı. Namaz için kimse
nida etmiyordu. Bir gün bu hususta konuştular. Bazıları: "Hristiyanların
çanı gibi bir çan edinin" dedi. Bazıları da: "Yahudilerin boynuzu gibi bir
boynuz edinerek (onu öttürün!)" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): ''Bir
adam çıkarsanız da namazı ilan etse!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Ey BiIaI! Kalk! namazı ilan et!" dedi."
2427 Ebu Umeyr İbnu Enes,
Ensar'dan olan bir amcasından naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) halkı namaza nasıl toplayacağı meselesine eğildi. Kendisine:
"Namaz vakti olunca bir bayrak dik, onu görünce halk birbirine haber verir"
dendi. Bu, Aleyhissalatu vesselam'ın hoşuna gitmedi. Bunun üzerine O'na, boynuz
hatırlatıldı. Bu, yahudilerin borazanı idi. Onu bu da memnun etmedi ve
hatta: "Bu yahudi işidir!" dedi. Bunun üzerine büyük çan hatırlatıldı.
Efendimiz: "Bu hristiyanların işidir" dedi. Bu (konuşmalar)dan snnra
Abdullah İbnu Zeyd el-Ensari, Resûlullah'ın üzüntüsüne üzülerek ayrıldı. Bunun
üzerine rüyasında ezan öğretildi."
2428 Bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Ensardan bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Ben sizin üzüntünüzü
görüp ayrıldığım vakit (rüyamdan) bir adam gördüm. Üzerinde yeşil renkli iki
giysi vardı. Kalkıp mescidin üzerinde ezan okudu. Sonra bir miktar oturdu.
Tekrar kalkıp aynı söylediklerini bir kere daha tekrarladı. Ancak bu sefer bir
de kad kameti's-salat (namaz başlamıştır) cümlesini ilave etti. Eğer halkın
(bana yalancı diyeceğinden korkum) olmasaydı ben "uykuda değildim, uyanıktım"
diyecektim" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):
"Allah sana hayır göstermiş. Bilal'e söyle (bu kelimeleri söyleyerek) ezan
okusun!" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de atılarak: "Onun gördüğünü
aynen ben de gördüm, ancak o, anlatma işinde benden önce davranınca, ben utandım
(anlatamadım)" dedi. "Adam anlattıkları arasında şunları da söyledi:
"(Mescidin üzerine çıkan adam) kıbleye yöneldi ve dedi ki: "Allahu ekber Allahu
akber Allahu ekber Allahu ekber, eşhedu en la ilahe illallah, eşhedu en la ilahe
illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah eşhedü enne Muhammeden Resûlullah,
hayye ala's-salat -iki defa-, hayye ala'l-felah -iki defa- Allahu ekber Allahu
ekber, lailahe illallah." Sonra bir miktar durduruldu. Sonra adam tekrar
kalktı, aynı şeyleri yeniden söyledi. Ancak bu sefer Hayye ala'l-felah'tan sonra
kad kameti's-salat kad kameti's-salat dedi. Ravi ilave etti: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bunu Bilal'e öğret!" buyurdu. (Adam emri yerine
getirdi) Bilal de onları söyleyerek ezan okudu."
2429 Abdullah
İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
halkı namaz için toplamak maksadıyla çalınmak üzere bir çan yapılmasını
emrettiği zaman, ben uyurken yanıma bir adam geldi. Elinde bir çan vardı.
Ben: "Ey Allah'ın kulu, bu çanı bana satar mısın?" dedim. Adam:
"Pekala, ama bunu ne yapacaksın?" dedi. Ben: "Bununla insanları namaza
çağıracağım" dedim. Bana: "Sana bu iş için daha hayırlı bir söz göstereyim
mi?" dedi. Ben de ona: "Elbette!" dedim. "Öyleyse şunu söyle!"
diyerek bana öğretti: "Allahu ekber Allahu ekber Allahu ekber Allahu
ekber. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, eşhedü enne Muhammeden
Resûlullah. Hayye ala's-salat, Hayye ala's-salat. Hayye ala'l-felah,
Hayye ala'l-felah. Allahu ekber Allahu ekber Lailahe illallah."
Abdullah İbnu Zeyd (radıyallahu anh) devamlı dedi ki: "(Rüyamdaki bu zat) benden
biraz uzaklaştı sonra tekrar söze başlayıp: "Sonra namazı kılacağın zaman
şunu söylersin" dedi ve öğretti: "Allahu ekber Allahu ekber-Eşhedu en la
ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, Hayye ala's-salat, Hayye
ala'l-felah, Kad kameti's-salat, kad kameti's-salat, Allahu ekber Allahu ekber
Lailahe illallah." Sabah olunca Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gelerek (rüyamda) gördüklerimi haber verdim. Bana: "İnşallah bu hak bir
rüyadır. Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilal'e öğret. O bunları söyleyerek ezan
okusun. Zira o, sesce senden daha gür!" buyurdu. Ben de Bilal'le birlikte
kalktım. Ona teker teker arzediyordum. O da bunları yüksek sesle söyleyerek ezan
okumaya başladı. Bunu evinde olan Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)
işitmişti. Hemen evden çıkıp ridasını çekerek geldi ve: "Ey Allah'ın
Resülü! diyordu, seni hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun
gördüğünün aynısını ben de gördüm!" Bunu işiten Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Elhamdülillah! Şimdi bu daha sağlam oldu!" dedi." Bir
diğer rivayette şöyle gelmiştir: "(Bilal ezanı okuyup sıra ikamete gelince)
Abdullah: "Onu ben gördüm, ben okumak isterim!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da: "Öyleyse sen de ikamet getir!" buyurdu." Tirmizi'nin
bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "(Abdullah İbnu Zeyd ezanla ilgili kıssayı
anlatırken elfazı ikişer ikişer zikretti, ikameti ise birer kere
zikretti." Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde denmiştir ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın ezanı(nda elfaz) çift çift idi, ezanda da ikamette
de."
2430 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "İnsanlar
çoğalınca, herkesçe bilinecek olan bir şeyle namaz vaktinin duyurulmasının
gerektiğini aralarında konuştular. (Bu meyanda bir ateş yakılması veya bir çan
çalınması teklif edildi). Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Bilal'e emrederek ikişer kere söyleyerek de ikamet okumasını
emretti."
2431 Ebu Mahzüra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resülü, bana ezanın usülünü öğret" dedim. Bunun üzerine başımın ön
kısmını meshederek: "Allahu ekber, Allahu -ekber, Allahu ekber, Allahu
ekber dersin ve bunları derken sesini yükseltirsin. Sonra: "Eşhedü en la ilahe
illallah, eşhedü en la ilahe illallah, eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, eşhedu
enne Muhammeden Resûlullah dersin ve bunları söylerken sesini alçaltırsın, sonra
sesini şehadette tekrar yükseltirsin: Eşhedü en la ilahe illallah eşhedü en la
ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, eşhedü enne Muhammeden
Resûlullah. Hayye ala's-salati hayye ala's-salat. Hayye ala'l-felahi hayye
ala'l-felah. Eğer okuduğun ezan sabah ezanı ise şunu da söylersen:
"es-Salatu hayrun mine'n-nevm, es-salatu hayrun mine'n nevm (Namaz uykudan
hayırlıdır). Allahu ekber Allahu ekber, Lailahe
illallah."
2432 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "(Ebu Mahzüra
dedi ki): "Bana Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ikameti ikişer ikişer
öğretti: "Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedu en la ilahe illallah,
Eşhedu en la ilahe illallah. Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah, Eşhedu
enne Muhammeden Resûlullah. Hayye ala's-salat, Hayye ala's-salat.
Hayye ala'l-felah, Hayye ala'l-felah. Allahu ekber, Allahu ekber.
Lailahe illallah. Ebu Davud der ki: "Abdurrezzak rivayetinde de iki:
"(Resûlullah devamla): "İkamet getirince iki sefer de şunu söyle: Kad
kameti's-salat, kad kameti's-salat!" (Aleyhissalatu vesselam ayrıca
sordu): "Duydun mu?" (Ebu Mahzüra): "Evet!" dedi. (Hadisi rivayet
eden ravi Saib) der ki: "Ebu Mahzüra alnındaki saçı ne kestirir ne de ayırırdı.
çünkü oraya Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elleri değmiş
idi."
2433 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ezan
Resûlullah devrinde ikişer ikişer idi. İkamet de birer birer. Ancak (müezzin),
ayrıca ikişer sefer olmak üzere kad kameti'-salat, kad kameti's-salat da
derdi." İbnu Ömer devam eder: "Biz, ikameti işittik mi abdest alır, namaza
giderdik."
2434 İmam Malik'e ulaştığına göre: "Müezzin, sabah
namazını haber vermek için Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in yanına gider. Onu
uyuyor bulunca: "Essalatu hayrun mine'n-nevm (namaz uykudan hayırlıdır)"
der. Bunun üzerine Hz. Ömer, o ibareyi sabah ezanına ilave etmesini
emreder."
2435 Mücahid (rahimehullah) anlatıyor: "Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma)'le bir mescide girdim. Ezan çoktan okunmuştu. Biz
namaz kılmak istiyorduk. Müezzin tesvibte bulundu (ikamet okudu). Abdullah
mescidi terketti ve: "Haydi bizi bu bid'atçinin yanından çıkar!" dedi ve
orada namaz kılmadı." Tirmizi der ki: "İbnu Ömer'den rivayet edildiğine
göre, sabah ezanında es-salatu hayrun mine'n nevm derdi."
2436 Ebu
Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Ben İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'le
beraber idim, bir adam öğle veya ikindi namazında tesvibte bulundu. Bunun
üzerine (İbnu Ömer): "Bizi (buradan) çıkar, zira şu (yapılan tesvib) bid'attir"
dedi."
2437 Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana: "Sabah hariç, sakın hiçbir namazda tesvibte
bulunma!" tembihini yaptı."
2438 Yine Hz. Bilal (radıyallahu anh)
der ki: "Ezanın sonu şöyledir: "Allahu ekber, Allahu ekber, Lailahe
illallah."
2439 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Ömer (radıyallahu anh)'in bir müezzini geceleyin ezan okumuştu. Ezanı iade
etmisini emretti."
2440 Tirmizi'nin yine İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'dan kaydettiği bir diğer rivayet şöyledir: "Hz. Bilal güneş doğmazdan
önce ezan okumuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona: "Haberiniz olsun
kul uyudu" diye nida etmesini emretti."
2441 Hz. Bilal
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Sabah
vakti iyice belirinceye kadar ezan okuma!" dedi ve ellerini yanlara doğru
açarak: "Şöyle!" diye gösterdi."
2442 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir kimse, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sabah namazının
vaktini sormuştu. O da Hz. Bilal'e emretti. Şafak sökerken ezan okudu. Ertesi
gün ortalık ağarıncaya kadar sabah ezanını tehir etti. Sonra ikamet okumasını
emretti ve namazı kıldı. Sonra da adama: "İşte bu, (sabah) namazının
vaktidir" dedi."
2443 Ziyad İbnu'l-Haris es-Sudai (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Sabah ezanının ilk vakti girince, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bana emretti, ben de ezan okudum ve: "İkamet de getireyim mi ey
Allah'ın Resülü?" diye sordum. (Soruma hemen cevap vermeyip) doğu tarafına,
fecre bakmaya başladı ve: "Hayır!" dedi. Ne zaman ki şafak söktü Hz.
Peygamber (bineğinden) indi, abdest bozdu. Sonra bana doğru geldi. (Bu ara
Ashabı da toplandı. Abdestini aldı. Bilal ikamet okumak istedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Suda'nın kardeşi ezan okudu, ezanı okuyan
ikameti getirsin!" dedi. Ben de ikamet getirdim."
2444 Simak İbnu
Harb anlatıyor: "Bilal, güneş (öğlede, batı cihetine) kayınca ezan okurdu.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) odasından çıkıncaya kadar ikamet getirmezdi.
Odasından çıkınca, O'nu görür görmez ikamet getirirdi."
2445 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın iki
müezzini vardı: Biri Bilal diğeri İbnu Ummi Mektüm
el-A'ma."
2446 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Bilal (radıyallahu anh)'e: "Ezan okuduğun zaman
ağır ağır oku. İkamet getirdiğin zaman da peş peşe seri oku. Ezanla ikametin
arasına, yemek yiyenin yemeğinden, içenini içmesinden, üzerine sıkışarak helaya
girmiş olanın heladan fariğ olacağı bir zaman fasılası koy" diye talimat verdi.
Şunu da ilave etti: "Beni görünceye kadar da (ikamet için)
kalkmayın."
2447 Beni Neccar'dan bir kadın demiştir ki: "Benim
evim, Mescid-i Nebevi'nin etrafındaki en uzun ev idi. Bilal (radıyallahu anh),
sabah ezanını evimin damında okurdu. Seher'den gelip, dama oturur vaktin
girmesini gözetlerdi. Vaktin girdiğini görünce gerinir, sonra da:
"Allah'ım sana hamdediyor, dinini (müslümanların) ikame etmeleri için, Kureyş'e
karşı yardımını diliyorum" der, arkadan ezan okurdu." Kadın devamla der
ki: "Vallahi, onun bu duayı terkettiği tek gece
bilmiyorum!"
2448 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Namaz için ezanı ancak abdestli olan okusun."
2449 Bir diğer
rivayette şöyle buyrulmuştur: "Ezanı ancak abdestli olan okusun." Tirmizi der
ki: "Önceki rivayet daha sahihtir."
2450 Osman İbnu Ebi'l-As
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bana en son
vasiyetlerinden biri de, ezanına mukabil ücret almayan bir müezzin
tutmamdı."
2451 Ebu Bekr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ile birlikte sabah namazı için beraber çıktık. Uğradığı
her adama namaz için sesleniyor veya ayağı ile
dürtüyordu."
2452 Ebu Ümame (radıyallahu anh) veya Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabından bir diğeri tarafından rivayet edildiğine
göre, (bir seferinde) Bilal (radıyallahu anh) ikamete başlamıştır. Kad
kameti's-salat deyince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allah onu
(namazı) ikame etsin ve daim kılsın!" buyurdu. İkametin geri kısmında, ezanın
faziletleri bahsinden mezkür olan Hz. Ömer hadisinde olduğu gibi (müezzinin
söylediklerini tekrar şeklinde) hareket ediyordu."
2453 Nafi
(rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anh) sefer sırasında ikamete
sadece sabah namazından hem ezan, hem de ikamet her ikisini okurdu. Derdi ki:
"(Seferde ezana hacet yok, çünkü) ezan, kendisine cemaat gelecek olan imama
mahsustur."
2454 Ebu Cuhayfe (radıyallahu anh)'nin anlattığına
göre, Hz. Bilal (radıyallahu anh)'i ezan okurken görmüştür. Der ki: "Ben, ezan
okurken, onun ağzını şu tarafa, bu tarafa (sağa sola) dönerken takibe
koyuldum." Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "İki parmağı
kulaklarını üzerinde olduğu halde...
2455 Ebu Davud'da şu ifadeye
yer verilmiştir: "(Bilal), hayye ala's-salat, hayye ala'l-felah cümlesine
gelince boynunu sağa ve sola çevirdi, bizzat kendi
dönmedi."
2456 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Doğu iIe batı arasında tek
bir kıble vardır."
2457 Nafi (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer
İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) dedi ki: "Kişi Beytullah istikametine yöneldi mi
doğu ile batı arasında tek bir kıble vardır."
2458 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaza
kalktığı zaman, ellerini iki omuzunun hizasına kadar kaldırır sonra tekbir
getirirdi. Rükü yapmak isteyince de (ellerini iki omuzu hizasına kaldırmak
suretiyle) aynı şeyi yapardı. Rüküdan başını kaldırınca da aynı şeyi yapardı.
Ancak bunu, secdeden başını kaldırırken yapmazdı." Bir başka
rivayette: "Bunu, secde ederken yapmazdı" denmiştir.
2459 Bir
diğer rivayette: "Başını rüküdan kaldırınca, ellerini aynı şekilde kaldırır ve:
"Semi allahu li-men hamideh, Rabbena ve leke'l-hamd. (Allah kendine hamdedeni
işitir. Rabbimiz, hamd sanadır)" derdi" şeklinde gelmiştir. Bu ibarenin elfazı
Sahiheyn'e aittir.
2460 Buhari'nin diğer bir rivayetinde şöyle
gelmiştir: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) namaza girince tekbir getirir ve
ellerini kaldırırdı."
2461 Muvatta ve Ebu Davud'da gelen bir
rivayette de şöyle denmiştir: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) namaz için iftitah
tekbiri getirince (namaza başlayınca), ellerini iki omuzu hizasına kadar
kaldırırdı, rüküdan kalkınca daha aşağı
kaldırırdı."
2462 Muvatta'nın bir diğer rivayetinde şöyle
gelmiştir: "(İbnu Ömer) eğilip doğruldukça her seferinde tekbir
getirirdi." İbnu Cüreyc der ki: "Nafi'e (Yani İbnu Ömer ellerini) ilk
kaldırmada öbürlerinden daha mı yukarı kaldırıyordu?" diye sordum. Bana:
"Hayır! eşitti" dedi. Ben tekrar: "Öyleyse bana işaret et (göster)"
talebinde bulundum. Göğsüne hatta daha aşağıya işaret
etti."
2463 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaza kalktığı zaman ellerini iki omuzunun
hizasına kadar kaldırırdı. Sonra eller o halde iken tekbir getirirdi, rüküa
giderdi. Sonra belini doğrultmak isteyince ellerini tekrar iki omuz hizasına
kadar kaldırır ve, "Semi'allahu li-men hamideh" derdi. Secdede ellerini
kaldırmazdı. Rüküdan önce getirdiği her bir tekbirde ellerini kaldırırdı ve bu
hal namazın bitimine kadar devam ederdi." Yine Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde: "Rüküdan doğrulunca, secdeye eğilince (kaldırır), iki secde
arasında kaldırmazdı" denmiştir.
2464 Nesai'nin rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Resülulah (aleyhissalatu vesselam) namaza girdiği zaman ellerini
kaldırırdı. Rüküya gitmek istediği zaman, başını rüküdan kaldırdığı ve iki
rek'at arasında kalktığı zaman aynı şekilde ellerini iki omuzunun hizasına
kaldırırdı."
2465 Alkame (rahimehullah) anlatıyor: "Size
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın namazıyla namaz kıldırayım mı?" dedi ve
namaz kıldı. Bu namazda ellerini bir kere iftitah tekbiri sırasında kaldırdı,
başka kaldırmadı."
2466 Bir diğer rivayette şöyle demiştir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) her eğilip doğrulmalarda, kıyam ve
oturmalarda tekbir getirirdi. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma) de
aynı şekilde tekbir getirirlerdi."
2467 Bera (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı iftitah tekbiri alırken
gördüm. Ellerini kulaklarına yakın kaldırmıştı. Sonra (namazdan çıkıncaya kadar)
başka kaldırmadı."
2468 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den yapılan
rivayete göre, halka namaz kıldırdığı zaman, her eğilip doğrulmada tekbir
getirirdi. Kendisine: "Bu tekbirler de ne?" dendiği vakit: "Bu,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın namazıdır!" diye cevap verirdi." Bu
hadis, Sahiheyn'in rivayetine lafzen uygundur. Ebu Davud ve Tirmizi'nin bir
rivayetinde: "(Ebu Hüreyre) tekbir getirince parmaklarını açardı"
denmiştir. Tirmizi'nin bir diğer rivayetinde "O eğilirken tekbir
getirirdi" denmiştir.
2469 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde:
"Şayet Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in ön cihetinde olsaydım koltuk
altlarını görürdüm (kollarını öylesine yüksek
kaldırırdı)."
2470 Nesai'de gelen bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Beni Züreyk Mescidi'ne geldi ve dedi
ki: "Üç şey var ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onları yapıyordu, halk
ise terketmiş durumda... Namazda ellerini uzatarak kaldırırdı, (Fatihayı
okuyunca kıraate geçmezden önce) bir miktar süküt buyurdu, secdeye varınca (ve
secdeden kalkınca) tekbir getirirdi."
2471 Vail İbnu Hucr
(radıyallahu anh)'un anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı,
namaza girdiği sırada ellerini kaldırıp tekbir getirirken görmüştür.
Ravilerden Hemmam Resûlullah'ın ellerini kulaklarının hizasına kadar
kaldırdığını gösterdi.Sonra elbisesine gömüldü, sonra sağ elini sol elinin
üstüne koydu. Rüküya gitmek isteyince, ellerini elbiseden çıkardı. Sonra onları
kaldırdı, sonra tekbir getirdi ve rüküya gitti, semi'allahu li-men hamideh
dediği zaman ellerini kaldırdı, secdeye gittiğinde ellerinin arasına secde
etti."
2472 Ebu Davud'da gelen bir diğer rivayette şöyle denir:
"...Sonra Medine'ye geldim, gördüm ki (halk, namazı) üzerlerinde bürnuz ve
kisalar olduğu halde kılıyor ve namaza başlarken ellerini göğüslerine kadar
kaldırıyor."
2473 Bir diğer rivayette der ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'Ia birlikte namaz kıldım. Tekbir getirdiği zaman
ellerini kaldırıyor, sonra (elbisesine) gömülüyordu. Sonra sol elini sağ eliyle
tutuyor, ellerini elbisesine sokuyordu, rükü yapmak istediği zaman ellerini
çıkarıp sonra kaldırıyordu. Rüküdan başını kaldırmak isteyince de ellerini
kaldırıyor, sonra secde ediyordu. (Secdede) yüzünü elleri arasına koyuyor idi.
Keza başını secdeden kaldırınca da ellerini kaldırıyordu. Namaz bitinceye kadar
(her rek'atte böyle yapıyordu)."
2474 Bir diğer rivayette şöyle
der: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ellerini, omuzları hizasına kadar
kaldırdı. Baş parmaklarını da kulaklarıyla, hizaladı, sonra tekbir
getirdi."
2475 Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı iftitah tekbiriyle birlikte ellerini kaldırırken
görmüştür."
2476 Said İbnu Haris el-Mualla (rahimehullah)
anlatıyor: "Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) bize namaz kıldırdı. Secdelerden
başını kaldırırken, secdeye giderken, iki(nci) rek'atten kalkarken, tekbirlerini
cehri (sesli) olarak getirdi ve sonunda: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı böyle yapar gördüm!" diye açıklamada
bulundu."
2477 Mutarrif İbnu Abdillah (rahimehullah) anlatıyor:
"Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'in arkasında ben ve İmran İbnu Husayn
beraber namaz kıldık. Ali (radıyallahu anh) secde edince tekbir getiriyor,
başını kaldırınca tekbir getiriyor, iki(nci) rek'atten kalkınca yine tekbir
getiriyordu." Nesai'nin rivayetinde şöyle denmiştir: "Her eğilme ve her
kalkmada tekbir getirir, rüküyu tamamlardı."
2478 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) farz namaza
kalkınca tekbir getirir, ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı.
Kıraatini tamamlayıp rüküya gitmek isteyince aynı şeyi yapardı. Rüküdan kalkınca
da aynı şeyi yapardı. Oturur vaziyette iken ellerini hiçbir surette kaldırmazdı.
İki(nci) secdeden de kalkınca ellerini aynı şekilde kaldırır ve tekbir
getirirdi."
2479 Ebu Kılabe anlatıyor: "İbnu Hüveyris (radıyallahu
anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın (namaza başlarken) tekbir
getirdiği, rüküya gittiği, rüküdan başını kaldırdığı zaman, kulağının üst
kısmına ulaşıncaya kadar ellerini kaldırdığını görmüştür." Nesai, bir
diğer rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "...secde ettiği ve secdeden başını
kaldırdığı (zaman da ellerini kaldırırdı)."
2480 Nadr İbnu Kesir
es-Sa'di anlatıyor: "Abdullah İbnu Tavus, Mescidü'l-Hayf'da yanıbaşımda namaz
kıldı. İlk secdeyi yapıp secdeden başını kaldırdığı zaman ellerini yüzünün
hizasına kadar kaldırmıştı. Ben bunu hoş bulmadım ve Vüheyb İbnu Halid'e
söyledim. Vüheyb ona: "Sen hiç kimsede görmediğin birşey mi yapıyorsun?"
dedi. Ancak Tavus cevaben: "Babamın onu yaptığını gördüm. Üstelik babam
şunu da söylemişti: "İbnu Abbas (radıyallahu anh) böyle yaptığını gördüm.
Üstelik onun: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu yapıyordu" demiş
olmasından başka bir şey de bilmiyorum."
2481 Meymün eI-Mekki,
AbduIIah İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)'i gördüğünü ve kendilerine namaz
kıldırdığını anlatmıştır. Devamla der ki: "Abdullah namazda kıyam, rükü, secde
ve secdeden kıyama kalkma esnalarında elleriyle işaret yapıyordu (ellerini
kaldırıyordu). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a gittim. Ve: "İbnu
Zübeyr'i hiç kimsede görmediğim bir tarzda namaz kılıyor gördüm" deyip onun
namazda yaptığı işareti anlattım. Bana: "Eğer Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın namazını görmekten hoşlanırsan, Abdullah İbnu Zübeyr'in namazına
uy!" dedi."
2482 İmran İbnu'l-Husayn (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Bende basur vardı. Namazı nasıl kılacağım diye Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a sordum. "Ayakta kıl, muktedir olmazsan oturarak
kıl, buna da muktedir olmazsan yan üzeri (yatarak) kıl"
buyurdu."
2483 Diğer bir rivayette geldiğine göre, İmran
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kişinin oturarak kılacağı namaz hususunda
sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Ayakta kılarsa bu efdaldir. Kim de
oturarak kılarsa, ona ayakta kılanın ecrinin yarısı verilir. Kim de yatarak
kılarsa ona da oturarak kılanın ecrinin yarısı verilir"
buyurdu."
2484 Abdullah İbnu Şakik anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'ye: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oturarak namaz
kılar mıydı?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Evet! Halk -veya yaş
demişti- O'nun dermanını kesince (yani insanların meseleleriyle ömrünü
tüketince, dermandan kesilince demektir)."
2485 Bir diğer
rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oturarak namaz
kılar, oturduğu halde kıraat buyurur, kıraatinden takriben otuz-kırk ayet
kalınca kalkar, kıraatına ayakta devam eder, sonra rüküya ve secdeye giderdi.
İkinci rek'atte aynen bunun gibi yapardı. Namazı bitince, ben uyanıksam benimle
konuşurdu, uyuyor isem yatardı."
2486 Nesai'de gelen bir rivayette
şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam'ı (oturarak namaz kılarken)
bağdaş kurma şeklinde oturmuş gördüm." Nesai der ki: "Bu hadisin hatalı
olduğu kanaatindeyim."
2487 Ümmü Seleme (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ölümüne yakın, farzlar
dışındaki namazlarının çoğu oturarak idi. Ona göre, amellerin en güzeli, az da
olsa devamlı olanı idi."
2488 Hz. Hafsa (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, nafıle namazlarını kılarken,
ölümüne bir yıl kalıncaya kadar hiç oturduğunu görmedim. Bundan sonra hep
oturarak kıldı. Namazda süreyi hep tertil üzere okurdu. Bundan dolayı o süre,
aslında ondan daha uzun olan süreden daha uzun
görünürdü."
2489 İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Bana Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın: "Kişinin oturarak
kıldığı (nafile) namaz, normal şekilde kıldığı namazın (sevapca) yarısına
denktir" buyurduğu söylenmişti. (Kendisinden sormak üzere) derhal yanına gittim.
Varınca, Efendimizi oturarak namaz kılıyor buldum. Elimi başının üzerine koydum.
Bana: "Ey Abdullah İbnu Amr! Meselen nedir?" dedi. Ben: "Ey Allah'ın
Resülü, bana "Kişinin oturarak kıldığı namaz, normal namazın yarısına denktir"
buyurduğunuz söylendi. Halbuki siz de oturarak kılıyorsunuz?" dedim.
Aleyhissalatu vesselam: "Evet öyledir. Ancak ben sizlerden biri gibi
değilim" cevabını verdi."
2490 Muharib İbnu Disar (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh), namaz kılmakta olan ve bu sırada
belini tam doğrultamayan bir adam görmüştü. Namazdan çıkınca: "Sırtında
bir rahatsızlığın mı var?" diye adama sordu. "Hayır!" cevabını
alınca: "Şayet, bu halin üzere ölecek olsan Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın sünnetine muhalefet üzere ölürsün" dedi." Rezin ilavesidir.
Derim ki: "Bu rivayet Buhari'de şu şekilde gelmiştir: "Huzeyfe, (namazda) rükü
ve secdesini tamamlayan bir adam görmüştü. Namazını kılıp bitirince Huzeyfe
(radıyallahu anh) ona: "Sen namaz kılmadın. Eğer ölecek olsan, Allah'ın
Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'ı, yarattığı fıtrattan başka bir fıtrat üzere
ölürsün" dedi. Gerçeği Allah, bilir."
2491 Ebu Hazım
(rahimehullah) anlatıyor: "Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anhüma) demişti ki:
"İnsanlara, namazda sağ elini sol kolu üzerine koysun" diye emredilmişti. " Ebu
Hazım devamla der ki: "Ben onun (Sehl'in), bu, hadisi Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a nisbet ettiğini biliyorum."
2492 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh)'un anlattığına göre, namaz kılarken sol elini sağ eline
koymuştur. Bunu gören Resulullah (aleyhissalatu vesselam) (bizzat elleriyle
tutarak) sağ elini sol elinin üzerine koymuştur."
2493 Vail İbnu
Hucr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı namazda
kıyamda iken, sağ eliyle sol elinin üstünden tutmuş
gördüm."
2494 İsmail İbnu Ümeyye anlatıyor: "Nafi merhuma namazda
ellerinin parmaklarını kenetleyen kimse hakkında sormuştum. Bana: "Bu
hususta Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i işittim: "Bu, Allah'ın gadabına
uğrayanların namazıdır" demişti diye cevap verdi." Rezin'in ilave ettiği
bir rivayette de şöyle denmiştir: "İbnu Ömer (radıyallahu anh), namazda kuûd
halinde (otururken) sol elini kabası üzerine dayanan bir adam görmüştü, hemen
müdahale ederek: "Böyle oturma, zira azaba uğrayanlar bu şekilde
otururlar!" dedi.
2495 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(Namazın) sünnetlerinden
biri namazda (sağ) avucu (sol) avuç üzerine koyup, her ikisini birlikte göbeğin
altına yerleştirmektir."
2496 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazda ihtisarı (elleri böğre
koymayı) yasakladı."
2497 Buhari de Hz. Aişe'den yapılan bir diğer
rivayette geldiğine göre: "Hz. Aişe (radıyallahu anha), kişinin ellerini
(ihtisar yaparak) böğrüne koymasını mekruh addeder ve "Bunu yahudiler yapar"
derdi."
2498 Rezin'in rivayet ettiği diğer bir hadiste:
"Resûlullah ihtisarı (eli böğre koymayı) namazda ve namaz dışında yasakladı"
demiştir."
2499 Ziyad İbnu Sübeyh eI-Hanefi anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'in yanı başında namaz kıldım. Ellerimi de böğürlerime koydum.
Namazı bitirince: "Bu, namazda haç(a benzemek)dir, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bunu yasaklamıştı" buyurdu."
2500 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh)'dan nakledildiğine göre, ayaklarının arasını bitiştirerek
namaz kılan bir adam görmüştü. Şöyle söylendi: "(Bu adam) sünnete
muhalefet etti. Ayaklarını sırayla dinlendirse daha
iyidir."
2501 Ümmü Kays Bintu Mihsan (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yaşlanıp biraz şişmanlayınca, namaz kıldığı
yerde bir sütun bulundurdu namazda ona dayandı."
2502 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kıraatını
bismillahirrahmanirrahim ile başlatıyordu."
2503 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebu
Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile birlikte namaz kıldım.
Onlardan hiçbirinin bismillahirrahmanirrahım'i okuduklarını
işitmedim."
2504 İbnu Abdillah İbnu Muğaffel (rahimehullah)
anlatıyor: "Ben (namazda) bismillahirrahmanirrahim'i okumuştum. Babam işitti.
Bana: "Oğulcuğum, (bu yaptığın) bir bid'attir. Bid'atten sakın!" dedi. Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından her kimle karşılaştı isem,
hepsinin de bid'atten nefret ettiği kadar bir başka şeyden nefret etmediğini
gördüm. Babam sözlerine şöyle devam etmişti: "Ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'Ia, Hz. Ebu Bekr'le, Hz. Ömer'le, Hz. Osmanla
(radıyallahu anhüm) namaz kıldım. Onlardan hiç birinin bunu (besmelenin
okunacağını) okuduklarını işitmedim. Onu sen de okuma. Sadece "Elhamdülillahi
rabbi'l-alemin" de."
2505 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ikinci rek'atten kalktığı zaman
kıraati Elhamdü lillahi Rabil alemin ile başlatıyor ve süküt
etmiyordu."
2506 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Fatiha-i şerife
süresini okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz nakıstır -bu sözü üç kere
tekrarladı- eksiktir." Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'ye: "Biz imamın
arkasında bulunuyorsak (ne yapalım)?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Yine de içinden oku. Zira ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
söylediğini işittim: "AIIah Teala hazretleri (bir hadis-i kudside) buyurdu
ki: "Ben kıraati kulumla kendi aramda iki kısma böldüm, yarısı bana ait, yarısı
da ona. Kuluma istediği verilmiştir: Kul: "EI-hamdülillahi Rabbi'I-alemin. (Hamd
alemlerin Rabbine aittir)" deyince, Aziz ve Celil olan AIIah: "Kulum bana
hamdetti!" der. "er-Rahmanirrahim" deyince, AIIah: "Kulum bana senada bulundu"
der. "Maliki yevmiddin (ahiretin sahibi)" deyince, AIIah: "Kulum beni
tebcil ve ta'ziz etti (büyükledi)" der. "İyyakena'budü ve iyyakenestain (yalnız
sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz)" deyince, AIIah: "Bu benimle
kulum arasında bir (taahhüddür). Kuluma istediğini verdim" der. "İhdina
s-sırata'I-müstakim sıratallezine en amte aleyhim gayr'il-mağdübi aleyhim ve
Ia'ddallin. (Bizi doğru yola sevket, o yol ki kendilerine nimet verdiğin
kimselerin yoludur, gadaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin değil)" dediği
zaman, Allah: "Bu da kulumundur, kuluma istediği verilmiştir"
buyurur."
2507 Ebu Davud'da gelen bir rivayette şöyle denmiştir:
"...Bana Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Haydi git ve Medine'de ilan
et ki: "Sadece Fatiha süresi de olsa, Kur'an'dan bir parça okumadıka kıldığınız
namaz namaz değildir" dedi ve başka bir şey ilave
etmedi."
2508 Rezin'in zikrettiği bir rivayette şöyle gelmiştir:
"...Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıraatsiz namaz sahih
değildir." Bilesiniz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize her ne duyurdu
ise biz de size duyurduk. Bize gizli tuttuğunu biz de size gizli tuttuk."
Bu açıklama üzerine bir zat ona: "Ey Ebu Hüreyre, Fatiha'ya herhangi bir
ilavede bulunmazsam (yeterli midir) ne dersin?" diye sordu. Ebu Hüreyre dedi
ki: "Bu sual Aleyhissalatu vesselam'a da sorulmuştu, şu cevabı
verdi: "Bununla iktifa edersen sana yeter, ilavede bulunursan senin için
daha hayırlı ve efdal olıır."
2509 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "(Namazda) Fatiha süresi ile kolaya gelen bir miktar (Kur'an ayetin)i
okumakla emrolunduk."
2510 Hz. Cabir (radıyallahu anh) demiştir
ki: "Kim Fatiha'yı okumadan bir rek'at namaz kılarsa, imamın arkasında
bulunmadığı takdirde, namaz kılmış sayılmaz."
2511 Vail İbnu Hucr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
gayri'l-mağdübi aleyhim ve la'd-dallin'i okuyunca amin dediğini ve bunu
söylerken sesini uzattığını işittim." Bir başka rivayette şöyle gelmiştir.
". . .Bunu söylerken sesini yükselttiğini işittim."
2512 Hz. Bilal
(radıyallahu anh)'in söylediğine göre, Aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın
Resülü! amin'de beni geride bırakma!" demiştir."
2513 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"İmam amin deyince siz de amin deyin. Zira kimin amin'i meleklerin amin'ine
tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir." İbnu Şihab der ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) amin derdi."
2514 Buhari'de diğer bir
rivayette şöyle gelmiştir: "Kari (okuyucu) amin deyince siz de amin deyin. Zira
melekler "amin" der. Kimin amin'i meleklerin amin'ine tevafuk ederse geçmiş
günahları affedilir.
2515 Ebu Bürde (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sabah namazında altmış-yüz arasında ayet
okurdu."
2516 Amr İbnu Hureys (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sabah namazında İza'ş-şemsu küvviret
süresini okuduğunu işittim."
2517 Abdullah İbnu Saib (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize Mekke'de sabah namazı
kıldırdı. Mü'minün süresini kıraat buyurarak namaza başladı. Hz. Musa ve
Harun'un zikrine gelince -veya Hz. İsa'nın zikrine, ravi burada tereddüt etti.
Resüllullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir öksürük tuttu, hemen rüküya
gitti."
2518 Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sabah namazında Kaf ve'l-Kurani'l-Mecid ve
benzeri bir süre okurdu. Aleyhissalatu vesselam diğer namazları hafif
kıldırırdı."
2519 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cuma günü, sabah namazında Elif-lam-mim
Tenzil es-Secde, ve Hel eta ala'l-insani hinun mine'd-dehr sürelerini okurdu.
Yine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cuma namazında Cuma ve Münafikün
surelerini okurdu."
2520 Urve (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ebu
Bekr es-Sıddik (radıyallahu anh) sabah namazını kıldırdı. Namazın her iki
rek'atinde Bakara süresini okudu."
2521 Fürafisa İbnu Umeyr
el-Hanefi der ki: "Ben Yüsuf süresini Osman İbnu Affan (radıyallahu anh)'ın
sabah namazlarındaki kıraatinden öğrendim. Çünkü o, bu süreyi çok sık
okurdu."
2522 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan anlatıldığına
göre, sabah namazının birinci rekatinde Enfal'den kırk ayet kadar, ikinci
rek'atinde ise mufassal sürelerden birini okumuştur."
2523 Amir
İbnu Rebi (radıyallahu anh) demiş ki: "Hz. Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu
anh)'ın arkasında sabahı kıldık. Namazda Yusuf ve Hacc surelerini ağır bir
kıraatle okudu. Bunun üzerine Amir'e: "Öyleyse fecir doğarken namaza
başlamış olmalıdır" dendi. O da: "Evet!" diye cevap
verdi."
2524 Muaz İbnu Abdillah el-Cüheni anlatıyor: "Cüheyne
kabilesine mensup bir zat bana: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sabah
namazının her iki rek'atinde de İza zülzilet süresini okuduğunu işittim,
bilmiyorum unutarak mı böyle yaptı, bilerek mi okudu"
dedi."
2525 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) öğlede ilk iki rek'atte Fatiha ile iki süre okurdu. Son
iki rek'atte de Fatiha'yı okur, bazan da ayeti bize işittirirdi. Birinci
rek'atte (kıraatı) uzun tutar ikinci de o kadar uzatmazdı. İkindi ve sabah
namazlarında da böyle yapardı." Ebu Davud, bir rivayette şu ziyadeye
şamildir: "O'nun (aleyhissalatu vesselam), halk birinci rek'ata yetişebilsin
diye böyle yaptığını zannederdik."
2526 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) demiştir ki: "Resûlullah'ın öğle ve ikindi namazlarında kıraatte bulunup
bulunmadığını bilmiyorum."
2527 Cabir İbnu Semüre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öğlede velleyli iza yağşa
süresini okur, ikindide dahi aynısını yapar, sabah namazında bundan daha uzun
bir kıraatte bulunurdu."
2528 el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın arkasında öğleyi kılmıştık.
Kendisinden Lokman ve Zariyat sürelerinin ayetlerini peş peşe
işitiyorduk."
2529 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir namazda secde edip sonra kıyama kalktı
ve rükü yaptı. Cemaat onun, Elif Lam-Mim Tenzile's-Secdetü'yü okuduğunu
gördü."
2530 Mervan İbnu'l-Hakem anlatıyor: "Bana Zeyd İbnu Sabit
(radıyallahu anh) dedi ki: "Sen niye akşam namazında (kısaru'l-mufassal denilen)
kısa surelerden okuyorsun? Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
Tûla't-Tûleyeyn'i okuduğunu işittim." Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade
var: "...Dedim ki: Tula't-Tüleyeyn nedir? Bana "el-A'raf", öbürü de "el-En'am"
diye cevap verdi."
2531 Ümmü'l-Fadl (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın akşam namazında ve'l-mürselati urfen
suresini okuduğunu işittim. Bundan sonra artık bize, ruhu kabzedilinceye kadar
hiç namaz kıldırmadı."
2532 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, A'raf suresiyle akşamı kıldırdı. Sureyi
ikiye bölerek her iki rek'atte bir parçasını okudu."
2533 Cübeyr
İbnu Mut'im radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı
akşam namazında et-Tûr suresini okurken işittim."
2534 Ebu Osman
en-Nehdi anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'ın arkasında akşam namazı
kılmıştım. Namazda Kulhüvallahü ahad'i okudu."
2535 Abdullah İbnu
Utbe İbni Mes'ud anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam akşam namazında
Ha-mim-ed-Duhan suresini okudu."
2536 Ebu Abdillah es-Sunabihi
anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'ın hilafeti sırasında Medine'ye geldim,
arkasında akşam namazını kıldım. İlk iki rek'atinde Fatiha ile
(kısaru'l-mufassal denen) kısa surelerden birer sure okudu. Sonra üçüncü rek'ate
kalktı. ben (ne okuyacağını işitmek için) hemen kendisine -elbisem elbisesine
değecek kadar- yaklaştım. Fatiha ve beraberinde "Rabbena la tuziğ kulûbena ba'de
iz hedeytena veheb lena min ledünke rahmeten inneke ente'l-Vehhab. (Rabbimiz,
bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma. Katından bize bir rahmet
lutfet, sen çok lutfedenlerdensin)" ayetini okuduğunu
işittim."
2537 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam yatsı namazında Veşşemsi ve duhaha ve benzeri sureleri
okurdu."
2538 eI-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir yolculuk sırasında yatsıyı kılmıştı. İki rek'atin
birinde Vettini ve'z-Zeytüni'yi okudu." Sahiheyn'de şu ziyade yer alır:
"Sesce ve kıraatçe O'ndan daha güze kimseye
rastlamadım."
2539 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
tek başına namaz kılınca dört rek'atin her birinde Fatiha'yı ve Kur'an'dan bir
süreyi okurdu. Bazan da farz namazın bir rek'atinde iki ve üç süre birden
okurdu. Akam namazının iki rek'atinde aynı ekilde Fatiha ve birer süre
okurdu."
2540 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddih anlatıyor:
"Mufassal sürelerden -uzunu olsun, kısası olsun- hiçbiri yoktur ki, ben onu
Resûlullah'ın namaz kıldırırken okuduğunu işitmemiş
olayım."
2541 Hz. Aşe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam askeri bir birliğin başına bir adamı komutan yapmıştı,
Bu zat arkadaşlarına namaz kıldırırken, her seferinde kıraatını kulhüvallahu
ahad ile tamamlıyordu. Döndükleri zaman durumu Hz. Peygamber'e söylediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Sorun ona niçin öyle yapıyormuş?" buyurdu. Dediği
gibi kendisine sorulmuştu. "Çünkü O, Rahman'ın sıfatıdır, ben onu okumayı
seviyorum!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Ona
bildirin, Allah onu seviyor!" müjdesini verdi."
2542 Şakik İbnu
Seleme (rahimehullah) anlatıyor: "Bir adam İbnu Mes'ud'a gelerek: "Ben bir
rek'atte mufassal sürelerin tamamını okudum" dedi. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
da: "Şiir mırıldar gibi mırıldar, meyve döküştürür gibi döküştürür müsün?
Olmaz öyle şey! Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tek rek'atte birbirine denk
iki süre okurdu. Bir rek'atte, İkterebet ve el-Hakka sürelerini, bir rek'atte
Vettür ve Vezzariyat sürelerini; bir rek'atte Ve iza vaka'at ve Nün sürelerini;
bir rek'atta Seele sailun ve ve'n-Nazi'at sürelerini; bir rek'atte Veylün
li'l-Mutafifin ve Abese sürelerini, bir rek'atte el-Müddessir ve, el-Müzzemmil
sürelerini; bir rek'atte Hel Eta ve La Uksimu biyevmi'l-Kıyame sürelerini, bir
rek'atte Amme yetesaelün ve Ve'I-Mürselat sürelerini; bir rek'atte de ed-Duhan
ve İza'ş-Şemsü Küvvirat sürelerini okurdu." Bu rivayet, metin olarak Ebu
Davud'un rivayetidir. Ebu Davud: "Bu İbnu Mes'ud'un telifidir" demiştir. Bunu
Alkame ve Esved'den kaydeder. Diğerleri, süreleri
zikretmezler.
2543 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam gece namazına kalktı ve sabah vakti girinceye
kadar namaza devam etti. Namazda tek ayet okudu. O da şu (mealdeki)
ayettir: "Onlara azab edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları
bağışlarsan, güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak sensin" (Maide
118).
2544 Ebu Seleme anlatıyor: "Hz. Omer (radıyallahu anh),
halka akşam namazı kıldırmıştı. Namazda kıraatte bulunmadı. Namazdan çıkınca
kendisine: "Kur'an okumadın!" dendi. "Rükü ve secdeler nasıl oldu?"
diye sordu. "İyi oldu!" dediler. "Öyleyse, tamamdır!"
dedi."
2545 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) demiştir ki: (Kur'an)
her bir namazda okunur. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize hangilerini
işittirmişse biz de size işittiriyoruz. Hangilerini de gizlemişse biz de size
gizliyoruz."
2546 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gece (evinden) çıkmıştı. Hz. Ebu Bekr
(radıyallahu anh)'e uğradı. Alçak sesle namaz kılıyordu. Hz. Ömer (radıyallahu
anh)'e uğradı, o da yüksek sesle namaz kılıyordu." Ravi der ki:
"Resûlullah'ın yanında toplanınca Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ey Ebu Bekr sana uğradım sen sessizce namaz kılıyordun." Ebu Bekr: "Ben
konuştuğum Zat-ı Zülcelal'e sesimi işittirdim ey Allah'ın Resülü!" cevabını
verdi. Hz. Ömer'e de: "Sana da uğradım. Sen yüksek sesle namaz
kılıyordun!" dedi. O da şu cevabı verdi: "Ey Allah'ın Resülü! Uyuklayanı
uyandırıyor, şeytanı da uzaklaştırıyordum." Hasan Basri rivayetinde der
ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz. Ebu Bekr'e: "Ey Ebu Bekr sen sesini
biraz yükselt!" dedi. Hz. Ömer'e de: "Sesini sen de biraz alçalt!"
buyurdu."
2547 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den yapılan
rivayette, bu kıssa aynen zikredilir, ancak Hz. Ebu Bekr'e: "Sesini biraz
yükselt", Hz. Ömer'e de: "Sesini biraz alçalt" dedi" cümleleri
zikredilmez." Fakat şu ziyadede bulunur: "Ey BiIaI seni, şu süreden ve şu
süreden okurken işittim" dedi. (Bilal) cevaben: "(Kur'an) tatlı bir kelam, Allah
onu kısım kısım yapıp bir araya getirdi" dedi. Sonunda Resûlullah aleyhissaIatu
vesselam: "Hepiniz isabet ettiniz!" buyurdu."
2548 el-Beyazi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselm) namaz kılmakta
olan insanların yanına geldi. Kıraatte sesleri yüksekti. Hemen: "Namaz kılan
kimse Rabbine münacaatta (hususi konuşmada) bulunuyor demektir. Öyleyse ne
şekilde münacaatta bulunduğuna dikkat etsin. Kur'an'ı birbirinize cehren
okumasın!" dedi."
2549 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın geceleyin kıraatı bazan yüksek sesle,
bazan da alçak sesle olurdu."
2550 Abdullah İbnu Şeddad anlatıyor:
"Ben Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in: "Ben üzüntü ve hüznümü yalnız Allah'a
açarım..." mealindeki ayeti (Yüsuf 86) okurken (boğuk boğuk çıkan) sesini en
arka safta olduğum halde işittim..."
2551 Semüre İbnu Cündüb
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Namazda iki sekte hatırımda kaldı. Biri, imam
"Allahu ekber" dedikten kıraata başladığı ana kadar geçen sektedir. Diğeri de
Fatiha ve zamm-ı süreyi okuyup bitirince rüküya gitme sırasındaki
sektedir." (Hadisi rivayet eden Hasan Basri) der ki: "Bunun üzerine İmran
İbnu Husayn ona karşı çıktı (ve tek sekte olduğunu söyledi). Sonunda Medine'ye
Ubeyy (İbnu Ka'b)'e yazıp sordular. (Übeyy verdiği cevapta) Semüre'yi tasdik
etti." Bir diğer rivayette, "..Kıraatten çıkınca bir sekte" denmiştir. Bir
diğer rivayette: "...İftitah tekbiri alınca ve kıraatten çıkınca"
denmiştir.
2552 Ebu Mes'üd el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri, rükü ve
secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli
olmaz."
2553 Nu'man İbnu Mürre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "İçki içen, zina yapan ve hırsızlıkta
bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Bu sual, bunlar hakkında henüz
hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu. "Allah ve Resülü daha iyi bilir!"
diye cevap verdiler. Aleyhissalatu vesselam: "Bu fiiller ağır suçtur,
onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır"
buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Resûlullah, kişi namazını nasıl çalar?" diye
sordular. Şu cevabı verdi: "Rüküsunu ve secdelerini
tamamlamaz."
2554 Salim el-Berrad anlatıyor: "Ebu Mes'ud'a
gelerek: "Bize Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın namazından anlat!" dedik.
Hemen önümüzde kalktı, tekbir getirdi. Rüküya varınca ellerinin ayalarını
dizlerinin üzerine koydu. Parmaklarını dizinin alt kısmına getirdi. Dirseklerini
yan taraflarına uzattı. Bu halde her uzvu hareketsiz; sabıit durdu. Sonra
semi'allahu li-men hamideh dedi ve her uzvu düz oluncaya kadar
doğruldu."
2555 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Secdede ta'dile riayet edin, kimse
kollarını köpeklerin yayışı gibi yaymasın."
2556 Yine Hz. Enes
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Rükü ve
secdeleri yerine getirin. AIIah'a yemin oIsun siz secde rükü ettikçe ben arkamda
olanları da görüyorum." -Belki "sırtımın gerisini"
demişti-"
2557 Malik İbnu'I-Huveyris (radıyallahu anh)'ten
rivayete göre, arkadaşlarına: "Size Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
namazını haber vereyim mi?" diye sormuştur. Ebu Kilabe der ki: "(Böyle
söyledikten sonra), bize şeyhimiz Ebu Yezid'in namazı (gibi) namaz kıldırdı. Ebu
Yezid, başını birinci ve üçüncü rek'atin ikinci secdesinden kaldırınca
otururcasına doğrulur sonra kalkardı."
2558 Said İbnu Cübeyr
(rahimehullah) anlatıyor: "Enes İbnu Malik (radıyallahu anh)'i dinledim şöyle
diyordu: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan sonra, namazı Resûlullah 'ın
namazına bu derece benzeyen, şu gençten yani Ömer İbnu Abdilaziz'den başka
birinin ardında namaz kılmadım." Enes (devamla) dedi ki: "Rüküsunda on
tesbihat, secdelerinde de o kadar tesbihat tahmin
ettik."
2559 es-Sa'di babasından veya amcasından naklediyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a namazını kılarken dikkatle baktım, rüku
ve secdelerinde üçer kere subhanallahi ve bi-hamdihi diyecek kadar
duruyordu."
2560 Gunder'in bir rivayetinde denir ki: "İbnu'l-Eş'as
zamanında Küfe'ye Mataru'bnu Naciye (adında biri) galebe çaldı. (İbnu Abbas'ın
oğlu) Ebu Ubeyde İbnu Abdillah'a halk'ın önüne geçip namaz kıldırmasını emretti.
Ebu Ubeyde, (namaz kıldırırken) başını rükudan kaldırdığı zaman ben: "Allahümme
Rabbena ve leke'l-hamdü mil'e's-semavat ve mil'e'l-ardı ve mil'e ma şi'te min
şey'in ba'du. Ehle's-senai ve'l-mecdi, La mani'a li-ma a'tayte ve la mu'tiye
li-ma mena'te. Ve la yenfe'u za'l-ceddi minke'l-ceddü" duasını okuyuncaya kadar
kıyamda dururdu." el-Hakem der ki: "Bunu ben Abdurrahman İbnu Ebi Leyla'ya
zikrettim. Dedi ki: "Bera İbnul-Azib (radıyallahu anh)'i işittim: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın kıldığı namazın rükusu, secdesi, rüku ve secdeden
başını kaldırdığı zamanki ve iki secde arasındaki (fasılaları) birbirine yakın
uzunlukta idi" demişti." Şu'be der ki: "Ben bunu Amr İbnu Mürre'ye
söyledim. O da: "Ben, İbnu Ebi Leyla'yı gördüm, onun namazı böyle değildi"
dedi."
2561 Sahiheyn'in diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın rükü ve secdesi ve iki secde arasındaki
(fasıla ile), rüküdan başını kaldırdığı zamanki (fasıla) -kıyam ve ku'üd
(oturma) hariç- birbirine yakın miktardaydı."
2562 Zeyd İbnu Vehb
anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh) bir adamın namaz kılarken hile yaptığını
görmüştü. "Sen bu namazı ne zamandan beri kılıyorsun?" diye sordu.
Adamcağız: "Kırk yıldan beri!" dedi. Huzeyfe? "Öyleyse kırk yıldan beri
namaz kılmadın (bütün kıldıkların boşa gitmiş). Şayet bu şekilde namaz kılarak
ölecek olursan Muhammed'in fıtratından başka bir fıtrat üzere öleceksin.!" dedi
ve ilave etti: "Kişi namazı hafıf kılar (ama buna rağmen) tam kılar, güzel
kılar!"
2563 Abdurrahman İbnu Şibl (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi
kolları yaymaktan, kişinin mescidde deve gibi mekan tutmasından
nehyetti"
2564 İbnu Mes'üd (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize namazı şöyle öğretti: "Önce tekbir
getirdi iki elini kaldırdı. Rüküya gittiği zaman ellerini dizlerinin arasında
kavuşturdu. Ravi der ki: "Sa'd'a bu haber ulaşınca: "Kardeşim doğru
söyledi. Biz böyle yapardık, sonra şununla emredildik dedi ve bununla diz
kapaklarını kavrayıp avuçlamayı kastetti."
2565 Hz. Ömer
(radıyallahu anh) demiştir ki: "Diz kapağı(nı tutmak) sizin için sünnet
kılınmıştır. Öyle ise rüküda diz kapaklarını kavrayın."
2566 Ebu
İshak anlatıyor: "Bera İbnu Azib (radıyallahu anh) bize secdeyi şöyle
vasfeyledi: Ellerini (yere) koydu, dizleri üzerine dayandı, kalçasını (havaya)
kaldırdı ve: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle secde yaparlardı"
buyurdu." Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaz
kılınca kollarını kanat gibi yanlarına açardı"
denmiştir."
2567 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Secde ettiğin zaman ellerini yere koy,
dirseklerini (havaya) kaldır."
2568 Tirmizi'nin bir rivayetinde
şöyle gelmiştir: "Bera'ya: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam secde edince
yüzünü nereye koyardı?" diye sordum. "Ellerinin arasına" diye cevap
verdi."
2569 Abdullah İbnu Malik İbni Buhayne (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazda secdeye gidince
ellerinin arasını, koltuk altı beyazlıkları görününceye kadar
açardı."
2570 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz secde edince kollarını, köpeğin
yayması gibi yere yaymasın."
2571 Amir İbnu Sa'd babasından
(Sa'd'dan) (radıyallahu anh) naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
(secdede) ellerin yere konulmasını, ayakların da dikilmesini
emretti."
2572 Ebu Humeyd es-Saidi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) rükü yapınca itidali muhafaza eder, başını
(yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi. Ellerini dizkapaklarının üzerine koyardı.
Secde için yere eğilince adalelerini koltuk kısmından yana açardı. Ayaklarının
parmaklarını da aralardı."
2573 Yine Ebu Humeyd (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu vesselam secde ettiği zaman, burnunu ve
alnını yere koyardı. Ellerini yanlarından aralardı, avuçlarını omuzları hizasına
koyardı."
2574 Vail İbnu Hucr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) secde edince, yere, dizkapaklarını
ellerinden önce koyardı. Kalkınca da ellerini dizkapaklarından önce
kaldırırdı."
2575 Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) secdeye gidince alnını ellerinin
arasına koydu, kalkınca da dizkapaklarının üzerine kalktı ve dizlerine
dayandı."
2576 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz secde edince,
devenin çöküşü şeklinde yere çökmesin, yani ellerini dizlerinden önce yere
koymasın."
2577 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana şunu söyledi: "Ey Ali! Ben, kendim için sevdiğimi
senin için de seviyorum, kendim için hoşlanmadığımı senin için de hoşlanmıyorum,
öyleyse iki secde arasında ik'ada bulunma."
2578 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (namazda)
kişinin, elleriyle yere dayanarak oturmasını yasakladı."
2579 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
namazda ayaklarının sırtı üzerinde kalkardı."
2580 Malik
İbnu'l-Huveyris (radıyallahu anh)'in anlattığına göre Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı namaz kılarken görmüştür. Efendimiz, tek rekatte iken, tam bir
oturuş vaziyeti almadan kalkmamıştır."
2581 Nafi (rahimehullah)
anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) secde ettiği zaman ellerini, yüzünü
koyduğu şeyin üzerine ko;yardı. Ben O'nu çok soğuk bir günde gördüm, ellerini
(giymekte olduğu) bürnusunun altında çıkarmış çakılların üzerine
koymuştur."
2582 Mecze‚ İbnu Zahir, Ashabu Şecere'den Uhban İbnu
Evs'ten naklettiğine göre, Uhban "Diz kapaklarından rahatsızdı, secde ettiği
zaman dizkapağının altına minder koyardı."
2583 Nafi
(rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şöyle derdi: "Hasta
kimse secde etmeye muktedir olamazsa başıyla ima eder, alnına herhangi bir şey
kaldırmaz."
2584 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize yedi aza üzerine secde etmemizi,
saçımızı ve elbisemizi toplamamamızı emretti. Bu azalar Şunlardır: "Alın, eller,
diz kapakları, ayaklar."
2585 Bir diğer rivayette şöyle demiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben yedi kemik üzerine
secde etmekle emrolundum: Alın, -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz
kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde sırasında)
toplamayız."
2586 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a nisbet ederek buyurdu ki: "Eller de secde eder, tıpkı
alnın secde etmesi gibi. Öyleyse, biriniz alnını secdeye koyunca ellerini de
koysun. Alnı secdeden kaldırdımı onları da kaldırsın."
2587 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir
ihtiyaç sebebiyle, kendilerine Kurra denilen yetmiş kişiyi yola çıkardı. Süleym
aşiretinden Ri'I ve Zekvan adında iki kabile Bi'r-i Ma'üne (Ma'üne Kuyusu)
denilen bir suyun yanında bunların önünü kesti. Hey'et bunlara: "Biz size
gelmedik. Biz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bir ihtiyacı için
gidiyoruz" dediler. Ancak öbürleri bunları dinlemeyip öldürdüler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (duruma muttali olduktan sonra) sabah
namazlarından sonra bir ay boyu onlara beddua etti. Bu hadise namazda kunüt
okumanın başlangıcı oldu. Biz kunut yapmıyorduk." Abdülaziz İbnu Süheyb
der ki: "Bir zat Enes (radıyallahu anh)'e Kunüt'dan sorarak: "Bu, rüküdan
sonra mı yoksa kıraatın tamamlanmasından sonra mı?" dedi. Enes: "Hayır,
kıraatin bitiminde" diye cevap verdi." Bir başka rivayette (Enes) şöyle
dedi: "(Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir ay boyu) rükudan sonra (kunut
yaparak bazı Arap kabilelerine beddua etti.)"
2588 Bir başka
rivayette: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sabah namazından sonra bir ay
boyu kunüt yaptı" denmiştir."
2589 Müslim'in bir rivayetinde:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bir ay boyu sabah namazında rüküdan sonra
kunüt yaparak Useyye (kabilesi)ne beddua etti" denir." Buhari nin bir
rivayetinde: "Kunüt, akşam ve sabah namazındaydı" denir." Ebu Davud ve
Nesai'nin bir rivayetinde: "Bir ay kunüt yaptı sonra terketti"
denir."
2590 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tam bir ay boyu, hiç aralık vermeden her
namazın peşinde, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında Kunüt yaptı.
Şöyle ki: Son rek'at'te semi'allahu li-men hamideh deyince Süleym aşiretinden
Ri'l, Zekvan, Useyye kabilelerine beddua ediyor, namazda kendine uyanlar da amin
diyorlardı."
2591 Hufaf İbnu İma el-Gıfari (radıyallahu anh)ş
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) rükü'ya gitti, sonra başını
kaldırdı ve "Gıfar kabilesini Allah mağfiret etsin, Eslem kabilesine Allah
selamet versin, Useyye Allah'a ve Resulüne isyan etmiştir. Allahım, Beni
Lihyan'a lanet et. Ri'l ve Zekvan'a da lanet et" deyip secdeye
gitti."
2592 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'in anlattığına göre,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sabah namazının son rekatinin rükusundan
başını kaldırınca semi'allahu limen-hamideh Rabbena ve leke'l-hamd dedikten
sonra şöyle söylediğini işitmiştir: "Allahım falancaya falancaya lanet et."
Allah Teala Hazretleri bunun üzerine şu mealdeki ayeti indirdi: "(Kullarımın)
işinden hiçbir şey sana ait değildir. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder,
yahud onları, kendileri zalim (kimse)ler oldukları için, azablandırır" (Al-i
İmran 128).
2593 Hasan Basri (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer
İbnu'l Hattab (radıyallahu anh), halkı, Übeyy İbnu Ka'b üzerinde topladı. O,
bunlara ramazanda yirmi gece namaz kıldırdı. Bu esnada (vitirlerde) sadece son
yarıda kunüt yaptı, daha önce hiç kunüt yapmadı. Son on kalınca cemaate gelmedi,
teravihi evinde kıldı. Halk: "Übeyy (cemaatten) kaçtı"
dedi."
2594 Hasan İbnu Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana vitirde okuduğum bir dua
öğretti. Şöyle ki: "Allahım! Beni hidayet verdiklerinden kıl, afiyet
verdiklerinden eyle, beni, işlerini üzerine aldıkların arasına koy. (Ömür, mal,
ilim, v.s.'den) verdiklerini hakkımda mübarek kıl. Vuküuna hükmettiğin şerlerden
beni koru. Sen dilediğin hükmü verirsin, kimse seni mahkum edemez. Sen kimin
işini üzerine aldıysan o zelil olmaz. Rabbimiz! Sen münezzehsin,
muallasın."
2595 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) vitrinin sonunda şunu okurdu: "Allahım! Senin
gadabından rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım.
Sana (layık olduğun) senayı saymaya gücüm yetmez. Sen, kendini sena ettiğin
gibisin."
2596 Hz. Cabir (radıyallahu anh) demiştir ki: "En efdal
namaz, kunütu uzun olandır."
2597 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana, avucum avuçlarının içinde
olduğu halde, Kur'an'dan süre öğretir gibi teşehhüd'ü öğretti." "Tahiyyat,
tayyibat ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, AIlah'ın rahmet ve
bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın salih kulları
üzerine de olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, yine şehadet
ederim ki Muhammed AIIah'ın Resüludür." Bir rivayette "Allah'ın salih
kulları" ibaresinden sonra şöyle denmişftir: "Siz bu teşehhüdü yaptınız mı sema
ve arzdaki bütün salih kullara selam vermiş olursunuz."
2598 Bir
diğer rivayette: "(Teşehhüdden) sonra dilediği senayı yapmakta muhayyerdir"
denmiştir.
2599 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" (dersiniz). Sonra her
biriniz hoşuna giden duayı seçip onunla dua etsin."
2600 Ebu
Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "...bize onları öğretirdi veya
şu duaları bize teşehhüdü öğrettiği gibi öğretirdi: "Allah'ım!
Kalplerimizi birleştir, aramızdaki geçimsizliği düzelt. Bizi selamet yollarına
sevket, zulümattan nüra kavuştur. Bizi, çirkinliklerin açık ve gizli
olanlarından uzak tut. Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi, zevcelerimizi
ve çocuklarımızı hakkımızda mübarek ve hayırlı kıl. Tevbelerimizi kabul et, sen
rahimsin, tevbeleri kabul edersin. Bizleri verdiğin nimetlere şakir, onlarla
sena edici, onları kabul edici kıl, onları (ağirette de nasib ederek) hakkımızda
tamamla."
2601 Yine Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde: "Şehadet
ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir" cümlesinden sonra şöyle denir: "Bunu
söyledin veya şehadeti ifa ettin mi, namazını ifa ettin demektir. Kalkmak
istersen kalk, oturmak istersen otur."
2602 Nesai nin bir
rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la namaz
kılınca: "Selam Allah'ın üzerine, selam Cibril ve Mikail üzerine olsun" derdik.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Selam Allah'ın üzerine olsun
demeyin. Zira Allah selam'ın kendisidir. Ancak şöyle deyin: "Tahiyyat. . . Allah
içindir. . . "
2603 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize, Kur'an'dan süre öğrettiği gibi
teşehhüdü öğretirdi. Şöyle derdi: "Tahiyyat, mübarekat, salavat, tayyibat AIIah
içindir. Ey Nebi selam, AIIah'ın rahmet ve bereketi sana olsun. Selam bize,
Allah'ın salih kullarına olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur,
şehadet ederim ki Muhammed AIIah'ın Resülüdür."
2604 Tirmizi'de
şöyle gelmiştir: "...Selam sana olsun, selam bize olsun." Yani her iki "selam"
kelimesi de elif lamsızdır."
2605 Ebu Müsa (radıyallahu anh)'dan
Nesai'nin yaptığı bir rivayette şöyle gelmiştir: "..Şehadet ederim ki AIIah'tan
başka ilah yoktur, tektir, şeriki yoktur. Muhammed'de O'nun kulu ve
Resûlüdür."
2606 Yine Nesai'de Hz. Cabir (radıyallahu anh)'den
gelen bir rivayette şöyle denmiştir: "Teşehhüdü, Kur'an'dan bir sureyi
öğrendiğimiz gibi öğrendik. Şöyle ki: "Bismillah ve billah ettahiyyatu.. "
Bu rivayette, abduhu ve resülühü ibaresinden sonra şu ziyade mevcuttur:
"Es-eIu'I-Iahe'I-cennete ve e'üzü bihi mine'n-nari. (AIIah'tan cenneti istiyor,
ateşten O'na sığınıyorum."
2607 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'dan teşehhüd olarak şunu rivayet etmiştir:
"et-Tahiyyatu IiIIahi vessalavatu ve't-tayyibatu. es-Selamu aleyke
eyyühennebiyyu ve rahmetullahi." İbnu Ömer der ki: "Ben buna şunu ilave
ettim: "Ve berekatuhu es-Selamu aleyna ve aIa ibadillahis-SaIihin. Eşhedü en
La-ilahe illallah..." İbnu Ömer der ki: "Ben buna şunu ilave ettim:
"Vahdehu Ia-şerike Iehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve
Resülühu."
2608 Muvatta'da Şöyle gelmiştir: "(Nafi der ki:) "İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) şöyle teşehhüd okurdu: "BismiIlahi, et-tahiyyatu
lil-lahi, ve'ssalavatu lillahi, ez-Zakiyatu lillahi, es-Selamu aIe'n-Nebiyyi ve
Rahmetullahi ve berekatuhu, es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-Salihin,
Şehidtü en Ia-ilahe illallahu ve şehidtü enne Muhammeden ResüIullahi."
Bunu ilk iki rek'at(in ka'desin)de okur ve teşehhüdünü tamamlayınca dua ederdi.
Namazın sonunda oturunca da yine böyle teşehhüdde bulunur ve teşehhüd'ü öne
alırdı. Sonra dilediği duayı okuyarak dua ederdi. Teşehhüdünü tamamlayıp selamı
vermek isteyince şöyle derdi: "Es-selamu ale'n, Nebiyyi ve rahmetullahi ve
berekatuhu es-selamu aleyna ve aIa ibadillahi's-salihin." Sonra sağına,
es-selamu aleyküm derdi. Sonra mukabeleten imama selam verirdi. Solundan biri
kendisine selam verirse mukabeleten ona da selam verirdi." Rezin şunu
ilave etti: "Ve dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle yapmayı
emretti."
2609 İmam Malik'in, Kasım, İbnu Muhammed'den yaptığı
diğer bir riyayette şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anha)
teşehhüdde iken şunu okurdu: "Et-Tahiyyatu et-tayyibatu es-Salavatü, ez-zakiyatu
lillahi, eşhedu en la ilahe illallahu vahdehu la şerike lehu ve enne Muhammeden
abduhü ve Resülühü. Esselamu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi ve
berekatuhu, esselamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin, esellamu
aleyküm."
2610 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan yapılan rivayete
göre şunu demiştir: "Teşehhüd'ün sessiz okunması
sünnettir."
2611 AIi İbnu Abdirrahman el-Mu'avi (rahimehullah)
anlatıyor: "Ben namazda çakıl taşlarını kurcalarken İbnu Ömer (radıyallahu anh)
beni gördü. Namazdan çıkınca beni bundan nehyetti ve: "Sen de Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yaptığı gibi yap!" dedi. Ben: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ne yapmıştı?" diye sordum. Ben: "Namazda oturduğu
zaman, efendimiz sağ avucunu sağ dizinin üzerine koyarak, bütün parmaklarını
yumar, başparmağını takip eden parmağıyla da işarette bulunurdu. Sol avucunu da
sol uyluğunun üstüne koyardı."
2612 Nafi'nin İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'den yaptığı bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "...Sol
eli de sol dizinin üstüne açmış olarak: koydu."
2613 Yine İbnu
Ömer'den bir başka rivayet şöyledir: "Sağ elini sağ; dizi üzerine koydu. Elliüç
akdi yapıp şehadet parmağıyla işarette bulundu."
2614 Nesai'nin
Ali İbnu Abdirrahman'dan kaydettiği bir rivayette der ki: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'nın yanında namaz kıldım ve namazda çakılları alt üst
ettim. Bana: "Çakılları alt üst etme. Zira çakılların çevrilmesi şeytan
işidir. Sen de Resûlullah'ın yaptığı gibi yap. Ben O'nun ne yaptığını gördüm"
dedi. Ben: "Resûlullah'ın ne yaptığını gördün?" diye sordum. "Şöyle'
dedi ve sağ ayağını dikti, solunu yatırdı. Sağ elini sağ uyluğu üzerine, sol
elini de sol uyluğu üzerine koydu. Şehadet parmağıyla da işaret etti." Bir
diğer rivayette şöyle denmiştir: "Baş parmağı takip eden parmağı ile kıbleye
işaret etti, nazarlarını da ona dikti."
2615 İbnuz-Zübeyr
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namazda
oturunca, sol ayağını (sağ) uyluğunun ve bacağının altına koyar, sağ ayağını da
yere döşerdi."
2616 Yine İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (namazda oturur vaziyette iken),
dua edince, hareket ettirmeksizin parmağıyla işaret yapar, bu vaziyette dua
(teşehhüd) okurdu. Sol eliyle de sol uyluğunun üzerine dayanırdı." Bir
diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Gözü de işaretinden
ayrılmazdı."
2617 Vail İbnu Hucr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sol ayağını yere yaydı, elini sol uyluğunun
üzerine koydu, sağ ayağını da dikti." Nesai'nin bir rivayetinde:
"Kollarını, uyluklarının üzerine koydu. Şehadet parmağıyla işaret ederek dua
ediyordu (teşehhüdü okuyordu)."
2618 Ebu Ya'für (radıyallahu anh)
diyor ki: "Mus'ab İbnu Sa'd İbnu Ebi Vakkas'ın şöyle söylediğini işittim:
"Babamın yanında namaz kılmış, namazda avuçlarımı iç içe kavuşturup uyluklarımın
arasına koymuştum. Babam bu tarzdan beni men' etti ve: "Biz de bir ara
böyle yapmıştık. Ondan nehyedildik ve ellerimizi dizlerimizin üzerine koymakla
emrolunduk" dedi."
2619 Asım İbnu Küleyb el-şermi an ebihi an
ceddihi -ki ismi de Şihab İbnu'l-Mecnün'dur- der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesseIam)'ın huzuruna girdim, namaz kılıyordu. Sol elini sol uyluğunun üzerine
koymuş, sağ elini de sağ uyluğunun üzerine koymuş idi. (Sağ elin) parmakları hep
yumuk, sadece işaret parmağı açıktı. Şöyle dua ediyordu: "Ey kalbleri
döndüren Allah'ım, kaIbimi dinin üzerine sabit kıl."
2620 Ebu
Humeyd es-Saidi'den yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) teşehhüd için oturdu, sol ayağını yayıp sağ göğsünü
kıbleye çevirdi..."
2621 Nesai deki rivayette şu ziyade var:
"Namazın sona erdiği rek'atte sol ayağını geride bırakmış ve uyluk kemiğine
dayanarak oturmuş, sonra da selam vermişti." Yine Nesai'nin bir diğer
rivayetinde şu ziyade var: "Şehadet parmağını kaldırmış ve onu hafif eğmiş
(vaziyette teşehhüdü okuyordu)."
2622 Abdullah İbnu Abdillah İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "İbnu Ömer namazda oturunca bağdaş kurardı.
Aynı şeyi ben de yaptım. O sırada yaşım gençti. Beni bundan nehyetti. Ve dedi
ki: "Namazın sünneti sağ ayağını dikmen, solu da bükmendir." Ben
kendisine: "Ama sen bunu yapıyorsun!" dedim. Bunun üzerine:
"Ayaklarım beni taşımıyor" diye açıklamada
bulundu."
2623 Nesai'nin rivayetinde şöyle denmiştir: ". .
(Namazın sünneti) sağ ayağını dikmen, parmaklarını kıbleye yöneltmen ve sol
(ayak) üzerine de oturmandır.
2624 Tavus (rahimehullah) anlatıyor:
"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a (namaz'da) iki ayak üzerine ik'a hakkında
sordum. "Bu sünnettir" dedi. Kendisine "Biz bunu erkeğe eziyet
görüyoruz!" dedik. O tekrar: "Bilakis, o, Peygamberiniz (aleyhissalatu
vesselam)'in sünnetidir!" dedi." Ebu Davud'da, "iki ayak üzerine"
tabirinden sonra "secdede" ziyadesi mevcuttur.
2625 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilk iki
rek'atte oturunca, (çabuk) kalkmak için sanki kızgın taş üzerine oturmuş
gibiydi."
2626 Amir İbnu Sa'd, babasından (radıyallahu anh)
naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (namazını tamamlayınca) sağına
ve soluna selam verirdi, öyle ki ben (geride olduğum halde) yanağının
beyazlığını görürdüm."
2627 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (namazı bitince) sağına ve
soluna selam verir, şöyle derdi: "Esselamu aleyküm ve rahmetullah, es-selamu
aleyküm ve rahmetullah." Ebu Davud'da "soluna" tabirinden sonra şu ziyade
yer alır: "...Öyle ki yanağının beyazını gördük." Nesai de ise şu ziyade
vardır: "...Öyle ki, şu taraftan yanağının beyazlığını
görürdük."
2628 Ebu Davud'un Vail İbnu Hucr (radıyallahu anh)'dan
yaptığı bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) sağına, "esselamu aleyküm ve rahmetullah ve berekatuhu" diyerek,
soluna da "es-selamu aleyküm ve rahmetullah" diyerek selam verirdi." Yine
Ebu Davud'da Semüre İbnu Cündeb'ten gelen bir rivayette: "...sonra
imamınıza ve kendinize selam verin" buyurulmuştur."
2629 Cabir
İbnu Semüre (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ile beraber namaz kılınca, ellerimizle (işaret ederek): "Esselamu aleyküm ve
rahmetullahi" demiştik -ve eliyle de iki tarafına işaret etti. -Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: "Ellerinizle neye işaret
ediyorsunuz? Niye ellerinizi hırçın atların kuyruğu gibi (kıpırdak) görüyorum?
Namazda sakin olun. Herbirinizin ellerini dizlerine koyup, sonra sağındaki ve
solundaki kardeşine selam vermesi yeterlidir"
2630 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) selam
verince: "Allahümme ente's-selam ve minke's-selam. Tebarekte ya ze'l-celali
ve'l-ikram" diyecek kadar otururdu." Bu cümlenin manası: "Ey Allah'ım! Sen
selamsın (her çeşit ayıp, kusur ve afetlerden uzaksın). İnsanların mazhar olduğu
selamet sendendir. Ey Celal ve ikram sahibi Rabbimiz! Senin şanın yücedir"
demektir."
2631 Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) imamın selamına selamla mukabele etmemizi,
birbirimizi sevmemizi, birbirimize selam vermemizi
emretti."
2632 Ebu Humeyd es-Saidi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kendisi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabından on kişilik bir
grupla oturuyor idi. Resûlullah'ın namazını zikrettiler. Bunun üzerine:
"Ben içinizde Aleyhissalatu vesselam'ın namazını en iyi bilen kimseyim!" "Nasıl
olur. Allah'a yemin olsun, sen O'na bizden daha çok tabi olmuş bizden önce onun
sohbetine katılmış değilsin!" dediler. O: "Herşeye rağmen!" deyip (ısrar
edince): "Peki (Efendimizin nasıl namaz kıldığını) arzet görelim" dediler.
0 da anlattı: "Aleyhissalatu vesselam, namaza kalkınca kollarını omuzları
hizasına kadar kaldırırdı. Bütün kemikleri mütedil şekilde yerlerinde
istikrarını bulunca tekbir getirir, sonra kıraatte bulunur, sonra tekrar tekbir
getirir, ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır, sonra rüküya gider ve el
ayalarını dizlerinin üzerine koyar, sonra o durumda mütedil bir vaziyet alır,
başını ne aşağı kırar ne de yukarı kaldırır, sonra başını kaldırıp:
"Semi'allahu li-men hamideh (Allah kendisine hamdedeni işitir)!" der, sonra
ellerini tekrar omuzlarının hizasına kadar mutedil şekilde kaldırır, sonra:
"Allahu ekber!" deyip yere eğilir, ellerini yanlarına açar, sonra başını
kaldırır, sol ayağını büker, üzerine oturur, secde edince ayaklarının
parmaklarını açar, sonra secde eder, sonra: "Allahu ekber!" der, başını
kaldırır, sol ayağını büker, her kemik yerine gelinceye kadar sol ayağının
üzerine oturur. Sonra aynı şeyleri diğer (rek'at)de yapardı. Sonra iki
rek'ati (tamamlayıp) kalkınca, iftitah tekbirinde olduğu gibi tekbir getirir,
ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırır. Sonra aynı şeyleri namazın geri
kalan kısmında da yapardı. Selam vereceği son rek'atin secdesi olunca sol
ayağını (mak'adının altından sağ tarafına) çıkarır ve sol tarafı üzerine yere
çökerek otururdu." (Onun bu açıklamasını dinleyince yanındakiler:) "Doğru
söyledin,) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle namaz kılardı!"
dediler."
2633 Rifaa İbnu Rafi' (radıyallahu anh) anlatıyor:"Biz
mescidde iken bedevi kılıklı bir adam çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde
(yani rükunleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verdi: Efendimiz: "Üzerine
olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!" buyurdu. Adam döndü (tekrar)
namaz kılıp geldi, Resûlullah'a selam verdi. Aleyhissalatu vesselam selamına
mukabele etti ve: "Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!" dedi. Adam bu
şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi yaptı, her seferinde Aleyhissalatu
vesselam: "Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!" dedi. Halk korktu ve
namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır
geldi. Adam sonuncu sefer: "Ben bir insanım isabet de ederim, hata
da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Tamam. Namaza kalkınca önce AIIah'ın sana emrettiği şekilde
abdest aI. Sonra (ezan okuyarak) şehadet getir. İkamet getir (namaza dur).
Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa AIIah'a hamdet, tekbir getir, tehlil getir,
sonra rükuya git. Rükü halinde itmi'nana er (azaların rüküda mütedil halde bir
müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidale er, sonra secdeye git ve
secde halinde itidale er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra
kalk. İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel (kılmış olursun).
(Bundan bir şey) eksik bırakırsan namazını eksilttin demektir." Ravi der
ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sonuncu sözü Ashab'a önceki:
(Dön, namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay (ve rahatlatıcı)
oldu. Zira (bu söze göre), sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında
eksiklik oluyor ve fakat tamamı heba olmuyordu."
2634 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Namazın anahtarı temizliktir. (Namaz dışı şeylerle meşguliyeti) haram kılan şey
iftitah tekbiridir, (namaz dışı meşguliyeti) helal kılan şey (de sondaki)
selamdır."
2635 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın öğle ve ikindi namazındaki kıyamlarını(n uzunluğunu
tahmin ve) takdir ederdik. Öğledeki ilk iki rek'atin uzunluğunu Elif lam-mim
Tenzilü's-Secde süresi(ni okuyacak) kadar tahmin ettik. Sonra iki rek'atin
uzunluğunu da bunun yarısı kadar takdir ettik. İkindinin ilk iki
rek'atinin kıyamının uzunluğunu, öğlenin son iki rek'atinin uzunluğu kadar
takdir ettik. İkindinin son iki rek'atinin uzunluğunu da bunun yarısı
kadar."
2636 Yine Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Öğle
namazı başlardı, bu anda bir kimse Baki'ye gider, ihtiyacını görür, sonra abdest
alır, gelir ve uzunluğu sebebiyle Resulullah'ın birinci rek'atine
yetişirdi."
2637 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
gece Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte namaz kıldım. Öylesine
namazı uzattı ki, içimden çirkin bir şey yapmak geçti. "Ne yapmak
istemiştin?" diye sordular. Dedi ki: "Oturup O (aleyhissalatu vesselam)'nu
terketmeyi düşündüm."
2638 Fadl İbnu'l-Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namaz ikişer
ikişer kılınır. Her iki rek'atte bir teşehhüd vardır. Namazda huşü duyulur
(tazarrüda bulunulur), temeskün (tezellül) izhar edilir. Ellerini kaldırırsın."
Şöyle de dedi: "Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır;
isteklerini (ısrarla tekrarla söyleyerek) istersin: "Ya Rabbi! ya Rabbi!
ya Rabbi!.." Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir."
2639 Ammar İbnu
Yasir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kişi vardır, namazını kılar bitirir de, kendisine namazın
sevabının onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide
biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri yarısı
yazılır."
2640 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "AIIah temizlik olmayan
namazı kabul etmez, hıyanetle kazanılan paradan verilen sadakayı da kabul
etmez."
2641 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "AIIah, sizlerin namazını hades vaki
olunca yeniden abdest almadıkça kabul etmez."
2642 Yine Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Abdesti olmayanın namazı da yoktur. Üzerine besmele çekmeyenin
abdesti yoktur."
2643 Hz. Enes (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın her namaz için abdest aldığını söylemişti,
kendisine: "Siz nasıl yapıyordunuz?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
"Aldığımız abdest bozuluncaya kadar bize yetiyordu."
2644 Büreyde
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Fetih günü
bütün namazları tek abdestle kıldı. Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)
kendisine: "Ey Allah'ın Resülü, bugün Şimdiye kadar hiç yapmadığın şeyi
yapmış olmalısın?" demişti, şu cevapta bulundu: "Ey Ömer, bunu bilerek
yaptım."
2645 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Namaz kılarken kimin abdesti kozulacak
olursa hemen namazdan çıksın. Eğer cemaatle kılınan bir namazda ise burnunu
tutarak ayrılsın." Burnunu tutmasını emretmesi, cemaate burnu kanamış
zannını vermek içindir. Bu davranış, avretin örtülmesi ve kabihin gizlenmesi
hususunda bir nevi edebe riayettir.
2646 İmam Malik merhuma
ulaştığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) namazda iken burnu kanardı, o
da çıkar burnunun kanını yıkar, geri döner ve önceki kıldığı namazını (kaldığı
yerden) tamamlardı." Yine Muvafta'nın İbnu'l-Müseyyeb'den kaydettiği bunun
aynısı olan bir başka rivayet daha vardır."
2647 İbnu Amr
İbnu'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Bir kimse son rek'atte oturmuşken daha selam vermeden hades vaki
olsa namazı caizdir."
2648 Hz. Mu'aviye (radıyallahu anh)'nin
dediğine göre, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i pakleri Ümmü
Habibe'ye -ki kızkardeşidir- sormuştur: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), içerisinde kendisiyle temasta bulunduğu elbise sırtında olduğu halde
namaz kılar mıydı?" Ümmü Habibe (radıyallahu anha) şu cevabı vermiştir:
"Evet, yeter ki elbisede bir eza (meni bulaşığı) görmemiş
olsun!"
2649 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), bizim (kadınların) çamaşırları içerisinde namaz
kılmazdı."
2650 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'in anlattığına
göre, cünübken içinde terlediği elbise sırtında olduğu halde namaz
kılardı."
2651 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ashabiyle namaz kılarken aniden nalınlarını çıkarıp sol
tarafına koydu. Bunu gören cemaat de derhal nalınlarını attılar. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) namazı tamamlayınca: "NaIınIarınızı niye
attınız?" diye sordu. "Seni nalınlarını atarken gördük, biz de kendi
nalınlarımızı attık!" cevabını verdiler. "Cebrail (aleyhisselam) bana
gelip pislik olduğunu haber verdi (onun için attım). Öyleyse sizler mescide
gelirken dikkat edin, nalınlarınızda bir pislik (kazurat) -veya eza demişti-
görürseniz onu silin; o, ayağınızda olduğu halde namazınızı
kılın."
2652 Behz İbnu Hakim (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Bir
gün Hz. Peygamber'e sorarak) dedim ki: "Ey Allah'ın Resülü! Hangi
avretimizi açıp, hangi avretimizi örtelim?" "Zevcen ve sağ elinin sahip
oldukIarı dışında herkese karşı avretini koru!" cevabını verdi. Ben
tekrar: "Ey Allah'ın Resülü, erkekle olursa?" dedim, "Gücün yeterse
avretini kimseye gösterme!" dedi. "Kişi tek başına olursa?" dedim.
"Kendisine karşı haya edilmeye Allah daha layıktır"
dedi."
2653 Ebu Said el'Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir erkek başka bir erkeğin
avretine bakmasın, kadın da kadının avretine. Bir erkek aynı örtünün içinde bir
başka erkeğe sokulmasın. Kadın da aynı örtünün içinde bir başka kadına
sokulmasın."
2654 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Çıplaklıktan sakının! Zira
sizin yanınızda sadece helaya girdiğiniz zaman ve erkek hanımına sokulunca
ayrılan melekler var. Onlardan utanın ve onlara karşı saygılı
olun."
2655 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri
cariyesini veya kölesini veya ücretlisini evlendirdi mi, artık onun avretine
bakmasın."
2656 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissulatu vesselam) bana: "Ey Ali, dizini çıkarma, ne canlı, ne ölü,
başkasının dizine de bakma" buyurdu."
2657 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) uyluğu avret
addetti."
2658 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Omuzunuzu da örtmeyen -veya
şöyle demişti bir parçası iki omuzunuzu da örtmeyen- tek parçadan müteşekkil
kumaş içerisinde kimse namaz kılmasın."
2659 Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim tek parçalı kumaş içerisinde namaz kılarsa onu iki omuzu arasında
çaprazlasın." Ebu Davud'un metninde: "(Kumaşın) iki ucuyla omuzunda çapraz
yapsın" denmiştir.
2660 Yine Ebu Hüreyre'nin rivayeti de şöyle
gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a tek bir kumaş içinde kılınacak
namazdan sorulmuştu şu cevabı verdi: "Hepinizin iki parçası var
mı?"
2661 Ömer İbnu Ebi Seleme (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) tek parça kumaşa sarınmış olarak namaz
kıldı. İki ucu omuzlardan çaprazlama geçmişti."
2662 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Allah hayız görenin (kadının) namazını başörtüsüz kabul
etmez."
2663 Ubeydullah İbnu'I-Esved el-Havlani -ki Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i pakleri Meymüne (radıyallahu anha)'nin
terbiyesinde idi anlatıyor: "Meymüne (radıyallahu anha) üzerinde izar olmaksızın
tek entari (dır') ile başörtüsü giyinmiş olduğu halde namaz
kılardı."
2664 Muhammed İbnu Zeyd, İbnu Kunfuz'un annesinden
yaptığı nakle göre, annesi Ümmü Seleme (radıyallahu anha)'ye "Kadın, hangi
giysiler içerisinde namaz kılmalı?" diye sormuştur. 0 da; "Başörtüsü ve
ayağın üzerini örtecek kadar uzun entari içerisinde!" diye Cevap
vermiştir."
2665 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), üzerinde çizgiler olan hamisa kumaşı
üzerinde namaz kılmıştı. (Namazdan sonra) çizgilere bir göz attı ve: "Bu
hamisa'yı Ebu Cehm İbnu Huzeyfe'ye götürün, onun enbicaniye'sini getirin. Zira
bu beni az önce namazda meşgul etti" buyurdu."
2666 Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ipekten
mamul bir kaftan hediye edildi. Kaftanı giyip içinde namaz kıldı. Sonra namazdan
ayrılıp hemen kaftanı şiddetle çıkarıp attı, sanki kaftandan gayr-ı
memnundu: "Bu, muttakilere muvafık düşmüyor!"
dedi."
2667 Hz. Aişe (radıyallahu anha) demiştir ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir ucu beni örtmekte olan bir kumaşın diğer ucuyla
örtünerek, içinde namaz kıldı."
2668 Hz. Enes (radıyallahu anh)'in
anlattığına göre, büyükannesi Müleyke (radıyallahu anha) hazırladığı bir yemeğe
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı davet etti. (Efendimiz şeref vererek)
yemekten yediler. Sonra: "Kalkın size namaz kıldırayım!" buyurdular. Enes
(radıyallahu anh) der ki: "Ben uzun müddettir kullanılmaktan kararmış olan
hasırımızı getirdim, üzerine su çiledim. Aleyhissalatu vesselam üzerinde namaza
durdu. Ben ve yetim, arkasında saf yaptık, yaşlı (annem) de bizim arkamızda
durdu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize iki rek'at (nafile namaz)
kıdırıp, sonra ayrıldı."
2694 Sehl İbnu 'l-Hanzaliyye (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Sabah namazı için ikamet okundu. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) namaza başladı. Namazda Şib istikametine bakıyordu. Geceden, Şib'a
koruması için bir atlı göndermişti."
2695 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Mescid-i Kuba 'ya namaz
kılmaya gitti. Ensar (radıyallahu anhüm) gelip, namaz kılarken kendisine
selam.verdiler. Ben Bilal'e sordum: "Namaz kılarken onların selamına nasıl
mukabele ettiğini gördün?'' Bana bizzat göstererek: "Şöyle!'' dedi ve
avucunu açıp iç kısmını aşağıya, sırtını yukarıya
getirdi.''
2696 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Tesbih erkeklere, el çırpma
kadınlara mahsustur."
2697 Abdullah İbnu' ş-Şhhir (radıyallalu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte namaz kıldım.
Namazda onun öksürerek boğazını temizleyip (yere attığını ve) sol ayağıyla
sürttüğünü gördüm. "
2698 Ebu Davud'un rivayetinde şöyle
gelmiştir: "... Sol ayağının altına tükürdü, ayakkabısıyla
sürttü.''
2699 Ebu Davud'un Ebu Nadra 'dan kaydettiği bir
rivayette : "Elbisesine tükürdü, kıvrımları arasında ovaladı"
denmiştir.
2700 Hz. Aişe, (radıyallahu anha) anlatıyor: "Bir gün
dışardan geldim. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) odada namaz kılıyordu, kapı
da üzerine kapalı'idi. Açmasını istedim, ilerleyip bana açtı. Sonra gerisin
geriye namazgahına döndü.'' Hz. Aişe kapının kıble cihetinde olduğunu
belirtti."
2701 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullalh (aleyhissalatu vesselam): "Namazda iki siyahı yani yılan ve akrebi
öldürün'' buyududu."
2702 Ümmü Seleme (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizim Eflah adındaki kölemizi,
secde sırasında (ağzıyla) üfürdüğünü görmştü"Ey Eflah, yüzünü toprakla!"
dedi."
2703 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) namazda sedl 'i, (sarınmayı) ve erkeğin ağzını
örtmesini yasakladı."
2704 Hz. Aişe, (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (alehissalatu vesselam), geceleyin ben önünde, kıbleyle arasında bir
cenaze gibi uzanmış yatarken, namaz kılardı. Vitir kılacağı zaman bana da haber
verirdi, ben de vitir kılardım.''
2705 Sahiheyn'in diğer bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nın yanında namazı
bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri geçti.
Aişe (radıyallahu anha): "Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz.
Vallahi, ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı kıblesiyle arasında yatakta
yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hasıl olunca
oturup onu rahatsız etmek istemezdim (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp
çıkardım.''
2706 Ebu Davud'da İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) 'dan
gelen diğer bir rivayette şöyle denmiştir : "Ben ve Abdulmuttaliboğullarından
biroğlan (veya köle) bir eşeğin üzerinde beraber geldik. Resulullah
(aleyhissalatu ve vsselam) bu sırada namaz kılıyordu. Oğlan eşekten indi, ben de
indim. Eşeği safın ön kısmında bıraktık. Eşeğe aldırma(yıp namaza devam et)ti.
Derken yine Abdulmuttaliboğullarıdan iki kız çocuğu gelip safın arasına dahil
oldu, buna da aldırmadı. ''
2707 Diğer bir rivayette şöyle
gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz sütresiz
olarak namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazı bozar: Eşek,
domuz, yahudi, mecûsi, kadın... Namazın bozulmaması için onun önünden, bunların
bir taş atımlık uzaktan geçmesi kifayet eder." "Bir diğer rivayette şöyle
denmişti: "Namazı, (önden geçen) hayızlı kadın ve köpek bozar.
"
2708 el-Fadl İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizi köyümüzde ziyaret etti. O sırada bizim
iki küçük köpekle bir dişi eşeğimiz vardı. Bu ikisi önünde bulundukları halde
ikndi namazı kıldı. Hayvanları ne azarladı ne de geriye
kovaladı."
2709 Kesir İbnu Kesir İbn-i Ebi Veda'a, an bazı ehlihi
an ceddihi (radıyallahu anh) anlatmıştır ki: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı Beni Sehm kapısını takip eden yerde, önünden halk gelip geçerken
namaz kılar görmüştür. Bu sırada Resulullah 'la Ka'be arasında bir sütre de
mevcut değildir.''
2710 Ebu Sa 'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namazı hiç bir (harici) şey
bozamaz. İmkanınız nisbetinde defetmeye çalışın. Çünkü (bozmak isteyen)
şeytandır.''
2711 Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir:
"Kim, kıblesi ile kendi arasına bir bşkasının girmemesine muktedir olursa, bunu
sağlasın."
2712 Buhari ' nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir :
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri, halka karşı
sütre olacak bir şeyin gerisinde namaz kılarken, biri önünden geçmeye kalkarsa
ona mani olsun, (beriki haddini bilmeyip) ısrar ederse onunla mücadele etsin.
Zira o, (bu haliyle) şeytandır."
2713 Bişr İbnu Sa'id(radıyallahu
anh)'in anlattığına göre, kendisini Zeyd İbnu Halid Ebu Cüheym' in yanına
göderip: "Musallinin önünden geçen hakkında Resulullah (aeyhissalatu vesselam)
'dan ne işittiğini sordurmuştur. Ebu Cüheym (radıyallhu anh) demiştir ki:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Eğer musallinin önünden
geçen kimse, bu geçişi sebebiyle kendisine gelen günahı bilseydi orada kırk. . .
kalması onun için, musallinin önünden geçmesinden daha hayırlı olurdu."
Ebu 'n-Nadr der ki: "Bilemiyorum ! Efendimiz "kırk gün mü'' dedi, kırk ay
mı dedi, kırk sene mi dedi?"
2714 Yezid İbnu Nimran (rahimehullah)
anlatıyor: "Tebük'de yatalak bir adam gördüm. Dedi ki: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) namaz kılarken, ben eşeğin üzerinde olduğum halde
önünden geçtim. Bana: "Allah'ım, izini kes!" diye bedduada bulundu. Artık ondan
sonra eşek üzerinde (bile) yol alamadım." Bir rivayette şöyle gelmiştir:
"(Resulullah aleyhissalatu vessalam şöyle dedi:) "0 bizim namazımızı kesti,
Allah da onun izini kessin."
2715 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Uyuyanın gerisinde namaz
kılmayın,konuşanın gerisinde de!, buyurdular.''
2716 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biriniz namaz kılınca,yüzünün karşısına bir şey
koysun. Bulamazsa bir değnek koysun. Beraberinde bir değnek de yoksa bir çizgi
çizsin. Böyle yaparsa önünden geçen kendisine zarar vermez." Ebu Davud der
ki: "Alimlerden bazısı, çizginin uzunlamasına olacağını, bazısı da hilal gibi
enlemesine olacağını söylemiştir.''
2717 Tallha İbnu Ubeydillah
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Biriniz namaz kılarken, önüne semerin arka kaşı boyunda bir şey koydu mu,
namazını rahat kılsın, bunun gerisinden geçene
aldırmasın.''
2718 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kişi, önüne semer
kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah
köpek, kadın, eşek namazını bozar. . . '' Ebu Zerr 'e dendi ki :
"Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir? '' Şu cevabı verdi: "Ey
kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorduğum
şeyi sordun. Efendimiz: " Siyah köpek şeytandır'' buyurmuştu.
''
2719 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), bayram günü (namaz) için çıkınca bir harbe alınmasını
emrederdi. Harbe, (namaz sırasında) aleyhissalatu vesselam 'ın önüne konur, O da
halk arkasında olduğu halde harbeye doğru namaz kılardı. Efendimiz sefer
sırasında da böyle yapardı. Bu sünnete ittibaen ümera da harbe kullanır
oldu."
2720 Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (bazan) bineğini (sütre olarak) öne koyar, ona doğru namaz
kılardı." Bir diğer rivayette: "Aleyhissalatu vesselam devesine doğru
namaz kılardı'' denmiştir.
2721 Mikdad İbnu'l-Esved (radıyallahu
anh) diyor ki : "Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ı çubuğa, direğe ve
ağaca karşı namaz kılar vaziyette ne zaman görmüşsem, her seferind‚ onları sağ
kaşının veya sol kaşının karşısına almış görmüşümdür. Hiç bir zaman sütresin tam
karşısına almadı. "
2722 Sehl İbnu Ebi Hasme (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki : "Biriniz
sütreye karşı namaz kılınca, ona yakın olsun, ta ki şeytan namazını
bozmasın."
2723 Ebû Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), kızı Zeyneb 'in kerimesi olan torunu Ümame
'yi omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırırdı. Secdeye varınca çocuğu
(yana) bırakır, kıyam için doğrulunca tekrar omuzuna
alırdı.''
2724 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Sizden biri namaz kılarken uyuklayacak
olursa, uykusu gidinceye kadar hemen yatsın. Zira, uyuklayarak namaz kılanınız,
istiğfar ederken kendi nefsine sebbetmeye kalkar da farkında
olmaz."
2725 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre,
Abdullah İbnu'l-Haris'i, -saçını arkadan topuz yapmış olduğu halde- namaz
kılarken görmüş, arkasında durup, topuzu çözmeye başlamış, öbürü de
kımıldamayıp, ona imkan tanımıştır. İbnu'l-Haris namazını bitirince, İbnu Abbas
'a gelip: "Benim saçımla niye ilgilendin?" diye sormuş, İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) şu cevabı vermiştir: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'dan
işittim, demişti ki: "Böylesinin misali, kolları arkasından bağlı olduğu
halde namazını kılan kimsenin misalidir. ''
2726 Ebu Sa'id
el-Makberi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın
azadlısı Ebu Rafi', Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüma) 'ye uğradı. Hasan,
örgülerini ensesinde topuz yapmış olduğu halde kalkmış namaz kılıyordu. Ebu Rafi
' topuzunu çözdü. Hasan (radıyallahu anh) öfkeyle ona baktı.Ebu Rafi '
(radıyallahu anh): "Ökelenme, namazına devam et, çünkü ben Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın: "Bu, şeytan'ın minderi, yani oturma yeridir''
dediğini işitmiştim (de onun için çözdüm) '' dedi.
''
2727 Abdullah İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr (rahimehullah)
anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha)' nin yanında idik. Yemeği getirildi.
Derken Kasım İbnu Muhammed namaza kalktı, Hz. Aişe: "Resulullah (alehissalatu
vesselam) 'ın şöyle söylediğini işittim '' dedi: "Yemeğin yanında namaz
kılınmaz, iki habisin (yani büyük ve küçük abdestin) sıkışmasında da kılınmaz.
''
2728 Abdullah İbnu'l-Erkan (radıyallahu anh)'ın anlattığına
göre: "... Halka imamlık yapıyordu. (Bir seferinde) ikamet getirilmişti. Bir
adamın elinden tutup öne sürdü ve: "Resulullah (aeyhissalatu vesselam)
'ın: "Namaz başlarken birinizin hela ihtiyacı gelirse, önce helaya gitsin!
''dediğini işittim dedi,''
2729 Abdullah İbnu Malik İbnu Büheyne
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazının
ilk iki rekatini tamamlamıştı (oturması gerektiği halde oturmadan) kalktı.
Namazı bitirince iki (ziyade) secde daha yaptı, ondan sonra selam verdi.
''
2730 İbnu Mes'üd (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namaz kılarken üç mü kıldım dört
mü kıldım diye şüpheye düşersen,eğer zann-ı galibin dört ise hemen teşehhüd yap,
sonra sen daha otururken ve selam vermemişken iki secde daha yap; sonra aynı
şekilde teşehhüd oku, sonra selam ver." Ebu Davud der ki: "Bu, İbnu
Mes'ud'dan rivayet edilmiştir. Alimlerden kimse bunu Resulullah 'a nisbet
etmedi. ''
2731 Ebu Sa'idi 'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz namazında, iki mi
kıldım, üç'mü kıldım diye şekke düşerse, şekki atsın, yakin kesbettiği hususu
esas alsın,sonra da selam vermezden önce iki secdede bulunsun. Eğer (bu kıldığı
ile) beş rekat kılmışsa namazını onunla (sehiv secdesiyle) çift yapmış olur.
Dördü tam kılmış idiyse, o iki secdesi, şeytanın burnunu sürtme
olur."
2732 Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz namazıda yanılır da
bir mi iki mi kıldığını bilemezse, namazını bir üzerine bina etsin; iki mi üç mü
kıldığını bilmezse iki üzerine bina etsin; üç mü dört mü kıldığını bilmezse üç
üzerine bina etsin, sonra da selam vermezden önce iki (ziyade) secde
yapsın..''
2733 Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) namazın ikinci rekatında selam verip
bitirdi. Zülyedeyn (radıyallahu anh) kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü, namaz
kısaldımı yoksa unuttunuz mu? '' diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Zülyedeyn doğru mu söylüyor? '' diye sordu. Herkes: "Evet!'' diye cevap
verdi. Resul-i Ekrem (aleyhissaltu vesselam) de iki rek 'at daha kıldı,
sonra selam verdi, sonra tekbir getrip iki secde daha yaptı Bu iki secde diğer
secdelerinin uzunluğunda idi veya biraz daha uzundu. Sonra namazdan kalkatı.
"
2734 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "(Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) öğle ve ikindi namazlarından birini iki rek'at kılmıştı. -Muhammed
İbnu Sirin der ki: "Zann-ı galibime göre bu, ikindi namazı idi. Sonra selam
verdi.Sonra mescidin ön kısmındaki kütüğe gitti. Elini üzerine koydu, (yüzünde
öfke okunuyordu). Cemaatte Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer de vardı. Bunlar, (namazda
yapılan eksiklikten) Efendimize söz etmekten (hicab edip) korktular. Cemaatin
çabuk çıkanları: "(Ey Allah'ın Resûlü!) namaz kısaldımı?'' diye sordular.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın Zülyedeyn dediği bir zat da: "Ey
Allah 'ın Resûlü! Namazmı kısaldı, siz mi unuttunuz? '' dedi. "Ne ben
unuttum, ne de namaz kısaldı" cevabını verdi. Ama Zülyedeyn tekrar: "Hayır
(farkında değilsiniz), unuttunuz!'' (dedi). Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam
kalktı iki rek'at daha kıldı, sonra selam verdi. Sonra tekbir getirdi, tıpkı
diğer secdeleri gibi -veya biraz daha uzun olmak üzere- (sehiv için) secde
yaptı, sonra başını kaldırdı tekbir getirdi, sonra başını koydu tekbir getirdi,
peşinden önceki secdesi gibi veya daha uzun- (sehiv için ikinci defa) secde
etti, sonra başını kaldırdı ve tekbir getirdi, (oturup teşehhüd okudu ve selam
vererek namazı tamamladı). ''
2735 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) namaz kılmıştı. Namazda
(unutarak) ziyade veya noksanda bulundu. Kendisine: " Ey Allah 'ın Resûlü!
Namazda (yeni bir durum mu) hasıl oldu) ? '' diye soruldu. "Bunu niye
sordunuz? '' diye O da merak etti. "Şöyle şöyle kıldınız '' dediler.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hemen dizlerni bükerek kıbleye yöneldi ve
iki adet sehiv secdesinde bulundu, sonra selam verdi ve yüzünü bize
çevirerek: "Şayet namazda yeni bir şey hasıl olsaydı ben size haber
verirdim. Ancak ben bir beşerim, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Öyleyse
bir şey unutursam bana haber verin. Biriniz namazında şekke düşecek olursa
doğruyu araştırsın ve onun üzerine, kalanı bina etsin, sonra da iki (sehiv)
secdesi yapsın '' dedi. ''
2736 Muğire İbnu Şu 'be (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "İmam,
(yanılarak ikinci rek'atte oturacağı yerde müteakip) rek'ate kalkmaya teşebbüs
eder ve tam doğrulmadan hatırlarsa, hemen otursun. Tam kalkıp doğrulmuşsa artık
(geri dönüp) oturmasın, namazın sonunda sehiv secdesi
yapsın:"
2737 İmam Malik (rahimehullah)'a ulaştığına göre,
Resulullalh (aleyhissalatu vesselam): "Ben de unuturum veya sünnet koymak
için unutturulurum" buyurmuştur. ''
2738 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), içerisinde secde
ayeti olan sureyi okur, (ayetler geldikçe) secde ederdi, biz de secde ederdik.
Öyle ki (izdiham sebebiyle) namaz dışı vakitlerde alnımızı koyacak secde
yeri bulamadığımız olurdu."
2739 Rebi'a İbnu Abdillah
(rahimehullah) 'ın anlattığına göre: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) cuma günü,
minber üzerinde (hutbe verirken) Nahl suresini okumuş, secde ayetine gelince,
minberden inip secde yapmış, halk da onunla birlikte secdeye kapanmıştır.
Müteakip cum'ada da (aynı şekilde) aynı sureyi okumuş, secde ayetine
gelince: "Ey insanlar, biz secde ayetlerine uymuyoruz. (Bunlar okununca)
kim secde ederse isabet eder, kim de secde etmezse üzerine günah yoktur'' der ve
Hz.Ömer (radıyallahu anh) secde etmez. " Buhari 'nin bir rivayetinde şöyle
denmiştir: "Allah, secdeyi dilemezsek farz etmemiştir. ''
2740 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Ademoğlu secde ayeti okur ve secde ederse şeytan ağlayarak
ayrılır ve: "Yazık bana, insanoğlu secdeyle emredildi ve secde etti,
mukabilinde ona cennet var. Ben de secdeyle emrolundum ama ben itiraz ettim,
benim için de ateş var '' der. ''
2741 Ebu Temimeti 'l-Hüceymi
anlatıyor: "Ben sabah namazından sonra vaa 'z u nasihat ediyordum, bu
esnada secde (ayeti okuyor ve secde) ediyordum. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
beni yasakladı. Ama ben O'nu dinlemedim. O çü sefer yasaklamayı tekrarladı.
Sonra dönüp: "Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın arkasında namaz
kıldım. Hz.Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile de namaz
kıldım. Onların hiçbiri güneş doğuncaya kadar secde yapmazlardı '' dedi.
''
2742 Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bana Kur'an dan onbeş secde ayeti okuttu. Bunlardan üçü
Mufassal surelerdedir. Hacc sûresinde de iki secde ayeti
var."
2743 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Sad
sûresi azaimi sücûd'dan değildir. Nitekim ben Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'ı o sûrede secde edip: "Davud (aleyhisselam) bu secdeyi tevbe
secdesi olarak yaptı, biz ise şükür olarak yapıyoruz!" dediğini
işittim."
2744 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Vennecmi suresini okudu ve secde-i
tilavette bulundu, beraberindekiler de secde ettiler. Ancak, aralarında bulunan
Kureyşli bir ihtiyar yerden bir avuç toprak alarak alnına götürdü ve:"Bu bana
yeter'' dedi. İbnu Mes 'ud der ki: "Ben sonra bu herifin kafir olarak
öldürüldüğünü gördüm. Bu Ümeyye İbnu Halef'di. ''
2745 Zeyd İbnu
Sabit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'a
Vennecmi suresini okudum, bunda secde etmedi. ''
2746 Ebu Seleme,
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'den naklettiğine göre, Ebu Hüreyre İza
's-Semaun-şakkat suresini okudu ve secde etti. Ben kendisine: "Ey Ebu
Hüreyre seni secde eder görmüyor muyum! '' dedim. Bana: "Resulullah 'ı
secde eder görmemiş olsaydım ben de secde etmezdim ! '' cevabını verdi.
"
2747 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
Resulullah (aleyhissalatu veam) 'la İza's-Semaun-şakkat suresinde ve İkra '
bismi Rabbikellezi halaka suresinde secde ettik.''
2748 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medine 'ye
(hicretle) geldiği günden beri mufassal surelerden hiç birinde secde etmemiştir"
dedi.
2749 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissaltu vesselam), geceleyin yaptığı tilavet secdelerinde şöyle derdi:
"Yüzüm, kendisini yaratan (maddi ve manevi çeşitli cihazlarla teçhiz, tezyin ve)
tasvir eden, ilahi güç ve kudretiyle onda işitme ve görme duyguları açan Zat'a
secde etti."
2750 Tirmizi'nin.İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) 'dan
yaptığı bir rivayette şu ziyade gelmiştir: İbnu Abbas der ki: "Bir adam gelerek
dedi ki, "Ey Allah 'ın Resûlü! gece uyurken rüyamda kendimi gördüm. Sanki ben
bir ağacın arkasında secde yapıyorum. Ben secde yaptım, secdem üzerine ağaç da
secde yaptı. Onun şöyle söylediğini işittim: " Allah 'ım, secdem sebebiyle bana
sevab yaz, onun hürmetine günahımı dök, onu senin nezdinde bana azık yap. Kulun
Davud'dan kabul ettiğin gibi, onu benden kabul et. " İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) der ki: "Bundan sonra, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
'ın secde ayeti okuduğunu, (tilavet secdesi sırasında) o adamın kendisine,
ağacın sözü olarak haber verdiği duanın aynısyla dua ettiğini
işittim."
2751 Hz. Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sürûlu bir hadiseyle veya sürûr veren bir
hadiseyle karşılaşınca Allah'a şükretmek üzere secde
ederdi."
2752 Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte Mekke 'den çıktık, Medine 'ye
gitmeyi arzu ediyorduk. Yolun bir yerine (Azvera 'ya) ulaşınca, aleyhissalatu
vesselam ellerini kaldırıp Allah 'a dua etti ve secdeye kapandı. Uzun müddet
öyle kaldı. Sonra kalkıp yeniden ellerini kaldırdı, bir müddet (öyle kaldı).
Sonra tekrar secdeye kapandı. Bu şekilde üç kere secde yaptı. Sonra dedi ki: "
Ben Rabbimden talepte bulundum ve ümmetime şafaat ettim.Rabbim, ümmetimin üçte
birini bana verdi. Ben de Rabbim için şükür secdesine kapandım. Sonra başımı
yerden kaldırıp, ümmetim lehinde tekrar (mağrifet için) talepte bulundum, bana
ümmetimin üçte birini daha verdi, ben de Rabbime şükür secdesinde bulundum.
Sonra başımı kaldırdım ümmetim için tekrar talepte bulundum, bana ümmetimin son
üçte birini de verdi, ben de Rabbime şükür secdesine
kapandım."
2753 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kişinin cemaatle
kıldığı namazın sevabı evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından
yirmibeş kat fazladır. Şöyle ki, abdest alınca güzel bir abdest alır, sonra
mescide gider, evinden çıkarken sadece mescid gayesiyle çıkmıştır. Bu sırada
attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir günahı affedilir. Namazı
kıldı mı, namazgahında olduğu müddetçe melekler ona rahmet okumaya devam ederler
ve şöyle derler: "Ey Rabbimiz buna rahmet et, merhamet buyur."
"Sizden herkes, namaz beklediği müddetçe namaz kılıyor
gibidir."
2754 Sahiheyn 'in İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den
kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Cemaatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan
yirmiyedi derece üstündür."
2755 Ebû Musa (radıyallahu anh)
anlatıyor: " Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Namazda en çok
sevap alan kimse, en uzak olanlarıdır, yürüme yönüyle en uzaktan gelenler,
imamla kılıncaya kadar namazı bekleyen kimse, hemen kılıp sonra da uyuyandan
daha çok sevaba mazhardır."
2756 Hz. Osman (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'dan işittim şöyle diyordu:
"Kim yatsıyı bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibi
olur, kim de sabah namazını bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin tamamını
namazla geçirmiş gibi olur."
2757 Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam vardı. Mescide ondan daha uzakta oturan birini bilmiyordum.
Namazları da hiç kaçırmıyordu. Kendisine: "Bir eşek alsan da karanlık veya
sıcak zamanlar'da binsen! '' denilmişti, şu cevapta bulundu: "Evimin
mescide yakın olması beni memnun etmez. Ben mescide kadar yürümelerimin, sonra
da aileme dönüşlerimin sevab olarak yazılmasını diliyoum. '' Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), (adamın bu sözünü işitince): "Allah Teala hazretleri
bu isteklerinin hepsini yerine getirdi '' buyurdu.''
2758 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a ama
bir zat gelerek: "Ey Allah 'ın Resulü! Beni mescide kadar getirecek bir
rehberim yok!'' diyerek Aleyhissalatu vesselam 'dan namazı evinde kılmak için)
ruhsat istedi. (O da izin verdi.) Adam geri dönünce, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) onu çağırtarak: "Ezanı işitiyor musun?'' diye
sordu. Adam: "Evet! '' deyince: "Öyleyse icabet et'' dedi (ve evde kılmaya
izin vermedi). ''
2759 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim, müezzini işitir ve
kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde cemaate katılmazsa, kıldığı namaz
(kamil bir sevapla) kabul edilmez." "(Ey Allah 'ın Resulü!) denildi, meşru
özür nedir? " " Korku veya hastalıktır! '' buyurdu. .
''
2760 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı
namazıyla sabah namazıdır. Eğer bu iki namazdaki hayrın ne olduğunu bilselerdi,
emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi. Nefsimi kudret eliyle tutan Zat'a
kasem olsun! Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın namazaını kıldıması için
yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup
erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı
düşündüm."
2761 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
(cemaatimizi tedkik edince) gördüm ki, namaz(ı beraber kılmak)tan, sadece
herkesçe malum münafıklarla hastalar geri kalmaktaydı. Öyle ki iki kişinin
arasında yürüyebilecek durumda olan hastalar bile namaz için (mescide)
geliyordu. '' İbnu Mes 'ud devamla dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) bize süneni Hüda'yı göstermişti. Sünen-i Hüda 'dan biri de içerisinde
ezan okunan mescidde namaz kılmaktı.''
2762 Ebu Dvud 'daki
rivayette şu ziyade var: "...Sizden her birinizin evinde mutlaka bir mescid var.
Eğer namazı evlerinizde kılıp mescidlerinizi terkederseniz Peygamberiniz
(aleyhissalatu vesselam)'ın sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin
sünnetini terkedince de küfran-ı nimete. düşmüş
olursunuz."
2763 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'dan gündüz oruç
tutan, gece de namaz kılan ve fakat cemaate ve cumaya gelmeyen bir kimse
hakkında sorulmuştu : "Bu ateş ehlindendir!" diye cevap
verdi."
2764 Ümmü 'd-Derda (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ebu
'd-Derda (radıyallahu anhüma) ökeli halde yanıma geldi. Kendisine: "Niye
öfkelendin?'' diye sordum. Şu cevabı verdi : "Vallahi, Muhammed
(aleyhissalatu vesselam) 'in işinden bir şey anlamıyoum. Bildiğim tek şey cemaat
halinde namaz kılmalarıdır. ''
2765 Itban İbnu Malik (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ey Allah 'ın Resûlü dedim, seller benimle kabilemin mescidi
arasına engel çıkarıyor. İstiyorum ki evime kadar şeref verip bir yerde namaz.
kılsanız da orayı mescit yapsam!'' "(İnşaallah bir ara) geleyim!''
buyurdular. Beraberinde Hz. Ebu Bekr olduğu halde huzuruyla evimizi
şereflendirip (izin isteyerek içeri girdiği) zaman ilk iş olarak, "Nerede namaz
kılmamı istersin? '' diye sordu. Evin bir köşesini işaret ederek (yer gösterdim.
Orada) namaza durdu. Biz de arkasından safyaptık. Bize iki rek'at (nafile) namaz
kıldırdı."
2766 İbnu Ömer (radıyallalhu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sefer sırasında, soğuk veya yağmurlu
gecelerde müezzine (ezan sırasında) şöyle söylemesini de emrederdi: "Dikkat!
namazlarınızı yerlerinizde kılacaksınız!"
2767 Itban İbnu Malik
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki:
"Cemaate, Kitabullah'ı en iyi okuyan kimse imam olur. Eğer kıraatte (okumada)
herkes eşitse, sünneti en iyi bilen; sünneti bilmede eşitseler, hicret etmede
evvel olan; hicrette de eşitseler, yaşca büyük olan imam otur. Kişi misafir
olduğu evin sahibine veya (emri altında çalıştığı) sultanı na imamlık yapmasın,
ev sahibinin baş köşesine izni olmadan da oturmasın."
2768 Ebu
Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: " (Namaz kılacaklar) üç kişi iseler içlerinden biri imam
olsun. İmamlığa ehak olan akra' (Kur'an-ı Kerim'i daha iyi okur) olandır. .
''
2769 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizin için hayırlınız ezan okusun,
kurra olanınız da imam olsun. ''
2770 Amr İbnu Selime (radıyallahu
anh) anlatıyor "Ben altı veya yedi yaşımda iken kendi kavmime imamlık yaptım. O
zaman ben, aralarında Kur 'an 'ı en çok bilen kimseydim.
"
2771 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "İlk muhacirler
geldlği zaman, Resulullah (aleyhlssalatu vesselam) gelmezden önce, Kuba 'da
(Usbe adında) bir menzile indiler. Onlara Ebu Huzeyfe 'nin azadlısı Salim
imamlık yapıyor idi. O, Kur'an'ı ezbere bilmede herkesten
ileriydi."
2772 Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre:
"Kendisine kölesi Zekvan, Mushaf'ın yüzünden okuyarak imamlık yapıyordu.
''
2773 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), İbnu Ümmi Mektum 'u ama olduğu halde, halka imamlık
etmesi için (sefere çıkarken) yerine halef tayin etti."
2774 Hz.
Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Muaz (radıyallahu anh), Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ile yatsıyı kılar, sonra kavmine döner, bu namazı
onlara kıldırırdı. "
2775 İbnu Amr İbnu'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Üç kişi vardır,
Allah onların namazını kabul etmez: 1) Kendisini sevmeyen kimselere imam
olan; 2) Namaza arkadan gelen, yani vakti çıktıktan sonra gelen; 3)
Köleyi azad ettikten sonra tekrar köle kılan."
2776 Ebu Ümame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklarını öte geçmez: 1) Dönünceye
kadar, kaçan köle. 2) Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren
kadın. 3) Kavminin nefret ettiği imam. ''
2777 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) 'la birlikte namaz kılar, sonra gelir, kavmine imamlık
yapardı. Bir gece Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'la birlikte yatsıyı
kıldı. Sonra kavmine geldi ve onlara imamlık yaptı ve Bakara suresiyle kıraate
başladı. Bir adam cemaatten ayrılarak selam verdi. Namazını tek başına kılarak
çekip gitti. Adama: "Ey falan, nifak mı çıkarıyorsun? '' dediler.
Adam: "Vallahi hayır, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'a gidip (Mu 'az
'ın yaptığını) haber vereceğim '' dedi. Yanına varıp: "Ey Allah 'ın
Resûlü, biz sulama devesi besleyen insanlarız. Gündüz çalışırız. Muaz sizinle
yatsıyı kıldı. Sonra bize gelip Bakara sûresi ile namaz kıldırmaya başladı ''
dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Mu'az'a yönelerek: "Ey
Mu'az, sen fitneci misin? Veşşemsi ve duhaha'yı, Vedduha'yı, Velleyli iza
yağşa'yı, Sebbeha's-me Rabbeke'l-a'la'yı oku" buyurdu. "
2778 Hz.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Sizden kim halka namaz kıldırırsa namazı(kısa) tutsun. Zira
cemaatte zayıf, sakat, hasta ve ihtiyaç sahibi vardır. Müstakil kılınca dilediği
kadar uzatsın."
2779 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben, uzun tutmak
arzusuyla namaza başlarım. (Namazı kıldırırken) bir çocuk ağlaması kulağıma
gelir, çocuğun ağlamasından annesinin duyacağı elemi bildiğim için namazı
uzatmaktan vazgeçerim."
2780 İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğlenin birinci rek'atinin
kıyamını, kulağına ayak sesi gelmeyinceye kadar
uzatırdı."
2781 Yine Ebu Davud 'un Salim İbnu Ebi 'n-Nadr'dan bir
rivayetinde şöyle gelmiştir: "Mescidde namaz için ikamet okununca, (Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) cemaati az görürse oturur, (bekler)di. Kalabalık
görürse kıldırırdı."
2782 Muğire İbnu Şu 'be (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İmam,
farz-kıldığı yeri değiştirmeden aynı yerde nafile namaz
kılmamalıdır.''
2783 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) selam verince yerinde bir miktar kalırdı.
Allah bilir ya, bizim görüşümüze göre O nun kalışı, kadınların erkeklerden önce
çıkmalarını sağlamak içindi. "
2784 Sevban (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Üç şey
vardır, onları yapmak kimseye helal olmaz: "Kişi bir kavme imamlık yapar, sonra
da sadece kendisi için dua eder, cemaatini dua dışı bırakır; bunu yapan onlara
ihanet eder. Kişi, izin almazdan önce bir evin içine bakamaz, bunu yapan ev
halkına ihanet eder. Kişi küçük abdestine sıkışmış iken hafifleyinceye kadar
namaz kılamaz."
2785 Ebu Mes 'ûd el-Bedri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) namazda omuzlarımıza eliyle
dokunur ve: "Düzgün olun, karışık durmayın, sonra kalblerinize de
karışıklık ve ihtilaf girer. Hemen arkama, sizden akıl ve dirayet sahibi olanlar
dursun. Sonra tedricen bunları takibedenler, sonra da onları takibedenler
dursun" derdi. '' Ebu Mes 'ud ilave eder: "Bugün sizler ihtilafta çok
ilerisiniz.''
2786 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Benim hemen arkama
sizden akıl ve dirayet sahipleri dursun. Sonra onları takip edenler, sonra
onları takip edenler, sonra da onları takip edenler dursun. Çarşıların
karışıklığından sakının. ''
2787 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleylhissalatu vesselam) ile birlikte (birgece) namaz
kıldım. Soluna duruvermiştim, perçemimden tutarak sağına
koydu."
2788 Alkame ve el-Esved dediler ki: "İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) 'un yanına girmek için kendisinden müsaade istedik. Bize izin
verdi. Sonra kalkıp ikimizin arasında namaz kıldı. Sonra da: "Ben Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) 'ın böyle yaptığını gördüm '' dedi.
''
2789 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Erkeklerin teşkil ettiği safların en
hayırlısı birinci saftır. En kötüsü de en son saftır. Kadınların teşkil
ettikleri safların en hayırlısı en son saftır, en kötüsü de en
öndekidir."
2790 Nu 'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ya saflarınızı düzeltirsiniz
ya da Allah kalplerinize muhalefet atar -veya yüzlerinize. . ."
-demişi.''
2791 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Saflarınızı düzgün kılın, zira
safların düzeltilmesi namazın kemalini(i sağlayan
şartlar)dandır.''
2792 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Safları düz kılın, omuzları
bir hizaya getirin, aradaki boşlukları kapatın, kardeşlerinizin (sizi düzeltmeye
çalışan) ellerine karşı nezaketli olun. Arada şeytan gedikleri bırakmayın. Kim
safa kavuşursa Allah ona kavuşur. Kim de saftan koparsa Allah da ondan
kopar.''
2793 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız,
namazda omuzları en yumşak olandır. ''
2794 Vabisa İbnu Ma
'bed (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir adam
gördü, safın gerisinde tek başına namaz kılıyordu. Ona namazını yeniden kılmayı
emretti."
2795 Ebu Sa 'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), Ashabında bir gerileme görmüştü: "İlerleyin bana
uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir kavim gerilemeye devam eder eder
de Allah da onları geriletiverir '' buyurdu. ''
2796 Cabir İbnu
Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: " Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf
tutmaz mısınız?" Biz: "Melekler nasıl saf tutarlar? '' dedik. "Onlar
dedi, ön safları tamamlarlar ve safda muntazam dururlar."
2797 Ebu
Hüreyre (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kur'a
çekilirdi."
2798 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "İmam, kendisine uyulmak için
meşru kılınmıştır. Öyleyse o tekbir getirdi mi siz de tekbir getirin. Rükûya
gidince siz de rükûya gidin. "Semi'allahu li-men hamideh" (Allah kendisine
hamdedeni işitir) deyince "Allahümme Rabbena leke'l-hamd'' (Ey rabbimiz hamdler
sanadır) deyin. O ayakta namaz kılarsa siz de ayakta kılın, oturarak kılarsa siz
de hepiniz oturarak namaz kılın.''
2799 Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki:
"Sizden biri, rüku ve secdede başını imamdan önce kaldırdığı zaman Cenab-ı
Hakk'ın, (Kıyamet günü) başını eşek başına veya sûretini eşek sûretine
çevire(rek dirilte)ceğinden korkmaz mı? ''
2800 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) şunu söylemiştir: "Başını imamdan önce kaldırıp indiren
kimsenin alnı şeytanın elindedir. ''
2801 Bera (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte namaz
kılarken, o "semi'allahu li-men hamideh" deyince, bizden kimse, Resulullh
(aleyhissalatu vesselam) alnını yere koyuncaya kadar, sırtını eğmezdi.
"
2802 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir kimse, namazdan tek rek'ati imamla
kılabilmişse, namazın tamamını beraber kılmış gibi olur.
''
2803 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Siz
namaza gelince biz secdede isek hemen secdeye katılın, fakat onu (rek'at veya
başka) bir şey saymayın, tek rek'ate kavuşan namaza kavuşmuş sayılır.
''
2804 Muvatta'nın rivayetinde şöyledir: "Rek'ate kavuşan secdeye
kavuşur. Kim Fatiha'ya yetişemezse, pek çok hayrı kaçırmış
demektir.
2805 Hz. Ali ve Hz. Mu'az (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Siz mescide
geldiğinizde (cemaatle namaza başlanmış ise), imam (kıyam, rükû, secde, kuûd)
hangi hal üzere olursa olsun hemen uyun ve yapmakta olduğunu
yapın.''
2806 Hemmam İbnu'l-Haris anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu
anh) Medain şehrinde yüksekçe bir yerde durarak cemaate imam olmuştu. Ebu Mes
'ud kamisinden tutarak onu çekti. Namazdan çıkınca, Ebu Mes'ud:
"İnsanların bundan men edildiklerini bilmiyor musun?" dedi. Öbürü: "Evet,
ancak siz beni (gömleğimden tutup) çekince hatırladım!''
dedi.''
2807 Ebu Hazım İbnu Dinar (rahimehullah) anlatıyor: "Sehl
İbnu Sa'd'a bir grup insan Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) 'in minberinin
hangi ağaçtan yapıldığı hususunda münakaşa etmek üzere geldiler. Sehl:
"Ben onun hangi ağaçtan yapıldığını, kimin yaptığını, Efendimiz aleyhissalatu
vesselam'ın hangi gün üzerine oturduğunu biliyorum!'' dedi ve açıkladı:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ensardan falanca kadına bir adam gönderdi:
"Marangoz kölene söyle, bana ahşaptan münasib bir şey yapsın da üzerine çıkıp
halka hitabette bulunayım'' dedi. Köle de O'na şu üç basamaklı şeyi imal
ediverdi. Sonra Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bunun şu yere konmasını
emretti. Mezkur minber, el-Gabe'nin ılgın ağacından yapılmıştı. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) minberin üzerine çıkıp namaza durdu ve tekbir getirdi,
cemaat de O 'nunla birlikte arkasından tekbir getirdi. Sonra nükûya gitti, sonra
geri geri gelerek minberden indi ve minberin dibinde secde yaptı, sonra namazdan
çıktı, sonra halka yöneldi ve: "Ben bunu, bana uymanız ve namazımı
bilmeniz için yaptım" buyurdu.
2808 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) geceleyin duvarları alçak olan
hücresinde namaz kılardı. Halk bu sebeple aleyhissalatu vesselam'ın karaltısını
(sülüetini) görürdü. Böylece onlar da kalkıp geceleyin, O 'na uyarak O'nunki
gibi namaz kıldılar. Sabah olunca bu durumu konuştular. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ikinci gece de kalktı, halk da aynı şekilde yaptı.
Üçüncügece de aynı şey tekerrür etti. Bundan sonra Resulullah oturdu ve
çıkmadı. Sabah olunca durumu medar-ı bahs ettiler, sebebini sordular.
Efendimiz şu cevabı verdi: "Gece namazının sizlere farz olmasından
korktum.''
2809 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İkametin okunduğunu
duydunuz mu namaza yürüyün. Sakin ve vakûr olmayı unutmayın. Sakın koşuşmayın.
Yetiştiğiniz yerden kılın, kaçırdığınız kısmı
tamamlayın."
2810 Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim, kadınlara diyordu
ki: "Sizden kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, erkekler başlarını
kaldırıncaya kadar başını yerden kaldırmasın, böylece erkeklerin avretlerini
görmekten korunmuş olur.''
2811 Ubadetu 'bnu 's-Samit (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize, içinde Kur'an ın
cehren okunduğu bir namaz kıldırdı. Namazda kıraatta bir iltibasta bulundu.
Namazdan çıkınca yüzünü bize çevirdi ve: " Kıraatı cehren okuduğum zaman
siz de okuyor musunuz? '' diye sordu. Bazılarımız: "Evet bunu yapıyoruz
!'' dediler. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Sakın ha! Ben kendi
kendime: "Kim, ben okurken okuyarak benden okumayı kapmaya çalışıyor?" diyordum.
Kur'an'ı cehren okuduğum zaman, Kur'an'dan Fatiha hariç hiçbir şeyi okumayın!"
buyurdular. "
2812 İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazına durdu. Bir adam da
arkasında Sebbihisme Rabbike'l A'la sûresini okumaya başladı. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) namazdan çıkınca: "Kimdi okuyan?" diye sordu.
Adam: "Bendim! '' dedi. Bunun üzerine: "Hakikaten anladım ki biriniz
bunu benden cezbedip aldı.''
2813 Müsevver İbnu Yezid el-Maliki
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) namazda (cehri
olarak) kıraatte bulunuyordu. Birkısmı okumayı terketti. (Namazdan sonra,
cemaatten) bir adam: " Allah 'ın Resûlü, şu şu ayetleri okumayı
terkettiniz!'' dedi. Resulullah: " Niye bana hatırlatmadın? ''
buyurdular.'' Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "(Adam). . . ben onların
neshedildiğini zannetmiştim. ''
2814 Hz. Ali (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ey Ali, namazda
(takılırsa) imamı açma!"
2815 Bişr İbnu Mahcan babasından
anlattığına göre, babası (Mahcan) Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın
meclisinde idi. O sırada namaz için ezan okundu. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) kalktı, namaz kıldı ve döndü. Mahcan hala yerindeydi. "Herkesle
beraber namaz kılmana mani olan şey nedir, sen müslüman değil misin?" diye
sordu. Mahcan: "Elbette müslümanım, ancak ben ailemle namazımı kılmıştım!
'' dedi. Efendimiz: "Mescide geldiğin zaman namaza kalkılırsa kılımış bile
olsan cemaatle birlikte sen de kıl!" buyurdu."
2816 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'in anlattığın göre, bir adam kendisine sordu:
"Ben evde namazımı kılıp sonra da imamla namaza yetişiyorum; onunula da namaz
kılayım mı?,'' "Evet! '' deyince adam tekrar. sordu: "Peki,
bunlardan hangisini (farz olan) namazım yapayım ? '' "Bu senin elinde mi?
dedi, bu Allah'a kalmışıtır, dilediğini (asıl farz olan) namazın yerine
sayar!"
2817 Süleyman Mevla Meymûne 'nin İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) 'den naklettiğine göre, İbnu Ömer şunu anlatmıştır: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir günde aynı namazı iki sefer
kılmayın."
2818 Nafi (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) diyordu ki: "Kim akşamla sabahı kılar sonra da bu
namazlarda imama yetişirse, onlara dönmesin. ''
2819 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdularki: "Namaz için ikamet okununca farzdan başka namaz yoktur (kılınmaz).
''
2820 Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman (rahimehullah) anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), mescide geldiği vakit, cemaat namazı kılmış ise
hemen farza başlardı, ondan önce başka namaz
kılmazdı."
2821 Abdullah İbnu Amr İbni 'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İmam
namazı kılıp teşehhüdü tamamladıktan sonra, selam vermezden önce hades vaki olsa
(yani abdesti bozulsa), namazı tamamlanmıştır, namazını tamamlayan cemaatteki
diğer kimselerin namazı da tamamlanmıştır.''
2822 Hz. Ebu Hüreyre
anlatıyor: ''Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(İmamlar) sizin
için kılarlar. Doğru kılarlarsa (sevabı) sizedir. Hatalı kılarlarsa (sizin
namazınızın sevabı) sizedir, hata onların
aleyhlerinedir."
2823 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim cum'a günü cenabet
guslü ile gusül yapar, sonra cum'aya giderse sanki bir deve kurban etmiş gibi
(sevaba nail) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi
(sevaba nail) olur.Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi
(sevaba nail) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi
(sevaba nail) olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi
(sevaba nail) olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri
dinlerler."
2824 Bir rivayette şöyle denmiştir: "Cuma günü olunca,
mescidin her bir kapısında melekler vardır. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam
(minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri dinlemeye
giderler."
2825 Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Kim (cuma günü)
yıkar ve yıkanırsa, kim erkenden (mescide) gider ve hutbenin başına yetişirse,
yürür ve binmezse, imama yakın durur, dinler, malayani söz etmezse ona her bir
adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlarıyla sevabı yazılır.'' Ebu
Davud der ki: "Mekhûl'e "gassele" ve "igtesele" den sorulmuştu şu cevabı verdi:
"Bundan maksad başını ve bedenini yıkamaktır.'' Sa'id İbnu Abdilaziz de aynı
şeyi söyledi. "Hanımıyla cinsi münasebette bulunarak onu da yıkanmaya muhtaç
kıldı demektir. Böyle yapmak, namaza çıkınca, gözlerin korunmasında en elverişli
vasıtadır." "İgtisele" ise cimadan sonraki yıkanmadır. "Bekkere" ilk
vaktinde namaza gitmektir. "İbtekere" hutbenin başına
yetişmektir.
2826 Abdullah İbnu Amr İbni'l As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cum'a namazına
üç (grup) insan katılır: 1) Kişi var, namaza katılır, boş konuşma yapar.
Bunun namazdan hissesi, o konuşmasıdır. 2) Kişi var namaza gelir dua eder.
Bu kimse Allah'a duada bulunmuştur, Allah dilerse onun istediğini hemen verir,
dilerse vermez. 3) Kişi vardır, namaza gelir sadece dinler ve sükût eder,
mü'minlerin arasından yararak geçmez, kimseye eza vermez. Onun bu namazı, daha
önce geçen cum'a'ya ve fazladan da üç güne kadar (günahlarına) kefarettir. Bu
hal Cenab-ı Hakk'ın şu sözüne binaendir: "Kim bir hayır yaparsa bu kendisinden
on misliyle kabul edilir" (En'am 160).
2827 Hz. Ali (radıyallalhu
anh) Kûfe 'de hutbe verirken minberden şöyle seslenmiştir: "Cum 'a günü olunca
şeytan çarşı ve pazara erkenden bayraklarıyla gider, insanlara binbir engel
çıkararak mani olmaya, onları cuma'dan (hiç olmasa) geciktirmeye çalışır.
Melekler de erkenden gidip mescidin kapılarına dururlar. Gelenleri birinci
saatte gelenler, ikinci saatte gelenler diye yazarlar. Bu hal imam (hutbeye)
çıkıncaya kadar devam eder. Kişi mescidde, imamı görüp, dinleyebileceği biryere
oturup, can kulağıyla dinledi ve konuşmadı mı, kendisine iki kat sevap vardır.
Kişi uzakta kalır ve imamı dinleyemiyeceği bir yere oturur, sessiz durur ve
konuşmazsa bir hisse sevap alır. Eğer, imamı görüp dinleyebileceği bir yere
oturur fakat boş konuşma yapar, sessiz kalmazsa, ona iki hisse vebal yazılır.
Eğer, dinleme ve görme imkan nı olmayan bir yere oturur ve boş konuşur ve sessiz
kalmazsa, ona bir hisse vebal vardır. Kim de yanındaki arkadaşına cum'a günü
"sus!'' derse "boş konuşmuş'' olur. Kim de boş konuşur ise, o cumadaki sevaptan
nasibsiz kalır. '' (Hz. Ali) konuşmasının sonunda şunu söyledi:"Ben bunu
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'dan işittim.''
2828 Tarık
İbnu Şihab (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdularki: "Cum'a namazı, dört kişi hariç geri kalan her müslüman üzerine
cemaat içinde yapması gereken vacib bir hakk'dır. Cumadan istisna edilen bu dört
kişi şunlardır: Köle, kadın, çocuk ve hasta."
2829 Abdullah İbnu
Amr İbni 'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki : "Ezanı her işitene cuma
farzdır."
2830 Hz. Hafsa (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her ihtilam olan erkeğe cum ' aya
gitmek vacibtir. Cum'aya her gidene de gusül vacibtir."
2831 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Cum'a, geceleyin ailesine dönebilen herkese
farzdır."
2832 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) uyurdularki: "Cum'a namazından veya
başkasından bir rek'ate yetişenin namazı tamam olmuştur."
2833 Hz.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki:"Cum'a namazından bir rek'ate yetişen, cuma namazına yetişmiştir.
''
2834 Kuba ahalisinden bir adam-Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'la sohbet etme şerefine ermiş bulunan babasından naklen demiştir ki:
''Resulullah bize Kuba 'dan (gelerek Medine 'de) cum'a namazına katılmamızı
emretti.''
2835 Ebu'l-Ca'd ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki :" Kim önemsemiyerek üç
cumayı terkedecek olursa, Allah onun kalbini
mühürler."
2836 Semüre İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Cum'a namazını özürsüz
olarak kim terkedecek olursa bir dinar para tasadduk etsin, (bu kadar)
bulamazsa, yarım dinar tasadduk etsin. ''
2837 Ebu'l-Melih, ismi
Umayr İbnu Amir el-Hüzeli (radıyallahu anh) olan babasından naklen anlattığına
göre, babası Hudeybiye seferi sırasında bir cuma günü, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) ile birlikte bulunmuştur. O gün, ayakkabılarının altını ıslatmayacak
kadar yağmur yağmış, bunun üzerine.Efendimiz, herkesin yerlerinde namaz
kılmalarını emir buyurmuştur.''
2838 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: ''Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cum'ayı (öğleyin) güneş meyl
edince kılardı. ''
2839 Buhari nin bir diğer rivayetinde şöyle
gelmiştir : "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) soğuk şiddetlenince namazı
erken (ilk vaktinde) kılardı. Sıcak şiddetlenince namazı yani cum'a'yı (öğleyin
biraz) serinleyince kılardı.''
2840 Sehl İbnu Sa 'd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la cum 'ayı kılar,
sonra da kaylûle (öğle uykusu) yapardık.'' Diğer bir rivayette : "Biz,
ancak cum 'a namazından sonra kaylûle yapıyor yemek yiyorduk '' denmiştir.
Tirmizi ve Muvatta dışındaki diğer kitaplarda Seleme İbnu 'l-Ekva 'dan gelen bir
rivayette: "Sonra cuma 'dan çıktığımızda duvarların diplerinde,
gölgelenebileceğimiz bir gölge olmazdı'' denmiştir.
2841 es-Saib
İbnu Yezid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullalh (aleyhissalatu vesselam),
Hz. Ebu Bekir ve Hz: Ömer (radıyallahu anhüma) devirleride cuma namazının ilk
ezanı, imam minbere oturunca okunurdu. Ancak Hz. Osman zamanı olup cemaat
artınca, emri üzerine (Medine çarşısında) Zevra nam yerde üçüncü bir ezan daha
okundu. (Cum'a ezanı işi) bu şekilde sabitleşti.''
2842 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vessalam) iki hutbe
okurdu. Minbere çıkınca otururdu. (Bu esnada müezzin ezan okurdu). Müezzin ezanı
bitirince kalkar ve hutbeyi okur, sonra tekrar oturur ve (bu sırada) konuşmazdı.
Sonra kalkar (ikinci defa) hutbe okurdu."
2843 Nesai'nin
rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ayakta iki hutbe verir,
bunların arasını (kısa) bir oturuşla ayırırdı"
denmiştir.
2844 Müslim ve Nesai 'nin Ka 'b İbnu Ucre (radıyallahu
anh) 'ı yaptıkları bir rivayete göre Ka'b, Mescide girince Abdurrahman İbnu
Ümmi'l Hakem 'i oturarak hutbe verir görmüş ve derhal müdahale etmiştir:
"Şu habise bakın hele! Oturarak hutbe veriyor. Halbuki Cenab-ı Hakk Kitab-ı
Mübin'inde (mealen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun bir eğlence gördükleri
zaman ona yönelip dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar" (Cum'a 11)
buyurmuştur."
2845 Umare İbnu Rüveybe (radıyallahu anh) 'nin
anlattığına göre, Bişr İbnu Mervan'ı, minberde ellerini kaldırarak hutbe
verirken görmüş ve derhal müdahale etmiştir: "Allah şu iki kısa elin
belasını versin. Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı (hutbe verirken)
gördüm, eliyle şundan fazla kaldırmazdı '' dedi ve şehadet parmağıyla işaret
etti.''
2846 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi
artardı. Sanki bir orduya "Düşmanınız akşama veya sabaha size baskın yapacak!''
diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkalade ciddi bir eda ile):
"Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zaman da peygamber
gönderildim '' der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak
gösterir, sözlerine şöyle devam ederdi: "Emma bad! Bilesiniz, sözlerin en
hayırlısı Kitabullah'tır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en
şerlisi de sonradan ihdas edilenlerdir. Her bid'at dalalettir." Ayrıca şunları
da söyledi: "Ben her mü'mine kendi nefsinden daha yakınım. Nitekim, kim
bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta
bırakırsa bu bana aittir ve benim üzerimedir."
2847 İbnu Mes 'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) teşehhüd
okuyunca şu mealde zikirde, duada bulunurdu: "Hamd Allah'adır, O'na sığınır,
O'ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden de O'na sığınırız. Allah kime
hidayet verirse onu kimse sapıtamaz, kimi de sapıtırsa onu kimse hidayete
götüremez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim
ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür. O'nu hak ile, Kıyametten önce müjdeleyici
ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu
bulmuştur. Kim de o ikisine isyan ederse, (bilsin ki) sadece kendisine zarar
verir, Allah'a hiç bir zarar verermez." Bir rivayette hadise şu ziyadeyi
yaptıktan sonra gerisini aynen rivayet etmiştir: "....Cum'a günü teşehhüd'den
sonra.....''
2848 Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın namazı vasattı, hutbesi de
vasattı.''
2849 Ebu Vail (radayallahu anh) anlatıyor:Ammar bize
hitabetmişti. (Konuşmasını) veciz ve beliğ yaptı. Minberden inince: "Ey
Ebu'l- Yakzan beliğ ve veciz konuştun! Keşke biraz daha nefesleseydiniz
(uzatsaydını)!'' dedik. Bize şu cevabı verdi: "Ben Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim, şöyle buyurmuştu: " Kişinin namazının
uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alametidir. Öyle ise,
hutbeyi kısa tutun, namazı uzun (zira, beyanda sihir
var)."
2850 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İçerisinde teşehhüd
bulunmayan her hutbe kesik bir el gibidir. ''
2851 Ebu Davud'un
diğer bir rivayetinde: "Allah'a hamd ile başlamayan her kelam kesiktir"
denmiştir.
2852 Semure İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zikr (yani hutbe) sırasında
hazır bulunun, imama yakın olun. Zira kişi, uzaklaşmaya devam ede ede, girse
bile cennette de geri kalır.''
2853 Ebu Rifa 'a el-Adevi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldim.
Hutbe veriyordu. Ben : "Ey Allah'ın Resûlü! Yabancı ve dinini bilmeyen bir
kimseyim, sizden dinimin ne olduğunu soruyorum! '' dedim. Bunun üzerine bana
yöneldi, hutbesini bırakarak yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye
getirildi. Zannedersem ayakları demirdendi. Üzerine oturdu. Hemen Allah 'ın
kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeğe başladı. Sonra tekrar hutbesine
dönerek, sonunu tamamladı."
2854 Hz. Osman (radıyallahu anh)
hutbelerine çoğu kere şu husûsu hatırlatarak başlardı: "İşitin, kulak verin.
Zira işiterek, kulak verenle işitmeden kulak verenin sevaptan hissesi
birdir.''
2855 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cum'a günü, imam hutbe
okurken, sen (yanıbaşında konuşan) arkadaşına: "Sus!" desen boş laf etmiş
olursun."
2856 Ubeydullah İbnu Ebi Rafi (rahimehullah) anlatıyor:
"(Emevi halifelerinden) Mervan, Ebu Hüreyre, (radıyallahu anh) 'yi Medine 'ye
halef tayin etti. Ebu Hüreyre, cum 'ayı kıldırdı ve birinci rek'atte, el-Hamd
süresini okuduktan sonra Cum 'a suresini okudu. İkinci rek'atte ve iza
caeke'l-Münafikun'u okudu. Dedi ki: "Ben Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'ın bunları okuduğunu işittim.''
2857 Semure İbnu Cündüb
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cum 'a 'da
Sebbihismi Rabbike'l-A 'la ve Hel etake hadisu'l-Gaşiye sûrelerini
okurdu.''
2858 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cum'a günü sabah namazında Elif lam-mim
Tenzil 'i birinci rek 'atte; Hel Eta 'yı da ikinci rek'atte okurdu. Cum 'a
namazında da Cum 'a ve Münafikûn sûrelerini okurdu."
2859 Ümmü
Hişam Bintu Harise İbnu 'n-Nu 'man (radıyallalhu anha) anlatıyor: "Kaf ve'l
Kur'ani'l-Mecid sûresini, cuma günü minber üzerinden her cum 'ada okurken
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendi dillerinden
aldım."
2860 Ya'la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) minberde: (Zuhruf 77) diye okurken
işitim."
2861 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Birinizin Harre'nin sırtında
namaz kılması, onun için cum'a günü oturup oturup imam hutbeye başlayınca gelip
cemaatin omuzlarını yararak cemaate katılmasından
hayırlıdır.''
2862 Tirmizi'de Mu'az İbnu Enes 'ten merfu olarak şu
rivayet kaydedilmiştir: "Cum'a günü kim cemaatin omuzlarını yararak ilerlerse
cehenneme bir köprü ittihaz olunur. ''
2863 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sizden kimse, cum'a günü kardeşini kaldırıp sonra da yerine oturmasın. Lakin:
"Açılın" desin."
2864 Nafi (rahimehullah) anlatıyor:"İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma)'i işittim, diyordu ki: Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
kişinin bir başkasını kaldırarak yerine oturmasını yasakladı.'' Nafi 'ye: "Bu
yasak cum'a'ya mı mahsus?'' diye soruldu. "Cum'a ve diğer günlerde!'' diye
cevap verdi.''
2865 Mu 'az İbnu Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cum'a günü imam hutbe verirken hubve
tarzında oturmayı yasakladı."
2866 Şeddad İbnu Evs (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Muaviye (radıyallahu anh) ile Beytu'l-Makdis 'te hazır
oldum. Bize cum 'a kıldırdı. Baktım ki, mescidde bulunanların çoğu Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) 'ın ashabı idi ve imam hutbe verirken ihtiba ederek
oturmşlardı.''
2867 Amr İbnu Şu 'ayb an ebihi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cum 'a günü
namazdan önce cemaat teşkilini yasakladı. "
2868 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), cum'a günü
minbere çıkınca: "Oturunuz!" dedi. Bunu İbnu Mes'ud (radıyallhu anh)
işitince olduğuyere oturdu, tam mescidin giriş kapısını üstüydü. Resulullah
(aleyhisalatu vesselam) onu bu halde gördü ve: "Gel! Ey Abdullah İbnu
Mes'ûd!" buyurdu."
2869 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Cum'a günü biriniz (mescitte)
uyuklayacak olursa oturduğu yeri değiştirsin. ''
2870 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın
mescidinde kılınan cum 'adan sonra ilk kılınan cum 'a namazı, Bahreyn
köylerinden olan Cuvasa'daki Abdü'l-Kays mescidinde kılınan
namazdı."
2871 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine 'de
öğle namazını Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile dört rek 'at kıldık. Mekke
'ye gitmek üzere yola çıkıp Zülhuleyfe 'ye gelince ikindiyi iki rek'at
kıldı.''
2872 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) 'in anlattığına göre
kendisinden kasru's-salat yani namazın kısaltılması hakkında sorulmuştu. Şöyle
cevap verdi: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) üç millik mesafeyi veya
Şu'be'nin şekkine göre üç fersah mesafeyi dışarı çıktı mı iki rek'at
kılar.''
2873 İmam Malik'e ulaştığına göre, İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) Mekke- Taif arasındaki kadar, Mekke- Usfan arasındaki kadar
ve keza Mekke -Cidde arasındaki kadar mesafede namazı kasrediyordu.'' Malik der
ki: "Bu mesafeler dört berid' dir."
2874 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medin'den Mekke 'ye
gitmek üzere yola çıktı. Rabbülalemin'den başka hiç bir şeyden korkmuyordu.
Yolda namazı ikişer ikişer (yani kasrederek) kıldı. ''
2875 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile
birlikte Mekke 'ye gitmek üzere Medine 'den çıktık. Efendimiz yolda namazları
ikişer ikişer kılıyordu. Medine 'ye dönünceye kadar hep böyle yaptı. ''
Enes 'e: "Mekke 'de ne kadar kaldınız? '' diye sorulmuştu: "Orada on
gün kıldık'' dedi. ''
2876 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (Mekke 'de) ondokuz gün ikamet etti ve namazları
kasretti. Biz de (bundan böyle) sefer yapıp ondokuz gün ikamet ettik mi
namazları hep kasrederdik, ondokuzdan fazla kaldık mı artık dörde
tamamlardık." Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde "....Onyedi gün ''
denmiştir. Nesai 'nin bir diğer rivayetinde: "Fetih senesinde Mekke 'de onbeş
gün ikamet etti ve namazları bu esnada kasretti. "
2877 İmran İbnu
Husayn (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Fetih günü, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'la birlikte Mekke 'de hazır bulundum. Mekke 'de onsekiz gece kaldı,
bu esnada namazları hep iki kıldı. Şöyle hitabediyordu: "Ey bölge halkı!
Siz bize bakmayın, dört kılın. Biz hep yolcuyuz (bu sebeple ksrederek iki
kılıyoruz). ''
2878 Hz. Cabir (radıyallahu anh). anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Tebük'de yirmi gün ikamet etti ve namazları
hep kasretti. "
2879 Harise İbnu Vehb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Mina'da bize, sayıca en çok olduğumuz ve en
ziyade güven içinde olduğumuz bir zamanda namazı iki rek'at
kıldırdı."
2880 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Mina'da bize iki rek 'at kıldırdı,
arkasından Ebu Bekr de öyle kıldırdı, Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer ve
hilafetinin başında Hz. Osman (radıyallahu anhüma) da iki kıldırdılar. Sonra Hz.
Osman dört rek'atli olarak kıldırdı. İbnu Ömer imamla kılarsa dört kılardı,
yalnız kılınca da iki kılardı."
2881 Hz. Osman (radıyallahu anh)
'dan anlatıldığana göre, Taif'de emval edinip orada ikamet etmeyi arzu ettiği
zaman.Mina 'da dört rek'at kıldı. Sonra imamlar bununla amel ettiler.
''
2882 Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Hz. Osman (sonradan)
bedeviler sebebiyle dört kılmıştır. Çünkü o sene pek çok bedevi hacc 'a
gelmişti. Namazın dört rek'at olduğunu öğretmek için halka dört rek'at
kıldırdı.'' Bir rivayette de şöyle denmiştir: " (Hz. Osman Mina 'da dört
kıldı.) Çünkü o, Hacc 'tan sonra ikamete azmetmişti.''
2883 Yine
Ebu Davud 'un kaydına göre İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) (Mina' da) namazı dört
kılmştı. Kendisine: "Sen, (daha önce dört kıldığı için) Osman 'ı
ayıplamıştın, şimdi ise dört kılıyorsun! denilmişti. (Özür beyan ederek) şu
cevabı verdi: "Muhalefet zararlıdır. ''
2884 Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'den anlatıldığına göre, Mekke'de namazı halka iki rek'at
kıldırdı. Selamı verince: "Ey Mekkeliler!"dedi, namazlarınızı dörde
tamamlayın.Biz yolcuyuz(bu sebeple iki kıldık)!."
2885 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), güneş batıya
meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine te'hir eder, ikindi
olunca mola verir, ikisini cemederdi (beraber kılardı). Yola çıkmazdan önce
güneş batıya meyletti (öğle vakti girdi) ise, hareketten önce her ikisini de
(öğle ve ikindi) kılar sonra yola çıkardı.''
2886 Bir rivayette de
şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te 'hir eder,
ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı
birleştirirdi. "
2887 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yol halinde iken öğle ile ikindiyi
birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirirdi. "
2888 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) akşam
ve yatsıyı Müzdelife 'de beraberce kıldı. Bunlardan her biri için ayrı bir
ikamet okudu. İki namaz arasında nafile kılmadı, bunlardan birinden sonra da
nafile kılmadı."
2889 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı şu ikisi hariç, vakti dışıda tek bir
namazı kıldığını görmedim: Müzdelife'de akşamla yatsıyı birleştirdi. O gün
sabahı da vaktinden önce kıldı. "
2890 Ca'fer İbnu Muhammed İbni
Mesleme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğle
ve ikindi namazlarını; Arafat'ta tek bir ezan ve iki ayrı ikametle kıldı. İki
namaz arasında nafile kılmadı. Müzdelife 'de de akşamla yatsıyı bir ezan ve iki
ikametle kıldı ve aralarında nafile kılmadı."
2891 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Kim iki namazı özürsüz olarak cem ederse
büyük günah kapılarından bir kapıya gelmiş olur."
2892 Yine İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Resulullah (aleyhissalatu vessalam)
Medine 'de yedi ve sekiz (rek 'at) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını
(cemederek) kıldı. Eyyub (es-ahtiyani) der ki :"Belki de bu, yağmurlu bir
gecedeydi. "Öbürü (Ebu 'ş-Şa'sa): "Belki!'' dedi. ''
Sahiheyn'in bir rivayetinde şu ziyade var: "Hadisi İbnu Abbas'tan rivayet eden
raviye dendi ki: "Zannederim, öğleyi te'hir, ikindiyi ta'cil, keza akşamı te'hir
yatsıyı da ta'cil etmiş olmalı?'' Cevaben: "Bunu ben de böyle zannediyorum!''
dedi.
2893 Müslim'de gelen bir başka rivayette şöyle denmiştir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) korku ve sefer hali olmaksızın öğle ve
ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da birleştirerek kıldı." İmam Malik:
"Ben bunun, yağmurlu günde yapılmış olacağını zannediyorum ''
demiştir.''
2894 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a (onsekiz defa) refakat ettim. Ancak,
sefer sırasında nafile kıldığını hiç görmedim. Allah Teala hazretleri şöyle
buyurmuştur: "Resulullah'ta sizin için güzel örnek vardır" (Ahzab 21 ).
İbnu Ömer devamla der ki: "Eğer nafileyi kılsaydım namazı da
tamkılardım."
2895 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben,
Resulullah(aleyhissalatu vesselam)'a onsekiz seferde iştirak ettim. Onun,güneş
meyledince öğleden önce kıldığı iki rek'ati terketiyini
görmedim."
2896 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anh), oğlu
Ubeydullah'ı seferde nafile kılarken görürdü de bundan dolayı onu
kınamazdı."
2897 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte umre yapmak üzere Medine 'den
Mekke 'ye doğru yola çıktık. Mekke 'ye gelince: "Ey Allah 'ın Resûlü,
annem babam sana feda olsun. Sen kısa kıldın, ben tam kıldım, sen yedin ben oruç
tuttum, (ne dersiniz?) '' dedim. Şu cevabı verdi: "Ey Aişe güzel yaptın !
'' buyurdu ve bu işimde beni kınamadı '' dedi. ''
2898 Sehl İbnu
Ebi Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
ashabına korku namazı kıldırdı.Bu maksadla ashabı arkasında iki saf
yapatı. Hemen arkasında bulunan safa birinci rek'ati kıldırdı. Sonra ayağa
kalktı ve arkasındakilere bir rek'at namaz kıldırıncaya kadar kıyamda kaldı.
Sonra gerideki safta bulunanlar ilerledi, ön safdakiler de geriledi. Bu şekilde
ilerleyenlere de bir rek 'at namaz kıldırdı. Sonra gerileyenler bir rek 'at
namaz kılıncaya kadar yerinde oturdu. Sonra da selam
verdi.''
2899 Muvatta'nın bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Korku namazı şöyledir: "İmam, beraberinde arkadaşlarından bir grup olduğu halde
namaza durur, bir grup. da düşmana karşı yerini alır. İmam bir rek 'ati
beraberindekilerle rükû ve secde ile kılar, ve ayağa (ikinci rek'ate) kalkar.
Tam doğrulunca öyle kalır. Cemaat geri kalan rek'ati kendi başlarına tamamlayıp
selam verirler ve oradan ayrılırlar. İmam yerinde ayakta durmaya devam eder.
Namazını kılanlar düşmanın karşısında yerlerini alırlar. Namaz kılmamış olan
diğerleri gelip imamın arkasında dururlar, tekbir getirerek uyarlar. İmam onlara
da bir rek'at namaz kıldırır, secdeden sonra oturur ve selam verir. İmama uyan
bu ikinci gurup imam selam verince kalkıp, geri kalan rek 'ati kılıp selam
verirler."
2900 Hz Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
Zaturrika 'da,Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraberdik Koyu gölgeli
bir ağacın yanına gelmiştik. Bu ağacı, altında dinlenmesi için Aleyhissalatu
vesselam'a bıraktık. (Resulullah kılıcını ağaca asıp istiratte çekilmişti ki, O
'nu gizlice takip eden) müşrüklerden biri gelip (asılı olan kılıcı kapıp)
kınından sıyırp (Resulullah'a): "Benden korkuyor musun?" dedi.
Aleyhissalltu vessalam : "Hayır!" deyince" "Peki seni benden kim
kurtaracak?" "Allah!" diye cevap verdi.(Duruma muttali olan) ashab adamı
tehdid etti. (o da kılıncı kınına koydu ve ağaca astı) Sonra namaz kılındı.
Resulullah (aleyhisalatu vessalam) bir guruba iki rek 'at kıldırdı.Bunlar geri
çekildiler. Sonra ikinci gurup geldi, onlarada iki rek'at namaz kıldırdı.
Resulullah'ın namazı dörde tamamlanmıştı, cemaatin namazı ise iki
rek'atti."
2901 Ebu Ayyaş ez-Züraki (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Biz Usfan 'da Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraberdik. Müşriklerin
başında (henüz müslüman olmayan) Halid İbnu'l-Velid vardı. Öğleyi kılmıştık.
Mişrikler (kendi kendilerine aralarında şöyle) konuştular: "İyi bir fırsat
elimize geçmişti, onlar namazda iken saldırsaydık ya!'' Bunun üzerine
hemen kasr (namazı kısaltma) ile ilgili ayet öğle ile ikindi arasında nazil
oldu. İkindi vakti olunca, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kalkıp kıbleye
karşı durdu. Müşrikler de önlerindeydi. Arka tarafına da bir safyaptı. Bu safın
arkasına da bir safkoydu. Resulullah rükûya varınca hep birlikte rükû yaptılar.
Resulullah secde yaptı, hemen arkasındaki safdakiler de secde yaptı. Diğerleri
(rükûdan) doğrulup onları korumak üzere kıyamda kaldılar. Bunlar iki secdeyi
tamamlayıp kalkınca arkalarında bulunanlar secdeye gittiler. Sonra Resulullah
'ın arkasındaki saftakiler diğerlerinin yerlerine gittiler, arkadaki saftakiler
de öndekilerin yerine ilerlediler. Sonra Resulullah rükûya gitti, hepsi O'nunla
birlikte rükû yaptı. Sonra Resulullah secde yaptı ve hemen arkasındaki
safdakiler de secde yaptılar. Bu sırada arkadakiler bunları korumak üzere
kıyamda kaldılar. Aleyhissalatu vesselam ve arkasındakiler oturunca, en
arkadakiler secdeye gittiler. Sonra hep beraber oturup hep beraber selam
verdiler."
2902 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) korku namazını iki gruptan birine tek rek
'at olarak kıldırırken, diğer grup düşmana karşı durmuştur. Kılanlar kalkıp,
düşmana dönük vaziyette, (bekleyen) arkadaşlarının yerine geçtiler, onlar da
gelip (Resulullah 'ın arkasına geçtiler), O da bunlara bir rek 'at namaz
kıldırdı, sonra da bu iki guruptan her biribirer rek 'at namazlarını kaza
ettiler.''
2903 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyar:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Dacnan ile Usfan arasına, müşriklerle
sarılmış biryere indi. Müşrikler (aralarında): "Bu müslümanların bir
namazları var (topluca kılarlar), bu onlara evlatlarından da, bakirelerinden de
kıymetlidir, işte bu, ikindi namazlarıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine
toptan bir kerede çullanın!'' dediler. Cebrail aleyhisselam, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a gelerek ashabını iki kısma ayırmasını, onlardan bir
grurupla namaz kılarken diğer grubun geri tarafta ayakta beklemesini, tedbirli
olmalarını ve silahlarını beraberlerinde almalarını, birinci gruba bir rek'at
kıldırmasını, bu kısmın birinci rekatten sonra geri çekilmesini, arkadaki grubun
öne ilerlemesini, bu yeni gruba da bir rek 'at kıldırmasını, böylece her bir
grubun Resulullah'la birlikte birer rek 'atlerinin olmasını, Resulullah'ın da
böylece iki rek'at kılmış olmasını emretti."
2904 Abdullah İbnu
Üneys (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), beni,
Halid İbnu Sufyan el-Huzli'yi öldürmem için bulunduğu yere gönderdi. O, Urane ve
Arafat taraflarında idi: " Git onu öldür! '' dedi Ben onu gördüğümde
ikindi namazının vakti girmişti. Kendi kendime:"(Bu herifi öldürme işi) onunla
benim arama girip namazımı geciktirmesinden korkarım" dedim. (Ara vermeden)
ilerledim. Hem yürüyor hem de ima ile namazımı kılıyordum. Herife tam
yaklaşmıştım ki: "Sen kimsin?"dedi. "Araplardan biriyim. Duydum ki;
şu, adam için asker topluyormuşsun, onun için sana katılmaya geldim!"
"Evet ben bu işin içindeyim" dedi. Onunla bir müdet yürüdüm, öldürmeme imkan
sağlayacak bir fırsat doğunca kılıçla tepesine bindim ve
geberttim."
2905 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte iki rek 'at öğleden evvel, iki
rek 'at sonra, keza iki rek 'at cum 'adan sonra, rek'at akşamdan sonra, iki rek
'at yatsıdan sonra namaz kıldım. Akşam ve yatsı(dan sonrakiler) evinde
idi.''
2906 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki : "Sünnette gelen oniki
rek 'ate kim devam ederse Allah ona cennette bir ev bina eder: Bu oniki
rek'atin: - Dördü öğleden önce,. - İkisi öğleden sonra, -
İkisi akşamdan sonra, - İkisi yatsıdan sonra, - İkisi de sabahtan
önce.''
2907 Yine Hz. Aişe (radıyallhu anha) anlatıyor: "İki namaz
var ki Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bunları ne gizli ne de aleni olarak
seferde ve hazerde hiç terketmedi: Sabahtan önce iki rek'at, ikindiden sonra iki
rek'at.''
2908 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) sabah ve ikindi hariç her namazın arkasından iki rek'at
(nafile) kılardı."
2909 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) nafilelerden hiç birine, sabah namazını iki
rek 'atlik nafilesi kadar aşırı ilgi göstermemiştir."
2910 Ebu
Davud'un, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'den kaydettiği bir rivayette şöyle
gelmiştir: "Sizi, atlılar tardedecek (kovalayacak) bile olsa o iki rek'ati
terketmeyin. ''
2911 Nesai'nin bir rivayetinde :"Sabah namazından
önce kılınacak iki rek'at nafile namaz dünyanın tamamından daha hayırlıdır''
denmiştir.
2912 Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) sabah namazında ezanla ikamet arasında hafif iki rek
'at namaz kılardı.''
2913 Diğer bir rivayette şu ibare var: "O iki
rek 'atı öyle hafif tutardı ki, ben, "bunlrda Fatiha'yı okudu mu?''
derdim.''
2914 Nesai 'nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Müezzin sabah ezanının birincisini bitirip sükut ettimi kalkar, sabah
namazından önce ve ufukta fecrin açılmasından sonra iki rek'at hafif namaz
kılar, sonra da sağ yanının üzerine uyurdu.''
2915 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sabahın iki
rek'atında çoğunlukla şunları okurdu: Birinci rek'atta (mealen): "(Ey müminler)
deyin ki: "Biz Allah'a, bize indirlene; Kur'an'a, İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Ya'kûb'a ve torunlarına (esbata) indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya
verilenlere ve bütün peygamberlere Rabbleri katından verilen (Kitap ve ayetlere)
iman ettik. Onlardan hiç birini (kimine inanmak, kimini inkar etmek suretiyle)
diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, (Allah'a) teslim olmuş (müslümanlar)ız'' (Bakara
136). İkinci rek'atte de, Al-i İmran sûresindeki şu ayet (mealen): "Deki: "Ey
Ehl-i Kitap (Yahudiler, Hıristiyanlar) hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi
(ve adil) bir kelimeye gelin. (Şöyle) diyerek: "Allah'tan başkasına
tapmayı, Ona hiç bir şeyi eştutmayalım. Allahı bırakıp da kimimiz kimimizi
Rabler (diye) tanımayalım (Buna rağmen) eğer yine yüz çevirirlerse (o halde)
deyin ki: "Şahid olun, biz muhakkak müslümanlarız" (64.
ayet).
2916 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) sabahın iki rek'atında çoğunlukla şunları okurdu: "(Ey
müminler) deyin ki: "Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a), İbrahim'e,
İsmail'e. İshak'a, Ya'kub a ve torunlarına (esbat) indirilere, Musa'ya, İsa'ya
verilenlere ve bütün peygamberlere Rabbleri katından verilen (Kitap ve ayetlere)
iman ettik. Onlardan hiç birini (kimine inanmk kimini inkar etmek suretiyle)
diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, (Allah'a) teslim olmuş (müslümanlar)ız''. (Bakara
136). İkinci rek 'atte de: "Ey Rabbimiz, senin indirdiğin (oKitab'a) inandık, o
peygambere de tabi olduk. Artık bizi (birliğini ve peygamberlerini tanıyan)
şahidlerle beraber yaz". (Al-i İmran 53) ayetini
okurdu.''
2917 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sabahın iki rek 'atinde şunları okurdu:
"Kul ya eyyuhe 'l- Kafirun '' ve "Kul hüvallahu
ahad.''
2918 Tirmizi'nin İbnu Mes'ud'dan kaydettiği bir rivayette
şöyle gelmiştir: "Ben bir ay kadar Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı göz
ucuyla takib ettim, sabahın farzdan önce kılınan iki rek 'atinde şu sureleri
okuyordu: "Kul ya eyyühe'l-Kafirun'' ve "Kulhüvallahu
ahad."
2919 Bu rivayet Nesai 'de biraz farkla şöyle gelmiştir:
"Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı yirmi kere göz ucuyla takib
ettim, akşamın farzından sonra kılınan iki rek'atle, sabahın farzından önce
kılınan iki rek 'atte Kafirûn ve İhlas surelerini
okuyordu.''
2920 Hz, Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sabahın iki rek'at nafilesini kıldı mı;
uyanıksam benimle konuşur du, değilsem, müezzin namaz için (ikamet okuyuncaya
kadar yatardı). ''
2921 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz, sabahın
farzından önce iki rek'atlik sünneti kılınca sağı üzerine
yatsın."
2922 Muhammed İbnu İbrahim, ceddi Kays İbnu Amr 'dan
anlattığına göre: Resulullah (aleyhissalatu vesselam) geldi ve namaza duruldu.
Onunla birlikrte sabah namazını kıldım. Sonra namaz bitince beni namaz kılar
buldu. "Ağır ol ey Kays! dedi. Bir namaz daha mı kılıyorsun? '' "Ben
sabahın sünnetini kılmamıştım (onu kılıyorum) '' deyince: "Öyleyse hayır;
(bunda bir beis yok) '' buyurdu. ''
2923 Abdullah İbnu Malik İbnu
Buhayne (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ikamet
başladıktan sonra namaz kılmakta olan bir adam gördü. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) namazdan çıkınca halk adamın etrafını sardı ve (Resulullah ona):
"Sabahı dört mü (kılıyorsun)? Sabahı dört mü (kılıyorsun)?"
dedi."
2924 Abdullah İbnu Sercis (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sabah namazını kılarken bir adam mescide
girdi. Mescidin yan tarafında sünneti kıldı. Sonra Rsulullah 'a dahil olup O
'nunla da farzı kıldı. Aleyhissalatu vesselam namazı bitirince: "Ey falan,
şu iki namazdan hangisini sayıyorsun? Tek başına kıldığını mı, bizimle kıldığını
mı! '' buyurdular.''
2925 Ebu Seleme (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ashabtan bir cemaat ikameti işitmişti, hemen (sünnet) namaza kalktılar.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: "İki namazı beraber mı
kılıyorsun. namazı beraber mi kılıyorsunuz? '' diye çıkıştı. Bu (hadise)
sabah namazı sırasında cereyan etmişti. ''
2926 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim sabahın iki rek'atini vaktinde kılamazsa güneş doğduktan sonra
kılsın.''
2927 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) 'den anlatıldığına
göre, sabah namazının sünnetini kaçırdığı olmuştur: Ancak güneş doğdu sonra onu
kaza etmiştir."
2928 Hz. Ali (radıyallahu anh)
anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğleden önce dört, öğleden sonra
da iki rek'at kılardı.''
2929 Yine Tirmizi 'nin bir diğer
rivayetinde Hz. Aişe şöyle der: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) öğlenin
farzdan önceki dört rek'atli sünneti, namazdan önce kılamazsa sonra
kılardı.''
2930 Ümmü Habibe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Kim öğleden önce dört,
öğleden sonra da dört (rek'at nafile) kılarsa, Allah onu ateşe haram eder.
''
2931 Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "Kim öğleden evvel dört,
öğleden sonra da dört (rek'at nafile) kılmaya devam ederse Allah onu ateşe haram
eder."
2932 Hz. Ebu Eyyub(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Öğlenin farzından önce tek bir selamla
kılınan dört rek'at nafile var ya bunların önünde sema kapıları
açılır.''
2933 Abdlullah İbnu's-Saib (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) güneşin zevalinden sonra ve öğleden önce
dört rek 'at namaz kılardı ve derdi ki: "Şimdi sema kapılarının açıldığı bir
vakittir. Bu anda salih bir amelimin oray yükselrnesini
isterim''
2934 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:"Öğleden önce zevalden sonra dört rek'at
vardır ki bunlar seherde emsalleri değerindedirler. Her ne varsa, bu saatte
mutlaka Allah'ı tesbih eder. '' Resulullah sonra şu ayeti okudular:
"Allah'ın yarattığı şeylerin gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek
secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?''(Nahl 48).
2935 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ikindiden önce
iki rek'at kılardı.''
2936 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İkindiden önce
dört rek'at naf'ile kılan kimseye Allah rahmetini bol
kılsın.''
2937 Hz. Ali (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ikindi namazından önce dört rek'at nafile kılardı.
Bunların arasını (ikinci rek'atin teşehhüdünde) makarreb meleklerle müslüman ve
mü 'minlerden onlara tabi olanlara selam ile ayırırdı.''
2938 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bana,
günümde ikindi namazından sonra iki rek' at nafile kılarak
gelirdi.''
2939 Hz. Aişe bir başka rivayette şöyle demiştir:
"İkindi namazından sonra kıldığı iki rek'ati, yanımda hiç
terketmedi."
2940 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ikindi namazından sonra iki rek'at nafile
kılmıştır, çünkü kendisine gelen bir malın taksimini yapmış, bu meşguliyet O
'nun öğle namazından sonra kılmakta olduğu iki rek'ati kılmasına mani olmuştu.
Bunun üzerine onları ikindiden sonra kıldı. Sonra bir daha bu iki rek'ati
kılmadı.''
2941 Muhtar İbnu Fulful anlatıyor : "Hz. Enes 'ten
ikindiden sonra kılınacak nafile namaz hakkında sordum '' dedi ki: "Hz.
Ömer ikindiden sonra nafile kılanların ellerine (sopayla) vururdu. Biz iki
rek'ati, Resulullah devrinde güneş battıktan sonra akşam namazından önce
kılardık. Bizi bunu kılarken efendimiz görürdü de ne emrederdi ne de
nehyederdi."
2942 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müezzin
akşam ezanını okuduğu zaman Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın ashabından
bir grup kalkıp mescidin sütunlarına doğru koşup Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) (evinden) çıkıncaya kadar akşamdan önce ikişer rek'at nafile
kılıyordu.'' Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Bazan biryabancı gelip
mescide girecek olsa, namaz kılanların çokluğunu görünce, akşamın farzını
kılınmış zannederdi. ''
2943 Abdullah İbnu Mugaffel el-Müzeni
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) dediler
ki: "Akşamdan önce iki rek'at namaz kılın! '' (Efendimiz) sonra,
insanların bunu bir sünnet yapmasından korkarak " Dileyen kılsın'' dediler.
''
2944 Sahiheyn'in kaydettiği bir başka rivayette şöyle
gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Akşam namazından önce namaz
kılın" dediler ve (bunu üç kere tekrar ettiler), üçüncüde ise, halk bunu bir
sünnet edinir korkusuyla, "Dileyen" buyurdular. ''
2945 İbnu Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte,
akşam namazından sonra hane-i saadetlerinde iki rek'at (nafileyi)
kıldım."
2946 Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Beni Abdi'l-Eşhel mescidinde akşam
namazını kılmıştı. Cemaat, farzı bitirince nafileyi kılmaya başladı. Bunu gören
Resulullah: "Bu, evlerin namazıdır'' buyurdular. '' Nesai'de şu ifade
vardır: " Size, bu namazı evlerde kılmanız gerekir.''
2947 Mekhûl
merfu olarak rivayet etmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki : "Kim akşam namazından sonra hiç konuşmadan iki rek'at -bir rivayette
dört- kılarsa namazı illiyyûna yükseltilir.''
2948 Huzefye
(radıyallahu anh) de benzer bir rivayette bulunmuş ve şu ziyadeyi
yapmıştır: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) derdi ki: "Akşamın
farzından sonraki iki rek'ati kılmada acele edin, çünkü onlar farz namazıyla
birlikte yükselirler."
2949 Şureyh İbnu Hani anlatıyor : "Hz. Aişe
(radıyallahu anha) 'ye Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın namazından sordum.
Dedi ki: "Yatsıyı her kılışında yanıma gelince mutlaka dört veya altı rek
'at nafile kılardı. Bir gece yağmura yakalandık. Aleyhissalatu veseslam 'a bir
post yaydık, postta suyun akmakta olduğu bir deliğe hala bakar gibiyim.
Efendimizin, elbisesini hiçbir surette yerden sakındığını
görmedim.
2950 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) hutbe verirken bir adam girdi. Resulullah adama:
"Namaz kıldın mı?'' dedi. Adam: "Hayır!'' dedi. Efendimiz: "Öyleyse
iki rek'atini kıl!" diye emretti.'' Bir rivayette şöyle gelmiştir: ". . .
Kalk, iki rek 'at kıl.''
2951 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Sizden biri
cumayı kıldı mı, ondan sonra da dört rek'at kılsın."
2952 Bir
rivayette şöyle buyrulmuştur: " Senin acele etmen gereken bir şeyin olursa
mescidde hemen iki rek'atı kıl, iki rek'at de dönünce
kıl.''
2953 Nafi merhum anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma), cuma günü bir adamın cumayı kılarken durduğu yerden hiç kımıldamaksızın
iki rek'at daha kılmaya devam ettiğini görmüştü, adamı bundan men etti ve:
"Cum'a'yı dört mü kılıyorsun?'' dedi. İbnu Ömer, cum'a günü evinde iki rekat
kılar ve etrafındakilere: "Resulullah böyle kılardı!''
derdi.''
2954 Ata anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) Mekke
'de cumayı kıldı mı ilerler iki rek'at daha kılardı; sonra biraz daha ilerler ve
dört rek 'at daha kılardı. Medine 'de olunca da cum'ayı kılar sonra evine döner,
iki rek'at daha kılardı, bunu mescidde kılmazdı. Bu durumun sebebi nedir? diye
kendisinden sorulmuştu: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) böyle
yapardı'' dedi. ''
2955 Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor:
''Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Vitr namazı haktır. Kim
bunu kılmazsa bizden değil dir." Bunu Efendimiz üç kere tekrar
etti.''
2956 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Vitir narnazı
farz namaz gibi kesin değildir. Ancak Resulullah (aleyhissalatu vesselam):
"Allahu Teala hazretleri tektir, tek'i sever, öyleyse ey ehl-i Kur'an vitri
kılın!" buyurmuştur.''
2957 İbnu Muhayriz anlatıyor: "Beni Kinane
'den el-Muhdici denen bir adam, Şam'da Ebu Muhammed diye künyesi olan bir
adamın: "Vitir namazı vacibtir''dediğini işitti. Kinani dedi ki:
"Ben bunu Ubade İbnu 's-Samit (radıyallahu anh) 'e sordum da: "Ebu
Muhammed hata etmiş. Ben Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ı dinledim şöyle
demişti: "Allah'ı kulları üzerine yazıp farz kıldığı beş namaz mevcuttur.
Kim onları eda eder, istihfafla her hangi bir eksikliğe meydan vermeden tam
yaparsa Allah indinde ona verilmiş bir söz vardır: Onu cennete koyacaktır.
Onları kılmayana ise Allah'ın bir vaadi yoktur. Dilerse azab eder dilerse
cennete koyar" der."
2958 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
antatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Gece namazınızın
sonu tek olsun. "
2959 İmam Malik, İbnu Mes 'ûd'dan naklediyor:
"İbnu Mes 'ud demiştir ki: "Geceleyin kılacağınız namazın sonunu tek
kılın.''
2960 Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Vitir her müslüman üzerine bir
haktır (vazifedir). Kim beş ile vitir kılmayı severse yapsın. Kim de üç ile
vitir kılmak isterse yapsın. Kim tek rek'atla vitr kılmayı dilerse
kılsın."
2961 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onüç rek'at kılarak vitir yapardı.
İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rek'atte vitir yaptı.''
2962 İbnu
Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Vitir gecenin sonunda kılınır. ''
2963 Buhari'nin
bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Gece namazı ikişer ikişerdir. Gece namazından
ayrılacağın zaman, tek rek'at daha kıl, bu sana kıldığın namazların tek olmasını
sağlar."
2964 Abdülaziz İbnu Cüreye anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha) 'ya Resulullah ne ile vitir namazı kılardı? diye sorduk. Dedi
ki: "Birinci rek 'atte Sebbih isme Rabbeke'l-a'layı ikinci rek'atte Kulya
eyyüha'l-kafirun suresini, üçüncü rek'atte, de Kulhüvallahü ahad ve
Muavvizateyn'i okurdu.''
2965 Harice İbnu Huzafe (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: " Allah size
(öyle) bir namazla imdad etti ki, O sizin için kızıl deve sürülerinden daha
hayırlıdır. İşte bu namaz vitirdir. Allah onu, sizin için yatsı namazı ile
şafağın sökmesi arasına koydu.''
2966 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) her gece vitir kılardı. Gecenin
evvelinde de kıldı, ortasında da kıldı; sonunda da kıldı (ölümü sırasında)
gecenin sonunda kıldı."
2967 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki : "Kim gecenin
sonunda kalkamamaktan korkarsa vitrini gecenin başında kılsın. Kim gecenin
sonunda kalkmayı umuyorsa gecenin sonunda vitrini kılsın. Çünkü gecenin sonunda
kılınan namaz (gece ve gündüz meleklerinin huzurlarında ve şehadetleri altında
kılındığı) meşhûd ve mahzûrdur. Bu yüzden (gecenin başında kılanana nazaran)
daha faziletlidir."
2968 Ebu,Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'e:
"Vitri ne zaman kılıyorsun?'' diye sordu. Hz. Ebu Bekr: "Gecenin başında
kılıyorum!'' dedi. Aynı şekilde: " Vitri ne zaman kılıyorsun?" diye Hz.
Ömer'e de soruldu: "Gecenin sonunda kılıyorum!'' dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekr'e: "Sen ihtiyatla amel ediyorsun!''
dedi. Hz. Ömer'e de: "Sen de kuvet(li olan, takvaya uygun olan) ile amel
ediyorsun!'' buyurdu."
2969 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Gece ve gündüz
namazları ikişer ikişerdir."
2970 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Vitir
namazını kılmadan kim uyur veya unutursa hatırladı veya uyandı hemen
kılsın."
2971 Ebu Cemre anlatıyor: Ashab-ıŞecere (radıyallahu
anhüm) 'den olan Aiz İbnu Amr'a sordum: "Vitir namazı nakzedilir
mi?'' "Eğer, evvelinde vitir kıldıysan ahirinde vitir kılma'' dedi.
'' Rezin merhum şunu ilave eder: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
şöyle buyurdular: "Bir gecede iki vitir kılınmaz."
2972 Nafi
anlatıyor: "Ben, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le Mekke deydim. Hava bulutlu
olduğu için sabah namazını kaçırmaktan korkuyordu. Tek rek'at kılarak vitir
yaptı. Sonra bulutlar açıldı. Gördü ki daha üzerinde gece var. Bir rek'at daha
kılarak (önceki tek 'i) çiftledi, sonra iki rek 'at (bir miktar) namaz kıldı.
Sabahın geçmesinden korkunca bir rek'at daha kılarak
vitiryaptı."
2973 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) vitrin ilk iki rek'atinde selam
vermezdi.''
2974 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) vitrin ilk iki rek'atinde selam verirdi,
öyle ki (o sırada) bazı ihtiyaçları için emirde
bulunurdu.''
2975 Muvatta'nın bir rivayetind‚ şöyle gelmiştir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Akşam namazı gündüzün
vitridir."
2976 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) vitrni kılarken şu duayı okurdu: "Allah'ım
gadabından rızana sığınırım. Cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım.
Sana (yapılması gereken) senayı sayamam. Sen, kendi nefsine yaptığın övgüdeki
gibisin."
2977 Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyudular ki: "Size geceleyin kalkmayı tavsiye
ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salihlerin adetidir; Rabbinize yakınlık
(vesilesi)dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere kefarettir, bedenden
hastalığı kovucudur."
2978 İbnu Amr İbni'l-As (radıyallalhu
anhüma) anlatıyor: "Reulullah (alyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim geceyi
on ayet, okuyarak ihya ederse gafiller arasına yazılmaz. Kim de yüz ayetle
gecesini ihya ederse "kanitin" zümresine yazılır.Kimde bin ayet okuyarak geceyi
ihya ederse mukantırin arasına yazılır."
2979 Yine Ebu Davud'da
Abdullah İbnu Habeşi anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Hangi
amel efdaldir? '' diye sorulmuştu: Şu cevabı verdi: " Kıyamı uzun
olan.''
2980 Ubadetu'b'nu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Geceleyin kim uyanırsa şunu
söylesin: "Allah'tan başka ilah yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Mülk
O'nundur, hamd de O'na aittir, O herşeye kadirdir. Hamd Allah'a aittir, Allah
münezzehtir, Allah büyüktür, bütün amel ve ibadetler için gereken güç ve kuvvet
Allah'tandır. Sonra aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Rabbim beni
affet!'' desin veya dua ederse duasına cevap verilir. Eğer abdest alır ve namaz
kılarsa namazı kabûl edilir.''
2981 Muğire İbnu Şu 'be (radıyallhu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ayakları kabarıncaya kadar
geceleri kalkıp namaz kılardı. Kendisine: "Allah senin geçmiş ve gelecek
günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)'' denildi. .
"Şükredici bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi."
2982 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) gece namazını
hiç terketmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak
kılardı."
2983 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallalhu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: "Allah, geceleyin kalkıp
namaz kılan ve hanımını da uyandıran, hanımı imtina ettiği taktirde yüzüne su
döken kula rahmetini bol kılsın. Allah, geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını
da uyandıran, kocası imtina edince yüzüne su döken kadına da rahmetini bol
kılsın.''
2984 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz uyuyunca ensesine
şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düyüm yerine eliyle vurarak üzerine
uzun bir gece olsun, yat" dileğinde bulunur. Adam uyanır ve Allah'ı zikrederse
bir düğüm çözülür, abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür, namaz kılarsa
bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha
erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabaha
erer."
2985 İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: ``Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) 'ın yanında bir adamın zikri geçti ve sabaha kadar
uyuduğu, namaz kılmadığı söylendi. Aleyhissalatu vesselam: "Bu adamın
kulağına şeytan işemiştir" buyurdu.. ''
2986 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resulullah (alehissalatu vesselam) buyurdular ki:
"(Mûtad olarak) geceleyin namaz kılan bir kimse, uykunun galebe çalmsıyla (bir
gece uyuya kalsa ve namazını kılamasa) Allah'u Teala hazretleri onun namazının
sevabını yine de yazar, onun uykusu (Allah'ın ona yaptığı bir ikram) bir sadaka
olur."
2987 Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ı Allah Teala Hazretleri geceleyin
uyandırmışsa seher vakti geçinceye kadar, hizbini
tamamlardı."
2988 Mesrûk (rahimehullah) anlatıyor:"Hz. Aişe
(radıyallahu anha) 'ye sordum: "Resullullah (aleyhissalatu vesselam) 'a
göre hangi amel efdaldi ? '' Bana: "Devamlı olan !"diye cevap verdi. Ben
tekrar: "Gecenin hangi vaktinde kalkardı?" dedim "Bağıranı -yani
horozu- işittiği zaman kalkardı!" diye cevap verdi."
2989 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'ın gece
namazı on rek'atti. Bir rek'at de tek kılardı. Sabahın sünnetini iki rek'at
kılardı. Böylece hepsi onüç rek'at olurdu.''
2990 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Biriniz gece namazına kalkınca ilk önce iki hafif rek'atle namaza
başlasın." Ebu Davud'da şu ziyade var: ".... Sonra dilediğin kadar
uzat.''
2991 Hz. Aişe (rdıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) kuşluk namzını her kılışında mutlaka ben de
kıldım.''
2992 Abdurrahman İbnu Ebi Leyla (rahimehullah)
anlatıyor: "Bize, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kuşluk namazı kıldığını
Ümmü Hani 'den başka kimse anlatmadı. O dedi ki: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Fetih günü, benim eve geldi, yıkandı ve sekiz rek'at
namaz kıldı. Ben bundan daha hafif bir namazı hiç görmedim. Ancak rükû ve
secdeleri tam yapıyordu.''
2993 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Dostum aleyhissalatu vesselam, bana her ay üçgün oruç tutmamı, iki
rek'at kuşluk, yatmazdan önce de vitir' namazı kılmamı tavsiye
etti.''
2994 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her gün, sizin her bir mafsalınız
için bir sadaka terettüp etmektedir. Her tesbih bir sadakadır. Her tahmid bir
sadakadır, her bir tehlil bir sadakadır. Emr-i bi'l-ma'ruf bir sadakadır. Nehy-i
ani'l-münker de bir sadakadır. Bütün bunlara, kişinin kuşlukta kılacağı iki
rek'at nemaz kafi gelir."
2995 Büreyde (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanda
üçyüzaltmış mafsal vardır. Her bir maf sal için bir sadakada bulunması gerekir.
'' (Bunu işitenler): "Buna kimin gücü yeter?" dediler: Aleyhissalatu
vesselam: " Mescidde toprağa gömeceği bir balgam, yoldan bertaraf edeceği,
bir engel... Bunları bulamazsa, kuşluk vakti kılacağı iki rek'at
namaz!"
2996 Ebu Zerr ve Ebu 'd-Derda (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri dedi ki: "Ey Ademoğlu! Günün evelinde benim için dört rek'at namaz
kıl, ben de sana günün sonunu garantileyeyim. ''
2997 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim kuşluğun bir çift (namaz)ına devam ederse, deniz köpüğü
kadar çok da olsa, Allah günahlarını affeder."
2998 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdularki: "Kim kuşluk namazını oniki rek'at kılarsa Allah Teala
Hazretleri, cennette onun için altından bir köşk bina
eder.''
2999 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) kuşluğu dört kılar, (bazan) dilediğince de
artırırdı.''
3000 Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyundular ki: "Kuşluk namazı, boduğun
(yani deve yavrusunun) ayağı kumdan yanmaya başladığı andan itibaren
kılınır."
3001 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'nin anlattığna
göre: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onları, kesin bir emirde
bulunmaksızın ramazan gecelerini ihyaya teşvik ederdi. (Bu maksadla) derdi ki:
"Kim ramazan gecesini, sevabına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazla
ihya ederse geçmiş günahları affedilir." Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) -bu tavsiyesi herhangi bir değişikliğe uğramadan- vefat etti. Bu durum
(teravihin ferden kılınması) Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanında böylece devam
etti, Hz. Ömer'in hilafetinin başında da böyle devam
etti.''
3002 Bir rivayette şöyle gelmiştir:"Kadir gecesinin, kim
sevabına inanıp onu kazanmak ümüidiyle ihya ederse geçmiş günahları
affedilir.'' Buhari, Ramazan kıyamı ile, Kadir gecesi kıyamı üzerine ondan
merfu rivayet kaydeder.
3003 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ramazan ayında, diğer aylarda
görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli
bir gayrete geçerdi. Son on günde. geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası
için) uyandırırdı, izarını da bağlardı."
3004 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ramazanda
geceleyin namaz kılardı. (Bir gece) gelip yanında ben de namaza uydum. Sonra bir
erkek daha geldi, o da namaza uydu, derken (sayımız arttı ve) bir cemaat olduk.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizim arkasında olduğumuzu hissedince namazı
hızlandırdı. Sonra (selam verip) ayrıldı ve evine girdi. Orada bizim yanımızda
kılmadığı bir namaz kıldı. Sabah olunca kendisine: "Bizim arkanıza
durduğumuzu geceleyin farketmiş miydiniz?" diye sordum. Bana: "Evet. Ve
işte bu, beni o yaptığıma sevkeden şeydir. (Yani sizi arkamda hissedince namazı
hızlı kılarak yanınızdan ayrıldım)" buyurdu.''
3005 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhisalatu vessalam) (bir
gece) mescidde (nafile) namazı kılmıştı. Bir çok kimsede (on iktida ederek)
namaz kıldı. (Sabah olunca "Resulullah gecleyin mescidde namaz kıldı" diye
konuştular.) Ertesi gece de Efendimiz namaz kıldı. (Halk yine onları
konuştu,katılacakların) sayısı iyice arttı. Üçüncü (veya dördüncü) gece halk
yine toplandı.(Öyle ki mescid, insanları alamayacak hale gelmişti.) Ancak
aleyhissalatu vessalam (bu dördüncü gecede) yanlarına çıkmadı. Sabah olunca
Efendimiz: "Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, namazın
sizlere farz oluvermesinden korkmamdır" dedi. İşte bu hadise ramazanda ceryan
etmişti."
3006 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdular ki:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ramazan'da, mescidin bir kenarında namaz
kılan bir guruba uğramıştı. "Bunlar ne yapıyor?" diye sordu. "Bunlar,
yanlarında (ezberlenmiş fazla) Kur 'an bulunmayan kimselerdir, Übeyy İbnu Ka'b
(radıyallahu anh) bunlara namaz kıldırıyor! '' dediler. Efendimiz aleyhissalatu
vesselam: "İsabet etmişler, bu davranış ne kadar iyi! ''
buyurdular.''
3007 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile (bir ramazan) ayında beraber oruç
tuttuk. Ay boyunca bize son yedi güne kadar hiç (ziyade) namaz kıldırmadı. Ayın
son yedinci gününde gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı.
Altıncı gününde yine bir şey kıldırmadı. Beşinci gününde gecenin yarısı
geçinceye kadar namaz kıldırdı: Kendisine: "Bu gecemizin geri kalan kısmında da
bize nafile kıldırsanız! ''dedik. Talebimize karşı: "Kim imamla namaza
başlar, sonuna kadar devam ederse, kendisine gecenin tamamını namazla geçirmiş
(sevabı) yazılır '' buyurdular. Sonra Resulullah (aleyhissalatu vesselam), aydan
son üç gece kalıncaya kadar başka namaz kıldırmadılar. Üçüncü gece bize namaz
kıldırdılar. Ehline ve kadınlarına dua ettiler. Bize (o kadar uzun) namaz
kıldırdılarki "Felah''ı kaçırmaktan korktuk. (Ebu Zerr 'e:) "Felah '' nedir?
diye soruldu: "Sahur!'' cevabını verdi. (Sonra ayın geri kalan kısmında
bize namaz kıldırmadı.)"
3008 Abdullah İbnu Ebi Bekir anlatıyor:
"Ubeyy (radıyallahu anh)'i dinledim, diyordu ki: "Ramazanda (teravih)
namazından ayrılıp, hizmetçilerden alel acele sahuryemeği getirmelerini
isterdik, çünkü vaktin çıkmasından korkardık.''
3009 İbnu Abbas
(radıyaIlahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bayram günü
- çıkıp iki rek'at namaz kıldırdı. Ne bunlardan önce ne de bunlardan sonra başka
namaz kıldırdı.''
3010 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), fıtr (ramazan) ve kurban bayramlarının
namazlarında, birinci rek'atte yedi (ziyade) tekbir getirirdi, ikinci rek'atte
ise, iki rüku tekbirinden başka beş (ziyade) tekbir
getirirdi."
3011 Kesir İbnu Abdillah an ebihi an ceddihi
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bayramlarda birinci rek'atte
kıraatten önce yedi kere tekbir getiriyordu. İkinci rek'atte de kıraatten önce
beş kere tekbir getiriyordu.''
3012 Cabir İbnu Semüre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte, birçok
kereler bayram namazını ezansız ve ikametsiz kıldım.''
3013 Nafi
rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) dedi ki: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anhüma), bayram
namazlarını hutbeden önce kılarlardı."
3014 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bayrama
katıldım. Efendimiz hutbeden önce, ezansız ve ikametsiz namaz kıldırdı. Sonra
Bilal (radıyallahu anh)'e dayanarak kalktı. AIlah'tan korkmayı emretti ve O'na
itaate teşvik etti. İnsanlara vaaz edip (ölümü, ahireti, cenneti, cehennemi)
hatırlattı. Sonra kadınlar bölümüne geçti. Onlara da aynı şekilde
vaaz etti, hatırlatmalarda bulundu. Ve: "Allah için tasadduk edin, zira
sizin ekseriyetiniz cehennem odunusunuz!'' buyurdu. Yanakları kararmış itibarlı
kadınlardan biri kalkarak: "Niçin ey Allah'ın Resülü? dedi (niye cehennem
odunlarıyız?)'' Resulullah açıkladı: "Zira siz kadınlar çok şikayette
bulunuyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz." "Bunun üzerine kadınlar
takılarından tasadduk etmeye başladılar. Hz. Bilal'in eteğine
atıyorlardı."
3015 Ubeydullah İbnu Abdillah lbni Utbe İbni Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), Ebu Vakid el-Leysi
(radıyallahu anhüma)'ye sordu: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kurban
ve ramazan bayramlarında ne kıraat buyururdu?" "Resulullah bu namazlarda
Kaf ve'l-Kur'ani'I-Mecid, İkterebeti's-saatu ve'n-Şakka'l-Kameru surelerini
okurdu" diye cevap verdi."
3016 Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam); bayramlarda ve cum'ada
Sebbihi'sme. Rabbike'l- A'!a, Hel etake hadisu'l ğaşiye okurdu. Bazan cuma ve
bayram bir günde birleşirlerdi. Resulullah bu surelerin her ikisini de (cuma ve
bayram) namazlarında birlikte okurdu."
3017 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Şu gününüzde iki bayram bir araya geldi. Dileyene (bayram ) cum'a için de
yeterlidir. Biz her ikisini birleştiriyoruz."
3018 Ebu Ubeyd Sa'id
İbnu Ubeyd'in anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) ile bir bayramda
beraber olmuştur. Hz. Ömer önce namaz kıldırmış, sonra hutbe okuyup halka şöyle
hitab etmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sizleri bu iki bayram
gününde oruç tutmaktan men etti. Bu iki bayramdan biri oruç tuttuğunuz aydaki
ramazan bayramınızdır. Diğeri de kurbanlarınızdan yediğiniz günün
bayramıdır!'' Ebu Ubeyd der ki: "Ben Hz. Osman (radıyallahu anh) ile de
bayram geçirdim. O da hutbeden önce namaz kıldırdı. Hatta bu bir cum'a günüydü.
Avali halkına şöyle dediler: "Kim cumayı beklemek isterse beklesin, kim de
ailesine dönmek isterse dönsün, kendisine izin verdik.''
3019 Ata
İbnu Ebi Rebah merhum anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma), bize bir
cum'a günü gündüzün başında (bayram) namazı kıldırdı. Sonra biz (öğle vakti)
cum'a namazı kılmak üzere (mescide) gittik. İbnu'z-Zübeyr, bize (namaz kıldırmak
üzere mescide) gelmedi. Biz de tek başımıza (öğle namazlarımızı) kıldık. O
sırada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Taif'te idi. Medine'ye döner dönmez
durumu ona açtık. "Sünnet'e uygun hareket etmiş!''
dedi.
3020 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "İbnu'z-Zübeyr
zamanında ramazan bayramı cum'a gününne rastIamıştı." "İki bayram, aynı
günde bir araya geldiler"! dedi. Sonra ikisini birleştirip iki rek'at halinde
sabah erkenden kıldırdı. Artık, ikindiyi kılıncaya kadar başka bir şey
kılmadı.''
3021 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), Ramazan bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma
yemedikçe namaza gitmezdi."
3022 Hz. Ali (radıyallahu anh)
demiştir ki: "Bayram namazına yaya gitmen, çıkmazdan önce birşeyler yemen
sünnettendir.''
3023 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), ramazan bayramı namazında bir şeyler
yemeden çıkmazdı. Kurban bayramında ise, namazdan dönünceye kadar bir şey
yemezdi."
3024 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bayram namazına giderken bir yoldan gider,
dönerken başka bir yoldan dönerdi.''
3025 Ümmü Atiyye (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resulullah bize, bayram namazlarına genç kızları, çadırda
kalan genç bakireleri, ve hayızlı kadınları da çıkarmamızı emretti. Hayızlıların
da katılmaları müslümanların cemaatlerini görmeleri, dualarında hazır
bulunmaları içindi, bunlar namazgahların dışında
kalacaklardı."
3026 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ramazan ve Kurban bayramlarında yanında bir
mızrak olduğu halde musallaya çıkıyor, (namaz sırasında kıble cihetine) sütre
olarak dikiyor, ona doğru namazını kılıyordu."
3027 Sa'lebe İbnu
Zehdem anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) Ebu Mes'ud (radıyallahu anh)'u
paymıh başına koyup kendisi bayram günü namaza gitti ve: "Ey insanlar! dedi,
imamdan önce namaz kılmak sünnette yoktur!''
3028 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında
güneş tutulmuştu. Hemen kalkıp halka namaz kıldırdı. Namazda kıraatı uzun tuttu.
Sonra rükuya gitti, rükuyu da uzun tuttu. sonra başını kaldırdı, bu sırada uzun
okudu, ancak bu okuyuşu öncekinden daha kısa idi. Sonra tekrar rüku yaptı ve
rükuyu uzattı, ancak önceki rükudan kısa idi. Sonra başını kaldırdı, sonra
secdeye gidip gidip iki secde yaptı. Sonra kalkıp, birinci rek'atte yaptıklarını
aynen yaptı. Sonra selam verdi. Artık güneşde açıldı. Sonra kalkıp halka
hitab etti. Dedi ki: "Bilesiniz, güneş ve ay bir kimsenin ölümü veya hayatı için
tutulmaz. Onlar Allah'ın ayetlerinden iki ayetidir, kullarına gösterir. Bunların
tutulduğunu görünce namaza koşun."
3029 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "İnsanlar kıtlığa maruz kaIdılar. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
bir cum'a günü hutbe verirken bir bedevi kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü,
malımız helak oldu, horantamız kaldı, bizim için Allah'a dua ediver!'' dedi.
Buunun üzerine aleyhissalatu vesselam ellerini kaldırdı. Biz gökte bir bulut
göremiyorduk. Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun, daha ellerini geri çekmeden,
semada dağlar gibi bulutlar peydah oldu. Derken daha minberden inmemişti bile
ki, sakalından yağmur damlaları dökülmeye başladı. O gün, ertesi güne kadar
yağmur yağdı. Daha sonraki günde de yağdı, onu takib eden günde de yağdı, hatta
müteakıp cum'aya kadar yağış devam etti. Öyle ki, o bedevi veya bir başkası
kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü, binalarımız yıkıldı, mallarımız suda boğuldu,
bizim için Allah'a dua ediver (artık yağmur kesilsin)'' dedi. Aleyhissalatu
vesselam ellerini kaldırıp: "Allahım etrafımıza yağdır, üzerimize
olmasın!'' diye dua ettiler. Eliyle bulutlara doğru hangi istikametteki buluta
işaret etti ise, bulutlar orada açıldı. Bütün Medine buluttan temizlendi."
Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Allahım, (yağmur) etrafımıza yağsın,
üzerimize değil! Allahım, dağların ve tepelerin üzerine, vadilerin içine ağaç
biten yerlere olsun!'' Hz. Enes der ki: "Bulut hemen çekildi biz de çıkıp
güneşte yürüdük.''
3030 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a yağmur kıtlığından şikayet edildi. Bunun
üzerine bir minber getirilmesini söyledi. Musallaya minber kuruldu. Halka, oraya
gidilecek gün tesbit edidi.'' Hz. Aişe devamla der ki: "Güneşin kızıllığı
ufukta görülür görülmez yola çıktı. Musallaya varıp minbere oturdu. Tekbir
getirdi. Allah'a hamdetti. Sonra: "Sizler memleketinizin kuraklığıa
uğradığından, yağmurun normal yağma zamanında gelmeyip gecikmesinden
şikayetlendiniz. Allah (celle celaluhu) kendisine dua etmenizi emrediyor.
Duanıza icabet edeceğini vaadetti" buyurdular ve sonra şöyle dediler.
"Hamd alemlenin Rabbine aittir. O, Rahman ve Rahim'dir, ahiret gününün
sahibidir. Allah 'tan başka ilah yoktur, O dilediğini yapar. Ey Rabbimiz, sen
kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın. Sen zenginsin, biz fakiriz. Üzerimize
yağmur indir. İndirdiğini bize kuvvet ve güç kıl. Ecel zamanımıza kadar yetecek
kıl!" Bunu söyledikten sonra ellerini kaldırdı. O kadar yukarı kaldırdı
ki, koltuk altı beyazlığı göründü. Sonra sırtını halka dönderdi, elbisesini ters
çevirdi, elleri bu sırada hep kalkmış vaziyette idi. Sonra tekrar halka yöneldi:
Minberden indi ve iki rek'at namaz kıldı. Anında Allah bulut hasıl etti. Gök
gürledi. Şimşek çaktı. Allah'ın izniyle yağmur başladı. Resullullah daha
mescidine dönmeden seller aktı. Aleyhissalatu vesselam, cemaatin sığınağa
dönmekteki acelelerini görünce azı dişleri görününceye kadar güldü. Ve: "Şehadet
ederim ki, Allah her şeye kadirdir ve ben de Allah'ın kulu ve Resulüyüm"
buyurdular."
3031 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraberken bize yağmur isabet etti.
Efendimiz elbisesini açtı, bedenine yağmur isabet etti. "Bunu niye
yaptınız?'' diye sorduk. "O Rabbinden yeni geliyor''
buyurdular.''
3032 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim üzerine namaz kılıncaya
kadar cenaazede hazır bulunursa kendisi için bir kirat sevab vardır. Kim de
cenaze gömülünceye kadar hazır bulunursa iki kiratlık sevab vardır. Bir kirat'ın
miktarı Uhud dağı kadardır."
3033 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Necaşi rahimehullah'ın
vefatını, ölümünün aynı gününde haber verdi. Ashabıyla musallaya musallaya
gitti, orada saf bağlatıp dört tekbir getirerek namaz
kıldırdı."
3034 Sahiheyn ve Nesai'de gelen bir diğer rivayette
şöyle denir: "(Resulullah aleyhissalatu vesselam) Necaşi'nin ölüm haberini
öldüğü günde haber verdi ve: "Kardeşiniz için (Allah'tan) mğfiret taleb
edin" dedi ve başka bir şey söylemedi."
3035 Abdurrahman İbnu Ebi
Leyla anlatıyor: "Zeyd İbnu Ebi Erkam cenazelerimiz üzerine dört tekbir
getirirdi. Bir ara bir cenaze üzerine de beş tekbir getirmişti. Sebebini
kendisinden sordum, dedi ki: "Resulullah o tekbirleri
getirirdi."
3036 Humeyd İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Hz. Enes İbnu
Malik (radıyallahu anh) (cenaze) namazı kıldı. Yanılıp üç-sefer tekbir getirdi
ve selam verdi. Kendisine (üç sefer tekbir getirdiği) söylendi. Bunun üzerine
kıbleye yönelerek dördüncü bir tekbir daha getirdi ve sonra selam
verdi.''
3037 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın anlattığına göre,
bir cenaze üzerine namaz kılmış ve namazda Fatiha'yı okumuştur. Bu hususta
kendisine (niye onu okuduğu) sorulunca: "Bu, sünnettendir!'' diye cevap
vermiştir.''
3038 Nafi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer, cenaze
için kılınan namazda kıraata yer vermezdi."
3039 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ölü üzerine namaz kıldınız mı ona ihlasla dua edin."
3040 Yine
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kendisine: "Cenaze üzerine
nasıl namaz kılarsın?" diye sorulmuştu. Dedi ki: "Ailesinin evinden takibe
başlarım, yere kondu mu tekbir getirir, Allah'a hamd, Resulüne salat eder, sonra
şu duayı okurum: "Ya Rabbi o senin abdindirr, abdinin oğludur, cariyenin
oğludur. O, senden başka ilah olmayıp sadece senin ilah olduğuna, Muhammed7in
senin kulun ve elçin olduğuna şehadet ederdi, sen onu (bizden) daha iyi
bilirsin. Ay Allahım, eğer o muhsin ise ona yapacağın ihsanı artır. Eğer
kötüllerden ise, günahlarını affet. Ey Allahım, bizi (ona kılınan namazın)
ecrinden mahrum etme, ondan sonra bize fitne verme."
3041 Avf İbnu
Malik (radıyallahu anlı) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir
cenazenin namazını kıldırdı. Okuduğu duadan şunları ezberledik: "Allahım,
şunu mağfıret et ve şuna rahmet eyle. Afiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda
bulun, girdiği yeri genişlet. Onun (günalarını) kar ve buzla yıka, hatalardan
pak eyle, tıpkı elbisenin kirden pak edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha
iyi bir eve, ailesinden daha hayırlı bir aileye koy, eşinden daha hayırlı bir
eşe ulaştır. Onu kabir azabından, ateş azabından sakındır.'' Avf
(radıyallahu anh) der ki: "(Resulullah'ın bu dualarını işitince) o ölünün
yerinde kendimin olmasını temenni ettim.''
3042 Hasan Basri
(rahimehullah): "Ç'ocuk üzerine‚ Fatiha okunur'' der ve şöyle dua ederdi: "Ey
Allahım; bunu bize öncü yap, karşılayıcı kıl, (ahiret) azığı ve ücret
yap."
3043 Ata (radıyallahv anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) oğlu İbrahim (ölünce) üzerine namaz kıldırdı. O zaman
çocuk yetmişinci gününde idi."
3044 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Çocuk
(doğumunda) ağlamadan ölürse üzerine namaz kılınmaz, varis olmaz, ona da varis
olunmaz."
3045 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın oğlu İbrahim onsekiz aylık iken öldü; Aleyhissalatu
vesselam, üzerine namaz kılmadı.''
3046 Nafi İbnu Ebi Galib
anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh) bir erkeğin cenaze namazını kıldırmıştı.
Başının yanında durdu. Dört kere tekbir getirdi. Bir kadın üzerine de namaz
kıldırdı. Kadının arka tarafında durdu, dört kere tekbir getirdi. Kendisine,
Resulullah böyle mi yapardı?'' dendi. "Evet!'' cevabını
verdi.''
3047 Hz. Osman, Hz. Ebu Hüreyre, İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) hazeratı eıkek ve kadınların cenazeleri için namaz kılarlardı. Erkekleri
imimamın yanına, kadınları da kıble cihetine
koyarlardı."
3048 Muhammed İbnu Ebi Harmele anlatıyor: "Zeyneb
Bintu Ebi Seleme ölmüştü, o sırada Medine valisi Tarık idi. Sabah namazından
sonra cenazesi getirildi ve Baki mezarlığına konuldu. Tarık, sabah namazını
alaca karanlıkta kılardı. İbnu Ömer radıyallahu anhüma cenazenin sahibine:
"Cenazenizi namazı ister hemen kılın, isterseniz güneşin yükselmesine kadar
te'hir edin" dedi."
3049 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma), sabah ve ikindi namazları vaktinde kılınmış ise bunlardan sonra cenaze
namazı kılardı." Buhari'nin bab başlığında, senetsiz olarak şu rivayet
kaydedilmiştir: "İbnu Ömer mutlaka tahir olarak cenaze namazı kılardı. Güneş
doğarken ve batarken cenaze namazı kılmazdı. Ellerini (de her tekbirde)
kaldırırdı."
3050 Hz. Aişe (radıyallalıu anha) 'den anlatıldığına
göre, Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) vefat ettiği zaman, Hz. Aişe:
"Onu mescide sokun da ben de üzerine namaz kılayım'' dedi. Ancak onun bu teklifi
yadırgandı ve hüsn-ü kabul görmedi. Bunun üzerine Hz. Aişe: "İnsanlar ne
çabuk unutuyorlar, Allah'a yemin olsun Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
Beyza'nın iki oğlu Süheyl ve kardeşinin namazlarını mescidin içinde kıldırdı"
dedi."
3051 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "(Babam)
Ömer İbnu'l Hattab'ın cenaze namazı mescidde kılındı.''
3052 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim cenaze namazını mescidin içinde kılarsa kendisine (bir
sevap) yoktur'' -bir nüshada- "aleyhinde bir şey yoktur."
3053 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Siyahi bir kadın -veya bir genç- mescidin
kayyumluk hizmetini yürütüyor (süpürüp temizliyor)du. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) bir ara onu göremez oldu. "Kadın -veya genç- hakkında (ne oldu?''
diye) bilgi sordu. "O öldü!'' dediler. Bunun üzerine "Bana niye
haber vermediniz?'' buyurdular. Ashab sanki kadıncağızın -veya gencin- ölümünü
(mühim addetmeyip) küçümsemişlerdi. Aleyhissalatu vesselam: "Kabrini bana
gösterin!" diye emrettiler. Kabir gösterildi. Resul-i Ekrem kadının kabri
üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra: "Bu kabirler, sahiplerine karanlıkla
doludur. Allah, onlar için kıldığınız namazla kabirleri onlara aydınlatır"
buyurdular."
3054 Hz. Enes (radıyallahıu anh): "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bir kabrin üzerinde namaz kıldı''
buyurmuştur.''
3055 İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor:
"Ümmü Sa'd (radıyallahu anha), Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yokken vefat
etti. Gelince üzerine namaz kıldı. Bu esnada bir ay
geçmişti.''
3056 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud şehidleri için sekiz yıl sonra, sanki
dirilerle (de) ölülerle (de) vedalaşıyormuşcasına cenaze namazı
kıldı..''
3057 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bugün Habeşli salih bir kimse
öldü, haydi üzerine namaz kılın.'' Ravi der ki: "Hemen saf yaptık (namaza
durduk), ben ikinci safta -veya üçüncüde- idim. Aleyhissalatu vessalam onun
üzerine (gıyabında) namaz kıldı.''
3058 Ebu Berze el-Eslemi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Maiz İbnu
Malik'in cenazesine namaz kılmadı. Ancak ona namaz kılınmasını yasaklamadı
da."
3059 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a üzerinde borç olan bir ölü getirildiği zaman:
"Borcunu ödeyecek bir mal bıraktı mı?'' diye sorardı. Eğer yeterli mal bıraktığı
söylenirse namazını kılardı. Aksi takdirde: "Arkadaşınızın namazını
kılın!" derdi. Ancak Allahu Teala Hazretleri Resülüne fetihler müyesser ettiği
zaman (her getirilenin) namazını kıldı ve (borcu var mı? diye) sormadı. Şöyle
derdi: Ben mü'minlere nefislerinden evlayım. Öyleyse, kim borç veya ağır
bir yük veya horanta bırakırsa o banadır, benim üzerimedir. Kim de mal bırakırsa
o da kendi varislerinedir."
3060 Cabir İbnu Semüre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a, kendisini öldüren bir
adam getirilmişti, üzerine namaz kılmadı."
3061 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Üzerine müslümanlardan, kendisine şefaat taleb eden yüz kişinin namaz
kıldığı her ölüye mutlaka şefaat edilir.''
3062 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim,
diyordu ki: "Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah'a şirk koşmayan kırk
kişi katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabül
eder.''
3063 Malik İbnu Hübeyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir müslüman ölür ve
üzerine, müslümanlardan üç saf namaz kılarsa, (Allah şefaati) mutlaka vacib
kılar.'' (Hadisin ravisi) Malik (radıyallahu anh), cenazeye katılanlar az
olursa, bu hadis sebebiyle cemaati üç safa taksim
ederdi.''
3064 Ebu Katade (radıyallalıu anh) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz mescide girince
oturmazdan önce iki rek'at kılıversin."
3065 Kà'b İbnu Malik
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam), bir seferden
dönünce önce mescide uğrar, orada iki rek'at namaz kılar, sonra insanlar (ile
görüşmek için) otururdu."
3066 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam) bize, Kur'àn'dan -bir süre
öğrettiği gibi her işte istiharede bulunmamızı öğretirdi. Derdi ki: "Biriniz bir
işi yapmaya arzu duyduğu zaman, farzlar dışında iki rek'at namaz kılsın, sonra
şu duayı okusun: "Allahım, senden hayır taleb ediyorum, zira sen bilirsin.
Senden hayrı yapmaya kudret taleb ediyorum, zira sen vermeye kadirsin, Rabbim
yüce fazlını da taleb ediyorum. Sen herşeye kadirsin, ben acizim. Sen bilirsin,
ben cahilim. Sen gayıbları bilirsin. Allahım, eğer biliyorsan ki bu işi
bana dinim, bayatım ve sonum için -veya hal-i hazırda ve ileride demişti-
hayırlıdır, bunu bana takdir et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda
mübarek kıl. Eğer bu işin, bana dinim, hayatım ve akibetim için -veya hal-i
hazırda ve ileride dedi- zararlıdır; onu benden çevir, beni de ondan çevir.
Hayır ne ise bana onu takdir et, sonra da bana onu sevdir!" Hz. Cabir dedi
ki: "Bu duadan sonra yapacağı işi zikrederdi.''
3067 Abdullah İbnu
Ebi Evfa (radıyallatıu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kimin Allah'a veya herhangi bir insana ihtiyacı hasıl olursa
önce abdest alsın, abdesti de güzel yapsın, sonra iki rek'at namaz kılsın, sonra
Allah Teala Hazretlerine senada bulunsun, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a
salat okusun, sonra şu duayı okusun: "Halim, kerim olan Allah'tan başka
ilah yoktur. Arş-ı Azam'ın Rabbi noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd alemlerin
Rabbine aittir. Rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini celbedecek esbabı
(hakkımda yaratmanı) taleb ediyor, her çeşit günahtan koruman için yalvarıyor,
her çeşit iyilikten zenginlik, her çeşit günahtan selamet diliyorum. Rabbim!
Affetmediğin hiçbir günahımı, kaldırmadığın hiçbir sıkıntımı bırakma! Hangi
amelden razı isen onu ver, ey rahim olan, bana en ziyade rahmet gösteren
Rabbim!''
3068 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) ve Ebu Rafi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Abbas İbnu
Abdilmuttalib (radıyallahu anh)'e dediler ki: "Ey Abbas, ey amcacığım!
Sana bir iyilik yapmayayım mı?" Sana bağışta bulunmayayım mı? Sana ikram
etmeyeyim mi? Sana on haslet(in hatırlatmasını) yapmayayım mı? Eğer sen bunu
yaparsan, Allah senin bütün günahlarını önceki-sonraki, eskisi-yenisi, hataen
yapılanı-kasden yapılanı, küçüğünü-büyüğünü, gizlisini-alenisini yani hepsini
affeder. Bu on haslet şunlardır: Dört rek'at namaz kılarsın, her bir rek'atte,
Fatiha suresi ve bir sure okursun. Birinci rek'atte kıraati tamamladın mı,
ayakta olduğun halde onbeş kere "Subhanallahi velhamdülillahi ve lailahe
illallahu vallahu ekber" diyeceksin. Sonra rüku yapıp, rükuda iken aynı
kelimeleri on kere söyleyeceksin, sonra başını rükudan kaldıracaksın, aynı
şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra secde edip, secdede iken onları onar kere
söyleyeceksin. Sonra başını secdeden kaldıracaksın, onları onar kere
söyleyeceksin. Sonra tekrar secde edip aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin.
Sonra başını kaldırır, bunları on kere daha söylersin. Böylece her bir rek'atte
bunları yetmişbeş defa söylemiş olursun. Aynı şeyleri dört rek'atte
yaparsın. Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada
bir kere yap, haftada yapamazsan her ayda bir kere yap. Ayda olmazsa yılda bir
kere yap. Yılda da yapamazsan hiç olsun ömründe bir kere
yap."
3069 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurdular ki:
"Hiçbirinizin, namazından şeytana bir pay kalmamalıdır. Herkes namazdan
çıkarken, sağından kalkmanın üzerine bir vecibe olduğunu sanır. Halbuki ben
Resulullah7ın çok kere solu üzerinden kalktığını da
gördüm."
3070 Hz. Aişe radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı ayakta ve otururken su içerken gördüm. yalınayak ve
ayakkabılı olduğu halde namaz kılarken gördüm. Namazdan sağı ve solu üzerine
ayrılırken de gördüm."
3071 İbnu Abbas (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında, farz namazlardan
çıkarken insanlar yüksek sesle zikrederlerdi."
3072 Ebu Rimse
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, namazın ilk tekbirine yetişerek
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte namaz kıldı. Aleyhissalatu
vesselam önce sağına sonra soluna selam verdi. (Başını öylesine çevirdi ki,
gerisinde olduğumuz halde) yanaklarının beyazlığını gördük. Sonra namazdan
çıktı. Kendisiyle namazın ilk tekbire yetişen zat hemen kalkıp ilave namaza
başladı. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona doğru fırlayarak adamı omuzlarından
yakalayıp sarstı ve: "Otur! Ehl-i kitabı helak eden şey, namazları arasına
bir fasıla bırakmamalarından başka bir şey değildir!2 dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam nazarını çevirip: "Ey İbnu'l-Hattab, Allah seni
(doğruya) isabet ettirdi" buyurdu."
3073 Ebu Şa'sa (rahimehullah)
anlatıyor: "Biz ebu Hüreyre (radıyallahu anh) ile birlikte mescidde oturuyorduk,
Müezzin ezan okudu. Bir adam kalkıp yürümeye başladı. Ebu Hüreyre, adam
mescidden çıkıncaya kadar gözleriyle onu takip etti ve: "Şu adam
Ebu'l-Kasım aleyhissalatu vesselam'a asi oldu!"
buyurdu."
3074 Simak İbnu Harb anlatıyor: "Cabir İbnu Semüre
(radıyallahu anh)'ye dedim ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la
beraber oturdun mu?" "Evet dedi, hem de çok. Sabah namazı kılınca, namaz
kıldığı yerden güneş doğuncaya kadar kalkmazdı. Bu esnada (cemaat) birbirlerine
cahiliye devri ile ilgili şeyler anlatırlar ve gülerlerdi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da tebessüm buyururlardı."
3075 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bedeviler, sakın namazınızın isminde size galebe çalıp değiştirmesinler. Çünkü
onun Kitabullah'taki ismi "işa" (yatsı)dır. Bedeviler develerini sağarken
karanlığa kalırlar da (yatsıya ateme derler)."
3076 Abdullah İbnu
Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Bedeviler, akşam namazınızın isminde sakın-size galebe
çalmasınlar!" (Resulullah devamla) dedi ki: "Bedeviler ona (sadece) işa
derler."
3077 Ebu Berze el Eslemi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı
mekruh addederdi.''
3078 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ve
yanlarında ben de bulunduğum halde müslümanların meselelerini (konuşmak için)
gece geç vakte kadar uyanık kalırlardı."
3079 Ashab'tan Huza'alı
birinin rivayet ettiğine göre, bir gün: "Keşke (yatsı) namazımı kıIıp da
istirahat etseydim'' diye temennide bulunmuştu. Kendisini bu sözü sebebiyle
ayıpladılar. Onlara şu cevabı verdi: "Ben Resulullah'ın şöyle söylediğini
işittim: "Ey Bilal, ikamet oku da bizi rahatlat!''
3080 Hz. Ali'ye
ait bir başka rivayette, Hz. Ali: "Namazımı kılar istirahat ederim'' demişti.
Kendisini ayıpladılar. O da şu cevabı verdi: "Ben Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı işittim. Şöyle demişti: "Ey Bilal kalk, bizi
namazla istirahate kavuştur."
3081 Osman İbnu Ebi'l-As
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü dedim, şeytan benimle namazımın
ve kıraatimin arasına girip kıraatimi iltibas etmeme sebep oluyor, (ne
yapayım?)'' Aleyhissalatu vesselam bana şu cevabı verdi: "Bu Hınzeb denen
bir şeytandır. Bunun geldiğini hissettin mi ondan Allah'a sığın. Sol tarafına üç
kere tükür!'' (Osman İbnu Ebi 'I-As) der ki: "Ben bunu yaptım, Allah Teala
Hazretleri onu benden giderdi."
6157 Habbab (İbnu Eret) ve
Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anhüma anlatmışlardır: "Biz Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a kızgın kumların hararetinden şikayet ettik. Fakat
şikayetimizi dinlemedi.
6158 Muğire İbnu Ş'u'be radıyallahu anh
anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte öğleyi gün ortası
sıcaklığında kılardık. (Bir ara) bize: "Öğle namazını serinliğe bırakın. Zira
hararetin iddeti cehennemin kabarmasındandır"
buyurdular."
6159 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Öğle namazını serinliğe
bırakın."
6160 Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim, akşam
namazını yıldızlar cıvıldaşıncaya kadar tehir etmedikçe fıtrat üzerine devam
eder." Ebu Abdillah İbnu Mace der ki: "Muhammed İbnu Yahya'nın şöyle
dediğini işittim: "Bu hadis hakkında alimler Bağdat'ta anlaşmazlığa düştüler.
Ben ve Ebu Bekr el-A'yan, Avvam İbnu Abbad İbni'l-Avvam'a kadar gidip sorduk.
Bize, babasına ait asıl nüshayı çıkardı, araştırdı, hadisi orada
buldu."
6161 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, bize, yatsı namazından sonra gece sohbetini
kıtmıştır, yani bize bunu yasaklamıştır."
6162 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bedeviler, (yatsı) namazı meselesinde size galebe çalmasınlar." İbnu Harmele şu
ilavede bulundu:- Bu namazın adı işa (=yatsı)dır.- Bedeviler ona, develeri
sebebiyle geciktirip tehir ettikleri için "ateme"
derler."
6163 Salim, babası Abdullah İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'dan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, namazları (duyurup
toplanmayı sağlama) vasıtası üzerine halkla istişare etti. Boru öttürmeyi teklif
ettiler. Yahudiler(in usulü olması) sebebiyle bunu hoş karşılamadı. Bunun
üzerine halk çan çalınabileceğini hatırlattı. Aleyhissalatu vesselam,
hıristiyanlara benzeme) endişesiyle bunu da hoş karşılamadı. Aynı gece, Ensardan
Abdullah İbnu Zeyd denen bir zata ve Ömer İbnu'I-Hattab'a rüyalarında ezan
öğretildi. Ensari, geceleyin Resûlullah aleyhissalatu vesselam'in kapısını
çaldı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu (öğrenip okumasını) Bilal'e
emretti. Bilal da ezan olarak okudu." Zühri diyor ki: "Bilal radıyallahu
anh hazretleri sabah ezanına şu ibareyi ilave etti: "Essalatu hayrun mine'n-nevm
(=namaz uykudan hayırlıdır)." Resûlullah bu ilaveyi teyid etti." Hz. Ömer
radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resulü, Abdullah İbnu Zeyd'in gördüğünü rüyamda
ben de görmüştüm (ancak o, size duyurmakta benden önce davrandı)"
dedi."
6164 Ebu Mahzura İbnu Mi'yer radıyallahu anh'ın
terbiyesinde yetim olarak yetişen Abdullah İbnu Muhayrız'dan rivayet edildiğine
göre, "Ebu Mahzure, kendisini Suriye'ye göndermek üzere hazırlarken, Abdullah,
Ebu Mahzure'ye şöyle dediğini anlatıyor: "Ey amcacığım! Ben Suriye'ye gidiyorum
ve senin ezan okuyuşunun (hikayesini) soruyorum." Ravi, bunun üzerine Ebu
Mahzure'nin şunu anlattığını belirtir: "Ben bir grupla birlikte yola çıkmıştım.
Epey bir yol almıştık. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın müezzini
Aleyhissalatu vesselam'ın yanında namaz için ezan okudu. Biz de müezzinin sesini
Aleyhissalatu vesselam'a arkamız dönük olarak işittik. Biz onun sesini alaylı
alaylı tekrar edip yansıladık. (Bu yaptığımızı) Resûlullah aleyhissalatu
vesselam işitti. Bize bazı kimseler yollayarak yanına çağırttı önüne oturttu ve:
"Kulağıma kadar gelen ses hanginizin?" dedi. Arkadaşlarım beni işaretlediler.
Doğru da söylediler. Resûlullah, onları geri çevirdi, beni alıkoydu. Sonra bana:
"Kalk ezan oku!" dedi. Doğruldum. (Ezanı bilmediğimden) öyle mahçup olmuştum ki,
o anda nazarımda Resûlullah'tan ve yapmamı emrettiği şeyden daha menfur bir şey
yoktu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın önünde doğrulmuş, öyle
kalmıştım. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ezanı kendisi
bana okudu. Arkadan: "Haydi söyle!" dedi. Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber,
Allahuekber, Eşhedü en Ia ilahe illallah, eşhedu en la ilahe illallah, Eşhedü
enne Muhammede'r-Resûlullah, eşhedü enne Muhammede'r-Resûlullah!" Sonra
bana şunu söyledi: "Sesini yükselt. Eşhedü en la ilahe illallah, eşhedu
enlailahe illallah, eşhedü enne Muhammede'r-Resûlullah, eşhedu enne
Muhammede'r-Resûlullah, Hayye ala's-salati, hayye ala's-salah, Hayye
ala'l-Felahi hayye ala'l-felah. Allahuekber Allahuekber, la-ilahe
illallah!" Sonra, ezanı bitirince beni çağırdı ve bana içerisinde gümüş
para bulunan bir çıkın verdi. Sonra elini Ebu Mahzûra'nın alnına koydu, arkadan
yüzüne kaydırdı, sonra göğsü üzerine götürdü, sonra ciğerinin üzerine kaydırdı.
Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın mübarek eli, Ebu Mahzûra'nın göbeği
üzerine ulaştı. Sonra Aleyhissalatu vesselam: "Allah seni mübarek kılsın, Allah
sana bereket yağdırsın" dedi. Ben de: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana Mekke'de
ezan okumamı emir buyursanız?" dedim." "Haydi emrettim!" buyurdular.
Derken içimde Resûlullah'a karşı duyduğum bütün kötü hisler kayboldu. Yerine
Resûlullah aleyhissalatu vesselam sevgisi doldu. Hemen Resûlullah'ın Mekke'deki
valisi Attab İbnu Esid'in yanına geldim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
emri sebebiyle Attab'ın yanında namaz için ezanı ben okudum." Ravi der ki:
"Ebu Mahzura'ya yetişenler bu hadiseyi, Abdullah İbnu Muhayriz'in bana anlattığı
şekil üzere bana tahdis ettiler."
6165 Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın müezzini Sa'd el-Karazi radıyallahu anh'tan rivayet edildiğine göre,
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Bilal radıyallahu anh'a (ezan okurken) iki
parmağını kulağına sokmasını emrederek: "Şüphesiz bu, sesin daha çok
yükselmesini sağlar" buyurmuştur."
6166 Ebu Cuhayfe radıyallahu
anh anlatıyor: "Ebtah nam mevkide Resûlullah aleyhissatatu vesselam'ın yanına
geldim. Kırmızı bir çadırda kalıyordu. Derken Bilal çıkıp ezan okudu. Ezanında
her bir cihete dönüyor ve iki parmağını kulaklarına
sokuyordu."
6167 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müezzinlerin boyunlarına,
müslümanların iki hasletleri takılmıştır: Namazları ve oruçları. (Bunların
vakitlerini müslümanlara müezzinler ilan eder.)"
6168 Hz. Bilal
radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "(Bir gün) sabah namazını haber vermek
üzere Aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmiş, ancak kendisine "uyuyor"
denilmiş. Bunun üzerine: "Essalatu hayrun mine'n-Nevm, essalatu hayrun
mine'n-nevm (namaz uykudan daha hayırlıdır)!" demiştir. Bundan böyle bu ibarenin
sabah ezanına dahil edilmesi kabul görmüş ve ezan bu minval üzere kesinlik
kazanmıştır."
6169 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müezzin ezan okuduğu vakit
onun söylediklerini aynen tekrar
edin.
6170 Ümmühatu'l-Mü'minin'den olan Ümmü Habibe radıyallahu
anha'nın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yanında iken,
ister gece, ister gündüz olsun, her ne zaman müezzinin ezanını işitirse,
müezzinin söylediğini aynen tekrar etmiştir."
6171 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim oniki yıl müezzinlik yaparsa ona cennet vacip olur. Ona, her gün için,
ezanı sebebiyle altmış hasene yazılır, her bir ikameti için de otuz hasene
yazılır."
6172 Aleyhissalatu vesselam'ın müezzinlerinden Sa'd
el-Karazi radıyallahu anh'ın rivayetine göre, "Bilal-i Habeşi radıyallahu anh'ın
ezanı ikişer ikişer idi. İkameti ise birer birerdi."
6173 Ebu
Rafi' Mevla Resûlillah anlatıyor: "Ben Bilal radıyallahu anh'ın, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında ikişer ikişer ezan okuduğunu, birer birer de
ikamet getirdiğini gördüm."
6174 Hz. Osman radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim mescidde iken
ezan okunmaya başladığı halde, bir ihtiyaç olmadan ve tekrar mescide dönme
gayeside bulunmadan mescidi terkederse o kimse
münafıktır."
6200 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Allahümme inni euzü bike
mine'ş-şeytani'r-racim ve hemzihi ve nefhihi ve nefsihi "Allahım, şeytan-ı
racimden, onun dürtmelerinden, telkinlerinden, atacağı kibirden sadece sana
sığınırım" diye dua ederdi."
6201 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazın kıraatini "Elhamdulillahi
Rabbi'l-alemin..." ile başlatırdı."
6202 Mus'ab İbnu Sa'd'ın
babası Sa'd İbnu Ebi Vakkas ve İbnu Mes'ud radıyallahu anhüm'ün anlattıklarma
göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma günü sabah namazında "Elif-lam-mim
tenzil ve Hel eta a'le'l-İnsan" surelerini okurdu."
6203 Ebu
Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabından Bedir savaşına katılanlardan otuz tanesi toplanarak aralarında:
"Gelin, Resulullah'ın namazda sessiz okuduğu kıraatın kaç ayet olduğunu
kıyaslayarak tesbit edelim" dediler. Bu hususta iki kişi bile ihtilaf etmedi.
Aleyhissalatu vesselam'ın öğle namazında okuduğu ayetin miktarını kıyas
suretiyle hesaplayıp otuz ayet kadar olduğunu tesbit ettiler. İkinci rekatte
okuduğu bunun yarısı kadardı. Aynı ölçümü ikindi namazı için de yaptılar.
İkindinin kıraati öğlenin son iki rekatındaki kıraatin yarısı
kadardı."
6204 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam akşam namazında "Kul ya eyyühe'l-kafirün" ve "kul
hüvallahu ahad" surelerini okurdu."
6205 Ebu Said radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İster
farz ister nafilelerde olsun her rekatte "elhamdulillahi Rabbi'l-alemin" suresi
ile bir başka sure okumayanın namazı namaz değildir."
6206 Amr
İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İçinde Fatiha suresi okunmayan her namaz
noksandır, noksandır."
6207 Ebu'd-Derda radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Bir adam kendisine: "Namazda imam okurken ona uyan kimse de
Kur'an'dan okur mu?" diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir: "Bir adam,
Aleyhissalatu vesselam'a her namazda kıraat var mı ?" diye sormuştu da
Aleyhissalatu vesselam'dan: "Evet!" cevabını almıştı. Bunun üzerine cemaatten
biri de: "Bu vacip oldu" demişti."
6208 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Kim imama uymuş ise, imamın
kıraatı onun da kıraatidir" buyurdular."
6209 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "İnsanlar amin demeyi terkettiler. Halbuki Resulullah
aleyhissalatu vesselam, namazda "gayri'l mağdubu aleyhim ve la'd-dallin" deyince
amin derdi, bunu ön saftakiler işitirdi, sonra mescid amin sesiyle
dalgalanırdı."
6210 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın "Ve la'd-dallin" deyince amin dediğini
işittim."
6211 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Yahudiler, sizi, selamınız ve
amin deyişiniz sebebiyle kıskandıkları kadar bir başka şey için
kıskanmamışlardır" buyurmuşlardır."
6212 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yahudiler
sizi, amin deyişiniz kadar bir başka şey için kıskanmazlar. Öyleyse amin sözünü
çok söyleyin."
6213 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, namazda, iftitah tekbiri sırasında
ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırdığını gördüm. Rüku sırasında da,
(rükudan) secdeye gitme) sırasında da aynı şekilde
kaldırıyordu."
6214 Umayr İbnu Habib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam farz namazda, her tekbir ile beraber ellerini
kaldırırdı."
6215 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, her tekbir sırasında ellerini
kaldırırdı."
6216 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, namaza girdiği vakit ve rükuya giderken ellerini
kaldırırdı."
6217 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma,
namaza başlarken ellerini kaldırırdı. Rükuya gidince, rükudan başını kaldırınca
aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve derdi ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı bu şekilde yapıyor gördüm." İbrahim İbnu Tahman
ellerini kulaklarına kadar kaldırırdı.
6218 Ali İbnu Şeyban
radıyallahu anh anlatıyor: "Kavmimizin heyetiyle Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a geldik. Ona biat ettik ve arkasında namaz kıldık. Aleyhissalatu
vesselam namazını tam yapmayan yani rüku ve secdede belini düzgün tutmayan bir
adama gözünün ucuyla baktı. Resulullah namazı kılınca: "Ey müslümanlar, rüku ve
secdede belini düzgün tutmayan kimsenin namazı namaz değildir"
dedi."
6219 Vabısa İbnu Ma'bed radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı namaz kılarken gördüm, rüku yapınca sırtını
(başını) dümdüz yapıyordu. Öyle ki üzerine su dökülecek olsa öyle sabit
kalacaktı."
6220 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam rüku sırasında ellerini diz kapakları üzerine koyar,
pazularını da (karnından yanlara doğru) uzaklaştırırdı."
6221 Ebu
Cuheyfe anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazdayken, yanında
nasiblerden bahis açıldı. Bir adam: "Falanın nasibi atlardadır" dedi. Bir
diğeri: "Falanın nasibi de develerdedir" dedi. Bir başkası da: "Falanın nasibi
koyunlardadır" dedi. Bir diğeri "Falanın nasibi kölededir" dedi. Aleyhissalatu
vesselam namazını kılıp son rek'at(ın rükuun)dan başını kaldırınca: "Ey
Rabbimiz! Semavat ve arz dolusu, daha başka dileyeceğin şeyler dolusu hamdimiz
sanadır. Ey Rabbimiz! Senin verdiğine mani olacak yoktur. Men ettiğin şeyi de
verecek yoktur. Nasib sahibinin de bir faydası yoktur. Nasibi veren de sensin"
dedi ve Aleyhissalatu vesselam onlara, dediklerinin doğru olmadığını duyurmak
için sesini nasib kelimesinde uzattı."
6222 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bana: "Başını secdeden
kaldırınca, köpeğin ayaklarını dikip mak'adının üzerine oturduğu şekilde oturma.
Kabalarını ayaklarının arasına al ve ayaklarının üst kısmını yere yapıştır"
buyurdular."
6223 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam gece namazında, iki secde arasında:
"Rabbi'ğ-fir li ver'hamni vecburni ve'rzukni verfa'ni (Rabbim! Beni mağfiret et,
bana rahmet buyur, kırıklarımı iyileştir hana rızık ver derecemi yükselt)" diye
dua ederdi."
6224 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh şöyle dedi:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'a salavat okuyunca salavatı güzel yapın. Zira
siz bilemezsiniz, belki bu salavatınız ona arzedilir." Kendisine:
"Öyleyse (güzel olan salavatı) bize öğretin!" dediler. O da: "Şöyle söyleyin:
Allahümme'c'al salateke ve rahmeteke ve berekatike ala seyyidi'l-mürselin ve
imami'l-Muttakin ve hatemi'n-nebiyyin Muhammedin abdike ve Resulike
imamı'l-hayri ve kaidi'l-hayrı ve Resulir-rahmeti. Allahümme'b'ashu
makamen mahmuden yağbituhu bihi'l-evvelin ve'l-ahirün. Allahümme
salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema sallayte ala İbrahime ve ala
al-i İbrahime inneke hamidun mecid. Allahümme barik ala Muhammedin
ve ala ali Muhammedin kema barekte ala İbrahime ve ala al-i İbrahime
inneke hamidun mecid. (Allahım salatını, rahmetini, bereketlerini
peygamberlerin efendisi, muttakilerin imamı ve peygamberlerin sonuncusu olan
Muhammed'e kıl. O senin kulun ve elçindir, hayrın imamı, hayrın komutanı, ve
rahmet peygamberidir. Allahım! Onu makam-ı Mahmud üzere dirilt,
ondan önce gelenler de sonra gelenler de bu makamı sebebiyle ona gıbta
ederler. Allahım! Muhammed'e, Muhammed'in aline salat et, tıpkı
İbrahim'e ve İbrahim'in aline salat ettiğin gibi. Sen hamid ve
mecidsin. Allahım, Muhammed'i ve Muhammed'in alini mübarek kıl,
tıpkı İbrahim'i ve İbrahim'in alini mübarek kıldığın gibi, sen hamid ve
mecidsin)."
6225 Amr İbnu Rabi'a radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bana salavat okuyan bir
mü'min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Bu, bana salavat
okuduğu müddetçe devam eder. Öyleyse kul bunu, ister az ister çok
yapsın!"
6226 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bana salavat okumayı unutursa,
cennetin yolunu terketmiş olur."
6227 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir adama: "Namazda (oturunca)
ne diyorsun?" diye sordu. Adam: "Ben teşehhüdü okurum, sonra Allah'tan cenneti
isterim, ateşe karşı O'na sığınırım. Ama vallahi, ben ne senin mırıldanmalarını
ne de Muaz'ın mırıldanmalarını (sessizce yapılan dualar) bilmiyorum"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Biz de aynı şeyler etrafında
mırıldanıyoruz" buyurdu."
6228 Vail İbnu Hucr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm. Teşehhüdde (sağ elinin)
baş ve orta parmaklarını halka etmiş, bunları takiben gelen şehadet parmağını
kaldırıp onunla dua ederken gördüm."
6229 Ammar İbnu Yasir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (namazın sonunda)
sağına ve soluna selam veriyor, bu sırada yanağının beyazı görülecek kadar
başını çeviriyordu. Selamda: "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi, essalamu aleyküm
ve rahmetullahi" diyordu."
6230 Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: "Bize Hz. Ali Cemel günü, öyle bir namaz kıldırdı ki, bu bize
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın namazını hatırlattı. Biz o namazı ya
unutmuştuk yahut da tamamen terketmiştik. Zira Ali, sağına da soluna da selam
verdi."
6231 Sehl İbnu Sa'd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (namazın sonunda) bir kere önüne selam
verdi."
6232 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı namaz kılarken gördüm. (Namazdan çıkarken)
bir kere selam vermişti."
6233 Ümmü Seleme radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, sabah namazını kılınca, selam
verirken şöyle derdi: "Allahümme es'elüke ilmen nafi'an ve rızken tayyiben ve
amelen mütekabbelen. (Ey Rabbim! Senden faydalı ilim, temiz rızık ve makbul amel
talep ediyorum."
6234 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın (namazdan
çıkınca bazan) sağından, (bazan) solundan dönüp gittiğini
gördüm."
6235 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz, namaz kılan
kardeşinin önünden geçmesinde nasıl bir günah bulunduğunu bilseydi, o adımı
atmaktansa yüz yıl yerinde kalmak(nazarında) daha hayırlı
olurdu."
6236 Ummü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam ümmü Seleme'nin hücresinde namaz kılıyordu, önünden, Ebu
Seleme'nin oğlu Ömer veya Abdullah geçmek istedi. Resulullah aleyhissalatu
vesselam eliyle işaret etti. Çocuk geri döndü. Derken Zeyneb Bintu Ümmü Seleme
geçmek istedi. Resulullah eliyle ona da işaret etti. Ama kızcağız geçti.
Aleyhissalatu vesselam namazı kılınca: "Kadınlar (muhalefette ve istediklerini
yapmada erkeklerden) baskındırlar" buyurdular."
6237 Hz. Ebu
Hureyre ve Abdullah İbnu Muğaffel radıyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam "(Namaz kılanın önünden geçen) kadın, köpek ve eşek,
namazı keser" buyurdular."
6238 Hasen el-Urani anlatıyor: "Hz.
İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın yanında namazı kesen şeyler mevzubahis
edilmiş, bu meyanda köpek, eşek ve kadın da sayılmıştı. Şunu söyledi: "Oğlak
hakkında ne dersiniz? Aleyhissalatu vesselam, bir gün namaz kılıyordu, önünden
bir oğlak geçecekti, Reslullah ondan evvel davranarak ileri geçip kıble duvarı
ile arasını kapattı ve geçmesine mani oldu."
6239 Ebu Musa
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben artık
ihtiyarladım. Ben rükuya gittim mi siz de rükuya gidin. Rükudan kalktım mı siz
de kalkın. Secde yaptım mı siz de secde yapın. Benden önce rüku ve secdeye giden
kimseyi görmeyeyim."
6240 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin namazda
iken (yapışan öteberiyi gidermek için) alnını silme işini çok yapması namazın
edebine aykırıdır."
6241 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Namazda iken sakın
parmaklarını çıtlatma!"
6242 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz esneyince
elini ağzına koysun ve (haaah! diyerek) ses çıkarmasın. Çünkü bu hale şeytan
güler."
6243 Adiyy İbnu Sabit, babası kanalıyla dedesinden,
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü rivayet etmiştir: "Namazda
tükürmek, sümkürmek, hayız haline girmek ve uyuklamak
şeytandandır."
6244 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç kişi vardır ki bunların
kıldıkları namaz, başlarından bir karış öte yükselmez: Kendisini sevmeyen
kimselere namaz kıldıran kimse, kendisine kocası küs olarak geceyi geçiren
kadın, birbirine küs iki kardeş."
6245 Ebu Musa el-Eş'ari
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İki ve daha fazlası bir cemaattir."
6246 Hz. Cabir İbnu Abdillah
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam akşam namazını kılıyordu, gelip
hemen sol tarafına durdum, beni tutup sağına durdurdu."
6247 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, muhacirlerin
ve ensarların, (namaz adabını) kendisinden almaları için, hemen peşine
durmalarından hoşlanırdı."
6248 Ebu Hazım anlatıyor: "Yüce sahabi
Sehl İbnu Sa'd es-Saidi kavminin gençlerini namaz kıldırmak için öne geçirirdi.
Kendisine: "Senin İslamiyet'te hatırı sayılır bir önceliğin (kıdem) olduğu halde
niye böyle yapıyorsun?" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim:"İmam zamin (kefil)dir. Eğer
namazı iyi kıldırırsa sevap hem onadır, hem cemaatedir. Şayet fena kıldırırsa
vebali kendinedir, cemaate değildir."
6249 Osman İbnu Ebi'l-as
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ben namazda çocuk ağlaması işitir, bunun üzerine kıraatimi kısa
tutarım."
6250 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, (namazda) safları
dolduranlara Allah rahmet kılar, melekler de günahlarının örtülmesi için dua
ederler. Kim de safdaki bir gediği doldurursa, bu ameli sebebiyle Allah onun
cennetteki makamını bir derece yükseltir."
6251 Bera İbnu Azib ve
Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah ve melekleri ilk safta namaz
kılanlara salat ederler."
6252 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeklerin
saflarının en hayırlısı en öndeki saftır, en hayırsızı da en arkadakidir.
Kadınların saflarının en hayırlısı en geride olanıdır, en kötüsü de en önde
olanıdır."
6253 Kurre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam zamanında, sütunlar arasında saf teşkil etmekten men
edilir, sütunların olduğu yerden kovulurduk."
6254 Ali İbnu Şeyban
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gitmek üzere kavmimizin yola
çıkardığı heyet olarak yola çıkıp Resulullah'ın yanına geldik. Ona biat ettik,
arkasında namaz kıldık. Sonra arkasında bir başka namaz daha kıldık. Namaz
bitmişti. Safın gerisinde tek başına namaz kılan birini gördü. Aleyhissalatu
vesselam, adam gideceği zaman yanında durarak: "Namazına (yeniden) yönel! Çünkü
safın gerisinde tek başına kılanın namazı yoktur!"
buyurdu."
6255 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a: "Caminin sol kısmı (cemaatsiz) boş kaldı" denmişti.
Aleyhissalatu vesselam: "Mescidin sol kısmını ihya edene iki kat sevap vardır!"
buyurdular."
6256 el-Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'la birlikte Beytu'l Makdis'e doğru onsekiz ay namaz
kıldık. Medine'ye girişinden iki ay sonra kıble istikameti Ka'be'ye çevrildi.
Resulullah aleyhissalatu vesselam, Beytu'l Makdis'e müteveccihen namaz kılarken
yüzünü çokça semaya çeviriyordu: Allah Teala hazretleri, Peygamberinin kalbinden
geçeni yani, Ka'be'ye yönelme arzusunu bildi. Bir gün Cebrail
aleyhisselam (göğe doğru) yükseldi. Resulullah aleyhisalatu vesselam, o yerle
gök arasında yükselirken onu gözüyle takip etmeye başladı, onun nasıl bir vahiy
getireceğini gözetliyordu. Derken aziz ve celil olan Allah "Biz senin yüzünün
göğe doğru çevrilip durduğunu görüyoruz..." (Bakara 144) ayetini indirdi. Biz,
Beytu'l-Makdis'e doğru farzın iki rek'atini kılmış tam rükuda iken, bir adam
gelip: "Kıble, Ka'be'ye doğru çevrilmiştir!" haberini getirdi. Derhal
yönlerimizi çevirdik. Namazımızı yenilemeyip kıldığımız kısmın devamını
tamamladık. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Ey Cibril! Beytul-Makdise doğru
kıldığımız namazlarımızın hali ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine de, Allah
Teala hazretleri: "Allah sizin (daha önce Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız)
namazları zayi etmeyecektir" (Bakara 143) ayetini inzal
buyurdu."
6257 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz mescide girince iki
rek'at namaz kılmadan oturmasın."
6258 Hz. Huzeyfe radıyallahu
anh'ın anlattığına göre, Şebese İbnu'r-Rıb'iyy'in önüne tükürdüğünü görmüş ve:
"Ey Şebese! önüne tükürme, zira Resulullah, aleyhissalatu vesselam bundan
yasaklamış ve: "Kişi namaza durduğu vakit Allah Teala hazretleri ona veçhinden
yönelir" buyurmuştur dedi."
6259 Amr İbnu Dinar rahimehullah
anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma Basra'da halısı üzerinde namaz kıldı,
sonra arkadaşlarına Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, halısı üzerinde namaz
kıldığını söyledi."
6260 Abdullah İbnu Abdirrahman radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bize geldi ve Beni Abdileşhel
mescidinde bize namaz kıldırdı. Secde edince ellerini elbisesinin üzerine
koyduğunu gördüm.
6261 Sabit İbnu Samit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir elbiseye bürünmüş olarak Beni Abdileşhel
kabilesinde namaz kıldı. (Secdede) çakılların soğukluğundan korunmak maksadıyla
ellerini elbisesinin üzerine koymuştu."
6262 İbnu Ömer radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazda, (ihtiyaç halinde),
kadınların ellerini çırpmasına, erkeklerin de "sühanallah!" demesine ruhsat
tanıdı."
6263 İbnu Ebi Evs radıyallahu anh anlatıyor: "Dedem Evs
es-Sakafi, namaz kılarken bazan bana işarette bulunurdu. Ben de ayakkabılarını
kendisine verirdim. Şöyle demişti: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam 'ı
ayakkabıları ile namaz kılarken gördüm."
6264 Abdullah İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı ayakkabıları
ve mestleri ile namaz kılarken gördük."
6265 İbnu Ömer radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gözlerinizin
hızla kör olmaması için, namazdayken onları semaya
kaldırmayın."
6266 Kaysan radıyallahu anh demiştir ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı Bi'r-i Ülya nam mevkide tek parça giysi içerisinde
ramaz kılarken gördüm."
6267 Kaysan radıyallahu anh : "Ben
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı öğle ve ikindi namazlarını, (mübarek göğsü
üzerinde) topladığı tek parçalık bir giysi içerisinde kılarken gördüm"
demiştir.
6268 Ebu Derda anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu
vesselam'la birlikte onbir (tilavet) secde(si) yaptım. Onların arasında Kur'an-ı
Kerim'in el-Mufassal denen (kısa surelerden) hiçbirisi yoktu. Secde ayeti olan
sureler bunlardı: A'raf, Ra'd, Nahl, Beni İsrail(=İsra), Meryem, Hacc, Furkan,
Neml, Secde, Sad, Havamim(=Fussilet)."
6269 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte
İza's-Semau'n-Şakkat ve İkra bismi Rabbike surelerinin secde ayetlerinde secde
ettik."
6270 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam hazar namazını ve sefer namazını farz kılmıştır. Biz
hazarda farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. Seferde de farzdan önce ve sonra
sünnet kılardık."
6271 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardır:
"Kulla şirk arasında sadece namazın terki vardır. Onu terketti mi şirke düşmüş
demektir."
6272 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) bize hitap etti ve dedi ki: "Ey
insanlar! Ölmezden önce Allah'a tevbe edin. (Musibet hastalık, yaşlılık gibi)
ağır meşguliyetlere düşmezden önce salih ameller işlemede acele edin. Çok zikir
ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah'a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin
ki bol rızka, ilahi nusrete ve ıslah-ı hale mazhar olasınız. Bilesiniz Allah,
benim içinde bulunduğum şu makamda, şu günde, şu ayda, bu yıldan Kıyamet'e kadar
devam etmek üzere Cum'a namazını farz kıldı. Kim bunu, benim sağlığımda veya
ölümümden sonra adil veya zalim bir imam oldukça, istihfaf ederek veya inkar
ederek terkedecek olursa Allah onun iki yakasını biraraya getirmesin, işine
bereket vermesin. Haberiniz olsun! O kimsenin tevbe etmedikçe ne namazı, ne
zekatı, ne haccı, ne orucu, ne de makbul bir iyiliği vardır. Kim de tevbe ederse
Allah onun tevbesini kabul eder. Haberiniz olsun! Bir kadın bir erkeğe imamlık
yapamaz. Bir bedevi de muhacire imamlık yapamaz. Facir de mü'mine imamlık
yapamaz. Ancak fasık zor kullanır mü'min de onun kılıncından ve kamçısından
korkarsa bu durumda imama uyar."
6273 Ebu Lübabe İbnu Abdilmünzir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cum'a günü, (haftanın diğer) günlerinin efendisidir. Allah katında da en mühim
olanıdır. O, Allah katında, Kurban ve Ramazan bayramı günlerinden daha mühimdir.
Bu günün beş hasleti vardır: Allah, Adem'i bugünde yarattı. Allah Adem
aleyhisselam'ı o günde yeryüzüne indirdi. Allah Adem'in ruhunu o gün kabzetti. O
günde bir saat vardır ki, kul o saatte Allah'tan haram bir şey talep etmedikçe
her ne isterse mutlaka kendisine talebi verilir. Kıyamet de o gün kopacaktır.
Bütün mukarreb (Allah'a yakın) melekler, sema, arz, rüzgar, dağ, deniz hepsi o
günden korkarlar."
6274 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a günü abdest
alan kimse bununla fazilet kazanır. Bu, güzel bir ameldir. Farzı da yerine
getirmiş olur. Kim de guslederse, gusül daha
faziletlidir."
6275 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cuma günü gelince, mescidin
her bir kapısı üzerinde melekler yer alır. İnsanları mertebelerine göre
yazarlar. Bu mertebeler önce geliş sırasına göredir. İmam minbere çıktımı
defteri kapatırlar, hutbeyi dinlerler. Namaza erken gelen, bir deve tasadduk
etmiş gibidir. Ondan sonra gelenler bir sığır tasadduk etmiş gibidir. Onu
takiben gelenler bir koyun tasadduk etmiş gibidir." (Resulullah
saymaya devam ederek tavuğu ve yumurtayı da saydı. Selh hadisinde şu ziyadede
bulundu:) "Bundan da sonra gelen kimse, artık yalnız namaz sevabını almak için
gelmiş olur."
6276 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Cuma namazına erken gelmenin ehemmiyetini
deve kurban edene, sığır kurban edene, davar kurban edene ve hatta tavuk
tasadduk edene benzetti."
6277 Alkame rahimehullah anlatıyor:
"Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh ile birlikte cuma namazına gittik.
Mescidde kendinden önce üç kişinin geldiğini gördü: "Ben dört kişinin
dördüncüsüyüm, dördüncü de (rahmet-i ilahiyeden) uzak değildir" dedi ve
açıkladı: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle buyurduğunu işittim:
"Kıyamet günü insanlar, cuma namazlarına geliş sıralarına göre Allah'a yakınlık
kazanacaklardır. Birinci, ikinci, üçüncü... şeklinde." Abdullah
sonra: "Ben dördün dördüncüsüyüm, dördüncü olan da (Allah'ın rahmetinden) uzak
değildir" dedi."
6278 Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir cuma günü minberde şöyle
buyurdular: "Sizden biri, cuma için, iş elbisesi dışında iki parçalı bir elbise
satın alsa ona bir vebal yoktur."
6279 Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cuma
günü, kim güzelce yıkanır, mükemmelce temizliğini yapar, iyi elbiselerini giyer,
ailesinin kokusundan Allah'ın takdir ettiğini sürünür, sonra da cuma namazına
gider; camide boş söz etmez, oturan iki kişinin arasına girmezse, o cuma ile
önceki cuma arasındaki (küçük günahları) affedilir."
6280 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bu (cuma gününü) Allah mü'minler için (haftalık) bayram
kılmıştır. Öyleyse kim cumaya gelirse yıkansın. Eğer kokusu varsa ondan
sürünsün. Misvak kullanmanız da gerekir."
6281 Cum 'a günleri
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a ezan okuyan Sa'd el-Karaz, ezanı, gölge
ayakkabı bağı kadar olunca okuduğunu belirtmiştir."
6282 Hz. Enes
anlatıyor: "Biz cum namazını kılar, sonra (evlerimize) döner ve
kaylule (öğle uykusu) yapardık."
6283 Sa'd el-Karaz anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam harbte hutbe okurken kılınca dayanarak hutbe
okurdu. Cum'a günü hutbe okurken asasına dayanarak hutbe
okurdu."
6284 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh'a: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam ayakta mı, oturarak mı hutbe okurdu diye sorana, "(Bunu
sormaya ne hacet. Kur'an'daki:) "Onlar seni ayakta (yalnız) bıraktılar!" (Cum'a
11) ayetini okumuyor musun?" diye cevap verdi."
6285 Hz. Cabir
İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
minbere çıkınca selam verirdi."
6286 Übey İbnu Ka'b radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Cum'a günü, ayakta Tebareke'yi
okudu. Bize Allah'ın günlerini (Kıyamet'i) hatırlattı. Bu sırada Ebu'd-Derda
-veya Ebu Zerr bana dürttü ve: "Bu sure ne zaman indirildi? Ben, onu şu ana
kadar işitmedim" dedi. Ubey ona: "Sus!" diye işaret etti. Namazdan çıkınca: "Ben
sana bu surenin ne zaman indirildiğini sordum, sen bana söylemedin!" dedi. Ubey
de: "Bugünkü namazından, bu lakırdıdan başka bir nasibin yok!" diye cevap verdi.
Soru sahibi (koşarak) Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gitti ve hadiseyi
anlatarak Ubey'in kendisine söylediğini haber verdi. Resulullah da ona: "Übey
doğru s¢ylemiş" cevabında bulundu."
6287 Ebu İnebe el Havlani
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma namazında Sebbihisme
Rabbike'l Ala ve Hel etake hadisu'l-Gaşiye surelerini
okurdu."
6288 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim cuma'dan bir rekate
yetişirse, onu ikiye tamamlasın."
6289 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Kuba ehli, cuma günü, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
mescidine gelerek cuma namazı kılarlardı."
6290 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim cumayı zaruret (Şer'i bir mazeret) olmadan üç kere terkederse, Allah
kalbini mühürler."
6291 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Farzedelim ki sizden birinin,
şehirden bir-iki mil uzakta davar sürüsü olsun da, orada ot bulmak zorlaşsın ve
daha uzaklara gitsin, sonra. cuma gelsin, fakat o cuma namazına gelmesin, bir
cuma daha gelsin, o yine cuma namazına katılmasın, üçüncü cuma gelsin, o yine de
cuma namazına gelmesin. İşte Allah böyle birinin kalbini
mühürler."
6292 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma namazından önce dört rek'at (nafile)
kılardı. Bu dört rek'atın arasında selam vermezdi."
6293 Amr İbnu
Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam cuma günü ihtiba şeklinde (kabalarının üzerine oturup
bacaklarını dikerek) oturmayı yasakladı." Ravi der ki: "Yani imam hutbe
okurken."
6294 Amr İbnu Sabit, babası Sabit'ten naklen anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam hutbe vermek üzere minbere çıktığı vakit,
ashab ona yüzleriyle yönelirlerdi."
6295 Abdullah İbnu Selam
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam oturuyordu. Ben:
"Allah'ın kitabında (Tevrat'ta) şu ifadeyi buluyoruz: "Cuma gününde öyle bir
saat vardır ki, mü'min kul o saati denk getirerek namaz kılıp Allah'a dua ettiği
taktirde isteği mutlaka yerine getirilir" dedim. Abdullah devamla
dedi ki: "Benim bu sözüm üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Yahut bir
saatin bir kısmı" diye bana işaret buyurdu. Ben de: "Doğru söylediniz veya bir
saatin bir kısmı" diyerek sözümü düzelttim. Sonra sordum: "Bu vakit (cumanın)
hangi vaktidir?" Bana: "O, gündüzün saatlerinin sonudur" diye cevap verdi. Ben
dedim ki: "Bu saat namaz vakti değildir." Şu cevabı verdi: "Evet, mü'min kul
namaz kılar, sonra müteakip namazı beklemek maksadıyla oturursa o, sevap yönüyle
aynen namaz kılıyor gibidir."
6296 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, bir günde
(farzlar dışında) oniki rekatlik namaz kılarsa, cennette onun için bir köşk
kurulur. Bunun iki rek'ati sabahın farzından önce, iki rek'ati öğleden önce, iki
rek'ati öğle namazından sonra, iki rek'at zannediyorum dedi ki- ikindi farzından
önce, iki rek'at akşam farzından sonra ve iki rek'at -zannediyorum dedi ki-
yatsı farzından sonra."
6297 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam abdest alınca, iki rek'at namaz kılar sonra
(mescide) giderdi."
6298 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam fecirden önce iki rek'at namaz kılardı ve:
"Şu iki sure ne kadar iyidir, sabahın o iki rekatinde bunlar okunur: Kulhü
vallahu ahad" ve "Kul ya eyyühe'l-kafirün".
6299 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam uyuya kalarak
sabahın iki rekat (sünnet)ini kaçırmış, güneş doğduktan sonra bunları kaza
etmiştir."
6300 Kabus İbnu Ebi'l-Muharık babası Ebu'l Muharık
radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: "Babam beni Hz. Aişe'ye
göndererek, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın (farz dışında) hangi namaza
ısrarla devam etmeyi sevdiğini sordu. Hz. Aişe: "Aleyhissalatu vesselam, öğleden
önce dört rek'at kılar ve bunlarda kıyamı uzatır, rûkü ve secdeyi de güzel
yapardı" dedi."
6301 Abdullah İbnu'l-Haris anlatıyor: "Hz. Muaviye
(bir gün Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın muhterem zevceleri Ümmü Seleme
radıyallahu anha'ya bir elçi gönderdi. Elçinin yanında ben de vardım. Elçi Ümmü
Seleme'ye sordu. O da şöyle cevap verdi: "(Zekat toplamak üzere) bir memur
göndermiş olan Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün benim odamda öğle
namazı için abdest aldığı sırada yanında çokça muhacir vardı. Resulullah
muhacirlerin meseleleriyle yakinen ilgileniyor idi. Derken kapı vuruldu. Kapıya
çıktı (tahsildar gelmişti). Önce öğle namazı (nın farzını) kıldı; sonra,
tahsildarın getirdiğini taksim etmek üzere oturdu. Bu taksim işi ikindi vakti
girinceye kadar devam etti. Sonra odama girdi, iki rekat namaz kıldı ve arkadan
şu açıklamayı yaptı: "Tahsildarla olan meşguliyetim, bu iki rek'ati öğlenin
peşinden kılmama mani oldu. Bu sebeple onları ikindiden sonra
kıldım."
6302 Rafi İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Beni Abdi'l-Eşhel kabilesinde yanımıza geldi.
Mescidimizde bize akşam namazı kıldırdı. Sonra da: "Şu iki rek'at (sünneti de)
evlerinizde kılın" buyurdu."
6303 el-Mutallibu'bnu Abdillah
anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya: "Vitri nasıl kılayım?"
diye sordu. O da: "Bir rek'atle vitir kıl!" dedi. Öbürü: "İyi ama halkın
"Büteyra(=güdük)!" demesinden korkarım" dedi. İbnu Ömer "(tek rekatli bu namaz,
Allah ve Resulü'nün sünnetidir!" dedi. Bu ifadesiyle: "(Tek rekatlı bu namaz),
Allah ve Resulü'nün sünnetidir" demek istemiştir."
6304 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam nafile namazların
her iki rek'atinde selam verir, bir rek'atla da vitir namazı
kılardı."
6305 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'a dua edince
avuçlarının içini açarak dua et, ellerinin sırtlarıyla dua etme. Duayı bitirince
avuçlarını yüzüne sür."
6306 Enes İbnu Malik radıyallahu anh'a
sabah namazındaki kunut hakkında sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Biz
rükudan önce de sonra da kunut okurduk."
6307 Salim babası
Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam sefer sırasında iki rek'at kılardı, buna ilavede
bulunmazdı. Geceleyin de teheccüd namazı kılardı." Ben babama:
"Aleyhissalatu vesselam sefer sırasında vitir de kılar mıydı?" diye sordum,
"evet!" cevabını verdi."
6308 Ümmü Seleme radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vitir namazından sonra
oturduğu yerden iki hafif rekat daha kılardı."
6309 Ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, vitirden sonra
kısa iki rekatlik bir namaz kılardı. Bunu oturarak
kılardı."
6310 Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam tek bir rek'atle vitir kılar, sonra oturduğu yerden iki
rek'at daha kılar, bunlarda kıraatte bulunurdu. Rüku'ya gitmek isteyince, kalkar
rüku yapardı."
6311 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam vitir namazını bineği üzerinde de
kılardı."
6312 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a:
"Vitri ne zaman kılarsın?" diye sordu. O: "Gecenin başında, yatsıdan sonra!"
diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ömer, sen ne zaman?" diye sordu.
Hz. Ömer: "Gecenin sonunda!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam da: "Ey
Ebu Bekr! Sen sağlam (ihtiyatlı) olanı tutmuşsun! Ey Ömer, sen de kuvveti
tutmuşsun."
6313 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam namaz için evinden çıkıp (namaz mahalline
gelerek) tekbir getirdi, sonra ashaba (bekleyin diye) işaret buyurdu. Hemen
gidip gusletti geldi. Saçlarından su damlıyordu. Onlara namaz kıldırdı. Namazdan
çıkıca: "Yanınıza cünüb olarak gelmişim. Namaza duruncaya kadar da
durumumu hatırlayamadım. (Tam kılacağım anda hatırladım)"
buyurdular."
6314 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselm buyurdular ki: "Kime namazda iken kusma veya burun
kanaması veya bulantılı kusma veya mezi akması hallerinden biri isabet ederse,
hemen gidip abdest alsın. Sonra gelip namazının üzerine (kılamadığı kısmı) bina
etsin. İşte bu sırada (dünyevi kelamla) konuşmasın."
6315 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz namaz kılarken hadesi vaki olsa, burnunu tutup namazdan
çıksın."
6316 Vail İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'a hasta iken oturduğu yerde sağ tarafı
üzerine (yaslanmış vaziyette) namaz kılarken gördüm."
6317 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın gece
namazını hep ayakta kıldığını gördüm, başka şekilde kıldığını hiç görmedim. Bu
hal yaşlanıncaya kadar devam etti. Yaşlanınca oturarak kılmaya başladı. Okumakta
olduğu kıraatından otuz-kırk ayet kalınca, kalkar onları ayakta okuyup secdeye
giderdi."
6318 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün evinden çıkınca, mescidde oturarak
(nafile) namaz kılanları gördü, şöyle buyurdu: "Oturanın kıldığı namaz, sevaben
ayakta kılanın namazının yarısına denktir."
6319 Salim İbnu Ubeyd
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hastalığı sırasında bir ara
bayılmıştı. Sonra ayıldı ve: "Namaz vakti girdi mi?" diye sordu. "Evet!"
dediler. "Bilal'e söyleyin ezan okusun! Ebu Bekr'e söyleyin o da halka imamlık
etsin!" buyurdular. Üzerine yine baygınlık geldi, az sonra ayıldı. Yine: "Namaz
vakti girdi mi?" diye sordu. "Evet!" dediler. "Öyleyse Bilal'e söyleyin ezan
okusun ve Ebu Bekr'e söyleyin o da halka imamlık etsin!" buyurdular. Sonra
tekrar bayıldı. Az sonra ayıldı. Ayılır ayılmaz: "Namaz vakti girdi mi?"
dediler. "Evet!" denildi. "Öyleyse Bilal'e söyleyin ezan okusun ve Ebu Bekr'e
söyleyin o da halka imamlık etsin!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha:
"Babam Ebu Bekr yufka yürekli bir kimsedir. (Size mahsus) bu makama geçerse
dayanamaz ağlar, (sizin yerinize) imamlığa tahammül edemez! Bu işi bir başkasına
söyleseniz!" dedi. Derken Resulullah aleyhissalatu vesselam bir kere daha
bayıldı. Az sonra ayıldı. Yine: "Bilal'e söyleyin ezan okusun, Ebu Bekr'e
söyleyin o da halkın namazını kıldırsın" buyurdular. Sonra: "Siz kadınlar Hz.
Yusuf'un (kıssasında zikri geçen fettan) kadınlar gibisiniz"
buyurdular." Ravi der ki: "Bilal'e emredildi, ezan okudu. Hz. Ebu
Bekr'e emredildi o da namaz kıldırdı. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam
bir hafiflik hissedip: " Kendisine dayanacağım birini çağırın!" buyurdular.
Berire ve bir de erkek geldi. Onlara dayanarak mescide gitti. Hz. Ebu Bekr onu
görünce geri çekilmek istedi. Ancak Aleyhissalatu vesselam ona: "Yerinden
ayrılma!" diye işaret buyurdu. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam gelip Hz.
Ebu Bekr'in yanına oturdu. Ebu Bekr böylece namazı kıldırdı. Bilahare
Aleyhissalatu, vesselam ruhunu teslim etti."
6320 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, kendisini
ölüme götüren hastalığa yakalandığı vakit Hz. Aişe'nin evinde idi. "Bana Ali'yi
çağırın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha: "Ey Allah'ın Resulü! Sana Ebu
Bekr'i çağırsak olmaz mı?" dedi. "Onu çağırın!" buyurdular. Hafsa radıyallahu
anha: "Sana Ömer'i çağırsak olmaz mı?" dedi. "Onu çağırın!"
buyurdular. Ümmü'l-Fadl: "Ey Allah'ın Resulü! Sana Abbas'ı çağırsak olmaz mı?"
dedi. "Evet!" buyurdular. (Adı geçenler) toplanınca Resulullah aleyhissalatu
vesselam mübarek başlarını kaldırarak (etrafa bir) bakıp sükut ettiler. Hz.
Ömer: "Kalkın! Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı yalnız bırakın!"
dedi. Az sonra Bilal geldi. Resulullah'a namazı haber verdi. Aleyhissalatu
vesselam: "Ebu Bekr'e söyleyin halka namaz kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe "Ey
Allah'ın Resulü! Muhakkak ki Ebu Bekr, yumuşak kalpdi, tutuk bir kimsedir.
(Makamınızda) sizi göremezse ağlar, insanlar da (ona katılıp) ağlarlar.
Emretseniz de halka namazı Ömer kıldırsa!" dedi. (Resulullah aleyhissalatu
vesselam namazu Ebu Bekr'in kıldırması için ısrar edince) Hz. Ebu Bekr, halka
namaz kıldırmak üzere öne geçti. Bu sırada Resulullah aleyhissalatu vesselam
kendinde bir hafiflik hissetti. İki kişinin arasında dayanarak mescide geçti,
ayakları yerde sürünüyordu. Halk Aleyhissalatu vesselam'ı mescidde görünce Ebu
Bekr'i "sübhanallah!" diyerek ikaz ettiler. O geri çekilmek istedi. Ama
Aleyhissalatu vesselam: "Yerinde kal" diye işaret etti. Resulullah gelip Ebu
Bekrin sağına oturdu. Ebu Bekr kalktı.. Hz. Ebu Bekr Resulullah'ı imam kıldı,
halk da Ebu Bekr'i imam kıldı. İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, kıraati, Hz. Ebu Bekr'in kıldığı yerden
aldı." Veki der ki: "Sünnet böyledir (ikinci imam, kıraati
birincinin kaldığı yerden devam ettirir)"
6321 ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam sabah namazında
kunut yapmaktan nehyolundu."
6322 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazda iken, onu bir akreb
sokmuştu. "Allah akrebe lanet etsin! dedi. Namaza duranı da başkasını da
bırakmıyor. Onu Harem bölgesinde de, dışında da öldürün!"
buyurdular."
6323 Rafi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam namazda iken bir akreb öldürdü."
6324 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Saffan İbnu'l-Muattal, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a bir husus sorarak: "Ey Allah'ın Resulü! Ben size sizin
bildiğiniz, benim bilmediğim bir şey soracağım" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Nedir o?" deyince: "Gece ve gündüzlerin saatleri içerisinde namaz kılmanın
mekruh olduğu bir saat var mı?" dedi. Resulullah şu cevabı verdi: "Evet! Sabah
namazını kıldın mı, artık güneş doğuncaya kadar namazı terket. Çünkü güneş
şeytanın iki boynuzu arasından doğar. Doğduktan sonra, güneş başın üzerinde ok
gibi dik oluncaya kadar (geçen zaman içinde) namaz kıl. Çünkü bu esnada kılınan
namazlara melekler hazır bulunurlar ve namazlar makbuldür. Güneş ne zaman ki
başın üstünde ok gibi dik durur, namazı terket. Çünkü tam o sırada cehennem
tutuşturulur ve kapıları açılır. Bu hal, güneş senin sağ kaşından kayıncaya
kadar devam eder. Güneş kaydı mı, artık, ikindi namazı kılıncaya kadarki zaman
içinde kılınan namazlarda melekler hazır olur ve o namazlar makbuldür. İkindi
namazını kıldın mı artık güneş batıncaya kadar namaz kılmayı
terket."
6325 Ebu Abdillah es-Sunabihi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Güneş şeytanın iki boynuzu
arasında doğar -veya güneşle birlikte şeytanın iki boynuzu doğar dedi.- Güneş
yükselince şeytan ondan ayrılır. Güneş semanın ortasına gelince şeytan güneşe
yaklaşır. Güneş batıya yönelince -veya ayrılınca dedi- şeytan güneşten ayrılır.
Güneş batmaya yaklaşınca, şeytan güneşe yaklaşır. Güneş batınca şeytan ondan
ayrılır. Öyleyse bu üç saatte namaz kılmayın."
6326 Hz. Cabir İbnu
Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
ashabına havf (korku) namazı kıldırdı. Resulullah, bütün cemaatle birlikte rüku
yaptı, sonra da Resulullah ve hemen arkasındaki saf secde ettiler, diğerleri ise
ayakta (kıyam halinde) beklediler. Resulullah (ikinci rek'ate) kalkınca
beklemekte olanlar kendi kendilerine iki secdede bulundular. Sonra öndeki saf
gerileyerek ikinci safın yerinde durdu ve ikinci saftakiler ilerleyerek ön safın
yerinde durdu. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam hepsiyle birlikte rüku
yaptı. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam hemen arkasındaki safla birlikte
secde etti. Bunlar başlarını secdeden kaldırınca, diğerleri de secde ettiler.
Böylece cemaatin tamamı Aleyhissalatu vesselam ile birlikte rüku etmiş oldu. Her
grup bir rek'atin secdelerini kendi kendilerine yapmış oldular. Bu esnada,
düşman kıble cihetindeydi."
6327 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün yağmur duasına çıkmıştı.
Ezan ve ikamet olmaksızın bize iki rek'at namaz kıldırdı. Sonra bize hutbe
okudu. Yüzünü, elleri kaldırılmış olarak kıbleye çevirdi. Ayrıca ridasını ters
çevirdi: sağ yanını solu, sol yanını da sağı üzerine
aldı."
6328 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir bedevi
gelerek Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın Resulü! Ben öyle bir
kabileden geliyorum ki, (kuraklık sebebiyle) çobanlar hayvan otlatamıyor ve
erkek develerinden hiçbiri rahat rahat yürüyemiyor" dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam minbere gelip Allah'a hamd ü senadan sonra:
"Allahümme's-kına gaysen muğisan merien tabakan meri'en ğadakan acilen ğayra
raisin (=Allahım! Bize can kurtaran akibeti, hayırlı, umumi, bol, sırılsıklam
eden acil ve gecikmesiz yağmur ver" diye dua etti, sonra minberden indi.
Etraftan gelen herkes: "(Peygamberin duası bereketine gelen yeterli miktarda
yağmurla) hepimiz ihya edildik") dedi."
6329 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ve ondan sonra gelen iki
halife radıyallahu anhüma hazretleri Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer İbnu'l-Hattb, bayram
namazını hutbeden önce kılarlardı."
6330 Nubayt radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, "haccetmiş, haccı sırasında Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ı devesi üzerinde, hutbe verirken görmüştür."
6331 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan ve
Kurban bayramı (musallaya) çıktı. Orada ayakta hutbe okudu, sonra bir miktar
oturdu, tekrar kalktı (ikinci hutbeyi okudu)."
6332 Amr İbnu
Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam hiçbir bayramda bayram namazından önce ve sonra (nafile)
namaz kılmamıştır (bayram namazıyla kılınan sünnet namaz
yoktur.)"
6333 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram namazından önce hiçbir namaz kılmazdı.
Evine dönünce iki rek'at namaz kılardı."
6334 Sa'd el-Karaz ve
İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram
namazına yürüyerek gider, yürüyerek dönerdi."
6335 Sa'd el-Karaz
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram namazlarına
giderken Sa'id İbnu Ebi'l-As'ın mahallesinden geçer, sonra çadırların bulunduğu
yerden geçer, namaz dönüşünü başka bir yoldan yapar, Beni Zürayh'ten Ammar İbnu
Yasir'in evine, oradan Ebu Hureyre'nin mahallesine, oradan Balat'a geçerek
(evine gelirdi)."
6336 Ebu Rafi'radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram namazına yaya olarak gider, dönüşü de,
gittiğinden başka bir yolla yapardı."
6337 Amir rahimehullah
anlatıyor: "İyaz el-Eş'ari, Enbar'da bir bayram namazında hazır bulunmuştu.
Şöyle dedi: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında taklis yapıldığı gibi
sizi niye taklis yapar görmüyorum?"
6338 Kays İbnu Sa'd
radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Resulullah aleyhissalatu vesselam'in vefatından
sonra) O 'nun sağlığında mevcut olan her şeyi gördüm, ancak biri hariç.
Görmediğim bu şey de, Ramazan bayramında onun için yapılan
taklisdir."
6339 Hz. Enes anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam, Musalla'da bir harbeyi sütre yaparak bayram namazı
kıldı."
6340 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, her iki bayramda da kızlarını ve hanımlarını (musallaya)
çıkarırdı."
6341 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizin şu gününüzde iki bayram
bir araya gelmiştir: Dileyene, bayram namazı cuma namazının da yerini tutar.
(Ancak) biz, cum'a namazını da kılacağız."
6342 İbnu Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında iki
bayram (cuma ve bir bayram) aynı günde birleşti. Aleyhissalatu vesselam bayramı
kıldırdı, sonra da: "Dileyen cumaya da gelsin, dileyen de gelmesin"
buyurdular."
6343 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, düşman karşısında olmadıkça İslam
memleketlerinde, her iki bayramda silah kuşanılmasını
yasakladı."
6344 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan bayramında da Kurban bayramında da
guslederdi."
6345 Sohbet şerefine eren Fakih İbnu Sa'd radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan bayramında, Kurban
bayramında, Arefe gününde yıkanırdı. Fakih de o günlerde yıkanmalarını aile
halkına emrederdi."
6346 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her iki rek'atte bir selam
vermek vardır."
6347 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hz. Davud'un oğlu
Hz. Süleyman'ın annesi, oğlu Süleyman'a: "Ey oğlum! Geceleyin fazla uyuma! Zira
geceleyin fazla uyku, kişiyi Kıyamet günü fakir bırakır"
demiştir."
6348 Abdurrahman İbnu's-Saib anlatıyor: "Sa'd İbnu Ebi
Vakkas yanımıza geldi. Gözü kapanmış idi. Kendisine selam verdim. "Sen kimsin?"
dedi. Kendimi tanıttım. Bunun üzerine dedi ki: "Kardeşim oğluna merhaba! Duydum
ki senin Kur'an okumaya güzel sesin varmış. Ben Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ı dinledim. Demişti ki: "Şu Kur'an hüzünlü olarak nazil oldu, Öyleyse
onu okuyunca ağlayın. Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışın ve onu güzel okuyun.
Onu güzel okumaya gayret etmeyen bizden değildir."
6349 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sağlığında bir
gece, yanına gitmekte ağır kaldım ve sonra geldim. "Nerdeydin?" buyurdu.
"Ashabından birinin kıraatini dinliyordum. Onunki kadar güzel bir kıraati ve
sesi hiç kimsede görmedim" dedim. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı,
onunla ben de kalktım. Gidip onun kıraatini dinledi. Sonra bana dönüp: "Bu,
Salim Mevla Ebu Huzeyfe'dir. Ümmetim içerisinde böylelerini var eden Allah'a
hamdolsun!" buyurdular."
6350 Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kur'an'ı okumada sesce insanların en
güzeli o kimsedir ki, okurken kendisini dinlediğiniz vakit, Allah'tan korktuğu
kanaatine varırsınız ."
6351 Fedale İbnu Ubeyd radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri, güzel sesle Kur'an'ı açıktan okuyan kimseyi dinleme hususunda, güzel
sesli cariyesini dinleyen erkekten daha çok alaka
sahibidir."
6352 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün mescide girince bir kimsenin
kıraatini işitmişti: "Bu kim?" diye sordu. "Abdullah İbnu Kays!" denilince:
"Buna Al-i Davud'un mizmarlarından (nağmelerinden) bir mızmar verilmiştir"
buyurdular."
6353 Ümmü Hani Bintu Ebi Talib radıyallahu anha
anlatıyor: "Ben evimin damında iken, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
geceleyin (namazda) okuduğu Kur'an'ı işitirdim."
6354 Ebu Zerr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam sabah oluncaya
kadar namazda bir ayeti tekrarlayıp durdu. O ayet şudur: "Eğer sen onlara azab
edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen muhakkak ki sen azizsin,
hakimsin" (Maide 118).
6355 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam yatsı namazından boşaldığı vakitten fecr
vaktine kadar onbir rek'at namaz kılardı, her iki rek'atta bir selam verirdi,
bir rek'atle de vitirde bulunurdu (yani tek kılardı). Bütün rek'atler sırasında,
secdeleri öyle uzun tutardı ki, siz bir secde esnasında, daha başını kaldırmadan
elli ayet okuyabilirdiniz. Müezzin sabah namazının birinci ezanını tamamlayınca
kalkar, hafif iki rek'at namaz kılardı."
6356 Amr İbnu Abese
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Ey
Allah'ın Resulü! Kim seninle birlikte (ilk defa) müslüman oldu?" diye sordum.
"Bir hür, bir köle!" buyurdular. Ben: "Allah'a daha yakın (olunan) bir saat var
mı?" dedim, "Evet, gecenin son yarısı (Allah'a daha yakın olunan saattir)"
buyurdular."
6357 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam gecenin evvelinde uyur, son kısmını (ibadetle) ihya
ederdi."
6358 Rıfa'atü'l-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri
gecenin yarısı veya üçte ikisi geçinceye kadar (günahların kaydını) geciktirir.
Sonra: "Sakın kullarım benden başkasından bir talepte bulunmasınlar! Kim ben
Azimüşşan'dan talep ederse, isteğine icabet eder, duasını kabul ederim. Kim
benden talepte bulunursa, ona istediğini veririm. Kim benden af dilerse onu
affederim, bu hal fecir doğuncaya kadar devam eder"
buyurur"
6359 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim akşamla yatsı arasında yirmi rek'at
namaz kılarsa Allah ona cennette bir köşk yapar."
6360 Asım İbnu
Amr anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grup, Hz. Ömer'e gitmek üzere yola çıktı.
Yanına geldikleri vakit Hz. Ömer onlara: "Siz kimlerdensiniz!? diye sordu.
Onlar: "Biz Irak ahalisindeniz!" dediler. "İzinli olarak mı geldiniz?" dedi.
Onlar: "Evet!" dediler. Onlar Hz. Ömer radıyallahu anh'tan kişinin evde kıldığı
namazın hükmünü sordular. Hz. Ömer: "Ben Resulullah'a bu hususta sormuştum da:
"Kişinin evinde kıldığı namazı nurdur, öyleyse evlerinizi nurlandırın" buyurdu"
dedi."
6361 Ebu Saidi'l-Hudri anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Sizdenbiri namazını kılınca, ondan evi için de bir
nasib ayırsın. Zira Allah Teala hazretleri, onun evine, namazından bir hayır
bırakır."
6362 Abdullah İbnu Sad radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Evdeki namaz mı, mesciddeki namaz mı daha
efdal?" diye sordum. Şu cevabı verdi: "Evime bakmıyor musun, mescide ne kadar
yakın! Farzlar hariç, evimde kılmam, benim nazarımda mescidde kılmamdan daha
makbuldür."
6363 Abdullah İbnu Ebi Evfa el-Eslemi radıyallahu anh
anlatıyor: "(Bir gün) Resulullah aleyhissalatu vesselam yanımıza geldi ve:
"Kimin Allah'a veya mahlukatından birine bir haceti varsa abdest alsın, iki
rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı okusun: Lailahe illallahu'l-Halimu'l-Kerim.
Subhanallahi Rabbi'l-Arşi'l-azim. Elhamdulillahi Rabbi'l-Alemin. Allahümme inni
eselüke mucibatı rahmetike ve azaime mağfiretike ve'l-ganimete min külli birrin
Vesselamete min külli ismin, Es'elüke ella teda'a li zenben illa ğafartehü. Ve
la hemmen illa ferrectehu vela haceten hiye leke rıdan illa kaday teha li (Halim
ve kerim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Büyük Arşın Rabbi noksan sıfatlardan
mukaddestir. Hamd alemlerin Rabbine aittir. Allah'ım, şüphesiz ben, senin
rahmetine vesile olan sebepleri, mağfretini gerektiren hasletleri, her hayrın
ganimetlerini ve her günahtan selamette olmayı senden dilerim. Allahım! Her
günahımı bağışlamanı, her kederimi gidermeni, rızana uyan her dileğimigörmeni
senden talep ediyorum)." Sonra Allah'tan dünya ve ahiretle ilgili ne
dilerse ister, çünkü şüphesiz (o dilek) takdir edilir."
6364 Hz.
Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman gecesinde namaz kılın, gündüzünde de
oruç tutun. Çünkü Allah Teala hazretleri o gün, güneşin batmasıyla, dünya
semasına iner ve şöyle der: "Bana istiğfar eden yok mu mağfiret etsem! Benden
rızık isteyen yok mu rızık versem, belaya maruz kalan yok mu afiyet versem...
Şöyle olan yok mu, böyle olan yok mu?" Bu hal fecrin sökmesine kadar devam
eder."
6365 Ebu Musa el-Es'ari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri, Şa'ban ayının onbeşinci gecesi (kullarına rahmetle) nazar eder ve
müşrikle, müşahin (kindar bencil) hariç herkese mağfret
buyurur."
6366 Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Ebu Cehl'in başının kesildiği müjdelendiği
gün, iki rek'at şükür namazı kıldı."
6367 Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, ciddi bir
ihtiyacının görüldüğü hususunda müjdelenmişti, bunun üzerine hemen secdeye
kapandı."
6368 Ka'b İbnu Malik radıyallahu anh, Allah tevbesini
kabul edince derhal secdeye kapanmıştır.
6369 Osman İbnu Affan
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini isittim: "Birinizin evinin avlusunda bir nehir aksa da bunun içinde
günde beş sefer yıkansa acaba bedeninde hiç kir kalır mı?" Aleyhisalatu
vesselam'ın muhatabı: "Hiçbir şey kalmaz!" dedi. Resulullah da: İşte namaz da
böyledir, suyun kiri, pası giderdiği gibi o da günahları
giderir."
6370 İbnnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Peygamberiniz (Mirac gecesinde) elli vakit namazla emrolundu. Sonra bunu beşe
indirinceye kadar Rabbinize müracaatta bulundu."
6371 Ebu Katade
İbnu Rıb'i anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah-u
Zülcelal hazretleri buyurdu ki: "Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve
kim bunu vaktinde kılmaya devam ederse onu cennete koyacağım diye katımda ahidde
bulundum. Kim de bunu vaktinde kılmaya devam etmezse katımda onun için hiçbir
ahid yoktur."
6372 Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Benim mescidimde kılınacak bir namaz, onun dışındaki
mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Ancak Mescid-i Haram hariç. Zira
Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan yüzbin namazdan
efdaldir."
6373 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı
Meymune radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulu! Biz Beytu'l
Makdis hakkında fetva ver!" demiştim. Şöyle buyurdular: "Orası mahşer (yani
Kıyamet günü insanların toplanacağı) ve menşer (herkesin defterlerinin
neşredileceği) yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınacak
tek namaz kendi dışındaki yerlerde kılacağınız bin namaz gibidir."
Ben tekrar sordum: "Ben oraya gitmeye muktedir olamazsam ne yapmalıyım?" Şu
cevabı verdi: "Ona kandil yağı bağışlarsın, aydınlatılmasında kullanılır. Böyle
yapan da oraya varan gibidir."
6374 Enes İbnu Malik radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişinin evinde
kıldığı namazı bir namazdır, ama mahallesinin mescidinde kıldığı namazı yirmibeş
namazdır. İçerisinde cum'a kılınan mescidde kıldığı namazı beşyüz namazdır.
Mescid-i Aksa'da kıldığı namazı ellibin namazdır. Benim mescidimde kıldığı
namazı da ellibin namazdır. Mescid-i Haram'da kıldığı namazı yüzbin
namazdır."
6375 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam bir hurma kütüğüne (dayanarak) hutbe verirdi. Minber
yapılınca (hutbelerde kütüğü bırakıp) minbere çıktı. Bunun üzerine kütük (bu
ayrılık sebebiyle ağlayıp) inledi. Aleyhissalatu vesselam yanına gelip
kucakla(yıp teselli et)ti, kütük sustu. Aleyhissalatu vesselam şu açıklamayı
yaptı: "Eğer onu kucaklamasaydım Kıyamet gününe kadar
inleyecekti."
6376 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (hutbe sırasında) bir ağaç kökünün
veya bir hurma kütüğünün dedi- yanında ayağa kalkardı. Sonradan bir minber
edindi." Ravi der ki (terkedildiği vakit) hurma kütüğü ağladı." Hz.
Cabir der ki: "Kütüğün iniltisini bütün mescid halkı işitti. O kadar ki
Resulullah aleyhissalatu vesselam yanına gelip okşadı. Bunun üzerine kütük
sustu." Bazıları da: "Eğer Resulullah aleyhissalatu vesselam yanına gel(ip
teselli et)meseydi Kıyamet'e kadar ağlayacaktı" dedi."
6377 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anla yor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam çok
namaz kılardı. Öyle ki ayakları kabarmıştı. Kendisine "Allah senin geçmiş ve
gelecek günahlarını affetmiştir (kendini niye bu kadar yıpratıyorsun?)" denildi.
O bunlara şu cevabı verdi: "çok şükreden bir kul olmayayım
mı?"
6378 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah için secde eden herkese
Allah bir sevap yazar ve bu secde sebebiyle bir günahını affeder, makamını da
bir derece artırır; öyleyse secdeyi çok yapın."
6379 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ayakkabılarını ayağından ayırma. Eğer çıkaracak olursan ayakkabılarını
ayaklarının arasına koy. Onları sağına koyma, arkadaşının sağına da koyma;
arkana da koyma, aksi taktirde arkandakine ezada
bulunursun."
6992 Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "(Bir
keresinde) Resulullah aleyhissalatu vesselam erken namaza kalktı. Ben de erken
kalktım ve biraz namaz kıldıktan sonra oturdum. "Resulullah aleyhissalatu
vesselam bana dönüp baktı ve (Farsça): "Karnın mı ağrıyor?" buyurdu. Ben: "Evet!
Ey Allah 'ın Resulu!" dedim. "Öyleyse kalk! Namaz kıl! Çünkü namazda şifa var!"
buyurdular."
[TOP]
NASİHAT VE MEŞVERET
Kimlik alan
5718 Temimu'd-Dari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!"
demişti. Biz sorduk: "Ey Allah'ın Resûlü! Kimin için hayırhah
olmaktır?" "Allah için, Allah'ın kitabı için, Resûlü için ve
müslümanların imamları ve hepsi için!" buyurdular."
5719 Kime ilme
müstenid olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene aittir.
Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile bile, farklı bir irşadda
bulunursa ona ihanet etmiş olur."
5720 Ümmü Seleme ve Ebu Hureyre
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Müsteşar mü'temendir."
[TOP]
NEFİS
Kimlik alan
5800 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın terkisinde idim. Bana şu nasihatta
bulundu: "Yavrum! Allah'a karşı (emir ve yasaklarına uyarak edebini)
koru, Allah da seni (dünya ve ahirette) korusun! Allah'ı(n üzerindeki hukukunu)
koru ki O'nu karşında (dünya ve ahiretin fenalıklarına karşı hami) bulasın -veya
önünde demişti: Bollukta Allah'ı tanı ki, darlıkta da O, seni tanısın. (Dünya ve
ahiretle ilgili) bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen
Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı
olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın
yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir
olamazlar. Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, yakini bir
imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet
buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde, sabırda çok hayır var. Şunu da
bil ki Nusret(i ilahi) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir,
zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe
çalamayacaktır."
5801 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir gün, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ashabına: "Şu kelimeleri kim benden)
alıp onlarla amel edecek ve onlarla amel edecek olana öğretecek?" buyurdular.
Ben hemen atılıp: "Ben! Ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Aleyhissalatu
vesselam elimden tuttu ve beş şey saydı: - Haramlardan sakın,
AIlah'ın en abid kulu ol! - Allah'ın sana ayırdığına razı ol,
insanların en zengini ol! - Komşuna ihsanda bulun, mü'min
ol. - Kendin için istediğini başkaları için de iste, müslüman
ol! - Fazla gülme. Çünkü fazla gülmek kalbi
öldürür."
5802 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rabbım bana dokuz
şey emretti: - Gizli halde de aleni halde de Allah'tan
korkma(mı), - Öfke ve rıza halinde de adaletli söz
(söylememi), - Fakirlikte de zenginlikte de iktisad
(yapmamı), - Benden kopana da sıla-ı rahm yapmamı, -
Beni mahrum edene de vermemi, - Bana zulmedeni
affetmemi, - Susma halimin tefekkür olmasını, - Konuşma
halimin zikir olmasını, - Bakışımın da ibret olmasını, -
Ma'rufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi."
5803 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kılıncının
kabzasında şu ibareyi bulduk. "Sana zulmedeni affet. Sana küsene
git, sana kötülük yapana iyilik yap! Aleyhine de olsa hakkı
söyle!"
5804 Zeydu'I-Hayr radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resulü dedim, Allah'ın rızasını arzu eden kimselere ve Allah'ın rızasını arzu
etmeyen kimselere Allah'ın koyduğu alamet nedir, bana haber verin!"
Cevaben: "Ey Zeyd sen nasıl sabahladın?" diye sordu.
"Hayrı ve hayır ehlini seviyorum: Eğer hayır yapmaya muktedirsem yapmaya
koşuyorum. Eğer yapamaz, kaçırırsam bu sebeple üzülüyorum ve onu yapmaya, şevkim
daha da artıyor!" dedim. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "İşte
bu söylediklerin Allah'ın rızasını arayanlara Allah'ın koyduğu alamettir. Eğer
Allah senin başka bir şey olmanı isteseydi, seni ona hazırlardı"
buyurdular."
5805 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İtidal (orta yol
üzere olmak), teenni(li davranmak), hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin
yirmidört cüzünden bir cüzdür."
5806 Ebu Eyyub radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dört
şey vardır, bunlar geçmiş peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya, koku sürünme,
evlenme, misvak kullanma."
5807 Abdulmüheymin İbnu Abbas İbni Sa'd
es-Saidi, babası tarikiyle dedesinden naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Teenni Allah Teala'dandır, acele de
şeytandan."
5808 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Eşeccü Abdi'l-Kays 'a dedi ki:
"Muhakkak ki sende, Allah ve Resülünün sevdiği iki haslet var; hilm ve
teenni."
5809 Ebu Davud merhum, Abdu'l-Kays heyetinde dahil olan
Zari'den naklettiği ve uzunca bir kıssanın da bulunduğu rivayetinde şu ziyadeye
yer verir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kendisine bunları söyleyince o
(Eşecc): "Ey Allah'ın Resûlü! Bu iki hasletle ben (şahsi gayretimle)
mi ahlaklandım yoksa Allah mı cibilliyetime (yaratılışıma, tabiatıma) koydu?"
diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala Hazretleri seni
o iki haslet üzere yarattı!" buyurdular. Bu cevap üzerine Eşecc:
"Allah ve Resûlünün sevdiği iki haslet üzere beni yaratan Allah'a hamd olsun!"
dedi."
5810 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Teenni, ahiretle ilgili
olanlar dışında, her amelde güzeldir."
5811 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim Allah adına sığınma talebinde bulunursa ona sığınma, verin, kim Allah adına
isterse ona verin, kim sizi davet ederse ona icabet edin; kim size bir iyilik
yaparsa karşılıkta bulunun, şayet verecek bir şey bulamazsanız kendinizi, ona
karşılığını vermiş görünceye kadar dua edin."
5812 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sakın sizden kimse Allah hakkında hüsnüzanda bulunmadan son
nefesini vermesin."
5813 Sahiheyn ve Tirmizi de Ebu Hureyre'den
gelen diğer bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Allah Teala
Hazretleri şöyle buyurdu: "Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına
göreyimdir." Müslim ve Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: "O
bana dua edince ben onunlayım."
5814 Ebu Davud ve Tirmizi'de Ebu
Hureyre'den gelen bir rivayette Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediği kaydedilmiştir: "Allah Teala hakkında hüsnüzan, güzel
ibadettendir."
5815 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her nerede
olursan ol Allah'tan ittika et ve kötülüğün arkasından iyilik yap, bu onu yok
eder. İnsanlara iyi ahlakla muamele et."
5816 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan ateşe
insanları en çok atan şeyin ne olduğu soruldu. "Ağız ve ferc!"
buyurdular. En ziyade neyin insanları cennete soktuğundan sordular:
"Allah'a takva ve güzel ahlak!" buyurdular."
5817 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a soruldu:
"Mü'minlerden hangisi efdal (enfaziletli)dir?" "Ahlakça en
güzelleridir!" cevabını verdi. Tekrar soruldu: "Pekiyi, mü'minlerden
hangisi en akıllıdır?" "Ölümü en çok zikreden ve kendilerine
gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır. İşte akıllılar
bunlardır."
5818 Hz. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haseb maldır, kerem
takvadır."
5819 Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a "Hangi insan daha hayırlıdır?" diye
sorulmuştu: "Ömrü uzun, ameli de güzel olandır"
buyurdular." "Öyleyse insanların kötüsü kimdir?" diye
soruldu: "Ömrü uzun, ameli kötü olandır!"
buyurdular."
5820 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Size en hayırlınızın
ve en şerlinizin kim olduğunu haber vermiyeyim mi?" buyurdular ve bunu üç kere
tekrar ettiler. Cemaat: "Evet, haber veriniz!" dedi. "En hayırlınız,
kendisinden hayır umulan ve şerri dokunmayacağı hususunda emin olunandır; en
şerliniz de kendisinden hayır ümit edilmeyen ve şerrinden de emin olunmayan
kimsedir."
5821 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki haslet
vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredici ve sabrediciler arasına
kaydeder: - Diyanette kendinden üstün olana bakıp, ona
uymak. - Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp, Allah'ın kendine
vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah
şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de diyanette kendinden
aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemediğine
üzülürse Allah onu şükredici ve sabredici olarak
yazmaz."
5822 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün):
"Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluşumuz nasıl olacak?" diye sormuştum, şöyle cevap
verdiler: "Dilini tut, evini genişlet, günahlarına da
ağla!"
5823 İmam Malik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Lokman
Hekim'e: "Sende gördüğümüz bu (meziyetin mahiyeti) nedir? diye sormuşlardı.
(Bununla onun faziletlerini kastetmişlerdi). Şu cevabı verdi: "Doğru
sözlülük, emaneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi
terketmek." Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Vaadime vefakarlık
etmek."
5824 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kendisi ateşe haram edilen ve kendisine
de ateşin haram kılındığı kimseyi size haber vermeyeyim mi? Ateş, (halka) her
yakın olana, yumuşak huylu ve insanlara kolaylık gösterene haram
kılınmıştır."
5825 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim şu üç şeyden beri olarak
ölürse cennete girer: - Kibir, - Gulûl, - Borç."
5826 Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Halim olan zelle sahibidir, hakim olan tecrübe
sahibidir."
5827 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sakın sizden kimse kararsız
olup da: "Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik
yaparım, kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım" demesin. Aksine, nefsinizi
sabit tutun, halk iyilik yaptımı siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa zulme yer
vermeyin."
5828 Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir mü'minin nefsini alçaltıp zelil
kılması muvafık değildir." Orada bulunanlar: "Kişi nefsini nasıl
zelil kılare?" dediler. "Takat getiremeyeceği belaya karşı kendini
ileri sürer!" buyurdular."
5829 Hz. Muaviye radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, Hz. Aişe radıyallahu anha'ya: "Bana bir mektupla vasiyetini
yaz, fakat çok şey yazma!" diye bir mektup yolladı. Hz. Aişe de cevaben şöyle
yazdı: "Selam üzerine olsun! Emma ba'd: Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Kim halkın öfkesini dinlemeden Allah'ın rızasını ararsa insanların
sıkıntısına karşı Allah kifayet eder. Kim de Allah'ın öfkesini dinlemeden halkın
rızasını ararsa, Allah onu insanlara havale eder" dediğini işittim; selam
üzerine olsun!"
5830 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min saftır,
kerimdir. Facir, hilekardır, leimdir (alçaktır)."
5831 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mü'min, bir (yılanın) deliğinden iki defa
sokulmaz."
5832 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ramazan girip çıktığı halde
günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya
bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu
sürtülsün. Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsenin de burnu
sürtülsün!"
5833 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam:
"Ey Allah'ın Resûlü babam nerededir?" diye sormuştu. "Cehennemde!"
buyurdular. Adam (gitmek üzere) geri dönünce, Aleyhissalatu vesselam adamı
çağırdı ve: "Muhakkak ki, benim babam da senin baban da ateşteler!"
buyurdu."
5834 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İsa aleyhisselam
hırsızlık yapan bir adam görmüştü: "Hırsızlık mı yaptın?" dedi.
Adam: "Asla! Kendisinden başka ilah olmayan Zat'a yemin olsun" diye
cevap verince Hz. İsa: "Allah'a inandım, gözlerimi tekzib ettim!"
dedi."
5835 İmam Malik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, bir adam
İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma'ya şöyle yazdı: "Haberiniz olsun: Takva ehlinin
birkısım alametleri vardır ki, bunlar sayesinde kendileri bilinebilir, onlar da
bunları bilirler: Şöyle ki müttaki: - (İhtilaf halinde) verilen
hükme razı olur, - Nimetlere şükreder, - Belaya
sabreder, - Dilinden doğru çıkar, - Kur'an'ın ahkamını
kendine yol yapar. İmam, çarşılardan bir çarşı (gibi)dir, hak
ehlinden ise, ehl-i hak, hak (yükünü) ona yıkar; batıl ehlinden ise, batıl ehli
de batıl (yükünü) ona yıkar."
5836 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Üç kişi
vardır ki, Allah Kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de
onları günahlarından arındırır, onlara elim bir azab vardır: -
Sahrada, fazla suyu bulunduğu halde ondan yolcuya vermeyen kimse. Kıyamet günü
Allah onun karşısına çıkıp: "Bugün ben de senden fzlımı (lütfumu) esirgiyorum,
tıpkı senin (dünyada iken) kendi elinin eseri olmayan şeyin fazlasını
esirgediğin gibi" der. - İkindi vaktinden sonra, bir mal satıp
müşterisine Allah Teala'nın adını zikrederek bunu şu şu fiyatla almıştım diye
yalandan yemin ederek, muhatabını inandıran ve bu suretle malını satan
kimse. - Sırf dünyevi bir menfaat için bir imama biat eden kimse;
öyle ki, dünyalıktan istediklerini verirse biatında sadıktır, vermezse sadık
değildir."
5837 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Üç kişi vardır, Kıyamet gününde Allah
onlara ne konuşur, ne nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim
bir azab vardır!" buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti. Ben: "Ey Allah'ın
Resûlü! Öyleyse onlar büyük zarara ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?"
dedim. Şöyle saydılar: "(Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp)
süründüren, yaptığı iyiliği başa kakan, malını yalan yeminlerle reklam eden
kimseler!"
5838 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç kişi vardır,
Kıyamet günü Allah Teala hazretleri onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da
arındırmaz, onlara elim bir azab vardır: - Zina eden
yaşlı, - Yalan söyleyen devlet reisi, - Büyüklenen
fakir."
5839 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç kişi vardır, Kıyamet günü
Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının hukukuna riayet etmeyen kimse,
erkekleşen kadın ve deyyûs kimse."
5840 Yine Nesai'nin bir
rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Üç kişi vardır, cennete
girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan
kimse; verdiğini başa kakan kimse."
5841 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri şöyle dedi: "Üç kişi vardır, Kıyamet günü ben onların
hasmıyım: "Benim adıma (yemin) edip sonra gadreden kimse, hür bir kimseyi satıp
parasını yiyen kimse, bir işçiyi ücretle tutup çalıştırdığı halde, ücretini
vermeyen kimse."
5842 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bana çeneleri ile
bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet
hususunda garanti veririm."
5843 Ebu berze el-Eslemi radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizin
hakkınızda en ziyade korktuğum şey, zenginlik hırsı ile karınlarınızın ve
ferçlerinizin şehvetleri bir de fitnelerin
şaşırtmalarıdır."
5844 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Zani bir kimse,
zina yaptığı sırada mü'min olarak zina yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min
olarak hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü'min olduğu halde içki
içmez; insanların, onun yüzünden, gözlerini kendine kaldıracakları kadar
nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mü'min olarak
yağmalamaz."
5845 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi zina edince iman ondan
çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallak durur. Zinadan çıkınca iman
adama geri döner." Tirmizi şu ziyadede bulunmuştur: "Ebu Cafer el-Bakır
Muhammed İbnu Ali'nin: "Bunda imandan çıkıp İslam'a geçiş vardır" dediği rivayet
edilmiştir."
5846 Hz. Cündüb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim (başkalarının
kusurlarını teşhir edip herkese) duyurursa, Allah da (onun kusurlarını) duyurur.
Kim de riya yaparsa Allah da onun riyasını ortaya
çıkarır."
5847 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlara
merhametli olmayana Allah Teala merhamet etmez."
5848 Cabir İbnu
Abdillah el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Zulümden kaçının. Zira zulüm, Kıyamet günü
karanlıklar olacaktır. Cimrilikten de kaçının, zira cimrilik, sizden öncekileri
helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramlarını helal addetmeye
sevketmiştir."
5849 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanda bulunan
en şerli şey aşırı cimrilik ve şiddetli korkudur."
5850 Ebu Bekr
es-Sıddik radıyallahhu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Mü'mine zarar veren veya hile yapan
mel'ûndur."
5851 Ebu Sırma radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim mü'mine zarar verirse
Allah da onu zarara uğratır. Kim de mü'mine meşakkat verirse, Allah da ona
meşakkat verir."
5852 Ebu Temime radıyallahu anh anlatıyor:
"Arkadaşları kendisine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam size çok şeyler
söyledi, öyleyse bize de bir tavsiyede bulunun!" demişlerdi.
"İnsanda ilk (çürüyüp) kokacak olan yeri karnıdır. Öyleyse, kim, karnına temiz
olandan başka bir şey girdirmeyebilirse mutlaka bunu yapsın!" tavsiyesinde
bulundu."
5853 Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İşleyene daha dünyada cezası çarçabuk
gelmeye en layık günah zulüm ve sıla-ı rahmin koparılmasıdır, bu cezanın dünyada
gelmesi, ahiretteki cezaya kefaret değildir."
5854 İyaz İbnu Hımar
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri, bana: "Mütevazi olun, öyle ki, kimse kimseye
zulmetmesin, kimse kimseye karşı böbürlenmesin" diye
vahyetti."
5855 Hz. Ebu Bekr es-Sıddik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cehennem,
bozguncu, cimri ve başa kakıcı her insana yakındır." Bir rivayette
de şöyle buyrulmuştur: "Cennete ne bozguncu, ne cimri ne de başa kakıcı
giremez."
5856 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yiyiniz, tasadduk
ediniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre
kaçmayınız."
5857 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resulü dendi, herbirimiz içinde, (bazan, öylesine çirkin) bir şeyn arız
olduğunu görür ki, bunu söylemektense o şeyin bir korparçası olup (kendisini
yakması) ona daha sevimli gelmektedir!" Resûlullah aleyhissalatu
vesselam bu söze şöyle mukabelede bulundu: "Allahuekber,
Allahuekber, Allahuekber!) Şeytan'ın hilesini vesveseye çeviren Allah'a hamd
olsun!"
5858 Ebu Zümeyl rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'ya (bir gün): "İçimde duyduğum bu (fena) şeyler de ne?" diye
sormuştum. Bana: "Ne hissediyorsun ki?" dedi. Ben:
"Vallahi (onlar çok fena!) dilime alamam!" dedim. "Şekk nev'inden
bir şey mi ?" dedi ve güldü. Sonra açıkladı: "Bu (çeşit
vesveseler)den hiç kimse kurtulamaz. Nitekim Allah Teala hazretleri (Resûlüne)
şu ayeti inzal buyurmuştur. (Mealen): "Eğer sana indirdiğimiz (kitapta anlatılan
bu kıssalar) hakkında bir şüphen varsa, senden evvel indirilmiş olanları
okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak (olan kitap) gelmiştir, sakın
şüphe edenlerden olma!" (Yunus 94).) İbnu Abbas bana dedi ki: "Eğer
içinde herhangi bir vesvese bulursan şöyle de: "O (Allah), hem evveldir, hem
ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O herşeyi bilendir" (Hadid
3).
5859 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, görmediği halde rüya
görme iddiasına kalkarsa (Kıyamet günü) arpa daneciğine düğüm atması teklif
edilir. Kim de kendisinden hoşlanmadıkları halde, bir grubun konuşmasını dinleme
gayretine düşerse Kıyamet günü kulağına erimiş kurşun dökülür. Kim bir sureti
tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflemesi emredilir,
ama üfleyemez"
5860 Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak
ki, en büyük yalanlardan biri, kişinin kendisini babasından başka birisine
nisbet etmesi veya görmediği bir şeyi gözlerinin gördüğünü iddia etmesi, yahut
da Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın söylemediği bir şeyi O'na
söyletmesidir"
5861 Ebu Kılabe merhum anlatıyor: "Sabit İbnu
Dahhak radıyallahu anh anlatmıştı: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: Kim, bile bile, yalan yere İslam'dan başka bir din ile yemin ederse, bu
kimse dediği gibidir. Kim kendisini bir şeyle öldürüp (intihar ederse) Kıyamet
günü o şeyle azab verilir. Kişnin gücü dışında olan bir şey üzerine yaptığı
nezir muteber değildir. Mü'mine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mü'mine
küfür nisbet etmek onu öldürmek gibidir. Kim kendisini bir şeyle keserse Kıyamet
günü onunla kesilir. Kim malını çok göstermek için yalan bir iddiada buiunursa,
Allah onun azlığını artırır."
5862 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhur ederse,
Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zina yayılırsa orada
ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa
Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler
verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavm ahdinden dönüp gadre yer
verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat
eder."
5863 Yine İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar arasında Allah'ın en
çok buğzettiği üç kişi vardır: Harem'de sapıtıp haktan
ayrılan, İslam'a girdiği halde cahiliye sünnetini
arayan, Haksız yere, kanını dökmek için bir adamdan kan talep
eden."
5864 Muğire İbnu şu'be radıyallahu anh'ın anlattığına göre
"Hz. Muaviye radıyallahu anh kendisine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan
işittiğin bir şeyi bana yaz" diye mektup yazmıştır. O da Hz. Muaviye'ye şunu
yazmıştır: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim: "Allah Teala hazretleri, sizin için üç şeyi mekruh
addetti. Dedikodu, Malın ziyaı. Çok
sual!.."
5865 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Siz birkısım
ameller işliyorsunuz ki, onlar sizin nazarınızda kıldan daha ince (daha
ehemmiyetsiz)dir. Halbuki biz onları, Resûlullah zamanında helake atıcılardan
addederdik."
5866 Vasıle İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kardeşine karşı şamata yapma.
Allah ona afıyet sana da belayı verir."
5867 Ebu'd Derda
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir şeye karşı sevgin seni kör ve sağır eder (de onun
eksiklerini görmez, kusurlarını işitmez olursun)"
5868 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şeytan insanoğlunda, kanın cereyanı gibi cereyan eder."
5869 İmam
Malik rahimehullah'a ulaştığına göre, "Ümmü Seleme radıyallahu anha,
Efendimiz'den sormuştur: "Ey Allah'ın Resûlü! Aramızda salihler
mevcut iken bizler helak mi olacağız?" Aleyhissalatu vesselam:
"Evet, buyurmuşlardır, pislik (zina) artarsa!"
5870 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Hanımını kocasına karşı, köleyi efendisine karşı ayartan bizden
değildir!"
5871 Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size
şerlilerinizi haber vereyim mi? Onlar, tek başlarına yiyenler, kölelerini
dövenler, yardımı esirgeyenlerdir."
5961 Cündüb İbnu Abdillah
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz erginlik çağına yaklaşmış bir grup genç
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. Kur'an'ı öğrenmezden önce
imanı öğrendik. Sonra da Kur'an'ı öğrendik. Kur'an sayesinde imanımız daha da
arttı."
5962 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu ümmette iki sınıf vardır,
onların İslam'dan hiçbir nasipleri yoktur: Mürcie ve
Kaderiyye."
5963 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İman, kalben bil(ip tasdik et)me, dil ile
söyle(yip ikrar et)me, beden uzuvlarıyla da amel
etmektir."
5964 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, Allah'a herhangi bir şerik koşmadan
tam bir ihlas yani Allah'ın birliğine iman, O'na halisane kulluk, namaz ve zekat
vazifelerini yapma hali üzere dünyayı terkederse, Allah kendisinden razı olmuş
halde ölmüş olur." Hz. Enes radıyallahu anh devamla der ki: "İşte bu
hal, peygamberlerin hepsi tarafından getirilmiş olan (ve Allah indinde makbul
olduğu Kur'an'da belirtilen (Al-i İmran 19)) gerçek dindir. Bu dini,
peygamberler, Rablerinden alıp beşeri hevaya dayanan (felsefi nazariye ve)
iddialar ortalığı kaplamazdan önce, insanlara tebliğ etmişlerdi. Bu
hakikatı tasdik eden Kur'ani nasslar mevcuttur. Bilhassa en son inen (suredeki)
şu ayet onlardandır: "Eğer (o müşrikler) tevbe eder, -Enes der ki: "Tevbeden
murad putları ve onlara tapmayı bırakmaktır- namazlarını dosdoğru kılar ve
zekatlarını verirlerse siz de onları serbest bırakın. Muhakkak ki Allah çok
bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" (Tevbe 5). Bir diğer ayette
şöyle buyrulmuştur: "Eğer tevbe eder, namazlarını dosdoğru kılar ve zekatlarını
verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir" (Tevbe
11).
5965 Hz. Ebu Hureyre ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm
demişlerdir ki: "İman artar ve eksilir."
5966 Ebu Müleyke'den oğlu
Abdullah'ın rivayet ettiğine öre, "O, Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanına
girip, ona kaderle ilgili bir şeyler söylemiş o da kendisine şöyle cevapta
bulunmuştur: "Kim kader konusunda herhangi bir meseleyi konuşacak
olsa, ahiret günü kaderden hesaba çekilir. Kim de bu mevzuda bir şey konuşmazsa,
ahirette kaderden hesaba çekilmez."
5967 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi
an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir gün Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, bir grup ashabının yanına aniden çıkageldi. Onlar kader üzerine
tartışıyorlardı. Münakaşanın mahiyetini öğrenince öylesine öfkelendi ki sanki
yüzünde bir nar tanesi patlamıştı, kıpkırmızı oldu. şunları söyledi:
"(Kader üzerine bu çeşit) münakaşa yapmakla mı emrolundunuz -veya bunun için mi
yaratıldınız-? Kur'an'ın birkısım ayetlerini diğer birkısım ayetleriyle
karşılaştırıp duruyorsunuz! İşte sizden önceki ümmetler bu çeşit davranışları
sebebiyle helak oldular." (Ravi Muhammed İbnu) Abdullah İbnu Amr
devamla dedi ki: "Babam Abdullah dedi ki: "Ben Resûlullah'ın bazı meclislerinde
hazır bulunmamış olmama sevinirdim ama, (babam Amr'ın anlattığı) bu mecliste
bulunmadığıma daha çok sevindim."
5968 İbnu Ömer radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ne sirayet, ne uğursuzluk ne de
(öldürülen kimsenin başından çıkıp intikam! intikam! diye bağıran ve hame denen)
bir kuş vardır!" buyurmuşlardı. Cemaatte bulunan bedevi bir adam
doğrulup: "Ey Allah'ın Resûlü! Pekala, kendisinde uyuz olan bir
devenin bütün deve sürüsünü uyuzlamasına ne dersiniz?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam da: "İşte bu kaderdir. Söyle bakalım! O ilk deveyi kim
uyuzladı?" buyurdular."
5969 Adiyy İbnu Hatim radıyallahu anh
anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına vardığım zaman bana:
"Ey Hatim'in oğlu Adiyy, müslüman ol ki selamete eresin!" buyurdular. Ben
de: "İslam nedir?" diye sordum. "Allah'tan başka ilah
olmadığına, benim de O'nun Resülü olduğuma şehadet etmen ve hayır, şer, tatlı ve
acı her şeyiyle kadere iman etmendir!" buyurdular."
5970 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan bir zat Hz. Peygamber aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir cariyem var,
onunla azil yapabilir miyim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam ona: "Cariye
için takdir edilen şey (çocuk) kendine gelecektir!" cevabında bulundu. Bundan
bir müddet sonra aynı zat Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "O
cariyem hamile oldu!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah: "Bir nefse takdir edilmiş
olan şey mutlaka olur!" buyurdular."
5971 Sevban radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ömrü ancak birr
(her çeşit hayırlar, iyilikler, ihsanlar) uzatır; kaderi de ancak dua geri
çevirir. Kişi, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum
kalır!"
[TOP]
NEZİR
Kimlik alan
5691 Said İbnu'I-Haris anlatıyor: "İbnu Ömer
radıyallahu anhüma'yı şöyle söyler işittim: "Siz nezretmekten yasaklanmadınız
mı? Resûlullah aleyhissalatu vesselam demişti ki: "Nezir; olacak bir şeyi ne öne
alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal çıkarılmış
olur."
5692 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nezir, ademoğluna, Allah'ın
kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak nezir, kadere
muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak istemediği,
cimriden çıkarılır."
5693 Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söydediğini işittim:
"Kim Allah'a itaat etmeye nezrederse hemen itaat etsin. Kim de Allah'a isyan
etmeye nezrederse, sakın isyan etmesin."
5694 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kadın hastalanmıştı, şöyle bir nezirde
bulundu: "Allah Teala hazretleri bana şifa verirse, buradan gidip Mescid-i
Aksa'da namaz kılacağım." Sonra kadın iyileşmişti. Hemen yol hazırlığı yaptı.
Hz. Meymune radıyallahu anha'ya geldi, selam verip kararını anlattı. Meymune,
kadına: "Hele otur, hazırladığını (burada) ye. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın mescidinde namaz kıl. Zira ben O'nun şöyle söylediğini
işittim: "Şu mescidimde kılınan bir namaz, Ka'be Mescidi hariç bütün
mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır."
5695 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Fetih günü bir adam kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü
dedi. Ben aziz ve celil olan Allah'a nezirde bulundum ve dedim ki: "Eğer
Mekke'nin fethini sana müyesser ederse, Beytu'I Makdis'te iki rek'at namaz
kılacağım." Resûlullah aleyhissalatu vesselam adama: "Sen şurada
kıl!" cevabında bulundu. Adam talebini tekrar etti: "Sen şurada
kıl!" buyurdu. Adam bir kere daha tekrar edince: "Öyleyse sen
bilirsin" buyurdular."
5696 Hakim İbnu Ebi Hürre el-Eslemi'nin
anlattığına göre, "İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın -önceden belirttiği bir
günde oruç tutmaya nezreden bir kimsenin, nezrettiği o günü, Kurban veya Ramazan
bayramlarına rastladığı taktirde, nezrini yerine getirip getirmeyeceği
hususunda- şöyle dediğini işitmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'da
sizin için güzel örnek vardır. O, ne Kurban ne de Ramazan bayramlarında oruç
tutmamıştır. Üstelik o günlerde oruç tutmayı uygun da görmemiştir:" Soru sahibi
sorusunu tekrar edince İbnu Ömer: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam nezre
uymayı emretmiştir, iki bayram gününde oruç tutmayı da nehyetmiştir" demiştir.
Soru sahibi sorusunu yine tekrar edince eski cevabına ilavede
bulunmamıştır."
5697 İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissaIatu vesselam hutbe verirken, güneşte ayakta duran bir adam
gördü. Bunun niye orada durduğunu sordu. "Bu Ebu İsrail'dir, güneşte
durarak oruç tutmaya, yiyip içmemeye, gölgede oturmamaya ve konuşmamaya
nezretmiştir!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Ona söyleyin; gölgelensin ve
konuşsun, ancak orucunu tamamlasın" buyurdular."
5698 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Babam) Ömer radıyallahu anh (bir gün) dedi
ki: "Ey Allah'ın Resulü! Ben cahiliye devrinde bir gün itikaf
yapmayı nezretmiştim. -Bir rivayette Mescid-i Haram'da bir gece denmiştir.-
(Bunu ifa etmem gerekir mi?)" Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Nezrini yerine
getir!" buyurdular."
5699 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh
anlatıyor: "Kızkardeşim, Beytullah'a yalın ayak yürüyerek gitmeye nezretmişti.
Bu hususta Resûlullah'a sormamı talep etti. Ben de sordum. Aleyhissalatu
vesselam: "Yürüsün ve binsin!"
buyurdular."
5700 Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır:
"...ayağı çıplak ve başı da örtüsüz olarak Resûlullah: "(Allah, kızkardeşinin
meşakkati sebebiyle bir şey yapacak değildir.) Ona emredin, başını örtsün,
hayvanına binsin, (kefaret olarak) üç gün oruç tutsun"
buyurdu."
5701 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ukbe'nin
kız kardeşi, yürüyerek hacc yapmaya nezretmişti. Ukbe onun bu işi yaya olarak
yapamayacağını Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a söyledi. Aleyhissalatu
vesselam: "Allah, kızkardeşinin yayan yürümesinden müstağnidir.
Binsin ve bir deve kurban etsin!" buyurdular." Bir rivayette:
"Allah, kızkardeşinin Beytullah'a yayan yürümesi sebebiyle bir şey yapacak
değildir" buyrulmuştur.
5702 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, iki oğlunun omuzlarına ardılmış olarak
yürümekte olan bir ihtiyar görmüştü. "Bunun derdi ne de böyle
yürüyor" diye sordu. "Yürümeye nezretmiş!" dediler.
"Şurası muhakkak ki, Allah bu biçarenin kendine eziyet etmesinden müstağnidir"
buyurdular ve hayvanına binmesini emrettiler."
5703 Hz. Aişe
radıyallahu anha demiştir ki: "Kim "Malım Ka'be yolunda feda olsun!" diye
nezrederse, ona yemin kefareti gerekir. Kim de bağışlayacağı malı tayin edip
belirlerse, o malı çıkarması gerekir, hatta bu mal üçte birden fazla bile
olsa." Bu hadisin "...yemin kefareti gerekir" ibaresine kadar olan
kısmını, Muvatta'da İmam Malik tahric etmiştir. Geri kalan kısmını ise Rezin
tahric etmiştir.
5704 İmam Malik'ten rivayete göre, "kendisine,
"Malım Allah yolunda sadakadır" diyen kimse hakkında sorulmuştu, şu cevabı
verdi: "Üçte birini sadaka yapar. Zira, Aleyhissalatu vesselam, Ebu
Lübabe radıyallahu anh: "Günahı işlemiş bulunduğum kavmimin yurdunu terkedip,
sana mücavir olacağım. Malımı da Allah ve Resûlüne tasadduk edeceğim" dediği
vakit: "Bu maldan üçte birinin bağışı sana kifayet eder"
demişti."
5705 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir kadın (gelerek): "Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin yanıbaşında def
çalmaya nezrettim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Nezrini yerine
getir!" buyurdular."
5706 Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Kadın dedi
ki: "Ey Allah'ın Resulü! Çıktığın gazveden sağ-salim ganimetle dönersen sana
(zafer alameti olarak) def çalıvereceğim diye nezrettim!" Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bu talep üzerine: "Eğer nezretti isen haydi nezrini
yerine getir, yoksa böyle bir şey yapma!" buyurdular."
5707 Sabit
İbnu'd-Dahhak radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a: "Ben şu şu yerde bir kurban kesmeye nezrettim!" dedi. Zikrettiği yer
cahiliye insanlarının kurban kestikleri bir yerdi. Aleyhissalatu
vesselam: "Orada, kendisine ibadet edilen cahiliye putlarından biri
var mı?" diye sordu. Adam: "Hayır!" deyince: "Pekiyi
orada, onların bayramlarından bir bayram kutlanıyor mu?" diye sordu. Onlar yine
"hayır!" deyince: "Öyleyse nezrini yerine getir!"
emrettiler."
5708 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ma'siyette (günah şeylerde)
nezir yoktur. Bunun kefareti de yemin kefaretidir."
5709 İbnu Amr
İbnu'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ancak, kendisiyle Allah Teala hazretlerinin rızası
talep edilen şeylerde nezir vardır. Sıla-ı rahmı koparma üzerine de yemin
yoktur."
5710 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdullar ki: "Ne bir masiyette
ne de insanoğlunun malik olmadığı bir şeyde nezir
yoktur."
5711 Yahya İbnu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kasım
İbnu Muhammed'in şöyle söylediğini işittim: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya
bir kadın gelip: "Ben oğlumu kurban etmeye nezrettim! (Ne dersin?)"
dedi. İbnu Abbas ona: "Oğlunu kesme, yeminine karşı keffarette
bulun!" diye cevap verdi. Bu cevap karşısında orada bulunan yaşlı bir
zat: "Bu nezirde nasıl keffaret olur?" dedi. İbnu Abbas
açıkladı: "Allah Teala hazretleri Kur'an-ı Kerim'de: "Hanımlarına
zıhar yapanlarınız bilsin ki, bu sözleriyle hanımları onların anneleri olmuş
olmaz. Gerçekten onlar çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar..." (Mücadele 2)
buyurmuş, sonra da gördüğün gibi, bu zıharda bulunanlara keffaret takdir
etmiştir."
5712 Muhammed İbnu Münteşir anlatıyor: "Bir adam,
Allah, düşmanından kurtardığı taktirde kendisini kurban etmeye nezretmişti.
Durumu gelip İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya sordu. O da, hizmetçisi Mesruk'a
sormasını söyledi. Adam ona sorunca, Mesrûk: "Sen kendini kurban
etme. Çünkü, eğer mü'min biriysen, mü'min bir canı öldürmüş olacaksın; yok eğer
kafirsen, cehenneme gitmede acelecilik etmiş olacaksın. En iyisi, bir koç satın
al, bunu müslümanlar için kes. Çünkü İshak aleyhisselam senden daha hayırlıdır.
O bir koç ile fidyelendi" diye cevap verdi. Adam bu cevabı İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'ya haber verdi. Bunun üzerine: "Sana, ben de
böyle fetva vermeyi düşünmüştüm!" dedi."
5713 Ukbe İbnu Amir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurmuştur
ki: "Nezir keffareti, başka bir şey zikredilmemişse yemin
keffaretidir."
5714 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nezir
iki çeşittir: Kimin nezri Allah'a taatla ilgiliyse bu nezir Allah içindir. Bunda
vefa gerekir. Kimin nezri de Allah'a masiyetle ilgili ise işte bu nezir şeytan
içindir, bunda vefa yoktur. Böyle bir nezirde bulunan kimse, nezri için, yeminde
olduğu gibi keffarette bulunur."
[TOP]
NİFAK
Kimlik alan
5729 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dört
haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de
bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var
demektir: Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince
sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."
5730 Hz. Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor: "Nifak Resûlullah aleyhissalatu vesselam devrinde
vardı. Şimdi ise, imandan sonra küfür vardır."
5731 Esved
rahimehullah anlatıyor: "Hz. Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın ders
halkasında idik. Huzeyfe radıyallahu anh geldi ve yanımızda durup bize selam
verdi ve: "Nifak, siz en hayırlı bir kavme indirildi" dedi. Esved de
(hayretle): "Sübhanallah, Aziz ve Celil olan Allah: "Münafıklar
cehennemin en aşağı derekesindedir" (Nisa 145) buyuruyor" dedi. Bunun üzerine
Abdullah tebessüm etti. Huzeyfe de mescidin bir kenarına oturdu. Derken Abdullah
kalktı ve arkadaşları da dağıldılar. Huzeyfe beni çağırmak için bana bir çakıl
attı, yanına geldim. Bana: "Abdullah'ın gülmesi tuhafıma gitti, halbuki o benim
söylediğimi bilen birisi. Yemin olsun nifak, siz (Tabiiler)den daha hayırlı bir
kavme indirildi. Onlar (nifaktan) sonra tevbe ettiler. Allah da tevbelerini
kabul etti" dedi."
5732 İbnu Ebi Müleyke rahimehullah anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabından olup da Bedir gazvesine
katılanlardan otuz kadarına yetiştim. Hepsi de kendi hesabına nifaktan
korkuyorlar ve dinlerinde fitneye düşmekten kendilerini emniyette
hissetmiyorlardı."
[TOP]
NİKAH
Kimlik alan
5599 Hz. Muğire radıyallahu anh'ın anlattığına
göre, o bir kadın istemiştir. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kendisine: "Ona
bak! Zira bakman, aranızdaki uyum için daha muvafıktır!"
buyurdular."
6527 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikah benim sünnetimdendir.
Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer
ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin maddi imkanı
varsa hemen evlensin. Kim maddi imkan bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü
oruç, onun için şehveti kırıcıdır."
6528 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sevişenler
için nikah kadar sevgiyi artırıcı bir şey görmedik veya
görülmedi."
6531 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı
Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Gümüş ve altın (biriktirme) ile ilgili ayet
(Tevbe 34) nazil olduğu zaman halk: "Öyleyse hangi malı biriktirmeliyiz?" diye
birbirlerine sordular. Hz. Ömer: "Bunu, ben sorup size haber vereyim!" dedi ve
hemen devesine atlayıp gitti. Ben de peşinden gittim. Hz. Ömer: "Ey Allah'ın
Resulü hangi maldan edinelim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Her
biriniz, şükreden bir kalp, zikreden bir dil, ahiret işinize yardımcı olacak
mü'mine bir kadın edinsin" buyurdular."
6532 Ebu Ümame radıyallahu
anh'ın rivayetine göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardır:
"Mü'min, Allah'a takvadan sonra en ziyade saliha bir zevceden hayır görür.
Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sürur duyar, bir şeyi yapıp
yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden
kurtarır, kadınından ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi namusu ve hem
de adamın malı hususunda hayırhah ve dürüst olur.
6533 Abdullah
İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü
güzelliklerinin onları (kibir ve gurur sebebiyle) alçaltacağından korkulur.
Onlarla mal ve mülkleri sebebiyle de evlenmeyin, zira mal ve mülkün onları
azdıracağından korkulur. Fakat onlarla diyaneti esas alarak evlenin. Yemin
olsun, burnu kesik, kulağı delik siyahi dindar bir köle (dindar olmayan hür
kadınlardan) efdaldir."
6534 Üveym İbnu Saide radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bakire kızlarla
evlenin. Çünkü onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha doğurgandır, aza da
razı olurlar."
6535 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Kim
Allah'a pak ve temizletilmiş olarak kavuşmak isterse hür kadınlarla
evlensin."
6536 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Evleniniz! Zira ben (Kıyamet
günü diğer ümmetlere karşı) çokluğunuzla iftihar
edeceğim."
6537 Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben bir kadınla evlenmek istedim ve kadını gizlice görmeye çalıştım. Sonunda
onu kendi hurma bahçesinde gördüm." Bu açıklaması üzerine,
kendisine: "Sen Resulullah'ın ashabından olduğun halde bunu yaptın mı?" diye
ayıpladılar. O da şöyle cevapladı: "Ben Aleyhissalatu vesselam'ın "Allah bir
kimsenin kalbine bir kadınla evlenme arzusu attığı zaman, ona bakmasında bir
beis yoktur!" dediğini işittim."
6538 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: Mugire İbnu Şu'be bir kadınla evlenmek istemişti. Resulullah
aleyhissalatu vesselam kendisine: "Git önce onu bir gör! Zira böyle yapman,
aranızdaki ülfet ve sevginin devamı için daha uygundur" buyurdular. O da öyle
yaptı ve evlendiler. Bilahare Mugire radıyallahu anh, aralarındaki uyumdan
bahsettiler."
6539 Mugire İbnu Şu'be anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a gelip evlenmek istediğim bir kadından bahsettim. Bana:
"Git onu bir gör! Bu, onunla muhabbet ve ünsiyetinizin devamı için daha
uygundur" dedi. Ben de Ensardan bir kadının yanına geldim, onu ebeveyninden
istedim ve Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sözünü onlara haber verdim.
Onlar sanki bundan hoşlanmadılar. Hıdr denen hususi hücresinde bulunan kız bunu
işitmişti: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, sana bakmanı emretmişse, bak!
Aksi taktirde Allah aşkına bana bakma!" dedi. Sanki kız da bu bakma işini
büyütmüştü. Muğire sözüne devamla dedi ki: "Ben kıza baktım ve
onunla evlendim." Muğire kızla aralarındaki uyuşmayı da
zikretti."
6540 Adiyy İbnu Amire el-Kindi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dul kadın, kendi
arzusunu açıkça ifade eder, bakire kızın rızası sükutundan
anlaşılır."
6541 İbnu Bureyde, babası Büreyde'den naklediyor:
"Genç bir kız, Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Babam, hakirliğini
benimle gidermek için kardeşinin oğluyla evlendirdi" diye şikayette
bulundu. Büreyde devamla der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
(bu nikahın kabul veya reddinde) yetkiyi kıza bıraktı. Kız da: "Ben babamın
yaptığı işi kabul ettim fakat babaların böyle yapmaya haklarının olmadığının
kadınlarca bilinmesini istedim" dedi."
6542 Abdullah İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe
radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken
zifaf yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken
vefat etti"
6543 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın
anlattığına göre, "Osman İbnu Maz'un radıyallahu anh vefat ettiği zaman, geride
yetim bir kızını bıraktı. İbnu Ömer der ki: "Dayım Kudame ki kızın
da amcasıydı- o kızı bana nikahladı. Bu nikah işi, kızın babasının ölümünden
sonra olmuştu. Kız, amcasının yaptığı bu nikahtan hoşlanmadı ve Muğire İbnu
Şu'be ile evlendirilmesini arzu etti. (Kız buluğ çağına vardıktan) sonra amcası,
onu Muğire ile evlendirdi."
6544 Hz. Aişe ve İbnu Abbas
radıyallahu anhüm'ün anlattıklarına göre, "Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Veliden izinsiz nikah sahih olmaz" buyurmuştur."
6545 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kadın kadını evlendiremez. Kadın kendi başına da evlenemez. Zani kadın
kendi kendine evlenen kadındır."
6546 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İslam'da şiğar
yoktur."
6547 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe radıyallahu anha'yı, elli dirhem
değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı."
6548 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah'a hamd etmekle başlamayan her hayırlı işin bereketi
güdüktür."
6549 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şu nikahı ilan edin ve bunun için davul
da döğün."
6550 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bir seferinde Medine-i Münevvere'nin bir
yerinden geçmişti. Bir kısım cariyelerin deflerini çaldıklarını ve şöyle
söylediklerini işitti: "Biz Beni Neccar'ın kızlarıyız Komşu olarak Muhammed ne
iyi!" Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Allah da bilir, ben sizleri cidden
seviyorum" buyurdular."
6551 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Hz. Aişe ensardan, bir yakını kızcağızı evlendirmişti. Resulullah
gelince: "Genç kızı (kocasına) gönderdiniz mi?" diye sordu. Evdekiler "evet!"
deyince "Kızla birlikte bir de çalgıcı gönderdiniz mi?" dedi. Onlardan "Hayır
göndermedik" cevabını alınca, Aleyhissalatu vesselam: "Ensar, aralarında gazel
okuma adeti mevcut olan bir cemaattir. Keşke onlara: "Size geldik size geldik,
size selam bize selam" deyiverecek birini gönderseydiniz"
buyurdular."
6552 Mücahid merhum anlatyor: "Ben İbnu Ömer
radıyallahu anhüma ile beraberdim. Derken bir davul sesi işitti. Derhal iki
parmağını iki kulağına soktu ve oradan (hızla) uzaklaştı. Bunu üç kere yaptı.
Sonra: "Resulullah aleyhissalatu vesselam da böyle yapmıştı"
dedi."
6553 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, erkeklere benzemeye çalışan kadına ve kadınlara
benzemeye çalışan erkeğe lanet etti."
6554 eleme ve Hz. Aişe
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatuvesselam bize Fatıma'yi
zifafa hazirlayip, Ali radiyallahu anha teslim etmemizi emretti.Hemen gidip ilk
is, Batha taraflarından getirilen yumusak topraktan Ali'nin evinin tabanına
yaydik. Sonra iki yastiğin icerisine, ellerimizle dikmis olduğumuz hurma lifi
doldurduk. Hurma ve kuru uzumle ziyafet hazirladik, üzerine tatli su ictik.
Sonra üzerine elbise takilip, su kabi asılacak bir agac parcasini getirip odanin
bir kenarina koyduk. Biz, Hz. Fatıma radiyallahu anhanin duğununden daha guzel
bir duğun gormedik."
6555 reyre radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Duğun yemegi ilk gün haktir,
ikinci gün mesrudur, ucuncu gün riya ve gösterristir."
6556 Utbe
İbnu Abdi's-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz hanımına temas edeceği vakit örtünsün, eşekler gibi
çırılçıplak soyunmasın."
6557 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah, hanımına
dübüründen temas eden kimseye rahmet nazarıyla
bakmayacaktır."
6558 Huzeyme İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah, hakkı beyanda haya
talep etmez." Bunu üç kere tekrarladı, sonra şöyle devam etti: "Kadınlara
dübürlerinden temas etmeyin!"
6559 Hz. Ömer radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hür kadının izni olmadan ona azil
yapmayı yasakladı."
6560 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselsm'ı işittim, şu iki nikahı
yasaklamıştı: "Kişinin, kadınla kadının halasını, veya kadınla kadının teyzesini
bir nikahta birleştirmesi."
6561 Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın, halası veya
teyzesi üzerine nikahlanamaz."
6562 Hz. İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hulle yapana da yaptırana
da lanet etti."
6563 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Sizlere kiralık döl hayvanını
haber vereyim mi?" buyurdular. (Yanında bulunanlar:) "Evet ey Allah'ın Resulü!
Haber verin!" dediler. "O hülle yapandır. Allah hülle yapana da hülle yaptırana
da lanet etsin!" buyurdular."
6564 Abdullah İbnu'z-Zübeyr
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Barsakları birbirinden ayıran miktarda süt emilmedikçe evlenme yasağı hasıl
olan emme vuku bulmaz."
6565 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Safiyye radıyallahu anhhayı azad etti ve
azadlığını onun mehri kıldı ve onunla (hürre olarak)
evlendi."
6566 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Köle,
efendisinin izni olmadan evlenirse, zani sayılır."
6567 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab halife olunca halka hitap etti
ve dedi ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mut'a nikahını bize üç kere helal
kılmıştı, sonra onu haram kıldı. Vallahi, mut'a nikahı yapan evli bir kimseyi
duyarsam onu taşla recmederim. Böyle birisi, recm olmaktan kendini kurtarabilmek
için, bana, Resulullah'ın, onu haram kıldıktan sonra tekrar helal kıldığına dair
dört şahid getirmelidir."
6568 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nutfeleriniz için
(kadının) hayırlısını tercih edin. Kendinize denk olanlarla evlenin,
denklerinizin kızını isteyin."
6569 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, zevce-i pakleri Safiyye Bintu
Huyey radıyallahu anha'ya bir sebeple kızmışlardı. Safiyye bana: "Ey
Aişe! "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı benden razı edecek bir çaren var mı?
Böyle bir çare bulursan ben Resulullah'ın bana uğrama sırası olan bugünü sana
vereceğim!" dedi. Ben de: "Evet var!" dedim. Zaferanla boyalı olan başörtümü
aldım, (nefis) kokusunu neşretmesi için üzerine su çiledim. Sonra (bunu üzerime
alarak) gidip Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına oturdum. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Aişe! Benden uzak dur, bugün senin günün değil!" buyurdular. Ben
de: "Bu Allah'ın lütfudur, dilediğine verir" dedim ve (Safiyye ile aramızda)
olup biteni anlattım. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam, Safiyye'den razı
oldu."
6570 Ebu Rühm radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "En hayırlı şefaatlerden biri, evlenecek
iki kişinin arasında yardımcı olmaktır."
6571 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "(Bir gün) Üsame radıyallahu anh kapının eşiğine takılıp düştü
ve yüzü kanadı. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Ondan şu ezayı
temizleyiver!" buyurdular. Ben ise tiksindim (ve bunu yapmaktan imtina ettim).
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam, onun kanını emip yüzünden atmaya başladı.
Sonra da: "Eğer Usame bir kız olsaydı onu süsleyip, (güzel) giydirecek ve
(evlenmeye) cazip kılacaktım" buyurdular."
6572 İbnu Abbas
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en iyi
olanınızım."
6573 Abdullah İbnu Amr (İbni'I-As) radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizin en
hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi davrananlardır."
6574 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam benimle koşu
yarışı yaptı. Yarışı ben kazandım."
6575 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Safiyye Bintu Huyey radıyallahu
anha ile evlenmiş olarak Medine-i Münevvere'ye geldiği zaman, Ensar kadınları
(yanıma) gelip ondan (ve güzelliğinden bana) haber verdiler. Hz. Aişe devamla
der ki:- "Kendimi tanınmayacak bir hale getirip, üzerime örtu alıp (onu görmek
üzere) ben de gittim. Resulullah aleyhissalatu vesselam (açık olan) gözüme bakıp
beni tanıdı. Bunun üzerine ben hemen geri döndüm ve hızlıca yürüdüm.
Aleyhissalatu vesselam da peşimden gelerek bana yetişti ve beni kucakladı.
Sonra: "(Safiyye'yi) nasıl buldun?" diye sordu. Ben de: "Bırak (beni)! Yahudi
kadınlardan bir yahudi kadındır!" dedim."
6576 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Zeyneb (Bintu Cahş) odama izinsiz olarak öfkeyle
girinceye kadar (kumalarımın bana kızdıklarını) bilmiyordum. (Zeyneb odama
girdikten) sonra: "Ey Allah'ın Resulü! Ebu Bekr'in kızının, kollarını sana
sarması sana yeterli mi?" diye çıkıştı, sonra da bana yöneldi. Ben de ondan
yüzümü çevirdim, (söylediklerine cevap vermedim). Öyle ki Aleyhissalatu vesselam
(dayanamayıp): "Onu durdur ve kendini müdafaa et!" dedi. Bunun üzerine Zeyneb'e
yöneldim, (gereken cevabı verdim. Öyle oldu ki) bana cevap veremez hale geldi ve
sonunda ağzının tükrüğünün kuruduğunu farkettim. Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın (bu durumdan memnun olarak) yüzünün güldüğünü
gördüm."
6577 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu
vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber
oynardık."
6578 Haris İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Ümmü Seleme radıyallahu anha ile Şevval
ayında nikahlandı ve Şevval ayında onunla gerdeğe
girdi."
6579 Mıhmar İbnu Mu'aviye radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Uğursuzluk
yoktur. Ancak üç şeyde uğur olabilir: Kadında, atta,
evde."
6580 Salim'in babası (Abdullah İbnu Ömer) radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Uğursuzluk
üç şeydedir: At, kadın ve evdedir." Zühri der ki: "Bana Ebu Ubeyde
İbnu Abdillah İbni Zeme'a, büyük annesi Zeyneb'in Ümmü Seleme'den, onun bu üç
şeyi sayıp bir de kılıncı ilave ettiğini rivayet etti.
6581 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kıskançlığın bazısını Allah sever, bazısını da sevmez. Allah'ın
sevdiği kıskançlık, kötülük olduğunda kuvvetli zan beslendiği zaman duyulan
kıskançlıktır. Allah'ın hoşlanmadığı kıskançlık da zayıf bir ihtimal karşısında
duyulan kıskançlıktır."
6582 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Hz. Hatice radıyallahu anha'ya duyduğum kadar hiçbir kadına karşı kıskançlık
duymadım. Bu da, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın onu çok zikretmesinden
ileri gelmişti. Nitekim Resulullah'ın Rabbi, ona, Hz. Hatice'yi cennette
kamıştan İbnu Mace der ki: yani altından mamul bir evle müjdelemesini
emretmişti."
6583 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Çölde
yaşayan bedevilerden biri Resulullah aleyhissalatu vesselam'a geldi ve: "Ey
Allah'ın Resulü! Karım, benim yatağımda siyah bir çocuk doğurdu. Biz, asla
aramızda siyah bulunmayan bir aileyiz dedi. Aleyhissalatu vesselam. "Senin
develerin var mı?" diye sordu. Adam "Evet, var!" deyince: "Renkleri nedir?" diye
sordu. Adam "Kızıl!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam "Aralarında siyah
da var mı?" dedi. Adam "Hayır!" deyince: "Peki boz deve var mı?" diye sordu.
Adam "Evet var!" deyince: "Pekiyi bu nereden oldu?" diye sordu. Adam "Belki bir
damara çekmiştir!" deyince: "Senin o oğlun da bir damara çekmiş olabilir!"
buyurdular."
6584 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, çocuğun yatak sahibine ait olduğuna
hükmetmiştir."
6585 Ebu Ümame el-Bahili anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "Çocuk yatağa aittir, zaniye mahrumiyet (veya taşla
öldürülmek) vardır" buyurdular.
6586 Ebu Ümame radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın geldi, yanında iki de
çocuğu vardı. Kadın bunlardan birini sırtına almış, diğerini de yediyordu.
Aleyhissalatu vesselam onu görünce (takdirlerini) şöyle ifade buyurdular:
"(Kadınlar çocuklarını karınlarında) taşırlar, doğururlar ve onlara merhamet
beslerler. Bunlar bir de kocalarına eziyet vermeseler, namazlarını kılanlar
cennete girerler!"
6587 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haram, helali haram
kılmaz."
6588 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kısım insanlara ne oluyor da Allah'ın
hududuyla oynarlar. Onlardan biri çıkıp: "(Ey kadın) seni boşadım, sana dönüş
yaptım, seni boşadım" der."
6589 Zübeyr İbnu'l-Avvam radıyallahu
anh'ın anlattığına göre: "Ümmü Külsüm Bintu Ukbe nikahı altında idi. Hanım,
hamile olduğu halde kendisine: "Bir talakla nefsimi boş kıl!" diye talepte
bulundu. Bunun üzerine o da hanımını bir talakla boşadı. Sonra namaza gitti.
Döndüğünde hanımını doğum yapmış buldu. Zübeyr: "Bu kadına ne oluyor? O, beni
aldattı, Allah da onu aldatsın!" dedi. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
gidip durumu anlattı. Aleyhissalatu vesselam: "İddet süresi, beklenmedik bir
anda sona ermiştir. Sen ona yeniden talip ol!" demiştir."
6590 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Amra Bintu'l-Cevn, zifaf için yanına geldiği
vakit Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan istiazede bulunmuştu. Aleyhissalatu
vesselam da: "(Ey kadın!) Sen gerekten sığınılacak birisine (Allah'a) sığındın!"
buyurup kadını hemen boşadı. Üsame veya Enes'e emredip ona razıkiyye (denilen
beyaz keten kumaştan mamul) üç kat elbise verdi."
6591 Amr İbnu
Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın, kocasının kendisini boşadığını
iddia eder ve bu iddiasına adil bir şahit de getirirse kocasından bu hususta
yemin talep edilir. Boşamadım diye yemin ederse şahidin şehadeti batıl olur.
Yeminden imtina ederse bu imtinası ikinci şahid yerine
geçer."
6592 Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kalem çocuktan, mecnundan ve
uyuyandan kaldırılmıştır."
6593 Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala
hazretleri ümmetimin hata, unutma ve mecbur edilme (ikrah) hallerini
affetmiştir."
6594 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri
ümmetimden hata, unutma ve zorlanma(nın günahını)
affetmiştir."
6595 Misver İbnu Mahreme radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikahtan önce talak yoktur.
Temellükten önce de azadlık yoktur."
6596 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikahtan önce
boşama olmaz."
6597 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mazur bir sebep yokken
kocasından boşanma talep eden kadın cennetin kokusunu bile bulamaz. Halbuki
cennetin kokusu kırk yıllık yürüme mesafesinden duyulur."
6598 Amr
İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Habibe Bintu
Sehl, Sabit İbnu Kays, İbni Şemmas radıyallahu anhüma'nın nikahı altında idi.
Sabit ise kısa boylu çirkin bir adamdı. Habibe, Aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Vallahi, Allah'tan korkmasam, kocam yanıma girince
suratına tüküreceğim (o kadar nefret ediyorum)" der.Aleyhissalatu vesselam:
"(Mehir olarak aldığın) bahçeyi geri verir misin?" dedi. Kadın "evet!"
dedi. Ravi der ki: "Kadın bahçeyi Sabit'e iade etti. Resulullah
aleyhissalatu vesselam da onları ayırdı."
6599 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, hanımlarının
hücrelerine bir ay girmemeye yemin etti. Böylece yirmidokuz gün onlardan ayrı
kaldı. Otuzuncu akşam olunca yanıma girdi. Kendisine: "Sen yanımıza tam bir ay
girmemeye yemin etmiştin" dedim. Parmaklarıyla işaret ederek: "Ay şöyledir" dedi
(ve otuzu gösterdi). "Ay şöyledir!" diyerek (iki elinin) parmaklarını saldı.
Üçüncüde bir parmağını tutup (yirmidokuzu gösterdi)."
6600 Hz.
Aişe anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ilada bulundu. Sebebi de
hediyesinin Zeyneb Bintu Cahş tarafından reddedilmiş olması idi. Bunun üzerine
Aişe radıyallahu anha Aleyhissalatu vesselam: "Zeyneb senin hediyeni muhakkak
küçümsemiş olmalı" dedi. Bunun üzerine öfkelenen Resul-ü Ekrem aleyhissalatu
vesselam bütün kadınlarından ila etti (ayrı kalmaya yemin
etti.)."
[TOP]
NİYET
Kimlik alan
5715 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ameller niyetlere
göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve
Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği
bir dünyalığa veya nikahlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği
şeyedir."
5716 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah bir kavme azap indirdi
mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (Kıyamet gününde)
herkes niyetlerine (ve amellerine) göre diriltilirler."
5717 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim kırk sabah Allah'a ihlaslı olursa, kalbinden
lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar."
7263 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki insanlar Kıyamet günü niyetleri üzere
diriltilecekler."
[TOP]
ORUÇ
Kimlik alan
3082 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ademoğlunun her
ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller
en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allah Teala
Hazretleri (bir hadis-i kudside) şöyle buyurmuştur: "Oruç bu kaideden hariçtir.
Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükafaatlandıracağım.
Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti." "Oruçlu için iki
sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine
kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halüf), Allah
indinde misk kokusundan daha hoştur.''
3083 Bir rivayette de şöyle
buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz
sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya
kavga edecek olursa "ben oruçluyum!'' desin (ve ona
bulaşmasın).''
3084 Yine Ebu Hüreyıe (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Allah Teala yolunda bir
gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan
bir hendek kılar.''
3085 Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resülü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah
beni mükafaatlandırsın.'' "Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira
onun bir eşi yoktur.''
3086 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cennette Reyyan
denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi
artık kapanır, kimse oradan giremez." Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade
var: "Oraya kim girerse ebediyyen susamaz.''
3087 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır.
Üstelik bu sebeple oruçlunun seyabından hiçbir eksilme
olmaz.''
3088 Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"ResuluIIah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ramazan ayı girdiği zaman
cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire
vurulur."
3089 Nesai 'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Bir
münadi, her gece şöyle nida edip bağırır: "Ey hayır isteyen, gel! Ey şer isteyen
kendini şerden tut!''
3090 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Ramazandan sonra hangi oruç efdaldir?''
diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Ramazanı ta'zim için Şa'ban!"
Tekrar soruldu: "Hangi sadaka efdaIdir?'' "Ramazanda
verilen!'' cevabını verdi.''
3091 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ramazanı zikrederek buyurdular
ki: "Hilali görünceye kadar oruç tutmayın, yine (müteakip) hilali görünceye
kadar da yemeyin. Bulut araya girerse ayı takdir edin.'' Buhari'nin bir
rivayetinde: "Bulut, görmenize mani olursa sayıyı otuza tamamlayın'' denmiştir.
Müslim ve Nesai'nin Ebu Hüreyre'den kaydettikleri bir rivayette: "Hava bulutlu
ise otuz gün oruç tutun'' denmiştir.
3092 Huzeyfe (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ramazan
ayını, hilali görmedikçe veya sayıyı ikmal etmedikçe öne alıp başlatmayın.
(Hilali görüp veya sayıyı tamamladıktan) sonra müteakip hilali görünceye veya
sayıyı tamalayıncaya kadar orucu tutun"
3093 Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Şaban ayının günlerini
hesapladığı kadar başka bir ayın günlerini hesaplamazdı. Sonra Ramazan hilalini
görünce oruca başlardı. Eğer bulut araya girer (hilaIi göremez) ise (şabanı)
otuz gün olarak hesaplar, sonra ramazan orucuna
başlardı."
3094 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Bir
Bedevi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ben hilali
-yani ramazan hilalini- gördüm!'' dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet getirir misin?" dedi. Adam buna da,
"evet!" diye cevap verince, Efendimiz: "Ey Bilal! dedi, halka yarın
oruç tutmalarını ilan et!"
3095 İbnu Ömer (radıyallalıu anh)
anlatıyor: "Halk hilali görmek için gayret sarfetti. Ben, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a gördüğümü (tek başıma) söyledim. Sözüm üzerıne oruç
tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti.''
3096 Hüseyin
İbnu'l-Haris el-Cedeli, Haris İbnu Hatib (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Haris
dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hiIali görünce oruç tutmamızı
emretti, eğer biz göremez de iki adil şahid gördükleri hususunda şehadet
ederlerse, onların şehadetlerine uyarak tutacaktık.''
3097 Ebu
Umayr İbnu Enes, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından olan
amcalarından naklettiğine göre, bir grup kimse Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a binekleriyle gelip: "Dün hilali gördük'' diye şehadette bulundular.
Bunun üzerine, Efendimiz onlara oruçlarını açmalarını, sabah olunca da musallaya
(bayram namazına) gelmelerini emretti."
3098 Küreyb (rahimehullah)
anlatıyor: "Ben Şam'da iken ramazan hilali beklenmişti. Hilali bir cum'a günü
ben de gördüm. Sonra ayın sonunda Medine'ye geldim. lbnu Abbas (radıyallahu
anhüma): "Hilali ne zaman görmüştünüz?'' diye sordu. Ben
"Cum'a günü!'' dedim. İbnu Abbas tekrar: "Sen de hilali gördün mü?''
dedi. Ben: "Evet, hem ben, hem de halk gördü ve herkes oruç tuttu.
Hz. Muaviye (radıyallahu anh) de oruç tuttu!'' dedim. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma): "Ama biz hilali cumartesi gecesi gördük. Öyleyse otuza
tamamlayıncaya veya hilali görünceye kadar tutmalıyız!'' dedi. Ben:
"Hz. Muaviye'nin görmesiyle ve onun orucuyla iktifa etmiyor musun?'' dedim.
Cevaben: "Hayır! Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize böyle
emretti'' dedi.''
3099 Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"(Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) iftar, hep
beraber) ettiğiniz gündekidir. (Muteber) kurban (hep beraber) kurban kestiğiniz
gündekidir.''
3100 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ramazan ayı şöyle, şöyle
şöyledir -bu sırada iki elini bütün parmaklarıyla iki sefer çırptı, üçüncu
çırpışta sağ veya sol başparmağını yumdu.-"
3101 Müslim ve
Nesai'de gelen bir rivayette: "Biz ümmi bir milletiz, ne yazı ne de hesap
biliriz. Ay, şöyle şöyledir" dedi. Yani bir defasında yirmidokuz, bir defasında
otuz gösterdi" denmiştir."
3102 Ebu Bekre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki bayram ayı
eksilmezler: Bunlar Ramazan ve Zü'l-Hicce aylarıdır."
3103 Hz.
Hafsa (radıyallabu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu
yoktur.''
3104 Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhüma)
buyurdular ki: "Sadece şafaktan önce niyet edenlerin orucu
muteberdir.''
3105 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün bana: " Yanında
(yiyecek) bir şey var mı?'' diye sordu. "Hayır!'' demem üzerine:
"Ben oruç tutacağım!'' buyurdu. Yanımdan çıkınca bize bir hediye geldi -veya
bize bir grup misafir geldi.- Resulullah (aleyhissalatu vesselam) eve geri
dönünce: "Ey Allah'ın Resulü bize bir hediye geldi -veya bize
ziyaretçiler geldi- sana yiyecek bir şey hazırladım!'' dedim. "Nedir
o?'' diye sordu. Ben: "Hays! (un, yağ, hurmadan yapılan bir yemek)''
dedim. "Getir onu!'' buyurdu. Ben de getirdim. Aleyhissalatu
vesselam onu yedi, sonra: "Oruçlu olarak sabahlamıştım''
buyurdu.'' Mücahid (rahimehullah) der ki: "Bu, malından sadaka
çıkaran adam gibidir, o, dilerse çıkardığı sadakayı verir (yani kararını icra
eder), isterse vermekten vazgeçer.''
3106 Ümmü'd-Derda anlatıyor:
"Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) gündüzleyin gelir: "Yanınızda yiyecek var mı?''
diye sorardı. Şayet biz: "Hayır, yok!'' diyecek olsak: "Öyleyse bugün ben
oruçluyum!'' derdi. Ebu Talha, Ebu Hüreyre, İbnu Abbas, Huzeyfe (radıyallahu
anhüm) hep böyle yaptılar."
3107 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim
kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez. Kim de isteyerek kusarsa
orucunu kaza etsin."
3108 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Üç şey vardır orucu bozmaz:
Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak.''
3109 Ma'dan
İbnu Talha, kendisine Ebu'd-Derda (radıyallahu anh)'nın şunu anlattığını
söylemiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) kustu ve orucunu açtı. Sevban
(radıyallahu anha) bu meseleyi sordu. Sevban: "Doğru söylemiş, o
zaman abdest suyunu ben döktüm'' dedi.''
3110 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ihramlı
olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de hacamat
oldu."
3111 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz oruçlunun
hacamat olmasını, sadece bitap düşmesinden korkup
terkettik."
3112 İbnu Ebi Leyla, Sahabi bir zattan naklediyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hacamat olmaktan, muvasaladan (üst üste bir
kaç gün oruç açmamaktan) yasakladı. Ancak bunları Ashabına haram kılmadı.
Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, sen sahura kadar orucu devam ettiriyorsun''
denildi de şu cevabı verdi: "Ben sahura kadar uzatıyorum, zira
Rabbim bana yedirip içirmektedir."
3113 Rafi' İbnu Hadic
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Şöyle
buyurdulaı: "Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu
açmıştır."
3114 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, gözüm ağrıyor, oruçlu olduğum halde sürme
çekiyorum (bu, orucumu bozar mı?)'' diye sordu. Resulullah: "Hayır (bozmaz)"
dedi.''
3115 Abdurrahman İbnu Nu'man İbni Ma'bed İbni Hevze an
ebihi an ceddihi anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) uyku sırasında
gözlere miskle karıştırılmış ismid (sürmesi) çekilmesini emir buyurdu
ve: "Oruçlu bundan sakınsın!" dedi."
3116 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) oruçlu olduğu
halde hanımlarından birini öperdi" (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra
güldü.)
3117 Bir başka rivayette şöyle der: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), oruçlu iken mübaşerette bulunurdu. O, nefsine
hepinizden çok hakim idi.''
3118 Hz. Cabir anlatıyor: "Hz. Ömer
İbnu'I-Hattab (radıyallahu anhüma) (bir gün telaşla gelerek): "Ey
Allah'ın Resulü! Bugün ben büyük bir hatada bulundum, oruçlu iken (hanımımı)
öptüm!'' dedi. Resulullah da şöyle cevapladı: "Sen oruçlu iken
mazmaza yapmaz mısın? (Bu orucunu bozar mı?)'' (Ravilerden İsa İbnu
Hammad rivayetinde) der ki: "Dedim ki: "Bunda bir beis yok!'' Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Öyleyse niye (öpmeden
telaşa düşüyorsun?)''
3119 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a oçuçlunun hanımıyla
mübaşeretinden sordu. Aleyhissalatu vessalam ruhsat verdi. Arkadan
bir başkası geldi, o da aynı şeyi sordu. Buna mübaşereti yasakladı.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ruhsat tanıdığı kimse yaşlı birisiydi,
yasakladığı kimse de gençti.''
3120 Nafi merhum anlatıyor:
"Abdullah İbnu Ömer (radıyallahü anhüma) oruçluyu öpme ve mübaşeretten men
ederdi."
3121 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim oruçlu olduğu halde
unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip
içirmiştir."
3122 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bazan olurdu bir ay boyu oruç tutmazdı ve
o aydan hiç oruç tutmayacağını zannederdik. Bazan da (öylesine ara vermeden)
tutardı ki, o aydan hiç bir günü oruçsuz geçirmeyecek zannederdik. Sen onu,
geceleyin namaz kılarken görmek istesen mutlaka görürdün. Geceleyin uyur görmek
istesen mutlaka görürdün."
3123 İbnu Abbas (radıyallabu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), ramazan dışında hiçbir ayı tam
olarak oruçlu geçirmedi."
3124 Katade (rahimehullah) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Aşura orucunun önceki yılın
günahlarına kefaret olacağını Allah(ın rahmetin)den
umarım.''
3125 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ramazan
(farz olmazdan) önce Aşura orucu tutuluyordu. Ramazanın farziyeti indikten sonra
onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı."
3126 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye
gelince, yahudileri Aşüra günü oruç tutar gördü. Onlara: "Bu da ne,
(niçin oruç tutuyorsunuz)?" diye sordu. "Bu, salih (hayırlı) bir
gündür. Allah, o günde Beni İsrail'i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz.
Musa o gün oruç tuttu '' dediler. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam): "Ben Musa'ya sizden daha layığım" buyurup o gün oruç
tuttu ve müslümanlarada tutmalarını emretti.
3127 Kays İbnu Sa'd
İbnu Ubade (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Biz Aşura günü oruç tutuyor ve
sadaka-ı fıtrı ödüyorduk. Ramazan orucunun farziyyeti ve zekat emri inince artık
onunla emredilmedik, ondan yasaklanmadık da, biz onu
yapıyorduk."
3128 Abbad İbnu Hanif anlatıyor: "Sa'id İbnu Cübeyr
(rahimehullah)'e Receb ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabı
verdi: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ı dinledim, şöyle demişti:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Receb ayında bazı yıllarda öyle oçuç
tutardı ki biz, "(Galiba). hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)'' derdik.
(Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz; "(Galiba) hiç tutmayacak''
derdik.''
3129 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam (bazan) oruca öyle devam ederdi ki, "(Bu ay) hiç
yemiyecek'' derdik. Bazan da öyle devamlı yerdi ki, "(Bu ay) hiç tutmayacak''
derdik. Ben, onun ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim.
Herhangi bir ayda, şaban ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da
görmedim."
3130 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: "Ben,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Şaban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe
tam olarak oruçla geçirdiğini göımedim."
3131 Hz. Üsame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, Şaban ayında tuttuğun
kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum (sebebi nedir?)'' diye sordum. Şu
cevabı verdi: "Bu, Receb'le Ramazan arasında insanların gaflet
ettikleri bir aydır. Halbuki O, amellerin Rabbülalemin'e yükseltildiği bir
aydır. Ben, oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini
istiyorum."
3132 Eyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval
ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş
olur."
3133 Hüneyde İbnu Halid hanımından, o da Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın zevcelerinden birinden anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Zilhicce'den dokuz günle Aşura günü oruç tututardı. Bir
de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü oruç
tutardı."
3134 Kasım İbnu Muhammed (rahimehullah) anlatıyor: "Hz.
Aişe (radıyallahu anha) Arefe günü oruç tutardı. Ben Arefe akşamı imamın (hacc
emirinin, Müzdelife'ye gitmek üzere) hareket ettiği sırada Hz. Aişe'nin yerinde
kalarak, halkla kendi arasında bir boşluk açılana kadar bekleyip sonra içecek
birşeyler isteyerek iftar yaptığını gördüm."
3135 Ebu Katade
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulüllah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Arafat günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına kefaret
olacağına Allah'ın rahmetinden ümidim var."
3136 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam pazartesi ve
perşembe günlerinde oruç(la sevap) arardı."
3137 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ameller Allah Teala hazretlerine pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Ben,
amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini
severim."
3138 Abdullah İbnu Katade İbni Milhan el-Kaysi, babası
(radıyallahu anh)'ndan anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bize
eyyam-ı bi'z'de yani ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmamızı
emrederdi ve "Bunlar yıl orucu vaziyetindedir'' derdi.''
3139 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
eyyamu'l-bi'z'de oruç tutmayı hazerde de seferde de
bırakmazdı."
3140 Muazetu'l Adeviyye anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'den sorduın: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) her ay üç
gün oruç tutar mıydı?'' "Evet!'' diye cevap verdi. Ben
tekrar: "Ayın hangi günlerinde tutardı?'' dedim. "Hangi
günde oruç tuttuğuna ehemmiyet vermezdi'' diye cevap
verdi.''
3141 Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim ber ayda üç gün oruç
tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teala hazretleri bu hususu te'yiden
kitabında şu ayeti indirdi: "Kim bir hayır işlerse o kendisinden on misliyle
kabul edilir" (En'am 160). Bir gün on misliyle kabul
ediliyor."
3142 Amir İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zahmetsiz ganimet kışta
tutulan oruçtur.''
3143 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) herhangi
bir güne ayrı bir ehemmiyet verir miydi?'' diye sordum. "Hayır!''
dedi ve ilave etti: "O'nun ameli hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi. Hanginiz
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın tahammül ettiği şeye
dayanabilir?"
3144 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İki günde oruç caiz olmaz:
Fıtır günü (Ramazan bayramının birinci günü) ve Nahr
günü."
3145 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Arefe günü, kurban günü ve
teşrik günleri, biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme
günleridir."
3146 Nübeyşe el-Hüzeli (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Teşrik günleri, yeme-içme
ve Allah'ı zikretme günleridir."
3147 Sıla İbnu Züfer anlatıyor:
"Biz, Şabandan mı, Ramazandan mı olduğu şüphe edilen günde Ammar (radıyallahu
anh)'ın yanında idik. Bize kızartılmış bir koyun getirildi. Cemaatten biri: "Ben
oruçluyum'' diyerek geri çekildi. Ammar: "Kim bugün oruç tutarsa, muhakkak
olarak Ebu'I Kasım aleyhissalatu vesselam'a isyan etmiştir"
dedi".
3148 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim ebed orucu tutarsa, ne oruç tutmuş,
ne iftar etmiştir.''
3149 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şaban ayı
yarılandı mı artık oruç tutmayın."
3150 Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sizden kimse, ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer
bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu
tutsun.''
3151 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Arefe günü Arafat'da oruç tutmayı
yasakladı.''
3152 Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden hiç
kimse, cum'agünü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç
tutuyorsa bu takdirde cum'a günü de oruç
tutabilir."
3153 Müslim'in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Cum'a
gecesini, diğer geceler arasında gece namazına tahsis etmeyin, cum'a gününü de
diğer günler arasında oruç günü olarak tayin etmeyin, ancak birinizin tutmakta
olduğu oruç arasına denk gelirse o hariç."
3154 Abdullah İbnu Büsr
es-Sülemi, kızkardeşi es-Samma (radıyallahu anh)'dan naklediyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak
Allah'ın size farzettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev'inden
bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa
onu ağzında çiğnesin (ve yine de cumartesi günü oruçlu
olmasın).''
3155 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda
bereket var."
3156 Amr İbnu'I-As (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bizim orucumuzla Ehl-i
Kitab'ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.''
3157 Zeyd İbnu
Sabit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'Ia
birlikte sahur yemeği yedik, sonra namaza kalktık.'' Kendisine: "(Yemekle sahur)
arasında ne kadar zaman geçti?'' diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Elli ayet
(okuyacak) kadar!"
3158 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben ailem içerisinde sahuryemeği yiyordum. Sonra ben, sabah namazını
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'Ia birlikte kılmak için sür'atli
yiyordum."
3159 Zirr İbnu Hubeyş anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu
anh)'ye: "Sen Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte hangi vakitte
sahur yedin?'' diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Gündüzdü, ancak güneş
doğmamıştı.''
3160 Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Fecr-i kazib size mani
olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin
için.''
3161 Buhari ve Müslim'in İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan
rivayetlerine göre, ResuluIlah, fecr-i sadık'ı tarif ederken: "0, enlemesine
görülen aydınlıktır, uzunlamasına görülen değil"
buyurdu."
3162 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz ezanı işitince
(yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar onu
bırakmasın.''
3163 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Gece şu taraftan (doğudan)
gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de batınca oruçlu
orucunu açmıştır."
3164 Humeyd İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Hz.
Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüma), akşam namazını, gecenin karanlığını
(ufukta) görür görmez daha iftarı açmadan kılarlar, namazdan sonra da oruçlarını
açarlardı. Bunu ramazanda yaparlardı."
3165 Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"İnsanlar iftarda ta'cile yer verdikleri müddetçe hayır üzere devam
ederler."
3166 İmam Malik'ten anlatıldığına göre, Abdulkerim İbnu
Ebi'I-Muharik'in şöyle söylediğini işitmiştir: "Nübüvvet (peygamberlik)
amellerinden biri de iftarın ta'cili (öne alınması), sahurun da te'hir
edilmesidir.''
3167 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) namaz kılmazdan önce biçkaç taze hurma ile
orucunu açardı. Eger taze hurma yoksa kuru hurma ile açardı. Eğer kuru hurma da
bulamazsa birkaç yudum su yudumlardı."
3168 Mu'az İbnu Zühre
anlatıyor: "Bana ulaştı ki, Resulullah aleyhissalatu vesselam, iftar ettiği
zaman şu duayı okurdu: "Allahümme leke sumtü ve ala rızkıke eftartü. (Ey Allahım
senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu
açıyorum.)"
3169 Mervan İbnu Salim, Hz. İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'den naklediyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam orucunu açınca şöyle
derdi: "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşaallah Teala sevap
kesinleşti." "Rezin, duanın baş kısmına "Elhamdülillah" kelimesini ziyade
etti.''
3170 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Ramazan ayının sonunda oruçları vasletti (yani hiç
bozmadan birkaç gün ard arda devam ettirdi). Onunla birlikte halk da vasletti.
Durum ResululIah'a ulaşınca: Eğer Ramazan ayı bizim için uzatılsaydı
biz onu öyle bir vaslederdik ki derine dalanlar (aşırılar) bundan
(aşırılıklarından) vazgeçmek zorunda kalırlardı. Ben sizin gibi değilim. Ben
gölgelenirim. Rabbim bana hem yedirir hem de içirir."
3171 Ebu
Bekr İbnu Abdirrahman'ın anlattığına göre, babası, Mervan'a Hz. Aişe ve Ümmü
Seleme (radıyallahu anhüma)'nin kendisine şunu haber verdiklerini söylemiştir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ramazan ayında, rüya sebebiyle olmaksızın
cünüb olarak fecir vaktine ulaştığı olurdu da, kalkıp yıkanır ve orucunu
tutardı."
3172 Amir. İbnu Rebi'a (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı, oruçlu iken misvaklandığını sayamayacağım
kadar çok gördüm."
3173 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) şöyle
demiştir: "Oruçlu, günün başında ve sonunda misvak
kullanır.''
3174 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah. (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim yalanı ve onunla ameli
terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı
yoktur."
3175 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biriniz yemeğe davet:
edilince, oruçlu ise: "Ben oruçluyum" desin."
3176 Hz. Aişe
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe (nafile) oruç
tutmasın."
3177 Ümmü Ammare Bintu Ka'b (radıyallahu anha)'ın
anlattığına göre: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yanına girmiştir. Ammare
yemek ikram edince, Aleyhissalatu vesselam: "Sen de ye!" demiş,
kadın: "Ben oruç tutuyorum'' deyince Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Oruçlu kimse, başkasına ikramda bulunur ve yemeğinden başkaları yerse, onlar
yedikleri müddetçe melaike aleyhimüsselam oruçluya rahmet duasında
bulunurlar." Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Oruçlunun yanında
oruçsuzlar yemek yiyecek olursa, melekler oruçluya rahmet
okurlar.''
3178 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın, kocası varken izin
almadan (nafile) oruç tutmasın." Ebu Davud'un rivayetinde, "Ramazan
dışmda" ziyadesi vardır.
3179 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) fetih yılında Mekke'ye
müteveccihen Ramazan ayında yola çıkmıştı. Küra'u'l-Gamim nam mevkiye gelinceye
kadar kendisi de, beraberindekiler de oruç tuttular. Sonra orada bir bardak su
istedi ve bardağı kaldırdı. Herkes bardağa baktı. Sonra sudan içti. Bundan sonra
bazıları kendisine: "Halkın bir kısmı oruç tuttu" diye haber verdi.
Aleyhissalatu vesselam: "Onlar asilerdir! Onlar asilerdir!"
buyurdular."
3180 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz bir
seferde Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraberdik. Aramızda bir kısmı
oruç tutuyor, bir kısmı da tutmuyordu: Sıcak bir günde bir yerde konakladık.
Gölgelenenlerin çoğu elbisesi olanlardı. Bir kısmımız güneşe karşı eliyle
korunuyordu. Derken oruçlular yığılıp kaldılar, oruçsuzlar kalkıp çadırları
kurdular, hayvanları suladılar. Bunun üzerine, Resül-i Ekrem aleyhissalatu
vessalam: "Bugün sevabı oruçsuzlar kazandı!"
buyurdular.''
3181 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir seferdeydi. Etrafına insanların
toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı. "Nesi var?" diye
sordu. "Oruçlu biri!'' dediler. Resulullah (aleyhissalatu
vesselam): "Seferde oruç birr (Allah'ı memnun edecek dindarlık)
değildir!" buyurdular.'' Bir rivayette: "Seferde oruç birr'den
değildir" denmiştir."
3182 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Hamza İbnu Amr el Eslemi (radıyallahu anh), Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'dan yolculuk sırasında tutulan orucu sordu. Kendisi çok oruç tutan
birisi idi. Resulullah şöyle cevap verdiler: "Dilersen tut, dilersen
tutma."
3183 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ile beraber (seferde) idik. Bir kısmımız oruçlu bir
kısmımız oruçsuz idi. Ne oruçlu oruçsuzu ayıplıyor, ne de oruçsuz, oruçluyu
kınıyordu."
3184 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz çok
şiddetli sıcak bir mevsimde, Ramazan ayında Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu.
Aramızda oıuçlu olarak sadece Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile İbnu
Ravaha vardı.''
3185 Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir sefer dönüşü Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğradım.
Bana: "Ey Ebu Umeyye, sabah yemeğini bekle (beraber yiyelim)" buyurdular. Ben:
"Oruçluyum'' dedim: "Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim
(de dinle!" dedi ve devamla:) "Allah Teala Hazretleri yolcudan orucu ve namazın
yarısını kaldırdı" buyurdu."
3186 Abudullah İbnu Ka'b İbni
Malikoğullarından ismi Enes İbnu Malik olan bir adamdan anlatıldığına göre,
demiştir ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala
Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme hususunda ruhsat
tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara, çocukları hususunda endişe
ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı."
3187 Muhammed İbnu
Ka'b anlatıyor: "Ramazanda Enes İbnu Malik (radıyallahu anh)in yanına geldim.
Sefer hazırlığı yapıyordu. Devesi hazırlandı, yolculuk elbisesini giydi. Yemek
getirtip yedi. Ben kendisine: "(Yola çıkarken orucu bozmak) sünnet
midir?" diye sordum. "Evet!" dedi ve bineğine atlayıp yola
çıktı."
3188 İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu
anh) Ramazan ayında yolcu ise ve Medine'ye günün başında gireceğini tahmin
etmişse, oruçlu olarak şehre girerdi."
3189 Mansür el Kelbi
anlatıyor: "Dıhye İbnu Halife (radıyallahu anh), Ramazan'da Dımeşk'e bağlı
köylerden (Mizze adındaki) birinden çıkıp Fustat'tan Akabe köyüne olan mesafe
kadar bir yol aldı. Bu mesafe üç millik bir uzakİıktı. Dıhye ve
beraberindekilerden bir kısmı (o gün) orucu yediler. Bir kısmı ise orucu yemeyi
uygun görmediler. Dıhye, köyüne dönünce; "Vallahi bugün, vuküa
geleceği lıiç aklımdan geçmeyen bir hadise ile karşılaştım: Bir kısım kimseler
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ve ashabı'nın sünnetini beğenmediler"
dedi. Bunu, o gün orucu açmayanlar için söylemişti. Dıhye (radıyallahu anh) bu
hayıflanmasını şöyle noktaladı: "Allahım beni yanına
al!''
3190 Ubeyd İbnu Cübeyr rahimehullah anlatıyor: "Ben,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından olan Ebu Basra el-Gıfari
(radıyallahu anh) ile Fustat'tan yola çıkan bir gemide Ramazan'da beraberdik.
(İskenderiye'ye gitmek istiyordu. Ebu Basra ve beraberindekiler) gemiye
çıkarıldı. (Daha evleri tamamen geçmemişti ki sofra emretti.) Sabah yemeği
getirildi. Bana da: "Yaklaş (beraber yiyelim!)" dedi. Ben: "Evleri
hala görmüyor musun?" dedim. Bana: "Yoksa sen Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın sünnetinden hoşlanmıyor musun?" dedi. Bunun üzerine
o yedi, ben de yedim."
3191 Seleme İbnu'l- Muhabbak (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim sefer
sırasında Ramazan'a erer ve beraberinde kendisini karnını doyuracak yere
götürecek bir bineği varsa nerede olursa olsun orucunu
tutsun."
3192 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüm diyor
ki: "Ramazanı, hastalık ve sefer sebebiyle yiyenler, onu peş peşe
tutarlar."
3193 İbnu Şihab anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve İbnu Abbas
(radıyallahu anhüm) Ramazan orucunun kazası hususunda ihtilaf ettiler. Biri:
"Araları açılabilir'' dedi. Diğeri, "açılamaz!'' dedi. Ben hangisinin
"açılabilir '' dediğini, hangisinin de "açılamaz!'' dediğini
bilmiyorum.''
3194 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Üzerimde
Ramazan orucu bulunurdu da ben onları ancak Şaban ayında kaza edebilirdim. Bu,
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın mevkii sebebiyle
idi."
3195 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde
ölürse, velisi ona bedel tutar."
3196 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Bir kadın Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Annem
vefat etti, üzerinde de nezir orucu borcu var, kendisine bedel oruç tutabilir
miyim?" dedi. Resulullah: "Annen üzerinde borç olsaydı da sen
ödeyiverseydin, bu borç onun yerine ödenmiş olur muydu?" diye sordu.
Kadın: "Evet!" deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse
annene bedel oruç tut!" buyurdu."
3197 İmam Malik'e ulaştığına
göre İbnu Ömer radıyallahu anh, bir kimsenin diğer bir kimse yerine oruç
tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını münker
addederdi."
3198 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben ve
Hafsa oruçlu idik. Bize yiyecek hediye edildi. Ondan yedik. Resulullah
aleyhissalatu vesselam yanımıza girdi. Hafsa (cür'ette) babası gibiydi, sözde
benden evvel davranıp: "Ey Allah'ın Resulü, biz, Aişe ve ben nafile
oruca niyet etmiş, bu niyetle sabaha kavuşmuştuk. Bize bir yemek hediye edildi.
Biz de ondan yedik" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bunun yerine bir
başka gün kaza orucu tutun!" buyurdu."
3199 Esma Bintu Ebi Bekr
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah zamanında bulutlu bir günde orucumuzu
açtık. Sonra güneş doğdu. Hişam'a: "Kaza emredildi mi?" diye soruldu. "Kazasız
olur mu?" diye cevap verdi."
3200 Eslem rahimehullah anlatıyor:
"Ömer bunu, yani kazayı yerine getirdi ve dedi ki: "Bu iş basittir, içtihadda
bulunduk.''
3201 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ramazan ayında, hasta veya
ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç
tutsa bu orucu kaza edemez."
3202 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam geldi ve: "Ey Allah'ın
Resulü, helak oldum" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Seni helak eden
şey nedir?" diye sorunca: "Oruçlu iken hanımıma temas ettim" dedi.
Bunun üzerine Resulullah'la aralarında şu konuşma geçti: "Azad
edecek bir köle bulabilir misin?" "Hayır!" "Üst üste iki
ay oruç tutabilir misin?" "Hayır!" "Altmış fakiri
doyurabilir misin?" "Hayır!" "Öyleyse otur!" Biz bu
minval üzere beklerken, Aleyhissalatu vesselam'a içerisinde hurma bulunan bir
büyük sepet getirildi. "Soru sahibi nerede?" diyerek adamı aradı.
Adam: "Benim! Buradayım!" deyince, Aleyhissalatu
vesselam: "Şu sepeti al, tasadduk et!" dedi. Adam:
"Benden fakirine mi? Allah'a yemin ediyorum, Medine'nin şu iki kayalığı arasında
benden fakiri yok!" cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah güldüler
ve: "Öyleyse bunu ehline yedir!"
buyurdular."
3203 İmam Malik'e ulaştığına göre, Enes İbnu Malik
(radıyallahu anh) yaşlanınca oruç tutamaz oldu. O zaman orucu yedi ve oruca
bedel fidye ödedi."
3204 Yine İmam Malik'e ulaştığına göre;
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhhüma)'e "Hamile kadın, karnındaki çocuk için
endişeye düşecek olur ve oruç da kendisine ağır gelmeye başlarsa ne yapmalı?"
diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Orucu yer, her gün için bir
fakire, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın müddü ile bir müdd buğday
verir."
3205 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, üzerinde Ramazan ayının
orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire
yiyecek versin."
3206 Kasım İbnu Muhammed rahimehullah'dan
anlatıldığına göre şöyle diyordu: "Üzerinde Ramazan borcu olan kimse, kaza
edecek güç ve kuvvette olduğu halde, müteakip Ramazan gelinceye kadaı bunu
tutmamış ise, her bir gün yerine bir fakire bir müdd buğday vermeli ve orucu
kaza etmelidir."
6472 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Her
iftar vaktinde Allah tarafından (cehennemden) azad edilen kimseler bulunur. Bu,
(Ramazanın) her gecesinde olur."
6473 Hz. Enes İbnu Malik
radıyallahu anhuma anlatıyor: "Ramazan ayı girmişti. Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Bu mübarek aya girmiş bulunuyorsunuz. Bu ayda bir gece
vardır ki bin aydan hayırlıdır. Bu gecenin hayır ve bereketinden mahrum kalan
bir kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış gibidir. Onun hayrı ise sadece
(uhrevi saadetten) mahrum kimseye haramdır."
6474 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Ramazan orucunu
hilali görmezden bir gün önce başlatmayı yasakladı."
6475 Hz.
Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhüma minber üstünde şunu
anlatmıştır: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan ayından önce
minberde buyurdular ki: "Ramazan falan gün başlayacak. Biz daha önceden oruç
tutarız. Dileyen önceden başlasın, dileyen de (o güne kadar tutmayı) tehir
etsin."
6476 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Ramazan ayında kaç gün geçti?"
buyurdular. Biz: `Yirmiiki, geriye de sekiz gün kaldı!" dedik. Resulullah bu
cevabımız üzerine: "Ramazan ayı şu kadardır, Ramazan ayı şu kadardır, Ramazan
ayı şu kadardır!" diyerek (ellerinin parmaklarıyla) üç kere gösterdi ve sonuncu
sefer bir parmağını büktü (yani yirmidokuz isareti
yaptı)."
6477 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sağlığında ramazan ayını yirmidokuz gün
olarak tutmamız otuz tutmamızdan daha fazladır."
6478 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Yolculuk (sefer) sırasında oruç tutmak birr (denen makbul ve mahbub amelden)
değildir."
6479 Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Seferde Ramazan orucu tutan
hazerde oruç tutmayan gibidir."
6480 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Helak
oldum!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Seni helak eden şey nedir?" diye sordu.
Adam: "Ramazan içinde hanımıma temasta bulundum!" dedi. Resulullah: "Öyleyse bir
köle azad et!" buyurdu. Adam: "Kölem yok ki!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Üst
üste iki ay oruç tut!" emretti. Adam: "Tahammül edemem" dedi. Resulullah:
"öyleyse altmış fakir doyur!" buyurdu. Adam: "(Bu kadar yiyeceği) bulamam!"
dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam adama: "Otur!" dedi. Adam oturdu.
Adam bu şekilde beklerken arak denen bir sepet hurrma getirildi. Aleyhissalatu
vesselam: "Haydi bunu götür ve tasadduk et!" buyurdular. Adam: "Ey Allah'ın
Resulü! Seni Hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun şu iki kayalık (Uhud
ve Air dağları) arasında (yani Medine'de) yaşayan aileler içerisinde buna bizden
daha muhtacı yoktur!" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse haydi
götür, horantana yedir!" buyurdular." Hadisin yine Ebu Hureyre'den
yapılan bir başka rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam adama: "Ramazandan bozduğun gün yerine bir gün oruç tut!"
buyurur."
6481 Fezale İbnu Ubeyd el-Ensari radıyallahu anh'ın
anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, oruçlu olduğu bir günde
yanlarına gelmiş, içmek üzere su istemiş ve içmiştir. "Ey Allah'ın Resulü! Bugün
siz oruçlu idiniz!" denince: "Evet öyleydim, lakin (az önce) kustum (orucum
bozuldu)" buyurmuştur."
6482 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Oruçlunun hayırlı
hasletlerinden biri misvak kullanmasıdır."
6483 Yine Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam oruç iken gözüne
sürme çekti."
6484 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hacamat yapan da yaptıran da
orucunu bozmuş olur."
6485 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
azadlılarından Meymune radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a oruçlu iken, oruçlu hanımını öpen adam hakkında sorulmuştu: "İkisinin
orucu da bozulur!" buyurdular."
6486 İbnu Abbas radıyallahu anh
anlatıyor: "Yaşlı oruçlulara mübaşeret (öpme vs.) hususunda ruhsat tanındı ise
de gençlere mekruh kılındı."
6487 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nice oruçlular
vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kar kalır. Nice gece
namazı kılanlar vardır ki, onların da karı gece uykusuz kalmaktan
ibarettir."
6488 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gündüz orucuna sahur yemeği
ile yardımcı olun, kaylüle (öğle uykusu) ile de gece namazına yardımcı
olun!"
6489 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlar iftarı ta'cil edip
(geciktirmedikleri) müddetçe hayır üzere devam ederler. Öyleyse iftarı tacil
edin (ilk vaktinde orucunuzu açın). Çünkü yahudiler, iftarlarını
te'hir ederler."
6490 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh demiştir ki:
"Hayır! Kabenin Rabbine yemin olsun! "Cünub olarak sabahlayan kimse
orucunu bozsun!" sözünü ben söylemedim. Bunu söyleyen, Muhammed aleyhissalatu
vesselam'dır."
6491 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Nuh aleyhisselam Ramazan ve
Kurban bayramları hariç, yıl orucu tutmuştur" dediğini
işittim."
6492 Sevban Mevla Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Ramazan bayramından sonra altı gün oruç tutan, yıl orucu tutmuş gibi olur. Zira
(ayet-i kerime'de) "Kim bir hayır amelde bulunursa ona yaptığının on misli ecir
verilir" (buyrulmuştur)" dediğini işitmiştir.
6493 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Hacc sırasında) Mina'da geçirilen günler yeme içme
günleridir."
6494 Bişr İbnu Suhaym radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam teşrik günlerinde hutbe okudu ve dedi ki:
"Cennete sadece müslüman kimse girecektir ve şurası da muhakkak ki bu günler
yeme içme günleridir."
6495 Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cumartesi günleri,
farz oruçlar dışında oruç tutmayın. Sizden biri, o gün, üzüm çöpünden veya bir
ağaç kabuğundan başka (yiyecek) bir şey bulamasa bile, onları emip oruç
tutmasın."
6496 Katade İbnu'n-Numan radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Arafe günü oruç tutan kimsenin önündeki
bir yıl ile geçmişteki bir yıllık (küçük) günahları mağfiret olunur" dediğini
işittim."
6497 Muhammed İbnu Sayfi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Aşure günü bize sordu: "Bugün sizden bir şey
yiyen var mı?" Biz de: "Yiyen de var yemeyen de" dedik. Bunun üzerine: "Bu günün
geri kalanını bir şey yiyen de, yemeyen de (oruçla) tamamlasın. Arûz halkına da
haber salın, onlar da günün geri kalan kısmını (oruçla) tamamlasınlar" buyurdu."
Ravi der ki: "Arûz ile, Medine civarındaki Arûz nam mevkiin ahalisini
kastetti."
6498 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı.
Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Siz Pazartesi ve Perşembeleri oruç tutuyorsunuz
(bunun hikmeti nedir?)" diye sorulmuştu. Şu açıklamada bulundu: "Allah Teala
hazretleri pazartesi ve perşembe günleri birbirlerine küsenler hariç bütün
müslümanlara mağfiret buyurur ve (amelleri arzeden meleğe): "Küs olan bu iki
kişi barışıncaya kadar onları bırak!" emreder."
6499 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Receb ayı
orucunu yasaklamıştır."
6500 Muhammed İbnu İbrahim anlatıyor:
"Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma Haram aylarda oruç tutardı. Resulullah
aleyhissalatu vesselam kendisine: "Şevval'de oruç tut!" buyurdular. O da, bundan
sonra haram aylarda orucu terketti ve vefat edinceye kadar Şevval ayında oruç
tuttu."
6501 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Herşeyin bir zekatı
(temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur." Muhrız
rivayetinde şu ziyadede bulundu: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şunu ilave
etti: "Oruç, sabrın yarısıdır."
6502 Abdullah İbnu'z-Zübeyr
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Sa'd İbnu
Muaz'ın yanında iftar açmıştı. Şöyle buyurdular: "Yanınızda oruçlular iftar
etti. Yemeklerinizden ebrar olanlar yedi, size de melaikeler rahmet duasında
bulundular."
6503 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam Bilal radıyallahu anh'a: "Yemek ye, ey Bilal!" demişti.
"Ben oruçluyum!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Biz
rızıklarımızı yiyoruz. Bilal'in rızkının fazlı cennettedir. Ey Bilal yanında
yemek yenen oruçlunun kemiklerinin tesbih ettiğini ve meleklerin de onun için
istiğfarda bulunduğunu hissettin mi?" buyurdular."
6504 Abdullah
İbnu Amr İbni'l As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, oruçlunun iftarını açtığı zaman
reddedilmeyen makbul bir duası vardır."
6505 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ashabına fıtır sadakasından
yedirmedikçe Ramazan bayramı günü bayram namazına
çıkmazdı."
6506 Atiyye İbnu Süfyan radıyallahu anh anlatıyor:
"Sakif kabilesinin müslüman olmasını müzakere etmek üzere Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a gönderilen heyetimizin bize anlattığına göre, heyet
Ramazan ayında O'na varmıştır. Aleyhissalatu vesselam, onları, mescidin içinde
kurduğu çadırda ağırlamıştır. Heyet müslüman olunca ayın geri kalan günlerinin
orucunu tutmuşlardır."
6507 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam kadınların kocalarından izin almaksızın
(nafile) oruç tutmalarını yasakladı."
6508 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Bir kimse başkasının
yanında misafir olunca, ev sahibinden izin almadan oruç tutmasın" dediğini
rivayet etmiştir."
6509 Sinan İbnu Senne el-Eslemi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şükreden oruçsuz
kimseye, sabreden oruçlunun sevabının misli verilir."
6510 İbnu
Ömer radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
itikafa girince, yatağı veya karyolası onun için, tevbe sütununun gerisine
konulurdu."
6511 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mutekif (itikafta olan),
cenazeye katılır, hastayı ziyaret eder."
6512 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mütekif
hakkında: "O, günahları hapseder ve bütün hayırları işlemiş gibi ona hayırlar
kazandırır" buyurdular."
6513 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim her iki bayramın da
gecesini, Allah'tan sevap umarak ibadetle geçirirse kalplerin öldüğü günde kalbi
ölmez."
[TOP]
OYUN VE EĞLENCE
Kimlik alan
5295 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir güvercinin peşine düşüp onunla
eğlenen bir adam görmüştü: "Bir şeytan bir şeytaneyi takip ediyor!"
buyurdular."
5296 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (dövüştürmek için) hayvanların arasını
kızıştırmayı yasakladı."
5297 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef ittihaz
etmeyin."
5298 Abdullah İbnu Cafer İbni Ebi Talib radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir keçiyi hedef ittihaz
ederek ok atmakta olan bir kalabalığa rastlamıştı. Bu halden hiç hoşlanmadı ve:
"Hayvanlara eziyet vermeyin!" buyurdu."
5299 Şerid İbnu Süveyd
radıyallahu anh anlatıyor: "Kim bir kuşu boş yere sırf eğlence olsun diye
öldürürse Kıyamet günü, o kuş, sesini yükselterek Allah'a şöyle
seslenir: "Ey Rabbim! Falan beni boş yere öldürdü, bir menfaat için
öldürmedi."
5300 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, hayvanlardan herhangisi olursa olsun, "sabran"
öldürülmesini yasakladı."
5301 Hz. Büreyde radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur"
5302 Hz.
Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "(Mahallesinde oturan bir ailede
tavla bulunduğu haberi kendisine ulaşır. Bunun üzerine onlara:)
"Eğer tavlayı evinizden çıkarmazsanız ben sizi mahallemden çıkaracağım!" diye
haber gönderir. Böylece onların tavla bulundurmalarını hoş karşılamadığını ifade
eder."
5303 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında bebeklerle oynardım. Arkadaşlarım (da oynamak
için) yanıma gelirlerdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam (eve gelince,
utanarak) saklanırlardı. Ama Aleyhissalatu vesselam onları tekrar bana
gönderirdi. Beraber oynamaya devam ederdik."
5304 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Habeşliler, harbeleriyle, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanında oynarlarken Ömer İbnu'I-Hattab radıyallahu anh içeri girdi.
Hemen yere eğilip çakıl alarak onlara fırlattı. Aleyhissalatu vesselam: "Ey
Ömer! Bırak onları (oynasınlar)! Zira onlar Beni Erfide'dirler"
buyurdu."
5305 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben mescidde
oynayan Habeşlileri seyrederken Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın beni ridası
ile örttüğünü hatırlıyorum. Bu hal ben seyretmekten usanıncaya kadar devam etti.
Benim gibi, genç yaşında bir kızın eğlenceye ne kadar düşkün olacağını varın siz
takdir edin."
5306 Yine Hz. Aişe radıyallahu anh , Nesai'de gelen
bir başka rivayetinde şöyle demiştir: "Bir bayram günü Sudanlılar, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına oynayarak geldiler. Aleyhissalatu vesselam beni
çağırdı. Resûlullah'ın omuzunun üstünden onları seyrediyordum. Kendi arzumla
ayrılıncaya kadar bakmaya devam ettim. (Resûlullah seyretmemi
kesmedi)."
5307 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Medine'ye (hicretle) geldiği zaman, onun gelişinden
sevinç izharı olarak, Habeşliler harbeleriyle
oynadılar."
[TOP]
ÖFKE(GADAB)
Kimlik alan
4281 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor.
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Siz aranızda kimi
pehlivan addedersiniz?" diye sordu. Ashab radıyallahu anhüm:
"Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!" dediler. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği
zaman nefsine hakim olabilen kimsedir."
4282 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kuvvetli kimse, (güneşte hasmını yenen) pehlivan değildir.
Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen
kimsedir."
4283 Ebu Vail radıyallahu anh anlatıyor: "Urve İbnu
Muhammed es-Sa'di'nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve'yi
kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve: "Babam, dedem Atiyye
radıyallahu anh'tan anlattı ki, o, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini nakletmiştir: "Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten
yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince
hemen kalkıp abdest alsın."
4284 Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize buyurmuştu
ki: "Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse
ne ala geçmezse yatsın."
4285 Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh
anlatıyor. "İki kişi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın huzurunda
küfürleştiler. (Öyle ki) birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ben bir kelime biliyorum, eğer
onu söyleyecek olsa, kendinde zuhur eden öfke giderdi: Eûzu billahi
mineşşeytanirracim" buyurdular."
4286 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana kısa bir nasihatta bulun,
uzun yapma! Ta ki nasihatini unutmayayım" demişti (ve birkaç kere tekrar
etmişti). Aleyhissalatu vesselam (bir kelimeyle): "Öfkelenme!"
cevabını verdi!"
4287 Sehl İbnu Mu'az İbni Enes el-Cüheni, babası
radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu halde
öfkesini tutan kimseyi, Allah Teala Hazretleri, Kıyamet günü, mahlukatın başları
üstüne davet eder; ta ki, (onlardan önce) dilediği huriyi kendine
seçsin."
4288 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Uyeyne
İbnu Hısn (Medine'ye) gelince, kardeşinin oğlu Hürr İbnu Kays'ın yanına indi.
Hürr İbnu Kays ise Hz. Ömer'in yakınlarındandı. Onun meclisinde yaşlı veya genç
bir kısım kurra ve fakihler müşavere heyeti olarak bulunurdu. Uyeyne İbnu
Hısn: "Ey kardeşimin oğlu! Emirü'l-mü'minin'in yanına girmem için
izin taleb et!" dedi. O da izin istedi. Ancak yanına girince: "Yeter
artık! Ey İbnu'l-Hattab sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de
hükmetmiyorsun!" dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh pek öfkelendi. Neredeyse dövmek
için üzerine yürüyecekti ki, Hürr radıyallahu anh atılıp: "Ey
emire'l-mü'minin! Allah Teala Hazretleri, Resûlüne: "Affı eses tut, ma'rufu
emret ve cahillerden de yüz çevir!" (A'raf 199) emretmiştir. Bu adam da
cahillerden biridir" dedi. Vallahi, Hürr ayeti okuyunca, Hz. Ömer olduğu yerde
kalıp hiçbir şey yapmadı. Hz. Ömer Kitabullah'ın yanında hemen durur, onu koyup
geçmezdi (radıyallahu anh)."
[TOP]
ÖLÜM
Kimlik alan
5365 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kendisini ölüme götüren hastalığa
yakalandığı zaman derdi ki: "Ey Aişe! Ben Hayber'de yediğim (zehirli)
yemeğin elemini hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini
hissettiğim anlar geldi."
5366 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hastalığı ağırlaşıp, ağrıları
artınca, benim odamda tedavi edilmesi için diğer zevcelerinden müsaade istedi.
Onlar kendisine izin verdiler. İki kişinin arasında çıktı. Bunlardan biri amcası
Abbas İbnu Abdilmuttalib idi, bir başkası daha vardı. Ayakları yerde
sürünüyordu. Odama girince ızdırabı daha da arttı. "Ağızlarındaki bağları
açılmamış yedi kırbadan üzerime su dökün, belki (iyileşir), insanlara bir
vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa'ya ait bir leğene oturttuk. Sonra bu
kırbalardan üzerine su dökmeye başladık. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz"
diye işaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileşerek) halka çıkıp
namaz kıldırdı ve bir hitabede bulundu."
5367 Yine Sahiheyn'de
Ubeydullah İbnu Abdillah'tan gelen bir rivayette Ubeydullah der ki: "Hz. Aişe
radıyallahu anha'nın yanına girdim. Ona: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
hastalığından bana anlatmaz mısın?" dedim. Anlatmaya başladı: "Elbette!
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ağırlaştı ve: "Halk namazını kıldı mı?" diye
sordu. Biz: "Hayır! Ey Allah'ın Resûlü, onlar sizi bekliyorlar!" dedik.
"Leğene benim için su koyun!" emrettiler. Hz. Aişe der ki: "Hemen dediğini
yaptık, o da yıkandı. Sonra kalkmaya çalıştı, fakat üzerine baygınlık çöktü.
Sonra kendine geldi ve tekrar: "Cemaat namaz kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır!" dedik, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın Resülü!" Tekrar: "Benim
için leğene su koyun!" emretti. Hz. Aişe der ki: "Dediğini yaptık,
yıkandı. Sonra tekrar kalkmak istedi. Yine üzerine baygınlık çöktü. Sonra
ayılınca: "İnsanlar namaz kıldı mı?" diye sordu. "Hayır! dedik,
onlar sizi bekliyorlar, ey Allah'ın Resülü!" Aleyhissalatu vesselam: "Benim için
leğene su koyun!" dedi ve yıkandı. Sonra kalkmaya yeltendi, yine üzerine
baygınlık çöktü, sonra ayıldı. "Halk namazı kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın Resülü!" dedik. Hz. Aişe der
ki: "Halk mescide çekilmiş, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı yatsı
namazı için bekliyorlardı." Hz. Aişe der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Hz. Ebu Bekr'e adam göndererek halka namaz kıldırmasını söyledi. Elçi
gelerek ona: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam halka namaz kıldırmanı
emrediyor!" dedi. İnce duygulu bir kimse olan Ebu Bekr radıyallahu anh:
"Ey Ömer halka namazı sen kıldır!" dedi. Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Hz.
Ömer: "Buna sen daha ziyade hak sahibisin (ehaksın)!" cevabında bulundu.
Aişe der ki: "O günlerde namazı Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırdı. Bilahare
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kendinde bir hafiflik hissetti. Biri Abbas
olmak üzere iki kişinin arasında, öğle namazı için çıktı. O sırada namazı halka
Ebu Bekr kıldırıyordu. Ebu Bekr, Resûlullah'ın geldiğini görünce, geri çekilmek
istedi. Aleyhissalatu vesselam geri çekilme diye işaret buyurdu. Kendisini
getirenlere: "Beni yanına oturtun" dedi. Onlar da Hz. Ebu Bekr'in yanına
oturttular. Hz. Ebu Bekr, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın namazına uyarak
namaz kılıyordu. Halk da Hz. Ebu Bekr'in namazına uyarak namazını kılıyordu.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam oturmuş vaziyette idi." Ubeydullah der
ki: "Abdullah İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın yanına girdim ve: "Hz.
Aişe radıyallahu anha'nın Aleyhissalatu vesselam'ın hastalığı ile ilgili olarak
anlattığını size anlatayım mı?" dedim. Bana: "Haydi anlat!" dedi. Ben de bu
hususta anlattığını naklettim. Söylediklerimden hiçbir noktayı reddetmedi.
Sadece: "(Resûlullah'ı mescide) Abbas'la birlikte taşıyan ikinci şahsın
ismini verdi mi?" diye sordu. Ben: "Hayır söylemedi" deyince: "O, Ali
radıyallahu anh idi" dedi."
5368 Bir rivayette Buhari şu ziyadede
bulundu: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hastalığı sırasında: "Ben, yarın
neredeyim? Ben, yarın neredeyim?" diye sorarak Hz. Aişe'nin yanında kalacağı
günü öğrenmek isterdi. Zevceleri, dilediği yerde kalma izni verdiler." Hz.
Aişe der ki: "Aleyhissalatu vesselam, benim hücremde ve normal olarak bana
uğramakta olduğu günde vefat ettiler. Ayrıca Aziz ve Celil olan Allah onun rûh-u
şerifelerini kabzettiği vakit, mübarek başları ciğerimle boğazım arasında
(göğsümde) (yaslanmış vaziyette) idi. Tükrüğü de tükrüğüme karışmıştı.
(Aleyhissalatu vesselam'ın hastalığı sırasında birara, kardeşim) Abdurrahman
İbnu Ebi Bekr radıyallahu anhüma içeri girdi, elinde bir misvak vardı, dişlerini
misvaklıyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam o misvağa baktı. "Ver o
misvağı bana!" dedim. O da verdi. Dişlerimle kemirip yonttum ve ucunu geverek
(yumuşatıp) Aleyhissalatu vesselam'a uzattım. Resûlullah, başı göğsüme yaslı
vaziyette onunla dişlerini misvakladı."
5369 Yine Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, sıhhati yerinde
iken şöyle diyordu: "Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden
kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme
hususunda muhayyer bırakılır." Aleyhissalatu vesselam hastalandığı zaman
O'nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi.
Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: "Ey Allah'ım! Refik-i A'la'da (bulunmayı
tercih ederim)" dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): "Demek ki (makamı
gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor" dedim. Bunun, sıhhatli iken bize
söylediği şu hadis olduğunu anladım: "Hiçbir peygamber cennetteki makamını
görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda
muhayyer bırakılır." Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın telaffuz ettiği
son söz: "Allahım, Refik-i A'la'da" cümlesi oldu." (Refik-i A'la: Cennetin en
yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir).
5370 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam muhtazar
(ölmeye yakın) iken evde birkısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer
İbnu'l-Hattab radıyallahu anh idi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!"
buyurdular. Hz. Ömer: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ızdırap galebe
çalmış olmalı. Yanınızda Kur'an var, Allah'ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi.
Oradakiler aralarında ihtilafa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de, Hz. Ömer
radıyallahu anh'ın sözünü tekrar ediyordu. Gürültü ve ihtilaf artınca,
Aleyhissalatu vesselam: "Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa caiz değildir!"
buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbas radıyallahu anhüma: "En büyük musibet,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la onun vasiyeti arasına girip engel
olmaktır!" diyerek çıktı."
5371 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam muhtazar olduğu (ölüm anlarına
geldiği) zaman, sık sık ızdıraplar bürümeye başladı. Kerimeleri Hz. Fatıma
radıyallahu anha: "Vay babacığım, ne ızdırab çekiyor!" diye yakınmaya başladı.
Aleyhissalatu vesselam: "Bugünden sonra baban ızdırab çekmeyecek!"
buyur(arak onu teselli etmek iste)di. Aleyhissalatu vesselam ölünce, Hz.
Fatıma: "Vay babacığım! Rabbi, duasına icabet etti! Vay babacığım,
gideceği yer Firdevs cennetidir! Vay babacığım, ölümünü Cibril'e haber verdik"
diye yas etti. Aleyhissalatu vesselam gömülünce de: "Ey Enes! Resûlullah
aleyhissalatu vesselam üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek
ızdırabının azametini dile getirdi."
5372 Yine Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın amcası) Hz.
Abbas radıyallahu anh, bir cemaate uğradı. Aralarında Ensardan bir grup vardı.
Resûlullah'ın ızdırabı arttığı için ağlıyorlardı. Onlara: "Niye ağlıyorsunuz?"
diye sordu. "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraberliklerimizi
hatırladık" dediler. Bunun üzerine Abbas radıyallahu anh Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanına girdi (ve ensarın ağlamakta olduğunu) ona haber
verdi. Aleyhissalatu, vesselam hemen başına boz renkli bir sargı sardı -veya
"bir bürdenin kenarını" demişti- ve hücreden çıkıp minbere geçti. Halka hitap
etti. Ensarı hayırla yadetti ve onlara iyi muamele edilmesini vasiyet etti.
İlaveten dedi ki: "Allah bir kulunu dünya ile yanındaki arasında muhayyer
bıraktı, o da Allah'ın yanındakini seçti: "Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya
başladı ve: "Ey Allah'ın Resülü! Annelerimiz, babalarımız sana feda olsunlar!"
dedi. Biz de "Bu ihtiyar adama da ne oluyor ki, Resûlullah'ın: "Allah bir kulunu
dünya ile yanındaki arasında muhayyer bıraktı, kul da Allah'ın yanındakini
tercih etti" sözü üzerine ağlıyor" dedik. Meğer burada muhayyer bırakılan
Resûlullah'mış. Bunu en iyi bilenimiz de Ebu Bekr radıyallahu anh
imiş."
5373 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı yıkamak istedikleri zaman: "Allah'a kasem olsun
bilmiyoruz! Ölülerimizi soyduğumuz gibi, Resûlullah'ı da elbiselerinden soyacak
mıyız, yoksa elbisesi üzerinde olduğu halde mi yıkayacağız?" dediler. Bu şekilde
ihtilaf edince, Allah üzerlerine uyku attı. Öyle ki, onlardan herbirinin çenesi
göğüslerindeydi. Beyt cihetinden, kim olduğu bilinemeyen bir konuşmacı:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!"
diye konuştu. Bunun üzerine kalkıp, kamisi üzerinde olduğu halde yıkadılar. Su,
kamisin üzerinden dökülüyordu.. Aleyhissalatu vesselam'ın bedenini elleriyle
değil, kamisiyle ovuyorlardı." Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki: "Eğer,
daha önce yaptığım işi şimdi yapacak olsaydım, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı kadınlarından başkası yıkamazdı."
5374 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam üç Necrani
kumaş içerisine kefenlendi: "İki parçalı bir hulle, bir de öldüğü sırada
üzerinde bulunan kamis." Amiru'ş-Sabi'den kaydedilen bir rivayette İbnu
Abbas şu ziyadede bulunur: "Aleyhissalatu vesselam'ı Hz. Ali, Fazl ve Üsame
radıyallahu anhüm yıkadı ve bunlar kabrine indirdiler."
5375 İmam
Malik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam
pazartesi günü vefat etti ve salı günü de defnedildi. Halk namazını (cemaat
halinde değil) ferd ferd kıldı, hiç kimse imamlık yapmadı. Bir kısmı:
"Minberin yanına defnedilsin" dedi. Bazıları da: "Baki' mezarlığına defnedilsin"
dedi. Bu (münakaşaya) Hz. Ebu Bekir geldi ve: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın "Her peygamber öldüğü yere defnedilir" buyurduğunu işitmiştim" dedi.
Bunun üzerine, hemen orada mezar kazıldı. Aleyhissalatu vesselam'ı yıkamak
istedikleri vakit, gömleğini çıkarmak istediler. Derken: "Gömleği çıkarmayın!"
diye bir ses işittiler. Bunun üzerine gömleği üzerinde olduğu halde
yıkadılar."
5376 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Kabrinde Resülûllah aleyhissalatu vesselam'ın altına kırmızı bir kadife
kondu."
5377 Muhammed İbnu Ali İbni'l-Hüseyin anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kabrine lahid yapan Ebu Talha'dır.
Aleyhissalatu vesselam'ın altına kadifeyi koyan, (Aleyhissalatu vesselam'ın)
azadlısı şükran radıyallahu anh'dır."
5378 Kasım İbnu Muhammed
rahimullah anlatıyor: "(Halam) Hz. Aişe radıyallahu anha'nın evine gidip yanına
girdim ve: "Ey anneciğim! Bana Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve iki
arkadaşının kabirlerini(n örtüsünü) aç da bir göreyim!" dedim. Üç kabri de benim
için açıverdi. Bunlar (yer seviyesinden ne) yukarıda ne de aşağıda idiler.
Kırmızı arsanın kumlarıyla kumlanmış idi."
5379 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
kabrini yerden yükseltilmiş olarak görmüştür.
5380 Ebu
Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi
telkin edin."
5381 Ma'kıl İbnu Yesar radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölülerinize
(ölmek üzere olanlara) Ya-sin süresini okuyun."
5382 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "İnsan öldüğü
zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?" buyurmuştu. Cemaat:
"Evet, görüyoruz!" dediler. Bunun üzerine: "İşte bu, gözünün, nefsini
(çıkan ruhunu) takip etmesindendir!" buyurdular."
5383 Ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ebu Seleme
radıyallahu anh'ın yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları
kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden
bazıları feryad u figan koparmıştı. Aleyhissalatu vesselam: "Kendinize
kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize amin
derler!" buyurdu. Sonra ilave etti: "Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret
buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında
ona sen halef ol! Ey alemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini
geniş kıl, orada ona nur ver!"
5384 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir
müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri,
beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: "Sen razı ve senden de (Rabbin)
razı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı
olmayan Rabbine kavuş." Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi
çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, ta semanın kapısına kadar onu
getirirler ve: "Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!" derler. Sonra onu
mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin
kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler.
Ona: "Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?" diye (dünyadakilerden haber)
sorarlar. Melekler: "Bırakın onu, onda hala dünyanın tasası var!" derler.
Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): "Falan ölmüştü, yanınıza
gelmedi mi?" der. Onlar: "0, annesine, Haviye cehennemine götürüldü!"
derler. Aleyhissalatu vesselam devamla der ki: "Kafir muhtazar olduğu
vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle
derler: "Bu cesedden kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak
çık ve Allah'ın azabına koş!" Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cife
kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: "Bu koku
ne de pis!" derler. Sonunda onu kafir ruhların yanına
getirirler."
5385 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mü'min alnının teriyle
ölür."
5386 Ubeyd İbnu Halid es-Sülemi Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın ashabından birinden naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Ani ölüm, kafir için gadab-ı ilahi'nin bir
yakalamasıdır, mü'min için de bir rahmettir."
5387 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte
demirci Ebu Seyf radıyallahu anh'ın yanına girdik. O, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın oğlu İbrahim'in süt babası idi. Aleyhissalatu vesselam oğlunu aldı,
öptü ve kokladı. Daha sonra yanına tekrar girdik. İbrahim can çekişiyordu. Bu
manzara karşısında Aleyhissalatu vesselam'ın gözlerinden yaş boşandı.
Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh: "Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın
Resülü?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve
ağlamasına devam etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün
çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin
ayrılmandan bizler üzgünüz!"
5388 Abdullah İbnu Ubeydillah İbni
Ebi Müleyke anlatıyor: "Hz. Osman İbnu Affan radıyallahu anh'ın Mekke'de bir
kızı vefat etti. Cenazesinde bulunmak üzere geldik. İbnu Ömer ve İbnu Abbas
radıyallahu anhüm de cenazede hazır oldular. Ben ikisinin arasında oturuyordum.
Abdullah İbnu Ömer, tam karşısında bulunan Amr İbnu Osman'a: "Ağlamayı
niye yasaklamıyorsun? Zira Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ölü, ehlinin,
kendisi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurmuştur!" dedi. Bunun üzerine
İbnu Abbas radıyallahu anhüma: "Hz. Ömer radıyallahu anh bunun bir kısmını
söylemişti" dedi ve sonra İbnu Abbas konuşmasına devam ederek anlattı:
"Hz. Ömer'le Mekke'den çıktım. el-Beyda nam mevkie geldiğimizde, semüre ağacının
gölgesinde bir yolcu gördü. Bana: "Git bak bakalım! Bu yolcu neyin nesi?"
dedi. Gittim baktım, meğer Süheyb imiş, gelip haber verdim. "Onu bana çağır!"
dedi. Tekrar Süheyb'e dönüp: "Haydi yürü, Emir'ül-Mü'minine uğra!"
dedim. Hz. Ömer radıyallahu anh hançerlendiği zaman Hz. Süheyb radıyallahu
anh, ağlayarak girdi. Hem ağlıyor, hem de: "Vay kardeşim, vay arkadaşım!"
diyordu. Hz. Ömer: "Ey Süheyb bana mı ağlıyorsun? Aleyhissalatu vesselam: "Ölü,
ehlinin kendi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurdu!" dedi. İbnu
Abbas radıyallahu ahnüma der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh öldüğü zaman bunu Hz.
Aişe radıyallahu anha'ya hatırlatmıştım. Şöyle dedi: "Allah Ömer'e rahmet
buyursun! Vallahi Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Allah, mü'mine, ehlinin
üzerine ağlaması sebebiyle azab verir" demedi. Lakin Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Allah, kafirin azabını, ehlinin üzerine ağlamasıyla artırır"
buyurdular." Hz. Aişe sözlerine şöyle devam etti: "(Bu meselede) size
Kur'an yeter. Orada "Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez" (Fatır 18)
buyrulmuştur." Bu söz üzerine İbnu Abbas radıyallahu anhüm: "Gerçek şu ki,
güldüren de, ağlatan da Allah'tır, (gülmek ve ağlamak fıtri bir şe'niyettir,
kişinin bundadahli yoktur)" dedi. İbnu Müleyke der ki: "İbnu Ömer bu
konuşmalar karşısında hiçbir şey söylemedi (serdedilen delilleri ikna edici
buldu)."
5389 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Kendisine,
İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın: "Sağ kimsenin üzerine ağlamasıyla ölüye azab
edileceğini söylemekte olduğu" haber verilmişti. Şu cevabı verdi: "Allah,
Ebu Abbirrahman'ı (İbnu Ömer'i) mağfiret buyursun. Aslında o, yalan söylemiyor,
ancak unutmuş veya yanılmış olmalı. Zira Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
(ölmüş) bir yahudi kadın cenazesine uğramıştı, yakınları onun üzerine
ağlıyorlardı. "Bunlar onun üzerine ağlıyorlar. Ona da bu yüzden kabrinde
azab ediliyor!" buyurdu."
5390 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın alinden birisi vefat etmişti.
Kadınlar, arkasından ağlamak üzere toplandılar. Hz. Ömer radıyallahu anh onları
bundan men etmek ve geri çevirmek üzere kalktı. Aleyhissalatu vesselam müdahale
edip: "Ey Ömer! Bırak onları, çünkü göz ağlayıcıdır, kalp ızdıraba
maruzdur, (ızdırabın yaşandığı) zaman yakındır!"
buyurdular."
5391 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, ölmüş bulunan Osman İbnu Maz'ûn'u, gözlerinden yaşlar
dökerek öptü."
5392 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Kurralar öldürüldüğü zaman, bir ay boyu
kunut okudu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir başka şey için bu kadar
üzüldüğünü hiç görmedim."
5393 Ümmü Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Ebu Seleme öldüğü zaman, şöyle dedim: "Garip adam, diyar-ı gurbette
öldü. Ben de: "Onun için öyle bir ağlayacağım ki, herkes ondan bahsetsin."
Tam ağlamak için hazırlanmıştım ki, Said'den, bana yardım etmek isteyen bir
kadın geldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onunla karşılaşmış ve kadına:
"Sen, Allah Teala'nın tard ettiği şeytanı tekrar eve sokmak mı istiyorsun?"
dediler. Bunun üzerine ben de ağlamaktan vazgeçtim ve
ağlamadım."
5394 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a Zeyd İbnu Harise, Cafer İbnu Ebi Ta'lib ve Abdullah
İbnu Ravaha radıyallahu anhüm'ün ölüm haberi gelince oturdu. (Halinden) üzüntülü
olduğu belliydi. Ben kapı aralığından bakıyordum. Yanına bir adam geldi ve:
"Cafer'in kadınları!" dedi ve onların ağladıklarını haber verdi. Aleyhissalatu
vesselam derhal onları men etmesini emretti. Adam gitti ve sonra geri gelip:
"Ben onları yasakladım, fakat onlar sözüme kulak asmadılar" dedi. Aleyhissalatu
vesselam ikinci sefer emrederek kadınları bundan nehyetmesini söyledi. Ama o,
kadınların yine kulak asmadıklarını haber verdi. Aleyhissalatu vesselam yine:
"Yasakla onları!" buyurdu. Adam üçüncü sefer geri geldi ve: "Ey Allah'ın
Resûlü! Allah'a yemin olsun kadınlar bana -veya bize- galebe çaldılar" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Ağızlarına toprak saç!"
emretti."
5395 Cabir İbnu Atik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Abdullah İbnu Sabit'e geçmiş olsun ziyaretine
gelmişti. Onu, (Allah'ın emri) galebe çalmış buldu. Ona seslendi. Fakat cevap
alamadı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam istirca'da bulundu
"İnna lillahi ve inna ileyhi raci'ûn" dedi ve: "Biz (yaşamanı isteriz ama,
Allah'ın emri) bize galebe çaldı ey Ebu'r-Rebi!" dedi. Bunun üzerine kadınlar
feryad edip ağlamaya başladılar. İbnu Atik radıyallahu anh kadınları susturmaya
başladı. Ancak Aleyhissalatu vesselam: "Bırak onları ağlasınlar! Vacip olduğu
zaman tek ağlayan ağlamayacak" buyurdu. "Vacip olan da ne?" dediler.
"Öldüğü zaman (demektir)" dedi. Bunun üzerine kızı: "Allah'a yemin olsun,
elimden gelse şehid olmanı isterim. Çünkü sen (cihad için gerekli teçhizatı)
hazırladın" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah onun ecrini niyetine
göre verdi. Siz aranızda şehid olmayı ne zannedersiniz?" buyurdular.
"Allah yolunda ölmek!" dediler. Aleyhissalatu vesselam açıkladı: "Öyleyse
ümmetimin şehidleri cidden azdır. Bilesiniz: Taunda ölen şehittir, boğularak
ölen şehittir, yeter ki seferi taatte olsun. Zatulcenb'ten ölen şehittir.
İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir,
çacuk karnında ölen kadın şehittir."
5396 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Sa'd İbnu Ubade'ye geçmiş
olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve: "Ölmüş olmalı!"
dedi. Yanındakiler: "Hayır" deyince, Aleyhissalatu vesselam ağladılar.
Resûlullah'ın ağladığını gören halk da ağladı. "İşitmiyor musunuz,
buyurdular, Allah Teala Hazretleri ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle
azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir! -ve dilini işaret ettiler- yahut
da merhamet eder."
5397 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Izdırab ve matemi
sebebiyle) yanaklarını yolan, üst başını yırt(ıp dövün)en, cahileye duasıyla dua
eden bizden değildir."
5398 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Bir kimse ölünce, arkada
ağlayanları kalkıp: "Vay benim dağım, vay efendim..." gibi sözler sarfederse,
ona iki melek vekil kılınır, melekler ölen kimsenin göğsüne vura vura: "Sen öyle
misin?" diye sorarlar."
5399 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Abdullah İbnu Ravaha radıyallahu anh bayılmıştı. Kızkardeşi Amra
ağlamaya başladı: "Vay benim dağım vay şuyum, vay buyum" diye sayıp dökerek
yakınıyordu. Abdullah ayıldığı zaman: "Allah'a yemin olsun, o
söylediklerini söylerken her defasında bana: "Sen böyle misin?" diye soruldu"
dedi." Söylendiğine göre, Abdullah vefat ettiği zaman Amra arkasından
ağlamadı."
5400 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu
anh'ın elinden tuttu, oğlu İbrahim'e gittiler. Aleyhissalatu vesselam oğlunu can
çekişir vaziyette buldu. Kucağına aldı ve ağladı. Abdurrahman: "Ağlıyor
musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi? " dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Hayır (ağlamaktan değil), iki ahmak, facir sesten yasakladım: Musibet
sırasındaki ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan
matemi."
5401 Esma Bintu Yezid İbni's-Seken radıyallahu anha
anlatıyor: "Kadınlardan biri dedi ki: "Ey Allah'ın Resülü! Bizim sana asi
olmamamız gereken şu ma'ruf (iyi amel) nedir?" Aleyhissalatu vesselam:
"Matem yapmayın!" buyurdu. Kadın: "Ey Allah'ın Resülü! Falan sülale (nin
kadınları) amcamın (vefatında matemime iştirak edip) yardımcım olmuşlardı. Benim
de mukabeleten borcumu ödemem gerek" dedi. Aleyhissalatu vesselam kadına (matem
için) izin vermedi. Kadın tekrar tekrar izin istedi." Kadın der ki:
"Resûlullah, sonunda onlara borcumu ödemem için izin verdi. Onlara olan borcumu
ödedikten sonra hiç matem tutmadım, şu ana kadar bir başka mateme de katılmadım.
Benim dışında matem tutmayan kadın da kalmadı."
5402 Hz.Huzeyfe
radıyallahu anh muhtazar (ölüme yakın) olunca: "Ben ölünce, kimse üzerime ezan
okumasın, ben bunun, ölüm haberinin duyurulması olmasından korkarım. Zira ben,
Aleyhissalatu vesselam'ın ölüm haberinden yasakladığını işittim. Öyleyse ben
öldüm mü, üzerime namaz kılsınlar. Beni Rabbime (sessizce) taşısınlar"
dedi."
5403 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam matemci kadına da, onu dinleyene de lanet
etti."
5404 İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre,
"Abdurrahman (İbnu Ebi Bekr es-Sıddik) radıyallahu anh'ın kabri üzerinde bir
çadır görmüştü, seslendi: "Ey oğlum! Çadırı mezarın üstünden kaldır. Çünkü
onu, (sağken işlediği) ameli gölgelemektedir."
5405 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, Arafat'ta Resûlullah ile beraber
dururken devesi onu (yere atıp) boynunu kırdı ve adam öldü. Aleyhissalatu
vesselam: "Adamı su ve sidr ile gasledin, iki parça bezle kefenleyin, kefene
tahnit yapmayın (koku sürmeyin).. Başını da örtmeyin. Allah onu Kıyamet günü
telbiye ederek diriltecektir!" buyurdu."
5406 Leyla Bintu Kaif
es-Sakafiyye anlatıyor: "Ben Ümmü Külsûm Binti Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı yıkayan kadınlar arasında idim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da
kapının yanında idi. Yanında Ümmü Külsüm'un kefeni vardı, bize parça parça
veriyordu. İlk verdiği parça izar idi. Sonra gömleği(dır'), sonra başörtüsünü
(hımar) sonra göğüs örtüsünü (milhafe) verdi. Ümmü Külsüm sonra bir başka
giysinin içine konuldu."
5407 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Ölü, (Kıyamet günü), içinde
öldüğü elbise ile diriltilecek" dediğini işittim."
5408 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kefen(e fazla ödeme)de ileri gitmeyin. Çünkü çabuk
çürütülür."
5409 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Hamza İbnu Abdilmuttalib'i tek parçadan müteşekkil
çizgili bir kumaşla kefenledi."
5410 Abdullah İbnu Amr İbni'I-As
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ölü üç parça ile kefenlenir: Gömlek
giydirilir, izar bağlanır, üçüncü giysi olan lifafeye sarılır. Eğer sadece bir
kat giysi varsa onunla kefenlenir."
5411 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim cenazeyi takip eder ve önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan)
borcunu ödemiş olur."
5412 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah alehissalatu vesselam buyurdular ki: "Cenazeyi ne
ses (matem), ne de ateşle takip etmeyin." Bir rivayette şu ziyade var:
"Cenazenin önünde yürümeyin."
5413 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir'i
cenazenin önünde yürürlerken gördüm."
5414 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam cenazenin önünde yürürdü. Hz.
Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman da (önde yürürdü). Rezin şu ziyadede
bulundu: "Siz teşyi ederken cenazenin önünde, arkasında, sağında, solunda ve
yakınında yürüyün!"
5415 Ümmü Atiyye radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Cenazeyi takipten (biz kadınlar) men edildik ama bunda çok şiddet
gösterilmedi."
5416 Muğire radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Binekli, cenazenin ardından yürür,
yaya ise dilediği yerden. Çocuğa da namaz kılınır. Anne-babası için mağfiret ve
rahmetle dua edilir."
5417 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir cenazeye katılmıştı. Bir kısım binekliler
gördü. "(Binerek cenaze teşyi etmekten) utanmıyor musunuz? Allah'ın
melekleri yaya olsunlar da siz hayvanların sırtında olun (olacak şey değil)!"
buyurdular."
5418 Hz. Cabir İbnu Semure radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ebu'd-Dahdah'ın cenazesini yayan takip etti.
At sırtında geri döndü."
5419 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cenazede
çabuk olun. Eğer salih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri
değilse, belayı bir an önce sırtınızdan atmış
olursunuz."
5420 Ubadetu'bnu's-Samid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam cenazeyi takip ettiği vakit, cenaze mezara
konuncaya kadar oturmazdı. Bir yahudi alimi (bir gün) karşısına çıkıp: "Ey
Muhammed biz de böyle yaparız!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Onlara muhalefet edin! Oturun!" emrettiler!"
5421 Amir İbnu
Rebi'a radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden biri bir cenazenin geçtiğini görürse, cenaze ile birlikte
yürümese bile, cenazeyi geride bırakıncaya veya cenaze kendisini geride
bırakıncaya veya cenaze onu geride bırakmadan, yere konuncaya kadar
oturmasın."
5422 Muhammed İbnu Sirin rahimehullah anlatıyor:
"Hasan İbnu Ali ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm (otururlar iken) bir cenaze
geçmişti. Hz. Hasan derhal ayağa kalktı, İbnu Abbas ayağa kalkmadı. Hasan
radıyallahu anh: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir yahudinin
cenazesine ayağa kalkmadı mı?" dedi: Bunun üzerine İbnu Abbas da ayağa kalktı.
Cenaze için kalktı sonra tekrar oturdu. Bir rivayette: "Ben melekler için,
yani cenaze ile birlikte olan melekler için ayağa kalktım"
denmiştir.
5423 Hasan İbnu Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam otururken bir yahudi cenazesi geçiyordu.
Yahudi cenazesinin başından yukarıda olmasını iyi karşılamadı ve ayağa
kalktı."
5424 Hişam İbnu Amir anlatıyor: "Uhud günü Ensar,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Bize yara ve meşakkat isabet etti,
ne emredersiniz (ey Allah'ın Resülü)?" dediler. Aleyhissalatu vesselam da:
"Kabirleri genişletin ve derinleştirin. Bir kabre iki-üç kişiyi birden koyun!"
buyurdular." "Öyleyse hangisi öne konsun?" denildi.
5425 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Uhud
şehidlerini (defin sırasında), her iki kişinin (cesedini) bir giysiye koyuyor,
sonra da: "Kur'an'ı hangisi daha çok almıştı?" diye sorup, onlardan birine
işaret edildiği takdirde, onu lahidde öne koyuyordu. Sonra da: "Ben bunlara
şahidim!" diyordu. Onları kanlarıyla defnetmelerini emretti. Onlara cenaze
namazı kılmadı, onları yıkamadı da." (İbnu Deybe hadisin bir meselesi ile
ilgili olarak şu açıklamayı yapar): "Derim ki: "İki kişinin, bir giysi içinde,
derileri birbirlerine değecek şekilde birleştirilmeleri caiz değildir. Öyleyse
bu "birleştirme" hadisesi, ikisinin arasına bir perde konduktan sonra
gerçekleştirilmiş olacağına yahut o giysinin ikisi arasında bölünmüş olacağına
hamledilir. Zahir mana da bunu gerektiriyor çünkü hadiste geçen "onlardan birine
işaret edildiği takdirde, onu lahidde öne koyuyordu" ibaresi bunu ifade eder.
Her birinin müstakil veya aralarında bir perde olmadan birini öne almak mümkün
değildir."
5426 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Uhud günü,
halam, kabristanımıza gömmek için babamı (Uhud'dan Medineye) getirmişti. O
sırada Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın tellali şöyle nida etti: "Ölüleri
yerlerine geri götürün!"
5427 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Uhud şehidlerinin üzerinden
demir(den mamul silah, zırh gibi şeyler)in ve deri(den mamul kan bulaşmamış
giyecek)lerin çıkarılmasını ve onların elbiseleri ve kanlarıyla gömülmelerini
emretti."
5428 Husayn İbnu Vahvah radıyallahu anh anlatıyor:
"Talha İbnu'I-Bera hastalandığı zaman, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ona
geçmiş olsun ziyaretine geldi. (Yakınlarına:) "Ben onda ölüm alametinin zuhurunu
gördüm. (Ölümünü) -bana hemen haber verin ve acele davranın. Çünkü, müslüman bir
kimsenin cesedinin ailesi içerisinde hapsedilmesi uygun değildir"
buyurdular."
5429 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün
Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir hutbe irad etti. Hutbesinde, ashabından,
ölmüş, yetersiz bir kefene sarılıp, geceleyin defnedilmiş bir zatı zikretti.
Sonra kişinin, mecbur kalmadıkça geceleyin gömülmesini yasakladı, ta ki üzerine
namaz kılınsın. Ve dedi ki: "Biriniz kardeşini kefenledi mi, kefenini
güzel yapsın!"
5430 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, geceleyin bir kabre girdi. Kendisine bir
kandil yakılmıştı. Uzanmış vaziyetteki cenazeyi kıble cihetinden aldı. (Ölüye):
"Muhakkak ki sen çok dua eden, çok Kur'an okuyan (yufka yürekli) bir kimseydin.
Allah sana rahmetini bol kılsın!" diye dua etti ve dört kere tekbir
getirdi."
5431 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın bir kızının defnine şahid olduk. Bu definde Resûlullah
kabrin üzerine oturmuştu. Aleyhissalatu vesselam'ın gözlerinden yaş aktığını
gördüm. "Aranızda bu gece günah işlemeyen (cima yapmayan) var mı?"
buyurdular. Ebu Talha radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resulü! Ben varım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da: "Öyleyse kabrine in!" buyurdular." Ravi
der ki: "Ebu Talha kabre inip onu defnetti."
5432 Hz. İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Lahid bize, şakk bizden başkasına
aittir."
5433 Ebu'I-Heyyac el-Esedi anlatıyor: "Bana, Hz. Ali
radıyallahu anh: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın beni göndermiş olduğu
şeye ben de seni göndereyim mi?" diye sordu ve Resûlullah'ın kendisine:
"Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" dediğini
anlattı."
5434 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kabrin kireçlenmesini, üzerine bina yapılmasını, üzerine
oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını
yasakladı."
5435 Muttalib İbnu Ebi Veda'a anlatıyor: "Osman İbnu
Maz'ün öldüğü zaman, cenazesi Medine'den dışarı çıkarıldı ve gömüldü. Osman
radıyallahu anh, muhacirlerden ölen kimse idi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, bir adama Osman için bir kaya (getirerek mezar yerini belli etmesini)
emretti. Adam (bir taş aldı, fakat) taşımaya güç yetiremedi. Resulullah
aleyhissalatu vesselam bizzat gidip kollarını sıvadı. -Ravi der ki: "Sanki ben
sıvadığı sırada Resûlullah'ın kollarının beyazlığını görür gibiyim."- Sonra
kayayı getirip Osman'ın baş tarafına koydu ve: "Bununla, kardeşimin kabrini
işaretliyorum, ailemden ölenleri bunun yanına gömeceğim"
buyurdu."
5436 Abdullah İbnu Ebi Müleyke anlatıyor: "Abdurrahman
İbnu Ebi Bekr radıyallahu anhüma Mekke yakınlarında bir yer olan Hubşiyy'de
vefat ettiği zaman Mekke'ye taşındı ve orada defnedildi. Hz. Aişe radıyallahu
anha Mekke'ye gelince Abdurrahman'ın kabrine uğradı ve şu beyitleri okudu:
"Biz (Irak Kralı) Cezime'ye uzun zaman (kırk yıl hizmet eden) iki nedimesi
(Malik ve Akil) gibiydik. Öyle ki (hakkımızda): "Bunlar ebediyen
ayrılmayacaklar" denmişti. Vakta ki, ben ve (kardeşim) Malik uzun
beraberlikten sonra ayrılınca, sanki tek gece beraber kalmadık gibi oldu."
Hz. Aişe sonra şunları söyledi: "Vallahi ben burada olsaydım, öldüğün yerde
defnedilirdin. Eğer ölümüne hazır olsaydım ziyaretine de
gelmezdim."
5437 Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, ölünün defnini tamamlayınca, kabri üzerinde durur
ve: "Kardeşiniz için (Allah'tan) mağfiret talep edin, onun için
(karşılaşacağı sorgulamada) metanet dileyin. Zira şimdi ona hesap sorulacak!"
buyururdu."
5438 Hz. Ali radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre,
bir ölünün defin işini tamamlayınca şöyle derdi: "Allahım, bu kulundur, sana
gelmiştir. Sen ise yanına inilenin en hayırlısısın. Ona mağfiret et, onun
girdiği yeri (kabri) geniş kıl."
5439 Hz. Bureyde radıyallahu
anh'tan anlatıldığına göre, "Ölünce, kabrinin üzerine iki yaş çubuk konmasını
tavsiye etmiştir."
5440 Urvetu'bnu'z-Zübeyr, Hz. Aişe radıyallahu
anha'dan naklen anlattığına göre, "Urve'nin kardeşi Abdullah İbnu'z-Zübeyr'e
Aişe dedi ki: "Beni arkadaşlarımla birlikte defnedin. Resûlullah'la
birlikte odaya defnetmeyin. Zira ben, O'nunla birlikte tezkiye olunmamdan
hoşlanmam."
5441 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah kabirleri çok
ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller
takanlara da lanet etsin."
5442 Abdullah İbnu Amr İbni'I-As
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la
birlikte bir ölü defnettik. Defin işi bitince Aleyhissalatu vesselam'la birlikte
ölünün (çıktığı evin) kapısının hizasına kadar geldik. Orada gelmekte olan bir
kadınla karşılaştık. Zannımca, Aleyhissalatu vesselam onu tanıdı. Bu, Hz. Fatıma
radıyallahu anha idi. "Evden niye ayrıldın?" diye sordu. "Şu ölünün
sahibine geldim. Ölülerine olan merhamet duygularımı onlara ifade ettim. (Allah
rahmet etsin dedim) -veya ölüleri sebebiyle onlara taziyede (başsağlığı
dileğinde) bulundum-" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Belki sen onlarla
birlikte kabirlere kadar vardın!?" dedi. Hz. Fatıma: "Allah korusun! O
hususta sizin zikrettiğiniz günahı işittim, (hiç kabre kadar, gider miyim!)"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer onlarla kabirlere kadar gitmiş
olsaydın..." diyerek ciddi bir tehditte bulundu. Ravilerden biri, "Küd
"dan maksadın kabirler olduğunu zannederim" dedi."
5443 Büreyde
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret
edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır."
5444 Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Rabbimden anneme istiğfar talep etmek için izin istedim, fakat bana
izin vermedi. Kabrini ziyaret etmem için izin istedim, buna izin
verdi."
5445 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü
çevirerek: "Esselamu aleyküm (selam üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi
de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. Biz de arkadan
geleceğiz" buyurdular."
5446 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir mezarlığa uğramıştı: "Selam
üzerinize olsun ey mü'minler cemaatinin mahalle halkı! İnşaallah biz de sizlere
kavuşacağız!" buyurdular." Müslim ve Nesai'de Büreyde'den gelen bir
rivayette şu ziyade var: "Allah'tan bizim için de sizin için de afiyet
dilerim."
5447 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birinizin bir kor
üzerine oturup elbisesini oradan da bedenini yakması, kendisi için bir kabrin
üzerine oturmaktan daha hayırlıdır."
5448 Hz. Ali radıyallahu
anh'tan anlatıldığına göre kabirlere dayanır, üzerlerine
yatardı.
5449 Osman İbnu Hakim anlatıyor: "Harice İbnu Zeyd
elimden tutup beni bir kabrin üzerine oturttu ve amcan Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh'tan haber verdi. Buna göre, Zeyd şöyle demişti: "Kabir üzerine
oturmanın mekruhluğu, onun üzerinde abdest bozanlaradır."
5450 Ebu
Berze el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim çocuğunu kaybeden bir anneye ta'ziyede bulunursa
cennette ona bir bürde giydirilir."
5451 İbnu Mes'ud radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim (bir
belaya) maruz olana taziyede bulunursa, ona öbürünün sevabının bir misli
verilir."
5452 Abdullah İbnu Ca'fer anlatıyor: "Ca'fer'in ölüm
haberi geldiği zaman, Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ca'fer ailesi için
yemek yapın! Çünkü onlara, onları meşgul eden (haber) geldi!"
buyurdular."
5453 Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle buyurdular:
"Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir." (Hz. Aişe bu sözüyle)
günah cihetiyle demek istemiştir."
5454 Ebu Katade radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir cenaze geçirilmişti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Hem o
istirahata kavuştu, hem de ondan istirahata kavuşuldu!" buyurdular. Bunun
üzerine, yanındakiler: "Ey Allah'ın Resülü, "istirahata kavuşan" ve "ondan
istirahata kavuşan" kimdir, bu ne demektir?" diye sordular. Şu açıklamayı
yaptı: "Mü'min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur.
Facir (ölünce) ondan da kullar, memleket, agaçlar ve hayvanlar
kurtulur."
5455 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Medine'de doğan bir adam Medine'de ölmüş idi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
namazını kıldırdı, sonra da: "Keşke doğduğu yerden başka bir yerde ölseydi!"
buyurdu. Oradakiler "Niçin?" diye sorunca açıkladı: "Kul doğduğu yerin
dışında ölürse, cennette doğduğu yerle eserinin kesildiği (ecelinin geldiği)
yerin arası mukayese edilir!"
5456 Hani Mevla Osman İbnu Affan
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh, bir kabrin üzerinde
durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine: "Cenneti ve cehennemi
hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" dediler.
Bunun üzerine: "Çünkü Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim: "Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan
kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan
sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir." Hz. Osman devamla
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü de nakletti: "(Ahiret
aleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü
değildi!" Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Hani der ki: "Hz. Osman radıyallahu
anh'ın şu beyti irşad ettiğini işittim: "Eğer ondan necat buldunsa, büyük
musibetten kurtuldun, Aksi halde senin kurtulacağını hayal
etmem."
5457 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet ininceye
kadar kabir azabından şüphelenmeye devam etmiştik. (Mealen): "Sayınızın
çokluğuyla övünmek sizi oyaladı. Öyle ki, kabirleri ziyaret
ettiniz."
5458 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre, bir
yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir
azabından Allah korusun!" dedi. Aişe de Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
kabir azabından sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Evet, kabir azabı haktır.
Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz.
Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalatu vesselam'ı namaz kılıp da,
namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç
görmedim."
5459 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) iki kabre uğradı ve:
"(Bunlarda yatanlar) azab çekiyorlar. Azabları da büyük bir günahtan değil"
buyurdular. Sonra sözlerine şöyle devam ettiler: "Evet! Biri, nemimede
(laf getirip götürmede) bulunurdu. Diğeri de idrar sıçrantısına karşı
korunmazdı." Aleyhissalatu vesselam sonra yaş bir hurma dalı istedi, ikiye
böldü. Birini birinin üzerine dikti, birini de öbürünün üzerine dikti. Sonra
da: "Belki bunlar yaş kaldıkça azapları hafifler!"
buyurdular."
5460 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri ölünce,
kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet
ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş
ehlinin (yeridir). Kendisine: "Allah seni Kıyamet günü diriltinceye kadar
senin yerin işte budur!" denilir."
5461 Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bizimle birlikte,
Beni Neccar'a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden
saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir
vardı. Aleyhissalatu vesselam: "Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?"
buyurdular. Bir adam: "Ben biliyorum!" deyince, Aleyhissalatu
vesselam: "Ne zaman öldüler?" dedi. Adam: "Şirk devrinde!" deyince
Aleyhissalatu vesselam; "Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer
birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını
size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim" buyurdular ve sonra şunları
söylediler: "Kabir azabından Allah'a sığının!" Oradakiler: "Kabir
azabından Allah'a sığınırız!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem
azabından da Allah'a sığının!" dedi "Cehennem azabından Allah'a sığınırız"
dediler. "Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah'a sığının!"
dedi. "Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah'a sığınırız!"
dediler. "Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığının!" buyurdu.
"Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınırız!" dediler."
5462 Ebu
Eyyub el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Güneş battıktan sonra, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam çıkmıştı, bir ses işitti: "Bu, kabirlerinde azab çeken
yahudiler(in sesidir)!" buyurdular."
5463 Nesai. Hz. Enes
radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir kabirden
bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?" buyurdular.
"Cahiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve: "Eğer birbirinizi
defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua
ederdim" buyurdular."
5464 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kul kabrine konulup,
yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir-
kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed aleyhissalatu vesselam
denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:
"Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona:
"Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekana tebdil etti" denilir.
(Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir
pencere açar. Eğer ölen kafir ve münafık ise (meleklerin sorusuna):
"(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye
cevap verir. Kendisine: "Anlamadın ve uymadın!" denilir. Sonra
kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir
çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona
yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir."
5465 Yine Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli.
Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli
kendisiyle baki kalır."
5466 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölüp de
pişman olmayan yoktur, mutlaka herkes nedamet duyar: İyi yolda olan hayrını daha
çok artırmadığı için pişman olur, nedamet duyar. Kötü yolda olan da nefsini
kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedamet duyar."
5467 Yine
Ebu Hureyre anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i cariye
(bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih
evlat (bırakan)."
5489 Buhari merhum "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bi'setine (peygamber olarak gönderilişine) tahsis ettiği babta der
ki: "O, Allah'ın elçisi Muhammed İbnu Abdillah İbni Abdilmuttalib İbni Haşim
İbni Abdi Menaf İbni Kusayy İbni Kilab İbni Mürre İbni Ka'b İbni Lüeyy İbni
Galib İbni Fihr İbni Malik İbni'n-Nadr İbni Kinane İbni Huzeyme İbni Müdrike
İbni İlyas İbni Mudar İbni Nizar İbni Ma'add İbni
Adnan'dır."
5490 Vaile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri,
İsmail'in evlatları arasından Kinane'yi seçti, Kinane'den Kureyş'i seçti,
Kureyş'ten Beni Haşim'i seçti. Beni Haşim'den de beni
seçti."
5491 Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim beş ismim var:
Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın benimle küfrü mahvedeceği el-Mahi
(mahvedici)yim. Ben Haşir (toplayıcı)yım, insanlar benim arkamda
haşredilecektir. Ben Akıb (sondan gelen)im, benden sonra peygamber
gelmeyecektir."
5492 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri,
Kureyşlilerin şetmlerini (hakaretamiz sözlerini) ve lanetlerini benden nasıl
çevirdiğine hayret etmiyor musunuz? Onlar zemmedilen birine şetmediyorlar,
zemmedilen birine lanet okuyorlar, ben ise (Muhammed'im)
övülmüşüm."
5493 Muttalib İbnu Abdillah İbni Kays İbnu Mahreme
babası vasıtasıyla ceddinden anlattığına göre ceddi şöyle demiştir: "Ben
ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam Fil yılında doğduk."
5494 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam altmışüç
yaşında vefat etmiştir."
5495 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mekke'de, kendisine vahiy geldiği
durumda onüç yıl ikamet etti. Altmışüç yaşında da vefat
etti."
5496 Bir başka rivayette de şöyle demiştir: "Mekke'de ses
işitir ve ışık görür olduğu halde onbeş yıl ikamet etti. Bunun yedi yılında
ışıktan başka bir şey görmedi, sekiz senesinde vahiy aldı. Medine'de on yıl
ikamet etti. Altmış beş yaşında olduğu halde vefat
etti."
5497 Sahiheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir:
"Vahiy Aleyhissalatu vesselam'a o kırk yaşında iken indirildi. Bundan sonra onüç
yıl kaldı. Sonra hicretle emr olundu. O da Medine'ye hicret etti. Orada on yıl
kaldı. Sonra vefat etti. Aleyhissalatu vesselam."
5498 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam altmışüç yaşında
vefat etti. Hz. Ebu Bekir de altmışüç yaşında vefat etti. Hz. Ömer de altmışüç
yaşında vefat etti. (Radıyallahu anhüma)."
5499 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Kureyşliler, birbirlerine küfrün ve sapıklığın
devamını tavsiye ettiler ve aralarında: "Bizim üzerinde olduğumuz şey var
ya, bu, o köksüz sürgün (mesabesinde olan Muhammed)in üzerinde olduğu şeyden
daha doğrudur!" dediler. Bunun üzerine, Allah Teala hazretleri Kevser sûresini
inzal buyurdu: "Şüphesiz ki biz sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için
namaz kıl ve kurban kes. Asıl arkası kesik (nesilsiz) olan, sana düşmanlık
edenin ta kendisidir" (Kevser 1-3). Bundan sonra Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın beş erkek çocuğu oldu. Dördü Hz. Hatice radıyallahu anha'dan:
Abdullah; bu in büyükleri idi; Tahir; -bunun Abdullah olduğu ve bunların üç tane
oldukları da söylenmiştir-; Tayyib, Kasım ve Mariye'den olan İbrahim.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın dört tane de kızı vardı: Bunlardan Zeyneb,
Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'in nikahı altında idi. Rukiyye ve Ümmü Külsûm: Bu ikisi,
Ebu Leheb'in oğulları olan Utbe ve Uteybe'nin nikahı altında idiler. "Ebu
Leheb'in iki eli kurusun ve kurudu da..." (Tebbet 1-5) vahy-i şerifi nazil
olduğu zaman, Ebu Leheb oğullarına onları boşamalarını emretti. Bunun üzerine
Hz. Osman önce Rukiyye ile evlendi. Rukiyye onunla birlikte Habeşistan'a hicret
etti. Orada Hz. Osman'ın Abdullah adında bir oğlu dünyaya geldi. Hz. Osman ona
izafeten (Ebu Abdillah diye) künye almıştı. Sonra Rukiyye radıyallahu anha vefat
etti. Ondan sonra Hz. Osman Ümmü Külsûm radıyallahu anhüma ile evlendi.
Hz. Fatıma radıyallahu anha: Bu Hz. Ali radıyallahu anh'ın nikahı altında idi.
Hz. Ali'nin Fatma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adlarında üç erkek çocuğu ile
Zeyneb ve Ümmü Külsüm adlarında iki kız çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan Zeyneb,
Abdullah İbnu Ca'fer radıyallahu anhüma'nın nikahı altında idi. Hz. Ali, Ümmü
Külsûm'u da Hz. Ömer'e nikahlamıştı, radıyallahu anhüm
ecmain."
5500 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, oğlu İbrahim öldüğü zaman buyurdular ki: "O daha
memede iken öldü. Onun cennette iki sütannesi var. Bunlar onun sütünü (iki yıla)
tamamlayacaklar. Çünkü o benim oğlumdur."
5501 Hz. Ali'nin
evladlarından Muhammed'in oğlu İbrahim anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı vasfettiği zaman şöyle derdi: "Resûlu-i
Ekrem aleyhissalatu vesselam efendimiz çok uzun boylu olmadığı gibi, (azaları)
birbirine girmiş kısa boylu da değildi, orta boylu bir insandı. Saçları
kıvırcık değildi, düz de değildi, dalgalıydı. Şişman değildi, yuvarlak yüzlü de
değildi, yanakları uzuncaydı. Rengi kırmızıya çalan, beyazdı. Gözleri
siyah ve kirpikleri uzundu, göğsünde göbeğine kadar inen kıldan bir hat vardı.
El ve ayaklarının parmakları kalıncaydı. Eklem yerleri ve iki küreğinin birleşme
yeri olan omurga iri idi. Bir tarafa dönünce (sadece başını çevirmez)
bütün vücudunu çevirirdi. Yürüyünce, yamaçtan iniyormuşcasına öne meylederek
yürürdü. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı. O, peygamberlerin
mührü (sonuncusu) idi. İnsanların en iyi kalplisi, en şecaatlisi ve en doğru
sözlüsü idi. O ahlakça herkesten yüce, muaşere yönüyle de en geçimlisi idi. Onu
aniden gören ondan heybet duyardı; bilerek beraber olan, kalpten severdi. Onu
vasfeden şöyle derdi: "Ben ne O'ndan önce, ne de ondan sonra O'nun gibisini
görmedim." Resul-ü Ekrem çabuk konuşmazdı; her işitenin anlayacağı şekilde
teker teker konuşurdu."
5502 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Ehl-i Kitap saçlarını düz salınmaya bırakırlar, müşrikler de
ayırırlardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ise, (vahiy yoluyla)
emredilmediği hususlarda Ehl-i Kitaba uygun hareket etmekten hoşlanırdı. Bu
sebeple saçını alnından serbest bıraktı. Bilahare (bütün müşrikler müslüman
olduktan sonra) saçlarını (alnından) ayırdı."
5503 Hz. Enes
radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
saçındaki aklardan sorulunca (Enes) şöyle cevap vermiştir: "Allah O'nu,
beyazla çirkinleştirmemiştir." " Bir rivayette de şöyle demiştir: "O,
kişinin başında ve sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Ve
(Enes radıyallahu anh): "Resûlullah aleyhissalatu vesselam saçlarını boyamadı.
Beyaz kıl (onda nadirdi ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir
nebzecik vardı" derdi."
5504 Ebu Cuhayfe radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, sadece alt dudağında
yani anfetesinde beyaz gördüm."
5505 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı, berber onu tıraş ederken
gördüm. Ashabı etrafını çevirmişti. Aleyhissalatu vesselam'ın tek kılının yere
düşmesini istemiyorlar, birinin eline düşsün
istiyorlardı..."
5506 Abdullah İbnu Sercis radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte ekmek ve et yedim ve:
"Ey Allah'ın Resulü! Allah seni mağfiret buyursun!" dedim. Bana: "Seni de!" diye
karşılıkta bulundu. Ravi der ki: "(İbnu Sercis'e): "Resûlullah sana
istiğfarda mı bulundu?" diye soruldu. O: "Evet, "Seni de!" dedi" diye cevap
verdi ve sonra şu ayeti okudu. (Mealen): "Kendi günahın için de, mü'min erkek ve
mü'min kadınlar için de Allah'an af dile..." (Muhammed 19). İbnu Sercis devamla
dedi ki: "Sonra etrafında döndüm, iki omuzu arasında peygamberlik mührünü
gördüm. Sol kürek kemiğinin geniş tarafında idi, yumruk gibi ve üzerinde
siğiller emsali benler vardı."
5507 Cabir İbnu Semüre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın peygamberlik mührü, iki
omuzu arasında idi. Tıpkı bir güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızı bir yumru
(gudde=bez) idi."
5508 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan daha güzelini hiç görmedim. Sanki
güneş mübarek yüzlerinde yürüyor gibiydi. Yürürken Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan daha hızlı yürüyen kimse de görmedim. Sanki yer O'nun ayağı altında
dürülüyor gibiydi. Biz O'nunla beraber yürürken kendimizi zorlardık. O ise,
aldırmazdı."
5509 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam konuşurken (ağır ağır konuşurdu. Öyle ki) eğer biri
çıkıp, kelimeleri saymak istese sayardı. O, sözü sizin gibi peş peşe
getirmezdi."
5510 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, söylediği bellensin diye kelamını üç kere tekrar
ederdi."
5511 Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, oturup konuştuğu zaman, (vahiy bekleyerek
veya mele-i A'la'ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya
çevirirdi."
5512 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "(Annem) Ümmü
Süleym, Resûlullah aleyhissalatu vesselam için yere bir post serer, O da
üzerinde kaylûle (öğle uykusu) kestirirdi. Aleyhissalatu vesselam uyanınca annem
O'nun terini ve kıllarını toplardı. Bunları bir şişede toplar, sonra onu sürünme
maddesine katardı." (Ravi devamla der ki): "Hz. Enes radıyallahu anh
muhtazar (can çekişme halinde) olunca, kefenine sürülecek hanûta bundan
katılmasını vasiyet etti."
5513 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Medine'de bir panik olmuştu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ebu
Talha radıyallahu anh'tan el-Mendûb denen (ağır yürüyüşlü) atını istiareten aldı
ve bindi. Dönüşünde: "Bir şey görmedik. Ancak atı çok hızlı bulduk"
buyurdu."
5514 Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam insanların en iyisi, en cömerdi ve en şecaatlisi idi.
Nitekim bir gece, Medine halkı umumi bir korku yaşamıştı. Halk (korkunun kaynağı
olan) sesin geldiği tarafa yöneldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ise,
herkesten önce o cihete gitmiş, haberi tahkik etmiş ve geri dönmüştü, onları
yarı yolda karşıladı. Ebu Talha radıyallahu anh'ın çıplak atı üzerinde idi.
Boynunda kılıncı asılıydı. Şöyle diyordu: "Korkulacak bir şey yok,
korkulacak bir şey yok." Sonra, "Bu atı pek hızlı bulduk" dedi. Halbuki
at, ağır yürürdü."
5515 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam iki iş arasında muhayyer bırakılırsa, mutlaka
en kolayını tercih ederdi. Yeter ki bu, günah olmasın. Eğer bir iş günah idiyse,
günaha karşı insanın en uzak duranı idi. Aleyhissalatu vesselam kendisi için hiç
intikam aramadı. Ama Allah'ın bir haramı ihlal edilince o zaman Allah için
intikam alırdı."
5516 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte ilk namazı kıldım. Sonra
Aleyhissalatu vesselam ehline gitti. Onunla ben de çıktım. Onu birkısım çocuklar
karşıladı. Derken onların yanaklarını bir bir okşamaya başladı. Benim yanağımı
da okşadı. Elinde bir serinlik ve hoş bir koku hissettim. Elini sanki attar
havanından çıkarmış gibiydi."
5517 İbnu Ebi Evfa radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, zikri çok yapar, lağvı
(hoş sözü) de az yapardı, namazı uzatırdı, hutbeyi de kısa yapardı. Dul ve
miskinlerle beraber yürümekten ar duymazdı, onların ihtiyaçlarını mutlaka yerine
getirirdi."
5518 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'la birlikte yürüdüm. Üzerinde kenarı sert, Necrani bir
hırka vardı. Ona bir bedevi arkadan yetişerek hırkadan tutup şiddetle çekti.
Boynunun derisine baktığımda, şiddetle çekilen hırkanın kenarının zedeleyip iz
bıraktığını gördüm. Bedevi: "Ey Muhammed! Yanındaki Allah'ın malından bana
da verilmesini emret" dedi. Aleyhissalatu vesselam ona yönelik baktı ve güldü.
Sonra da bir ihsanda bulunulmasını emretti."
5519 Yine Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam sabah namazını
kılınca, Medine'nin hizmetçileri ellerinde su bulunan kaplar olduğu halde
kendisine gelirlerdi. Aleyhissalatu vesselam da hiçbirini ihmal etmeden kaplara
elini batırırdı. Bazan sabahları hava soğuk olurdu, Aleyhissalatu vesselam yine
de elini suya batırırdı."
5520 Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir taksimde bulunduğu bir sırada, bir
adam gelerek üzerine eğildi. Aleyhissalatu vesselam da elindeki hurma dalını
adama dürtüp yüzünden yaraladı. Sonra da: "Gel! Kısas yap!" buyurdu. Adam:
"Affettim ey Allah'ın Resûlü!" dedi."
5521 Hz. Ali İbnu Ebi eTalib
radıyallahu anh anlatıyor: "Babam anlatmış ve demişti ki: "Kureyş büyüklerinden
bir grubla Şam'a gitmiştik; beraberimde Muhammed aleyhissalatu vesselam da
vardı. Yolda bir rahib(in manastırın)a yaklaştık ve yakınına konakladık.
Develerimizi çözmüştük ki rahib yanımıza geldi. Daha önceki gelişlerimizde
yanımıza hiç uğramamıştı. Aramızda dolaşmaya başladı ve Muhammed'i (bulup)
elinden tuttu ve: "Bu alemlerin efendisidir!" dedi. Kureyş büyükleri
ona: "Bu söylediğini nereden biliyorsun?" diye sordular. Adam: "Ben
onun sıfat ve evsafını bize indirilen kitapta bulmuşum! Nitekim siz
yaklaştığınız zaman, O'na secde etmedik ne taş, ne ağaç kaldı, hepsi de secde
ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler. Ben O'nu ayrıca
peygamberlik mührüyle de biliyorum, bu mühür omuz başındaki düz kemiğe baş
kısmının aşağısında bulunur, elma büyüklüğündedir" dedi. Sonra bizden ayrıldı,
yemek hazırlayıp getirdi. Muhammed o sırada, develeri gözetliyordu. Yanımıza
geldiğinde üzerinde ona gölge yapan bir bulut vardı. Yaklaşınca, halkın
kendinden önce ağacın gölgesini kaptıklarını gördü. O da güneşte oturdu. Ağacın
gölgesi, üzerine meyletti, onlar güneşte kaldılar. Rahib: "Bakın, ağacın
gölgesi O'nun üzerine meyletti" dedi. Rahib onların yanında iken, bu çocuğu
Allah aşkına Rum (diyarın)a götürmeyin diye ricada bulundu ve: "Eğer O'nu
götürürseniz, taşıdığı sıfatlarıyla O'nu tanırlar ve öldürürler" dedi. O, bu
hususta Allah'ın adını vererek onlara ricada bulunurken, yan tarafına bir göz
attı. Manastırına doğru gelen yedi Rum gördü. Onları karşıladı ve: "Niye
geldiniz?" dedi. "Rahiplerimiz bize Araplar arasında çıkacak bir
peygamberin bu ayda memleketimize doğru gelmekte olduğunu söylediler. (Buralara
giriş sağlayan) her yola bir grup insan çıkarıldı. Biz de senin su yoluna
gönderildik" dediler. Rahip: "Sizden daha hayırlı birini geride bıraktınız mı?"
dedi. Onlar: "O şahsın senin yolunun üzerinde olduğu bize haber verildi!"
dediler. Rahib: "Allah'ın icra etmek istediği bir iş hakkında ne dersiniz,
insanlardan bunu geri çevirebilecek biri var mı?" diye sordu. Onlar: "Hayır!"
dediler. Rahip: "Öyleyse şu kimseye biat edin. Zira bu, gerçek
peygamberdir" dedi. Onlar da ona biat ettiler, Rahiple birlikte orada kaldılar.
Sonra rahip bize döndü, ve: "Allah için söyleyin, bunun velisi kim?" dedi.
Beni kastederek: "Şu" dediler. Rahib bana hususi şekilde, geri dönmemiz için
ricada bulundu. Ben de O'nu içlerinde, Hz. Ebu Bekr'in gönderdiği, Bilal'in de
bulunduğu bir grup kimse ile geri çevirdim. Rahip O'na kek ve zeytinyağından
azık koydu." Rivayete: "Ebu Talib Şam için yola çıktı...." diye başlar ve
yukarıda kaydedildiği şekilde zikreder. Yukarıdaki metni Rezin, Hz. Ali
radıyallahu anh'ın babasından rivayeti olarak, kaydedilen elfazla tahric
etmiştir.
5522 Ata İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: "Abdullah
İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma'ya rastladım ve: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın Tevrat'ta zikredilen vasıflarını bana söyle" dedim. Bunun üzerine
hemen: "Pekala dedi ve devam etti: Allah'a yemin olsun! O, Kur'an'da geçen
bazı sıfatlarıyla Tevrat'ta da mevsuftur (ve şöyle denmiştir:) "Ey peygamber,
biz seni insanlara şahid, müjdeleyici ve korkutucu (Ahzab 45) ve ümmiler için de
koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin. Ben seni mütevekkil diye
tesmiye ettim. O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda
rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder,
bağışlar. Allah, bozulmuş dini onunla tam olarak ikame etmeden onunla kör
gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan onun ruhunu
kabzetmez."
5523 Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor:
"Tevrat'ta Hz. Muhammed aleyhisselam'ın sıfatı ve İsa İbnu Meryem'in de O'nunla
birlikte defnedileceği yazılıdır. Ebu Mevdûd el-Medeni der ki:
"(Resûlullah'ın kabrinin bulunduğu) hücrede bir kabir yeri
var."
5524 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Habeşistan'ın
sahibi (kralı) Necaşi merhum'u işittim, demişti ki: "Ben şehadet ederim ki
Muhammed Allah'ın Resûlüdür. O, Hz. İsa aleyhisselam'ın geleceğini müjdelediği
zattır. Eğer ben, şu saltanatın başında olmasaydım ve üzerimdeki insanlarla
ilgili yük bulunmasaydı onun ayakkabılırını taşımak üzere yanına
giderdim."
5525 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bana Ebu
Süfyan İbnu Harb anlattı ve dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile
aramızda sulh(-u Hudeybiye) olduğu bir sırada Şam'a gitmiştim. Ben orada iken,
Herakliyus'a, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bir mektup getirildi.
Mektubu Dıhyetu'l-Kelbi getirmişti. Onu Busra emirine teslim etti. O da, Rum
Kralı Herakliyus'a ulaştırdı. Herakliyus: "Peygamber olduğunu zanneden şu
adamın kavminden buralarda birileri var mı?" diye sordu. Ona "evet var!" dediler
ve ben bir grup Kureyşliyle birlikte çağırıldım. Yanına girdik. Bizi önüne
oturttu. "Ona nesebce en yakın olan kimdir?" dedi. Ben atıldım:
"Benim!" dedim. Bunun üzerine beni, arkadaşlarım arkamda kalacak şekilde önüne
oturttu. Sonra tercümanını getirtti. "Şunlara söyle, ben şuna, o peygamber
olduğunu zanneden kimse hakkında soracağım. Eğer cevaplarında bana yalan
söylemeye kalkarsa, onu tekzib etsinler!" dedi. Ebu Süfyan der ki:
"Allah'a yemin olsun. Eğer yalanım, aleyhime tesir hasıl eder korkusu olmasaydı,
cevaplarım sırasında yalan söylerdim. Sonra Herakliyus, tercümanına: "Sor
şuna! O zatın aranızdaki nesebi nasıldır?" dedi. Ben: "O, aramızda asil
bir nesebe sahiptir" dedim. O tekrak sordu: "O'nun ecdadı arasında kral
var mı? "Yok!" dedim. "Siz onu bu iddiasından önce hiç yalanla itham
ettiniz mi?" dedi. Ben: "Hayır!" dedim. "Ona insanların eşraf takımı
mı tabi oluyor, zayıflar takımı mı? dedi. "Zayıflar takımı!" dedim.
"Artıyorlar mı azalıyorlar mı?" dedi. Ben: "Eksilmiyorlar, bilakis
artıyorlar" dedim. O tekrar sordu: "Dine girdikten sonra hoşnutsuzlukla
dininden vazgeçen, irtidad eden oldu mu?" "Hayır!" dedim. "Onunla
hiç savaştınız mı?" dedi. Ben: "Evet!" dedim. "Onunla savaşınız
nasıl oldu?" dedi. "Harb onunla bizim aramızda münavebeli oldu. O bize
karşı kazandı, biz de ona karşı kazandık!" dedim. "Verdiği sözden caydığı
oldu mu?" dedi. "Hayır! Ancak, aramızda bir sulh var, bu esnada ne yapacak
bilmiyoruz!" dedim. Ebu Süfyan der ki: "Allah'a yemin olsun o konuşmamız
esnasında, (aleyhte) bundan başka bir şey söyleme imkanı bulamadım." Herakliyus
sormaya devam etti: "Muhammed'den önce bu sözü söyleyen bir başkası var
mıydı?" dedi. "Hayır!" dedim. Bunun üzerine tercümanına: "Söyle ona!
Ben sana "aranızdaki nesebi" nden sordum, sen onun asaletli biri olduğunu
söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında neseb
sahiplerinden gönderilirler. Ben sana "ecdadı içinde kral var mı?" diye sordum
"yok!" dedin. Ben de "eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu ecdadının
kraliyetini arayan bir adam" diyecektim. Ben, "ona tabi olanlar" dan sordum:
"Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa eşraf kesimi mi?" diye. Sen "zayıflar!" dedin.
Peygamberlere tabi olanlar işte bunlardır. Ben sana "bu iddiasından önce onu hiç
yalanla itham ettiniz mi?" diye sordum, sen "hayır!" dedin. Böylece anladım ki
o, ne insanlara ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir. Ben sana "dine
girdikten sonra, hoşnut olmayarak dininden dönen oldu mu?" diye sordum, sen
"Hayır!" dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi, bir daha
solmaz. Ben senden "onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?" diye sordum, sen
arttıklarını söyledin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar. Ben
sana "onlarla savaştınız mı?" diye sordum, sen savaştığınızı, savaşın aranızda
münavereli cereyan ettiğini, onların size, sizin de onlara galebe çaldığını
söyledin. Peygamberler de böyledir, imtihandan geçirilirler, sonunda akibet
onların olur. Ben, sana "verdiği sözden döndüğü olur mu?" dedim, sen olmadığını
söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler. Ben, "Bu iddiayı
ondan önce söyleyen oldumu?" diye sordum. sen "Hayır!" dedin. Ben "Eğer bu sözü
ondan önce biri söylemiş olsaydı, "Bu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü
tamamlamaya çalışan birisi" diyecektim. Herakliyus sonra: "Size ne
emrediyor?" diye tekrar soru sordu. Biz: "Namaz, zekat, sıla-i rahim ve
iffet" dedik. Bunun üzerine herakliyus dedi ki: "Eğer, senin söylediklerin
gerçekse, O peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak sizin aranızdan
çıkacağını zannetmiyordum. Eğer, O'na kavuşabileceğimden emin olsam karşılaşmayı
çok isterdim. Yanında olsaydım, ayaklarına su dökerdim. O'nun hakimiyeti,
ayaklarımın altında olan şu diyarlara kadar uzanacaktır. Sonra Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın mektubunu getirtti ve okuttu. Şöyle diyordu:
"Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın elçisi Muhammed'den Rum'un büyüğü
Herakliyus'a, Selam hidayete tabi olanlara olsun. Emma ba'd! Seni
İslam'a çağırıyorum. İslam'a gir, selameti bul! Allah da ecrini iki kat versin.
Yüz çevirirsen, bütün tebeanın günahı üzerine olsun. "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle
bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah'tan başkasına ibadet
etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb
edinmeyelim.! Eğer onlar yüz çevirirse siz deyin ki: "Şahit olun, biz
müslümanlarız" (Al-i İmran 64). Herakliyus, mektubun okunuşunu
tamamlayınca, yanında sesler yükseldi ve gürültüler arttı. Bize emretti,
çıkarıldık. Ben arkadaşlarıma: "İbnu Ebi Kebşe'nin işi ciddidir. Şu Beni
Asfer'in (Rumların) kralı ondan korkuyor!" dedim. Allah İslam'ı bana nasib
edinceye kadar onun galip geleceği inancını taşıdım. Herakliyus, ileri
gelen cemaatini hep davet etti, kendine ait sarayların birinde toplandılar.
Onlara: "Ey Rum cemaati! Ebedi bir kurtuluşunuz ve şu saltanatınızın
bekasına ne dersiniz?" dedi. Bunun üzerine, hep birden vahşi eşekler gibi ürküp
kapılara koştular. Ancak hepsini kapatılmış buldular. Herakliyus onları geri
çağırdı. "Ben sizin dindeki salabetinizi imtihan ettim. Sizde gördüğüm
durum hoşuma gitti!" dedi. Bunun üzerine, ona secde ettiler ve ondan razı
oldular."
5526 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Cinler
semaya yükselip, orada vahyi dinliyorlardı. Bir tek kelime işitince, ona
doksandokuz tane de (kendilerinden) ilave ediyorlardı. O tek kelime hak, ilave
edilenler batıldı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam gönderilince, semadaki
yerlerine yükselmeleri şihablarla (göktaşları) önlendi. Bundan önce gökte
şihablar (bu kadar çok) atılmazdı. İblis onlara: "Nedir bu? Herhalde mühim
bir hadise var!" dedi. Askerlerini gönderdi. Onlar Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı Mekke'de iki dağın arasında namaz kılıyor buldular. İblise tekrar
dönüp gördüklerini haber verdiler. O da: "Arzda meydana gelen hadise işte
bu! (Sizin semadan haber almanız bu sebeple engelleniyor)
dedi."
5527 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih
rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu.
(Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine
dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüs'de bulunuyordu. -Tahannüs
ibadette bulunma demektir.- Bu maksadla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz.
Hatice radıyallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar
gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti.
Bir gün ona melek gelip: "Oku!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ben
okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhissalatu vesselam hadisenin gerisini
şöyle anlatır: "Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı,
takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: "Oku!" dedi. Ben
tekrar: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatım
kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma
bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatım kesilinceye kadar
sıktı. Sonra bıraktı ve: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan
pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini
öğretti" (Alak 1-5) dedi." Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu vahiyleri
öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına
geldi ve: "Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye
kadar öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice radıyallahu anha'ya, başından
geçenleri anlattı ve: "Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice
de: "Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira
sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü
taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden
hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice,
Aleyhissalatu vesselam'ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbni esed İbni Abdi'l-Uzza İbni
Kusay'a götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde
hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil'den,
Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri ama olmuş yaşlı bir
ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: "Ey amcamoğlu! Kardeşinin oğlunnu bir
dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Aleyhissalatu vesselam'a: "Ey kardeşimin
oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam gördüklerini
anlattı. Varaka da O'na: "Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir.
Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp
çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu.
Varaka: "Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na
husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!"
dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi
(Kesildi)."
5528 Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: "Ebu Seleme İbnu
Abdirrahman'a Kur'an'dan ilk inenin ne olduğunu sordum. "Ya
eyyühe'l-Müddessir (ey örtüsüne bürünmüş)! (suresi)dir!" dedi. Ben: "İyi
ama, başkaları ilk inenin İkra'bismi Rabbikellezi halak (suresi) dir diyorlar"
dedim. Bunun üzerine Ebu Seleme: "Ben bu hususta Hz. Cabir radıyallahu
anh'a sormuştum. O bana: "Sana, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
söylediğinden başka bir şey söylemeyeceğim. Aleyhissalatu vesselam: "Bir
ay kadar Hira mağarasına mücavir oldum (itikafa girdim). Mücaveretimi
(itikafımı) tamamlayınca, dağdan indim. Derken bana bir seslenen oldu. Sağıma
baktım, hiçbir şey görmedim. Soluma baktım, yine bir şey görmedim. Arkama baktım
bir şey görmedim. Derken başımı kaldırdım, bir şey gördüm, ama (bakmaya)
dayanamadım. Hemen Hatice'nin yanına geldim: "Beni örtün!" dedim. Derken
şu ayetler nazil oldu. (Mealen): "Ey örtüsüne bürünen! Kalk! (İnsanları
ahiretle) korkut! Rabbini büyükle, elbiseni temizle. Pislikten kaçın.."
(Müddessir suresi). Bu vahiy namaz farz kılınmazdan
önceydi."
5529 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu
gibi bir ses işitilirdi. Bir gün, O'na vahiy indirildi. Bir müddet öyle kaldı.
Sonra o hal açıldı. O da Mü'minûn suresinden ilk on ayeti okudu:
"Mü'minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını
Allah'tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tadil-i erkan ile kılarlar. Onlar
dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar
nail oldukları her türlü nimetin zekatını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını
korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna; bunlarla olan
yakınlıklarından dolayı kınanmazlar. Kim helal sınırını aşarak bunların ötesine
geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü'minler ki, Allah'a
ve kullara karşı olan emanet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde
dururlar. Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riayet ederek
kılarlar. İşte onlar varislerin ta kendileridir. Onlar Firdevs cennetine varis
olurlar. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır" (Mü'minûn, 1-11). Arkadan
dedi ki: "Kim bu on ayeti yerine getirirse cennete girer." Sonra kıbleye
yöneldi ve ellerini kaldırıp: "Allahım (hayrımızı) artır, bizi (iyilik
yönüyle) noksanlaştırma. Bize ikram et, zillete düşürme. Bize ihsanda bulun,
mahrum etme. Bizi tercih et, (düşmanlarımızı) bize tercih etme. Allahım, bizi
razı kıl, bizden de razı ol!" buyurdular."
5530 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a inen en son
ayet Riba ayetidir."
5531 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, hacc mevsiminde vakfe mahallinde kendini
hacılara arzediyor: "Beni kavmine götürecek bir kimse yok mu? Kureyş, Rabbimin
kelamını tebliğ etmeme mani oldu" diyordu."
5532 Hz. Enes
radıyallahu anh Malik İbnu Sa'sa'a radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, onlara, Mirac'a götürüldüğü geceden
anlatarak demiştir ki: "Ben Ka'be'nin avlusunda Hatim kısmında -belki de
Hıcr'da demişti- yatıyordum. -Bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık
arasında idim.- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı.
-Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi
çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla (ve hikmetle) dolu, altından bir kab
getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi (imanla)
doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir
hayvan getirildi. Bu Burak'tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak
yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni
götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. "Gelen
kim?" denildi. "Cibril!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed aleyhissalatu vesselam!" dedi. "Ona Mirac daveti gönderildi mi?"
denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!"
denildi. Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem
aleyhisselam'ı gördüm. "Bu babanız Adem'dir! Selam ver O'na!" dendi. Ben
de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: "Salih evlad hoş
gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve
ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben
Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!"
dedi. "Ona Mirac daveti gönderildi mi?" denildi. "Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri
girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze
oğullarıydı. Hz. Cebrail: "Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa'dırlar, onlara
selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular.
Sonra: "Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler.
Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?"
denildi. "Cibril'im!" dedi. "Yanındaki kim?" denildi.
"Muhammed'dir!" dedi. "Ona Mirac daveti gitti mi?" denildi. "Evet!"
dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı.
İçeri girince Hz. Yusuf aleyhisselam'la karşılaştık. Cebrail: "Bu
Yusuf'tur! Ona selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti.
Sonra: "Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra
Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?"
denildi. "Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi. "Ona Mirac davetiyesi indi mi?" denildi. "Evet!"
dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı. İçeri
girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu
İdris'tir, ona selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti.
Sonra bana: "Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi.
Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.
"Kim bu gelen?" denildi. "Ben Cibril'im!" dedi. "Beraberindeki kim?"
denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Mirac daveti indirildi mi?"
denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!"
denildi. Kapı açıldı. İçeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail
aleyhisselam: "Bu Harun aleyhisselam'dır. Ona selam ver!" dedi. Ben selam
verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve: "Salih kardeş hoş geldin,
salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı
semaya geldik. Kapıyı çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Ben Cibril!"
dedi. "Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona
Mirac daveti indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler!
Bu geliş ne iyi geliş!" dendi. Kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Musa aleyhisselam
ile karşılaştık. Hz. Cebrail: "Bu Hz. Musa'dır! Ona selam ver!" dedi. Ben
selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu. Sonra: "Salih kardeş hoş
geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Ben onu geçince ağladı. Kendine:
"Niye ağlıyorsun?" denildi. "Çünkü dedi, benden sonra bir delikanlı
peygamber oldu. Onun ümmetinden cennete gidecekler benim ümmetimden cennete
gideceklerden daha çok!" dedi. Sonra beni yedinci semaya çıkardı ve kapıyı
çaldı. "Bu gelen kim?" denildi. "Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi. "Muhammed!" dedi. "Ona Mirac daveti
indirildi mi?" denildi. "Evet!" dedi. "Hoş gelmişler! Bu geliş ne
iyi geliş!" denildi. İçeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık.
Cebrail: "Bu baban İbrahim'dir, ona selam ver!" dedi. ben selam verdim. O
da selamıma mukabele etti. Sonra: "Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber
hoş geldin!" dedi. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Bunun meyveleri
(Yemen'in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrail aleyhisselam bana: "İşte bu Sidretü'l-Münteha'dır!" dedi.
Burada dört nehir vardı: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir. "Bunlar
nedir, ey Cibril?" diye sordum. Hz. Cebrail: "Şu iki batıni nehir cennetin
iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat'tır!" dedi. Sonra bana
el-Beytü'l-Ma'mur yükseltildi. Sonra bana bir kabta şarap, bir kapta süt, bir
kapta da bal getirildi. Ben sütü aldım. Cebrail aleyhisselam: "Bu
(aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış)
üzerindesiniz!" dedi. Resûlullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde
elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa
aleyhisselam'a uğradım. Bana: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Gece ve
gündüzde elli vakit namazla!" dedim. "Ümmetin, her gün elli vakit namaza
muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Beni İsrail'e
muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine
dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme
istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam'a tekrar
uğradım. Yine: "Ne ile emrolundun?" dedi. "Benden on vakit
namazı kaldırdı!" dedim. "Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını
iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa
aleyhisselam'a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu
şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa
da Hz. Musa'ya uğradım. Yine: "Ne ile emredildin?" dedi. "Her gün
beş vakit namazla!" dedim. "senin ümmetin her gün beş vakit namaza da
takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi. "Rabbimden çok
istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte
razıyım. Allah'ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselam'ı geçer
geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti: "Farzımı kesinleştirdim,
kullarımdan hafiflettim de!" Bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar
(günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez
artık!"
5533 Nesai'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, beş vakit namazla gönderilince, Hz. Musa
aleyhisselam kandisine: "Rabbine dön! Daha da azaltmasını talep et. Çünkü,
Beni İsrail'e iki namaz farz etmişti, onları kılmadılar!" dedi. Bunun üzerine
aziz ve celil olan Rabbime tekrar dönüp daha da hafifletmesini istedim. Rabb
Teala şu cevabı verdi: "Semavat ve arzı yarattığım zaman ben sana ve
ümmetine elli vakit namaz yazmıştım. Öyleyse elli olan beştir. Sen ve ümmetin
bunları kılın!" Böylece anladım ki, bu beş vakit namaz Rabbim Teala'dan kesin
bir emirdir. Hemen Hz. Musa'ya döndüm. O yine "Dön!" dedi. Fakat ben, artık geri
dönmedim."
5534 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kureyş beni tekzib ettiği vakit,
Hıcr'da doğruldum. Allah Teala hazretleri Beytu'l-Makdis'i bana tecelli ettirdi.
Ben onlara onun alametlerini birer birer haber vermeye başladım. Hem
Beytu'l-Makdis'e bakıyor hem de haber veriyordum."
5535 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İsra gecesinde Hz. Musa'ya uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki
kabrinde namaz kılıyordu."
5536 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kisra
ölünce, ondan sonra başka kisra yoktur. Kayser de öldü mü ondan sonra kayser
yoktur. Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, siz her
ikisinin de hazinelerini Allah yolunda
harcayacaksınız."
5537 Adiyy İbnu Hatim radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında iken bir adam geldi ve
fakirlikten şikayet etti. Derken biri daha gelip, o da yol kesilmesinden şikayet
etti. (Aleyhissalatu vesselam bana dönerek:) "Ey Adiyy dedi, sen Hire
şehrini gördün mü?" "Hayır görmedim, ancak işittim!" dedim. Bunun
üzerine: "Eğer ömrün biraz uzarsa, devesine binen bir kadının Hire'den
(tek başına) kalkıp Ka'be'yi tavaf edeceğini mutlaka göreceksin. O bu seyahatini
yaparken Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak!" Adiyy der ki:
"İçimden, kendi kendime: "Memlekete dehşet saçan Tayy eşkiyaları nereye
gidecek?" dedim. Resûlullah sözlerine devam etti: "Eğer ömrün olursa
Kisra'nın hazinelerinin de fethedildiğini göreceksin!" "Kisra İbnu Hürmüz
mü?" diye araya girdim. "Evet İbnu Hürmüz olan kisra!" buyurdu ve devam
etti: "Eğer hayatın uzarsa mutlaka göreceksin: "Kişi eli altın ve gümüş
parayla dolu olduğu halde bunu tasadduk etmek üzere fakir arayacak fakat
kendinden onu kabul edecek bir tek adam bulamayacak. Her biriniz, mutlaka bir
gün gelecek aranızda herhangi bir perde, bir tercüman olmaksızın Allah'la
karşılaşacaksınız. O zaman Allah Teala hazretleri: "Sana tebliğ getiren
bir peygamber göndermedim mi?" diye soracak. Muhatabı: "Evet gönderdin!"
diyecek. Rabb Teala: "Ben sana mal vermedim mi, ikram etmedim mi?" diye
soracak, kul: "Evet! Ey Rabbim, verdin!" deyip sağına bakacak, cehennemden
başka bir şey görmeyecek, soluna bakacak cehennemden başka bir şey
görmeyecek." Adiyy der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini işittim: "Bir hurmanın yarısı da olsa onu sadaka olarak
vererek ateşten korunun! Kim yarım hurma bulamazsa güzel bir sözle
korunsun!" Yine Adiyy radıyallahu anh dedi ki: "Ben Hire'den kalkıp,
Beytullah'ı tavaf eden ve Allah'tan başka kimseden korkmayan yaşlı kadını
gördüm. Kisra İbnu Hürmüz'ün hazinelerini fethedenler arasında ben bizzat
bulundum. Eğer sizlerin ömrü uzun olursa mutlaka, Ebu'l-Kasım aleyhissalatu
vesselam'ın şu söylediğini de göreceksiniz: "Kişi, eli altın veya gümüşle dolu
olarak çıkacak, onu kendinden (sadaka olarak) kabul edecek adam
bulamayacak."
5538 Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizler Mısır'ı
fethedeceksiniz. Orası (paraya) "kirat" denilen yerdir. Oranın halkına hayır
tavsiye edin. Onların bir zimmet, bir de rahim (hakkı)
vardır."
5539 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri yeryüzünü
benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin
mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır. bana iki hazine verildi:
Kırmızı ve beyaz hazineler. Ben Rabbimden, ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak
etmemesini, ümmetime kendi nefislerinden başka bir düşman musallat edip
çoğunluğu helak etmelerine meydan vermemesini talep ettim. Rabbim Teala
hazretleri bu isteklerime şöyle cevap verdiler: "Ey Muhammed! Bir hüküm
verdim mi artık o geri alınmaz. ben senin ümmetine "Onları umumi bir kıtlıkla
helak etmeyeceğim, kendileri dışında, çoğunu helak edecek bir düşman da musallat
etmeyeceğim, hatta yeryüzünün her tarafında bulunanlar, onlar aleyhinde
toplansalar da. Ama kendi aralarında birbirlerini helak
edecekler."
5540 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir gün: "Halınız var mı?" diye sordular. "Bizde
halı da nasıl olsun?" dedim. "Şurası muhakkak ki o da olacak!" buyurdular.
Nitekim dediği gibi oldu. Gün geldi ben hanımıma (israf ve mekruh addettiğim
için): "Şu halını benden bari uzak tut!" diye çıkıştığım vakit:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Sizlerin de halıları olacak!" dememiş
miydi?" diye karşılık verdi."
5541 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhakkak ki,
Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdid edecek
kimse(ler) gönderecektir."
5542 Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam aramızda doğrulup, o günden Kıyamet'e kadar
olacak her şeyden bahsetti. Onu belleyen belledi ve unutan da unuttu. Şu
arkadaşlarım da bunu bilirler. (Resûlullah'ın haber verdiği ve fakat) unutmuş
olduğum o şeylerden biri vukua gelip görünce, öylesine canlı hatırlıyorum ki,
tıpkı, kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü, o şahıs kaybolunca hatırlamadığı halde
bilahare karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi."
5543 Yine Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Kıyamet'e kadar
gelecek her şeyi bana haber verdi. Onlardan her ne varsa Aleyhissalatu
vesselam'a sordum. sadece "Medine halkını Medine'den kim çıkaracak?" bunu
sormadım."
5544 Amr İbnu Ahtab el-Ensari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gün bize sabah namazını
kıldırıp minbere çıktı. Öğle vakti girinceye kadar hitap etti. Sonra minberden
inip namaz kıldı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar bize hitap
etti. İnip ikindiyi kıldı, sonra tekrar minbere çıktı, güneş batıncaya kadar
bize konuştu. Bu konuşmalarda Kıyamet gününe kadar olacak (hadisatı) bize haber
verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli
olanımızdır."
5545 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Hayber fethedildiği zaman, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a zehir katılmış
bir koyun (kızartması) hediye edildi. Aleyhissalatu vesselam:
"Yahudilerden burada olanları bana toplayın!" emrettiler ve derhal toplanıp
getirildiler. "Size bir şey sorsam doğru söyleyecek misiniz?" buyurdu.
Onlar: "Evet!" deyince: "Babanız kimdir?" buyurdu. "Falancadır!"
dediler. "Yalan söylediniz, bilakis babanız falandır!" buyurdu.
"Doğru söyledin!" dediler. "Önceki gibi bana doğru söyleyecek misiniz?"
diye tekrar sordu. "Evet! Zaten biz sana yalan söylesek sen onu
anlayacaksın, tıpkı babamız hakkındakini anladığın gibi" dediler.
"Cehennem ehli kimdir?" dedi. "Biz orada az kalacağız. Orada bize siz
halef olacaksınız!" dediler. "Defolun! Vallahi biz ebediyyen size
cehennemde halef olmayacağız!" buyurdu. Sonra da: "Size bir şey sorsam
bana doğru söyleyecek misiniz?" buyurdu. "Evet!" dediler. "Bu koyuna
zehir koydunuz mu, koymadınız mı?" dedi. "Evet, koyduk!" dediler.
"Pekiyi bunu niye yaptınız?" buyurdu. "Yalancı (bir peygamber) isen,
senden kurtulmayı arzu ettik. Hakiki bir peygamber isen, bu zehir sana asla
zarar vermez!" dediler."
5546 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hanımlarından bazıları: "Ey Allah'ın
Resûlü! Hangimiz sana daha çabuk kavuşacak?" diye sordular. O da: "Kolu en
uzun olanınız!" diye cevap verdi. Onlar da bir karış alıp kollarını ölçtüler. En
uzun kollusu Sevde idi. Bilahare anladık ki, kolunun uzunlu (ndan murad) sadaka
imiş. Zaten o sadaka vermeyi severdi. İlk önce o, Aleyhissalatu vesselam'a
kavuşmuştu."
5547 Müslim'in diğer bir rivayeti şöyledir: "Bana
kavuşmada en çabuğunuz kolu en uzun olanınızdır!" Hz. Aişe devamla der ki:
"Kol yönüyle kim daha uzun diye uzunluk ölçüşmesi yaptılar. En uzunumuz Zeyneb
(Bintu Cahş) idi. Çünkü o, eliyle çalışır ve kazandığını sadaka olarak fukaraya
verirdi."
5548 Hilal İbnu Amr anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu
anh'ı dinledim. Demişti ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Maveraunnehr'den bi adam çıkacak, ona el-Haris Harras (çiftçi)
(el-Haris İbnu Harras) denecek. (Ordusunun) önünde Mansûr denen bir adam olacak.
Bu zat Al-i Muhammed için (malıyla, hazineleriyle, silahıyla zemin)
hazırlayacak, hilafeti mümkün kılacaktır. Tıpkı Kureyş'in Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a mümkün kıldığı gibi. Ona yardımcı olmak her müslümana
vacib olmuştur -veya ona icabet etmesi vacip olmuştur"
dedi-"
5549 İbnu Ebi Kesir anlatıyor: Ebu Sehm radıyallahu anh
dedi ki: "Bana (Medine'de) bir kadın uğramıştı. Böğründen tuttum, sonra
saldım. Sabahleyin Aleyhissalatu vesselam halktan biat almaya başladı. Yanına
ben de gittim. "Dün kıdını tutan değil misin sen?" diye sordular.
"Evet! Ama bir daha yapmayacağım ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Benim biatımı da
aldı."
5550 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'la Mekke'de idim. Beraberce bir tarafına gitmiştik. Onun
karşısına çıkan her ağaç, her dağ ona selam veriyor ve: "Allah'ın selamı üzerine
olsun ey Allah'ın Resûlü!" diyordu."
5551 Cabir İbnu Semüre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Mekke'de bir taş var, peygamberlik geldiği zaman günler boyu bana
velam verdi, şu anda o taşı biliyorum."
5552 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir bedevi gelerek Aleyhissalatu
vesselam'a: "Senin Allah elçisi olduğunu ne ile bileyim?" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Hurma ağacından şu salkımı çağırmamla. O benim Allah'ın
elçisi olduğuma şehadet eder!" dedi ve onu çağırdı. Salkım, ağaçtan inmeye
başladı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına düştü ve: "Selam senin
üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Sonra Aleyhissalatu vesselam ona:
"Haydi yerine dön!" emrettiler. Salkım yerine döndü ve eski yerine kaynadı.
Bedevi (bu manzara karşısında) müslüman oldu."
5553 Ma'n İbnu
Abdirrahman anlatıyor: "Babam merhumu dinledim. Diyordu ki: "Mesruk'a
sordum: "Kur'an'ı dinledikleri gece, cinleri(n geldiğini) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a haber verdi?" Bana şu cevabı verdi: "Baban, yani İbnu
Mes'ud bana bildirdi ki: "Onların yani cinlerin geldiğini bir ağaç haber
verdi."
5554 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir hurma kütüğüne dayanarak hitapta bulun(ur)du.
(Duyulan ihtiyaç üzerine) ona bir minber yaptılar, onun üzerinde hutbe vermeye
başladı. Hurma kütüğü (Aleyhissalatu vesselam'ın kendisini terketmesi üzerine)
bir deve inleyişi gibi inleyip ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah
aleyhissalatu vesselam minberden inip kütüğü meshedip okşadı. Kütük inlemeyi
bırakıp sükûnet buldu."
5555 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı ikindi namazının vakti girince gördüm. Halk
abdest alacak su arıyordu, bulamadılar. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
abdest suyu getirildi. Hemen elini içine koydu ve halka ondan abdest almalarını
emretti. Enes der ki: "Ben suyun parmaklarının altından kaynadığını gördüm. Halk
en sonuncuya varıncaya kadar abdestini aldı."
5556 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Hudeybiye günü, halk susadı. Aleyhissalatu
vesselam'a geldiler. Resûlullah'ın önünde deriden mamul bir su kabı vardı,
abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine: "Neyiniz var?" diye
sordu. "Yanımızda abdest almaya ve içmeye önünüzdekinden başka suyumuz
kalmadı!" dediler. Aleyhissalatu vesselam, derhal ellerini kaba koydu. Derken,
parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı gözelerin kaynaması gibiydi.
Hepimiz ondan içtik." Hz. Cabir'e: "O gün kaç kişiydiniz?"
denildi. "Eğer, dedi biz yüzbin de olsak su yetecekti, ama biz binbeşyüz
kişi idik" cevabını verdi."
5557 Hz. Bera radıyallahu anh'tan
rivayete göre demiştir ki: "Siz Fetih deyince Mekke'nin fethini
anlıyorsunuz. Evet Mekke'nin fethi bir fetihtir. Ancak biz sahabiler, fetih
deyince, Hudeybiye günündeki Bey'atu'r-Rıdvan'ı anlardık. Biz o zaman,
Aleyhissalatu vesselam'ın yanında bindörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyu(nun
adı)dır. Biz o kuyunun suyunu tamamen aldık, tek damla bırakmadık. Bu durum
aleyhissalatu vesselam'a ulaşmıştı. Derhal kuyunun yanına geldi, kenarına oturup
bir kap su istedi. Elini yıkadı, ağzına su alıp (kuyuya püskürttü) ve dua etti.
Sonra suyu kuyuya döktü. ("Onu bir müddet terkedin" dedi.) Biz kuyuyu terkedip
biraz uzaklaştık. Az sonra kuyu bize ve bineklerimize yetecek kadar su
saldı."
5558 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın mucizelerini bereket addederdik, siz ise
onları bir korkutma vesilesi sayıyorsunuz. Biz Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'la birlikte bir seferde bulunuyorduk. Suyumuz azaldı. "Bana (bir
parça) artık su arayın!" buyurdular. İçerisinde azıcık su bulunan bir kap
getirdiler. Aleyhissalatu vesselam elini içine soktu ve: "Haydi temiz,
mübarek suya gelin. Bereket Allah Teala hazretlerindendir!" buyurdular. Yemin
olsun, suyun, parmaklarının arasından kaynadığını gördüm. Vallahi biz, yenmekte
olan taamın tesbihini işitirdik."
5559 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraber bir seferde
idik. Derken bir ara halkın azığı tükendi. Bineklerinden bazısını kesmek
istediler. Hz. Ömer, (Aleyhissalatu vesselam'a müracaat ederek): "Ey
Allah'ın Resûlü! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da sen onlar
üzerine -bereketlenmeleri için- dua ediversen daha iyi olur, bineklerimizi
kesmeyiz)!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da öyle hareket etti. Buğdayı olan
buğdayını, hurması olan hurmasını, (hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini
getirdi." "Çekirdekle ne yapıyorlardı?" diye sorulunca açıkladı:
"Halk onu emiyor, üzerine de su içiyorlardı. Resûlullah dua buyurdu. (Taam
öylesine bereketlendi ki) herkes azık kaplarını yiyecekle doldurdu.
(Aleyhissalatu vesselam bu ilahi ikram karşısında:) "Şehadet ederim ki Allah'tan
başka ilah yoktur ve ben O'nun resulüyüm. Bu iki kaziyede şüpheye düşmeden
Allah'a kavuşan cennete gidecektir" buyurdu."
5560 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Hendek'in kazılması sırasındaydı. Aleyhissalatu
vesselam'ın çok acıktığını gördüm. Hanımıma gelerek: "Yanında yiyecek bir
şey var mı, Aleyhissalatu vesselam'ı çok acıkmış gördüm" dedim. İçerisinde bir
sa' kadar arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim, evcilleşmiş bir koyuncuğumuz
vardı. Zevcem koyunu kesti, arpayı da öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar o da
bitirdi. Koyunu onun çömleğine parçaladım. Sonra Aleyhissalatu vesselam'ın
yanına döndüm. Hanımım: "Sakın beni Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
karşı mahcup etmeyesin!" dedi. Ben, Aleyhissalatu vesselam ve beraberindekilerin
yanına geldim ve gizlice: "Ey Allah'ın resûlü! Bir hayvancağızımız vardı
kestik, evde bulunan bir sa' kadar arpayı da öğüttük. Haydi siz ve
beraberinizdekiler bize buyurun!" dedim. Ama Resûlullah yüksek sesle: "Ey
Hendek halkı! Cabir size ziyafet hazırlamış! Haydi buyurun!" diye bağırdı. (Bana
da): "Ben gelinceye kadar tencereyi ocaktan indirmeyin, hamurunuzu da
ekmek yapmayın!" buyurdular. Ben (eve) geldim. Halktan önce Resûlullah
aleyhissalatu vesselam geldi. Ben hanımıma uğramıştım. Bana: "Yaptığını
gördün mü, (beni mahcup edeceksin), alacağın olsun" dedi. Ben de: "Senin
söylediğini yaptım" dedim. Hemen hamuru çıkardım. Aleyhissalatu vesselam içine
tükrüğünden koydu ve bereketle dua etti, sonra tencereye yöneldi, ona da tükrük
koyup bereketle dua etti. Sonra zevceme: "Ekmek yapacak bir kadın çağır,
seninle ekmek yapsın! Tencereden de kepçeyle al, onu ocaktan indirme!" diye
talimat verdi. Gelenler bin kadardı. Allah'a yemin olsun hepsi de (doyuncaya
kadar) yedi ve sofradan ayrıldı. Tenceremiz, olduğu gibi kaynıyordu. Hamurumuz
ise, ekmek yapılıyor olduğu halde aynen (eksiksiz)
duruyordu."
5561 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
gün, elimde birkaç hurma olduğu halde Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam'ın
yanına geldim ve: "Ey Allah'ın Resûlü, şunlara bereketle bir dua ediverin!"
dedim. Hemen onları bir araya getirip, sonra onların bereketi için bana dua
etti. Sonra: "Bunları al, şu erzak kabına koy. Her ne zaman bundan bir şey
almak isteyince, elini içine daldır ve al. Sakın, içindekileri döküp dağıtma!"
buyurdular. Ben de öyle yaptım. Ben bundan şu şu kadar vask miktarında Allah
yolunda tasaddukta bulundum. Ayrıca biz ondan hem kendimiz yedek hem de
başkalarına yedirdik. Onu belimden hiç ayırmadım. Bu hal, Hz. Osman'ın şehid
edildiği güne kadar devam etti. O zaman koptu. (Rezin şu ilavede bulundu: "ve
düştü, buna çok üzüldüm."
5562 Hz. İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ka'be'nin yanında namaz kılarken,
Ebu Cehl ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Bir gün öncesi bir deve
kesilmişti. Ebu Cehl arkadaşlarına: "Falan ailenin kestiği devenin işkembesini
kim getirip, secdeye gidince Muhammed'in omuzları arasına bırakacak?" dedi.
Oradakilerin en bedbahtı fırlayıp, işkembeyi kaptığı gibi, Aleyhissalatu
vesselam secdeye kapanınca iki omuzu arasına bıraktı. Buna hepsi güldüler,
(keyflerinden) birbirlerinin üzerine eğilmeye başladılar. Ben (biraz
uzaklarında) ayakta durmuş onlara bakıyordum. Eğer bir destekcim olsaydı onu
sırtından atardım. Resulullah secdede idi, başını kaldırmıyordu. Derken biri
kalkıp Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya haber verdi. O, henüz küçük bir kızcağızdı
geldi, işkembeyi sırtından yere attı. Sonra onlara yönelip, hakaretler savurdu.
Aleyhissalatu vesselam namazını tamamlayınca, sesini yükseltti ve hepsine
bedduada bulundu. Resûlullah dua etti mi üç kere tekrar ederdi, bir şey
isteyince de üç kere isterdi. Namazı bitince: "Allah'ım, Kureyş (in
helakini) sana havale ediyorum!" dedi ve üç kere tekrar etti. Resûlullah'ın sesi
kulaklarına gelince, onlardan gülme gitti. Duasından korkuya düştüler. (Beddua
edince bu onlara çok ağır geldi. Zira onlar, bu beldede yapılan duaların kabul
edildiğini biliyorlardı.) Sonra Resûlullah: "Ey Allah'ım, Ebu Cehl İbnu
Hişam'ı, Utbe İbnu Rebi'a'yı, Şeybe İbnu Rebi'a'yı, Velid İbnu Utbe'yi, Ümeyye
İbnu Halef'i, Utbe İbnu Ebi Muayt'ın helaklerini sana havale ediyorum" dedi. bir
yedinciyi de zikretmişti, aklımda tutamadım. Muhammed'i hak ile gönderen Zat-ı
Zülcelal'e yemin olsun, Resûlullah'ın ismen zikrettiği bu adamları, Bedir günü
hep yerlere serilmiş gördüm. Bunlar, sonra da kuyuya, Bedir kuyusuna sürüklenip
atıldılar."
5563 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, "Babası öldüğü zaman bir yahudiye otuz vask borç bıraktı. Hz.
Cabir radıyallahu anh yahudiden, bu borcun ödenmesi için biraz müddet talep
etti. Ancak yahudi, tehir kabul edmedi. Hz. Cabir, Aleyhissalatu vesselam'a
gelerek, yahudi nezdinde şefaatçi olmasını talep etti. Resûlullah yahudiye, (bu
otuz vasklık) borca bedel bir hurmalığın meyvesini alması için konuştu. Yahudi
kabul etmedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam hurmalığa girdi, içerisinde
yürüdü. Sonra Cabir'e: "Hurmayı kes, ona borcunu (tamamıyla) öde!"
buyurdu. Cabir hurmayı kesti, yahudiye otuz vask borcunu ödedi. Geriye onyedi
vask hurma da arttı. Cabir, durumu haber vermek üzere Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gitti. Aleyhissalatu vesselam ikindiyi kılıyordu.
Namazı bitince fazlalığı haber verdi. "Bunun Ömer İbnu'l-Hattab'a haber
ver!" buyurdular. Ben de gidip ona söyledim. Ömer: "Ben, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam içinde yürüyünce hurmada bereket hasıl olacağını
anlamıştım" dedi."
5564 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Ben müşrike annemi İslam'a davet ediyordum, fakat hep imtina ediyordu. Bir gün
yine davette bulunmuştum, bana Resûlullah aleyhissalatu vesselam hakkında hoşuma
gitmeyen sözler işittirdi. Ağlayarak Aleyhissalatu vesselam'a gittim.
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu. "Ey Allah'ın Resûlü dedim, annemi İslam'a
davet ediyordum, hep bana imtina etti. Bugün de aynı davette bulundum, bu sefer
sizin hakkınızda hoşuma gitmeyen sözler sarfetti. Ebu Hureyre'nin annesine
hidayet vermesi için Allah'a dua ediverin!" dedim. Bu talebim üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Allahım! Ebu Hureyre'nin annesine hidayet et"
buyurdular. Ben, Aleyhissalatu vesselam'ın duasına sevinerek huzurlarından
ayrıldım. Anneme geldiğim zaman, kapıya yöneldim. Kapı kapalıydı. Annem ayak
seslerimi işitti. "Ebu Hureyre! Yerinde dur (içeri girme)!" diye seslendi.
Ben su şırıltılarını işittim, yıkanıyordu. Yıkandı, entarisini giydi, alelacele
başörtüsünü koydu ve kapıyı açtı. "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah
yoktur, Şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir!" diyordu. Ben hemen
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a döndüm. Sevinçten ağlıyordum. "Ey
Allah'ın Resulü! Müjde dedim. Allah senin duanı kabul buyurdu. Ebu Hureyre'nin
annesine hidayet nasib etti!" Aleyhissalatu vesselam Allah'a hamdetti ve
hayırlı sözler söyledi."
5565 Ebu Zeyd İbnu Ahtab anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam eliyle yüzümü okşadı ve bana dua etti."
Urve der ki: "Ben onu yüzyirmi sene kadar yaşadıktan sonra gördüm, yüzünde
sayılabilecek kadar sayıda beyaz kıl vardı."
5566 Yezid İbnu Ebi
Ubeyd anlatıyor: "Ben, Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh'ın bacağında bir
darbe izi gördüm. "Bu da ne?" diye sordum. Şu açıklamayı yaptı.
"Bana Hayber günü isabet etmişti. Halk: "Seleme isabet aldı" diye bağırdı. Sonra
Resûlullah'a götürüldüm. O yara üzerine üç kere nefes etti. Şu ana kadar hiç acı
duymadım!"
5567 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir
gün) Ebu Cehl: "Muhammed, aranızda, hala yüzünü toprağa sürtüyor mu?"
dedi. "Evet" cevabını alınca: "Lat ve Uzza'ya yemin olsun! Onu böyle
yaparken görürsem boynuna ayaklarımla basacağım -veya: Ben de O'nun yüzünü yere
batıracağım" dedi. Sonra bir gün, Resûlullah namaz kılarken boynuna basmak üzere
yaklaştı. Fakat birdenbire O'nu bırakıp geri döndüğünü ve elleriyle korunduğunu
gördüler. "Sana ne oldu?" dediler. "Benimle onun arasında ateşten
bir hendek, korkunç bir şey ve birtakım kanatlar var!" cevabını verdi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam da: "Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu
uzuv uzuv kapıp parçalayacaktı!" buyurdu. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri
şu ayeti inzal buyurdu. (Mealen): "Fakat insan, kendisini ihtiyaçtan uzak
görünce azgınlaşır. Dönüş ancak Rabbinedir. Allah'ın kulunu namaz kılmaktan
alıkoyanı gördün mü? Gördün mü o kafiri? Eğer o doğru yol üzerinde olsa yahut
kötülükten sakınmayı tavsiye etse daha hayırlı olmaz mıydı? Gördün mü o kafiri?
Eğer o yalanlayıp haktan yüz çevirirse, Allah'ın kendisini gördüğünü bilmez mi?
Andolsun ki, eğer o inkar ve isyanına son vermezse, biz onu alnından yakalayıp
cehenneme sürükleriz. Zira o, pek yalancı ve günahkar bir alındır. O kavmini
yardıma çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız. Hayır sen ona aldırma, secde et
ve Rabbine yaklaş" (Alak-6-19).
5568 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Necid istikametine
gazveye çıktık. Resûlullah'a öğle vakti, sık ağaçlı bir vadide yetiştik. Derken
Aleyhissalatu vesselam bir ağacın altına indi. Kılıncını da dallardan birine
astı. Askerler vadi içerisinde dağılıp ağaçların gölgelerine sığındılar.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bizi çağırdı. Yanına gelince, anlattı):
"Ben uyurken yanıma bir adam geldi, kılıncımı aldı. Derken derhal uyandım. Herif
tepemde dikilmişti, elinde de kınından sıyrılmış kılınç vardı. "Seni
benden kim kurtarabilir?" dedi. "Allah!" cevabını verdim. Derhal kılıncı
kınına soktu. İşte o, şu oturan adamdır!" buyurdular. Aleyhissalatu vesselam
(intikam maksadıyla) adama dokunmadı. O, kavminin lideri idi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam affedince, adamlarının yanına döndü. Ayrılırken:
"Allah'a yemin olsun size karşı harb eden bir kavimle beraber olmayacağım!"
dedi."
5569 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a yahudilerden bir alim geldi. "Ey Muhammed,
Allah'ın selamı üzerine olsun!" dedi. Bunu der demez adamı öyle bir ittim ki,
nerdeyse yere yıkılacaktı. "Beni niye ittin?" dedi. "Niye ey
Allah'ın Resûlü demiyorsun?" dedim. "Ben O'nu, ailesinin kendine koyduğu
isimle çağırıyorum!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Ailemin bana koyduğu
isim hakikaten Muhammed'dir!" buyurdu. Adam: "Size bir şey sormaya geldim" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Sana söylediğim takdirde işine yarayacak mı?"
dedi. Adam: "Kulaklarımla dinlerim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Sor!" buyurdular. Adam: "Kıyamet günü, yer ve gökler başka bir yer ve gök
olup kılık değiştirdiği zaman, insanlar nerede olacaklar?" dedi.
Resûlullah: "Köprünün (Sırat'ın) önünde, karanlıkta" buyurdular.
Adam: "Köprüyü ilk geçen kim olacak?" dedi. "Muhacirlerin
fakirleridir" buyurdu. "Cennete girince onlara ne armağan edilecek?"
dedi. "Balık ciğerinin ziyadesi!" buyurdular. "Bunun arkasından ne
yiyecekler?" dedi. "Onlara cennetin etrafında otlayan cennet öküzü
kesilecek!" buyurdular. "Bunun üstüne ne içecekler?" dedi. "Selsebil
denen cennetteki bir gözenin suyundan" buyurdular. Adam: "Doğru söyledin!" dedi
ve ilave etti: "Ben sana bir peygamber veya bir veya iki kişiden başka hiç
kimsenin bilemeyeceği bir şey sormak için geldim" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Söylediğim takdirde sana faydası olacak mı?" buyurdular.
"Kulaklarımla dinlerim" dedi. "Sor!" buyurdular. "Sana çocuktan
sorucağım" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Erkeğin suyu beyazdır. Kadının
suyu ise sarıdır. İkisi birleşir ve erkeğin menisi kadının menisine üstün
gelirse Allah'ın izniyle çocuk erkek olur. Kadının menisi erkeğin menisine üstün
gelirse çocuk Allah'ın izniyle kız olur" buyurdular. Yahudi: "Vallahi
doğru söyledin! Sen gerçekten hak peygambersin" dedi ve ayrıldı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Bu adam bana soracağını sordu. Ben bunlardan
birşey bilmiyordum. Ta ki Allah onları bana bildirdi"
buyurdular."
5570 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ay,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında iki parçaya bölündü. Aleyhissalatu
vesselam bunun üzerine: "Şahid olun!" buyurdu."
5571 Bir diğer
rivayette "...Biz Mina'da Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberken, ay
iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın arkasında, bir parçası dağın önünde idi.
Bize: "Şahid olun!" buyurdu."
5572 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Uhud'dan daha kötü bir gün yaşadın
mı?" "Senin kavminden neler çektim neler. Onlardan en kötü hal Akabe günü
başıma geldi. O zaman kendimi İbnu Abdiyalil İbni Abdi Külal'e arzetmiştim.
Teklif ettiğim şeye müsbet cevap vermedi. Ben de üzgün vaziyette yüzümün
doğrultusunda yürüdüm. Karnu's-Se'alib nam mevkide kendime gelebildim ve başımı
kaldırdım. Baktım ki, bir bulut bana gölge yapıyor. Bir de ne göreyim, bulutun
içerisinde Cibril aleyhisselam! Bana bağırdı ve: "Allah Teala Hazretleri,
kavminin sana neler söylediğini, seni nasıl reddettiğini işitti. Sana dağlar
meleğini gönderdi, ta ki kavmin hakkında dilediğini emredesin!" dedi. Bunun
üzerine dağlar(a müekkel) melek bana seslenip, selam verdikten sonra: "Ey
Muhammed! Allah Teala Hazretleri, kavminin sana söylediği sözü işitti. Ben
dağlar meleğiyim. Allah beni sana dilediğini emretmen için gönderdi. Öyleyse
haydi ne dilersen dile! Eğer üzerlerine iki Ahşeb'i kapamamı dilersen
kapayayım!" dedi." Aleyhissalatu vesselam: "Hayır! Bilakis, Allah'ın
onların sulbünden Allah'a ihlasla ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmayacak
kimseler çıkarmasını dilerim" dedi."
5573 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Cinlerden bir ifrit, dün akşam, namazımı bozdurmak için üzerime
atıldı. Allah ona galebe çalmama imkan verdi. Ben de onu boğazından yakaladım.
Hatta onu, mescidin direklerinden birine bağlamayı arzu ettim, ta ki sabah
olunca hepiniz onu göresiniz. Ancak, kardeşim Süleyman aleyhisselam'ın şu sözünü
hatırladım: "...Ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mülkü bana ihsan et"
(Sad 35). Allah da onu hor ve hakir olarak geri
çevirdi."
5574 Urve merhum, Hz. Aişe radıyallahu anha'dan şunu
nakletmiştir: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam bana dedi ki: "Rüyamda
sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde
getirdi ve "Bu senin zevcendir, aç onu!" dedi. Ben de açtım, içindeki sendin.
Ben: "Bu rüya Allah katından ise, onu gerçekleştirecektir"
dedim."
5575 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine'ye geldik.
Beni'l-Haris İbnu'l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım
döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Ruman, ben arkadaşlarımla
salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim.
Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, Ensardan bir grup kadın
vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mübarek olsun!" diye dualar,
tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık-kıyafetime çeki
düzen verdiler. Beni, (kuşluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalatu vesselam(ın
gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O'na teslim etti. O gün ben
dokuz yaşında idim."
5576 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"(Kız kardeşim) Hafsa radıyallahu anha, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
Bedir Gazvesi'ne katılan ashabından olup, Medine'de vefat etmiş bulunan Huneys
İbnu Huzafe es-Sehmi radıyallahu anh'tan dul kalınca (babam) Hz. Ömer
radıyallahu anh, (kız kardeşimi evlendirmek için harekete geçerek bazı
teşebbüslerde bulunmuştur. Bu teşebbüslerini bana şöyle) anlattı: "Önce
Hz. Osman İbnu Affan radıyallahu anh'a rastladım, Hafsa'yı ona teklif ettim ve:
"Dilersen sana Hafsa Bintu Ömer'i nikahlayayım" dedim. "Hele bir
düşüneyim!" dedi. Birkaç gece bekledim. Sonra ona rastladım. Teklifi tekrar
arzettim. "Şimdilik evlenmemeyi uygun gördüm!" dedi. (Ben bu menfi cevaba
kızdım.) Sonra Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a rastladım. O na da: "Dilersen sana
Hafsa Bintu Ömer'i nikahlayayım!" dedim. Hz. Ebu Bekr sustu ve bana hiçbir cevap
vermedi. Osman'a kızdığımdan daha çok Ebu Bekr'e kızdım. Birkaç gün aradan
geçti. Sonra Hafsa'yı Resûlullah aleyhissalatu vesselam istedi ve O'na
nikahlayıp verdim. Sonra bana Hz. Ebu Bekr rastladı ve: "Hafsa'yı bana teklif
ettiğin zaman sana hiçbir cevapta bulunmayışımdan dolayı belki de bana kızdın"
dedi. Ben de: "Evet kızmıştım!" deyince şu açıklamayı yaptı: "Sen o
teklifi yaptığın zaman beni cevap vermemeye sevkeden şey, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın Hafsa'yı zikretmiş olduğunu bilmemdi. Aleyhissalatu
vesselam'ın sırrını ifşa etmek istemedim. Eğer Hafsa'yı o terketseydi
teklifinizi ben kabul edecektim."
5577 Hz. Ömer İbnu'l-Hattab
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hafsa radıyallahu
anha'yı boşamıştı, sonra geri döndü."
5578 Hz. Ümmü Seleme
radıyallahu anha anlatıyor: "İddetim sona erince, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh
bana (bir elçi göndererek) istetti ve evlenme teklif etti. Ben kabul etmedim.
Derken Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ömer radıyallahu anh'ı göndererek
kendisi için Ümmü Seleme'yi istetti. Ümmü Seleme, Ömer'e: "Resûlullah'a haber
ver: Ben çok kıskanç bir kadınım, ayrıca benim çok çocuğum var, bir de
velilerimden hiçbiri burada hazır değil!" dedi. O da gidip, Resûlullah'a
aktardı. Aleyhissalatu vesselam, Ömer'e: "Ona dön ve kendisine söyle ki:
"Kıskançlığına gelince, senden onu gidermesi için Allah'a dua edeceğim.
Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine
gelince, onlardan hazır veya gaib hiç biri bu evliliği yadırgamayacak"
buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme oğluna: "Ey Ömer! Kalk! Resûlullah'la beni
nikahla" dedi. O da nikahladı."
5579 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Zeyneb'in iddeti tamamlanınca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
Zeyd radıyallahu anh'a: "Git onu bana (kendinden) iste!" dedi. Zeyd gitti.
Zeyneb'e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman
içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek,
geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! beni Resûlullah aleyhissalatu vesselam
gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare
etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescidine gitti. Derken
Resûlullah'a vahiy geldi. Aleyhissalatu vesselam kalkıp izin almadan Zeyneb'in
evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük. Yemekten sonra hak
çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam da çıktı, peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer
uğrayıp selam vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah'ın Resûlü (yeni) hanımını nasıl
buldun?" diyorlardı. Hz. Enes radıyallahu anh der ki: "Bilemiyorum, "Halk
çıktı!" diye ben mi haber verdim, başkası mı haber verdi. Aleyhissalatu vesselam
gelip evine girdi. Ben de beraber girmek istedim. Benimle kendi arasına perde
çekti. Örtünme ayeti nazil oldu. Halk, kendilerine verilen öğütten derslerini
aldı: "Ey iman edenler! Yemek için davet olunmadan Peygamber'in evine girip de
orada yemek vaktini beklemeyin. Davet edildiğinizde ise girin, fakat yemeğinizi
yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketiniz Peygamber'e eziyet
verir. O da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan
çekinmez" (Ahzab 53).
5580 Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor:
"Kendisi, Ubeydillah İbnu Cahş'ın nikahı altında idi. Habeşistan'da kocası
ölünce, Necaşi merhum, onu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a nikahlayıp
dörtbin dirhem mehir verdi. Onu Şürahbil İbnu Hasene ile birlikte Aleyhissalatu
vesselam'a gönderdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kabul
etti."
5581 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Hayber'e geldi. Allah kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca,
kendisine Safiyye Bintu Huyey İbnu Ahtab'ın güzelliğinden bahsedildi.
Safiyye'nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü. Kadın daha yeni evlenmişti.
Aleyhissalatu vesselam, ganimetten pay olarak kendisine onu seçti. Oradan
Safiyye ile birlikte çıktılar. Revha nem mevkiye geldiler. Aleyhissalatu
vesselam orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı içerisinde hays (denen hurma,
yağ ve keş'ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra bana: "Etrafındakileri çağır!"
buyurdu. Bu, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Safiyye için verdiği düğün
yemeği idi. Sonra oradan Medine'ye hareket ettik. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra devesinin
yanında çömelip dizini dayadı. Safiyye radıyallahû anha, dizine basarak deveye
bindi."
5582 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Beni'l-Mustalik'ten Cüveyriye Bintu'l-Haris, Sabit İbnu Kays İbni Şemmas
radıyallahu anh'ın hissesine düşmüştü (esaretten kurtulmak için mukatebe
anlaşması yaptı). O, çok güzel bir kadındı, gözde onun için bir hisse vardı
(gören göz haz duyardı). Mukatebe bedelini ödemede yardım talep etmek üzere
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldi. Hz. Aişe devamla der ki:
"Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah'ın
onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın da benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım.
"Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ben Haris'in kızı Cüveyriye'yim. Durumum size meçhul
değil. Ben Sabit İbnu Kays'ın hissesine düştüm. Fakat hürriyetime kavuşmak için
onunla mukatebe yaptım. Size, mukatebe (bedelini ödemem)de yardım istemek üzere
geldim. Resûlullah: "Sana ondan daha hayırlısını söylesem ne dersin?"
buyurdular. Cüveyriye: "O nedir?" dedi. "Senin yerine mukatebe ücretini
ödeyeyim ve seni zevce olarak alayım?" buyurdular. Cüveyriye de: "Kabul
ediyorum!" dedi. (Bunun üzerine, Sabit İbnu Kays'a adam göndererek Cüveyriye'yi
ondan talep etti. Sabit: "O senindir, Ey Allah'ın Resûlü! Annem babam sana feda
olsun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam mukatebe ücretini hemen ödedi. Cüveyriye
ile evlendiğini işitince ellerindeki esirleri salıp azad ettiler ve: "Bunlar
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın artık akrabalarıdır (esir olarak
tutulamazlar)!" dediler. Hz. Aişe devamla der ki: "Kavmine ondan daha hayırlı
bir kadın görmedik; onun sebebiyle Beni Mustalik'ten yüz aile halkı azad
olundu."
5583 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "İbnetu'l-Cevn
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girince: "Senden Allah'a sığınırım!"
dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Gerçekten büyüğe sığındın. Ailene dön!"
buyurdular."
5584 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre,
"Ümmü Şerik, Aleyhissalatu vesselam'a nefsini hibe
edenlerdendir."
5585 Sabit rahimehullah anlatıyor: "Ben Hz. Enes
radıyallahu anh'ın yanında idim. Onun yanında bir kızı vardı. Enes dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın gelerek nefsini ona arzetti ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! Senin bana ihtiyacın var mı?" dedi. Bunun üzerine Enes'in
kızı: "Bu kadının hayası ne kadar az! Ne ayıp, ne ayıp!" dedi. Enes:
"Hayır, o senden daha hayırlı! Resûlullah'a rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona
arzetti" buyurdu."
5586 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Hz.
Ebu Bekr radıyallahu anh gelip (Hz. Peygamber'in huzuruna girmek için) izin
istedi. kapıda oturmuş bekleyen insanlar vardı. Onlara izin verilmemişti. Hz.
Ebu Bekr'e izin verildi, o da girdi. Girince, Aleyhissalatu vesselam'ı etrafında
zevceleri toplanmış olduğu halde sessiz oturuyor buldu. Derken Hz. Ömer de izin
istedi, ona da aynı halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr: "Ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ı güldürecek bir şey söyleyeceğim!" dedi ve sordu:
"Ey Allah'ın Resûlü! Harice'nin kızı benden nafaka istese ben de kalkıp boğazını
kessem ne dersiniz?" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam güldü ve: "Şu
etrafında gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi. Ömer, hemen
kalkıp boğazını kesmek üzere Hafsa'ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de kalkıp boğazını
kesmek üzere Aişe'ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz Resûlullah'tan onda
olmayan şeyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar: "Allah'a yemin olsun! Biz ondan
asla olmayan şeyi istemiyoruz!" dediler. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam
onlardan bir ay ayrı durdu. Arkadan şu ayet nazil oldu. (Mealen): "Ey Peygamber!
Hanımlarına de ki: "Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma
bedelini verip sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah'ı, Resûlünü ve
ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta
bulunanlar için Allah pek büyük bir mükafaat hazırlamıştır" (Ahzab 28-29)
Hz. Cabir devamla der ki: "Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz.
Aişe radıyallahu anha'dan başlayarak şöyle dedi: "Ben sana bir husus
arzedeceğim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim, ebeveyninle de istişare
ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey Allah'ın Resûlü?" diye Aişe
sorunca, Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe
hemen: "Yani sizi tercih meselesinde mi ailemle istişare edeceğim? Asla! Ben
Allah'ı ve Resûlünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Senden ricam,
kadınlarından hiçbirine benim şu söylediğimi haber vermemendir!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri sormaya görsün, ben hemen cevap
veririm. Zira Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, öğretici ve
kolaylaştırıcı olarak gönderdi!" buyurdular."
5587 Ma'kıl İbnu
Yesar radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam
gelerek: "Ben (evlenmek üzere) asaletli ve güzel bir kadın buldum. Ancak
kısırdır, çocuk doğurmuyor. Onunla evleneyim mi?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Hayır evlenme!" buyurdular. Sonra adam ikinci sefer geldi, yine
aynı cevabı aldı. Adam üçüncü sefer de gelince: "(Ey insanlar!) vedûd (çok
seven) ve velûd (çok doğuran) olanla evlenin. Zira ben (Kıyamet günü) diğer
ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim"
buyurdular."
5588 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya bir
meta'dır. Dünya metaının en hayırlısı saliha kadındır."
5589 İbnu
Ebi Necih rahimehullah anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kadını
olmayan erkek miskindir, miskindir!" buyurmuşlardır. Yanındakiler: "Çokça
malı olsa da mı?" dediler. "Evet çokça malı olsa da!" buyurdular.
Sözlerine devamla: "Kocası olmayan kadın da miskinedir miskinedir!" buyurdular.
Yanındakiler: "Çokça malı olsa da mı?" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Evet kadının çok malı olsa da!"
buyurdular.
5590 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın dört hasleti için
nikahlanır: Malı için, haseb ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen
dindarı seç de huzur bul."
5591 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Evlendiğim zaman Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana:
"Nasıl biriyle evlendin (dulla mı bakire ile mi?) diye sordular. "Bir dul
aldım!" dedim. "Niye bakire değil? O seninle sen de onunla mülatefe
ederdiniz!" buyurdular."
5600 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nikahı ilan edin, onu
mescidlerde yapın. Üzerine de def vurun."
5601 Yine Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Bir kadını, ensardan bir erkekle evlendirmiştik.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Ey Aişe! Eğlenceniz yok mu? Zira ensar
eğlenceyi sever!" buyurdular."
5602 Muhammed İbnu Hatıb el-Cumahi
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Nikah'da) haramla
helali ayıran fark, def ve sestir."
5603 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi
an ceddihi anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz bir kadınla evlenir veya bir köle satın alırsa şöyle dua etsin:
"Allahım, ben bunun hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını
diliyorum. Onun şerrinden ve şerli bir tabiat üzere olmasından sana
sığınıyorum. Eğer bir deve satın alırsa, eliyle hörgücünün üstenden tutup
aynı şeyi söylesin."
5604 Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz bir
kadınla evlenir veya bir hizmetçi (köle) satın alırsa, perçeminden tutup ona
bereketle dua etsin. Bir deve satın alınca hörgücünün tepesinden tutup, şeytan-ı
racim'e karşı Allah'a istiazede bulunsun."
5605 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, evlenen bir
kimseyi şöyle tebrik ederdi: "Allah sana (evliliği) mübarek kılsın, üzerine
bereket indirsin, ikinizin arasını hayırda
birleştirsin."
5606 Hasan(-ı Basri) anlatıyor: "Akil İbnu Ebi
Talib radıyallahu anh, Beni Cüşem'den bir kadınla evlenmişti. Onu: "Kaynaşma ve
oğullar" dileyerek tebrik ettiler. Fakat o: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın kullandığı tabirlerle dua edin: "Allah size (evliliği) mübarek etsin
ve size bereket versin" deyin!" dedi."
5607 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam benimle Şevval'de nikah
yapmıştı. Şevval'de gerdek yaptı. Yanında hangi kadını benden daha bahtlı
idi?" (Urve der ki: "Hz. Aişe radıyallahu anha) yakınlarından olan
kadınları şevval ayında gerdeğe sokmayı müstehab
addederdi."
5608 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kim hanımına
temas etmek isteyince: "Allah'ın adıyla! Allahım, bizi şeytandan uzak tut ve
şeytanı da bize vereceğin nasipten uzak tut!" dese, sonra da Allah bu temastan
onlara bir evlad nasip etse, şeytan ona ebediyen zarar
vermez."
5609 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte gazveye çıkmıştık. Beraberimizde
kadın yoktu. "Husyelerimizi aldırmayalım mı?" diye sorduk. Bizi bundan
yasakladı, sonra da muvakkat istifade hususunda bize ruhsat tanıdı. Herhangi
birimiz, bir elbise mukabilinde kadınla, bir müddet için nikah
yapıyorduk."
5610 Seleme İbnu'l-Ekva radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Evtas gazvesi yılında mut'aya ruhsat verdi,
sonra da onu yasakladı."
5611 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "İslam'ın evvelinde mut'a vardı. Kişi, hakkında bilgisi olmayan
(tanımadığı) bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla, orada kalacağını
tahmin ettiği müddet miktarınca nikah yapardı. Kadın, böylece onun eşyasını
muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal: "Onlar namuslarını korurlar.
Ancak "hanımlarına" ve "cariyelerine" karşı müstesna, bunlarla olan
yakınlıklarından dolayı kınanmazlar" (Mü'minûn 6) mealindeki ayet nazil oluncaya
kadar devam etti. (Bu ayet gelince mut'a haram ilan edildi.) İbnu Abbas
radıyallahu anhüma der ki: "Bu ikisi dışındaki bütün fercler (cinsi tatmin
yolları) haramdır."
5612 Muhammed İbnu'l-Hanefiyye anlatıyor: "Hz.
Ali, İbnu Abbas radıyallahu anhüm'e dedi ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Hayber gazvesi günü, kadınlarla mut'ayı, ehli eşek etlerinin yenmesini
haram kıldı."
5613 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam ve Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh zamanında bir
avuç hurma ve un mukabilinde birkaç gün boyu devam eden mut'a nikahı yapardık.
Bu hal, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın Amr İbnu Hureys hadisesi vesilesiyle mut'ayı
yasaklamasına kadar devam etti."
5614 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şiğar nikahını yasakladı. Bu,
kişinin kızını veya kızkardeşini, karşılığında kızını veya kız kardeşini almak
üzere bir erkeğe vermesi, aralarında mehir ödemeyi
kaldırmalarıdır."
5615 Urve rahimehullah anlatıyor: "Hz. Aişe
radıyallahu anha bana anlattı ki: Cahiliye devrinde dört çeşit nikah mevcuttu:
Bunlardan biri, bugün (dinimizin meşru kıldığı ve) herkesçe tatbik edilen
nikahtır: Kişi, kişiden kızını veya velisi bulunduğu kızı ister, mehrini verir,
sonra onunla evlenir. Diğer bir nikah çeşidi şöyleydi: Kişi, hanımı
hayızdan temizlenince: "Falancaya git, ondan hamilelik talep et" der ve hanımını
ona gönderirdi. -Kadının o yabancı erkekten hamile kaldığı anlaşılıncaya kadar,
kocası ondan uzak durur, temasta bulunmazdı. O adamdan hamileliği açıklık
kazanınca, zevcesi dilerse onunla zevciyat muamelelerine başlardı. Bu nikah
çeşidine asaletli bir evlat elde etmek için başvurulurdu. İşte bu nikaha
nikahu'l-istibza denirdi. Diğer bir nikah çeşidi şöyleydi: On kişiden az
bir grup toplanır, bir kadının yanına girerler ve hepsi de ona temasta
bulunurdu. Kadın hamile kalıp doğum yaparsa, doğumdan birkaç gün sonra, kadın
onlara haber salar, hepsini çağırırdı. Hiçbiri bu davete icabet etmekten
kaçınamaz, kadının yanına gelirdi. Kadın onlara: "Hadisenizi hatırlamış
olmalısınız. İşte şimdi doğum yaptım. Ey falan, çocuk senindir" der, çocuğu
bunlardan dilediğine nisbet ederdi. Adamın buna itiraz etmeye hakkı yoktu.
Diğer dördüncü nikah çeşidi şöyleydi: Çok sayıda insan toplanıp bir kadının
yanına girerlerdi. Kadın gelenlerden hiçbirine itiraz edemezdi. Bu kadınlar
fahişe idi. Kapılarının üzerine bayraklar dikerlerdi. Bu kadınlarla temas arzu
eden herkes bunların yanına girebilirdi. Bunlardan biri hamile kaldığı takdirde,
çocuğunu doğurduğu zaman, o adamlar kadının yanında toplanırlar ve kaifler
çağırırlardı. Kaifler bu çocuğun, onlardan hangisine ait olduğunu söylerse
nesebini ona dahil ederlerdi. Çocuk da ona nisbet edilir, onun çocuğu diye
çağrılırdı. O kimse bunu reddedemezdi. Muhammed aleyhissalatu vesselam hak
ile gönderilince, bütün cahiliye nikahlarını yasakladı, sadece insanların bugün
tatbik etmekte olduğu nikahı bıraktı."
5616 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: Hangi kadın velisinin izni
olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır!" buyurdular ve bunu üç kere
tekrar ettiler. Devamla: "Eğer kocası zifaf yaptıysa, kadının fercinden helal
addetmiş olması sebebiyle mehir kadınındır. Eğer (veliler) ihtilafa düşerlerse,
sultan, velisi olmayanların velisidir"
5617 Yine Ebu Davud ve
Tirmizi'de Ebu Musa radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Velisiz nikah yoktur!"
demiştir."
5618 Hz. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hangi kadını, (seviyesi eşit)
iki veli (iki ayrı şahsa) nikahlamışsa, kadın o iki veliden önce davranana
aittir. Kim iki kişiye bir şey satmışsa, o satılan şey birinci kimseye
aittir."
5619 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hangi köle, efendilerinin izni
olmadan evlenirse zanidir."
5620 Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dul nefsine
velisinden ehaktır. Bakireden nefsi hususunda izin alınır, onun izni
sükütudur."
5621 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Dul kadın kendisiyle istişare edilmeden
nikahlanamaz, bakire de izni sorulmadan nikahlanamaz" buyurmuşlardır. Ashabı
sordu: "Ey Allah'ın Resülü! Onun izni nasıl olur?" "Sükut
etmesiyle!" buyurdular."
5622 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bakire bir kız, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek, kendisi
istemediği halde, babasının evlendirdiğini söyledi. Resulullah aleyhissalatu
vesselam, (bu nikahı) kabul edip etmemede kızı muhayyer
bıraktı."
5623 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir genç kız
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Babam beni kendisinin oğluna
nikahladı, ta ki benimle onun alçaklığını gidersin. Ama ben istemiyorum" dedi.
Aleyhissalatu vesselam, babasına adam göndererek getirtti ve evlenme işini kıza
bıraktı. Bunun üzerine kız: "Ey Allah'ın Resülü! Ben şimdi, babamın yaptığına
izin verdim. Esasen, ben kadınlara bu meselede babalara (icbar) yetkisi
olmadığını göstermek istedim!" dedi."
5624 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kızları hakkında kadınlarla istişare edin!"
5625 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Dini ve ahlakı sizi memnun eden birisi kız talep ederse onu
evlendirin. Böyle yapmazsanız, yerzüzünde fitne ve geniş bir fesad
çıkar."
5626 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu
Hind, Resûlullah'ı bıngıldak kısmından hacamat etmişti. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey Beni Beyaza, Ebu Hind'i evlendirin, onunla evlenin!" buyurdu
ve şunu ilave etti: "Eğer tedavi için başvurduğunuz şeylerin birinde hayır varsa
bu hacamattır:
5627 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya ehlinin değer verdiği,
peşinden koştuğu şey maldır."
5628 Hz. Aişe radıyallahu anh
anlatıyor: "Ebu Huzeyfe İbnu Utbe İbni Rebi'a İbni Abdi Şems radıyallahu anh -ki
bu zat Bedir gazvesine katılmıştı- Salim'i evlat edinmiş ve kardeşinin kızı Hind
Bintu'I-Velid İbni Utbe İbni Rebi'a ile evlendirmişti. Salim ise, ensardan bir
kadının azadlısı idi: Nitekim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam da Zeyd
radıyallahu anh'ı evlat edinmişti. Cahiliye devrinde kim bir adamı evlat
edinirse, halk bu adamı evlat edinen kimseye nisbet ederek çağırırdı. O, ayrıca
yeni babasına varis de olurdu. Bu tatbikat Rab Teala'nın şu kavl-i şerifleri
nazil oluncaya kadar devam etti. (Mealen): "Onları kendi babalarına nisbet edin.
Allah katında doğru olanı budur. Eğer babalarının kim oI duğunu biliyorsanız,
zaten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. (Ahzab
5)
5629 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Celde ile cezalandırılmış zani kimse
ancak kendisi gibi biriyle evlen(ebil)ir."
5630 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'dan nakledildiğine göre: "Nesebten yedi, sıhriyetten de yedi
kişi haram edilmiştir" demiş ve şu ayeti okumuştur. (Mealen): "Size şu kadınları
nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin
kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın
anneleri, aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız.
Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikahlamakta size günah yoktur. Öz
oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kızkardeşi birden nikahınız altına
almanız da size haram kılındı..." (Nisa 23).
5631 Amr İbnu Şu'ayb
an ebihi an ceddihi anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir erkek bir kadınla nikah yapar ve temasta bulunursa, artık o
kadının kızını nikahlaması ona helal olmaz. Eğer kadına temas etmemişse kızını
nikahlayabilir. Bir erkek bir kadını nikahlarsa, kadına temas etmiş olsa da
olmasa da kadının annesiyle artık nikahlanamaz."
5632 Hz. Ali
radıyallahu anh şöyle dediler: "Kadınların anneleri, kızla olan nikah
akdine vaty (temas) inzimam etmedikçe haram olmaz. Anneye duhûl (temas)
olmadıkça da kız haram olmaz."
5633 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Aziz ve Celil olan
Allah, nesebten haram ettiğini sütten de haram etti."
5634 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi Eflah, örtünmeyi
emreden ayet indikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:
"Allah'a yemin olsun, Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan izin
istemedikçe ben ona girme izni vermeyeceğim! Çünkü onun kardeşi Ebu'l-Ku'ays
beni emziren kimse değildir, beni Ebu'I-Ku'ays'ın hanımı emzirdi!" dedim. Derken
yanıma Aleyhissalatu vesselam girdiler. "Ey Allah'ın Resulü dedim,
Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi EfIah yanıma girmek için izin istedi. Ben sizden
sormadıkça izin vermekten imtina ettim!" dedim. Resulullah aleyhissalatu
vesselam: "Amcana izin vermekten seni alıkoyan sebep ne?" buyurdular. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü! dedim. Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi"
dedim. Resûlullah yine: "Sen onun girmesine izin ver. Zira o senin
amcandır, Allah iyiliğini versin" buyurdular. (Urve devamla derki:) İşte
bu sebeple Hz. Ayşe radıyallahu anha: "Neseb sebebiyle haram
kıldıklarınızı emme sebebiyle de haram kılın!" derdi."
5635 Hz.
Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Siz niye bizi bırakıp
da Kureyş'e rağbet gösteriyorsunuz?" demiştim. Bana: "Yanınızda rağbet
göstereceğim bir (kadın) var mı?" dedi. Ben: "Elbette! Hamza'nın kızı
var!" dedim. Bunun üzerine: "O bana helal olmaz. Çünkü o, benim süt
kardeşimin kızıdır" buyurdular."
5636 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Yanımda oturan bir erkek olduğu halde, Resulullah aleyhissalatu
vesselam odama girdi. Bu hal, ona bir hayli ağır geldi (ve rengi değişti),
öfkesini yüzünden okudum. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu benim süt
kardeşimdir!" dedim.. "Siz kadınlar süt kardeşlerinizi iyi düşünün! Çünkü
süt kardeşliği, açlıktan dolayı hasıl olur!" buyurdular.
"
5637 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir veya iki emme ile (süt
kardeşliği) haramlığı hasıl olmaz."
5638 Katade anlatıyor: İbrahim
en-Neha'i'ye yazarak emme (rada') hakkında sordum. Bana: "Şureyh bize Hz. Ali ve
İbnu Mes'ud radıyallahu anhüma'nın, "Emmenin azı da çoğu da haramı sabit kılar"
dediklerini yazdı." Ebuş-Şa'şa el-Muharibi ise: "Hz. Aişe radıyallahu anha'dan:
"Resûlullah'ın: "Bir iki emme harama sebep olmaz" dediğini rivayet etmiştir"
dedi."
5639 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Kur'an olarak
inenler meyanında "Ma'lüm on emme ile haram sabit olıur" ayeti de vardı. Sonra
(Rab Teala) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri,
Kur'an'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalatu vesselam vefat
etti."
5640 Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma demiştir ki: "İki
yıl içerisindeki emme tek bir emmeden ibaret de olsa bu, (evlenmeyi) haram
kılar."
5641 Abdullah İbnu Dinar anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer
radıyallahu anhüma'ya büyüğün emmesinden sormuştu. Şu cevabı verdi: "Bir
adam Ömer radıyallahu anh'a gelip: "Benim, kendisine temasta bulunduğum bir
cariyem vardı. Hanımım bunu önlemeye azmetti ve cariyeyi emzirdi ve bana da:
"Sakın ha! Vallahi ben cariyeni emzirdim!" dedi. (Şimdi ne yapmalıyım?" diye)
sordu. Babam Ömer ona şöyle cevap verdi: "Hanımını çatlat: Git cariyene
temasta bulun. Çünkü (harama sebep olan) emme küçüklükte olan
emmedir."
5642 Yahya İbnu Sa'id anlatıyor: "Bir adam gelerek Ebu
Musa radıyallahu anh hazretlerine şöyle bir soru sordu: "Ben hanımımın
memesinden bir miktar süt emdim ve bu mideme kadar ulaştı. (Hanım bana haram mı
oldu?)" Ebu Musa: "Ben hanımının sana haram olmasından başka bir şey
görmüyorum!" dedi. İbnu Mes'ud da vardı. Araya girip: "Adama verdiğin fetvaya
bak!" dedi. O da: "Pekiyi, sen ne diyorsun?" dedi. İbnu Mes'ud: "İki
yaş içerisinde olan emme için haram vardır!" buyurdu. Bunun üzerine Ebu Musa
radıyallahu anh: "Şu alim, aranızda olduğu müddetçe bana bir şey
sormayın!" dedi."
5643 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Evlenmeyi haram kılan
emme, çocuk memede iken, barsağı yoracak kadar olan emmedir. Bu da, sütten
kesmenin şer'i müddetin)den önce olmalıdır."
5644 Ukbe
İbnu'l-Haris radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Ukbe, Ebu İhab İbnu Aziz'in
kızı (Ümmü Yahya) ile evlenmişti. Kendisine (siyah) bir kadın gelerek:
"Ben Ukbe'yi ve onun evlendiği kızı emzirmiştim!" dedi. Ukbe kadına: "Ben
senin onu (gerçekten emzirdiğini bilmiyorum. Bana (daha önce) söylemedin de!"
dedi. (Ebu İhab ailesine gidip sordu. Onlar bilmediklerini söylediler. Ukbe
bunun üzerine) bineğine atlayarak Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı görmek
üzere Medine'ye gitti. Aleyhissalatu vesselam: "(Süt kardeşi olduğunuz)
söylendikten sonra nasıl beraberliğiniz devam eder? (Onu derhal bırak!)"
buyurdular. Ukbe hemen hanımından ayrıldı. Kadın da bir başka koca ile nikah
yaptı."
5645 İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre:
"Kendisine, iki hanımı olan bir adamdan sorulmuş, "Bu adamın hanımlarından biri
bir kızı, diğeri de bir oğlanı emzirmiştir. Acaba; bu kızla oğlan
birbirlerine helal olur mu?" denmiştir. İbnu Abbas: "Hayır, çünkü erkeğin
suyu birdir!" demiştir."
5646 Haccac İbnu Haccac, babası
radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, benden emmenin
üzerinde kalan hakkını giderecek olan şey (kefaret) nedir?" "Erkek veya
kadın bir köle (azadı)dır!" buyurdular."
5647 İbnu Ahbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "ResûIullah aleyhissalatu vesselam hala ile
teyzenin teyze ile teyzenin veya hala ile halanın aynı adamın nikahında
birleştirilmesini mekruh addetti." Bir rivayette: "(Resûlullah
aleyhissalatu vesselam) kadının halası veya teyzesi üzerine nikahlanmasını
yasakladı" denmiştir.
5648 Şa'bi anlatıyor: "Hz. Cabir radıyallahu
anh'ı dinledim. "Resulullah aleyhissalatu vesselam kadının halası veya teyzesi
üzerine nikahlanmasını yasakladı" demişti."
5649 Altı kitapta da
Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan şu hadis kaydedilmiştir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kadının halası üzerine, kadının teyzesi üzerine
nikahlanmasını yasakladı." Ravi devamla dedi ki: "Biz, kadının babasının
teyzesini de aynı makamda görürüz."
5650 Dahhak İbnu Firuz
babasından naklen diyor ki: "Ey Allah'ın Resülü, dedim. Ben müslüman olduğum
zaman nikahımda iki kızkardeş vardı, (ne yapayım?)" "Onlardan
dilediğin birini boşa!" emrettiler."
5651 Kabisa İbnu Zaeyb
anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh 'a bir adam: "Köle olan iki kızkardeş, bir
kişinin nikahı altında birleştirilebilir mi ?" diye sordu. Hz.
Osman: "Onların bu şekilde nikahlanmasını bir ayet helal, bir ayet de
haram kıldı. Ben ise, böyle bir şeyi yapmayı sevmem!" dedi. Adam Hz. Osman'ın
yanından çıktı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabından bir kimseye
rastladı. Bu meseleyi ona da sordu. O da: "Bana gelince, yetki benim
elimde olsa, bunu yapan birini bulduğum taktirde ona mutlaka ibretamiz bir ceza
veririm!" dedi. İbnu, Sihab rahimehullah: "Bu cevabı veren zatın Ali İbnu
Ebi Talib radıyallahu anh olduğunu zannediyorum" dedi. İmam Malik: "Böyle bir
sözü Zübeyr radıyallahu anh'ın söylediği bana ulaştı"
demiştir."
5652 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir adam
hanımını üç talakla boşadı. Kadınla bir başka adam evlendi, ancak bu adam da
kadını temasdan önce boşadı. (Kadın tekrar önceki kocasına dönmek istemişti.)
Resûlullah aleyhisalatu vesselam'a bu hususta soruldu: "Hayır! İkincisi
kadının balcığından tatmadıkça önceki tadamaz!"
buyurdular."
5653 Zübeyr İbnu Abdirrahman İbnü'z-Zübeyr el-Kurazi
anlatıyor: "Rifa'a İbnu Simval, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam zamanında, hanımını üç talakla boşadı. Ondan sonra kadın Abdurrahman
İbnu'z-Zübeyr'le evdendi. Abdurrahman, kadına temasa muktedir olmadığı için,
ondan yüz çevirdi ve ayrıldılar. Kadını boşamış olan eski kocası Rifa'a kadınla
yeniden nikahlanmak istedi. Arzusunu Resûlullah'a açtı. Aleyhissalatu vesselam
Rifa'a'ya onunla evlenmesini yasakladı ve "Kadın balcığı tadıncaya kadar, sana
helal olmaz" buyurdu."
5654 Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, "kendisi bir cariyeyi üç kere boşayıp sonra satın alan bir
adam hakkında "Bu cariye, bir başka kocaya varmadıkça ona helal olmaz"
diyordu."
5655 İbnu Muhammed İbni İyas anlatıyor: "İbnu Abbas, Ebu
Hureyre ve İbnu'l-As radıyallahu anhüm'den kocası tarafından duhûlden
(temastan) önce üç talakla boşanan bakire kız (bu ilk kocası ile yeniden nikah
yapmak istese nasıl olur? diye) soruldu. Hepsi de: "Bir başka zevce ile
evlenmedikçe eskisine helal olmaz!" dediler."
5656 Hz. Ali, Hz.
Cabir ve Hz. İbnu Mes'ud radıyallahu anhüm, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
"hulle yapana da hulle yaptırana da lanet ettiğini"
anlattılar."
5657 Misver İbnu Mahreme radıyallahu anhüm anlatıyor:
"Hz. Ali radıyallahu anh nikahı altında Fatma radıyallahu anh olduğu halde
Ebu Cehl'in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fatıma, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını
zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam kalktı (minbere çıktı) şehadet getirdi ve şu hitabede
bulundu: "Emma ba'd! Ben Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'e (kızımı) nikahladım. Bana
konuştu ve doğruyu söyledi (vaadetti ve vaadini tuttu.Şurası muhakkak ki ben
helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum). Fatıma benden bir
parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah'a yemin olsun Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın kızı Allah düşmanının kızıyla ebediyyen biraraya
gelmeyecektir!" Ravi der ki: "Ali istemekten
vazgeçti."
5658 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın minberde şöyle söylediğini işittim: "Beni Hişam
İbnu'l-Muşre ailesi, kızlarını Ati İbnu Ebi Talib'le eşlendirmek için benden
izin istiyor. Ben izin vermedim, vermiyorum ve vermeyeceğim! Ancak, Ebu Talib'in
oğlu kızımı boşayıp, kızlarını almak isterse o başka! Şunu iyi bilin, Fatıma
benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Ona eziyet olan bana da eziyet
olur."
5659 İbnu şihab anlatıyor: Abdullah İbnu Amir, Hz. Osman
radıyallahu anh'a bir cariye hediye etti. Bu cariyeyi Basra'da satın almıştı ve
onun kocası da vardı. Osman: "Ben ona yaklaşmam, onun kocası var!" dedi. Bunun
üzerine İbnu Amir, kocasını razı etti ve cariyeden
ayırdı."
5660 İmam Malik'e ulaştığına göre, "İbnu Abbas ve İbnu
Ömer radıyallahu anhüm'e, nikahı altında hür bir kadın olduğu halde bunun
üzerine bir cariye nikahlamak isteyen bir adam hakkında soruldu. Bunlar,
adamın ikisini cemetmesini mekruh
addettiler."
5661 İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz.
Ömer radıyallahu anh dedi ki: "Kim, kendisinde delilik veya cüzzam veya baras
(alaten) bulunan biriyle evlenir ve temasta da bulunursa, mehir tamamiyle
kadının olur. Ancak bu, kadının velisi üzerinde erkeğe bir borç
olur."
5662 Yine İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu
anh buyurdular ki: "Bir kadın kocasını kaybeder, nerede olduğunu da, bilemezse
dört yıl bekler, sonra dört ay on gün oturur, sonra nikahı (başkasına) helal
olur."
5663 Yine İbnu'l-Müseyyeb, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın ashabından, Nadre İbnu'l-Ektem denen ensardan bir zattan naklen
kaydettiğine göre, demiştir ki: "Ben bakire bildiğim bir kadınla evlendim,
gerdeğe girince hamile olduğunu gördüm. (Durumu Resûlullah'a arzettiğim vakit)
Aleyhissalatu vesselam: "Fercinden istifaden sebebiyle mehir onundur,
çocuk da sana köledir" buyurdu ve aramızı ayırdı. İlaveten: "Çocuğu doğurunca
had uygulayın!" emretti."
5664 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir hıristiyan kadın, bir zımminin nikahı altında iken, kocasından
bir müddet önce müslüman olsa, artık kocasına haram
olur."
5665 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor:
"Bir adam önce kendisi müslüman olup geldi; sonra da hanımı müslüman olup geldi.
Kocası: "Ey Allah 'ın Resulü! Hanımım da benimle birlikte müslüman
olmuştu!" dedi. Aleyhissalatu vesselam, hanımını kendisine iade
etti."
5666 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
kadın müslüman oldu ve (yeni bir erkekle) evlendi. Bunun üzerine (eski) kocası
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey AIlah'ın Resulü!
Ben de müslüman olmuştum. Hanımım müslüman olduğumu da biliyor" dedi.
Aleyhissalatu vesselam, kadını ikinci kocasından ayırıp eski kocasına iade
etti."
5667 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kızı Zeyneb'i, Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'e, altı
yıl sonra eski nikahı ile geri verdi, (ne nikah, ne mehir) hiçbir şeyi
yenilemedi."
5668 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (kızı) Zeyneb radıyallahu
anha'yı kocası (Ebu'l-As'a) yeni bir nikah, yeni bir mehirle iade
etti."
5669 İbnu Şihab anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam zamanında, birkısım kadınlar, kendi yurtlarında müslüman oldular.
Bunlar hicret de etmediler. Bunlar İslam'a girdikleri zaman kocaları kafir
idiler. Bunlardan biri Velid İbnu'I-Mugire'nin kızıydı. Bu kadın Safvan İbnu
Ümeyye'nin nikahı altında idi. Bu hanım Fetih günü müslüman olmuş, kocası Safvan
da İslam'dan kaçmıştı. Aleyhissalatu vesselam peşinden amcasının oğlu Vehb İbnu
Umeyr'i, kendisine bir eman alameti olarak şahsi rıdasıyla birlikte gönderdi.
(Resûlullah onu İslam'a çağırıyor ve yanına gelmeye davet ediyordu; (gelince
bakacak), İslam hoşuna giderse kabul edecekti, gitmezse kendisine iki ay müsaade
edecekti. Safvan, Aleyhissalatu vesselam'ın yanına rıdasıyla birlikte
gelince, yüksek sesle (halkın arasında) bağırarak: "Ey Muhammed! İşte Vehb
İbnu Umeyr! Senin rıdanı bana getirdi ve senin beni yanına davet ettiğini, İslam
hoşuma giderse kabul edeceğimi, gitmezse bana iki ay mühlet tanıyacağını
söyledi" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kalkıp: "Ey Ebu Vehb (devenden)
in!" buyurdu. Fakat o: "Hayır, vallahi, meseleyi benim için açıklığa
kavuşturmadıkça inmem!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Sana, daha
fazla, dört ay mühlet tanıyorum" buyurdular. Sonra Resûlullah Havazin
tarafına Huneyn seferine çıktı. (Sefer hazırlığı sırasında) Safvan'a adam
göndererek çağırtıp, emaneten silah ve başka harp malzemesi vermesini talep
etti. Safvan: "Zorla mı, gönül rızasıyla mı istiyorsun?" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Gönül rızasıyla!" buyurdu. Safvan (yanında
bulunan) silah vs.yi iane olarak verdi. Sonra Safvan kafir olduğu halde
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte döndü. Huneyn gazvesine, Taif'in
fethine katıldı. Bu esnada henüz kafirdi. Ama hanımı müslüman olmuştu.
Aleyhissalatu vesselam aralarını ayırmadı. Bu hal Safvan radıyallahu anh'ın
müslüman oluşuna kadar devam etti. Müslüman olduktan sonra hanımı eski nikahıyla
onun yanında kaldı. Safvan ile hanımının müslüman oluşu arasında iki ay kadar
bir zaman mevcuttur."
5670 İbnu Ömer radıyallahu anhüma, bir
kölenin nikahı altında bulunan bir cariye, hürriyetine kavuşacak olursa, (bu
azadlıktan sonra) kendisine kocası temas etmedikçe (bu evliliğe devam edip
etmemede) muhayyer olduğunu söylerdi."
5671 İmam Malik
rahimehullah'a ulaştığına göre, "Hz. Ömer veya Hz. Osman- radıyallahu anhüma,
bir erkeği "hürüm" diye nefsiyle aldatıp evlenen ve birçok çocuk doğuran cariye
hakkında "adam, çocukların, köle emsalleriyle fidyelerini öder" diye
hükmetmiştir." İmam Malik; "Bu kıymet, nazarımda en adilidir" demiştir. Rezin
tahric etmiştir.
5672 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin iki hanımı olur
ve aralarında adaletli davranmazsa Kıyamet günü (vücudunun) yarısı düşük olarak
gelir." Diğer bir rivayette "Bir tarafı eğri (mefluç) olarak"
denmiştir."
5673 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam gece taksiminde adalete riayet eder ve derdi ki:
"Ey Allahım! Bu taksim benim iktidarımda olanda yaptığım bir taksimdir. Senin
muktedir olup benim muktedir olmadığım şeyden dolayı beni levmetme!" Benim
muktedir olmadığım" dediği şeyle kalbi kastederdi."
5674 Yine Hz.
Aişe anlatıyor: "Sevde Bintu Zeme'a radıyallahu anha, gününü Aişe'ye hibe etti.
Böylece Resûlullah aleyhissalatu vesselam Aişe'ye iki gün ayırıyordu. Bir kendi
günü, bir de Sevde'nin günü."
5675 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hastalandığı zaman kadınlarını
çağırdı, yanında toplandık. "Ben sizleri teker teker dolaşacak durumda
değilim. Uygun görürseniz Aişe'nin yanında kalmama müsaade edin, orada kalayım"
buyurdular. Kadınlar da kendisine izin verdiler."
5676 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında dokuz
hanım vardı. Kadınlara uğrama işini sıraya koyunca, birinci kadına ikinci bir
uğrayışı dokuz gün sonra oluyordu. kadınlar, her akşam, Resûlullah'ın o gün
geleceği odada toplanıyorlardı. (Bir gün) toplanma yeri Hz. Aişe'nin odasıydı.
Zeyneb gelmişti. Resûlullah ona elini uzattı. Hz. Aişe: "Bu Zeyneb'tir,
(bilmiyor musun)?" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da elini geri çekti.
Derken Hz. Aişe ile Hz. Zeyneb birbirlerine çıkıştılar. Karşılıklı çekişme
birbirlerinin yüzüne toprak atmaya kadar gitti. (Bu esnada mescidde) ikaamet
getirildi. Bu sırada Hz. Ebu Bekir geçiyordu, onların seslerini işitti.
"Ey Allah'ın Resulü! Çık ve şunların ağızlarına toprak saç!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam çıktı."
5677 Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, hanımlarına gece ve gündüzleyin aynı
saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar onbir tane idiler. Enes'e: "Buna
takat getirebiliyor muydu?" denmişti. O: "Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini
konuşurduk" diye cevap verdi."
5678 Yine Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Bakire, dul üzerine nikahlanırsa, bakirenin yanında yedi gün
kalınması, sonra taksimat yapılarak sıraya konması; dul nikahlandığı zaman,
yanında üç gün kalıp sonra taksimat yapılıp sıraya konması
sünnettendir."
5679 Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Safiyye radıyallahu anha'yı aldığı zaman
yanında üç gece ikamet etti. Safiyye dul idi."
5680 Ebu Bekr İbnu
Abdirrahman, Ümmü Seleme radıyallahu anha'dan anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam benimle evlendiği zaman, yanımda üç gün ikamet etti ve
dedi ki: "Sana ehlinden bir tahkir sözkonusu değil. Dilersen senin yanında
yedi gün ikamet ederim. Ancak seninle yedi gün kalırsam diğer hanımlarımın
yanında da yedi gün kalırım."
5681 Ebu Said radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte Beni'I-Müstalik
gazvesine çıktık. Arap esirlerinden çokça esir ele geçirdik. Kadınlara karşı
arzu duyduk. Çünkü üzerimizde bekarlık şiddet kesbetmişti. Hep azil yapmak
istiyorduk ve: "Aramızda Resûllullah aleyhissalatu vesselam varken, ona sormadan
azil yapmak olur mu?" dedik ve sorduk. "Hayır! buyurdular. Bunu yapmamanız
gerekir. Kıyamete kadar geleceği takdir edilen her canlı mutIaka yaratılacaktır
(siz tedbirinizle önüne geçemezsiniz)."
5682 Esma Bintu Yezid
İbnu's-Seken radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Çocuklarınızı gizlice öIdürmeyin. Çünkü gayl, biniciye atının üzerinde ulaşır
ve atından aşağı atar" dediğini işittim."
5683 Hz. Aişe
radıyallahu anha: "Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden veya kendisinden
yüz çevirmesinden korkarsa, bazı fedakarlıklarla sulh olup aralarını
düzeltmelerin de onlar için bir günah yoktur. Sulh ise daha hayırlıdır.." (Nisa
128) ayeti hakkında dedi ki: "Bu ayet, şöyle bir kadın hakkında inmiştir: "Bir
erkeğin nikahı altındadır, ancak erkek onunla beraberliği fazla istememektedir,
onu boşayıp bir başkasıyla evlenmeyi arzulamaktadır. Ona kadın: "Beni boşama,
yanında tut, dilersen bir başkasıyla da evlen. Sen bana infak ve gece ayırma
hususunda serbestsin" der. İşte ayette geçen şu meal bu manayadır: "Bazı
fedakarlıklarla sulh olup aralarını düzeltmelerinde onlar için bir günah yoktur.
Sulh ise hayırlıdır."
5684 Hz. Ömer radıyallahu anh demiştir ki:
"Bir adam bir kadınla eşlenir, nikah sırasında kadını kendi memleketinden dışarı
çıkarmama şartını kabul ederse, bilahare kadın razı olmadıkça, onu dışarı
çıkaramaz."
5685 Hz. Ali radıyallahu anh'dan anlatıldığına göre:
"Bu meseleden (nikahta koşulan şarta uyma meselesinden) sorulmuştur da, o şu
cevabı vermiştir: "Allah Teala hazretlerinin şartı kadının koştuğu şarttan da,
onun şartını kabul edenden de önce gelir!"
5686 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Hanımım değen eli reddetmiyor!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Onu uzaklaştır!" emretti. Adam: "Nefsimin ona
takılmasından korkuyorum" deyince: "Öyleyse ondan faidelen!"
buyurdular."
5687 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın kadına bir
örtünün altında mübaşeret etmemelidir, onu tutup kocasına vasfeder de adam
görmüş gibi olur."
5688 Ata İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya çehiz olarak
kadife bir örtü, bir su kabı ve içerisi izhirle doldurulmuş bir minder
verdi."
5689 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü dedim, ben genç bir insanım, günahtan korkuyorum, evlenecek
maddi imkan da bulamıyorum, hadımlaşmayayım mı?" dedim. Aleyhissalatu vesselam
bana cevap vermedi. Ben bir müddet sonra aynı şeyi tekrar söyledim. Yine cevap
vermedi. Sonra: "Ey Ebu Hureyre! buyurdu. Senin karşılaşacağın şey
hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister
bırak."
5690 Ma'mer anlatıyor: "Süfyan-ı Sevri merhum (bir gün)
bana: "Ailesinin bir yıllık -veya yarı yıllık yiyeceğini cemeden kimse
hakkında bir şey işittin mi?" diye sormuştu. O anda ne söyleyeceğim aklıma
gelmedi. Ama sonradan İbnu Ş'ihab'ın bize tahdis ettiği bir hadisi hatırladım.
Hadis İbnu Şihab'a Malik İbnu Evs'ten, ona Hz. Ömer radıyallahu anh'tan
gelmişti. Hadiste Aleyhissalatu vesselam'ın, Beni'n-Nadir hurmalığını satıp
ailesi için bir yıllık yiyeceklerini ayırdığı belirtilmekte
idi."
5972 Süraka İbnu Cu'şem anlatıyor: "Ey Allah 'ın Resulü
dedim, (yapılan) amel, önceden kalemin yazıp kuruduğu, kaderin kesinleştiği
şeyler cümlesinden mi, yoksa müstakbelde karşılaşacağı şeyler cümlesinden
mi? Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Amel, kaderin tesbit ettiği,
kalemin de yazıp kuruduğu şeyler cümlesindendir. Herkes yaratıldığı şeye
mûyesser kılınır."
6068 Hz. Aişe anlatıyor: "Ben Resûlullah için
geceleyin, üzeri örtülü üç kap hazırlardım; birisi abdesti için, birisi misvak
için, biri de içmesi için."
6069 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ne abdest suyu (hazırlama ve
dökme işini) ne de sadaka dağıtma işini başkasına bırakmaz, bizzat
yapardı."
6070 Hz. Aişe anlatıyor: "Ben ve Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ikimiz de tek bir kapta(ki suda)n abdest alırdık. Bundan
önce suya kedinin değdiği de olurdu."
6071 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Namaz kılanın önünden geçmekle) kedi namazı bozmaz. Çünkü o, evin (demirbaş)
eşyasındandır."
6074 Abdullah İbnu Mes'ud anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, bana, cin gecesi: "Yanında abdest alacak su var mı?"
diye sormuştu. Ben: "Hayır, yok! Ancak bir kabın içinde bir miktar nebiz var"
dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Hurma temizdir, su da temizleyicidir!" buyurdu
ve hemen onunla abdest aldı."
6075 Abdullah İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, cin gecesinde İbnu
Mes'ud'a: "Yanında su var mı?" diye sordu. O: "Hayır su yok. Ancak bir tulumda
nebiz var!" deyince Aleyhissalatu vesselam: "Hurma temizdir, su da
temizleyicidir (binaenaleyh nebiz temizdir) bana dök (abdest alayım)"
buyurdular."
6076 İbnu'l-Firasi anlatıyor: "Ben ava çıkmıştım.
Yanımda içine su koyduğum bir kırbam vardı. Deniz suyu ile ebdest aldım. Durumu
Aleyhissalatu vesselam'a sordum. Bana: "Denizin suyu temizdir, meytesi (ölüsü)
de helaldir!" cevabını verdi."
6077 Resülullah aleyhissalatu
vesselam'ın kızı Rukiyye radıyallahu anha'nın cariyesi Ümmü Ayyaş radıyallahu
anha demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam oturuyor olduğu halde ben
kendim ayakta olduğum halde (gerekli hizmetleri yaparak) ona abdest
aldırırdım."
6078 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz uyanınca elini
yıkamadıkça su kabına sokmasın."
6079 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üzerine besmele
çekmeyenin abdesti yoktur."
6080 Sehl İbnu Sa'd es Saidi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Abdesti almayanın namazı yoktur. Abdest alırken Allah'ın ismini zikretmeyenin
de abdesti yoktur. Resûlullah'a salat (u selam) okumayanın da namazı yoktur.
Keza Ensarı sevmeyenin de namazı yoktur."
6081 Hz. Ali radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest aldı. Bu esnada bir
avuç su ile üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu."
6082 Hz.
Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Tebük
seferi sırasında abdest uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest alırken
gördüm."
6083 Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı abdest alırken gördüm (yıkanacak
uzuvlarını) üçer kere yıkamış, başına da bir kere
meshetmişti."
6084 Ebu Malik el-Eş'ari anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (uzuvlarını) üçer sefer yıkayarak abdest
alırdı."
6085 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir defasında abdest uzuvlarını) birer kere
yıkayarak abdest aldı ve: "Bu abdest, Allah'ın bunsuz hiçbir namazını kabul
etmeyeceği kimsenin abdestidir!" buyurdu. Sonra abdest uzuvlarını ikişer sefer
yıkayarak aldı ve: "Bu abdestlerin kıymetlisidir!" buyurdu. Sonra üçer sefer
yıkayarak abdest aldı ve: "Bu, abdestin en mükemmel olanıdır. Ayrıca bu,
hem benim, hem de Halilullah olan Hz. İbrahim aleyhisselam'ın abdestidir. Kim bu
şekilde abdest alır, tamamlayınca da eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden Abduhu ve Resulühü "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve
şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir" derse kendisine cennetin
sekiz kapısı birden açılır, hangi kapısından dilerse ondan içeri girer!"
buyurdular."
6086 Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam su getirtip (uzuvlarını) birer birer
yıkayarak abdest aldı. "İşte bu abdest vazifesidir!" buyurdu. Yahut da:
"İşte bu, yapmadığı taktirde, Allah'ın namazını kabul etmeyeceği, kişinin
(yapması gereken asgari) abdestidir!" buyurdu. Sonra ikşer ikişer yıkayarak
abdest aldı. Sonra: "Bu da, Allah'ın ücretini iki hisse verdiği kişinin
abdestidir!" buyurdu. Üçer sefer yıkayarak abdest aldı ve: "İşte bu benim ve
benden önceki peygamberlerin abdestidir!" buyurdu."
6087 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest alan bir
adam görmştü: "İsraf etme! İsraf etme!" buyurdular."
6088 Abdullah
İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
abdest almakta olan Sa'd'a uğramıştı: "Bu israf da ne?" buyurdular. Sa'd:
"Abdestte dahi israf olur mu?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!
cevabını verdi, akan bir nehir üzerinde olsan bile!"
6089 Ebu
Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini işittim: "Yaptığınız taktirde AIlah'ın günahlarınızı affedip,
sevabınızı artırdığı ameli size söyleyeyim mi?" "Evet ey Allah'ın Resülü,
söyleyin!" dediler. "Sıkıntıya rağmen abdesti mükemmel yapmak, mescidlere
çok yürümek, bir namazdan sonra müteakip namazı
beklemek."
6090 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam abdest aldığı zaman mübarek parmaklarını açarak sakalını
hilaller ve bunu iki sefer yapardı."
6091 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, abdest alınca, yanaklarını
biraz ovduktan sonra sakalını alt kısmından (yukarı doğru) parmaklarıyla
karıştırırdı."
6092 Ebu Eyyub el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'ın abdest alınca sakalını hilallediğini
gördüm."
6093 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı abdest alırken gördüm, başını bir kere
meshetmişti."
6094 Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kulaklar baştan (sayılır, yüzden sayılmaz)"
buyurdular."
6095 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Namaza kalktığın vakit
abdesti mükemmel yap. (Bu cümleden olarak) suyu ayak ve el parmaklarının arasına
iyice ulaştır."
6096 Ubeydullah İbnu Ebi Rafi' radıyallahu anh
babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest alınca
altına su ulaşsın diye yüzüğünü oynatırdı."
6097 Hz. Cabir İbnû
Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "(Abdest sırasında yıkanmayan) ökçe üzerindeki kalın sinirlerin
vay ateşten çekeceklerine!"
6098 Halid İbnu'l-Velid, Yezid
İbnu Ebi Süfyan, Şurahbil İbnu Hasene, Amr İbnu'l-As radıyallahu anhüm
ecmain'den herbiri, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmişlerdir: "Abdesti mükemmel alın! (Abdest sırasında iyi yıkanmayan)
ökçelerin vay ateşten çekeceklerine!"
6099 Mikdam İbnu Ma'dikerb
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, abdest aldı ve
ayaklarını üçer sefer yıkadı."
6100 Rübeyyi' radıyallahu anh
anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma bana gelerek, şu malum hadisten sordu.
-Burada Rübeyyi' "Resûlullah abdest aldı ve ayaklarını yıkadı" şeklinde yaptığı
rivayeti kasteder- ve bana dedi ki: "Halk (yani bütün ashab-ı kiram hazeratı)
ayakları yıkamaktan başka bir şeyi caiz görmezler. Halbuki ben, Kitabullah'ta
sadece mesh görüyorum."
6101 Zeyd İbnu Harise anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cebrail aleyhisselam bana
abdesti öğretti. Bu meyanda bana, abdestten sonra, çıkacak bevl (sızıntısından
hasıl olacak vesveseyi önlemek) için elbisemin altına su serpmemi
emretti."
6102 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam abdest aldı ve fercine (ön tarafına) su
serpti."
6103 Selmanu'l-Farisi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest aldılar. Sonra üzerindeki yün
cübbesini ters çevirip (iç tarafıyla) yüzlerini
sildiler."
6104 Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Kim abdest alınca onu mükemmel kılar, sonra da üç kere:
"Eşhedü enla ilahe illalahu vahdehu la şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden
abduhu ve Resülühü" derse, kendisine cennetin sekiz kapısı açılır, dilediğinden
içeri girer."
6105 Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anha'nın
anlattığına göre, "Kendisinin sarıdan (tunçtan) bir teknesi vardı ve Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın saçlarını bu leğende
tarardı."
6106 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) horlayıncaya kadar uyudu. Sonra
kalkıp namaz kıldı.''
6107 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın o uykusu, kendisi yani Hz.
Peygamber oturur iken olmuştur."
6108 Hz. Cabir İbnu Abdillah
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz zekerine (erkeklik uzvuna) dokunacak olursa ona abdest almak
gerekir."
6109 Ümmü Habibe ve Ebu Eyyub radıyallahu anhüma'dan
rivayet edildiğine göre "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Fercine
(cinsiyet uzvuna) dokunan abdest alsın" dediğini
işitmişlerdir."
6110 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a kişinin zekerine değmesinden sorulmuştu:
"O, senin vücudundan küçük bir et parçasından başka bir şey değil"
buyurdular."
6111 Yezid İbnu Ebi Malik'ten rivayet edildiğine
göre, "Enes İbnu Malik radıyallahu anh ellerini kulaklarının üstüne koyarak:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Ateşte pişen şeyi yiyince abdest alın"
dediğini işitmemişsem kulaklarım sağır olsun!" derdi."
6112 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu
Bekr ve Hz. Ömer ekmek ve et yediler ve abdest
tazelemediler."
6113 Süveyd İbnu Nu'man el-Ensari"nin anlattığına
göre, "Ashabtan bir grup Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hayber'e
hareket ederler. Yolda Sahba nam mevkiye gelince ikindi kılınır. Aleyhissalatu
vesselam yiyecek talep eder. Sadece kavud çıkarılır. Onlar yenilir, içilir.
Sonra su talep eden Resûlullah ağzını çalkayıp cemaate akşam namazı
kıldırır."
6114 Üseyd İbnu Hudayr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun sütünü içince
abdest almayın, deve sütünü içince abdest alın."
6115 Abdullah
İbnu Amr anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Devenin etini yeyince
abdest alın, koyunun etini yeyince abdest almayın. Deve sütü içince de abdest
alın, koyun sütü içince abdest almayın; koyun ağılında namaz kılın, deve
ağıllarında namaz kılmayın" buyurdular."
6116 Sehl İbnu Sa'd
es-Saidi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Süt
içince ağzınızı su ile çalkalayın, çünkü o yağlıdır"
buyurdular."
6117 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hanımlarından birini öptü, sonra çıkıp namaza gitti,
abdest almadı." (Ravi Urve der ki): "O mutlaka sendin!" dedim, Aişe
güldü."
6118 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam abdest alır, sonra (zevcesini) öper ve abdest almadan
namaz kılardı. Bunu bana yaptığı da olurdu."
6119 Ebu Gutayf
el-Huzeli anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer'i mesciddeki ders halkasında
dinlemiştim. Namaz vakti girince, kalkıp abdest aldı ve namaz kıldı, sonra
tekrar tedris halkasına döndü. İkindi vakti olunca, yine kalkıp abdest aldı,
namaz kıldı, tekrar yerine geldi. Akşam vakti girince, kalkıp abdest aldı ve
namaz kıldı sonra yerine geldi. Ben: "Allah seni ıslah buyursun her namaz
girince abdest almak farz mı sünnet mi?" dedim. "Sen hep beni ve yaptığımı
mı gözetledin?" dedi. "Evet!" dedim. Bunun üzerine: "Hayır" dedi ve açıkladı:
"Eğer sabah namazı için abdest alsam onunla bütün namazları kılabilirim, (bu
caizdir), yeter ki abdestimi bozmamış olayım. Ancak Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Kim abdest üzerine abdest alırsa ona on hasenat vardır" dediğini
işittim de bu hasenelere talip oldum."
6120 Ebu Saidi'I-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a namazda abdestin
bozulduğuna dair düşülecek şüpheden sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "Kulağına bir
ses, burnuna bir koku gelinceye kadar namazdan
ayrılmasın."
6121 Muhammed İbnu Amr İbnu Ata rahimehullah
anlatıyor: "Ben, Saib İbnu Yezid'i elbisesini koklarken gördüm ve: "Bunu niçin
yapıyorsun?" diye sordum. Bana: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın "Abdest,
koku veya işitmek sebebiyle vacib olur!" buyurdular" dediğini işittim, bunun
için kokluyorum" dedi.
6122 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Su iki veya üç
kulle oldu mu onu hiçbir şey kirletmez."
6123 Ebu Saidi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a Mekke ile Medine
arasında bulunan ve vahşi hayvanların, köpeklerin, eşeklerin uğradıkları
havuzlar ve bunların suyu ile temizlik yapılıp yapılamayacağı hususunda
sorulmuştu: "Karınlarında götürdükleri onlarındır, kalan da bizimdir, temizlikte
kullanabilirsiniz" dedi."
6126 Ümmü Kürz radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Henüz yemek
yemeyen) erkek çocuğun sidiğini temizlemek için su serpilir, kız çocuğunun
sidiği ise yıkanarak temizlenir."
6127 Vasile İbnu'l-Eska'
anlatıyor: "Bir bedevi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Allahım,
bana ve Muhammed'e rahmet kıl! Bu rahmetinde bize başkasını ortak yapma!" diye
dua etti. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Bak şu yaptığına! -veya: Yazık
sana!- Sen geniş olan şeyi gerçekten daralttın!" buyurdu. Derken bedevi
bacaklarını ayırıp akıtmaya başladı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabı: "Hey! (ne yapıyorsun!) deyip (telaşlandılar). Aleyhissalatu vesselam:
"Bırakın adamı (işini tamamlasın!)" diye müdahale etti. Sonra da bir kova su
getirtip üzerine döktü."
6128 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü biz mescide gelirken pis yerlere basıyoruz (bu
durumda ne yapmamız gerekir?) diye sorulmuştu. Aleyhissalatu vesselam şu cevabı
verdi: "Yeryüzünün birkısmı (yürüyünce) diğer bir kısmını
temizler."
6129 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam hanımına temas ederken giydiği elbisesinin içerisinde (elbiseyi yıkamadan)
namaz kılıp kılamayacağını sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Kılabilir. Ancak
herhangi bir bulaşık görürse onu yıkaması gerekir"
dedi."
6130 İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Sa'd İbnu Malik'i
mestleri üzerine meshederken görür ve: "Siz demek mest üzerine meshediyorsunuz
ha!" diyerek yadırgar ve birlikte Hz. Ömer'in yanına giderler. Sa'd, Hz. Ömer'e:
"Şu kardeşim oğluna mestlere mesthetme hususunda fetva ver!" der. Hz. Ömer: "Biz
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberken, mestlerimize meshediyorduk,
biz bunda bir beis görmeyiz!" der. İbnu Ömer: "Hatta, heladan gelmiş olsa da mı
?" diye sorar. Hz. Ömer "evet!" der."
6131 Selh es-Saidi
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam mestleri üzerine
meshetti, bize de mest üzerine meshetmemizi emir
buyurdu."
6132 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Ben,
bir sefer sırasında Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdim. Bir ara
"su var mı?" diyerek abdest suyu getirtti. Abdest alıp mestleri üzerine
meshetti. Sonra orduya yetişerek askerlere namaz
kıldırdı."
6133 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün yolda giderken) abdest almakta olan ve bu sırada
mestlerini de yıkayan bir adama rastladı. Onu mestlerini yıkamaktan men
edercesine eliyle işaret ederek: "Sen sadece şöyle meshetmekle emrolundun"
buyurdu ve mübarek elinin parmaklarıyla ayak parmaklarının ucundan bacağın
dibine (mafsal kısma) kadar çizgiler çekerek gösterdi."
6141 Ebu
Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest bozma
hususunda darlanan kimseye (abdestini bozmadan) namaz kılmayı
yasakladı."
6142 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse (abdest bozma)
sıkıntısı varken namaza durmasın."
6151 Hz. Ali İbnu Ebi Talib
radıyallahu anh anlatıyor: "Bilek kemiklerimden biri kırılmıştı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a (abdest sırasında ne yapmam gerektiğini) sordum.
Aleyhissalatu vesselam bana, sargı üzerinden meshetmemi
söyledi."
6152 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Hz. Hüseyin'i omuzunda taşırken gördüm,
çocuğun tükrüğü Aleyhissalatu vesselam'ın üzerine
akıyordu."
6153 Abdülcebbar İbnu Vail babası Vail radıyallahu
anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a (abdest için içi su
dolu) bir kova getirildiğini gördüm. Aleyhissalatu vesselam, o sudan ağzına alıp
mazmaza yaptı, misk kokulu veya miskten daha hoş kolulu olarak suyu fem-i
mübareklerinden kovaya bıraktı. Sonra burnuna da su çekip bu suyu kovanın dışına
attı."
6380 Ebu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslüman için müslüman üzerinde
dört haslet vardır: "Hapşırınca (elhamdulillah! derse) teşmit etmek
(yerhamukallah! demek), davet edince icabet etmek, öldüğü zaman (cenazesinde)
hazır bulunmak, hastalandığı zaman geçmiş olsun ziyareti
yapmak."
6381 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir müslümanın diğer bir
müslüman üzerinde beş hakkı vardır: "Selamını almak, davete icabet, cenazeye
katılmak, hasta ziyareti, "elhamdulillah!" dediği taktirde hapşırana
yerhamukallah (diyerek teşmitte bulunmak)."
6382 Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir kimse
hastalanacak olsa ona üç günden sonra geçmiş olsun ziyaretinde
bulunurdu."
6383 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalaatu vesselam bir hastayı ziyaret etti ve "Canın ne
çekiyor?" diye sordu. Hasta "Buğday ekmeği!" dedi. Resulullah aleyhissalatu
vesselam: "Kimin yanında buğday ekmeği varsa kardeşine göndersin!" dedi. Sonra
Resulullah ilave etti: "Birinizin hastası birşeye iştah duyarsa ondan
yedirsin."
6384 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam ziyaretine gittiği bir hastanın yanına girdi
ve "Bir şey canın çekiyor mu? Kek canın çekiyor mu?" diye sordu. Hasta "Evet!"
deyince ona kek aradılar."
6385 Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bana: "Bir hastanın yanına
girince, ondan sana dua edivermesini talep et. Çünkü onun duası meleklerin duası
gibidir" buyurdular."
6386 Abdullah İbnu Cafer babasından
radıyallahu anh naklen anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallahu'l-Halimu'l-Kerim,
Subhanallahi Rabbi'l Arşi'l-Azim, Elhamdulillahi Rabbi'l-Alemin" demeyi telkin
edin!" Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resulu! Bunun sağlara telkini nasıldır?"
dediler. "Daha güzeldir, daha güzeldir!"
buyurdular."
6387 Muhammed İbnu'l Münkedir anlatıyor: "Hz. Cabir
radıyallahu anh'ın yanına girdim. Ölmek üzereydi. "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a bizden selam götür!" dedim."
6388 Hz. Aişe radıyallahu
anha'nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün yanına
girdiği sırada, bir yakınının nefesini ölüm kesmek üzere idi. Aleyhissalatu
vesselam Hz. Aişe'nin üzüntüsünü görünce kendisine: "Şu yakının için üzülme.
Zira onun şu ızdırabı hasenatındandır!" buyurdular."
6389 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a (ölmek üzere
olan bir kimsenin) insanları tanıma hali ne zaman sona erer?" diye sordum.
"(Gaybi hakikatları) gördüğü zaman!" buyurdular."
6390 Şeddad İbnu
Evs radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"ölülerinizin yanında hazır bulunduğunuz taktirde (ölünce) gözlerini
kapayıverin. Çünkü göz, ruhu takip eder (ve açık kalır). Ayrıca hakkında hayır
söyleyin. Çünkü melekler ev halkının söylediklerine "Amin!"
derler."
6391 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüm
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "ölülerinizi
güvendiğiniz kimseler yıkasın."
6392 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir
ölüyü yıkar, kefenler, kefenini güzel kokulu maddelerle kokulandırır, taşır ve
namazını kılar, cenazeyle ilgili olarak gördüğü (kötü alametleri ölü) aleyhine
yaymazsa, (bu yaptığına mükafaat olarak) günahlarından ternizlenir ve annesinden
doğduğu gün gibi (tertemiz) olur."
6393 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Baki'den dönmüştü. Beni, başımdaki
bir ağrıdan hastalanmış ve "vay başım" çekerken buldu. "Ey Aişe, asıl
hasta benim, vay başım!" dedi ve sonra ilave etti: "Benden önce ölsen de senin
başında durup seni (kendi elimle) yıkasam, kefenlesem, namazını kıldırsam ve
defnetsem, senin için daha iyidir."
6394 Büreyde radıyallahu anh
anlatmıştır: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vefat edince, yıkamak
istedikleri vakit dahilden bir münadi şöyle nida etti: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın gömleğini üzerinden çıkarmayın."
6395 Hz. Ali
radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı
yıkadığı zaman, ölüde aranan (idrar, gaita gibi) şeyleri aradı, fakat bulamadı.
Bunun üzerine: "Babam sana feda olsun. Sen çok temizsin; hayatta iken temizdin,
ölünce de temizsin!" dedi."
6396 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben ölünce,
beni Gars adlı kuyumdan yedi kırba su ile yıkayın."
6397 Abdullah
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Suhuliyye denen üç parça beyaz ince bez içinde
kefenlenmiştir."
6398 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam üç parça giysi içerisine kefenlenmiştir:
İçerisinde vefat ettiği gömleği ve Necrani (iki parçalı)
hulle."
6399 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın oğlu İbrahim vefat ettiği zaman ashabına:
"Ben oğluma bakmadıkça, onu kefenlerinin içine dahil etmeyin" buyurdu. (Yıkama
işi bitince kefenlemezden önce) çocuğa yaklaştı, üzerine eğilip baktı ve
ağladı."
6400 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
cenazeyi takip eden kimse, naaşın bütün taraflarını (sırayla) omuzlasın. Zira bu
sünnettir. Sonra dilerse tekrar nafile taşıması yapsın, dilerse taşıma işini
terketsin."
6401 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam bir cenazenin sür'atle götürüldüğünü görmüştü, (müdahale
ederek:) "Sükunetle gidin!" buyurdular.."
6402 İmran İbnu'l-Husayn
ve Ebu Berze radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah, aleyhissalatu
vesselam'la birlikte bir cenazeye gittik. (Bu esnada) Aleyhissalatu vesselam,
ridalarını atıp sadece gömlekleri içerisinde yürümekte olan bir cemaat gördü ve:
"Cahiliye amelini mi işliyorsunuz? Yoksa cahiliye fiilini yaparak onlara mı
benzemeye çalışıyorsunuz? Şu suretinizden bir başka suretle (kabristandan)
dönmeniz için hakkınızda beddua etmeyi cidden arzuladım" buyurdu. Bunun üzerine
ridalarını giydiler ve bir daha bu adetlerine
dönmediler."
6403 Ebu Bürde radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Musa
el-Eş'ari radıyallahu anh, eceli geldiği zaman (yakınlarına): "Benim cenazemi
ateşle takip etmeyin!" diye vasiyet etti. Bunun üzerine Ebu Bürde'ye: "Sen bu
hususta bir şey işittin mi?" diye sordular. O da: "Evet, hem de Resulullah
aleyhissalatu vesselam'dan" dedi."
6404 Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin
cenazesine yüz müslüman namaz kılarsa, ona mağfiret
olunur."
6405 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanından bir cenaze geçmişti, hakkında hayırla senada
bulunuldu. Aleyhissalatu vesselam: "Vacib oldu!" buyurdu. Sonra bir diğer
cenazeyi getirdiler. Halk bunu kötü hasletlerle yadetti. Aleyhissalatu vesselam
yine: "Vacib oldu!" buyurdu ve şu açıklamayı yaptı: "Sizler Allah'ın
yeryüzündeki şahitlerisiniz!"
6406 Ümmü Şerik el-Ensariyye
radıyallahu anha: "Resulullah bize, cenazeye (namaz kıldığımızda) Fatiha-ı,
Serifeyi okumamızı emretti" demiştir."
6407 Hz. Cabir radıyallahu
anh demiştir ki: "Ne Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, ne Ebu Bekir, ne de
Ömer radıyallahu anhüma, cenaze namazı hakkında cevaz verdikleri kadar hiçbir
şey hakkında cevaz vermediler. Yani (cenaze namazını) bir vakte
bağlamadılar."
6408 Hz. Osman İbnu Affan radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Osman İbnu Maz'ün üzerine cenaze
namazı kıldırdı. Namazda dört kere tekbir getirdi."
6409 El-Heceri
rahimehullah anlatıyor: "Resulullah'ın sahabisi olan Abdullah İbnu Ebi Evfa ile
birlikte, onun bir kızının cenaze namazını kıldım. Abdullah dört kere tekbir
getirdi. Dördüncüden sonra (selam vermeyip) biraz durdu. Ben safların muhtelif
yerlerinden cemaatin onu uyarmak üzere "sübhanallah" dediklerini işittim. Sonra
selam verdi ve dedi ki: "Siz benim beş kere tekbir getireceğimi mi
zannediyordunuz?" Cemaat: "Evet bundan korktuk" dediler. Bunun üzerine: "Hayır
bunu yapmayacağım. Ancak Resulullah aleyhissalatu vesselam dört kere tekbir
getirir, sonra bir müddet durup Allah'ın söylemesini dilediği bir şeyler söyler,
sonra da selam verirdi" dedi."
6410 Kesir İbnu Abdillah'ın dedesi,
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın (cenaze namazında) beş kere tekbir
getirdiğini söylemiştir."
6411 Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Ölen)
çocuklarınız için cenaze namazı kılın. Çünkü onlar (cennete girmede sizin
öncülerinizdendir."
6412 İbnu Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın oğlu İbrahim ölünce, Resulullah cenaze
namazı kıldı ve: "Onun cennette bir süt annesi olacaktır. Eğer yaşasaydı sıddık
bir nebi olacaktı. Eğer yaşamış olsaydı kıbti dayıları azad olacaktı ve hiçbir
kıbti köleleştirilmeyecekti" buyurdu."
6413 Hüseyin İbnu Ali İbni
Ebi Talib radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
oğlu Kasım vefat edince Hz. Hatice radıyallahu anha: "Ey Allah'ın Resulü!
Kasım'ın sütü taştı. Keşke Allah ona, süt çağını tamamlayacak kadar ömrünü
uzatsaydı" dedi. Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "O süt devresini
cennette tamamlayacak!" buyurdular. Hz. Hatice: "Ey Allah'ın Resulü!, Şayet bunu
bilseydim, çocuğun ölümü, nazarımda hafiflerdi" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Dilersen Allah'a dua edeyim de sana onun sesini işittireyim" dedi. Ancak Hz.
Hatice: "Hayır! Ey Allah'ın Resulü! Allah ve Resulünü tasdik ediyorum"
dedi."
6414 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Uhud günü,
şehidlerin cenazeleri Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına getirildiler.
Aleyhissalatu vesselam onar onar gruplar halinde namazlarını kıldırdı. Her grup
değiştikçe, Hamza yerinde sabit kalıyor (böylece her grupla birlikte ona namaz
kılınıyordu)."
6415 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "ölüleriniz üzerine gece ve
gündüz (cenaze) namazı kılınız (kılabilirsiniz)"
buyurmuştur."
6416 Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her ölü üzerine namaz kılın,
her emirin komutası altında cihad edin."
6417 Amir İbnu Rebia
radıyallahu anh anlatıyor: "Siyahi bir kadın ölmüştü. Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a duyurulmadan defnedildi. Sonra haberdar olunca "Bunu bana niye haber
vermediniz?" dedi ve ashabına: "Kadının kabri üzerinde saf tutunuz!" emrederek
kadına cenaze namazı kıldırdı."
6418 Büreyde radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir ölü üzerine, gömüldükten sonra
namaz kıldı."
6419 Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Mescidi
temizleyen bir siyahi kadın vardı. Bir gece öldü. (Hemen defnedildi). Sabah
olunca vefatı Resulullah'a haber verildi. "Bana niye zamanında duyurmadınız?"
deyip kalktı. Ashabıyla (kabristana gitti), kadının kabri üzerinde durup, halk
arkasında, tekbir getirip namaz kıldı. Sonra oradan
ayrıldı."
6420 Mücemmi' İbnu Cariye el-Ensari radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) buyurdular ki:
"Kardeşiniz Necaşi ölmüştür, kalkın üzerine cenaze namazı kılın!" Biz de
kalktık, Aleyhissalatu vesselam'ın arkasında iki saf yaptık (namazını
kıldık)."
6421 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam Necaşi üzerine (gıyabında cenaze) namazı kıldı ve dört
kere tekbir aldı."
6422 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir cenaze üzerine namaz
kılarsa ona bir kıratlık sevab vardır, kim de defnedilinceye kadar cenazeye
iştirak ederse ona iki kıratlık sevab vardır. Muhammed'in nefsi elinde olan
Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun.. Kırat, şu gördüğünüz Uhud dağından daha
büyüktür."
6423 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanından bir cenaze getirilmişti, derhal
ayağa kalktı ve: "Ayağa kalkın, zira ölümde korku ve dehşet vardır"
buyurdu."
6424 Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir cenazeyi teşyi edince, cenaze lahde
(mezardaki hususi oyuğa) konuncaya kadar oturmazdı. (Bir defasında), bir yahudi
alimi gelerek: "Ey Muhammed! (Bu sünnetin çok güzel.) Biz de böyle yapıyoruz!"
dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam hemen oturarak, cemaate emretti:
"(Oturun ve) yahudilere muhalefet edin!"
6425 Ebu Rafi'
radıyallahu anh anlatıyor: "(Vefat etmiş bulunan Sa'd radıyallahu anh'ın cesedi
kabre indirileceği zaman) Resulullah aleyhissalatu vesselam, Sa'd'ın cesedini
tabutun üzerinden usulca çekti, (kabre yerleştirip defnettikten sonra) kabrin
üzerine su çiledi."
6426 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (kabre indirilip defnedileceği
zaman) kıble istikametinden tutularak karşılandı ve tabutun üzerinden yavaşça
çekilip çıkarıldı."
6427 Said İbnnu'I-Müseyyeb rahimehullah
anlatıyor: "Ben, İbnu Ömer radıyallahu anhüma ile birlikte bir cenazede beraber
bulundum. Cenazeyi lahde koyunca: "Bismillahi ve fi sebilillahi, ve ala Milleti
Resulillahi" dedi. Sonra lahidin önüne kerpiç dizilmeye başlanınca: "Allahümme
ecirha mineşşeytani ve min azabi'l-kabri, Allahümme cafi'l-arda an cenbeyha ve
sa'id ruhaha ve lakkıha minke rıdvanen, (Ey Allahım bu cenazeyi şeytanın
şerrinden ve kabir azabından koru. Ey Allahım! Yeri onun yanlarından uzak tut!
Ruhunu yükselt, onu katından rızaya erdir!" dedi. Ben. "Ey İbnu Ömer! Bu duayı
Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan mı işittin, kendi fikrinle mi
söylüyorsun?" dedim. "Bunu ben kendimden söylesem, ben söz söylemeye muktedirim
demektir. Hayır! Ben onu Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan işittim" cevabını
verdi."
6428 Cerir İbnu Abdillah el-Beceli radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Lahd (usulüyle
defin) bize aittir. Şakk (usulüyle defin) başkalarına
aittir."
6429 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam öldüğü zaman Medine'de bir adam vardı. Lahid
kazardı, bir başkası da şakk kazardı. Ashab: "Rabbimizden hayırlısını dileyerek
ikisine de haber gönderelim, hangisi sonra gelirse onu terkeder (önce gelenin
usulünce Resulullah'ı defneder)iz" dediler, ikisine de haber saldılar. Lahid
kazan önce geldi. Bunun üzerine ashab, Resulullah aleyhissalatu vesselam için
lahid kazdılar (ve onun usulünce defnettiler)."
6430 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vefat ettiği
zaman, (ashab, Aleyhissalatu vesselam'ın lahd veya şakk usulünden hangisiyle
defnedileceği hususunda) ihtilaf ettiler. Hatta bu hususta (aralarında)
konuştular, sesleri yükseldi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında ne sağ iken ne de ölmüş iken
bağırmayın! -veya buna benzer bir söz- söyledi. Sözlerine devamla: "Şakk
usulüyle kazan kimseye de, lahid usulüyle kazan kimseye de adam gönderin" dedi.
Bunun üzerine lahid yapan erken geldi. Aleyhissalatu vesselam için bir lahid
kazdı. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam oraya
defnedildi."
6431 el-Edra'u's-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir gece Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı korumak üzere nöbet tuttum. Derken
yüksek sesle Kuran okuyan bir adam peydah oldu. Az sonra Resulullah
aleyhissalatu vesselam dışarı çıktı. "Ey Allah'ın Resulü dedim, bu adam
riyakardır." Ravi Edra' devamla der ki: "Bu adam bir müddet sonra
Medine'de öldü. (Defin için hazırlık yapıldı ve) tekfin işlemi bitirildi. Ashab
tabutunu taşıdı. Aleyhissalatu vesselam: "Ona rıfkla muamele edin, Allah ona
rıfkla muamele etti. Zira o Allah ve Resulünü severdi buyurdular. Resulullah
onun kabrini kazdırdı ve "Kabrini geniş tutun, Allah ona geniş davrandı"
buyurdular. Ashabından biri: "Ey Allah'ın Resulü! Siz buna üzüldünüz"
demişti, Aleyhissalatu vesselam: "Doğru üzüldüm! Çünkü o, Allah ve Resulünü
seviyordu" buyurdular."
6432 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Osman İbnu Maz'ün'un kabrini bir
taşla işaretledi."
6433 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, kabrin üzerine herhangi bir şey yapılmasını
yasakladı."
6434 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, kabir üzerine bina yapılmasını
yasakladı."
6435 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir ateş koru veya bir kılıç
üzerinde yürümek veya ayakkabımı ayağımla dikmek, bana bir müslümanın kabri
üzerinde yürümekten daha sevimlidir. Ha kabirler arasında abdestimi bozmuşum, ha
çarşı ortasında. (Nazarımda ikisi de birdir)."
6436 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, kabir ziyaretine
ruhsat tanıdı."
6437 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben size kabir ziyaretini
yasaklamıştım, şimdi onları ziyaret edin. Çünkü bu, dünya bağını kırar, ahireti
hatırlatır."
6438 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Bir bedevi Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü,
babam sıla-i rahim yapardı... daha neler neler yapardı. O simdi nerede?" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Cehennemde" diye cevap verdi.Bedevi bu cevaba
öfkelenmiş gibiydi, sormaya devam ederek: "Pekala babanız nerede?" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Sen nerede bir mürik kabrine uğrarsan onu cehennemle
müjdele!" buyurdular. Bilahare bu bedevi müslüman oldu ve dedi ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam bana cidden yorucu bir vazife yükledi, uğradığım her
kafir kabrine mutlaka ateşi müjdeledim."
6439 Hassan İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam kabirleri ziyaret
eden kadınlara lanet etti."
6440 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, (dışarı) çıkmıştı. Oturan bir
grup kadın gördü. Onlara: "Ne sebeple oturuyorsunuz?" diye sordu. "Bir cenaze
bekliyoruz" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Siz mi yıkayacaksını?" buyurdular.
Onlar: "Hayır!" dediler. Siz mi taşıyacaksınız?" buyurdular. Kadınlar yine:
"Hayır!" dediler. Kabre indirenlerle siz mi cenazeyi indireceksiniz?" dedi.
Kadınlar yine: "Hayır!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse günah işlemiş
olarak ve sevapsız olarak geri dönün!" emrettiler."
6441 Ümmü
Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
(Mümtehine suresinin 12. ayetinde geçen "... Ma'ruf (güzel) olan hiçbir hususta
sana asi olmamaları (üzerine sana biatta bulunacakları zaman sen de onlarla
biatta bulun...)" ibaresini "nevh" (yani ölü üzerine bağıra bağıra ağlamak)
olarak açıkladı.
6442 Cerir Mevla Muaviye anlatıyor: "Hz. Muaviye
radıyallahu anh Humus'ta halka hutbe verdi ve hutbesinde Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın yas tutmayı (=nevh) yasakladığını da
hatırlattı."
6443 Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Yas tutmak cahiliye işlerinden
biridir. Yas tutan kadın, tevbe etmeden ölürse, Allah Teala hazretleri, ona
katrandan bir elbise, cehennem alevinden de bir gömlek
biçer."
6444 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Yas tutma cahiliye işlerinden biridir.
Zira yas tutan kadın, ölmezden önce tevbe etmezse, Kıyamet günü, üzerinde
katrandan bir gömlek ve onun üstünde de cehennem aleminden bir gömlek
giydirilmiş olarak diriltilir."
6445 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, beraberinde yüksek sesle ağlayan
bir kadın bulunan cenazeyi takip etmeyi yasakladı."
6446 Ebu Ümame
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam yüzünü cırmalayıp
yolan kadına, cebini, yakasını yırtan kadına, mahvoldum, helak oldum diyerek
dövünen kadına lanet etti."
6447 Esma Bintu Yezid radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın oğlu İbrahim öldüğü zaman
Resulullah aleyhissalatu vesselam ağladı. Ona taziyede bulunan kimse -ki bu, ya
Ebu Bekr ya da Ömer radıyallahu anhüma idi- "(Ey Allah'ın Resulü!) Allah'ın
hakkını tazim etmeye en çok hak sahibi olan kimse sen (değil mi)sin!" dedi.
Bunun üzerine Resulullah: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı
olmayacağı söz söylemeyiz" (dedi. Sözünü, İbrahim'e hitaben şöyle tamamladı:)
"Eğer ölüm doğru bir vaad ve herkese şamil umumi bir haber olmasaydı ve arkada
kalan, önden gidene hiç kavuşmayacak olsaydı ey İbrahim, biz şu anda
duyduğumuzdan çok daha büyük bir üzüntü çekecektik. Biz gerçekten senin için çok
hüzünlüyüz."
6448 Hamna Bintu Cahş radıyallahu anha'dan
anlatıldığına göre: "Kendisine: "Kardeşin öldürüldü" denmişti, "Allah ona rahmet
etsin, inna lillah ve inna ileyhi raci'un (Allah'tan geldik, Allah'a
dönücüleriz)" dedi. Arkadan "Kocan öldürüldü" dendi, bu sefer "Vah kaderim!"
dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Kadının kocasına karşı öyle bir
sevgisi vardır ki, bu, bir başka şeyi için olmaz"
buyurdular."
6449 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam, Uhud'da şehit olanlar için ağlayan
Abdüleşhel kadınlarının yanından gelmişti. "Hamza'nın ağlayanları yok!" diye
üzüntüsünü ifade etti. Bunun üzerine, Ensar kadınları toplanarak gelip Hamza
için ağladılar. Bir müddet sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam uyandı ve:
"Yazık şu kadınlara! Hala evlerine dönmemişler! Söyleyin onlara, evlerine
dönsünler! Bugünden sonrada ölen üzerine ağlamasınlar!"
buyurdu."
6450 İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam mersiyeler (ölünün iyi hallerini söyleyerek
ağlamak) okumaktan men etti."
6451 Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölüye, dirinin
ağlaması sebebiyle azap edilir. Diriler: "Ey koruyucu! Ey giydirici! Ey
yardımcı! Ey sığınak!" gibi (hitaplarla ölüye seslendikçe) ölü kıskıvrak tutulup
çekilir ve: "Sen böyle misin? Sen böyle misin?" denilir." Ravi Esid der
ki: "(Ben, bunu işitince) "Subhanallah! Allah Teala hazretleri "Birinin günahı
bir başkasına yüklenmez" buyurmadı mı!" dedim. Musa İbnu Ebi Musa: "Yazık sana!
Ben sana, Ebu Musa radıyallahu anh'ın Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan
anlattığını aktarıyorum. Yoksa sen Ebu Musa'nın Resulullah'a iftira ettiğini mi
sanıyorsun? Veya benim Ebu Musa hakkında yalan söylediğimi mi zannediyorsun?"
dedi."
6452 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri şöyle der: "Ey
Ademoğlu! İlk sadme sırasında sabreder, buna benim mükafaat vereceğimi ümid
edersen, ben cennet dışında bir sevaba razı olmayacağım."
6453 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam kendisi ile
halk arasında bulunan bir kapıyı açtı -veya perdeyi kaldırdı- halkın Hz. Ebu
Bekir'in arkasında namaz kıldığını gördü. Onların bu iyi hali sebebiyle ve
onlarda bu gördüğünü, kendinden sonra Allah'ın devam ettireceği ümidiyle Allah'a
hamd etti ve dedi ki: "Ey insanlar! İnsanlardan veya mü'minlerden her kim bir
musibete düçar olursa, başına gelen musibetin şiddetini benim sebebimle maruz
kaldığı musibetle hafifletsin. Çünkü, benden sonra, ümmetimden hiç kimse, benim
musibetimden daha şiddetli bir musibetle
karşılaşmayacaktır."
6454 Hz. Hüseyin radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir musibete uğrayan kimse,
bilahare o musibeti hatırlayarak inna lillahi ve inna ileyhi raciun diye
istircada bulunsa, o musibetin vakti çoktan geçmiş bile olsa, Allah bu istircası
sebebiyle, ona, musibetin geldiği ilk günün sevabını aynen
verir."
6455 Amr İbnu Hazm radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir musibeti sebebiyle din kardeşine
taziyede bulunan hiçbir mü'min yoktur ki, Allah Teala hazretleri Kıyamet günü
ona bir takım keramet elbisesi giydirmesin."
6456 Utbe İbnu
Abdi's-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Buluğa ermemiş üç çocuğu ölen hiç bir müslüman yoktur ki, o
çocuklar onu, cennetin sekiz kapısında karşılamasınlar. O, bu kapılardan
hangisinden dilerse cennete girer."
6457 Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Önümden
göndereceğim bir düşük çocuk, arkamdam bırakacağım bir atlıdan, bana şüphesiz
daha sevimlidir."
6458 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah, düşük çocuğun
baba ve annesini cehenneme sokacağı zaman, düşük çocuk Rabbi ile mücadele eder.
Sonunda ona: "Ey Rabbine karşı gelen düşük, haydi ebeveynini cennete sok!"
denilir. Bunun üzerine düşük çocuk, onları göbek bağı ile çekerek cennete
sokar."
6459 Hz. Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Nefsim elinde olan Zat-ı
Zülcelal'e yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup
cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp
sabretsin."
6460 Cerir İbnu Abdillah el-Beceli radıyallahu anh
anlatıyor: "Biz (Resulullah zamanında), cenaze sahibinin evinde toplanmayı ve
(ev halkının da bu toplananlar için) yemek yapmalarını, yasaklanan matemden bir
parça bilirdik."
6461 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gurbette ölmek
şehitliktir."
6462 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hasta halde ölürse şehit
olarak ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah-akşam cennetten
rızıklandırılır."
6463 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölünün kemiğini kırmak günah
itibariyle tıpkı dirinin kemiğini kırmak gibidir."
6464 Ümmü
Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı ölüme
götüren hastalığı sırasında "Namaza ve sağellerinizin malik olduğu şeylere
dikkat edin" diyordu. Mübarek lisanları bunu söylemeyecek hale gelinceye kadar
tekrara devam ettiler."
6465 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam için mezar kazmaya azmettikleri
vakit Ebu Ubeyde İbnu'l Cerrah'a adam gönderdiler. O, Mekke halkının mezarı gibi
şak şeklinde mezar kazıyordu. Ebu Talha'ya da adam gönderdiler. O da Medine
ahalisinin mezarı gibi, lahid tarzında mezar kazıyordu. İşte bu iki zata iki
ayrı elçi yola çıkarıldı. Ashab dedi ki: "Allahım, Resulün için sen tercih et"
Ebu Talha'yı yerinde buldular ve (kazı yerine) getirdiler. Ebu Ubeyde (yerinde)
bulunamadı. Böylece Resulullah aleyhissalatu vesselam için lahid tarzında mezar
hazırlandı." İbnu Abbas radıyallahu anhüma demiştir ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın teçhizi salı günü tamamlanınca, evindeki karyolası
üzerine konuldu. Sonra erkekler, gruplar halinde yanına girerek cenaze namazı
kıldılar. Erkeklerin namazı bitince kadınlar gruplar halinde girip namaz
kıldılar. Onlar da namazlarını tamamlayınca çocukları gruplar halinde odaya
koydular. "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın namazına kimse imamlık yapmadı
(herkes müstakil kıldı). Müslümanlar, kabrin kazılacağı yer hususunda
ihtilaf etti. Bir kısmı: "Mescidine gömülsün" dedi. "Ashabıyla birlikte (Baki'e)
defnedilsin" dedi. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh: "Ben Resulullah'ın: "Her
peygamber öldüğü yere defnedilmiştir" dediğini işittim" dedi. İbnu Abbas
dedi ki : "Bunun üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, üzerinde ruh-u
şerifelerini teslim ettikleri yatağını kaldırdılar ve (o yerde) mezar kazdılar.
Sonra Aleyhissalatu vesselam çarşamba gününün gece yarısında defnedildi.
Resulullah'ın kabrine Hz. Ali, Fazl İbnu Abbas, kardeşi Kusam, Şükran Mevla
Resulullah aleyhissalatu vesselam inmişlerdi. Evs İbnu Havli ki bu, Ebu
Leyla'dır Ali İbnu Ebi Talib'e dedi ki: "Allah aşkına, Resulullah aleyhissalatu
vesselam'dan bizim de hissemizi verin." Bunun üzerine Hz. Ali, ona: "(Kabre) sen
de in!" dedi. Şükran, Aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı idi. Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın giymekte olduğu bir kadife parçasını aldı, kabre yaydı
ve: "Allah'a yemin olsun senden sonra kimse bunu giymeyecek!" dedi. Böylece o da
Aleyhissalatu vesselam'la birlikte gömüldü."
6466 Hz. Enes İbnu
Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ölüm acısını
duyunca, kızı Fatıma radıyallahu anha: "Vay babacığımın ızdırabına!" dedi.
Resulullah da: "Bugünden sonra babana ızdırab yok artık! Kıyamete kadar hiç
kimsenin yakasını bırakmayacak olan (ölüm), artık babana gelmiştir"
buyurdular
6467 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Biz
"Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında kadınlarımıza kötü söz sarfetmek ve
istediğimiz muameleyi yapmaktan, hakkımızda bir vahiy geliverir endişesiyle
kaçınırdık. Resullullah aleyhissalatu vesselam vefat edince, (istediğimiz gibi)
konuşmaya başladık."
6468 Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ile beraberken biz Ashabın hedef
ve gayesi tek idi. O vefat edince, kimimiz şöyle, kimimiz böyle baktı (hedefler
ayrıldı)."
6469 Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın zevce-i
paklerinden Ümme Seleme Bintu Ebi Ümeyye radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam zamanında insanlar namaza durdukları vakit hiçkimsenin
nazarı ayaklarını bastığı yerden ileri geçmezdi. Resulullah aleyhissalatu
vesselam vefat edince insanlar namaza durunca hiçbirisinin nazarı alnını koyduğu
yerden ileri geçmezdi. Sonra Hz. Ebu Bekr vefat etti, Hz. Ömer devri geldi. Bu
devirde insanların nazarı kıbleden dışarı çıkmadı. Hz. Osman halife olunca fitne
başladı, insanlar da sağa sola bakmaya başladı."
6470 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın vefatından sonra Hz. Ömer'e: "Bizimle gel, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın yaptığı gibi Ümmü Eymen radıyallahu anhayı bir ziyaret
edelim" dedi. Hz. Enes devamla der ki: "Ziyaretine gittiler, yanına varınca
kadıncağız ağladı. Kendisine: "Niye ağlıyorsun? Allah'ın kendi nezdinde
hazırladığı, Resulullah aleyhissalatu vesselam için daha hayırlıdır" dediler.
Kadın onlara: "Ben de biliyorum ki, Allah'ın yanındaki, Resulullah için
elbette daha hayırlıdır. Ancak ben semadan vahyin kesilmesine ağlıyorum"
cevabını verdi." (ÜmmÜ Eymen) bu sözüyle onları da ağlattı ve Ümmü Eymen'le
beraberce ağladılar."
6471 Ebu'd-Derda anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cum'a günü bana salavatı çok okuyun.
Çünkü o gün okunan salavatlar meşhuddur, melekler ona şahidlik ederler. Bana
salavat okuyan hiç kimse yoktur ki, o daha okumasını bitirmeden salavatı bana
ulaştırılmamış olsun." Bunun üzerine dedim ki: "Siz öldükten sonra da mı?" "Evet
buyurdular, öldükten sonra da. Zira Cenab-ı Hak hazretleri toprağa,
peygamberlerin cesedini çürütmeyi haram etmiştir. Allah'ın peygamberi her zaman
diridir, rızka mazhardır."
[TOP]
ÖLÜMÜ HATIRLAMAK
Kimlik alan
956 Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Sizden hiç
kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu
yapmak mecburiyetini hissederse, bari şöyle söylesin: "Rabbim, hakkımda hayat
hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise Canımı al!"
957 Kays İbnu Ebi
Hazım anlayıtor: "Habbab İbnu Eret (radıyalahu anh)'in yanına girmiştim.
Karnından yedi yeri dağlatmıştı. Bana: "Eğer Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ölümü taleb etmekten bizi men etmeseydi mutlaka onu
taleb ederdim" dedi.
7275 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek
Aleyhissalatu vesselam'a selam verdi. Sonra da: "Ey Allah'ın Resülü! Mü'minlerin
hangisi en faziletlidir?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Huyca en
iyisidir!" buyurdular. Adam: "Mü'minlerin hangisi en akıllıdır?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi
hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir"
buyurdular."
7276 Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birinizin eceli bir yerde
olduğu zaman ihtiyaç onu oraya sıçratır. Sonra kalan ömrünün sonuna varınca aziz
ve celil olan Allah onun ruhunu orada alır. Kıyamet günü, o yer: "Ey Rabbim!
İşte bu, bana emanet ettiğin (cesed)dir!" der."
7277 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ölü kabre konulur. Salih kişi, kabrinde korkusuz ve endişesiz oturtulur. Sonra
kendisine: "Hangi dinde idin?" denilir. "İslam dinindeydim" der. "Şu adam
nedir?" denilir. "O, Allah'ın Resülü Muhammed'dir, bize Allah indinden açık
deliller getirdi, biz de onu tasdik ettik" der. Ona: "Allah'ı gördün mü?"
denilir. O: "Allah'ı görmek hiç kimseye mümkün ve muvafık değildir" der. Bu
safhadan sonra cehenneme doğru bir delik açılır. Oraya bakar, ateş alevlerinin
birbirini kırıp yok etmeye çalıştığını görür. Kendisine: "Allah'ın seni koruduğu
ateşe bak!" denilir. Sonra ona cennet cihetinden bir delik açılır ve onun
güzelliklerine ve içinde bulunan (nimet)lere bakar. Kendisine: "İşte senin
makamın!" denilir ve yine ona: "Sen bunlar hususunda yakin (kesin iman) sahibi
idin. Bu iman üzere öldün, bu iman üzere yeniden diriltileceksin inşaallah!"
denilir. Kötü adam da kabrinde korku ve endişe ile oturtulur.
Kendisine: "Hangi dinde idin?" diye sorulur. "Bilmiyorum" diye cevap verir.
Kendisine: "Bu adam kimdir?" denilir. Halkı dinledim, bir şeyler söylüyorlardı,
onu ben de söyledim" der. Ona cennet cihetinden bir delik açılır. Cennetin
güzelliklerine, içinde bulunan nimetlerine bakar. Ona: "Allah'ın senden
uzaklaştırdığı şu cennete bak!" denilir. Sonra ona cehenneme doğru bir delik
açılır. Oraya bakar. Alevlerin birbirini yeyip yoketmekte olduğunu görür. Ona:
"İşte makamın burasıdır. Sen cehennemin varlığı hususunda şekk (ve inkar)
içerisinde idin, bu şekk üzere öldün ve bu şekk üzere diriltileceksin
inşaallah!" denilir."
7278 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Mü'min) ölü, kabre girdimi,
güneş batışındaki haliyle ona temsil edilir. Bunun üzerine ölü oturup ellerini
gözlerine sürer ve: "Beni bırakınız namaz kılayım" der."
7279 Ebu
Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sûrun iki sahibinin ellerinde iki boynuz bulunur. Ne zaman (üflemekle)
emrolunacaklarını dikkatle gözleyip düşünürler."
7280 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudilerden bir adam Medine çarşısında:
"Hz. Musa'yı insanlar üzerine seçen Zat'a yemin olsun!"demişti. Ensardan bir zat
elini kaldırıp herife bir tokat indirdi. "Demek böyle dersin ha!
Üstelik Resûlullah aleyhissalatu vesselam aramızda olduğu halde!" dedi. Durum
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a anlatıldı. Aleyhissalatu vesselam: "Aziz ve
celil olan Allah buyurmuştur ki: "Süra üfürülür ve Allah'ın dilediklerinden
başka göklerde kim var, yerde kim varsa düşüp ölür. Sonra bir daha süra üflenir
ve onlar kabirlerinden kalkıp bakışırlar" (Zümer 58). Ben, başını ilk kaldıran
olacağım. Ben, arşın ayaklarından birini tutan Hz. Musa aleyhisselam ile
karşılaşırım. Bilemem, o başını benden öncemi kaldırdı, yoksa o, Allah'ın
çarpılıp yıkılmaktan istisna tuttuklarından mıdır? Kim de: Ben Yünus İbnu
Metta'dan daha hayırlıyım (üstünüm) derse şüphesiz yalan söylemiş
olur."
7281 Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü, insanlar üç
defa AIlah'a arzolunacaklar. İki arza mücadele ve mazeretlerden ibarettir.
Üçüncü arzaya (sunuşa) gelince, (insanların işlediği amellerin yazılı olduğu
defterler o zaman ellere uçacaklar (yani hızla verilecektir). Artık defteri
kimisi sağ eliyle tutacak ve kimisi sol eliyle
tutacaktır."
7282 Hz. Hafsa radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben Bedir ve Hudeybiye'ye
katılanlardan hiç kimsenin cehenneme girmemesini ümid ederim" buyurdular. Ben:
"Ey AIlah'ın Resülü! Allah Teala hazretleri: "Sizden cehenneme varmayacak hiç
kimse yoktur. Bu senin Rabbin katında kesinleşmiş bir hükümdür" (Meryem 71),
buyurmadı mı?" dedim. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "(Ey Hafsa!) Sen
Allah'ın: "Sonra biz, Allah'tan korkup (O'na karşı gelmekten) sakınanları
kurtarır, zalimleri de toptan orada bırakırız" (Meryem 72) buyurduğunu işitmedin
mi?" buyurdu."
7283 Rifa'a el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor:
"Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte bir seferden dönmüştük.
Buyurdular ki: "Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin
olsun! İman edib, sonra doğru yoldan ayrılmayan hiçbir kul yoktur ki cennete
sokulmasın. Siz ve iyi (dindar) nesliniz cennetteki meskenlere yerleşmedikçe
(diğer ümmetlerin mü'minleri olan) cennetliklerin cennete girmemelerini de ümit
ederim ve Rabbim ümmetimden yetmişbin kişiyi hesapsız olarak cennete dahil
etmeyi bana kesin vaadetti"
7284 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biz, ümmetlerin
sonuncusuyuz ve hesabı ilk görülecek olanlarız. Orada: "Ümmi ümmet ve peygamberi
nerededir?" denilir. Bilesiniz, biz sonuncu olan ilkleriz (yani dünyaya gelişte
sonuncuyuz, Kıyamet günü hesabı verip cennete girmede
ilkleriz."
7285 Ebu Bürde babasından anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü, Aziz ve celil olan Allah,
mahlükatı topladı mı Ümmet-i Muhammed'e secde etmeleri için izin verilir. Onlar
Allah'a uzun bir secde yaparlar. Sonra: "Başlarınızı (secdeden) kaldırın. Biz
sayınız kadar (kafirleri) ateşten, kurtuluş için fidyeleriniz yaptık"
buyurulacaktır."
[TOP]
PERHİZ
Kimlik alan
6983 Suheyb radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissaIatu vesselam'ın yanına gelmiştim, yanında ekmek ve kuru
hurma vardı. Bana:"Yanaş ve ye!" buyurdular. Bunun üzerine (yanaştım) ve
hurmadan yemeye başladım. Aleyhissalatu vesselam: "Sende göz hastalığı bulunduğu
halde hurma mı yiyorsun?" dedi. Ben: "Diğer bir kenardan çiğniyorum!" dedim.
Aleyhissalatu vesselam tebessüm buyurdular."
[TOP]
RAHMET(MERHAMET)
Kimlik alan
1953 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah,
merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere
karşı merhametli olun ki, semada bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim
(akrabalık bağı) Rahman'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet
bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını)
koparır."
1954 Hz. Cerir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah, insanlara merhamet etmeyene
rahmette bulunmaz.
1955 Ebu Davud ve Tirmizi'de Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh)'den gelen bir diğer rivayette Resûlullah (aleyhissalatü
vesselam) şöyle buyurmuştur: "Merhamet; ancak şaki'nin (ebedi hüsrana uğrayanın)
kalbinden çıkarılabilir."
1956 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aIeyhissalatü vesselam) (bir gün), Hasan İbnu Ali
(radıyallahu anhüma)'yı öpmüş idi. Bu sırada yanında bulunan Akra' İbnu Habis,
(sanki bunu tuhaf karşıladı ve:) "Benim on tane çocuğum var. Fakat onlardan
hiçbirini öpmedim" dedi. Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) ona
bakıp: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurdu." Rezin
ilave etti: "(Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) şunu da söyledi:"Allah siz(in
kalbiniz)den merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?"
1957 Hz.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)
buyurdular ki: "Allah celle şanühü mahlukatın olmasına hükmettiği zaman
-Müslim'in rivayetinde: "Allah mahlükatı yarattığı zaman"- yanında bulunan,
Arş'ın gerisindeki bir kitaba şunu yazdı: "Muhakkak ki rahmetim gazabıma galebe
çalmıştır." Buhari nin bir diğer rivayetinde: "Rahmetim gazabıma galebe
çaldı" denmiştir. Buhari ve Müslim'in bir rivayetlerinde:
"(Rahmetim) gazabımı geçti" denmiştir.
1958 Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisselatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan doksandokuz parçayı kendine ayırdı. Yer
yüzüne geri kalan bir cüzü indirdi. (Bunu da -cin, insan ve hayvan mahlükatı
arasında taksim etti.) Bu tek cüz(den nasibine düşen pay sebebiyledir ki
mahlükat birbirlerine karşı merhametli davranır. At, (hayvan) yavrusuna basmamak
endişesiyle ayağını bu sayede kaldırır."
1959 Selmanu'l-Farisi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki:
"AIlah'ın yüz rahmeti var. Bunlardan biriyle mahlükat kendi aralarında
birbirlerine merhamet gösterirler. Doksandokuz rahmet de Kıyamet günü
içindir."
1960 Yine Müslim'de gelen bir diğer rivayette Resûlullah
(aleyhissalatü vesselam)]: "Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet
yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan
yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder.
Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü
geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilave ederek (tekrar yüze)
tamamlayacaktır."
1961 Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'a bir grup esir getirilmişti.
İçlerinde bir kadın vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu kadın (sağa sola)
koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu yakalayıp kucaklıyor,
göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. (Dikkatleri çeken bu manzara karşısında),
aleyhissalatu vesselam: "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına
kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler: "Hayır!" diye cevap
verince: "(Bilin ki), Allah'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının
çocuğuna olan şefkatinden fazladır" buyurdu."
1962 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki:
"Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı.
İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan
bir köpek gördü. Adam kendi kendine: "Bu köpek de benim gibi susamış" deyip
tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve
köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını
affetti." Resûlullah'ın yanındakilerden bazıları: "Ey
Allah'ın Resülü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi
var?" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Evet! Her "yaş ciğer"
(sahibi) için bir ücret vardır" buyurdu."
1963 Bir diğer rivayette
şöyle denmiştir: "Fahişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen
bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini
çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfret
olundu."
1964 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Bir kadın, eve hapsettiği
bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş,
yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı."
1965 Abdullah İbnu
Cafer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalatü vesselam)'ın kaza-i
hacet yaparken geri tarafından istitar (perdelenme) için en ziyade tercih ettiği
sütre, bir bina veya bir hurma kümesi idi. Bir seferinde Ensardan bir zatın
bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Aleyhissalatu vesselam
deveye yaklaştı ve gözyaşlarını sildi. Hayvan sakinleşti. "Bu
devenin sahibi kim?" diye sorarak ilgi gösterdi. Ensar'dan bir genç:
"O bana aittir ey Allah'ın Resülü!" deyip ortaya çıkınca Hz. Peygamber onu
payladı: "Allah'ın sana mülk kıldığı bu deve hakkında AIIah'tan
korkmuyor musun? Bak! Bu bana şikayette bulundu. Sen bunu acıktırıyor ve fazla
çalıştırarak da yoruyormuşsun."
1966 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki:
"Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakkak ki tek
başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için AIIah onları
sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse
ihtiyaçlarınızı (duran hayvanının sırtında değil) arz üzerinde
görün."
1967 Abdurrahman İbnu Abdullah, babası Abdurrahman
(radıyallahu anh)'dan rivayet eder ki şöyle demiştir: "Biz bir seferde
Resûlullah(aleyhissalatü vesselam) ile beraber idik. Resûlullah bir ara bir
ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen bir kuş gördük, iki
tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı) yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza
yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya başladı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) efendimiz gelince: "Kim bu zavallının
yavrusunu alıp onu ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin!" diye emretti. Bir ara,
ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü. "Kim yaktı bunu?" diye
sordu. "Biz!" dedik. "Ateşle azab vermek sadece ateşin
Rabbine hastır" buyurdu."
1968 Muhammed İbnu İshak kendisine Ebu
Manzür denen Şamlı bir zattan naklediyor, bu da amcasından, o da Hadır'ın
kardeşi Amiru'r-Ram'dan nakletmiştir. Amir der ki: "Bizim için bayraklar ve
sancaklar yükseltildiği zaman memleketimizde idik. Ben: "Bu nedir?" diye
sordum. "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'ın sancağı!" dediler.
Yanına gittim. Bir ağacın altında oturuyordu. Ashabı da etrafını sarmıştı. Ben
de yanlarına oturdum. Bir ara Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) hastalıklardan
ve dertlerden bahsedip dedi ki: "Mü'mine bir hastalık gelir, sonra
da Allah ona şifa verirse, bu hastalık onun geçmiş günahlarına kefaret, geri
kalan hayatı için de bir öğüt olur. Şayet münafık hastalanır, sonra da afiyet
verilirse o, sahibi tarafından bağlanıp sonra da salıverilen fakat niçin
bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmeyen bir deve gibidir."
Aleyhissalatu vesselam'ın etrafında oturanlardan biri: "Ey Allah'ın
ResüIü, eskam (hastalıklar) nedir? Ben asla hiç hastalanmadım?" diye sordu.
Resülullah (aleyhissalatu vesselam): "Kalk! sen bizden değilsin"
buyurdu."
1969 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Peygamberlerden birini bir
karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve
yakıldı. Allah Teala Hazretleri ona şöyle vahyetti: "Seni bir karınca
ısırmışken, sen tesbih eden bir ümmeti yaktın."
[TOP]
REHİN
Kimlik alan
1974 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Rehin (olarak
bırakılan hayvan)a, nafakası mukabilinde binilir. Sağmal hayvan rehin
bırakılmışsa sütü, nafakası mukabilinde içilir. Nafaka, binen ve sütünü içen
üzerinedir."
1975 İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Rehin
kapanmaz."
1976 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bir yahudiden, veresiye yiyecek satın aldı. Rehin
olarak zırhını verdi."
6709 Esma Bintu Yezid radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, zırhını bir yahudinin yanında,
bir miktar zahire mukabili rehine bırakılmış olarak vefat
etti."
6710 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam vefat ettiği zaman, zırhı, otuz sa' arpa mukabili bir
yahudiye rehin bırakılmıştı."
6711 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rehin, (borcun
ödenmesiyle) geri alınabilir."
[TOP]
RESULLULLAH'IN AİLESİ
7223.Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Al-i Muhammed aleyhissalatu
vesselam'ın, bazan bir ay geçer, hücrelerinin hiçbirinde ateş
yanmazdı." Hz. Aişe'nin ravisi Ebu Seleme der ki: "Ben Aişe
radıyallahu anha'dan sordum: "Öyleyse bu esnada ne yerlerdi?" Şu
cevabı verdi: "İki siyah: Hurma ve su! Ancak, Ensardan komşularınız
vardı. Onlar sadakatli komşulardı. Onların sağmal hayvanları vardı. Bunlar
hayvanlarının sütünden Aleyhissalatu vesselam'a gönderirlerdi. (O, bize de
içirirdi)" dedi. Muhammed (İbnu Mace) der ki: "Ve onlar (yani Hz. Peygamber'in
hücreleri) dokuz taneydi."
7224 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam tekrar tekrar buyurdular ki:
"Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, Al-i
Muhammed'de hiçbir zaman akşamdan sabaha bir sa' miktarında ne zahire ne de kuru
hurma bulunmuştur." Halbuki o sıralarda Aleyhissalatu vesselam'ın
dokuz zevceleri vardı."
7225 Abdullah İbnu Mesud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "AI-i Muhammed'de
ancak bir müdd miktarı yiyecek maddesi sabahlamıştır" veya "Al-i Muhammed'de bir
müdd yiyecek (bile) sabahlamadı" buyurdular."
7226 Süleyman İbnu
Surad radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize geldi
ve bir yiyecek (ikramına) gücümüz yetmeksizin -veya bir yiyeceğe gücü
yetmeksizin- üç gece kaldık.
7227 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir gün sıcak bir yemek
getirilmişti. Yedi ve yemekten çıkınca: "Elhamdülillah, şu şu vakitten beri
mideme sıcak bir yemek girmemişti" buyurdu."
7228 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın kızı (Fatıma
gerdek gecesi) bana gönderildi. Onun gönderildiği gece yatağımız koyun
derisinden başka bir şey değildi."
7229 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ensar'dan bir zatın kapısının
üstüne yaptırdığı bir kubbe gördü. "Bu nedir?" diye sordu. "Bu falancanın inşa
ettirdiği bir kubbedir!" dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Böyle
sarfedilen her mal, Kıyamet günü sahibine bir vebaldir!" buyurdular. Bu söz
Ensari'ye ulaşmıştı. Kubbe'yi hemen yıktı. Sonra, Aleyhissalatu vesselam oradan
tekrar geçti, fakat kubbeyi göremedi, akibetini sordu. "Sizin söylediğiniz
kendisine ulaşınca yıktı" denildi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Allah ona rahmet kılsın, Allah ona rahmet kılsın!" diye dua
buyurdular."
[TOP]
RIFK
Kimlik alan
1970 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Rıfk bir şeye girdimi onu
mutlaka tezyin eder, bir şeyden de çıkarıldı mı onu mutlaka kusurlu
kılar."
1971 Hz. Aişe (radıyallahu anha) bir başka rivayette şunu
söyler: "Kendisinde dikbaşlılık olan bir deveye bindim. (Hırçınlık etmeye
başlayınca ileri-geri sürmeye başladım. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatü
vesselam): "Rıfkla, tatlılıkla davran! diye müdahale
etti..."
1972 Cerir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatü vesselam) buyurdular ki: "Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum
ise hayrın tamamından mahrumdur."
1973 Ebu Müsa (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatü vesselam) herhangi bir işi için bir adam
gönderse şu tembihte bulunurdu: "Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın,
zorlaştırmayın."
[TOP]
RİYA
Kimlik alan
1977 Sufeyyu'l-Esmai, Hz. Ebu Hureyre'den
naklediyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "kıyamet günü
iIk çağrılacaklar, Kur'an-ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir
de çok malı olan biridir. Allah Teala Hazretleri Kur'an okuyana: "Ben Resulüme
inzal buyurduğum şeyi sana ögretmedim mi?" diye soracak. Adam: "Evet ya Rabbi!"
diyecek. "Bildiklerinle ne amelde bulundun?" diye Rabb Teala tekrar soracak.
Adam: "Ben onu Gündüz ve gece boyunca okurdum" diyecek. AlIahu Teala Hazretleri:
"Yalan söylüyorsun!" diyecek. Melekler de ona: "Yalan söylüyorsun!" diye
çıkışacaklar. Allahu Teala Hazretleri ona: "Bilakis sen, "Falanca Kur'an okuyor"
densin diye okudun ve bu da söylendi" der. Sonra, mal sahibi getirilir. Allah
Teala Hazretleri: "Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki,
kimseye muhtaç olmadın?" der. Zengin adam, "Evet ya Rabbi" der. "Sana verdiğimle
ne amelde bulundun?" diye Rabb Teala sorar. Adam: "Sıla-i rahimde bulunur ve
tasadduk ederdim" der. Allahu Teala Hazretleri: "Bilakis sen: "Falanca
cömerttir" desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi" der. Sonra Allah yolunda
öldürülen getirilir. Allah Teala Hazretleri: "Niçin öldürüldün?" diye sorar.
Adam: "Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım"
der. Hakk Teala ona: "Yalan söylüyorsun!" der. Ona melekler de: "Yalan
söylüyorsun!" diye çıkışırlar. Allah Teala Hazretleri ona tekrar: "Bilakis sen:
"Falanca cesurdur" desinler diye düşündün ve bu da söylendi" buyurur. Sonra
(Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ebu Hureyre'nin dizine vurup): "Ey Ebu
Hureyre! Bu üç kimse, kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah'ın
ilk üç mahlukudur!" dedi." Sufey der ki: "Ben Ebu Hureyre'den aldığım bu hadisi,
Hz. Muaviye'ye haber verdim. Bunun üzerine: "Böylelerine bu muamele yapılırsa,
İnsanların geri kalanlarına neler yapılır?" dedi ve Hz. Muaviye şiddetli bir
ağlayışla ağlamaya başladı, Öyle ki helak olacağını zannettim. Derken bir müddet
sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaşlarını) sildi. Ve şunları söyledi: "Allah
ve Onun Resulü doğru söylediler: "Dünya hayatını ve onun zinetini isteyenlere,
orada islediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe de
uğratılmazlar. İste ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri
şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" (Hud
15-16).
1978 Ka'b İbnu Malık (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: "Kim alim
geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi
maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme
atar."
1979 Hz. Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir Gün: "hüzün kuyusundan Allah'a
sığının!" buyurdular. Oradakiler: "Ey Allah'ın Resulu! hüzün kuyusu da nedir?"
diye sordular. "O, dedi, cehennemde bir vadidir; cehennem, o vadiden her gün yüz
kere AIIah (c.c)'a sığınma taleb eder." "Ey Allah'ın Resulu! denildi, oraya
kimler girecek?" "Oraya dedi, amellerinde riya yapan kurralar
girecektir!..."
1980 Ebu Hureyre ve İbnu Ömer (radiyallahu anhuma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ahir zamanda,
dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, İnsanlar(a iyi görünüp,
onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında
kaba kalır. Diller de baldan daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden
vahşidir. Cenab-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mı
çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zat-ı Akdesime yemin
olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki,
içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler."
1981 Hz. Ebu
Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allahu Teala Hazretleri diyor ki: "Ben ortakların şirkten en
müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa,
onu ortağıyla başbaşa bırakırım."
1982 Yine Ebu Hureyre
(radiyallahu anh)'den bir rivayete göre, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
şöyle buyurmuştur: "kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir
kısmını da iki yüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar bazılarına bir
yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden
insanlardır."
1983 Ammar İbnu Yasir (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kimin dünyada iki yüzü
varsa kıyamet günü, ateşten iki dili olacaktır."
7249 Hz. Ebu
Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah'u Teala hazretleri şöyle buyurmuştur: "Ben her çeşit şirkten
müstağniyim. Öyleyse, kim benim için işlediği bir amele birden başkasını ortak
ederse ben ondan uzağım ve benim için yaptığı o iş, bana değil, ortak ettiği
kimseyedir."
7250 Ebu Said radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün) yanimiza geldi. Biz o sırada Mesih Deccal'i
müzakere ediyorduk. Dediler ki: "Ben size, nazarımda sizin için Mesih Deccal'den
daha ürkütücü bir şeyi haber vereyim mi?" "Evet! Ey Allah'ın Resulu! söyleyin!"
dedik. "Şirk-i hafidir (gizli şirk). Mesela, kişi kalkar, namaz kılar, bu
namazını, kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar, (işte bu, gizli şirke bir
örnektir) buyurdular.
7251 Seddad İbnu Evs radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetim hakkında
en ziyade korktuğum şey, Allah'a şirktir. Bu sözümle, ümmetimin dönüp de tekrar
güneşe veya kamere veya puta tapacaklarını demek istemiyorum. Fakat beni
korkutan şey, Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve (spor maksadıyla
kılınan namazda, sıhhat niyetiyle tutulan oruçta olduğu üzere, amellerde Allah
rızasından başka maksatları ön plana getirme gibi) gizli
arzulardır."
7252 Ebu Saidi'l-Hudri radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her kim (ibadetini gösteriş
için) halka işittirirse, Allah o kimseyi (yani gayesini halka) işittirir ve kim
(ibadetinde) riyakarlık ederse Allah onun riyakarlığının cezasını (dünyada)
verir."
[TOP]
RÜYA
Kimlik alan
934 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zaman yaklaşınca, mü'minin
rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen mü'minin rüyası, peygamberliğin
kırk altı cüzünden bir cüzdür." Buhari'nin rivayetinde şu ziyade var:
"Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz."
935 Ebu Katade
(radıyallahu anh)'nin anlattığına göre: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
şöyle söylediğini işitmiştir: "Rüya Allah'tandır. Hulm (sıkıntılı rüya)
şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya (hulm)
görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allaha istiaze etsin (sığınsın).
(Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar
edemiyecektir."
936 Buhari'nin bir rivayetinde Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurur: "Beni rüyada gören, gerçekten beni
görmüştür, çünkü şeytan benim suretime giremez."
937 Ebu Rezin
el-Ukeyli Lakit İbnu Amir İbni Sabire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mü'minin rüyası, nübüvvetin kırk
cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında (takılı
vaziyette) durur. Anlatılacak olursa hemen düşer."
938 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Mü'minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir
cüzdür."
939 Tirmizi'de Ebu Said'den şu rivayet kaydedilmiştir:
"En sadık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır."
940 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
demişti: "Benden sonra, peygamberlikten sadece mübeşşirat (müjdeciler)
kalacaktır!" Yanındakiler sordu: "- Mübeşşirat da
nedir`?" " Salih rüyadırl" diye cevap verdi."
Muvatta'nın rivayetinde şu ziyade var: "Salih rüyayı salih kişi görür veya ona
gösterilir."
941 Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?"
diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah
bize yine sordu: " Sizden bir rüya gören yok mu ?"
Kendisine: "- Bizden kimse bir Şey görmedi!" dediler. Bunun
üzerine: " Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi
geldi. Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın
yanına geldik. Yanıda biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu.
Bazan bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola
yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama, başı
eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor,
önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere: -
Sübhanallah ! nedir bu ? dedim. Dinlemeyip: - Yürü!
Yürü! dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik.
Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir
yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu,
gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer
yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip
eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını
yapmaya başlıyordu. Ben burada da: - Sübhanallah, nedir bu? dedim.
Cevap vermeyip: - Yürü ! Yürü ! dediler. Beraberce
yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler
geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı
taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık
koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp: - Bunlar kimdir?
diye sordum. Bana cevap vermeyip: - Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde
yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam
duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan
kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu.
Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her
dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine
dayanamayıp: - Bu nedir? diye sordum. Cevap vermeyip
yine: - Yürü ! Yürü ! dediler. Beraberce yürüdük. Çok
çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi
görmemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında
dönüyordu. Ben yine: - Bu nedir? diye sordum. Cevap
vermeyip: - Yürü ! Yürü ! dediler. Beraberce yürüdük.
İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri
vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını
neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben
yine: - Bunlar kimdir? dedim. Cevap
vermeyip: - Yürü ! Yürü ! dediler. Beraberce yürüdük.
Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağàç
hiç görmedim. Arkadaşlarım: - Ağaca çık ! dediler.
Beraberce çıkmaya başladık. Altun ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru
yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını
istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar
yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki
böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım
onlara: - Gidin şu nehire banın! dediler. Meğerse orada
açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki safi süttü, bembeyaz. . . Gidip içine banıp
çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olark geri geldiler. İki tarafları da en
güzel şekli almıştı. Beni dolaştıran arkadaşlarım
açıkladılar: - Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da metin makamındır.
Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. -
Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim. - Şimdilik hayır! Amma
mutlaka gireceksin, dediler. Ben: - Geceden beri acaip şeyler
gördüm, neydi bunlar? diye sordum. - Sana anlatacağız, dediler ve
anlattılar: - Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'an'ı atıp
reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün
derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan
saran kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak
kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan
adam faiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis
manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam
İbrahim (aleyhissalatu vesselam)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere
(bûluğa ermeden) ölen çocuklardır. " Cemaatten biri hemen
atılarak: "- Ey Allah'ın Resülü! Müşrik çocukları da mı`?" diye
sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Evet,
dedi, müşrik çocukları da." ve anlatmaya devam etti: " Yarısı güzel
yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü
amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları
affetmiştir."
942 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Biz öne geçen sonuncularız.
Ben uyurken bana arzın hazineleri getirildi. Elime altından iki bilezik kondu.
Bunlar benim nazarımda büyüdüler ve beni kederlendirdiler. Bana:
"Bunlara üfle" diye vahyedildi. Ben de üfledim, derken uçup gittiler. Ben
bunları, çıkacak olan ve aralarında bulunduğum iki yalancı olarak te'vil ettim:
Birisi San 'a'nın lideri, diğeri de Yemame'nin lideridir.
"
943 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Rüyamda kendimi Mekke'den, hurma
ağaçları bulunan bir beldeye hicret ediyorum gördüm. Ben bunu, hicretimin
Yemame'ye veya Hacer'e olacağı şeklinde tahmin etmiştim, meğer Yesrib Şehrine
imiş. Bu rüyamda kendimi bir kılıncı sallıyor gördüm, kılıncın başı kopmuştu.
Bu, Uhud Savaşı'nda mü'minlerin maruz kaldıkları musibete delalet ediyormuş.
Sonra kılıncımı tekrar salladım. Bu sefer, eskisinden daha iyi bir hal aldı. Bu
da, Cenab-ı Hakk'ın fetih ve Müslümanların biraraya gelmeleri nevinden
lutfettiği nimetlerine delalet etti. O aynı rüyamda sığırlar ve Allah'ın
(verdiği başka) hayrını gördüm. Sığırlar Uhud gününde mü'minlerden bir cemaate
çıktı, (gördüğüm başka) hayır da Allah'ın Bedir'den sonra (nasib ettiği
fetihlerin) hayrı ve bize Rabbimizin lutfettiği (Bedru'l-Mev'id) sıdkının sevabı
olarak çıktı."
944 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim:
"Ben bu gece, rü'yamda, kendimi Ukbe İbnu Rafi'in evinde imişim gördüm. Orada
bana İbnu Tab denen cinsten taze hurma getirildi. Ben bu rüyayı şöyle te'vil
ettim: "Yükselme dünyada bizimdir, ahirette de hayırlı akibet bizimdir, dinimiz
de tamamlanmıştır."
945 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle demişti: "Ben (rüyamda),
saçları karma karışık siyah bir kadının Medine'den çıkıp Mehyea'ya indiğini
gördüm. Burası Cuhfe'dir. Ben bunu, Medine' deki vebanın oraya nakledilmesine
yordum.
946 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) zamanında kişi, bir rüya görecek olsa onu aleyhissalatu
vesselam efendimize anlatırdı. O sıralarda ben genç, bekar bir delikanlıydım,
mescidde yatıp kalkıyordum. Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp
cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennem kuyu çemberi gibi
çemberlenmişti. Keza (kova takılan) kuyu direği gibi iki de direği vardı.
Cehennemde bazı insanlar vardı ki onları tanıdım. Hemen istiazeye başlayıp üç
kere: "Ateşten Allah'a sığınırım" dedim. Derken beni getiren iki meleği üçüncü
bir melek karşılayıp, bana: "Niye korkuyorsun? (korkma)" dedi. Ben
bu rüyayı kızkardeşim Hafsa (radıyallahu anha)'ya anlattım. Hafsa da Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a anlatmış. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "- Abdullah ne iyi insan, keşke bir de gece namazı
kılsa!" demiş. Salim der ki: "Abdullah bundan sonra geceleri pek az uyur
oldu!"
947 Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) bir başka
rivayette şöyle demektedir: "Rüyamda, avucumda seraka denen iyi cins ipekten bir
parça gördüm, cennette, her nereyi arzu etsem beni oraya uçuruyordu. Bu rüyamı
Hafsa (radıyallahu anha)'ya anlattım. O da Resûlullah'a anlatmış. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Kardeşin salih bir kimse" diye
yormuş."
948 Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir gün: " Sizden bir rüya gören var mı?"
diye sual buyurdular. Cemaatten bir adam: "- Evet ben (şöyle bir
rüya gördüm): Sanki gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebu Bekir tartıldınız.
Sen, Ebu Bekir'den ağır geldin. Ebu Bekir'le Ömer de tartıldılar. Ebu Bekir ağır
geldi. Sonra Ömer'le Osman tartıldılar. Ömer ağır bastı. Sonra terazi
kaldırıldı" dedi. (Adam sözünü bitirince) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselamın mübarek yüzlerinde memnuniyetsizlik gördük."
949 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelerek şu rüyayı anlattı: "Bu gece rüyamda buluta
benzer bir şey gördüm, ondan yağ ve bal yağıyordu. İnsanlar da ellerini açıp bu
yağmurdan almaya çalışıyorlardı. Azıcık alan da vardı, çokça alabilen de. Derken
arzdan semaya kadar uzanan bir ip gördüm. Siz o ipe yapışıp çıktınız. Sizden
sonra birisi ona tutunup o da çıktı. Sonra bir diğeri yükseldi, sonra bir diğeri
daha ipe tutundu, ama ip koptu. Ancak onun için ipi eklediler, o da
yükseldi." Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) atılarak: "-
Ey Allah'ın Resûlü, Annem babam sana kurban olsun, müsaade buyursanız ben
yorayım!" dedi. Resûlullah da: " Pekala, yor!" dedi. Hz. Ebu Bekir
şunları söyledi: "- O bulutumsu gölgelik, İslam bulutudur. Ondan
yağan bal ve yağ Kur'andır. Kur'an'ın (bal gibi) halaveti ve (yağ gibi)
yumuşaklığıdır. İnsanların bundan avuç avuç almaları Kur'an'dan kiminin çok,
kiminin az miktarda istifadeleridir. Arzdan semaya inen ip ise, senin getirdiğin
hakikattir. Sen buna yapışmışsın, Allah o sebeple seni yüceltecektir. Senden
sonra bir adam daha ona yapışacak ve onunla yücelecek, ondan sonra biri daha ona
yapışıp o da yücelecek. Ondan sonra biri daha yapışır, fakat ip
kopar, ancak onun için ip ulanır o da yapışıp yükselir. Ey Allah'ın Rasûlü,
annem babam sana feda olsun, doğru te'vil edip etmediğimi haber ver !
" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: "
Bazı te'vilinde isabet ettin, bazı te'vilinde de hata ettin." "-
Öyleyse, Allah'a kasem olsun, hatalarımı söyleyeceksin!" " Hayır,
dedi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yemin verme!"
950 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Rüyamda hücreme üç ayın düştüğünü gördüm.
Rüyamı babam Ebu Bekir (radıyallahu anh)'e anlattım. Süküt etti, cevap vermedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat edip de odama defnedilince Ebu
Bekir: "- İşte (rüyanda gördüğün) üç aydan biri ve en hayırlısı!"
dedi."
951 Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e Varaka İbnu Nevfel hakkında soruldu. Hz. Hatice (radıyallahu
anha): "- O seni tasdik etti ve sen peygamberliğini izhar etmeden
önce vefat etti" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı
verdi: O bana rüyada gösterildi. Üzerinde beyaz bir elbise vardı.
Şayet cehennemlik olsaydı, beyaz renkli olmayan bir elbise içerisinde olması
gerekirdi. "
952 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
bedevi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelip: "- Rüyamda
başımın kesildiğini, kendimin de onun peşine düştüğünü gördüm" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) adamı azarlayıp: " Sakın ha! Şeytanın,
rûyanda seninle eğlenmesini kimseye anlatma!" dedi.
953 Ümmü'l-Ala
el-Ensariyye (radıyallahu anha) anlatıyor: "- Muharcirler geldiği
zaman (kur'a çekildi), bize Osman İbnu Maz'un'un ağırlanması çıktı. (Onu evimize
yerleştirdik.) Hemen hastalandı. Tedavisi ile meşgul olduk. (Şifa bulamadı),
vefat etti. Osman (radıyallahu anh)'ı rüyamda gördüm, akan bir çeşmesi vardı.
Düşümü Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e anlattım. Bana: "Bu
onun amelidir, onun için akıyor" dedi.
7125 Ebu Sa'idi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Müslüman kişinin salih rüyası, peygamberliğin yetmiş cüzûnden
biridir."
7126 Ümmü Kürz el-Ka'biyye radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Peygamberlik gitti fakat
mübeşşirat (mû'minin göreceği güzel rüyalar) bakidir."
7127 Ebu
Sa'id ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Kim, beni rüyasında görmüşse mutlaka beni görmüştür.
Çünkü şeytan benim suretime giremez."
7128 Ebu Cuheyfe radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim beni
rüyasında görürse, o uyanıkken beni görmüş gibidir. Çünkü şüphesiz, şeytan benim
suretime girmeye muktedir değildir"
7129 Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rü'ya üç
kısımdır: Biri Allah'tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de
şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rü'ya görecek olursa, dilerse
onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın,
kalkıp namaz kılsın."
7130 Avf İbnu Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rüya üç kısımdır:
"Birkısmı; ademoğlunu üzmek için şeytandan olan korkulardır; birkısmı, kişinin
uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir; bunları uykusunda görür; birkısım
rüyalar da var ki, onlar peygamberliğin kırkaltı cüzünden birini teşkil
eder." Ravi Müslim İbnu Mişkem der ki: "Ben, Avf İbnu Malik
radıyallahu anh: "Sen, bu hadisi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan bizzat
işittin mi?" dedim. Avf, (iki sefer tekrarla): "Evet! Ben bunu Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan işittim. Ben bunu Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan işittim" dedi."
7131 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz hoşuna
gitmeyen bir rüya görünce uzandığı zaman diğer yanına dönsün, üç sefer soluna
tükürsün. Allah'tan o rüyanın hayrını talep edip, şerrinden Allah'a
sığınsın."
7132 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelip: "Rüyamda başımın
vurulduğunu, (koparıldığını) sonra da yerde yuvarlandığını gördüm!" dedi.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurdular: "Şeytan (birinize rüyasında)
gelir. O da bundan korkar. Sabah olunca, gidip bunu halka
anlatır."
7133 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini, o
rüyayı yormada esas alın. Keza gördüklerinizin künyelerini veya kinaye
manalarını da dikkate alın. Rüya, ilk yorumcuya göre (vuküa gelir, öyleyse
rastgele kimselere anlatmayın)."
7134 Ümmü'l-Fadl radıyallahu
anha'dan rivayet edildiğine göre: "Kendisi (bir gün): "Ey Allah'ın Resülü!
Rüyamda sanki sizin uzuvlarınızdan birinin evimde olduğunu gördüm" demiş,
Aleyhissalatu vesselam da: "Hayır görmüşsün. Kızım Fatıma bir oğlan çocuğu
dünyaya getirir, sen onu emzirirsin" buyururlar. Gerçekten de Hz.
Fatıma radıyallahu anha (bir müddet sonra) Hz. Hüseyin veya Hasan radıyallahu
anhüma'yı doğurdu. Ümmü'I-Fadl da (kendi bebeği) Kusam'ın sütüyle onu
emzirdi. Ümmü'I-Fadl (sözüne devamla) dedi ki: "Bir gün ben onu
Aleyhissalatu vesselam'ın yanına getirip kucağına koydum. Ç'ocuk (Resulullah'ın
kucağına) işedi. Bende çocuğun omuzuna vurdum. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
müdahale ederek "Oğlumun canını yaktın. Allah sana rahmet (mağfiret) etsin"
buyurdıular."
7135 Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh
anlatıyor: "Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalatu vesselam'ın yanına
geldiler. İkisi beraber müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden
fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü,
ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü." Talha (devamla)
der ki: "Ben rüyamda gördüm ki: "Ben cennetin kapısının yanındayım. Bir de
baktım ki yanımda o iki zat var. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan
ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra
yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri
geldi ve: "Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!" dedi.
Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehid olan zatın
sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah'a kadar ulaştı, rüyayı ona
anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalatu vesselam: "Burada şaşacak ne var?"
buyurdular. Halk: "Ey Allah'ın Resülü! Bu zat (din için) çalışmada öbüründen
daha gayretli idi ve şehit! de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi"
dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Berikisi ondan sonra
bir yıl hayatta kalmadı mı?" dedi. "Evet!" dediler. Aleyhissalatu
vesselam: "Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar
namaz kılmadı mı?" Halk yine: "Evet!" deyince, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Şu halde ikisinin arasında bulunan mesafe gök ile yer arasındaki
mesafeden fazladır!" buyurdular."
[TOP]
SABIR
Kimlik alan
3207 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir
kadına rastlamıştı: "Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu: Kadın
(ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan):
"Benim başıma gelenden sana ne?'' dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
uzaklaşınca, kadına: "Bu Resulullah idi!'' dendi. Bunun üzerine,
kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür
dilemek için) doğru aleyhissalatu vesselamın kapısına koştu: Ama kapıda bekleyen
kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve: "Ey Allah'ın Resulü,
(o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir"
buyurdu."
3208 Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı şunları söylerken işittim:
"Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah'ın emrettiği: "İnna lillahi ve inna
ileyhi raci'ün, allahümme ecirni fi musibeti vahluf li hayran minha. "Biz
Allah'ınız ve ancak O'na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana
bunun arkasından daha hayırlısını ver'' derse Allah o musibeti alır ve mutlaka
daha hayırlısını verir." Ümm-ü Seleme der ki: "Ebu Seleme
(radıyallahu anh) vefat ettiği zaman ben: "Ebu Seleme'den daha hayırlı olan
hangi müslüman var? Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a ilk hicret eden hane,
onun hanesiydi'' dedim. Ben bunu söyledikten sonra Allah, onun yerine bana
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ı verdi. Şöyle ki: Resulullah (aleyhissalatu
vesselam), bana Hatib İbnu Ebi Belte'a'yı göndererek kendisi için beni istetti.
Ben: "Benim (küçük) bir kız çocuğum var, ayrıca ben kıskanç bir kadınım.
(Resulullah'ın ise birçok hanımı var, imtizacsızlıktan korkarım)'' diye cevap
verdim. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Kız çocuğuna gelince,
Allah'a dua ederiz, onu kendisinden müstağni kılar, kıskançlığı için de Allah'a
gidermesini dua ederim'' buyurdular.''
3209 Ebu Sinan anlatıyor:
"Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlani oturuyordu.
Defin işinden çıkınca bana: "Sana müjde vermeyeyim mi?'' dedi.
Ben: "Tabii, söyle!'' dedim. "Ebu Musa el-Eş'ari
(radıyallahu anh) bana anlattı'' diye söze başlayıp Resulullah'ın şu sözlerini
nakletti: "Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle
söyler: "Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?" "Evet"
derler. "Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?'' Melekler
yine: "Evet" derler. Allah tekrar sorar: "Kulum (bu
esnada) ne dedi?'' "Sana hamdetti ve istircada bulundu'' derler.
Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şöyle emreder: "Öyleyse, kulum
için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye
isimlendirin.''
3210 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri
şöyle demiştir: "Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak
sabretmişse, ona cennet dışında bir mükafaat vermeye razı olmam.'' Derim
ki: "Bu hadisi Buhari de tahric etti. Ondaki ibare şöyle: "Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini
işittim: "Allah Teala hazretleri buyurdu ki: "Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan
edersem o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm.''
(Buradaki "iki sevdiği'' ile gözlerini kastediyor.'' Doğruyu Allah
bilir.")
3211 Abdullah İbnu Amr İbni'I-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mü'min kul, arz
ahalisi içindeki has sevdiği (evladı) elinden alındığı zaman sabreder ve
mükafaat umarsa Allah o kulu için cennetten aşağı bir mükafaata razı
olmaz."
3212 Ata İbnu Ebi Rabah rahimehullah anlatıyor: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) bana: "Sana cennet ehlinden bir kadın
göstermeyeyim mi?'' dedi. Ben de: "Evet göster!'' dedim. "İşte dedi,
şu siyah kadın var ya, o, Resulullah'a gelip: "Ben saralıyım, (nöbet gelince)
üstümü başımı açıyorum, Allah'a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)''
dedi. Aleyhissalatu vesselam; "Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen
sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim'' dedi. Kadın: "Öyleyse
sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver'' dedi. Resulullah da
ona öyle dua etti.''
3213 Ata İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kul hastalandığı zaman
Allah Teala hazretleri ona iki melek gönderir ve onlara: "Gidin bakın, kulum
yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!" der. Eğer O kul, melekler geldiği zaman
Allah'a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi
bilmekte olan Allah'a yükseltirler. Allah Teala hazretleri, bunun üzerine şöyle
buyurur: "Kulumun ruhunu kabzedersem; onu cennete koymam kulumun benim
üzerimdeki hakkı olmuştur. Şayet şifa verirsem, onun etini daha hayırlı bir
etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem
üzerimde hakkı otmuştur.''
3214 Habbab İbnu'l-Eret (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Ka'be'nin gölgesinde‚ bir
bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikayette
bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?''
dedik. Şu cevabı verdi: "Sizden. önce öyleleri vardı ki, kişi
yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere
ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla
taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları
dininden çeviremiyordu. Allah'a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle
ki, bir yolcu devesine bindimi San'a'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek,
Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan
korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz."
3215 Üsame İbnu Zeyd
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kızı
(Zeyneb), babasına birisini göndererek "Oğlum ölmek üzere, son nefesini verirken
yanında hazır ol'' diye rica etti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam); adamı
geri çevirirken: "Selamımı söyle ve şunu hatırlat: Alan da
Allah'tır, veren de Allah'tır. Her şeyin O'nun yanında muayyen bir eceli vardır.
Sabretsin ve Allah'ın (sabredenlere vereceği) mükafaatı
düşünsün!''
3216 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu
Talha'nın bir oğlu hastalandı. Sonunda Ebu Talha evde yokken vefat etti. Çocuğun
öldüğünü bilmiyordu. Hanımı, çocuğun öldüğünü görünce, (çocuğun defni için
gerekli) hazırlığı yaptı, onu evin bir kenarına koydu. Ebu Talha (akşam olup)eve
gelince: "Çocuk nasıl oldu?" diye sordu. Hanımı, "Sükûnete erdi, istirahate
kavuşmuş olmasını umarım" (diye yuvarlak bir) cevapta bulundu. Ebu Talha
hanımının doğru söylediğini zannetti. Sonra hanımı, akşam yemeğini
getirdi. Yatağını hazırladı. (Sonra kocası için süslendi. Ebu Talha temasta
bulundu.) Sabah olunca Ebu Talha gusletti. Evden çıkacağı zaman hanımı çocuğun
ölümünü haber verdi. Ebu Talha, Resulullah aleyhissalatu vesselam'la sabah
namazı kıldı. Sonra kadının yaptığını bir bir anlattı. Resulullah aleyhissalatu
vesselam: "Allah gecenizi hakkınızda mübarek kılmış olsun"
buyurdular. Sonra onlara (Allah Teala Hazretleri) dokuz evlat verdi, hepsi de
Kur'an'ı okudular."
3217 Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hanımım
vefat etmişti. Bana, Muhammed İbnu Ka'b el-Kurazi, ta'ziye (baş sağlığı dilemek)
maksadıyla uğradı. Ve şunu anlattı: "Beni İsrail'de fakih, alim,
abid, gayretli bir adam vardı. Onun çok sevdiği karısı vefat etmişti. Onun
ölümüne adam çok üzüldü, öyle ki, bir odaya çekilip kapıyı arkadan kapattı,
yalnızlığa çekildi, kimse yanına giremedi. Onun bu halini, Beni İsrail'den bir
kadın işitti. Yanına gelip: "Benim onunla bir meselem var, kendisine bizat
sormam lazım" dedi. Halk oradan çekildi. Kadın kapıda kalıp:
"Mutlaka görüşmem lazım" dedi. Birisi adama seslendi: "Burada bir
kadın var, senden birşeyler sormak istiyor, "mutlaka bizzat görüşmem lazım,
bizzat sormam lazım" diyor. Herkes gitti kapıda sadece o kadın var ve
ayrılmıyor." İçerdeki adam: "O'na müsaade edin gelsin" dedi. Kadın
yanına girdi. Ve: "Sana bir şey sormak için geldim" dedi.
Adam: "Nedir o?" deyince, kadın anlattı: "Ben komşumdan
iareten bir gerdanlık almıştım. Onu bir müddet takındım ve iareten kullandım.
Sonra onu benden geri istediler. Bunu onlara geri vereyim mi?" Adam:
"Evet, vallahi vermelisin!" dedi. Kadın: "Ama o epey bir zaman benim
yanımda kaldı. (Onu çok da sevdim)" dedi. Adam: "Bu hal senin,
kolyeyi onlara iade etmeni daha çok haklı kılıyor, zira onu iare edeli çok zaman
olmuş" demişti(ki, bu cevabı bekleyen kadın) atıldı: "Allah
iyiliğini versin! Sen Allah'ın sana önce iare edip, sonra senden geri aldığı
şeye mi üzülüyorsun? O, verdiği şeye senden daha çok hak sahibi değil mi?" dedi.
Adam bu nasihat üzerine içinde bulunduğu duruma baktı (ve kendine geldi).
Böylece Allah, kadının sözlerinden adamın istifade etmesini
sağladı."
3218 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve
celil olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O'na şirk koşulur,
evladlar nisbet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam
eder."
3219 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ben,
peygamberlerden (aleyhimüsselam) birinin acıklı bir hikayesini anlatmış olan
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim.
Demişti ki: "Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı. O hem akan kanlarını siliyor,
hem de: "Allahım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar"
demişti."
3220 Abdurrahman İbnu'l-Kasım anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim (yokluğumdan hasıl olan) musibet,
müslümanları musibetlerinde teselli etmelidir." Bir başka rivayette şöyle
denmiştir: "Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı
musibetini hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibettir."
3221 Yahya
İbnu Vessab, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabından bir yaşlıdan
naklediyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanlara karışıp
onların ezalarına katlanan müslüman, onlara karışmayıp, ezalarına katlanmayandan
hayırlıdır."
[TOP]
SADAKA
Kimlik alan
6693 Zübeyr İbnu'l-Avvam radiyallahu anh'ın
anlattığına göre, "Kendisi gamr veya gamra denilen bir atı hibe olarak vermiş,
sonra o attan olduğu söylenen erkek veya dişi bir tayın satışa arzedildiğini
görmüş, tayı satın almayı bırakmıştır."
6694 Amr İbnu Su'ayb an
ebihi an ceddihi radiyallahu anhuma anlatıyor: "Bir adam Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a gelerek;: "Ben bahçemi anneme vermiştim. Şimdi o vefat
etti. Benden başka da varis bırakmadı (bahçeye varis olabilir miyim?)" dedi.
Resulullah aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Senin sadakan tam oldu.
Bahçen tekrar sana rücu etti."
6695 Ebu Umame ve Enes İbnu Malık
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Ariyet,
sahibine döner, minha (intifası bağışlanan mal) sahibine iade edilir"
buyurdular."
[TOP]
SADAKA VE NAFAKA
Kimlik alan
3224 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Temiz şeylerinden kim ne
tasadduk ederse -ki Allah sadece temizi kabul eder- Rahman onu sağ eliyle alır
-ki O'nun her iki eli de sağdır- bu sadaka bir tek hurma bile olsa, O, Rahman'ın
avucunda dağdan daha iri oluncaya kadar büyür, tıpkı sizin bir tayı veya bir
boduğu büyütmeniz gibi (O da sadakanızı büyütür)."
3225 Yine Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses
işitti: "Falancanın bahçesini sula!" diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir
ketire (kayalığa) boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların
tamamını akıtmaya başladı. Adam da suyun istikametini takiben yürüdü. Bir müddet
sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü.
Ona: "Ey Allah'ın kulu ismin ne?" diye sordu. "Falan!"
dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:
"Ey Allah'ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?" "Ben sana şu
suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek "Falanın
bahçesini sula!" diyordu. Sen bahçede ne yapıyorsun?" "Madem ki
sordun söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsule nezaret ederim. Ondan çıkan
mahsulün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini ben ve ailem yeriz, üçte
birini de bahçeye iade ederim" dedi."
3226 Yine Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir dirhem, yüzbin dirhemi geçmiştir." "Bu nasıl
olur, ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Şu cevabı verdi. "Bir
adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan daha iyisini tasadduk etti. Diğeri ise,
malının yanına varıp, malından yüzbin dirhem çıkardı ve onu tasadduk
etti."
3227 İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre,
kendisine bir dilenci gelmiş o da dilenciye sormuştur: "Allah'tan
başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhissalatu vesselam'ın O'nun elçisi
olduğuna şehadet ediyor musun?" Adam, "Evet!" deyince tekrar sormuştur: "Oruç
tutuyor musun?" Adam tekrar "Evet!" demiştir. Bunun üzerine İbnu
Abbas: "Sen istedin. İsteyenin bir hakkı vardır. Bizim de isteyene
vermek, üzerimize vazifedir" der ve ona bir elbise verir. Sonra ilaveten der
ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim şöyle demişti: "Bir
müslümana elbise giydiren her müslüman mutlaka Allah'ın hıfzı altındadır, ta o
giydirdiğinden bir parça onun üzerinde bulundukça."
3228 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir bedevi gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Bana
hicretten haber ver!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Vah sana! O
ağır bir iştir. Senin develerin var mı?" dedi. adam, "Evet!"
deyince: "Zekatlarını veriyor musun?" diye sordu. Adam yine "Evet!"
deyince: "öyleyse sen o uzaklarda kal ve çalış, zira Allah senin
amelinden hiçbir şeyi eksiltmeyecektir" buyurdu."
3229 Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor:ç "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf
eder."
3230 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kulların sabaha erdiği her günde iki
melek semadan iner ve bunlardan biri şöyle dua eder: "Ey İlahımız! İnfak edene
halef (devam) ver." Diğeri de şöyle dua eder: "Ey İlahımız! Cimriye
de telef ver." Bir başka rivayette: "Allah Teala Hazretleri şöyle der: "Ey
Ademoğlu! Sen infak et, ben de sana infak edeyim" şeklinde
gelmiştir.
3231 Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslüman olan bir kul, sahib
olduğu her bir maldan Allah yolunda bir çiftini infak ederse, cennetin
kapıcıları onu mutlaka karşılar ve her biri kendi beklediği kapıdan girmesi için
davet eder." "Bu nasıl olur?" diye sorulmuştu, şöyle cevap
verdi: "Diyelim ki malı deve cinsindendir, iki deve; sığır
cinsindendir, iki sığır (infak eder)."
3232 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir dinar var Allah yolunda harcadın, bir dinar var köle azad etmede harcadın,
bir dinar var fakirler için tasadduk ettin, yine bir dinar var onu da ailen için
harcadın. İşte (hep hayırda harcanan) bu dinarların sana en çok sevap getirecek
olanı ehlin için harcadığındır."
3233 Ebu Mes'ud el-Bedri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Müslüman kişi, ailesinin nafakası için harcar ve bundan sevap umarsa bu ona
sadaka olur."
3234 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim ailesine Aşure günü geniş
(cömert) davranırsa Allah da ona senenin geri kalan günlerinde geniş
davranır." Süfyan servi der ki: "Biz bunu denedik ve öyle
bulduk."
3235 Harise İbnu Vehb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sadaka verin. Kişinin eline
parayı alıp sadaka olarak vermek üzere çıktığı ve fakat kendisine bağışta
bulunulan kimsenin "Bunu dün getirmiş olsaydın kabul ederdim, ama şu anda ona
ihtiyacım yok'' diye cevap vereceği ve böylece sadakasını kabul edecek bir
kimseyi bulamadan sadakası elinde olduğu halde geri döneceği zaman
yakındır."
3236 Ebu Müsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Muhakkak ki insanlar üzerine öyle bir
zaman gelecek ki, o vakit kişi altından sadaka ile (çarşı pazar) dolaşır da bunu
kendisinden sadaka olarak kabul edecek tek kişi bulamaz. O zaman, tek bir erkeğe
kırk tane kadının tabi olduğunu ve kadınların çokluğu ve erkeklerin azlığı
sebebiyle ona sığındıklarını görürsün.''
3237 Hz. Ali (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sadaka
vermede acele edin. Çünkü bela sadakanın önüne geçemez.''
3238 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Allah arzı yarattığı zaman, arz sallanmaya (tıpkı bir hurma
ağacı gibi sağa sola) yalpalar yapmaya başladı, bunun üzerine dağlarla onu
sabitleştirdi ve böylece arz istikrarını buldu. Melekler dağların şiddetine
hayrette kaldılar. "Ey Rabbimiz, dediler, dağlardan daha şiddetli
bir mahluk yarattın mı?" "Evet, buyurdu. Demiri
yarattım.'' "Demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı?'' dediler.
Hak Teala: "Evet! dedi. Ateşi yarattım.'' "Ateşten daha
ağır bir şey yarattın mı?" diye yine sordular. Hak Teala: "Evet,
dedi, suyu yarattım! '' "Sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı?''
dediler. Hak Teala tekrar cevap verdi: "Evet, rüzgarı
yarattım.'' "Rüzgardan daha şiddetli bir şey yarattın mı?'' diye
yine sordular. Hak Teala: "Evet insanoğlunu yarattım'' dedi ve devam
etti: "Eğer o, sağ eliyle sadaka verir, sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha
şiddetlidir).''
3239 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) minberde, sadakadan ve dilenmeye tevessül
etmemekten bahsettiği sırada: "Üstteki el, alttaki elden
hayırlıdır!'' buyurdu. "Üstteki'' infak eden "alttaki'' de dilenen
demektir.''
3240 Adiyy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten
koruyun'' buyurdu.''
3241 Bir rivayette de: "Sizden kim, bir yarım
hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın''
buyurmuştur.''
3242 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir
gün: "Ey Allah'ın Resülü! dendi, hangi sadaka daha üstündür?''
"Fakirin cömertliğidir. Sen bakımıyla mükellef olduklarından
başla."
3243 Said İbnu'l Müseyyeb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh), Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gelerek sordu: "Senin hoşuna giden sadaka hangisidir?''
"Su!'' cevabını verdi.''
3244 Zeyd İbni Eslem (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Dilenci at
üzerinde de gelse ona sadaka verin."
3245 Ebu Davud'daki bir
rivayette: "Dilenci için bir hak vardır, at üzerinde de gelse bile"
buyurmuştur.''
3246 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mal sadaka ile
eksilmez.'' "Allah affı sebebiye kulun izzetini
artırır.'' "Allah için mütevazi olan bir kimseyi Allah
yüceltir.''
3247 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), hurma mahsülünden her on vask miktara,
fakirler için, bir salkım hurmanın mescide asılmasını
emretti.''
3248 Avf İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam), birgün elinde asası olduğu halde çıktı.
Adamın biri çürüklü bir hurma salkımı asmış idi. Aleyhissalatu vesselam salkıma
değneğini dürtüyor ve: "Bu sadakanın sahibi, keşke bundan daha
iyisini tasadduk etmek isteseydi. Bu sadakanın sahibi, Kıyamet günü çürük hurma
yiyecek" diyordu.
3249 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece
kaplan postu gibi çizgili bedei peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları
boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların
bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yüzü
değişti. Odasına girdi tekrar geri geldi. Hz. Bilal'e ezan okumasını söyledi. O
da ezan okudu, sonra ikamet getirdi.Namaz kılındı. Aleyhissalatu vesselam
namazdan sonra cemaate hitabetti ve: "Ey insanlar! Sizi tek bir
nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve
kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte
bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah
şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" (Nisa 1) ayetini okudu. Bundan sonra
Haşir suresindeki şu ayeti okudu: "Ey insanlar, Allah'tan korkun.
Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah
işlediklerinizden haberdardır" (Haşr 18). Resulullah sözüne devamla:
"Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa'
hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa
mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin" buyurdu. Derken Ensar'dan bir zat,
nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün
ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek,
diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi
parladığını gördüm. Şöyle buyurdular: "İslam'da kim bir hayırlı yol
açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin
bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslam'da
kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile, kendinden sonra onu işleyenlerin
günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep
olmaz.''
3250 Hz. Ebu Hüreyre (radıyaIlahu anh) anIatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir adam: "Bu gece mutlaka
bir sadaka vereceğim!'' deyip, sadakasıyla çıktı. Fakat (farkına varmadan) onu
bir hırsızın avucuna sıkıştırdı. Sabah olunca herkes: "Bu gece bir
hırsıza sadaka verilmiş!" diye dedikodu yaptı. Adam: "Ya Rabbi bir
hırsıza sadaka verdiğim için sana hamdediyorum'' dedi ve ilave etti:
"Ancak mutlaka bir sadaka daha vereceğim!'' Yine sadakasıyla çıktı.
(Gece karanlığında bu sefer de) bir zaniyenin avucuna sıkıştırdı. Sabahleyin
herkes: "Bu gece bir zaniyeye sadaka verilmiş!" diye dedikodu yaptı.
Adam: "Allah'ım bir hırsız ve zaniyeye sadaka verdiğim için sana
hamdolsun! yine de bir sadakada bulunacağım!'' dedi. Sadakasıyla birlikte sokağa
çıktı. (Karanlıkta) bu sefer de bir zenginin eline sıkıştırdı. Sabahleyin
herkes: "Bu gece bir zengine sadaka verilmiş!'' diye dedikodu yaptı.
Adam: "Allah'ım, bir hırsız, bir zaniyeye ve bir zengine sadaka
verdiğim için sana hamdediyorum!'' dedi. (Bilahare rüyasında ona gelip şöyle
denildi): "Senin sadakaların kabul edildi. Şöyle ki: (İhlasla yani
Allah rızası için vermen sebebiyle) hırsızın hırsızlıktan vazgeçip iffete
gelmesi, zaniyenin ziinadan vazgeçmesi, zenginin ibret alıp Allah'ın kendine
verdiklerinden tasadduk etmesi umulur."
3251 "Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sadakanın en hayırlısı zenginlik halinde verilendir. Nafakasını vermek zorunda
olduklarından başla.'' Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün sadaka (nafaka) vermeyi emretmişti.
Bir adam: "Ey Allah'ın Resülü, dedi yanımda bir dinarım
var!'' "Onu kendine tasadduk et (kendi nafakan için harca)!''
buyurdu. Adam: "Yanımda bir dinar daha var(sa)?'' dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Onu da çocuklarına tasadduk et" buyurdular.
Adam tekrar: "Bir başka dinarım daha var(sa)?'' deyince:
"Onu da zevcene tasadduk et" emrettiler. Adam bu sefer: "Başka bir
dinarım daha var(sa)?'' dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onu da
hizmetçine tasadduk et!" deyince, adam tekrar atıldı: "Bir başka
dinarım daha var(sa)?'' Aleyhissalatu vesselam: "Onun nereye
verileceğini sen daha iyi bilirsin'' cevabını verdi.''
3252 Hz.
Ebu Saidi'I-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) sadaka vermeyi emrettiği sırada mescide, düşük kıyafetli bir adam
girdi. Halk bağışta bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama iki parça
giyecek verdi. Sonra halka tekrar: "Sadaka verin!'' diye hitabetti.
Derken o adam üzerindeki iki parçalık elbisesinin bir parçasını çıkarıp (sadaka
olarak) attı. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Benim kılık
kıyafetini düşük görerek iki parça giyecek verdiğim şu adamı siz de görüyor
musunuz? "Sadaka verin!" dediğim zaman, kendisine az önce verdiğim iki parçadan
birini çıkarıp (sadaka olarak) attı.'' (Resulullah adama yönelip:) "Elbiseni
al!" dedi ve adamı (niye böyle yapıyorsun? diye)
azarladı."
3253 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Adamın biri
yumurta büyüklüğünde bir altın getirip: "Ey Allah'ın Resülü, şunu
bir madende ele geçirdim, bunu alın, tasadduk ediyorum! Bundan başka birşeyim de
yok'' dedi. Aleyhissalatu vesselam (memnuniyetsizliğini ifade için ondan yüzünü
çevirdi. Sonra adam Resûlullah'ın sağ tarafından yaklaşıp aynı şeyleri söyledi.
Efendimiz yine adamdan yüzünü çevirdi. Adam bu sefer sol tarafından yaklaştı,
aynı şeyleri söyledi. Resulullah yine adamdan yüzünü çevirdi, sonra adam arka
cihetinden yine yaklaşıp önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam onu aldı ve adama attı. Eğer değseydi canını yakacaktı.
Buyurdular ki: "Biriniz bütün sahib olduğu serveti getirip: "Bunu
sadaka olarak veriyorum" diyor ve sonra da oturup halka avuç açıyor! Hayır.
Sadakanın hayırlısı zenginlikten sonrakidir.''
3254 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Eğer kadın, evin yiyeceğinden zarar vermeyecek şekilde infak ederse, kadın
infak ettiği için, erkek de kazandığı için sevaba kavuşurlar, malı koruyan vekil
harc için de aynı şekilde sevab vardır. Bunlardan birinin sevabı diğerinin
sevabından hiçbir şey noksanlaştırmaz."
3255 Ebu Ümame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam):
"Kadın kocasının evinden, onun izni olmadan infak edemez!'' buyurmuştu ki
sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Yiyecek de mi veremez?''
"Evet buyurdular, o, mallarımızın en
kıymetlisidir.''
3256 Abdullah İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah (aIeyhissalatu vesselam): "Kadının
ihsanda bulunması, ancak kocasının izniyle caizdir!'' buyurdular.
''
3257 Bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Koca, kadının ismetine
(nikahına) sahipse, kadının kendi malında da tasarrufu caiz
olmaz.''
3258 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: ''Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müslüman emin vekilharc, kendisine
emredilen malı, gönül hoşluğu ile verdiği taktirde tasadduk edenlerden biri olur
ve sevaba iştirak eder.''
3259 Hz. Ömer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben Allah yolunda bir at tasadduk etmiş idim. Ona sahip olan kişi,
hayvanın bakımını ihmal etti. Bunun üzerine atı satın almak istedim. Biraz ucuza
satar diye düşünüyordum. Önce Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir sorayım
dedim. "Sakın ha! buyurdu, ne onu satın al ne de sadakana dön, hatta
onu sana bir dirheme verse bile. Zira sadakasına dönen, kustuğuna dönen
gibidir!.'' buyurdular.'' Muvatta'nın bir rivayetinde şu ziyade vardır: ".
. . (Sadakasına dönen) kusmuğuna dönen köpek gibidir."
3260 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü, annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona
faydası olur mu?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!"
deyince, adam: "Benim bir meyveliğim var. Sizi şahid kılıyorum, onu
annem için tasadduk ediyorum!" dedi."
3261 Sa'd İbnu Übade
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, annem vefat etti, (onun
adına) yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?'' "Su!" buyurdular. Bu
cevap üzerine Sa'd bir kuyu kazdı ve: "Bu kuyu Sa'd'ın annesi için"
dedi."
[TOP]
SAHABE DIŞINDA
Kimlik alan
4518 Üseyr İbnu Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh'a Yemenlilerin takviye kuvveti geldikçe her
defasında onlara: "Aranızda Üveys İbnu Amir var mı?" diye sorardı.
Nihayet Üveys İbnu Amir'e rastladı. Aralarında şu konuşma geçti:
"Sen Üveys İbnu Amir misin?" "Evet!" "Murad'dan, sonra
da Karan'dan?" "Evet!" "Sende alaca hastalığı vardı, bir
dirhem karad bir yer hariç tamamını atlattın, değil mi?"
"Evet!" "Senin bir annen olacak?" "Evet!"
"Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittim. Şöyle diyordu: "Size, önce
Muradi sonra da Karani olan Üveys İbnu Amir, Yemen imdat kuvvetiyle gelecek.
Onun alaca hastalığı vardı, dirhem kadar yer hariç atlattı. Onun bir annesi var.
O annesine karşı saygılıdır. O, (bir şey için) yemin edecek olsa Allah
(dilediğini yerine getirmek suretiyle) onun yemininden halas eder. Eğer ondan
kendin için istiğfar talep edebilirsen et." Benim için istiğfar
ediver" dedi. O da istiğfar ediverdi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona:
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Küfe'ye!" "Senin için
valisine mektup yazayım mı?" "Ben (hususi muamele istemem, herkesle
bir olmayı), avamdan biri olmayı tercih ederim." "Ravi der ki:
"Müteakip sene Küfe'nin eşrafından biri hacc yaptı ve Ömer'le karşılaştı. Ona
Üveys rahimehullah'ı sordu. "Ben onu, dedi, evi perişan, eşyası az
bir halde bıraktım!" Hz. Ömer, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan
işittiğini ona da söyledi. Adam hacc'dan dönünce Üveys'e geldi ve:
"Benim için istiğfar ediver!" dedi. "Sen hayırlı bir seferden yeni
döndün, sen benim için istiğfar et" dedi ve: "Ömer'e mi rastladın?"
diye sordu. "Evet!" dedi. Bunun üzerine Üveys ona da istiğfarda
bulundu. Böylece halk onun ne olduğunu anladı. Bir müddet sonra o da (Küfe'yi
terkedip) geri gitti, rahimehullah."
4519 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Necaşi rahimehullah öldüğü zaman biz onun kabrinin üzerinde
uzun müddet bir nur görüldüğünü konuşurduk."
4520 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan anlatarak der ki:
"Aleyhissalatu vesselam, Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl'e, Beldah'ın aşağı kısmında
rastladı. Bu karşılaşma, Aleyhissalatu vesselam'a henüz vahiy gelmeye
başlamazdan önce idi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir sofra ikram
edildi, sofrada et de vardı. Aleyhissalatu vesselam sofradan yemekten kaçındı ve
onu Zeyd'e sundu. O da yemekten kaçındı. Sonra Zeyd şunları söyledi:
"Ben sizin putlarınıza kestiğiniz etten yemem. Ben sadece Allah'ın ismi
zikredilerek kesilenden yerim." Zeyd, Kureyş'i kestikleri sebebiyle
ayıplar ve şöyle derdi: "Koyunu Allah yarattı. Onun için gökten
yağmur indirdi, yerden de bitki çıkardı. Ama siz onu Allah'ın ismini zikretmeden
kesiyorsunuz." Böylece, Zeyd onların bu davranışlarının münker
olduğunu ortaya koyuyordu."
4521 Bir başka rivayette ise şöyle
gelmiştir: "Zeyd İbnu Amr İbnu Nüfeyl hakiki dini sorup, ona tabi olmak üzere
(Varaka İbnu Nevfel ile birlikte) Şam'a gitti. Orada bir yahudi alimine
rastladı. Ona dinleri hakkında sordu ve: "Belki de dininize
gireceğim, (bana onu tanıtın)!" dedi. Yahudi: "Sen, Allah'ın
gadabından nasibini almadıkça bizim dine giremezsin!" diye cevap verdi.
Zeyd: "Ben Allah'ın gadabından kaçarak buralara geldim, (gadab
değil, rıza ve rahmet arıyorum), elimden geldiğince, Allah'ın gadabından
herhangi bir pay almaya asla niyetim yok. Sen bana bir başkasını göster (de ona
gideyim)!" der. Yahudi alim: "Ben hağflikten başka bir şeyi
tanımıyorum!" cevabını verir. Zeyd: "Haniflik nedir?" der. Yahudi
alim açıklar: "Hz. İbrahim aleyhisselam'ın dinidir. O, ne yahudi ne
de hıristiyandı, Allah'tan başka bir şeye de tapmıyordu." Zeyd onun
yanından çıkınca hıristiyan alimlerinden biriyle karşılaşır. Ona da aynı şeyleri
söyler. O da: "Sen Allah'ın lanetinden nasibini almadıkça bizim
dinimize giremezsin!" der. Zeyd ona da: "Ben zaten Allah'ın
lanetinden kaçarak bu diyarlara geldim. Elimden geldiğince, ebeddiyyen Allah'ın
lanetinden bir şey yüklenmeyeceğim. Sen bana bir başkasını gösterebilir misin?
der. O alim de: "Hayır ben haniflikten başka bir şey bilmem!"
cevabını verir. Zeyd ona da: "Haniflik nedir?" diye sorar. Alim:
"Hz. İbrahim aleyhisselam'ın dinidir. O ne yahudi ne de hıristiyandı, o sadece
Allah'a tapardı" cevabını verir. Zeyd onların Hz. İbrahim hakkındaki sözlerini
işitince, oradan ayrılır. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp:
"Allahım, seni şahid kılıyorum: Ben İbrahim aleyhisselam'ın dini üzereyim!"
der."
4522 Esma Bintu Ebi Bekr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Zeyd
İbnu Amr İbnu Nüfeyl'in ayakta dikilip sırtını Ka'be'ye dayayarak şöyle
söylediğini işittim: "Ey Kureyş topluluğu! Vallahi ben hariç
hiçbiriniz Hz. İbrahim aleyhisselam'ın dini üzere değilsiniz!" Zeyd
diri didi toprağa gömülecek kızları (kurtarıp) hayatını bağışlardı. Kızını
öldürmek isteyen adama: "Onu öldürme, onun külfetini ben üzerime
alıyorum" der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince, babasına:
"Dilersen sana teslim edeyim, dilersen külfetini ben çekeyim" der, (bakımına
devam eder)di."
4523 Müseyyeb İbnu'l-Hazn anlatıyor: "Ebu Talib'in
ölüm anı gelince, Resûlullah aleyhissalatu vesselam yanına geldi. Başucunda Ebu
Cehil ile Abdullah İbnu Ebi Umeyye İbni'l-Muğire'yi buldu. "Ey
Amcacığım! bir kelimelik Lailahe illallah de! Onunla Allah indinde senin lehine
şehadette bulunayım!" dedi. Ebu Cehil ve Abdullah atılarak (Ebu
Talib'e): "Sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" diye
müdahale ettiler.. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (kelime-i şehadeti) ona
arzetmeye devam etti. Onlar da kendi sözlerini aynen tekrara devam ettiler. Öyle
ki bu hal Ebu Talib'in son söz olarak, onlara: "Ben Abdulmuttalib'in
dini üzereyim!" demesine kadar devam etti. Ebu Talib Lailahe illallah demekten
kaçınmıştı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Yasaklanmadığı
müddetçe senin için istiğfar edeceğim!" dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan
Allah şu vahyi indirdi. "(Mealen:) "Akraba bile olsalar, onların cehennemlik
oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah'tan af dilemek ne
Peygamber'e ve ne de iman edenlere uygun düşmez" (Tevbe 113).
Cenab-ı Hak şu ayeti de Ebu Talib hakkında indirmiştir. (Mealen): "Sen sevdiğin
kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda
olanları en iyi bilen de O'dur" (Kısas 56).
4524 Ebu Sa'id
radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Talib Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanında zikredilmişti. "Umulur ki, Kıyamet günü şefaatim ona fayda
eder de, böylece ateşten, topuklarına kadar yükselen sığ bir yere konur, yine de
beyni kaynar."
4525 Hz. Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Ey
Allah'ın Resûlü dedim, amcana (istiğfarla yardım)dan seni alıkoyan nedir? O seni
koruyor, senin için kafirlere kızıyordu." "Evet! dedi, olacak. O
ateşin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım cehennemin en derin yerinde
olacaktı."
4526 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İnsanların ilim taleb etmek
üzere seferlere çıkacakları zaman yakındır. (O zaman) Medine aliminden daha
bilginini bulamazlar." Abdurrezzak, rivayetinde: "Bu (hadiste haber
verilen alim) Malik İbnu Enes'dir" demiştir.
[TOP]
SEHVET VE KEREM
Kimlik alan
2144 Ebû Talha el-Ensari (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Melekler,
içerisinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler.
2145 Sefine
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı hazırladığı bir yemeğe davet etti. Efendimiz gelip,
içeri girmek üzere elini kapının kirişleri üzerine koyunca, evin bir köşesine
gerilmiş bir kıram görmüştü ki hemen geri döndü. (Resûlullah'a geri dönüşünün)
sebebi sorulunca: "Bir peygambere tezyin edilip süslenmiş bir eve girmek uygun
olmaz" cevabını verdi."
2146 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana Cibril
(aleyhisselam) geldi ve: "Dün sana gelmiştim (ama yanına girmedim)."
Girmeyişimin sebebi de üzerinde timsaller bulunan perde bezi idi. Orada bir de
köpek vardı, kapının üzerinde de insan resimleri bulunuyordu. Timsallerin
başlarının koparılmasını emret ki ağaç şekline dönsün. Örtüden ayak altına
atılacak iki minder yapılmasını, köpeğin de dışarı çıkarılmasını söyle!" Bu
söylenenler yapıldı."
2147 Hz Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular k‹: "İçerisinde resim, cünüb ve
köpek bulunan eve (rahmet) melekleri girmez."
2148 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (Mekke'nin
Fethi günü), Beytullah'ta tasvirler görünce, içeri girmedi. Önce onların
imhasını emretti ve imha edildiler. İçeride Hz. İbrahim ve Hz. İsmail
(aleyhimesselam)'in ellerinde kumar okları bulunur vaziyetteki suretlerini
görmüştü. Şöyle buyurdu: "Allah canlarını alsın. Vallahi onlar asla oklarla
kısmet aramadılar."
[TOP]
SIDK VE DOĞRULUK
Kimlik alan
3222 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sıdk insanı birr'e (Allah'ı
razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve
doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddik (doğru sözlü) diye kaydedilir.
Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan
söyler ve yalanı araştırır da sorunda Allah'ın indinde yalancı diye
kaydedilir."
3223 Ebi'l-Cevzai rahimehullah anlatıyor: "Hasan İbnu
Ali (radıyallahu anhüma)'ye: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan ne
ezberledin?" diye sordum. Şu cevabı verdi: "Aleyhissalatu
vesselam'dan "Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar
git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan
şüphedir."
[TOP]
SILAİ RAHM
Kimlik alan
3262 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Rahim Arş'a asılıdır, der ki:
"Kim beni sıla ederse Allah da ona sıla etsin. Kim benden koparsa Allah da ondan
kopsun."
3263 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, rızkının Allah tarafından
genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim
yapsın.''
3264 Tirmizi'deki rivayet şöyle: "Nesebinizden sıla-i
rahm yapacaklarınızı öğrenin. Zira sıla-i rahim akrabalarda sevgi, malda bolluk,
ömürde uzamadır."
3265 Meymune radıyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan izin almadan bir cariye azad ettim.
Resulullah'ın benimle kalma günü gelip, beraber olduğumuz zaman: "Ey
Allah'ın Resülü, cariyemi azad ettim, farkettlnlz mi?'' dedim.
"(Sahi mi söylüyorsun), bunu yaptın mı?'' dedi. Ben, "Evet!''
deyince: "Keşke onu dayılarına verseydin, senin için daha hayırlı
olacaktı!" buyurdular."
3266 Selman İbnu Amir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Fakirlere
yapılan tasadduk bir sadakadır, ama zi-rahm'a (yani akrabaya) yapılan ikidir:
Biri sıla-i rahim, diğeri sadaka."
[TOP]
SİHİR VE KEHANET
Kimlik alan
2212 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim (sihir
maksadıyla) bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir
yaparsa şirke düşer. Kim birşey asarsa, o astığı şeye havale
edilir."
2213 Safiyye Bintu Ebi Ubeyd, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın zevce-i paklerinden naklen anlatıyor: "Resülulah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Kim bir arrafa (kahine) gelir, birşeyler sorar ve
söylediklerine de (inanıp) onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul
edilmez."
2214 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e (yahudiler tarafından) sihir yapıldı. Öyle
ki, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yapmadığı bir şeyi yaptım vehmine
düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken Allah'a dua etti, sonra tekrar dua etti.
Ve dedi ki: "Ey Aişe, hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana
fetva verdi?" "Hangi hususta Ey Allah'ın Resülü?" dedim.
"İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri
diğerine: "Bu zatın rahatsızlığı nedir?" dedi. Öbürü:
"Büyüdür!" dedi. Önceki tekrar sordu: "Kim büyüledi?"
Diğeri: "Lebid İbnu'l-Asam adındaki Beni Züreykli bir yahudi" diye
cevap verdi. Öbürü: "Büyüyü neye yaptı?" dedi. Arkadaşı:
"Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine!" cevabını
verdi. Diğeri: "Pekala, şimdi nerede?" diye sordu.
Arkadaşı: "Zervan kuyusunda!" cevabını verdi." Bunun
üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ashabından bir grupla birlikte
(radıyallahu anhüm) kuyuya gitti, ona baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı.
Sonra benim yanıma dönüp: "Ey Aişe! AIIah'a yemin olsun, kuyunun
suyu sanki kına ıslatılmış gibi (bulanık) ve (o kuyu iIe sulanan) hurma
ağaçlarının başları da sanki şeytanların başIarı gibiydi!" dedi.
Ben: "Ey Allah'ın Resülü! Onu (kuyudan) çıkardın mı?" diye
sordum. "Hayır" dedi ve ilave etti: "Bana gelince, Allah
bana afiyet Iütfetti ve şifa verdi. Ben ondan halka bir şer gelmesine sebep
olmaktan korktum!" Resûlullah onun gömülmesini emretti ve yere
gömüldü"
2215 Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta
düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselam gelerek: "Seni
yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı"
dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi (bu
maksadla oraya) gönderdi. Ali (radıyallahu anh) düğümü oradan çıkarıp çözdü.
(Sihir çözülünce) Aleyhissalatu vesselam, bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu, o yahudiye zikretmedi ve onun yüzünü
de hiç görmedi."
[TOP]
SOHBET
Kimlik alan
3286 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vessalam buyurdular ki: "Sakın zanna yer
vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın,
rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt
çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş
olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihanet etmez), zulmetmez,
onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, müslüman
kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her müsiümanın malı, kanı ve ırzı diğer
müslümana haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıblarınıza
bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır -eliyle
göğsünü işaret etti- : Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış
yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden
fazla küsmesi helal olmaz.
3287 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Müslümanın, müslüman üstündeki hakkı beştir: "Selamını almak, hasta ziyaretine
gitmek, cenazesine katılmak, davetine icabet etmek, hapşırınca yerhamükallah
demek." Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade vardır: "Eğer seni davet
ederse icabet et, senden nasihat taleb ederse ona nasihat
et."
3288 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu: vesselam buyurdular ki: "Açı doyurun, hastayı ziyaret edin,
esirleri hürriyetine kavuşturun."
3289 Ebu Zerr radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ey Ebu Zerr!
Maruf'dan (iyilik) hiç bir şeyi hakir görme, hatta bir kardeşini güler bir yüzle
karşılaman bile (basit bir şey değildir). Et satın aldığın veya bir tencere
kaynattığın zaman suyunu artır, ondan komşuna bir avuç (kadarda olsa)
ver.''
3290 Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): "Sakın yollara
oturmayın!" buyurmuştu. "Ya Resulullah dediler, oturmadan edemeyiz,
oralarda (oturup) konuşuyoruz. " "Mutlaka oturacaksanız, bari yola
hakkını verin!" buyurdu. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resülü, onun
hakkı nedir?" diye sordular. "Gözlerinizi kısmak, gelip geçeni)
rahatsız etmemek, selama mukabele etmek, emr- bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker
yapmaktır!" dedi." Hz. Ömer'den yapılan bir başka rivayette şu ziyade var:
"Yardım isteyen mazlüma yardım edersiniz, yolunu kaybedene rehber
olursunuz.''
3291 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç kişi beraberken, ikisi
aralarında hususi kanuşmasınlar, bu, öbürünü üzer." Bu manada bir rivayet
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan gelmiştir. Hadisi Buhari, Müslim, Ebu Davud ve
Tirmizi kaydetmişlerdir.
3292 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ashab'a Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'dan daha sevgili kimse
yoktu. Buna rağmen Aleyhissalatu vesselam'ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı,
çünkü O'nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı."
3293 Ebu Ümame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Birgün Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
yanımıza geldi, elinde de bir asa (değnek) vardı. Biz ayağa kalktık.
"Yabancıların birbirlerini büyüklemek için ayağa kalkmaları gibi ayağa
kalkmayın!'' buyurdu.''
3294 Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor:
"Hz. Muaviye radıyallahu anh, İbnu'z - Zübeyr ve İbnu Amir (radıyallahu anhüm)
'in yanlarına geldi. İbnu Amir ayağa kalktı, İbnu'z- Zübeyr oturdu (kalkmadı).
Hz. Muaviye radıyallahu anh, İbnu Amir'e: "Otur, zira Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın: "İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından
hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın" buyurduğunu işittim''
dedi.''
3295 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden kimse, bir başkasını yerinden
kaldırıp sonra da oraya oturmasın. Ancak (halkayı) genişletin, yer açın, Allah
da size genişlik versin.'' Birisi yerinden kalkacak olsa, Abdullah
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), oraya oturmazdı."
3296 Vehb İbnu
Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurduIar ki: "Bir kimse ihtiyacı için çıkar, sonra geri dönerse, önceki yerine
oturmaya (herkesten ziyade) hak sahibidir.''
3297 Cabir İbnu
Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
geldiğimiz zaman, (halkanın) sonuna otururduk."
3298 Amr İbnu
Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Bir kimsenin, izin almadan iki kişinin arasına oturması
helal olmaz." Tirmizi'nin rivayetinde: "İzinleri olmadan iki kişinin
arasını açması kişiye helal olmaz" şeklinde gelmiştir.
3299 Ebu
Sa'idi'l-Hurdi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Meclislerin en hayırlısı geniş olanıdır."
3300 Ebu
Miclez anlatıyor: "Bir adam halkanın ortasına oturmuştu. Huzeyfetu'bnu'l-Yeman
(radıyallahu anh) dedi ki: "Halkanın ortasına oturan, Muhammed aleyhissalatu
vesselam'ın diliyle lanetlenmiştir."
3301 Cabir İbnu Semüre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mescide girince
cemaatı bir kısım halkalar halinde gördü ve: "Sizleri niye böyle dağınık gruplar
halinde görüyorum?'' buyurdu.''
3302 Amr İbnu 'ş-Şerid, babasından
(radıyaIlahu anh) anlatıyor: "Ben oturduğum sırada, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) bana uğradı. O sırada sol elimi sırtımın gerisine koymuş, (sağ) elimin
kabası üzerine dayanmıştım. Bana: "Gadaba uğramışların oturuşuyla mı
oturuyorsun?'' dediler.''
3303 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) oturdu mu, etrafına biz de
otururduk. Kalkar, (fakat geri) dönmeyi arzu ederse ayakkabılarını veya üzerinde
olan (rida, sarık gibi) bir şeyi çıkarır (yerine koyar)dı. Böylece Ashabı (geri
geleceğini) bilir ve yerlerinde otururlardı."
3304 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki:
"Biriniz güneşte olunca -bir rivayette gölgede olunca- gölge ondan kalkar da,
yarısı gölgede yarısı güneşte kalacak olursa oradan
kalksın."
3305 Kays, babasından naklediyor: "(Bir seferinde
mescide) gelmişti ki, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hutbe irad ediyordu.
(Konuşmayı dinlemek üzere) güneşe dikildi. Ancak Resulullah aleyhissalatu
vessalam, kendine gölgede durmasını emretti ve gölgeye
geçti.''
3306 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali,
misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan
verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut
da sen onun pis kokusunu alırsın."
3307 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şu üçü
hariç bütün meclisler emniyettedir: Haram kan dökülen meclis, haram ferc bulunan
meclis, haksız mal taksimi yapılan meclis."
3308 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) beni, bir
ihtiyacı için göndermişti. Bu yüzden anneme dönmekte geciktim. Eve gelince
annem: "Niçin geciktin?" diye hesaba çekti. "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), dedim, beni bir iş için göndermişti.'' "Ne
işiydi o?'' diye annem sordu. "O sırdır söyleyemem!'' deyince,
annem: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sırrını sakın kimseye
açmayasın!" dedi.''
3309 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nefsim yed-i kudretinde
olan zata yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz
şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı
yaygınlaştırın!"
3310 Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birbirlerini
sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misali, bir
bedenin misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve
hararette ona iştirak ederler."
3311 Mikdam İbnu Madikerb
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona sevdiğini
söylesin."
3312 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında bir adam vardı. Derken oradan birisi geçti.
(Aleyhissalatu vesselam'ın yanındaki): "Ey Allah'ın Resulü! dedi,
ben şu geçeni seviyorum." "Pekiyi kendisine haber verdin mi?" diye
Aleyhissalatu vesselam sordu. "Hayır!" deyince, "Ona
haber ver!" dedi. Adam kalkıp, gidene yetişti ve: "Seni Allah için
seviyorum!" dedi. Adam da: "Kendisi adına beni sevdiğin Zat da seni
sevsin!" diye mukabelede bulundu."
3313 Yezid İbnu Nu'ame ed-Dabi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kimse, bir başkasıyla kardeşleştiği zaman, ilk iş ismini, babasının ismini
ve kimlerden olduğunu sorsun. Çünkü böyle yapmak, sevginin artmasına daha
uygundur."
3314 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim:
"Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da
buğzunu ölçülü yap, günün birinde dostun olabilir."
3315 Yine Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Aziz ve Celil olan Allah Teala hazretleri Kıyamet günü şöyle diyecek:
"Benim celalim adına sevişenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı şu günde onları gölgemde gölgelendireyim!"
3316 Hz.
Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri buyuruyor ki: "Benim celalim
adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki,
peygamberler ve şehidler bile onlara gıbta ederler."
3317 Ebu
İdris el-Havlani, Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh'den naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Tebareke ve Teala Hazretleri şöyle
hükmetti: "Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya
gelenler, benim içiin birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine
harcayanlara sevgim vacip olmuştur."
3318 Hz. Ebu Zerr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için
buğzetmektir."
3319 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın kulları
arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik
Kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de,
şehidler de onlara gıbta ederler." Orada bulunanlar
sordu: "Ey Allah'ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!"
"Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı
halde, Allah'ın ruhu (Kur'an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin
ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk
korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler.
Ve şu ayeti okudu: "Haberiniz olsun Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku
var ne de onlar üzülecekler" (Yunus 62).
3320 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah bir kulu sevdi mi Hz. Cebrail aleyhisselam'a: "Allah falanı
seviyor, onu sen de sev!" diye seslenir. Onu Cebrail de sever. Sonra o, sema
ehline: "Allah falanı seviyor, onu siz de sevin!" diye nida eder, derken bütün
sema ehli de onu sevmeye başlar. Sonra onun için arz (halkı arasına hüsn-ü
kabul) konur." Hadisin Müslim'deki rivayetinde şu ziyade var:
"Allah Celle Celaluhu, bir kula da buğzetti mi Cebrail
aleyhisselam'a: "Ben falancaya buğzettim sen de buğzet!" diye
seslenir. Ona Cebrail de buğzetmeye başlar. Sonra Cibril sema ehline nida
eder: "Allah Celle Celaluhu falan kimseye buğzetti, siz de
buğzedin!" Sonra yeryüzüne onun için buğz vaz'edilir."
3321 Hz.
Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim. Kişi, bir
kavmi sever, fakat onların amelini işleyemezse, (sonu ne olacak)?"
"Ey Ebu Zerr, buyurdu, sen sevdiğinle
berabersin!"
3322 Tirmizi'nin bir rivayetinde: "Kişi sevdiğiyle
beraberdir" denmiştir.
3323 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ruhlar toplanmış
cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır,
tanışmayanlar ayrılırlar."
3324 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslüman
müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim,
kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı
bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından
kurtarır. Kim bir müslümanı örterse, Allah da onu Kıyamet günü örter."
Rezin bir rivayette şunu ilave etti: "Kim, hakkı sübut buluncaya kadar mazlumla
birlikte olursa, ayakların kaydığı günde Allah onun ayağını Sırat'ta sabit
kılar."
3325 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir mü'minin dünyevi
kederlerinden birini giderirse, allah da onun Kıyamet günü kederlerinden birini
giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve ahirette
kolaylık gösterir. Kim bir müslümanı örterse, allah da onu dünya ve ahirette
örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır.
Kim ilim aramak düşüncesiyle bir yola düşerse, Allah onun cennete olan yolunu
kolaylaştırır. Bir grup, allah'ın kitabını okumak ve aralarında tedris etmek
üzere allah'ın evlerinden birinde toplanırsa, üzerlerine mutlaka sekine iner ve
onları rahmet kaplar, melekler onları sarar. Allah da onları yanında bulunan
mukarreb meleklere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi
hızlandıramaz."
3326 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh hazretleri
anlatıyor: "Resûlullah buyurdular ki: "Din nasihatten (hayırhahlıktan)
ibarettir!" Yanındakiler sordu: "Kimin için ey Allah'ın Resulü?"
"Allah için, kitabı için, Resulü için, müslümanların imamları ve hepsi için!
Müslüman müslümanın kerdeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona
zulmetmez. Herbiriniz, kardeşinin ayinesidir, onra bir rahatsızlık görürse bunu
ondan izale etsin."
3327 Asım el-Ahvel merhum anlatıyor: "Hz. Enes
radıyallahu anh'e: "Sana Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "İslam'da
dayanışma akdi (hılf) yoktur!" dediği ulaştı mı?" diye sordum. Şu cevabı
verdi: "Kureyşle Ensar arasında, benim evimde dayanışma antlaşması
yaptı." Ebu Davud'un rivayetinde: "Resulullah, bizim evde Ensarla Muhacir
arasında iki veya üç kere dayanışma akdi yaptı"
şeklindedir.
3328 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa
yardım et." "Mazlumsa yardım ederim, zalime nasıl yerdim ederim?" diye
sorulmuştu. "Onu zulümden alıkoyarsan, bu da ona yardımdır"
buyurdu."
3329 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Kim kardeşinin ırzını müdafaa ederse, Kıyamet günü
allah, onun yüzünden ateşi geri çevirir."
3330 Ebu Musa
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir ihtiyaç taleb
eden kimse gelince arkadaşlarına yönelir ve: "Şefaat edin, ecir
kazanın! Allah da Resulünün diliyle dilediğine hükmetsin!"
derdi."
3331 Yine Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şu hususlar da Allah'ı büyüklemenin birer
şubesidir: -Bir müslüman yaşlıya ikramda bulunmak.
-İçindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur'an hamiline
(hafızına) ikramda bulunmak. -Adil olan iktidar sahibine
ikram."
3332 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir genç, ihtiyar bir kimseye
yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri
mutlaka takdir eder."
3333 Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı
göstermeyen bizden değildir." Bir rivayette şu ziyade gelmiştir:
"...Ma'rufu emretmeyen, münkerden nehyetmeyen (de bizden
değildir)."
3334 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre,
"Kendisine bir dilenci uğramıştır, o da bir parça ekmek vermiştir. (Bir müddet
sonra) üstü başı düzgün, kıyafeti yerinde bir dilenci daha uğramıştır. Hz. Aişe
onu oturtup yemek yedirmiştir. Kendisine bunun sebebi sorulunca şu
açıklamayı yapmıştır: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "İnsanlara mevkilerine
göre ikramda bulunun" buyurmuştu."
3335 Rıb'i İbnu Hiraş, Beni
Amir'e mensub bir adamdan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir
evde bulunduğu sırada, yanına girmek için: "Girebilir miyim?" diye
izin istedi. Aleyhissalatu vesselam hizmetçisine: "Çık, şu gelene
isti'zan adabını öğret, bu maksadla ona: "Esselamün aleyküm, girebilir miyim?"
demesini söyle!" buyurdu. Adam bunu işitmişti, (hizmetçiyi
beklemeden): "Esselamü aleyküm, girebilir miyim?" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam da adama izin verdi, o da girdi."
3336 Kays
İbnu Sa'd İbni Ubade radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselamü aleyküm ve
rahmetullah!" dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama:
"Resulullah'a izin vermiyor musun?" dedim. O: "Bırak, bize çokça
selam okusun!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam tekrar:
"Esselamün aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Sa'd yine hafif bir sesle mukabele
etti. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam tekrar: "Esselamün
aleyküm ve rahmetullah!" dediler ve döndüler. Sa'd peşine düştü ve:
"Ey Allah'ın Resulü, ben senin selamını işitiyordum. Ancak, bize daha fazla
selam vermen için alçak sesle mukabele ediyordum" dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti.
Sonra Sa'd, zaferan veya versle boyanmış bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam
ona sarındı. Sonra ellerini kaldırıp: "Allah'ım, Sa'd İbnu Ubade
ailesine mağfiret ve rahmet buyur!" diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek
isteyince Sa'd, bir merkeb yaklaştırdı. Üzerine kadife bir örtü yaymıştı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam merkebe bindi. Sa'd, bana: "Ey
Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu
vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina
edince: "Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri
döndüm."
3337 Avf İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Tebük
Gazvesi sırasında Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a uğradım. Deriden yapılmış
bir çadırda idi. Selam verdim. Selamıma mukabele etti ve: "Gir!"
buyurdu. Ben: "Tam olarak mı, ey Allah'ın Resulü?"
dedim. "Tam olarak gir!" dedi. Ben de girdim." (Ravi)
der ki: "Tam olarak mı gireyim?" diye sorması, çadırın küçüklüğünden dolayı
idi."
3338 Abdullah Büsr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bir kavmin kapısına gelince, yüzüyle kapıya dönmezdi. Sağ
veya sol omuzunu çevirirdi. Sonra da: "Esselamü aleyküm, esselamü
aleyküm!" derdi. Böyle yapışı o sıralarda kapılarda örtü
olmayışındandı."
3339 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Hz. Ömer radıyallahu anh bana anlatmıştı: "Ben Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'dan üç sefer izin istedim ve bana izin verdi."
3340 Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Göz içeri girdi mi artık izin yok." Bir rivayette de şu ziyade
gelmiştir: "İzin istemek görme sebebiyledir."
3341 Yine Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Biriniz yemeğe çağırıldığı vakit, elçi ile birlikte gelince bu
onun için izin sayılır, (ayrıca izin istemeye gerek
yoktur)."
3342 Ata İbnu Yesar (rahimehullah) anlatıyor: "Bir adam
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sordu: "Annemin yanına girerken
izin isteyeyim mi?" "Evet, iste." "Ama ben evde onunla
beraber kalıyorum." "Annenin yanına girerken izin iste!"
"Ama ben ona hizmet ediyorum." "Annenden izin iste! Anneni çıplak
görmen hoşuna gider mi?" "Hayır!" "Öyleyse ondan izin
iste!"
3343 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bana buyurdular ki: "Senin, yanıma girmen
için iznin, perdenin kaldırılması ve benim fısıltımı işitmendir. Seni ben men
edinceye kadar iznim böyle devam edecek."
3344 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelmiştim.
Kapıyı çaldım. "Kim o?" buyurdular. "Benim!" dedim.
(Beni almak üzere) çıktı ama: "Ben! Ben!" diye söyleniyordu.
(Belliydi ki kendimi tanıtma tarzımı) beğenmemişti."
3345 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
hücrelerinden birinden içeriye bakmıştı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
elinde bir okla adama kalktı. Onu batırmak için, ihtiyatla adamın üzerine
gitmesini seyreder gibiyim."
3346 Nesai'nin bir diğer rivayetinde
şöyle gelmiştir: "Bir bedevi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
kapısına geldi. Gözlerini kapının kırıklarına yapıştırdı. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam adamı farketti. Gözünü patlatmak üzere elinde biir
çubukla üzerine yürüdü. Adam hemen sırra kadem bastı. Resulullah "Eğer yerinde
kalsaydın gözünü oyduydum!" buyurdular."
3347 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz bir meclise gelince selam versin. Kalkmak isteyince de selam versin.
Birinci selam sonuncudan evla değildir (ikisi de aynı ölçüde
ehemmiyetlidir.)"
3348 Kelede İbnu Hanbel radıyallahu anh
anlatıyor: "Safvan İbnu Ümeyye radıyallahu anh benimle, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a süt, ağız ve bir miktar salatalık gönderdi. Aleyhissalatu vesselam o
sırada Mekke'nin yukarısında idi. İzin istemeden, selam vermeden
huzuruna girdim. Bana: "Dön, esselamu aleyküm, gireyim mi? de!"
buyurdu. Ben de öyle yaptım."
3349 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana buyurdular ki:
"Ey oğulcuğum, ailene girdiğin zaman selam ver ki, selamın, hem senin üzerine
hem de aile halkına bereket olsun!"
3350 Abdullah İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah'a: "İslam'ın hangi ameli
daha hayırlı?" diye sorulmuştu. "Yemek yedirmen, tanıdığın ve
tanımadığnın herkese selam vermen" diye cevap verdi."
3351 Hz.
Enes radıyallahu anh'in anlattığına göre, kendisi bir grup çocuğa uğrar ve
onlara selam verir. Yanındakilere de şu açıklamayı yapar. "RResûlullah
aleyhissalatu vesselam böyle yapardı!"
3352 Esma Bintu Yezid
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam biz bir grup
kadına uğramıştı, selam verdi." Tirmizi'nin bir rivayetinde: "Eliyle
selamladı" denmiştir.
3353 Ubeydullah İbnu Ebi Rafi, Hz. Ali
radıyallahu anh'den nakletmiştir. Ebu Davud der ki: "Hasan İbnu Ali ise bunu
merfu olarak yani Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam'dan rivayet etmiştir. Bir
cemaat giderken, yeri gelince içlerinden bir kişinin selam vermesi hepsi için
yeterlidir. Oturanlar adına da bir kişinin mukabelesi
yeterlidir."
3354 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'a en makbul insan, karşılaşmada
selama önce davranandır."
3355 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Binekte olan
yürüyene, yürüyen oturana, az çok'a selam verir."
3356 Yine Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah Teala Hazretleri, Hz. Adem aleyhissalam'ı kendi sureti üzere ve
boyunu da altmış zira olarak yaratınca: "Git, şu oturan meleklere
selam ver, onların seni nasıl selamlayacaklarına da dikkat et, dinle. Zira o
selam, senin ve zürriyyetinin selamı olacaktır" dedi. (Bunun üzerine Adem onlara
gidip): "Esselamü aleyküm!" diye selam verdi. Melekler: "Es-selamü
aleyke verahmetullahi" dediler ve selama mukabele ederken verahmetullahi'yi
ilave ettiler. Cennete her giren Hz. Adem suretinde (ve boyu da altmış arşın
boyunda) olacak. Halk şu ana kadar (boyca) hep
eksilmektedir."
3357 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında iken bir adam
gelerek selamı verdi ve: "Esselamu aleyküm!" dedi. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam selamına mukabele etti. Adam da oturdu. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "On (sevap kazandı!)" dediler. Sonra birisi
daha geldi. "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam onun sa-elamına da mukabele etti. Adam oturdu. Aleyhissalatu
vesselam: "Yirmi!" dediler. Sonra biri daha geldi ve:
"Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu" dedi. Resulullah, selamına
mukabele etti, adam da oturdu. Hz. Peygamber bu sefer: "Otuz!"
buyurdular.
3358 Ebu Davud'da Muaz İbnu Enes'ten aynı manada bir
rivayet vardır. Ayrıca şu ziyade yer alır: "Sonra bir diğeri geldi
ve dedi ki: "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu ve mağfiretuhu."
Resûlullah aleyhissalatu vesselam mukabelede bulundu ve: "Kırk
(sevap)" deyip ilave etti: "Böylece (ziyade edilen her kelime için) sevap
artar."
3359 Ebu Temime el-Hüceymi, Ebu Cüreyy el-Hüceymi'den, o
da babasından (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelip: "Aleyke's-selam ya Resulullah. (Sana olsun selam ey Allah'ın
Resulü!)" dedim. Bana hemen müdahale etti: "Aleyke's-selam deme.
Çünkü aleyke's-selam diye verilen selam, ölülerin tahiyyesidir. Selam verdiğin
zaman, "Esselamu aleyke" de! Sana mukabele eden de, "Ve aleykesselam!"
der."
3360 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yahudiler size selam verince onlardan
biri, "es-samu aleyküm" der, sen de ona, "Aleyke!" de."
3361 Hz.
Enes radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü
nakletmiştir: "Ehl-i Kitap size selam verince onlara "Ve aleyküm"
diye cevap verin."
3362 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hıristiyan ve
yahudilerle karşılaşınca önce siz selam vermeyin, (onlar size versinler, siz
mukabele edin). Bir yolda onlarla karşılaşınca, (kenardan geçmeleri için) yolu
onlara daraltın."
3363 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bevl ederken bir adam ona uğradı ve selam
verdi. Ancak Resûlullah aleyhissalatu vesselam, selamına mukabelede
bulunmadı." Ebu Davud'un bir rivayetinde şu ziyade var: "Sonra adama
(selama mukabele etmeyişinin) özrünü beyan etti: "Ben, temiz değilken Allah'ı
zikretmeyi uygun bulmadım."
3364 Katade rahimehullah anlatıyor:
"Hz. Enes radıyallahu anh'a sordum: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabı
arasında müsafaha var mıydı?" Bana: "Evet!" diye cevap
verdi."
3365 Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İki müslüman karşılaşıp musafahada
bulununca, ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka
affedilir."
3366 Tirmizi'nin İbnu Mes'ud'dan kaydettiği bir diğer
rivayette şöyle buyurulmuştur: "(Musafaha etmek üzere mü'min kardeşin) elinden
tutulması selamlaşma cümlesindendir."
3367 Ata el-Horasani
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Musafaha edin ki,
kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki
düşmanlık bitsin."
3368 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında iki kişi hapşırdı. Efendimiz,
bunlardan birine teşmitte bulundu (yani "yerhamukallah!" dedi), diğerine
teşmitte bulunmadı. Niye böyle davrandığı sorulunca: "Şu, Allah
Teala'ya hamdetti, öbürü Allah Teala'ya hamdetmedi!" cevabını
verdi."
3369 Müslim'in Ebû Musa'dan yaptığı bir diğer rivayette
şöyle buyrulmuştur: "Biriniz hapşırır ve hamdederse, ona teşmitte bulunun,
Allah'a hamdetmezse teşmitte bulunmayın."
3370 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kardeşine üç kere teşmitte bulun, üçten fazla (hapşırırsa) artık bu nezle
olmuştur."
3371 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah hapşırmayı sever,
esnemeden hoşlanmaz. öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah'a hamdederse, bunu
işiten her müslüman üzerine, yerhamukallah demesi hak (bir vazife)dir. Ancak
esnemeye gelince, işte bu, şeytandandır. Biriniz namazda esneyecek olursa, imkan
nisbetinde kendini tutsun ve hah diye ses çıkarmasın. Zira bu şeytandandır,
şeytan kendisine gülüyor demektir."
3372 Yine Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hapşırdığı zaman,
yüzünü elleriyle veya elbisesiyle örterdi ve sesini de
kısardı."
3373 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudiler,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın huzurlarında zoraki hapşırırlar ve bununla
kendileri için yerhamukallah demesini umarlardı. Resulullah ise onlara: "Allah
size hidayet versin ve aklınızı ıslah etsin" derdi."
3374 Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim bir hastayı akşam vakti ziyaret ederse onunla mutlaka yetmişbin melek çıkar
ve sabaha kadar onun için istiğfarda bulunur. Ona cennette bir bahçe hazırlanır.
Kim de hastaya sabahleyin giderse, onunla birlikte yetmişbin melek çıkar, akşam
oluncaya kadar ona istiğfarda bulunur. Ona cennette bir bahçe
hazırlanır."
3375 Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hasta ziyaretinde bulunan
kimse, ziyaretten dönünceye kadar cennet meyveleri
arasındadır."
3376 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim abdest alır ve abdestini mükemmel
kılar, sevab ümidiyle müslüman kardeşini hasta iken ziyaret ederse, ateşten,
yetmiş yıllık yürüme mesafesi kadar uzaklaştırılır."
3377 Hz. Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim Allah rızası için bir arkadaşını ziyaret eder veya bir hastaya geçmiş
olsun ziyaretinde bulunursa, bir münadi ona şöyle nida eder: "Dünya ve ahirette
hoş yaşayışa eresin. Bu gidişin de hoş oldu. Kendine cennette bir yer
hazırladın."
3378 Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam gözümdeki bir ağrı sebebiyle beni ziyaret
etti."
3379 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor. "Sa'd İbnu Mu'az,
Hendek savaşı sırasında kol damarından yaralanınca, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam onun için mescide bir çadır kurdurdu. Maksadı, onu daha yakından
ziyaret etmek (ve ilgilenmek)ti."
3380 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim eceli
gelmeyen bir hastayı ziyaret eder v yanında şu duayı yedi kere okursa, Allah ona
bu hastalığından mutlaka şifa verir: Es'elullahe'l-azime Rabbe'l-Arşi'l-azimi en
yeşfike. (Büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'tan senin için şifa taleb
ediyorum.)"
3381 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir hastanın yanına girince, ona sağlık
ve uzun ömür temennisiyle onu rahatlatın. Zira böyle yapmak onun gönlünü hoş
eder."
3382 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudilerden bir
çocuk Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hizmet ediyordu. bir gün hastalandı.
Resulullah onun ziyaretine geldi. Baş ucunda oturdu ve: "Müslüman ol!" buyurdu.
Çocuk yanında durmakta olan babasına baktı. Babası da: "Ebu'l-Kasım'a itaat et!"
emretti. Çocuk derhal müslüman oldu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam oradan
ayrıldığı vakit şöyle diyordu: "Onu benim vesilemle ateşten kurtaran
Allah'a hamdolsun."
3383 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Hastayı ziyaret ederken az oturmak ve az gürültü yapmak
sünnettendir."
3384 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Mekke'ye geldiği zaman kendisini,
Abdulmuttaliboğullarının çocukları karşıladılar. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam birini önüne, diğerini de arkasına
bindirdi."
3385 Abdullah İbnu Cafer radıyallahu anhüma,
İbnu'z-Zübeyr'in, kendisine şunları söylediğini anlatmıştır: "Hatırlar mısın,
hani biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı karşılamıştık: Ben, sen ve İbnu
Abbas!" Abdullah: "Evet hatırlıyorum," demiş ve ilave etmiştir:
"Bizi bineğine almış, seni terketmişti."
3386 Hz. Muaz radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ufeyr denen merkebinin
terkkisinde idim."
3387 Ebu'l-Müleyh, bir adamdan naklen demiştir
ki: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın terkisinde idim. Hayvanın ayağı
kaydı. Ben, "Kör şeytan!" demiş bulundum. Bana: "Böyle söyleme, zira
böyle söylersen o büyür, hatta ev kadar olur ve "kendi gücümle onu yere attım!"
der. Fakat sen: "Bismillah!2 de, zira böyle söylersen o küçülür ve sinek kadar
olur."
3388 Abdullah İbnu Büreyde, babasından (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Beraberinde bir merkeb olan bir zat Hz. Peygamber'e
gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Bin!" dedi ve adam (kayarak, hayvanın)
terkisine geçti. Aleyhissalatu vesselam: "Hayır, hayvanın önüne
binmeye sen benden daha çok hak sahibisin, hakkını bana bağışlarsan o başka!"
buyurdu. Adam da: "Önü sana bağışladım!" dedi. Bunun üzerine hayvana
bindi."
3389 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hz. Cebrail aleyhisselam bana komşu
hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını
zannettim."
3390 Amr İbni Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu
anhüma anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma için bir koç kesildi. İbnu Ömer,
ailesine: "Ondan yahudi komşunuza hediye ettiniz mi?" diye sordu. "Hayır!"
cevabını alınca: "Bundan ona da gönderin. Zira ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın: "Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız
tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını zannettim" dediğini işittim"
buyurdu."
3391 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Komşusu,
zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez."
3392 Yine Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:; "kim allah'a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah'a ve
ahirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah'a ve ahirete
inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin."
3393 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "(Bir gün), ey Allah'ın Resulü! dedim, iki komşum
var, hangisine (öncelikle) hediyede bulunayım?" "Sana kapı
itibarıyla hangisi yakınsa ona!" cevabını verdi."
3394 Buhari ve
Müslim'in Ebu Hüreyre radıyallahu anh'tan yaptığı bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdu ki: "Komşu kadın, komşu
kadından gelen koyun paçasını bile küçük görmesin."
3395 Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden kimse, duvarına, komşusunun kiriş saplamasına mani
olmasın." Ebu Hüreyre'den hadisi rivayet eden zat der ki: "Ebu
Hüreyre radıyallahu anh, sonra şunu ilave etti: "Görüyorum ki, bunu hoş
karşılamadınız. Allah'a yemin olsun, onu omuzlarınız arasına
uzatırım."
3396 Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor:
"Ensar'dan bir zatın bahçesinde benim bodur bir hurma ağacım vardı. O zat
ailesiyle beraberdi. Semüre, kendi ağacına gitmek üzere bahçeye girerdi. Bu
girişten bahçe sahibi rahatsız oluyordu. Kendisine o ağacı (bir başka yerdeki
ağaçla) değiştirmeyi taleb etti. Ama Semüre kabul etmedi. Bunun üzerine Ensari
radıyallahu anh Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelip durumu anlattı.
Resûlullah Semüre'ye o ağacı satmasını taleb etti; fakat o kabül etmedi. Bu
sefer (bir başka yerdeki ağaçla) değiştirmeyi teklif etti, o bunu da kabul
etmedi. Resûlullah: "Ağacı ona bağışla!" dedi ve buna rağbet etmesi için "şöyle
şöyle ecir var!'' buyurdu. Semüre yine, kabul etmedi. Bunun üzerine Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Sen muzır birisin!" dedi. Sonra Ensari zata
dönüp: "Git, onun hurmasını sök!" buyurdu."
3397 Ebu
Sırma radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: Kim (bir müslümana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim de (bir
müslüman) ile, nizaya, husümete girerse Allah da onunla husumete
girer.''
3398 Hz. Ebu Eyyüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki : Bir müslümana, kardeşine üç günden fazla
küsmesi helal değildir. Yani, bunlar karşılaşırlar da her biri diğerinden yüz
çevirir. Bu ikisinden hayırlı olanı, birinci olarak selam
verendir."
3399 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: Bir mü'minin diğer bir mü'mine üç günden
fazla küsmesi helal olmaz. Üzerinden üç gün geçince, ona kavuşup selam versin.
Eğer o selama mukabele ederse ecirde her ikisi de ortaktır. Mukabele etmezse
günah onda kalmıştır.'' Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: Kim
üç günden fazla küs kalır ve ölürse cehenneme girer.''
3400 Ebu
Hıraş es-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: Kim kardeşine bir yıl küserse, bu tıpkı kanını dökmek
gibidir.''
3401 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ameller her perşembe ve
pazartesi günü arzedilir. Aziz ve Celil olan Allah o gün, Allah'a hiçbir şirk
koşmayan kulun günahını affeder. Bundan sadece kardeşiyle arasında düşmanlık
olanı istisna eder, (onu affetmez) ve der ki: "Bu ikisini barışıncaya kadar
terkedin."
3402 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Safiyye
Bintu Huyeyy 'in devesi hastalandı. Zeyneb Bintu Cahş'ın yanında fazla deve
vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ona: "Safiyye'ye bir deve
ver!" buyurdu. Zeyneb: "Ben bu yahudi kızına deve mi verecek
mişim?'' diyerek (red cevabı verdi). Resûlullah aleyhissalatu vesselam ona
kızıp, Zilhicce ve Muharrem ayları ile Safer ayının bir kısmı boyunca
küstü.''
3403 Hz. Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"(Birgün) Resûlullah aleyhissalatu vesselam minbere çıkıp yüksek sesiyle şöyle
nida etti: "Ey diliyle müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş
olan (münafık)lar! Müslümanlara eza vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını
araştırmayın. Zira kim, müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da
kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin
içinde (insanlardan gizli) bile olsa rüsvay eder.'' İbnu Ömer bir
gün Ka'be'ye nazar etti ve: "Şanın ne yüce, hürmetin ne yüce! Ancak
mü'minin Allah yanındaki hürmeti senden de yüce!''
dedi.''
3404 Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri
diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur.''
3405 Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyamet günü onu mutlaka
örter.''
3406 Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "İbnu Mes'ud radıyallahu
anh'a (bir adam) getirilip: "Şu herif falancadır, sakalından şarap damlıyor''
denildi. Abdullah radıyallahu anh: "Ben tecessüsten men edildim.
Lakin bize bir şey zahir olursa onu ele alırız!" cevabını
verdi."
3407 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sakın bir erkek, yanında
mahremi olmadıkça yabancı bir kadınla yalnız kalmasın."
3408 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Aklında bir şeyler olan bir kadın vardı. Bir
gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah'ın Resulü! Benim
sana bir ihtiyacım var!'' dedi. Aleyhissalatu vesselam: Ey ümmü
fülan, yollardan hangisini dilersen bak da ihtiyacını göreyim" dedi. Kadınla
birlikte bir sokağa gitti, kadın da ihtiyacını arzetti."
3409 Hz.
Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a ani
bakıştan sordum. Bana: "Nazarını hemen çevir!''
buyurdu.''
3410 Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Hz. Ali radıyallahu anh'a buyurdular ki: "Ey
Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış
aleyhinedir."
3411 Hz. Enes radıyaIlahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Fatıma radıyallahu anha'ya, bir köle getirdi. Bunu ona
hibe etmişti. Hz. Fatıma'nın üzerinde (çok uzun olmayan bir elbise vardı,
elbiseyi başına çekecek olsa öbür ucu ayaklarına ulaşmıyordu. Elbisesiyle
ayaklarını örtecek olsa üst ucu başına yetişmiyordu. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, örtünme hususunda maruz kaldığı sıkıntıyı görünce: "Bu
kıyafette olmanın sana bir mahzuru yok, zira, karşındakiler baban ve kölendir''
buyurdu.''
3412 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam yanımda idi. Evde de bir muhannes vardı. Bu
muhannes, Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah İnu Ebi Ümeyye'ye: "Ey Abdullah,
şayet yarın Allah Taif'in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylan'ın kızını
göstereceğim. Çünkü o, gelirken dört, giderken sekizdir" der. Bu söz üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Böyleleri bir daha yanınıza girmesin"
buyurdu. Bu sözüyle muhannesleri kasdetmişti. Bundan sonra onu, (evlerine
girmekten) men ettiler.''
3413 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam erkeklerden kadınlaşanları,
kadınlardan da erkekleşenleri lanet etti ve: "Onları evlerinizden çıkarın!"
şeklinde ferman buyurdu."
3414 Ümmü Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında idim. Yanında
Meymune Bintu'I-Haris radıyallahu anha da vardı. (Bu esnada) İbnu Ümmi Mektum
bize doğru geliyordu. -Bu vak'a, tesettürle emredilmemizden sonra idi- ve
yanımıza girdi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize: "Ona karşı
örtünün!'' emretti. Biz: "Ey Allah'ın resulü! O, ama ve bizi
görmeyen (ve varlığımızı tanımayan) bir kimse değil mi?'' dedik. Bunun
üzerine: "Siz de mi körlersiniz, siz onu görmüyor musunuz?"
buyurdu."
3415 Ebu Üseyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin
karışmış vaziyette olduklarını görünce, kadınlara: "Sizler geride
kalın. Yolun ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!" ferman buyurdu. Bundan
sonra, kadınlar nerdeyse duvara değecek şekilde yürürdü. Bazan bu değmeler
sebebiyle, elbisesinin duvara takıldığı olurdu."
3416 İbnu Ömer
radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, erkeğin iki
kadın arasında yürümesini yasakladı.''
3417 İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kadın avrettir, dışarı çıktı mı şeytan ona muttali
olur."
3418 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kadınlarından biriyle beraber idi. Yanından bir adam
geçti. Aleyhissalatu vesselam adamı çağırarak: "Bu benim zevcemdir!"
dedi. Adam: "Ey Allah'ın Resulü! Ben herkesten şüphe etsem de sizden
şüphe etmem!'' deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Şeytan insana kanın
nüfuz ettiği gibi nüfuz eder!" buyurdular.
3419 Ebu Zerr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana:
"Ey Ebu Zerr!" dedi. Ben: "Ey Allah'ın Resulü, buyurun!
Emrinizdeyim, canım sana feda olsun!" diye cevap verdim."
3420 Ebu
Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sadece mü'minle arkadaşlık et. Senin yemeğini
muttaki olan yesin."
3421 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi dostunun dini üzeredir.
Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat
etsin."
3422 Ebu'd-derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size oruç, namaz ve sadakanın
derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey
Allah'ın Resulü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını
düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır."
Tirmizi'de şu ziyade gelmiştir: "Ben saçı kazır demiyorum, velakin dini kazır
(diyorum)."
3423 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. Ömer
radıyallahu anh, el-Cabiye'de bize hitaben: "Ey insanlar, dedi. Ben,
(şu hutbeyi okumak üzere) aranızda kalkıyorum, tıpkı, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ın da bizim aramızda kalktığı gibi. (O kalkıp) şöyle demişti: "Size
Ashabımı, sonra da onların peşinden gelecekleri (sonra da bunların peşinden
gelecekleri) tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan, öylesine
yayılacak ki, kişi, kendisinden yemin taleb edilmediği halde yemin edecek,
şahidliği istenmediği halde şehadette bulunacak. Haberiniz olsun, bir erkek bir
kadınla baş başa kaldı mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Size cemaati
tavsiye ederim. Ayrılıkdan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki
kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın. Kimi
yaptığı hayır sevindirir ve kötülüğü de üzerse, işte o,
mü'mindir."
3424 Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri bir meclis veya bir çarşıdan
geçerken elinde ok bulunduğu takdirde, okun demir kısmını tutsun, onunla bir
müslümanı yaralamasın." Ebu Musa radıyallahu anh derdi ki: "Biz
vallahi, onları ölmezden önce birbirimize yönelttik."
3425 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam çıplak
olarak kılınç teati edilmesini yasakladı."
[TOP]
SUAL
Kimlik alan
2206 Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben sizi terkettikçe siz de beni
bırakınız. Zira, sizden öncekileri, suallerinin çokluğu ve peygamberleri
üzerindeki ihtilafları helak etmiştir. Öyle ise sizi birşeyden nehiy mi ettim
(niçin, neden? diye sormaya kalkmadan) ondan kaçının. Bir şey emrettiğim zaman
da onu elinizden geldiğince yapmaya çalışın, (soru
sormayın)."
2207 Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müslümanlar içinde,
müslümanlara karşı en büyük cürüm işleyen kimse odur ki, haram kılınmamış olan
bir şey hakkında soru sorar da bu suali sebebiyle o şey haram
kılınıverir."
2208 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhisssalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar sizlere ilimden
sormaya devam ederken şunu demeye kadar gelirler: "Anladık, AIIah herşeyin
yaratıcısıdır, pekiyi AIIah'ın yaratıcısı kimdir?" Ebu Hüreyre, bir adamın
elini tutarak ilave etti: "Allah ve Resülü doğru söyledi. Bana bunu iki kişi
sordu; bu, üçüncüsüdür."
2209 Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde
şöyle der: "Bunu söyledikleri zaman siz: "Allah birdir, Allah sameddir (ne bir
yaratıcıya ne de bir başka şeye muhtaç değildir), doğurmadı, doğurulmadı da.
O'nun bir dengi de yoktur" deyin, sonra solunuza üç kere tükürüp istiaze ile
şeytandan Allah'a sığının."
2210 Yine Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanların şerlileri,
ulemaya (birşey öğrenmek için değil), onları yanıltmak için zararlı meselelerden
soru soranlardır."
2211 Ebu Sa'lebe eI-Huşeni (radıyallahu
anh)anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah bir
kısım farzlar koymuştur, siz bunları daraltmayın. Bir kısım da sınırlar
(yasaklar) koydu. Bunlara tecavüz etmeyin. Bazı şeyleri de haram kıldı, onlara
yaklaşmayın. Bazı şeyleri de (farz, sınır, haram diye tavsifetmeden mutlak)
bırakmıştır. Bunları, unutarak bırakmış değildir. Öyle ise onları (farz mı,
haram mı.. vs. diye didikleyip) araştırmayın."
[TOP]
SUFA
Kimlik alan
6734 Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam taksim edilemeyen malda suf'a
hakkı tanıdı. Eğer (taşınamaz mal taksim edilip) hududlar belli olursa artık
suf'a hakkı yoktur."
6735 İbnu Ömer radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Suf'a (hakkı) devenin bağlı
bulunduğu ipi çözmek gibidir (ipi çözülen deve kaçırıldığı gibi, kullanılmayan
suf'a hakkı da kaçırılır)."
6736 İbnu Ömer radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir ortak diğer
bir ortaktan önce (üçüncü bir ortagın hissesini suf'a yoluyla) satın aldığı
zaman, diğer ortağın, hisseyi satın alan ortağa karşı suf'a hakkı yoktur. Buluğ
çağına varmamış ortak ve gaib (yani hazır bulunmayan) ortak için de suf'a hakkı
yoktur."
[TOP]
ŞEYTAN
Kimlik alan
7083 Hz.Aişe radiyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam bir kuşun peşinde koşan bir adam görmüştü. "
şeytanı takip eden bir şeytan!" buyurdu."
7084 Hz.Osman ve Hz.Enes
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir güvercinin
peşine takılan bir adam görmüştü. "Bir şeytanı kovalayan bir şeytan"
buyurdu."
[TOP]
ŞİİR
Kimlik alan
2278 Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şiirde hikmet
vardır"
2279 Ebu Davud'da İbnu Abbas (radıyalahu anhüma)'dan
yapılan bir rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir bedevi
geldi. (Dikkat çekici bir üslubla) konuşmaya başladı. Efendimiz (aleyhissalatu
vesselam): "Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır, şurası da
muhakkak ki şiirde de hikmetler vardır" buyurdu."
2280 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sizden birinin içine onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından
hayırlıdır." el-Hudri den Müslim'in kaydettiği bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yürümekte iken karşısına şiir
inşad eden bir şair çıktı. Efendimiz: "Şeytanı tutun" veya "Şeytanı yakalayın"
diye emretti.
2281 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şair Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)
için mescide hususi bir minber koymuştu. Hassan, orada kurulup mufahara yapar
veya Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı hasımlarına karşı müdafaa ederdi.
Aleyhissalatu vesselam: "Allah (c.c.) Hassan'ı, Resûlullah'ı müdafaa ettiği veya
onun adına mufahara yaptığı müddetçe Rühu'l-Kudüs'le takviye etmektedir"
derdi."
2282 Amr İbnu'ş-Şerrid, babasından (Şerrid'den naklen
radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün ben Resûlullah'ın bineğinin arkasına
binmiştim. Bir ara bana: "Hafızanda Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın
şiirinden birşeyler var mı?" diye sordu. Ben: "Evet!" deyince:
"Söyle!" dedi. Ben kendisine bir beyt okudum. O yine: "Devam et!"
dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine, "Söyle!" emretti. Böylece
kendisine yüz beyit okudum."
2283 Cabir İbnu Semure (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ben, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la yüz defadan fazla
birlikte oturdum. Ashabı ona şiirler okuyor, cahiliye devriyle ilgili hadiseleri
zikrediyorlardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da sakitane onları
dinlerdi. Bazan (anlatılanlara) onlarla birlikte tebessüm buyurduğu
olurdu."
2284 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Umretu'l-kaza sırasında Mekke'ye girdiği zaman şairi
Abdullah İbnu Ravaha, önünde yürüyor ve şu Şiiri okuyordu: "Ey kafir
çocukları (Resûlullah'a) yol açın! Bugün ona gelen vahiy adına,
size, Öyle bir vururuz ki, tepenizi yerinden uçurur, Ve
dostu dostuna unutturur." Bunu gören Hz. Ömer: "Ey İbnu
Ravaha! Sen Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın önünde ve Allah'ın Harem
bölgesinde şiir mi okuyorsun?" dedi. Ancak Resûlullah: "Ey Ömer
bırak onu. Onun şiirleri, Mekkeli kafirlere okdan daha çabuk tesir eder!"
diyerek müdahale etti."
2285 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın (kafilenin yürüyüş temposunu
ezgileriyle) canlı tutan bir kölesi vardı, adı Enceşe idi. Bu zat güzel sesli
birisiydi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona: "Ey Enceşe ağır
ol! Şişeleri kırma -veya şişeleri sevkederken ağır ol- dedi. Şişe ile zayıf
kadınları kastediyordu."
2286 Heysem İbnu Ebi Sinan'ın anlattığına
göre, bu zat, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'yı Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı zikrettiği kıssalarında dinlemiştir. (Bu kıssaların birinde) Ebu
Hüreyre, Efendimizin şu sözünü nakletmiştir: "0 sizin bir
kardeşinizdir, uygunsuz bir söz söylemez." (Ravilerden Zühri der ki),
"Resûlullah, burada İbnu Ravaha'yı kastetmiştir." (Abdullah İbnu Ravaha,
Efendimiz hakkında şu medhiyede bulunmuştur:) "Tan yeri ağarıp
fecr-i sadık yükseldiği sırada Resûlullah, bize Kitabını okuyarak
geldi. 0 bize körlükten (dalaletten) sonra hidayeti gösterdi.
Kalblerimiz onun söylediklerinin hak olduğuna inanmıştır. Kafirlere yatakları
ağırlık verirken, Resülümüz geceyi uyanık geçirir."
2287 Hz. Bera
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Kureyza günü,
(şairi) Hassan İbnu Sabit'e: "Müşrikleri hicvet, zira Cebrail
seninle beraberdir!" dedi."
2288 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Hassan İbnu Sabit, (Mekkeli) müşrikleri hicvetmek için Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vessellam)'den izin istedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Benim nesebimi nasıl hariç tutacaksın?" dedi. Hassan (radıyallahu
anh): "Senin (nesebini) sade yağdan kıI çeker gibi, onlardan çekip
çıkaracağım!" Cevabını verdi." Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade
mevcuttur: "(Hassan) dedi ki: "Şerefin en yükseği Al-i Haşim'den Bintu
Mahzumoğullarındandır. Senin baban ise köledir."
2289 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle
söylediğini işittim: "Hassan onları -yani müşrikleri- hicvetti, hem
şifa verdi, hem de şifa buldu." Hassan (radıyallahu anh) buyurdu ki:
"Sen Muhammed'i hicvettin, ben de onun adına cevap veriyorum. Bu
işimde Allah katında mükafaat vardır. Sen Muhammed'i nezih,
müttaki, ResüIuIIah vefakar, ahlaklı olduğu halde hicvettin. Sen
O'na derik olmadığın halde O'nu hiciv mi ediyorsun? İkinizden
hangisi kötü ise iyi olana feda olsun. Muhakkak ki, babam, babası ve
ırzım, Muhammed'in ırzını sizden korumak için
muhafızdır. Kızcağızımı kaybedeyim, şayet siz atlarımızı
Keda'nın etrafını toz duman etmiş göremezsiniz. O atlar, üzerinize
gemlerini çekerek gelirken, Sırtlarında ince mızraklar
vardır. Atlarımız pek hızlı koşarlarken, Kadınlar
başörtüleriyle tozlarını alırlar. Şayet bizden yüz çevirirseniz umre
yaparız, Fetih geldi mi; perde kalkar. Aksi takdirde
öyle bir günün kavgasını bekleyin ki, O günde AIIah dilediğini aziz
kılacaktır. AIIah der ki: "Ben bir kul gönderdim, O
hakkı söyler, kendisinde hiçbir gizlilik yoktur." AIIah der ki: "Ben
bir ordu hazırladım, Bu ordum emeli cihad olan
Ensardır." Biz (Ensariler)e her gün Kureyş'ten Ya
sövmek, ya kavga, ya da hiciv vardır Öyle ise, sizden kim
ResüIuIIah'ı hicveder, Veya över veya yardım ederse bizce
birdir. AIIah'ın Resülü Cibril aramızdadır.
Rühu'I-Kudüs'ün bir dengi yoktur."
2290 Ebu Hüreyre anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir şairin söylediği en
doğru söz Lebid'in söylediği şu sözdür: "Haberiniz olsun, Allah'tan başka her
şey batıldır. Ümeyye İbnu Ebi's-Salt müslüman olayazdı."
2291 Hz.
Aişe (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre, kendisinden, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şiirden birşeyler terennüm edip etmediği sorulmuştur
da şu cevabı vermiştir: "Evet, İbnu Ravaha'nın şiirini terennüm eder
ve şu mısraı okurdu: "Kendisine azık vermediğin kimseler sana haber
getirecek."
2292 Cündeb İbnu AbdiIIah (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Biz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile beraber olduğumuz bir anda
kendilerine bir taş isabet etti, kaydı ve parmağı kanadı. Bunun
üzerine: "(Parmağım ne sızlarsın?) Sen ancak kanayan bir parmak
değil misin? (Bu kazaya da, boşa değil) Allah yolunda uğradın"
buyurdu."
7082 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İftira yönüyle insanların en büyüğü, bir
adamı hicveden ve tümüyle bir kabileyi hicveden kimsedir. Keza, babasını inkar
edip annesini zina ile itham eden kimsedir."
[TOP]
ŞİRKETLER
Kimlik alan
2274 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Zülcelal
hazretleri buyurdu ki: "Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe iki ortağın
üçüncüsü ben olurum. Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından
çekilirim." Rezin şunu ilave etmiştir: "... Şeytan
gelir."
2275 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Ammar
ve Sa'd, üçümüz Bedir'de nasibimize düşecek ganimette ortak olduk. Derken Sa'd,
iki esirle geldi, Ammar ve ben ise hiçbirşey
getiremedik."
2276 Zühre İbnu Ma'bed, ceddi Abdullah İbnu
Hişam'dan naklen anlatıyor: "Abdullah Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
görmüş idi. Annesi Zeyneb Bintu Humeyd onu (Abdullah'ı) Resûlullah'a götürüp
şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resülü; bundan biat al!" Aleyhissalatu
vesselam efendimiz: "0 henüz küçük!" deyip başını okşadı, bereketle
dua etti. Onu (Zühre İbnu Ma'bed'i) ceddi AbduIIah İbnu Hişam
çarşıya çıkarır, yiyecek satın alırdı. Bir gün, ona İbnu Ömer'le, İbnu'z-Zübeyr
(radıyallahu anhüma) rastladılar: "(Satın aldıklarına) bizi de ortak
kıl, zira Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sana bereketle dua buyurdu!"
dediler. O, (bu teklifi kabul ederek) onları ortak yaptı. (Abdullah
İbnu Hişam o duanın bereketine) bazan bir deve yükü kar ederdi de olduğu gibi
eve gönderirdi."
2277 Saib İbnu Ebi's-Saib (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a geldim. Beni O'na zikredip
hakkımda medh u senada bulun(arak tanıt)maya başladılar. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: "Ben onu sizden iyi tanırım!"
buyurdu. Ben (hemen atılıp): "Annem, babam sana kurban olsun dedim,
doğru söyledin, zira sen benim ticaret ortağım idin, sen ne iyi ortaktın, ne
itham görmüştüm, ne de münakaşa yapmıştık!"
[TOP]
TAHARET
Kimlik alan
3480 Ümmü Kays Bintu Miksan radıyallahu anha
anlatıyor: "Ben, henüz yemek yemeyen küçük bir oğlumla Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gitmiştim. Varınca, çocuğu kucağına oturttu. Derken çocuk elbisesine
akıttı. Su getirtip elbisesine serpti, fakat yıkamadı." Bir
rivayette: "...çileti" denmiştir.
3481 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte mescidde
otururken bir bedevi çıkageldi. Durup mescidin içine akıtmaya başladı.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashab'ı kalkıp: "Dur! dur!"
diyerek (üzerine yürümeye) kalktılar ki Resûlullah aleyhissalatu vesselam
müdahale etti: "Kestirmeyin, bırakın tamamlasın." Ashab müdahale
etmedi, adam da ihtiyacını tamamladı. Sonra Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
adamı yanına çağırdı ve: "Bu mescidler, idrar ve pislik bırakma yeri
değildir. Allah'ın zikredildiği yerlerdir. Buralarda namaz kılınır. Kur'an
okunur" dedi. Sonra cemaatten birine bir kova su getirmesini emretti. Kova
gelince sidiğin üzerine boşalttı."
3482 Ebu Hüreyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, mescidde otururken, bir
bedevi girip iki rek'at namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı:
"Allah'ım, bana da, Muhammed'e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet
etme!" Resûlullah aleyhissalatu vesselam atılıp: "Geniş
alanı darattın!" dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı.
Halk da hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onları
yasaklayıp: "Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar
olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!" ferman
buyurdular."
3483 Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle
denmiştir: "Üzerine akıttığı toprağı alın ve onu atın, yerine su
dökün!" Ebu Davud der ki: "Bu rivayet mürseldir. Çünkü İbnu Ma'kıl,
Resûlullah'la karşılaşmadı."
3484 Ebu Abdullah el-Cüşemi
anlatıyor: "Bize Cündüp radıyallahu anh anlattı ve dedi ki: "Bir bedevi geldi.
Devesini önce ıhtırdı, sonra bağladı. En sonra mescide girip Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın arkasında namaz kıldı. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam selam verince, bedevi bineğinin yanına gelerek bağını çözüp, üzerine
bindi. Sonra da seslice şöyle duada bulundu: "Allahım, bana ve
Muhammed'e rahmet et. Rahmetimizde bir başkasını bize ortak kılma!" Resûlullah
aleyhissalatu vesselam müdahale edip: "Bunu mu, yoksa devesini mi,
hangisini daha şaşkın görüyorsunuz? Ne söylediğini duymadınız mı?" buyurdular.
Oradakiler: "Evet! duyduk" dediler."
3485 Ümmü Seleme radıyallahu
anha anlatıyor: "Bir kadın bana: "Ben eteğimin zeylini fazla uzatıyorum ve pis
yerlerde de yürüyorum? (Bu hususta ne dersiniz?)" diye sordu. Ben de ona
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "(Pis yerlere değen eteği)
ondan sonrası temizler" dediğini söyledim."
3486 Ebu Davud'un bir
diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Beni Abdu'l-Eşhel'den bir kadın
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim. Bizim, mescide giden yolumuz
pis kokulu (topraktır). Yağmur yağınca ne yapalım?" "Sizinkinden
sonra, ondan daha temiz bir yol yok mu?" diye sordu. "Evet!"
deyince: "İşte bu öbürünü telafi eder, (temizler)!"
buyurdu."
3487 Yine Ebu Davud'da Ebu Hüreyre'den bir rivayet
şöyle: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri,
ayakkabısıyla bir pisliğe basarsa, bilesiniz, toprak onu
temizler."
3488 İbnu Abbas radıyallahu anhüma diyor ki: "Elbisen
yaş bir pisliğe değdi ise veya öylesi bir necasete ayakkabınla bastı isen, o
pisliği su ile yıka. Pislik kuru ise, bir beis yok."
3489 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın elbisesine
bulaşan meniyi yıkıyordum. O, elbisesinde ıslak kısım (kurumamış) olduğu halde
namaza giderdi."
3490 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Hz. Aişe radıyallahu anha'ya bir zat misafir oldu. Adam sabahleyin,
elbisesini yıkamaya başladı. Hz. Aişe ona: "Sana, (meni) bulaşan
yeri (gördüysen) orasını yıkaman kafi idi, göremediğin takdirde etrafını
yıkardın. Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın elbisesinden (meni
bulaşığını) ovalamak suretiyle çıkardığımı biliyorum. O, (bir de yıkamaksızın)
onun içinde namaz kılardı." Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:
"İyi biliyorum kurumuş meni bulaşığını Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
çamaşırından tırnağımla kazıyarak çıkarıyordum."
3491 Yahya İbnu
Abdirrahman İbni Hatıb'ın anlattığına göre, Hz. Ömer radıyallahu anh'la
-içerisinde Amr İbnu'l-As radıyallahu anh'ın da bulunduğu bir cemaatle birlikte
umre yapmıştır -sefer esnasında su kaynaklarından birine yakın olan bir yolda
Hz. Ömer, sabaha doğru mola verdi. (Herkes gibi kendisi de yattı. Bu esnada)
ihtilam oldu. Sabah olunca kafilede, (yıkanması için yeterli) su bulunamadı.
Hayvanına binip (yakınındaki) suya kadar geldi. Derhal bu ihtilamdan kalan meni
bulaşığını yıkamaya başladı. Derken ortalık ağardı. Amr İbni'l-As radıyallahu
anh, Hz. Ömer'e: "Sabah oldu. Yanımızda temiz elbise var, şu
elbiseni (yıkamayı) bırak, bilahare yıkanır" dedi. Ancak Hz. Ömer
kendisine: "Ey İbnu'l-As, hayret doğrusu! Yani sen elbise buldun
diye herkes elbise mi bulacak? Allah'a yemin olsun ben senin söylediğini yapsam
bu bir sünnet olur. Hayır, ben gördüğüm (meniyi) yıkarım ve görmediğime de su
çiler (temizlenmiş addeder)im!'' dedi.''
3492 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma buyurmuştur ki: "Meni, sümük menzilesindedir. Öyleyse bunu
kendinden, izhir otuyla da olsa sil at!"
3493 Esma Bintu Ebi Bekr
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kadın Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
gelerek: "(Ey Allah'ın Resülü!) Birimizin çamaşırına hayız kanı
bulaşınca ne yapmalıdır?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Önce
kazır, sonra parmak ucuyla bulaşan yeri yıkar, sonra da (kan görülmeyen yere) su
çiler" buyurdu."
3494 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"(Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın zevceleri olan) bizlerden her birinin,
içinde hayız olduğu bir tek elbisesi vardı. Ona hayız kanı değecek olsa, onu
tükrüğü iIe ıslatır, sonra onu tırnağı ile ovalar (yıkar)dı"
dedi.''
3495 Buhari'nin bir diğer rivayeti şöyle: "(Hz. Aişe) dedi
ki: "Bizden biri hayız olur, sonra temizlenince, (bulaşma) kanı, elbisesinden
kazır ve elbisenin geri kısmına su serper sonra da içinde namaz
kılardı."
3496 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kaba, köpek banmışsa,
onun temizlenmesi, yedi kere su ile yıkanmasına bağlıdır, hatta bunların ilki
toprakla olmalıdır."
3497 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Köpekler Resûlullah aleyhissalatu vesselam devrinde mescidin içinde gidip
gelirlerdi. Bu sebeple mescidi yıkamak için içine su
serpmezlerdi."
3498 Kebşe Bintu Ka'b İbnu Malik -ki, İbnu Ebi
Katade'nin nikahı altında idi- anlatıyor: "Ebu Katade radıyallahu anh yanıma
girdi. Kendisine abdest suyu hazırladım. Bu sırada, sudan içmek üzere bir kedi
geldi. Ebu Katade kabı uzattı, kedi içti." Kebşe sözlerine devamla
der ki: "Ebu Katade kendisine bakmakta olduğumu gördü ve: "Ey
kardeşimin kızı, buna hayret mi ediyorsun?" dedi. Ben de: "Evet!"
demiş bulundum. Bunun üzerine: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam:
"Kedi necis değildir. Kedi sizin etrafınızda çokça dolaşır" buyurdular."
dedi."
3499 Davud İbnu Salih İbni Dinar et-Temmar, annesinden
anlatıyor: "Efendim beni, Hz. Aişe radıyallahu anha'ya bir miktar yemekle
gönderdi. Gelince Hz. Aişe'yi namaz kılıyor buldum. Bana, elimdekini koymamı
işaret etti. (Ben de bıraktım). Ancak bir kedi gelerek üzerinden
yedi. Hz. Aişe radıyallahu anha, namazından çıkınca, kedinin yediği
yerden yemeği (bir miktar) yedi. Sonra da şu açıklamayı yaptı: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Kedi necis değildir, o sizi çokça dolaşan birisidir"
demişti. Ben ayrıca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın kedinin artığıyla
abdest aldığını gördüm.''
3500 Meymune radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a yağa düşen fareden soruldu. Aleyhissalatu
vesselam: "Onu ve etrafındaki kısmı atın, yağınızı yiyin
buyurdu."
3501 Ebu Davud'un Ebu Hüreyre'den kaydettiği bir
rivayette şöyle gelmiştir: "(Eğer yağ) donmuşsa fareyi ve etrafındaki yağı
kaldırıp atın, yağ sıvı ise, artık ona yemek niyetiyle)
yaklaşmayın."
3502 Yine Ebu Davud'da Ebu Sa'id radıyallahu anh'tan
kaydedilen bir rivayette denir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir koyunu
beceriksizce yüzmekte olan bir köleye uğramıştı. Ona: "Çekil de sana
göstereyim!" dedi. Derhal elini deri ile et arasına soktu. Elini, bütün kolu
koltuğa kadar derinin altında kalacak şekilde ilerletti. Sonra gidip abdest
almadı halka namaz kıldırdı.." Bir rivayette, "Yani suya değmedi"
ziyadesi vardır.
3503 Mersed İbnu Abdillah el-Yezni anlatıyor:
"İbnu Ya'le es-Seba'i'nin üzerinde bir kürk gördüm ve elimle dokundum.
Bana: "Kürke niye elini değdin?'' dedi. Ben bu hususta İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'ya sordum ve dedim ki: "Biz Mağrib'te yaşıyoruz. Bizimle
birlikte Berberiler ve Mecusiler de var. Onlar bize kestikleri koyunu
getiriyorlar. Kestiklerini yemiyoruz. Bize, içerisine iç yağı konmuş deriden
mamul dağarcık getiriyorlar (bunu kabul edelim mi)?" İbnu Abbas cevaben dedi
ki: "Bundan biz de Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
sormuştuk: "Derinin debbağlanması onun temizliğidir''
buyurdular.'' Nesai'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Onların,
içerisinde süt ve su bulunan kırbaları (deriden mamul su kapları) var...''
gerisi yukarıdaki gibi.
3504 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, ölmüş (ve terdekilmiş) bir koyuna
rastlamıştı. "Bunun derisinden faydalanmıyor musunuz?'' buyurdular.
Oradakiler: "Ama bu meytedir (leşdir, istifadesi caiz değildir)''
dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Meytenin yenmesi haramdır!''
buyurdular.'' Bir başka rivayette: "Bunun derisini alıp,
debbağlayarak istifade etmiyor musunuz?'' demiştir.
3505 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a meytenin
zekatından (kendiliğinden ölen hayvanın derisinin nasıl temiz kılınacağından)
sorulmuştu. "Meytenin zekatı (temiz kılınması) onun
debbağlanmasıdır" diye cevap verdi.''
3506 Sevde Bintu Zeme'a
radıyallahu anha anlatıyor: "Bizim bir koyunumuz öldü. Derisini debbağladık.
Sonra eskiyinceye kadar içerisinde nebiz yaptık."
3507 Abdullah
İbnu Uşeym radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
ölümünden bir ay önce Cüheyne kabilesine şöyle yazdı: "Meytenin ne
deri ne de sinirinden istifade etmeyin." Tirmizi'nin rivayetinde:
"Ölümünden iki ay önce..." şeklinde gelmiştir.
3508 Hz. Üsame
radıyallahu anh der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yırtıcı hayvanların
derilerini kullanmayı yasakladı.''
3509 Ebu Musa radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte idim.
Aleyhissalatu vesselam küçük abdest bozmak ihtiyacını duymuştu. Hemen bir
duvarın dibine, kumlu toprak bulunan bir noktaya gelip abdest bozdular. Sonra
da: "Sizden biri, küçük abdest bozmak isteyince bevli için uygun bir
yer arasın!" buyurdular."
3510 Mugire İbnu şu'be radıyallahu anh
anlatıyor: "Resüllullah aleyhissalatü vesselam kazayı hacet için gidince, yoldan
uzak olurdu."
3511 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "İki lanetten korkun!" buyurdular.
Ashab: "İki lanet de nedir?" diye sorunca, açıkladılar:
"İnsanların yollarına abdest bozanla, gölgelerine abdest
bozanlardır!''
3512 Yine Ebu Davud, Hz. Mu'az radıyallahu anh'tan
şu rivayeti kaydetmiştir: "Lanete sebep olan üç yere abdest bozmaktan kaçının:
Su yollarına, işlek yollara ve gölgeliklere."
3513 Abdullah İbnu
Sercis radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam (yer
üzerindeki haşerat) deliklerine akıtmayı yasakladı." Katade'ye: "Bu
deliklere akıtmak niye mekruh kılındı?" diye sorulmuştu. Şu cevabı
verdi: "Bunların cinlere ait meskenler olduğu
söyleniyordu."
3514 Abdullah İbnu Mugaffel radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kimse hamam
yaptığı yere akıtmasın. Zira vesveselerin çoğu bu yüzden hasıl olur." Ebu
Davud'un rivayetinde şu ziyade var: "...sonra dönüp içinde
yıkanacaktır."
3515 Ümeyme Bintu Rukiyye radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın karyolasının altında
bulundurduğu hurma küttüğünden bir çanağı vardı. Geceleyin ona küçük abdest
bozardı.''
3516 Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Helaya gittiğiniz vakit, (abdest
bozarken) kıbleye ne önünüzü ne de arkanızı dönmeyin. Fakat yüzünüzü doğuya ve
batıya dönderin." Ebu Eyyüb der ki: "Şam'a gelince helaların
yönlerinin hep kıble cihetine inşa edildiğini gördük. Onları (kullanırken
yönümüzü yan çeviriyor, ayrıca Allah'tan mağfiret de
diliyorduk."
3517 İmam Malik'in bir rivayeti şöyledir: "Ebu Eyyub
radıyallahu anh Mısır'da iken demiştir ki: "Vallahi bu kiryas denen kenefleri
nasıl kullanacağımı bilemiyorum. Zira Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Biriniz büyük veya küçük abdest bozunca kıbleye
yönelmesin, arka fercini de çevirmesin" demişti.''
3518 Mervan
el-Asgar anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma'yı devesini kıble istikametine
ıhtırmış, sonra onun duldasına çömelip deveye doğru yönelerek akıtıyorken
gördüm. Kendisine: "Ey Ebu Abdirrahman, bu tarz akıtmaktan
nehyedilmedik mi?" dedim. "Evet, ama bundan, açık arazide
nehyedildik. Seninle kıble arasında sana perde olan bir şey varsa bu durumda
akıtmanda bir beis yok!" dedi.''
3519 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir ihtiyacım için, (bir gün kız kardeşim Hz.) Hafsa radıyallahu
anha'nın evinin damına çıkmıştım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı, yüzünü
Şam'a, arkasını da kıbleye çevirmiş olarak kaza-yı hacet yapıyor
gördüm."
3520 Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Abdullah anlatıyor: "Halk: "Kaza- yı hacet için çömelince ne kıbleye karşı ne
de Mescid-i Aksa'ya yönelme'' demektedir. Halbuki ben, bir işim için Hafsa
radıyallahu anha'nın evinin damına çıkmıştım..'' Gerisi aynen devam
eder.
3521 Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam ile beraber idim. Bir kavmin küllüğüne gelince durup,
ayakta küçük abdest bozdu.''
3522 Ebu Vail'den şelen bir rivayet
şöyle: "Ebu Musa radıyallahu anh küçük abdest hususunda çok titiz davranır
(üzerine sıçrantı değmemesi için azami gayreti gösterirdi. O kadar ki,) küçük
abdestini bir şişe içerisine bozar ve: "Beni İsrail'den birinin
bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bıçakla kazırdı"
derdi. (Bunu işiten) Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: "Arkadaşınızın
titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben, ResülulIah
aleyhissalatu vesselam'la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk.
Derken bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta
bevletti. Ben bu esnada kendilerinden uzaklaşmak istedim. Bana yakın durmamı
işaret buyurdu. Geri gelip, hemen arkasında dikilip abdestini bozuncaya kadar
bekledim.''
3523 Nafi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer
radıyallahu anh'ı ayakta bevlederken gördüm."
3524 Hz. Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Ben ayakta abdest bozarken, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam beni gördü ve: "Ey Ömer, ayakta akıtma" buyurdu. Ondan
sonra hiç ayakta akıtmadım"
3525 Ubeydullah, Nafi'den, o da
Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlattığına göre, Hz. Ömer radıyallahu
anh: "Ben müslüman olduğum zamandan beri ayakta abdest bozmadım!"
demiştir." Tirmizi: "Bu, Hz. Ömer'den daha sıhhatli olan rivayettir.
Önceki rivayet zayıftır'' der. Keza ilaveten der ki: "Ayakta abdest bozma yasağı
te'dib içindir, tahrim için değil.'' Yine der ki: "İbnu Mes'ud radıyallahu
anh'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kişinin ayakta akıtması, nefsine karşı
işlediği bir kabalıktır."
3526 Hz. Aişe radıyallahu anh'dan
rivayete göre şöyle derdi: "Size kim, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
ayakta bevlettiğini söylerse, sakın onu tasdik etmeyin. O, daima çömelerek
abdest bozardı."
3527 Abdullah ibnu Ca'fer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir gün Resulullah aleyhissalatu vesselam beni, bineğinin terkisine
bindirdi. Bana halktan kimseye söylemiyeceğim bir sözü sır olarak söyledi.
Resûlullah aleyhissalatü vesselam'ın kaza-yı hacet için perdelendiği şeylerin O
'na en hoş geleni ya bir tümsek veya bir hurma
kümesiydi."
3528 Abdurrahman İbnu Hasene radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, elinde kalkan gibi bir şey olduğu
halde bize doğru geldi ve onu yere bıraktı. Sonra onun gerisine çömelip ona
doğru küçük abdest bozdu. Yanımızdakilerden biri: "(Resûlullah'a) bakın, tıpkı
kadınlar gibi abdest bozuyor" dedi. Aleyhissalatu vesselam bu sözü
işitmişti. "Beni İsrail'in arkadaşının başına geleni işitmedin mi"
dedi ve devam etti: "Onlara idrar bulaşınca, bıçakla idrarın değdiği yeri
kazıyorlardı. Arkadaşları onları bu tatbikattan yasakladı. Bu adam, yasaklaması
sebebiyle kabrinde azaba uğradı."
3529 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, şöyle demişti: "İki
kişi beraberce helaya gidip, avretleri açık kaza-yı hacet ederken konuşmasınlar.
Zira Allah Teala Hazretleri, bu hale gadab eder."
3530 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kaza-yı hacette
bulunmak istediği zaman yere yaklaşıncaya kadar elbisesini
kaldırmazdı."
3531 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim yüzüne sürme
çekerse teklesin. Bu sözümü kim tutarsa işi en güzel şekilde yapmış olur,
tutmayana bir mahzur yok. Kim abdest bozduktan sonra taş kullanarak temizlenirse
teklesin. Kim böyle yaparsa güzel yapar, kim, de yapmazsa bir mahzur yok. Kim
yemek yer ve dişlerinin arasından bir şey çıkarırsa onu dışarı atsın, kim de
diliyle çıkarmışsa onu yesin. Kim bu söylediğimi yaparsa güzel yapar, kim de
yapmazsa bir mahzur yok. Kim helaya giderse (imkan nisbetinde) tesettürde
bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs., den) bir tümsek
yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insanoğlunun makadlarıyla (oturak
kısmıyla) oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapamayana bir beis
yok."
3532 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam abdest bozmak isteyince, hiç kimsenin göremeyeceği kadar
uzaklara giderdi."
3533 Hz. Selman radıyallahu anh'ın anlattığına
göre, müşrikler kendisine: "Sizin arkadaşınızın (Aleyhissalatu vesselam) sizlere
helada abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyoruz'' demişlerdir. O da onlara
Şöyle cevap vermiştir: "Evet, doğrudur. Resülümüz aleyhissalatu
vesselam, bizi sağ elimizle istimca yapmaktan nehyetti, büyük veya küçük abdest
bozarken, kıbleye yönelmekten de nehyetti. Abdest bozduktan sonra istinca
ederken kurumuş hayvan mayısını veya kemiği kullanmamızı da nehyetti ve dedi
ki: "Sizden kimse, üç taştan daha azı ile istinca
etmesin.''
3534 Yine Müslim'de Hz. Cabir'den gelen bir rivayet
şöyle: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz
istincada taş kullanırsa teklesin.''
3535 Ebu Katade radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz
bevlederken zekerini sağ eliyle tutmasın, sağ eliyle istinca etmesin, (su
içerken) kabın içine solumasın"
3536 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sağ eli, suyuna ve yiyeceği (ne
değmek) içindi. Sol eli de istinca ve kirletme hasıl edecek şeyler
içindi.''
3537 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman
radıyallahu anh'ı işittim. Diyordu ki: "Resûlullah'a biatta kullandığım sağ
elle, müslüman olduğum o günden beri zekerime hiç değmedim.'' Bu
söz, "O, sağ eliyle hiç istincada bulunmamıştır'' şeklinde tefsir
edilmiştir.
3538 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam helaya girince yüzüğünü
çıkarırdı."
3539 Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam helaya girince: "Allahümme inni eüzü bike mine'I-hubsi
ve'l-habais. (Ya Rabbi! Pislikten ve pislenmekten sana sığınırım)"
derdi."
3540 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "(Resûlullah
aleyhissalatu vesselam) buyurmuştur ki: "Şu kenefler, (cin ve şeytanların) hazır
bulundukları yerlerdir. Öyleyse biriniz helaya girince: "Eüzu billahi
mine'l-hubsi ve'I- habais" (Pislikten ve pislenmekten Alllah'a sığınırım)
desin."
3541 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kaza-yı haceti için çıktığı zaman ben ve bizden (Ensardan
bir gulam (oğlan), O'nu takip ederdik. Beraberimizde, istinca etmesi için su
kabı olurdu."
3542 Cebir radıyallahu anh anlatıyor: Ben Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ile birlikte idim. Helaya gitti ve kaza-yı hacette
bulundu sonra: "Ey Cabir suyu getir!" diye ferman etti. Ben de suyu götürdüm,
eliyle istinca etti. Sonra elini yere sürttü."
3543 Süfyan İbnu
'l-Hakem veya Hakem İbnu Süfyan es-Sakafi anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam bevledince abdest alır ve (istincada) su
kullanırdı.''
3544 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam anlatıyor: "Bana Cibril aleyhissalam geldi
ve: "Ey Muhammed, abdest aldınmı intidahda bulun!'' emretti''
dedi.''
3545 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bevletti. Hz. Ömer de arkasında, elinde su kabı olduğu
halde durdu. Resûlullah onu görünce: "Bu da ne, ey Ömer?''
buyurdular. Hz. Ömer: "Sudur yıkanırsın!'' dedi.
Resûlullah: "Ben her bevledişimde abdest almakla emrolunmadım, bunu
yapacak olsam bu, (ümmete vacib) bir sünnet olur"
buyurdular."
3546 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam Kuba ahalisine: "Allah, temizIik hususunda
sizi övmektedir. Bu neden ileri geliyor?" diye sordular. Onlar: "Biz
dediler, istincada taşla suyu birleştiriyoruz: (Önce taşla silip arkadan da su
ile yıkıyoruz.)"
3547 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz helaya giderken
berabererinde üç tane de taş götürüp onlarla temizliğini yapsın. Bunlar ona
yeterlidir."
3548 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam abdest bozmaya çıkmıştı. Bana üç taş bulmamı
söyledi. İkisini buldum üçüncü taşı aradım fakat bulamadım. Onun yerine bir
kurumuş mayıs aldım ve onu getirdim. Taşları aldı, mayısı attı ve:
"Bu necistir!" buyurdu."
3549 Yine İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Cinlerin hey'eti Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
gelince: "Ey Allah'ın Resülü! Ümmetini kemikle; mayısla veya kömürle
istinca yapmaktan nehyet. Zira, Allah onlarda bize bir rızk yarattı!" dediler.
Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi, onları taharette
kullanmaktan menetti.
3550 Rüveyfi' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Ey Rüveyfi' dedi, umarım
benden sonra çok yaşayacaksın. İnsanlara haber ver ki, kim sakalını kıvırcık
kılar, (atın boynuna) kiriş takar, bir hayvan mayısı veya kemikle istincada
bulunursa bilsin ki Muhammed ondan beridir."
6045 Ebu Ümame
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizden biri, helaya girince sakın şu duayı okumaktan aciz olmasın; "Allahümme
inni eüzu bike mine'r-ricsi'n-necesi el-habisi'l-muhbisi, eş-şeytani'r-racimi
(Allahım, ben, pis, necis, habis ve muhbis olan şeytan-ı racim'den sana
sığınırım."
6046 Enes İbnu Malik anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam heladan çıkınca "Benden ezayı giderip afiyet veren
Allah'a hamdolsun!" derdi."
6047 Hz. Ömer radıyallahu anh
anlatıyor: "Ben ayakta akıtırken Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni gördü
ve: "Ey Ömer! Ayakta akıtma!" buyurdu. Ondan sonra bir daha ayakta
akıtmadım."
6048 Hz. Cabir İbnu Abdillah anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ayakta akıtmayı yasakladı. Muhammed İbnu Yezid Ebu
Abdillah'ı dinledim, diyordu ki : "Ahmed İbnu Abdirrahman el-Mahzumi'yi işittim,
diyordu ki: "Süfyanu's-Sevri, Hz. Aişe'den rivayet edilen "Ben Aleyhissalatu
vesselam'ı ayakta akıtırken gördüm" hadisi hakkında: "Bu işi erkek, Hz. Aişe'den
daha iyi bilir" dedi."
6049 Abdullah İbnu'l-Haris İbni Cez'
ez-Zübeydi anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Sizden kimse
kıbleye dönük halde akıtmasın" sözünü ilk işiten kimseyim. Bunu insanlara ilk
söyleyen de benim" dediğini işittim.."
6050 Ma'kıl İbnu Ebi Ma'kıl
el-Esedi radıyallahu anh -ki Resûlullah'a arkadaşlık yapmıştı- anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam büyük veya küçük abdest sırasında iki kıbleye
yönelmemizi yasakladı."
6051 Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, kendisi, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, büyük veya
küçük abdest bozarken kıbleye yönelmmeyi yasakladığına şahid
olmuştur."
6052 Hz. Cabir radıyallahu anh, Ebu Saidi'l-Hudri'nin:
"Resûlullah, beni, ayakta su içmekten ve kıbleye dönük olarak akıtmaktan
yasakladı" dediğini işitmiştir.
6053 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında, fercleriyle kıbleye
yönelmekten hoşlanmayan bazı kimseler zikredilmişti, şöyle
buyurdular: "Bunların öyle yaptıklarını sanıyorum. Benim abdest
bozmak üzere oturduğum yeri kıbleye çevirin."
6054 Hz. Cabir
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, akıtırken kıbleye yönelmemizi
yasaklamıştı. Ancak, vefatından bir yıl kadar önce ben onun kıbleye karşı
akıttığını gördüm."
6055 İsa İbnu Yezdad el-Yemani babasından
naklen diyor ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz
akıtınca, erkeklik uzvunu üç sefer çeksin."
6056 Ebu Sa'id
el-Hımyeri rahimehullah anlatıyor: "Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın ashabınca işitilmemiş şeyler rivayet ediyor, onların
işittiği (birçok) şeylerde de sükut ediyordu. Abdullah İhnu Amr radıyallahu
anhüma'ya onun rivayet ettiği bir hadis ulaşmıştı ki: "Allah'a yemin
olsun! Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bunu söylediğini işitmedim.
Muaz'ın, kaza-i hacet hususunda sizi yakında fitneye atmasından korkarım!" dedi.
Onun bu sözü Muaz'a ulaştı (ve bir gün) Abdullah'la karşılaştı.
Muaz: "Ey Abdullah İbnu Ömer! Şurası muhakkak ki, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan gelen bir hadisi tekzib etmek nifaktır. Bunun günahı
da bunu söyleyenedir. Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle
söylediğini kesinlikle dinlemiştim: "Lanete sebep olan şu üç şeyden kaçının:
Suyun geldiği yollara, (halkın istifade ettiği) gölgelere, yolların üstüne
abdest bozmak."
6057 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Geceleyin yolların
üzerine yatmaktan, oralarda namaz kılmaktan sakının. Çünkü yolların üstü
yılanların ve vahşi havvanların sığınağıdır. Yolların üzerine abdest bozmaktan
da sakının. Çünkü bu, lanet vesilesidir."
6058 Salim radıyallahu
anh babasından naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yol
ortasında namaz kılmayı, oralarda büyük veya küçük abdest bozmayı
yasakladı."
6059 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir seferde Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdim. Abdest bozmak
üzere uzaklaştı. Sonra geldi. Su istedi ve abdest
aldı."
6060 Ya'la İbnu Mürre, babasından naklen anlatıyor: "Ben
bir seferde Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraberdim. Bir ara kaza-yı
hacette bulunmak istedi. Bana dedi ki: "Şu iki bodur hurmayı bana getir ve
onlara: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam sizin (sütre olmak üzere biraraya
gelmenizi emrediyor!" de!" buyurdular. (Ben de dediğini yaptım), onlar hemen
toplandılar. Aleyhissalatu vesselam onları sütre olarak kullanıp, kaza-yı
hacetini yaptı. Sonra bana: "Ağaçların yanlarına var ve onlara:
"Herbiriniz eski yerine gitsin!" de!" buyurdular. Ben emri onlara ulaştırdım.
Onlar da yerlerine döndüler."
6061 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "ResûIullah aleyhissalatu vesselam bir defasında dağ yoluna saparak
küçük abdest bozdu. Abdest bozarken, (yere yaklaşarak nazarlara ve sıçrantılara
karşı ihtiyat maksadıyla bacaklarını öyIe açtı ki) uyluk kemikleri yerlerinden
ayrılacak diye içimden ona acıma geçti."
6062 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizden kimse (akar olmayan)durgun suya küçük abdestini
bozmasın."
6063 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kabir azabının çoğu sidik
sebebiyledir."
6064 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir adam, Resûlullah aleyhissalatu vesselam bevlederken, yanından geçti ve
selam verdi. Aleyhissalatu vesselam, selamına karşılık vermedi. İşi bitince,
ellerini yere vurup teyemmüm etti, sonra selama mukabelede
bulundu."
6065 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam küçük abdest bozmakta iken bir
adam yanına geldi ve selam verdi. Resûlullah ona: "Beni bu halde görünce selam
verme! Zira sen bu durumda selam da versen ben senin selamına mukabele etmem!"
buyurdular."
6066 Ebu Süfyan radıyallahu anh anlatıyor: "Bana Ebu
Eyyûb el-Ensari, Cabir İbnu Abdillah, Enes İbnu Malik haber verdiler ki, Tevbe
sûresinin 108. ayeti -ki meal-i şerifi şöyledir: "Orada maddi ve manevi
pisliklerden temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çokca temizlenenleri
sever"- nazil olduğu vakit Resûlullah: "Ey Ensar cemaati! Allah sizi temizlik
hususunda övmektedir, (bu övgüye sebep olan) temizliğiniz nedir?" diye sordular.
Onlar da: "Biz namaz için abdest alırız, cünüblüğe karşı yıkanırız,
su ile de istinca yaparız!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Övgü işte bunun
için! Buna devam edin!" buyurdular."
6067 Hz. Aişe radıyallahu
anha demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam makadını üç sefer yıkardı."
İbnu Ömer de şöyle demiştir: "Bunu biz de yaptık ve makadı su ile
yıkamayı bir şifa ve temizlik vasıtası bulduk."
[TOP]
TALAK
Kimlik alan
4015 İbnu Abbas radıyallahu anhüma demiştir
ki: "Bir erkek hanımına bir defada "Sen üç talakla boşsun!" dese, bu bir talak
sayılır."
4016 Rezin'in zikrettiği bir rivayette (İbnu Abbas şöyle
demiştir): "Erkek hanımına (aynı anda üstüste): "Sen boşsun, sen boşsun, sen
boşsun" diye üç kere söylerse, bu bir boşama sayılır, yeter ki bunlarla birinci
defaki söylediği "Sen boşsun!" sözünü te'kid etmeyi kastetmiş olsun veya,
hanımıyla henüz gerdek yapmamış olsun."
4017 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre, bir adam kendisine gelip: "Ben hanımımı
yüz talakla boşadım, bu hususta fikriniz nedir (bana bir şey gerekir mi)?" diye
sordu. Benden şu cevabı aldı: "Kadın senden üç talakla boşanmıştır. Geri kalan
doksan yedisi ile Allah'ın ayetleriyle alay etmiş
oluyorsun."
4018 Mahmud İbnu Lebid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adamın hanımını üç talakla birden
boşadığını haber verdiler. Öfke ile kalkıp: "Daha ben aranızda iken Allah'ın
kitabıyla mı oynanıyor?" buyurdu. Derken birisi kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü, onu
öldürmeyeyim mi?" dedi."
4019 Abdullah İbnu Yezid İbni Rükane an
ebihi an ceddihi anlatıyor: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resûlü, (vallahi) ben
hanımımı kesinlikle boşadım." "Peki bununla ne kasdettin?" diye
sordu. "Bir (talak) kastettim" dedim. Bunun üzerine: "Bununla bir
kastettiğine dair Allah'a yemin eder misin?" dedi. Ben de: "Vallahi bununla
sadece bir talak kastettim" dedim. Bunun üzerine: "O halde bu senin kastettiğin
şekildedir!" buyurdu ve kadını ona geri verdi. O ise, hanımı ikinci kere Hz.
Ömer radıyallahu anh zamanında, üçüncü kere de Hz. Osman radıyallahu anh
zamanında boşadı."
4020 İmam Malik'e ulaştığına göre, Ömer
İbnu'l-Hattab radıyallahu anh'a, Irak'tan yazılarak sorulmuştur: "Bir erkek
hanımına: "Senin ipin (benim elimde değil), boynundadır (dilediğin yere
gidebilirsin)" dedi. (Bunun hükmü nedir, hanımı boş mu değil mi?)" Hz. Ömer
bunun üzerine oradaki me'muruna: "Hacc mevsiminde beni Mekke'de bulmasını
emret!" diye yazdı. Hz. Ömer radıyallahu anh tavaf yaparken, adam yanına gelip
selam verdi. Hz. Ömer ona: "Sen kimsin" diye sordu. Adam kendini tanıtarak: "Ben
seni bulmamı emrettiğin (Iraklı) kimseyim!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben
sana şu Beyt-i Muazzama'nın Rabbi adına soruyorum: "İpin boynundadır!" derken ne
kastettin?" dedi. Adam: "Sen bu mukaddes mekandan başka bir yerde yemin
verseydin sana doğruyu söylemezdim. Ben bununla ayrılık kastetmiştim" dedi. Hz.
Ömer radıyallahu anh: "Bunun hükmü senin kastettiğin şeydir"
buyurdu."
4021 Nafi anlatıyor: "İbn Ömer radıyallahu anhüma
haliyye ve beriyye hakkında derdi ki: "Bunlardan her biri üç kere boşanmış
sayılır."
4022 İmam Malik'e ulaştığına göre: "Hz. Ali radıyallahu
anha karısına: "Sen bana haramsın" diyen erkek hakkında: "Bu adam hanımını üç
talakla boşadı" diyordu."
4023 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Kim hannımını (kendine) haram kılarsa, bu, (boşanma ifade eden) bir
şey değildir, bu söz bir yemindir, yemin kefaretinde bulunur. Nitekim ayet-i
kerime'de Cenab-ı Hak; "Allah'ın Resulünde sizin için güzel örnek vardır."
(Ahzab 21) buyurmuştur."
4024 Yine Nesai'de şu rivayet mevcuttur:
"Bir adam İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya gelerek: "Ben hanımımı kendime haram
kıldım! (Ne yapayım, hükmü nedir?)" diye sordu. İbnu Abbas: "Yalan söyledin, o
haram değildir" dedi ve şu ayeti okudu. (Mealen): "Ey Peygamber, Allah'ın sana
helal kıldığını sen niye kendine haram ediyorsun?" (Tahrim 1). İbnu
Abbas ayeti okuduktan sonra dedi ki: "Sen, bu sayılan kefaretlerin en ağırı olan
köle azadını yerine getireceksin."
4025 İmam Malik'e ulaştığına
göre, bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelerek: "Ben, hanımımın işini
kendi eline koydum, o da kendini (benden) boşadı. Bu hususta ne dersiniz?" diye
sordu. İbnu Ömer radıyallahu anhüma: "Ben, kaadının yaptığı gibi olduğuna
kaniyim" deyince adam: "Ey Ebu Abdirrahman, böyle yapma!" diye itiraz etti. İbnu
Ömer ise: "Bunu ben değil, sen yaptın!" diye cevap
verdi."
4026 Harice İbnu Zeyd anlatıyor: "Ben Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh'ın yanında oturuyor idim. Muhammed İbnu Ebi Atik gözlerinden
yaşlar boşandığı halde ona uğradı. Zeyd radıyallahu anh: "Neyin var?" diye
sordu: "Ben, dedi, hanımımın işini kendine bırakmıştım, o da beni
bıraktı." "Peki (boşanma işini ona bırakmaya) seni sevkeden şey ne
idi?" dedi. Muhammed İbnu Ebi Atik: "Kader!" deyince, Zeyd:
"Dilersen hanımına dönersin, zira bu bir (talak)dır. Sen ise ona (kadına) daha
çok hak sahibisin" fetvasını verdi."
4027 Mesruk rahimehullah
demiştir ki: "O beni ihtiyar ettikten sonra hanımımı bir veya yüz veya bin defa
muhayyer kılmama aldırmam. Nitekim Hz. Aişe'ye sordum da bana: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam bizi muhayyer bırakmıştı. (Hepimiz onu ihtiyar ettik.)
Bu, talak mıydı?" diye cevap verdi."
4028 Tavus rahimehullah
anlatıyor: "Ebu's-Sahba (adında birisi) İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya (sık
sık sualler sorardı). Bir defasında: "Bir kimsenin, hanımını duhülden (temastan)
önce üç kere boşaması halinde, alimlerin bunu, bir talak addettiklerini bilmiyor
musunuz?" dedi. İbnu Abbas radıyallahu anh şu cevabı verdi: "Elbette biliyorum.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekir devirlerinde ve Hz. Ömer
radıyallahu anhüma'nın hilafetinin de ilk yıllarında, bir erkek hanımını, daha
onunla temastan önce boşayacak olsa, bu bir tek talak addediliyordu. Hz. Ömer,
insanların talaka düşkünlüklerini görünce: "Erkeklerin aleyhine olarak bu
talaklara müsaade ediyorum" dedi."
4029 Muhammed İbnu İyas
İbnu'l-Bukeyr anlatıyor: "Bir adam karısını, temastan (gerdekten) önce üç
talakla boşadı. Sonra da onunla nikahının devamını uygun gördü. Fetva sormaya
gitti, ben de beraberinde idim. İbnu Abbas ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhüm'ün
yanlarına geldi. Onlar: "Senden başka bir erkekle evlenmedikçe o hanımla
evlenmen mümkün değil!" dediler. Adam, "İyi ama ben onu bir talakla boşadım"
dedi. İbnu Abbas radıyallahu anhüma: "sen, kendine ait fazlalığı elinden
bırakmışsın!" buyurdu."
4030 Ata İbnu Yesar rahimehullah
anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma'ya, temastan
(gerdekten) önce hanımını üç talakla boşayan kimsenin durumunu sordu. Ata
rahimehullah der ki: "Ben bakirenin talakı birdir" dedim. Ancak Abdullah bana
dedi ki: "Sen hikayecisin (kafadan attın). Bir talak, talak-ı bainle kadını boş
kılar, üç ise, kadını bir başkasıyla evlenip ondan boşanıncaya kadar eski
kocasına haram kılar."
4031 İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan
rivayet edildiğine göre, hanımını hayızlı iken boşamış, babası Hz. Ömer
radıyallahu anh, durumu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sormuştur.
Aleyhissalatu vesselam da: "Ona emret, hanımına dönsün. Kadın temizleninceye
kadar yanında tutsun. Sonra tekrar hayz olup temizleninceye kadar beklesin.
Kadın temizlenince boşamak dilerse, temastan önce boşasın. İşte bu, aziz ve
celil olan Allah'ın (boşama hususunda) emir buyurduğu iddettir."
Müslim'in bir rivayetinde: "...Ona söyle, hanımına dönsün, sonra onu temizken
veya hamile iken boşasın" demiştir.
4032 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Matuh ve mükreh ve mecnunun talakı hariç bütün talaklar
caizdir."
4033 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Matuh ve mükreh'inki hariç bütün talaklar
mûteberdir" ve ilave ettiler: "Bilmez misin, kalem üç (kişi)den kaldırılmıştır:
İfakat buluncaya kadar "mecnûn"dan, idrak edinceye kadar "çocuk"tan, uyanıncaya
kadar "uyuyan"dan."
4034 Yine Buhari'nin Hz. Osman radıyallahu
anh'tan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle buyrulmuştur: "Ne sarhoşun ne de
mecnunun talakı muteber değildir."
4035 Yine Buhari'nin İbnu Abbas
radıyallahu anhüma'dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Ne
müstekreh ne de mecnun'un talakı muteber değildir."
4036 İmam
Malik'e ulaştığına göre, Ömer İbnu'l-Hattab ve Abdullah İbnu Mes'ud, Salim İbnu
Abdillah, Kasım İbnu Muhammed, İbnu Şihab, Süleyman İbnu Yesar radıyallahu anhüm
şöyle hükmediyorlardı: "Kişi evlenmezden önce hanımını boşadığına dair yemin
eder de sonra (yeminini tutmayarak) günah işlerse, işte bu, evlenince o adama
gerekli olur."
4037 İbnu Mes'ud radıyallahu anh, "Evleneceğim her
kadın boştur" diyen kimse hakkında derdi ki: "Bu kimse, kadının mensup olduğu
kabileyi veya muayyen bir kadını ismen belirterek zikretmemişse, -malik olduğu
hariç- onun bu sözüne hiç bir şey gerekmez."
4038 Amr İbnu Şuayb
an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Boşama, azadlık, satış malik olunan şeyler için
caizdir. Kim günah bir şey üzerine yemin ederse ona yemin yoktur. Kim sıla-ı
rahmi keseceğim diye yemin ederse, ona da yemin yoktur. Nezir de kendisiyle
Allah'ın rızası taleb edilen şeyler üzerine yapılır."
4039 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Allah talakı, nikahtan sonraya
koymuştur."
4040 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cariyenin talakı iki talaktır, iddeti de
-bir nüshada; "kurû'u da"- iki hayız müddetidir."
4041 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma derdi ki: "Köle, hanımını iki talakla boşadı mı artık kadın,
başka bir kocaya var(ıp ondan boşan)madıkça ona haram olur. Bu kölenin hanımı
hür de olsa, köle de olsa hüküm böyledir. Hür kadının iddeti üç hayız müddeti,
köle kadının iddeti iki hayız müddetidir."
4042 Ebu Hasan Mevla
Beni Nevfel anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya dedim ki: "Bir köle,
nikahı altında bulunan köle bir kadını iki talakla boşasa, sonra bunlar azad
edilseler, onunla yeniden evlenmek istemesi caiz olur mu?" İbnu
Abbas radıyallahu anhüma sorumu şöyle cevapladı: "Evet! Ona bir talak daha
kalmıştır, Resûlullah aleyhissalatu vesselam böyle
hükmetti."
4043 Nafi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer
radıyallahu anhüma derdi ki: "Kim kölesine evlenme izni verirse, boşama yyetkisi
kölenin elinde olur. Onun boşama yetkisinden hiç biri başkasının elinde olamaz.
Ancak, kişinin kendi kölesinin cariyesini veya cariyesinin cariyesini almasında
bir günah yoktur."
4044 Süleyman İbnu Yesar rahimehullah
anlatıyor: "Nüfey' Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevce-i pakleri Ümmü
Seleme'nin mükatebi idi veya, nikahında hür bir kadın olan bir köle idi. Nüfey'
bu kadını iki talakla boşadı. Sonra kadını geri almak istedi. Durumu Hz. Osman
ve Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anhüma'ya sordu. Bunlar: "O artık sana haram
oldu, o artık sana haram oldu!" dediler."
4045 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma demiştir ki: "Cariyenin boşanması beş suretle vukûa gelir:
Azad edilmesi, kocasının boşaması, efendisinin satması, efendisinin hibe etmesi,
miras olmasıyla."
4046 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben,
karı-koca iki kölemi azad etmek istemiştim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
önce erkekten başlayıp sonra da kadını azad etmemi emretti." Rezin,
(Resulullah'ın bu emrinin sebebini belirtmek üzere) şu ziyadede bulunmuştur:
"....kadına hakk-ı hıyar (erkeği kabul veya reddetme muhayyerliği) olmasın
diye."
4047 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Berire
radıyallahu anha'da üç sünnet vardı: 1. Azad edildi ve kocasını
tercih edip etmemede muhayyer kılındı. 2. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam onun hakkında: "Vela, azad edenedir" buyurdu. 3. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, tencere kaynarken eve girmişti. Kendisine ekmek ve evde
bulunan katıktan bir sofra kuruldu. "Galiba bir tencerenin
kaynadığını görüyorum" buyurdu. Oradakiler: "Evet ama, bu Berire'ye tasadduk
edilen bir ettir. Sen ise sadaka yemiyorsun!" dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Bu ona sadakadır, (ama ondan) bize hediyedir!"
buyurdu."
4048 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Berire'nin kocası, Muğis adında bir köle idi. Ben onu, berire'nin etrafında
ağlayarak tavaf edercesine dolaştığını görür gibiyim. Gözyaşları sakallarını
ıslatmıştı. Hatta Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir ara amcası Abbas
radıyallahu anh'a: "Muğis'in Berire'ye olan sevgisine mukabil, Berire'nin
Muğis'e olan nefreti seni hayrete sevketmiyor mu?" buyurdu. (Muğis'in haline
acıyarak) Berire'ye: "Muğis'e ric'at etmez misin?" diye şefaatte bulundu. Ancak
Berire kararlı idi: "Ey Allah'ın Resulü, bunu emir mi buyuruyorsunuz? (Eğer,
emirse hayhay. Hemen ayrılma kararımdan döneyim!)" dedi. Resûlullah: "Hayır! Ben
sadece onun lehine şefaatte bulunuyorum!" deyince, Berire: "Öyleyse ona
ihtiyacım yok!" cevabını verdi."
4049 İmam Malik'e ulaştığına
göre: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevce-i pakleri, ümmü'l-mü'minin
Hafsa radıyallahu anha, beni Adiyy'e ait bir cariye olan Zebra'ya -ki bir
kölenin nikahı altında idi ve efendisi azad etmişti- haber salıp yanına çağırttı
ve dedi ki: (Şimdi sen, zevcin sana temas etmedikçe muhayyersin.) Eğer sükût
edersen, muhayyerliğin kalmaz." Böyle bir hakkın varlığını öğrenen
kadın derhal: "O boştur, yine boştur, yine boştur" diyerek kocasını üç talakta
boşadı."
4050 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Talaku's-sünne (sünnete uygun boşama), kadını temizlik döneminde cimada
bulunmadan yapılan boşamadır."
4051 İmam Malik anlatıyor:
"İbnu'l-Müseyyeb'i, Humeyd İbnu Abdirrahmen İbni Avf'ı, Ubeydullah İbni Abdillah
ibni Utbe'yi, Süleyman İbnu Yesar'ı dinledim, hepsi de Ebu Hüreyre'nin şöyle
söylediğini işitmiş olduklarını bildirdiler: "Ben Hz. Ömer radıyallahu anh'ı
dinledim. Demişti ki: "Bir kadını kocası, bir veya iki talakla boşayıp, kadını
(iddeti bitip de başkasına) helal oluncaya kadar bıraksa, kadın da bir başka
erkekle evlense, bu ikinci koca ölse veya kadını boşasa, sonra kadın tekrar ilk
kocası ile evlense, bu kadın onun yanında, önceden baki kalan talak(lar) üzerine
olur." İmam Malik der ki: "İşte bu, hiç bir ihtilaf olmaksızın
kabullendiğimiz sünnettir."
4052 Muharrib İbnu Disar, İbnu Ömer
radıyallahu anhüma'dan naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah'ın, helal kıldıkları arasında en sevmediği şey
talaktır." Bir diğer rivayette ise şöyle gelmiştir: "Allah'ın en
sevmediği helal, talaktır."
4053 Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hangi kadın, (çok ciddi) bir
gerek yokken kocasına boşanma talebinde bulunursa, bilsin ki, cennetin kokusu
kendisine haramdır."
4054 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Erkek hanımını boşamak isteyince hemen boşuyordu. Erkek, yüz ve hatta daha çok
kerelerde boşamış olsa, iddeti içerisinde iken, döndüğü takdirde kadın yine de
onun hanımı olmaya devam ediyordu. Bu hal şu hadiseye kadar devam etti. Bir adam
hanımına: "Vallahi seni ne tam boşayacağım ne de himayeme alacağım, ebedi
şekilde böyle tutacağım!" dedi. Kadın: "Bu nasıl olur?"
deyince: "Seni boşayacağım, iddetin bitmek üzere iken geri
döneceğim. (Bu şekilde tekrar edeceğim) cevabını verdi. Kadın bunun üzerine Aişe
radıyallahu anha'ya gidip durumu haber verdi. Aişe, Resûlullah gelinceye kadar
cevap vermedi. Durumu O'na anlattı. Aleyhissalatu vesselam da sükût buyurdular.
Derken şu ayet indi. (Mealen): "Boşama iki def'adır. (Ondan sonrası) ya iyilikle
tutmak, ya güzellikle salmaktır. (Ey kocalar! boşandığınız zaman) onlara
(kadınlara verdiğiniz bir şeyi (mehri geri) almanız size helal olmaz..." (Bakara
229). Aişe radıyallahu anha dedi ki: "Bunun üzerine halk (o günden itibaren)
talaka (yeniden yönelip) gözden geçirdi, bir kısmı boşadı, bir kısmı
boşamadı."
4055 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma'nın
anlattığına göre kendisine, hanımını boşayıp sonra da onunla cima yapan, kadını
ne boşadığı ne de rücû ettiği hususunda işhadda (beyanda) bulunmayan bir adam,
durumunu sormuş, onun da cevabı şu olmuştur: "Sen hanımını sünni
olmayan talakla boşamışsın, sünni olmayan tarzda geri dönmüşsün. Boşadığına da,
döndüğüne de işhadda bulun ve (şahidleme işini) bir daha
terketme."
4056 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir kadının kız kardeşinin tabağındakini
boşaltmak ve kendisi evlenmek için boşanmasını talebetmesi helal değildir.
Kendine de (rızık, nafaka nev'inden Allah tarafından) takdir edilen şey
vardır."
4057 Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Üç şey vardır ki onların
ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir: Nikah, talak,
ric'at."
4058 Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh'tan rivayete
göre o, "hanımını boşamış, ve onu bir cariye ile
nimetlendirmiştir."
5592 Yine Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak
ki kadın, şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadında
hoşuna giden bir husus görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı
giderir."
5593 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, kişiyi, kardeşi bir kızı isteme sırasında o kıza talip
olmaktan nehyetti. "Ne zaman isteyen vazgeçer veya kendine izin verirse o
takdirde talib olabilir" buyurdu."
5594 İbnu Mes'ud radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize hacet duasını öğretti.
Şöyleydi: "Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım dileriz, O'ndan af talep
ederiz, nefsimizin şerlerinden, amellerimizin kötülerinden O'na sığınırız. Allah
kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Allah kimi de saptırmışsa, onu da
hidayete erdirecek yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim.
Muhammed'in O'nun kulu ve resûlü olduğuna da şehadet ederim. Ey iman edenler,
adını zikrederek birbirinize talepte bulunduğunuz Allah'tan ve aranızdaki
akrabalık bağın(ı koparmak)tan korkun! Şurası muhakkak ki Allah üzerinizde
murakıbtır" (Nisa 1). "Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun. Sakın ha
müslümanlar olmaktan başka şekilde ölmeyin" (Al-i İmran 102). "Ey iman edenler
Allah'tan korkun ve sağlam bör söz söyleyin. Ta ki Allah sizin işlerinizi salaha
çıkarsın ve günahlarınızı da affetsin. kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük
bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab 70-71).
5595 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "İçerisinde teşehhüd bulunmayan bir dua, kesilmiş el
gibidir."
5596 Beni Süleym'den bir adam anlatmıştır: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan Ümame Bintu Abdilmuttalib radıyallahu anha'yı
istedim, onu bana teşehhüd okumadan nikahladı."
5597 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Biriniz bir kadının talibi olunca, onun kendini evlenmeye davet
eden yerini görmeye muktedirse, onu hemen yapsın."
5598 Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Adamın biri Ensardan bir kadınla evlenmişti.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Kadına baktın mı?" diye sordu. Adam: "Hayır"
deyince: "Git, kadına bak. Çünkü ensarın gözlerinde bir şey vardır!"
buyurdular."
6603 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Berire üç
hayız müddetince iddet beklemekle emrolundu."
6604 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhisselatu vesselam buyurdular ki:
"Köle kadının talakı ikidir, iddeti de iki hayız
müddetidir."
6605 İbnu Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: "Bir
adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelerek: "Ey Allah'ın Resulü!
Efendim beni köle kadını ile evlendirmişti. Şimdi de hanımla aramı ayırmak
(boşandırmak) istiyor" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam minbere
çıkarak şu hitabede bulundu: "Ey insanlar! Sizden birine ne oluyor
ki, kölesini cariyesi ile evlendirip, sonra da aralarını ayırmak ister. Boşama
yetkisi, şüphesiz kadının bacağını tutan (kocay)a aittir, (kölenin efendisine
ait değildir)."
[TOP]
TEFSİR
Kimlik alan
599 Yine Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu
anh) "(Ey Muhammed! De ki: "Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye, sizi
fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olan O'dur.
Anlasınlar diye ayetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak" (En'am 65)
ayeti hakkında Resûülullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Haber verilen bu durum ilerde olacaktır, henüz olmuş
değildir."
600 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Ey
Muhammed!) De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeye kadir olan
O'dur..." ayeti indiği esnada Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"...üstünüzden" ibaresinden sonra: "Ya Rabbi sana sığınırım" dedi. Ne zaman
ayetin devamı olan: "...Sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını
tattırmaya kadir olan O'dur" kısmı nazil olunca: "Bu iki azab daha hafif,
(telafisi) daha kolay" buyurdu."
601 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var
ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar
doğru yolu bulmuş kimselerdir" (En'am, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet
Müslümanlara çok ağır geldi ve: "Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)"
dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Hayır, burada kastedilen o değil,
şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: "Oğulcuğum, Allah'a
şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür" (Lokman, 13).
602 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir grup insan Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü biz kendi öldürdüğümüzü yiyor, fakat
Allah'ın öldürdüğünü yemiyoruz (bu nasıl iş?)" dediler. Bunun üzerine Cenab-ı
Hakk şu ayeti indirdi: "Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı
anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın
dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden
yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden
sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da
gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza
göreceklerdir. Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.
Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları
için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik
olursunuz" (En'am, 118-122).
603 Ebu Davud'un bir rivayetinde:
"...Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar..."
(En'am, 121) ayetiyle ilgili olarak, İbnu Abbas şu açıklamayı yapar: Yani
"Allah'ın öldürdüğü" diyerek meyteyi (kesilmeksizin, kendiliğinden ölen hayvanı)
kastederek: "Onu niye yemiyorsunuz? derler." işte bunun üzerine Cenab-ı Hakk:
"Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik olursunuz" ayetini indirdi.
Bundan sonra da: "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları
yemeyin..." ayeti indi."
604 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın
bir diğer rivayetinde şöyle buyrulur: "Üzerine Allah'ın ismi zikredilen (hayvan
etinden) yiyin" (En'am, 118). "Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin"
(En'am 121) emri neshedilip, ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek
şöyle dendi: "... Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de
onlara helaldir..." (Maide, 5),
605 Nesai'den gelen rivayette İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) Cenab-ı Hakk'ın "Üzerine Allah'ın isminin
zikredilmediği (kesilmiş hayvan eti)nden yemeyin" ayeti ile ilgili olarak şu
açıklamayı yapmaktadır: "Müşrikler, bu meselede müminlerle ihtilaf ederek
(alayvari) şöyle dediler: "Allah'ın kestiğini yemiyorsunuz, fakat kendi
kestiğinizi yiyorsunuz."
606 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Arab'ın (cahiliye devrindeki) cehaletini öğrenmek seni memnun ederse
En'am suresinin 130'lu ayetten sonra gelen şu ayetini oku: "Beyinsizlikleri
yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği
nimetleri -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar
sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi" (En'am
140).
607 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurmuşlardır: "Kim
üzerinde Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in mührü bulunan sahifeyi görmek
isterse şu ayetleri okusun: "De ki: "Gelin size Rabbinizin haram kıldığı
şeyleri söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın.
Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin" -sizin ve onların rızkını veren
biziz- "Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır. Yetim
malına, ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü
ve tartıyı doğru yapın. Biz kimseye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz.
Konuştuğunuz vakit -akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine
getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır" (En'am
151-153);
608 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti
vardır, onlar zuhur edince, "daha önce inanmamış olanların artık inanmaları da
onlara fayda vermez" (En'am, 158), Güneşin battığı yerden doğması, Deccal,
Dabbetu'l-arz."
609 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) "Onlar
kendilerine... Rablerinden birtakım delillerin gelmesini mi bekliyorlar.
Rabbinin birtakım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya
imanıyla bir iyilik kazanmamışsa imanı ona fayda vermez..." (En'am 158) ayetinde
geçen "Rabblerinden birtakım deliller" ile "güneşin battığı yerden doğması
kastedilmiştir demiştir.
610 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "(Cahiliye devrinde) kadın, Kabe-i Muazzama'yı çıplak olarak tavaf
eder ve şöyle derdi: "Bana kim ödünç bir tavaf elbisesi verecek?" Elbiseyi
fercinin üzerine kor: "Bugün bir kısmı veya tamamı görülür ama, ondan
açılanı helal etmem" derdi. Bu tatbikatla ilgili olarak şu ayet indi: "Ey
Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin, yiyin, için fakat
israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez" (A'raf, 31).
611 Hz.
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu ayeti
okudu: "Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti" (A'raf 143) -hadisi
rivayet eden Hammad şöyle der: Hammad'dan rivayeti yapan Süleyman b. Harb
merhum- (tecellinin hafifliğini göstermek için) baş parmağının yanıyla sağ
parmağının ucuna değdirerek gösterir. (Ve ayetin kıraatı bitince Resûlullah)
ilave eder: "Dağ, çığlık attı ve Musa baygın düştü"
612 Müslim
İbnu Yesar el-Cüheni anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den: "Rabbim Beni
Adem'den, bellerinden zürriyetlerini alıp da onları nefislerine karşı şahid
tutarak: "Rabbiniz değil miyim?" diye işhad ettiği vakit bela (evet) dediler:
Şahidiz. "Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu" demeyesiniz. Yahud: "Ancak
önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyet idik,
şimdi o batılı te'sis edenlerin yaptıklarıyla bizi helak mı edeceksin?"
demeyesiniz" (A'raf 172-173) ayetinden soruldu Hz. Ömer (radıyallahu anh) şu
cevabı verdi: "Bu ayetten Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da sorulmuştu. O
şöyle açıkladı: "Allah Teala hazretleri, Hz. Adem'i yarattı sonra sağ eliyle
meshedip ondan bir zürriyet çıkardı ve: "Bunlar cennet içindir, bunlar cennet
ehlinin ameliyle amel ederler" dedi. Rabb Teala, ikinci defa sırtını okşadı,
ondan bir nesil daha çıkardı ve: "Bunları da cehennem için yarattım, bunlar da
cehennem ehlinin amelini işleyecekler" dedi. Cemaatten bir adam: "Ey
Allah'ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise) niye amel ediyoruz? diye
sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: "Allah bir
kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa onu cennet ehlinin amelinde çalıştırır.
Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu cennetine kor.
Aksine bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu da cehennemliklerin
amelinde istimal eder. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir ameli üzere ölür,
Allah da onu cehenneme koyar."
613 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu
Zü'l-Celal hazretleri Adem (aleyhissalatu vesselam)'i yarattığı zaman sırtını
meshetti. Bunun üzerine kıyamete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan
herbirinin iki gözü arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Adem
(aleyhisselam)'e arzetti. Adem (aleyhisselam): "-Ey Rabbim bunlar da kim?"
diye sordu. "-Bunlar senin zürriyetindir" dedi. Onlardan bir tanesi
dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna gitmişti. "-Ey
Rabbim şu da kim?" diye sordu. "-Davud!" deyince. "-Pekala ne kadar
ömür verdin?" diye sordu. "-Altmış yıl!" dedi. Adem: "-Ey
Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl ilave et!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak
kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona: "-Yani
benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?" dedi. Melek: "-İyi ama,
dedi, sen onu oğlun Davud'a vermedin mi?" Adem inkar etti, zürriyeti de
inkar etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zirriyeti de unuttu. Adem hata işledi,
zürriyeti de hata işledi."
614 Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Havva
(aleyhisselam) hamile kaldığı zaman iblis Havva'nın yanına geldi. (Bu sırada)
Havva'nın çocuğu yaşamıyor hep ölüyordu. İblis: "Çocuğa Abdü'l-Haris adını ver,
çünkü o yaşıyor" dedi. Havva bu ismi verdi, çocuk da yaşadı. Ancak bu durum
şeytanın bir telkini ve emri idi."
615 İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu
anhüma) diyor ki: "Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere
aldırış etme" (A'raf, 199) ayeti, ancak ve ancak halkın ahlakı hususunda nazil
oldu."
616 Buhari ve Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde şöyle
denir: "Allah, Peygamberine (aleyhissalatu vesselam) halkın ahlakından,
affetmeyi, benimseyip almasını emretti."
617 İbnu Cübeyr
anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: "Enfal suresi (ne hususta indi?)
diye sordum, bana: "Bedir Savaşı üzerine indi" cevabını
verdi."
618 Mus'ab İbnu Sa'd babasından (radıyallahu anh)
naklettiğine göre, babası şöyle demiştir: "Bedir Savaşı sırasında bir kılıçla
geldim ve: "Ey Allah'ın Resulü, Allah kalbimi müşriklerden kurtardı, bu kılıcı
bana bağışla" dedim. Bana: "Bu mal ne senin, ne de benim" diye cevap
verdi. Ben (içimden): "Bu kılıç, savaş sırasında benim kadar ciddi
hizmette bulunmayan birine verilebilir" diyerek ayrıldım. Sonra Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) benim yanıma geldi ve: "Sen, kılıç benim değilken onu
benden istemiştin. Şimdi ise artık benim oldu, al, bu senin olsun!" dedi." Şu
ayet inmişti: "Ey Muhammed! Sana ganimetlere dair soru sorarlar, de ki:
"Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının..."
(Enfal, 1).
619 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Tekrar
savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı
dışında, savaş günü arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış
olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!" (Enfal, 16) ayeti
Bedir günü indi."
620 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) "Allah
katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir" (Enfal, 22) ayetinde kastedilmiş olanlar Abdü'd-Daroğullarından
bir gruptur" denmiştir."
621 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ebu Cehl (birgün) şöyle dedi: "Allahımız, eğer bu Kitap, gerçekten senin senin
katından ise, bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver" (Enfal, 32)
diye dua etmişti. Şu ayet indi: "Sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez.
Onlar bağışlanma dilerken de elbette Allah azab edecek değildir" (Enfal,
33). Müşrikler mü'minleri Mekke'den çıkardıkları zaman da şu ayet indi:
"Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten men ederlerken Allah onlara niçin azab
etmesin?..." (Enfal, 34).
622 Ukbe İbni Amir (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı minberde iken dinledim, şu
ayeti okudu: "Ey iman edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar -Allah'ın
düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin
bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." (Enfal,
60). Ayette geçen "kuvvet"i "Bilesiniz, kuvvet "atmak"tır" diye açıkladı ve bunu
üç kere tekrar etti."
623 Müslim ve Tirmizi'de şu ziyade vardır:
"...Haberiniz olsun! Allah, arzı fethetmenizi müyesser kılacak. İhtiyaçlarınız
(Allah tarafından) karşılanacaktır. Sizden kimse oklarıyla oynamaktan sakın geri
kalmasın."
624 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ey
peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki
yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkar edenlerden bin kişiyi yener; çünkü
onlar anlayışsız bir güruhtur" (Enfal, 65) ayeti inince bir kişinin on kişinin
önünden kaçmaması, yirmi kişinin de iki yüz kişinin önünden kaçmaması farz
kılındı. Sonra da şu ayet indi: "Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde
zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz, onlardan iki yüz kişiyi
yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah
sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 66). Böylece yüz kişinin, iki yüz kişinin
önünden kaçmaması farz kılındı."
625 Bir rivayette de şöyle denir:
"...Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan iki bin kişiyi yener" ayeti nazil
olunca bu, Müslümanlara ağır geldi ve şu ayet indi: "Şimdi Allah yükünüzü
hafifletti. Zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz
onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle onlardan iki
bin kişiyi yener..." (Enfal, 66) Allah onlardan miktarı hafiflettikçe,
Müslümanların sabrı da -azaltılan miktar nisbetinde-
eksildi."
626 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ganimetler sizden önce hiçbir başı
siyaha (yani ademoğluna) helal kılınmadı. Ganimet alındığı zaman gökten inen bir
ateş onu yakardı." -Ravi Süleyman el-A'meş der ki: "(Başı siyah tabirini)
şimdilerde Ebû Hüreyre'den başka kullanan birini göremiyorum- Bedir savaşı
sırasında henüz helal edilmezden önce, Müslümanlar ganimetleri aldılar. Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Daha önceden Allah'tan verilmiş bir
hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi..." (Enfal,
68).
627 Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Bedir savaşında Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) (esirlerin serbest bırakılmaları mukabilinde)
fidye-i necat alınca Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Yeryüzünde savaşırken,
düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını
istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir.
Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size
büyük bir azab erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak
yiyin..." (Enfal 67-69). Ganimetler sonradan helal
kılındı."
628 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu iki ayet hakkında
aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: "Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve Muhacirleri barındırıp onlara yardım
edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar" ve "İnanıp hicret etmeyenlerle,
-hicret edene kadar- sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım
isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım
etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkar edenler birbirlerinin
dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve
büyük bozgun çıkar. İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve Muhacirler'i
barındırıp, onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır.
Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden
ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir." Bedeviler muhacire varis
olmazdı, muhacir de ona varis olmazdı. Bu durum nesh edildi. Ayet şöyle buyurdu:
"Birbirinin mirascısı olan akraba Allah'ın kitabına göre birbirine daha
yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir" (Enfal, 22-25).
629 İbnu
Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki: "Siz
niçin, mesani grubuna giren Enfal suresini miûn grubuna giren Beraet suresine
yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?" Hz. Osman (radıyallahu
anh) şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a vahiy sırasında,
bir çok sûre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy
katiblerini çağırır, onlara: "Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikredildiği sureye
koyun" diye irşad ederdi. Bir ayet geldiği zaman da "Bu ayeti içinde şu şu
şeylerin zikredildiği sureye koyun" derdi. Enfal suresi, Medine'de ilk nazil
olanlardandı. Beraet suresi ise, iniş itibariyle Kur'an'ın sonuncusu idi. Bunun
kıssası da Enfal'in kıssasına benzemekte idi. Bu sebeple Beraet'i öbüründen
zannettim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu surenin öncekinden olduğunu
belirtmeden vefat etti. Bu sebeple ben bunların arasını yakın tuttum ve ikisinin
arasına bismillahirrahmanirrahim satırını koymadım. Böylece onu yedi uzunlar'ın
(Seb'ut-Tıval) arasına koydum."
630 İbnu Cübeyr (radıyallahu anh)
anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a sordum: -Tevbe sûresi nedir?
Şu cevabı verdi: -Tevbe mi? Bilakis o fazihadır (İslam düşmanlarını rezil
etmektedir). "Onlardan bir kısmı şöyledir..." "Onlardan bir kısmı
şöyledir..." diyerek o kadar çok saymıştır ki, halk "Bizden kimseyi
bırakmıyacak, herkesi zikredecek" zannına kapıldılar. Ben tekrar
sordum: -Ya Enfal suresi? -Bu, dedi, Bedir Savaşı hakkında nazil
oldu. Ben tekrar sordum: -Pekala Haşr sûresi? -O da, dedi,
Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu."
408 Cündeb
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim Kitabullah hakkında şahsi re'yi ile söz ederse, isabet bile etse
hatadadır. Rezin şu ilavede bulunmuştur: "Kim re'yi ile söz eder de hata
ederse küfre düşer."
409 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Kur'an hakkında ilme
dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın."
410 Yine
Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Benim hakkımda da bildiğiniz
dışında sözden kaçının. Kim bana bile bile yalan nisbet ederse ateşteki yerini
hazırlasın. Kim de Kur'an hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini
hazırlasın."
411 Haris el-A'ver anlatıyor: "Mescide uğramıştım,
gördüm ki halk, zikri terkedip malayani konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali
(radıyallahu anh)'ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: -"Doğru mu
söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?" dedi, Ben: -"Ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: -"Haberiniz olsun
bir fitne çıkacak!" Ben hemen sordum: -"Bundan kurtuluş yolu nedir Ey
Allah'ın Resûlü?" Buyurdu ki: -"Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda
sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete
kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca
sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyan, haram-helal vs. nevinden) cereyan edecek
ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey
ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla
amel etmezse, Allah onu helak eder. Kim O'nun dışında hidayet ararsa Allah onu
saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru
yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri
iltibastan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez,
tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez,
O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini
alamadılar: "Biz, hiç duyulmadık bir tilavet dinledik. Bu doğruya götürmektedir,
biz onun (Allah kelamı olduğuna) inandık" (Cin 1). Kim ondan haber getirirse
doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm
verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey
A'ver, bu güzel kelimeleri öğren."
412 Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir grup,
Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya
gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti
bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce
cemaatte anar"
413 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet
gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?" diye sordu. "Hepimiz isteriz" diye cevap
verdik. "Öyle ise, buyurdu, kim namazda üç ayet okusa bu ona, üç iri ve semiz
deveden daha hayırlıdır"
414 Ukbetu'bnu Amir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Biz Suffa'da iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (dışarı)
çıkarak: "Hanginiz hergün hiç günah işlemeden ve akrabalık bağlarını da bozmadan
Buthan'a veya Akik'e gidip oradan (zahmete ve masrafa girmeden) iki adet iri
hörgüçlü dişi deve tutup getirmeyi ister?" diye sordu. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü
bunu hepimiz isteriz" dedik. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "-O halde
birinizin mescide gidip orada Allah'ın kitabından iki ayeti öğrenmesi veya
okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet onun için üç deveden,
dört ayet onun için dört deveden ve okunacak ayetler kendi sayılarınca deveden
daha hayırlıdır" buyurdular."
415 İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i dinledim, şöyle diyordu:
"Kur'an-ı Kerim'den tek harf okuyana bile bir sevab vardır. Her hasene on
misliyle (kayde geçer). Elif-Lam-Mim bir harftir demiyorum. Aksine elif bir
harf, lam bir harf ve mim de bir harftir."
416 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'i (güzel bir sesle açıktan okuyan bir peygambere
kulak ver(ip sevabı bol kıl)diği kadar hiçbir şeye kulak ver(ip mükafaat ihsan
et)memiştir."
417 Buhari'nin bir rivayetinde Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: "Kur'an'ı teganni etmeyen bizden
değildir." (Sahabeden biri, bununla) açıktan okumayı kastediyor demiştir."
Teganni: "kıraatın hüzünlü ve dokunaklı kılınmasıdır."
418 Ebû
Umame (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in
şöyle söylediğini işittim: "Allah, geceleyin Kur'an okuyan bir kula kulak
verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu
müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir
zaman Allah'a yaklaşmış olmaz." Ebu'n Nadr der ki: "Ondan" tabiriyle
"Kur'an'dan" denmek istenmiştir."
419 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim şöyle diyordu:
"Kur'an'ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur'an'ı
gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir."
420 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü, Allah'a hangi
amel daha sevimlidir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan" cevabını verdi. "Yolculuğu bitirip
tekrar başlamak nedir?" diye ikinci sefer sorunca: "Kur'an'ı başından sonuna
okur, bitirdikçe yeniden başlar" cevabını verdi."
421 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Aziz ve celil olan Allah diyor ki: "Kim, Kur'an-ı Kerim'i okuma meşguliyeti
sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden
fazlasını veririm."
422 Sehl İbnu Muaz el-Cuheni (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Kur'an'ı
okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın
ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği
ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'an'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak,
düşünebiliyor musunuz?"
423 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Kur'an'ı okur,
ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl
ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş
bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır."
424 Abdullah İbnu
Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Kur'an'ı okuyup ona sahip çıkan kimseye (ahirette):
"Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen
öyle oku. Zira senin makamın, okuduğun en son ayetin seviyesindedir"
denir."
425 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Kur'an'da mahir olan (hıfzını ve
okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerim ve muti meleklerle beraber
olacaktır. Kur'an'ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap
vardır."
426 Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)'ın anlattığına
göre: "Geceleyin, (hurma harmanında iken) Kur'an'dan Bakara suresini okuyordu.
Hemen yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine sükût
ederek okumayı bıraktı. At da sükûnete geldi. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at
yine şahlandı. Üseyd yine sükût edince at da sükûnete erdi. Az sonra yine
okumaya başlayınca at da şahlanmaya başladı. Oğlu Yahya, ata yakındı. Ona bir
zarar vermesin diye attan uzaklaştırmak için yanına gitti. Bir ara başını göğe
kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi
nesneler var. Sabah olunca koşup gördüklerini Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine: "O
gördüklerin neydi bilir misin?" diye sordu. "Hayır!" cevabı üzerine açıkladı:
"Onlar melaike idi. Senin sesine gelmişlerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları
seyredebilecekti, çünkü halktan gizlenmiyeceklerdi."
427 el-Bera
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki
uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu
bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu.
Sabah olunca adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelip vak'ayı anlattı.
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ona şu açıklamada bulundu: "Bu sekinet
idi, Kur'an için inmişti."
428 Ebu Musa (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kur'an okuyan
mü'minin misali portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'an okumayan
mü'minin misali hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'an-ı okuyan
facir misali reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan
facirin misali Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da
yoktur."
429 Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i
öğrenen ve öğretendir."
430 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hafızasında
Kur'an'dan hiç bir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev
gibidir."
431 Sa'd İbnu Ubade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Buyurdular ki: "Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir
kimse sonradan (terkeder ve okumayı) unutursa kıyamet günü cüzzamlı olarak
Allah'a kavuşur."
432 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ümmetime verilen ücretler
bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp
için verilmiş olanı da vardı. Keza ümmetimin işlediği günahlar da bana
arzedildi. Bunlar arasında, bir kimsenin lütf-i İlahi olarak öğrenip de sonradan
unuttuğu bir sûre veya ayet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü
görmedim."
433 İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma)'ın
anlattığına göre, İmran, Kur'an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan
dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. "İnna lillahi ve inna ileyhi raci'un,
deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in
şöyle söylediğini işittim: "Kim Kur'an okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin.
Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'an okuyup, okudukları
mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler."
434 Süheyb
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kur'an'ın haram kıldığı şeyleri helal addeden kimse Kur'an'a
inanmamıştır."
435 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) düşman arazisine Kur'an-ı Kerim'le birlikte
askeri seferi yasakladı."
436 Ebu Said İbnu'l-Mualla (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ben Mescid-i Nebevi'de namaz kılıyordum. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) beni çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet
edemedim. Sonra yanına gelerek: Ey Allah'ın Resûlü namaz kılıyordum (bu sebeple
cevap veremedim diye özür beyan ettim). Bana: "Allahu Teala Kitab'ında "Ey iman
edenler, Allah ve Resûlü sizi çağırdıkları zaman hemen icabet edin" buyurmuyor
mu?" (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: "Sen mescidden çıkmazdan önce ,
sana Kur'an-ı Kerim'in (sevapca) en büyük sûresini öğreteyim mi?" dedi ve
elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: "Sana en büyük sureyi öğreteceğim"
dememiş miydiniz? dedim. Bana: "O sure Elhamdü lillahi Rabbi'l alemin dir
ki(namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi ayet (es-Seb'u'l-Mesani) ve bana
verilen yüce Kur'an'dır" buyurdu.
437 Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Ubey İbnu Ka'b
(radıyallahu anh)'a uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen
kaydetti. Ancak şu ziyade var: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zü'l-Celal'e
yemin ederim ki, Allah, Fatiha'ının bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de ne
Zebur'da, ne de Furkan'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi
ayet ve bana ihsan edilen yüce Kur'an'dır." Nesai'nin yine Ebu Hüreyre'den
yaptığı bir rivayette: "O (Fatiha süresi) benimle kulum arasında taksim
edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir" ziyadesi vardır.
438 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in yanında otururken yukarıda kapı sesine benzer bir
ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselam) dedi ki: "İşte
gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı." Derken
oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalam) tekrar konuştu: "İşte arza bir
melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti." Melek selam verdi ve Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e : "Sana verilen iki nuru müjdeliyorum.
Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha
Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe
mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi.
439 Adiyy
İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "(Fatiha'da geçen) el-mağdûb aleyhim (Allah'ın gazabına
uğrayanlar) Yahudilerdir, ed-dallin (sapıtanlar) da
Hıristiyanlar'dır".
440 Ebu Ümame (radıyallahu anh) buyurdu ki:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim, diyordu ki: "Kur'an-ı Kerim'i
okuyun. Zira Kur'an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.
Zehraveyn'i yani Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet
günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek,
okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak
berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir
olamazlar." Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce,
bir kul onu okur, sonra da Allah'tan birşey isterse Allah istediğini mutlaka
verir."
441 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kalabalık bir askerin katıldığı orduyu sefere çıkardı.
Askerlere Kur'an okumalarını tenbihledi. Ayrıca teker teker görerek herbirine
Kur'an'dan bildikleri yerleri okumalarını tenbihliyordu. Derken sıra yaşça en
genç birisine gelmişti. Ona: "Kur'an'dan sen ne biliyorsun ey falanca? diye
sordu. Genç: "Ben , dedi, falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini
biliyorum." Resûlullah(aleyhissalatu vesselam): "Yani sen Bakara'yı biliyor
musun?" diye sordu. "Evet!" cevabı üzerine: "Haydi yürü, seni askerlere komutan
tayin ettim" dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp: "Yemin olsun,
Bakara'yı ezberlememe mani olan şey, hükümleriyle amel edememek korkusundan
başka birşey değildir? dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu tenbihte
bulundu: "Kur'an'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'an-ı Kerim'in onu öğrenip okuyan
ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya
benzetebiliriz. Bu her tarafa koku neşreder. Kur'an'ı öğrendiği halde, ezberinde
olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku
neşretmeyen misk kabı gibidir."
442 Nevvas İbnu Sem'an anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kıyamet günü
Kur'an-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler.
Bu gelişte, Bakara ve Al-i İmran sureleri Kur'an-ı Kerim'in önünde yer alırlar."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu iki sure için üç teşbihte bulundu ki, bir
daha onları unutmadım. Şöyle demişti: "Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur
ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış
saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler."
443 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki:
"Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan
kaçar."
444 Müslim'in bir rivayetinde yukarıdaki hadise şu ziyade
yapılmıştır: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Sizden biri
mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı
Hakk, namazlarından evine de hayır yaratacaktır"
445 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Bakara Suresi'nin sonundaki iki ayeti geceleyin kim okursa o iki
ayet ona kafi gelir."
446 Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah, arz ve
semavatı yaratmazdan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki ayet
indirip onlarla Bakara suresini sona erdirdi. Bu iki ayet bir evde üç gece
okundu mu artık şeytan ona yaklaşamaz."
447 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Beni İsrail'e: "Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın)
dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağışlansın" (Bakara 58) denildi. Ama
onlar (emri değiştirdiler de kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler ve
"kılın içinde bir tane" dediler."
448 Amir İbnu Rebi'a
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz karanlık bir gecede Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes
kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a açtık. Bunun üzerine şu ayet indi. "...Nereye
yönelirseniz Allah'ın yönü orasıdır (Bakara, 115)."
449 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e hitab ederek: "Ey Allah'ın Resûlü (tavaftan sonra
kılınan iki rek'atı) Makam'ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)" diye bir
temennide bulunmuştu, hemen şu ayet nazil oldu: "İbrahim'in makamını namazgah
yapın..." (Bakara, 125).
450 el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anh)
buyurdular ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'ye gelince, önce
Ensar'dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını
onaltı veya onyedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru kıldı. Ancak kıblenin
Kabe'ye doğru olmasını arzuluyordu. (Kabe'ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi
namazı idi. Bu namazı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte ashabtan
bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir
mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükû halinde idiler. Adam
onlara: "Şehadet ederim ki Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le Kabe'ye
doğru namaz kıldık" dedi. Cemaat oldukları yerde Kabe'ye yöneldiler.
Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları Yahudiler'i memnun
ediyordu. Yüzler Kabe'ye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar.
Arkadan hemen şu mealdeki ayet nazil oldu: "Yüzünü göğe çevirip durduğunu
görüyoruz..." (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar:
"Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler? De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır.
Allah dilediğini doğru yola hidayet eder" (Bakara,
144).
451 Müslim ve Ebu Davud'un Enes' (radıyallahu anh)'ten
rivayet ettikleri bir diğer hadis şöyledir: "Onlar Beytu'l-Makdis'e doğru
yönelmiş halde, sabah namazının rükûunda iken, Beni Seleme'den bir adam
kendilerine uğradı ve: "Kıble istikameti Kabe'ye çevrildi" dedi. Bu sözünü iki
kere tekrar ettil. Cemaat rükûda iken Kabe'ye
yöneldiler."
452 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ayet-i
kerimenin emriyle Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kıbleyi Kabe'ye
yöneltince Müslümanlar sordular: "Ey Allah'ın Resûlü, Beytü'l-Makdis'e yönelerek
namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?" Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Senin yöneldiğin istikameti, peygambere
uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola
koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı
(ibadetlerinizi) boşa çıkaracak değildir" (Bakara, 143).
453 Ebu
Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "(Kıyamet günü) Hz. Nuh (aleyhisselam) ve ümmeti gelir. Cenab-ı
Hakk ona: -"Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu? diye sorar. Nuh
(aleyhisselam): -"Evet, ey Rabbim" diye cevap verir. Rabb Teala bu sefer
ümmetine sorar: -"Nuh (aleyhissalatu vesselam) size tebliğ etmiş
miydi?" -"Hayır!" bize peygamber gelmedi" derler. Rabb Teala Hz. Nuh
(aleyhissalatu vesselam)'a yönelerek: -"Söylediğin şey hususunda sana kim
şahidlik edecek?" diye sorar. Nuh (aleyhisselam): -" Muhammed
(aleyhissalatu vesselam) ve ümmeti!" der ve Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in
ümmeti: -"Nuh tebligatta bulundu" diye şehadette bulunur. Bu duruma şu
ayet işaret eder: "Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara
karşı şahidler olasınız" (Bakara, 143).
454 Tirmizi'nin
rivayetinde şu ziyade vardır: "(...Nuh kavmi): "Bize ne bir korkutucu, ne de
başka biri, hiç kimse gelmedi" derler."
455 Urve İbnu'z-Zübeyr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu (mealdeki) ayet
hakkında sordum: "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeairlerindendir. Kim
Kabe'yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis
yoktur." (Bakara, 158). Dedim ki: "Kasem olsun (ayetten) Safa ve Merve'yi tavaf
etmeyenlere de bir günah yoktur (manası çıkmaktadır)." Bana dedi ki: Ey
kızkardeşimoğlu söylediğin ne kadar çirkin! Ayetin, senin te'vil ettiğin manada
olması için, "onları tavaf etmeyene herhangi bir günah terettüp etmez" şeklinde
olmalıydı. Halbuki ayet Ensar hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce,
Müşellel'deki azgın Menat'a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menat'a
telbiye getirenler, Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekiniyorlardı. Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk: "Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir..." ayetini
indirdi. Aişe (radıyallahu anha) şunu da söyledi: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı sünnet kıldı.
Bunu terketmek kimseye caiz olmaz." Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu
Abdi'r-Rahman'a bu hadisi haber verdim. Bana şunu söyledi: "Ben bu bilgiyi
(hadisi) duymamıştım. Ben alimlerden bazılarını dinledim şöyle diyorlardı: "Hz.
Aişe'nin Menat için telbiye getirenlerden haber verdikleri dışında kalan halkın
tamamı Safa ve Merve'yi tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur'an-ı
Kerim'de tavafından bahsedip Safa ve Merve'den söz etmeyince: "Ey Allah'ın
Resûlü! Biz Safa ve Merve'yi tavaf ediyorduk. Halbuki Cenab-ı Hakk Kabe'nin
tavafını emrediyor, Safa ve Merve'den bahsetmiyor, Safa ve Merve'yi tavaf
etmemizde bize bir mahzur var mı?" dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Safa ve
Merve Allah'ın şeairindendir. Öyle ise kim Beytullah'a hac yapar veya umre
ziyaretinde bulunursa Safa ve Merve'yi de tavaf etmesinde bir günah yoktur"
ayetini indirdi. Ebu Bekr İbnu Abdirrahman der ki: "Ben bu ayetin,
(yukarda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani,
hem cahiliye devrinde Safa ve Merve'yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir,
hem de öncekileri tavaf ettikleri halde, İslam'dan sonra -Allah'ın Kabe'yi tavaf
etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve'yi zikretmemiş olması sebebiyle-
bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve'nin de (Kur'an'da)
zikri Kabe'yi tavaf emrinden sonra gelmiştir.
456 Buhari ve
Müslim'den gelen bir rivayette şöyle denir: "Ancak, Müslüman olmazdan önce Ensar
ve bunlarla birlikte Gassan, Menat için telbiyede bulunurlar, Safa ile Merve
arasında tavaftan çekinirlerdi. Bu davranış onlara ecdad yadigarı bir adet idi.
Menat için ihrama giren Safa ile Merve arasında tafaf yapmazdı. Müslüman olunca
bu hususta Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sordular. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk "Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir..." ayetini
indirdi.
457 Mücahid, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan rivayet
ettiğine göre şunu anlatmıştır: "Beni İsrail'de kısas vardı, fakat diyet yoktu.
Cenab-ı Hakk Muhammed ümmetine şöyle buyurdu: "Öldürülenler hususunda size kısas
farz kılınmıştır. Hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir.
Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse, kendisine örfe uymak ve
affedene güzellikle (diyet) ödemek gerekir" (bakara, 178). Buradaki "afv"dan
maksad, amden öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesidir. "Örfe uymak ve
affedene güzellikle ödemek" e gelince, bundan maksad (mağdur tarafın) örfe uygun
miktarda bir diyet istemesi, öbürünün de bunu güzellikle ödemesidir. Ayetin
devamındaki: "Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve birrahmettir" ibaresi de,
"sizden öncekilere farz kılınanlarda olmayan bir hafifletme" demektir, (çünkü
onlara diyet imkanı tanınmamıştı). Ayetin son kısmı olan "Bundan sonra tecavüzde
bulunana elim azab vardır" ibaresinden diyet almayı kabul etmesine rağmen (kan
davası güderek) katili öldüren kimse
kastedilmektedir."
458 Ata'nın anlattığına göre, İbnu Abbas
(radıyallahu anh) şu ayeti okurken dinlemiştir: "Oruca dayanamayanlar, bir
düşkünü doyuracak kadar fidye verir" (Bakara, 184). İbnu Abbas (radıyallahu anh)
ayeti okuduktan sonra ilave etti: "Bu ayet, oruç tutmaya tahammül edemeyen yaşlı
erkek ve yaşlı kadın hakkında mensûh değildir. Onlar da her bir günün orucu
yerine bir fakir doyururlar."
459 Ebu Davud merhumun bir
rivayetinde şu ziyade var: "İbnu Abbas dedi ki: "Oruca dayanamayanlar, bir
düşkünü doyuracak kadar fidye verir" (Bakara 184) ayeti şu demektir: "Onlardan
kim orucuna mukabil bir fakiri doyuracak kadar fidye vermek isterse fidye verir
ve böylece orucunu tutmuş sayılır." Cenab-ı Hakk buyurmuştur: "Kim (vacib
miktardan) daha fazla fidye verirse bu kendisi için daha hayırlı olur. Orucu
(yiyip de fidye vermek yerine) bizzat tutmanız daha hayırlıdır" (Bakara 184).
Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa orucu
tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu bulunursa yediği miktarda başka günlerde
oruç tutar."
460 Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şöyle
denmektedir: "(Ramazan'da orucu yiyip, fidye ödemeye ruhsat veren ayet) hamile
ve emzikli kadınlar için sabittir, mensuh değildir." Nesai'de rivayet
şöyledir: "Orucu tutmaya dayanamayanlar orucu kendilerine (tahammül edilmez) bir
meşakkat addedenler için bir yoksula yetecek kadar fidye gerekir. Ayetin "Kim de
hayır düşünerek (bir fakire yetecek miktardan fazlasını) verirse" hükmü mensuh
değildir, bu onun için daha hayırlıdır. (Fidye vermektense) oruç tutmanız daha
hayırlıdır. Ayetteki ruhsat, oruca takat getiremeyen veya şifasız hastalığa
yakalananlar içindir."
461 Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Oruca takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi
gerekir" ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hal müteakip
ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini neshetti. Yani asıl hüküm
şudur: "Kim Ramazan ayında hazır bulunursa orucunu
tutsun."
462 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den, rivayete göre
oruca gücü yetmeyenin fidye vermesi gereğini beyan eden ayeti "fidyetün taamu
mesakine" şeklinde (yani fakirlerin yiyeceği kadar fidye) okudu ve bu ayetin
mensûh olduğunu söyledi."
463 Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Dua, ibadettir",
sonra şu ayeti okudu: "Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana
ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler varya, alçalmış ve hakir olarak
cehenneme gireceklerdir" buyurmuşlardır" (Mü'min, 69).
464 Rezin
şu ilave rivayeti kaydetti: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabı
(radıyallahu anhüm ecmain) sordular: Rabbimiz yakın mıdır, biz ona hafif sesle
hitab edelim, uzaksa yüksek sesle taleblerimizi söyleyelim?" Bunun üzerine şu
ayet indi: "Kullarım sana benden sorarlarsa, (söyle ki) ben yakınım. Dua edenin
duasına, bana dua ettiği takdirde icabet ederim" (Bakara,
186).
465 Bera İbnu Azib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ramazan
orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara temas etmezlerdi. Bazı
kimseler bu meselede nefislerine itimad edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki
ayet nazil oldu: "...Allah nefsinize güvenmiyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple
tevbenizi kabul edip sizi affetti." (Bakara, 187).
466 Buhari, Ebu
Davud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: "Ashab-ı Muhammed
(aleyhissalatu vesselam)'in (başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu
iken, iftar vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece yemediği
gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar beklerdi. Kays İbnu Sırma
el-Ensari (radıyallahu anh) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına
gelerek yiyecek birşey olup olmadığını sordu. Kadın: "Hayır, yok!" ancak bekle,
sana yiyecek arıyayım" dedi. Kays, gün boyu çalışan birisiydi, beklerken
uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı ki uyuyor: "Eyvah mahrum kaldın,
yiyemiyeceksin" diye eseflendi. Ertesi gün, öğleye doğru Kays (radıyallahu
anh) açlıktan baygın düştü. Durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi
kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı..." (Bakara, 187). Buna Müslümanlar
fevkalede sevindiler. Arkadan, "Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce
ayırd edilinceye kadar yiyin, için." Ravi der ki: "Bu ayet, Kays İbnu Amr
hakkında nazil olmuştur."
467 Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh)
anlatıyore: "Beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayrılıncaya kadar yiyin için"
ayeti indiği zaman "tan yerinde" kelimeleri henüz nazil olmamıştı. Bir kısım
insanlar oruç tutacakları zaman ayaklarına siyah ve beyaz (iplik) bağlar, bunlar
görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Tan
yerinde" kelimelerini inzal buyurdu. O zaman herkes anladı ki burada beyaz ve
siyah ipliklerden maksad gündüz ve gece imiş."
468 Beş kitapta da
gelen bir başka rivayet şöyle: "Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) biri siyah,
biri beyaz iki köstek bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden
ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şöyle
bildirdi: "Yastığımın altına biri siyah biri beyaz iki iplik koydum." Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ona takıldı: "Beyaz iplikle siyah iplik senin
yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı."
469 Adiy'in
bir başka rivayeti şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "Ey
Allah'ın Resûlü! Ayette geçen "beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması"nedir,
bunlar iki iplik değil mi?" diye sordum da bana: "İki ipliğe baktı isen sen
gerçekten kalın enselisin" dedi ve şu açıklamayı yaptı: "Hayır iki iplik değil,
onun biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün
beyazlığıdır."
470 Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensar hac
yapıp da döndükleri zaman evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri hac
dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu davranışı sebebiyle
kınadılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "İyilik, evlere arkasından girmeniz
değildir. Kötülükten sakınan kimse (nin ameli) iyidir. Evlere kapılarından
girin" (Bakara, 189).
471 Huzeyfe (radıyallahu anh), "Allah
yolunda infak edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun.
Allah ihsan edenleri sever" (Bakara, 195) mealindeki ayetle ilgili olarak
demiştir ki: "Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil
oldu."
472 Eslem İbnu İmran anlatıyor: Medine'den gazve için yola
çıktık. Niyetimiz İstanbul'du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid
İbni'l-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada
idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: "Dur, dur! Lailahe
illallah, eliyle kenidini tehlikeye atıyor!" diye bağrıştılar. Ebu Eyyub
el-Ensari hazretleri (radıyallahu anh) atılarak: "Ey ensar topluluğu, bu ayet
bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
yardım edip, İslam galebe çalınca biz: "Artık işlerimizin başında kalıp, onları
yoluna koyalım" dedik. Bunun üzerine Allah'u Teala bu ayeti indirdi. Yani
"Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak" demek malın-mülkün başında kalıp onları
düzene koymak için cihadı terketmektir."
473 Abdullah İbnu Ma'kıl
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh)'ye "Oruçtan yahut
sadakadan yahut kurbandan bir fidye lazımdır" (Bkara, 196) mealindeki ayetten
sordum. Dedi ki: "Başımda bitler kaynaştığı halde Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a götürüldüm. Beni görünce: "Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye
ulaşacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin?" dedi. "Hayır" cevabını
verdi. (Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "...İçinizde hasta olan veya başından
rahatsız varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban
kesmesi gerekir..." (Bakara, 196) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Üç gün
oruç tut veya her fakire yarım sa' yiyecek vermek suretiyle altı fakiri doyur,
başını traş et" dedi. Bu ayet hassaten benim hakkımda nazil oldu, ancak umumen
hapimize şamildir."
474 Ebu Ümame et-Temimi anlatıyor: "Ben hac
sırasında, ücret mukabili hizmet veren birisi idim. Bana: "Senin haccın hac
sayılmaz" dediler. Bilahere İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e rastladım. O'na: "Ben
hacc sırasında, ücretle hizmet veren birisiyim, halk bana: "senin haccın hacc
sayılmaz diyorlar" dedim. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma): "İhrama girmiyor,
telbiye okumuyor, tavafta bulunmuyor musun?" dedi: "Hepsini yapıyorum" diye
cevap verdim. Cevabım üzerine şu açıklamayı yaptı: "Senin haccın hacc sayılır.
Nitekim Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir adam gelmiş, senin bana
sorduğuna yakın şeyler sormuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût
buyurdu ve adama cevap vermedi. Derken şu ayet nazil oldu: "(Hacc mevsiminde,
ticaret yaparak) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur..." (Bakara,
198). Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o adamı çağırtarak,
ayeti okudu ve: "Haccın hacc sayılır" buyurdu."
475 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliye devrinin
panayırları idi. İslam geldiği zaman halk, hac mevsiminde ticaret yapmayı günah
addeder oldular. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Hac mevsiminde Rabbinizden
rızık taleb etmenizde sizin için bir günah yoktur." Ayeti İbnu Abbas şu şekilde
okudu."
476 Yine İbnu Abbas anlatıyor: "Yemen ahalisi, hacca
geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. "Biz mütevekkil kimseleriz"
diyorlardı. Meke'ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı azık
takvadır" (Bakara, 197).
477 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Kişi ihramsız olarak (yani Mekke'de ikamet edenler veya umre için
gelip, umreden sonra ihramı çıkaranlar) Beytullah'ı ziyaret eder. Bu imkan, hacc
niyetiyle ihram giymeye kadar devam eder. Arafat'a çıkınca, kime deve, sığır
veya davardan kurban müyesser olmuşsa, dilediğini kurban eder. Bunlardan biri
olmazsa, ona hactaki, üç günün orucu terettüp eder. Bu günler, arefe gününden
evvele ait olmalıdır. Bu üç günün sonuncu günü arefe gününe tesadüf ederse,
bunda bir günah yoktur. Sonra Arafat'da vakfe'ye gider ikindi namazından akşam
karanlığının gelmesine kadar vakfede kalır. İbnu Abbas anlatmaya üslubu
biraz değiştirerek devam ediyor. "Sonra Arafat'tan insanlar sökün edince,
orayı terketsinler. Topluca geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife'ye) gelsinler.
Orada Allah'ı çokca zikretsinler, sabah vakti girmezden önce bilhassa tekbir ve
tehlili çok yapsınlar sonra buradan da topluca hareket etsinler. Çünkü (eskiden
beri) herkes buradan hareket ederdi. Cenab-ı Hakk: "İnsanların toplu olarak
sökün ettiği yerden siz de sökün edin, (eski yaptıklarınızdan) Allah'a af
dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder" (Bakara, 199). Şeytan taşlayıncaya
kadar akmaya (ve çok zikretmeye) devam edin" buyurmuştur.
478 İbnu
Müseyyeb anlatıyor: "Süheyb (radıyallahu anh) muhacir olarak Mekke'den yola
çıktı. Kureyş'ten bazıları onu takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden
inerek sadağında ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: "Allah'a kasem
olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz. Sonra elimde
durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz, size Mekke'de toprağa gömdüğüm
malın yerini söyleyeyim, mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam
edeyim" dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna devam
etti). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına varınca şu ayet nazil oldu:
"İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın
alır..." (Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Ebu Yahya'nın
alış-verişi karlı oldu" der ve ayeti tilavet buyurur", (Rezin'in ilavesidir.
Bagavi ve İbnu Kesir tefsirlerinde senedsiz olarak
kaydederler).
479 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Cenab-ı Hakk'ın şu sözleri nazil olduğu zaman: "Yetim rüşdüne erinceye kadar,
onun malına o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın"; keza
"Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir
ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir" (Nisa 10) yanında
yetim bulunanlar hemen gidip yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendilerinin
yiyip içeceklerinden ayırdılar. Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa
ona dokunulmuyor, yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hal,
bir kısım müşkilatlara sebep oldu. Durum Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
arzedildi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Sana yetimleri sorarlar. De ki:
Onları faydalı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada
yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir" (Bakara 220). Bu ayet üzerine
yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerine
karıştırdılar."
480 Nafi anlatıyor: İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
Kur'an okuduğu zaman, okuma işinden çıkıncaya kadar hiç konuşmazdı. Bir gün ben
(Mushaf'ı, yüzünden takip ediverdim, o da ezberden) Bakara suresini okudu. Bir
ayete gelince bana: "Bu ayet ne hakkında indi biliyor musun?" diye sordu. Ben
"Hayır!" deyince: "Şu, şu mesele için" diye açıkladı, sonra (okumaya) devam
etti.
481 Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yahudiler: "Kadına
arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar" derlerdi. Bunun üzerine:
"Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza
dilediğiniz gibi gelin" ayeti nazil oldu" (Bakara 223).
482 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü mahvoldum" buyurdu. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Niye mahvoldun ne var?" diye sorunca
açıkladı: "Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım).
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk
peygamberine şu ayeti vahyetti: "Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza
istediğiniz gibi gelin." Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla
önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel."
483 Yine İbnu Abbas
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Allah, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i mağfiret
buyursun, bir hususta yanılmıştı. Şu Ensariler putperestti ve ehl-i kitaptan
Yahudilerle birlikte idiler. Ensar (İslam'dan önce) ilim yönüyle Yahudilerin
kendilerinden üstün olduklarına inanırlardı. Bu sebeple onların birçok
davranışlarını aynen taklid ediyorlardı. Ehh-i kitaba has adetlerden biri de
kadınlarına tek istikametten (yani ön cihetten) yanaşırlardı. Bu, kadın için de
en uygun tarzdı. Ensar topluluğu, bu adeti de Yahudilerden aynen almıştı.
Kureyşliler ise, kadınları hoş olmayan şekilde açarlar, onlara arka
cihetlerinden, ön cihetlerinden, sırt üstü yatmış vaziyette yeneşırlardı.
Medine'ye muhacir olarak Mekkeliler gelince onlardan bir erkek Medineli bir
kızla evlendi. Erkek, kadına Kureyş usulünce temas etmek istedi. Kadın buna
müsaade etmedi. "Bizde kadına tek istikametten temas edilir, sen de öyle yap,
aksi halde bana dokunma" dedi. Onların bu ihtilafı büyüdü ve herkes duydu.
Öyle ki Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a da intikal etti. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz)
tarlanızdır. Tarlaya dilediğiniz gibi gelin" (Bakara 223). "Dilediği gibi" den
maksad (istikamet olarak) önlerinden, arkalarından, sırt üstü yatmış olarak.
Ancak bu geliş çocuk mahalline olacak."
484 Ümmü Seleme
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz
gibi gelin" ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Tek yoldan (ki o da çocuk
yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas kurun"
485 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Kur'an'daki: "Allah sizi (dil alışkanlığı
olarak maksadsız yapılan) lağv yeminleriniz için müaheze etmez" ayeti kişinin
sözünde sıkça kullandığı, "vallahi evet", "billahi hayır" gibi yeminleri için
nazil oldu." Yukarıdaki metin Buhari'den alınmadır. Hadisi, Ebu Davud hem
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sözü olarak hem de Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'nin sözü olarak iki şekilde rivayet etmiştir. İmam
Malik Muvatta'da bu hadisle ilgili olarak şunu söyler: "Bu mevzuda işittiğimin
en güzeli şudur: "Ayette geçen "Lağv", bir kimsenin öyle bildiği için bir şey
hakkında yaptığı yemindir, ancak sonradan, o şeyin, bildiği gibi olmadığını
anlar. Bu durumda yaptığı yemin için kefaret gerekmez. Ancak bir kimse de çıkıp,
günahkar ve yalancı olduğunu bile bile, birilerini memnun etmek veya bir malı
elde etmek için yemin ederse bu öylesine büyük bir günahtır ki, bunun kefareti
yoktur."
486 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Kur'an-ı
Kerim'deki: "Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri
almaya (herkesten) çok layıktırlar..." (Bakara 228) ayeti hakkında şunu söyledi:
"Erkek hanımını üç talakla da boşasa hanımını geri almaya herkesten daha çok hak
sahibi idi. Ancak bu hüküm, Cenab-ı Hakk'ın şu sözü ile neshedildi: "Boşanma iki
defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır..." (Bakara
229).
487 Urvetu'bnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Cahiliye devrinde kişi hanımını boşar, iddeti sona ermeden geri almak isterse,
alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri dönebilirdi. (Bu hal bir
adamın şu hadisesine kadar devam etti.) Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti
dolmak üzere iken hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: "Allah'a
kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal olmayacaksın"
dedi. Kadın: "Bu nasıl olur?" deyince, adam: "Seni boşuyorum, iddetin dolmadan
tekrar geri alacağım ve bu böylece devam edip gidecek" dedi. Kadın Hz. Aişe
(radıyallahu anha)'ye gitti, durumu anlattı. Hz. Aişe cevap vermedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı bekledi. Gelince vak'ayı anlattı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) da cevap vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti
inzal buyurdu: "Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak
bırakmadır" (Bakara 229). O günden itibaren insanlar bu yeni talaka yöneldiler,
boşayan da boşamayan da. "
488 Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu anh)
anlatıyor: Benim bir kızkardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler
oldu. Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kız
kardeşimi ona nikahladım. Allah'ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar.
Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric'i ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti.
İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam
oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: "Daha önce de çok
isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim,
seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric'i ile boşadın. (Geri alma hakkın olduğu
halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de talib oldun,
taleble almak istiyorsun. Allah'a kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim" dedim.
Ma'kıl der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu ayet nazil oldu: "Kadınları
boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette
anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerin engel
olmayın" (Bakara 232). Yine Ma'kıl ilave ediyor: "Ayet üzerine, yeminim için
kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım" Buhari'nin
bir rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ma'kıl'ı
çağırdı, ayeti kendisine tilavet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği
bıraktı ve Allah'ın emrine boyun eğdi"
489 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) Kur'an'ın: "(Vefat iddeti bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi
çıtlatmanızda.... üzerinize bir vebal yoktur" (Bakara 235) ayetinden maksadı,
"Evlenmeyi arzu eden kişinin: "Ben nikahlanmak istiyorum, kadına ihtiyacım var,
saliha bir kadına kavuşmak istiyorum" demesidir" diye
açıklamıştır.
490 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Hendek Savaşı sırasında "Allah onların evlerini ve
kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mani oldular, günaş
batıncaya kadar kılamadık" buyurdu. Bir rivayette: "Bizi, salat-ı vusta
olan ikindi namazından alıkoydular" denir. Bir diğer rivayette: "Sonra ikindiyi
akşamla yatsı arasında kıldık" denir.
491 Hz. Aişe'nin azadlısı
Ebu Yunus anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha), kendisine bir mushaf yazmamı
emretti ve dedi ki: "Şu ayete gelince bana haber ver: "Namazlara ve bilhassa
orta namazına devam edin" (Bakara, 238). Yazarken bu ayete gelince ona haber
verdim. Bana şunu imla ettirdi: "Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına
devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin" (Bakara, 238). Hz. Aişe
(radıyallahu anha): "Ben bunu Resûlullah'dan işittim"
dedi.
492 Amr İbnu Rafi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre,
"Hz. Hafsa (radıyallahu anha)'ya bir mushaf yazıyormuş. Hz. Hafsa (radıyallahu
anha) kendisinden,önceki hadiste -(Ebu Yunus'tan) Hz. Aişe'nin- taleb ettiği
hususu aynen taleb ettiğini anlatmıştır."
493 Şakik İbnu Utbe,
Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma)'ten naklettiğine göre, demiştir ki: "Önce
şu ayet nazil oldu: "Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunu bize Allah'ın dilediği müddetçe okudu.
Sonra Allah bunu nashetti ve şu ayeti indirdi: "Namazlara ve bilhassa orta
namazına devam edin." Şakik'in yanında oturmakta olan bir zat kendisine: "Öyle
ise bu ikindi namazıdır." Bera dedi ki: "Ben bu ayetin nasıl nazil olduğunu
Allah'ın nasıl neshettiğini sana haber verdim."
494 İmam Malik
(rahimehumullah)'e ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)'e İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma), Kur'an'da zikri geçen "orta namaz"a (salatu'l-vusta)
sabah namazı demişlerdir.
495 Zeyd İbnu Sabit ve Hz. Aişe
(radıyallahu anhüma) "Orta namazı, öğlen namazıdır"
derlerdi.
496 Ebu Davud'un Zeyd (radıyallahu anh)'den kaydettiğine
göre, Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) öğle namazını zevalden sonra
sıcağın en şiddetli olduğu saatte kılardı. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın kıldığı namazlar içinde ashabına en zor geleni bu namaz idi. Bunun
üzerine şu ayet nazil oldu: "Namazlara ve orta namazına devam edin." Zeyd
devamla dedi ki: "(Orta namazı, öğlen namazıdır, zira) bundan önce iki namaz var
(birisi geceden -yatsı-, diğeri gündüzden -sabah-), ondan sonra da iki namaz var
(biri gündüzden -ikindi- diğeri geceden -akşam-)".
497 Abdullah
İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a,
Bakara suresinde geçen: "Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar
eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini
(bakılmasını) vasiyyet etsinler" (Bakara 240), ayeti diğer bir ayetle (Bakara,
234) neshedildiği halde niçin bu mensuh ayeti de Kur'an-ı Kerim'e yazıyorsunuz?"
diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Ey kardeşim oğlu bu ayeti terk mi edelim,
(bunu mu söylüyorsun)? Hayır, ben hiçbir şeyi yerinden
oynatmam."
498 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Her şeyin bir şerefi var.
Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu surede bir ayet vardır ki,
Kur'an ayetlerinin efendisidir: "Ayetü'l-Kürsi".
499 Übey İbnu
Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: "Ey
Ebu'l-Münzir, Allah'ın Kitabından ezberinde bulunan hangi ayetin daha büyük
olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben: "O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur,
O, Hayy'dır, Kayyûm'dur (yani diridir her şeye kıyam sağlayandır" (Bakara, 225)
-ki buna Ayet'ü'l-Kürsi denir- dedim. Göğsüme vurdu ve: "İlim sana mübarek olsun
ey Ebu'l-Münzir!" dedi."
500 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Ramazan zekatını muhafazaya
tayin etmişti. Derken kara bir adam gelerek zahireden avuç avuç almaya başladı.
Ben derhal kendisini yakaladım ve: "Seni Resûlullah(aleyhissalatu vesselam)'a
çıkaracağım" dedim. Bana: "Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde
bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden çoktur, şiddetlidir"
dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah olunca Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam): -Ey Ebu Hüreyre! Dün akşamki esirini ne yaptın? diye sordu.
Ben: -Ey Allah'ın Resûlü: Bana şiddetli ihtiyacından ve çoluk-çocuktan
dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak salıverdim, dedim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): -Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin
olsun, o tekrar gelecek! buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek.
Binaenaleyh onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya
başladı. Ben de derhal yakaladım ve: "Seni mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a çıkaracağım" dedim. Yine yalvararak: "Beni bırak, gerçekten çok
muhtacım, üzerimde çoluk-çocuk var, bir daha yapmam" dedi. Ben yine acıdım ve
salıverdim. Ertesi gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -Ey Ebu
Hüreyre, dün geceki esirini ne yaptın? diye sordu. Ben: -Ey Allah'ın
Resûlü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert yandı. Ben de acıdım ve
salıverdim, dedim. "Ama" dedi, Resûlullah: "O yalan söyledi fakat yine
gelecek." Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç
almaya başladı. Onu yine yakalayıp: -Seni mutlaka Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan
başka gelmeyeceğim deyip yine de geliyorsun, dedim. Yine bana rica ederek şöyle
söyledi: "Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah onlarla sana fayda
ulaştırsın". Ben: -Nedir bu kelimeler söyle! dedim. Bana dedi ki:
-Yatağa girdin mi Ayetü'l-Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin
üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz
dedi. Ben yine acıdım ve serbest bıraktım. Sabah oldu, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Dün akşamki esirini ne yaptın?" diye sordu.
Ben: -Ey Allah'ın Resûlü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla
Allah'ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini yine serbest
bıraktım, dedim. Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam): -Neymiş onlar?
dedi. Ben: -Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü'l-Kürsi'yi başından
sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah'ın koyacağı bir muhafız üzerinden eksik
olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz! dedi, cevabını verdim.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine: "(Bak hele!) o koyu bir
yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş. Ey Ebu Hüreyre! Üç gecedir
kiminle konuştuğunu biliyor musun?" dedi. Ben: -Hayır! cevabını
verdim. -O bir şeytandı buyurdular.
501 Ebu Eyyûb
(radıyallahu anh) anlatmıştır ki: "Kendisinin bir hücresi vardı ve içinde hurma
bulunuyordu. Buraya bir gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu
durumu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a açtı. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) kendisine "Git, tekrar görecek olursan "Allah'ın adıyla, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a icabet et" dersin" buyurdu. Ebu Eyyub der ki:
(Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir daha gelmeyeceğine dair yemin
etti, ben de salıverdim. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la
karşılaştığımda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Esirin ne oldu?" diye
sordu. Ben: "Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben de bıraktım)" dedim.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "O yalan söylemiş, o yalana alışkındır"
buyurdu. Ebu Eyyûb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca
gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine salıverdiğini anlatır.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tekrar: "Esirin ne oldu?" diye sorar.
"Gelmeyeceğine dair yemin edince bıraktım" der. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Yalan söylemiş, o zaten yalana alışkındır" buyurur. Ebu eyyub
(radıyallahu anh) üçüncü sefer yine yakalar ve: "Bu sefer seni bırakmayacağım,
mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar götüreceğim" der. Bunun
üzerine cin: "(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım: Ayet'ü'l-Kürsi
varya onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne şeytan ne başkası yaklaşamaz" der.
(Ebu Eyyub yine salar) ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelir.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Esirin ne oldu?" diye sorar. Olup biteni
haber verince: "(Hayret), yalancı olduğu halde bu sefer doğruyu söylemiş"
buyurur."
502 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Dinde
zorlama yoktur" (Bakara 256) ayeti Ensar hakkında inmiştir. Şöyle ki: Medine'de
çocuğu yaşamayıp ölen kadınlar, "çocuğum yaşarsa Yahudi dini üzerine
yetiştireceğim" diye adakta bulunurdu. Benu Nadir Yahudileri Medine'den
sürüldükleri vakit, bunlar arasında Yahudileştirilmiş çok sayıda Ensar çocuğu
vardı. Ensariler: "Çocuklarımızı onlara terketmeyiz" dediler. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk: "Dinde zorlama yoktur, artık iman ile küfür apaçık meydana
çıkmıştır..." (Bakara) ayetini inzal buyurdu."
503 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz
ondan daha layıkız: "Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" demiş,
(Allah: "Buna) inanmadın mı yoksa" demiş, o da: "İnandım, fakat kalbimin,
(gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemişti." (Bakara,
260). Allah, Lût (aleyhisselam)'a rahmetini bol kılsın, aslında o çok
muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (aleyhisselam)'un kaldığı
müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet
ederdim."
504 Tirmizi'nin bir rivayetinde Hz. Yusuf'la ilgili
olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Kerim oğlu Kerim
oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahimoğlu İshakoğlu Yakuboğlu Yusuf'tur. Ve ilave
etti: "Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana
elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim." Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) arkadan şu ayeti okudu: "Kendisine elçi gelince, "Efendine dön de
ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) devamla şunu söyledi: "Allah Teala'nın rahmeti Lût'a
olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmıştı. Allah ondan sonra, her
peygamberi kavminden kalabalık bir ceaat içinde
gönderdi."
505 Ubeyd İbnu Umayr anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabına sordu. "Şu
ayet kimin hakkında nazil olmuştur? "Sizden herhangi biri arzu edermi ki,
hurmalardan, üzümlerden kendisinin bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın,
orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. Fakat ona ihtiyarlık çöksün, aciz
ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora
isabet etsin de o, yanıversin? (Bakara, 266). Cemaat: "Allah ve Resûlü
daha iyi bilir" cevabını verdi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu cevaba kızdı ve:
"Biliyoruz veya bilmiyoruz" deyin dedi. Bunun üzerine İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "Bu hususta içimden bir şeyler geçiyor ey müminlerin
emiri" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona: "Ey kardeşimin oğlu söyle onu,
kendini küçük görme" dedi. İbnu Abbas: "Bu, bir iş için misal olarak
verilmiştir" deyince Hz. Ömer: "Hangi iş için?" diye tekrar etti. İbnu Abbas da:
"Zengin bir kimsenin işi için, öyle ki bu zengin Allah'a kulluk ve itaatini
yerine getiriyordu. Sonra Allah ona şeytanı gönderdi. (Zengin onun iğvasına
kapılarak günahlar eşledi ve sonunda bütün (salih) amellerini
batırdı."
506 Bera (radıyallahu anh): "İğrenmeden alamayacağınız
pis şeyleri vermeye kalkmayın..." (Bakara, 267) mealindeki ayet biz ensarlar
hakkında indi" dedi ve anlattı: "Biz hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes,
hurmasından az veya çok oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi
bir iki hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescidde kalan Ehl-i Suffa'nın
yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman, salkıma gelir, sopasıyla vurur,
ondan bir miktar hurma düşürür ve yerdi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları,
içerisinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları kırık adi
salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ey
iman edenler: Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan
sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın
müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ayeti şöyle açıklar: "Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri,
kendisine verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden
almamasına dikkat etsin." İbnu Abbas der ki: "Bundan sonra hepimiz, sahib
olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk."
507 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar.
Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek
ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe
çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe
çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya
hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan
uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın." Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bu sözlerine şu mealdeki ayeti ekledi: "Şeytan sizi fakir olacaksınız
diye korkutur, size cimriliği emreder.." (Bakara 268).
508 Mervan
el-Esfar'ın anlattığına göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma):
"..İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve
dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder, Allah her şeye kadirdir." (Bakara
284) ayetinin müteakip ayet tarafından neshedildiğini
söylemiştir."
509 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: "İçinizdekini açıklasanız da
gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine
azab eder..." (Bakar, 284) bu ihbar Sahabe (radıyallahu anhüma)'ye çok ağır
geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler, diz çöküp oturdular ve
dediler ki: "Ey Allah'ın elçisi, bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz,
oruç, cihad ve sadaka, bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu ayeti inzal
buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil." Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) onlara: "Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
"dinledik ama itaat etmiyoruz" mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle
deyin: "İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sana'dır." Cemaat
bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzal
buyurdu: "Peygamber ve inananlar O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri
arasında hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz,
dönüş sanadır" dediler" (Bakara 285). Ashab bunu yapınca Allah, önceki
ayeti neshetti ve şu ayeti inzal buyurdu: "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği
kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz!
Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. (Resûlullah bu duayı
yapınca Allah Teala hazretleri: Pekala, yaptım buyurmuştur). Rabbimiz bizden
öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! (Allah Teala hazretleri:
Pekiyi buyurmuştur). Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi taşıtma (Rabb
Teala hazretleri: Pekiyi dedi). Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen
Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et (Rabb Teala buna da Pekiyi
demiştir).
510 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala, ümmetim, içinden
geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi
hesaba çekmeyecektir."
511 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu mealdeki ayeti okudu: "(Habibim) Sana
Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar Kitab'ın
anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik
bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına
göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki
onun te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ilimde yüksek gayeye erenler ise; "Biz
ona inandık, hepsi Rabbimiz katındadır" derler. (Bunları) salim akıllılardan
başkası iyice düşünmez." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ayetin
okunmasını tamamlayınca bana şunu söyledi: "Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi
olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah'ın ayette haber verdiği
kimselerdir, onlardan sakının."
512 Said İbnu Cübeyr (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a "Ben
Kur'an'da bazı ayetler görüyorum onlar bana aralarında ihtilaflı geliyor" dedi.
İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Nelermiş onlar?" diye sorunca adam şu ayetleri
okudu: "Sûr'a üflendiği zaman, aralarında o gün (böbürlenecekleri) soyları
sopları olmadığı gibi, (birbirlerinin halini) de soramazlar" (mü'minun, 101).
Halbuki şu ayet de var: "Birbirlerine dönüp soruşurlar" (Saffat 27). Bir
ayette şöyle denir: "O gün inkar edip peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle
bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler" (Nisa 42).
Halbuki şu ayet var: "Sonra, Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar
değildik, demekten başka çare bulamazlar" (En'am, 23). Nazi'at suresinde:
"Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu
Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış,
gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir" (27-30) buyuruyor.
Burada göğün yaratılışı yerin yaratılışından öncedir: "Ey Muhammed onlara de ki:
"Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O
alemlerin Rabbi'dir. O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı.
Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde
yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve
yeryüzüne "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi, ikisi de:
"İsteyerek geldik" dediler (Fussilet, 9-11). Kur'an'da: "Allah affedici,
merhametli oldu", "Allah aziz ve hakim oldu", "Allah işitici ve görücü oldu"
denmektedir. Sanki, Allah eskiden böyle olmuş bitmiş gibi ifade
edilmektedir." İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: "Sûr'a ilk
üflemede onların aralarında hiçbir bağ olamaz, Allah'ın diledikleri dışında
herkes gökte olsun yerde olsun bu ilk üflemede baygın düşer. İşte bu baygınlık
anında bağ da yok, hal hatır sorma da yok. Sonra ikinci üflemede birbirlerine
gelip soruşurlar." İbnu Abbas devam etti: "...Rabbimiz Allah'a and olsun
ki biz puta tapanlar değildik" ayeti ile; "...Allah'tan bir şey
gizleyemezler" ayetine gelince: "Allah Teala ihlas sahiplerinin günahlarını
affeder. Bunun üzerine müşrikler: "Gelin bir de "Müşrik değildik" diyelim"
derler. Allah da onların ağızlarını mühürler. Vücudlarındaki her bir uzuv
yaptığı işleri söyler. O sırada, Allah'ın hiçbir sözü gizlemediği bilinir. O'nun
yanında: "İnkar edenler: "Keşke Müslüman olsaydık" temennisinde bulunacaklardır"
(Hicr, 2). Diğer soruna gelince: Allah yeri iki günde yarattı. Sonra göğe
yöneldi, başka iki günde de onu yedi kat olarak tanzim etti, sonra diğer iki
günde arzı düzenledi yani yaydı, arzdan su ve otlak çıkardı. Arzda dağlar,
ağaçlar, tepeler ve arzla sema arasında bulunan şeyleri yarattı. Bunu Cenab-ı
Hakk: "Ardından yeri düzenlemiştir" (Naziat, 30) kelam-ı şerifleriyle ifade
buyurmaktadır. Böylece arz ve içindekiler dört günde yaratılmış olmaktadır.
Semavat da iki günde yaratılmış olmaktadır. "Allah affedici, merhametli
oldu" kelamına gelince, Allah kendisini bu şekilde isimlemiştir, yani O hep
böyle olmuştur ve böyle olacaktır, Allah her ne irade buyurdu ise irade
buyurduğu şey mutlaka olmuştur. Yazık sana, Kur'an (ayetleri) sana
ihtilaflı gelmemeli. Çünkü onun tamamı Aziz ve Celil olan
Allah'tandır."
513 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Bedir savaşında Kureyş'i yendikten sonra
Medine'ye döndüğü zaman Yahudileri toplayarak onlara: "Kureyş'in başına gelen
musibet size de gelmeden Müslüman olun" dedi. Onlar cevaben: "Ey Muhammed,
Kureyş'ten savaşmasını bilmeyen top bir grubu mağlub etmen sakın seni
aldatmasın. Şayet bizimle savaşacak olursan bizim kimler olduğumuzu öğrenecek ve
bizim gibisiyle hiç karşılaşmadığını anlayacaksın!" dediler. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "(Habibim), "O (Yahudi) kafirlerine de ki:
Yakında mağlub olacaksınız ve (toptan) cehenneme sürüleceksiniz. O, ne kötü
yataktır, (Bedir muharebesinde) karşılaşan iki grub hakkında sizin için muhakkak
bir ibret vardı. (Onlardan) bir grub Allah yolunda dövüşüyordu, diğeri ise
kafirdi" (Al-i İmran, 12-13).
514 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her peygamberin
peygamberlerden dostları vardır. Benim dostum, ceddimve Rabbimin halili olan
İbrahim'dir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sonra şu ayeti tilavet
buyurdular: "Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde
(zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah da o
iman edenlerin yaridir" (Al-i İmran, 68)
515 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "...İbrahim'in ailesi ve İmran ailesi..." (Al-i İmran, 33)
ayeti hakkında: "Onlar, İbrahim'in neslinden, İmran'ın neslinden, Yasin'in
neslinden ve Muhammed'in neslinden iman eden kimselerdir." Allah Teala
hazretleri şöyle buyuruyor: "Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her
halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah
da o iman edenlerin yaridir" (Al-i İmran, 68) demiştir.
516 Yine
İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), saliha kadının: "Rabbim, karnımdakini azadlı
bir kul olarak sana adadım" (Al-i İmran, 35) sözünü tefsir sadedinde şöyle der:
"Yani sırf mescide hizmet etmesi için."
517 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular:
"Yeni doğan her insan yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru,
onun dürtmesi (nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar. Hazret-i
Meryem ve onun oğlu İsa bundan hariçtir." Ebu Hüreyre sözüne devamla:
"İsterseniz şu ayeti de okuyun dedi: "Meryem: "...Ben onu da soyunu da kovulmuş
şeytandan sana sığındırırım" dedi". (Al-i İmran, 36).
518 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma): "Meryem'i hangisi himayesine alacak diye (kura
çekmek üzere) kalemlerini atarken sen yanlarında değildin" (Al-i İmran, 44)
ayetiyle ilgili olarak buyurdu ki: "Kur'a çekmek üzere kalemlerini (suya)
attılar. Kalemler akıntıyla beraber gitti. Sadece Zekeriya'nın kalemi suyun
üstüne çıktı."
519 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey İsa,
şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) benim" ayetindeki (Al-i
İmran 55) seni vefat ettirecek olan (müteveffike) ibaresini "seni öldürecek
olan" diye açıklanmıştır.
520 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Ensar'dan bir zat Müslüman olmuştu, sonratekrar irtidat edip
müşriklerin yanına gitti. Bilahere yaptığından pişman olup, kabilesine:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorun, benim için tevbe imkanı var mı?"
diye haber saldı. Kavmi de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Onun
için tevbe etme şansı var mı?" diye sordular. Bunun üzerine şu ayet indi:
"İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler
geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah
zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin,
insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab
hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tevbe edip
düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" (Al-i İmran,
86-89). Ayeti ona gönderdi. O da Müslüman oldu."
521 Behz İbnu
Hakim babası ve ceddi tarikiyle anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" (Al-i
İmran, 110) ayeti hakkında şunu söylediğini işitti: "Siz yetmiş ümmeti yetmişe
tamamlayan sonuncu ümmetsiniz. Siz onların en hayırlısı ve Allah yanında en
değerli olanısınız."
522 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Rabb'e
kul olun (kûnû Rabbaniyyin)" (Al-i İmran, 79) ayetiyle "Hakimler, fakihler olun"
denmek istenmiştir" buyurmuştur.
523 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: Şu ayet bizim hakkımızda indi: "O zaman içinizden iki zümre za'f
göster(mek iste)mişdi. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak
Allah'a güvenip dayanmalılar." (Al-i İmran, 122) Hz. Cabir devamla şu açıklamayı
yaptı: "Biz iki zümreydik: Bir zümre Benû Harise, diğeri Benû Seleme. Ayette:
"Allah onların yardımcısıdır" dendiği için bu ayet hakkımızda inmemiş olsaydı
sevinmezdim."
524 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Safvan İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve
el-Haris İbnu Hişam'a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: "Allah'ın,
onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin
yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" (Al-i İmran, 128).
525 Tirmizi'de
geldiği üzere Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü şöyle demiştir: "Ey
Allahım, Ebu Süfyan'a lanet et! Ey Allah'ım, el-Haris İbnu Hişam'a ln İbnu
Umeyye'ye lanet et!" Bunun üzerine: "Allah'ın onların tevbelerini kabul veya
onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir"
(Al-i İmran, 128) mealindeki ayet indi.
526 Nesai'de geldiğine
göre, İbnu Ömer, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in sabah namazında
başını sonuncu rekatta kaldırdığı sırada "Ey Rabbim... lanet" diye aynen
yukarıdaki hadiste muhtevayı işittiğini söylemiştir.
527 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma): "Hiçbir peygamber ganimete ve millet malına hıyanet
yaraşmaz" (Al-i İmran, 161) ayeti, Bedir savaşı sırasında kaybolan kırmızı
renkli bir kadife parçası hakkında nazil olmuştu. Cemaatten bazısı "Belki de Hz.
Peygamber almıştır" demişti ki bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil
oldu."
528 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ashabına şöyle dedi: "Uhud'da şehid olan kardeşleriniz
var ya! allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin
nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış
altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehidler böylece güzel güzel
yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek
ve bildirecek ki bizler cennette dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki
onlar cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!"
Allah Teala onlara cevaben: "Sizin haberinizi ben duyuracağım" buyurdu ve
şu ayeti indirdi: "Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın bilakis onlar
Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle
sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kenidlerine ulaşmayan kimselere,
kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek
isterler" (Al-i İmran, 169).
529 Yine İbnu Abbas (radıyallahu
anlüma): "Halk onlara "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar,
onlardan korkun" dediler. Bu, onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, o
ne güzel vekildir" dediler" (Al-i İmran 173). ayeti hakkında şu açıklamayı
yaptı: "Bunu İbrahim (aleyhisselam) ateşe atıldığı esnada söyledi, keza aynı
şeyi Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), halk kendisine: "İnsanlar size
karşı toplandılar" dediği zaman söyledi.
530 Ebu Said (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) zamanında bir kısım
münafıklar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gazveye çıktığı vakit ondan
ayrılıp geri kalırlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a muhalefet edip
kaldıkları için rahatlarlar, sevinirlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Medine'ye dönünce de gelip andlar, yeminler içerek özürler beyan ederlerdi. Bir
de isterlerdi ki, yapmadıkları şeylere övgüye, madh'u senaya mazhar olsunlar.
Onların bu hali ile ilgili olarak şu ayet nazil oldu: "Ettiklerine sevinen ve
yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azabtan
kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır" (Al-i İmran,
188).
531 Humeyd İbnu Abdirrahman İbni Avf anlatıyor: Emevi
halifesi Mervan kapıcısına: "Ey Rafi! İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a git ve
de ki: "Eğer bizden herkes, ettiği ile sevinmesinden ve yapmadığı şeyle de
övülmekten hoşlanmasından dolayı azab görecekse, toptan hep azaba maruz
kalacağız demektir." İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) kendisine bu
söylenince şöyle dedi: "O ayetten size ne? O ayet, Ehl-i Kitap hakkında
inmiştir." Sonra şu ayeti okudu: "Allah kitap verilenlerden, onu insanlara
açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz diye ahid almıştı. Onlar ise, onu
arkalarına atıp, az bir değere değiştiler. Alış-verişleri ne kötüdür.
Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın
onların azaptan kurtulacaklarını sanma, elem verici azab onlaradır." (Al-i
İmran, 187-188). İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) sözüne devam ederek şu
açıklamayı yaptı: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara bir husus sordu,
gerçeği gizleyip, değişik şekilde yanlış cevap verdiler. Üstelik kendilerine
sorduğu hususa verdikleri cevap sebebiyle medhedilmeyi beklediklerini de iş'ar
ettiler. Ayrıca sorulan şeyi ona gizlemiş olmalarına da
sevindiler."
532 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "İster, amelce
iyi, müttaki, isterse amelce kötü, facir kişi olsun, ölüm herkes hakkında
hayırlıdır" buyurduktan sonra şu ayeti okudu: "İnkar edenler, kendilerine vermiş
olduğumuz muhletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara
ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Alçaltıcı azab onlaradır, (Al-i
İmran, 178). Sonra da şu ayeti okudu: "Fakat Rablerinden sakınanlara, Allah
katından ziyafetler bulunan, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli
kalacakları cennetler vardır. Allah katındaki şeyler iyi olanlar için daha
hayırlıdır" (Al-i İmran, 198).
533 Ümmü Seleme (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, Allahu Teala'nın kadınları hicretle ilgili
olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum. Bu sorum üzerine
şu ayet indi: "Rableri dualarını kabul etti: Bir birinizden meydana gelen
sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret
edenlerin, memleketlerinden çıkanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve
öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katında bir
nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin
güzeli Allah katındadır." (Al-i İmran, 195).
534 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Bir adamın yanında yetime bir kız vardı. Onu
kendisine nikahladı. Kızın meyve veren bir hurma ağacı vardı. Kız, o hurma
ağacında olsun, adamın başka malında olsun ona artaktı. Adam kızı kendisi için
tutuyor, kıza kendisinden (mehir olarak) bir şey vermiyordu. Bunun üzerine şu
ayet indi: "Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara
haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla
iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz..." (Nisa, 3),
535 Bir
rivayette hadis şöyledir: "Yetime kız velisinin terbiyesindedir. Velisi, kızın
güzelliğine ve malına tamah etmekte (evlenmek istemekte)dir. Ancak mehrini tam
değil, eksik vermeyi düşünmektedir. Böyle veliler, yetimlere, mehri hususunda
adaletli davranmadıkça, yetimle evlenmeleri yasaklanmış, başka kadınlarla
evlenmeleri emredilmiştir."
536 Bir diğer rivayette, Hz. Aişe
(radıyallahu anha) şöyle demektedir: "Cenab-ı Hakk'ın şu ayette: "Ey Muhammed!
Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: "Onlar hakkında fetvayı size
Allah veriyor: Bu fetva kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle
evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere
doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'ta size okunandır.." (Nisa 127) ayetinde
atıfta bulunan bahis, önceki ayettir ki orada şöyle denmektedir: "Eğer velisi
olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan
korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, iç ve dörde
kadar evlenebilirsiniz." Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şunu söyledi:
"Sonraki ayette yani, "...kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim
kadınlara..." (Nisa, 127) ifadesinin geçtiği ayette, Cenab-ı Hakk'ın mevzubahis
ettiği arzu, kişinin terbiyesi altında bulunan yetimenin malı ve güzelliği az
olması halındeki arzudur. Bu durumda onunla evlenmek
istememektedir.
537 Bir başka rivayette "Ey Muhammed! Kadınlar
hakkında senden fetva isterler..." (Nisa 127) ayeti ile ilgili Hz. Aişe şu
açıklamayı yapar: "Burada sözkonusu edilen, kişinin terbiyesi altında bulunan
vemalından kendisine ortak olan yetime kızdır. Adam bu yetime ile evlenmeyi
düşünmediği gibi, başkasıyla evlendirip, yabancıyı malına ortak kılmak da
istememekte, yetimeyi ortada tutmaktadır. Cenab-ı Hakk, mezkur ayetle bu durumu
yasaklamaktadır." Ebu Davud merhum şu ilavede bulunur: Rebi'a, Cenab-ı
Hakk'ın "Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekte onlara
haksızlık yapmaktan korkarsanız..." sözü hakkında şu açıklamayı yaptı: "Burada
Allah Teala şunu söylüyor: "Korkuyorsanız bu yetimeleri serbest bırakın, (arada
tutmayın), ben size dört tanesini helal kıldım."
538 Yine Hz. Aişe
(radıyallahu anha) "Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin, onlarda
olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de geri
alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan iffetli
olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin..." (Nisa, 6), ayeti
hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu ayet, yetime bakan velinin fakir olması
halinde, bakım hizmetine mukabil, yetimin malından uygun şekilde yiyebileceğini
beyan için nazil olmuştur." Bir başka rivayette şöyle denir: "Veli,
muhtaçsa, çocuğun malından, malın miktarına göre uygun şekilde
alır."
539 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Taksimde yakınlar
yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin"
(Nisa, 8) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu ayet muhkemdir ve mensuh da
değildir. Bazıları bunun mensuh olduğunu zanneder. Hayır, Allah'a kasem olsun
mensuh değildir. Ancak, bu ayet halkın hükmüyle amel etmemek suretiyle kadrini
idrak edemediği ayetlerdendir. Terekede tavarrufta bulunan ve tereke ile ilgili
işleri üzerine alan veli iki kısımdır: 1. Mala varis olan mutavarrıf veli,
(mesela asabe gibi). İşte bu veli (taksim sırasında hazır bulunan yakınlara,
yetimlere ve düşkünlere onların gönüllerini hoş edecek birşeyler) verir.
2. Mala varis olmayan veli (yetimin velisi gibi ki taksimde hayır bulunanlara
maldan bağışta bulunmak gibi tasarrufta bulunamaz. Onlara bazı) tatlı sözü bu
veli söyler. Mesela şöyle de: Benim, sizlere birşeyler verme yetkim
yok."
540 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hastalanmıştım.
Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Hz. Ebu Bekir
(radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize geldikleri sırada
baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) abdest aldılar ve abdest
suyundan üzerime serptiler. Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı görmez miyim! Hemen sordum: "Ya Resûlullah
(görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?" Bana cevap vermede acele
etmedi. Derken miras ayeti geldi: "(Ey Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki:
"Allah size ikinci dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu
olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe
kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi ona tamamen varis olur. Eğer
kız kardeşi kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek
ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır. Doğru yoldan
saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilir" (Nisa, 176).
Bir rivayette şöyle denmektedir: "...(Sorum üzerine) feraiz ayeti indi." Bir
başka rivayette de: "Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar
tavsiye eder..." (Nisa11) ayeti indi" denir. Tirmizi'nin rivayetinde Cabir
hazretleri (radıyallahu anh) şöyle der: "Benim yedi tane kızkardeşim
vardı..." Ebu Davud'un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: "
Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar hakkında fetva
veriyor..." ikinci derece mirascılar: Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri
olan kimse.
541 Yukarıdaki Cabir (radıyallahu anh) hadisi, bir
rivayette şöyle gelmiştir: "Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi kızkardeşim
vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma
girdiler. Girince ilk iş yüzüme (okuyup) üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz:
"Ey Allah'ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini vasiyet edeyim
mi?" dedim. Bana: "İhsanda bulun!" dedi. Ben: Öyleyse yarısını? dedim.
Resûlullah "İhsanda bulun" dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi: "Bu
ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teala kızkardeşlerine vermen gereken miktar
hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların hissesini üçte iki kıldı." Cabir
(radıyallahu anh) şu ayet benim hakkımda indi derdi: "Senden fetva isterler, de
ki Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva veriyor..." (Nisa
176).
542 Yine Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın
iki kızıyla gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, bu iki kız Sabit İbnu Kays'ın
kızlarıdır. Babaları Uhud'da seninle beraber cihad ederken şihid oldu. Kızların
amcası, babalarından kalan malların ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara
hiçbir şey bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah'ın Resûlü. Allah'a yemin
ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bunlar hakkında Allah hükmeder" cevabını verdi.
Arkadan Nisa suresi nazil oldu: "Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın
hissesi kadar tavsiye eder..." (Nisa 11). Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Bana kadını ve sahibini çağırın!" emretti. Çocukların amcasına:
"Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini kızların annesine
ver, geriye kalan da senindir" dedi.
543 Ubadetu'bnu's-Samit
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir vahiy
geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.
Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı han onu sardı. Keder hali
açılınca: "(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol
kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekar bekarla zina yapmışsa cezası
yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dilla zina yaparsa yüz sopa ve
recm'dir."
544 İbnu Abbas: "Ey iman edenler! kadınlara zorla
mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara
verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın..." (Nisa 19)
ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Cahiliye devrinde bir erkek ölünce, karısı
üzerinden en ziyade onun yakınları hak sahibi idiler: Onlardan biri dilerse
onunla evlenir, dilerse kadını bir başkasıyla evlendirirlerdi, dilemedikleri
takdirde de evlenmesine mani olurlardı. Erkeğin yakınları bu hususta, kadını
akrabalarından da çok hak sahibi idiler. Yukarıdaki ayet bu durumla ilgili
olarak indi."
545 Ebu Davud'da gelen bir diğer rivayette şöyle
denir: "Erkek, akrabasının hanımına varis olur, kadın ölünceye veya mehrini
kendisine iade edinceye kadar müşkülat çıkarırdı. Cenab-ı Hakk buna mani oldu ve
kadına uygulanan engeli yasakladı."
546 Yine İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma), "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle
yemeyin. Meğer ki, (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret
(malı) ola..." (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Bu ayet
indiği zaman kişi, bir başkasının yanında yemeyi nefsine haram etti. Sonra
Cenab-ı Hakk bu ayeti Nûr suresinde yer alan şu ayetle neshetti: "...Evlerinizde
veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek
kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın
evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde, veya
teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da
dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara
veya ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur" (Nur 61). Bundan önce zengin
kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de çağrılan kimse: -(Nisa
suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem günahtır, zira fakirin
bundan yeme hakkı benden fazladır" derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle,
Müslümanlara (ayette sayılan kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah'ın ismi
zikredilen yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın
yiyecekleri de helal kılındı."
547 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Beş ayet vardır ki onları bütün dünya ve içindekilerle değişmem.
Bunlar şunlardır: 1. "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız,
kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" (Nisa 31) 2.
"Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat
kat artırır ve yapana büyük ecir verir" (Nisa 4). 3. "Biz her peygamberi
ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık
ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara
mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu
görürlerdi" (Nisa 64). 4. "Allah kendisine ortak koşmayı elbette
bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse,
şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" (Nisa 18). 5. "Kim kötülük
işler veya kendine yazık eder de, sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı
mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur" (Nisa 110).
548 Ümmü
Seleme (radıyallahu anha) validemiz anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim,
erkekler cihada çıkıyorlar, kadınlar cihad yapmıyor, biz kadınlara mirasdan da
yarım veriliyor." Bunun üzerine Rabb Teala şu ayeti inzal buyurdu: "Allah'ın
sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından
bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet
isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir" (Nisa 32). Mücahid der ki: "Cenab-ı
Hakk şu ayeti de Ümmü Seleme hakkında inzal buyurdu: "Doğrusu erkek ve kadın
Müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru
sözlü erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan
erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan
erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir
hazırlamıştır" ( Ahzab 35). Ümmü Seleme Medine'ye hicretle gelen ilk
kadındır."
549 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Ana-babanın ve
yakınların bıraktıklarından herbirini mevaliye kıldık..." (Nisa, 33) ayetindeki
mevaliye tabirini varisler olarak tefsir etmiştir. Keza ayetin devamında geçen
"yeminlerinizin bağladığı kimselere haklarını verin" ibaresindeki
"yeminlerinizin bağladığı kimseler" tabiriyle ilgili olarak da şu açıklamayı
yapmıştır: "Mekkeli muhacirler Medine'ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse
Medineli bir ensari'ye -Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın aralarında tesis
ettiği kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu. Ancak:
"Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her birine varisler kıldık..."
(Nisa 33) ayetiyle bu muamele neshedildi. Kelam-ı ilahi'de geçen "yeminlerinizin
bağladığı" tabiriyle ifade edilen "muahattan gelen kardeşlik hukuku" birbirinize
yardım, rifade (hacılara toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve
hayırhahlığa münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi
ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir."
550 Ebu Davud'un bir başka
rivayetinde şu açıklama vardır: "Yeminlerinizin bağladığı kimseler" (tabirine
gelince bununla şu kastediyor: İslam'ın bidayetinde) kişi, aralarında hiçbir
neseb bağı bulunmayan bir başkası ile anlaşma yoluyla hukuki bir bağ kurup biri
diğerine varis olabiliyordu. Bu müessese, Enfal suresinde gelen şu ayetle
neshedildi: "...Ve zevil erham (birbirine mirasçı olan akraba), Allah'ın
Kitabı'na göre birbirine daha yakındır..." (Enfal 75).
551 Davud
İbnu'l-Husayn anlatıyor: Ümmü Sa'd Binti Rebi'ye Kur'an'dan okuyordum. Bu kadın
Hz. Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh)'in terbiyesinde yetişen bir yetime
idi. Ben Nisa suresinin 33. ayetini "vellezine akadet eymanukum" diye okuyunca
müdahele edereke: "Öyle okuma fakat "vellezine akadet eymanukum" diye oku. Bu
ayet Hz. Ebu Bekir ve oğlu Abdurrahman hakkında nazil oldu. Oğlu, İslam'ı kabul
etmeyince Hz. Ebu Bekir, ona miras bırakmayacağım diye yemin etmişti. Bilahare
Abdurrahman Müslüman olunca, Cenab-ı Hakk, mirasdan nasibini ayırması için Hz.
Ebu Bekir'e bu ayetle emir buyurdu" dedi. Bir rivayette şu ilave açıklama
yapılmıştır: "Abdurrahman'ın İslam'a girişi Müslümanların maddi galebesine kadar
gecikti."
552 Hz. Enes (radıyallahu anh) "Allah, şüphesiz zerre
kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana
büyük ecir verir" ayeti ile ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
şöyle dediğini rivayet etti: "Allah hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile
karşılığını ihmal etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin
karşılığı hem dünyada hem de ahirette kendisine verilir. Kafir ise, yaptığı
hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, ahirete varınca, karşılığı
verilecek tek hayrı kalmaz."
553 İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz.
Ali (radıyallahu anh): "Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz,
erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar
düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur" (Nisa 35) ayetinde temas
edilen iki hakem hakkında "karı-kocanın ayrılma veya birleşme kararları bu iki
hakemin vereceği hükme kalmıştır" diye beyanda
bulunmuştur.
554 Ebu Hürre er-Rakkaşi, amcasından (radıyalluhu
anh) naklen Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Şerlerinden,
serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara (evvela) öğüt verin,
(vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın..." (Nisa, 34) ayeti
hakkında şunu söylemiştir: "Kadınların serkeşlik etmelerinden yılarsanız yatakta
onları yalnız bırakın." Hammad merhûm, yatakta yalnız bırakmayı "cinsi
teması terketmek" olarak anlamıştır.
555 Hz. Ali (radıyallahu anh)
anlatıyor: "İbnu Avf (radıyallahu anh) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet
etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın
haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam
olmamı istediler. Namazda Kafirûn suresini okudum. Ancak "sizin taptığınıza ben
tapmam" diyecek yerde "biz, sizin taptığınıza taparız" şeklinde yanlış okudum.
Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken
-yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın..." ayeti nazil
oldu."
556 Ebu Davud'da şu rivayet de var: Ensardan bir zat
kendisine (Hz. Ali'yi) ve Abdurrahman İbnu Avf'ı yemeğe çağırdı. "Rivayet, Hz.
Ali'nin icabet ettiğini, akşam namazında cemaate imamlık yaptığını belirtir ve
hadisi(n devamını yukarıdaki gibi) zikreder.
557 Yine Hz. Ali
(radıyallahu anh) buyuruyor: "Kur'an-ı Kerim'de en çok sevdiğim ayet şudur:
"Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine
bağışlar..." (Nisa, 48).
558 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk
sahibi olanlara itaat edin" (Nisa 59) ayeti, Abdullah İbnu Huzafe İbni Kays İbni
Adiy es-Sehmi hakkında, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu bir seriyyeye
gönderdiği esnada nazil oldu."
559 Yine İbnu Abbas (radıyallahu
anh): "Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar,
katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet" diyen
zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda
savaşmıyorsunuz?" (Nisa 75) ayetiyle ilgili olarak şunu söyledi: "Annem ve ben
burada ifade edilen "zavallılar" arasında idik."
560 Buhari'nin
bir rivayetinde şöyle denmiştir: İbnu Abbas (radıyallahu anh): "Çaresiz kalan,
yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesna" (Nisa 98), ayetini
tilavet buyurduktan sonra: "Ben ve annem Allahu Teala'nın mazur
addettiklerindendik, ben çocuklardan, annem kadınlardan mazurdu"
dedi.
561 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Abdurrahman İbnu Avf ve bir kısım arkadaşları, Mekke'de Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e gelerek şöyle dediler: "Biz müşrik iken izzet ve
itibarı olan kimselerdik. Müslüman olduktan sonra zelil duruma düştük. (Müsaade
edin müşriklere karşı koyalım). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onlara:
"Ben affetmekle emrolundum. Sakın müşriklerle mücadeleye kalkmayın" dedi. Ancak,
Medine'ye hicretten sonra Cenab-ı Hakk cihad emretti. Bu sefer onlar
durakladılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Kendilerine: "Elinizi savaştan
çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz
kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi
hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın
bir zamana kadar te'hir edemez miydin?" derler. Ey Muhammed de ki: "Dünya
geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size
zerre kadar zulmedilmez" (Nisa, 77).
562 Harice İbnu Zeyd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i şöyle derken
dinledim: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı
cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır"
(Nisa, 93) ayeti, Furkan suresindeki "Onlar, allah'ın yanında başka tanrı tutup
ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." (Furkan
68) ayetinden altı ay kadar sonra nazil oldu." Nesai merhumun bir
rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası,
içinde ebedi kalacağı cehennemdir" ayeti indiği zaman (ayette ifade edilen
şiddet sebebiyle) çok korktuk. Bunun üzerine (bize rahatlık getiren) Furkan
suresindeki "Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar,
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." ayeti nazil
oldu."
563 Sa'id İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma)'a: "Bir mü'mini kasden öldürenin tevbesi makbul olur
mu?" diye sordum da bana "Hayır!" diye cevap verdi. Ben de kendisine, Furkan
suresindeki: "Onlar ki Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar,
Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar... Ancak tevbe eden, inanıp, yararlı iş
işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah
bağışlar ve merhamet eder" (Furkan, 68-70) ayetini okudum. Bana şu cevabı verdi.
"Senin okuduğun ayet Mekke'de nazil olmuştur. Onu Medine'de nazil olan: "Kim bir
mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir..." (Nisa,
93) ayeti neshetmiştir."
564 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Şu ayet: "Onlar Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar,
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan,
günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak ebedi
kalır" (Furkan 68-69) ayeti Mekke'de nazil olduğu zaman müşrikler şöyle dediler:
"İslamiyet bize ne bahşediyor? (Hep azab vaad etmekte. Zira) biz Allah'a şirk
günahını işledik. Allah'ın haram ettiği cana kıydık, diğer bir çok kötülüklere
bulaştık." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ancak tevbe eden,
inanıp yararlı iş işleyenler var ya, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere
çevirir. Allah bağışlar ve merhameteder" (Furkan 70). Bir rivayette şu
ziyade var. "Kim İslam'a girer ve onu idrak eder, sonra da katil olursa onun
tevbesi kabul olmaz."
565 Ebu Davud'dan gelen bir rivayette de
şöyle denmektedir. "Kim kasıtlı olarak bir mü'mini öldürürse, onun günahını
hiçbir şey ortadan kaldırmaz."
566 Nesai ve Tirmizi'den gelen bir
rivayette şöyle denir: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a bir mü'mini kasıtlı
olarak öldürüp sonra tevbe edip, imana giren, güzel ameller işleyen ve hidayete
eren bir kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: "Buna nasıl tevbe olur? Ben
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i şöyle söylerken işittim: "Maktûl,
avurtları kana bulanmış olan katile asılı olarak getirilir. Katili şöyle şikayet
eder: "Ey Rabbim, buna sor bakalım beni niçin öldürdü, suçum ne idi?" İbnu
Abbas (radıyallahu anh) ilave etti: "Allah'a kasem olsun, Allah bu hükmü
indirdi, fakat neshetmedi."
567 Ebu Miclez merhum, "Kim bir
mü'mini kasden öldürürse cezası içinde ebedi kalacağı cehennemdir" ayeti
hakkında şöyle söylemiştir: "Evet, bu cürmün cezası budur. Ancak, Allah dilerse
onun bu cezasını affeder."
568 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: Müslümanlardan bir grup, (gazve sırasında) sürüsünü otlatan bir
kimseye rastladılar. Adam, onlara es-selamu aleyküm diyerek (İslami adaba uygun)
selam verdi. Ama onlar adamı yakalayıp öldürdüler ve sürüsüne elkoydular. Bunun
üzerine şu ayet indi: "Ey iman edenler: Allah yolunda cihada çıktığınız zaman
(meselelerin) tam bir açıklanmasını bekleyin. Size (Müslümanca) selam verene,
dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, "sen mü'min değilsin" demeyin.
İşte Allah'ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allah
size lutfetti..." (Nisa, 94). İbnu Abbas ayeti okudu ve ayette geçen ve
Nafi kıraatına göre esselem olan kelimeyi es-selam olarak kıraat
buyurdu.
569 Tirmizi'den gelen rivayette şöyle denir: "Benu
Süleym'den bir kimse, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabından bir
gruba uğradı. Adamın beraberinde sürüsü vardı. Gruba selam verdi. Ancak onlar:
"Bu adam kendisini size karşı emniyete almak için böyle (İslamca) selam verdi.
(Bu Müslüman değildir) dediler ve kalkıp adamı öldürüp sürüsüne el koydular.
Sürüyle birlikte Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Ancak
haklarında Cenab-ı Hakk vahiy inzal buyurdu."
570 Yine İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Mikdad
(radıyallahu anh)'a: "Bir kimse içinde yaşadığı kafirlere karşı imanını gizler,
(sen karşılaştığın zaman) imanını açığa vurursa (sakın öldürme. Bu hayatını
kurtarmak için mü'minim dedi, diyerek onu) öldürecek olursan (cinayet işlemiş
olursun). Nitekim, Mekke'de iken, bir zamanlar sen de imanını
gizlemiştin"
571 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma):
"Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz" (Nisa, 95) ayetini Bedir savaşına
katılanlara uygulayarak şöyle demiştir: "Bedir savaşına gitmeyip (evlarinde)
oturanlarla ona katılanlar bir olmaz" (Bu rivayet Buhari'ye aittir).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: Bedir Gazvesi olduğu zaman Abdullah
İbnu Cahş ve İbnu Ümmi Mektum: "Ey Allah'ın Resûlü, biz amayız, bize bir ruhsat
var mı?" dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: "İnsanlardan özürsüz olarak
yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler
birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece,
oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vaadetmiştir, ama Allah,
cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün
kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder." (Nisa,
95-96).
572 el-Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mü'minlerden
oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz" (Nisa, 95)
ayeti nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyd
(radıyallahu anh)'i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile, ayeti yazmaya geldi. Bu
sırada İbnu Mektum gözlerinin ama oluşundan yakınıyordu. Bunun üzerine ayetin
devamında özür sahipleri istisna edildi: "Mü'minlerden, özür sahibi olmaksızın
(evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir
olmaz.."
573 Etbauttabiin'den Muhammed İbnu Abdirrahman anlatıyor:
(Abdullah İbnu Zübeyr'in hilafeti sırasında Şamlılara karşı gönderilmek üzere)
Medine halkından askeri bir birlik teşkili kararlaştırıldı. Birliğe de yazıldım.
Bu esnada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım,
durumu ona anlatmıştım. Bu sefere katılmayı bana şiddetle yasakladı. Sonra da
şunu anlattı: "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) bana haber verdi ki:
"Müslümanlardan bir grup (Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devrinde)
müşriklerle beraberdi ve onların sayılarını artırıyorlardı. Müşriklere atılan
ok, bazan gelip onlardan birine isabet etip öldürdüğü oluyordu. Kılıç
darbeleriyle hayatlarını kaybedenler de vardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu
ayeti indirdi: "Kendilerine yazık edenlerin canlarını melekler aldıkları zaman
onlara: "Ne yaptınız bakalım? deyince, "Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik"
diyecekler, melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz
ya!" cevabını verecekler, onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü
dönülecek yerdir" (Nisa, 97).
574 İbnu Abbas (radıyallahu anh)
"...Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza
engel yoktur. Fakat bütün ihtiyat tedbirlerini alın..." (Nisa 102) ayeti
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) hakkında, o yaralı iken nazil oldu"
demiştir.
575 Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh)'a: "Ayet-i kerime'de: "Yerzüzünde sefere çıktığınız zaman,
kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda
üzerinize bir vebal yoktur" (Nisa, 101) buyuruluyor. Şimdi ise halk emniyet
içerisinde, buna rağmen, sefer halinde niye namaz kasrediliyor (kısaltılıyor)"
diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Senin gibi, ben de aynı şekilde merak
ederek, bu meselede Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sormuştum. Bana şu
açıklamayı yapmıştı: "Namazın kısaltılması, Allah'ın sizlere yaptığı bir
sadakadır. Rabbinizin sadakasını kabul edin."
576 Ümeyye İbnu
Abdillah İbnu Halid merhumun anlattığına göre Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'e şöyle demiştir: "-Cenab-ı Hakk ayeti kerimede: "Kafirlerin size
fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir
vebal yoktur" (Nisa, 101) diyerek (savaş ve korku halinde) kısaltmaya izin
verdiği halde, seferde namaz neye dayanılarak kısaltılır?" İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) şu cevabı verdi: "- Ey kardeşimoğlu! Bizler hep
dalalette iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize geldi ve dinimizi
öğretti. Bize öğrettikleri arasında namazı sefer sırasında iki rekat kılmak da
var."
577 Katade İbnu'n-Nu'man (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kendilerine Benu Übeyrik denen bizden bir aile halkı vardı. Ferdlerinin
isimleri Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi. Büşeyr münafık bir kimseydi. Şiir
düzer, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabını (radıyallahu anh)
hicveder, sonra da bu şiiri bir Arab'a nisbet edip: Falanca şöyle dedi,
fişmakanca böyle dedi (diye onlardan naklederek kendi yazdığı hicviyeleri
okurdu). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın ashabı bu şiirleri duyunca
tanırlar ve: "Allah'a kasem olsun bu şiiri şu habis heriften başkası söylemez
-ravi şüphe ediyor: "şu habis herifi" mi derlerdi, yoksa "şu herif" mi derlerdi
diye- "onu mutlaka İbnu'l- Übeyrik söyledi" derlerdi. Bu aile, cahiliye
devrinde de İslam döneminde de hep fakir ve ihtiyaç içinde kaldı. O zaman
Medine'de halkın gıdasını hurma ve arpa teşkil ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un
tüccarı geldiği vakit, o undan satın alır, böylece zenginliğini izhar ederdi.
Fakirlerin yiyecekleri ise hurma ve arpa idi. Bir seferinde Şam'dan bir
tüccar geldi. Amcam Rifa'a İbnu Zeyd bir yük beyaz un aldı. Onu meşrübe denen
tenezzüh odasına koydu. Meşrübesinde silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece evine
giren hırsızlar meşrübeyi yarıp yiyecek, silah orada ne varsa alıp götürdüler.
Sabah olunca amcam Rifa'a bana uğradı ve: "Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız
girmiş, meşrübemizi yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler" dedi. Biz de
mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: "Bu gece Benu Ubeyrik'leri
gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin bir kısmı mutlaka sizin
yiyecekleriniz idi" dediler. Biz mahallede soruşturma yaparken, Benu
Übeyrik de: "Allah'a kasem olsun, biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu
Sehl'i görüyoruz" dediler. Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, salih ve
Müslüman bir kimseydi. Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: "Yani ben
mi çaldım? Allah'a yemin olsun ya bu hırsızlığı açıklayacaksınız ya da bu
kılınçla sizi deşeliyeceğim" dedi. Onlar: "Be adam senden bize ne, sen
kim, hırsızlık kim" diye lafı çevirdiler. Mahallede iyice soruşturuyorduk.
Sonunda hırsızlığı bunların yaptığı hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: "Ey
yeğenim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a kadar gidip, durumu anlatmaz
mısın?" dedi. Ben de O'na gelip: "Bizden bir aile zalimlik yaptı, amcam
Rifa'a'yı hedef kılıp meşrübesini yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa
aşırdılar. Hiç olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız yok, onu
istemiyoruz" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ben bunu emredeceğim"
dedi. Benü Übeyrik bunu duyunca, Esir İbnu Urve adındaki adamlarına gelip
bu hususta kendisiyle konuştular. Mahalle halkından bir grup bu meselede
ittifak edip: "Ey Allah'ın Resûlü, Katade ve amcası bizden salih ve Müslüman bir
aile halkını hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan iftira atıp hırsız
diyor" dediler. Katade: "Ben de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gidip kendisiyle konuştum. Bana: "Müslüman ve salih oldukları söylenen bir
aileyi hedef yapıp delil ve hüccet olmadan hırsızlıkla mı itham ediyorsun?"
dedi. Ben de oradan ayrılıp eve döndüm. "Keşke bir çok malım gitseydi de bu
hususta Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a söylememiş olsaydım" diye içten
temenni ettim. Derken amcam geldi ve "Yeğenim ne yaptın?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın bana söylediklerini anlattım. Amcam bana: "Allah
yardımcımızdır" dedi. Aradan çok geçmeden şu ayet indi: "(Ey Muhammed!) Doğrusu
insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab'ı sana hak
olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında)
olma. (Katade'ye söylediğin söz için) Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve
mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma. Allah
hainlikte direnen suçluyu sevmet. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken
onu insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan
gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya
hayatında onları müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları Allah'a karşı kim
müdafaa edecek? Veya onların vekaletini kim üzerine alacak? Kim kötülük işler,
kendine yazık eder de sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı mağfiret ve
merhamet sahibi olarak bulur" (yani "Eğer onlar tevbe ederse Allah onları
bağışlayacaktır"). "Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur.
Allah bilendir, Hakimdir. Kim yanılır veya suç işlerde sonra onu bir suçsuzun
üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" (Lebid'e
söyledikleri söz). "Ey Muhammed! (Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti
olmasaydı onlardan birtakımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar
kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Allah sana
Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan
nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların
arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının
çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir
vereceğiz" (Nisa 104-114). Bu ayetler nazil olunca Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a silahlar getirildi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) onları Rifaa'ya geri verdi. Katade devamla dedi ki: "Ben silahı
amcama getirip verdim. Amcam cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû
İsa'nın tereddüdüne göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu sebeple ben
onun Müslümanlığını biraz karışık görüyordum. Ne var ki silahı kendisine teslim
ettiğim zaman bana: "Ey yeğenim, bunu Allah için bağışladım" dedi. O zaman
anladım ki, imanı sağlammış. Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere
iltihak etti. Gidip Sülafe Bintu Sa'd İbni Sümeyye'ye misafir oldu. Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Doğru yol kendisine apaçık belli
olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan
kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş
yeridir. Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını
dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan derin bir sapıklığa sapmış olur."
(Nisa, 115-116). Büşeyr, Sülafe'nin yanına misafir olarak inince,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şairi Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)
kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar kulağına gelince, Sülafe, Büşeyr'in
havıdını başının üzerine koyup götürdü ve sel yatağına fırlattı. Sonra kendisine
şunu söyledi: "Defol! Bana Hassan'ın şiirini hediyeden başka bir hayır
getirmedin"
578 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim
fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı
bulur" (Nisa 123) mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir
kedere sevketti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle
tavsiye etti: "Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine
musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet,
beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez."
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: "Ayet(in hükmü) Müslümanları çok üzdü.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a şikayet ettiler. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) şunu söyledi..."
579 Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu
anh) buyurdu ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında oturuyor
idim. O'na şu ayet indirildi: "Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine
Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur" (Nisa, 123). Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Bana inen bir ayeti sana okutayım mı?" dedi. Ben:
"Pek tabii" dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin ayrıldığını hissettim ve o
yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Neyin var, ne oldu Ey Ebu
Bekr?" diye sordu. "Annem babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü, dedim,
hangimiz kötü amelde bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden
cezalandırılacağız ha?" diye üzüntümü ifade ettim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: "Ey Ebu Bekr, sen ve mü'minler,
bunlar sebebiyle dünyada cezalandırılıyorsunuz. Öyle ki Allah'a kavuştuğunuz
zaman sizde günah kalmaz. Diğerlerine gelince onlarınkiler biriktirilir, kıyamet
günü cezaları toptan verilir.
580 Ali İbnu Zeyd annesinden
anlatıyor: Annesi Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinden:
"...İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve
dilediğini bağışlar" (Bakara, 284) ve keza: "Kim fenalık yaparsa cezasını görür"
(Nisa 123) ayetinden sordu. Hz. Aişe şu cevabı verdi: "Benim Resûllullah
(aleyhissalatu vesselam)'tan bu hususta sorduğum günden bu yana kimse meseleyi
bana sormadı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle cevap vermişti: "Bu,
Allah'ın hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu basit bir eşyanın kaybıyla
duyduğu üzüntüye varıncaya kadar maruz kaldığı musibetlerle kulunu (dünyada)
cezalandırmasıdır. Böylece kul, peyderpey günahlarından arınmış olarak çıkar,
tıpkı ham altının körükten saf kızıl çıktığı gibi."
581 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Sevde validemiz (radıyallahu anha) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın kendisini boşayacağından korkarak: "Beni boşama,
nikahın altında tut, benim sıramı Aişe alsın" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) da öyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Eğer kadın,
kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında
anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha
hayırlıdır..." (Nisa, 128). "Her ne üzerine anlaşılırsa o
caizdir."
582 Tarık İbnu Şihab anlatıyor: "Yahudiler, Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'e şöyle dediler: "Siz bir ayet okuyorsunuz ki o, şayet bize
inseydi o günü bayram ittihaz eder (her yıl kutlardık)." Hz. Ömer
(radıyallahu anh) diyor ki: Ben onun indiği anı ve yeri, indiği sırada
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bulunduğu noktayı biliyorum: Arafe günü
inmişti. O zaman ben de Arafat'ta idim ve bir cuma günüydü. Kasteddikleri ayet
de: "Size bugün dininizi tamamladık" (Maide 3) ayeti
idi."
583 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) dedi ki: "Allah ve
Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası
öldürülmek veya asılmak yahut çarpraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da
yerlerinden sürülmektir. Onlara ahirette büyük azab vardır. Şu kadar ki, siz
kendileri üzerine kadir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden evvel) tevbe eden
(muhariblerle yol kesen)ler müstesnadırlar. Bilin ki Allah, çok affedici ve çok
merhamet sahibidir" (Maide 33-34) ayeti müşrikler hakkında indi. Kendileri
mağlub edilmezden önce, kim gelip teslim olursa bu, ona işlediği suç sebebiyle
had cezası uygulamaya mani değildir."
584 Hz. Bera (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanına yürür kömürle
karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Yahudileri çağırarak: "Kitabınızda zina haddini
(cezasını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu. "Evet" dediler. Sonra
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onların alilerinden birini çağırdı ve
"Musa'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zina edenin haddini
kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" dedi. Alim: -Hayır! Eğer bana böyle
yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat,
zina vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla
yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak biçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik
ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: "Gelin aramızda öyle bir ceza şeklinde
anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin. Sonunda
recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik."
Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allahım, onların öldürdüğü
emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım" dedi ve had cezasının
tatbikini emretti, zani hemen recmedildi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey
Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla "inandık diyenler, Yahudilerden
yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara
koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de "Böyle bir
(fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının" derler..." (Maide 41). Az sonra
Allah Teala şu ayeti indirdi: "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
kafirlerdir..." "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar
zalimlerdir..." "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
fasıklardır!" (Maide 44, 45, 47). Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında
nazil olmuştur."
585 Ebu Davud'un İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'dan kaydettiği bir başka rivayette şöyle demiştir: "Bu üç ayet hassaten
Kureyza ve en-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu."
586 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine'de yaşayan
Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza kabilesinden
daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine mensup birisi,
en-Nadir'den birini öldürecek olsa kısas olarak katil öldürülürdü, ama
en-Nadir'den bir kimse Kureyza'dan birisini öldürecek olsa, yüz vask hurma ile
fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
peygamberliğinden sonra en-Nadir'den birisi Kureyza'dan bir adam öldürdü.
Kureyzalılar: "Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz" dediler. Öbür taraf
"Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun" dediler ve Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a geldiler. Bunun üzerine şu ayet indi: "...Eğer
hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever" (Maide
43). Adaletle hükümden maksat "cana mukabil can"dı. Daha sonra şu ayet indi:
"Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan
daha iyi hüküm veren kim vardır?" (Maide, 50).
587 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) Ebu Davud'un kaydettiği bir diğer rivayette şu açıklamayı
yapar: "Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir, yüz
çevirirsen sana bir zarar vermezler" (Maide 42) ayeti neshedildi ve şu emir
geldi: "...Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet!..." (Maide 48). Yine
Ebu Davud ve Nesai'de gelmiş olan bir diğer rivayette şöyle denir:
"Benu'n-Nadirliler Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal
bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadirliler
Kureyza'dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını
öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu'n-Nadir'den birisini öldürecek
olsalar kan bedeli olarak tam diyet öderlerdi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bu farklılığı kaldırdı ve aralarını eşitledi."
588 Hz.
Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) geceleyin
beklenerek korunuyordu. Ancak: "...Allah seni insanlardan korur" (Maide 67),
ayeti inince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) başını çadırdan çıkarıp: "Ey
insanlar dağılın, artık beni Allah koruyor" diye
seslendi.
589 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ben et yediğim zaman kadınlara
karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi
nefsime haram ettim" dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey iman edenler!
Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın.
Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size verdiği rızıktan temiz ve
helal olarak yiyin. İnandığınız Allah'tan sakının" (Maide
87-88).
590 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "İnananlara
ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra
haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha
önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur..." (Maide 93) ayeti
indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bana dedi ki: "Bana senin
onlardan olduğun söylendi."
591 Yine Müslim'in bir başka
rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: "Şarap haram edilmezden önce,
Ashab (radıyallahu anhüm)'tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince
birçok kimse: "Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?"
dediler. Bunun üzerine ayet indi: "İnananlara, ve faydalı iş yapanlara... daha
önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur" (Maide 93) ayeti
indi."
592 Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer:
"Allah'ım, şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun" diye dua etmişti
ki Bakara suresinde bulunan şu ayet indi: "Sana içki ve kumarı sorarlar de ki:
"İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları
faydasından daha büyüktür." (Bakara 219). Bunun üzerine Ömer (radıyallahu
anh) çağırıldı ve ayet kendisine okundu. Ömer yine: "Allah'ım şarap hakkında
bize tatminkar bir açıklamada bulun" dedi. Bir müddet sonra Nisa suresindeki:
"Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, -yolcu olan
müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın..." (Nisa, 43) ayeti nazil oldu.
Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendine okundu. Ömer yine: "Allah'ım
şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun" dedi. Bir müddet
sonra, Maide suresindeki ayet indi: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal
okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.
Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi
Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?"
(Maide 90-91). Ömer yine çağırılıp ayet kendisine okundu. Bu sefer "Evet
Rabbimiz vazgeçtik, vazgeçtik" dedi.
593 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e sorular sordular.
Soruda öylesine aşırı gittiler ki, birgün minbere çıkıp (öfkeyle): "Sorun, her
sorunuza cevap vereceğim" dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını öne
eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular. Enes
(radıyallahu anh) devamla dedi ki: "Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de
ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu. (Kimseden ses
çıkmıyordu). Derken, münakaya falan ettiği zaman, babasından başka birisine
nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: "Ey allah'ın Resûlü! Babam kimdir?"
dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Baban Hüzafedir" buyurdu. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) de: "Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, peygamber
olarak da Muhammed'den razıyız. Fitnelerden Allah'a sığınırız" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de: "Hayır ve şer her ikisinin de bugünkü
kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim. Bana cennet ve cehennem gözle görülecek
hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm." dedi. Bir rivayette şu
ziyade var: "...Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey iman edenler! Size açıklanınca
hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken onları sorarsanız size
açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah
bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları
inkar etmişlerdi" (Maide 101-102).
594 Tabiin'den İbnu'l-Müseyyeb
anlatıyor: "el-Bahira, cahiliye Araplarınca, sütü putlara bağışlanan, bu sebeple
hiç kimse tarafından sağılmayan deveye denirdi. Es-Saibe; ilahları için
salıverilen, üzerine hiçbir yük vurulmayan deveye denir. El-Vasile; İlk doğumunu
dişi yapıp sonra ikinci doğumunu da dişi yapan ve araya erkek doğum girmeyen
devedir, bu da putlar için salıverilir, hiçbir şekilde istifade edilmezdi.
El-Ham; dölünden muayyen batın yavruya ulaşılan erkek devedir, bu da putlara
adanır, yükte kullanılmazdı." İbnu'l-müseyyib, Ebu Hüreyre'den şu sözü
nakleder: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Amr İbnu Amir
el-Huza'iyi, cehennemde barsaklarını sürürken gördüm. Bu adam, hayvanları
putlara adak olsun diye ilk salıveren (saibe bırakan) kimse
idi."
595 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Benu Sehm'den
bir kişi, Tecimüd'-Dari ve Adiy İbnu Bedda ile birlikte yola çıktı. Es-Sehmi,
hiç Müslüman bulunmayan bir yerde vefat etti. Terikesini Temin ve Adiyy
getirdiler. Ancak (Sehmi'nin yakınları vasiyette adı geçen) gümüş işlemeli bir
kabı (teslim edilen mallar arasında) bulamadılar. (Şikayet üzerine) Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bu hususta ikisine (Temim ve Adiyy'e) yemin ettirdi.
Sonra kap Mekke'de bulundu. Kabın yanlarında bulunduğu kişiler: "Biz bunu Temin
ve Adiyy'den aldık" diye yemin ettiler. Sehmi'nin yakınlarından iki kişi de
kalkıp Allah'a yemin ederek: "Bizim şahitliğimiz o ikisinin şehadetinden daha
doğrudur, kap da arkadaşımıza aittir" dediler. İbnu Abbas der ki şu ayet
bunlar hakkında nazil oldu: "Ey iman edenler! Ölüm birinize geldiği zaman
vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi, şayet yoklukta olup başınıza da ölüm
müsibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, -şüpheleniyorsanız, "Akraba
bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini
gizlemiyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz" diye yemin eden- sizden
olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer bu şahidlerin günah işlemiş oldukları
ortaya çıkarsa ölene kadar yakın hak sahibi diğer kişi bunların yerine geçer ve
"bizim şahidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa
şüphesiz zulmedenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler. Bu, şahitliği
gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul
edilmesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin, Allah
fasık kimselere yol göstermez" (Maide, 106-108);
596 Ammar İbnu
Yasir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: (Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak
indirildi. Bu mucizeye mazhar olanlara, ihanet etmemeleri ve ertesi gün için, o
yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihanet
ettiler hem de yemeklerinden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine
ceza olarak maymun ve hınzır suretine çevrildiler."
597 Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: Ebu Cehil mel'un, Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e: "Biz seni yalanlamıyoruz, biz senin getirdiğin şeriatı tekzib
ediyoruz" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "(Ey
Muhammed!) Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz, doğrusu
onlar, seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile
inkar ediyorlar. Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine
yardımcımız gelene kadar yalanlamalarına ve sıkıştırılmalarına katlandılar..."
(En'am 32-34).
598 Sa'd İbnu Ebi Vakkas anlatıyor: "Biz altı kişi
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte oturuyorduk. Müşrikler ona:
"Şunları huzurundan kov, bizimle sohbete cür'et etmesinler" dediler. Sa'd
devamla diyor ki, orada ben vardım, İbnu Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir kişi,
Bilal ve ismini hatırlayamadığım iki kişi daha varlardı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın içine Allah'ın dilediği birşeyler düşmüştü. Kendi
kendine içinden mırıldandı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu:
"Sabah akşam Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların
hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk
yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın" (En'am
52);
631 Bir diğer rivayette Said İbnu Cübeyr'in: "Ya
Sûretu'l-Haşr (niçin inmiştir?)" sorusuna İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın:
(Haşr suresi mi? hayır! O), Benûn-Nadir suresidir" cevabını verdiği
kaydedilmiştir.
632 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından
Veda haccından önceki hacc emiri olarak tayin edildiği hacda, "Bu yıldan sonra
müşriklere haccetmek yasaktır", "Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez" diye
ilan etmek üzere vazifelendirdiği bir hrubla beni de gönderdi. Ancak, bilahare
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Hz. ebu bekir (radıyallahu anh)'in
arkasından Hz. Ali'yi gönderdi ve Beraet suresini halka ilan etmeyi ona emretti.
Hz. Ali (radıyallahu anh) bizimle birlikte Mina'da halka, Beraet'i ilan etti:
"Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc yapamıyacak ve çıplak olarak Beytullah tavaf
edilmeyecek."
633 Bir başka rivayette, aynı hadise şöyle
gelmiştir: "Haccu'-ekber günü, kurban bayramı günüdür. el-Haccu'l-ekber de
haccdır. Hacca "el-Haccu'l-Ekber" denilmesi, halkın umreye "el-Haccu'l-Asgar"
demesinden ileri gelmiştir. Ebu Hüreyre devamla diyor ki: "O yıl, Hz. Ebu
Bekir (radıyallahu anh) bu tebliği halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bizzat katılarak Veda haccını yaptığı
zaman, tek müşrik hacca katılmadı. Hz. Ebu Bekir'in müşriklere ilanda
bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Doğrusu puta
tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.
Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle
zenginleştirecektir. Allah şüphesiz bilendir, hakimdir" (Tevbe 28).
Müşrikler ticaret yapıyorlar, Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı. Allahu
Teala müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, Müslümanlar
müşriklerin yaptıkları ticaretin kesilmesiyle ondan elde ettikleri menfaatin
kesileceği endişesine düştüler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi:
"Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle
zenginleştirecektir." Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi
helal kıldı. Bu daha önce alınmıyordu. Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde edilen
menfaate bir karşılık (ivaz) yaptı. Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Kitap
verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram
kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi
elleriyle cizye verene kadar savaşın" (Tevbe 29). Allah Müslümanlara bunu
helal kılınca, anladılar ki, Allah kendilerine, müşriklerle olan ticaretin
kesilmesi sebebiyle kaybından korkup üzüldükleri menfaatten daha fazlasını
vermektedir"
634 Nesai'den gelen bir rivayet şöyledir: Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ali İbnu
Ebi Talib (radıyallahu anh)'i Beraet suresiyle birlikte Mekke ahalisine
gönderdiği zaman onunla beraber ben de geldim. Kendisine "Ne ilan ediyordunuz?"
diye soruldu. Şu cevabı verdi: "Biz şunları ilan ediyorduk: 1. Kabe'ye
ancak mü'minler girer. 2. Beytullah çıplak tavaf edilemez. 3. Kimin
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la bir anlaşması varsa bunun müddeti dört
ayın hitamıdır. Dört ay geçtikten sonra Allah ve Resulü müşriklerden
beridir. 4. Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccetmeyecek. Ben
bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla) bağırarak söylüyorum ki o gün sesim
kısıldı."
635 Hz. Ali İbni Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben Hacc-ı Ekber günü hangi gündür? diye sordum, bana: "Kurban günü" diye cevap
verdi."
636 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) haccettiği hacc sırasında, cemreler arasında, kurban
günü durarak sordu: "Bu gün hangi gündür?" Halk: -Kurban günüdür, dediler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): -"Bugün Hacc-ı Ekber günüdür"
buyurdu.
637 İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle diyordu: "Kurban günü büyük hacc
(el-Haccu'l-Ekber) günüdür. O gün kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler,
paslar giderilir, haramlar helal olur."
638 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Ci'rane umresinden dönünce
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın başında emir olarak yolladı. Onunla
birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu hayrun minen nevm) diye
çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu sırada
arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve
"Bu ses, dedi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın devesi Ced'a'nın sesi,
muhakkak ki hacc konusunda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yeni bir karara
varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendisidir, bu
durumda namazı birlikte kılarız." dedi. Devenin sırtındaki Ali
(radıyallahu anh) idi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona: "Hacc emiri olarak
mı geldin, elçi olarak mı?" diye sordu. Hz. Ali (radıyallahu anh): "Elçi olarak
geldim, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Berae suretiyle gönderdi. Onu
hacc mahallerinde halka okuyup tebliğ edeceğim" dedi. Sonra kurban günü
geldi. Arafat'ı terketti. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) dönünce, tekrar halka
hitabetti. Onlara Arafat'ı terketme (adabın)dan kesimlerinden (vesair)
menasiklerinden sözetti. Sözü bitince, yine Hz. Ali (kerremallah vechehu) ayağa
kalktı, halka, Berae suresini sonuna kadar okudu. Nefru'l-evvel günü
(Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) kalktı ve halka
bir hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama
yapacaklarını tarif etti, haccın menasikini öğretti. Konuşmasını bitirince
fecirden Hz. Ali (radıyallahu anh) kalktı. Halka Berae suresini sonuna kadar
(bir kere daha) okudu."
639 Tabiin'den Zeyd İbnu Vehb anlatıyor:
"Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik. Bize dedi ki: Şu ayetin
kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi kaldı: "Eğer andlaşmalarından sonra
yeminlerini bozarlar, dinimize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın
-çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler" (Tevbe 12), münafıklardan
da sadece dört kişi kaldı." Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: "Siz
Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde
bulunuyorsunuz, ama bunların mahiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz. Söz
gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz. Pekala şu evlerimizi yarıp
işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne demeli?" dedi. Huzeyfe (radıyallahu
anh): "Onlar fasıklardır. Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi
kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse
soğukluğunu hissedecek halde değildir."
640 en-Nu'man İbnu Beşir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
minberinin yanında idim. Bir adam: -"Ben Müslüman olduktan sonra başka bir
amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam hariç" dedi.
Bir diğeri: -"Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir iş yapmamış olmama
ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imar edip bakımını yapmam hariç" dedi.
Bir üçüncüsü de: -"Allah yolunda cihad, söylediklerinizden daha üstün bir
ameldir" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onlara müdahale ederek
konuşmalarını menetti ve: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın minberinin
yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır. Namazı kılınca ben huzura girer,
ihtilaf ettiğiniz hususu sorarım" dedi. Arkadan Cenab-ı Hakk şu ayeti
indirdi: "Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı Allah'a ve
ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Allah
katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez. İnanan,
hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah
katında en büyük dereceler vardır. işte kurtulanlar onlardır" (Tevbe,
19-20).
641 Adiy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Boynumda
altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
geldim. Bana: "Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!" dedi ve arkadan şu ayeti
okuduğunu hissettim: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve
Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına
kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları
eşlerden münezzehtir." (Tevbe, 31). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
devamla: "Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar
(Allah'ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helal kılınca hemen helal
addediverdiler, (Allah'ın helal kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince
hemen haram addediverdiler."
642 Tabiinden Zeyd İbnu Vehb
anlatıyor: "Rebeze'ye uğramıştım. Orada Ebu Zerr (radıyallahu anh)'i gördüm.
Kendisine: "Seni buraya getiren sebep nedir?" diye sordum. Şöyle açıkladı:
"Şam'daydım. Bir ayet hakkında Muaviye (radıyallahu anh) ile ihtilafa düştük.
Ayet şu: "Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını
haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah
yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde
kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. "Bu,
kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın" denecek" (Tevbe,
34-35). Muaviye (radıyallahu anh): "Bu ayet ehli kitap hakkında inmiştir" dedi.
Ben ise: "Hem bizim, hem de onlar hakkında indi" dedim. Bu mesele üzerinde
aramızda ihtilaf çıktı. Halife Hz. Osman (radıyallahu anh)'a yazarak beni
şikayet etti. Hz. Osman bana yazarak Medine'ye gelmemi emretti. Bunun üzerine
Medine'ye geldim. Halk, sanki daha önce beni hiç görmemiş gibi, çoklukla
etrafımı sardı. Durumu Osman (radıyallahu anh)'a açtım. Bana: "İstersen buraya
yakın bir yere git" dedi. İşte beni buraya getiren gerçek sebep budur. Benim
üzerime Habeşli siyahi bir köleyi amir tayin etseler mutlaka dinler, itaat
ederim."
643 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir bedevi
kendisine: "Bana şu ayet hakkında açılamada bulun, dedi ve ayeti okudu: "Altın
ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele"
(Tevbe 35). İbnu Ömer şu cevabı verdi: -"Kim onu biriktirir ve zekatını
vermezse vay haline! Bu ayet zekat emri gelmezden önceye aittir. Zekat emri
gelince, Allah zekatı mallar için bir temizlik
kıldı."
644 Muvatta'da şöyle denmiştir: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma)'e "(Azaba sebep olacak) hazine nedir?" diye sorulunca: "Zekatı
verilmeyen maldır" diye cevap verdi."
645 Sevban (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı
bir azabı müjdele" ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz. Peygamber'le bir seferde
bulunuyorduk. Ashabından bazısı: "Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın
daha hayırlı olduğunu keşke bilseydik?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) şu cevabı verdi: "(Sahip olunan şeylerin en efdali): Zikreden bir dil,
şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir
zevcedir."
646 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Altın
ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele"
ayeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar bundan fazlaca kaygulandılar. Hz. Ömer
(radıyallahu anh): "Ben sizin üzüntünüzü gidereceğim, haydi gelin" dedi ve gidip
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resûlü,
dedi bu ayet ashabını çok kaygılandırdı." Hz. Peygamber: "Allah zekatı,
malınızda baki kalan kirliliği temizlemek için farz kıldı. Nitekim, sizden
sonrakilere kalması için de mirası farz kıldı" buyurdu. İbnu Abbas devam
etti: (Resûlullah'ın bu açıklaması üzerine) Hz. Ömer (radıyallahu anh)
sevincinden (Allahu ekber) dedi. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam)
açıklamasına devamla, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e: "Kişinin kendi lehine
biriktirdiği şeyin ne olduğunu sana haber vereyim mi? Bu, saliha bir kadındır.
Yani nazar ettiği zaman kendini hoşnud kılacak, emrettiği zaman itaat edecek,
evinden uzaklaştığı zaman (malını ve namusunu) koruyacak olan
kadın."
647 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Allah'a ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak
istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler.." (Tevbe, 44)
ayeti, Nur suresindeki şu ayetle neshedilmiştir: "Doğrusu Allah'a ve
Peygamberine inanan mü'minler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için
toplandıklarında ondan izin almaksızın gitmezler. Ey Muhammed! Senden izin
isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için
senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların
bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder" (Nur,
62).
648 Ebu Mes'ud el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sadaka
vermeyi emreden ayet (Tevbe, 103) nazil olduğu zaman biz (ücret mukabilinde)
sırtlarımızda yük taşıyor (bu yolla bir şeyler kazanıp ondan sadaka veriyor)duk.
Bir adam (Abdurrahman İbnu Avf) gelerek çok miktarda bağışta bulundu.
(Münafıklar dedikodu yaparak onun hakkında, gösteriş yapıyor), müradi dediler.
Hemen şu ayet nazil oldu: "Sadaka vermekle gönülden davranan mü'minlere
dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere
bu davranışlarının cezasını Allah verir. Onlara can yakıcı azab vardır" (Tevbe
79).
649 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Abdullah İbnu
Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu (radıyallahu nah) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın huzur-i alilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak
vermesini talep etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) talebi kabul edip
verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak
üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer (radıyallahu anh) kalkarak Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın elbisesinden tuttu ve: "Ey Allah'ın Resulü, Rabbin
seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?" diye
müdahale etti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Allah beni muhayyer
bırakmıştır, zira: "Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir.
Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır" (Tevbe,
80) buyurmaktadır. ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım" dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Ama, o münafıktır!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen
namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve
Resûlüne inanmadılar, fasık olarak öldüler" (Tevbe, 84) Hz. Ömer
(radıyallahu anh) der ki: "Sonra o gün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim. Allah ve Resûlü daha iyi bilirler."
(Bu son cümlenin İbnu Abbas'ın sözü olma ihtimali de mevcuttur).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu
ayetten sonra münafıkların cenaze namazını kılmadı."
650 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Şu ayet Kuba halkı hakkında nazil
olmuştur: (Mealen): "Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah arınmak
isteyenleri sever" (Tevbe 108).
651 Ali İbnu Ebi Talib
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, müşrik olan anne babası için, Allah'tan af ve
mağfiret dileyen birini gördüm. Kendisine: "Sen müşrik olan anne baban için
istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu bu?)" dedim. Adam bana: "(Niye olmasın,
Kur'an-ı Kerim'de) Hz. İbrahim (aleyhisselam) müşrik olan babası için istiğfar
etmektedir" diye cevap verdi. Ben durumu Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a anlattım. Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: "Cehennemlik
oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret
dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in, babası için mağfiret
dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah'ın düşmanı olduğunu
anlayınca ondan uzaklaştı..." (Tevbe, 113-114).
652 Muhammed İbnu
Şihab ez-Zühri anlatıyor: "Bana Abdurrahmen İbnu Abidllah İbni Ka'b İbni Malik
nakletti: Abdullah İbnu Ka'b -ki babası Ka'b gözlerini kaybettiği zaman
kardeşleri değil, kendisi babasına rehberlik etmişti- kavmi içinde Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)7ın ashabının hadislerini en iyi bilen ve en iyi
öğrenmiş olanıydı. Abdullah dedi ki: "Babam Ka'b İbnu Malik'in, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Tebük seferine çıktığı zaman, sefere katılmayışı ile
ilgili hikayeyi kendisinden dinledi. Şöyle anlatmıştı: "Ben Tebük gazvesi hariç
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın çıkardığı gazvelerden hiçbirine
katılmamazlık etmemiştim. Gerçi Bedir gazvesine iştirak etmedim. Ancak buna
katılmayanlardan kimseyi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kınamadı. O seferde
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar savaşı değil, Kureyş'in
kervanını ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Ne var ki Cenab-ı Hakk bunlarla düşmanı
beklenmedik anda karşı karşıya getirdi. Ben Akabe gecesinde İslam'la
müşerref olup ilk andlaşmayı yaptığımız esnada Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'la beraberdim. Ben Akabe'de hazır bulunmayı Bedir'de hazır bulunmaya
değişmem, halk Bedir gazasını Akabe biatından daha çok ansa da. Benim
Tebük seferinden geri kalışımla ilgili habere gelince, gerçekten ben hiçbir
zaman, o sıradaki kadar güçlü ve zengin olmamıştım. Allah'a kasemle söylüyorum,
daha önce hiçbir zaman iki devem olmamıştı. Ama o gazve sırasında iki tane
binmeye mahsus devem vardı. Bir de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gazaya
niyet etti mi mübhem ifadeler kullanarak asıl hedefi belli etmezdi. Fakat bu
gazvede öyle yapmadı. Çünkü Tebük seferi çok sıcak bir mevsimde oluyordu. Uzak
bir seferi ve tehlikeleri göze almış, büyük bir düşmanı hedef edinmişti.
Müslümanlar gazve hazırlıklarını tam yapsınlar diye durumu bütün ciddiyetle
açıklamış, gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmişti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'la sefere katılacak Müslümanlar pek çoktu. Askerlerin
künyelerini kayıt defteri almıyordu. Kayıt defterinden maksat künyelerin
yazıldığı divandı." Ka'b (rivayetine devamla) der ki: "Pek az kimse gözden
kaybolmayı (katılmamayı) arzu ediyordu. Bunlar da vahiy gelmedikçe,
gizlendikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tarafından bilinilemiyeceğini
zanneden kimselerdi. Bu gazve, tam meyvelerin erdiği, gölgelerin iyice
tatlılaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de meyve ve gölgeye düşkün bir
kimseydim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar yol
hazırlığı yaptılar. Ben de onlarla yol hazırlığı yapmak üzere sabahleyin evden
çıkar (kararsızlık içinde) hiçbir şey yapmadan geri dönerdim. Kendi kendime: "Bu
da bir şey mi, dilersem hazırlığı çabucak yapabilirim" diye teselli olur,
avunurdum. Bu hal böylece devam etti. Öyle ki, başkaları ciddi ciddi hazırlığını
tamamlamıştı. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ve Müslümanlar
yola çıktılar. Ben hala hiçbir hazırlık yapmamıştım. Yine hazırlık için gittim
geldim ama bir şey yapmaya bir türlü elim varmıyordu. Bu hal de sürdü gitti.
Askerler sür'atle yol aldılar. Gazve elimden kaçtı. Yine de yola çıkıp onlara
kavuşmayı düşündüm. Keşke bunu yapsaydım. Bana bu da nasib olmadı.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Medine'den ayrıldıktan sonra halkın arasına
çıkınca gördüğüm bir husus beni üzmeye başladı: Çarşı-pazarda benim gibi
kalanlar meyanında gördüklerim ya münafıklık damgasını yemiş olanlardı veya
zayıflıkları sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın mazur addettiği kimselerdi. Öte
yandan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da beni Tebük'e varıncaya kadar hiç
anmamış. Orada kalabalığın arasında otururken: "Ka'b İbnu Malik ne yaptı, (ondan
ne haber var?)" diye sormuş. Benû Seleme'den birisi: "Ey Allah'ın Resûlü, onu,
yakışıklı iki elbisesi ve çalımla iki tarafına bakması (Medine'de) hapsetti"
demiş. Muaz da ona şu cevabı vermiş: "Ne kötü konuşuyorsun. Ey Allah'ın Resulü
Allah'a kasem olsun Malik hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz"
demiş. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sükût buyurmuşlar. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bu durumda iken, uzaktan beyazlara bürünmüş bir adamın
silüetini görür ve: "Bu gelen Ebu Heyseme olmasın!" der. Gerçektende o Ebu
Heyseme el-Sari'dir. Yani, sefer hazırlığı sırasında bir sa'lık hurma verdi diye
münafıkların birbirlerine kaş-göz ederek istihza ettikleri zat". Ka'b
(sözlerine devamla) der ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Tebük'ten
ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca keder ve üzüntüm tekrar arttı. Bir
yalan hazırlamaya başladım. "Yarın, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?" diyordum. Bu hususta ailemde aklı
başında herkesin fikrine müracat ediyordum. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zail oldu.
İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar
verdim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir sabah Medine'ye geldiler.
O, bir seferden dönünce ilk iş olarak mescide uğrar, iki rek'at namaz kılar,
ondan sonra halka görünürdü. Bu gelişinde de namazını kılıp halkı kabul etmeye
başlayınca sefere katılmayıp geride kalanlar gelip özür dilemeye, özürleri
hususunda inandırıcı olmak için yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen kadar
erkekti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onların özürlerini kabul ediyor,
onlardan beyat alıyor, onlara istiğfarda bulunuyor, işlerini Allah'a havale
ediyordu. Ben de geldim. Selam verdim. Selamımı işitince öfkeli öfkeli
tebessüm etti ve "Gel" dedi. Yaklaştım ve önüne oturdum. -"Niye geride
kaldın, sen (Akabe'de) biat edip itaatı sırtına almış değil miydin?" dedi. Ben
şu cevabı verdim: -"Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin değil de dünya
ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip,
mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü, Allah bana yeterli bir
ifade gücü vermiş bulunmaktadır. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle
inanıyorum ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden
Allah sizi bana öfkelendirecektir. Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız. Ama
ben de o hususta Allah'tan af dilerim. Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiç bir
özrüm yoktu. Vallahi başka hiç bir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar
güçlü ve zengin değildim." Benim bu itirafım üzerine Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "İşte bu doğru konuştu" dedi ve bana da: "Kalk, Allah
senin hakkında hükmedinceye kadar bekle!" buyurdu. Ben de kalktım. Benû
Seleme'den bir kısım insanlar da koşarak beni takip ettiler ve bana:
-"Allah'a kasem olsun bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz.
Savaştan geri kalan diğerlerinin yaptığı gibi Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın senin için yapacağı istiğfar bu günahını affettirmeye yeterdi"
dediler." Malik (devamla) şunları anlattı: "Sonra: Benim vaziyetime düşen
başka biri var mı? diye sordum. "Evet iki kişi daha tıpkı senin gibi itirafta
bulundular. Onlara da sana söylenen söylendi" dediler. -"Mürare
İbnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal İbnu Ümeyye el-Vakıfi (radıyallahu anhüma)"
dediler. Bana çok salih iki kişi zikretmiş oldular. Bunlar Bedir gazvesinde
bulunmuş, nümune-i imtisal kişilerdi. Bunların ismini duyunca, geri gidip özür
beyan etme fikrinden vazgeçtim. Derken Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), Müslümanlara gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmayı
yasakladı. Bunun üzerine halk bizden çekindi ve yüz çevirdi. Öyle ki yeryüzü
bana yabancılaştı. Dünya, önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı. Bu
minval üzere elli gece geçirdik. Diğer iki arkadaşım, halktan uzaklaşıp
evlerinde oturup ağlayarak vakit geçirdiler. Onlardan daha genç, daha güçlü olan
ben dışarı çıkıyor, namazlara katılıyor, çarşı pazar dolaşıyordum. Ama kimse
benimle konuşmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a uğrayıp selam veriyordum. İçimden, "Acaba, benim
selamımı alarak dudaklarını kıpırdatır mı?" diye kendi kendime sorardım. Sonra
yakınına durup namaz kılar, göz ucuyla da ona bakardım. Namaza durunca bana
baktığını da görürdüm. Ama ben ona yönelecek olsam derhal benden yüzünü
çevirirdi. Müslümanların cefasından çektiğim bu ızdıraplı hal uzayınca bir
gün dayanamayıp gittim. Ebû Katade'nin bahçe duvarını aştım. O amcamın oğlu idi
ve herkesten çok severdim. Yanına varınca selam verdim. Hayret! Vallahi selamımı
almadı. Kendisine: Ey Ebu Katade Allah aşkına söyle. Allah ve Resulü'nü
sevdiğimi bilmiyor musun? dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah aşkına diye
yemin verdim, yine konuşmadı. Üçüncü sefer Allah adına yemin verdim. Bu
defa: "-Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedi. Bunun üzerine gözlerimden
yaş boşandı. Geri döndüm, duvarı aştım." Ka'b hikayesine devamla der ki:
"(Bir gün) Medine çarşısında yürürken Medine'ye buğday satmaya gelmiş, Şam
ahalisinden Nabati bir fellah: "Ka'b İbnu Malik'i bana kim gösterecek?" diyordu.
Halk beni ona gösterdi. Adam bana yaklaştı. Gassan Kralı'ndan bir mektup
getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim, hemen okudum. Mektupta şöyle diyordu: "Bana
gelen habere göre arkadaşın sana sıkıntı veriyormuş. Allah seni hakaret görmek,
sıkıntı çekmek için yaratmadı. Bize gel, sana iyi davranalım." mektubu okur
okumaz: "Bu da bir başka bela" dedim. Tandıra götürüp attım ve yaktım.
Nihayet bu (boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti.
Aniden Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın elçisi geldi. Bana: "Resûlullah,
hanımını terketmeni emrediyor" dedi. ben: "Boşayacak mıyım, yoksa başka şekilde
bir terk mi?" diye sordum. "Hayır, boşamıyacaksın, ondan ayrıl, sakın yaklaşma!"
dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) aynı haberi diğer iki arkadaşıma
da göndermişti. Hanımıma: "Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu meselede
bir hüküm bildirinceye kadar da orada bekle" dedim. Hilal İbnu Ümeyye'nin
hanımı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a müracaat ederek: "Ey Allah'ın
Resulü, Ümeyye İbnu Hilal kendini kaybetmiş bir ihtiyardır, hizmetçisi de
yoktur. Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru var mı?" diye izin istemiş. Ve:
"Hayır, hizmet edebilirsin, ancak sakın yakınlaşmada bulunma" cevabını almış.
Kadın da: "Hayır ya Resûlullah! Vallahi, zaten onda kımıldayacak mecal kalmadı.
Vallahi cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara vermeden habire ağlıyor"
dedi. Ailemden bazısı bana: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip
hanımın, hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur. Nitekim o,
Hilal'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti" diye tavsiyede bulundu.
"Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım. Bana ne diyeceğini nasıl
bilebilirim, ben genç bir kimseyim." Böylece sıkıntısı daha da artan on
gece daha geçirdim. Konuşmaktan yasaklandığımızın üzerinden tam elli gece geçti.
Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım. Ben
Allahu Teala'nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hal içinde oturmuş duruyordum.
Ruhum sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı. Sanki bir cendere
içerisindeydim. Bir ses işittim. Bu, Sel dağı üzerine çıkmış yüksek sesle
bağıran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: Bana sesleniyor ve): "Ey Ka'b
İbnu Malik müjde!" diyordu. Hemen secdeye kapandım. Hakkımızda bir kurtuluşun
geldiğini anlamıştım. Meğer Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı
Hakk'ın bizi affettiğine dair müjdeli haberi o gün sabah namazında halka
duyurmuş, halk da bize müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da diğer iki
arkadaşıma gitmişmiş. Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de yaya olarak
seğirtip dağa çıkmış... Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı. Müjdeci
sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal iki parça
elbisemi çıkarıp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin olsun o gün için
başka bir şeyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim, onları giyip, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ı görmek arzusuyla dışarı fırladım. Yolda halk grup
grup beni karşılıyor. Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu. Bu
minval üzere Mescid'e geldim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) etrafını saran
ashabının ortasında oturuyordu. Beni görünce Talha İbnu Ubeydillah
(radıyallahu anh) kalktı, bana doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti.
Yemin olsun, onun dışında muhacirlerden başka kalkan olmadı." Ka'b onun bu
samimi davranışını ömrü boyu unutmayacaktır. Ka'b, (sözlerine devam
ederek) şunları söyledi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a selam verince
memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir yüzle: "Müjdeler olsun! Annenden
doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı gününü tebrik ederim" dedi. Ben hemen
sordum: "Ey Allah'ın Resûlü, bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cenab-ı
Hak'tan gelen bir lütuf mu?" "Hayır, Allah'tan gelen bir lütuf!"
dedi. Ka'b, ilaveten dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
vech-i mübarekleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi nurlanır ve parlardı.
Biz, bunu derhal anlardık. Ben önüne oturunca: "Ey Allah'ın Resulü! Mazhar
olduğum bu af sebebiyle ne var ne yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne
bağışlıyorum" dedim. "Hayır, dedi. Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır,
bu senin için daha hayırlı." "Ey Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni
sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık,
yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır." Allah'a yemin olsun,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bunu söylediğim günden beri, doğru söz
hususunda, Allah'ın bana lutfettiği ihsandan daha güzeline mazhar olan birisini
bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek söylüyorum, Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a söz verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi
düşünmedim. Geri kalan ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasını
diliyorum." Ka'b şunu da söyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teala şu
ayeti indirmişti: "And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının
kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'ın ve
Peygamber'in tevbelerini kabul etti. Tevbelerini, onlara karşı şefkatli ve
merhametli olduğu için kabul etmiştir. bütün genişliğine rağmen dünya onlara dar
gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse
olmadığını anlayan, (savaştan) geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti.
Allah, tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri
kabul eden, merhametli olandır. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla
beraber olun!" (Tevbe, 117-119). Ka'b şunu da dermiş: "Allah'a yeminle
söylüyorum, Allah beni İslam'la şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet
vermemiştir. (Allah'ın bana lutfettiği birinci büyük nimeti İslam'la müşerref
olmam, ikinci büyük nimeti de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a doğru söz
söylememi nasib etmiş olmasıdır). Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi
ben de helak olacaktım. Nitekim Cenab-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan
söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: "Döndüğünüzde, kendilerin çıkışmamanız için,
Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler.
Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnud
olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah yoldan
çıkmış fasık kimselerden razı olmaz" (Tevbe, 95-96). Ka'b şunu söyledi:
"(Resûlullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere katılmayanlar gidip özür
diledikleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın da, yemin etmeleri üzerine
özürlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında istiğfarda
bulunduğu kimselerden, biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar olduğu aftan
istifade edememiştik.) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bizim işimizi, Allah
hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti. Hakkımızda gelen ayette, Cenab-ı
Hakk'ın: "..geri kalmış üç kişi.." sözünden kasıd, savaştan geri kalmamız
değildir, bu geri kalış Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'in hakkımızdaki
hükmü geri bırakması, yemin ederek özür dileyenlerin özrünü kabul ettiği
kimselerden ayrı tutmasıdır."
653 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
"(Allah yolunda savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder..."
(Tevbe, 39) ayeti ile, "Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevileri, savaşta
Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz"
(Tevbe, 120) ayetini şu ayet neshetmiştir: "Müminler toptan savaşa çıkmamalıdır.
Her topluluktan bir taifenin, dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri
döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?..." (Tevbe,
122).
654 Necdet İbnu Naki' diyor ki: "İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'a şu ayet hakkında sordum: "(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah
size can yakıcı azabla azab eder..." (Tevbe, 39). Şu açıklamayı yaptı: "Allah
onlardan yağmuru kesti. Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir ettiği)
azabları oldu."
655 Ubade tu'bnu's-Samit (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Cenab-ı Hakk'ın şu ayeti
hakkında sordum: "Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır.." (Yunus,
64). Şu cevabı verdi: "Burada kastedilen müjde salih rüyadır. Mü'min kul onu
görür veya kendisine gösterilir."
656 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Cenab-ı Hakk Firavun'u suda boğduğu zaman: "Beni İsrail'in inandığından başka
ilah olmadığına inandım" dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: "Ey Muhammed,
sen beni denizin çamurundan alıp, (Allah'ın) rahmeti ona ulaşıverir korkusuyla
ağzını tıkarken görseydin."
657 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü, saçların
ağardı, yaşlandın" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Beni, Hûd,
Vakı'a, Mürselat, Amme yetesaelun ve İza'ş-Şemsü Küvviret sûreleri ihtiyarlattı"
cevabını verdi."
658 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'ın
anlattığına göre, kendisine Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki kelamından sual
sorulmuştur: "Bilin ki, onlar, Kur'an okunurken gizlenmek için iki büklüm
olurlar. Bilin ki elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini
ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü o, Kalplerde olanı bilendir (Hud, 5).
İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu açıklamayı yapmıştır: "Bunlar helada
soyununca avret mahallerinin açılıp, o manzaralarının semaya ulaşmasından, keza
hanımlarıyla cinsi mukarenet sırasında soyununca çıplak hallerinin semaya
ulaşmasından korkup haya duyan, (bu yüzden kendilerine sıkıntı veren) kimseler
hakkında nazil olmuştur."
659 Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resul-i Ekrem (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala,
zalime biraz fırsat tanır, amma bir de yakaladı mı artık paçayı kurtaramaz."
Sonra da şu ayeti okudular: "Allah kasabaların zalim halkını yakalayınca böyle
yakalar, yakalaması da şiddetli ve elimdir" (Hid, 102). Tirmizi,
rivayetinde: "Fırsat tanır (yümli) değil, "mühlet tanır" (yümhil) olması
muhtemeldir" demiştir.
660 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir
kadına elledim, cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben
buradayım, istediğin cezayı ver" dedi. Hz. Ömer atılarak: "Allah seni
örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu ayeti okudu:
"Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu
iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt kabûl edenlere bir öğüttür" (Hûd,
114). Bunun üzerine bir adam: "Ey Allah'ın Resulü bu hüküm sadece soru sahibi
için mi (başkasına da şamil mi)?" diye sordu. Resûlulah (aleyhissalatu
vesselam): "Herkes için" cevabını verdi.
661 Urve tu'bnu Zübeyr
(rahimehullah) anlatıyor: "Ben, diyor, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye şu ayetten
sordum: "Öyle ki, peygamberler ümidsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları
bir sırada onlara yardımımız gelmiştir" (Yusuf 110). -Bu ayette geçen bir
kelime küzzibû şeklinde şeddeli mi okunmalı, küzibû şeklinde şeddesiz mi
okumalı? dedim. Bana: "Onları kavimleri yalanladı" diye cevap verdi. Urve
der ki: "Öyle ise, yemin olsun, onlar kesinlikle bildiler ki, kavimleri
kendilerini tekzib etmiştir, (böyle okununca) "tekzib edildikleri zannına
düştüler" diye bir mana verme ihtimali kalmaz" dedim. Hz. Aişe: "Ey Urvecik,
öyledir. Peygamberler bu hususta kesin kanaate vardılar!" dedi. Ben tekrar: "Ama
ayet belki de "küzibû" diye okunmalı" dedim. Cevaben: "Allah korusun,
peygamberler, Rableri hakkında böyle bir zanna düşmezler" dedi. Ben
tekrar: "Bu ayet nedir? (kimlerden bahsediyor?)" diye sordum. Cevaben:
"Onlar peygamberlerin kendilerine tabi olan adamlarıdır, bu kimseler Rablerine
inanmış, peygamberlerini de tasdik etmişlerdir. Ancak maruz kaldıkları bela
uzamış, Allah'tan onlara gelecek yardım da gecikmiştir. O kadar ki,
kavimlerinden kendilerini tekzib edenler sebebiyle peygamberler ümidlerini
kestikleri ve artık etbalarının kendilerini tekzib ettiği zannına düştükleri bir
anda Allah'ın yardımı onlara ulaşmıştır. (İşte ayet-i kerimede bu durumdaki
peygamberler ve onların etbaları kastedilmektedir.)"
662 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) şu ayet hakkında: "Onların çoğu, ortak koşmadan
Allah'a inanmazlar" (Yusuf, 106) şu açıklamayı yapmıştır: "Yani, "Onlara
kendilerini kim yarattı, semavat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, "Allah"
diye cevap verirler, işte bu onların imanıdır. İbadet etmeye gelince Allah'tan
başkasına taparlar, bu da onların ortak koşmaları,
şirkleridir."
663 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-ı Hakk'ın: "Arzda birbirine komşu
kıt'alar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır
ki hepsi bir su ile sulanıyor. (Böyle iken) biz onlardan bazısını yemişlerinde
(ve tadlarında), bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak
zümreler için elbette ayetler vardır" (Ra'd, 4). Kelam-ı İlahisinde geçen
"üstünlük"ü şöyle açıkladılar: "Bu onların, kalitesiz, farisi çeşitten tatlı ve
ekşi oluşlarıdır."
664 Ebu Umame (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Ardında cehennem vardır, orada kendisine
irinli su içirilecektir" (İbrahim 14, 16) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı:
"İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha
yaklaştırılınca suratı yanar ve başının derisi dökülür. İrini içince kıçından
çıkıncaya kadar, (geçtiği yerleri ve bu meyanda) bağırsaklarını param parça
eder." Resûlullah bu açıklama üzerine şu ayetleri okudu: "...Ateşte ebedi
kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler..."
(Muhammed, 15). "...Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi, yüzleri
kavuran bir su kendilerine sunulur" (Kehf, 29).
665 Enes İbnu
Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Allah'ın hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbinin izniyle
her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor
musun?" (İbrahim, 24-25) ayetinde zikredilen ağaç hakkında: "O hurma ağacıdır"
buyurdu. Ve müteakip ayette ifade edilen kötü ağacı da hanzale'ye (zakkum, Ebu
Cehil karpuzu da denir, mercimek ağacıdır) benzetti. Ayet şöyle: "Çirkin bir söz
de yerden koparılmış, hiç bir sebatı olmayan kötü bir ağaca benzer" (İbrahim,
26).
666 el-Bera İbnu'l-Azib (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müslüman, kabirde suale
maruz kalınca: "Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve Muhammed'in O'nun kulu
olduğuna şehadet eder". Bunun delili şu ayettir: "Allah inananları dünya
hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerine tutar; zalimleri de saptırır..."
(İbrahim, 27).
667 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Allah'ın
verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helak yurduna,
yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?" (İbrahim, 27-28) ayetini
açıklama sadedinde: "Onlar vallahi Kureyş kafirleridir. Nankörlükle karşılanan
nimet de Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'dir. "Helak yurduna... götürdüler"in
manası, "Bedir günü ateşe ... götürdüler" demektir.
668 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şu
ayetten sordum: "Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle
değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde
sakın, Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma..." (İbrahim,
47-48). Ve dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, o gün insanlar nerede
olacaklar?" -"Sırat üzerinde" cevabını verdi.
669 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek
için ön safa kaçıyor, (münafık ve cahil takımından) bazıları da en arka safa
geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum
üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Andolsun, sizden öne geçenleri de biz
biliriz, geri kalanları da biz biliriz" (Hicr, 24).
670 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Mü'minin
ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teala'nın nuruyla bakar" buyurup sonra şu
ayeti okudular: "Elbette bunda fikr u firaseti olanlar için ibretler vardır"
(Hicr, 75)
671 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki:
"Andolsun ki sana Seb'u'l-Mesani'yi ve Kur'an-ı Azim'i verdik" (Hicr 87)
ayetinde geçen es-Seb'u'l-Mesani, uzun sureler
(tıvel)dir."
672 Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Kur'an'ı
parçalayanlara da..." (Hicr, 91) ayetini açıklamak üzere: "Onlar Ehl-i
Kitap'tır, yani Yahidi ve Hıristiyanlar. Bunlar onu parçalara bölerek bazı
kısımlarına inandılar, bazı kısımlarına inanmadılar"
buyurmuştur.
673 Hz. Enes (radıyallahu anh), "Rablerine andolsun
ki hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız" (Hicr, 92-93) ayeti ile ilgili
olarak: "Onlar 'Lailahe illallah' demekten sorumlu olacaklar"
demiştir.
674 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Gönlü imanla dolu
olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar
edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır, büyük azab da
onlar içindir" (Nalh, 106) ayetindeki umumi hükümden şöyle bir istisna yaptı:
"Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda savaşan ve
sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve
merhamet eder." (Nahl, 110). Burada kastedilen Abdullah İbnu Ebi Sarh'tır.
Bu zat, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vahiy katibi idi. Şeytan onu
şaşırttı. Kafirlere katılmasına sebep oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Fetih günü, onun öldürülmesini emretti. Araya Hz. Osman girerek affını diledi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onu affetti."
675 Übey İbnu
Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Uhud savaşında Ensar'dan altmış dört,
Muhacirler'den de altı kişi şehid düştü (radıyallahu anhüm ecmain). Bu
şehidlerden biri de Hz. Hamza (radıyallahu anh) idi. Bunların cesedlerinden bazı
uzuvlarını kopararak hakaretlerde bulundular. Bunun üzerine Ensar: "Bir gün beze
de böyle bir fırsat düşerse, bu hakaretin daha fazlasını yapacağız"
dediler. Mekke'nin fethi günü olunca şu ayet indi: "Eğer ceza vermek
isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu
sabredenler için daha iyidir." (Nahl, 126). Bir adam: Bugünden sonra
Kureyş yok! dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Dört kişiden başka
kimseye dokunmayın" diye emretti."
676 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma), "...Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaçla sadece
insanları denedik..." (İsra, 60) mealindeki ayette geçen "rüya" için şu
açıklamayı yaptı: "Bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Miraç gecesinde
Beytu'l-Makdis'e götürüldüğü zaman gözüyle görmesidir. "Kur'an'da lanetlenmiş
ağaç" da zakkum ağacıdır."
677 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), "Bir
şehri yok etmek istediğimiz zaman onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına
(yola gelmelerini) emrederiz. Ama onlar orada iyice yoldan çıkarlar. Artık o
şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz" (İsra, 16) ayetindeki
"Şımarmış elebaşılarına emrederiz" ifadesiyle ilgili olarak şunu söylemiştir:
"Biz cahiliye devrinde, sayıca artan bir kabile için: "falanca kabile arttı"
derdik."
678 Yine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), "Onların
taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar" (İsra, 57) ayeti
hakkında şu açıklamayı yaptı: "İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba
tapıyorlardı. Bu cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hala bunlara tapmaya devam
ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu."
679 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "Bir gün
bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız" (İsra, 71) mealindeki ayetle
ilgili olarak şunu söyledi: "Onlardan biri çağırılır. (Amellerinin yazıldığı)
kitap sağ eline verilir. Vücudu altmış zira' genişletilir, yüzü beyazlaştırılır.
Başına pırıl pırıl yanan inciden bir taç geçirilir. Bu haliyle arkadaşlarının
yanına döner. Arkadaşları onu uzaktan görünce: "Ey Rabbimiz bunu bize de ver ve
onu hakkımızda mübarek kıl" derler. O, yanlarına gelir ve onlara: "Müjde
sizlere! Herbirinize bunun bir misli var" der. Kafire gelince, onun suratı
kararır. Onun da vücudu, altmış zira' genişletilir. Ona da bir taç giydirilir.
Arkadaşları onu görünce: "Bunun şerrinden Allah'a sığınırız, Ey Rabbimiz onu
bize verme" derler. Bu da arkadaşlarının yanına gelir. Onlar: "Ey Rabbimiz, onu
zelil et" derler. O da: "Allah sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun
bir misli verilmiştir" der."
680 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma),
"Güneşin kayması (dülûku'ş-şems) anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz
kıl" (İsra, 78) ayetinde geçen dülûku'ş-şems'ten maksad, "güneşin meyli"
derdi.
681 Yine Muvatta'da İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan
geldiğine göre, İbnu Abbas, dülûku'ş-şems tabirini: "İza fae'l-fey'u" diye
açıklardı. (Bu da gölgenin batı cihetinden çekilip doğuya meyletmesidir. Bu da
tam zeval dediğimiz öğle vaktini ifade eder. Güneş gökte tam tepededir ve artık
batı cihetine meyletmektedir.) Ayetin devamında gelen "ğasaku'l-leyl"
tabirini de, "gece ile gece karanlığının birleşmesi" diye
açıklardı.
682 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin rivayetine göre,
"...Sabah namazı şahidlidir" (İsra, 78) ayeti hakkında Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) şu açıklamayı yapmıştır: "Onda gece melekleri de gündüz
melekleri de, hazır bulunurlar"
683 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a: "...Ümid edebilirsin,
Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderecektir." (İsra 79) ayetinde zikredilen
"Makam-ı Mahmud"dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Bu
şefaat'tir" diye cevap verdi."
684 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar kıyamet
günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: "Ey
falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme
işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur."
685 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hicretle
emredildiği zaman kendisine şu ayet indi: "De ki: "Rabbim, beni dahil edeceğin
yere (Medine'ye) hoşnudluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de
(Mekke'den) hoşnudluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet
ver" (İsra, 80).
686 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan
bazısı: "Muhammed'e ruh hakkında sorun" dedi; bazısı da: "Sakın sormayın,
hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz" diye aralarında konuştular. Sonunda
kalkıp: "Ey Ebu'l-Kasım bize ruh'tan anlat, (ruh nedir?)" dediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy
inmektedir. Sonra okudu: "Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah'ın emrinden
ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir" (İsra, 85) Bir
rivayette: "Onun hakkında az bir ilim verilmiştir" denmektedir. A'meş: "Bizim
kıraatımızda böyledir" demiştir.
687 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'tan gelen, Tirmizi'nin bir diğer rivayeti şöyledir: "...Yahudiler:
"Bize çok ilim verildi, bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse ona çok ilim
verilmiş demektir" dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: "De ki Rabbimin
sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak,
Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi" (Kehf,
109).
688 Saffan İbnu Assal (radıyallahu anh) anlatıyor: "İki
Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına: "Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e gidelim ve birşeyler soralım" dedi. Arkadaşı: "Ona peygamber deme"
diye müdahale edip ekledi: "Şayet o, kendisinden "peygamber" diye bahsettiğini
duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur." Beraberce gidip Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a imtihan niyetiyle dokuz açık ayetten soru sordular.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara "Allah'a hiç bir şeyi ortak kılmayın,
hırsızlık yapmayın, zina fazihasını işlemeyin. Allah7ın haram kıldığı cana
kıymayın, masum kişiyi öldürtmek içinsultana gammazlamayın, sihir yapmayın, faiz
yemeyin, günahsız kadına zina iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup
kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, cumartesi günü yasağını
ihlal etmeyin" dedi. Saffan der ki: "Bu cevap üzerine Yahudiler,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın el ve ayaklarını öptüler ve: "Şehadet
ederiz ki, sen peygambersin" dediler. Saffan diyor ki: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) onlara: "Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?" diye sordu.
Onlar: "Davud (aleyhisselam), neslinden peygamber kesilmesin diye dua
etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz"
cevabını verdiler."
689 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "... Ey
Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir
yol tut" (İsra, 110) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu ayet,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın gizli (tebligatta) bulunduğu sırada nazil
olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor ve Kur'an'a onu
indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teala Hazretleri, "Namazını
açıktan yapma." yani "açıktan, yüksek sesle okuma, ta ki müşrikler duymasın,
ashabın işitmeyecek kadar da kısma" buyurarak ikisi arası, yani seslilikle
sessizlik ortası bir yol tutmasını emretti."
690 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) diyor ki: "Şu ayet dua hakkında nazil olmuştur: "(Ey
Muhammed) namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." (İsra,
110).
691 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim Kehf sûresinin başından -bir
rivayette; sonundan- on ayet ezberlerse Mesih Deccal'in şerrinden emin
olur."
692 İbnu'l-Müseyyeb diyorki: "Mal ve oğullar dünya
hayatının süsüdür. Ama baki kalacak faydalı işler, sevap olarak da, emel olarak
da Rabbinin katında daha hayırlıdır" (Kehf, 46) ayetinde geçen "baki kalacak
faydalı işler", kulun sarfedeceği "Allahu ekber", "Sübhanallah",
"Elhamdulillah", "Lailahe illallah", "La-havle ve-la kuvvete illa billah"
sözlerdir."
693 Said İbnu Cübeyr anlatıyor: "İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'a dedim ki: "Nevf el-Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi
olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır'ın arkadaşı olan Musa olmadığını
zannediyor." Bana şu cevabı verdi: "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben
Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: "Ben Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'tan işittim, şunu anlattı: "Musa (aleyhisselam)
Beni İsrail'e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, "insanların en
bilgini kimdir?" diye soruldu: I: "Benim" diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, "Allahu
a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)" demediği için Musa'yı azarladı. Ve: "İki
denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir" diye ona
vahyetti. Hz. Musa (aleyhisselam): -"Ey Rabbim ben onu nasıl
bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -"Bir zenbile bir balık koy, onu
sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır" dendi. Dendiği gibi
yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola
çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi
dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı.
Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir
kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için
olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o
gece boyu da yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi
unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: "Hele sabah
kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk" dedi. Ama emrolunduğu yere
gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -"Hani bir kayanın yanına gelmiş
yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan
unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti" dedi. Musa
(aleyhisselam): "Bizim aradığımız orasıydı" dedi ve hemen izlerinin üzerine geri
döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa
(aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır
aleyhisselam ona: -"Senin bu yerinde selam ne gezer!" -"Ben
Musa'yım." -"Benû İsrail'in Musa'sı mı?" -"Evet." -"Sen,
Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın
bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin." -"Allah'ın
sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?"
-"Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini
bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?" -"İnşallah sen beni çok sabırlı
bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim." -"Öyleyse
gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir
şey sormayacaksın!" dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -"Tamam!" dedi.
Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında
yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler.
Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)'ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları
gemiye aldılar. Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini
deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -"Bak, bunlar bizi bedava gemilerine
aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık
almayan bir iş yaptın!" dedi. Hızır: -"Ben sana, "benimle bulunmaya
sabredemezsin" demedim mi?" dedi. Hz. Musa: -"Unuttuğum şey
sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!" ricasında
bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla
oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi
eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -"Masum bir
çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!"
dedi. -"Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!" diye
Hızır (aleyhisselam), Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa: -"Ama bu birinciden de
şiddetli idi" dedi ve ilave etti: "Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni
arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın" dedi. Yola devam
ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse
onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır
(aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: "Eğilmiş" diyordu. Onu doğrulttu. Hz.
Musa (aleyhisselam) ona: -"Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi
gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun,
dilesen ücret alabilirdin!" dedi. Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa'ya:
-"Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin
te'vilini haber vereceğim" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu
ara ilave etti: -"Allah Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la
beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar
isterdim!" Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek
geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu
göstererek Hz. Musa'ya, "Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın
ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar
eksiltir."
694 Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "duvarın altında onların bir hazinesi
vardı" (Kehf, 82) ayetini açıkladı ve: "O hazine altın ve gümüştendi"
buyurdu.
695 Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün korkulu bir vaziyette odaya girdi.
Şöyle diyordu: "La ilahe illallah, yaklaşan bir beladan Arabın vay haline.
Bugün, Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddinden şöyle bir gedik açıldı." baş parmağı ile
şehadet parmağını halka yaparak gösterdi. Ben: -"Ey Allah'ın Resulü, yani
içimizde salih kimseler olduğu halde toptan helak mı olacağız?" dedim.
-"Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur."
696 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
(Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: "(Ye'cüc ve Me'cüc) onu
hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: "Bırakın
artık, delme işini yarın yaparsınız" der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi,
daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder. Böylece günler geçer,
kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını
Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: "Haydi dönün, yarın
inşaallah bunu deleceksiniz" der -ve ilk defa inşaallah tabirini
kullanır-." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla der ki: "Dönüp
giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar
ve (o günkü çalışma sonunda) derler. Açılan delikten insanların üzerine
boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup
kaçar. Ye'cüc ve Mecüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak
kendilerine geri döner. Şöyle derler: "Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada
olanları da alçaltıp alt ettik." Allah onları enselerinden yakalayacak bir
kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helak edip, herbirini parçalanmış halde
yere serer." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı:
"Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün
hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve
semirir."
697 Mus'ab İbnu Sa'd anlatıyor: "Babama şu ayet hakkında
sordum: "Ey Muhammed! "Size amelce en çok zararlı olanları haber verelim mi?"
de..." (Kehf, 103) ve dedim ki: "Burada kastedilenler Harûriler midir?"
Bana: -"Hayır, onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar'dır. Çünkü Yahudiler,
Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i tekzib ettiler. Hıristiyanlar ise cenneti
tekzib ettiler ve: "Cennette ne yiyecek ne de içecek vardır"
dediler."
698 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) haber veriyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyamet günü, şişman, iri
bir adam mizana getirilip tartılır da, Allah indinde sinek kanadı kadar ağırlığı
olmadığı görülür." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: "Dilerseniz
şu ayeti okuyun: "Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar
edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için hiçbir
tartıda bulunmayacağız" (Kehf, 105).
699 Ebu Sa'd İbnu Fadale
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı işittim
şöyle demiştir: "Allah geleceği kesin olan mahşer gününde insanları topladığı
zaman bir kimse şiyle bir duyuruda bulunur: "Kim işlediği bir amelde Allah'a
birini ortak koşmuş ise sevabını ondan istesin. Zira Allah, şirkin her çeşidine
en müstağni olan Zat'tır."
700 Mugire İbnu Şu'be (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ben, Necran'a gelince bana sordular: "Sizler şu ayeti okuyordunuz:
"Ey Harun'un kızkardeşi: Baban kötü bir kimse değildi..." (Meryem 28). Halbuki,
Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhima's-selam)'dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl
olur da Hz. İsa'nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Musa'nın erkek kardeşi olan Hz.
Harun'un kızkardeşi olur?)" Ben Merdine'ye Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular:
"Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve salih kişilerin
isimleriyle isimleniyorlardı."
701 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalatu vesselam) okudu: "Ey Muhammed! Hala gaflet
içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret
günü ile uyar" (Meryem 39). Sonra dedi ki: "(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç
suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde
durdurulur. Önce: -"Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını
kaldırırlar. Sonra: -"Ey cehennem ahalisi!" diye bağırılır, onlar da
başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: -"Bunu tanıdınız mı, nedirbu? Hepsi
birden: -"Evet tanıdık, derler. Bu ölümdür" Koç yatırılır ve
kesilir. Eğer, Allah cennet ahalisi için hayata hükmetmemiş olsaydı, neşeyle
ölürlerdi. Cehennem ahalisi için de Allah hayata, bekaya hükmetmemiş olsaydı
onlar da üzülerek ölürlerdi."
702 Katade (merhum), şu ayet
hakkında: "Onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem 57). Hz. Enes (radıyallahu anh)
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'an şu rivayeti yaptığını belirtir: "Ben
Mirac'ta iken dördüncü kat semada Hz. İdris (aleyhi's-selam)'i
gördüm."
703 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Cibril (aleyhisselam)'e: "Bana, niye
halen yapmakta olduğundan daha fazla ziyarette bulunmuyorsun?" diye sormuştu, şu
ayet indi: "Cebrail Muhammed'e şöyle dedi: "Biz ancak Rabbinin buyruğuyla
ineriz, geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O'na
mahsustur. Rabbin unutkan değildir" (Meryem 64).
704 Ümmü Mübeşşir
el-Ensariyye (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı dinledim şöyle buyurmuştur: "(Hudeybiye biatına katılan)
ashabu'ş-şecere'den hiç kimse inşaallah cehenneme girmeyecektir." Bunun
üzerine Hafsa (radıyallahu anha) validemiz: "Hayır ey Allah'ın Resulü!" dediyse
de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu azarladı. Bunun üzerine Hz.
Hafsa (radıyallahu anha) şu ayeti okudu: "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur.
Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür" (Meryem
71). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu cevabı verdi: "Allah şöyle
de buyurmaktadır: "Sonra biz, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanları
kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız" (Meryem
72).
705 Süddi anlatıyor: "Mürre el-Hemedani'ye, "Sizden cehenneme
uğramayacak yoktur" (Meryem 71) ayetinden sordum. Bunun üzerine bana İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'ın Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den rivayet
ettiği şu hadisi rivayet etti: "İnsanlar ateşe girerler, sonra amellerine göre
ondan çıkarlar: Onların ilk grubu şimşek hızıyla çıkar, ikinci grub rüzgar gibi
çıkar. Sonra at sür'atiyle, at binicisi süratiyle, sonra yaya koşusuyla, en
sonra da yaya yürüyüşüyle çıkar."
706 Habbab İbnu'l-Eret
anlatıyor: "Cahiliye devrinde demirci idim. As İbnu Vail es-Sehmi'ye bir kılıç
yaptım. Ücretimi almaya gelmiştim. -"Hayır, Muhammed'i inkar etmedikçe
vermeyeceğim" dedi. Kendisine: -"Asla" Sen ölüp, Allah seni yeniden
diriltinceye kadar ebediyyen onu inkar etmeyeceğim" dedim. -"Yani ben,
öldükten sonra tekrar dirileceğim ha!" diye alaya aldı. Ben: -"Bundan ne
şüphe!" deyince: -"Öyleyse bırak beni, öleyim de yeniden dirileyim. Bana
bol mal ve evlat verilecek. O zaman sana olan borcumu eda ederim" dedi.
Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: "Bana
elbette mal ve çocuk verilecektir" diyeni gördün mü? O görülmeyeni mi biliyor,
yoksa Rahman katından bir söz mü almıştır? Hayır söylediğini yazacağız ve onun
azabını uzattıkça uzatacağız. Bahsettikleri şeyler bize kalacaktır. Kendisi bize
tek başına gelecektir" (Meryem 80).
707 Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Allah bir kulu
sevdi mi, Cebrail (aleyhisselam)'e şöyle seslenir: "Ben falanca kişiyi
seviyorum, sen de sev!" Bunun üzerine semada aynı şekilde nida edilir. Sonra,
arz ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu ayet ifade etmektedir: "İnanıp
hayırlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır" (Meryem 96). "Allah bir kula
buğzettimi, Cibril (aleyhisselam)'e seslenir: Ben falancaya buğz ediyorum. Bu
şekilde semada nida edilir. Sonra, yeryüzüne onun hakkında buğz
indirilir."
708 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "İnsanlardan
bazısı vardır, Allah'a (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan (tutup, şekk ve
tereddüd içinde) ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır.
Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner. Dünyada da, ahirette de hüsrana
uğramıştır o. Bu ise, apaçık ziyanın ta kendisidir." (Hac, 11) ayetinin iniş
sebebini açıklamak maksadıyla şöyle buyurdu: "Bazıları vardı, Medine'ye gelir,
bakardı; bu gelişiyle hanımı oğlan doğurur, atı da yavrularsa, "Bu din, derdi,
salih iyi bir dindir." Şayet hanım oğlan doğurmaz, atı da yavrulamazsa: "Bu din
kötüdür" derdi."
709 Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh)
buyurdular ki: "Kıyamet günü, Rahman'ın önüne, dava açmak üzere ilk diz çökecek
olan benim." Kays İbnu Ubad der ki: "Onlar hakkında şu ayet indi: "İşte
Rabbleri hakkında tartışmaya giren iki taraf; O'nu inkar edenlere ateşten
elbiseler biçilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla
karınlarındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir"
(Hacc19-21). Kays devamla der ki: "Onlar Bedir savaşında karşılıklı mübareze
eden kimselerdir. Bir tarafta, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubayde İbnu'l-Haris
(radıyallahu anhüm), karşı tarafta da Şeybe İbnu Rebia, Utbe Rebi'a ve el-Velid
İbnu Utbe varlardı."
710 İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(Kabe'ye)
Kur'an-ı Kerim'de, Beytu'l-Atik denmiş olması (Hacc 29, 33) ona hiç bir cebbarın
galebe çalmamış olmasındandır."
711 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke'den çıkarıldığı
zaman Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) şöyle söyledi: "Peygamberlerine eziyet
ettiler, o da (dayanamayıp) oradan çıktı. Mutlaka helak olacaklar." Bunun
üzerine şu ayet indi: "Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koşup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir" (Hacc 39). Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) der ki: "Bu ayet
üzerine anladım ki, (müşriklerle) savaş olacak."
712 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sorarak:
"Ey Allah'ın Resûlü, "Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri
gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler. O uğurda ileri
geçerler" (Mü'minun 60) ayetinde kastedilenler, şarap içenler, hırsızlık
yapanlar mı? dedim. Bana "Hayır ey Sıddik'in kızı. Aksine onlar, oruç tutup,
sadaka verip, yaptıkları bu hayırların kendilerinden kabul edilmemesinden
korkanlardır. (Baksana ayet ne buyuruyor): "İşte onlar iyi işlerde yarış
ederler" cevabını verdi."
713 Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh),
"Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır" (Mü'minun 104) ayeti
hakkında şu açıklamayı yapar: "Ateş yüzü kızartır ve üst dudak büzülür, öyle ki,
başının ortasına kadar çekilir, alt dudak da aşağıya sallanır ve göbeğe kadar
düşer."
714 Amr İbnu Şu'ayb, babası, dedesi tarikiyle rivayet
ediyor: "Kendisine Mersed İbnu Ebi Mersed denen bir zat (radıyallahu anh) vardı.
Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mekke'de Anak adında fahişe bir kadın bu
adamın dostu idi. Mekkeli esirlerden birine, kendisini götürmeyi vaadetmişti.
(Şimdi hikayesini kendisinden dinleyelim): -"Mersed'sin değil mi?" dedi.
Ben: -"Evet Mersed'im" dedim. -"Merhaba, hoş geldin, gel yanımızda
geceyi geçir!" dedi. Ben: -"Hayır, ey Anak, Allah zinayı haram etti"
dedim. Kadın: -"Ey çadır ahalisi, bu adam esirlerinizi götürüyor!" diye
bağırdı. Kaçtım. Beni sekiz kişi takip etti. Handeme Dağı'nın yolunu
tuttum, bir mağaraya girdim. Takipçiler arkamdan gelip mağaranın ağzını
tuttular. Tepemden üzerime bevlettiler. Sidikleri başıma isabet etti. Ancak
Allah, onların beni görmelerine mani oldu. Sonra dönüp gittiler. Ben de
arkadaşımın yanına döndüm. Onu sırtladım. Ağır birisiydi. Mekke'nin dışındaki
İzhir denen mevkiye geldim. Orada demir bukağılarını çözdüm. Onu sırtımda
taşıyordum. Beni çok yormuştu. Nihayet Medine'ye geldim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın huzuruna çıktım: -"Ey Allah'ın Resulü, Anak'la
evleneyim mi?" dedim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cevap vermedi.
Sonra şu ayet indi: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bir kadınla
evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek
evlenebilir..." (Nur, 3). Bu vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bana: -"Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden veya
putperest bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya
putperest olan bir erkek evlenebilir, onunla evlenme!"
dedi.
715 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hilal İbnu
Ümeyye (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında,
hanımının Şerik İbnu Sahma ile zina yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Ya delil getirirsin ya da sırtına hadd tatbik edilir" dedi.
Hilal: "Ey Allah'ın Resûlü! Birimiz, hanımı üzerinde bir adam görse, koşup delil
mi arayacak?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) önceki sözünü tekrar
ediyordu: "Ya delil getirirsin ya da sırtına had uygulanır." Bunun üzerine
Hilal: "Seni hak üzerine gönderen Zat'a kasem olsun doğru söylüyorum.
Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy gönderecektir" dedi. Cibril
(aleyhisselam) indi ve şu vahyi indirdi: "Karılarına zina isnad edip de
kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru
sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahid tutmasıyla olur. Beşincisinde eğer
yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler" (Nur 6-7).
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oradan ayrıldı. Onlarra adam gönderdi. Hilal
geldi (lanet okuyarak) şehadette bulundu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancısınız, tevbekar olanınız var mı?"
dedi. Sonra kadın kalktı, a da şehadette bulundu. Kadın beşinci şehadette
iken kıdını durdurdular ve: "Beşinci şehadet, (yalancı olduğun takdirde)
şiddetli azab gerektirir" dediler. İbnu Abbas der ki: Bunun üzerine kadın
durakladı ve sükut etti. Öyle ki, yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra:
"Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle mahçup hale düşürmeyeceğim" dedi ve
yeminini tamamladı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "İyi bakın, eğer
bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir çocuk doğurursa
bilin ki bu çocuuk Şerik İbnu Sahma'dandır" buyurdu. Gerçekten de bu evsafta bir
çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
söylediler: "Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddini düşeceği
hususunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının
zaniliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı."
716 Zühri
merhum, Urve ve başkalarından almış olarak Hz. Aişe'nin şu rivayetini
nakleder: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurmuştur ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a
çeker, kur'a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer
sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu sefer,
örtünme emri geldikten sonra idi. Ben yol sırasında deve sırtında giden bir
mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinde iken iniyordum.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle
yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine'ye yakın bir yerde konakladık. Geceleyin
bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş emri çıktığı sırada ben
kalkıp (kaza-yı hacet için tek başıma) sordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı
gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen'in göz
boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak
beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme
yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim. O zamanlar kadınlar çok
hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilini kaldırırken
hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım: Hülasa
devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha
geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere
geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya
geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım.
Safvan İbnu Muattal es-Sülemi -ki bilahere (Zekvan'da ikamet ederek) Zekvani
ünvanını da almıştır- (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi
geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı
görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı. Zira örtünme emri gelmezden önce
beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle "İnna lillah ve inna ileyhi
raci'ûn =Biz Allah'ın kullarıyız ve Allah'a dönüp varacağız" uyandım. Derhal
başörtümle yüzümü örttüm. Allah'a kasem olsun bana tek kelime konuşmadı,
istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim. İndi ve devesini ıhtırdı. Binmem
için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti,
böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik.
(Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu.
Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selûl'e düşmüştü.
Medine'ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira
edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim
olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'da, başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum.
Yanıma girip selam veriyor, sonra da: "Şu sizinki nasıl?" deyip çıkıyordu. Bu
davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden
bihaberdim. Bu halde nekalet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü
Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası (denen çukurların bulunduğu
semte) doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. (Hicab ayetinden
sonra) evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski
Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Ben ve Ümmü Mistah -ki bu kadın Ebu
Rühm İbnu Muttalib İbni Abdi Menaf'ın kızıdır- böylece yürüdük. Onun annesi Ebu
Bekri's-Sıddik'ın teyzesi olan Sahr İbnu Amir'in kızıdır. Oğlu da Mistah İbnu
Üsase İbnu Ubad İbni'l-Muttalib'dir. İşimiz bittikten sonra yürüyorduk.
Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda
söylenmesi adet olan "düşmanın helak olsun demedi): "Mistah helak olsun!" diye
(oğluna) beddua etti. Ben kadına: -"Amma da yaptın!" Bedir gazvesine
katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!" dedim. -"Anacığım! onun ne
söylediğini işitmedin mi?" dedi. -"Ne söylemiş ki?" dedim. Bunun
üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık
katıldı. Eve dönünce, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yanıma girdi
ve: (İsmimi söylemeden) "Adamınız nasıl." dedi. Ben: -"Ebeveynimin
yanına gitmeye izin ver" dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek
istiyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) izin verdi, ben de ebeveynimin
yanına geldim. Anneme: -"Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler
nedir?" dedim. -"Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah'a kasem olsun
güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir
kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler" dedi. Ben: -"Sübhanallah,
demek halk böyle söylüyor ha!" dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan
ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben
hala ağlıyordum. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o gün Ali İbnu Ebi Talib'i
ve Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma)'i çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin
gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu.
Üsame (radıyallahu anh), ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde
beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: -"Ey
Allah'ın Resûlü! Onlar zevcelerinizdir. Allah'a kasem olsun, onlar hakkında
hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." Ali İbnu Ebi Talib de şöyle
demişti: -"Ey Allah'ın Resûlü, Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın
çoktur. Sen cariyene sor, (onun halinni o daha iyi bilir), sana gerçeği haber
verir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu tavsiye üzerine cariyemiz
Berire'yi çağırdı ve: -"Ey Berire, söyle! Aişe'de sana şüphe verici bir
husus gördün mü?" diye sordu. Berire: -"Hayır! Seni hak üzerine peygamber
olarak gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey
görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: "Yaşı genç olduğu için, ailesi
için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan
yerdi." (Bu soruşturma sonunda) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kalkıp
mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni
Selûl hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler:
-"Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana
kim yardım edecek? Allah'a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey
bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da
hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç
girmemiştir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bu sözleri üzerine
(Evs kabilesinin reisi) Sa'd İbnu Muaz (radıyallahu anh) kalktı ve: -"Ey
Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs
kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen
emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi. Hazreç kabilesinin
reisi olan Sa'd İbnu Ubade ayağa kalktı. Sa'd aslında salih bir kimseydi. Ancak
(Sa'd İbnu Muaz'ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine
kapılmıştı. Sa'd İbnu Muaz'a dönerek şu sert cevabı verdi: -"Vallahi sen
yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül'ü) öldüremezsin.
Öldürtmeye gücün de yetmez." (Ensar'ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu
Hudayr (radıyallahu anh) -ki bu zat da Sa'd İbnu Muaz'ın amcaoğludur- kalkarak
Sa'd İbnu Ubade'ye çıkıştı: -"Allah'a yemin olsun yalan söyleyen sensin.
Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey'e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın,
münafıklar hesabına kavga ediyorsun!" Derken (Ensar'ın iki kabilesi) Evs
ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha minberde
iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
sükûneti sağlayıncaya kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti. Ben o
gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de
hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin
annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız
ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye
düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum.
Derken Ensar'dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da
benimle ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söylenileden beri yanımda hiç
oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy
gelmemişti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) otururken şehadet kelimesini de
getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: -"Ey Aişe, senin hakkında bana
şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle
tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala'ya tevbe et. Zira kul
bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini
kabul ve affeder." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sözlerini
tamamlayınca (ızdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir
damla bile yaş hissetmiyordum. Babama: -"Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın sözlerine sen cevap ver" dedim. Babam: -"Vallahi
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Anneme
yönelerek: -"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın söylediklerine sen
bari cevap ver" dedim. Annem de: -"Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum" dedi. Hz. Aişe devamla
der ki: "Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur'an'dan da fazla okumuyordum.
Dedim ki: -"Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz.
Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: "Günahsızım" dedim,
inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben
ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah'a kasem olsun, sizinle benim
durumumu anlatacak en iyi örnek Hz. Yusuf'un babası ve onun şu sözüdür: "Bana
güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir" (Yusuf,
18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz
olduğumu biliyordum ve Allah'ın benim suçsuzluğumu te'yid edeceğine inanıyordum.
Ancak, kesinlikle, Allah'ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun
(kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah'ın
herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer
bulmuyordum. Ancak, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın göreceği bir rüya
yoluyla Allah'ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum. Allah'a kasem
olsun, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış
ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resûlüne vahiy indirdi:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı vahiy sırasında her zaman gelen halet
istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: -"Ey
Aişe Allah'a hamdet. Zira, seni tebrie buyurdu." Annem de bana:
-"Kalk Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a teşekkür et!" dedi. Ben ise:
-"Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allahıma hamdediyorum. Benim
suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu" dedim. Allah'ın indirdiği vahiy
şöyleydi: -"Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur.
Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden
herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana
ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın mü'minlerin,
kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri
gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahid
getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve ahirette size
lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba
uğrardınız..." (Nur 20). (Bir sayfa tutan) on ayeti, Cenab-ı Hakk benim
suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri indirince, Ebu Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh)
-ki Mistah İbnu Üsase'ye akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda
bulunuyordu- şunu söyledi: -"Aişe (radıyallahu anha)'ye bu iftirayı
yaptıktan sonra, ona artık bir daha yardım yapmayacağım." Bunun üzerine şu
vahiy indi: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve
Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler
geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır,
merhametli olandır" (Nur, 22). Bunun üzerine Ebu Bekri's-Sıddik
(radıyallahu anh): "Evet evet, Allah'a kasem olsun, Allah'ın beni affetmesini
çok severim" dedi ve Mistah'a yapmakta olduğu yardımı yapmaya devam etti ve:
"Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim" dedi. Hz. Aieşe (radıyallahu anha)
sözlerine devamla dedi ki: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) tahkik
sırasında Zeyneb Bintu Cahş'a da hakkımda sormuş ve: -"Ey Zeyneb, bu
hususta ne biliyorsun, ne gördün?" demişti. O da: -"Ey Allah'ın Resûlü,
ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe
hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!" demişti. Zeyneb (radıyallahu anha),
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zevce-i tahireleri arasında (bazı
faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen birisiydi. Allah vera ve dindarlığı
sebebiyle onu (bu meselede müfteriler tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız
kardeşi Hamna ise, onunla mücadeleye koyuldu ve helak olan müfteriler arasında
helak oldu. Müfteriler arasında (Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in
şairi) Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh) de vardı. Urve der ki: "Hz. Aişe
(radıyallahu anha) yanında Hassan'a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı ve derdi
ki: "O şu beyti söyleyen kimsedir: "Babam, babanın babası, ırzım, size karşı
Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'in ırzına bekçidir." Mesrûk İbnu'l-Ecda
der ki: -"Ben Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin huzuruna girmiştim. Yanında
Hassan İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i gördüm. Hz. Aişe'ye şiir okuyor, bazı
beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu. Şunu okudu: "Afifdir, ağırdır,
iffetinden şüphe ne mümkün! Kötü düşünceden uzak olanların etleri bile onu
aç bırakır." Hz. Aişe'ye dedi ki: "Sen nasıl olur da Hassan'ın yanına
girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur: "İçlerinden
elebaşılık yapana ise büyük azab vardır." Hz. Aişe (radıyallahu anha) şu cevabı
verdi: "Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!" Hz. Aişe sonra şunu da söyledi
"O, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı müdafaa
ediyordu."
717 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Benim
özrümle ilgili ayet indiği zaman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) minbere
çıktı, günahsız olduğumu belirtti, arkasından ilgili ayetleri okudu ve iki kadın
ve bir erkeğin cezalandırılmalarını emretti. Üçü de had cezası olan celde'ye
(değneklenmeye) tabi tutuldular.
718 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Allah ilk muhacir kadınlara rahmetini bol kılsın; "Kadınlar baş
örtülerini yakalarının üzerini (örtecek şekilde) koysunlar" (Nur 31) ayeti
indiği zaman örtülerini (kenardan) yırtarak onunla (yüzlerini de)
örttüler."
719 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "(Ey Muhamed)!
Mü'min kadınlara da söyle! Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler
iffetlerini korusunlar..." diye başlayıp kadınlara örtünmeyi emreden ayeti (Nur
31) daha sonra gelen şu ayet neshetti ve istisna getirdi: "Evlenme ümidi
kalmayan ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla dış
esvablarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur. Ama sakınmaları kendileri için
daha hayırlı olur" (Nur 60).
720 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Abdullah İbnu Übey İbni Selül cariyesine: "Git biraz fahişelik yap
(da para kazan)" diye emretti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Dünya hayatının
geçici menfaa tini elde etmek çin, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa
zorlamayın..." (Nur 33) mealindeki ayeti inzal
buyurdu."
721 İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak
ahalisinden bir grub İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a dediler ki: - Şu
ayet hakkında ne dersiniz? "Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve
cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle
sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç
defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu
vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de, onlara da bir
sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilendir.
Hakim'dir" (Nur 58). Cenab-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz
bunları tatbik etmiyoruz, dediler. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Allah
mü'minlere karşı halim ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman
evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evladı
veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun
üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teala
onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hala bu emirle amel eden tek kişi
görmedim."
722 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "O gün zalim kimse
ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma
gelene, keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen
Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor" der"
(Furkan 27-30) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Ayette zikri geçen
zalim Ukbe İbnu Ebi Muayt'tır. Zikri geçen dost (halil) da Ümeyye İbnu
Halef'tir. Dostum Übeyy olduğu da söylenmiştir. (Ayetin inişi bunlarla
ilgilidir). Şöyle ki: Ukbe bir yemek hazırlayarak Kureyş'in eşrafını davet eder.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da onların arasındadır. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), "Ukbe kelime-i tevhidi söylemedikçe, yemekten
almayacağını" söyledi. Ukbe bu isteği yerine getirdi. Bunun üzerine dostu olan
Ümeyye İbnu Halef veya Übeyy ona gelerek: "- Sabii mi oldun?" dedi.
Ukbe: "- Hayır, ancak yemek yemeden evimden ayrılmasından utandım"
diye cevap verdi. Übeyy: "- Öyleyse, gidip onun yüzüne tükürmezsen ben de
senden razı olmayacağım!" dedi. Ukbe, bu talebe müsbet cevap vererek, isteneni
yaptı. Ceza olarak Bedir günü yakalanıp idam edildi.
723 İbnu
Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e: "- Hangi günah daha büyük?" diye sordum. Şu cevabı
verdi: " Seni yaratmış olduğu halde Allah'a ortak koşmandır!" "-
Sonra hangisi gelir?" dedim. " Seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu
öldürmendir!" dedi. Ben tekrar: "- Sonra ne gelir?" dedim. "
Komşunun helalliği ile zina etmen!"dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
bu sözlerine te'yiden şu mealdeki ayet nazil oldu: "Onlar ki, Allah'ın
yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya
çarpar" (Furkan 68).
724 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Şu "Sen ilkin en yakın hısımlarını inzar et" (Şuara 214) mealindeki
ayet indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam Safa tepesi üzerine çıktı
ve şöyle bağırmaya başladı: "Ey Beni Fihr!, Ey Beni Adiyy!" Bunlar Kureyş
kabilesine mensup boylardı. Toplandılar. Onlara Şöyle hitab etti: "
Ben size, "şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyor"desem, beni tasdik
eder misiniz?" Hep beraber şu cevabı verdiler: "- Evet, tasdik
ederiz, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin." "
Öyleyse dinleyin!" dedi. "Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı sizehaber
veriyorum." Ebu Leheb atılıp: "- Ey Muhammed, ey kuruyasıca! bizi
bunun için mi çağırdın?" dedi. Bunun üzerine: "Ebbu Leheb'in iki eli
kurusun. Kendisi de kurudu..." diye başlayan Ebu Leheb suresi nazil
oldu."
725 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Şairlere gelince,
onlara da sapıklar uyar" (Şuara 224) mealindeki ayet hakkında şunları
söyledi: "Cenab-ı Hakk, (kendilerine sapıklar uyar diye zemmettiği) şairlerden,
"İman edip de iyi amel (ve hareket)de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve
zulme uğratıldıklarından sonra öclerini alanlar..." (Şu'ara 227) istisna
edildiler."
726 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdu ki:
"Dabbetu'l-arz, beraberinde Hz. Müsa'nın asası ve Hz. Süleyman
(aleyhima's-selam)'ın mühürü olduğu halde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü
cilalar, mührü de kafırlerin burnuna basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri
diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) "Ey mü'min!" der, diğeri de (öbürüne,
burnundaki mühür damgası sebebiyle): "Ey kafır!"der. (Yani mü'min de kafir de
yüzünden tanınır).
727 Said İbnu Cübeyr anlatıyor: İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'a: "Hz. Musa iki müddetten hangisini ödedi`?" diye sordum
da, bana şu cevabı verdi: "O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı).
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) söyledi mi yapardı."
728 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh), "(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin,
ama Allah dilediğine hidayet verir" (Kasas 56) ayeti hakkında şunu söylemiştir:
"Bu ayet Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın, amcası Ebu Talib'in İslam'a
girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu."
729 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "Herhalde o Kur'an'ı (tilavetini, tebliğini ve mucibince
amel etmeni) senin üzerine farz kılan (Allah), seni (yine) dönülecek yere
döndürecektir..." (Kasas 85) mealindeki ayette ifade edilen döndürülecek yerden
maksadın Mekke olduğunu söylerdi."
730 Ümmü Hani (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena
şeyler yapmıyor musunuz?" (Ankebut 29) mealindeki ayette zikredilen
toplantılarındaki fena şeyler'den maksad nedir? diye Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a sordum. Bana şöyle cevap verdi: " Onlar orda sesli sesli
yelleniyorlar, oradan geçen kimselere de çakıl vs. fırlatıp onlarla
eğleniyorlardı."
731 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Allah'ı
zikretmek elbet en büyüktür" (Ankebut, 45) mealindeki ayet hakkında şunu
söyledi: "Kulun Allahu Teala'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onu
zikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah
işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür.
732 Ebu
Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bedir günü Rumlar, İranlılara galebe çaldı.
Bu zaferden mü'minler de sevindi. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu
(okundu): "Elif Lam-Mim, Rumlar mağlub oldu, yakın bir yerde. Halbuki onlar bu
yenilmelerinin ardından galib olacaklar birkaç yıl içinde. Önünde de sonunda da
emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın nusretiyle ferahlayacak" (Rum
1-4).
733 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Gayb'ın anahtarı beştir" dedi ve şu mealdeki ayeti
okudu: "O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O
indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez.
Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz ki Allah (her şeyi)
bilendir. Her şeyden haberdardır" (Lokman 34).
734 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
Elif-Lam-Mim Tenzil ve Tebareke'llezi bi-Yedihi'l-Mülk surelerini okumadan
uyumazdı." Tavus (rahimehullah), bu iki surenin faziletce Kur'an'daki
diğer surelerden herbirine yetmiş kat üstün olduğunu
söylerdi.
735 Hz. Enes (radıyallahu anh), "Yanları yataklarından
uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler.." (Secde 16) mealindeki
ayetin, Atame denen yatsı namazını bekleyenler hakkında indiğini
söylemiştir."
736 Hz. Enesin rivayeti Ebu Davud'da şu şekilde
gelmiştir: Müslümanlar, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında) akşamla
yatsı arasında nafıle namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine "Yanları yataklarından
uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablerine dua ederler..:' ayeti nazil oldu."
Hasan Basri merhum: "Ayet-i kerime kıyamu'l-leyl yani gece namazı ile ilgilidir,
o kastedilmektedir" demiştir.
737 Übey İbnu Ka'b (radıyallahu
anh), "Biz, o en büyük azabtan önce de onlara mutlaka yakın azabtan
tattıracağız, ta ki, ric'at etsinler" (Secde 21. ) mealindeki ayet hakkında şunu
söylemiştir: (Yakın azab) dünya musibetleri, Rum ve Batşa veya Duhan'dır.
-Hadisin ravisi, Batşa mı derdi duhan mı derdi tereddüt eden kimsenin Şu'be
olduğunu belirtir.
738 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın azadlısı olan Zeyd İbnu Harise'ye
sadece Zeyd İbnu Muhammed diye sesleniyorduk. Bu davranışımız, "Onları
babalarına nisbet ederek çağırın.:' (Ahzab, 5) mealindeki ayet ininceye kadar
devam etti."
739 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Ben her mü'mine, mutlaka,
dünya ve ahirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz (bu hususla ilgili
olan) şu ayeti okuyun: "O peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evladır.
Zevceleri, mü'minlerin analarıdır..." (Ahzab 6). Hangi mü'min (vefatında) bir
mal bırakırsa varisleri (asabı) ona varis olsunlar. Borç veya bakıma muhtaç
birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlasıyım."
740 İbnu
Abbas (radıyallahu anhûma): "Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..."
(Ahzab, 4) mealindeki ayet hakkında şunu söylerdi: "Bir gün, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı.
Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: "Bakın, bunun iki kalbi var,
bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)" dediler. İşte onların bu sözü
üzerine bu ayet nazil oldu."
741 Hz. Aişe (radıyallahu anha), "O
vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler
yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz Allah'a karşı türlü zanlarda
bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir
sarsıntı ile sarsılmışlardı..." (Ahzab, 10-11) mealindeki ayet hakkında: "Bu,
Hendek Savaşı ile ilgilidir" demiştir.
742 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Biz şu ayeti amcam Enes İbnu'n-Nadr hakkında indi biliyorduk.
(mealen): "Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler
var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir
suretle (ahidlerini) değiştirmediler." (Ahzab 23).
743 Ümmü Umare
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, her şeyi erkekler için
görüyorum. Hiçbir şekilde kadınların zikredildiğini görmüyorum." Bunun üzerine
şu ayet indi. (mealen): "Doğrusu, erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın
mü'minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar,
sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, oruç tutan
erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, işte Allah
bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır"
(Ahzab,35).
744 Hz. Aişe (radıyallahu anha) demiştir ki: "Eğer Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi şu
ayeti gizlerdi: "(Habibim) hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine -İslam'la-
nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: "Zevceni
uhdende tut. Allah'tan kork" diyordun da Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi
içinde gizliyor, insanların (dedikodusundan) korkuyordun. Halbuki Allah
kendisinden korkmana daha layıktı. Şimedi madem ki Zeyd o kadından ilişiğini
kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki oğullukların, kendilerinden ilişkilerini
kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günah olmasın. Allah'ın emri
yerine getirilmiştir" (Ahzab, 37). Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam), Zeyneb'le evlenince: "Oğlunun helallığıyla evlendi" dediler.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti indirdi: "Muhammed adamlarınızdan
hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin
sonuncusudur. Allah herşeyi hakkiyle bilendir'' (Ahzab, 40). Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) Zeyd'i küçükken evlat edinmişti. Büyüyüp delikanlı
oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu
sebeple Cenab-ı Hakk şu mealdeki ayeti inzal buyurdu: "Onları babalarına nisbet
ederek çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarının (kim olduğunu)
bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber)
dostlarınızdır da" (Ahzab, 5).
745 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Zeyneb (radıyallahu anha)'le
evlenmişlerdi ki, annem Ümmü Süleym bana: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
bir hediyede bulunsak" dedi. Ben kendisine: - Bir şeyler yap! dedim. Bunun
üzerine hurma ve yağ ve keş getirdi, bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı
ve benimle gönderdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürdüm.
Yemeği bırak!" dedi. Sonra bana emredip: "Bana falancaları çağır" dedi ve teker
teker isimlerini söyledi. Ayrıca: "- Kime rastlarsan çağır" diye
emretti. Enes der ki: Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla
dolmuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) elini mezkur yemeğin üzerine koydu
ve Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar
onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
yiyenlere: " Yemeğe Allah'ın ismini zikrederek başlayın! Herkes önünden
yesin!" dedi. Bu hal herkesin yemekten yeyip dağılmasına kadar devam etti.
Sonunda çıkanlar çıktı. Bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Bir müddet
sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da çıkıp hücrelere doğru yürüdü.
Peşisıra ben de çıktım ve: "- Davetliler gitti artık!" dedim. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) evine geri döndü (ve derhal vahiy alameti olan) örtüyü
üzerine çekti. Bu sırada ben hücrede idim. (Vahiy hali geçince) o (aleyhissalatu
vesselam) şu vahyi okuyordu: "Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber'in
evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat
davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet
etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu Peygamber'e eza vermekte, o sizden
utanmaktadır. Allah ise, hak(kı açıklamak)tan çekinmez..." (Ahzab
53).
746 Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'den naklediyor: Hz.
Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (radıyallahu anha), Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe
(radıyallahu anha) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın sevkiyle): "Kadın kısmı
bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman
ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına
alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da
da sana güçlük yoktur..." (Ahzab, 51) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi
tutamayarak): "Ey Allah'ın Resûlü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada
gecikmiyor" dedim.
747 Ümmü Hani (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim,
özrümü kabul etti. Sonra Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi. "Ey Peygamber!
Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib)
ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadıınları, seninle beraber (Medine'ye)
hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin
kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer
Peygamber de nikahla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere
değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık..." (Ahzab, 50).
Ümmü Hani (radıyallahu anha) devamla der ki: Bu ayet üzerine (kendi
kendime): "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a helal kılınmadım, çünkü
hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım"
dedim."
748 İbnu Abbas, (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhacir olan mü'min kadınlar dışında
kalanlarla evlenmekten men edildi. Ayet şöyle buyurur: "Bundan sonra
kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri
hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna.
Allah her şeye nigahbandır" (Ahzab 52). Keza Allah, "Mü'min
cariyelerinizi.." (Nisa, 25); "Nefsini peygambere bağışlayan mü'min
kadın"ı (Ahzab, 50) helal kıldı. İslam'dan başka bir dinde olanların hepsini
haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Mealen): "... Kim imanı tanımayıp
kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, ahirette en çok
ziyana uğrayanlardandır" (Maide, 5). Yine ayet-i kerime şöyle
buyurur: "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana
ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle
beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının
kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini
Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu -(fakat bu
sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için
helal kıldık..." (Ahzab, 50) İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz.
Peygamber'e haram edilmiştir.
749 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ölmezden önce bütün kadınlarla
nikah kendisine helal kılındı."
750 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hz. Musa
(aleyhi's-selam) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası
(haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Beni
İsrail'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun
bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o,
ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır) veya bir başka afete
maruzdur" diye dedi-kodu yaptılar. Cenab-ı Hakk Hz. Musayı bu dedikodularından
tebrie etmek diledi. Yine bir gün Hz. Musa (aleyhi's-selam) bir tenhada,
elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu.
Yıkanması tamam olunca, giyinmek. üzere çamaşırlarına doğru yürüdü. Tam bu
sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa
(aleyhi's-selam) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada
"Elbisem ey kaya ! Elbisem ey kaya !" diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden
koşarken) Beni İsrail'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musayı çıplak
vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve de dikodulardan
beri idi. Kaya durdu. Hz. Musa (aleyhi 's-selam) çamaşırını alıp giydi.
Sopasıyla taşa vurmaya başladı. (Ebu Hüreyre der ki): "Allah'a kasem olsun, o
taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu ayet bu
hadiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi
olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde
yüzü (itibarlı bir zat) idi" (Ahzab, 69).
751 Ferve İbnu Müseyrk
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e bir
gün: "- Ey Allah'ın Resûlü, kavminden yüz çevirenlere karşı, İslam'ı
benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?" diye sordum. Onlarla savaşma
hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine'den)
ayrılınca: " Gutayfi ne yaptı.?" diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim
söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu talimatı
verdi: " Kavmini İslam'a davet et. Onlardan İslam gelenlerin
Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana
yeni bir emir gönderinceye kadar bekle." Der ki: Sebe kavmi hakkındaki
ayetler nazil olmuştu. Bir adam sordu: "- Ey Allah'ın Resûlü, Sebe de ne?
Bir yer veya bir kadın mıdır?" " Ne bir yer, ne de bir kadın değildir.
Bilakis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine
gidip yerleşti, dördü de Şam cihetine gidip yerleşti. Şam tarafına gidenler
Lahm, Cüzam, Gassan ve Amile kabilelerini ortaya çıkardılar. Yemen tarafına
gidenler ise Ezd, Es'ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmar halkını
meydana getirdiler. " Bir adam: " Enmar da ne?" diye sordu. "
Enmar, dedi, Has'am ve Becile kabilelerinin mensup olduğu
cemaattir."
752 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Allahu Teala Hazretleri
semada bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teala'nın sözüne ihtiramla,
melaike (aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teala
nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir.
Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb
meleklere): " Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da: " Allah
Teala hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur" derler. O'nun
sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar
(yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak
hırsızlığına hazırlanmış bulunur. - Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti:
Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı-(En üstteki, ilahi kelamı işitir
ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele
sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden
önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce
kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kahinler kendilerine bu
şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilave ederek yalanlar
düzerler. Emr-i İlahi yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: "Bu
işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?"
derler. Böylece, semada (kulak hırsız1ığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece
tasdik edilir."
753 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Allahu Zülcelal hazretleri vahiy suretiyle konuştuğu zaman sema ehli bir ses
işitir ki bu, demir bir zincirin düz bir kaya üzerinde hareket etmesiyle çıkan
çıngırak sesine benzer. Sema ehli bu sesi duyunca korku ve haşyetten bayılırlar.
Cibril (aleyhi's-selam) kendilerine gelinceye kadar bu halde devam ederler. O
gelince korku, kalplerinden açılır. Hemen: "Ey Cibril, Rabbiniz ne buyurdu?"
diye sorarlar. O: "Hakkı söyledi" der. Sema ehli hep bir ağızdan: "el-Hak,
el-Hak" diye söyleşirler.
754 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), "Sonra biz o kitabı
kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık. İşte onlardan kimi
nefsine zulmedendir. Onların bazısı mutedildir, onlardan bir kısmı da Allah'ın
izniyle hayrat (ve hasenat yarışların)da öncü ol(up kazan)andır...!" (Fatır, 32)
ayeti hakkında şunu söyledi: "Bunların hepsi aynı makamdadır, hepsi de
cennettedir."
755 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Onlar orada
şöyle bağrışırlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yapmış olduğumuzdan bambaşka iyi amel
(ve hareketler)de bulunacağız." Size, iyice düşünecek kimsenin düşünebileceğ'i,
öğüt kabul edilebileceği kadar ömür vermedik mi? Size (azab ile) korkutan da
gelmişti. Şimdi tadın (o azabı)! Artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur"
(Fatır 37) ayetinde geçen "korkutan da gelmişti" ibaresinde kastedilen şeyin
Kur'an'la gelmiş olan Muhammed (aleyhissalatu vesselam) olduğunu
söyledi."
756 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın
kalbi de Ya-Sin'dir. Kim bu sureyi okursa, Cenab-ı Hakk, bu okuması sebebiyle
kendisine, Kur'an-ı Kerim'i -Ya-Sin hariç- on kere okumuş sevabını verir.
"
757 Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: Beni Seleme
Medine'nin uzakça bir kenarında meskün idi. Mescid-i Nebevi'nin yakınlarına
taşınmak istediler. Bunun üzerine şu mealdeki ayet indi: "Şüphesiz ölüleri
dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan biziz. Herşeyi apaçık bir kitapta
saymışızdır" (Ya-Sin, 11). Resûlullah (aleyhissàlatu vesselam): "Ayak izleriniz
(sevap olarak) yazılıyor" dedi. Yerlerinde kaldılar."
758 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Antakya şehrinde fıravunlardan bir
fıravun vardı. Allahu Teala Hazretleri ora halkına elçiler gönderdi. Bunlar üç
kişiydiler. İkisi önce geldi, bunları yalanladılar. Allah bunları bir üçüncüyle
takviye etti. Elçiler, onları hakka çağırıp, emredilen şeyleri açıklayıp,
dinlerinin batıl olduğunu söyledikleri vakit; peygamberlere: "Biz sizin
yüzünüzden uğursuzluğa uğradık, vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız. Bizden
size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur" dediler. Peygamberler de: "Sizin
uğursuzluğunuz (musibetleriniz), dediler, kendi beraberinizdedir. Size nasihat
edilirse mi? Hayır, siz haddi aşıp taşanlar gürûhusunuz.." (Ya-Sin
18-19).
759 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "O şehrin en uç,
(kenar)ından koşarak bir adam geldi: "Ey kavmim, dedi, uyun o gönderilmiş
olanlara; uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar hidayete ermiş
(zatlar)dır. Ben beni yaratana neden kulluk etmiyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak
ona döndürü(lüp götürü)leceksiniz. Ben O'ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer
O çok esirgeyici (Allah), bana bir zarar (yapmak) isterse onların (iddia
ettiğiniz) şefaati bana hiçbir faide vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ben o takdirde mutlak apaçık bir sapıklık içindeyim (demek)dir. Gerçek,
ben Rabbinize iman ettim. İşte bunu benden duyun. (Ona): Gir cennete, denildi.
(O da): Ne olurdu dedi, kavmim bilselerdi, Rabbimin beni bağışladığını, beni
(cennetle ikram) edilenlerden kıldığını"(Ya-Sin, 20-27) mealindeki ayetler
hakkında şu açıklamada bulundu: "Bu zat hayatında da, ölümünde de kavmine
nasihatta bulundu."
760 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte, mescidde idim, o sırada güneş
batıyordu. Bana: " Ey Ebu Zerr, biliyor musun güneş nereye gidiyor?" diye
sordu. "- Allah ve Resûlü, daha iyi bilir" dedim. "- Arşın altında
secde etmeye gidiyor. (Secde için önce) izin ister. Kendisine izin verilir.
Secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman
izin ister fakat verilmez, kendisine: "Geldiğin yere dön ve battığın yerden doğ"
denir. işte bunu şu ayet ifade etmektedir: "Güneş de (ilahi bir ayettir ki)
müstekarrına (duracağı zamana) kadar cereyan etmektedir..." (Ya-Sin, 38).
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ilave etti: " Bu (durma hadisesi) ne
zamandır, bilir misin? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız
hale geldiği zamandır."
761 Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh),
"(Nuh'un) zürriyetini (yeryüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık"
(Saffat, 77) mealindeki ayetle ilgili şu açıklamayı rivayet etti: "Bunlar Ham,
Sam ve Rüm'un atası Yafes'dir."
762 İbnu Abbas ve İbnu Mes'ud
(radıyallahu anhüm)'dan rivayet edildiğine göre, bunlar, "İlyas'ın İdris
(aleyhi's-selam) olduğunu" söylüyorlardı. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), ayeti
şeklinde okumuştur (Saffat, 130).
763 Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e şu ayetten sordum:
"Onu (Yunus'u) yüz bin veya daha çok kişiye peygamber gönderdik" (Saffat,147).
Bana: "Onlar yirmi bin fazlaydılar" diye cevap verdi."
764 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma), "Biziz o saf saf dizilenler, mutlak biz"
(Saffat,165) mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki: "Melaike,
Rablerinin yanında, tesbih ederken saf saf olurlar."
765 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Ebu Talib hastalanınca Kureyş de
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da yanına geldiler.Ebu Talib'in yanında bir
kişilik yer vardı. Ebu Cehil oraya Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
oturmasını önlemek için hemen kalktı. Kureyşliler Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı Ebu Talib'e şikayet ettiler. Ebu Talib: "- Ey kardeşimin oğlu!
Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "
Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime
sayesinde kendilerine uyacak bütün Acem o kelime sayesinde cizye ödeyecek" dedi.
Ebu Talib atılarak: "- Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Resüllullah
(aleyhissalatu vesselam): " Evet amcacığım tek bir kelime! Lailahe
İllallah (Allah'tan başka ilah yoktur!) diyecekler." "- Tek Allah mı? Biz
son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu ayetler
indi: "Sad. O şanlı, şerefli Kur'an'a yemin ederim ki, (gerçek), inkar
edenler(in iddia ettikleri gibi değildir). Bilakis (onların dışı boş) bir onur,
(içi ise tam) bir tefrika içindedir. Biz kendilerinden evvel nice ümmetleri
helak ettik. O zaman ne çığlıklar kopardılar. Halbuki (o vakit, azabtaıı kaçıp)
kurtulma vakti değildi. O kafirler içlerinden (kendilerinin başına çökecek)
tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğ'ine şaştılar. "Bu, dediler, bir
büyücü, bir yalancıdır. O bütün tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış. Bu cidden
acayip bir şey!" Onların elebaşlarından bir güruh (birbirine): "Yürüyün,
mabudlarınıza (ibadette) sebat edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek olan budur"
diyerek kalkıp gitmişti. Biz bunu diğer dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka
bir şey değildir. O Kur'an aranızdan ona mı indirilmiş? dedi."
(Sad,1-8).
766 Abdullah İbnu-z Zübeyr (radıyallahu anhüma)
babasından naklediyor: "Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin
huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (Zümer 31 ) ayeti nazil olduğu zaman:
"- Ey Allah'ın Resülü, dedim, dünyada iken mahkeme huzurundaki duruşmamız kafi
gelmeyecek, aynı duruşmayı ahirette bir kere daha mı yapacağız?" "- Evet!"
dedi. Ben (Zübeyr): "- Öyleyse, dedim, işimiz çok
fena!"
767 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Bir kavim
cinayete bulaştı ve çokca adam öldürdü, zinaya bulaştı ve bunda ileri gitti.
Şirke düşerek tevhid'i ihlal etti ve bunda ileri gitti. Sonunda Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e müracat ederek: Ey Muhammed! Bizi davet ettiğin
şeyler gerçekten güzel. Ancak, önceden işlediğimiz günahların bir kefareti var
mı; bize önce bundan haber versen!" dediler. Bunun üzerine şu ayet indi:
"Onlar ki Allah'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram
kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini)
yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde
hor ve hakir ebedi bırakılır. Meğer ki (şirkten) tevbe edip iyi amel (ve
hareket)de bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere
çevirir. Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Furkan, 68-70).
İbnu Abbas şu açıklamayı yaptı: "Allah şirklerini imana, zinalarını ihsana
(muhsanlık = namusluluk) çevirir (demektir" (Şu ayet de bu mesele üzerine)
indi: "De ki: "Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, Allah'ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder. şüphesiz ki
O, çok affedicidir, çok esirgeyicidir." (Zümer, 53).
768 Esma
Bintu Yezid (radıyallahu anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'i işittim, şu ayeti okuyordu: "De ki: "Ey Kendilerinin aleyhinde
(günahda) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah
bütün günahları affeder..." (Zümer, 53). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
ayetin sonuna, yani "(kim ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan" lafzını
ekledi.
769 İbnu Mes'üd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cebrail
(aleyhi's-selam) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ey
Muhammed, Allah semayı bir parmak üzerine, arzları bir parmak üzerine, dağları
bir parmak üzerine, nehirleri bir parmak üzerine, diğer mahlukatı bir parmak
üzerine koydu, sonra Şöyle buyurdu: "Ben (kainat mülkünün) Melikiyim."
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) güldü ve: "Allah'ı hak (ve layık) olduğu
vech ile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü arz toptan ancak O'nun bir
kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir..."(Zümer, 67)
mealindeki ayeti okudu."
770 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allahu Zülcelal
Hazretleri, semavatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der
ki: "Ben Melik'im cebbarlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler)
nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: "Ben Melik'im, cebbarlar,
mütekebbirler nerede der.
771 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her kim akşam
olunca Ha-mim el-Mü'min süresini baştan, 3. (dahil) ayetine kadar ve
ayete'l-Kürsiyi okuyacak olursa bu iki Kur'an kıraati sayesinde sabaha kadar
muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sayesinde akşama
kadar muhafaza edilirler."
772 Ala İbnu Ziyad'ın anlattığına göre,
cehennemi zikrederken bir adam kendisine: "- Niye milleti ümidsizliğe
sevkediyorsun?" diye müdahale etti. O da: "- Allahu Teala: "Ey kendilerine
kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.
Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır,
merhametlidir" (Zümer, 53) ve: "...Aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında
şüphe yoktur" (Mü'min 43) buyurmuş olunca, ben ümidsizliğe düşürebilirim. Ne var
ki, siz kötü amellerinize rağmen cennetle müjdelenmekten hoşlanıyorsunuz.
Halbuki Allah, Muhammed (aleyhissalatu vesselam)'i itaat edenler için cennetle
müjdelemek, isyan edenler için de cehennemle korkutmak üzere gönderdi."
dedi.
773 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ka'be'nin
yanında ikisi Sakifli, biri de Kureyşli veya ikisi Kureyşli biri Sakifli üç kişi
biraraya geldi. Bunlar göbek yağları fazla, anlayışları kıt kimselerdi.
Birisi: " Ne konuştuğumuzu Allah işitiyor mudur, ne dersiniz?" diye bir
laf attı. Bir diğeri: Sesli konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez
olmalı" dedi. Üçüncü de: Sesli konuşmamızı işitiyorsa, gizli konuşmamızı
da işitiyordur" dedi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Siz, ne
kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder
diye (düşünüp) sakınmadınız. Bilakis Allah yapmakta oduklarınızın birçoğunu
bilmez sandınız. Rabbinize karşı beslediğ'iniz şu zannınız (yok mu?) İşte sizi o
helak etti. Bu yüzden hüsrana düşenlerden oldunuz" (Fussilet,
22-23).
774 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Rabbimiz Allah'tır deyip de sonra doğru yolda
gidenler var ya! Onların üzerlerine "Korkmayın tasalanmayın, vaadolunduğunuz
cennetle sevinin!" diye diye melekler inecektir.." (Fussilet, 30) mealindeki
ayeti okudu ve şöyle buyurdu: "İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan
ekserisi küfre düştü, kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikameti doğru
olanlardandır."
775 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ne (her)
iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yol ne ise onunla
önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki
yakın dost(un olmuş)tur. Bu (en güzel haslete), sabredenlerden başkası
kavuşturulmaz. Buna büyük bir hisseye malik olandan gayrisi eriştirilmez"
(Fussilet,34-35) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "(Ayette kastedilen
en iyi yol) öfke anındaki sabır, kötülüğe maruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar
bunları yaptıkları takdirde, Allah onları korur, düşmanları da kendilerine
eğilir. Sanki samimi dost olur."
776 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlattığına göre, kendisine: "Ey Muhammed de ki: "Ben sizden (tebliğ
hizmetine) mukabil yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem" (Ha-mim-Ayn-Sin
Kaf (Şura, 23) ayetinde geçen "yakınlar" hususunda soruldu. Said İbnu Cübeyr
atılarak: "Al-i Muhammed'in yakınları"diye cevap verdi. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma): "Acele ettin, Kureyş'in her koluna mutlaka Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın bir akrabalığı var, ondan maksad "Sizin, aramızdaki akrabalığın
hakkını vermenizi dilerim" demesidir" der.
777 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma), "Eğer (bütün) insanlar (küfre imrenecek) bir tek ümmet
haline gelmeyecek olsalardı o çok esirgeyen (Allah)'a küfreden kimselerin
evlerinin tavanlarını, üstünden çıkacakları merdivenleri, odalarının kapılarını,
üzerine yaslanacakları tahtları hep gümüşten yapardık!" (Zuhruf, 33-34) ayeti
hakkında şu açıklamayı yaptı: Yani: "İnsanların tamamını küffar kılmayacak
olsam, küffarın evlerine gümüşten tavan, gümüşten merdiven, gümüşten tahtlar
yapardım."
778 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim geceleyin Duhan
suresini okursa, yetmiş bin melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha
erer."
779 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir diğer rivayetinde
şöyle denir: "Ha-mim ed-Duhan suresini cum'a gecesinde kim okursa mağfirete
mazhar olur."
780 Mesruk (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh)'un yanında oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi.
Kendisine bir adam geldi ve: "- Ey Ebu Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde
kapıları yanında), Duhan mücizesi gelerek kafırlerin nefıslerini alıp
götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafıf müteessir olarak)
geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
kızarak oturdu ve şunları söyledi: "- Ey insanlar Allah'tan korkun.
İçinizden bir şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "Allahu
a'lem (Allah bilir)" desin. Zira birinizin bilmediği bir şey için "Allah bilir"
demesi en büyük ilimdir. Zira Allahu Teala Resul-i Ekrem (aleyhissalatu
vesselam)'i için şöyle buyurmuştur: "Ben bu hizmetim için sizden bir ücret
istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!" (Sad,
86). Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), insanlarda bir
gerileme gördüğü zaman: "Rabbim, Hz. Yusufun yedi (senesi) gibi yedi
(kıtlık) senesi ver"diye bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli
müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan
laşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semaya
bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, (Mekkelilerin
lideri olan Ebu Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e müracaat
ederek: "- Ey Muhammed, sen Allah'a taat ve yakınlarına yardım emrederek
geldin. Kavmin helak oldu. Onlar için Allah'a dua et!" dedi. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle
görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar:
"Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler. Nerede
onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve
ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz sizden azabı az
süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza döneceksiniz"
(Duhan,10-15). Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi: "- Haklarında: "Onları
çarptıkça çarpacağımız gün intikamımızı mutlaka alırız" (Duhan 16)
buyurulanlardan hiç ahiret azabı kaldırılır mı?" Ayette geçen batşa (çarptıkca
çarpma), Bedir Savaşı' dır."
781 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir mü'min için
mutlaka (semadan) iki kapı vardır: Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı
iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu ayet bu duruma işaret eder:
"Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı..." (Duhan 29).
782 Ebu
Sa'id (radıyallahu anh), "Doğrusu günahkarların yiyeceğ'i zakkum ağacıdır.
Karınlarında, suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş maden gibidir" (Duhan, 43-46)
ayetinde geçen mühl (erimiş maden) tabiri hakkında şu açıklamayı yaptı:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Bu (mühl) sıvı yağın dibine
çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca, yüzünün derisi derhal içine
düşer."
783 Yusuf İbnû Mahik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Muaviye (radıyallahu anh) Mervan'ı Hicaz'a vali tayin etmişti. Bu valiliği
sırasında hutbe okudu ve hutbede Yezid İbnu Muaviye'nin ismini zikretmeye
başladı. Maksadı, babası (Hz. Muaviye)den sonra ona biat etmekti. Abdurrahman
İbnu Ebi Bekr, ona birşeyler söyledi. (Bu söze kızan) Mervan: "Yakalayın şunu!"
emretti. (Abdurrahman hemen kaçıp) Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin odasına
girdi. Böylece onu yakalayamadılar. Bunun üzerine Mervan şunu söyledi: "Bu
var ya, hakkında şu ayet inen kimsedir: (Mealen): "Ana ve babasına: "Öf size,
benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (tekrar diriltilip
kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz? diyen (adam yokmu) anası,
babası Allah'a yalvarırlar. (Ona): "Yazık sana. İman et. Allah'ın va'di hiç
şüphesiz haktır" (derler). O ise: "Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından
başkası değildir" der." (Ahkaf,17). Hz. Aişe (radıyallahu anha) perde
gerisinden Mervan'a şu cevabı verdi: "Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de bizimle
ilgili olarak, (münafıkların iftirasından) beraetimi haber veren Nür süresindeki
ayetlerden başka hiçbir şey inzal buyurmamıştır."
784 Alkame
anlatıyor: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki: "- Sizden kimse, cin
gecesinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e refakat etti mi?" "-
Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla
(aleyhissalatu vesselam) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde
ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış
olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah
olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor. "- Ey Allah'ın Resulü,
biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en
fena bir gece geçirdik" dedik. "- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber
gittik. Onlara Kur'an-ı Kerim'i okudum" buyurdular. Sonra bizi götürerek
cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine
yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş
her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da
hayvanlarınızın yemidir" buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bize şu tenbihte bulundu: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı)
abdest bozduktan sonra istinca etmeyirı, çünkü onlar (cinni olan) din
kardeşlerinizin yiyecekleridir."
785 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Ey muhammed! Doğrusu biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah
böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini
tamamlar, seni doğru yola eriştirir" (Feth, 1-2) ayetleri Hudeybiye dönüşü Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e nazil oldu. Ayette geçen "apaçık zafer
(Feth-i Mübin)" Hudeybiye zaferidir. Ayet inince: "Ey Allah'ın Resulü, ne
mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, Allah Teala hazretleri senin için ne
yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler. bunun üzerine şu ayet
indi: "İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedi kalacakları, içlerinde
ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük
kurtuluş işte budur" (Feth, 5).
786 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Sabah namazı sırasında Ten'im dağından seksen kişi Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın üzerine geldiler. Niyetleri onu öldürmekti.
Yakalandılar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onları serbest bıraktı.
Bunun üzerine şu ayet indi. (mealen): "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke
bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan,
savaşı önleyen O'dur..." (Feth, 24).
787 Übey İbnu Ka'b
(radıyallahu anh), "Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi. Onların
takva sözünü tutmalarını sağladı" (Feth, 26) ayetinde geçen "takva sözü"nden,
Lailahe illallah'ın kastedildiğini Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'den
işittiğini söylemiştir.
788 Abdullah İbnuz-Zübeyr (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Beni Temim kabilesinden binekli bir grup Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in yanına geldiler. Hz. Ebu Bekir: "Ka'ka' İbnu Ma'bed
(radıyallahu anhüma)'i bunlara emir tayin etmesini, Hz. Ömer (radıyallahu anh)
de Akra İbnu'l-Habis'i emir tayin etmesini Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e söylediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e çıkıştı ve: "Senbana muhalefet
etmek istiyorsun!" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Asla sana muhalefet
etmeyi düşünmedim!" dedi. Aralarında ithamlaşma oldu ve sesleri yükseldi. Bunun
üzerine şu ayet nazil oldu. (Mealen): "Ey iman edenler, Allah'ın ve
Resulü'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah
hakkıyla işiten, (her şeyi) bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin
sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın
ki siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" (Hucurat,
1-2).
789 Bera (radıyallahu anh), "Hücrelerin arkasından sana
ünleyenler, herhalde ekserisi aklı ermiyenlerdir..." (Hucurat, 4) mealindeki
ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Bir adam kalkıp: "Ya Resulallah,
benim övmem bir yüceltme yermem de alçaltmadır" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Böyle yapmak Allah aittir" cevabını
verdi."
790 Ebu Nadra (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Said
el-Hudri (radıyallahu anh): "Bilin ki, içinizde Allah'ın Peygamberi
bulunmaktadır. Eğer O, birçok işlerde size uymuş olsaydı şüphesiz kötü duruma
düşerdiniz. Ama Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş;
küfrü, fıskı ve isyanı da size iğrenç göstermiştir.." (Hucurat, 7-8) mealindeki
ayeti okudu ve şöyle söyledi: " İşte bu kendisine vahyolunan
peygamberinizdir (aleyhissalatu vesselam). Peygamberin uyması melhuz olan
kimseler de -ki ayette "size uymuş olsaydı"diye zikredilenler- sizlerin en
hayırlı imamlarınız olan Ashab'dır. Dünkü durum öyle olunca bugün haliniz
nedir?"
791 Ebu Cebire İbnu'd-Dahhak (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Bir ayet, biz Beni Selime hakkında nazil oldu. Şöyle ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) bize geldiği vakit herkesin mutlaka iki veya üç adı
vardı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu adlarından biriyle: "Ey falan!"
diye bir kimseyi çağırınca kendisine: "- Ey Allah'ın Resûlü! O, bu isimle
çağırılınca, kızar" diye ikaz ediyorlardı. İşte bu durum üzerine şu ayet
indi: "Ey iman edenler, bir kavm diğer bir kavm ile alay etmesin. Olur ki
(alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha
hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye
alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın.
Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır.
Kim (Allah'ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse, onlar zalimlerin ta
kendileridir" (Hucurat, 11).
792 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
"Ey insanlar! Doğrusu biz, sizleri bir erkekle bir kadından yarattık. Sizi
milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız.."
(Hucurat, 13) ayetinde geçen şuub'u "büyük kabileler", kabail'i de kabilenin alt
bölümü olan boylar olarak açıklamıştır.
793 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma), "Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da onu
tesbih et" mealindeki ayette geçen "secdelerin arkalarında" tabiriyle ilgili
olarak: "Cenab-ı Hakk, tesbihi, bütün namazların ardından yapmayı emretmektedir"
demiştir.
794 Hz. Enes (radıyallahu anh), "Onlar gecenin (ancak)
az bir kısmında uyurlardı" (Zariyat, 17) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı
yaptı: "Onlar akşamla yatsı arasında namaz kılarlardı." Bir rivayette şu
ziyade var: "Böylece yanları yataklarından uzaklaşır"
(Secde,16).
795 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'den naklettiğine göre, Resûlullah Beytu'l-Ma'mur'a her
gün yetmiş bin melaikenin girdiğini görmüştür. "
796 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma)'ın rivayetine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):
"Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et" (Tur, 49)
ayetinde geçen "yıldızların batışından sonra" kılınacak namazın
(idbare's-sücud), sabahın farzından önce kılınan iki rekat; (Kaf suresinde
geçen) edbare's-sücud ile de akşamın farzından sonra kılınan iki rek'at olduğunu
söylemiştir."
797 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), Necm suresinde
geçen, "İki yay kadar, yahud daha yakın oldu"; keza, "Onun gördüğünü kalb yalan
çıkarmadı"; keza, "Andolsun ki, O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını
görmüştür" (Necm, 9, 11, 18) ayetlerinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'in Cibril (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla gördüğüne işaret
bulunduğunu söylemiştir.
798 Müslim merhum bir rivayetinde:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Cebrail'i asli süretinde gördü"
demiştir.
799 Tirmizi'nin İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan
kaydettiği bir rivayette, İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini gördü" der. İkrime
(kendisine): "Allah, Kur'an-ı Kerim'de (mealen): "Gözler onu idrak edemez"
(En'am, 103) demiyor mu?" diye sorunca: "Amma da yaptın, bu görme işi, Cenab-ı
Hakk kendi nuru ile tecelli ettiği zaman bunu göremez demektir. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) ise Rabbini iki sefer görmüştür" açıklamasını
yapar."
800 Şa'bi anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
Arafat'ta Ka'b'la karşılaştı. Ka'b'a birşeyle sordu. Bunun üzerine Ka'b öyle bir
tekbir getirdi ki, dağlarda yankılar yaptı. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) dedi
ki: "- Biz Beni Haşim'deniz!" Ka'b da: "- Allah rü'yeti ile
kelamını Muhammed ile Musa (aleyhimasselat vesselam) arasında taksim etti.
Musa'ya Allah iki kere konuştu. Muhammed (aleyhissalatu vesselam) de Mirac'ta
Allah'ı iki kere gördü." Mesrük der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin
yanına girdim ve "Muhammed Rabbini gördü mü?" diye sordum. Bana: "- Öyle
bir şey söyledin ki, (korkudan) tüylerim kabardı (diken diken oldu)" dedi.
"- Ağır olun, (hemen reddetmeyin) deyip şu mealdeki ayeti okudum:
"Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür"
(Necm,18). Buna şu cevabı verdi: "-Bu ayet seni nereye götürmüş`?
(Ayeti anlamakta hata etmişsin, ayette Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
gördüğü belirtilen şey) Cibril (aleyhisselam)'dir. Sana kim: "Muhammed Rabbini
görmüştür" derse veya "Emredildiği tebligattan bir şey gizlemiştir" derse veya
"Allah'ın gayb ilan ettiği şu beş şeyi bildiğini söylerse: "Kıyametin ilmi
şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir.
Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini
bilmez..." (Lokman, 34) bilki en büyük iftira ve yalanda bulunmuştur. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın, ayette bahsedilen rü'yeti Cebrail'le ilgilidir.
Efendimiz'in gördüğiü şey, Cebrail'dir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
Cebrail (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla fıtri suretinde ancak iki defa
görmüştür: Bir defasında Sidretü'l-Münteha'da, bir defesında da (Mekke'nin
aşağısında) Ciyad denilen yerde, ufku (her cihetiyle semayı) kaplamış
vaziyette."
801 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Allah'ı bırakıp
taptığınız Lat'ın, Uzza'nın ve (bunların) üçüncüsü olan diğer Menat'ın (herhangi
bir şey hakkında zerrece kudretleri var mı? Bize haber verin" (Necm, 19-20)
mealindeki ayet hakkında şu ) açıklamayı yaptı: "Lat (Ka'be'yi ziyarete gelen)
hacılara (yağ ile) sevik (denen yiyeceği) karıp hazırlayan bir
adamdı."
802 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh)'nin şu rivayete temas ettiği şeyden Lemem'e daha
ziyade benziyenini görmedim: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki:
"Allah ademoğluna zinadan nasibini yazmıştır. Bu mutlaka ona ulaşacaktır:
"Gözlerin zinası nazardır, dilin zinası konuşmaktır. Nefis de temenni eder ve
iştah duyar. Ferc de bunu tasdik veya tekzib eder."
803 Yine İbnu
Abbas (radıyallahu anh), "(O güzel hareket edenler), lemem haric olmak üzere
günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır" (Necm, 32) mealindeki aynı
ayet hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: "Ey Rabbim, sen affedicisin, hepsini affet, küçük günah işlemeyen
kulun yoktur."
804 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kureyş müşrikleri, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le kader mevzuunda
tartışmak için geldiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu (mealen): "O gün onlar
yüzlri üstünde sürüklenirler. (Onlara) tadın cehennemin dokunuşunu" (denilir).
Şüphesiz ki biz, herşeyi bir takdir ile yarattık" (Kamer,
48-49).
805 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir gün, Ashabının huzuruna çıktı ve Rahman suresini
baştan sona okudu. Hepsi de sükût ettiler. Bunun üzerine: "Ben bu sureyi
cinlere de okudum, onlar sizden daha güzel karşılık verdiler. Şöyle ki: "Cenab-ı
Hakk'ın: "Rabbinizin hangi ni'metini tekzib edersiniz?" kavl-i şeriflerini her
okuyuşumda şöyle diyorlardı: "Ey Rabbimiz, biz ni'metlerinden hiçbir şeyi tekzib
edemeyiz, bütün hamdler sanadır."
806 İbnu Mes'üd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle söyledi: "Kim her
gece Vakıa suresini okursa ona fakirlik gelmez. Müsebbihat'da, (Sebbeha veya
Yüsebbihu ile başlıyan surelerde) bir ayet vardır, (sevabca) bin ayete bedeldir.
"
807 Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), "(Sağcılar)... ve kadri
yükseltilmiş döşeklerdedirler" (Vakıa, 34) mealindeki ayet hakkında, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şunu söylediğini nakleder: "Bunların
yüksekliği sema ile arz arasındaki mesafe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise
beş yüz yıllık yürüme mesafesidir."
808 Hz.Enes (radıyallahu anh),
"Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağından verilenler için yeniden
yaratmışızdır. Onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır"
(Vakıa, 35-38) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Ayette mevzubahis
olan yeniden diriltilenler arasında dünyada iken ihtiyarlayıp, gözlerinin feri
kaçıp çapaklanmış pek yaşlı kadınlar da var."
809 Abdullah İbnu
Ebi Bekr İbni Amr İbni Hazm (radıyallahu anh), "Hz. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın Amr İbnu Hazm (radıyallahu anh)'a yazdığı mektupta:
"Kur'an'a sadece temiz olanlar dokunsun" emri de
vardı."
810 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "İnsanlar bugün iki grup halinde sabaha
erdiler, bir grubu kafir, bir grubu mü'mindir" dedi. Ve şöyle açıkladı:
"Bazıları: "Bu yağmur Allah'ın bir rahmetidir" derken diğer bazısı: "Falan falan
yıldızın uğuru doğru çıktı" dedi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Hayır
(hakikatler kafirlerin dedikleri gibi değildir). İşte yıldızların düştüğü
yerlere and ediyorum ki, hakikaten bu, eğer bilirseniz büyük bir anddır.
Muhakkak o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır ki siyanet edilmiş bir kitapta
(yazılı)dır. Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. O
alemlerin Rabbinden indirilmedir. Şimdi siz bu kela,mı mı hor görücülersiniz?
Rızkınıza (şükür edeceğinize) siz behemahal tekzibe mi kalkışırsınız?" (Vakıa,
75-82).
811 Hz. Ali (radıyallahu anh), "Rızkınıza
(şükredeceğinize) siz behemahal tekzibe mi kalkışırsınız?" (Vakıa, 82)
mealindeki ayetle ilgili olarak Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Siz Cenab-ı Hakk'ın size verdiği şükür makamında,
"falanca falanca yıldızın batışı veya falanca falanca yıldızın doğuşu sayesinde
yağmura kavuştuk" diyorsunuz."
812 İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Müslüman olmamızla Cenab-ı Hakk'ın bizi, "İman edenlerin
gönüllerinin Allah'ı zikretmek üzere yumuşaması ve ondan gelen hakikate
bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitap verilip
de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi
olmasınlar. Onlardan birçoğu fasıklardı" (Hadid, 16) mealindeki ayetle
azarlaması arasında dört yıllık zaman mevcuttur."
813 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma), "Yeryüzünü, öldükten sonra Allah'ın tekrar dirilttiğini
bilin, akledersiniz diye size delillerimizi açıkladık"(Hadid, 17) mealindeki
ayetle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Allah kalbleri kasavet ve katılıktan sonra
yumuşatır, (tevhid hususunda) mutmain ve (Rabbine) yönelmiş kılar. Ölmüş
kalpleri ilimle, hikmetle diriltir (Ayet bu manayı ders vermektedir). Arzın
yağmurla diriltilmesi zaten gözle görülen bir durumdur."
814 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) buyurdu ki: "Hz. İsa (aleyhisselam)'dan sonra bir
kısım melikler Tevrat ve İncil'i tahrif ettiler. Aralarında mü'min olanlar da
vardı, bunlar Tevrat ve İncil'i okuyorlardı. (Müminlerin okuduklarından rahatsız
olan) bazıları, meliklerine şöyle dediler: "Bunların bize yaptığı hakaretten
daha ağır hakaret, savurdukları küfürden daha galiz küfür görmedik. Kitapta,
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidirler"(Maide, 44)
diye okuyup, kitaptan gösterdikleri ayetlerle bizi yaptığımız işlerden dolayı
kınıyorlar (kafır, fasık oldunuz diyorlar.) Onları çağırıp uyarın, bizim
okuduğumuz gibi okusunlar, bizim inandığımız gibi inansınlar." Melik
onları çağırıp topladı, ya ölümü ya da tahrif edilmiş haliyle Tevrat ve İncil'i
okumaktan birini tercih etmelerini teklif etti: Onlar: "- İstediğiniz bu
mu? bizi bırakın (bir düşünelim)!" dediler. Sonra bunlardan bir kısmı: "-
Bize bir kule inşa edin, bizi içine tıkın, yiyecek ve içeceğimizi
çekebileceğimiz (ip gibi) bir şeyler de verin, böylece bizden size hakaret
sayılacak bir şey ulaşmamış olur" dedi. Diğer bir kısmı da: "- Bırakın
bizi başımızı alıp gidelim. Yeryüzünde dolaşır, vahşi hayvanlar gibi yer içeriz.
Bizi kendi memleketinizde (faaliyet yapar) bulursanız öldürürsünüz" dedi. Bir
grup da: "- Bize ıssız bir arazinin ortasında evler inşa ediverin. Biz
orada kendi başımıza kuyular açıp ziraat yapalım, sizinle hiç konuşmayalım,
sizlere uğramıyalım da!" dedi. Bunların her kabilede samimi yakınları vardı.
İsteklerini kabul ettiler (ve öldürmediler). Cenab-ı Hakk (onların kalbine, şu
ayette temas buyurduğu) ruhbaniyeti inzal buyurdu: "...Üzerlerine bizim
gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için
ortaya attıkları rahbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler. İçlerinde
inanmış olan kimselere ecirlerini verdik. Ama çoğu yoldan çıkmışlardır" (Hadid,
27). Geri kalanlar da şöyle dediler: "- Falancaların ibadet ettiği
gibi biz de ibadet edelim. Falancaların yeryüzünde dolaştığı gibi biz de
dolaşalım, falancaların edindiği gibi biz de evler edinelim." Bunlar
şirkleri üzerine devam eden kimselerdi. Bunlar kendilerine uydukları (diğer)
kimselerin imanlarını da bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
nübüvvet geldiği zaman, bu ruhbanlardan pek az kimse kalmıştı. Bu kişi,
mabedinden indi, seyyah olup dolaşan bir kişi seyahatinden döndü, bir kişi de
manastırından çıktı. Bunlar gelip iman ettiler ve tasdikte bulundular. (Bütün
Ehl-i Kitap hakkında) Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, Allah'tan
korkun. Onun peygamberine de iman edin ki, (Allah) size rahmetinden iki kat
nasib versin" (Hadid, 28). Burada zikri geçen iki kat nasibden biri: Hz.
İsa (aleyhisselam)'ya İncil'e ve Tevrat'a olan imanları sebebiyledir, diğeri de
Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam)'e olan imanları ve onu tasdikleri
sebebiyledir. (Ayet şöyle devam ediyor): "Sizin için yardımıyla
yürüyeceğiniz bir nur lutfetsin..." (Hadid, 28). Bu nurdan maksad Kur'an ve Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e ittiba etmeleridir. Vahiy şöyle devam
ediyor: "...Ehl-i Kitap, hakikaten Allah'ın fazl(u kerem)inden hiçbir şeye nail
olamayacaklarını, muhakkak bütün inayetin Allah'ın elinde bulunduğunu, onu
(ancak) dileyeceği kimselere vereceğini bilmedikleri için mi (küfürde inad
ediyorlar? Halbuki bunu pekala biliyorlar da). Allah büyük fazl-u kerem
sahibidir" (Hadid, 29).
815 Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurdu
ki: "Hamd o Allah'adır ki, bütün sesleri işitir. Israrcı (mücadeleci) kadın
Havle, Hz.Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i evinin yanında buldu. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a birşeyler söylüyordu. Azna ne söylediğini
işitmiyordum. Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "(Habibim) Zevci hakkında
seninle direşip duran (nihayet halinden) Allah'a şikayet etmekte olan (kadın)ın
sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zaten
işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür" (Mücadele
1).
816 Havle bintu Malik İbni Sa'lebe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Kocam Evs İbnu's-Samit bana zıharda bulunmuştu. Derhal Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e şikayete geldim. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a durumu arzedince bana: "Allah'tan kork, o senin amcaoğlundur" diye
onun hakkında beni iknaya çalışıyordu. Ben ısrarıma devam ettim. Derken ayet
nazil oldu. "(Habibim) zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet halinden)
Allah'aşikayet etmekte olan kadının sözünü umduğu veçhile Allah dinlemiştir..."
(Mücadele,1). Vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "
Kocan bir köle azad eder" buyurdu. Ben: "- Onun kölesi yok!" dedim.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Öyleyse ard arda iki ay oruç tutar"
dedi. Ben tekrar: "- Ey Allah'ın Resülü, kocam çok yaşlıdır, oruca
tahammül edemez!" dedim. " Öyleyse,dedi, altmış fakir doyursun!" "-
Onun elinde, dedim, sadaka olarak verecek hiçbir şeyi yok, (nasıl altmış fakir
doyuracak?)" " Öyleyse, dedi, ona ben yardım edeyim. Şu bir arak hurmayı
al götür!" "- Ey Allah'ın Resülü, dedim, diğer bir arak'ı da ben verip ona
yardım edeyim." " Güzel söyledin, dedi, git bunlarla ona bedel altmış
fakiri doyur. Sonra da (eski nikahınla) amcaoğluna dön!" Ravi bir arakın
altmış sa' miktarında bir ölçek olduğunu belirtti.
817 Ali İbnu
Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey iman edenler, siz Peygambere mahrem
bir şey arzetmek istediğiniz vakit bu mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin.
Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Fakat bulamazsanız Şüphe yok ki Allah
çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Mücadele, 12) mealindeki ayet nazil
olduğu zaman Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana: " (Bu
sadakanın) bir dinar olmasına ne dersin?" diye sordu. Ben: "- Bu miktar
çoktur, takat getiremezler" dedim. " Yarım dinara ne dersin?" dedi.
"- Ona da takat getiremezler" dedim. " Öyleyse ne kadar o1sun?"
dedi. "- Bir kıl (ağırlığında altın) miktarı" dedim. " Sen de pek
parasızsınl" dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Mahrem konuşmanızdan
evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız. (Bununla
beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O halde namazı kılın. Zekatı
verin. Allah ve Peygamberine (diğer emirlerinde de) itaat edin. Allah ne
yaparsanız hakkıyla haberdardır" (Mücadele,13). Hz. Ali (radıyallahu anh)
der ki: "Allah, benim sebebimle bu ümmetin mükellefıyetini
hafıfletti."
818 Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Bu ayet ile
benden başkası amel etmedi."
819 Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim sabaha
erdiği zaman üç kere "Euzubillahi's-semi'il-alim mineş-şeytani'r-racim" der ve
Haşr suresinden üç ayet okursa, Allah onun için yetmiş bin meleği vekil tayin
eder de onlar, akşam oluncaya kadar kendisine rahmet okurlar. Şayet o gün ölecek
olsa şehid olarak ölür. Akşam vaktinde aynı şekilde okuyacak olsa, (keza sabaha
kadar aynı şeyler sözkonusudur).
820 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Beni Nadir'in
hurmalığını yaktırdı ve kestirdi. Burası (Medine'de Yahudilerin ikamet ettikleri
yer olan) Büveyra (denen mevki) idi. Vak'aüzerine şu ayet indi: "Herhangi bir
hurma ağacını kestiniz, yahud kökleri üstünde dikili bıraktınızsa (hep) Allah'ın
izniyledir. (Bu izin de) fasıkları rüsvay edeceği için (verilmiş)tir" (Haşr,
5).
821 Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "...O, bunların
yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle hem mü'minlerin
elleriyle harap ediyorlardı. İşte ey akıl ve basiret sahipleri bundan ibret
alın"(Haşr, 2) mealindeki ayet, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
tarafından Medine'den sürülen Yahudiler hakkında nazil oldu. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) mallarından (silah hariç), sadece develerinin
taşıyabileceği kadarını götürmelerine izin vermişti. Onlar, evlerinin
eşiklerinden, kapılarından ve diğer ahşap kısımlarından tutup yıkıyorlardı. Beni
Nadir'in hurmalığı hassaten Resul-i Ekrem'in idi, O'na bunu Cen b-ı Hakk tahsis
etmişti."
822 İbnu Ömer (radıyallahu anh): "Allah'ın onların
mallarından Peygamberine verdiği fey'e gelince, siz bunun üzerine ne ata ne
deveye binip koşmadınız..." ayeti hakkında şunu söyledi: "Resûlullah
(aleyhissalatu vuesselam) Fedek ahalisi ve ismen belirttiği ancak şu anda
hatırlayamadığım köylerle sulh yaptı. Bu esnada (Hayber'in geri kalan köylerinde
yaşayan) ahaliyi muhasara etmişti. Bu (muhasara altındaki)ler, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e sulh için hey'et gönderdiler. Ayette geçen"Siz bunun
üzerine ne ata ne de deveye binip koşmadınız" demek, "Siz savaşmadınız"
demektir. Zühri der ki: Benu'n Nadir münhasıran Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'a ait idi. Çünkü orayı zorla fethetmediler, anlaşarak fethettiler. Bu
sebeple Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buradan elde edilen ganimeti
sadece Muhacirler arasında taksim etti. Ondan, Ensar'dan olanlara, ihtiyaç
sahibi iki kişi hariç, kimseye bir şey vermedi."
823 Hz. Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Beni Nadir'in emvali, Cenab-ı Hakk'ın Resulüne
(aleyhissalatu vesselam) fey' kıldığı, üzerine at ve deve koşulmayan (yani
savaşsız elde edilen) mallardandı. Ureyne köyleri, Fedek, tıpkı (Kureyza ve
Nadir'in emvali gibi) sırf Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ait yerlerdi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buralardan elde edilen gelirlerden ailesinin
bir yıllık nafakasını ayırırdı. Geri kalanı da Allah yolunda hazırlık olmak
üzere silah ve binek için sarfederdi. (Nitekim ayette şöyle buyrulmuştur):
"Allah'ın (fethedilen diğer küffar) memleketleri ahalisinden Peygamberine
verdiği fey'i, Allah'a, Peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalanlara aittir. Ta ki bu mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan
bir devlet olmasın..." (Haşr, 7). (Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
intikal eden) bu pay, bu sayılanlara ve ayrıca "evlerinden ve mallarından
çıkarılmış olan fakirlere, onlardan önce (Medine'yi) yurt ve iman evi edinmiş
olan kimselere, kendilerinden sonra gelenlere aittir." Bu ayet, (kıyamete kadar
gelecek) mü'minlerin tamamına şamildir. Tek istisnayı köle olarak sahib
olduklarınız teşkil ediyor. Köleleriniz dışındaki her Müslüman bu payda hisse ve
hak sahibidir."
824 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), "Kendilerinde
fakirlik ve ihtiyaç olsa bile (onları, Muhacirleri) öz canlarından daha üstün
tutarlar.." (Haşr, 9) mealindeki ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:
"Ensar'dan birinin evine misafır geldi ve geceyi yanında geçirdi. Ev sahibinin
evinde kendisinin ve çocuklarının yiyeceğnnden başka yiyecek bir şey yoktu.
Hanımına: "Çocukları uyut, ışığı söndür ve mevcut yiyeceği misafıre yaklaştır"
diye emretti. Bunun üzerine ayet indi.
825 Hz. Enes (radıyallahu
anh), "Ehl-i Kitap'tan o kafiır kardeşlerine: "Açıdolsun, eğer siz
yurtlarınızdan çıkarılırsanız biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız, sizin
aleyhinizde hiçbir kimseye ebedi taat etmeyiniz. Eğer sizinle harp ederlerse
muhakkak ve muhakkak biz, size yardım ederiz" diyen o münafıkları görmedin mi?
Halbuki Allah şahidlik eder ki, onlar hakikaten ve katiyyen yalancıdırlar"
(Haşr, 11), mealindeki ayette zikri geçen kimsenin münafıkların başı Abdullah
İbnu Übey olduğunu, bu sözü Beni Nadir Yahudilerini Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'in Medine'den çıkarmak istediği zaman, onları Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e karşı tahrik etmek için söylediğini
belirtir."
826 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kadınlarla biatı (elle musafaha etmeden) sözle yapıyor
ve şu ayette belirtilen şartları koşuyordu: "Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları,
hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle
ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeleri, (emredilecek) herhangi bir
iyilik hususunda sana asi olmamaları.." (Mümtahine,12). Hz.Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in eli, malik olmadığın hiçbir kadının eline asla
değmedi. Kadınlar, bu şartları kendi sözleri ile ikrar edince, Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Artık gidin, sizinle biat ettik" derdi (ve musafahada
bulunmadan onlarla biatını tamamlardı). Hayır, Allah'a yemin olsun, asla onun
eli hiçbir kadının eline değmedi. Fakat kadınlarla sözle biat akdi
yaptı."
827 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), (kadınlar biatıyla
ilgili ayette geçen), "Herhangi bir iyilik hususunda sana asi olmasınlar" şartı
hakkında şunu söylemiştir: "Bu, Allah'ın kadınlara koşmuş bulunduğu bir
şarttır."
828 Abdullah İbnu Selam (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Kendi aralarında müzakere eden bir grup Ashabın arasında oturuyordum.
"Keşke, diyorlardı Allah nazarında hangi amelin daha muteber olduğunu bilsek de
onu yapsak." Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: "Göklerde ne var, yerde
ne varsa hepsi Allah'ı tesbih ve tenzih etmektedir. O, galib-i mutlaktır, yegane
hüküm ve hikmet sahibidir. Ey iman edenler, yapamayacağınız şeyi niçin
söylersiniz? Yapamayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğzu (davet etmiş
olmak) bakımından Allah indinde büyüdü" (Saff, 1-3). Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) yanımıza gelerek vahyi okudu."
829 Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le
birlikte namaz kılarken yiyecek maddesi taşıyan bir kervan geldi. Cemaatte
bulunanlar, (camiyi bırakıp) kervanı karşılamaya koştular. Camide on iki kişi
kaldı. Hz. Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhüma) kalanlar arasındaydı. Bu durum
üzerine şu ayet nazil oldu. (mealen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun, bir
eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki:
Allah nezdindeki (sevab, mü'minler için) eğlenceden de, ticaretten de
hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır" (Cum'a,
11).
830 Hz. Cabir (radıyallahu anh): "...Medine'ye dönersek,
şerefli kimseler alçakları and olsun ki, oradan çıkaracaktır" (Münafıkün, 8)
mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bunu söyleyen (meşhur
münafık) Abdullah İbnu Übey İbni Selül'dür."
831 Zeyd İbnu Erkam
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer esnasında Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'le beraber çıkmıştık. Bir ara bütün askerler sıkıntıya düştü. Übey
İbnu Selül (fırsattan istifade) şöyle dedi: "Resûlullah'ın yanındakilere infak
etmeyin de etrafından dağılsınlar." Ayrıca şunu da ilave etti: "Hele Medine'ye
bir dönelim, aziz olanlar, zelil olanları oradan sürüp çıkaracaktır." Ben hemen
gelip bu sözleri Hz. Peygamber'e haber verdim. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Übey İbnu Selül'e adam göndererek yanına çağırdı ve "Böyle mi
söyledin?" diye sordu. İbnu Selül, böyle bir davranışa yer vermediğine dair
yemin etti. (Orada bulunanlar bu söze inanarak): "Zeyd, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a yalan söyledi" dediler. Bu sözlerine çok üzüldüm.
Öyle ki, Cenab-ı Hakk beni tasdiken şu vahyi indirdi: "(Ey Muhammed) münafıklar
sana gelince, "Senin, şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz"
derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir, bunun yanında
münafıkların yalancı olduklarını da bilir..." (Münafıkün,1). (Zeyd) der
ki: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), (onlara: "Özür dileyin de)
sizin için Allah'tan mağfiret taleb edeyim"dedi ise de başlarını çevirip
gittiler." Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh), "..Onlar tıpkı sıralanmış
kof kütük gibidirler..." (Münafıkün 4) mealindeki ayetle ilgili olarak da şu
açıklamayı yaptı: "Münafıklar yakışıklı kimselerdi."
832 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) bir keresinde: "Kimin haccedecek kadar veya zekat
farz olacak kadar malı olur da bu farzları ifa etmezse, ölüm sırasında geri
dönüş (rec'a) taleb eder" buyurmuştu. Bir adam kendisine: "Ey İbnu Abbas,
Allah'tan kork, geri dönüşü küffar taleb edecektir" dedi. İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma): "Ben size bu hususta ayet okuyayım" dedi ve şu ayeti
okudu: "Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne evlatlarınız Allah'ın
zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta
kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de: "Ey Rabbim, beni yakın bir
müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım"
diyeceğinden evvel size rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayın.
Halbuki Allah hiçbir kimseyi eceli gelince, asla geri bırakmaz. Allah ne
yaparsanız, hakkıyla haberdardır" (Münafıkün 9-11 ) Adam tekrar: "Zekat
vermeyi gerekli kılan miktar nedir?" diye sordu. İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma): "Mal iki yüz (dirheme) ulaşır ve geçerse." Adam: "Pekala, haccı gerekli
kılan şey nedir`?" diye sordu. İbnu Abbas: "- Azık ve binek!" cevabını
verdi.
833 Alkame hazretlerinin İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan
naklettiğine göre, İbnu Mes'ud, "...Kim Allah'a iman ederse (Allah) onun kalbini
doğruya götürür.." (Teğabün,11) mealindeki ayetle ilgili olarak şu açıklamayı
yapmıştır: "Bunlar kişinin maruz kaldığı musibetlerdir. İnanan kişi, (Allah'ın
lütfu ve keremi ile) bu musibetlerin Allah'tan olduğunu bilir, Allah'ın
takdirine teslimiyet gösterip, razı olur (ve Sabreder)."
834 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey iman edenler, eşlerinizin evlatlarınızın içinde
hakikaten size düşman olanlar da vardır. O halde onlardan sakının.." (Teğabün
14) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Bu hitaba maruz kalan
kimseler bir kısım Mekkeli erkeklerdir. Bunlar, hicret ederek Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e gelmek isterler, fakat kadın ve çocukları kendilerini
terketmelerini istemeyerek hicretlerine mümanaat etmişlerdir. Bu kimseler
bilahare hicret edip gelince, halkın, din hususunda çok şey öğrenmiş olduğunu
görürler. Bunun üzerine (kendilerinin önceden hicret etmelerine mani olan) zevce
ve evlatlarını cezalandırmak istediler. Bu hal karşısında Cenab-ı Hakk mezkur
ayeti inzal buyurdu."
835 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'tan
rivayet edildiğine göre, "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları,
iddetlerini gözeterek boşayın.." (Talak 1) mealindeki ayeti, "...iddetlerinin
önünde boşayın" diyerek kıraat etmiştir (okumuştur)" İmam Malik der ki:
"Bununla, her temizlik devresinde bir kere boşaması gerektiğini kastedmiştir.
"
836 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) balı ve tatlı şeyleri severdi. Ayrıca, ikindi
namazlarını kıldıktan sonra (hergün) kadınlarını teker teker ziyaret eder, her
birine yaklaşır (sohbette bulunurdu.) Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa
(radıyallahu anha)'nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki
kaldığı mutad müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini (Resûlullah'ın
diğer hanımlarından) sordum. Bana: "Yakınlarından bir kadın Hafsa'ya bir okka
(Taif) balı hediye etti, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a ondan şerbet
yapıp ikram etmiş olmalı, (o da şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır)"
dediler. Ben: "- Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir hile
kurmalıyız!" dedim. Sevde (radıyallahu anha)'ye: "- (Hafsa'dan sonra sıra
senin) O girince sana yaklaşacak. Sana yaklaşınca O'na: "Ey Allah'ın Resûlü! Sen
megafıh mi yedin?" diyeceksin. (Ben biliyorum ki, o sana:) "Hayır!"diyecek. O
zaman sen de: "Öyleyse senden burnuma gelen bu koku da ne?" diyeceksin."
Bir rivayette Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok üzülürdü (Bu
sebeple gerçeği. itiraf ederek) muhakkak "Hafsa bana bal şerbeti ikram etti"
diyecek. O zaman sen kendisine "Demek ki arı, balını urfut ağacından almış"
diyeceksin. (Senden sonra bana uğradığı zaman) ben de böyle hareket edip aynı
şeyleri söyleyeceğim. Ey Safıyye, sana uğradığı zaman sen de aynı şeyleri söyle!
dedim." Hz. Aişe anlatmaya devam etti: "Sevde (bilahere bana) dedi
ki: "Kendinden başka ilah bulunmayan Allah'a kasem olsun, bana tenbih ettiğin
şeyleri, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kapıdan görünür görünmez, senden
korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim." Ne ise, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) kendisine yaklaşınca Sevde: "Ey Allah'ın Resûlü meğafır
mi yediniz?" der: "Hayır!" cevabını alır. Bunun üzerine aralarında şu
konuşma geçer: "- Öyleyse bu koku da ne?" " Hafsa bana bal şerbeti
ikram etti. " "- Demek ki arı urfut yemiş." Hz. Aişe (radıyallahu
anha) anlatmaya devam ediyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana
uğrayınca ben de aynı şeyleri söyledim. Keza, Safıyye (radıyallahu anha)'ye
uğrayınca o da aynı şeyleri söyledi. Müteakiben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Hafsa (radıyallahu anha)'nın yanına girince: "- Ey Allah'ın
Resûlü sana o şerbetten ikram edeyim mi?" diye sorar. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "- Hayır, ihtiyacım yok!" cevabını verir. (Bu
durumu işittiği zaman) Sevde (radıyallahu anha): "- Allah'a kasem olsun
balı ona haram ettik!" dedi. Ben kendisine: "- Sus, (sesini çıkarma)"
dedim."
837 Bir başka rivayette (Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Zeyneb Bintu Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim, artık bir daha onu
içmeyeceğim" der ve şu ayet nazil olur: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin
hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram
ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir.
Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin
yardımcınızdır. Ve O, hakkiyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o
(zevce) bunu haber verip de Allah da ona bunu açıklayınca (peygamber) bunun
ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine
söyleyince o (zevce) "Bunu sana kim haber verdi?"dedi. (Peygamber de), "Bana her
şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi" dedi. Eğer her
ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne ala, çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz
kaymıştır, (yok) onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şüphesiz Allah
bizzat onun yardımcısıdır, Cebrail de mü'minlerin salih olanları da. Bunların
ardından bütün melekler de (ona) yardımcıdır..." (Tahrim 1-4). (Ayet-i
kerimede geçen:) "Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz" ibaresinde
kastedilen iki şahıs Hz. Hafsa ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüma)'dir. (Yine
ayet-i kerimede geçen:) "Hani Peygamber, zevcelerinen birine gizli bir söz
söylemişti..." ibaresinde zikri geçen gizli söz, Resûlullah'ın: "Bal şerbeti
içtim, artık bir daha içmeyeceğim, bu hususta yemin de ettim, ancak bunu bir
başkasına açma" şeklindeki sözleridir."
838 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zaman zaman birleştiği
bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhüma) (cariyeye
temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen
zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin
kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim süresi nazil
oldu."
839 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kur'an-ı Kerim'de otuz ayetlik (şanı
yüce) bir süre vardır. Bu süre (kendisini okuyan) kimseye (kıyamet günü) şefaat
eder ve Allah'ın onu affetmesini sağlar. Bu süre Tebarekellezi
bi-Yedihi'l-Mülk'dür." Ebu Davud'daki rivayette: "(Okumak suretiyle)
arkadaşlığını kazanan kimseye sûre şefaat eder"
denilmiştir.
840 Tirmizi'de, İbnu Abbas'tan gelen bir diğer
rivayette, İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın şöyle dediğini belirtir: "Bu süre (kabir azabına, veya kabir
azabına sebep olan günahlara karşı) engeldir, bu süre kurtuluş sebebidir, kişiyi
kabir azabından kurtarır." Rezin şunu ilave etmiştir: "İbni Şihab demiştir
ki: "Humeyd İbnu Abdirrahman'ın bana haber verdiğine göre, Resûlullah şöyle
buyurmuştur: "Mülk suresi, kabirde, arkadaşı yerine mücadele eder (ve onu
azabtan korur)."
841 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Pek kaba,
bir de kulağı kesik" (Kalem 13) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı
yapmıştır: "Burada zikredilen kimse Kureyş'ten bir adamdır, onun kulağında,
koyun kulağındaki kesiklik gibi bir kesiklik vardı."
842 Ebu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı dinledim,
"Baldırların açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği gün..." (Kalem 42)
mealindeki ayetle ilgili olarakşöyle diyordu: "Rabbimiz baldırını açar, her
mü'min erkek ve her mü'mine kadın O'na secde eder. Dünyada iken kendisine riya
ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlar da secde etmeye kalkarlar,
ancak sırtları bükülmeyen yekpare bir tabakaya dönüşür (ve secde
edemezler)."
843 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Nuh
(aleyhisselam) kavminde mevcut olan putlar sonradan Araplara intikal
etmiştir. Şöyle ki: Vedd adındaki put Devmetu'l-Cendel'de idi ve Kelb
kabilesine aitti. Süva' adındaki put Hüzeyl'in idi. Yeğüs adındaki put Murad
kabile sine aitti. Sonra Benu Gutayf'ın oldu, Sebe'ye yakın Curf nam mevkideydi.
Yeuk, Hamedan'a aitti. Nesr, Himyer'in, Al-i Zi'l-Kela'ın idi. Bu put isimleri
aslında Nuh kavmindeki salih kimselere aitti. Şeytan bu salihler ölünce
kavimlerine şu telkini yaptı: "Salih kişilerinizin oturmuş oldukları yerlere
(onların hatırasına dikitler dikin ve bunlara onların isimlerini verin". Halk bu
telkine uyup, söyleneni yaptı. Bidayette tapınma yoktu. Ancak ne zaman ki bunlar
helak olup gittiler ve haklarındaki bilgi de unutuldu, bu putlara tapınmaya
başladılar."
844 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), cinlere Kur'an okumadığı gibi, onları
görmedi de. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir grup ashabıyla Ukaz
panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnada, şeytanlarla, semadan gelen
haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı, mutad olarak semadan haber
getiren) şeytanlar üzerine şahablar gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine
(eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi: "- Ne var, niye (boş) döndünüz?"
diye sordular. Onlar: "- Bizimle semavi haber arasına mania kondu,
üzerimize şahablar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)" dediler. "- Bu,
dediler, yeni zuhur eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını
dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin)." (Yeryüzünü taramak üzere
gruplar halinde yola çıktılar. Bunlardan) Tihame tarafına giden bir grup, (Ukaz
panayırına giderken yolda ashabıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e (Nehle denen yerde) rastladı. Kur'an-ı Kerim'in
tilavetini duyunca durup kulak kabarttılar. "- Bizimle semavı haber
arasına engel olan şey işte bu!" deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle
dediler: "- Biz hakiki hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve
doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona iman ettik. Rabbimize (bundan sonra)
hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.." (Cin 1-2) Bunun üzerine Cenab-ı
Hakk Peygamberine (aleyhissalatu vesselam) vahyederek durumu bildirdi:
"(Habibim) de ki: Bana şu hakikatler vahyolunmuştur: "Cinden bir zümre (benim
Kur'an okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: "Bize, hakiki hayranlık veren
bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor..." (Cin 1-Cin'in sözü 15.
ayette biter).
845 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) Müzzemmil
suresinde geçen: "Ey (esvabına) bürünen (habibim), gecenin birazı hariç olmak
üzere kalk, yarısı miktarınca, yahud ondan birazını eksilt. Yahut (o yarının)
üzerine (ilave edip) artır. Kur'an'ı da açık açık tane tane oku..." (Müzzemmil
1- 4) ayetleri hakkında şu açıklamayı yaptı: Bu ayeti, aynı surede yer alan:
"...O, buna sizin takat getiremiyeceğ'inizi bildiğ'i için size karşı (ruhsat
canibine) döndü. Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun..."(Müzzemmil 20) müteakip
bir ayet neshetti." İbnu Abbas (radıyallahu anh) devamla, surede geçen:
"Şüphesiz gece kalkışı daha te'sirli ve o zaman okumak daha elverişlidir" (6.
ayet) mealindeki ayette geçen, "gece kalkışı"ndan murad, gecenin evvelidir.
Böylece mana şu oluyor: "Gecenin evvelinde kalkmak, gece namazı olarak Allah'ın
size farz kıldığı ibadeti yerine getirmenize daha elverişlidir." Bunun sebebi
şudur: İnsan bir kere uyudu mu, ne zaman uyanacağını bilemez. "Şüphesiz
gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir" ayetinde geçen
"okumak daha elverişlidir"den maksada gelince "Kur'an'ı anlamak, Kur'an'da fıkıh
sahibi olmak" demektir. İbnu Abbas, "Gündüzleyin seni uzun uzun alıkoyacak işler
var" (7. ayet) mealindeki ayeti de, "Kur'an okumaktan çokca uzak kalmak"
şeklinde anlamıştır.
846 Bir başka rivayette şöyle denir:
Müzzemmil suresinin baş tarafı indiği zaman mü'minler, Ramazan ayındaki
kalkışları gibi geceleri kalkarlardı. Bu hal surenin (ruhsat getiren) son kısmı
nazil oluncaya kadar devam etti."
847 Ebu Said (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Müddessir suresinin, "Onu sarp
bir yokuşa sardıracağım" mealindeki 17. ayetinde geçen (sarp yokuş) kelimesini
"Ateşten bir dağdır, kafır ona yetmiş yılda çıkar, çıktıktan sonra tekrar yetmiş
yılda cehenneme geri iner. Böylece cehennemde ebediyyen azab çeker" diye
açıklamıştır."
848 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Yahudilerden bir kısmı, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in bazı
ashabına: "Peygamberiniz, cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu?" diye
sordular. Onlar: "- Şimdilik bilmiyoruz, kendisinden soralım!" diye cevap
verdiler. İçlerinden biri Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e
gelerek: "- Ey Muhammed! Bugün ashabına galebe çalındı" dedi. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): " Ne ile, nasıl galebe çaldılar?" diye
sordu. "- Yahudiler, dedi, onlara: "Peygamberiniz cehennem bekçilerinin
sayısını biliyor mu?" diye sordu. " Peki ne cevap verdiler?" "-
Şimdilik bilmiyoruz, peygamberimizden soralım" dediler. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): " Bir kavme bilmediği şey sorulursa, onlar da:
"Bilmiyoruz, peygamberimize soralım deseler bu onlara galebe çalmak mı sayılır
hiç? Fakat Yahudiler peygamberlerine (olmayacak şey sormuşlar): "Bize açıktan
açığa Allah'ı göster" demişlerdi. O Allah düşmanlarını bana getirin. Ben de
onlara cennetin beyaz toprağından sorayım." dedi. Yahudiler geldiler ve:
"- Ey Ebu'l-Kasım, cehennemin bekçileri kaç tanedir?" dediler. Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) parmaklarıyla bir on, bir de dokuz göstererek "19"
dedi. "- Evet!" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da
onlara: " Pekala cennetin toprağı nasıldır?" diye sordu. Bir ara sustular.
Sonra: "- Ey Ebu'l-Kasım, bize sen söyle!" dediler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "- Beyaz undan yapılmış
ekmektir."
849 Hz. Enes (radıyallahu anh), Müddessir suresinin 56.
ayetinde geçen, "O kendisinden korkulmaya daha layık, bağışlamaya daha ehildir"
ifadesini Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle tefsir ettiğini
belirtir: "Cenàb-ı Hakk (burada) buyuruyor ki: "Ben korkulmaya layığım, kim
benden korkarsa kendine bir başka ilah edinmesin, onu affetmeye de ben ehilim,
(bir başkası affedemez)".
850 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), "Ey
Muhammed! Cebrail sana Kur'an okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber
söyleme (sadece dinle)" (Kıyamet 16) mealindeki ayet hakkında şu açıklamayı
yaptı: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) vahiy geldiği zaman büyük bir
şiddet (ve ağırlık) hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun
üzerine şu ayet indi. (mealen): "(Ey Muhammed, Cebrail sana Kur'an okurken acele
edip onunla beraber söyleme (sadece dinle). Onu toplamak ve okutmak bize aittir"
(Kıyamet 16). İbnu Abbas devamla der ki: "Ayette geçen "onun toplanması"
tabirinden murad "(yeni nazil olan) ayetin Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) tarafından okunmasıdır." "Biz vahyi okuduğumuz zaman,
sen onun kıraatine uy" (18. ayet) ayetinde de, "Dinle ve sus, sonra onu sana biz
okuturuz" denmektedir. Bu vahiyden sonra, Cibril (aleyhisselam) vahiyle
gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl
okunmuş ise, öylece okurdu."
851 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
Mürselat suresinde geçen: "O (ateş), her biri sanki bir kasr (büyüklüğünde)
kıvılcım atar" (32. ayet) mealindeki ayet hakkında şunu söyledi: "Biz kış için
üç zira' boyunda veya daha küçük odun toplar, bunlara: "kasr" derdik. İbnu
Abbas: Müteakiben gelen ayetinde geçen kelimesini de "Gemi halatlarıdır,
(kuvvetli olmaları için) insanların belleri kalınlığına ulaşacak kadar kat kat
edilmiş kalın halatlar" diye açıklamıştır.
852 İkrime (merhum),
Amme suresinde geçen "(Müttakiler için)... dolu kadehler (vardır)"(34. ayet)
ayetini "mütemadiyen dolu kalan" diye açıklamıştır.
853 Urve
anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) buyurdu ki: Abese ve Tevella suresi ama
olan İbnu Ümm-i Mektum hakkında nazil oldu. Şöyle ki: Bir gün Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in yanına geldi ve: "Ey Allah'ın Resülü beni irşad
et"diye talebde bulunmaya başladı. O sıra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
yanında müşriklerin büyüklerinden biri vardı. İbnu Ümm-i Mektum'a cevap vermedi,
o ısrar edince ondan yüzünü çeviriyor, öbürüne yöneliyor ve: "(Tevhid üzerine)
söylediklerimde bir beis görüyor musun?" diye soruyordu. Müşrik: "Hayır!" diye
cevap vermişti. İşte sure bunun üzerine indi."
854 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Sizler kıyamet günü ayakkabısız, çıplak ve sünnetsiz olarak haşir
meydanında toplanacaksınız. " Bu açıklama üzerine bir kadın sordu:
"- (Bu durumda) birbirimizin avret yerlerini görmez miyiz?" Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) (Abese suresinde geçen bir ayetle cevap verdi): "
Ey kadın! "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır" (37.
ayet).
855 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kıyameti gözüyle görür gibi olmaktan
hoşlanan kimse (şu sureleri okusun): "İze'ş-Şemsü Küvviret';
"İze's-Semau'n-fetarat'; "İze's-Semau'n-Şakkat."
856 İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Çocukları diri olarak toprağa gömen de gömülen de
ateştedir."
857 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kul bir hata yaptığı zaman
kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır,
af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilakis,
aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman
gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın: "Bilakis, onların
irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır" (Mutaffifın 14) mealindeki
ayette zikrettiği pasdır."
858 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma),
İnşikak suresinin 19. ayetinde geçen, "Bir tabakadan diğer tabakaya
bineceksiniz" mealindeki, (ayetini biraz farklı okuyup): "Burada muhatap
Peygamberiniz (aleyhissalatu vesselam)'dir, O'nun bir halden bir başka hale
geçeceğini belirtmektedir" demiştir.
859 Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: (Bürüc
süresinin), "İçlerinde burçları bulunan semaya, vaadedilen güne, şahidlik edene
ve şahidlik edilene andolsun.."ayetlerinde (1-3) geçen "vaadedilen gün" den
maksad kıyamet günüdür; "şahidlik edilen gün"den maksad arefe günüdür; "şahidlik
eden"den maksad da cuma günüdür." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla
buyurdular ki: "Güneş, cumadan daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu ne de
battı. Onda bir an vardır ki, hayır duası o ana rastlayan bir kulun duası,
mutlaka kabul edilir, bir şerden sakınma (istiaze) talebinde bulunan kimse de
mutlaka ondan sakındırılır."
860 Ebu Zerr (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mescidde iken huzuruna girdim.
Bana: "- Ey Ebu Zerr mescide tahiyye (selam vermek) gerekir" buyurdu.
Ben: "- Mescide verilecek selam nedir?" diye sorunca: " (Girince)
kılacağın iki rek'at namazdır" dedi. Ben: "- Ey Allah'ın Resûlü, Hz.
İbrahim ve Hz. Musa'nın suhuf1arında olanlardan herhangi bir şey size indirildi
mi?" diye sordum, şu cevabı verdi: " Ey Ebu Zerr! (Evet, şu mealdeki
ayetler indi deyip okudu:) "Şüphesiz iyi temizlenen ve Rabbinin adını
zikredip de namaz kılan kimse umduğuna erişmiştir. Belki siz dünya hayatını
(ahiretten) üstün tutarsınız. Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir.
Şüphesiz ki bunlar evvelki sahifelerde, İbrahim ile Müsa'nın sahifelerinde
de vardır" (A'la,14-19). Ben tekrar sordum: "- Ey Allah'ın Resûlü,
Hz. İbrahim ve Hz. Musa (aleyhimasselam)'nın suhuflarında ne vardı?" "
Bunlarda, dedi, hep ibretli şeyler vardı. (mesela şöyle denmişti): "Ölümü
görüp bildiği halde gamsız-kedersiz yaşayana şaşarım. Cehenneme kesinlikle
inandığı halde gülene şaşarım. İçinde yaşayanlarla birlikte dünyanın devamlı
değiştiğini görüp de ondan tatmin bulana şaşarım. Kadere inanıp da (haram-helal
ayırımı yapmadan hırsla mal peşinde) yorulana şaşarım. Ahiret hesabına inanıp da
o maksadla çalışmayana şaşarım."
861 İmran İbnu'l-Husayn
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a (Fecr
suresinin baş tarafında geçen) "tek" ve "çift" tabiriyle ne kastedildiği
sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Bunlar namazlardır. (Bildiğiniz gibi) bazısı
çifttir, bazısı da tektir."
862 Abdullah İbnu Zem'a (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Ben birgün Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir hutbe
sırasında dinledim. (Şems suresinde zikri geçen) deveden ve onu boğazlayandan
bahsediyordu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz şöyle demişlerdir: "(Ayette
geçen) "En azgını ileri atıldı" yani: "Deveyi öldürmek üzere kaba, güçlü ve
kavmi içinde Ebu Zem'a gibi desteği olan bir adam fırlayıp (deveyi
öldürdü)." Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in (bu meseleyi
bırakarak) kadınlarla ilgili şeylerden bahsetmeye başladığını işitim. Buyurdular
ki: "Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül
eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?" Ravi devamla
der ki: "Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) cemaate yönelerek seslice
yellenen kimseye gülenlere nasihatte bulundu ve: "Onun bu yaptığına niye
gülüyorsunuz!" diyerek (gülmeyi yasakladı).
863 Cündeb İbnu Süfyan
el-Beceli (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu
vessselam) hastalanmıştı, bir veya iki gece kalkamadı. Bir kadın gelerek:
"- Ey Muhammed, ümid ederim ki, şeytanın seni terketmiştir, zira iki veya üç
gecedir sana geldiğini görmedim" dedi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu.
(mealen): "Andolsun kuşluk vaktine, (insanların) sükûna vardığı dem geceye ki,
(Habibim) Rabbin seni terketmedi, sana darılmadı da" (Duha
1-3).
864 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Cibril (aleyhisselam)
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a vahiy getirmede gecikmişti.
Müşrikler: "Muhammed'e artık veda edildi (ebediyyen terkedildi)" dediler.
Bunun üzerine (Duha suresi) nazil oldu."
865 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) namaz
kılarken Ebu Cehil gelip, hiddetle: "Ben seni bundan yasaklamadım mı? Ben
seni bundan yasaklamadım mı? Ben seni bundan yasaklamadım mı?" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam) namazdan çıkıp, Ebu Cehil'i (davranışı
sebebiyle) sertce azarladı. Bunun üzerine Ebu Cehil: "Biliyorsun ki
Mekke'de adamı en çok olan benim (bana baskın çıkmaya gücün yetmez)" dedi. Onun
bu sözüne mukabil Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Haydi meclisini
çağırsın, biz de zebanileri çağırırız" (Alak 17-18.) İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) der ki: "Allah'a kasem olsun adamlarını çağırsaydı, herifi,
Allah'ın zebanileri anında yakalayacaklardı."
866 İmam Malik in
Muvatta'da kaydına göre şu rivayet kendine ulaşmıştır: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'e ümmetinin ömrü gösterilmiş. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), önceki ümmetlerin ömrüne nisbetle kısa olduğu için, amelde onların
uzun ömürde işlediklerine yetişemezler diye bu ömrü kısa bulmuş. Bunun üzerine
Cenab-ı Hakk bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi'ni
vermiştir."
867 İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a Kadir gecesi (Ramazan'ın neresinde?) diye
sorulmuştu. "O, Ramazan'ın tamamında!" diye cevap
verdi."
868 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in ashabından bazılarına (radıyallahu anhüm),
rüyalarında, Kadir gecesinin Ramazan'ın son yedisinde olduğu gösterildi.
Rüyaları kendisine anlatılınca Efendimiz (aleyhissalatu vesselam): "Görüyorum
ki, rüyanız son yediye tetabuk etmektedir. Öyleyse, Kadir gecesini aramak
isteyen son yedide arasın" buyurdu."
869 Buhari'nin Hz. Aişe'den
kaydettiği bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle demiştir:
"Kadir gecesini, Ramazan'ın son onunda arayın".
870 Ebû Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kadir gecesi bana (bugün rüyamda) gösterildi, (şu anda hangisi
olduğunu unuttum). O gecenin sabahında kendimi su ve toprak içinde secde eder
buldum." Derken hava bozdu, yağmur başladı. Zaten mescid çardak şeklindeydi
(üstü ağaç dallarıyla örtülü idi). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın burnu
(alnı) üzerinde ve burun yumuşaklarında su ve toprak bulaşığını gördüm. O gün
Ramazan'ın yirmi birinci sabahıydı."
871 Abdurrahman İbnu Ubeyd
es-Sunabihi Hz. Bilal-i Habeşi (radıyallahu anh)'den nakledilen şu hadisi
rivayet eder: Hz. Bilal, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Kadir gecesi
hakkında şöyle söylediğini işitmiştir: "O, son ondan yedinin ilkidir: Yani yirmi
üçüncü gece."
872 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma): "Kadir gecesini
(Ramazan'ın) yirmi dördünde arayınız" buyurdu.
873 Zirr İbnu
Hubeyş anlatıyor: "Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a dedim ki, "İbnu
Mes'ud (radıyallahu anh): "Bütün sene geceleri kalkan kimse Kadir gecesine
tesadüf edebilir diyormuş (ne dersiniz?)." Bana şu cevabı verdi: "Kendisinden
başka ilah olmayan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Kadir gecesi Ramazan ayındadır.
Ve o gece, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın bize kalkmamızı emrettiği
gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun emaresi, o gecenin sabahında güneşin
beyaz ve ışınsız olarak doğmasıdır."
874 Yusuf İbnu Sa'd
anlatıyor: "Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüma), Hz. Muaviye'ye biat
ettikten sonra, bir adam yanına gelip: "Mü'minlerin yüzünü kara ettin (veya: Ey
mü'minlerin yüzünü karartan adam) (diye öfkesini) dile getirdi. Hz. Hüseyin
(radıyallahu anh) adama (tatlılıkla mukabele etti): "- Allah'ın rahmetine
banasıca, niye böyle şiddetli çıkışıyorsun. Nitekim Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) Beni Ümeyye'yi (sağken rüyasında, tek tek halife olup) minbere çıkmış
gördü. Bu onu üzmüştü ki şu ayetler indi: "Biz sana Kevser'i verdik"
(Kevser 1). "Biz onu sana Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin (o
büyük fazilet ve şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan
hayırlıdır (Bu gece senden sonra Beni Ümeyye'nin saltanat süreceği) bin aydan
hayırlıdır." Kasım İbnu'l-Fadl (merhum der ki: "Beni Ümeyye'nin iktidar
müddetlerini ay olarak saydık, tam bin aydı, ne fazla ne
eksik."
875 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek, "Bana
cami (özlü) bir sure öğret" talebinde bulundu. Peygamberimiz (aleyhissalatu
vesselam) de ona İza Zülzilet suresini öğretti. (Tà'lim işi bitince) adam şunu
söyledi: "- Seni hakla gönderen Zat'a yemin olsun (buradaki ameller bana
yeter), buna asla başka bir (amel) ilave etmeyeceğim." Adam ayrılır
ayrılmaz Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Adamcağız kurtuldu!" dedi
ve bu sözü iki kere tekrar etti."
876 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: - "İza
Zülzilet" suresi Kur'an-ı Kerim'in dörtte birine denktir.
"
877 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'dan rivayet edildiğine göre,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "İza Zülzilet
suresi Kur'an-ı Kerim'in yarısına denktir. Kul hüvallahü ahad (İhlas) suresi
Kur'an-ı Kerim'in üçte birine denktir. Kul ya eyyühe'l Kafirün suresi de
Kur'an-ı Kerim'in dörtte birine denktir."
878 Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz:
"(Arz) o gün Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatır" mealindeki ayeti
okudu ve: "Arzın anlatacağı haberleri nelerdir, biliyor musunuz?" diye
sordu. Yanındakiler: "Allah ve Resülü bilir!" diye cevap verdiler.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: " Bu haber, kadın ve erkek
her kulun arz üzerinde işlemiş oldukları amellere şahidlik etmesidir. Her kul
için arz: "Şu ayda, şu günde, şu şu işlemi yaptı"
diyecektir."
879 Hz. Zübeyr (radıyallahu anh)'in anlattığına göre
Tekasür suresinde geçen: "Andolsun o gün elbet ve elbet nimet(ler)den hesaba
çekileceksiniz" (8. ayet), ayeti ile ilgili olarak Hz. Peygamber (aleyhissalatu
vesselam)'e şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resülü! (yeyip içtiğimiz) hurma
ve su olan iki siyahtan ibaretken hangi nimetlerden hesaba çekileceğiz?"
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verir: "O, mutlaka
olacak!"
880 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kulun, kıyamet günü, hesaba
çekileceği ilk şey (mazhar olduğu) nimettir. Kendisine: "Bedenine sıhhat
vermedik mi, soğuk sudan içirmedik mi?" denecektir."
881 İbnu
Mes'ûd (radıyallahu anh) demiştir ki: "Biz, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
zamanında tencere, kova gibi eşyaları ariyeten vermeyi (Maun suresinde zikri
geçen) yardım (maun) addederdik."
882 Hz. Enes (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir gün mescidde iken hafıf bir
uyku kestirmesi yaptı, sonra gülerek başını kaldırdı. Kendisine: "Ey
Allah'ın Resülü, niçin gülüyorsunuz?" diye sorulunca: " Bana az önce şu
süre nazil oldu" deyip besmele çekti, sonuna kadar Kevser süresini okudu:
"Bismillahirrahmanirrahim, Ey Muhammed! Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir.
Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak
olan, sana kin tutan kimsedir" (Kevser 1-3). Resûlullah kıraatı
tamamlayınca sordu: "Kevser'in ne olduğunu biliyor musunuz?"
Biz: "- Allah ve Resûlü bilir" dedik. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) açıkladı: "Bu bir nehirdir. Rabbim onu bana vadetmiştir. O nehir
üzerinde pek çok hayırlar var. Bu bir havuzdur da. Kıyamet günü ümmetim onun
başında (su içmek üzere) toplanacak. Bu havuzdaki maşrapalar gökteki yıldızlar
kadar çoktur. Derken içlerinden bir kul çıkarılıp atılacak. Ben müdahale edip:
"Ey Rabbim (onu niye atıyorsun) o benim ümmetimdendir?" diyeceğim. Ancak Cenab-ı
Hakk: "Bunlar senden sonra ne bid'atler işlediler senin haberin yok"
diyecek."
883 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Kureyş
şöyle dedikodu yapmıştı: "Muhammed'in erkek evladı yok. Bir öldü mü arkası
kesildi demektir." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, Kevser süresini (sonuncu ayet
olan): "Asıl arkası kesik olan sana kin tutandır"a kadar inzal
buyurdu."
884 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İza cae nasrullahi ve'l-feth" süresi
Kur'an-ı Kerim'in dörtte birine denktir."
885 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) beni Bedir şeyhleri
ile birlikte (sohbet ve istişare meclislerine) alıyordu. Bu hal, sanki,
birilerinin ağrına gitmişti: "Bunu niye bizimle birlikte cemaate alıyorsun,
bizim onun kadar oğlanlarımız var?" diye Hz. Ömer'e tarizde bulundu. Hz. Ömer
kendilerine: "Onun kimlerden olduğunu biliyorsunuz" diye cevap ver(ip
geçiştir)di. Bir gün beni çağırıp yine onlarla birlikte meclise aldı. Bu
sefer, sırf beni(m liyakatımı) onlara göstermek için beni çağırdığını
anlamıştım. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Cenab-ı Hakk'ın İza cae nasrullah
ve'l-feth (Nasr 1) kavl-i şerifı hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Cemaatten
bazıları: "- Yardıma ve fethe mazhar olduğumuz zaman Allah'a hamdetmek ve
istiğfarda bulunmakla emrolunduk" diye cevap verdi. Bazıları hiçbir şey
söylemedi. Hz.Ömer (radıyallahu anh) bana yönelerek: "Ey İbnu Abbas,
sen de mi böyle söylüyorsun?" dedi. Ben: "Hayır" dedim ve sustum. Hz.
Ömer: "Öyleyse söyle, sen ne diyorsun?" diye bana söz verdi. Ben şu
açıklamayı yaptım: "- Bu süre Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
ecelidir, kendisine bu süre ile haber verilmiştir. Bu sürede Cenab-ı Hakk
(Resûlüne şöyle demiştir): "Allah'ın nusreti ve fethi geldiği zaman, bil ki bu
senin ecelinin artık yakınlığına alamettir. Öyle ise hamdederek Rabbini tesbih
et ve ona istiğfàrda bulun. O tevbeleri kabul edicidir." Bu yorumun
üzerine Hz. Ömer: "Bundan ben de senin söylediğini anlıyorum"
dedi.
886 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) (bir gün) ashabına: "Sizden biri bir gecede Kur'an-ı
Kerim'in üçtebirini okumaktan aciz midir?" diye sordu. " Buna hangimiz güç
yetirebilir?" dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): " Allahu Ahad,
Allahu's-Samed (İhlas süresi) Kur'an'ın üçtebiridir"
buyurdu.
887 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kimse
(ihlas süresini kastederek): "Ey Allah'ın Resûlü, ben bu sureyi seviyorum"
dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Onu sevmen seni cennete
sokacaktır" dedi.
888 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim
Kul hüvallahu ahad süresini günde iki yüz sefer okursa, üzerindeki kul borcu
hariç, elli yıllık günah (amel defterinden) silinir."
889 Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar, sonra da Kul
hüvallahu ahad'ı yüz kere okursa, Rab Teala kıyamet günü kendisine: "Sağın
üzerinde cennete gir" diyecektir.
890 Übey İbnu Ka'b (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e:
"Rabbini bize tavsif et (tanıt)!" dediler. Bunun üzerine İhlas süresi
indi. "De ki: O, Allah'dır, bir tekdir. O Allah'tır, sameddir (hiçbir şeye
muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey
O'nun dengi (ve benzeri) değildir" (1-4). Übey (radıyallahu anh) bu sürede
geçen bazı tabirleri şöyle açıkladı: "Samed, doğurmayan ve doğurulmayan
demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye varis
olunacaktır. Allah ise ne ölür, ne de O'na varis olunur. "Hiçbir şey O'nun
dengi (ve benzeri) değ'ildir" ayeti de O'na bir benzer, bir denk olmadığını,
Allah'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder."
891 Ebu
Vail (rahimehullah) demiştir ki: "Samed, efendilikte son mertebeye ulaşan
efendidir."
892 Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri
diyor ki: "Ademoğlu bana şetmediyor (hakkımda münasib olmayan söz
sarfediyor). Ancak bu ona yakışmaz. Ademoğlu beni tekzib ediyor, ancak beni
tekzib etmek ona yakışmaz. Bana ettiği şetme gelince: "Bu, onun, bana evlad
nisbet etmesidir. Tekzibine gelince, bu onun 'Allah, yarattığı gibi beni tekrar
diriltmeyecek' demesidir. Halbuki, ikinci sefer tekrar diriltmek bana, yoktan
var etmeye nazaran zor gelecek bir iş değildir."
893 Yine Buhari
ve Nesai'de kaydedilen bir diğer rivayette: "Bana olan şetmi: "Allah kendisine
çocuk edindi" demesidir. Halbuki ben bir tekim, samedim, doğurmayan,
doğurulmayan, hiçbir misli bulunmayanım."
894 Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Bu gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç görülmemiştir: Kul eüzu
bi-rabbi'l-felak ve Kul eüzu bi-rabbi'n-nas süreleri".
895 Ukbe
İbnu Amir (radıyallahu anh) Tirmizi'de gelen bir rivayette der ki: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), bana, her namazın arkasından Muavvizeteyn'i okumamı
emretti."
896 Abdullah İbnu Hubeyb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hafif bir yağmur ve karanlığa maruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bekledik." (Ravi der ki; Abdullah İbnu
Hubeyb şu manada birşeyler daha söyledi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
çıktı ve: " Söyle !" dedi. Ben: "- Ne söyliyeyim?" diye sordum.
Bunun üzerine; " Akşama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad ve
Muavvizeteyn sûrelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı yeterlidir"
dedi.
897 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bana: "Ey Cabir oku!" dedi. Ben: "Annem babam
sana kurban olsun, ne okuyayım?" diye sordum. Bunun üzerine: " Kul eûzu
bi-rabbi'l-felak ve KuI eûzu bi-rabbi'n-nas sürelerini oku!" dedi. Ben de onları
okudum. Resûlullah ilaveten: " Bu iki sûreyi oku, bunlar gibisini asla
okuyamıyacaksın!"dedi.
898 Zirr İbnu Hubeyş anlatıyor: "Übey İbnu
Ka'b (radıyallahu anh)'a Muavvizeteyn hakkında sorarak dedim ki: "Ey
Ebu'l-Münzir! Kardeşim İbnu Mes'ud şöyle şöyle diyor?" Bana şu cevabı
verdi: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a sordum. Cevaben:
"Bana: "Söyle!" dendi, ben de söyledim" dedi. Biz Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın söylediği şekilde söylüyoruz."
899 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (bir gün)
Ay'a bakarak: "Ey Aişe, şunun şerrinden Allah'a sığın. Bu, (ayet-i kerimede
geçen) gasıktır. (Ayet): "Kaybolduğu zaman Ay'ın şerrinden..."
demektir."
900 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şeytan insanoğlunun
kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir,
gaflet etse vesvese verir."
[TOP]
TEMİZLİK
Kimlik alan
3467 Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh
anlatıyor. "Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip: "Ey Allah'ın
Resulu! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi
bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilir miyiz?" diye
sordu. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Evet, denizin suyu temizdir, meytesi
de helaldır" cevabını verdi."
3468 Ebu Saidil-Hudri radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Ey Allah 'ın Resulu! Biz
senin için Buda'a kuyusundan su alıyoruz. Halbuki onun içerisine (ölmüş)
köpeklerin leşleri, kadınların hayız bezleri, insan pislikleri atılıyor, (ne
yapalım, su almaya devam edelim mi?)" diye sordular. Şu cevabı verdi: "Su
temizdir, onu hiçbir şey kirletmez." Bu, Ebu Davud'un metnidir. Ebu
Davud der ki: "Kuteybe İbnu Said'i işittim. Dedi ki: "Buda'a kuyusunun kayyimine
derinliğini sordum. Suyun en çok olduğu durumda kasıklara kadar çıkar" dedi.
"Azaldığı zaman?" dedim, "Avret mahallinin (dizinin) altına düşer"
dedi. Ebu Davud der ki: "Buda'a kuyusunu ridam ile bizzat takdir
ettim. Üzerine ridamı gerdim. Sonra ridamı ölçtüm. Kuyunun genişliği altı zira
idi. Bahçenin kapısını bana açan kimseye: "kuyunun süre gelen yapısı hiç
degiştirildi mi?" diye sordum. Bana "hayır!" dedi. Kuyunun içindeki suyun
rengini değişmiş gördüm."
3469 İbnu Ömer radiyallahu anhuma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı dinledim. Kendisine çöl bir
arazide bulunan bir sudan ve ona uğrayan hayvan ve vahşilerden soruluyordu.
Şöyle cevap verdi: "Eğer su iki kulle miktarında olursa pislik
taşımaz!"
3470 Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyuruyorlar ki: "Sakın sizden kimse, durgun
suya akıtmasın, bilahere onda yıkanır."
3471 Müslim'in bir diğer
rivayetinde (yine Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:) "Sizden hiç kimse,
cünübken durgun suyun içinde yıkanmasın." Ebu Hureyre'ye sordular: "Peki nasıl
yıkanacak, Ey Ebu Hureyre?" O: "Sudan alıp alıp yıkanacak!" diye cevap
verdi."
3472 Yahya İbnu Abdirrahman rahimehullah anlatıyor: "Hz.
Ömer radiyallahu anh, içerisinde Amr İbnu'l-As'ın da bulunduğu bir grupla yola
çıkmıştı. Bir havuza geldiler. Amr İbnu'l-As radiyallahu anh: "Ey havuz sahibi,
havuzunda vahşi hayvan sulanıyor mu?" diye sordu. Hz. Ömer, hemen araya girip:
"Ey havuz sahibi bize bunu söyleme: Zira biz, vahşinin peşinden su alacağız, o
da bizim peşimizden sulanacak. Çünkü ben, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
"Vahşinin karnına aldığı onundur, geri kalan da bize temizdir ve içeceğimizdir"
dediğini işittim" dedi."
3473 Humeyd el-Himyeri anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'a, Ebu Hureyre radiyallahu anh'ın yaptığı
gibi dört yıl arkadaşlık yapmış bir zatın yanına geldim. Dedi ki: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, erkeğin artığıyla kadının gusletmesini veya kadının
artığıyla erkeğin gusletmesini yasakladı." Bir rivayette şu cümleyi ziyade etti:
"ikisi birden suya ellerini soksunlar!"
3474 İbnu Abbas
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
zevcelerinden biri bir tekne içerisinden su alarak yıkanmıştı. Aynı teknede
yıkanmak veya abdest almak üzere Aleyhissalatu vesselam geldi. Zevcesi: "Ben
cünübtüm!" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Su cünüb olmaz!"
buyurdular."
3475 Ebu Cuhayfe radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam öğle vakti yanımıza çıktı. Kendisine abdest
suyu getirildi. Abdest aldı. Halk, onun abdest suyundan arta kalanı kapışmaya
başladı. Bir parça alabilen, onu teberrüken vücuduna sürünuyor idi. Hiç
alamayan, arkadaşının elindeki yaşlığa değmeye
çalışıyordu."
3476 Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer radiyallahu anhuma
dedi ki: "kadın hayızlı veya cünüb olmadıkça artığıyla yıkanmada bir beis
yoktur."
3477 Hz. Aişe radiyallahu anha anlatıyor: "Ben ve
Resulullah aleyhissalatu vesselam tek bir kaptan su alarak cenabetten
yıkanıyorduk ve ellerimiz kabın içine beraber girip çıkıyordu." Bir başka
rivayette şöyle gelmiştir: "...Farak denen bir kaptan." Süfyan der ki: "Bir
farak, dört sa' hacminde (bir ölçek) dir."
3478 İbnu Ömer
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında erkekler
ve kadınlar beraberce bir kaptan abdest alıyor
idiler."
[TOP]
TEŞEKKÜR
Kimlik alan
958 Üsame İbnu Zeyd (radıyalahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim,
kendisine yapılan bir iyliğe karşı, bunu yapana: "Cezakellahu hayran (Allah sana
hayırlı mükafaat versin!)" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış
olur."
959 Hz.Cabir (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam): "Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde
karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle,
teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş
olur" dedi. Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var: ". . . Kim de
kendisine verilmeyenle süslenirse iki yalan elbisesi giyen gibi
olur."
960 Ebu Said (radıyalahu anh)'den gelen bir rivayette,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Halka teşekkürde
bulunmayan Allah'a da şükretmez."
961 Hz. Enes (radıyalahu anh)
anlatıyor: "Muharcirler hicretle Medine'ye gelip (Ensar'ın yardımlarını
gördükleri) vakit şöyle dediler: " Ey Allah 'ın Rasûlü ! Biz, çok
maldan böylesine cömertce veren, az maldan da yardımı böylesine güzel yapan
aralarına inmiş bulunduğumuz şu Medinelilerden başka bir kavmi hiç görmedik!
Bize bedel işlerimizi yaptılar, hayatımızı düzene koymada yardımcı oldular. Biz
(hicret ve ibadetlerimizle kazandığımız) sevapların hepsini onlar alacak diye
korkuyoruz !" Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara şu cevabı
verdi: " Hayır! Onlar sizin dua ve teşekkürlerinizden hasıl olan sevabı
alacaklar. "
[TOP]
TEVBE
Kimlik alan
926 Haris İbnu Süveyd anlatıyor: "Abdullah
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam)' dendi, diğeri de kendisinden. Dedi ki:
"Mü'min günahını şöyle görür: "O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir
dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Facir ise, günahı
burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür" İbnu Mes'ud bunu söyledikten
sonra eliyle, Şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.
Sonra dedi ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğini
duydum: "Allah, mü'min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: "Bir
adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve
içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir
ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı
başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz,
yorgun ve bitap düşüp: "Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar
uyuyayım" der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup
uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı
durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah'ın, mü'min kulunun
tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu
adamın sevincinden fazladır. " Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade
var: "(Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: "Ey Allah'ım, sen
benim kulumsun, ben de senin Rabbinim."
927 Zirrü'bnü Hubeyş
anlatıyor: "Saffan İbnu Assal el-Muradi (radıyallahu anh) bize, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle söylediğ'ini rivayet etti: "Mağrib
cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği binekli
bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve
semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar
tevbe için açıktır. "
928 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim güneş batıdan doğmazdan
evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder."
929 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul
eder."
930 Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah
işleyenlerin tevbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece
günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açar, bu hal,
güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir. Burada "el", Allah'ın ihsan ve
fazlından kinayedir.
931 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlar
arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en
bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahib tarifedildi. Ona kadar gidip, doksan
dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanının olup olmadığını sordu.
Rahib: "Hayır yoktur!" dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze
tamamladı. Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti.
Kendisine alim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi
için bir tevbe imkanı olup olmadığını sordu. Alim: "Evet, vardır, seninle tevben
arasına kim perde olabilir?" dedi. Ve ilave etti: " Ancak, falan
memlekete gitmelisin. Zira orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de
onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira
orası kötü bir yer. " Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır
varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında
ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri: "Bu adam tevbekar olarak geldi. Kalben
Allah yönelmişti" dediler. Azab melekleri de: "Bu adam hiçbir hayır işlemedi"
dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek,
yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara: "Onun
çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona
teslim edin" dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına)
bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar." Bir
rivayette şu ziyade var: "Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız
yönünü salih köye doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden
sayıldı."
932 Bir diğer rivayette (aynı hikaye ile ilgili olarak)
şöyle denmiştir: "Allah Teala beriki köye adamdan uzaklaşmayı, öbür köye de
yaklaşmayı vahyetti, sonra da: "Adamın geldiği ve gitmekte olduğu köylere
uzaklıklarını ölçüp kıyaslayın" dedi."
933 Hz.Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İnsanoğlunun
herbiri hatakardır. Ancak hatakarların en hayırlısı tevbekar
olanlarıdır."
7270 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Günahlarınız semaya ulaşacak
kadar çok bile olsa, arkadan tevbe etmişseniz, günahınız mutlaka
affedilir."
7271 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah, kulunun tevbesine şu adamın
sevinmesinden daha çok sevinir (yani razı olur): Adam yolculuk halindedir. Bir
susuz çölde bindiği devesini kaybetmiştir, onu aramaya koyulur. Sonunda
aramaları adamı cidden yorup aciz bırakınca (susuzluk ve sıcaktan olduğu yerde
ölmek üzere, yere yatar), elbisesini başına çekip örtünür. İşte kendisi o halde
iken, devesini kaybettiği yerde hayvanın ayak seslerini duyar. Yüzünden örtüyü
kaldırır ve karşısında devesini görür."
7272 Abdullah İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Günahtan tevbe eden, bir günah işlememiş gibidir."
7273 İbnu
Makıl anlatıyor: "Babamla birlikte Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın
yanına girdim. Bu ziyaret sırasında o: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
"pişmanlık tevbedir" dediğini nakletti. Babam: "Aleyhissalatu vesselam'dan bunu
bizzat işittin mi?' diye sordu. Abdullah: "Evet!"
dedi."
7274 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh arılatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, kulun
tevbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder."
[TOP]
[TOP]
TEYEMMÜM
Kimlik alan
3687 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'la bir seferde beraber idik. Beyda nam
mevkiye veya Zatu'l-Ceyş denen yere gelmiştik ki benim bir kolyem kop(up
kaybol)du. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onu aramak için kaldı, O'nunla
birlikte herkes orada kaldı. Bir su başında da değillerdi. Üstelik
beraberlerinde su da yoktu. Halk Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'e
uğrayıp: "Aişe'nin yaptığını gördüm mü! Hem Resulullah'ı, hem de
herkesi burada oyaladı. Bir su başında değiller, beraberlerinde su da yok!"
demişler. Resulullah başını dizlerimin üzerine koymuş uyurken Ebu Bekr
(radıyallahu anh) çıkageldi. "Sen Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ı da halkı da, burada hapsettin. Bir su başında değiller,
beraberlerinde su da yok!" diyerek, babam beni azarladı ve Allah'ın dilediğince
başka şeyler de söyledi. (Öfkesini daha da yenemeyip) eliyle böğrüme böğrüme
dürterek (canımı yaktı). Resulullah'ın başı dizimin üzerinde olduğu için
kımıldamamaya çalıştım. Resulullah aleyhissalatu vesselam sabaha
kadar, susuz olarak uyudu. Sabah olunca Allah Teala Hazretleri, teyemmüm
ayeti'ni inzal buyurdu: "...Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin,
yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size sorluk yapmak murad etmez,
bilakis sizi temizlemek, ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, ola ki
şükredersiniz" (Maide 6). Üseyd İbnu Hüdayr -ki (Akabe biatına
katılan) nakiblerden biridir- dedi ki: "Ey Ebu Bekr ailesi! Bu, sizin ilk
bereketiniz değildir." (Hz. Aişe) sözüne devam ederek) dedi ki:
"Bindiğim deveyi dürtüp kaldırdım. (Kaybolan) kolye altında
çıktı."
3688 Ebu Davud'un rivayetinde Hz. Aişe (radıyallahu anha)
der ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Üseyd İbnu Hudavr (radıyallahu
anh)'la Hz. Enes'i, Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin kaybettiği kolyeyi aramaya
gönderdi. Bu esnada namaz vakti girdi. Abdestsiz namaz kıldılar. Gelip durumu
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a haber verdiler. Bunun üzerine teyemmüm
ayeti indirildi.'' Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Üseyd, Hz.
Aişe'ye: "Allah sana rahmetini bol kılsın, senin başına hoşlanmadığın her ne
gelmiş ise onda Allah senin için de müslümanlar için de bir ferec (sıkıntıdan
kurtulma) kılmıştır '' dedi.''
3689 Ammar İbnu Yasir radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, beraberinde Hz. Aişe'nin de
bulunduğu bir seferde Ulat'ul-Ceyş nam mevkide geceleyin istirahat molası
vermişti. Bu esnada Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nın Yemen boncuğundan mamul
kolyesi koptu. Bunun aranması, askerleri yolundan alıkoydu ve sabah aydınlığı
girdi. insanların yanında su yoktu. Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) Aişe'ye kızdı
ve hatta: "Herkesi yolundan alıkoydun, yanlarında su da yok!" diye
çıkıştı. Derken Allah Teala Hazretleri, Resulullah aleyhissalatu vesselam'a,
temiz toprakla temizlenme ruhsatını indirdi, Bunun üzerine
müslümanlar, Resulullah aleyhissalatu vesselam'la kalkıp ellerini kaldırdılar.
Topraktan hiçbir şey almadılar, yüzlerini ve omuzlarına kadar ellerini
meshettiler. Ellerinin içlerinden de koltuk altlarına kadar
meshettiler." Ebu Davud şu ziyadede bulunmuştur: "Bir hadiste İbnu
Şihab der ki: "Alimler bu hadise itibar etmediler." Ebu Davud der ki: "Hadisi,
İbnu İshak da böyle rivayet etti ve rivayette İbnu Abbas radıyallahu anhüma'dan
onun "iki vuruş zikrettiğini" kaydetti." Nesai'nin bir rivayetinde,
"Topraktan hiçbir şey çırpmadılar" denmiştir.
3690 Ebu Davud'un
bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Ashab, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) 'la birlikte sabah namazı için, toprakla meshlendiler. Bu maksadla
avuçlarını toprağa vurup toprakla yüzlerine bir defa meshettiler. Sonra tekrar
dönüp avuçlarını toprağa bir kere daha vurup, ellerinin tamamı ile ellerinin
içlerinden koltuk altlarına, omuzlarına kadar meshettiler.'' Ebu
Davud'un bir diğer rivayetinde, İbnu'l-Leys: "Dirseklerinin yukarısına
kadar...'' demiştir.
3691 Şakik merhum anlatıyor: "Ben, Abdullah
İbnu Mes'ud ile Ebu Müsa (radıyallahu anhüma) arasında idim. Ebu Musa, İbnu
Mes'ud'a: "Ey Ebu Abdirrahman! Bir adam cünüb olsa ve bir ay boyu su
bulmasa ne yapar, namazı nasıl kılar, ne dersin?" diye sordu. "Suyu
bir ay bulamasa da teyemmüm etmez!'' dedi. Ebu Musa: "Pekala Maide
suresindeki şu ayete ne dersin: " . . Su bulamazsanız temiz bir toprakla
teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin'' (Maide, 6).
Abdullah şu cevabı verdi: "Bu ayette Ashaba ruhsat verilmiş
olsaydı, çok geçmeden su soğuyunca da toprakla teyemmüm etmeye
yeltenirlerdi." Ebu Musa da ona: "Siz teyemmümü bu
sebeple mi hoş bulmuyorsunuz?'' dedi. İbnu Mes'ud "Evet!" deyince,
Ebu Musa, Abdullah'a: Sen Ammar'ın Hz. Ömer (radıyallahu anhüma) 'e
ne dediğini duymadın mı?'' Dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) beni bir vazifeyle yola çıkarmıştı: Sefer esnasında cünüb oldum. Su da
bulamadım. Bunun üzerine hayvanların bulanması gibi ben de toprağa bulandım.
Sonra Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelip durumu kendisine arzettim.
Bana: "Sana şöyle yapman kafi idi!" dedi (ve gösterdi), iki avucuyla
yere bir vurdu, sonra avuçlarını çırptı, sonra soluyla (sağ) avucunun sırtını
veya sol avucunun sırtını (sağ) avucuyIa meshetti. Sonra da onunla yüzünü de
meshetti.''
3692 Müslim'in rivayetinde (Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) şöyle demiş olmaIı): "Ellerinle şöyle yapman sana yeterdi.'' Sonra
(bizzat göstererek) ellerini bir kere yere vurdu. Sonra soluyla sağını, yani
avucunun içini ve dışını meshetti.'' Abdullah da: "Görmedin mi, Ömer
(radıyallahu anh), Ammar (radıyallahu anh)'ın sözüne kanaat getiremedi''
dedi.''
3693 Bir diğer rivayette şöyle geldi: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "Senin şöyle yapman sana yeterdi"
buyurdular ve (göstermek için) ellerini yere vurup çırptı, yüzünü ve avuçlarını
meshetti.'' Bu Sahiheyn'in ibaresidir.
3694 Abdurrahman İbnu Ebza
anlatıyor: "Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ben
cünüb oldum, su da bulamadım (ne yapayım)?'' diye sordu. Hz. Ömer:
"Namaz kılma!'' diye cevap verdi. (Orada bulunan Ammar radıyallahu anh söze
girip): "Ey mü'minlerin emiri! Hatırlamıyor musun? Ben ve sen bir
seriyyede beraberdik. Cenabet olduk ve su bulamadık. O zaman sen namaz kılmamış,
ben ise toprağa bulanarak kılmıştık. (Sonra bu durumu kendisine açınca),
Aleyhissalatu vesselam bana: "Ellerini yere vurup sonra üfleyip
sonra onlarla yüzünü ve ellerini meshetmen sana kafi idi '' buyurdular" dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Ey Ammar Allah'tan kork!" dedi.
Ammar: "Dilersen bu hadisi kimseye söylemiyeyim!" deyince, Hz.
Ömer: "(Vallahi asla! Bu meselede) seni altına girdiğin sorumlulukla
başbaşa bırakıyorum" diye cevap verdi."
3695 Ebu Davud'da rivayet
şöyledir: ".. Sana şöyle yapman yeterli idi" (dedi ve göstermek için) ellerini
yere vurdu, sonra anlara üfürüp elleriyle yüzünü ve kollarının yarısına kadar
ellerini meshetti.'' Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde: ". .
.sonra ellerini yere vurdu, sonra birbirine vurarak (yapışan toprak parçalarını)
çırptı, sonra yüzünü ve kol kemiğinin ortasına kadar kollarını meshetti, dirseğe
ulaşmadı (bütün bu mesh ameliyesini yere) bir vuruşta (yaptı)." Bir
diğer rivayette: ".. dirseğe kadar'' denmiştir.
3696 Bu hadisten
Tirmizi, şu kısmı tahric etmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
kendisine (Ammar'a), yüze ve ellere teyemmüm yapmasını emretti."
(Tirmizi) der ki: "Ammar'ın şöyle söylediği rivayet edildi: "Biz Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'la birlikte omuzlara ve koltuk altlarına kadar teyemmüm
ettik."
3697 İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bir kenara çekilmiş halkla birlikte namaz
kılmayan bir adam gördü. "Ey fülan! Halkla birlikte niye namaz
kılmıyorsun?'' diye sordu. Adam: "Ey Allah'ın Resulü, cenabet oldum,
su da yok'' deyince: "Toprağı kullan, o sana yeterlidir"
buyurdular."
3698 Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "On yıl boyu su bulamasa da,
temiz toprak müslümanın abdest suyudur. Suyu bulunca, bedenini onunla meshlesin,
zira bu daha hayırlıdır.''
3699 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a
teyemmümden sorulmuştu: Dedi ki: "Allah Teala Hazretleri, Kitab-ı
Mübin'in de, abdesti zikrederken şöyle buyurmuştur: "Yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." Teyemmüm hakkında da şöyle
buyurdu: "Yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin.'' (Yine ayet-i
kerime'de Cenab-ı Hak) şöyle buyurdular: "Kadın veya erkek hırsızın
elini kesin." Hırsızın elini kesmede sünnet (bilekten itibaren) avuç kısmı
kesmektir (bilek- dirsek arası kesilmez), öyleyse, teyemmüm yapılacak kısım yüz
ve (bileğe kadar) ellerdir.''
3700 Tarık anlatıyor: "Bir adam
cünüb oldu ve namaz kılmadı. Sonra Resulullah'a gelerek, durumu O 'na arzetti.
Aleyhissalatu vesselam: "İsabetli davranmışsın! '' buyurdular. Bir
diğer zat da cünüb olmuştu, teyemmüm edip namazını kıldı. Sonra o da
Resulullah'a gidip durumunu arzetti. Aleyhissalatu vesselam ona da aynı şeyi
söyledi, yani "isabetli davranmışsın!"dedi."
3701 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) zamanında
bir adam yaralanmış, sonra da ihtilam olmuştu. Kendisine yıkanması emredildi.
Adam yıkandı ve öldü. Onun haberi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a
ulaşmıştı. (Öfke ile) şunları söyledi: "Onu öldürmüşler, Allah da
onların canını alsın! Madem bilmiyorlardı, niye sormadılar? Bilgisizliğin şifası
sualdir. Ona, teyemmüm yeterliydi. Yarasına bir bez sarılmalı ve üzerinden
meshedilmeli, sonra da bedeninin geri kalan kısmı
yıkanmalıydı.''
3702 Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Zatu's-Selasil Gazvesi 'nde, soğuk bir gecede, ihtilam oldum. Yıkandığım
takdirde helak olacağımdan korktum. Böylece teyemmüm yapıp, arkadaşlarıma sabah
namazını kıldırdım. Bu hadiseyi Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a anlattılar. Bana: "Ey Amr! Sen cünüb olduğun halde
arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?" diye sordu. Ben de yıkanmama mani olan durumu
haber verdim ve dedim ki: "Ben Allah'ın şöyle söylediğini
işittim: "Kendinizi öldürmeyin, Allah sizlere karşı rahimdir'' (Nisa
29). Resulullah (aleyhissalatu vesselam) güldüler ve hiçbir şey
söylemediler."
3703 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "İki kişi
bir sefere çıktılar. Derken namaz vakti girdi. Beraberlerinde su olmadığı için
temiz toprakla teyemmüm ettiler ve namazlarını kıldılar. Sonra vakti içinde su
buldular. Bunlardan biri, abdesti de namazı da iade etti, diğeri iade
etmedi. Sonra Resulullah Aleyhissalatu vesselam'a gelince durumu
anlattılar. Resulullah aleyhissalatu vesselam, iade etmeyene:
"Sünnete isabet ettin, namazın sana yeterlidir!" dedi. Abdesti ve namazı iade
eden zata da: "Sana iki kat ücret var!" ferman
buyurdu."
3704 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'in anlattığına göre,
"Curuf nam mevkideki tarlasından dönüyordu. Mirbedu'n-Ne'am (denen deve
ağılından) geçerken namaz vakti girdi. Hemen teyemmüm edip namazını kıldı. Sonra
Medine'ye döndüğünde güneş henüz yüksekteydi (ve namazın vakti çıkmamıştı). Ama
namazını iade etmedi."
3705 Bir başka rivayette, (bu hadiseyi)
Nafi rahimehullah şöyle anlatır: "Ben ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüm), Curufnam
mevkiden beraber dönüyorduk. Mirbed'e gelince Abdullah devesinden inip, temiz
toprakla teyemmüm yaptı, yüzüne, dirseklerine kadar ellerine meshetti, sonra
namaz kıldı.''
6134 El-Hakem ve Seleme İbnu Küheyl'in
anlattıklarına göre, "Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh'a teyemmümden
sormuşlar, o da kendilerine şu cevabı vermiştir: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam Ammar'a şöyle yapmasını emretti: Ellerini yere vurdu, sonra ellerine
yapışan toz toprağı çırptı ve yüzünü meshetti." El-Hakem,
rivayetinde "Kollarını da (meshetti)" dedi. Seleme İbnu Küheyl, rivayetinde
"Dirseklerini de" demiştir."
6135 İbnu Abbas radıyallahu anh'a'nın
anlattığına göre "Resülullah aleyhissalatu vesselam bir adam başından
yaralanmıştı, bilahare ihtilam sebebiyle cünüb oldu. Kendisine gusletmesi
emredildi, o da yıkandı, hastalanıp öldü. Bu haber Aleyhissalatu vesselam'a
ulaşınca: "Onu öldürdüler, sebep olanların Allah belalarını versin!
Cehaletin ilacı sormak değil mi (niye sormadan fetva verdiler?)"
buyurmuştur." Ata der ki: "Bize ulaştığına göre, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Keşke bedenini yıkayıp başının yaralı yerini
bıraksaymış" buyurmuştur."
[TOP]
TIP
Kimlik alan
3949 Ebu'd Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri
hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç vermiştir. Öyleyse
tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın."
3950 Ebu
Hüreyre'nin Buhari'de gelen bir rivayetinde Resûlullah aleyhissalatu vesselam
şöyle buyurmaktadır: "Şafi-i Kerim Allah Teala Hazretleri, her ne hastalık
indirmişse onun devasını da indirmiştir." Ebu Davud ve Tirmizi'de şu ziyade var:
"Tek bir hastalığın ilacı yoktur" dedi. Kendisine: "O hangi hastalıktır?" diye
soruldu da: "İhtiyarlık!" cevabını verdi."
3951 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Her hastalığın bir devası vardır. Hastalığın ilacına rastlanırsa Allah
Teala'nın izniyle hastalıktan şifa bulur."
3952 Ukbe İbnu Amir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Hastalarınızı yeyip içmeye zorlamayın. Zira Allah Teala hazretleri onlara
yedirir içirir."
3953 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hastalığı sırasında ağzından ilaç içirdik.
Bize içirmememizi işaret etti. Ancak biz (itirazını) hastalarda ilaca karşı
görülen nefret (diye) değerlendirmiş (ve içirmiştik). Kendine gelince: "Bana
ilaç vermeyin demedim mi?" diye bizi payladı. Biz, davranışınızın sebebini:
"(Herhalde) hastaların ilaca gösterdikleri nefret olarak değerlendirdik" diye
açıkladık. (Resûlullah, buna rağmen öfke izhar edip, herkesi cezalandırmak
üzere): "İlaçtan içmedik kimse kalmayacak!" emretti ve: "Abbas hariç hepinizi
göreceğim, zira o (bana zorla ilaç içirirken) yanınızda değildi"
buyurdu."
3954 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim tiryak
içmem, temime (muska) katınmam, içimden gelen şiiri okumam aldırmazlık
olur."
3955 Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim vücudunu dağlatır veya
rukye yaptırırsa tevekkülü terketmiş olur."
3956 Ebu
Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Kardeşim ishal oldu (ne yapayım?)" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Ona bal (şerbeti) içir!" ferman buyurdu. Adam içirdi.
Bilahare aynı şahıs tekrar gelip: "Ben bal (şerbeti) içirdim. Ancak, bu onun
ishalini artırmadan başka bir şeye yaramadı" dedi. (Adam bu gidip gelmeleri) üç
kere tekrar etti. Sonunda Aleyhissalatu vesselam: "Allah doğru söyledi.
Kardeşinin karnı yalan söyledi (hata etti)" buyurdu. Sonra bir kere daha içirdi.
Bu sefer kardeşi iyileşti."
3957 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ölüm dışında
hiçbir hastalık yoktur ki çörek otunda onun için bir deva
bulunmasın."
3958 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim her sabah acve
hurmasından yedi tane yerse o gün geceye kadar ona ne zehir ne de sihir zarar
verir."
3959 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Medine'nin Necd cihetinde yer alan)
Aliye acvesinde şifa vardır. O sabahın ilk vaktinde (yenirse)
panzehirdir."
3960 Said İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mantar kudret helvası
cinsindendir. Suyu göze şifalıdır."
3961 Tirmizi'de Ebu Hüreyre
radıyallahu anh'tan gelen bir rivayete göre, Halk: "Mantar toprağın çiçek
hastalığıdır" demiştir. Resûlullah aleyhissalatu vesselam şöyle söylediler:
"Mantar (Allah'ın Beni İsrail'e in'am ettiği kudret helvası denen) menn'dendir.
Suyu göz için şifadır. Acve (denen hurma cinsi) cennettendir ve zehire karşı
şifadır." Ebu Hüreyre ilave eder: "Ben üç veya beş veya yedi mantar aldım,
onları sıkıp suyunu bir şişeye koydum. Gözü hasta olan bir cariyeme tatbik
ettim. İyileşti."
3962 Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
zevcelerinden birine hizmet eden Selma adında bir kadın anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a bir yara veya bir bere gelecek olsa, bana emrederdi,
onun üzerine kına koyardım."
3963 Esma Bintu Ümeys radıyallahu
anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana: "Ne ile (barsaklarını)
yumuşatıyorsun?" diye sordu. Ben: "Şübrüm ile!" dedim. "Hararet de
hararet!" buyurdu. Bunun üzerine ben, sonra sena otunu müshil olarak kullandım.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bunu öğrenince): "Eğer ölüme
karşı şifa taşıyan bir şey olsaydı bu, mutlaka sena'da olurdu"
buyurdu"
3964 Ümmü Kays Bintu Mihsan radıyallahu anha anlatıyor:
"Ben küçük bir oğlumla birlikte Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın huzuruna
girdim. (O sırada boğazındaki hastalığı sebebiyle çocuğa (i'lak denen) tedavi
uygulamıştım. "Çocuklarınızın boğaz hastalığını niye i'lak usulüyle
(elle sıkarak) tedavi ediyorsunuz? Size şu ûd-u Hindi'yi (Kust-u Hindi) tavsiye
ederim. Zira onda yedi türlü şifa vardır. Zatü'l-cenb'in ilacı ondadır. Boğaz
hastalığına karşı burna damlatılır. Zatü'l-cenb'e karşı ağızdan
verilir." Zühri merhum der ki: "(Resulullah) bize (ilacın fayda
vereceği) iki şeyi açıkladı, ama beşini açıklamadı."
3965 İbun
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İsmid'i kullanmaya devam edin. Zira o, sürmelerinizin en
hayırlısıdır. Görmeyi parlatır, saçı bitirir." Resûlullah aleyhissalatu vesselam
sürme çekince önce üç kere sağ gözüne çekerdi, onunla başlar, onunla bitirirdi.
Sol gözüne de iki kere çekerdi."
3966 Bir başka rivayette şöyle
gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bir sürmedanı vardı. Her gece
şu gözüne üç, öbür gözüne de üç kere sürme çekerdi."
3967 Rafi
İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Hararet, cehennemden bir kabarmadır. Hararetinizi (soğuk) su ile
soğutunuz."
3968 Tirmizi'nin Sevban radıyallahu anh'tan yaptığı
bir rivayet şöyledir: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size
humma isabet ederse, humma ateşten bir parça olduğu için, derhal su ile
söndürsün. (Şöyle ki:) Akmakta olan bir nehrin içine girsin Akıntıyı karşısına
alıp dursun ve sabah namazından sonra ve güneşin doğuşundan önce şu duayı
yapsın: "Allah'ın adıyla! Ey Allah'ım, kuluna şifa ver ve Resûlün Hz.
Muhammed'in sözünü doğrula!" Nehre üç gün, üç kere bansın. Üçte şifa
bulamazsa, beş, yedi, dokuz (gün)e kadar çıksın. Zira humma Allah'ın izniyle
dokuz (gün)ü tecavüz etmez (şifa hasıl olur)."
3969 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cibril aleyhisselam bana, bir ilaç öğretti. Bu bütün hastalıklara devadır.
Ayrıca dedi ki: "Ben bu ilacı Levh-i Mahvuz'dan istinsah edip yazdım." (İlacı
şöyle tarif etti:) "Dam üzerinden akmayan yağmur suyundan temiz bir kaba
alırsın. Üzerine Fatiha suresini yetmiş kere okursun. Bir o kadar da
Ayetü'l-Kürsi'yi, bir o kadar kul eûzü bi-Rabbi'n-Nas'ı, La-ilahe İllallahu
vahdehu la şerike leh. Lehül mülkü ve Lehül hamdü yuhyi ve yümit ve hüve hayyun
la yemutu bi-yedikel hayr ve hüve ala külli şey'in kadır'i okur. Sonra yedi gün
oruç tutar ve her gün bu su ile orucunu açar." Rezin ilavesidir. Kaynağı
bulunamamıştır. Cami'u'l-Usûl muhakkakki Abdulkadir el-Arnavud: "Zayıflık veya
mevzuluk alameti gözükmektedir" der.
3970 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Telbine
(denen sütlü çorba) hastanın kalbini dinlendirir, hüznün bir kısmını
götürür."
3971 Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, aile halkından birine humma (rahatsızlığı)
gelince hamurdan çorba yapılmasını emrederdi ve çorba yapılırdı. Sonra hastalara
emrederdi ve onlar da ondan ağır ağır içerlerdi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam der di ki: "Çorba hüzünlü kimsenin kalbini takviye eder,
hastanın kalbinden elemi çıkarır, tıpkı birinizin, su ile yüzünden kiri
çıkarması gibi."
3972 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ureyne
kabilesinden bir grup insan Medine'ye gelmişti. Burası sıhhatlerine iyi gelmedi,
hastalandılar. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da onları sadaka develerinin
bulunduğu yere gönderdi ve: "Sütlerinden ve bevillerinden için!"
emir buyurdu. Onlar da içtiler ve iyileştiler."
3973 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şifa üç şeydedir: - Bal şerbeti. - Kan
aldırma. - Ateşle dağlama. Ancak ümmetimi dağlamaktan
menediyorum." Bir rivayette: "Balda, hacamat olmada şifa vardır."
denmiştir."
3974 Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kendisiyle tedavi olduğunuz
şeylerin en hayırlısı sa'ut (burun damlası), hacamat (kan aldırma), ledûd
(ağızdan damlatma) ve meşiyy (müshil içmedir.)"
3975 Zeyd İbnu
Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, zatülcenb
hastalığının tedavisinde zeytinyağı ve vers'i methederdi." Katade
derdi ki: "Zeytinyağı ağzın, hastalık hissedilen tarafından içirilirdi." Bir
rivayette: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize, zatülcenbten kustu'l-bahri
ve zeytinyağı ile tedavi olmamızı emrederdi" denmiştir.
3976 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İki şeyde ne çok şifa vardır: Sabır ve
süfa."
3977 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hacamat oldu ve hacamatı yapan doktora ücretini ödedi ve
ayrıca burun damlası da kullandı."
3978 Ümmü'l-Münzir Bintu Kays
radıyallahu anha anlatıyor: "Beraberinde Ali radıyallahu anh olduğu halde
Resûlullah aleyhissalatu vesselam yanıma girdi. Ali bu sırada (geçirdiği bir
hastalığın) nekahet devresinde idi. Evimizde busr (hurma çağlası) salkımları
asılı idi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ondan yemeye başladı. Ali de yemek
üzere kalktı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam Ali'ye yönelerek:
"Ağır ol, ağır ol! Sen daha nekahet dönemindesin!" dedi ve Ali bırakıncaya kadar
tekrarladı." Ümmü'l-Münzir, anlatmaya devam ederek: "Ben arpa ve
çöğender otundan yemek pişirip getirdim. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Ey Ali, buyurdular, bundan al, bu sana daha
faydalı!"
3979 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam Uhud savaşı sırasında yaralanınca, Hz. Fatıma
radıyallahu anha, mübarek yüzlerinden kanı yıkamaya başladılar. Ali de Fatıma
radıyallahu anhüma'ya su döküyordu. Fatıma radıyallahu anha suyun kanı gittikçe
artırdığını görünce bir parça hasır aldı. Onu yakıp iyice kül haline gelince
yaraya bastı. Böylece kan da durdu."
3980 Vail İbnu Hucr
radıyallahu anh anlatıyor: "Tarık İbnu Süveyd el-Cu'fi radıyallahu anh,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hamr (alkollüler) ile tedavi hususunda
sordu. Aleyhissalatu vesselam onu bundan men etti ve: "Hayır! O,
deva değil, derttir!" buyurdu."
3981 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam zehir ve benzeri her çeşit
habis ilaçtan yasakladı."
3982 Abdurrahman İbnu Osman et-Teymi
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir tabib gelerek Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a ilaç yapımında kurbağayı kullanmaktan sordu. Resûlullah adamı
kurbağayı öldürmekten nehyetti."
3983 Ebu Keşbe el-Enmari
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam başından ve iki
omuzu arasından hacamat olur ve: "Kim bu kandan akıtırsa, herhangi
bir hastalık için, bir başka ilaçla tedavi olmasa da zarar görmez!"
buyururdu."
3984 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, boynunun iki tarafındaki damarları ile iki omuzun
arasındaki damardan hacamat olurdu."
3985 Tirmizi şu ziyadede
bulunur: "(Resûlullah aleyhissalatu vesselam) ayın onyedisinde, ondokuzunda ve
yirmi birinde hacamat olurdu."
3986 Sahiheyn'de gelen bir
rivayette şöyle denir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hacamat olur, kimseye
ücretinde zulmetmezdi."
3987 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haccm ne iyi
kuldur; (fazla) kanı giderir, beli hafifletir, gözü parlatır." İbnu
Abbas der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam Miraç gecesinde, meleklerden
mürekkeb bir cemaate her uğrayışında: "Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de
hacamat olmalarını emret!" derlerdi."
3988 Ebu Bekre radıyallahu
anh'tan anlatıldığına göre, bu muhterem sahabi, ailesini salı günü hacamat
olmaktan men ederdi. Derdi ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Salı günü kan günüdür. O günde bir saat vardır, kan
durmaz."
3989 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Sa'd İbnu
Mu'az radıyallahu anh kolundaki (can) damarından isabet aldığı zaman Resûlullah
aleyhissalatu vesselam onu elindeki uzunca bir demir çubukla bizzat dağladı.
Ancak yarası tekrar şişti. Resûlullah da ikinci sefer
dağladı."
3990 Tirmizi'nin Hz. Enes'ten yaptığı bir rivayette,
Enes radıyallahu anh der ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Sa'd İbnu
Zürare'yi sivilce sebebiyle dağladı."
3991 İmran İbnu Husayn
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bizi dağlama
yapmaktan nehyetti. Ancak biz, (ona başvurmaya zorlayan) durumlarla karşılaştık.
Birçok defalar dağlama yaptık. (Sünnete muhalefetimiz sebebiyle)
rahatsızlığımızdan kurtuluş bulamadık."
6979 Üsame İbnu Şerik
radıyallahu anh anlatıyor: "Bedevileri gördüm. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a bize şu işi yapmada bir günah var mı, şöyle davranmada günah var mı?"
diye soruyorlardı. Onlara şöyle cevap vermişti: "Allah'ın kulları!
Allah, (sizlerin sorduğu şeyleri işleyen kimseden) günahı kaldırmıştır. Ancak
din kardeşinin ırzından (şeref ve haysiyetinden) bir şeyler kırpan kimse bu
hükmün dışındadır. İşte haram olan budur." Bedeviler bu defa: "Ey
Allah'ın Resülü! Hastalandığımız zaman tedavi yollarını aramasak, bu günah
mıdır?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Tedavi arayın ey
Allah'ın kulları! Zira, Allah Teala hazretleri koyduğu her hastalığa şifa da
koymuştur, bundan sadece ihtiyarlık hariçtir, (onun tedavisi yok)"
buyurdıılar. Bedeviler yine sordular: "Ey Allah 'ın Resülu! Kula
verilen (hasletler)in en hayırlısı hangisidir?" Aleyhissalatu vesselam: "Güzel
huy!" buyurdular."
6980 Ebu Hizame radıyallahu anh anlatıyor:
"(Bir gün) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Tedavi için kullandığınız
ilaçlar şifa isteğiyle okunan dualar ve (düşmanlardan) korunmak için
kullandığımız koruyucu şeyler hakkında ne dersiniz, bunlar Allah'ın kaderinden
bir şeyi geri çevirip değiştirir mi ?" diye sormuşlardı. "Bu saydıklarınız da
Allah'ın kaderindendir" diye cevap verdi."
6981 Abdullah İbnu
Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah hiçbir hastalık indirmedi ki şifasını da indirmemiş
olsun."
6982 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam "geçmiş olsun" ziyareti için uğradığı bir hastaya: "Bir
şey yemek arzu ediyor musun?" diye sordu. Adam: "Kek!" dedi. Resûlullah: "Hay
hay!" dedi ve hastaya kek aradılar."
6985 İbnu Ömer radiyallahu
anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size şu
çörek otunu tavsiye ederim. Zira onda, ölümden başka her derde şifa
vardır."
6986 Hz.Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Her ay üç sabah bal yalayan
kimseye büyük bir bela (hastalık) gelmez."
6987 Hz.Cabir
radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bal hediye
edilmişti. Aramızda lokma lokma taksim etti. Ben kendi payımı aldım, sonra ben:
"Ey Allah 'ın Resulu, bir lokma daha isterim!" dedim. "Pekiyi!"
buyurdu."
6988 Abdullah (İbnu Mes'ud) radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size şu iki şifayı tavsiye
ederim: "Bal ve Kur'an."
6989 Ebu Sa'id ve Cabir radiyallahu
anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mantar
kudret helvası (nevi)'ndendir. Suyu göze şifadır. Acve hurması cennettendir ve
cinnete karşı şifadır."
6990 Rafi' İbnu Amr el-Muzeni radiyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Acve
(ismindeki Medine hurması) ve Sahra (adındaki Mescidi Aksa'da yer alan taş)
cennettendir." Ravi Abdurrahman derki: "Ben sahra kelimesini şeyhimin ağzından
dinledim."
6991 Ebu Ubey İbnu Ummi Haram radiyallahu anhuma
arılatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sinameki ve
sennut (yani tereyağı tulumuna konulan bal veya dereotu) yemenizi tavsiye
ederim. Çünkü bu iki şeyde sam'dan başka her hastalığa karşı şifa vardır." "Ey
Allah'ın Resulu sam nedir?" diye sorulmuştu. "ölüm!" buyurdular." Ravi Amr dedi
ki: "İbnu Ebi Able'nin söylediğine göre, sennut dereotudur, bazı başka alimler
de "Bilakis, yağ tulumuna konan baldır, şairin şu beytinde sennut bu manadadır"
demiştir. "Onlar tereyağı tulumundaki bal ile tereyağı gibidirler, aralarında
hiyanet yoktur. Onlar komşularına hile yapılmasına da mani
olurlar."
6993 Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Irku'n-nesanın (oturak
hizasından topuğa kadar uzanan bir sinirin) ilacı, arabi bir koyunun kuyruğudur.
Bu kuyruk eritilip üç kısma ayrılır, sonra her sabah aç karnına bir parça
içilir."
6994 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yanında hummadan bahsedilmişti. Aleyhissalatu
vesselam: "Onun hakkında fena söz sarfetmeyin. Çünkü o, günahları
temizler, tıpkı ateşin demirdeki pası, curufu temizlemesi gibi"
buyurdular."
6995 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Humma (ateşli hastalık),
cehennemin körüklerinden bir körüktür. Siz onu soğuk su ile kendinizden
uzaklaştırın."
6996 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mirac sırasında yanlarından
geçtiğim her cemaat bana mutlaka "Ey Muhammed! Ümmetine hacamat olmalarını
emret!" demiştir."
6997 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir
gün) Cebrail Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a, Ahdaayn (boynun iki
tarafındaki damar) hizasından ve kahilden (iki omuzun arası) hacamat olma emrini
getirdi."
6998 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir keresinde) atından bir hurma kütüğü üzerine düşmüş
ve ayağı çıkmıştı." Ravi Veki' der ki: "Yani Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, bir incinmeden dolayı ayağının üstünden hacamat
ettirmiştir."
6999 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hacamat olmak isterse, ayın 17 veya
19 veya 2l'ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe çalıp
onu öldürmesin."
7000 İbnu Ömer radıyallahu anhüma (azadlısına):
"Ey Nafi bana kan galebe çaldı, benim için bir haccam getir, getireceğin haccam
genç olsun, yaşlı veya çocuk olmasın" dedi. Devamla İbnu Ömer dedi ki: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Aç karnına hacamat olma idealdir, (onda
şifa ve bereket vardır) aklı artırır. Hafızayı güçlendirir. Hafız olmak
isteyenlerin hıfzetme kabiliyetini artırır. Hacamat olmak isteyen Allah'ın
adıyla perşembe günü hacamat olsun. Cuma, cumartesi, pazar günlerinde hacamat
olmaktan kaçının. Pazartesi ve Salı günü de hacamat olunuz. Çarşamba günü
hacamat olmaktan kaçının: Çünkü o, Eyyub aleyhisselam'ın belaya düştüğü gündür.
Cüzzam ve alaca hastalığı da sadece çarşamba günü veya çarşamba gecesi zuhür
eder" dediğini işittim."
7079 Ümmü Seleme radiyallahu anha
anlatıyor "Resulullah aleyhissalatu vesselam (vücudundaki kılları gidermek için)
hamam otu sürmek istediği zaman avret mahallinden başlayarak oraya hamam otunu
kendisi sürerdi. Bedeninin diğer yerlerine ailesi
sürerdi."
7080 Ümmü Seleme radiyallahu anha anlatıyor Resulullah
aleyhissalatu vesselam, (tüylerini almak için) hamamotu süründü kasıklarına
kendi eliyle sürdü.
7081 Amr İbnu Su'ayb an ebihi an ceddihi
radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Halka ya emir, ya emirin memuru yahut da murai kimse kıssa
anlatır."
[TOP]
UĞURSUZLUK VE FAL
Kimlik alan
4059 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (halkın uğursuzluk çıkardığı) hiç bir şeyden
uğursuzluk çıkarmazdı. Bir memur göndereceği zaman ismini sorardı, hoşuna
giderse sevinirdi ve hatta bunun neşesi yüzünde görülürdü. İsimden hoşlanmazsa
bu da yüzünden belli olurdu. Bir köye girecek olsa onun da ismini sorardı,
hoşuna giderse sevinirdi, hoşlanmazsa, bu, yüzünden
okunurdu."
4060 Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hoşuna giden bir kelime işitince: ("Amin!"; "Dediğin
çıksın!"; "Allah muradını versin!" manasında olmak üzere): "Senin uğurunu kendi
ağzından işittik!" buyururlardı."
4061 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir ihtiyacı görmek üzere (yola)
çıktığı zaman ya raşid (uğurlar olsun)! ya necih (hayırlı muvaffakiyetler)
temennilerini işitmekten hoşlanırdı."
4062 Urve İbnu Amir
el-Kureşi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanında uğursuzluktan bahsedilmişti. Buyurdular ki: "Bunun en iyisi
fe'l (uğur çıkarma)dır. (Uğursuzluk inancı) bir müslümanı yolundan alıkoymasın.
Biriniz, hoşlanmadığı bir şey görecek olursa şu duayı okusun: "Allahümme la
ye'ti bi'l-hasenatı illa ente ve la yedfe'u's-Seyyiati illa ente vela havle ve
la kuvvete illa bike. (Allahım! Hayrı ancak sen verebilirsin, kötülüğü de ancak
sen defedebilirsin. İbadet, çalışma, korunma vs. için muhtaç olduğumuz) güç ve
kuvvet de ancak sendendir.)"
4063 İbnu Mes'ud radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak
şirktir. (İhtiyarsız kalbine uğursuzluk vehmi gelip içinde bazı şeylere karşı
nefret duyan) hariç bizden kimsede bu yoktur. Lakin Allah onu tevekkülle
giderir."
4064 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ne sirayet (buluşma), ne de uğursuzluk
vardır. Benim fe'l hoşuma gider." Yanındakiler sordu: "Fe'l nedir?"
"Güzel bir sözdür!" buyurdu." Buhari'nin rivayetinde şu ziyade
mevcuttur: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Benim, dedi, fe'l-i salih, güzel
bir kelime hoşuma gider."
4065 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "bir şeyde (uğursuzluk)
olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu."
4066 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ne
sirayet, ne safer, ne de gûl vardır."
4067 Ebu Hüreyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ne sirayet, ne
safer ne de hame vardır!" Bunu işiten bir bedevi atılıp: "Ey
Allah'ın Resulü! Öyle de, kumda geyik gibi olan develer, uyuzlu bir deve
aralarına girince hepsine uyuz bulaşması nasıl oluyor?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Peki birinciye kim sirayet
ettirdi?"
4068 Katan İbnu Kubeysa babası radıyallahu anh'tan
naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini
işittim: "İyafe, tıyere, tark sihirdendir."
4069 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz bir
evdeydik, oradayken sayımız çok, malımız bol idi. Sonra bir başka eve geçtik.
Burada sayımız da azaldı, malımız da." Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Burayı zemim (addederek) terkedin!"
buyurdular."
[TOP]
UMRA VE RUKBA
Kimlik alan
4189 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir başkasına hayat boyu
ev bağışında bulunursa, artık bu ev onun ve varislerinin olur. Bu söz, o maldaki
hakkını keser. Ev, kendine ömür boyu bağışlanana ve onun varislerine
aittir." Sahiheyn'de gelen bir diğer hadiste: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam umra hakkında "kendisine bağışlananın lehinde hükmetti" şeklinde
gelmiştir. Bir başka rivayette: "Umra caizdir"
denmiştir. Müslim'in bir rivayetinde: "Umra onun ehline mirastır"
denmiştir.
4190 Zeyd ibnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir şeyi umra kılarsa o
şey artık mu'mer'e (umre kılınan şahsa) aittir, hayatta iken de ölmüş iken de.
Malı rukba kılmayın. Kim de rukba kılarsa (bu mal miras)
yolundadır."
4191 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mallarınızı rukba kılmayın.
Kim rukba kılarsa mal artık rukba kılınan kimsenin olur."
4192 Bir
başka rivayette: "Umra, umra kılınan şahıs için caizdir. Rukba da rukba kılınan
kimse için caizdir. Hibesinden dönen, kusmuğuna dönen gibidir"
buyrulmuştur.
4193 Yine Nesai'nin bir diğer rivayetinde İbnu Abbas
der ki: "Ne rukba ne de umra helal değildir. Kime bir şey umra kılınmışsa bu
onundur, kime de bir şey rukba kılınmışsa o şey
onundur."
4194 Nafi' rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer
radıyallahu anhüm'e, kız kardeşi Hafsa radıyallahu anha'dan bir ev tevarüs etti.
Hafsa radıyallahuf anha, bu eve hayatı boyunca olmak kaydıyla Zeyd İbnu'l
Hattab'ın kızını oturtmuştu. Zeyd'in kızı ölünce İbnu Ömer radıyallahu anhüma
meskeni kabzetti. O bu evin kendine ait olduğu re'yinde
idi."
[TOP]
UYUMA VE UYANMA ADABI
Kimlik alan
5721 Abbad İbnu Temim'in amcasından
naklettiğine göre, "Amcası, Resûlullah aleyhissalatu vesselamı mescidde,
ayaklarından birini diğerinin üzerine koymuş vaziyette sırtüstü yatarken
görmüştür." İmam Malik şu ziyadeyi kaydetmiştir: "İbnu'I Müseyyeb'ten bana
ulaştığına göre Hz. Ömer ve Osman radıyallahu anhüma da böyle
yaparlardı."
5722 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz sırtüstü uzanıp,
sonra da ayak ayak üstüne atmasın."
5723 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam karnı üzerine
yatmış bir adam görmüştü; hemen müdahale edip: "Bu Allah Teala Hazretlerinin
sevmediği bir yatıştır!" buyurdular."
5724 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kişinin korkuluğu olmayan
damda uyumasını nehyetti."
5725 Ümmü Seleme ailesinden biri
rivayet etmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yatağı, insanın kabrine
konduğu şekildeydi, mescid de baş tarafındaydı."
5726 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam geceleyin
kalktı, kazayı hacette bulundu. Yani bevletti. Arkadan ellerini ve yüzünü
yıkadı. Sonra, tekrar uyudu."
5727 İbnu Ömer radıyallahu anhüma:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Ka'be'nin avlusunda gördüm, elleriyle şöyle
ihtiba edip oturmuştu" dedi ve ihtiba oturuşunu (göstererek) tarif etti. Bu
kurfusa idi."
5728 Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre,
"Kişinin (namazda) elini boş böğrüne koymasını mekruh addederdi ve: "Bunu
yahudiler yapar"derdi."
[TOP]
UYUMAK
Kimlik alan
7072 Ebu Zerr radiyallahu anh anlatıyor: "Ben
yüzükoyun yatar vaziyette iken Resulullah aleyhissalatu vesselam yanıma geldi.
Ayağıyla bana dürtüp: "Ey Cüneydib, bu yatış, cehennem ehlinin yatışıdır"
buyurdu."
7073 Ebu Umame radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam mescidde, yüzükoyun yatıp uyuyan bir adamın yanından
geçmişti. Ayağıyla dürterek: "Kalk, otur! Zira bu, cehennem(dekiler)e mahsus bir
uykudur (yatıştır)" buyurdu."
[TOP]
ÜMMÜ VELED
Kimlik alan
6739 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimin cariyesi, kendisinden
bir çocuk doğurmuşsa, o cariye (ümmü veled olur ve) kendisinin vefatından sonra
hür olur."
6740 İbnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında (oğlu) İbrahim'in annesi
zikredilmişti. Aleyhissalatu vesselam: "Onu, oğlu İbrahim azad etti!
buyurdular.
6741 Hz. Cabir radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam aramızda hayatta iken, cariyelerimizi ve çocuklarımızın
annesi olan cariyelerimizi satardık, bunda bir beis
görmezdik."
[TOP]
ÜMMÜ ZER HADİSİ
Kimlik alan
3279 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Onbir kadın oturup, kocalarının ahvalini haber vermede ve hiçbir şeyi
gizlemiyecekleri hususunda birbirlerine kesin söz verip anlaştılar:
Birincisi (zemmederek): "Benim kocam (yalçın) blr dağın başındaki zayıf bir
devenin eti gibidir. Kolay değil ki çıkılsın, semiz değil ki götürülsün '' dedi.
(Yani kocasının sert mizaçlı, huysuz, gururlu oluşuna, ailenin kendisinden
istifade etmediğine işaret etti.) İkincisi (de zemmederek): "Ben
kocamın haberini faş etmek istemem, çünkü korkarım. Eğer zikretmeye başlarsam
büyük-küçük herşeyini söyleyip bırakmamam gerekir, (bu ise kolay değil) ''
dedi.. (Bu sözüyle kocasının çok kötü olduğuna işaret etti).
Üçüncüsü (zemmederek): "Benim kocam uzun boyludur, konuşursam, boşanırım,
konuşmazsam muallakta bırakılırım '' dedi. (Bu da kocasının akılca kıt olduğunu
belirtmek istedi). Dördüncüsü (överek): "Kocam Tihame gecesi
gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuktur. Ne korkulur, ne usanılır '' dedi.
Beşincisi: "Kocam içeri girince pars, dışarı çıkınca arslan gididir. Bana
bıraktığı (ev işlerinden hesap) sormaz'' dedi. Altıncısı: "Kocam,
yedi mi (üst üste katlayıp) çokyer, içti mi sömürür, yattı mı sarınır. Benim
kederimi anlamak için (elbiseme) elini sokmaz.'' (Bu da kocasının kendisiyle
ilgilenmediğini, yiyip içmekten başka birşey düşünmediğini söylemek
ister.) Yedincisi: "Kocam tohumsuzdur (erlik yapmaktan acizdir). Her
dert onundur (vücudunda çeşitli hastalıklar var). Başımı yarar, vücudumu
yaralar, (bunları yapmak için) herşeyi toplar, (her eline geçeni kullanır,
vurur) '' dedi. Sekizincisi: "Onun (vücuduna) dokunmak tavşana
dokunmak gibi (yumuşak)tır. Güzel kokulu bitki gibi hoş kokar" dedi.
Dokuzuncusu: "Kocamın direği yüksektir (evi rahattır), kılıcının kını uzundur
(boylu posludur), ocağının külü çoktur, evi meclise yakın (misafırperver) bir
adamdır'' dedi. Onuncusu: "Kocam maliktir, hem de ne malik! Artık
akıl ve hayalinizden geçen her hayra maliktir. Onun çok devesi vardır. Develerin
çökecek yerleri çok, yaylakları azdır. Çalgı sesini duydular mı helak
olacaklarını anlarlar. (Yani develer yayılmaya salınmaz, kesilmek üzere
bekletilir, çalgı ve eğlence sesi duyunca kesileceklerini anlarlar
demektir.) Onbirincisi: "Kocam Ebu Zerr'dir. Amma ne Ebu Zerr'dir!
Anlatayım: Kulaklarımı zinetlerle doldurdu, bazularımı yağla tombullaştırdı.
Beni hoşnut kıldı, kendimi bahtiyar ve yüce bildim. O beni Şıkk denen bir dağ
kenarında bir miktar davarla geçinen bir ailenin kızı olarak buldu. Beni atları
kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp daneleri harmanlanan müreffeh ve
mesud bir cemiyete getirdi. Ben onun yanında söz sahibiyim, hiç azarlanmam.
(Akşam) yatar sabaha kadar uyurum. Doya doya süt içerim. Ebu Zerr'in annesi de
var: Ümmü Ebu Zerr. Ama o ne annedir! Onun zahire anbarları büyük, hararları
iri, evi geniştir. Ebu Zerr 'in oğlu da var. Ama ne nezaketli
gençtir o. Onun yattığı yer, kılıcı çekilmiş kın gibidir. Onu dört aylık bir
kuzunun tek budu doyurur, (az yer). Ebu Zerr'in bir de kızı var. Ama o ne
terbiyelidir. Babasına itaatkardır. Anasına da itaatkardır. Vücudu elbisesini
doldurur. Endamıyla (kuma ve akranlarını) çatlatır. Ebu Zerr'in bir
de cariyesi var. O ne sadakatli, ne iyi cariyedir. Aile sırrımızı kimseye
söylemez, evimizin azığını asla ifsad ve israf etmez, evimizde çer çöp bırakmaz,
temiz tutar. Namusludur, eve kir getirmez. Bir gün Ebu Zerr evden
çıktı. Her tarafta süt tulumları yağ çıkarılmak için çalkalanmakta idi. Yolda,
bir kadına rastladı. Kadının, beraberinde, pars gibi çevik iki çocuğu vardı,
koltuğunun altından kadının memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş
olacak ki) beni bıraktı, onunla evlendi. Ondan sonra ben de şeref sahibi bir
adamla evlendim. O da güzel ata binerdi. Hatti mızrağını alır ve akşam üzeri
deve ve sığır nev'inden birçok hayvan sürer, bana getirirdi. Getirdiği her çeşit
hayvandan bana bir çift verirdi. (Bu kocam da bana:) "Ey Ümmü Zerr!
Ye, iç ve akrabalarına ihsanda bulun! '' derdi. Ümmü Zerr der ki: "Buna rağmen,
ben bu ikinci kocamın bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, Ebu Zerr'in
en küçük kabını dolduramaz." Bu hadisi rivayet eden Hz. Aişe der ki:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) (gönlümü almak için): "Ey Aişe,
buyurdular, ben sana Ebu Zerr'in Ümmü Zerr'e nisbeti gibiyim. (Şu farkla ki Ebu
Zerr Ümmü Zerr'i boşamıştır, ben seni boşamadım. Biz beraber
yaşayacağız).''
3280 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir mü'min erkek, bir
mü'minn kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu
beğenir."
3281 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "(Ey kadınlar topluluğu!) Ben, akıl
sahiplerine aklı ve dini nakıs olanlardan galebe çalan sizin kadarını hiç
görmedim!" demişti. İçlerinden dirayetli bir kadın: "Bizim aklımızın
ve dinimizin noksanlığı nedir?" diye sordu. "Aklınızın noksanlığı,
şahidlikte, iki kadının şehadetinin bir erkek şehadetine denk olmasıdır. Dindeki
noksanlık ise, ay hali sebebiyle) ramazanda oruç yemeniz ve bazı günler namaz
kılmamanızdır" cevabını verdi."
3282 Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeklere
kendimden sonra kadınlardan daha zararlı bir fitne
bırakmadım."
3283 Mutarrıf İbnu Abdillah'ın anlattığına göre, bu
zatın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce,
hanımı: "Falan hanımın yanından geliyor olmalısın!'' dedi. Mutarrıf: "Hayır,
dedi İmran İbnu Husayn'ın yanından geliyorum. O bana Resulullah'ın şu sözünü
nakIetti: "Cennet sakinlerinin en azı
kadınlardır.''
3284 Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şüphesiz ki Kıyamet günü,
Allah'ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, kadın-koca arasındaki emanettir.
Kadınla koca bir-biriyle içli dışlı olduktan sonra, kadının esrarını erkeğin
neşretmesi, o gün en büyük ihanettir."
3285 Hz. Aişe radıyallahu
anha anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bana: "Ben
senin bana kızdığın ve benden razı olduğun zamanları biliyorum'' buyurdular.
Ben: "Bunu nereden anlıyorsunuz?" diye sordum. "Benden razı oldun mu
bana: "Hayır Muhammed'in Rabbine yemin olsun! '' diyorsun. Bana öfkeli olunca:
"Hayır! İbrahim'in Rabbine yemin olsun!'' diyorsun'' dedi. Ben:
"Doğru, ey Allah'ın Resulü, ben sadece senin adını terkederim?"
dedim.''
[TOP]
VAAD
Kimlik alan
5769 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bahreyn'in sadaka
malı geldimi sana şöyle şöyle (avuç avuç) vereceğim" dedi ve üç kere eliyle
gösterdi. Bahreyn'in malı gelmezden önce Aleyhissalatu vesselam vefat etti. Mal
Hz. Ebu Bekr'e gelince, bir münadi ile halka şöyle ilanda bulundu:
"Kime Resûlullah'ın bir vaadi veya bir borcu var idiyse bana
gelsin!" Cabir der ki: "Ben hemen Hz. Ebu Bekr radıyallahu anha'ya
gittim ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Bahreyn'in sadaka malı geldimi
ben sana şöyle şöyle vereceğim" deyip üç kere iki eliyle işaret yaptığını
söyledim. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr bana derhal verdi. Cabir der
ki: "Bundaıı sonra da Ebu Bekr'e rastladım ve yine istedim. Ama bu sefer
vermedi. Sonra tekrar ona geldim, yine vermedi, sonra üçüncü sefer geldim yine
vermedi. Ben de: "Sana bir geldim vermedin, sonra bir daha geldim
yine vermedin, bir kere daha geldim yine vermedin. Ya bana verirsin, ya da seni
bana karşı cimri bileceğim" dedim. Bunun üzerine: "Bana karşı cimri
bileceğim mi dedin? Cimrilikten daha kötü hangi hastalık var?" dedi ve bunu üç
kere tekrar etti ve devam etti: "Ben seni reddettiğim her defasında
(içimden) sana vermek istedim" dedi. (Bana bir avuç avuçlayıp
verdi).
5770 Muhammed İbnu Ali anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah'ı
dinledim. Diyordu ki: "Hz. Ebu Bekr'e geldim. Ebu Bekr bana (birkaç
avuç avuçlayıp verdikten sonra) "şunları bir say!" dedi. Ben de saydım. Hepsi
beşüz taneydi. Hz. Ebu Bekr: "Bunun iki mislini al!"
dedi."
[TOP]
VAKIF
Kimlik alan
5772 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Hz. Ömer radıyallahu anh Hayber'de (ganimetten) bir arazi sahibi oldu. (Bunu
tasadduk etmesini emreden bir rüyayı üst üste üç gün görmesi üzerine) Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a gelerek." "Ey Allah'ın Resülü! Ben
Hayber'de bir tarlaya sahip oldum. Şimdiye kadar yanımda böylesine değerli bir
arazim hiç olmadı. Bu tarla için bana ne emir buyurursunuz?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Dilersen onun aslını (Allah için) hapset ve
(gelirini) tasaddut et!" buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh
araziyi tasadduk etti ve aslının satılamayacağını ve satın alınamayacağını,
varis olunamayacağını, hibe edilemeyeceğini söyledi. Ravi der ki:
"Ömer bu araziyi fakirlere, akrabalara, kölelere, Allah yolunda harcamalara ve
yolculara bağışladı. -Bir rivayette misafirlere de denmiştir.- Onun işlerini
üzerine alanın ondan maruf üzere yemesinde veya bir dostuna yedirmesinde bir
beis yoktur, yeter ki, malı kendine sermaye yapmasın."
5773 Yahya
İbnu Sa'id anlatıyor: "Abdülhamid İbnu Abdillah (İbni Abdillah) İbni Ömer
İbni'I-Hattab radıyallahu anhüm, Hz. Ömer'in sadaka (kıldığı arazinin
vakfiyesini) bana istinsah ediverdi. Şöyle yazılıydı: "Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu, Allah'ın kulu Ömer'in Semş (nam arazi) hakkında yazdığı
(vakfiyename)dır." Burada (Ravi Yahya İbnu Sa'id) Hz. Ömer'le ilgili haberinde
Nafi'in İbnu Ömer'den naklettiğinin benzerini anlattı ve: "Bir malı kendinin
kılmaksızın" dedi. Yine o Vakfiyanemede şu da vardı: "(Mütevellinin ihtiyacından
sonra) onun mahsulünden her ne artarsa, bu, (sayılan diğer ödeme mahallerindeh
başka) dilenciler ve yoksullar içindir." Devamla der ki: "Kıssayı
aynen nakletti ve dedi ki: "Semğ'in velisi dilerse, oranın mahsulünden ödeyerek
köle satın alıp, arazinin işlenmesinde kullanır. Bunu Mu'aykib yazdı. Abdullah
İbnu'l Erkam şahid oldu." Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah'ın
kulu mü'minlerin emiri Ömer'in vasiyetidir. Eğer ona (Ömer'e) bir şey olursa
(yani Ömer ölürse); Semş, Sırma İbnu'I Ekva', ve orada(ki işleri yürütmek üzere)
bulunan köle, Hayber'de bulunan yüz hisse ve orada bulunan köle, Vadi(l-Kura) da
Muhammed aleyhissalatu vesselam'ın bana taam olarak verdiği yüz (vask)ın
idaresi; yaşadığı müddetçe Hafsa'ya aittir (Hafsa'dan) sonra onun idaresi,
Hafsa'nın ailesinden re'y sahibi birine aittir, o şartla ki bu emval satılmaz;
satın alınmaz. (Mütevelli, ihtiyaçtan artan mahsulü) dilenci, muhtaç ve
akrabalardan münasib gördüklerine infak eder." (Bu vakfın idaresini üzerine alan
mütevellinin) bundan yemesinde, yedirmesinde veya o paradan köle satın almasında
bir mahzur yoktur."
[TOP]
VASİYET
Kimlik alan
5758 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hakkında vasiyet
edebileceği bir malı bulunan müslüman kimsenin, vasiyeti yanında yazılı
olmaksızın iki gece geçirmeye hakkı yoktur."
5759 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma: "Ölen mal bırakmışsa ebeveyn ve akrabalarına vasiyette
bulunsun.." (Bakara 180) ayeti hakkında demiştir ki : "Miras ayeti neshedinceye
kadar vasiyet bu şekilde vacib idi."
5760 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "Hangi sadaka
efdaldir?" diye sorulmuştu: "Sağlıklı ve fakirlikten korkup,
zenginliğe ümit bağladığın, mala karşı cimri olduğun halde tasadduk etmen! Bu
şekilde tasadduku, can boğazına gelip de falana şu kadar, feşmekana bu kadar
diyeceğin zamana kadar devam ettir. O sırada (yaptığın tasaddukun sana bir
faydası yoktur, çünkü malın, artık) zaten birilerinin
olmuştur."
5761 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Veda haccı senesinde, bende şiddet peyda eden
bir ağrı sebebiyle yatmakta olduğum hastalıgım için bana geçmiş olsun ziyaretine
geldi. "Ey Allah'ın Resûlü dedim. Gördüğünüz gibi ağrım çok
şiddetlendi. Ben mal mülk sahibi bir kimseyim. Bana varis olacak tek kızımdan
başka kimsem yok. Malımın üçte ikisini tasadduk etmek istiyorum!" dedim. Hemen
"Hayır, olmaz!" buyurdular. "Yarısı?" dedim. Yine "olmaz!"
buyurdular. "Üçte biri? dedim. "Üçte birini mi? Üçte bir
de çok. Senin varislerini zenginler olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan
fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen aziz ve celil olan Allah'ın
rızasını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir
lokma bile olsa- mutlaka onun sebebiyle mükafaatlanacaksın" buyurdular.
Ben: "Ey Allah'ın Resülü dedim. Ben arkadaşlarımdan sonra burada
kalacak mıyım?" dedim. "Eğer geri kalır, kendisiyle Allah'ın
rızasını düşündüğün bir amel yapacak olursan bu ameller sebebiyle mutlaka
derecen artacak, merteben yükselecektir. şunu da söyleyeyim. Sen daha
yaşayacaksın. Öyle ki Allah seninle birkısım kavimlere hayır ulaştıracak, diğer
birkısımlarına da şer" buyurdular. Resulullah aleyhissalatu vesselam sonra,
şöyle dua ettiler: "Allahım! Ashabının hicretini tamama erdir.
Onları gerisin geri (başarısızlıkla) çevirme!" Ve sözlerini (Hicret evi olan)
Mekke'de ölmüş olan Sa'd İbnu Havle hakkında sarfettikleri "Lakin zavallı, Sa'd
İbnu Havle'dir!" mersiyesiyle tamamladılar."
5762 Amr İbnu Harice
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselm devesinin üzerinde
hitabede bulundu. Ben devenin boynunun altında idim. Deve durmadan geviş
getiriyor, hayvanın salyası omuzlarımın arasına akıyordu. İşte bu esnada
Aleyhissalatu vesselam'ın şu sözünü işittim; "Allah Teala Hazretleri
her hak sahibine hakkını verdi. Bu sebeple varislerden biri Iehine vasiyet
yoktur."
5763 Talha İbnu Musarrıf anlatıyor: "İbnu Ebi Evfa
radıyallahu anh: "Resûlullah vasiyette bulundu mu?" diye sordum.
"Hayır dedi. Ben tekrar: "Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın
halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder" dedim. "Kitabullah'ı
vasiyet etti " diye cevap verdi."
5764 Esved İbnu Yezid anlatıyor:
"Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanında, Hz. Ali'nin Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın vasisi olduğunu söylemişlerdi: "Resulullah ona ne zaman
vasiyette bulundu? Öleceği sırada o benim göğsüme yaslanmış vaziyette idi, bir
leğen getirtti. Kucağımda bükülmüştü, öldüğünü bile hissetmedim. Öyleyse ona ne
zaman vasiyet etti" diye itiraz etti."
5765 Amr İbnu şu'ayb an
ebihi an ceddihi anlatıyor: "As İbnu Vail es-Sehmi (kendi adına) yüz kölenin
azad edilmesini vasiyet etti. Oğlu Hişam, ona bedel, elli tanesini azad etti.
Oğlu Amr da ona bedel geri kalan elliyi azad etmek istedi ve: "Hele
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir sorayım!" dedi, ona gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü! Babam, kendi adına, yüz köle azad edilmesini vasiyet
etmişti. Hişam onun adına elli köle azad etti! Benim üzerime de elli tanesi
kaldı. Onun adına ben azad edebilir miyim?" dedim. Aleyhissalatu vesselam, bana:
"Eğer o müslüman idiyse, ona bedel azad etseniz veya ona bedel sadaka verseniz
veya ona bedel hacc yapıverseniz bu ona ulaşırdı"
buyurdular."
5766 Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Ebu Zerr! Ben seni zayıf
bir kimse görüyorum. Ben kendim için sevdiğimi senin için de aynen severim.
Öyleyse iki kişi üzerine emir olmayasın, yetim malına da velilik
yapmayasın."
5767 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi anlatıyor:
"Bir adam Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ben fakirim, hiçbir şeyim yok,
üstelik bir de yetimim var!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Yetimin
malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne de kendine mal
et" buyurdular."
5768 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan iki şey öğrendim: "İhtilamdan sonra
yetimlik kalmaz, geceye kadar gün boyu sessiz durmak
yoktur."
6790 Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a ölüm vakti geldiği vakit, Aleyhissalatu vesselam'ın can çekişirken
yaptığı vasiyetin hepsi: "Namaz(ı ihmal etmeyin) ve sağ ellerinizin sahip
oldukları(nın yani kölelerinizin hukukuna riayet edin)" demek
olmuştur."
6791 Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Mahrum kişi, vasiyet etmekten mahrum kalan
kişidir."
6792 Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim vasiyet yapmış olarak
ölürse doğru bir yol ve sünnet üzere ölmüş olur; takva ve şehadet üzere ölmüş
olur, mağfirete uğramış (günahları bağışlanmış) olarak ölmüş
olur."
6793 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim varisinin mirasçılığı (hakkı)ndan
kaçarsa Allah Kıyamet günü o kimsenin cennetten mirasçılığını
keser."
6794 Muaviye İbnu Kurre babasından naklen anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, ölüm yaklaşınca
vasiyette bulunur ve vasiyeti de Allah'ın kitabına uygun olursa, bu vasiyeti,
onun hayatında vermeyi ihmal ettiği zekatına kefaret
olur."
6795 Büsr İbnu Cahhaş el-Kureşi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) bir avucuna tükürdü, sonra bu
tükrüğü işaret parmağıyla göstererek buyurdular ki : "Allah Teala hazretleri
diyor ki: "Ey Ademoğlu! Sen nasıl olur da beni aciz yerine koyar ve zekatını
ödemezsin! Halbuki ben seni şu tükrük damlası kadar bir sudan yarattım. Sen, ne
vakit ruhun şuraya gelince -eliyle boğazını gösterdi- "Sadaka veriyorum!"
dersin. Sadaka vermenin zamanı bu mu!"
6796 Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şüphesiz, Allah Teala hazretleri, (ahirete göndereceğiniz hayır) amellerinizi
artırmak için, vefatınız zamanında mallarınızın üçte birini size tasadduk etti
(vasiyet etme yetkisini verdi)."
6797 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Ademoğlu! İki
şey vardır ki, hiçbirisi senin hakkın değildir ve ben onları rahmetimle sana
bağışladım: 1) (Canını almak üzere) gırtlağından tuttuğum anda
malından sana (vasiyette bulunman için üçte bir nisbetinde) bir pay ayırdım, ta
ki onunla seni temizleyeyim, günahlarından arındırayım. 2) Ecelin
sona erdikten sonra kullarımın sana (kılacakları cenaze)
namazı."
6798 Hz. Enes anlatıyor: "(Veda hutbesi sırasında) ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın devesinin (boynunun) altında idim. Devenin
salyası üzerime akıyordu. Efendimizin şöyle söylediğini işittim: "Allah Teala
Hazretleri her hak sahibine hakkını vermiştir. Bilesiniz, varise vasiyet
yoktur."
[TOP]
VEFASIZLIK(GADR)
Kimlik alan
4303 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kıyamet günü,
Allah, öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman her vefasız için,
onu tanıtan bir bayrak dikilir ve: "Bu falan (oğlu falanın) vefasızlığıdır"
denilir."
4304 Müslim'in el-Hudri'den nakline göre, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam şöyle demiştir: "Her zalimin arkasında bir
bayrağı vardır, zulmü ölçüsünde bu bayrak yükseltilir. Haberiniz olsun, amme
hizmetlerini üzerine alandan daha büyük vefasız
yoktur."
[TOP]
VEKALET
Kimlik alan
5771 Hakim İbnu Hizam radıyallahu anh'ın
anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kendisine bir dinar
vererek kurbanlık bir koç almaya gönderdi. Çarşıdan bir dinara bir kurbanlık
satın aldı. Ancak onu (beriye gelince) iki dinara sattı. Geri dönüp bir dinara
bir koç satın aldı. Böylece Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir dinar ve bir
koçla geldi. Resûlullah dinarı tasadduk etti. Hakim'e de bu ticaretinde mübarek
kılması için Allah'a dua etti."
[TOP]
VELEDİ ZİNA
Kimlik alan
6746 Resulullah'ın azadlılarından Meymune
bintu Sa'd anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a veled-i zinadan
sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Savaşırken giydiğim bir çift ayakkabı veled-i
zinayı azad etmemden daha hayırlıdır."
[TOP]
VERA VE TAKVA
Kimlik alan
7256 Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a: "En efdal insan kimdir?" diye
sorulmuştu. "Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes" buyurdular.
Ashab: "Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu'l-kalb ne
demektir?" diye sordu. "(Mahmüm kalb), Allah'tan korkan tertemiz
kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur"
buyurdular."
7257 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey Ebu Hureyre, vera sahibi
ol (harama götürme şüphesi olan şeylerden de kaçın) ki insanların Allah'a en iyi
kulluk edeni olasın! Kanaatkarlığı esas al ki insanların Allah'a en iyi
şükredeni olasın. Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (kamil) mü'min
olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (kamil bir) müslüman olasın.
Gülmeyi az yap, zira çok gülmek kalbi öldürür."
7258 Ebu Zerr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Tedbir gibi akıl yoktur. Sakınmak gibi vera' yoktur. İyi huy gibi haseb (itibar
vesilesi) yoktur."
7259 Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben bir kelime -Osman dedi
ki: "Bir ayet"- biliyorum. Eğer insanların hepsi onu tutsaydılar hepsine kafi
gelirdi." Ashab: "Ey Allah'ın Resülü, bu hangi ayettir?" dediler, Aleyhissalatu
vesselam: "Ve kim Allah'tan korkarsa, AIIah o kimseye (darlıktan genişliğe) bir
çıkış yolu ihsan eder" (Talak 2) ayetini okudu."
[TOP]
YALAN
Kimlik alan
5165 Safvan İbnu Süleym radıyallahu anh
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dedik, mü'min korkak olur mu?"
"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!"
buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu
sefer: "Hayır!" buyurdular."
5166 İmam Malik'e ulaştığına göre,
İbnu Mes'ud radıyallahu anh şöyle demiştir: "Kul yalan söylemeye ve yalan
söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir
nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda
Allah nezdinde "yalancılar" arasına kaydedilir."
5167 Behz İbnu
Hakim an ebihi an ceddihi anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek
için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!"
5168 Esma
radıyallahu anha anlatıyor: "Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir
kumam var. Ona karşı (yalan söyleyerek) kocamın vermediği şeyle karnımı doyurmuş
göstersem bana bir mahzur getirir mi?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam: "Verilmeyenle karnını doyurmuş gösterip övünen, tıpkı, iki
yalan elbisesini giyen gibidir" cevabını verdi."
5169 Abdullah
İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün, Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel
sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme: "Çocuğa ne
vermek istemiştin?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim"
deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Dikkat et! Eğer ona bir şey
vermeyecek olursan, üzerine bir yalan yazılacak!"
buyurdular."
5170 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimin sonunda
yalancı Deccaller olacak. Onlar, ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği
şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakının!"
5171 İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Şeytan insan suretinde temessül eder ve bir cemaate
gelerek onlara yalan şeyler söyler. Bir müddet sonra cemaattekiler dağılırlar.
Onlardan biri: "Bir adam dinledim, yüzünü de tanırım ama ismini
bilmiyorum. Şöyle şöyle söylemişti" diyerek (onun yalanını bilmeden tekrar
eder)"
5172 Esma Bintu Yezid radıyallahu anha anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ey insanlar!
Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir?
Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır: Bu üç yere
gelince: 1. Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına
yalanı, 2. Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden
ibarettir. 3. İki müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla
söylenen yalan."
5173 Ümmü Külsüm Bintu Ukbe radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, diyordu ki:
"İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip, hayır tebliğ eden kimse yalancı
değildir."
5174 Safvan İbnu Süleym ez-Zühri radıyallahu anh
anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben karıma yalan söyleyeyim mi?"
demişti. Aleyhissalatu vesselam: "Yalanda hayır yoktur!" buyurdular.
Adam: "Vaadde bulunmama, lehinde söylememe ne dersiniz?" diye tekrar
sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Öyleyse sana bir vebal yok!"
buyurdular."
5175 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İbrahim
aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Allah'ın zatıyla
ilgili; biri "İnne sagimü" sözüdür; diğeri de "Bel fegalehu kebiruhum haza"
sözüdür. Bir tanesi de zevce-i pakleri Sare Hatun hakkındadır. Hz. İbrahim zalim
birinin diyarına (Mısır'a) beraberinde Sare de olduğu halde gelmişti. Sare güzel
bir kadındı. Sare'ye: "Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana
galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kızkardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen,
zaten İslam yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve
benden başka bir müslüman bilmiyorum" dedi. Bunlar zalim kralın
memleketine girince, adamlarından biri bunları gördü. Hemen gidip:
"Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması
münasib değildir" dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sare'yi yanına getirtti.
Hz. İbrahim namaza durdu. Sare adamın yanına girince, kraI (onu ayakta
karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu.
Sare'ye: "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana zarar
vermeyeceğim!" dedi. Sare de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sare'ye sataşmak
istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sare'ye aynı şekilde ricada
bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli
önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sare'ye yine:
"Allah'a dua et, elimi salsın, sana zarar vermeyeceğim!" diye rica etti. Sare
dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: "Sen
bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!" dedi. Sare'ye,
Hacer'i bağış olarak verdi. Sare yürüyerek geldi. İbrahim onu
görünce: "Nasılsın, ne haber?" dedi. Sare: "Hayır var!
Allah cebbarın elini tuttu ve (bana) bir hadim verdi!" dedi." Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh der ki: "Ey sema suyunun oğulları! Bu
kadın (Hacer) sizin annenizdir."
5176 Hz. Ali radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim hakkımda
yalan söylemeyin. Zira benim üzerime yalan uyduran cehenneme
girer."
5177 İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babama
dedim ki: "Ben niye senin Resûlullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki
falan ve falandan çokça işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi: "Evet
ben, müslüman olduğum günden beri Aleyhissalatu vesselam'ı hiç terketmedim. Hep
beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de işittim: "Kim bile
bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini
hazırlasın."
5178 Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim üzerime
söylenen yalan, bir başkası üzerine söylenen yalan gibi değildir. Öyleyse kim
bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini
hazırlasın!"
5179 Mücahid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz.
İbnu Abbas radıyallahu anhüma'ya gelip: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki..." diyerek birşeyler anlatmaya kalktı.
Ancak İbnu Abbas onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi.
Büşeyr: "Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu.
İbnu Abbas ona şu cevabı verdi: "Biz vaktiyle, bir kimsenin
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi
ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar
hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya
başladık."
[TOP]
YAZI
Kimlik alan
7085 Hz.Cabir radiyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(mürekkeple yazdığınız vakit,
kağıdınızı topraklayın (mürekkebin dağılmaması için) bu uygundur. Çünkü toprak
mübarektir."
[TOP]
YEMİN
Kimlik alan
5774 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam yemin teklif ettiği bir kimseye şöyle
söyledi: "Haydi! Kendinden başka ilah olmayan Allah'a kasem ederek o
kimsenin yani iddia sahibinin sende hiçbir şeyi olmadığına yemin
et!"
5775 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın yaptığı yeminlerin çoğu şöyleydi: "Kalpleri çeviren
zata yemin olsun, hayır!"
5776 Ebu Sa'id radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yeminde mübalağa edince: "Hayır!
Ebu'l-Kasım'ın nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki..."
derdi."
5777 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yemin
ettiği zaman Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yemini: "Hayır! Allah'a
istiğfar ederim ki..."şeklindeydi."
5778 Katile Bintu Sayfi -ki
Cüheyne'den bir kadındır- radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a bir yahudi uğradı ve: "Siz müslümanlar Allah'a benzerler
koşuyor ve şirke düşüyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Allah istedi ben de istedim."
Yine diyorsunuz ki: "Ka'be'ye yemin olsun!" Bunun üzerine Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ashaba, yemin etmek istedikleri zaman "Ka'be'nin Rabbına
kasem olsun!" demelerini ve "Allah istedi sonra da ben istedim" demelerini
emretti."
5779 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissaIatu vesselam, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın, babasını zikrederek yemin
ettiğini işitmişti: "Allah Teala hazretleri, sizleri babanızı
zikrederek yemin etmekten nehyetti. Öyleyse kim yemin edecekse Allah'a yemin
etsin veya sussun" buyurdu."
5780 Büreyde radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
yemin eder ve "... İslam'dan beri olayım!" derse, eğer sözünde yalancı ise,
dediği gibi olur, yalancı değil de gerçeği söylemişse İslam'a salim olarak
dönemeyecektir."
5781 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim emanetle yemin ederse
bizden degildir!"
5782 İbrahim Nehai merhum anlatıyor: "Biz
çocukken, (büyüklerimiz) bizi şehadet ve ahd ile yemin etmekten
menederlerdi."
5783 Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim yemin eder ve "...
İslam'dan beri olayım!" derse, eğer sözünde yalancı ise, dediği gibi olur,
yalancı değil de gerçeği söylemişse İslam'a salim olarak
dönemeyecektir."
5784 İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim,
(mahkeme gereği, yapması icabeden) bir yeminde yalan yere yemin ederse bu yemini
sebebiyle cehennemdeki yerini hazırlamış olur."
5785 İbnu Mes'ud
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Kim müslüman bir
kimsenin malı hakkında yalan yere yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah'la
karşılaştığında O'nu kendisine karşı gadablanmış bulur!" buyurdular. Sonra
Resulullah aleyhissalatu vesselam bu sözlerini tasdik eden ayetleri Allah
Teala'nın kitabından okudular: "(Ahir zaman peygamberine iman hususunda) Allah'a
verdikleri ahdi ve ettikleri yemini, az bir dünya malı karşılığında
değiştirenlere gelince, onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Kıyamet gününde
Allah onlara ne bir hitapta bulunur, ne rahmetiyle nazar eder ve ne de onları
temize çıkarır. Onların hakkı pek acı bir azabtır" (Al-i İmran
77).
5786 İyas İbnu Sa'lebe el-Harisi radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim
müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem
vacib olmuştur. Allah Teala ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır."
"Ey Allah'ın Resulü! Az bir şey olsa da mı?" diye sormuşlardı.
"Misvak ağacından bir çubuk bile olsa!" cevabını verdi."
5787 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Şu minberimin yanında kim günaha sebep olan bir yemin ederse,
hatta bu, yeşil bir misvak çubuğu için dahi olsa, mutlaka cehennemdeki yerini
hazırlamış olur."
5788 İbnu Ömer radıyallahu anhuma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim yemin eder ve
"inşaallah!" derse istisna yapmış olur. Dilerse rücü eder, dilerse hanis olması
mevzubahis olmadan terkeder."
5789 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Süleyman aleyhisselam (bir gün): "Bugün, kesinlikle doksan kadınıma
uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunca cihad edecek bir yiğit doğuracak!" dedi.
Arkadaşı (veya melek) ona: İnşaallah de bari!" uyarısında bulundu.
Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi. Söylediği gibi, o gün, bütün
hanımlarına uğradı. Kadınlardan sadece biri hamile kaldı. O da yarım insan
doğurdu." Resulullah aleyhissalatu vesselam sözüne
devamla: "Nefsimi elinde tutan Zat'a yemin olsun! Eğer Süleyman
aleyhisseİam inşaallah!" demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad
eden çocuklara sahip olacaktı" buyurdu."
5790 Hz. Ebu Hureyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim bir şey hususunda yemin eder, sonra da hilafını daha
hayırlı görürse, derhal kefaret vererek yemininden vazgeçsin ve yemin ettiği
husustan daha hayırlı olanı yapsın."
5791 Hz. Ebu Musa radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ben, Allah'a yemin ederek söylüyorum: İnşaallah, herhangi bir şeye yemin
edince, yeminimin aksini yapmayı daha hayırlı görecek olsam, yeminimi
kefaretler, hayırlı gördüğüm şeyi yaparım."
5792 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, aziz ve celil olan
Rabbimiz yemin kefaretini indirinceye kadar yaptığı yeminlerinde hiç hanis
olmadı. Ayet inince dedi ki: "Artık; bir yemin edip, sonra aksini yapmanın daha
hayırlı olduğunu görecek olsam, (yeminim yerini bulsun diye direnmem) derhal
daha hayırlı gördüğüm hususu yapar, yeminim için de kefaret
öderim."
5793 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yemin, yemin isteyenin
niyetine göredir." Bir diğer rivayette: "Senin yeminin arkadaşının
seni kendisiyle tasdik ettiği şeye göredir" denmiştir.
5794 Hz.
Aişe anlatıyor: "Şu ayet kişinin kullandığı "Vallahi hayır!", "Billahi evet!"
gibi sözler sebebiyle nazil olmuştur. (Mealen): "Allah yeminlerinizde kasıtsız
olarak yanılmanızdan dolayı sizi mes'ul tutmaz, fakat ettiğiniz yeminleri
bozmanızdan dolayı sizi mesul tutar. Bozulan bir yeminin kefareti ise.."' (Maide
89).
5795 Süveyd İbnu Hanzala radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gitmek üzere yola çıkmıştık. Beraberimizde
Vail İbnu Hucr radıyallahu anh da vardı. Yolda onu, bir düşmanı yakaladı.
Herkesi yemin etmeye zorladılar. Ben, "o, kardeşimdir" diye yemin ettim. Bunun
üzerine onu serbest bıraktılar. Resûlullah'a gelince olup biteni anlattım.
"(Önümüzü kesen) grup herkesi yemine zorladı, ben de onun kardeşim olduğuna
yemin ettim" dedim. "Doğru söylemişsin, müslüman müslümanın
kardeşidir!" buyurdular."
5796 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "İki kişi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın huzurunda murafaa
olundular. Resûlullah aleyhissalatu vesselam müddeiden (davacıdan) beyyine
(delil, şahid) talep etti. Adamın beyyinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin
talep etti. O, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a kasem etti. Resûlullah
aleyhissalatu vesselam: "Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Velakin
Lailahe illallah sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun"
buyurdu."
5797 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Biz öne geçecek sonuncularız!" buyurdular.
Keza: "Birinizin ailesine karşı yaptığı yemininde inadlaşması, Allah
nazarında Rab Teala'nın farz kıldığı kefareti ödemesinden daha ağır bir
günahtır!" buyurdu."
5798 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden
kim yemin eder ve yemininde: "Lat ve Uzza'ya kasem olsun!" derse hemen "Lailahe
illallah!" desin. Kim de arkadaşına: "Gel seninle kumar oynayalım" derse hemen
(birşeyler) tasadduk etsin!"
5799 Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu
anh anlatıyor: "Bir grup kimse, bazı şeyleri tezekkür ediyorduk. Ben o sırada
cahiliyeden yakın zamanda çıkmıştım. "Lat ve Uzza'ya kasem olsun!" diyerek yemin
ediverdim. Arkadaşlarım bana: "Söylediğin şey ne fena! Çirkin bir söz ettin!"
dediler. Ben hemen Aleyhissalatu vesselam'a gelip durumu anlattım.
"Allah'tan başka ilah yoktur, o tektir, şeriksizdir. Arz ve semanın mülkü O'na
aittir. Bütün hamdler de O'nadır, O her şeye kadirdir!" de! Sol tarafına üç kere
üfle. Taşlanmış şeytandan Allah'a sığın, sonra bir daha (bu çeşit yemine)
dönme!" buyurdular."
6606 Rifa'a İbnu Arabe el-Cüheni radıyallahu
anh anlatıyor: "Allah huzurunda şehadet ederim ki, Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın, and içtiği zaman kullandığı yemini şöyle idi: "Nefsimi kudret
elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim."
6607 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir kimsenin:
"Ben, öyleyse yahudi olayım!" diye yemin ettiğini işitmişti. Şöyle buyurdular:
"Yahudilik ona vacib oldu!".
6608 İbni Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir adamın kendi babası üzerine
yemin ettiğini işitmişti, derhal müdahale ederek: "Babalarınız üzerine yemin
etmeyin. Kim Allah üzerine yemin ederse doğru söylesin. Allah üzerine kendisi
için yemin edilen de razı olsun (söylenene inansın, tasdik etsin). Allah üzerine
edilen yemine razı olmayan (söyleneni tasdik etmeyen) kimse, Allah'a yakın (bir
kul) değildir" buyurdular."
6609 Abdullah İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Yemin
(sonuç ve netice itibariyle) ya günaha girmektir yahut da pişman
olmaktır."
6610 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim sıla-i rahmi koparma veya uygun
olmayan (benzeri bir şey) hususunda yemin ederse, bu yeminden (meşru olan
kurtuluşu) onun gereğini yerine getirmemektir."
6611 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (yerine
getirmediği yemini için) kefaret olarak bir sa' miktarı kuru hurma tasadduk
etti. İnsanlara da böyle yapmalarını söyledi. Bunu bulamayana "yarım sa' buğday"
takdir etti."
6612 Safvan İbnu Abdirrahman el-Kureşi anlatıyor:
"Fetih günü babamı Aleyhissalatu vesselam'ın yanına getirdim ve: "Ey Allah'ın
Resulü! Babama hicretten birpay ayır!" dedim. Resulullah: "Artık hicret kalmadı"
buyurdular. Ben de gidip (Resulullah'ın hatırını hiç kırmadığı sevgili amcası)
Abbas radıyallahu anh'ın yanına gittim, "Beni tanıdın mı?" dedim.
"Evet!" deyince, arzumu ona açtım, babama hicretten bir nasip ayırması için
Resulullah nezdinde şefaatte bulunmasını rica ettim. Kabul etti ve Abbas,
üzerinde cübbesi olmaksızın gömlekli olarak evinden çıktı (huzur-u nebeviye
gelip: ) "Ey Allah'ın Resulü! Falancayı ve onunla aramızdaki (dostluğu)
biliyorsun. O, size hicret üzere biat etmesi (ve böylece muhacir olma sevabından
bir pay alması) için, babasını getirdi" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "Artık hicret yok!" buyurdular. Abbas hazretleri: "(Bu adamın babası
ile hicret şartıyla biat etmesi için) senin üzerine yemin ettim" dedi.
Aleyhissalatu vesselam elini uzatıp adamın elini meshetti ve: "Amcamı yemininden
kurtardım, hicret yoktur!" buyurdular." "ALLAH'IN DİLEDİĞİ SONRA SENİN
DİLEDİĞİN" DEMEK
6613 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz yemin edince sakın:
"Allah'ın dilediği ve senin dilediğin" demesin. Lakin şöyle desin: "Allah'ın
dilediği sonra senin dilediğin."
6614 Huzeyfe İbnu'l-Yeman
radıyallahu anh anlatıyor: "Müslümanlardan bir adam r'üyasında ehl-i kitaptan
birine rastlamış, o da kendisine: "Siz (müslümanlar) bir de Allah'a ortak
koşmasanız ne iyi insanlarsınız. Ama şöyle diyerek (şirke düşüyorsunuz):
"Allah'ın dilediği ve Muhammed'in dilediği." Rüya sahibi bu
gördüğünü gelip Resulullah'a anlattı. Aleyhissalatu vesselam da: "Vallahi ben
sizin böyle söylediğinizi bilmiyordum. (Öyleyse bundan böyle) şöyle söyleyin:
"Allah'ın dilediği, sonra Muhammed'in dilediği"
buyurdular."
6615 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Ben
Büvane nam mevkide bir deve kurban etmeye nezrettim" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "İçinde cahiliyeden kalma bir şey var mı?" dedi. Adam: "Hayır!"
deyince Resul-i Ekrem efendimiz: "Nezrini yerine getir!"
buyurdu."
6616 Meymune Bintu Kerdem el-Yesariyye radıyallahu
anha'nın anlattığına göre: "Babasının terkisinde iken, babası Resulullah
aleyhissalatu vesselam'la karşılaşır ve der ki: "Ben, Büvane nam mevkide deve
kurban etmek üzere nezrettim." Aleyhissalatu vesselam: "Orada put var mı?" diye
sorar. Babas: "Hayır!" der. Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse nezrini yerine
getir!" emreder."
6617 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Bir kadın, Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Annem öldü,
üzerinde oruç nezri vardı, onu yerine getirmeden vefat etti" dedi. Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "Velisi ona bedel oruç tutsun!"
buyurdular."
[TOP]
YERYÜZÜNDE
Kimlik alan
4588 Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu din Hicaz'a
çekilecek. Tıpkı yılanın deliğine çekildiği gibi. (Allah'a kasem olsun)! Yaban
keçisinin dağın tepesine sığınması gibi, din de Hicaz'a sığınacaktır. Bu din
garip olarak başladı, tekrar garipliğe dönecektir. Gariplere ne mutlu. O
garipler ki, benden sonra insanların sünnetimden bozdukları şeyi ıslah
edecektir."
4589 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kalabalık ve kalp katılığı
şarktadır. İman ise Hicaz ahalisi içerisindedir."
4590 Hz. Cabir
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, şöyle
diyordu: "Şeytan artık Arap yarımadasında namaz kılanların kendisine
ibadet etmelerinden ümidi kesti. Ancak onları
aldatacaktır."
4591 İBnu Şihab anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ceziretü'l-Arab'ta iki din içtima
edemez!" İbnu Şihab devamla der ki: "Hz. Ömer bu meseleyi, kesin bir
kanaat ve yakin elde edinceye kadar araştırdı. Gördü ki, Resûlullah gerçekten
bunu söylemiş. Bunun üzerine Hayber yahudilerini sürgün etti." Malik der
ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Necran ve Fedek yahudilerini sürgün etti. Hayber
yahudilerine gelince, onlar kendilerine meyve ve arazi gelirlerinden herhangi
bir hak tanınmadan orayı terkettiler. Fedek yahudilerinin (Durumu farklı idi;
meyvenin yarısı, arazinin yarısı onlarındı. Çünkü Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, onlarla meyve ve arazinin yarısı üzerine sulh yapmış idi.) Hz. Ömer
onlara meyvenin yarısını, arazinin yarısını; altın, gümüş, ip ve semer nev'inden
kıymet biçti ve onlara değerini vererek onları da oradan
sürdü."
4592 Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Arap
yarımadasından hıristiyan ve yahudileri mutlaka çıkaracağım, orada müslüman
olmayanı bırakmayacağım." Said İbnu Abdilaziz der ki: "Arap
yarımadası, el-Vadi'(l-Kura)'dan Yemen'in uzak kısmına, Irak sınırına, denize
kadar olan kısımdır."
4593 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size Yemenliler
geldi. Onlar, ince ruhlu ve yufka yürekli insanlardır. İman Yemenlidir, hikmet
de Yemenlidir. Küfrün başı şark cihetindedir. Böbürlenme ve kibirlenme deve
besleyenlerdedir. Sükûnet ve vakar koyun
(besleyenler)dedir."
4594 İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir
hicretten sonra bir hicret daha olacak. Arz ehlinin hayırlılarına Hz. İbrahim'in
hicret ettiği yer (Şam) gereklidir. Arzda, ahalisinin şerirleri kalır. Arzları,
onları (öbür dünyaya) atar. Allah Teala da onlardan hoşlanmaz. Onları ateş,
maymunlar ve hınzırlarla birlikte haşreder."
4595 Zeyd İbnu Sabit
radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'an (ayetlerini) tanzim ediyorduk.
Aleyhissalatu vesselam: "Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu
mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum. "Çünkü,
buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını
geriyorlar!"
4596 İbnu Havale radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu iş, sizin
birkısım toplu gruplara ayrılmanıza müncer olacak: Şam'da bir grup, Yemen'de bir
grup, Irak'da bir grup!" Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim. O güne
erdiğim takdirde (bunlardan en hayırlısı hangisi ise şimdiden) bana seçiverin!"
dedim. "Öyleyse dedi, sana Şam'ı tavsiye ederim! Çünkü orası,
Allah'ın, arzında mümtaz kıldığı yerdir. Allah kulları arasında seçkin olanları
oraya tahsis eder. Ancak (oraya gitmekten) imtina ederseniz, size Yemen'inizi
tavsiye eder, (oradaki) havuzlarınızdan içiin derim. Zira Allah, Şam ve
ahalisini (fitnelerden koruma hususunda) bana garanti
verdi."
4597 Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ğûta'daki savaş sırasında
müslümanların sığınağı, Şam şehirlerinin en hayırlısı olan Dımeşk denen şehrin
yakınındadır."
4598 Abdurrahman İbnu Süleyman anlatıyor: "Acem
krallarından bir kral gelecek, Dımeşk hariç bütün şehirler üzerinde hakimiyet
kuracak."
4599 Meymune radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resûlü! dedim, bize Beytu'l-Makdis hakkında fetva verin!" "Ona
gidin, içinde namaz kılın!" buyurdular. -O zaman her tarafta savaş vardı.
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu durumu nazar-ı itibara alarak sözlerini
şöyle tamamladılar:)- "Gidip, içinde namaz kılamıyorsanız, hiç olsun
kandillerinde yanacak zeytinyağı gönderin!"
4600 Hz. Zübeyr
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Vecc (vadisin)in avı ve ağaçları haramdır. Allah için haram
kılınmıştır."
4601 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Buyurmuştu ki: "Allah
Teala Hazretleri, Mescidu'l-Aşşar'dan, Kıyamet günü birkısım şehidleri ba's eder
(yeniden diriltir) ki, Bedir şehidleriyle sadece onlar kalkar." Ebu Davud
der ki: "Mescidu'l-Aşşar, Übülle'de (Fırat) nehrinin hemen yanındaki
mesciddir."
4602 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Seyhan, Ceyhan,
Fırat ve Nil cennet nehirlerindendir."
[TOP]
YILDIZLAR
Kimlik alan
5733 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim, Allah'ın
zikrettiğinin gayrısı için yıldızlar ilminden bir bab iktibas ederse sihirden
bir şu'be iktibas etmiş olur. Müneccim kahindir; kahinde sihirbazdır, sihirbaz
da kafirdir."
5734 Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:Kim
yıldızlarla ilgili bir ilim iktibas etmişse sihirden bir şube iktibas etmiş
demektir. (Yıldız ilmi) arttıkça (sihir ilmi de) artar."
5735 Zeyd
İbnu Halid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
Hudeybiye'de, bize, geceleyin yağan yağmurun peşinden sabah namazı kıldırmıştı.
Namazı bitince cemaatın önüne geçti ve: "Rabbiniz ne dedi biliyor
musunuz?" buyurdu. Cemaat: "Allah ve Resûlü bilir!" dediler. "Allah
Teala Hazretleri: "Kullarımdan bir kısmı bana mü'min, bir kısmı da kafir olarak
sabahladı. "Allah'ın fazlı ve rahmmetiyle bize yağmur yağdırdı" diyen bana
mü'min, yıldızları da inkar edici olarak sabahladı.Kim de: "Falanca falanca
yıldız sayesinde bize yağmur yağdırıldı" dediyse o da bana kafir, yıldıza mü'min
olarak sabaha erdi" dedi!" buyurdular."
5736 Ebu Said radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Eğer Allah Teala hazretleri, kullarından yağmuru beş yıl tutup sonra gönderecek
olsa, insanlardan bir grubu kafir olur ve: "Micdeh yıldızı sebebiyle yağmura
kavuştuk!" derdi."
5737 Katade rahimehullah demiştir ki: "Allah bu
yıldızları üç şey için yaratmıştır: Onları semanın zineti kıldı, (semaya
yükselip haber toplayan) şeytanlara atılacak taşlar kıldı, kendileriyle
istikamet tayin edilen alametler kıldı. Kim yıldızlar hakkında başka yorumlar
yapmaya kalkarsa hata eder ve nasibini zayi eder, kendisini ilgilendirmeyen ve
bilgisi olmayan hatta bilmekte peygamler ve meleklerin bile acze düştükleri bir
hususta kendini külfete sokar."
5738 Rebi'de aynısını rivayet
etmiş ve şu ziyadeyi kaydetmiştir: "AIlah'a yemin olsun. Allah hiç kimsenin ne
yaşamasını, ne ölmesini, ne de rızkını herhangi bir yıldıza bağlamıştır. Bunu
söyleyenler Allah hakkında yalan düzüyorlar ve kendilerine bahaneler uydur(up
avun)uyorlar."
[TOP]
YİYECEKLER
Kimlik alan
3839 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ne sükürrüce (denilen tahta sofra) üzerinde
yemek yediğini, ne ona inceltilmiş (yufka) ekmek yapıldığını ve ne de yemek
masası (hıvan) üzerinde yemek yediğini hatırlamıyorum." Enes'in bu
sözünü rivayet eden Katade'ye "Pekiyi neyin üzerinde yemek yiyorlardı?" diye
sorulmuştu. "Sofralar üzerinde" diye cevap verdi."
3840 Ebu Hazım
rahimehullah anlatıyor: "Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh'a sordum: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam hiç (kepeksiz has undan yapılmış) beyaz ekmek yedi mi?"
Bana şu cevabı verdi: "Hayır! Resûlullah aleyhissalatu vesselam Allah'ın O'nu
peygamber olarak gönderdiği günden ölünceye kadar hiç beyaz ekmek görmedi." Ben
tekrar sordum: "Elekleriniz var mıydı?" "Hayır!, dedi, Aleyhissalatu
vesselam Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiği günden ölünceye kkadar
hiç elek görmemiştir." "Öyleyse, dedim, siz arpa ununu elemeden
nasıl yiyebiliyordunuz?" "Arpayı öğütüyorduk, sonra üflüyorduk,
üfrüğümüzün tesiriyle uçabilen (kepek) uçuyor geri kalan kısmına su katıp (hamur
yapıyor) ve yiyorduk" diye cevap verdi."
3841 Huzeyfe radıyallahu
anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında yemeğe
oturunca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam yemeye başlamadıkça, kesinlikle
elimizi yemeğe vurmazdık. Bir seferinde yine O'nunla yemeğe oturmuştuk. Derksen
bir cariye (küçük kız çocuğu) geldi, sanki arkasından bir iteni var gibi hemen
elini yemeğe soktu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam elinden tuttu. Arkadan bir
bedevi geldi, sanki onun da arkasından iten biri vardı, alelacele o da elini
yemeğe soktu. Aleyhissalatu vesselam onun da elinden tuttu. Ve şunu
söyledi: "Şeytan, üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyen yemeği kendine
helal addeder. Nitekim, sayesinde yemeğimizi kendine helal kılmak için bu
cariyeyi getirdi. Ben de elinden tuttum. Bunun üzerine şu bedeviyi getirip
onunla yemeği kendine helal kılmak istedi, ben onun da elinden tuttum. Nefsim
elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun şeytanın eli o ikisinin eliyle birlikte
avucumdadır." "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bunları söyledikten sonra
besmele çekip yemeye başladı."
3842 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden kim bir şey
yerse "Bismillah (Allah'ın adıyla)" desin. Bidayette söylemeyi unutmuşsa,
sonunda şöyle söylesin: "Bismillahi fi evvelihi ve ahirihi (başında da sonunda
da Bismillah)." Yine Hz. Aişe demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, ashabından altı kişi içerisinde yemek yiyordu. Derken bir bedevi
geldi. (Besmele çekmeksizin) iki lokmada yutuverdi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselam: "Eğer bu adam besmele çekseydi yemek hepinize yeterdi!
buyurdu."
3843 Vahşi İbnu Harb an ebihi an ceddihi Vahşi İbnu Harb
el-Habeşi anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın Ashabı dediler ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! biz yiyoruz, ancak bir türlü doymuyoruz (ne yapalım)?"
Bunun üzerine, Resûlullah: "Ayrı ayrı yemekte olmayasınız?" diye sordu. "Evet"
dediler. Resûlullah da: "Öyleyse yemeğinizde toplanın (bir sofra kurarak hep
beraber yiyin), yemeğe Allah'ın ismini zikrederek (Bismillahirrahmanirrahim
diyerek) başlayın. Böyle yaparsanız yemeğiniz, hakkınızda mübarek
kılınır."
3844 Ümmeyye İbnu Mahşiyy radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam otururken bir adam besmele çekmeden yemek
yiyordu. Yemeğini yemiş, geriye tek lokması kalmıştı. Onu ağzına kaldırırken:
"Bismillahi evvelehu ve ahirehu" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu
vesselam güldü ve: "Şeytan onunla birlikte yemeye devam etti. Ne
zaman ki Allah'ın ismini zikretti, karnındakileri hep kustu!"
buyurdu."
3845 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi evine döndüğü zaman içeri girerken
ve yemek yerken Allah'ın adını zikrederse, şeytan (avanelerine): "Size burada
gecelemek de yok akşam yemeği de yok!" der. Ama kişi, eve girerken Allah'ı
zikreder fakat akşam yemeğini yerken zikretmezse, şeytan (avenelerine): "Akşam
yemeğine kavuştunuz ama burada gecelemeniz mümkün değil!" der. Adam eve girerken
ve yemeğe başlarken "Bismillah!" diyerek Allah'ı zikretmezse, şeytan
(avanelerine): "Yemeğe de yetiştiniz, yatmaya da!" der."
3846 İbnu
Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizden kimse sakın sol eliyle yiyip içmesin. Çünkü şeytan soluyla yer
içer."
3847 Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında bir adam sol eliyle yemek
yemişti. "Sağınla ye!" ferman buyurdu.. Adam: "Yiyemiyorum!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Yiyemez ol! Onu böyle demeye
kibri sevketti!" buyurdular. Bundan sonra elini ağzına
kaldıramadı."
3848 Ömer İbnu Ebi Seleme radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın terbiyesinde bir çocuktum. Yemekte elim,
tabağın her tarafında dolaşıyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana ikazda
bulundu: "Evlat! Allah'ın ismini an, sağınla ye, önünden ye!" Bundan
sonra hep böyle yedim."
3849 Abdullah İbnu İkraş İbnu Züeyb
babasından naklediyor: "Kavmim Beni Mürre İbnu Abid, benimle mallarının
sadakasını Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gönderdi. Medine'ye gelince O'nu
aleyhissalatu vesselam Muhacir ve Ensar'ın arasında oturmuş buldum. Elimden
tutup beni Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın evine götürdü. Varınca: "Yiyecek bir
şey var mı?" diye sordu. Bize, içerisinde bolca serid ve (kuşbaşı) et parçaları
olan bir tepsi getirildi. Ondan yemek için yanaştık. Ben elimle kabın her
tarafını yokladım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam önünden yedi. (Bir ara) sol
eliyle sağ elimden tuttu ve: "Ey İkraş! bir yerden ye. Çünkü (kabın içindeki
yemek) tek bir yemektir. (Her taraf birdir)" buyurdu. Sonra bize, içerisinde
taze ve kuru çeşitli hurmalar bulunan bir tabak getirildi. Bu sefer önümden
yemeye balşadım. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın eli ise, tabağın her
tarafında dolaşıyordu. Bana da: "Ey İkraş! Dilediğin yerinden (alıp) ye. Çünkü
(tabağın içendekilerin hepsi) aynı çeşit değil" buyurdu. Sonra bize su
getirildi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam elini yıkadı elinin ıslaklığı ile
yüzünü kollarını ve başını meshette ve: "Ey İkraş! Bu, ateşte pişenden (yenince
alınması gereken) abdesttir" buyurdu."
3850 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bereket
yemeğin ortasına iner. Öyleyse kenarlardan yiyin, ortadan
yemeyin."
3851 Ebu Davud'daki rivayet şöyledir: "Sizden biri, bir
yemek yeyince yemek kabının üstünden yemesin, aşağısından yesin. Zira, bereket
üstünden iner."
3852 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam kişinin arkadaşlarından izin almadan iki
hurmayı birlikte yemesini yasaklamıştır."
3853 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Eti bıçakla kesmeyin. Çünkü bu, yabancıların işidir. Siz dişlerinizle kemirerek
yiyin. Çünkü bu, sıhhat ve afiyet için daha iyidir."
3854 Ebu
Cuhayfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ben dayanarak yemem."
3855 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı çömelir vaziyette durup hurma
yerken gördüm."
3856 Ebu Davud'da gelen diğer bir rivayette:
"Resûlullah'a bayat bir hurma getirilmişti. Kurtları çıkarmak için kontrol
etmeye başladı."
3857 İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz yemek yeyince,
yalamadıkça veya yalatmadıkça elini (mendile) silmesin."
3858 Hz.
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: " Resûlullah aleyhissalatu vesselam,
parmakların ve kapların yalanmasını emretti ve dedi ki: "Siz, bereketin,
yemeğinizin hangi (parça)sında olduğunu bilemezsiniz. Öyleyse birinizin lokması
düşecek olursa, onu alıp, bulaşan ezayı temizlesin, sakın şeytana terketmesin.
Parmaklarını yalamadıkça elini mendille de silmesin. Zira o, taamınnızın
hangisinde bereket bulunduğunu bilemez."
3859 Rezin, Hz. Enes
radıyallahu anh'tan yaptığı bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Zira yemek
kabı, kendisini yalayıp yıkayana istiğfarda bulunur ve: "Beni şeytandan
kurtardığın gibi, Allah da seni ateşten kurtarsın" der."
3860 Hz.
Selman radıyallahu anh anlatıyor: "Tevrat'ta okudum; "Yemeğin bereketi, yemekten
sonra (el ve ağzı) yıkamadadır" diyordu. Bunu Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a söyledim: "Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonraki
yıkamalardadır!" buyurdular."
3861 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şeytan muhakkak ki
hassastır, cidden pek hassastır. Kendinizi ondan sakındırın. Kim elinde et
kokusu olduğu halde geceler, sonra da kendisine bir fenalık ulaşırsa sakın ha
nefsinden başkasını suçlamasın."
3862 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir gün heladan çıkmıştı.
Hemen kendisine bir yemek takdim edildi. (O da kabul buyurdu. Ashabtan bazısı:)"
Size abdest suyu getirmeyelim mi?" dediler. Onlara: "Namaza kalkınca abdest
almakla emrolundum!" cevabını verdi.."
3863 Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kafir bir misafir
ağırlamıştı. Derhal onun için bir keçinin sağılmasını emretti. Keçi sağıldı.
Kafir sütünü içti. Sonra diğer bir keçinin daha sağılmasını emretti. (Adam
doymadı). Bu sûretle tam yedi keçinin sütünü içti. Adam yatıp, sabah
olunca müslüman oldu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir keçi sağılmasını
emretti. Sütünü adam içti, sonra ikinci bir başka keçi daha sağıldı. Fakat bunun
sütünü tamamen içemedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Mü'min
bir mideye içer, kafir ise yedi mideye içer" buyurdular."
3864 Ebu
Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: " Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İki kişinin yiyeceği üç kişiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de
dört kişiye yeter."
3865 Müslim ve Tirmizi'de gelen bir diğer
rivayet Cabir'den olup şöyledir: "İki kişilik yiyecek dört kişiye de yeter, dört
kişilik yemek sekiz kişiye de yeter."
3866 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "(Bir zat) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında
öğürmüştü, ona: "Öğürtünü bizden uzak tut. Zira, dünyada insanların
en çok doymuş olanları, Kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır"
buyurdular."
3867 Mikdam İbnu Ma'dikerb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ademoğlu, mideden daha şerli
bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir.
Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma işini) yapacaksa bari onu
üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine
(tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın)."
3868 Hz.
Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Bir avuç çürük hurma ile de olsa akşam yemeği yeyin. Zira akşam yemeğinin
terki ihtiyarlık sebebidir."
3869 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hiçbir vakit herhangi bir yemeğe
laf etmedi, iştah duyduğu bir yemekse yerdi, hoşuna gitmeyen bir yemekse
terkederdi. (yemezdi)."
3870 Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizden birinizin
(yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında
hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla
korunur."
3871 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam cüzzamlı bir kimsenin elinden tuttu ve kendisiyle
birlikte elini tabağa koydu, sonra da: "Allah'a güvenerek ve O'na
tevekkül ederek ye!" buyurdu." Rezin şunu ilave etti: "Bunu Ebu Bekr ve
Ömer radıyallahu anhüma da yaptılar ve aynı şeyleri
söylediler."
3872 Şerid İbnu Süveyd radıyallahu anh anlatıyor:
"Sakif hey'eti arasında bir de cüzzamlı vardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
ona bir haber göndererek: "Biz seninle bey'atımızı yaptık, sen hemen
geri dön!" buyurdular."
3873 Ebu Hüreyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam kendisine, ilk çıkan turfanda
meyve getirildi de, o zaman şöyle dua ederdi: " Allah'ım Medine'mizi bizim için
mübarek kıl, meyvelerimizi, müdd'ümüzü, sa'mızı mübarek kıl, bereketlerini kat
kat artır." Bu duadan sonra, getirilen meyveyi orada hazır bulunan
çocukların en küçüğüne verirdi."
3874 Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Ashab bir koyun kesmişti. Bu sırada bir dilenci geldi. Etten bir
miktar verdiler. Derken başka gelenler oldu, onlara da verdiler. Geriye yine de
et kaldı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam sordu: "Koyundan geri ne kaldı?"
"Sadece omuzu kaldı!" dediler. Aleyhissalatu vesselam ise: "Omuzu hariç geri
tarafı kaldı!" buyurdular."
3875 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Halid İbnu'l-Velid radıyallahu anh'ın bana bildirdiğine göre, Halid,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte, Resûlullah'ın zevceleri Meymûne
radıyallahu anha'nın yanına girerler. -Meymuna hem onun ve hem de İbnu Abbas'ın
teyzeleri idi. Meymûne'nin yanında kızartılmış bir keler görürler. Bunu,
Necid'den, kız kardeşi Hufeyde Bintu'l-Haris getirmişti. Meymûne radıyallahu
anha keleri Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın önüne sürdü. Önüne bir yemek
çıkarılıp da ondan bahsedilmeyip ve isminin de zikredilmediği durum nadirdi.
(Resûlullah aleyhissalatu vesselam kelere elini uzatmıştı ki.) orada hazır
bulunan kadınlardan biri: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
takdim ettiğiniz şeyden haber verin, ne olduğunu söyleyin!" dedi. Bunun
üzerine: "O kelerdir!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (uzatmış
olduğu) elini derhal geri çekti. Halid radıyallahu anh: "Bu haram
mıdır, ey Allah'ın Resulü?" dedi. Resûlullah: "Hayır, ancak o benim
kavmimin diyarında bulunmuyor. Bu sebeple (onu yemeye alışkın değilim), içimde
tiksinme hissediyorum!" buyurdular. Halid radıyallahu anh der ki: "Ben keleri
(önüme) çekip yedim. Resulullah bakıyor fakat beni
yasaklamıyordu."
3876 Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
bedevi Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ben keleri bol
olan bir bölgede yaşıyorum. Keler ailemin yiyeceğinin ekseriyetini teşkil ediyor
(bunun bir mahzuru var mı; ne buyurursunuz?" diye sordu. Ama Resûlullah cevap
vermedi. Biz: "Tekrar sor!" dedik. O tekrar sordu. Resulullah cevap vermedi.
Adam üçüncü sefer sordu. Üçüncüde Resulullah adama seslenip yanına çağırdı
ve: "Ey bedevi! dedi, Allah, Beni İsrail'den bir boya la'net etti
veya gadab etti. (Ceza olarak) onları yeryüzünde yürüyen hayvanlar haline
çevirdi. Bilemem, ola ki bu, o lanete uğrayan meshe uğrayan kimselerdendir. Bu
sebeple ondan ne yerim ne de yiyenleri men ederim!"
3877 Halid
İbnu'l-Huveyris radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam bir tavşan avladı ve
Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelip: "Ne dersiniz (bunun eti yenir
mi?) diye sordu. Abdullah: "Tavşan Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a da (böyle
avlanıp) getirilmişti. Ben de o sırada yanında oturuyordum. Ondan ne yedi ne de
onun yenmesini yasakladı, tavşanın hayız gördüğüne inanıyordu"
dedi."
3878 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Yürüdük ve
Merri'z-Zahran'dan bir tavşan kaldırdık. Arkadaşlarımız peşinden koştular ve
(sonunda yakalamaktan) aciz kaldılar. Bu sefer ben koştum, yetiştim ve
yakaladım. Onu (babalığım) Ebu Talha radıyallahu anh'a getirdim. O, tavşanı
keskin bir taşla kesti. Budunu benimle Resûlullah'a gönderdi. Resûlullah onu
yedi." Enes'e: "Yedi mi, (gördün mü yediğini?)" diye sorulmuştu.
Yani kabul etti" dedi."
3879 Abdurrahman İbnu Ebi Ammar
rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir radıyallahu anh'a: "Sırtlan av mıdır?" diye
sordum. "Evet!" dedi. Ben tekrar: "Etini yiyeyim mi?" dedim. "Evet!"
dedi. "Bu cevap Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan mıdır?"
dedim." "Evet!" dedi.."
3880 Ebu Davud'un rivayetinde şöyle
gelmiştir: "Hz. Cabir radıyallahu anh der ki: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a sırtlandan sordum. Bana: "O, av (hayvanı)dır, ihramlı
avlanacak olursa koç da aynı hükme dahil edilir."
3881 Huzeyme İbn
Cez'i radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sırtlan
hakkında (eti helal mi?)" diye sordum. "Sırtlanı yiyen biri de var
mı?" dedi. Bunun üzerine kurdun etinin yenmesini sordum. "Kendisinde
hayır olup da kurdu yiyen biri var mı?" diye cevap
verdi."
3882 Nemletü'l-Ensari anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'ya kirpiden sorulmuştu. (Cevaben) şu ayeti okudu. (Mealen):
"(Ey Muhammed) de ki: "Bana vahyolunandan leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki
pistir- ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını
yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan, başkasının
payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.
Doğrusu Rabbim bağşlar ve merhamet eder" (En'am 146). Ancak, yanında
bulunan bir yaşlı dedi ki: "Ben Ebu Hüreyre radıyallahu anh'ı dinledim, demişti
ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında kirpinin zikri
geçmişti: "O habislerden bir habistir (eti) yenmez"
buyurdular." Bunun üzerine İbnu Ömer radıyallahu anhüma: "Eğer bunu
Resûlullah aleyhissalatu vesselam söyledi ise, bu (kirpinin hükmü), biz bilmesek
de O'nun dediği gibidir" dedi."
3883 Sefine radıyallahu anh
anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte toy (denen
kuş)un etini yedim."
3884 İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraber (altı veya yedi sefer)
gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Aleyhissalatu vesselam'la birlikte çekirge
yedik."
3885 Selman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a çekirgeden sorulmuştu: "Onlar, Allah'ın en
kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım"
buyurdular."
3886 Rezin rahimehullah Hz. Cabir radıyallahu anh'tan
naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam çekirgelere beddua etti ve dedi
ki: "Allah'ım! Çekirgeleri helak et, büyüklerini öldür, küçüklerini
helak et, nesillerini kes, ağızlarını geçimliğimiz ve rızkımızdan (uzak) tut.
Sen duaları işitensin." (Orada bulunan) bir adam: "Ey
Allah'ın Resûlü! Çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz, onlar ki Allah'ın
ordularından bir ordudur" dedi. Aleyhissalatu vesselam da cevaben:
"Çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır"
buyurdular."
3887 Esma Bintu Ebi bekr radıyallahu anhüma
anlatıyor: "biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam zamanında bir at kestik. O
zaman Medine'de idik. Hepimiz onu yedik."
3888 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam pislik yiyen
(cellale) deveye binmekten ve sütünü içmekten men etti."
3889 İbnu
Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
öldürülmek için hedef ittihaz edilmiş (ve mücesseme denilen) hayvanın
yenilmesini, pislik yiyen (ve cellale denen) hayvanın yenilmesini, sütünün
içilmesini ve su tuluğunun ağzından su içilmesini
yasakladı."
3890 Zehdem İbnu Mudrib anlatıyor: "Ebu Musa
radıyallahu anh'a bir tavuk getirilmişti. Cemaatten birisi ayrıldı. (Ebu Musa):
"Neyin var?" diye sordu. Adam: "Ben onu (pis bir şeyler yerken)
gördüm ve tiksindim ve yememeye yemin ettim" cevabını verdi. Bunun üzerine Ebu
Musa: "Yanaş ve ye! Zira ben, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı
(cellale'yi) yerken gördüm" dedi ve adama, yemini için kefarette bulunmasını
emretti."
3891 Hilkam İbnu Telib rahimehullah babasından
naklediyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la arkadaşlık yaptım,
yeryüzündeki haşerelerden herhangi birini haram ettiğini hiç
işitmedim."
3892 Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir
adam beraberinde ailesi ve çocukları olduğu halde Harra'ya indi. Bir adam: "Bir
devem kayboldu, onu bulacak olursan yakalayıver" dedi. adam onu buldu ama
sahibini bulamadı. Deve hastalandı. Adamın karısı: "Onu kes (de mundar ölmesin)"
dedi. Ama erkek kabul etmedi. Deve öldü. Kadın bu sefer: "Derisini soy da etini,
yağını kadid yapalım (güneşte kurutalım) ve yiyelim" dedi. Adam:
"Hele, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir soralım (da söylediklerini sonra
yapalım!)" dedi. Ona gelip sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Seni
ondan müstağni kılacak bir zenginliğin var mı?" diye sordu. Adam: "Hayır! yok"
dedi. Resulullah da: "Öyleyse onu yiyin" buyurdu. Ravi der ki:
"Sonra devenin sahibi geldi. Durum kendisine anlatıldı. "Deveyi
kesmedin mi?" dedi. Adam: "Senden utandım!" cevabında
bulundu."
3893 El-Fucey' el-Amiri radıyallahu anh
anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, meyteden bize helal olan
(miktar) nedir?" "Yiyeceğiniz ne (miktarda)dır" diye sordu. Biz:
"Akşam ve sabah yiyoruz" diye cevap verdik." Ebu Nuaym Mevla Ukbe
der ki: "Ukbe bana bu ifadeyi açıkladı: "Bir bardak sabahleyin, bir bardak da
akşam vakti demektir." Dedi ki: "Durum bu, babamın hayatına yemin olsun bu
yetmez!" Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam mezhur durumda meyteyi yemelerine
ruhsat tanıdı."
3894 Eslem Mevla Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu
anh anlatıyor: "Hz. Ömer'e: "Binekler arasında kör bir deve var!" dedim. Bana:
"Onu bir aileye ver, ondan istifade etsinler" dedi. ben "O kör olduğu halde
(ondan istifade mi olur)?" dedim. "Onu deve sürüsüne katsınlar (otlamaya
sürsünler)" dedi. Ben: "İyi ama arazide nasıl yayılacak?" dedim. "Bu hayvan
cizye devesi mi sadaka devesi mi?" diye sordu. Ben, "cizye devesi!" deyince:
"Vallahi siz bunu yemek istiyorsunuz" dedi. Ben de: "Üzerinde cizye devesi mührü
var?" dedim. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh devenin kesilmesini emretti ve
kesildi. Hz. Ömer'in yanında dokuz adet tabak vardı. Meyve, çerez her ne olsa
ondan bu tabaklara koyup Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın zevcelerine
gönderirdi. Bu gönderdiklerinin en sonuncusu, kızı Hafsa'ya gönderdiği olurdu.
Eğer bunda eksiklik olursa, kendi hissesinden tamamlardı. İşte bu
devenin etinden de o tabaklara koydu ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
zevcelerine gönderdi. Bu devenin etinden arta kalanın yemek yapılmasını emretti.
Sonra Muhacir ve Ensar'ı ondan yemeye davet etti."
3895 Hz. Ömer
radıyallahu anh anlatıyor: "Etten sakının. Çünkü onun hamr (içki) gibi
tiryakiliği var. Ayrıca Allah, eti çok yiyen aile halkına
buğzeder."
3896 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Ben çarşıdan
et almış hamala vermiş eve dönüyordum. Hz. Ömer radıyallahu anh yolda bana
yetişip: "Bu da ne?" diye sordu. "Canımız et çekmişti, gidip bir
dirhemlik et satın aldım" dedim. Bunun üzerine: "Canın bir şey çektikçe gidip
ondan alıyor musun? Herkese, israf olarak, canının her istediğini yemesi yeter!"
diye çıkıştı."
3897 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim sarımsak veya soğan yerse
bizden uzak dursun -veya mescidimizden uzak dursun- evinde otursun."
Bazan Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a içerisinde yeşil sebzeler bulunan
tencere getirilirdi de onda koku bulur ve (ne olduğunu) sorardı. Kendisine sebze
nev'inden ne olduğu haber verilince, tencereyi, beraberindeki arkadışlarından
birini göstererek ona vermelerini söylerdi. Aleyhissalatu vesselam, onun
yemekten çekindiğini görünce: "Sen bana bakma, ye! Zira ben senin
gibi değilim, senin konuşmadığın (meleklerle) konuşuyorum"
derdi."
3898 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz çiğ olarak
sarımsak yemekten yasaklandık."
3899 Ebu Ziyad Hıyar İbnu Seleme
anlatıyor: " Hz. Aişe radıyallahu anha'ya soğan hususunda sordum. Şu cevabı
verdi: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın en son yediği yemekte soğan
vardı."
3900 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kimse kardeşinin hayvanını, iznini
almadan sağmasın. Sizden kim, odasına başkalarının girip hazinelerini
kırmasından, yiyeceklerini saçıp dağıtmasından hoşlanır? Tıpkı bunun gibi,
hayvanlarının memeleri de onlar için yiyeceklerinin hazineleri durumundadır.
Öyleyse kimse izin almadan başkasının hayvanını
sağmasın."
3901 Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz bir sürüye
uğradığınızda, sahibi başında ise izin alsın, izin verirse süt sağıp içsin,
sahibi orada yoksa, üç sefer seslensin, cevap verirse izin istesin, cevap
vermezse sağsın ve içsin."
3902 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim bir bahçeye
girerse (meyvesinden) yesin. Ancak beraberinde
götürmesin."
3903 Rafi İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Ben
(küçükken) Ensar'ın hurmalarını taşlıyordum. Beni yakalayıp Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'a götürdüler. "Ey Rafi' niye başkasının
hurmalarını taşlıyorsun?" dedi. "Açlık sebebiyle ey Allah'ın
Resûlü!" dedim. "Taşlama, kendiliğinden (dibine) düşeni ye!" (deyip)
başımı okşadı ve: "Allah seni (hurmaya) doyursun ve suya kandırsın!"
buyurdu."
3904 Abbad İbnu Şurahbil anlatıyor: "Kıtlığa uğradım.
Bunun üzerine Medine bahçelerinden birine girdim. Başak ovup hem yedim hem de
torbama aldım. Derken sahibi gelip beni yakaladı, dövdü, torbamı elimden aldı ve
beni Resûlullah'a getirdi. Durumu ona anlattı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam
mal sahibine: "Cahilken öğretmedin, açken de doyurmadın!" dedi. Sonra emri
üzerine, torbamı saldı. (Sonra Resûlullah) bana bir veya yarım sa' miktarında
yiyecek verdi."
3905 Ebu Sa'lebe el-Huşeni radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam vahşi hayvanlardan kesici diş
(köpek dişi) taşıyanların hepsini yasakladı." Müslim, Ebu Davud ve
Nesai, İbnu Abbas'tan gelen bir rivayette şu ziyadeyi kaydederler: "Her bir
pençe sahibi kuşu da..."
3906 İbnu Abbas radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Cahiliye halkı, bir çok şeyi (helal addedip) yiyor, birçoğunu da pis
addederek yemiyordu. Allah Teala hazretleri Resûlünü gönderdi, kitabını indirdi,
helalini helal, haramını da haram kıldı. Helal kıldığı helaldir, haram kıldığı
da haramdır, sükut buyurduğu da aff (edilmiş)dir." İbnu Abbas, sonra
şu ayet-i kerimeyi okudu: "(Ey Muhammad!) De ki: "Bana vahyolunanda,
leş, akıatılmış kan, domuz eti, -ki pistir- ve günah işlenerek Allah'tan başkası
adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir
bulamıyorum. Fakat darda kalan, -başkasının payına el uzatmamak ve zaruret
miktarını aşmamak üzere-bunlardan da yiyebilir. Doğrusu Rabbin bağışlar ve
merhamet eder" (En'am 145)
3907 Kabisa İbnu Hülb babası
radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adamın
şöyle sorduğunu işittim: "Bazı yiyecekler var, onları yemekte zorluk çekiyor,
(günah mıdır diye korkuyorum)?" Resûlullah aleyhissalatu vesselam da
cevaben: "İçinde hiç bir şey sıkıntı olmasın, aksi halde hristiyanlara
benzersin."
3908 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Vahşilerden, kesici dişi olan
her bir hayvanın yenmesi haramdır."
3909 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde şöyle gelmiştir: "...vahşilerden kesici dişi olan her bir hayvanın,
ve pençesi olan her bir kuşun yenmesini yasakladı."
3910 Halid
İbnu'l-Velid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, at,
katır ve eşek etini yemeyi yasakladı."
3911 Ebu Davud'un bir diğer
rivayetinde şöyle denir: "Hayber fethi sırasında gazvede, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam ile birlikte ben de vardım. Bir grup yahudi,
Aleyhissalatu vesselam'a gelerek, askerlerin ahırlarına hücum ederek (mallarını
yağmalamalarından) şikayet ettiler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bunun
üzerine (müslümanlara yönelerek): "(Olamaz!) anlaşma yapılan kimselerin malı
onların izni olmadan helal değildir. Ayrıca size ehli eşekler, onların atları,
katırları, vahşi hayvanlardan herbir kesici dişi olan, kuşlardan da herbir
pençeleri olan haramdır!" buyurdular."
3912 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ailesine katık sormuştu.
"Yanımızda sirkeden başka bir şey yok!" dediler. Aleyhissalatu vesselam onu
istedi ve gelince yemeye başladı. Hem yiyor, hem de: "Sirke ne iyi katık! Sirke
ne iyi katır! Sirke ne iyi katık!" diyordu."
3913 Hz. Ömer ve Ebu
Esid radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Zeytinyağını yeyin ve onunla yağlanın. Zira o, mübarek bir
ağaçtandır."
3914 Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir terzi,
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı onun adına hazırladığı bir yemeğe davet
etti. Beraberinde ben de gittim. (Ev sahibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde
kabak bulunan bir çorba ve kadid (kurutulmuş et) getirdi. Ben, Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'ın tabağın etrafından kabağı araştırdığını gördüm. O
günden beri kabağı sevmeye devam ediyorum."
3915 İbnu Ömer
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Tebük'te Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
hrıstiyanların yaptığı peynir (kalıbı) getirilmişti. Bir bıçak istedi. Besmele
çekip kesti ve yedi."
3916 Yusuf İbnu Abdillah İbni Selam
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bir miktar
arpa (ekmeği) aldı. Üzerine bir hurma koydu ve: "Bu şuna katıktır!"
buyurdu."
3917 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam kavunu taze hurma ile yer ve: "Bunun hararetini şunun
serinliğiyle, şunun serinliğini de bunun hararetiyle kırıyoruz!"
buyurdu."
3918 Sahiheyn ve Ebu Davud'da, Abdullah İbnu Ca'fer
radıyallahu anhüma'nın şöyle dediği gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'ı salatalıkla birlikte taze hurma yerken
gördüm."
3919 Ebu Davud, Hz. Aişe radıyallahu anha'dan şunu
kaydeder: "Annem, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la evleneceğim zaman beni
şişmanlatmak istedi. Ancak bana hurma ile birlikte salatalık yedirinceye kadar
arzu ettiği diğer şeylerden (ilaçlardan) hiçbirine icabet edemedim. O ikisinden
(muntazaman yemeye devam edince) güzel bir şişmanlık
kazandım."
3920 Büsr es-Sülemi'nin iki oğlu radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yanımıza girdi. Biz kendilerine
tereyağı ve hurma ikram ettik. Aleyhissalatu vesselam yağla hurmayı
severdi."
3921 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam helva ve balı severdi."
3922 İbnu Abbas
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın en çok
sevdiği yiyecek ekmekten yapılan tirid ve hays'dan yapılan tirid
idi."
3923 Abdullah el-Müzeni radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz et satın alınca
suyunu biraz fazla kılsın. (Yemek sırasında) yiyenlerin çokluğu sebebiyle ete
rastlamayıp suya rastlasa (bu ona yeterlidir), zira su da, iki etten biri
olmuştur."
3924 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir et parçası getirilmişti. Kendisine bunun
bud kısmı sunuldu. Aleyhissalatu vesselam budu severdi. Bu bud gelince hemen
ondan ısırarak yedi."
3925 İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:
"Koyunun ön budu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın hoşuna giderdi. (Bir
defasında) ön buda zehir konuldu. Bu zehiri yahudilerin koyduğu
görüşündeydi."
3926 Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Biz
cuma günü olunca sevinirdik. Çünkü bizim yaşlı bir kadın akrabamız vardı. Pazı
kökü bulur, tencereye koyar, üzerine de arpa öğütüp ilavede bulunurdu. Vallahi,
bunun içinde ne kuyruk yağı ne de iç yağı olurdu. Cuma namazını kıldık mı,
mescidden ayrılır, o ihtiyar kadına selam verip hanesine girerdik. O da mezkur
yemeği önümüze koyardı. İşte bu sebeple biz cuma olunca
sevinirdik."
3927 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam'la birlikte Merri'z-Zahran'da erak ağacının kebas denilen
meyvesinden topladığımızı hatırlıyorum. Resûlullah aleyhissalatu vesselam o
zaman bize: "Siyahlarını toplayın, onlar daha iyidir!" tavsiyesinde bulunmuştu.
Ben kendilerinden "Siz koyun da güttünüz mü?" diye sordum. "Hiç koyun gütmeyen
peygamber var mı?" cevabında bulundu."
6917 İbnu Ömer radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Selamı
yaygınlaştırın, yemek yedirin, Allah Teala hazretlerinin size emrettiği şekilde
kardeşler olun!"
6918 Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Muhakkak ki bir
kişilik yemek iki kişiye yeter, iki kişilik yemek de üç ve dört kişiye yeter.
Dört kişilik yemek de beş-altı kişiye yeter."
6919 Enes İbnu Malik
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim, evinin hayır ve bereketini Allah Teala hazretlerinin artırmasını
diliyorsa, yemeğe otururken ve yemekten kalkarken ellerini
yıkasın."
6920 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam heladan çıkmışlardı. Bu esnada bir yemek
getirildi. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Size abdest suyu getirmeyeyim mi?"
dedi. Efendimiz: "Namaz mı kılacağım ki, (şimdilik gerek yok)"
buyurdular."
6921 Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir koyun (parçası) hediye etmiştim.
Aleyhissalatu vesselam onu yemek üzere, dizlerinin üzerine oturdu. Bir bedevi:
"Bu ne biçim oturuştur?"dedi. Resûlullah: "Allah beni mütevazi bir kul olarak
yarattı, kibirli, kasılan biri yapmadı" diye cevap
verdi."
6922 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam (bir defasında) Ashabından altı kişiyle beraber yemek
yiyordu. Bir bedevi gelerek (hazır) yemeği iki lokmada ye(yip bitir)di.
Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Eğer bu (müsafir) "Bismillah" deseydi,
(yemek) hepinize yeterdi. Öyleyse biriniz yemek yediği vakit "Bismillah" desin:
Yemeğin başında "Bismillah" demeyi unutacak olursa, (hatırlayınca) "Bismillahi
fi evvelihi ve ahirihi (başında da sonunda da bismillah)" desin!"
buyurdular."
6923 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Herbiriniz sağ eliyle yesin, sağ eliyle
içsin, sağ eliyle alsın, sağ eliyle versin. Zira şeytan sol eliyle yer, sol
eliyle içer, sol eliyle verir, sol eliyle alır"
buyurdular."
6924 İlbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sofra konulunca, herkes kendi
önünden yesin, sofra arkadaşının önünden almasın."
6925 Vasile
İbnu'l-Eska el-Leysi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, tirit (tabağın)ın ortasına elini koyup: "Bismillah diyerek etrafından
(kendinize yakın yerinden) yiyin, orta kısmını bırakın. Zira yemeğe bereket
ortasından gelir" buyurdular."
6926 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Birinize,
hizmetçisi, (hazırlamak için) zahmetini ve hararetini çektiği bir yemek
getirdiği vakit, onu da çağırsın ve kendisiyle beraber o da yesin. Eğer bunu
yapmazsa, hiç olsun bir lokma alıp eline koysun."
6927 Hz. Aişe
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam sofra
kaldırılıncaya kadar yemeğin başından kalkılmasını
yasakladı."
6928 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sofra kuruldumu, hiç kimse
sofra toplanıncaya kadar yemekten kalkmasın. Doysa bile, herkes bırakmadan,
yemekten elini çekmesin, yemeye devam etsin. Zira kişi (erken çekilirse)
arkadaşını mahçup eder, o da bırakır. Halbuki arkadaşının daha yemeye ihtiyacı
vardır."
6929 Esma Bintu Yezid radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir yemek getirilmişti. Bize de teklif
edildi. "İştihamız yok" dedik. Aleyhissalatu vesselam: "Açlıkla yalanı
birleştirmeyiniz" buyurdular."
6930 Abdullah İbnu'I-Haris İbnu Cez
ez-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
zamanında mescidde ekmek ve et yerdik."
6931 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Annem Ümmü Süleym Resulullah aleyhissalatu vesselam'a benimle
bir sepet taze hurma gönderdi ama evinde bulamadım. Bana bir azadlısının kendisi
için hazırladığı bir yemeğe çağrıldığını, oraya gittiğini söylediler. Yanına ben
de gittim. Yemeğini yemekte idi. Aleyhissalatu vesselam kendisiyle beraber yemem
için beni de çağırdı." Enes devamla der ki: "(Ev sahibi) etli ve
kabaklı bir tirid hazırlamıştı. Meğer Aleyhissalatu vesselam kabağı severmiş.
Ben (bunu görünce) kabağı toplayıp Aleyhissalatu vesselam'ın önüne yakın
bırakmaya başladım. Yemeği yediğimiz zaman Aleyhissalatu vesselam evine döndü.
(Ben de hurma) sepetini önüne sürdüm. Resûlullah hurmayı yemeye ve taksim etmeye
başladı, sepetteki hurmayı böylece bitirdi."
6932 Cabir (İbnu
Tarik) radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın evinde
huzurlarına çıktım. Yanında şu kabak vardı. "Bu nedir?"diye sordum. "Bu
kabaktır, biz bununla yemeğimizi artırıyoruz"
buyurdular."
6933 Ebu'd Derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dünya ve cennet ehlinin
yemeklerinin efendisi ettir."
6934 Ebu'd-Derda radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam davet edildiği her yemeğe mutlaka
icabet etti. Bir et hediye getirildiği zaman da mutlaka kabul
buyurdu."
6935 Abdullah İbnu Cafer radıyallahu anh, İbnu'z-Zübeyr
ve bir grup için boğazladığı bir deveyi ikram ettiği sırada İbnu'z-Zübeyr'e
rivayet ettiğine göre: "Bir defasında ashab Aleyhissalatu vesselam'a etyemeği
sunarlarken kendisi Efendimizden şöyle söylediğini işitmiştir: "Etin en güzeli
(hayvanın) sırt etidir."
6936 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın önünden kebap artığı hiç
kaldırılmadı ve beraberinde tüylü yaygı
taşınılmadı."
6937 Abdullah İbnu'l-Haris İbnu'l-Cez'ez-Zübeydi
radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) biz, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la
birlikte mescidde kızartılmış bir parça et yedik. Sonra ellerimizi çakıllarla
silip abdest almadan namaza durduk."
6938 Ebu Mes'ud radıyallahu
anh anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam gelmişti.
(Bir müddet) Efendimizle konuştu. Bu sırada adamcağız (duyduğu korkudan)
omuzları titremeye başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam adama: "Sakin
ol! Ben bir kral değilim, ben kadid (güneşte kurutulmuş et) yiyen bir kadının
oğluyum" buyurdular."
6939 Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam: "Katığınızın efendisi tuzdur"
buyurdular.
6940 Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Zeytinyağını yiyin ve onu
(bedeninize) sürünün. Çünkü o, mübarektir."
6941 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kendisine süt
sunulduğu vakit: "(Süt) bir berekettir" veya "(Süt) iki berekettir"
derdi."
6942 Ubeydullah İbnu Ali İbni Ebi Rafi'in nenesi -ve Ebu
Rafi'in karısı- Selma radıyallahu radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İçerisinde kuru hurma olmayan bir ev,
içerisinde yiyecek maddesi olmayan bir ev gibidir."
6943 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Yaş hurmayı kuru hurmayla birlikte yiyin. Eski hurmayı yeni hurmayla beraber
yiyin. Zira şeytan (böyle yapmanıza) kızar ve: "Ademoğlu, eskiyi yeni ile
beraber yiyecek kadar (hayatta) kaldı" der."
6944 Hz. Ebu Bekr'in
azadlısı Sa'd radıyallahu anhüma ki bu Sa'd "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
hizmet ediyordu ve Aleyhissalatu vesseIam onun hizmetini beğeniyordu- anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam hurma yerken (açgözlülükle) ikran yapmayı
(ikişer ikişer yemeyi) yasakladı."
6945 Ebu Hazım anlatıyor: "Ben
Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh'a: "Sen has undan yapılmış beyaz ekmek gördün
mü?" diye sormuştum. Sehl: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vefat edinceye
kadar, beyaz ekmek görmedim" dedi. Ben tekrar: "Resûlullah zamanında ashabın
eleği var mıydı?" dedim. "Aleyhissalatu vesselam vefat edinceye kadar elek
görmedim" dedi. "Öyleyse elenmemiş arpa ekmeğini nasıl yiyordunuz?" dedim. "Biz
onu üflerdik, içindeki kepekten uçan uçardı. Kalan (kepek)leri de su ile
yumuşatıp yoğururduk" cevabını verdi."
6946 Ümmi Eymen radıyallahu
anha'nın anlattığına göre: "Kendisi bir unu eleyip ondan Aleyhissalatu vesselam
için ekmek yapmıştır. Resûlullah: "Bu nedir?" diye sormuş, o da: "Bu bizim
diyarda yaptığımız bir yiyecektir. Ben ondan sizin için bir ekmek yapmak arzu
ettim" demiştir. Aleyhissalatu vesselam da: "Şu eleyip ayırdığın kepeği, öbürüne
(un kısmına) geri kat, sonra yoğur (ve ekmek yap)"
buyurmuştur."
6947 Ata anlatıyor: "Ebu Hureyre radıyallahu anh
(bir ara) kavmini ziyaret etmişti. -Ravi der ki: "Köyü de zannedersem Yuna idi-
Köylüler kendisine evvelkilerin yufka ekmeğinden bir yufka getirmişlerdi. Ebu
Hureyre ekmeği görünce ağladı ve "Resûlullah aleyhissalatu vesselam şu (lüks)
ekmeği gözleriyle hiç görmedi" dedi."
6948 İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: "Falüzeci ilk işitmem şöyle oldu: "Cebrail aleyhisselam
Resûlullah'a gelip: "Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol
akacak. Öylesine akacak kifalüzec bile yiyecekler" dedi. Bunun zerine
Aleyhissalatu vesselam: "Falüzec nedir?" diye sormuş, Cebrail aleyhisselam: "Yağ
ve balı karıştırıp yapılan helva" diye açıklamıştır. Resûlullah bu haber
karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştır."
6949 Hz. Enes radıyallahu
anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yün (elbise) giydi, yamalı
papuç giydi." Enes şunu da ilave etti: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'beşi
' yemeği yedi ve sert elbise giydi." (Enes'in ravisi) Hasen'e
soruldu: "Beşi' dediğin yemek nedir?" O şu cevabı verdi: "Arpanın iri
öğütülmüşüdür, ağızdaki lokmayı kişi, ancak bir yudum su ile
yutabilirdi."
6950 Atiyye İbnu Amir el-Cüheni radıyallahu anh
anlatıyor: "Selman radıyallahu anh, yemek yerken, biraz daha yemesi için ısrar
edilince şöyle demişti: "(Yediğim miktar) bana yeter. Zira ben Aleyhissalatu
vesselam'ı işittim. Buyurmuşlardı ki: "Dünyada insanların doyasıya en çok
yiyeni, Kıyamet günü açlığı en uzun olacaktır."
6951 Hz. Enes
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Her iştiha duyduğunu yemen israftandır."
6952 Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hücreme
girmişlerdi. Atılmış bir ekmek parçası gördüler. Hemen onu alıp silerek yediler
ve: "Ey Aişe! Kerim olana ikram et! (Yani kıymetli olan ekmeğe hürmet et!) Zira
şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir"
buyurdular."
6953 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allahım, açlıktan sana
sığınırım. Çünkü o, en kötü yatak arkadaşıdır. Hıyanetten de sana sığınırım.
Çünkü o, çok kötü iç duygusudur."
6954 Hz. Cabir radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Akşam yemeğini
bırakmayın, bir avuç hurma ile de olsa akşamı yiyin. Çünkü akşamın terki insana
(erken) ihtiyarlık getirir."
6955 Hz. Enes radıyallahu anh
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hayır, misafir
ağırlanan eve, bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı
ulaşır."
6956 İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hayır, içerisinde yemek yenen eve,
bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır."
6957 Hz.
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Adamın misafirini kapıya kadar uğurlaması
sünnettendir."
6958 İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babam
Ömer yanıma girmişti. Ben o sırada sofradaydım. Sofranın başında kendisine yer
açtık. (Babam oturdu ve:) "Bismillah" dedi. Sonra elini yemeğe vurup bir lokma
aldı. Sonra bir lokma daha alarak ikiledi. Sonra da: "Ben bu yemekte bir yağ
tadı aldım. Bu, etin yağının tadı değildir" dedi. Ben: "Ey mü'minlerin emiri!
Ben semiz et almak için çarşıya çıkmıştım. Pek pahalı buldum. Bunun üzerine, bir
dirhemlik zayıf et aldım. Ona bir dirhemlik de yağ ilave ettim. Böylece bütün
aile fertlerinin kemiklerden faydalanmasını arzu ettim" dedim. (Babam) Ömer dedi
ki: "Bu iki şey, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sofrasında asla biraraya
gelmediler. Efendimiz birini yediyse diğerini tasadduk etti." Ben:
"AI! ey mü'minlerin emiri. Ben bir kere yapmış bulundum. Bundan böyle bu iki şey
benim soframda da asla beraber bulunmayacak!" dedim. Babam yine de: "Hayır! Ben
bunu yapamam!" dedi (ve yemedi)."
6959 Ukbe İbnu Amir el-Cüheni
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam ashabına: "Soğan
yemeyin!" dedi. Arkadan gizli (yani alçak sesli) bir kelime ile "çiğ"
demiştir."
6960 Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a Taiften üzüm hediye gelmişti. Beni çağırıp:
"Şu salkımı al anana götür!" dedi. Aldım, ama anneme ulaştırmazdan önce yiyip
bitirdim. Birkaç gece sonra karşılaşmıştık. Bana: "Salkımı ne yaptın, annene
götürdün mü?" dedi. "Hayır!" dedim. Bunun üzerine beni Guder (vefasız) diye
tesmiye buyurdu."
6961 Talha radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girmiştim. Elinde ayva vardı. Bana:
"Ey Talha! Şunu al, (ye)! Çünkü bu, kalbe rahatlık verir"
buyurdular."
[TOP]
YOLCULUK
Kimlik alan
2149 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sehavet sahibi
Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır.
Cimri ise AIlahtan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme
yakındır. Cahil sehavet sahibini AIIah, cimri ibadet düşkününden daha çok
sever."
2150 Yine Ebu Hüreyre hazretleri (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir hadis-i kudside, Allah Teala
hazretlerinin şöyle söylediğini haber verdi: "Sen infak et, ben de sana infak
edeyim." Efendimiz devamla dedi ki: "Allah'ın eli (yedullah) doludur. Gece ve
gündüz (boyu yapılan) arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semavatın
yaratılaşından beri Allah'ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun
elindekinden hiçbir şey eksiltmemiştir. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Elinde
mizan da var, alçaltır, yükseltir."
2151 Hz. Enes (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yarın için hiçbir şey
biriktirmezdi."
2152 Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Huneyn dönüşü yol alırken
bedeviler ısrarla (ganimetin taksimini) taleb ediyorlardı. Öyle ki bir ara,
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı bir semure ağacına doğru sıkıştırdılar ve
ridasını kaptılar. Bunun üzerine durup şunu söyledi: "Ridamı verin, şu taşlar
sayısınca koyun olsa, ben yine de onu aranızda taksim ederdim. Ve sonra
görürdünüz ki, ben ne cimriyim, ne yalancıyım, ne de
korkağım."
2153 Ukbe İbnu'l-Haris (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selam
verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete
düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden
anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı): "Yanımda kalan birkısım altın vardı
(namazda) onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip
dağıttım."
2154 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Muhacirler
Medine'ye geldikleri vakit ellerinde hiçbir şey yoktu. Ensar ise arazi ve akar
sahibi kimselerdi. Her yıl mallarını, ürünlerinin yarısını onlara vermek, bunlar
da çalışma ve bakım işlerini üzerlerine almak şartıyla anlaştılar. Enes'in
annesi kendine ait olan bir hurmalığı Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
verdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hayberlilerle savaşıp orayı
fethettikten sonra muhacirler, bağlarını ensar'a iade ettiler. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) da zikri geçen hurmalığı Enes'in annesine iade
etti."
2155 Kab İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hep perşembe günleri yola çıkardı. Perşembe
dışında yola çıktığı nadirdi."
2156 Sahr İbnu Vedaa el-Gamidi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
şöyle dua ederdi: "Allah'ım, ümmetime erkenciliği mübarek kıl." Nitekim,
Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz bir seriyye veya bir ordu göndereceği zaman,
onu günün erken saatinde yola çıkarırdı. Sahr tüccardı, o da ticarete günün ilk
saatinde çıkardı. Böylece zengin oldu ve malı arttı."
2161 Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Münbit yerde sefer yaptığınız zaman, deveye arzdaki hissesini
verin. Çorak yerde sefer yaptığınız zaman da orada yürümeyi hızlandırın,
ilikleri kurumasın. Mola verdiğiniz zaman yoldan sakının çünkü orası geceleyin
haşeratın sığınağıdır." Ebu Davud'da "hissesini verin" dendikten sonra
"mutad mola yerlerini (konaklamadan yürüyüp) geçmeyin" ibaresini ilave
etmiştir.
2162 Halid İbnu Ma'dan -merfu olarak (yani Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam)'in sözü olarak)- rivayet ediyor: "Resûlullah buyurdular
ki: "Allah refikdir, (yumuşaklık, kolaylık, musamaha sahibi). Bu sebeple rıfkı
sever, rıfk sebebiyle razı olur, rıfk (sahibin)'e mahsus bir yardımı vardır ki,
şiddet sahipleri bu yardımı göremez. Öyleyse bu, dili olmayan hayvanlara
bindiğiniz zaman bunlara konaklama yerlerinde mola verin. Eğer geçtiğiniz arazi
çoraksa, oradan hayvanın iliğini kurutmadan çıkın. Gece yürüyüşünü tercih edin.
Zira geceleyin arz, gündüzIeyin dürülmeyecek şekilde dürülür. Yol üzerine
(geceleyin) konaklamaktan kaçının. Çünkü o, hayvanların yolu, yılanların
sığınağıdır."
2163 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yolculuk sırasında geceleyin uyumak üzere
konaklayınca sağı üzerine yatardı. Sabah vaktine yakın konaklamış ise, (yastık
yerine) kolunu diker, başını avucunun içine koyardı."
2164 Ebu
Salebe el-Huşeni (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) sefer sırasında konaklayınca yanında bulunan halk vadilere ve dağ
geçitlerine dağılırdı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Vadilere ve geçit1ere dağılmanız şeytan işidir" diye ikaz etti. Bundan sonra
herhangi bir yere inilince birbirlerine yakın şekilde yerleşirlerdi. Öyle ki,
"Üzerlerine bir yaygı atılsa hepsini örter" denirdi."
2165 Sehl
İbnu Muaz el-Cüheni, babası (Sehl)'den naklen anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir gazve sırasında bir yerde konaklamıştı. Askerler
konakladıkları yerleri birbirine pek yakın tutarak darlığa sebep oldular ve yolu
da kestiler. Bunun üzerine bir dellal çıkararak halka şunu ilan ettirdi: "Konak
yerini daraltıp yolu kesenin cihadı yoktur."
2171 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"MeIekIer, içinde köpek ve çan bulunan kafileye arkadaşlık etmezler." Bir
diğer rivayette şöyle denmiştir: "Çan şeytanın mizmarları
(çalgıları)dır." Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde: "MeIekIer,
içerisinde kaplan derisi bulunan kafileye refakat etmez"
buyurmuştur.
2172 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Yolculuk azabtan bir
parçadır, herbirinizin yiyeceğine, içeceğine, uykusuna mani olur. Öyleyse işini
bitiren ailesirıe dönmede acele etsin.
2173 Hz. Cabir (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Seferden
dönünce ailene gece vakti gelme, ta ki kocasını bekleyen kadıncağız usturasını
kullansın, dağınık saçlarını tarasın. Sana keys gerekir."
2174 Bir
diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah onları (yolculuktan dönenleri),
kadınları ihanet zannı altında tutmuş ve açıklarını aramış olmaları için,
evlerinin kapılarını geceleyin çalmaktan nehyetti."
2175 Bir diğer
rivayette şöyle gelmiştir: "(Resûlullah:) "Kocası gurbette olan (yabancı)
kadınların yanına girmeyin. Zira şeytan, herbirinizin içinde, vücudunuzda kanın
dolaştığı gibi, (kendisini hissettirmeden) dolaşır" buyurdu. Biz atılıp sorduk:
"Sende de dolaşır mı?" "Bende de (dolaşır), ancak Allah bana yardım etti de
(şeytanım) müslüman oldu."
2176 Bir diğer rivayette şöyle
gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bir gazveden -veya bir
seferden- döndüğü vakit Medine'ye gece ulaşacak olsa girmez, sabahı beklerdi.
Sabahtan önce ulaşacak olsa yine girmez, sabah vaktini beklerdi. Derdi ki:
"Biraz mühlet tanıyın da kokusunu sürünmemiş olan taransın, kocası gurbette olan
usturasını kullansın."
2177 Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onları kadınların yanına
geceleyin gelmeyi yasakladığı zaman, iki kişi (bu yasağı dinlemeyip), geceleyin
evlerine geldi. Her ikisi de evinde hanımının yanında bir yabancı erkek
buldu."
2178 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hacc veya umre
veya Allah yolunda cihad maksadları dışında gemiye binme. Zira denizin altında
ateş, ateşin altında da deniz vardır."
2179 Mutarrıf der ki:
"Denizde ticaret yapmada bir beis yok. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak ancak hakkı
zikreder" sonra da şu ayeti okudu; "Allah'ın lütfuyla rızık aramanız için
gemilerin onu yararak gittiğini görürsün..." (Fatır 12).
2180 Saib
İbnu Yezid (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Tebük Gazvesi dönüşünde, biz
çocuklarla birlikte, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı karşılamak üzere
Seniyyetü'l Veda'ya gittik."
2181 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) odamda iken Zeyd İbnu Harise
geldi ve kapıyı vurdu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) üryan vaziyette
üzerindeki örtüsünü sürüyerek kalktı. Allah'a yemin olsun, O'nu, daha önce üryan
olarak hiç görmemiştim, sonra da görmedim. Zeyd'i kucakladı ve
öptü."
2182 Şa'bi merhum anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam), Cafer İbnu Ebi Talib'i karşıladı, kucakladı ve gözlerinin arasından
öptü."
[TOP]
ZEKAT
Kimlik alan
1984 Ebu Vail anlatıyor: "Hz. Usame
(radiyallahu anh)'yi işittim diyordu ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "kıyamet günü bir adam getirilip ateşe atılır. Karnındaki
bağırsakları dışarı çıkar. Onları, eşeğin değirmen taşını dönderdiği gibi
dönderir. Derken, cehennem ahalisi etrafında toplanır ve: "Ey filan, sen dünyada
iken (bize) ma'rufu emderip, münkerden nehyetmiyor muydun?" derler. O: "Evet,
ma'rufu emrederdim ama kendim yapmazdım, münkeri yasaklardım ama kendim
yapardım" diye cevap verir."
1985 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Muaz (radıyallahu anh)'ı
Yemen'e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki: "Sen EhI-i Kitap bir kavme
gidiyorsun. Onları davet edeceğin iIk şey AIIah'a ibadet olsun. AIIah'ı
tanıdılar mı, kendilerine AIIah'ın zekatı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden
alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna da ittaat
ederlerse kendilerinden zekatı aI. Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli
olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira AIIah'la bu
beddua arasında perde mevcut değildir.
1986 Hz. Ebu Hüreyre ve Hz.
Cabir (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Deve, sığır veya davar sahibi olup da, bunlardaki Allah'ın
hakkını eda etmeyen herkese Kıyamet günü, bu mallar, olduğundan daha çok ve
mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir. Adam, onlar için, düz ve
geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden
geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla tosluyacaklar ve ayaklarıyla
ezecekler. İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde
sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak.
Mahlükatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu haI devam
edecek. Keza "kenz'‚ (hazine) sahip olup da ondaki (AIIah'ın)
hakkını ödemeyen herkese, Kıyamet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak
gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak.
Sonunda yılan ona: "Gizlediğin hazineni aI! Ben ondan müstağniyim!"
diye bağırır. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca,
elini ağzına sokar. Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi
kemiriverecek."
1987 Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim malının zekatını sevab
umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de zekatını vermezse biz zekatı ve malın
yarısını (cezalı olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından
biridir. Al-i Muhammed'e ondan bir hak yoktur."
1988 Hz. Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat
edince, ondan sonra Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) halife seçildi. Bunun
üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidat" etti. (Hz. Ebu Bekir halife olarak
onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer, "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"İnsanlar lailaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Bunu
söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslam'ın) hakkı hariç
artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla
savaşırsın?" dedi. Hz. Ebu Bekir: "Allah'a yemin olsun, namazla zekatın arasını
ayıranlarla savaşacağım. Zira zekat, malın hakkıdır. Vallahi, Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler,
onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki:
"Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş
meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar
hakmış."
1989 Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizi (ticari olmayan) atın ve kölenin
zekatından affettim. Öyle ise gümüş paralarınızın zekatını verin. Bunun her kırk
dirhemine bir dirhem vereceksiniz. Ancak yüz doksan dirheme zekat düşmez. İkiyüz
dirheme ulaştı mı beş dirhem verilecektir."
1990 Hz. Enes
(radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Hz. Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu
anh), kendisini Bahreyn'e gönderdiği zaman, ona şu gelecek talimatı yazılı
olarak vermiş ve altını da Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın mührü ile
mühürlemişti. Mühüre nakşedilen yazı üç satır halinde idi. Bir satırda Muhammed,
bir satırda Resül, bir satırda da Allah yazılı idi. Mektup şöyle idi:
"Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
müslümanlara farz kıldığı ve Allah'ın da Resülüne emretmiş olduğu zekat
farizasıdır. Müslümanlardan her kimden bu, usülünce taleb edilirse, derhal
vermelidir. Kimden de belirtilenden fazlası istenirse vermesin: 1)
24 ve daha aşağı miktardaki deve için koyun olarak vacib zekat, her beş devede
bir koyundur. 2) 25'e ulaştı mı, 35'e kadar, dişi bir bintu mehaz
(ikinci seneye basan dişi deve); eğer bintu mehaz yoksa, bir ibnu lebun (ikisine
basan erkek deve). 3) 36'ya ulaştı mı 45'e kadar, bir dişi bintu
lebun (üç yaşına basan dişi deve). 4) 46'ya ulaştı mı 60'akadar,
erkek devenin aşacağı bir dişi deve Tarükatu'l-fahl). 5) 61'e ulaştı
mı 75'e kadar, bir ceza'a(beş yaşına basan bir deve). 6) 71'e ulaştı
mı 90'akadar iki bintu lebun. 7) 91'e ulaştı mı 120'ye kadar, erkek
devenin aşacağı iki hıkka (dördüne basan deve). 8) 120'yi aşınca,
her kırk için bir bintu lebun. 9) Her 50'de, bir hıkka.
10) Sadece 4 devesi olana zekat düşmez, sahibi nafile olarak verirse o
başka. 11) 5 devesi olana bir koyun düşer. 12) Koyunun
zekatı saime olanlardan alınır. (Saime kırda otlatılan hayvana denir.) Saime
koyun 40'a ulaştı mı 120'ye kadar, bir koyun alınır. 13) 120'yi
geçti mi 200'e kadar, iki koyun alınır. 14) 200'ü geçti mi 300'e
kadar, üç koyun alınır. 15) 300'ü geçti mi her yüz koyunda bir koyun
alınır. 16) Adamın saime koyunları 40'tan bir eksik olsa ona zekat
düşmez. Sahibi (nafile olarak) kendiliğinden verirse o başka. 17)
Zekat korkusuyla, müteferriklerin araları birleştirilmez, birleşik olanlar da
ayrılmazlar. 18) İki ortağın malından alınan zekatta her ikisi de,
adalet üzere birbirlerine müracaat ederler. 19) Zekat olarak çok
yaşlı, ayıplı ve (koç, teke gibi) döl hayvanı verilmez, zekat memuru kabül
ederse o başka. 20) (İki yüz dirhemlik) gümüşte, onda birin dörtte
biri (yani kırkta bir miktarı) zekat vacibtir. 21) Gümüş miktarı 190
dirhemse, 200 dirhemden az olursa zekat yoktur. Sahibi verirse o
başka. 22) Kimin deve sayısı, zekat olarak bir ceza'a vermeyi
gerektiren miktarı bulur ve fakat sürüsünde ceza'a olmaz da hıkka olursa, bu
kimseden hıkka kabul edilir ve buna, adama kolay geldiği takdirde iki koyun
eklenir veya yirmi dirhem eklenir. 23) Kimin zekat olarak hıkka
vermesi gerekir ve fakat sürüsünde hıkka olmaz ceza'aolursa, adamdan ceza'a
kabul edilir, zekat memuru ona yirmi dirhem veya iki koyun verir.
24) Kimin zekat olarak hıkka vermesi gerekir, fakat sürüde hıkka değil bintu
lebun olursa adamdan bintu lebun kabul edilir, kendisine iki koyun veya yirmi
dirhem verilir. 25) Kimin zekat olarak bintu lebun vermesi gerekir, ancak bintu
lebun'u yok, hıkka'sı varsa kendisinden hıkka kabul edilir, zekat memuru
kendisine ayrıca yirmi dirhem veya iki koyun öder. 26) Kimin zekat
olarak bintu lebun ödemesi gerekir, fakat bintu lebün'u olmaz, bintu mehaz'ı
olursa, ondan bintu mehaz kabul edilir, ancak yirmi dirhem veya iki koyun daha
verir. 27) Kimin zekat olarak bintu mehaz vermesi gerekir, fakat
bintu mehaz'ı olmaz, bintu lebün'u olursa kendisinden bintu lebün kabul edilir,
zekat memuru yirmi dirhem veya iki koyun verir. 28) Eğer adamın
münasip şekilde bintu mehazı yoksa, ibnu lebün'u varsa, bu ondan kabül edilir,
beraberinde bir ödeme gerekmez."
1991 Salim, babası Abdullah İbnu
Ömer'den naklen anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (mallardan
alınması gereken) zekatlarını miktarını belirten bir kitap yazmıştı. Amillerine
göndermeden vefat etti. Resûlullah onu kılıncına yakın olarak asmıştı. Hz. Ebu
Bekir (radıyallahu anh), ölünceye kadar onunla amel etti. Sonra Hz. Ömer
(radıyallahu anh) de ölünceye kadar onunla amel etti. Bu kitapta şunlar yazılı
idi: Develer 1) 5 devenin zekatı 1 koyundur.
2) 10 devenin zekatı 2 koyundur. 3) 15 devenin zekatı 3
koyundur. 4) 20 devenin zekatı 4 koyundur. 5) 25'e
ulaştı mı 35'e kadar, zekat bir bintu mehaz'dır. 6) 36'ya ulaştı mı
45'e kadar, zekat bir ibnu lebun'dur. 7) 46'ya ulaştı mı 60'a kadar,
zekat bir hıkka'dır. 8) 61'e ulaştı mı 75'e kadar, zekat bir
ceza'a'dır. 9) 76'ya ulaştı mı 90'a kadar, zekat 2 ibnetu
lebûn'dur. 10) 91'e ulaştı mı 120'ye kadar, zekat 2
hıkka'dır. 11) Deve 120'den fazla ise zekat her elliye bir hıkka;
her kırka bir ibnetu lebûn zekat gerekir. Koyuna Gelince
12) 40'a ulaşınca 120 koyuna kadar zekatı 1 koyundur. 13) 121'e
ulaşınca 200 koyuna kadar zekatı 2 koyundur. 14) 201'e ulaşınca 300
koyuna kadar zekatı 3 koyundur. 15) 300'ü aştı mı her 100 koyuna bir
koyun zekat düşer, yüzden aşağıda kalan küsurata zekat düşmez. 16)
Zekat korkusuyla müctemi (birleşik) olanlar ayrılmaz, müteferrik (ayn) olanlar
da birleştirilmez. 17) İki ortağın malından alınan zekatta, her
ikisi de adalet üzere birbirlerine müracaat ederler. 18) Zekat
olarak, çok yaşlı ve ayıplı olan hayvan alınmaz. 19) Zühri der ki:
"Zekatı almak üzere memur geldiği vakit, koyunlar üç sınıfa ayrılır: Üçte biri
kötü, üçte biri iyi, üçte biri de vasat. Zekat memuru, zekat payını vasat
kısmından alır." Zühri, sığırdan bahsetmez."
1992 İbnu Mes'üd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Her otuz sığır için erkek veya dişi bir tebi' zekat verilir. Her kırk sığır
için de bir müsinne zekat verilir."
1993 Hz. Muaz (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) beni Yemen'e gönderdi ve
bana: "Her otuz sığırdan bir erkek veya dişi buzağı (tebi'a), her kırktan bir
müsinne, her bir bülüğa eren şahıstan bir dinar veya o değerde muafiri (adındaki
bir giyecek) almamı" emretti."
1994 Süfyan İbnu Abdillah es-Sakafi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendisini zekat
tahsildarı olarak göndermişti. Gittiği yerde kuzuları halkın addedip, sayıya
dahil etmedi. Kendisine: "Kuzuları bizden sayıp, onlardan bir şey almıyor
musun?" dediler. (Medine'ye geri dönüp) Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e uğrayınca,
durumu ona anlattı. Hz. Ömer: "Evet kuzuyu onlara iade edersin, çoban onu
götürür, tahsildar almaz. Eküle (denen hususi şekilde kesip, yemek için
beslenmiş) olanı, Rübba (denip sütü için evde beslenmekte) olanı, Mahız (denen
hamile) olanı, (teke koç gibi) döl alınan davarı zekat olarak almaz. Ceza'a'yı
(beş yaşına basmış deve), seniyye'yi (altı yaşına basmış deve) alır. Bu, davarın
iyisi ile düşüğü arasında orta halli olanıdır."
1995 Amr İbnu
Şuayb an ebihi an ceddihi tarikiyle anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Zekatta ne ayağa getirtme, ne uzağa gitme vardır.
Zekatlar evlerinde alınır." Muhammed İbnu İshak bunu şöyle
açıklamıştır: "Zekat mükellefi, zekatını tahsildarın ayağına getirmez. Tahsildar
da mükellefin uzaktaki (tarla, ağıl, yayla vs. gibi) yerlerine gitmez. Zekatlar
mükelleflerin ikamet mahallerinde alınır."
1996 İmran İbnu Husayn
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "İslam'da ne (zekatı) ayağa getirme, ne (zekat için uzağa gitme, ne de şiğar
(mehre bedel nikahlama) vardır."
1997 Amr İbnu Şuayb, an ebihi an
ceddihi tarikinden anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a bir kadın,
beraberinde bir kızı olduğu halde geldi. Kızın elinde, altından kalın iki
bilezik vardı. "Bunların zekatını verdin mi?" diye (Resûlullah
aleyhissalatu vesselam) kadına sordu. Kadın: "Hayır!" diye cevap
verdi. Resûlullah: "Kıyamet günü Allah'ın, onları sana ateşten iki
bilezik yapması seni memnun eder mi?" dedi. Bunun üzerine kadın, bilezikleri
derhal çıkarıp Resûlullah'ın önüne bıraktı ve: "Bunlar Allah ve
Resülüne aittir!" dedi."
1998 Ata (rahimehullah) der ki: "Bana
ulaştı ki, Ümmü Seleme (radıyallahu anha) şöyle demiştir: "Ben altından zinetler
takınıyordum. Bir gün: "Ey Allah'ın Resülü! Bu, (Kur'àn'da yasaklanan) kenz
sayılır mı?" diye sordum. Bana şöyle cevap verdi: "Zekatı verilecek
miktara ulaşan şeyin zekatı verilirse kenz sayılmaz."
1999 Kasım
İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anha) kardeşi Muhammed'in yetim
kızlarını terbiyesine almış, onları hacr devrelerinde himaye ediyordu. Kızların
(kendi mülkleri olan) zinetleri vardı. Hz. Aişe bu zinetler için zekat
vermiyordu."
2000 Nafi, İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'den
anlatıyor: "İbnu Ömer, kızlarını ve cariyelerini altınla tezyin eder, fakat bu
zinetler için zekat vermezdi."
2001 Hz. Cabir (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nehir ve yağmur
sularının suladığı şeylerden (zekat olarak) öşür (onda bir) alınır. Hayvanla
sulananlardan öşrün yarısı (yirmide bir) zekat alınır."
2002 Hz.
Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bana,
sema(dan inen suyun) suladığı mahsülden tam öşür, aletle çıkarılan suyun
suladığı mahsülden yarım öşür almamı emretti."
2003 Attab İbnu
Üseyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bize,
hurmaya tahmin biçtiğimiz gibi, üzüme de tahmin biçmemizi ve zekatını kuru üzüm
olarak almamızı emretti, tıpkı hurmanın zekatını kuru hurma olarak aldığımız
gibi." "Hars" hazr, tahmin ve takdir demektir. Tirmizi, şöyle
açıklamıştır: "Hars, bu işi anlayanın ağaca bakıp: "Bu üzümden şu kadar mahsül,
bu hurmadan şu kadar hurma çıkar" demesidir. Bunun zekatı adamlara borç yazılır.
Yahud takdirci bu mahsulün öşrüne bakar ve bunu sahiplerine borç olarak tesbit
eder, sonra mal sahibi ile meyveyi başbaşa bırakır, onlar diledikleri tasarrufu
yaparlar. Meyva olgunlaştı mı onlardan öşrünü alır."
2004 Süleyman
İbnu Yesar anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Abdullah İbnu
Revaha'yı Hayber'e yahudilerle kendi arasında mahsülün takdiri için
gönderiyordu. Yahudiler, hanımlarının zinetlerinden ona bazı takılar verip: "Bu
sanadır (al, karşılığında) bize yükümüzü hafiflet, taksimde lehimize olarak
biraz göz yumuver!" dediler. Abdullah (radıyallahu anh) onlara şu cevabı
verdi: "Ey yahudiler toplumu! Sizler, bana Allah Teala'nın en menfür
mahlüklarısınız. Bu, beni size karşı zülme sevketmeyecektir. Bana teklif
ettiğiniz rüşvete gelince, o haramdır ve biz bu haramı yemeyiz."
Yahudiler: "Arz ve semavatı ayakta tutan işte bu (dürüstlük)tür!"
dediler."
2005 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hayvan(ın sebep olduğu
mağduriyet) hederdir, kuyu(nun sebep olduğu mağduriyet) hederdir. Maden (in
sebep olduğu mağduriyet) hederdir. Defineye humus (beşte bir nisbetinde zekat)
vardır."
2006 Malik (rahimehullah) der ki: "Bizim nazarımızda
ihtilafsız makbul olan ve ehl-i ilimden işitmiş olduğumuz görüş (şu)dur: Derler
ki: "Rikaz, cahiliye devri insanlarının gömdüklerinden, bir mal sarfını
gerektirmeden, nafaka harcamadan, fazla yorgunluk olmadan, yük altına girmeden
ele geçirilen şeydir. Mal taleb edilen, çok fazla çalışmayı gerektiren, bazan
rastlanıp bazan rastlanmayan şey rikaz değildir."
2007 Zuba'a
Bintu'z-Zübeyr İbnu Abdi'l-Muttalib -ki bu kadın el-Mikdad İbnu Amr (radıyallahu
anhüma)'ın nikahı altında idi- anlatıyor: "Mikdad, hacetini kaza etmek üzere
Bakiu'I-Habhabe'ye gitti. Orada bir fare, bir delikten bir dinar çıkarıyordu.
Sonra birer birer dinarlar çıkarmaya devam etti. Tam on yedi dinar çıkardı.
Sonra da kırmızı bir bez çıkardı. Bu, dinarların içine konmuş olduğu bez
olmalıydı. Bezin içinden bir dinar daha çıktı. Tamamı onsekiz dinardı. Mikdad
bunları Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a götürüp durumu haber verdi ve:
"Bunun sadakasını alın!" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona
sordu: "Sen deliğe eğildin mi?" "Hayır."
"Öyleyse Allah bunu sana mübarek kılsın!" dedi."
2008 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) şöyle demiştir: "Anber, rikaz değildir. Bunu deniz
atmıştır."
2009 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Müslüman üzerine, atı ve
kölesi için zekat mükellefiyeti yoktur."
2010 Sahiheyn'de gelen
diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "(Kadın veya erkek köle için) sadece
sadaka-i fıtr'dan başka bir zekat ödenmez."
2011 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Balda on tuluk için bir tuluk zekat vardır."
2012 Amr İbnu
Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim, maI sahibi bir yetime veli olursa,
bu malla ticaret yapsın, malın zekatını yiyip bitirmesine
terketmesin."
2013 Hz. Ali (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz.
Abbas (radıyallahu anhüm ), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a hayırda acele
etmek maksadıyla daha senesi dolmadan, erken vakitte zekatın verilmesi husüsunda
sormuştu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu hususta ona müsaade
etti."
2014 Zübeyr'in azadlısı Muhammed İbnu Ukbe'den yapılan
rivayete göre, Kasım İbnu Muhammed'e, mukatebe akdi yaptığı köle (sin)den aldığı
para sebebiyle kendisine zekat düşüp düşmeyeceğini sormuştu. Kasım, kendisine şu
cevabı verdi: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) üzerinden bir yıl geçmeyen maldan
zekat almazdı." Kasım ilaveten der ki: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), halk
kendisine bağışlarda bulunurken onlardan her birine: "Sana zekatı vacib kılacak
miktarda malın var mı?" diye sorardı. Adam: "Evet!" derse, onun getirdiği
bağıştan, malına düşecek miktarda zekat alırdı. Adam: "Hayır!" diyecek olursa,
bağışını adama teslim eder ve hiçbir şey almazdı."
2015 Hz. Muaz
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Yemen'e
gönderirken kendisine demiştir ki: "Zekat oIarak hububattan hububat aI, davardan
koyun aI, deveden erkek veya dişi bir deve (bair) aI, sığırdan da bir sığır
aI."
2016 Semüre İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) satmak üzere hazırladığımız şeyden zekat
vermemizi emrederdi."
2017 Said İbnu Ebyaz, babası Ebyaz İbnu
Hammal (radıyallahu anh)'dan naklettiğine göre, "O (Ebyaz) kavminin, murahhası
olarak Hz. Peyamber (aleyhissalatu vesselam)'a geldiği vakit, Resûlullah'la
konuşup Sebe halkından zekat almamasını söylemiştir. Hz. Peygamber,
ona: "Ey Sebe'nin kardeşi, demiştir, zekat şart." "Ey
Allah'ın Resülü, bizim ektiğimiz şey sadece pamuk. Sebe halkı dağıldı, onlardan
halkı dağıldı, onlardan Me'rib'de az bir halk kaldı" dedi. Bunun
üzerine Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Me'rib'de kalan Sebeliler için her
yıl, Meafiri kumaşın değerine denk, yetmiş takım kumaş elbise vermeleri şartıyla
sulh antlaşması yaptı. Onlar bu zekatı, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
vefat edinceye kadar ödemeye devam ettiler. Sonra Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh) de hayatı boyunca bu antlaşmayı te'yid etti. Hz. Ebu Bekir vefat edince bu
antlaşma sona erdi, onlardan zekatın muktezasına göre vergi
alındı."
2018 Tavüs (rahimehumullah) anlatıyor: "Hz. Muaz
(radıyallahu anh), Yemen ahalisine dedi ki: "Bana arpa ve mısır yerine size daha
kolay gelen Medine'de Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın Ashabı için de daha
muvafık olan arz getirin, giyecek getirin."
2019 İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sadaka-i
fıtrı müslümanlardan büyük-küçük, kadın-erkek, her bir hür ve köle üzerine bir
sa' hurma veya bir sa' arpa olarak farz kıldı."
2020 Bir başka
rivayette de şöyle gelmiştir: "Halk (Hz. Muaviye'nin bir hitabesi üzerine) yarım
sa' buğdayı bir sa' hurmaya denk kıldılar. İbnu Ömer Hazretleri (radıyallahu
anhüma) fıtır sadakasını hurmadan verirdi. (Bir sene) Medine halkı hurmaya
muhtaç oldu. İbnu Ömer (o yıl) sadaka-i fıtrını arpadan
verdi."
2021 Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz sadaka-i
fıtrı bir sa' yiyecek veya bir sa' arpa veya bir sa' hurma veya bir sa' ekıt
(denen yoğurt kurusu) veya bir sa' kuru üzümden
çıkarırdık."
2022 Amr İbnu Şuayb, an ebihi an ceddihi (radıyallahu
anh) tarikinden anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Mekke
caddelerinde dellal çıkararak şöyle ilan ettirdi: "Duyduk duymadık
demeyin! Sadaka-i fıtr her müslümana, erkek-kadın, hür-köle, küçük-büyük olsun
vacibtir. Bu, ya iki müdd buğday veya onun dışında bir sa'
yiyecektir."
2023 Nafi (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer
(radıyallahu anhüma) ramazan zekatını müdd-i Nebi (aleyhisselam) ile verirdi.
Kefaret-i yemini de müdd-i Nebi ile öderdi."
2024 Kays İbnu Sa'd
İbnu Ubade anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), zekat emri gelmezden
önce, bize sadaka-i fıtr'ı emretmişti. Zekat farz kılınınca, fıtır sadakasını ne
emretti ne de nehyetti. Biz onu yerine getirmeye devam
ettik..."
2025 Ebu Humeyd es-Saidi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) zekat toplama işinde bir adam istihdam
etti. -Bir rivayette "Beni Süleym'in zekatını toplama işinde" denmiştir- Adam
vazifeden dönünce: "Bu size aittir, şu da bana hediye edilenler!"
dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (öfkeyle) minbere çıkıp,
Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şunları söyledi: "Emma
ba'd, Ben sizden birini, Allah'ın bana tevdi ettiği bir işte istihdam ederim.
Sonra o gelir: "Bu size aittir, şu da bana hediye edilenler!" der.
Bu adama, babasının veya anasının evinde otursaydı da, eğer doğru sözlüyse
hediyesi ayağına gelseydi ya! Vallahi sizden kim haksız bir şey alırsa mutlaka
onu boynunda taşır olduğu halde Kıyamet günü Allah'la karşılacaktır. Eğer bu
haksız aldığı şey deve ise böğürecek, sığırsa möleyecek, koyunsa
meleyecek!" Sonra Resûlullah ellerini kaldırdı, o kadar ki koltuk
altındaki beyazlık gözüktü: "Allah'ım tebliğ ettim mi?" dedi ve bu
sözünü üç kere tekrar etti."
2026 Beşir İbnu'l-Hasasiye
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! dedik, zekat toplayanlar, bize
haksızlık edip borcumuzdan fazlasını alıyorlar, biz malımızdan haksızlıkları
kadarını gizleyelim mi?" "Hayır!" cevabını
verdi."
2027 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zekatta haddi aşan, vermeyen
gibidir."
2028 C'abir İbnu Atik (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Size bir grup sevimsiz
atlılar gelecek. Geldikleri zaman, onları iyi karşılayın. Onlarla talep
ettikleri şeylerin arasından çekilin. Adalet ederlerse bu kendi lehlerinedir.
Zulmederlerse bu da onların aleyhlerindedir. Siz onları razı edin. Zekatınızın
kemali onların rızasına bağlıdır. (Öyle ise onları razı edin ki) sizlere dua
etsinler."
2029 Rafi' İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Zekatı hakkaniyetle
toplayan tahsildar, evine dönünceye kadar, AIIah Teala yolunda cihad yapan asker
gibidir."
2030 Abdullah İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Babam ashabu'ş-şecereden idi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine bir
kavm zekatlarını getirince şöyle dua buyururlardı: "Allah'ım Ebu
Evfa'ya rahmet buyur" diye dua etti."
2031 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüma) zekat
hurmasından bir tanesini alıp, hemen ağzına attı. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam): "Hişt, hişt at onu! Bilmiyor musun, biz zekat yemiyoruz!" -veya:
"Bize zekat helal değildir!-" diye müdahale etti."
2032 Yine
Sahiheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ben bazan evime dönüyor, yatağımda veya
odamda yere düşmüş bir hurma buluyorum. Onu yemek üzere kaldırdığım vakit, "bu,
sadaka hurması olmasın?" diye aklıma geliyor, korkup (tekrar yere)
atıyorum."
2033 Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz, kendisine bir yiyecek
getirilince, mahiyeti hakkında sorardı. Eğer "hediye olduğu" söylenirse ondan
yerdi, "sadaka olduğu" söylenirse yemeyip Ashabına, "Siz yiyin!"
derdi."
2034 (Peygamberimizin azadlısı) Ebu Rafi' (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Beni Mahzüm'dan bir adamı
zekat toplamak üzere gönderdi. Adam bana: "Benimle sen de gel, zekattan sana da
bir pay düşsün" dedi. Kendisine "Hele Resûlullah'a bir sorayım" cevabını verdim
ve sordum. Efendimiz: "Bir kavmin azadlısı o kavimden sayılır, bize sadaka helal
değildir" buyurdu." İbnu'l-Esir der ki: "Bütün mezheplerce meşhur olan
görüşe göre, Beni Haşim ve Beni Muttalib'in azadlılarına zekat haram değildir.
Bu meselede Şafi mezhebinde iki görüş mevcuttur: Birine göre, Beni Haşim ve Beni
Muttalib'e zekatı haram kılan sebebin sona ermesi ve zekata bedel pay aldıkları
humus hissesinin ortadan kalkmış olmasından dolayı zekat haram
olmaz. Diğerine göre, bu hadis sebebiyle haramdır.
Ortadaki bu ihtilafın -yani sadaka Beni Haşim ve Muttalib azadlılarına haram
değil diyen görüşle haram olduğunu söyleyen bu hadisin te'lifine gelince:
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sözü, Ebu Rafi'e, tenzihen ve kendilerine
benzemeye ve sünnetine uymaya teşviken söylemiş olmalıdır (gerçek manada haram
etmek ve kesin bir hükümle yasaklamak maksadıyla
değil.)"
2035 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sadaka, ne
zengine ne de sakatlığı olmayan güçlüye helal değildir."
2036 Ata
İbnu Yesar merhum anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Sadaka şu beş kişi dışında zengine helal değildir: 1- AIIah yolunda
gazveye çıhan, 2- Sadakayı toplamak için çalışan 3-
Borçlanan, 4- Sadaka malını kendi parasıyla satın alan,
5- Komşusu fakir olan kimse. Şöyle ki: Bu fakire sadaka verilir, o da bundan
zengin komşusuna hediyede bulunur."
2037 Ziyad İbnu'l-Haris
es-Sudai (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a
gelip biat ettim. O sırada bir adam gelerek: "Bana sadakadan ver!" dedi.
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adama: "Allah, sadakalar hususunda, ne
herhangi bir peygambere ne de bir başkasına hüküm verme yetkisi tanımadı, hükmü
bizzat kendisi verdi. Ve, sadakaları sekiz hisseye ayırdı. Eğer sen bunlardan
birine girersen senin hakkını derhal sana veririm"
buyurdu."
2038 İsmi Nüseybe olan Ümmü Atiyye (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Bana bir koyun tasadduk edilmişti. Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye
bir miktar et gönderdim. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) o sırada Hz.
Aişe'ye: "Yiyecek birşeyler var mı?" diye sormuş, Hz. Aişe
(radıyallahu anha) de: "Hayır! Ancak, Nüseybe'nin şu (kendisine
tasadduk edilen) koyundan gönderdiği bir miktar et var" cevabını vermiş.
Resûlullah: "Getir onu, o koyun yerini bulmuş (bize hediye olarak
gelen zekat olmaktan çıkmış)tır" demiş."
2039 Yine Sahiheyn'de ve
ayrıca Ebu Davud ve Nesai'de Hz. Enes (radıyallahu anh)'den rivayet edilen bir
hadiste denmiştir ki: "Berire (radıyallahu anha)'ye tasadduk edilen
bir etten Resûlullah'a ikram edilmişti. (Etin menşeini öğrenen Resûlullah: "Bu
ona sadakadır, bize ise hediyedir" buyurdu."
2040 Beşir İbnu Yesar
(rahimehullah)'dan nakledildiğine göre, Sehl İbnu Ebe Hasme denen Ensar'dan bir
zat ona şunu haber vermiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
kendisine (Sehl'e) zekat develerinden yüz tanesini diyet olarak ödemiştir. Yani,
Hayber'de öldürülen Ensari'nin diyeti olarak."
2041 Rezin'in
kaydettiği bir rivayette, Ebu Las el-Huzai demiştir ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam), (bizi hacca giderken) sadaka develerine
bindirdi."
6514 İbnu Ömer ve Hz. Aişe radıyallahu anhüma'nın
anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her yirmi dinar ve daha
fazlası için yarım dinar (zekat) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekat)
alırdı.
6515 Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın: "Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir malda zekat
yoktur" dediğini işittim."
6516 Hz. Cabir İbnu Abdillah
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Beş deveden aşağı mal için zekat yoktur. Beş okiyyeden az (gümüş için de) zekat
yoktur. Beş vask miktarından az olan (hurma, üzüm ve hububat) için de zekat
yoktur."
6517 Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Zekat verdiğiniz zaman:
"Allahım! Bu zekatı büyük bir sevaba vesile kıl, (hak sahibine ödenip sevap
beklenmeyen) bir borç kılma" demek suretiyle zekatın sevabını istemeyi
unutmayın."
6518 Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beşten az olan deve için
zekat yoktur. Dört deve için de zekat yoktur. Deve sayısı beşe ulaştımı, dokuz
oluncaya kadar bir koyun gerekir. On deve olunca iki koyun gerekir, ondört
deveye kadar yine iki koyun gerekir, onbeşe ulaştı mı üç koyun gerekir. Ondokuz
olsa da üç koyun gerekir. Yirmi olunca dört koyun gerekir. Bu, yirmidörde kadar
böyledir. Deve sayısı yirmibeşe ulaşınca, otuzbeş oluncaya kadar bu miktarın
zekatı bir bint-i mehazdır (bir yaşını doldurmuş, ikinci yaşına basmış dişi
deve); eğer bintu mehaz yoksa bir ibnu lebün (iki yaşını doldurup üçüncü yaşına
basan erkek deve)dir. Eğer bir deve fazlalaşırsa (otuzaltı olursa) zekatı bir
bintu lebündur. Sayı kırkbeşi buluncaya kadar zekat yine de bir bintu lebündur.
Bu miktarı bir deve aşsa bir hıkka (üç yaşını doldurup dörde basan dişi deve);
bu, deve sayısı altmış oluncaya kadar böyledir. Altmış deveyi aşınca yetmişbeş
oluncaya kadar bir ceze'a (dört yaşını doldurup beşinciye giren dişi deve)
gerekir. Bu miktarı bir deve aşınca doksan deveye kadar iki bintu lebün gerekir.
Bu miktarı bir deve aşınca (Doksan bir olunca) iki hıkka gerekir, bu, yüzyirmiye
kadar böyledir. Bundan sonra her elli deve için bir hıkka, her kırk için bir
bintu lebun (zekat) gerekir."
6519 İbnu Ömer radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların
zekatları (sürülerini suladıkları) su başlarında alınır. (Zekat memurları
oralara gider, halk, zekatını vermek için, zekat memurlarının ayağına
gelmez)."
6520 Abdullah İbnu Üneys radıyallahu anh'ın anlattığına
göre: "Kendisi Hz. Ömer radıyallahu anh'la birlikte bir gün zekat hakkında
müzakerede bulunmuşlardır. Hz. Ömer: "Sen, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
sadakada yapılan hırsızlık hakkında: "Kim sadaka malından bir deve veya koyun
çalacak olsa, Kıyamet günü o çaldığı şeyi sırtına yüklenmiş olarak gelir!"
buyurduğunu işitmedin mi ?" demiş, Abdullah İbnu Üneys de: "Evet işittim" diye
cevap vermiştir."
6521 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi
radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, (yerden çıkan
mahsullerden) şu beş şeyden zekat verilmesini teşri buyurdu: "Buğday, arpa,
hurma, üzüm ve darı."
6522 Bera İbnu Azib radıyallahu anh'tan
rivayet edildiğine göre, bu yüce sahabi "Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin)
ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerin temizlerinden infak ediniz ve malın
kötüsünden infak etmeye kalkmayın!" (Bakara 267) mealindeki ayet-i kerime
hakkında şöyle demiştir: "Bu ayet-i kerime Ensar radıyallahu anhüm hakkında
nazil oldu. Onlar, hurma toplama mevsimi gelince, kendi bahçelerinden taze hurma
salkımlarını devşirip Resulullah'ın mescidinde sütunlar arasına gerilmiş iplere
asarlardı. Bunlardan fakir muhacirler yerlerdi. Ensarilerden biri, bu kadar çok
salkımın arasında bir tane adi hurmalı salkımın bulunmasını caiz sanarak adi
hurmalar da bulunan bir salkım sokuşturmuştu. İşte bunu yapan zat hakkında
buyrularak "Zekatınızı, bozuk ve kötü hurmadan vermeye kalkmayın" ihtarında
bulunulmuştur. "Öyle kötü hurmalar ki, eğer size hediye edilmiş olsaydı işinize
yaramayan bir şeyi size gönderdiği için hissedeceğiniz öfkeden dolayı,
sahibinden utanç duyarak kabul edecektiniz" denmek istenmiştir. Hak Teala
hazretleri, bizim sadakalarımıza muhtaç olmadığını belirterek, sadakayı kendi
menfaatimiz için verdiğimizi, öyleyse iyi şeylerden vermemiz gerektiğini ihtar
etmiştir."
6523 Ebu Seyyare el Müte'i anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resulü, benim bal arılarım var (zekat düşer mi?)dedim. "Evet!
Öşürünü ver!" buyurdu. "Ey Allah'ın Reslulü! Arıları benim için
muhafaza buyur!" dedim, o da onları benim için muhafaza
buyurdu."
6524 Ala İbnu'l-Hadrami radıyallahu anh anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam beni Bahreyn'e -veya Hecer'e- gönderdi. Ben
orada kardeşler arasında müşterek olan bir bağdan vergi almak üzere giderdim.
Kardeşin biri müslüman ise, müslümanın payına düşenden öşür, müşrikten de harac
alırdım."
6525 Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bir vask altmış
sa'dır."
6526 Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam bize sadaka vermemizi emretmişti. Abdullah İbnu Mesud'un
hanımı Zeyneb radıyallahu anhüma: "Kardeşimin yetim çocukları ile fakir olan
kocama versem bu, beni sadaka mükellefiyetinden kurtarur mu? Ben onlara şöyle
şöyle infak ediyorum!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" buyurdular. Ravi
der ki : "Zeyneb san'atkar bir kadındı, el işi
yapardı."
[TOP]
ZIHAR
Kimlik alan
4070 Seleme İbnu Sahr el-Beyazi radıyallahu
anh anlatıyor: "Ben, bir başkasında rastlanmayacak derecede kadın mevzuunda
zaafı olan (ve şiddetli ihtiyaç duyan) bir kimseydim. Ramazan ayı girince
(tahammül edemeyip oruçlu iken) hanıma temas ediveririm diye korktum. Ve Ramazan
boyu devam edecek bir zıharda bulundum. Bir gece o bana hizmet ederken, onun
bazı yerleri açıldı. Kendimi tutamayıp temasta bulundum. Sabah olunca
yakınlarıma gidip durumu haber verdim. Ve: "Benimle Resûlullah aleyhissalatu
vesselam'a gelin (durumumu sorayım)" dedim." "Vallahi hayır!
Gelmeyiz!" dediler. Resûlullah'a tek başıma gittim, durumu haber
verdim. "Yani sen böyle mi yaptın ey seleme?"
buyurdular. Ben: "Evet, ben öyle yaptım! Evet ben öyle yaptım. Ancak
Allah'ın emri karşısında sabırlıyım, allah size her ne göstermişse onu bana
hükmedin!" dedim. "Bir köle azad et!" emrettiler. Ben: "Sizi hak peygamber
olarak gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun şundan başka rakabem yok" deyip
rakabeme elimle şaplattım." "Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!"
buyurdular. Ben: "Ama ben bu günahı oruç yüzünden işledim, (dayanamam)!" dedim.
"Öyleyse buyurdular, altmış fakire bir vask kuru hurma taksim et!"
"Seni hak peygamber gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun (ben ve hanım, her)
ikimiz aç ve yiyeceksiz olarak geceyi geçirdik" dedim. (Aleyhissalatu vesselam
bu sözüm üzerine): "Beni Zureyk'in sadaka mallarına bakan memura
git, o miktar (hurmay)ı sana versin, sen altmış fakire yedir. Geri kalan
bakiyeyi de sen ve iyaliniz yeyin!" buyurdular. Ben kavmime döndüm. Onlara:
"Sizden zorluk ve bed fikir gördüm. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'da ise
genişlik ve güzel fikir buldum. Bana sadakanızdan verilmesini emretti!"
dedim."
4071 Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir:
"Cemile, Evs İbnu's-Samit radıyallahu anhüma'nın nikahı altında idi. Evs ise,
kendisine kadına karşı şiddetli istek bulunan birisi idi. Bu duygusu şiddet
peyda edince (nefsini frenlemek maksadıyla) hanımına zıharda bulundu. Bunun
üzerine, Allah Teala Hazretleri, onun hakkında kefaret-i zıhar(la ilgili ayet)i
inzal buyurdu."
[TOP]
ZİNET
Kimlik alan
2068 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) (İran Kisrasına göndermek için) bir mektub
yazmıştı. Kendisine: "Onlar mühürlü olmayan mektubu okumazlar" denildi. Bunun
üzerine gümüş bir mühür yaptırdı. Üzerine Muhammed Resûlullah cümlesini
kazdırdı. Cemaate de: "Ben bir mühür yaptırdım. Üzerine Muhammed
Resûlullah kazdırdım, kimse bunu yüzüğüne kazdırmasın" buyurdu." Bir
rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sağ (eli) ne
gümüş bir yüzük taktı. Kaşı Habeşi idi. Karşı avucunun içine
geliyordu."
2069 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kendisine altından bir yüzük yaptırdı.
Bunun üzerine halk da altın yüzükler yaptırdı. Bilahare aleyhissalatu vesselam
minbere çıkıp oturdu, yüzüğü çıkardı ve: "Vallahi bunu ebediyen
takmıyacağım!" dedi. Halk da yüzüklerini çıkarıp attılar." Bir rivayette
şu ziyadeyi yaptı: "Yüzüğü sağ eline takmıştı. "Bir diğerinde de şu ziyade
vardır: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gümüşten bir mühür edindi, eline
takmıştı. Sonra Hz. Ebu Bekir'in eline intikal etti, sonra Hz. Ömer'e, sonra da
Hz. Osmana (radıyallahu anhüm)'a intikal etti. Eriş kuyusuna düşünceye kadar
onun elinde kaldı. Üzerindeki yazı Muhammed Resûlullah
idi."
2070 Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'ın yanına, parmağında demir yüzük bulunan bir adam
uğramıştı. (Yüzüğü görünce): "Niye bazılarınızın üzerinde ateş ehlinin süsünü
görüyorum!" buyurdu. Adam derhal onu çıkarıp attı. Sonra parmağında sarı renkli
(pirinç) yüzük taşıyor olduğu halde geldi. Bu sefer. "Niye sende
putların kokusunu hissediyorum?" dedi Bilahare adam altın yüzük takmış olarak
geldi`? Bu sefer de: "Sende niye cennet ehlinin süsünü görüyorum?"
dedi. Bunun üzerine adam: "Öyleyse yüzüğüm neden olsun?" diye
sordu. "Gümüşten dedi, ancak ağırlığı bir miskale
ulaşmasın."
2071 İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü.
Onu çıkarıp attı ve: "Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline
koyuyor!" buyurdu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) gidince adama: "Yüzüğünü
al (başka sürette) ondan faydalan" dediler. O: "Hayır! Vallahi
ebediyen almayacağım, onu Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) attı"
dedi."
2072 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a Habeş kralı Necaşi'den hediyeler geldi. İçerisinde
Habeşi kaşlı bir de altın yüzük vardı. Resûlullah onu bir çöple veya tiksinerek
bir parmağıyla aldı. Kızı Zeyneb'in kızı Ümame Bintu Ebi'l-As'ı çağırıp:
"Yavrucuğum al şunu, takın!" dedi."
2073 Said İbnu'l-Müseyyeb
anlatıyor: "Hz. Ömer, Süheyb (radıyallahu anhüma)'e: "Niye parmağında altın
yüzük görüyorum?" dedi. Beriki: "Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama
ayıplamadı" deyince, Hz. Ömer: "O da kimmiş?" dedi. Süheyb:
"Resûlullah!" cevabını verdi."
2074 Hz. Ali (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yüzüğümü şu parmağa koymamı
yasakladı -ve eliyle orta ve ondan sonra gelen (şehadet) parmağına işaret etti-
buyurdu."
2075 Yine Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah yüzüğünü sağ eline takardı."
2076 Cafer İbnu Muhammed,
babasından naklen anlatıyor: "Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (radıyallahu anhüma),
yüzüklerini sol ellerine takarlardı."
2077 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) yüzüğü sol eline takardı
ve kaşını avucunun içine getirirdi. İbnu Ömer de böyle
yapardı.
2078 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam) helaya girdiği zaman yüzüğünü çıkarırdı." Rezin
şu ilavede bulunmuştur: "Yüzük Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın sol elinde
idi.")
2079 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek sordu: "İki altın
bilezik hakkında ne dersiniz, (takayım mı?)" "Ateşten iki
bileziktir, (takmayın!)" deyip cevap verdi. Kadın devamla: "Pekala
altın gerdanlığa (ne dersiniz?)" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'dan yine: "Ateşten bir gerdanlık!" cevabını aldı. O, yine
sordu: "Bir çift altın küpeye ne dersiniz?" "Ateşten bir
çift küpe!" Kadında bir çift altın bilezik vardı. Onları çıkarıp
attı ve: "(Ey Allah'ın Resülü), kadın kocası için süslenmezse, onun
yanında kıymeti düşer" dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam):
"Sizden birine, gümüş küpeler takınmasından, bunları za'feran veya abir ile
sarartmasından kimse engel olmaz!" cevabını verdi."
2080 Sevban
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına
Fatıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth) olduğu halde gelmişti.
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), kadının ellerine vurmaya başladı. Fatıma
da hemen (oradan sıvışıp) Resûlullah'ın kerimeleri Fatımatu'z-Zehra (radıyallahu
anha)'nın yanına girdi. Ona Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fatıma (radıyallahu anha)
boynundaki altın zinciri çıkarıp: "Bunu bana Hasan'ın babası Hz. Ali
(radıyallahu anhüma) hediye etti" dedi. Zincir daha elinde iken Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) yanlarına girdi ve şunu söyledi: "Ey
Fatıma! Halkın: "Resûlullah'ın kızının elinde ateşten bir zincir var!" demesi
seni memnun eder mi?" dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun
üzerine Fatıma (radıyallahu anha) zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla
bir köle satın aldı ve onu azad etti. Bu olanlar Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a anlatılınca: "Fatımayı ateşten kurtaran Allah'a
hamdolsun!" buyurdular."
2081 Huzeyfe'nin kız kardeşi (radıyallahu
anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Ey
kadınlar cemaati! Süs eşyanız gümüşten olmalıdır. Sizden hangi kadın altınla
süslenir ve onu izhar eder (yabancıya gösterirse), mutlaka onunla azaba maruz
kalır."
2082 Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ehline takı ve ipeği yasakladı ve: "Eğer
sizler cennet takılarını ve cennetin ipeğini seviyorsanız, bunları dünyada
takınıp giymeyin" buyurdu." Nesai'nin İbnu Ömer'den yaptığı bir diğer
rivayette: "Resulullah, altın takınmayı, mukatta yani az bir parça olmak
kaydıyla tecviz etti" denilmiştir. Mukatta: Az bir şey demektir,
kulağın üst kısmına takılan küçük halka, kadın yüzüğü gibi. İsraf, kibir ve
zekat vermekten kaçınmak gibi durumları mekruh
addetmiştir.
2083 Bünane Mevlatu Abdirrahman İbnu Hayyan el-Ensari
anlatıyor: "Hz. Aişe'nin yanına, üzerinde ziller bulunan bir kız getirildi.
Kızın zilleri çıngır çıngır ses çıkarıyordu. Hz. Aişe (radıyallahu anha): "Sakın
ha! zillerini koparmadan onu yanıma getirmeyin!" dedi ve ilave etti: "Ben
Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın: "Zil bulunan eve melaike girmez"
buyurduğunu işittim."
2084 Arfece İbnu Es'ad (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Cahiliye devrinde cereyan eden Külab savaşında burnum isabet almış,
bu sebeple gümüşten bir burun taktırmıştım. Bilahare kokmaya başladı. (Durumu
kendisine açınca), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bana altından bir burun
yaptırmamı söyledi."
2085 Hz. Enes (radıyallahu anh) bildiriyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselàm)'ın kılıncının kabzasının üst kısmı (kabia)
gümüştendi. Nesai nin Enes'ten bir rivayetinde, "Resûlullah'ın
kılıncının pabuç kısmı gümüştü, kabzasının baş kısmı (kabia) da gümüştü. Bunlar
arasında gümüş halkalar vardı" denmiştir.
2086 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Yahudiler ve hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet
edin." Bu hadis Tirmizi'de "(Saçınızdaki) aklıkların rengini değiştirin,
yahudilere benzemeyin!" şeklinde gelmiştir.
2087 İbnu Abbas
(radıyallahu anhüma) anlatıyor: "(Saçlarına) kına yakmış bir adam gelmiştir. Hz.
Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Bu ne güzel!" buyurup takdir etti. (Az
sonra) kına ve ketem ile boyanmış biri geldi. "Bu evvelkinden de
güzel!" buyurdu. Sonra (saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti
ki: "Bu öbürlerinden de güzel!" buyurdu."
2088 Hz.
İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den rivayete göre, sakalını sufra denen sarı boya
ile boyar ve derdi ki: "Ben, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı gördüm,
sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini
boyadığı da olurdu." Buhari ve Müslim'de, Hz. Enes'ten gelen bir rivayette
şöyle denir: "Resûlullah hiç saçını boyamadı. Çünkü ondaki beyazlar çok azdı.
Başındaki akları saymak istesem sayabilirdim. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer
(radıyallahu anhüma) (saçlarını) kına ve ketem ile
boyarlardı."
2089 Kerime Bintu Hümam anlatıyor: "Bir kadın, Hz.
Aişe'ye kına yakma hususunda sormuştu, şu cevabı aldı: "Bunda bir
beis yok (kına yakılabilir). Ancak ben bundan hoşlanmam. Çünkü sevdiğim
(aleyhissalatu vessellam), onun kokusunu sevmezdi."
2090 Hz. Aişe
(radıyallahu anha) anlatıyor: "Bir kadın, perde gerisinden Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a eliyle bir mektup uzattı. Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam) elini derhal geri çekip: "Ne bileyim, bu el kadın eli
midir, erkek eli midir?" buyurdu. Kadıncağız: "Kadın elidir!"
deyince Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Sen kadın olsaydın,
tırnaklarının rengini değiştirirdin" buyurdu. Bununla kına yakmayı
kastetmişti."
2091 Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Hint Bintu Utbe, Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resülü, bana biat
ver!" diye talepte bulunmuştu. Kendisine: "Hayır, şu ellerini
değiştirmedikçe senden biat almayacağım. EIIerin tıpkı vahşi hayvanların ayağı
gibi!" cevabını verdi." Rivayette adı geçen Hint, Ebu Süfyan'ın zevcesi ve
Hz. Muaviye (radıyallahu anhüm)'nin annesidir. Mekke'nin fethi sırasında kocası
ile birlikte müslüman olmuştur. Hz. Peygamber eski nikahları ile evliliklerini
ikrar etmiş, yeni bir nikahı gereksiz görmüştür. Ancak, görüldüğü üzere,
ellerine kına vurmadan biat almamıştır. Alimler bu hadisten
hareketle, erkeklerin kına yakmasını mekruh addetmişlerdir. Kadının elleri,
kınasız iken erkeğin ellerine benzemektedir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bu benzemedeki keraheti ifade için teşbihe başvurup, vahşi hayvanların
ayaklarına teşbih etmiştir.
2092 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a el ve ayaklarına kına yakmış
bir muhannes getirdiler. "Bunu niye getirdiniz, nesi var?" diye
sordu. Kendisine: "Kendisini kadınlara benzetmiştir!" dediler. Bunun
üzerine Efendimiz emretti ve Naki' nam mevkiye sürgün edildi. "Ey
Allah'ın Resülü, onu öldürmeyelim mi?" diye soranlar olmuştu ki:
"Hayır! dedi, ben namaz kılanları öldürmekten men
edildim."
2093 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), erkeğin za'feran sürmesini
yasakladı."
2094 Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a üzerinde sarılık izi bulunan bir adam
geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hoşlanmadığı bir hususu, insanların
yüzüne nadiren vurduğu için (sesini çıkarmadı). Adam oradan kalkıp gidince:
"Keşke bu adama, üzerindeki şu şeyi yıkamasını söyleseydiniz"
dedi."
2095 Ya'la İbnu Mürre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) halük sürünmüş bir adam görmüştü.
ki: "Git bunu yıka, sonra gene yıka, sonra bir daha (za'feran
sürünmeye) dönme!" dedi."
2096 Ebu Müsa (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "AIIah, bedeninde
halûk'tan bir parça eser bulunan kimsenin namazını kabul
etmez."
2097 Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resülü dedim, benim omuzlarıma kadar dökülen (gür) saçlarım var, tarayıp tanzim
edeyim mi?" "Evet dedi, ona ikramda bulun." Ravi der ki:
"Ebu Katade, "Evet, ona ikramda bulun!" sözü sebebiyle, günde iki sefer (bakım
yapar ve) saçlarını yağlardı."
2098 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Kimin saçı varsa, ona
ikram etsin!" buyurdu."
2099 Ata İbnu Yesar (rahimehullah)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a saçı sakalı karmakarışık bir
adam gelmişti. Efendimiz, ona (eliyle) işaret buyurarak, sanki saçını ıslah
etmesini emretmişti. Adam bunu yapıp sonra tekrar geri geldi. Aleyhissalatu
vesselam: "Şu hal, sizden birinizin tıpkı bir şeytan gibi başı(ndaki
saçlar) karmakarışık vaziyette gelmesinden daha hayırlı değil mi?"
buyurdular."
2100 Abdullah İbnu Mugaffel (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) saç bakımını gün aşırı yapmayı
emredip, fazlasını yasakladı."
2101 Nafi' (rahimehullah) İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'in şu sözünü nakleder: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
kaza'ı (yani çocuğun başının bir kısmını traş etmek) yasakladı"
deyince, "Kaza' nedir?" diye sordular. Şöyle açıkladı:
"Kişi çocuğun başını traş eder, ancak şurada burada bazı yerleri kesmez, olduğu
gibi bırakır." Ravi, bunu söylerken alnına ve başının iki yanına
işaret etti."
2102 Abdullah İbnu Ca'fer (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Hz. Ca'fer (radıyallahu anh)'in
ölüm haberi gelince, Cafer ailesini üç gün (matem yapmaya) terketti. Sonra
yanlarına gelerek: "Kardeşimin üzerine artık bugünden sonra
ağlamayın!" dedi ve: "Bana kardeşimin oğullarını toplayın!"
emretti. Biz yanına getirildik, tıpkı civcivler
gibiydik. "Bana bir berber çağırın!" dedi. (Gelince) berbere
emretti, o da başlarımızı traş etti."
2103 Hz. Ali (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) kadınların başlarını traş
etmelerini yasakladı."
2104 Hz. Esma (radıyallahu anha) anlatıyor:
"Bir kadın Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Kızım çiçek
hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, iğreti saç
takayım mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Allah takana da
taktırana da lanet etmiştir?" diye cevap verdi."
2105 Humeyd İbnu
Abdirrahman İbnu Avf tarafından rivayet edilen ve Kütüb-i Sitte'nin herbirinde
yer alan bir rivayet de şöyle: "Hz. Muaviye (radıyallahu anh) hacc yaptı. O
zaman minbere çıkarak halka bir hutbe irad etti. (Hutbe sırasında), koruma
polisinin elinde bulunan bir tutam saçı alarak şunları söyledi: "Ey
Medineliler! Alimleriniz nerede? Ben Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı
işittim, bu çeşit şeyleri yasaklamış ve şöyle demişti:
"İsrailoğullarının kadınları ne zamanki bunu taktılar helak
oldular."
2106 İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: Ehl-i
Kitap, saçlarını alınlarına döküyorlardı, müşrikler de ayırıyorlardı. Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) (vahiyle) emir gelmeyen hususlarda Ehl-i Kitab'a
muvafakatı severdi. Saçını alnı üzerinde o da serbest bıraktı. Sonra (ortadan)
ayırarak (sağ ve sola) taradı."
2107 Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an
ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse müslüman iken tek bir
kıl bile ağarmış olsa, bu Kıyamet günü onun için mutlaka bir nur olur."
Bir rivayette şöyle denmiştir: "Allah ona bu sebeble sevap yazdı, onun sebebiyle
ondan günah affetti."
2108 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bıyıkları
kazıyın, sakalları serbest bırakın." Sahiheyn'in bir rivayetinde şöyle
denmiştir: "Şu ameller fıtrattandır: Kasık traşı, tırnakların kesilmesi,
bıyıkların kesilmesi." Bir diğer rivayette: "Müşriklere muhalefet
edin, sakallarınızı uzatın, bıyıklarınızı kesin" denir.
2109 Zeyd
İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Bıyığından kim almazsa bizden değildir."
2110 İbnu
Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
bıyığından keser ve şöyle derdi: "Halilu'r-rahman İbrahim (aleyhisselam) de
böyle yapardı."
2111 Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu
anhüm ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sakalından enine ve
boyuna alırdı."
2112 Hz. Enes (radıyrallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana, (dünyanızdan) koku ue
kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda
kılındı."
2113 İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah)'den rivayet
edildiğine göre demiştir ki: "Allah Teala Hazretleri münezzehtir, (halde ve
sözde) nezih olanı sever; naziftir, nezafeti sever; kerimdir, keremi sever;
cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere
benzemeyin." Bu hadisi bazı raviler, Amir İbnu Sa'd'ın babası tarikiyle
Hz. Peygamber'e ulaştırıp merfü olarak rivayet
etmişlerdir.
2114 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kime tib ikram edilirse onu
reddetmesin. Çünkü, o güzel koku verir ve taşıması da
kolaydır."
2115 Ebu Osman en Nehdi (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Sizden birine reyhan
sunulduğu takdirde onu reddetmesin, zira o cennetten
çıkmadır."
2116 İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)
anlatıyor:"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Üç şey
reddedilmez: Minder, yağ ve koku."
2117 Nafi' merhum anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) buhur yaktığı zaman saf öd ve kafürla karışık öd
kullanır ve şunu söylerdi: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) da böyle
yapardı."
2118 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Erkeğin tib'i (sürünıne
maddesi) kou neşreder, rengi olmaz. Kadının tib'i ise rengi olur, kokusu
olmaz."
2119 Hz. Aişe (radıyallahu anha) şunu demiştir:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) misk ve anber gibi, renksiz koku maddeleri
sürünürdü ve derdi ki: "Sürünme maddelerinin en iyisi
misktir."
2120 Ebu Müsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Her göz zanidir. Şurası muhakkak ki,
kadın koku sürünür, sonra da (erkek) cemaate uğrarsa o da
zaniyedir."
2121 Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kendisine buhur değen kadın
sakın bizimle yatsı namazına katılmasın.
2122 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek traşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları
kesmek, koltuk altını yolmak."
2123 Hz. Aişe (radıyallahu anha)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "On şey
fıtrattandır: Bıyığın kesilmesi, sakalın uzatılması, misvak, istinşak (burna su
çekmek), mazmaza (ağza su çekmek), tırnakları kesmek, parmak mafsallarını
yıkama, koltuk altını yolmak, etek traşı olmak, intikasu'l-ma yani istinca
yapmak."
2124 Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), bize bıyığın makaslanıp, tırnağın kesilmesini, koltuk
altının yolunup, eteğin traş edilmesini kırk gün aşmayacak şekilde
vakitledi."
2125 Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İbrahim (aleyhisselam)
Kaddüm nam -bazısı da şeddesiz olarak Kadüm demiştir- mevkide seksen yaşında
olduğu halde sünnet oldu."
2126 Yahya İbnu Said'in anlattığına
göre, Said İbnu'l Müseyyeb (rahimehullah)'ten şunu işitmiştir: "Hz. İbrahim
(aleyhisselam), misafir ağırlayan ilk kimse idi. Keza o ilk sünnet olan
kimseydi, bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görenlerin ilki de o idi. Ak
saçları görünce: "Ya Rabbi bu nedir?" diye sormuş; Rabbi de: "Bu vakardır ey
İbrahim!" demiş. O da: "Rabbim! Öyleyse vakarımı artır!" diyerek duada
bulunmuştur." Rezin şunu ilave etmiştir. "Bu sırada Hz. İbrahim 120 yaşındaydı.
Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı."
2127 İbnu Cübeyr (rahimehullah)
anlatıyor: "Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)'a: "Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın ruhu kabzedildiği vakit sen ne kadardın?" diye sorulmuştu şu cevabı
verdi: "O gün ben sünnetliydim... Ve, erkekleri idrak edinceye kadar sünnet
etmezlerdi."
2128 Ümmü Atiyye (radıyallahu anha) anlatıyor: "Bir
kadın Medine'de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
(kadını çağırtarak) kendisine: "Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha
çok haz vesilesidir, koca için de daha makbüldür" diye talimat verdi."
"Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha
çok parlaklık, kocaya daha çok haz verir."
2129 Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "İğreti saç takana da, taktırana da, bedene dövme yapana
da, yaptırana da AIIah lanet etsin!"
2130 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) dedi ki: "İğreti saç takan, taktıran; kaşları incelten, kaşlarını
incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran
lanetlenmiştir."
2131 Ebü'l-Husayn el-Heysem İbnu Şefi anlatıyor:
"Ben ve künyesi Ebu Amir olan Meafirli bir arkadaşım İliya (da denen Kudüs)'da
namaz kılmak üzere beraberce yola çıktık. Onlara kıssa anlatan büyükleri, Ezd
kabilesine mensup Ebu Reyhane künyesini taşıyan bir Sahabi idi.
Ebü'l-Hüsayn der ki: "Arkadaşım benden önce mescide vardı. Sonra da ben geldim
ve yanına oturdum. Bana: "Ebu Reyhane'nin anlattığına yetiştin mi?" dedi.
"Hayır!" diye cevap verince: "Ben onun anlattığını dinledim, diyordu ki:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) on şeyi yasakladı: Dişleri
törpüleyip inceltmek, dövme yapmak, (erkeklerin saç ve sakallarındaki akları,
kadınların yüzlerindeki tüyleri) yolması, kadının kadınla, erkeğin erkekle aynı
örtü altında arada bir mania olmadan yatması, erkeğin Acemler gibi elbisesinin
alt kısmına ipek şerit ilave etmesi, yine Acemler gibi omuzlarına alem olarak
(dört parmak genişliğinden fazla) ipek koyması, yağmacılık yapması; saltanat
sahibi olmayanın (Acemlerin ziyyi (süsü) durumunda olan) kaplan (derisinin)
üzerine oturması ve yüzük takması."
2132 İbnu Mes'üd (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) on şeyi sevmezdi: Sarı yani
halük, yaşlılıkla ortaya çıkan akların rengini değiştirme, izarın (kibirle)
yerde sürünmesi, altın yüzük takmak, teberrüc (kadınların zinetlerini yersiz
olarak göstermesi), zar atmak, Muavvizeteyn'den başka bir şey okuyarak rukye
yapmak, akdü't-temaim (muska bağlamak), suyu (meniyi) mahallinden başka yere
atmak, çocuğu ifsad etmek. Resûlullah, bunları) haram kılmaksızın mekruh
sayardı."
2133 Hz. AIi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam), bana altın yüzük takmayı, kıssi elbise giymeyi, rükü
ve secdede Kur'an okumayı, sarıya boyanmış elbise giymeyi yasakladı."
Tirmizi ve Nesai'nin rivayetlerinde şu ziyade var: "...kızıl meysereyi ve
el-ciayı da yasakladı." Cia, Mısır'da arpadan veya buğdaydan yapılan bir
şaraptır." Ebu Davud'un rivayetinde Hz. Ali: "Bunları size de
yasakladı demiyorum" der.
2134 Hz. Bera (radıyallahu anh)
anlatıyor: "Resûlullah bize yedi şeyi yasakladı: Altın yüzükler altın ve gümüş
kaplar, ipekli eyer yaygıları, ipekli kıssi kumaşlar, istibrak denen kalın
ipekli kumaşlar, ibrişim kumaşlar ve ipek kumaşlar."
2135 İmran
İbnu Hüsayn (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Erguvanın üzerine oturmam, sarıya boyanmış olan elbiseyi,
ipekten kenar çekilmiş elbiseyi giymem." Ravi Hüsayn burada rivayeti keserek
gömleğinin cebine işaret etti (ve anlatmaya devam ederek) Resûlullah'ın geri
kalan sözlerini tamamladı: "Haberiniz olsun erkeğin tibi (sürünme maddesi)
kokuludur, rengi yoktur; kadınların tibi renklidir, kokusu yoktur."
Ravilerden biri demiştir ki: "Bu yasak kadının dışarı çıkma durumuyla ilgilidir.
(Evinde) kocanın yanında olduğu takdirde istediği kokuyu
sürünür."
2136 Ebu Eyyrüb (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kına yakma, koku sürünme,
misvak kullanma ve evlenme bütün peygamberlerin tabi olageldikleri
sünnetlerdendir."
2137 Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bir adam gördü, saçları
darmadağınıktı. "Bu adam saçlarını düzeltip tertibe sokacak bir şeyi
bulamadı mı?" diye memnuniyetsizlik izhar etti. Derken, o sırada bir diğer adam
gördü, bunun da üstü başı kirliydi. Bunun hakkında da: "Şu adam elbisesini
yıkayacak bir şey bulamıyor mu?" diye söylendi."
2138 Rafi' İbnu
Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam),
bineklerimizin üzerinde bazı torbalar gördü, torbalarda kırmızı yün hatları
vardı. "Bu kızıllığın size galebe çaldığını görüyorum" dedi. Resûlullah'ın bu
sözü üzerine yerlerimizden fırlayıp kalktık, öyle ki develerimizden bir kısmı
(telaşımızdan) ürktü. Keseleri aldık, onlardaki kızıl yünleri söküp
attık."
2139 Abbad İbnu Temim anlatıyor: "Ebu Beşir el-Ensari
(radıyallahu anh) kendisine bildirmiştir ki, Ebu Beşir bir seferde Resüllullah
(aleyhissalatu vesselam) ile beraberdi. Efendimiz, o sırada tellalına emrederek
şu hususu ilan ettirdi: "Hiçbir devenin boynunda kirişten mamul bir gerdanlık
veya (herhangi) bir gerdanlık kalmasın, mutlaka kesilsin!" Malik:
"Zannederim bu yasak, nazar değmesine (karşı develerin boynuna asılan şeyler)
için verilmiş olmalı demiştir."
2140 İbnu Ömer (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Şu
resimleri yapanlar var ya, -bir rivayette: "Şu resimlerin sahipleri var ya!
Kıyamet günü azab olunacaklar. Onlara: "Şu yaptıklarınızı diriltin"
denir."
2141 Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalatu vesselam) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne,
üzerinde resimler bulunan bir bez çekmiştim. Resûlullah perdeyi görünce, çekip
attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti. "Ey Aişe! buyurdular, bil ki, Kıyamet günü
insanların en çok azab görecek olanı Allah'ın yarattıklarını taklid
edenlerdir." Hz. Aişe rivayetine devamla dedi ki: "Biz o bezi kestik
bir veya iki minder yaptık."
2142 İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma)'ın anlattığına göre: "Kendisine bir adam gelip: "Ben ressamım, şu
resimleri yaptım. Bana bu hususta fetva ver!" dedi. İbnu Abbas adama: "Bana
yaklaş!" emretti, adam yaklaşınca: "Bana daha da yaklaş!" dedi. Adam yaklaştı.
İbnu Abbas elini başının üzerine koydu ve: "Ben Resûlullah (aleyhissalatu
vesselam)'ı dinledim. Şöyle diyordu: "Bütün tasvirciler ateştedir. Allah
ressamın yaptığı her bir resim için bir nefis koyar ve bu ona cehennemde azab
verir." İbnu Abbas devamla adama dedi ki: "İlla da resim yapacaksan ağaç yap,
canı olmayan şeyin resmini yap."
2143 Yine İbnu Abbas (radıyallahu
anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "kim
resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh
üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici
değildir."
7001 İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size ismidi tavsiye ederim. Zira o,
gözü(n görme gücünü) parlatır ve kirpikleri (besleyip)
bitirir."
7002 Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Uyuyacağınız zaman ismidle sürme
çekmenizi tavsiye ederim. Çünkü o, gözü(n görme gücünü) parlatır ve kılları
(yani kirpikleri besleyip) bitirir."
7040 Hz. Cabir radıyallahu
anh anlatıyor: "Ebu Kuhafe, Fetih günü Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
getirilmişti. Saçları köpük gibi bembeyazdı. Aleyhissalatu vesselam: "Bunu
hanımlarından birine götürün(de bunun saç ve sakalının rengini) değiştirsin.
Fakat siyah(a boyamak)tan da kaçınınız"
buyurdular."
7041 Süheybü'I-Hayr radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "(Ağaran saç ve sakallarınızı
boyamada) kullandığınız en iyi boya şüphesiz şu siyahtır. (Çünkü siyah boya)
kadınlarınızı size daha çok rağbet ettiricidir, düşmanınızın içinde de
hakkınızda daha çok korku doğurucudur."
7042 Hz. Enes radıyallahu
anh'a: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam saç ve sakalını boyadı mı?" diye
sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Aleyhissalatu vesselam, sakalının ön kısmında,
onyedi veya yirmi tel kadar bir aklık görmüştür (bunlar için boya olur mu!) diye
cevap verdi."
7043 Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın gelerek, kocasının gazvede
olduğunu söyleyerek evine bir hurma ağacı resmini yapmak için izin istedi.
Aleyhissalatu vesselam kadını men etti veya nehyetti."
7044 Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben bir sehvemi yani odasının içindeki
yüklüğümsü bir kısmı kastediyor üzerinde resimler bulunan bir kumaşla örtmüştüm.
Resûlullah aleyhissalatu vesselam (eve) gelince onu söktü. Ben de ondan iki
yastık yaptım. Ben Aleyhissalatu vesselam'ı, bunlardan birine yaslanmış olarak
gördüm."
[TOP]
ZULÜM
Kimlik alan
7254 Hz.Aişe radiyallahu anha anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "sevabı en çabuk gelen hayırlı
amel mahlukata iyilik ve sıla-i rahimdir. Cezası en çabuk gelen kötü amel de
bağy (mahlukata kötü muamele, zulüm) ve sıla-i rahm'i
kesmektir."
7255 Hz.Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "Bana "mütevazi olun, birbirinizin hukukuna tecavüz
etmeyin" diye Allah Teala hazretleri vahiyde bulundu"
buyurdular."
[TOP]
ZÜHD
Kimlik alan
1940 Ebu Said (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) minbere oturdu, biz de etrafında
yerlerimizi aldık. Buyurdular ki: "Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın
süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır!" Bir adam (araya girerek söze
karıştı ve): "Yani (nail olacağımız) hayır, şer mi getirecek?" dedi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bu soru üzerine sükut etti. (Adama: "Sana ne oluyor da
Resulullah'ın sözünü kesip, onunla konuşmaya kalkıyorsun? O sana konuşmuyor
ki!.." diye paylıyanlar oldu). Gördük ki, kendisine vahiy gelmekte. Derken vahiy
hali açılmış, yüzündeki terleri silmekte idi. "Şu soru soran nerede?" diye söze
başladı. Ve sanki adamı (sorusu sebebiyle) takdir ediyor gibiydi: sözlerine
şöyle devam etti: "Muhakkak ki, hayır, şer getirmez. Ancak derenin bitirdikleri
arasında, ya çatlatarak öldüren ya da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız
yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar yeyip böğürleri şişince Güneşe
karşı dururlar. (Geviş getirirler), akıtırlar ve rahatça defi hacet yaparlar,
sonra tekrar dönüp yayılırlar. Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan
fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın Müslüman sahibi en iyi (İnsan)'dır.
Bunu haketmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyamet günü
aleyhinde şahidlik yapacaktır."
1941 Yine Ebu Said (radiyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "dünya tatlı
ve hoştur. AIIah sizi ona varis kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır.
Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının! Zira Beni İsrail'in iIk fitnesi
kadın yüzünden çıkmıştır." Müslim'in bir rivayetinde: "Kendinden sonra
erkeklere, kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım"
buyurulmuştur."
1942 Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "dünya meI'undur,
içindekiler de mel'undur, ancak zikrullah ve zikrullah'a yardımcı olanlarla alim
veya müteallim hariç."
1943 Yine Ebu Hureyre (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "dünya, mü'mine
hapishane, kafire cennettir."
1944 Hz. Enes (radiyallahu anh)
anlatıyor: "dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan
sevgin seni kör ve sağır yapar."
1945 İbnu Mes'ud (radiyalllahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in yanına girmiştir. Onu
bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan
taraflarında izler bırakmıştı. "Ey Allah'ın Resulü dedim, sana bir yaygı te'min
etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!" "Ben kim,
dünya kim. Dünya iIe benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terkedip
giden yolcunun misali gibidir."
1946 Sehl İbnu Sa'd (radiyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Eğer dünya
Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire
ondan bir yudum su içirmezdi."
1947 Katade İbnu Nu'man
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Allah bir kulu sevdi mi, onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına
suyu yasaklaması gibi."
1948 Ali İbnu Ebi Talib (radiyalllahu anh)
buyurdular ki: "dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor.
Bunlardan her ikişinin de kendine has evlatları var. Sizler ahiretin evlatları
olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise
hesap var amel yok."
1949 İbnu Ömer (radiyallahu anhuma)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhisselatu vesselam) Hicr'a uğradığı zaman:
"Nefislerine zulmedenlerin meskenlerine girerken onların maruz kaldığı musibetin
size de gelmesi korkusuyla ağlayarak girin!" dedi. Sonra başını (ridasıyla)
örtüp yürüyüşünü hızlandırdı ve vadiyi geçinceye kadar bu hal üzere devam
etti."
1950 Buhari ve Müslim'de yine İbnu Ömer anlatıyor: "Halk,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte Hicr'a Semud kavminin yurduna
inince, kuyularından su aldılar ve onunla hamurları develere yem yapmalarını
emretti. Ayrıca, Hz. Salih'in devesinin su içtiği kuyudan su almalarını
emretti."
1951 Hz. Enes (radiyallahu anh) anlatayor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) bana: "Ey Enes, dedi, İnsanlar yurtlar ediniyor. Bu
yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar
veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden, gemilerin yanastığı
limanından, çarsısından, umerasının kapılarından sakınasın! Sana oranın Güneşe
açık yerlerini (dağları) tavsiye ederim. Zira orada hasf (yere batma), kazf ve
zelzele olacak. Bir kavim de normal şekilde akşama erdiği halde, sabaha maymun
ve hınzırlar olarak çıkacak."
1952 İmam Malik'e ulaştığına göre,
Hz. Ömer (radiyallahu anh) Irak'a çıkmak istemişti. Kà'bu'l-Ahbar kendisine dedi
ki: "Ey mü'minlerin emiri! çıkma, zira sihrin -veya şerrin- onda dokuzu
oradadır. Cinlerin fasıkları da oradadır. Devasız hastalık da oradadır." (Malik
der ki): "Bununla dini helakı kasteder."
[TOP]
ZÜHD FAKR
Kimlik alan
2042 Sehl İbnu Sa'd (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Bir adam, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a uğradı. Efendimiz,
yanında bulunan bir zata: "şu gelen kimse hakkında reyin nedir?" diye sordu.
Adam: "O, halkın eşrafındandır, bu vallahi bir kıza talib olsa hemen
evlendirilmeye; birisi lehine şefaatte bulunsa, şefaatının yerine getirilmesine
layıktır" dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) sükut buyurdular. Derken az
sonra bir adam daha uğradı. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yanındakine:
"Pekiyi bunun hakkında reyin nedir?" dedi. Adam: "Ey Allah'ın Resulü! Bu,
müslümanların fakir takımındandır. Vallahi, bu bir kıza talib olsa
evlendirilmemeye, şefaatte bulunsa itibar edilmemeye, bir şey söylese
dinlenilmemeye layıktır?" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(aleyhissalatu vesselam): "Bu, onun gibilerin bir arz dolusundan daha
hayırlıdır?" buyurdu.
2043 Ebu Zerr (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurdular ki: "dünyada zahidlik,
helal olanı haram etmek veya malı ziyan etmekle olmaz. Gerçek zahidlik, AIIah'ın
elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir musibete düştüğün
zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir." Rezin
şunu ilave etti: "zira Allah Teala Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Bu,
kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah 'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız
içindir" (Hadid 23).
2044 Hz. Aişe (radiyallahu anha) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(Ey Aişe! Cennette) benimle
olman seni mesrur edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifayet
etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan
eskimiş addetme." Rezin şunu ilave etmiştir: "Urve dedi ki: "Hz. Aişe
(radiyallahu anha), bir elbiseyi eskitip yamamadıkça ve içini dışına ters
çevirip (bir zamanlar da öyle giyerek iyice eskitmedikçe) yenilemezdi. Bir gün
kendisine, Muaviye tarafından gönderilmiş olan seksenbin (dirhem) geldi. Bu
paradan, akşama tek dirhem kalmadı (hepsini tasadduk etti). Cariyesi ona: "Bana
ondan bir dirhemlik olsun et alsaydın ya!" dedi. Hz. Aişe: "(Para varken)
hatırlatmış olsaydın, isteğini yapardım" dedi.
2045 Ebu Hureyre
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vessselam) şöyle dua
ederdi: "Allah'ım, Al-i Muhammed'in rızkını belini doğrultacak kadar ver -Bir
diğer rivayette- "yetecek kadar ver" buyurmuştur.
2046 Hz. Enes
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle dua
etmişti: "AIIah'ım, beni miskin olarak, yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet,
kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret." Hz. Aişe (radiyallahu
anha) atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Resulu?" "Çünkü, dedi, onlar cennete,
zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Aişe! fakirleri sev ve onları
(rivayet meclisine) yaklaştır, ta ki kıyamet günü AIIah da sana yaklaşsın."
Diğer bir hadiste: "beşyüz yıl" tabiri vardır. İki hadis şöyle cem'edilir:
"Kırktan maksad hırs sahibi fakirin, hırs sahibi zenginden öne geçeceği
müddettir. Beşyüzden maksad, zahid fakirin hırslı zenginden önce gireceği
müddettir. Böylece hırs sahibi fakir, zahid fakirin yirmibeş derece üstünlüğüne
nazaran iki derecelik bir üstünlüğe sahiptir. Bu kırkın beşyüze nisbetidir. Bu
ve benzeri takdirler Resulullah'ın lisanında mücazefe veya tesadufi olarak
cereyan etmez. Bilakis idrak ettiği bir sır veya ilminin ihata ettiği bir nisbet
sebebiyle söylenmiştir. Zira o hevadan konuşmaz."
2047 Hz. Ebu
Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Fukaralar, cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler. Bu
(Allah'ın indinde) yarım gündür.
2048 Ebu Abdirrahman el-Hubuli
anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr (radiyallahu anh)'a sorarak dedi ki: "Biz
muhacirlerin fakirlerinden değil miyiz?" Abdullah da ona sordu: "Kendisine
sığındığın bir zevcen var mı?" Adam: "Evet" dedi. Abdullah: "Senin oturduğun bir
meskenin var mı?" Adam: "Evet!" deyince Abdullah: "Sen zenginlerdensin!" dedi.
Adam: "Benim bir de hizmetçim var!" diye ilave edince, Abdullah: "Öyleyse sen
krallardansın!" dedi.
2049 Ebu Said (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Muhacirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı,
bir kısmı (nın karaltısından istifade) ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir kadın
da bize (Kur'an) okuyordu. Derken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) çıkageldi
ve üzerimizde dikildi. Resulullah'ın yanımızda dikilmesi üzerine kadın okumayı
bıraktı. Resulullah da selam verdi ve: "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. "Ey
Allah'ın ResuIu! dedik, o karımızdır, bize (Kur'an) okuyor. Biz de AIIah
Teala'nın kitabını dinliyoruz." Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalatu
vesselam): "ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen
kimseleri yaratan Allah'ıma hamdolsun!" dedi. Sonra, kendisini bizimle eşitlemek
üzere Resulullah, ortamıza oturdu. Ve eliyle işaret ederek: "şöyle (halka
yapın)" dedi. Cemaat hemen etrafında halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebu Said der
ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın onlar arasında benden başka birini
daha tanıyor görmedim. (Herkes yeni baştan vaziyetini alınca) Resulullah şu
müjdeyi verdi: "Ey yoksul muhacirler, size müjdeler olsun! Size kıyamet
günündeki tam nuru müjde ediyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden
yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yiI
eder."
2050 Usame İbnu Zeyd (radiyallahu anhuma) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "(Miraç sırasında) cennetin
kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunIuğunun miskinler
olduğunu gördüm. Dünyadaki imkan sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye
emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum.
Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı."
2051 Ebu Hureyre
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:
"Bana zayıflarınızı arayın. Zira sizler, zayıflarınız sebebiyle yardıma ve rızka
mazhar kılınıyorsunuz."
2052 Yine Ebu Hureyre (radiyallahu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurdular ki: "Allah
hiçbir peygamber göndermedi ki, koyun çobanlığı yapmamış olsun." "Sen de mi, Ey
Allah'ın Resulu?" diye sordular. "Evet, dedi ben de bir miktar kırat mukabili
Mekke ehline koyun güttüm."
2053 Abdullah İbnu Muğaffel
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Resulu! Ben seni
seviyorum" dedi. Resulullah: "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam:
"Vallahi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam), bunun üzerine adama: "Eğer beni seviyorsan, fakirlik
için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha
süratli gelir."
2054 Hz. Ali (radiyallahu anh) anlatıyor: "Biz
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbnu
Umeyr (radiyallahu anh) göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile
yamanmış bir bürdesi vardı. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onu görünce,
(Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra
şunu söyledi: "(Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise
giyse ve önüne yemek tabakalarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve
evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kabe gibi örtseniz o zamanda nasıl
olursunuz?" "O gün, dediler, biz bu günümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat
külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibadete daha çok vakit ayıracağız."
"Hayır! buyurdu, bilakis siz bugün o günden daha
iyisinizdir."
2055 Ebu Umame İbnu Salebe el-Ensari (radiyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında dünyayı
zikretmişlerdi. Buyurdular ki: - "Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevazi
giyinmek imandandır, mütevazi giyinmek imandandır!"
2056 Hz.Cabir
(radiyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanında bir
adamın çok ibadet ettiğinden, bir diğerinin de vera sahibi olduğundan
bahsedilmişti. Efendimiz: "Vera'ya denk olacak onunla tartılabilecek bir şey
yoktur!" buyurdu."
[TOP]